11.04.2017 Aufrufe

Dosya NÇC Nisan 2017

Batıda İslam Düşmanlığının Yükselişi Ve İslami Kimliğin Korunması "Dosya"

Batıda İslam Düşmanlığının Yükselişi Ve İslami Kimliğin Korunması
"Dosya"

MEHR ANZEIGEN
WENIGER ANZEIGEN

Sie wollen auch ein ePaper? Erhöhen Sie die Reichweite Ihrer Titel.

YUMPU macht aus Druck-PDFs automatisch weboptimierte ePaper, die Google liebt.

BATIDA İSLAM <br />

DÜŞMANLIĞININ YÜKSELİŞİ<br />

VE <br />

İSLAMİ KİMLİĞİN KORUNMASI


Batıda İslam Düşmanlığının Yükselişi<br />

Ve<br />

İslami Kimliğin Korunması<br />

<strong>Dosya</strong><br />

Fihrist:<br />

1. Giriş<br />

2. Batıda Müslümanların geçmişi ve bugünü<br />

3. İslamofobi “İslam korkusu” İslam düşmanlığına evrilmesinin<br />

arkasında yatan nedenler?<br />

4. Sağ popülizmin ortaya çıkışı ve İslam karşıtlığı<br />

5. Kimlik bunalımı ve İslami Kimlik<br />

6. Müslümanların gayr-i müslim bir beldede uyum içerisinde<br />

yaşayabilmelerinin şer-i boyutu<br />

7. İslam’ın ve dolayısıyla Müslümanların Avrupa’daki gücü<br />

8. İslami STK’lara Birlik Çağrısı<br />

9. Nebevi Çözüm Cemiyetinin Misyonu<br />

3


1.Giriş<br />

Batı ülkelerinde Islam düşmanlığı artmakta ve müslümanlara her geçen gün daha<br />

fazla baskı ve zulüm yapılmaktadır. Yaşamış oldukları batı toplumlarında daha<br />

da zor durumda kalmaktadırlar. Müslümanların sayısı arttıkça ve batıda yaşayan<br />

gayri müslim halklar ise azaldıkça sorunlar azalacağına dahada karmaşık hale gelmektedir.<br />

Bunun başlıca sebeplerinden biride yerli halkın nüfusunun azalması ve<br />

buna mukabil müslümanların sayısınında artmış olmasıdır. Kapitalist devletlerin<br />

nüfus olarak azalmış olmalarındaki ana faktör ise onların ferdiyetçi bir anlayışa<br />

sahip olup aileye önem vermemeleri ve çocuk yapmanın maddi anlamda büyük<br />

külfet olduğunu düşünmeleridir. Bu demografik değişimden ve toplum içerisindeki<br />

huzursuzluktan nemalananlar ise milliyetçi ve popülist olarak bilinen partiler<br />

ve destekçileridir. Bu akım ise her geçen gün artmakta ve güçlenmektedir. Onların<br />

zahiren gördükleri mesele ise şehirlerinde, okullarda ve işyerlerinde mezkur<br />

toplumların artması ve bu şekilde işsiz olan halkın işini ellerinden aldığı algısını<br />

ileri sürmeleridir. Yine medya ayağı ile müslümanların tehlikeli birer bireyler olarak<br />

takdim edilmesi ateşe benzin dökmelerinden başka bir şey değildir. Bu konu ile<br />

alakalı olarak Hüseyin Toptaş’ın kaleme almış olduğu İslam düşmanlığının batıda<br />

yeni adı: İslamofobi adlı makalesinden bir bölüm burada yayınlamak istiyoruz.<br />

4


Batı medeniyeti sahip olduğu değerler itibari ile insan fıtratına aykırı temeller üzerine<br />

kurulmuştur. Gayri insani ve gayri ahlaki bir ideolojiye sahip olduğundan, insanına<br />

huzur ve barış ortamı sağlayamadığı, maddi gelişmişliği maneviyatla destekleyemediği<br />

için insanları bir arayışın içerisindedir. Bu arayışta; insan bünyesine<br />

uygun, insana dünya ve ahiret saadeti vaadeden İslam’a büyük bir yöneliş olmuştur.<br />

Kendi değerlerinden ve inanç sistemlerinden kopuş, ister istemez mevcut yapıdan<br />

nemalanan kiliseden küresel sermayeye kadar birçok kesimi rahatsız etmiştir. İslam’a<br />

yönelişin önüne geçmek için İslam hakkında kara propaganda ve olumsuz İslam<br />

algısının insanların zihinlerine yerleştirilmesi gerekirdi. Bunun için ferdi tepkiler<br />

sınırlı kalacağından teşkilatlı ve programlı bir çalışmaya ihtiyaç duyanlar kilise ve<br />

devletten aldıkları destekle çalışmalarını yoğunlaştırmışlardır. İslam düşmanlığının<br />

batıdaki modern adı olan İslamofobi kısa zamanda büyük bir endüstri haline gelmiştir.<br />

(Hüseyin Toptaş / 27 Ağustos 2016 / Bayrak Yayıncılık sitesinde)<br />

Bu rahatsızlık neticesinde birileri harekete geçme teşebbüsünde bulunarak adeta<br />

bombanın fitilini ateşlemiş oldular. Hem Avrupa’da hemde ABD’de sağ popülist<br />

partiler ve şahıslar mevcut sorunlarını küresel sermayeye ve İslam’a mal etme çabasındadırlar.<br />

Dolayısıyla mevcut Kapitalist sistemin bir neticesi olan küresel sermaye<br />

(Globalizm) sorun haline gelmektedir ve Kapitalist sisteminin tek alternatifi<br />

olan İslam ise hedef tahtasına yerleştirilmektedir.<br />

5


2. Batıda Müslümanların geçmişi ve bugünü<br />

İlk önce şu önemli tespit ve hatırlatmayı yapmalıyız: Avrupa ve özellikle<br />

Almanya ikinci dünya harbinden sonra bir çok alanda zarar görmüş olduğu<br />

için acilen bu zararın telafi edilmesi gerekiyordu. İhtiyacın boyutlarını anlayabilmek<br />

için İkinci Dünya harbini biraz hafızalarımızda tazeleyecek<br />

olursak kıyımın ne kadar dehşet verici olduğunu hatırlamış oluruz. İkinci<br />

Dünya harbi 20. yüzyılda birçok milletin yer aldığı, 1939‘dan 1945‘e kadar<br />

süren küresel bir askeri çatışmadır. Savaşa dönemin tüm büyük ülkeleri<br />

takriben 100 milyondan fazla askeri personelle dahil oldu. Savaşa katılan<br />

ülkeler tüm ekonomik, endüstriyel ve bilimsel güçlerini, sivil ya da askeri<br />

kaynak farklılığı gözetmeksizin savaş için seferber etmişti. Nükleer silahların<br />

kullanıldığı tek savaş olmakla kalmayıp, kitlesel sivil ölümlerin<br />

gerçekleştirildiği ikinci Dünya Savaşı, insanlık tarihindeki en büyük ve en<br />

kanlı savaştır. Ve 1939-1945 yılları arasında 40-50 milyon insanın hayatını<br />

kaybetmesine sebeb olmuştur.<br />

Bu büyük savaş sonrasında sanayi diye bir şey kalmamıştı, her yer harabe<br />

halindeydi ve kötü ekonomik koşulların telafi edilebilmesi için fedakar ve<br />

çalışkan insan gücüne ihtiyaç duyulmaktaydı. Lakin Almanlar’ın beklentisi<br />

ve ardından gelen hayal kırıklığını güzel bir şekilde özetleyen ünlü Yazar<br />

Max Frisch’in şu meşhur sözü oldu; “Biz işçi çağırdık lakin insanlar geldi”.<br />

6


Yani gelen müslümanlarla beraber<br />

sahip oldukları düşünce, inanç<br />

ve duygularıda gelmiş oldu.<br />

Bu müslümanlar sahip olmuş<br />

oldukları inançlarını gizlemediler<br />

ve bulundukları ortamlarda<br />

örneğin işyerlerinde veya okullarda<br />

ve daha sonra üniversiteler,<br />

mahalle ve sokaklarda islamın<br />

örneklerini çok daha yoğun bir<br />

şekilde hissettirir hale gelmesine<br />

sebeb oldular.<br />

Başlangıçta bu fazla hissedilmiyordu nitekim müslümanlar oldukça azdılar<br />

ve belirli semtlere itiliyor veya o semtlerde kalmaları isteniliyordu. Zamanla<br />

bu müslümanların aileleride Avrupa’ya geldi ve her birinin ortalama 4-5<br />

çocuğu oldu. Bulundukları semtlerdeki bodrum altındaki mescitler daha<br />

sonra minareli camilere dönüştü. Şuan Almanya genelinde 3000‘e yakın camii<br />

bulunmakta ve bunların takriben 200‘ü minareli büyük camiler olarak<br />

biliniyor.<br />

7


Yine bu gurbetçilerden ayrı olarak mülteci sıfatı ile gelen Arap’lar, ki bunların<br />

ekseriyeti Filistinli ve Lübnan’lı müslümanlardı, 1975 Lübnan İç Savaş‘ından<br />

sonra mülteci olarak gelmişlerdi. Bu gelen müslüman kitle ise iki<br />

üç kat artarak hala Almanya’da ikamet etmektedir. Yine 1990’lı yıllardan<br />

sonra gelen müslüman öğrenciler daha sonra kariyer yaparak veya evlenerek<br />

batıda kalıcı olarak ikamet etmeye başladılar.<br />

Şuan sadece Almanya’da ikamet eden müslümanların resmi rakamlarca 5<br />

milyona yakın olduğu söyleniyor. Lakin gerçek rakamların hiç bir zaman<br />

gündeme getirilmek istenilmemesi bilinçli bir algı ile alakalı bir gerçektir.<br />

Sebebi ise şu şekilde tahmin ediliyor: Almanya’da yaşayan Almanların ve<br />

onlarla beraber diğer hristiyanların endişeye kapılmamaları ve yabancılara<br />

karşı ayaklanma gerçekleşmesine kısmen engel olmak istedikleri için.<br />

Gerçek rakamları ele almadan önce şu fenomenide görmekte fayda olduğu<br />

kanaatindeyiz. Avrupa’nın küresel güçleri demografik değişimi medya algısı<br />

ve rakamları saptırarak saklamaya çalışsalarda bu daha çok sağ popülizm<br />

zihniyetine yaradı ve adeta onların doğmasına sebeb oldu. Nitekim bu artık<br />

gözle görülür ve hissedilir bir hal almıştı. Sokaklar ve okullar hatta firmaların<br />

üst kademelerinde gün geçtikçe daha fazla müslüman asıllı azınlıklar<br />

görülür olmuştu. Sağ popülizmin çıkışını ve İslam düşmanlığını da kendi<br />

siyasi emelleri için bir araç olarak kullandıklarını dördüncü bölümde<br />

etraflıca ele alacağız. Gelelim müslüman nüfüsunun gerçek olan boyutuna<br />

ve batı için tehdit olarak görülmesine.<br />

8


Resmi rakamlara göre Almanya’da 81 milyon insan yaşıyor. Bunların 17,1<br />

milyonu (ocak 2015) göçmen kökenli olduğu resmi rakamlarca belirtiliyor.<br />

Lakin yazar Navid Kermani mayıs 2014 yılında meclisde yapmış olduğu bir<br />

konuşmasında bu rakamın takriben 40 milyon olduğunu dile getirdi. Biz<br />

resmi rakamlardan yola çıkarak göçmen kökenli 17,1 milyon insanın en<br />

az 50% sinin müslüman olduğunu düşünecek olursak, gerçek rakamların<br />

takriben 8-9 milyona tekabül ettiğini görürüz. Bu tahmini rakamlara dahil<br />

etmediğimiz takriben 1 milyona yakın müslüman mültecilerin olmadığını<br />

hatırlatmak isteriz. Bir başka açıdan bakacak olursak şu gerçeği görmüş<br />

oluruz. 2015 yılında Almanya’da takriben 738 bin çocuk dünyaya gelmiş<br />

olup doğumların genelde müslüman göçmen kökenli ailelerden meydana<br />

geldiğini düşünecek olursak şöyle bir gerçek ile karşı karşıya kalıyoruz.<br />

Diyelim ki; 2000’li yıllardan itibaren yılda ortalama 700 bin çocuk dünyaya<br />

gelmiş. Bu doğan çocukların üçte biri müslüman göçmen kökenli insanlardan<br />

meydana geldiği düşünülse, ki bu en azından yarısı olduğu gözle<br />

görülen bir hakikat. Yani takriben yılda 230 bin çocuk müslüman kökenli<br />

olmuş olur. Bu rakamı 17 ile çarparsak 3,9 milyon müslümana tekabül<br />

ediyor. Halbuki sadece şuan Almanya’da türk kökenli müslümanların sayısı<br />

3 milyon olarak hesaplanıyor. Yani nasıl hesaplarsak hesaplayalım dile getirilen<br />

4-5 milyon müslüman rakamı kesinlikle tutmuyor. Gerçek rakamların<br />

en az 8-9 milyona yakın olduğu aşikar.<br />

9


3. İslamofobi “İslam korkusu” İslam<br />

düşmanlığına evrilmesinin arkasında yatan<br />

nedenler?<br />

İslam korkusu anlamına gelen İslamofobi kavramının son yıllarda özellikle Avrupa’da<br />

ve bununla beraber ABD’de İslam düşmanlığına evrilmesinin arkasında yatan<br />

nedenleri ele almadan önce, Ağustos 2013 tarihinde İspanya İçişleri Bakanlığı<br />

Emniyet teşkilatına «Aşırı dinci Müslüman nasıl belli olur» başlıklı bir el kitapçığı<br />

dağıttını hatırlatmak isteriz. Bu kitapçığın içeriği ise Yeni Şafak Gazetesinde şu<br />

şekilde yeraldı.<br />

El Periodico gazetesinin haberine göre, söz konusu kitapçıkta ‚‘aşırı dinci Müslümanlar‘‘ın<br />

robot çizimleri var. El kitapçığında dikkat çeken şeylerden biri, herhangi<br />

bir Müslüman‘‘ın sahip olabileceği özelliklerin ‚‘aşırı‘‘lık belirtisi olarak gösterilmesi.<br />

Kitapçıkta burka ya da çarşaf giyen bir kadının yani sıra başörtüsü takan, başını<br />

bir şalla örten kadınlar da ‚‘aşırı dinci Müslüman‘‘ olarak resmedilmiş. ‚‘Aşırı dinci<br />

Müslüman‘‘ın tarifi ise şu şekilde yapılmış: ‚‘Az bıyığı olan, 5-10 santimi bulan<br />

sakallı kişiler. Şalvar tipi pantolon giyerler. İşyerleri alkollü içecek satan bölgelerden<br />

uzak olur. Çocukları okulda jimnastik çalışmalarına katılmaz ve Ramazan‘‘da oruç<br />

tutarlar. Genelde topluma entegre olmaz, kendi aralarında dostluk kurarlar.‘‘ Bir<br />

Müslüman‘‘ın bu özelliklerin en az yarısını taşıması işten bile değil. Hatta alkollü<br />

mekânlardan uzak bir bölgede iş yeri olan sakallı Hıristiyan bir erkek, o gün haç<br />

takmayı unutmuş bir rahip-rahibe veya bir arada dolaşan bir grup Yahudi de, sınırlar<br />

bu kadar geniş çizildiği için güme gidebilir gibi görünüyor. Yeni Şafak / 12 Eylül<br />

2013)<br />

10


Müslümanları bu denli hedef tahtasına oturtan siyasetçinin özellikle İspanya’da<br />

olmuş olması aslında tesadüf olmasa gerek. Bilakis Avrupa kıtasının ilk İslam medeniyeti<br />

ile tanışmış olduğu ve takriben 800 yıl Avrupa ülkelerinin tamamından<br />

on yıllarca yıl medeniyet, kültür ve sanat açısından önde olan Endülüs İslam Devleti’nin<br />

varlığı bu bölgede olduğu için.<br />

Hatırlayacağınız üzere İslam’ın ilk yüzyılında “Tarık bin Ziyad” komutasındaki<br />

İslam ordusu Avrupa içlerine, Paris yakınlarına kadar ilerleyişi ve Endülüs’ün<br />

fethi 8 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşti. Müslümanlar, İspanya da kaldıkları süre<br />

içinde, sadece Kurtuba‘da 80.000 saray, 600 cami, 80 mektep, 50 hastane, 900 hamam<br />

ve 600 han inşa ettiler. Kurtuba Kütüphanesi‘nde 600.000 cilt kitap toplandı.<br />

11


Burada bu medeniyet yaşanırken Avrupa karanlık Ortacağ dönemini yaşıyordu.<br />

Endülüs medeniyetinin tamamen yok olduğu tarih olan 1492 tarihine denk gelen<br />

şu gerçek aslında Avrupa’nın Endülüs İslam medeniyetinden ne kadar uzak olduğunu<br />

göstermeye yetmektedir. 16. yüzyılın ortalarına doğru halk tamamen banyo<br />

yapmayı unutmuştu. Sadece el, yüz ağızlar yıkanmaktaydı. Banyo yapan çok<br />

elit bir kesim kalmıştı. O da yılda birkaç kez! Örneğin, İspanya kraliçesi 1. İzabella<br />

(1451- 1504) ömrü boyunca 2 kez yıkanmıştı; doğduğunda ve evlendiğinde. Yine<br />

tuvalet ihtiyaçlarını yapacak doğru düzgün tuvaletlerin olmadığı. Ameliyatların<br />

yapılmadığı kadınların cadı diye yakıldığı çocukların köle gibi çalıştırıldığı ve<br />

farklı dinlere ve kültürlere kesinlikle tahammül edilmediği bir dönemdi Ortaçağ<br />

Avrupası.<br />

Acı sona yaklaşıldığında Kraliçe İzabella, Gırnata‘da, el yazması 2 milyon kitabı<br />

şehir meydanında yaktı. 800 yılın kayıtları ve ilimleri bir gecede yok edildi. Bu<br />

asırlar süren Avrupa’nın göbeğindeki İslam hâkimiyeti Batının İslam algılamasında<br />

hep bir korku olarak yer aldı.<br />

12


Endülüs’ün fethini müteakip özellikle kilise eksenli İslam’ın büyük bir tehdit olduğu<br />

ve Hiristiyanların birleşerek ortak bir Haçlı ordusu kurması gerekliliği ileri<br />

sürülerek Avrupa’da Müslüman‘lara karşı oluşturulan nefret ve korkunun kökenini<br />

oluşturdu.<br />

Endülüs’te üretilen bu paranoya, asırlar sonra Müslümanların toplu soykırım ve<br />

katliam politikaları ile yok edilmeleri ile sonlanmış oldu.<br />

800 yıllık İslam medeniyetinin tüm getirileri (Binlerce imaret, hamam, su kemeri,<br />

saray, köşk, camii, kütüphane ve Müslümanların elinden çıkmış ne kadar kültürel<br />

miras ve yapı varsa hepsi) büyük bir hınçla yok edilip yakıldı.<br />

Günümüzün batı medeniyeti olarak bilinen Kapitalist zihniyetinin özellikle Fransa’nın<br />

sömürdüğü Afrika ülkelerinden olan Çad’ın başkentini bundan takriben<br />

1000 yıl önce var olan Endülüs İslam medeniyeti ile kıyasladığımızda müslümanlara<br />

neden nefret duyduklarını ve yok etmek istediklerini anlamış oluruz.<br />

Çad’ın başkenti N’djamena (Encemina)‘nın %90 nında elektrik olmadığından, birkaç<br />

ana arter haricinde sokakları karanlık içerisinde olmasına kıyasla, 1000 yıl<br />

önce Endülüs’te sokaklar aydınlık, şehirlerde kanalizasyon tesisatı ve evlerinde su<br />

bulunmakta idi.<br />

13


Üstelik sadece başkentte değil, Endülüs’ün birçok şehri şimdiki Afrika ve Asya’da<br />

bulunan ülkelerden çok daha ilerde idi. Bugün Afrika’da 100 $ olmadığı için<br />

milyonlarca kişi kataraktla yaşamak zorunda iken; Endülüs’te 1000 yıl önce ücret<br />

alınmaksızın katarakt göz ameliyatı yapılıyordu.<br />

Tüm bu gerçekler neticesinde özellikle 1989 Sovyetler Birliğinin yıkılmasından<br />

sonra 1993 yılında Samuel Huntington‘ın “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabı<br />

yazılarak adeta Kapitalist dünyanın belirlemiş olduğu yeni düşmanın adı konulmuş<br />

oldu. Bu düşman aslında çok tartışılmış olan 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra<br />

adeta meydana gelmesi istenildi. Hatırlayacağınız üzere bu saldırılardan sonra o<br />

dönemin ABD Başkanı George W.Bush şu tarihi sözleri söylemişti; „ya bizimlesiniz<br />

ya da bize karşısınız“. Yine müslümanlar ile alakalı bir çok olumsuz yaptırımlar<br />

uygulandı. Bu uygulamarı ABD haricinde AB ülkeleride yoğun bir şekilde katıldı.<br />

Özellikle 11 Eylül saldırılarının baş sorumlularından biri olarak ileri sürülen<br />

Muhammed Atta Almanya’nın Hamburg şehrinde yaşıyordu. Dolayısıyla 11<br />

Eylül sonrasında Avrupa’da ve özellikle Almanya’da bir çok şey değişti. Dördüncü<br />

bölümde ise Avrupa ve Almanya’da nelerin değiştiğini ve bunun akabinde yapılan<br />

olumsuz haberler ve karalama kampanyası sonrasında sağ popülizmin ortaya<br />

çıktığını anlatacağız.<br />

14


4.Sağ popülizmin ortaya çıkışı ve İslam karşıtlığı<br />

11 Eylül olaylarından hemen sonra, ABD Afganistan‘ı hedef tahtasına yerleştirdi,<br />

Avrupa‘nın tutumunu Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, „Kayıtsız şartsız<br />

dayanışma“ biçiminde ifade ediyordu. „Terörün üzerine savaşla gidilmesin!“<br />

türünden açıklamalara rağmen, Avrupa ülkeleri ABD’ye desteği eksik etmediler.<br />

Ardından 2003 yılında Terör listesine Irak’da dahil edildi. Tüm bunlar olurken hep<br />

terör vurgusu yapılıyordu. Terör ile mücadele batının bir numaralı hedefi oldu<br />

ve terörün engellenmesi için bir çok yasal önemler alındı. Ülkelere giriş çıkışlar<br />

zorlaştırıldı, biometrik kimlikler veya pasaportlar çıkarıldı. Ülkenin bir çok yerine<br />

kameralar yerleştirildi. Lakin şu bir gerçekti; terör kastedildiğinde kesinlikle<br />

müslümanlar kastediliyordu. Radikal İslam ile ılımlı İslam ayrımı yapıldı. Her<br />

müslüman terörist değil ama her terörist müslüman diye genel bir karalama kampanyası<br />

oluşturuldu.<br />

15


2013 yılında Almanya’da kurulan sağ popülist Almanya için Alternativ (AfD)<br />

Partisine değinmeden önce batının 2001 yılından sonra adeta terör adı altında<br />

İslam’a savaş açtıklarını hatırlatmak isteriz. Yine sağ popülizmi daha iyi anlayabilmek<br />

için terör kelimesine giydirilen yeni misyonu ve ona yüklenen yeni mefhumu<br />

anlatmamız gerekiyor. Lakin öncesinde, batının bilhassa ABD‘nin 1989’a kadar<br />

olan tarihi sürecine bir bakılması gerekiyor. Tabiki bu bilinçli değişim ve oluşum<br />

batının yıllardır planladığı ve hedeflemiş olduğu gayenin gerçekleşebilmesi için<br />

hayati önem taşımaktaydı. Batının hayatta kalabilmesi ve kendi varlığını koruyabilmesi<br />

için karşıt dengenin yani batıya karşı olan gücün, ideolojinin belirlenmesi<br />

gerekiyordu. Çünkü her aklı başında olan kişininde bilmiş olduğu tarihteki şu<br />

gerçeği hatırlatmak sureti ile hepimiz batının sinsi entrikalarını hafızalarımızda<br />

tazelemiş olacağız.<br />

Eski ABD Dışişleri Bakanlığı, Siyasi Planlar Hazırlama Bölümü başkanı George<br />

Keenan‘ın 1948‘de dediği gibi: „Dünya servetlerinin yaklaşık %60‘ına sahibiz. Fakat<br />

dünya nüfusunun sadece %6.3‘üne sahibiz. Bu durumda kıskanmaları ve içerlemeleri<br />

engellemekte başarılı olamayız. Önümüzdeki dönemde bizim gerçek görevimiz,<br />

bu eşitsizlik pozisyonunu sürdürmemize izin veren ilişkiler tasarlamaktır.<br />

Kendimizi kandırmaya gerek yok. Çünkü bugün dünyaya yardım etme lüksüne<br />

sahip olduğumuz herkes tarafından bilinmektedir. Artık demokratikleşme, hayat<br />

standartlarını yükseltme ve insan hakları gibi gerçek dışı ve bulanık amaçlar hakkındaki<br />

konuşmaları durdurmalıyız. Sağlam kuvvet unsurlarının ticaretini yapacağımız<br />

vakit çok uzak değildir. En azından sonrası için idealist sloganlara engel<br />

olmak bile daha iyidir.“ [Kaynak: PPS23 no‘lu belge, 24 Şubat 1948]<br />

Dünya servetlerinin yaklaşık %60‘ına sahibiz.<br />

Fakat dünya nüfusunun sadece % 6.3‘üne sahibiz.<br />

Bu durumda kıskanmaları ve içerlemeleri engellemekte<br />

başarılı olamayız.<br />

Önümüzdeki dönemde bizim gerçek görevimiz, bu<br />

eşitsizlik pozisyonunu sürdürmemize izin veren<br />

ilişkiler tasarlamaktır.<br />

16<br />

(Siyasi Planlar Hazırlama Bölümü başkanı<br />

George Keenan 1948)


ABD Dışişleri Bakanlığı, Siyasi Planlar Hazırlama Bölümü başkanı George Keenan<br />

bu yapmış olduğu itiraftaki şu cümleyi tekrarlayarak ileriye dönük yapacakları<br />

sinsi siyasi oyunlarını görmüş oluyoruz:<br />

„Önümüzdeki dönemde bizim gerçek görevimiz, bu eşitsizlik pozisyonunu sürdürmemize<br />

izin veren ilişkiler tasarlamaktır.“<br />

Nedir bu 1948-1989 arası tasarlanmış olunan ilişkiler, veya daha doğrusu dünya<br />

barışının tehdit unsuru olarak nitelendirilen UdSSR(Rusya)‘ya karşı yapılan operasyonlar<br />

ve savaşlar:<br />

Amerika, İkinci Dünya Savaşından 1989 kadar 23 ülkeyi bombaladı. Bunlar: Çin<br />

1945-46, Kore 1950-53, Çin 1950-53, Guatemala 1954, Endonezya 1958, Küba<br />

1959-60, Guatemala 1960, Kongo 1964, Peru 1965, Laos 1964-73, Vietnam 1961-<br />

73, Kamboçya 1969-70, Guatemala 1967-69, Grenada 1983, Lübnan 1984, Libya<br />

1986, El Salvador 1980ler, Nikaragua 1980ler ve Panama 1989.<br />

Terör kavramı ile alakalı Milli Gazete’nin kaleme almış olduğu önemli bir makalesini<br />

sizlerle paylaşmak istiyoruz:<br />

“Terör ve terörist“ kelimeleri günümüz insanının çok sık duyduğu kelimeler arasında<br />

yer alıyor. Farklı kulvarlarda yarışan değişik akımlar birbirlerini teröristlikle<br />

suçluyorlar. Bazen ülke yönetimleri kendilerine karşı duranları, bazen de bu yönetimlere<br />

karşı mücadele eden akımlar yöneticileri teröristlikle suçluyorlar. Dünyaya<br />

kendi istediği gibi şekil vermek ve bütün insanlığa hükmetmek isteyen ABD çıkıyor<br />

„Terörü Destekleyen Ülkeler Listesi“ adıyla bir kara liste hazırlıyor ve bunu kendisine<br />

kafa tutmak isteyen ülkelere karşı siyasi baskı aracı olarak kullanıyor. Hatta<br />

bununla da yetinmeyip ekonomik baskı aracı olarak da kullanıyor. Bu yolla bütün<br />

dünya devletlerini kendisinin kölesi haline getirmeye çalışıyor. Kısacası „terör“ kavramı<br />

günümüzde sömürgeci güçlerin çok işine yarıyor.<br />

Latince bir kelime olan Terör kelimesi arapçadan türkçeye geçmiş olan „tedhiş“ ibaresinin<br />

karşılığıdır. Tedhiş kelimesi ise şu anlama geliyor; sürekli ve sistemli şiddet<br />

hareketleri, cinayet vb. faaliyetlerle korku uyandırma yıldırma, dehşete düşürme<br />

gibi.(Temel Büyük Türkçe Sözlük D. Mehmet Doğan s.753)<br />

17


Dilbilimi acısından ise „İrhab“ (Terörizm) kelimesi bir İsim olarak „Arhaba“(korkutmak)<br />

fiilinden türemiştir. Allah (c.c.) Enfal suresinin 60. ayet-i kerimesinde şöyle<br />

buyurmaktadır:<br />

„... onunla Allah‘ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,<br />

Allah‘ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz (turhibuna).“<br />

Batının bu Terör kelimesine yüklediği mana ise 1979 yılında ABD ve İngiltere’nin istihbarat<br />

birimlerinin düzenlemiş oldukları bir konferansda yeni bir anlam kazanmış<br />

oldu. Yaptıkları tarif şu şekilde kayıtlara geçti: Siyasi bir hedef doğrultusunda sivil<br />

kurumlara karşı gerçekleştirilen fiili kaba kuvvet.<br />

Fakat bu terimin sabit bir çerçevesi olmadığından isteyen istediği gibi yorumluyor.<br />

Ama Müslümanca düşünme gereği duyanların bu tür terimlere anlam verirken kendi<br />

kavram literatürlerini bilmeleri ve başkalarının yaptığı suçlamaları kendi anlayış<br />

süzgeçlerinden geçirmeleri zorunludur. Saltanatlarını haksızlık ve zulüm üzere bina<br />

etmiş olanlar bu haksızlığa ve zulme karşı direnerek hak mücadelesine girenleri teröristlikle<br />

suçlayabilirler. Ama bizim Müslüman olarak hak mücadelesini desteklememiz<br />

ve zalime karşı mazlumun yanında yer almamız gerekir. Başkalarının bu hak<br />

mücadelesini terör olarak nitelemesi bizi ilgilendirmez. Rusya‘ya göre Çeçen halkının<br />

mücadelesi bir terör ve isyandır, halbuki yapılan bu „cihad-ul def “(savunma cihadı),<br />

orada yaşayan her müslümanın üzerine farz-ı ayındır.<br />

ABD‘nin dış ilişkiler danışmanı Harvard Üniversitesi profesörlerinden Dr. Samuel<br />

Huntington 1993’de yayınlanan „medeniyetler çatışması ve dünya düzeninin yeniden<br />

kurulması“ adlı kitabında komünizmin bitişiyle birlikte, düşmansız kalan<br />

Batı‘nın karşısına yeni bir düşman olarak, doğrudan olmasa da, islamı oturtmuş<br />

ve 2000‘li yılların bu düşmanla mücadele ile geçeceğini belirterek, „kültürler savaşı“<br />

adını koyduğu savaşın müddet ve malzemelerini de belirtmişti, Pentagon‘a sunduğu<br />

ve daha sonra yayınlanan eserinde bunları açıkca anlatıyor.<br />

Sanayisinin %60 Silah sanayisi üzerine bina edilmiş olan ABD‘nin BOP adı altında<br />

islam coğrafyasını terör bahaneleriyle karıştırıp, oradaki servetleri sömürüp, kendi<br />

silahlarını müslümanların üzerinde deneyerek dünyaya tanıtıp aynı zamanda bolca<br />

silah satabileceği yeni savaşlara sebeb olacak suni problemleri üretmeye gayret sarf<br />

etmektedir.Batı bu ve buna benzer bir çok siyasi manevralar yapmak suretiyle 1989<br />

yılından beri islama karşı terör bahanesi adı altında büyük bir Devlet terörü uygulamaktadir.<br />

(milligazete.com.tr –ocak 2006)<br />

18


Tüm bu gerçekler ve Avrupa‘da artan müslüman nüfusu sonrasında Avrupa’da son<br />

yıllarda adeta sağ popülizm hortlamış oldu. Şimdi ise bu gerçekleri ele almaya<br />

çalışacağız.<br />

11 Eylül 2001’deki terör saldırılarından bu yana merkezi partileri ve medyası tarafından<br />

“İslam”, “göçmenler” ve “terör” üzerinden korku ve endişeler körüklenerek<br />

bir taraftan demokratik haklarda önemli kısıtlamalar yapılırken, diğer taraftan<br />

da sağ-milliyetçi kesimlerin daha geniş kesimlerle buluşmasına fırsat doğdu. Başka<br />

bir deyişle, İslam adına işlenen terör saldırılarının yarattığı korkuya ekonomik<br />

krizin yarattığı güvensizlik ve endişe eklenince pek çok ülkede temel hak ve özgürlükleri<br />

kısıtlamayı planlayan devletler halk tarafından daha çok eleştirilmesine<br />

sebeb oldu. Bu olgu aynı zamandada sağ popülist olarak adlandırılan çoğu açıktan<br />

ırkçı-faşist olan parti ve akımların oluşmasına sebeb oldu.<br />

Almanya’da 2013’den beri varlığını sürdüren AfD Partisini biraz yakından<br />

tanıyalım ve İslam düşmanlığından nasıl nemalandıklarını anlamaya çalışalım.<br />

Geçmişte Hitler faşizminin iktidara geldiği, bu nedenle dünyanın her yerinde<br />

ırkçı-faşist hareketlerin “ilham kaynağı” olan Almanya’da, faşist hareketler İkinci<br />

Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar genellikle marjinal gruplar halinde varlığını<br />

sürdürdü. Klasik Neonazi gruplar kimi zaman eyaletler düzeyinde yükselişe geçse<br />

de bu sürekli kalıcı olamadı. Uzun bir süre İslam düşmanlığını faaliyetlerinin merkezine<br />

koyan ve isimlerinin başına “pro” yerleştiren çeşitli yerel örgütler kuruldu.<br />

Ancak ülke genelinde birleşmeleri, güç oluşturmaları pek mümkün olmadı.<br />

19


Denilebilir ki; uzun yıllardır ülkede ekonomik-sosyal sorunlar, göçmenler ve İslam<br />

üzerinden sürdürülen ırkçı propaganda, gelinen aşamada Almanya için Alternatif<br />

(AfD) partisi üzerinden toplanmış görünüyor. 2013’den bu yana yükseliş<br />

içinde olan bu “yeni sağ” partisinin, 2015’in yaz aylarından itibaren sığınmacılar<br />

üzerinden sürdürülen tartışmaların etkisiyle oylarını arttırmış durumda.<br />

Almanya medyası ve zengin elitlerin aslında Yahudi soykırımı meselesi ile çok<br />

hassas olduğu bilindiği halde ve bu partinin aşırı sağ hatta koyun postuna bürünmüş<br />

Neo Nazi partisi olduğunu bildikleri halde neredeyse son iki yıldır gündemin<br />

bir numaralı konusunun AfD partisi ve sağ popülizm olması düşündürücü.<br />

Lakin şu bir gerçek ki “düşmanımın düşmanı benim dostumdur“ felsefesinden<br />

yola çıkarak Almanya’daki medya ve belirli derin güçler bu sağ pöpülist partisinin<br />

güçlenmesini istiyor ve onlardan istifade etmeye çalışıyor. Zahiren medyanın<br />

onlara karşı olduğu söylense de aslında onları neredeyse her gün gündemlerine<br />

alarak onların daha popüler olmasına sebeb oluyorlar. Örneğin bu partinin önde<br />

gelen siyasetçilerinden biri olan Björn Höcken’in 18 ocak <strong>2017</strong> tarihinde Dresden<br />

şehrinde yapmış olduğu konuşma buna örnek olarak verilebilir. Haberlere şu şekilde<br />

yansımıştı:<br />

Sağ popülist Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) Thüringen Eyaleti parti başkanı<br />

Björn Höcke’nin Yahudi Soykırımı Günü dolayısıyla yaptığı açıklamalar<br />

yoğun eleştirilere hedef oldu. Almanya’nın geçmişi ile hesaplaşma politikalarının<br />

toplumsal gelişmeyi yavaşlattığını ileri süren Höcke, Yahudi Soykırımı’nı kastederek,<br />

“Başkentimizin ortasına bir utanç olayının anıtını diken tek ülkeyiz” ifadesini<br />

de kullandı. (avrupaforum.org / 19 ocak <strong>2017</strong>)<br />

20


Dolayısıyla merkez partilerin hatta biraz sağında veya solunda bulunan partilerinin<br />

yani CSU/CDU ve SPD partilerinin dahi bu oluşumda payı olduğu açık. Bir<br />

çok siyasi tartışma programlarında bu partiler özelikle CSU ve CDU sağ popülizmin<br />

söylemlerini dile getirmeye başladıklarıda bunu teyit ediyor. Örneğin şu iki<br />

konu bunun için örnek olarak verilebilir: Mülteciler ve onlarla beraber müslümanlar<br />

kesinlikle ülkeye sınırsız bir şekilde alınmaması gerekli olduğunu ve üst sınırın<br />

belirlenmesi gerektiğini CSU Partisi çok güçlü bir şekilde dillendirmiş olmaları.<br />

Yine müslüman mültecilerin teröre meyilli olduğunu dile getirerek gerekirse her<br />

mültecinin ayağına elektronik bir kelepçe bağlanmasını savunun SPD partisinin<br />

Adalet Bakanı Heiko Maas’da olduğu gibi.<br />

Örnekler çoğaltılabilir lakin şu bir gerçek; <strong>2017</strong> yılından itibaren artık sağ ve merkezi<br />

partilerinin izleyeceği siyaset kesinlikle İslam düşmanlığı üzerinden olacağı<br />

aşikar. Dolayısıyla artık bundan sonra tüm müslümanlar tüm farklılıklarını bir<br />

kenara bırakarak biz müslümanlara dolayısıyla islami kimliğimize karşı gerçekleşen<br />

bu saldırılar karşısında dimdik ayakta durarak birliğimizi pekiştirmemiz<br />

gerekiyor. <strong>Dosya</strong>mızın beşinci bölümünde işte tam da bu konuyu irdeleyeceğiz ve<br />

İslam düşmanlığı konusunda İslami Kimliğimizin nasıl muhafaza edilmesi gerektiğini<br />

ele alacağız.<br />

21


5. Kimlik bunalımı ve İslami Kimlik<br />

Batıda yaşayan müslümanlar özellikle üçüncü nesil olarak bildiğimiz kesim, adeta<br />

iki kültür arasında bocalamakta ve kendi asli kimliği olan İslami kimliğini mevcut<br />

yaşamış olduğu toplumda var olan kimlik karşısında ispatlamak zorundadır. Bu<br />

uğraş esnasında genelde sıkıntılarla ve zaman zaman geri adım atmak zorunda olduğunu<br />

hissettiği anlarda olmakta. Adeta yapılan tüm karalama ve nefret kampanyasının<br />

tek muhatabı ve sorumlusu olarak görülmektedir. Her defasında suçsuz<br />

olduğunu kanıtlamak ve yapılan terör islam ilişkisinden kendisini temize çıkartmak<br />

zorundadır.<br />

Yaşamış olduğu toplumlarda okula, üniversiteye ve daha sonra iş dünyasında hep<br />

akıntıya karşı yüzdüğünü hissetmekte ve zaman zaman yorulmakta ve akıntı ile<br />

beraber yüzmeye yeltenmektedir. Bu konu ile alakalı olarak örneğin namaz veya<br />

başörtüsü verilebilir. Almanya’nın başkenti olan Berlin’de bir müslüman öğrencinin<br />

okulda namaz kılmak isteğini öğretmeni ve okul müdürü yasaklayınca bu<br />

öğrenci okulu mahkemeye verir. Berlin İdare Mahkemesi verdiği geçici kararında,<br />

öğrencinin ders saatleri dışında, kapalı bir mekanda namaz kılabileceğine dair<br />

karar verir. Daha sonra belediye bir üst mahkemeye, Almanya‘nın Leipzig kentinde<br />

bulunan Federal İdare Mahkemesine, gider ve üst mahkeme alt mahkemenin<br />

kararını geçersiz kılar ve müslüman öğrencinin okulda namaz kılma isteğini geri<br />

çevirir.<br />

22


Yine başka bir örnek olarak ise müslüman kızlarımızın okullarda başörtüsü ile alakalı<br />

sıkıntı yaşamaları verilebilir. Başörtülü bacılarımızın okullarda özellikle spor<br />

derslerinde baskıya maruz kaldıkları bilinmektedir. Yine Ortaokul cağına gelen<br />

kızlarımızın vacib olan pardüselerini karma olan spor derslerinde çıkarması isteniliyor.<br />

Lakin müslüman kızlarımız bunu reddedince öğretmeni ve okul yönetimi<br />

tarafından büyük zorluklar çıkarılmakta ve kötü not almaktan kurtulamamakta.<br />

Bu tabiki öğrencilerin ileriye dönük gerçekleştirmek isteği bazı hedeflerini kısıtlamakta.<br />

Yine bulunmuş olduğu toplumun ve diğer öğrencilerin imkanlarını kendisine<br />

verilmediğini görünce ve daha sonra onlara sunulan iş imkanları müslüman<br />

görünümlü ve müslüman ismi olan öğrencilere verilmediğini anladığında islami<br />

kimlik ile toplum arasında var olmanın getirdiği büyük sorunları hissetmektedir.<br />

İşte tüm bu iki dünya arasında kimlik ve kültür farkından ötürü özellikle<br />

müslüman gençler kimlik bunalımı yaşamaktadır. Onlara dayatılan batı kimliği<br />

ile ona islam inancının vermiş olduğu kimlik arasında tercih etmesi istenilmekte.<br />

Bu talebi zaman zaman ailesi, öğretmeni, arkadaşları veya patronu ona dayatıyor.<br />

Dolayısıyla islami kimliğin çok iyi anlaşılması ve korunması gerekiyor.<br />

23


İslami kimlik nedir ve nasıl muhafaza edilir? İslami kimliğin daha iyi anlaşılabilmesi<br />

için kimliğin ne olduğunu kısaca incelemeliyiz. Kimlik kişinin özü ve<br />

iç dünyasının dışa vurmasıdır. Kişilerin sahip oldukları mefhumlar ve kanaatler<br />

onun hayatına yansıması onun kimliğini göstermektedir. Neticede genel olarak<br />

şu tanımı yapabiliriz; Kimlik kişiyi toplum içerisinde diğerlerinden ayırt eden bir<br />

özelliktir. Öyleyse biz müslümanlar kesinlikle bize ait olan kimlikler ve davranış<br />

biçimleri ile yaşamış olduğumuz toplumlarda fark edileceğiz. Yani açık olan kadınlar<br />

ile kapalı olan kadınlar, sakallı olan gençlerle sakallı olmayan gençler veya<br />

namaz, oruç tutan gençler ile tutmayan gençler; kesinlikle azınlık olarak yaşamış<br />

olduğumuz batı toplumunda fark ediliyoruz ve rahatsızlık konusu olabiliyoruz.<br />

Bu bizlere kendimize daha fazla güven duymamıza ve hiç tereddütsüz Allah’a teslim<br />

olmamıza sebep olmalı. Yine bu yaşantımızın bir imtihan olduğunu ve hayatta<br />

değişik zorluklarla karşı karşıya kaldığımızı ve kalacağımızı unutmamamız gerekiyor.<br />

Rabbimiz ne buyuruyor Kuran’ı Kerim’inde:<br />

Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından)<br />

yarattık da onu işitici, görücü yaptık. (İNSAN/2)<br />

Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden<br />

eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri! (BAKARA/155)<br />

24


6. Müslümanların gayri müslim bir beldede uyum<br />

içerisinde yaşayabilmelerinin şer-i boyutu<br />

Kadir-i mutlak olan Allah (c.c.) geçmişi, geleceği ve kainatta yaratılmış olan her<br />

şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen ve gözetendir. Rabbimiz insanı dünyaya imtihan<br />

olmaları için yaratmış ve göndermiştir. Nitekim insanın imtihanı ise dünya<br />

hayatında karşı karşıya kalmış olduğu tüm sorunlarını Kadir-i mutlak olan Allah<br />

(c.c.)’nun emir ve yasaklarına göre yaşamasından geçmektedir. Rabbimiz kısacası<br />

bunu ibadet olarak özetlemektedir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:<br />

Ben, cinnleri ve insanları ancak Bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.<br />

(Zariyat: 56)<br />

Öyleyse islam dini sadece insanın kalbine veya camiye hapsedilmiş olan bir din<br />

değildir. Bilakis İslam dini bir hayat nizamıdır ve hayatta karşılaştığımız tüm<br />

sorunların çözümünü bünyesinde bulundurmaktadır. İslam dini kulun yaratıcısıyla<br />

olan münasebetini inanç ve ibadet ile düzenlemiştir. Yine kulun kendisi ile olan<br />

münasebetini ahlak, matumat/malbusat (yiyecek/giyecek) ve diğer insanlar ile<br />

olan münasebetini ukubat (ceza hukuku) ve muamelat (insanlar arası ilişkileri düzenleyen<br />

kurallar alışveriş veya evlilik akti gibi) ile düzenlemiştir.<br />

Lakin şuan dünyanın hiç bir yerinde bu hayat nizamı bir bütün olarak uygulanmamaktadır.<br />

Bu hayat nizamının tekrar islam beldelerinde hayat bulabilmesi için<br />

Resulullah’ın bizlere Medine’de miras bırakmış olduğu ve daha sonra Raşid Halife‘lerinin<br />

emaneti devam ettirdikleri Raşid-i Hilafet Devlet’inin bugün tekrar ikame<br />

edilmesi kesinlikle farzdır ve genelde müslümanların bildiği bir şer‘i zorunluluktur.<br />

Bu zorunluluk ise kesinlikle müslümanların yoğun olarak yaşadığı islam<br />

beldeleri için geçerlidir. Batıda bu hedeflenmemektedir.<br />

25


Müslümanların batıya göç etmeleri ve batıda var olan kurallara riayet etmelerine<br />

gelecek olursak. Osmanlı Hilafet Devleti’nin kaldırılması ve ikinci dünya harbinin<br />

gerçekleştirilmesinden sonra, islam beldelerindeki müslümanlar değişik menfi sebeblerden<br />

ve Avrupa’nında duyduğu ihtiyacından dolayı gerçekleştirmiş olduğu<br />

davet neticesinde, yüzbinlerce müslüman Avrupa’ya göç etti. Bunun önde gelen<br />

sebeplerini şu üç başlık altında toparlayabiliriz:<br />

1. Maddi kazanım elde etmek<br />

2. İlim tahsil edebilmek<br />

3. Güven ve himaye ihtiyacı duymak<br />

Birinci sebebe gelecek olursak. Müslümanlar islam beldelerinde yaşanan ve hala<br />

yaşanmakta olunan sömürü ve baskı neticesinde aç ve sefalet içerisinde olduklarından<br />

ötürü, maddi refaha ulaşmak adına Avrupa’ya göç ettiler. Bu gerçekleşen göç<br />

ise Rabbimizin şu kavli ile meşrudur:<br />

O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve<br />

Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır. (Mülk: 15)<br />

26


Tahsil meselesine gelecek ve özelde Avrupa‘da bulunan üniversiteleri göz önünde<br />

bulunduracak olursak Resulullah’ın şu hadis-i şerifini hatırlatmak isteriz:<br />

„İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.“<br />

(Tirmizî, İlim 2)<br />

Dolayısıyla ilim tahsil etmek için göç etmekte şeran caizdir. Bunun bir neticesi<br />

olarak ise islam beldelerinin bir çok yerinden müslüman gençler Avrupa’ya göç<br />

etmiş ve hala etmektedir.<br />

Güven ve eman meselesine gelecek olursak bu konuda islam tarihinde meşhur<br />

Habeşistan hicreti örnek olarak verilebilir. Nitekim Mekke’de müslümanlara hertürlü<br />

zulüm ve işkence yapılmakta idi ve Resulullahın izni ile bir yıl ara ile iki kez<br />

Habeşistana hicret gerçekleşti.<br />

İlk defa 12‘si erkek, 4‘ü kadın 16 kişi Mekke Devri‘nin (Peygamberliğin) 5‘inci yılında<br />

(615 M.) Recep ayında Mekke‘den gizlice ayrılarak Kızıldeniz kıyısında birleştiler.<br />

Başlarında bir reisleri yoktu. Buradan kiraladıkları bir gemi ile Habeşistan‘a geçtiler.<br />

İçlerinde, Osman, eşi Rukiyye, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf ve Abdulllah<br />

b. Mes‘ûd (r.a.) gibi muhterem zatlar da vardı. (İbn Hişâm, 2/344-353; İbnü‘l-Esir,<br />

a.g.e., 2/76-77; Zâdü‘l-Meâd, 2/117)<br />

İlk hicret edenler Habeşistan‘da iken inen „en-Necm Sûresi“ni Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

Hârem-i Şerifte müşriklere okudu. Bitince, sûrenin sonunda „secde âyeti“ bulunduğu<br />

için, Allah‘a secde etti. Bu sûrenin 19 ve 20‘inci âyetlerinde müşriklerin putlarından<br />

„Lât, Uzza ve Menât‘ın“ isimleri de geçtiğinden müşrikler de Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.)‘le birlikte putları için secde etmişlerdi. Bu olay, „Mekkeliler toptan Müslüman<br />

oldu“ diye bir şâyianın çıkmasına sebep olmuş, bu asılsız şâyia tâ Habeşistan‘da<br />

duyulmuş, bu yüzden hicret eden Müslümanlar da, Habeşistan‘da üç ay kaldıktan<br />

sonra dönmüşlerdi.(80) Müslümanlar, Habeşistan‘dan döndüklerine pişman oldular.<br />

Çünkü müşrikler zulüm ve işkencelerini daha da artırmışlardı. Bu sebeple Müslümanlar,<br />

Mekke Devri‘nin 7‘inci yılında (616 M.) 77‘si erkek, 13‘ü kadın olmak üzere<br />

90 kişi 2‘inci defa Habeşistan‘a hicret ettiler. Bu ikinci hicrette kafile başkanı Hz.<br />

Ali‘nin ağabeyi Câfer Tayyar‘dı. (İbnü‘l-Esîr, a.g.e, 2/78.)<br />

27


Dolayısıyla güven ve eman içinde müslümanlar Avrupa’ya göç etmelerinde<br />

bir beis yoktur. Lakin tüm meşru gerekçeler müslümanların batı ülkelerinde<br />

istedikleri gibi yaşabilecekleri ve islami kimliklerini devre dışı bırakabilecekleri<br />

anlamına gelmiyor. Evet yaşamış olduğumuz ülkenin kurallarına<br />

islamın esasına aykırı olmadığı müddetçe uymak zorundayız. Örneğin<br />

çalışmak zorundayız fakat içki veya domuz üretimine dahil olamayız.<br />

Yine bankacılık şirketlerindeki faiz haramından uzak durmak zorundayız.<br />

Devletin sunmuş olduğu hizmetleri örneğin çocuk parası veya toplu<br />

taşımacılıktan istifade edebiliriz lakin kesinlikle doğru dürüst davranmak<br />

zorundayız.<br />

Metro ve benzeri araçları kullandığımızda kesinlikle ücretini ödemeden bu<br />

tür toplu taşıma araçlarını kullanamayız. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat<br />

uyum içerisinde yaşama arzusunda olduğumuz bu toplumda kesinlikle taviz<br />

vermememiz gereken mevzularında olduğunu unutmamak zorundayız.<br />

Son yıllarda ve büyük olasılıkla gelecektede müslümanların karşı karşıya<br />

kaldıkları tehlikeler artacak ve sıkıntılar bitmeyecek.<br />

28


Müslümanların bu baskı karşısında ya tamamen veya kısmen sindirilmiş<br />

olarak islami kimliğinden vazgeçerek ve sadece özel hayatında namaz, oruç<br />

veya haram gıdalardan uzak durması istenilecek. Yada olması gerektiği<br />

gibi ve Rabbimizin emretmiş olduğu üzere kesinlikle islami kimliğinden<br />

vazgeçmeyecek ve sonuna kadar mücadele edecek. Hatta mücadelesinin<br />

neticesinde bulunduğu beldede islami kimliğini muhafaza edemeyeceğini<br />

anladığı anda başka bir beldeye hicret etmesinide göze almalı. Nitekim<br />

Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim‘inde şöyle buyurmaktadır:<br />

Melekler, kendilerine haksızlık edenlerin canlarını alırlarken: ‚Siz ne hal üzere<br />

idiniz?‘ derler. Onlar: ‚Biz yeryüzünde zayıf düşürülmüş kimseler idik‘ derler.<br />

Melekler de: ‚Allah‘ın yeri geniş değil miydi ki orada hicret etseydiniz?‘<br />

derler. Bunların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir varış yeridir!<br />

(Nisa: 97)<br />

Dolayısıyla bu tehlike karşısında biz müslümanlar ve özelikle müslümanları<br />

temsilen tüm islami STK’lar en azından bu menfi vakıa karşısında birlik<br />

ve beraberliği çağrıştıracak adımlar atmalıdırlar. Batının bizleri bölmesine<br />

kesinlikle izin vermemeliyiz ve Allah‘a tam bir teslimiyetle bağlanarak haklarımızı<br />

sonuna kadar aramalıyız.<br />

29


7. İslam’ın ve dolayısıyla Müslümanların<br />

Avrupa’daki gücü<br />

Evvela şu gerçeği hatırlatalım. Mü‘min kainatı yaratmış ve onu kuşatmış olan Allah<br />

(c.c.)‘na iman etmiş olan kişidir. Mü‘min hayatın ne anlama geldiğini bilen ve<br />

onun için ölüme hazırlığını ölmeden önce gerçekleştirendir. Mü‘min hem dünyevi<br />

hemde uhrevi ölçüleri gözeten bir anlayışa sahip olandır. Kesinlikle umutsuz olmayan<br />

ve her daim Rabbini aklından çıkarmayan kişidir. İşte bu muazzam kişiliğe<br />

sahip olan mü‘min ona verilen emanetleri yani Kuran ve Sünnet‘i asla gözardı<br />

etmeyendir.<br />

Dolayısıyla islam dinine sahip olan müslümanların gücünü şu iki ana başlık üzerinde<br />

özetleyebiliriz:<br />

1. İslam dininin ona vermiş olduğu muazzam güç<br />

2. İnsani ve maddi güç<br />

Birinci başlık ile alakalı şunları söyleyebiliriz. Özellikle batıda yaşayan insanların<br />

girmiş olduğu ruhi bunalımı ve toplumsal yok oluşu izlediğimizde, aslında mü‘min<br />

olarak nekadar güçlü olduğumuzu anlamış oluruz. Batıda insanların günü birlik<br />

yaşadığını, kesinlikle insana saygı duymadıklarını ve dünyayı para ve şöhret penceresinden<br />

izlediklerini görmek mümkün. Tamamen bencil bir anlayışla tek kişilik<br />

ev veya araç kullandıklarını, kesinlikle çocuk sahibi olmak istemediklerini ve<br />

bu sorumluluktan çekindiklerini dile getirmektedirler. Aile olgusu diye bir şeyin<br />

kalmadığı ve ahlak anlayışının sadece menfaat eksenli olduğuda aşikardır. Dolayısıyla<br />

bu toplumsal ve ruhi bunalımdan kurtulan ve her yönü ile bu topluma örnek<br />

olabilecek olan mü‘minin iman gücünü küçümseyemeyiz. Dolayısıyla bu konuda<br />

gerçek islamı temsil eden mü‘min olduğumuz sürece bizi gören etrafımızdaki<br />

yardıma muhtaç insanlar huzuru islam dininde bulacaklar. Bu konuda istenilen<br />

başarı elde edilmemiş olsada şuan için Avrupa’da yüzbinlerce gayri müslimin islam<br />

dini ile şereflendiklerini bilmek lazım.<br />

30


Bununla beraber islam itikadına sahip olan bir mü‘min, yani en mükemmel ve<br />

doğru dinin islam dini olduğunu ve hem dünyada hemde ahirette sorunların<br />

çözümünün bu üstün dinde mevcut olduğunu bilen bir mü‘min, kesinlikle hiç bir<br />

tartışma ve münazaradan kaçınmaması gerekiyor. Asla sahip olduğu imanından,<br />

imanın ve amellerinin dayanağı olan Kuran ve Sünnet‘inden utanmaması<br />

gerekiyor. Bilakis sonuna kadar gurur duyması gerekiyor. Böyle bir duruş yani<br />

vakarlı ve kendinden emin olan mü‘min duruşu, kesinlikle islam dinine sahip olan<br />

mü‘minin üstün gücünün neticesidir.<br />

Onlar mü‘minleri bırakıp kâfirleri dost edinenlerdir. Onların yanında şeref mi<br />

arıyorlar? Oysa şeref tümüyle Allah‘a aittir. (Nisa: 139)<br />

Avrupa’da yaşayan müslümanların insan ve maddi gücüne gelecek olursak. Her ne<br />

kadar gerçek rakamlar saklanmaya çalışılsa da, Avrupa’da yaşan müslümanların<br />

sayısı gözle görülür bir şekilde hissedilmektedir. Hemen hemen tüm büyük<br />

şehirlerde onlarca cami, dernek ve değişik islami STK’lar görmek ve hissetmek<br />

mümkün. Her iş alanında doktor, muhendis, avukat, eczacı veya başka uzmanlık<br />

alanında müslüman bulmak çok normal. Yine değişik firmaların üst kademelerinde<br />

çalışan müslüman bulmak artık nadir değil. Kendi işini kurmuş müslüman<br />

işadamlarının sayısı her geçen gün artıyor.<br />

31


Müslümanların Avrupa’da (Balkanlar hariç) gayri resmi rakamlarca 50<br />

milyona yaklaştığını savunan kurumlar dahi mevcut. Lakin şu bir gerçektir ki<br />

müslümanların Avrupa’da ileriye dönük sayısı kesinlikle azalmayacak bilakis çok<br />

hızlı bir şekilde artacak. Meseleyi daha iyi hissedebilmemiz için Almanya’dan bir<br />

örnek vermek istiyoruz. Şuan Almanya’da resmi rakamlarca 2 milyon kadar türk<br />

vatandaşı yaşıyor. Bu iki milyon gurbetçinin oluşturduğu iş imkanı ile çalıştırdığı<br />

insan sayısı 366 bin kişi olarak dile getiriliyor. Yine bu işyeri sahibi olan bu Türk<br />

gurbetçilerin yıllık cirosu 40 milyar euroyu aşmaktadır. Bu rakamın içinde Alman<br />

vatandaşı olanlar yok. Yine bu rakamın içinde diğer müslüman gurbetçilerde yok.<br />

Yani gerçektende müslümanların batıda hiç mi hiç küçümsenemeyecek; maddi ve<br />

insan gücü olduğu aşikardır.<br />

Dolayısıyla önce Allah’a güvenen daha sonra kendi gücünüde bilen bilinçli müslümanlar<br />

olarak bizler, islama karşı gerçekleştirilmek istenen tüm kara propaganda<br />

karşısında dimdik ayakta durmalıyız. Yine evvela Allah’a tevekkül ederek İslam<br />

düşmanlığı karşısında tüm duyarlı müslümanlar olarak artık savunma pozisyonundan<br />

çıkıp gururla müslüman olduğumuzu dile getirerek karşı tarafın hatalarını<br />

yüzlerine vurmalıyız. Artık geri adım değil ileriye doğru yol almamız gerekmektedir.<br />

Batı’nın her alanda iflas ettiğini onlara artık haykırmamız gerekiyor hatta karşı<br />

karşıya kalmış oldukları tüm sorunların çözümünün her şeyi yaratan ve her şeyi<br />

bilen Allah (c.c.)‘nun dini olan İslam’da mevcut olduğunu hiç çekinmeden onlara<br />

söylememiz gerekiyor.<br />

Dolayısıyla önce Allah’a güvenen daha sonra kendi gücünüde bilen bilinçli müslümanlar<br />

olarak bizler, islama karşı gerçekleştirilmek istenen tüm kara propaganda<br />

karşısında dimdik ayakta durmalıyız. Yine evvela Allah’a tevekkül ederek İslam<br />

düşmanlığı karşısında tüm duyarlı müslümanlar olarak artık savunma pozisyonundan<br />

çıkıp gururla müslüman olduğumuzu dile getirerek karşı tarafın hatalarını<br />

yüzlerine vurmalıyız. Artık geri adım değil ileriye doğru yol almamız gerekmektedir.<br />

Batı’nın her alanda iflas ettiğini onlara artık haykırmamız gerekiyor hatta karşı<br />

karşıya kalmış oldukları tüm sorunların çözümünün her şeyi yaratan ve her şeyi<br />

bilen Allah (c.c.)‘nun dini olan İslam’da mevcut olduğunu hiç çekinmeden onlara<br />

söylememiz gerekiyor.<br />

32


8. İslami STK’lara Birlik Çağrısı<br />

Batıda yükselen İslam düşmanlığı karşısında İslami STK’ların birleşmesi için<br />

cağrıda bulunuyoruz. Bu mevcut sıkıntılar ve ileride karşılaşacağımız daha<br />

büyük sorunlar için kesinlikle hem dini hemde insani sorumluluğumuzdur. Bu<br />

birliktelik en azından İslami Kimlik gibi müşterek konuları içeren bir birliktelik<br />

olmalı. Bu konuları şu şekilde özetleyebiliriz:<br />

1. İslam düşmanlığının karşısında birlik ruhunun oluşturulması ve<br />

ortak tavırın belirlenmesi.<br />

2. İslami kimliğimize karşı gerçekleştirilen saldırıların durması için<br />

somut adımların atılması. Bu somut adımları şu üç ana madde halinde<br />

sıralayabiliriz.<br />

a) Müslümanların bilinçlendirilmesi<br />

b) Konferans ve seminerlerin gerçekleştirilmesi<br />

c) Miting ve basın açıklamalarının yapılması<br />

3. Türkçe konuşmayan diğer islami STK’larında eylem planına dahil<br />

edilmesi.<br />

4. Almanya’nın diğer şehirlerinede yayılmasını sağlamak.<br />

Batıda güçlenen sağ popülizmin ve onlardan etkilenen merkezi par<br />

tilerin bilmesi gereken gerçekler ise şu şekilde özetlenebilir:<br />

1. Müslüman olan tüm STK’lar olarak Kuran ve Sünnetin emretmiş<br />

olduğu İslami kimliğimizi sonuna kadar muhafaza edeceğimize dair<br />

duruş sergilemek.<br />

2. Himayesine girmiş olduğumuz ülkenin bünyesinde uyum içerisin<br />

de yaşayabilmemiz ve dinimizin emri olduğu için kurallara riayet<br />

edeceğimiz konusunda ortak akıl oluşturmak. Kurallara uymayan tüm<br />

müslümanların bu konuda uyarılması ve kurallara uymasının<br />

istenilmesi.<br />

3. İkinci şıkkın hayat bulabilmesi için birinci şıkkın kesinlikle<br />

dikkate alınması gerekiyor. Birinci şık için kesinlikle geri adım<br />

atılmaması ve taviz verilmemesi gerekiyor.<br />

Bu şekilde himayesine girmiş olduğumuz ülkenin korkuları ve endişeleri giderilmiş<br />

olacak. Aynı zamanda uyumun olmazsa olmazı olan dinin temel esasları olan<br />

İslami Kimlik vurgusu çok güçlü bir şekilde dillendirilmiş olunacak.<br />

33


9. Nebevi Çözüm Cemiyetinin Misyonu<br />

Bizler Nebevi Çözüm Cemiyeti olarak tüm sorunların Kuran ve Sünnet ile çözülebileceğine<br />

inanıyoruz. Bu hakikat Allah ve Resulüne inanan tüm mü‘minler için<br />

sarsılması mümkün olmayan bir imani hakikattır. Şu an yaşamış olduğumuz dünyada<br />

toplumsal, siyasal, ekonomik veya inanç ekseninde yüzlerce sorunla karşı<br />

karşıya kalmaktayız. Örneğin Avrupa’da son yılların en önemli sorunlarından biride<br />

mülteci sorunudur. Bu sorunun mutlak anlamda çözüme kavuşturulabilmesi<br />

için özellikle islami camia ve değişik sivil toplum örgütleri Kur‘an ve Sünnet<br />

eksenli çözüm üretmelidirler. Bu hem müslümanlar hemde gayri müslimler için<br />

en hayırlı çözümdür. Bu ve benzeri onlarca sorunun sadece en doğru ve kesin<br />

kaynak olan vahiy ile çözülmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız. Bu misyonu ifa<br />

edebilmek için değişik platformlarda ve kitlesel iletişimlerle mücadele etmekteyiz.<br />

Bu vizyonu hayata geçirebilmek için mücadele bizden tevfik ise Rabbimiz‘dendir.<br />

07.04.<strong>2017</strong><br />

<strong>NÇC</strong> Berlin<br />

34


www.nebevi-cozum.com

Hurra! Ihre Datei wurde hochgeladen und ist bereit für die Veröffentlichung.

Erfolgreich gespeichert!

Leider ist etwas schief gelaufen!