24.12.2012 Views

Sırrı Süreyya Önder ve Özgü Namal - Mithat Alam Film Merkezi

Sırrı Süreyya Önder ve Özgü Namal - Mithat Alam Film Merkezi

Sırrı Süreyya Önder ve Özgü Namal - Mithat Alam Film Merkezi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong> <strong>ve</strong> <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong>:<br />

“Mizah acıyı yok saymak değil, acıya<br />

direnişin, öfkenin, itirazın, en soylu<br />

biçimlerindendir.”<br />

4 Aralık Salı günü <strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong>’nin konukları<br />

Beynelmilel filminin yönetmeni <strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong> ile başrol<br />

oyuncusu <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong>’dı. Beynelmilel filminin gösteriminin<br />

ardından gerçekleştirilen <strong>ve</strong> moderatörlüğünü Ayşegül<br />

Oğuz’un yaptığı söyleşiye katılım oldukça yüksekti. <strong>Önder</strong>’in<br />

<strong>ve</strong> <strong>Namal</strong>’ın esprileriyle canlılık kazanan söyleşi boyunca<br />

Beynelmilel’den yönetmenlikten, oyunculuktan, yönetmen-oyuncu<br />

ilişkisinden <strong>ve</strong> 12 Eylül’den bahsedildi.<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Kırkından sonra sinemaya he<strong>ve</strong>s<br />

etmiş <strong>ve</strong> sinemanın önce öğrencisi, sonra öğretmeni,<br />

sonra da yönetmeni <strong>ve</strong> senaristi olmuş birisiyim. Bunun<br />

dışında politik bir kimliği olan <strong>ve</strong> hayatını buna göre tanzim<br />

eden bir kişiyim. Bir sosyalistim. 12 Eylül’de 8 yıla yakın<br />

cezaevinde kaldım. Daha sonra değişik sebeplerle girip<br />

girip çıktım.<br />

Ayşegül Oğuz: Sizi sinemaya yönlendiren, sizde o ilk<br />

kıvılcımı çakan neydi?<br />

Seyrettiğim ilk film Kâbe filmiydi. Kâbe’ye gidemeyen fukara<br />

kesim için yazlık sinemalara böyle filmler gelirdi <strong>ve</strong> ailece<br />

gidilirdi. İkincisi de Ediz Hun <strong>ve</strong> Hülya Koçyiğit’in oynadığı<br />

Sen Bir Meleksin (Yön: Nejat Saydam, 1969). Onu da<br />

yazlık sinemada seyretmiştim. O melodram <strong>ve</strong> romantiklik<br />

bana sindi. Yılmaz Güney’in Umut (1970) filmini seyredene<br />

kadar da gitmek bilmedi. Umut’tan sonra Türk sinemasında


146<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

hiçbir şey aynı kalmamıştır. Bir meseleyi politik olarak anlatma<br />

fikri de ondan sonra üzerime sindi. Bunun dışında<br />

çok okuyan birisiyim. Cezaevleri eğer dönüştürmesini bilirseniz,<br />

bir okul işlevi de görüyordu bizim zamanımızda. Tutuklu<br />

profili, bir ülkeye birkaç tane bakanlar kurulu, birkaç<br />

meclis <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsite kuracak kadar donanımlı insanlardan<br />

müteşekkildi.<br />

Böyle zor bir dönemden sonra Beynelmilel (Yön: <strong>Sırrı</strong><br />

<strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong> <strong>ve</strong> muharrem Gülmez, 2006) gibi sıcak<br />

bir anlatı yaratmayı nasıl başardınız?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Biz aslında bu ülkede birçok şeyin<br />

mirasçısıyız. Bu coğrafya Aziz Nesin gibi bir yazı<br />

adamını yetiştirmiş. İlyada’dan1 beri, bu toprakları anlatan<br />

her şeyde bir ironi vardır. Mizah, yapısı gereği dünyanın en<br />

muhalif dilidir <strong>ve</strong> çok ciddi bir iştir. Eğer katmanlı anlatım<br />

yolları bulursanız, mizah en etkili dildir. İnsanlar yeryüzünde<br />

aynı şeylere ağlarlar. Ama gülmek öyle değildir. Bazı<br />

müşterek noktalar olabilir fakat dünyada ne kadar insan<br />

varsa o kadar gülme biçimi <strong>ve</strong> refleksi vardır. Etkili anlatımdan<br />

kastettiğim de bunun müşterek paydasını yakalamak.<br />

Mizah acıyı yok saymak değil, acıya direnişin, öfkenin,<br />

itirazın, en soylu biçimlerindendir. Bu yaşadığımız<br />

coğrafya hep tiranlıklarla örülüdür. Bizim bağrımızı tepmeyen<br />

kavim kalmamış. Ama Nasrettin Hoca göle maya<br />

çalmanın ötesinde Moğol istilasına direniş figürü olarak<br />

çıkmış. Demek ki bizde mizah damarı genetik olarak var.<br />

Biz de onun çıraklarından birisi olarak, o dile yaslanmayı<br />

tercih ettik. Yoksa kahrımızdan ölürdük. Üzüntüyle hayat<br />

geçmez ya!<br />

Beynelmilel kafanızda nasıl oluştu? Senaryo süreci nasıl<br />

gelişti?<br />

Ben önceden de yazan bir insandım. Yazdıklarım çok az yerde<br />

yayınlanan şeylerdi ya da çok azını gönderiyordum. Bir<br />

roman çalışmasına girmiştim. O sıralarda dünyanın dört bir<br />

1 Homeros’un Truva savaşını anlatan ünlü destanı.


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 147<br />

tarafında işçilik ediyordum. Kazakistan’ın Atyrau kentinde<br />

bir inşaatta çalışırken bu senaryonun, bu romanın koordinatlarını<br />

yerli yerine oturttum. Sonra Türkiye’ye döndüm. Yine<br />

bir inşaatta çalışıyorum. Duvar’ın (Yön: Yılmaz Güney,<br />

1983) Türkiye gösterimi yapılıyordu 2 Beyoğlu Sineması’nda.<br />

Orada bir yazı gördüm, “Senaryo yazmak ister misiniz?” diye.<br />

Kim istemez ki! Ve Barış Pirhasan’a gittim. Beni şöyle bir<br />

süzdükten sonra “Niye sinema yapmak istiyorsun” dedi. “Vallahi<br />

çok öfkeliyim hoca, bildiğin gibi değil” dedim. “Sinemaya<br />

başlamak için çok iyi bir sebep” dedi. Barış’ın öğrencisi oldum.<br />

Öğretmenliği boyunca öfkeyle arama mesafe koymayı<br />

öğretti bana. Başlamak için iyi bir sebep ama sürdürmek için<br />

ayak bağıdır diyerek mizaha daha çok yaslandık.<br />

Beynelmilel’de yaşadıklarınızdan çok iz var mı?<br />

Mitingde Enternasyonal marşı 3 çalmak benim düşümdü.<br />

Onun dışında hepsi gerçekti.<br />

<strong>Film</strong>in senaryosunu yazdıktan sonra, filmin çekimine<br />

kadar giden süreci anlatabilir misiniz biraz?<br />

Yazmayı biraz öğrenince bazı televizyon dizilerinin senaryolarını<br />

yazmaya başladım. Çünkü amelelikten daha kolay,<br />

hem para da kazanıyorsun. Yine öyle bir yazı çalışması<br />

için <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong>’ın evindeydik <strong>Özgü</strong>’ye anlattım bu projeyi<br />

<strong>ve</strong> <strong>Özgü</strong> ağlamaya başladı. “Bunu sen çekmelisin” dedi.<br />

Ama daha önce Adıyaman’da bunun 34 dakikalık belgeselini<br />

çektim. Tüm bunlar da sete öyle deli bozuk girmeye<br />

yetmedi. Muharrem Gülmez’den rica ettik <strong>ve</strong> bu yol arkadaşlığını<br />

kabul etti, filmin yönetmenliğini paylaştık.<br />

Çünkü bende telaffuz hak getire. Set terminolojisine hâkim<br />

biri lazımdı. Ama gerçekten <strong>Özgü</strong>’nün yüreklendirmesinin<br />

önemli bir payı oldu. Bu <strong>Özgü</strong>’yü etkileyebiliyorsa, insanları<br />

da etkileyebilirim diye düşündüm.<br />

2 Duvar, Türkiye’de ancak 20 Ekim 2000 tarihinde vizyona girebilmiştir.<br />

3 Fransızca orjinali 1870 yılında Eugene Pottier tarafından yazılan <strong>ve</strong><br />

Pierre Degeyter tarafından 1888 yılında bestelenen sosyalist marşı.


148<br />

Ö<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Senaryoyu okumadım, önce dinledim. O<br />

anlatırken çok etkilenmiştim, Gülendam’ın hikâyesinde<br />

kendimi görmüştüm. Sonra senaryoyu okuduğumda<br />

gerçekten çok etkilendim <strong>ve</strong> ağladım.<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Benim hayatımda, yapmadığım iş<br />

kalmadı gibi bir şey. Kamyon şoförlüğü, otobüs şoförlüğü,<br />

mevsimlik işçilikler, araba tamirciliği, seyyar satıcılık…<br />

Ben hiçbir zaman girdiğim işte şartları <strong>ve</strong>ri olarak<br />

kabul etmem. Şartların değiştirilebileceğini, dönüştürülebileceğini<br />

düşünürüm. <strong>Film</strong>i çekebileceğime Barış’a öğrenci<br />

olduğum andan sonra inanıyordum. Çekerim ya da çekemem.<br />

Ama önemli olan meseleye böyle yaklaşmak… Bu<br />

samimiyetinizdir aynı zamanda. Setin ilk gününden çok<br />

sıkı bir şekilde hazırlandık. Tarsus’ta otele yerleştik. Çekimden<br />

bir gün önce kamyonlar geldi. Işık, kamera, set, on<br />

iki on üç tane tır otelin bahçesinde ekipmanları indirmeye<br />

başladığında, benim hocamdır, Feyzi Tuna’yı aradım. Feyzi<br />

ağabey “Kaçsam beni saklar mısın?” dedim. Gözüm korktu.<br />

Ama Muharrem’in varlığı gerçekten benim için bir konfordu.<br />

İlk gün ilk planı çektik. Benim yazmamla o gün arasında,<br />

iki buçuk üç yıl gibi çileli bir süreç geçmişti. Çok<br />

sulu göz bir adam değilim. Fakat video asistte görünce<br />

kendimi tutamadım. İlk günün duygusuydu. Sarıldık, kucaklaştık.<br />

Senaryoyu yazdığınız süreçte karakterler için aklınızda<br />

belli isimler var mıydı?<br />

Cezmi Baskın kafamda hep Abuzer karakteri olarak vardı.<br />

Onu ilk olarak 1979 yılında Aladağlı Mıho’da 4 seyretmiştim.<br />

Çok etkiliydi oradaki oyunu. <strong>Özgü</strong> ile tanışana kadar<br />

Gülendam rolü için Türk sinemasının en güzel kızını oynatmayı<br />

düşünüyordum. İkinci cast için yazarken oyuncular<br />

kafamda o kadar belliydi ki karakter adıyla oyuncu adları<br />

aynıydı. Dilber, Dilber Ay’dı. Onu pavyon kadını olarak<br />

tasarlamıştım. Yaptığım işler arasında saymayı unuttum.<br />

Öğrenciyken Dilber Ay’ın arkasında pavyonlarda saz çalardım.<br />

4 Ömer Polat’ın 1977 tarihli bir oyunu.


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 149<br />

Kâhtalı Mıçı da Anadolu’da bir yıldız. Öyle değil mi?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Aslında Türkiye’nin ilk ‘underground’<br />

5 müzisyenidir. Kimsenin haberi olmadan, gizli<br />

saklı altı yüz bin kaset satan bir adamdan bahsediyoruz.<br />

Kâhtalı Mıçı’nın sahnesi filmin akışı içerisindeki<br />

dramatolojik zorluğuna rağmen, Mıçı’ya teşekkür sahnesi<br />

olarak yazılmıştır. Mıçı Adıyamanlıdır <strong>ve</strong> 12 Eylül’ün en<br />

büyük kahrını çeken adamlardan birisidir. ‘Underground’<br />

kasetlerinden birinde bir Mahzuni parçası okuduğu için 12<br />

Eylül’de başına gelmeyen kalmamıştır. Âşık Mahzuni’nin<br />

kendisine bu kadar zulmetmediler. Cezaevinden tahliye olduktan<br />

sonra Adıyaman’a gittim. Kapımızı çaldım. Anam<br />

açtı. Sarıldık, kucaklaştık. Kapı çaldı tekrar. Açtım ki Kâhtalı<br />

Mıçı. Geçmiş olsuna gelmiş <strong>ve</strong> başka da kapıyı çalan<br />

olmadı. Kapımı ilk <strong>ve</strong> tek çalan adam olmasından dolayı o<br />

sahne Mıçı’ya bir teşekkür sahnesidir. Bizi görünce yolunu<br />

değiştiriyordu insanlar. Açlık tehlikesiyle karşı karşıya<br />

kaldım. Adıyaman’da kimse iş <strong>ve</strong>rmiyordu. Bir süre otobüs<br />

şoförlüğü yaptıktan sonra İstanbul’a gittim.<br />

İlk filminizde <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong>, Oktay Kaynarca, Meral<br />

Okay gibi tanınmış isimlerle çalışmak nasıl bir deneyim<br />

oldu?<br />

Bir oyuncunun olmazsa olmazı olan egolarını hiç dayatmadan<br />

filme hazırlanmışlardı. “Böyle bir oyun mu yoksa<br />

şöyle mi olsun” diyerek başta <strong>Özgü</strong> olmak üzere herkes seçenek<br />

çoğalttı <strong>ve</strong> bize seçmek kaldı. Sete gitmeden önce<br />

<strong>Özgü</strong>’yle iki, üç kere çalıştık <strong>ve</strong> rolü <strong>Özgü</strong>’ye teslim ettik.<br />

<strong>Özgü</strong>’nin rolü çok kilit bir roldü. Orada bir tökezleseydik,<br />

bu film olmazdı. Tüm bu insanlarla çalışmak bizim için bir<br />

avantaj oldu. Çalışma esnasında, meselemizi <strong>ve</strong> hâkimiyetimizi<br />

gördüler <strong>ve</strong> seti paylaşmayı kabul ettiler. Star dediğimiz<br />

o oyuncuların işi bitiyordu ama otele gitmiyorlardı.<br />

Bir bakıyordum, ışıkçıya, makyöze yardım ediyorlar, kos-<br />

5 Kelime anlamı ‘yeraltı’dır, daha kısıtlı ama çok bağlı bir kitle tarafından<br />

bilinen ya da takip edilen anlamında kullanılmaktadır.


150<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

tümcüyle dövüşüyorlar. Onlar bizlerden daha iyi yönetmenlerdi.<br />

Bizim hayatımızı olağanüstü kolaylaştırdılar.<br />

Kaç hafta sürdü setiniz?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Altı buçuk hafta sürdü <strong>ve</strong> Tarsus<br />

çok sıcaktı, 50 dereceydi. Bir iki kere cinnet eşiğinden<br />

döndü oyuncular. Temmuzda, Tarsus’ta film çekiyoruz <strong>ve</strong><br />

öyle bir sıcak var. O sıcakta gece dokuz buçuk, ona kadar<br />

çekimler devam ediyor. On bire kadar güneşi bekliyorduk.<br />

Bir de pus çöküyordu. Işık açısından öyle bir sıkıntımız<br />

vardı. Aslında filmi Adıyaman’da çekmeyi çok istiyordum.<br />

12 Eylül’den sonra estetik olarak mimaride, kent planlamasında<br />

bir derbederlik, bir hiçlik bu ülkeye hâkim oldu.<br />

Güzelim taş binalar plastik doğramalarla hep tarumar<br />

edilmiş. Bir sürü yer gezdik <strong>ve</strong> Tarsus’u görünce “Burası!”<br />

dedik. Çünkü BM tarafından korumaya alınmıştı. Yoksa<br />

memlekette dönem filmi çekecek yer yok.<br />

<strong>Film</strong>in kurgu süreci nasıl geçti? Kurguda atmak istemediğiniz<br />

yerler oldu mu?<br />

Kurgu, setten daha çileli geçti. <strong>Film</strong>den otuz bir dakika attık,<br />

izlediğiniz beş dakikalık finali yeniden çektik. Bir gece<br />

birden bu final aklıma geldi. Finaldeki müzik rahmetli babamın<br />

bestesiydi. Finali çektik, yapıştırdık <strong>ve</strong> izledik. Hukuksal<br />

olarak gösterilmesi sıkıntı doğuracağı <strong>ve</strong>hmedilen<br />

bazı yerleri çıkarmak zorunda kaldık. Bir de beceremediğimiz<br />

yerler vardı. Onları da çıkardık.<br />

Çıkarmak zorunda kaldığınız yerlerden bahsedebilir<br />

misiniz?<br />

İlk önce BKM’nin yapımcı olarak çıkarılmasını şart koştuğu<br />

sahneleri çıkardık. Onun dışında bu ülkede bir üniforma<br />

tabusu var. Üniformalı adama kötü hiçbir şey yaptıramıyorsunuz.<br />

Aslında sosyal hayatta kötü bir sürü şey yapıyorlar.<br />

Kabaca söylersek, hayatın bu ülkede değişik kis<strong>ve</strong>lerle<br />

devam etmekte olduğunu anlatan bir finali vardı.<br />

Yan hikâyeler açıkta kalmıyordu.


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 151<br />

Gülendam <strong>ve</strong> Haydar ölüyordu bir <strong>ve</strong>rsiyonda. <strong>Özgü</strong>’yü ağlatan<br />

<strong>ve</strong>rsiyon da buydu. Çıkartılan finalde babayı <strong>ve</strong> bütün<br />

bandoyu cezaevine atıyorlar. O dönemd cezaevlerindeki<br />

prototip uygulamaların hepsini şöyle bir görüyoruz.<br />

1984 yılında tahliye ediliyorlar. Bir askeri cip geliyor<br />

çalgıcıların kah<strong>ve</strong>sine. Kentin tüm çalgıcıları cezaevine girince,<br />

o kah<strong>ve</strong>de yeni müzisyenler görüyoruz. Yamaha <strong>ve</strong><br />

Casio orglar görüyoruz. Artık ge<strong>ve</strong>ndeler 6 istenmiyor. Sivil<br />

kaymakam kenti ziyaret edecektir <strong>ve</strong> belediye bünyesinde<br />

bir bando kurulacaktır. Bando birbirine bakıyor; bando<br />

meselesinde başlarına gelmeyen kalmamış. Davulcu hemen<br />

öne atılıyor <strong>ve</strong> “Arım Balım Peteğim’i çalalım” diyor.<br />

Özal kente gelecek <strong>ve</strong> o şarkı da Özal’la çok özdeşleşmiş<br />

bir şarkı. Sonra bunları bir mezar taşı imalatçısında görüyoruz.<br />

Gülendam <strong>ve</strong> Haydar’ı bir dozerle faili meçhul, kimsesizler<br />

mezarlığına gömmüşler. Başlarında bir taş bile<br />

yok. Dozer operatörü onları gömerken polis <strong>ve</strong> askerden<br />

gizli fatiha okuyor. O adam, Abuzer <strong>ve</strong> Nazmi Kırık’a mezarın<br />

yerini gösteriyor. “Çocuklarımızın bir taşı olsun en<br />

azından” diye mezar taşı yaptırıyorlar. Abuzer’le Nazmi’nin<br />

dışında herkes yeni bandoya katılıyor. Final günü yeni<br />

bando zabıta üniformaları içinde geliyor. Lejyoner formasını<br />

çıkartıp, zabıta üniformasıyla ama yine bir üniformayla<br />

geliyorlar. Abuzer <strong>ve</strong> Nazmi bir at arabasında, ters çevrilmiş<br />

bir mezar taşıyla gidiyorlar. Bandoyla at arabası yolda<br />

karşılaşıyor. Bir tereddüt anı yaşanıyor. Bandodan birkaç<br />

kişi ayrılarak, at arabasının peşine takılıyor. Mezarlığı görüyoruz.<br />

Taşı dikiyorlar, ama taşta ne yazdığını okuyamıyoruz.<br />

Abuzer kemanını çıkarıyor <strong>ve</strong> kızının ağladığı ‘Sunam’<br />

parçasını çok içli bir şekilde çalıyor. Genel anonstan<br />

kentte çalan ‘Arım Balım Peteğim’in sesi geliyor. Abuzer’in<br />

kemanının sesini bastırıyor. Abuzer şöyle bir sesi dinliyor,<br />

ardından da “Sokayım balınıza” diyor. Sonra alaturka makamında<br />

Enternasyonal’i çalmaya başlıyor. Biz dönüyoruz,<br />

6 Daha çok Doğu <strong>ve</strong> Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sokak/düğün çalgıcısı<br />

olarak çalışan yerel müzisyenlerden oluşan orkestralara <strong>ve</strong>rilen isimdir.


152<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

ilk defa mezar taşını okuyoruz: “Beynelmilel, Gülendam <strong>ve</strong><br />

Haydar’ın ruhuna el-fatiha.”<br />

Bu sahneyi çıkarmak olmak zor oldu mu sizin için?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Ben sinema zekâsına çok inanan<br />

bir adamım. Kendime bu anlamda kırık not <strong>ve</strong>rdim.<br />

Yani isterseniz her derdi anlatabilirsiniz. Bunun bir yolu<br />

vardır. Bu ülkede sansür sadece bize uygulanmış bir şey<br />

değil ki! Bu ülke Abdülhamit’ten, hatta daha da eskiden<br />

beri sansürü tanıyor. Bunu aşmanın en kestirme yolu zekânızdır.<br />

Ben o zekâyı, o hercümerç içinde gösteremediğim<br />

için de kendime kırık not <strong>ve</strong>rdim. Bu yüzden içimde hiç<br />

uhde kalmadı. İlk filmi kendimize okul saydık. Okulda bir<br />

sürü şey öğreniliyor. Biz de öyle öğrendik.<br />

Beynelmilel yılın en sevilen filmlerinden biri oldu,<br />

festivallerden birçok ödüller aldı. Öncelikle filmin Türkiye<br />

içinde algılanışına baktığınızda, <strong>ve</strong>rmek istediğiniz<br />

duygunun izleyiciye geçtiğine inanıyor musunuz?<br />

Asgari anlamda tabii ki e<strong>ve</strong>t. On altı tane ödül aldık. Ben<br />

her gece yeniden sayıyorum. Genellikle jüriyle, elitle, avamın<br />

zevkleri pek bağdaşmaz. Adana’da, İstanbul’da, Selanik’te,<br />

Barcelona’da jüri özel ödül <strong>ve</strong>rirken, halk jürisi de<br />

en iyi film ödülünü <strong>ve</strong>riyor. Bu beni çok mutlu ediyor.<br />

Yoksa popülizmi se<strong>ve</strong>n bir adam değilim. Genel anlamda<br />

bu duyguyu geçirdik. <strong>Film</strong> 12 Eylül filmleri içinde değerlendirilirse<br />

yüz doksan dört bin gibi iyi bir gişe yaptı. Başlangıç<br />

için yeterlidir diye düşünüyorum.<br />

Bir röportajınızda “12 Eylül o kadar travmatik bir dönem<br />

ki, ne kadar film yapılırsa az” diyorsunuz. Türk sinemasında<br />

12 Eylül’ün ele alınışını nasıl buluyorsunuz?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: 12 Eylül’de yaşananlar sanat <strong>ve</strong><br />

edebiyata kalın geldi. Çok ağır geldi. Bu ülkenin nüfusu<br />

o zaman otuz beş milyonsa, bir milyon altı yüz bin kişi<br />

gözaltına alınmış. İstisnasız hepsi eza, cefa görmüş. Yüzlerce<br />

insan idam edilmiş. Hatta yaşlarını büyüterek çocuk-


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 153<br />

ları asmışlar, binlerce, yüz binlercesi 1402’likler 7 bir yasayla<br />

işinden atılmış, aşından, ekmeğinden, sağlığından, umudundan<br />

edilmiş. Gerçekten mümtaz insanlar yetiştirmiş bu<br />

toprak. Bu ülkenin geri döndürülemez, satın alınamaz, yeniden<br />

üretilemez, en kıymetli şeyini, zamanını çaldılar. Yıllarca<br />

bu ülkede kitap suç aleti olarak teşhir edildi. Bir terör<br />

örgütü yakalanıyor, dernekçiler yakalanıyor, hepsinin masasında<br />

silahla kitap yan yana konuluyor. Bir suç aleti olarak<br />

nesillerin beynine kazıdılar. Bu ülke böyle bir yöneticiyi,<br />

böyle bir yönetimi hak etmeyecek kadar soylu bir ülke.<br />

Beynelmilel’i bir diktatörlüğün budalalığı, budalanın diktatörlüğü<br />

olarak okumak mümkündür. Ben filmin 12 Eylül<br />

filmi olarak okunmasına pek de taraftar değilim. Çıkartın o<br />

tarihi, bu ülkede her on yılda bir olan herhangi bir döneme<br />

çakın, kimse gerçek değil diyemez.<br />

<strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong>’ne gelip de sohbet ettiğimiz zaman “Birçok<br />

filmi çok geç yakalayabildim. Hala o açlığı gideremedim.<br />

Çok film seyrediyorum çünkü o filmleri izleyeceğim<br />

yaşta hapisteydim” demiştiniz. Bir sinefil olarak<br />

kaçırdığınız filmleri telafi etmeye çalışırken hangi sinemacılar<br />

sizi etkiliyor?<br />

Emir Kusturica’yla Moskova film festivalinde karşılaşmıştık.<br />

“Sizin sinemanızdan etkilendim.” Dediğimde, bana<br />

“Bana bir hayrı olmadı, umarım sana bir hayrı olur” demişti.<br />

Etkilendiğinizin farkına vardığınız anda zaten bunu<br />

baskılıyorsunuz. Bu ülkede <strong>ve</strong> dünyada çekilmiş, benim izlediğim<br />

bütün filmlerin bir şekilde etkisi vardır. Çünkü<br />

ben bir sinema ustası değilim. Yani bir anlatım yetkinliği,<br />

anlatım dili oluşturmuş bir adam değilim. Derdini anlatabilmeyle<br />

sınırlı bir iddiam <strong>ve</strong> becerim var. Ben bir derdi hikâye<br />

edebilirim sadece.<br />

Hal böyleyken, sanırım etkilendiğim bir sürü sinemacı<br />

vardır. Ama doğu-batı meselesinde benim kantarım doğudan<br />

yana ağır basar. Her şey doğudan çıkmış <strong>ve</strong> doğudan<br />

7 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, sıkıyönetim hükümetinin çıkarttığı<br />

1402 sayılı kanun sonucunda işlerine son <strong>ve</strong>rilen çoğu öğretim<br />

görevlisi olan kamu personellerine <strong>ve</strong>rilen genel ad.


154<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

yayılmıştır. Doğu denince bir gerilik ya da bir ilkellikle<br />

anılmayacak kadar zengin bir tümden, külden bahsediyoruz.<br />

Bu anlamda bir sinema dili oluşturana kadar sağdan<br />

soldan epey etkilenmeye devam edeceğiz. Yeter ki hikâyeyi<br />

anlatabilelim, hikâye duyulsun. Benim sinemamdır diye<br />

bir cümle kuramam. Ama ben iyi hikâye anlatırım.<br />

Kendinizi yönetmen mi yoksa senaryo yazarı olarak mı<br />

tanımlıyorsunuz?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Ben bir sinema emekçisiyim.<br />

Kendimi de hep böyle hissetmek istiyorum. Yeni bir<br />

senaryo yazdım. Ulaş İnanç çekiyor. “Bunu da ben çekeyim”<br />

diye bir derdim yok. Başkasının yazdığı bir senaryoyu<br />

da çekebilirim. Tam bir sinema kolektifi benim durduğum<br />

yer. Bu fani dünyada kendimize önem atfetmeye gerek<br />

yok; faydası da yok. Siz insanlığın hayrına, kendinize samimi<br />

bir şey yaparsanız, inanın bunun neresinden tuttuğunuzun<br />

hiç önemi yok. Ben yazarım, yönetmenim ya da<br />

oyuncuyum… Yok, o öyle değil. Umut Kurt bir set işçisi gibi<br />

sette çalıştı; <strong>Özgü</strong>’nün tatili vardı, gitmedi. Herkes yüreğini,<br />

yüreğimizin yanına koydu. Elli kişi omuz <strong>ve</strong>rdi bu<br />

projeye. Böyle kolektif bir iş oldu. Utanırım ben bunun yönetmeniyim<br />

demeye.<br />

Kendinizi politik sinemaya daha mı yakın görüyorsunuz?<br />

Bundan sonra sizden hep politik filmler mi göreceğiz?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Aç kalmazsam, e<strong>ve</strong>t. Yoksa bir<br />

dışarıya, bir içeriye… Yılmaz Güney de öyle yaparmış.<br />

Kafasındaki bir filmi çekmek için “Dışarıya bir film yapalım,<br />

içeride şunu çekeriz” dermiş. Politik sinema yapmaktan<br />

çok, politik hikâyeler anlatacağım. Politik yanı ağır basan<br />

filmler… Ama bu ülkenin o kadar çok derdi var ki anlat<br />

anlat bitmez. Bunlar dururken espriyi Amerika’da ya<br />

da insan ilişkilerindeki çıkmazlarda, tılsımı, iniş-çıkışı Avrupa’da<br />

aramaya gerek yok. Bizim çok derdimiz var el<br />

atılmadık. Bunun için de böyle bir sinema yapacağım.<br />

En yakın projeniz ile ilgili bize söyleyebileceğiniz ipuçları<br />

var mı?


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 155<br />

Ulaş’ın çekeceği bir filmim var, Orospu Çocukları. İltica etmek<br />

üzere olan aydın <strong>ve</strong> iyi eğitim görmüş aile çocuklarını,<br />

hayat kadını olarak çalışan kadınların çocuklarına bakan<br />

bir mamaya emanet ediyorlar. “Mülteci çocuğu, orospu çocuğu”<br />

deriz. Gelişi güzel kullanırız bu küfürü. Bu film de o<br />

çocuklarla bu çocuklar karışırsa, bakın başa neler gelirin<br />

hikâyesi. Sansürden geçmezse adı Bugün 23 Nisan olacak.<br />

Bir de Bir Türk Dünyaya Kederdir diye bir şey yapacağım.<br />

Berlin duvarına gecekondu yapan bir Türk’ün hikâyesi. Bu<br />

gerçek bir olaydır. Gerçek-kurgu ilişkisi benim için ayırt<br />

edici bir şey. Beynelmilel’i ele alırsak, böyle bir cunta yaşandı<br />

mı? Yaşandı. Zulmü <strong>ve</strong> absürtlüğü böyle miydi?<br />

Böyleydi. Böyle bir bando kuruldu mu Adıyaman’da? Kuruldu.<br />

Böyle bir üniforma giydirdiler mi? E<strong>ve</strong>t giydirdiler.<br />

Konsey geldi, cenaze marşı çaldılar. Ben bunu gözlerimle<br />

gördüm. Bana bir tek şu soruyu sormak kalıyor: “Ya bunlar<br />

konseye ‘Eskişehir Marşı’ yerine ‘Enternasyonal’i çalsalar<br />

neler olurdu? Gerçeğe yaslanmak, çok iyi bir sinemadır<br />

gibi geliyor bana. Bu anlattığım hikâyelerin hepsi gerçektir.<br />

Emanetçi anne derlerdi, hayat kadınlarının çocuklarını<br />

emanet ettikleri kadınlara, İstanbul’a ilk geldiğimde böyle<br />

bir emanetçi annenin bulunduğu Tarlabaşı’nda bir evde<br />

kaldım ben. Bu bir gerçek.<br />

Beynelmilel geçen yılın en flaş filmiydi. Yönetmeni <strong>ve</strong><br />

senaristi olarak övgülerin bir kısmı sizeyse, bir kısmı<br />

da <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong>’a gidiyor. <strong>Özgü</strong> Hanım, siz hem Beynelmilel’le,<br />

hem Mutluluk’la (Yön: Abdullah Oğuz,<br />

2007) geçtiğimiz yılın en çok söz edilen filmlerinden<br />

ikisinde başrolde yer aldınız. Buraya gelene kadarki<br />

oyunculuk serü<strong>ve</strong>ninizi biraz anlatır mısınız?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Uzun bir serü<strong>ve</strong>n aslında. Genelde herkes<br />

beni Yeditepe İstanbul (Yön: Türkan Derya, 2001) dizisiyle<br />

tanıyor. Ama bu aslında on dört yıllık bir serü<strong>ve</strong>n.<br />

Yani siz beni tanımadan çok önce başladı. Oyunculuk benim<br />

hayatıma on dört yaşında girdi. Daha sonra lise, üni<strong>ve</strong>rsite,<br />

konservatuar derken koca bir ömrü kapladı <strong>ve</strong> bir<br />

yaşam biçimi haline geldi. Bu serü<strong>ve</strong>n çok uzun soluklu <strong>ve</strong><br />

hayatın ta kendisi oldu. Hiçbir zaman bir he<strong>ve</strong>s olmadı.


156<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

On dört yaşındayken amatör olarak oyunlar yazmaya başlamıştım<br />

evde. Saçma sapan, ne dediği belli olmayan garip<br />

bir takım yazılar ama kendimce bir şey. İki direk bir çarşaf<br />

yapıp, bahçede ilk oyunumu sahneledim. İçinde oyunculuk<br />

olabilir ama hiç umurumda değildi. “Nasıl para kazanırız”<br />

diye başlamıştım. Ondan sonra tabii tiyatrodan asla<br />

para kazanamadım. Derken amatör olarak halk eğitim<br />

merkezi, lise, konservatuar… Kendimi bildim bileli oyuncu<br />

olmak istedim. On altı yaşına geldiğim zaman babam beni<br />

zapt etmek için tiyatro kursuna yazdırdı, belki sahnede<br />

durur diye. Hakikaten öyle oldu.<br />

Yeditepe İstanbul’da Zuhal Olcay, Meral Okay, Oktay<br />

Kaynarca, Uğur Polat gibi önemli isimlerle çalıştınız.<br />

Sizin için nasıl bir deneyim oldu?<br />

Yeditepe İstanbul’dan önce Affet Bizi Hocam (Yön: Halit<br />

Refiğ, 1998), Karate Can (Yön: Kartal Tibet, 2001) gibi dizilerde<br />

oynadım. Varlıklı bir ailede büyümedim. Benim babam<br />

memur, annem işçi. Bir gerçek vardı ki okul harcının<br />

ödenmesi gerekiyordu. Okul harcını nasıl ödeyeceksin? Tiyatroya<br />

gidiyorsun büyük kulaklı küçük ayıyı oynuyorsun,<br />

o zaman on beş milyon para <strong>ve</strong>riyorlardı. Onbeş milyon üç<br />

günlük dolmuş parası. Olmaz ki. Bu harcın ödenmesi lazım.<br />

“Diziler de mi oynasam?” derken öyle başladım. Yeditepe<br />

İstanbul sırasında konservatuar ikinci sınıftaydım. Bir<br />

tiyatro öğrencisinin düşünebileceği en önemli yerdeydim.<br />

Herkes birbirinden yetenekliydi. Okuldan da öteydi benim<br />

için. Hem para kazanıyorum, hem oyuculuk yapıyorum.<br />

Hayatımın en güzel yıllarıydı.<br />

Üstelik reytinglere bağlı olmayan bir kanalda, TRT’de<br />

oynadı.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Elli iki bölüm çektik <strong>ve</strong> reytingde yirmi<br />

sekizinci sırada olduğu için bitirmek istedik. Tomris<br />

Giritlioğlu’ydu dizinin uygulayıcı yapımcısı. “İsterseniz yüz<br />

elli ki bölüm çekin” diyerek destek oldu bize. Reyting derdi<br />

olmadığından güzeldi gerçekten Yeditepe İstanbul. Hala<br />

hayatınızda hangi döneme geri dönmek istersiniz diye sorsalar,<br />

Yeditepe İstanbul dönemi derim.


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 157<br />

Sinema ya da tiyatroda oyuncu olarak proje seçerken<br />

sizi moti<strong>ve</strong> eden nedir?<br />

Elbette ki duygularım, önsezilerim çok önemli. Hem televizyonda,<br />

hem sinemada bir proje duygusal anlamda kendimi<br />

iyi hissettiriyorsa o projeyi seçiyorum. Onun dışında<br />

başka hiçbir şey önemli değil. Sanırım en önemlisi önsezi.<br />

Oyunculuğa tiyatro ile başlamış birçok kişi, tiyatroyu<br />

sinema <strong>ve</strong> televizyondan daha kutsal bir yere koyar.<br />

Tiyatro sizin için de en özel hissettiğiniz, en keyif aldığınız<br />

mekân mıdır?<br />

E<strong>ve</strong>t doğrudur. Bir oyuncunun sahnede tek başına kaldığı<br />

yerdir tiyatro. Onun dışında oyunculuk yaptığınız tüm yerler,<br />

sinema ya da televizyon dizisi kolektif çalışmalardır.<br />

Ekip işiyle yapılır. Yani dünyanın en iyi oyununu çıkartın<br />

kurgudan sonra bambaşka bir iş önünüze gelebilir. Ya da<br />

dünyanın en iyi senaryosu yönetmenin elinde öyle hale gelir<br />

ki <strong>ve</strong>zir de olursunuz, rezil de. Ama tiyatro oyuncunun<br />

işidir, oyuncuya aittir. O yüzden her oyuncu gibi tiyatronun<br />

bende ayrı bir yeri var. Kendimi çok özgür hissederim.<br />

Oyundan sonra aldığım alkışla adeta ruhumu teslim ederim.<br />

Onun dışında hata kabul etmez tiyatro. O yüzden de<br />

adrenalini çok yüksektir. Bunu hiçbir şeye değişmem.<br />

Beynelmilel’e nasıl dâhil olduğunuz?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Yapımcı kesinleşip son kararı<br />

<strong>ve</strong>rdikten sonra <strong>Özgü</strong>’ye sen oyna demek için Muharrem<br />

ile ben beraber çiçeğimizi yaptırdık <strong>ve</strong> o gece Ferhan<br />

Şensoy’la oynadıkları Kiralık Oyun’u izlemeye gittik. Kuliste<br />

Ömer Faruk Sorak ile karşılaştık. Aynı çiçekçiden bir çiçek<br />

yaptırmış.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Görücüye gelmiş gibiler. Ömer Faruk<br />

Sorak da Sınav (2006) filmini çekecek, oynamamı istiyor.<br />

Fakat elimde Beynelmilel gibi bir senaryo var. Sınav<br />

da çok güzel bir hikâye, fakat küçük kızı oynamak istemiyorum.<br />

Bir derdi olan filmde oynamak istiyorum. İki yönetmen<br />

de görücüye gelmiş gibi ellerinde çiçekle gelmiş.<br />

Acayip bir duyguydu! Sinirim bozuldu, oynayamıyorum


158<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

sahnede. Ömer Faruk Sorak’ı görüyorum tavana bakıyorum,<br />

<strong>Sırrı</strong>’yı görüyorum tavana bakıyorum. Çıkışta bir tanesi,<br />

“Bizimle yemeğe gelmek ister misin?”, öteki de “Yer<br />

ayırttık” dedi. Ne yapacağım şaşırdım.<br />

<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Bizimle geldi.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Yemekte <strong>Sırrı</strong>, “Muharrem, bir kızı bin kişi<br />

ister bir kişi alır” dedi. Düşünsenize yönetmenler sıraya<br />

girmiş. Hakikaten çok hoş bir şey. Ben her zaman derdi<br />

olan bir filmde rol almayı tercih ettim. Oyunculuk önsezisi<br />

böyle bir şey. Allahtan bazı şeyleri görebiliyordum ki her<br />

zaman hislerim beni doğru yere taşıdı.<br />

İlk filmini çekecek bir yönetmenle çalışmak sizi korkuttu<br />

mu?<br />

Hayır. Ben kendime gü<strong>ve</strong>niyordum. Altıncı filmimi çekiyordum.<br />

Sır Çocukları’yla (Yön: Ümit Cin Gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>Aydın<br />

Sayman, 2002) başlamıştım. Büyü (Yön: Orhan Oğuz,<br />

2004), Anlat İstanbul (Yön: Yücel Yolcu, Ümit Ünal, Selim<br />

Demirdelen, Ömür Atay <strong>ve</strong> Kudret Sabancı, 2004), Organize<br />

İşler (Yön: Yılmaz Erdoğan, 2005) gibi filmlerde oynamıştım<br />

önceden. Muharrem Gülmez’in de ilk filmiydi. Baktım<br />

ki bunlar deneyimsiz, hiç film çekmemişler. Tamam<br />

dedim ben bunları yerim.<br />

<strong>Sırrı</strong> Bey yönetmen olarak nasıldı sette?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Lokum gibiydi. Çünkü <strong>Sırrı</strong>’da yönetmenlik<br />

egosu diye bir şey yok. Bunun ne kadar muhteşem<br />

bir şey olduğunu anlatamam size. Her şeyi konuşabiliyorsunuz,<br />

tartışabiliyorsunuz, o öyle olmaz böyle olur diyebiliyorsunuz.<br />

Bunun gibi bir sürü şeyde çok özgürsünüz.<br />

Ben bir oyuncu olarak, özgür bırakıldığım zaman dehşet<br />

şeyler yapabiliyorum. Buna ihtiyacım var. Sonu iyi olacaksa,<br />

yönetmenle küsmek pahasına çatır çatır kavga ederim.<br />

Önemli değil, küserim gitsin. Hayatımın sonuna kadar bir<br />

daha görmem en fazla, ama elimde malzeme kalacak. Benim<br />

için çok daha önemli. Abdullah Oğuz’la aram limoni<br />

mesela. Ödüllerden sonra bile çok umursamadım bu durumu.<br />

Çünkü ortaya çıkan sonuç iyiydi <strong>ve</strong> yanıma kâr ka-


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 159<br />

lan odur. Bunun dışında <strong>Sırrı</strong> egosu olmayan, yönetmenlik<br />

taslamayan, bir adamdır <strong>ve</strong> bir oyuncu olarak bu sizi muazzam<br />

derecede iyi hissettirir.<br />

Bir yandan da, bir oyuncu için sette iki yönetmenle<br />

çalışmak kadar korkunç bir şey yok. Dans sahnesi çekiyoruz,<br />

biri geliyor “Âşık olduğunu biliyoruz <strong>ve</strong> bunu körkütük<br />

göster. Dibine kadar belli et” diyor. Ama on beş dakika<br />

önce diğeri “Belli etme” demişti, bu “Belli et” diyor. Kafanız<br />

öyle acayip karışıyor ki, ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz.<br />

Sonra <strong>Sırrı</strong> ile Muharrem kameranın arkasına oturdular.<br />

Provaya başladık. Ben aşkı çok belli etmeyen bir şekilde<br />

oynuyorum. “Yav biraz görsek gözlerde” dedi. “Neyi canım,<br />

neyi görsek?” “Aşkı!” dedi. “Sen onu yanındakine söyle. Siz<br />

ilk önce aranızda anlaşırsanız, ben nasıl oynayacağımı bileceğim.<br />

O diyor göster, öbürü diyor gösterme.” diye patladım<br />

öyle işte.<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Bu setteki ilk <strong>ve</strong> son tartışmamız<br />

oldu. Biz dile döksek oyuncu <strong>ve</strong>recek o duyguyu ama<br />

dile dökemiyoruz. Bu arada bir şey gördük <strong>ve</strong> e<strong>ve</strong>t, işte bu<br />

dedik. Bu kız böyle “Siz önce kendi aranızda anlaşın” deyince,<br />

Muharrem durdu, “Olmadı canım tekrar alıyoruz”<br />

dedi.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Ben öyle deyince Muharrem sinir oldu,<br />

çekti gitti. Bir oyuncunun sette duymak istemediği laflardan<br />

biridir: “Olmadı, tekrar alıyoruz” Demoralize oluyorsunuz.<br />

Bence dans sahnesi çok iyi değildir filmde. Ben<br />

hala çok beğenmem. Ama <strong>Sırrı</strong>’nın en beğendiği sahnedir.<br />

O sahnede ben duygu olarak şöyleyim: “Çekim bitsin, seni<br />

ne yapacağım biliyor musun, doğduğuna pişman edeceğim!”<br />

İlginçtir ki bu dışarıya iyi yansımış. İşte, oyunculuk<br />

böyle bir fırtına.<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Biz önce “Tamam” dedik Muharrem<br />

ile. Ama eziyet olsun diye bir iki sahne daha çektik.<br />

Sonra kurguya geldiğimizde bir de baktık ki eziyet olsun<br />

diye çektirdiğimiz sahne mükemmel olmuş. Ben, Muharrem<br />

<strong>ve</strong> kurgucu bu sahneleri kullanmaya karar <strong>ve</strong>rdik


160<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

oybirliğiyle. O eziyet olsun diye çektiğimiz kısmı kullandık.<br />

Bu tür cil<strong>ve</strong>leşmeler olmazsa olmaz.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Çok tuhaf bir şekilde, en iyi oynadığımın<br />

iddia edildiği sahnelerde genelde hep başka bir şey<br />

düşünüyorumdur. İçinizde çok başka bir şey hissederken,<br />

aslında rolünüze o kadar iyi konsantre olamıyorsunuz. Aklınızdan<br />

bin tane düşünce geçerken kaybediyorsunuz kendinizi.<br />

Kâhtalı Mıçı’yla güldüğüm bir sahne var mesela. Aslında<br />

çok kızgınım orada. Çünkü sabah beşte gitmişim sete,<br />

gece on iki olmuş, beni hala çekmemişler. Sıkıntıdan<br />

oniki dergi, dokuz tane gazete okumuşum, sette ne varsa<br />

yemişim, fenalık gelmiş. Uyumuşum, uyanmışım, film seti!<br />

Çok sıkılmışım <strong>ve</strong> artık bir an önce oynayıp gitmek istiyorum.<br />

Gece yarısı “Hadi seni çekiyoruz!” dediler. Neyini çekiyorsun?<br />

Bütün duygum boşalmış. Hiç bir şey hissetmiyorum<br />

<strong>ve</strong> nasıl yapacağım bilmiyorum. Ama çok enteresan,<br />

o da iyi sahnelerden biridir. Aslında acayip fırtınalar<br />

var içimde o anda.<br />

Kamera stop dedikten sonra da karakterin ruh halini<br />

taşımaya devam ediyor musunuz?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Böyle röportajlar okuyoruz gerçekten de.<br />

“Rolüme kendimi çok kaptırdım. O kadar etkilendim<br />

ki, üç gün etkisinden çıkamadım” diye. Hadi ya! Yalan. Öyle<br />

şeyler yok. Oynadığınız andır gerçek <strong>ve</strong> önemli olan. O<br />

an orada bütün duygularınızla oynarsınız <strong>ve</strong> stop dendiği<br />

an “Arkadaşlar, nerede yiyoruz, bu akşam nerede içiyoruz?”<br />

diye bir duyguya girersiniz. Bu kadar basit aslında.<br />

Hiç o kadar büyütüldüğü gibi bir konsantrasyon problemi<br />

yok.<br />

Ben dersimi evde çalışırım. Sette çalışmam. Evde senaryomu<br />

okurum, üzerinde deşifremi yaparım; sonra sete<br />

giderim. “Üç, iki, bir, kayıt” dendiği an, her şeyi unuturum<br />

<strong>ve</strong> oynarım. Yanlış yapma şansım yoktur. Ama dizide vardır.<br />

Video kullanıldığı için, isterseniz on sekiz kere tekrar<br />

yapın. Ama sinema pahalıdır. En fazla üç tekrar şansınız<br />

var <strong>ve</strong> en iyisini yapmak zorundasınız. O yüzden benim<br />

dersimi evde çalışıp gelmiş olmam gerekiyor. Benim sette


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 161<br />

çalışmak gibi bir lüksüm olmadığı gibi role girmek, rolden<br />

çıkmak gibi bir lüksüm de yok.<br />

Sizin için, başrol <strong>ve</strong>ya yan rol oynamak fark eder mi?<br />

Hayır. Eğer filmin senaryosunu çok beğenmişsem, mesela<br />

bu bir <strong>Sırrı</strong> <strong>Sırrı</strong> <strong>Önder</strong> senaryosuysa <strong>ve</strong> o başka birini oynatmak<br />

istiyorsa, “<strong>Sırrı</strong> ya neden başkası oynuyor da ben<br />

oynamıyorum?” derim. Ama daha mesafeli olduğum bir<br />

yönetmense <strong>ve</strong> bana ikincil bir rol oynatmak istiyorsa oynarım,<br />

hayır demem.<br />

Rollerinize nasıl hazırlanıyorsunuz? Beynelmilel’de de,<br />

Mutluluk’da da filmlerinde Türkiye’nin belki de çok<br />

iyi bilmediğiniz bölgelerinde yaşayan iki karakteri canlandırıyorsunuz?<br />

Rolünüze hazırlanırken gözlem yapma<br />

şansınız oldu mu?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Stanislavski8’nin anlattığı dıştan içe oyunculuk<br />

<strong>ve</strong> içten dışa oyunculuk gibi bazı teknikler vardır.<br />

Eğer bir karakter size çok uzaksa dıştan içe denilen<br />

oyunculuğu kullanırsınız. Mesela kırk beş yaşındaki bir<br />

kadını canlandıracaksam, kıyafetimi, makyajımı ona göre<br />

yaparım <strong>ve</strong> yavaş yavaş öyle konuşmaya, kırk beş yaşında<br />

gibi hissetmeye başlarım. Fakat benim oynadığım Gülendam<br />

<strong>ve</strong> Meryem karakterleri kendi yaşıma yakın rollerdi.<br />

Bu yüzden ben içten dışa bir oyunculuk kullanmayı tercih<br />

ettim. E<strong>ve</strong>t, ben şehirliyim, Van’da hiç yaşamadım, Adıyaman’da<br />

hiç bulunmadım. On sekiz yaşında değil, yirmi dokuz<br />

yaşındayım. Ama hayatım gözlem yapmakla geçti.<br />

Oyunculuk size sadece rol geldiği zaman onu araştırmak<br />

değil, bütün ömrünüzün gözlemle geçmesi demektir. Daha<br />

önce Mardin’de bir ay çalıştım, Diyarbakır’da yaşadım. Çalıştığım<br />

filmler süresince Meryem gibi, Gülendam gibi kızları<br />

gözlemledim <strong>ve</strong> bunu bütün ömrüm boyunca yaptım.<br />

Gülendam gibi bir rol karşıma çıktığında da açtım cebimi<br />

<strong>ve</strong> oradaki malzemeyi kullandım. Yani, Gülendam bir ya<br />

8 Rus oyuncu <strong>ve</strong> yönetmen. Oyunculuğa bilimsel bir bakış açısıyla<br />

yeni açılımlar getirmiş olmasıyla tanınır.


162<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

da iki ayda çıkmadı. Bunun için on sekiz yaşıma geri<br />

dönmem gerekti. Ben de Gülendam gibi on sekiz yaşımda<br />

babamla kavga ettim, ailemi üzdüm, saçmaladım, âşık oldum.<br />

Gülendam’ı canlandırmak için yaşadığım malzemeyi<br />

geri getirdim. Bunu da içten dışa oyunculuk tekniğiyle<br />

yaptım.<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Hem dizi hem sinema filmlerinde<br />

doğru soruları soran birçok oyuncu <strong>ve</strong> senaristle çalıştım.<br />

Ama <strong>Özgü</strong> kadar doğru sorular soran oyuncu görmedim.<br />

Eğer rol yapmıyorsa, sorduğu sorular sizi o kadar rahatlatıyor<br />

ki gözü kapalı gü<strong>ve</strong>niyorsunuz; bu rolün hakkını<br />

<strong>ve</strong>receğine inanıyorsunuz. Biz Meryem karakteri ile ilgili de<br />

konuştuk. Bana sorular sordu. Bu sorular özellikli şeylerdi.<br />

Öyle olunca “Bu kız bununla gerçekten uğraşıyor, içine<br />

girmeye çalışıyor” dedirtiyor.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: İkinci tekniğim olan deşifre de tiyatrodan<br />

gelir. Mesela otuz yaşında dul bir kadını oynamak için<br />

bu karaktere yaklaşık beş yüz tane soru sorarsınız. Sorularla<br />

hiç var olmamış bir karakteri yaşatırsınız. Önünüze<br />

sanki o karakter yaşamış gibi bir ömür çıkar. O karakter<br />

bir yaşanmışlıkla önünüze geldiği zaman da onu yaşanmışlığıyla<br />

izlersiniz. Belki on yedi yaşında değildim, Van’da<br />

hiç yaşamamıştım ama Meryem’i oynamak için o kadar<br />

çok soru sordum ki, sonunda cevaplardan bir ömür çıktı.<br />

Bu tabii ki tiyatro eğitimi almış olmaktan kaynaklanıyor.<br />

Genellikle oyuncuların yaptığı o anı, o sahneyi iyi oynamak.<br />

Oyunculuk o an orada iyi gülmek <strong>ve</strong> iyi ağlamak değildir.<br />

Oyunculuk koca bir geçmişe geri dönmektir, elinizdeki<br />

karakterin hayatına geri gitmek ya da onu ileri götürmektir.<br />

Oyunculuk iz bırakmaktır. Bizde böyle bir eksiklik<br />

var oyunculuklarda. İz bırakmıyorlar, çünkü soru<br />

sormuyorlar. Karakterin içine girip geçmişini <strong>ve</strong> geleceğini<br />

sorgulamıyorlar.<br />

12 Eylül sürecini anlatan bir filmde oynadınız <strong>ve</strong> yaş<br />

itibariyle hatırlamıyorsunuz. Böyle bir filmde oynarken,<br />

o sürece dair senaristle, yönetmenle konuşurken<br />

neler hissettiniz? Sizde bir değişim dönüşüm yarattı<br />

mı oynadığınız travmatik döneme dair karakter?


Ö<br />

<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 163<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Gülendam bana zamansız bir karakter gibi<br />

geliyor aslında. 12 Eylül 1980’de de yaşayabilirdi,<br />

Özal dönemi çocuğu hatta 70’lerin çiçek kızı da olabilirdi.<br />

Gülendam enerjisiyle girdiği ortamı, hatta tarihi de değiştiren<br />

bir karakter. <strong>Sırrı</strong> da söylemişti. Bu film tam anlamıyla<br />

12 Eylül filmi değil. Mizahi yönüyle ortaya çıkıyor. Ama<br />

alttan alta, fonda da 12 Eylül’ü görüyoruz. O yüzden Gülendam’ı<br />

12 Eylül’ün içine çok sokmadım. Karakter olarak<br />

saf temiz, hiçbir şeyden haberi olmayan, aşkının peşinden<br />

koşan bir kız. O yüzden Gülendam’ı 12 Eylül çok etkilemiyor.<br />

Çok da farkında değil. Okuduğuyla bilinçleniyor gibi<br />

yapıyor ama kitaptan okuduklarını okuduğu haliyle satmaya<br />

çalışacak kadar da bilgisiz <strong>ve</strong> cahil. Ama bir o kadar<br />

da saf, tatlı bir kız Gülendam. 12 Eylül’le ilgili <strong>Sırrı</strong>’yla<br />

sohbetlerimiz oldu, kitaplardan döneme ait bilmediklerimi<br />

okudum. Özellikle set arasında okuduğum kitaplar vardı.<br />

Annemden, babamdan, hocalarımdan biliyorum. Elimden<br />

geldiğince araştırdım. Ama o zaman <strong>Sırrı</strong>’ya da söylemiştim,<br />

dünyanın ortak acıları var. Büyük katliamlar, Hitlerin<br />

Yahudilere yaptığı, Ermenilere olduğu gibi, bütün savaşlar,<br />

vahşetler, büyük acılar... Ancak sonuçta acı bir tanedir.<br />

Tarihte sadece isimleri, başlıkları <strong>ve</strong> önemleri değişir.<br />

O dönemde çok büyük acıların yaşandığını biliyorum <strong>ve</strong><br />

acıyı anlayabilecek kadar da zeki bir insanım. Ben de senaryodaki<br />

bu acıyı hissettim <strong>ve</strong> anladım ki bunu bir şekilde<br />

yansıtmam gerekiyor. Elimden geleni de yaptım.<br />

Merak ettiğim bir şey var. Dünya sinemasında yönetmen<br />

eğer ihtiyaç duyarsa en ünlü oyuncudan bile deneme<br />

çekimi isteyebiliyor. Türkiye’de de böyle bir uygulama<br />

var mı?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Hayır ama ben bunun çok doğru bir şey<br />

olduğuna inanıyorum. Böyle bir şeyden de gocunmam.<br />

Mesela Marlon Brando’nun hayat hikâyesini izlemiştim.<br />

Hayatı boyunca deneme çekimi yapıyor. Çünkü<br />

Hollywood’un o dönemki büyük film şirketleri, ona çok<br />

inanmıyorlar. 300 Spartalı (300, Yön: Zack Snyder, 2007)<br />

filminde yönetmen ısrarla Marlon Brando’yu oynatmak istiyor.<br />

Yapımcılar ise bir dönem oyuncusunun oynamasını


164<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

tercih ediyorlar. Yönetmen Brando ile birçok deneme çekimi<br />

yaptıktan sonra büyük şirketlerden birine izletiyor.<br />

Bayılıyorlar <strong>ve</strong> anlamıyorlar oyuncunun Marlon Brando<br />

olduğunu. Yönetmen bunu söylediğinde çok etkileniyorlar.<br />

Cast kontrolü benim çok hoşlandığım bir şey ama malesef<br />

bizde yapılmıyor.<br />

Gılgamış Destanı çekilecekti mesela. İki yüz kadın<br />

oyuncuyla cast çekimi yapıldı İstanbul’da. Ben de onlardan<br />

biriydim. İngilizce metin ezberledim, gittim oynadım.<br />

Bundan da hiç gocunmadım. Sonuçta beni seçmişlerdi.<br />

Ama önemli değil. Cast çekimi yapmadıkları için bizdeki<br />

yönetmenlerin hayal gücü gelişmiyor. Charlize Theron’dan<br />

Cani (Monster, Yön: Patty Jenkins, 2003) gibi bir kadın yarattı<br />

Hollywood sineması. Demek ki oluyor. Benden niye<br />

olmasın? Bizdeki yönetmenlerde imaj problemi var. <strong>Özgü</strong><br />

küçük görünüyor öyle roller oynasın diye düşünülüyor.<br />

Oysa ben katili de oynarım, sapığı, psikopatı, anneyi de<br />

oynarım. Bizim üzerimize başlıklar konuluyor. Kategorize<br />

ediliyoruz. Oysa oyunculukta kalıp yoktur. Ben de farklı<br />

şeyler oynayarak bunu kırmaya çalışacağım.<br />

<strong>Film</strong>lerdeki kadın karakterleri izlediğim zaman “Ben<br />

bunu oynayabilirdim” dediğim karakterler oldu. Ama eminim<br />

ki o yönetmenler “Bu kız küçük gösteriyor, bu riski<br />

alamayız” demişlerdir. <strong>Sırrı</strong> da Orospu Çocukları’nı yazdığı<br />

zaman “Sen Türk’sün, senin İtalya’dan geldiğine inandıramayız<br />

izleyiciyi” dedi. Tom Hanks hiç İngilizce bilmeyen<br />

bir adamı oynuyor havaalanında <strong>ve</strong> bu inandırıcı oluyor.<br />

Ben Tom Hanks değilim, olamam da ama elimden geleni<br />

yaparım. Hiç Türkçe bilmeyen bir İtalyanı oynayabilirim.<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: <strong>Özgü</strong>’ye şöyle dedim: “Rolü sana<br />

teslim edip rahatlamak istiyorum” ama sosyal hafıza<br />

diye bir şey var. Orada bir boşluğa düşer miyiz diye <strong>Özgü</strong><br />

ile tartıştım. Yapımcı ya da reji ile tartışmadım bunu.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Bizim <strong>Sırrı</strong> ile böyle bir rahatlığımız var.<br />

Yönetmenler oyuncularla böyle şeyler konuşmaz genelde.<br />

Rol size gelene kadar yönetmen kafasında karar <strong>ve</strong>rir<br />

<strong>ve</strong> rol başka birine gider. Biz <strong>Sırrı</strong> ile oturup konuşabi-


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 165<br />

liyoruz. Senaryoyu okuduğumda, “Oynarım ama <strong>Sırrı</strong> bu<br />

ben değilim. Sen bunu başka birine oynat” diyebilirim.<br />

Sizce Türk oyuncular neden yurtdışına açılmıyor? Son<br />

yıllarda Türk sineması atakta, festival festival geziyor.<br />

Dolayısıyla bir dolaşım var. Oralardan geri dönüş neden<br />

olmuyor?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Türk sinemasının imajı son döneme kadar<br />

çok iyi değildi fakat gittikçe değişmeye başladı. Bu yıl<br />

çok festival gezdim <strong>ve</strong> değişimi kendi gözlerimle gördüm.<br />

Türk oyuncular biraz tembel. O anı <strong>ve</strong> durumu yaşamayı<br />

seviyorlar. Araştırmacı olduklarını söyleyemeyeceğim. Dil<br />

de önemli bir engel. Festivallere gitmiyorlar. Biraz sınırın<br />

dışına çıksalar her şeyi görecekler. Ben Saraybosna’da festivaldeyken<br />

gördüm, çok da zor değil dünyaya açılmak.<br />

Orada bana İngiliz-Alman ortak yapımı bir senaryo <strong>ve</strong>rdiler.<br />

Çok kısa bir Türk kızı rolü vardı. Ama hiç önemli değil.<br />

Keşfedilmek buradan başlar. Bizim oyuncuların en büyük<br />

sorunu kendilerini Türkiye’de yeterince geliştirmeden, işlerini<br />

bitirmeden Hollywood’a gitmeye kalkmaları. Okula gidiyorlar<br />

<strong>ve</strong>ya özel dersler alıyorlar. Orada bir şey olmaya<br />

çalışıyorlar. Ama aslında burada bin kişi mezun oluyorsa<br />

oyunculuk okullarından orada yüz bin kişi mezun oluyor<br />

her yıl. Amerika’da çok güzel kızlar <strong>ve</strong> yetenekli oğlanlar<br />

var. Aralarına girmeniz için farklı olmalısınız. Organize İşler<br />

için çalışırken tasarımcımız Emrah Yücel -kendisi<br />

Hollywood’da da tüm filmlerin afiş tasarımını yapıyor- bana<br />

“Hollywood’a gel. Selma Hayek, Penelope Cruz yaşlandı.<br />

Siyah saçlı beyaz tenli kız kalmadı” dedi. Ben cesaret edemedim.<br />

Biz kendi kültürümüzü <strong>ve</strong> doğduğumuz yeri çok<br />

zor terk ediyoruz. O yüzden ben buradan birikimle gitmek<br />

gerektiğini düşünüyorum. Mesela, <strong>Sırrı</strong> şahane bir film<br />

çeksin, gidelim yabancı film dalında Oscar’a aday olalım.<br />

Okuduğunuz bir kitaptan ya da bir filmden mutlaka<br />

oynamak istediğiniz bir karakter var mı?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Maalesef Türk sinemasında <strong>ve</strong> oyunlarda<br />

güçlü kadın karakterlerin yazılmadığını düşünüyorum.<br />

Biz konservatuardayken oynayacak kadın karakter


166<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

bulamazdık. Bir tek Shakespeare’de güçlü kadın rolleri<br />

vardır. Shakespeare oynamaktan içimiz dışımız<br />

Shakespeare olmuştu. <strong>Sırrı</strong>’ya da çok rica ettim yazması<br />

için. Örneğin Elizabeth: Altın Çağ’ı (The Golden Age, Yön:<br />

Shekbar Kapur, 2007) izledim Antalya’da festivalde. Çok<br />

etkilendim. Maalesef biz öyle şeyler oynayamıyoruz çünkü<br />

yazılmıyor. Özellikle Osmanlı dönemi bu açıdan çok zengin.<br />

O kadar çok güçlü kadın karakter var ki Osmanlı’nın<br />

altı yüz yıllık tarihinde. Bunlar yazılsa keşke <strong>ve</strong> oynasak.<br />

Hürrem Sultan’ı oynamayı çok isterdim. Anladım ki kimse<br />

yazmayacak böyle kadınları. Ben de kafamdaki karakteri<br />

yazmak için Barış Pirhasan’ın senaryo yazma atölyesine<br />

gideceğim.<br />

Bir oyuncu olarak gözlemlerinizi, beslendiklerinizi senaryo<br />

yazarlığına ya da yönetmenliğe döndürmek gibi<br />

bir hedefiniz var mı?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Yönetmenlik hayatta en çok yapmak istediğim<br />

şeylerden biri. Tabii haddimi biliyorum. Mevlana<br />

ile ilgili bir kısa metraj bir dönüşüm hikâyesi var yazmak<br />

istediğim. Fakat sonra bu ister istemez uzun metraj olmaya<br />

başladı. Neden olmasın diye düşündüm. Yönetemeyebilirim<br />

ama ben de sette iyi bir yönetmenin yanında oturarak<br />

ikinci adam olarak başarabilirim. Bir tane olsun ama<br />

benim olsun. Sinema yapabilmem için çok çalışmam lazım.<br />

O yüzden bir sürü reklâm, televizyon işi yapıp çok çalışıp<br />

çok para kazanacağım ki sinema yapabileyim.<br />

Mutluluk filmiyle Antalya <strong>Film</strong> Festivali’nde En İyi<br />

Kadın Oyuncu Ödülü’nü <strong>ve</strong> Beynelmilel ile de İstanbul<br />

<strong>Film</strong> Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldınız.<br />

Bu ödüller sizi nasıl moti<strong>ve</strong> ediyor? Bir sonraki<br />

proje için kendinizi baskı altında mı hissettiriyor yoksa<br />

daha güçlü mü hissettiriyor?<br />

Ödüle inanma, ödülsüz de kalma diyorum ben. Ödüller fal<br />

gibi bir şey benim için. Birilerinin yaptığınız işin farkında<br />

olması çok güzel. Bu anlamda ödüller tabii ki moti<strong>ve</strong> edici<br />

oluyor. Ama onun dışında çok da önemli değil.


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 167<br />

İlerideki projelerinizde birlikte çalışmak istediğiniz<br />

yönetmenler var mı?<br />

Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan <strong>ve</strong> Yavuz Turgul’la çalışma<br />

hayalim var. Türk sinemasındaki birçok yönetmenle<br />

çalışmak istiyorum. Çünkü setler benim için çok şey öğrendiğim<br />

yerlerdir, derstir. O yüzden Yavuz Turgul’dan öğreneceğim<br />

başka, Zeki Demirkubuz’dan başkadır. Fatih Akın’la<br />

da çok çalışmak isterim. Bir ara Ferzan Özpetek’le çalışmak<br />

istiyordum. Ancak o gitti. Yönetmenlerden <strong>ve</strong> onların setlerinden<br />

çok şey öğrendiğim için hepsiyle çalışmak istiyorum.<br />

Eski yönetmenlerden Atıf Yılmaz’la çalışmak çok isterdim,<br />

kısmet olmadı. Ömer Kavur, Erden Kıral... Yeni dönem yönetmenleri<br />

sayıyorum daha çok çünkü ben onların sinemasıyla<br />

büyüdüm. Ama tabii Yeşilçam’dan ya da eski kuşaktan<br />

gelen yönetmenleri de elimden geldiğince takip ettim.<br />

Yeni dönem yönetmenleri herhalde kendime daha yakın buluyorum.<br />

<strong>Sırrı</strong> Bey ile Haziran’da ortak bir projede oynama ihtimalim<br />

var dediniz. Bundan başka projeleriniz var mı?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Çok önemli iki projenin <strong>Özgü</strong>’yü<br />

düşündüğünü biliyorum. Benim Berlin duvarına gecekondu<br />

yapan bir adamla ilgili hikâyem var ama hikâyemde<br />

gerçek bir kadın rolü yok. Bu işler belli olmaz. Bir bakarsınız<br />

filmde bir karakter başını alır gider. <strong>Özgü</strong> ile çalışırken<br />

sorunları çözmek çok kolay. İşin ağır kısmını unutuyorsunuz.<br />

Her oyuncuyla bu rahatlık olmuyor. Duyuyoruz,<br />

her yönetmen de böyle düşünüyor <strong>Özgü</strong> için. İki önemli<br />

projede <strong>Özgü</strong>’ye odaklanmış durumdalar.<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: <strong>Sırrı</strong> gibi yönetmenlerle çalışmak çok<br />

önemli. Ortak paydada buluşunca ortaya çıkan da güzel<br />

<strong>ve</strong> önemli oluyor.<br />

Dinleyici Soruları<br />

Mutluluk filminde Abdullah Oğuz’la anlaşamamanızın<br />

nedeni yönetmen egosu mu oldu? Anlaşamama nedeniniz<br />

neydi?


168<br />

Ö<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Abdullah Oğuz çok görünen bir yönetmen<br />

<strong>ve</strong> çok yetenekli. Önemli bir görsel gücü <strong>ve</strong> gözü var.<br />

Ama onunla uyumlu çalışabilmek için bazı şeyleri evde bırakıp<br />

çıkmak gerekiyor sete gelirken. Ben çalışırken elimden<br />

geldiğince egomu evde bırakmaya çalışıyorum. Egonun<br />

su yüzüne çıktığı durumlarda insanlarla çalışmak<br />

mümkün olmuyor. O zaman kimseyi beğenmeyip kendinizi<br />

beğeniyorsunuz. Bunun dışında moral bozukluğu, sinir<br />

gibi başka davranış biçimleri geliştiriyorsunuz sette bunları<br />

hissettiğiniz zaman. Sette amatör ruh çok önemlidir.<br />

Bildiğin halde bilgiyi gizlemek benim için çok önemli bir<br />

erdem. Çünkü çok bilir gibi davranırsanız, bir şey öğrenemezsiniz.<br />

Yeni bir şey öğrenemediğiniz bir meslekte de geri<br />

gidersiniz. Her seferinde ilk filmimi çekiyor gibi amatör<br />

ruhla çalışmak bana çocukça bir he<strong>ve</strong>s <strong>ve</strong>riyor. Karşınızdaki<br />

insan egosunu fazlaca ortaya koyduğu zaman <strong>ve</strong> bilgisini<br />

fazlaca satmaya başladığı zaman siz de ister istemez<br />

öyle cevap <strong>ve</strong>riyorsunuz. Ama ben sürekli kendimi yukarıdan<br />

izlediğim için bunu nerede <strong>ve</strong> ne zaman yaptığımın<br />

farkındayım. Benim çalışırken anlaşamadığım kişiler yönetmen,<br />

oyuncu, yapımcı <strong>ve</strong>ya senarist kim olursa olsun<br />

kendini izlemeyen kişiler. Kendini kendine kaptıran adamdan<br />

korkarım.<br />

Bu birlikte oynadığınız oyuncular için de geçerli mi?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Tabii. Oyuncu elektriği diye bir şey var.<br />

Ego, bilgi satması gibi tavırlarla karşılaştığı zaman en<br />

büyük zevkim onu çökertmek. Ego zaaftan hoşlanmaz.<br />

Egosu yüksek kişiler eksiklerinin <strong>ve</strong> hatalarının görülmesinden<br />

hoşlanmaz. Bunları yüzlerine vurduğunuz zaman<br />

kaçacak delik ararlar.<br />

Oynamaktan en keyif aldığınız oyuncular kimlerdir?<br />

Kiminle karşılıklı oynamak istersiniz?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Ben bu konuda biraz şanslıyım. Gerçekten<br />

çok özel oyuncularla çalıştım. Konservatuarda<br />

okurken Zuhal Olcay hayranıydım <strong>ve</strong> onunla oynadım.<br />

Uğur Polat, Meral Okay’le oynadım. Haluk Bilginer’le oynama<br />

fırsatı buldum. Talat Bulut, Cezmi Baskın gibi usta-


<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 169<br />

larla oynadım. Murat Han Mutluluk filminde oynadığım çok<br />

yetenekli bir oyuncu. Ben hakikaten çok iyi oyuncularla<br />

oynadım.<br />

“Bir projeye adım atarken kendini belli eden projeleri<br />

kabul ediyorum” demiştiniz. Kurtlar Vadisi’nde (Yön:<br />

Serdar Akar, Osman Sınav <strong>ve</strong> Mustafa Şevki Doğan,<br />

2003) sizi çeken neydi?<br />

Ö<br />

zgü <strong>Namal</strong>: Senaryoyu elime aldığımda çok muhteşem<br />

bir bölüm okudum yaklaşık dört yıl önce. Çok iyi yazılmıştı,<br />

politikti <strong>ve</strong> o anki gündemi barındırıyordu içinde.<br />

Elif de güzel bir karakterdi. İşsizdim <strong>ve</strong> paraya ihtiyacım<br />

vardı.<br />

<strong>Sırrı</strong> Bey, hapishane günlerinizle ilgili sinema adına,<br />

yazmak adına bir çalışma yapmayı düşündünüz mü?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Önce on altı yaşında girdim cezaevine.<br />

Maraş katliamını protesto için on beş yirmi gün<br />

kalmıştım içeride 1978’de. Beni çok etkileyen bir cezaevi<br />

senaryom var aslında, ama senaryo ile arama mesafe<br />

koymayı başaramadım. Annemin ömrü beni cezaevi kapılarında<br />

beklemekle geçti. Yirmi beş yaşında dört çocukla<br />

dul kaldı benim annem. Her şeyi unuttum, işkence yaptılar,<br />

beni dövdüler unuttum, ama annemi dövdüler onu<br />

unutmadım. Ne zaman yazmaya başlasam cezaevi günlerimi,<br />

kalem orada duruyor. İnşallah birisi bunu yapar.<br />

Çünkü her zaman acıyı, sıkıntıyı bastırmakla ya da işin<br />

mizahına yaslanmakla olmuyor, kalem çalışmıyor. Sözün<br />

tükendiği anlar vardır. İşte, 12 Eylül sanata <strong>ve</strong> edebiyata<br />

kalın geldi dediğimden kastım budur. Coca Cola şişesi <strong>ve</strong><br />

işkence ilişkisi üzerine bir deney yaşamayan çok azdır bu<br />

ülkede. Buraya gelince de kalem çalışmaz, neyini anlatacaksın!<br />

Bize Beynelmilel’deki orkestra ile karşılaşmanızı anlatabilir<br />

misiniz?<br />

S<br />

ırrı <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>: Cuma günleri Mersin’de kent orkestrası<br />

etkinlikler yapıyordu. Bizim arkadaşlar da<br />

görmüşler <strong>ve</strong> bize bahsetmişlerdi. Biz de denk geldik. As-


170<br />

<strong>Mithat</strong> <strong>Alam</strong> <strong>Film</strong> <strong>Merkezi</strong> Söyleşi, Panel <strong>ve</strong> Sunum Yıllığı 2007<br />

lında Adıyaman’dan profesyonel müzisyenleri getirmek istiyordum<br />

ama bütçemiz düşük olduğu için olmadı. Sonra<br />

bu müzisyenlerle bir görüşmek istedik. Oturduk enstrümanlarla<br />

atıştık. Ne yapabilirler, nasıl olur diye... İçlerinden<br />

on bir kişiyi seçtik. Yedisi hiç sinema salonu görmemişti<br />

hayatında. En kilit rol de onlarındı. Çünkü kötü icra<br />

iyi icradan daha zordur. Oryante edilmiş bir ‘Enternasyonal<br />

Marşı’ çaldırmak, düzgün bir ‘5. Senfoni’ çaldırmaktan<br />

daha zordur.<br />

<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong> Kimdir?<br />

<strong>Film</strong>leri<br />

Ödülleri<br />

1962 yılında Adıyaman’da doğan <strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, 1978<br />

yılında Adıyaman Lisesinde öğrenciyken Maraş Katliamını<br />

protesto ettiği için hapse girdi. Hapisten çıktıktan sonra<br />

Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenimine<br />

devam etti.12 Eylül darbesi sonrası ilk tutuklama<br />

furyasında hapse girdi. 12 yıl hapse mahkûm edildi.<br />

Cezaevlerinde açlık grevleri, infaz yakmalar sonucu yedi yıl<br />

yattı. Beynelmilel ilk uzun metrajlı filmidir .<br />

Beynelmilel (Muharrem Gülmez’le birlikte, 2006)<br />

2007 Ankara Uluslararası <strong>Film</strong> Festivali Ulusal Yarışma En<br />

İyi <strong>Film</strong>, En İyi Görüntü Ödülü<br />

2007 İstanbul Uluslararası <strong>Film</strong> Festivali Ulusal Yarışma<br />

Jüri Özel Ödülü<br />

2007 Selanik <strong>Film</strong> Festivali İzleyici Ödülü


<strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> Kimdir?<br />

<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong>, <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong> 171<br />

1978’de İstanbul’da doğan <strong>Özgü</strong> <strong>Namal</strong>, İstanbul<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü<br />

mezunudur. Kadıköy Halk Eğitim <strong>Merkezi</strong> <strong>ve</strong> Müjdat Gezen<br />

Sanat <strong>Merkezi</strong>’nde oyunculuk eğitimi almıştır. <strong>Namal</strong>,<br />

sinema filmlerinin yanı sıra birçok dizide, reklâm <strong>ve</strong> sinema<br />

filminde oynamaktadır.<br />

Başlıca <strong>Film</strong>leri<br />

Mutluluk (Abdullah Oğuz, 2007)<br />

Polis (Onur Ünlü, 2006)<br />

Beynelmilel (<strong>Sırrı</strong> <strong>Süreyya</strong> <strong>Önder</strong> <strong>ve</strong> Muharrem Gülmez,<br />

2006)<br />

Organize İşler (Yılmaz Erdoğan, 2005)<br />

Büyü (Orhan Oğuz, 2004)<br />

Anlat İstanbul (Yücel Yolcu, Ümit Ünal, Selim Demirdelen,<br />

Ömür Atay <strong>ve</strong> Kudret Sabancı, 2004)<br />

Sır Çocukları (Ümit Cin Gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> Aydın Sayman, 2002)<br />

Ödülleri<br />

2007 Antalya Altın Portakal <strong>Film</strong> Festivali En İyi Kadın<br />

Oyuncu (Mutluluk)<br />

2007 İstanbul Uluslararası <strong>Film</strong> Festivali En İyi Kadın<br />

Oyuncu (Beynelmilel)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!