07.09.2014 Views

YÜZEYDE VE DERİNLİKTE

Tunca Sanat’ın 17 Mayıs - 17 Haziran 2010 tarihleri arasında düzenlediği ‘’ Yüzeyde veya Derinlikte’’ adlı karma sergisi için Mahmut Nüvit'in kaleme aldığı yazısı...

Tunca Sanat’ın 17 Mayıs - 17 Haziran 2010 tarihleri
arasında düzenlediği ‘’ Yüzeyde veya Derinlikte’’ adlı karma sergisi için Mahmut Nüvit'in kaleme aldığı yazısı...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Metin<br />

Mahmut Nüvit<br />

Çeviri<br />

Fred Stark<br />

Fotoğraflar<br />

Hadiye Cangökçe<br />

Tasarım<br />

Savaş Çekiç<br />

Sergi Tasarımı<br />

Mehmet Şahin / Füsun Batur<br />

Baskı ve cilt<br />

Mas Matbaacılık A.Ş.<br />

Hamidiye Mh. Soğuksu Cd. No. 3<br />

Kâğıthane 34408 İstanbul<br />

t: 0212 294 10 00<br />

f: 0212 294 90 80<br />

e: info@masmat.com.tr<br />

Bu katalog Tunca Sanat’ın<br />

17 Mayıs - 17 Haziran 2010 tarihleri<br />

arasında düzenlediği ‘’ Yüzeyde veya<br />

Derinlikte’’ adlı karma sergi için<br />

1000 adet üretilmiştir.<br />

Bülbül Mh. Paşabakkal Sk.<br />

Eskici İş Merkezi No: 28/34 Kat: 3<br />

Dolapdere Beyoğlu İstanbul<br />

t: 0 (212) 256 96 00 - 297 77 68<br />

m: 0 (530) 931 42 06<br />

f: 0 (212) 256 10 39<br />

e: info@tuncasanat.com<br />

w: www.tuncasanat.com


| 3


4 |


Bir ‘Muasır Medeniyetler<br />

Seviyesi‘ olarak<br />

Türk Sanatının Modernle<br />

İmtihanı<br />

Tanzimattan bu yana modernleşme<br />

projesini gelişmenin baş şartı olarak<br />

önüne çekmiş olan bir toplumun<br />

sanattaki sınavından başarıyla geçmiş<br />

olduğunu söyleyebiliriz.<br />

Yüzyıllardır otantik, orijinal bir kültürün<br />

daha fazla İslama dayanan ve doğu<br />

coğrafyasındaki büyük kültürlerle<br />

ortaklık yapan karakteri iki yüzyıldır<br />

istikametindeki Batı temayüllerini bir<br />

proje olarak önüne koyarak kısa sürede<br />

başarıya ulaşmasını, Türklerin yüzyıllardır<br />

sanatlarla yaşamasına borçluyuz. Ayrıca<br />

batı tipi sanat yapmanın bir gelenek<br />

oluşturacak birikimiyle sanatçıların<br />

önünü açması da lehimize olmuştur.<br />

Batı Sanatı İle İlişkilerin Miladı<br />

Osmanlı topraklarında batı sanatıyla<br />

ilişkiler Fatih Sultan Mehmet in 1479<br />

da Venedik Cumhuriyetiyle barış<br />

anlaşmasının parçası olarak, Topkapı<br />

sarayına bir ressam gönderilmesini<br />

istemesiyle, 15.yy da başlamıştır.<br />

Venedikli ressam bir ailenin üyesi olan<br />

Gentile (kibar) Bellini önce sarayda<br />

resimler yaparak kendini Fatihe<br />

beğendirmiş, daha sonra onunda bir<br />

portresini yapabilmiştir. Arkasından<br />

gelen sofu Beyazıt’ın bu resimleri pazara<br />

çıkarmasıyla, resim sanatı hususunda<br />

batıyla kurulan ilişkiler sona ermiştir.<br />

Batı sanatıyla ilişkiler tekrar dört yüz<br />

yıl sonra 19. yüzyıl da Sultan Abdülaziz<br />

döneminde genelde askeri nedenlerle<br />

eğitim için Batıya (Paris’e) gönderilen<br />

elçiler vasıtasıyla kurulmuş, Sultan<br />

Abdülhamit zamanında da devam<br />

etmiştir. Cumhuriyet kurulduktan<br />

sonra da yetenekli çocuklar kanunuyla<br />

öğrenciler yine Paris e gönderilmeye<br />

devam etmiştir. Daha sonrada sanatçı<br />

bohemini merak edip Paris e yerleşen bir<br />

kısım Türk sanatçı tam zamanlı, bir kısmı<br />

da yarı zamanlı olarak Paris te yaşamaya<br />

başlayarak ilk 1860 yılında Paris’e giden<br />

Osman Hamdi beyden 2010 yılına<br />

bağlanan 150 yıllık bir zaman diliminde,<br />

| 5


6 |<br />

Paris-İstanbul hattını muhafaza<br />

etmişlerdir.<br />

Avangard Türkler<br />

İlk giden Osman Hamdi bey 9 yıl,<br />

peşine 1864 de Şeker Ahmet Paşa 7<br />

yıl Paris te Gustave Clarens Rodolphe<br />

Boulanger ve Jean-Leon Gerome gibi<br />

akademik gerçekçilik çerçevesinde<br />

oryantalist resimler yapan hocalardan<br />

dersler aldılar. Yine Süleyman Seyyid<br />

1862 yılından itibaren, 13 yıl, akademik<br />

ressam Alexandre Cabanel den dersler<br />

almıştır. Hemen hemen aynı yaşlarda<br />

olan bu gençler hayatlarının 22 yaşından<br />

27 yaşına kadar olan kısmını aynı<br />

şehirde aynı okulda aynı hocalardan<br />

ders alarak geçirmişlerdir. Aralarındaki<br />

etkileşmeler diyaloglar ve alışverişler<br />

incelenmeye değerdir. Yine Osmanlı<br />

aristokratlarından ve aralarında yüzyılın<br />

en cüretli tablosunun da bulunduğu<br />

bir koleksiyona sahip Halil Şerif<br />

Paşanın da 1864 de Petersburg daki<br />

görevlerinden istifa ederek tekrar Paris’te<br />

yaşamaya başlamasıyla, 1864 den 1869<br />

a kadar bu geniş zaman diliminde bu<br />

küçük toplulukta hiç mi karşılaşmalar<br />

olmamıştır? Halil Şerif Paşa ressam yazar<br />

oyunculardan oluşan geniş bir çevreye<br />

sahiptir. Bizzat sanatçı atölyelerine<br />

gitmekte, resim siparişleri vermektedir.<br />

Sonra hemen hemen Halil Şerif Paşayla<br />

aynı yaşlarda olan Sultan Abdülaziz’<br />

in, III. Napolyon’un daveti ile 1867 de<br />

Exposition Universelle i izlemeye<br />

geldiğinde bu küçük toplulukla yolları<br />

hiç mi kesişmemiştir? Sultan Abdülaziz’in<br />

Paris gezisini, küçük bir Avrupa turuna<br />

çevirip, Bayreuth operasına ve Richard<br />

Wagner’e maddi yardımlarda bulunduğu<br />

biliniyor. Sultan Abdülaziz döneminde<br />

Paris’te uzun yıllar yaşayan ve her<br />

biri Türk sanat tarihi açısından çok<br />

önem arz eden bu sanatçıların Paris<br />

yılları bilhassa sanat tarihi açısından<br />

incelemeye değer bir zaman dilimi. Klasik<br />

akademik çerçevede oryantalizme ilgi<br />

duyan hocaları ile öğrencilerinin ilişkileri<br />

ve ilgilileri de karşılıklı olmalı diye<br />

düşünüyorum.<br />

Meşrutiyetin İlanından Sonraki<br />

Kesintisiz Destination<br />

Sultan Abdülhamid döneminde (1880-<br />

1888 yıllarında), Parise giden Halil Paşa,<br />

yine Gustave Claude Etienne Courtois<br />

ve Jean-Leon Gerome’dan dersler alır.<br />

Adnan Çoker, Halil Paşanın Parist’en<br />

‘İzlenimci’ etkilerle döndüğünü ifade<br />

etmiştir (1886). Fakat esas izlenimciliği<br />

yine Paris’ten, 1910 ve 1914 yıllarında,<br />

Jean-Paul Laurens ve Fernand Cormon<br />

gibi hocalardan eğitim almış olan Çallı<br />

İbrahim ve kuşağı getirmiştir. İlk defa<br />

Empresyondan bahsedilen sergi 1874<br />

Nadar’ın sütüdyosunda olmuş olsa bile,<br />

resim sanatında akademizme başkaldıran<br />

radikallerin 1859 dan dan beri yeni<br />

görüşlerle ortada dolaştıklarını biliyoruz.<br />

Bu tarih Osman Hamdi beyin Paris de<br />

çalışmaya başlamasına denk düşüyor.<br />

1860 yılında 18 yaşında resme meraklı ve<br />

istidatlı bir genç olan Osman Hamdi’nin<br />

neden radikal önermelere itibar etmediği<br />

sorulmaktadır bu elli yıllık gecikmenin<br />

müsebbibi olarak ve Şeker Ahmet Paşa<br />

ve Süleyman Seyyid’e de tabi.<br />

Akabinde tanzimattan bu yana yenilikler<br />

peşinde koşan ve sonunda bileklerini<br />

keserek intihar eden sultan Abdülaziz’i<br />

müteakiben Meşrutiyet döneminin tüm


karışık ortamlarına ve Cumhuriyetin ilk<br />

yıllarındaki olanca zorluklara rağmen hız<br />

kesmeden sanatta atılımlar yapan Türkler<br />

mücerret resme de geç girmiş olabilirler.<br />

70li yıllara kadar, bu eş zamanlama<br />

konusunda araştırmalar yapanlar hayal<br />

kırıklığına uğramış olabilirler. Ama<br />

bugün artık, kitap resmi, süsleme, hüsn-ü<br />

hat gibi hayatın her alanında, sanatı<br />

yaşama kültürü içinde içselleştirmiş,<br />

otantik, orijinal bambaşka bir kültürden<br />

gelen insanların, batı sanatı karşısında<br />

reflekslerinin başka olabileceği ve kendi<br />

özgün koşulları içinde incelenmesi<br />

gerektiği konusunda toplumsal bir<br />

uzlaşma sağlanmıştır.<br />

Türk modern algısını mücerret<br />

resimde gören 50li yılların sanatçıları<br />

açtıkları sergilerde figüratif resimlerin<br />

yanında soyut resim denemelerini de<br />

-modernin- temsicisi olarak beraberce<br />

sergilemekteydiler.<br />

Türk sanatında iki önemli olay kırılmaya<br />

sebebiyet vermiştir.<br />

Bunlardan birincisi 1954 yılı Yapı Kredi<br />

Bankasının açmış olduğu iş ve istihsal<br />

adlı yarışmalı sergi sonuçlarıdır.<br />

Dışarıdan (Batıdan) gelen yabancı<br />

jürinin seçimleriyle akademik resmin 71<br />

yıllık geçmişi ve onu Ecole des Beaux<br />

Art a bağlayan 150 yıllık geçmişindeki<br />

figüre yönelik anlayış tarzı tartışmaya<br />

açılmıştır. Buna mukabil baktığınızda<br />

tuval dışına taşan heyecan dalgalarıyla<br />

sizi soyut bir girdabın içine çeken ifadeci<br />

bir tavır ödüllendirilmiştir. Resmin<br />

sanatçısı Türk sanatında özgün bir yeri<br />

olan Şakir Paşa ailesinin küçük kızları<br />

Aliye Berger’dir. Aliye Berger’in birincilik<br />

ödülünü almasının başka bir sonucu<br />

da kendisi gibi otodidakt (hazerfen)<br />

kişilere yol açması ve onlara cesaret<br />

vermesi ve onların daha iyi anlaşılmasını<br />

sağlamasıdır. Bunlar Yüksel Aslan,<br />

Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Cihat<br />

Burak ve Bubi gibi Türk sanatının çok<br />

şahsına mahsus karakterleridir. Yarışma<br />

sonuçları itibariyle sanattaki tekli yapının<br />

dışında da başka kuvvetlerin olabileceği<br />

fikrini de sağlamlaştırmıştır.<br />

Ayrıca Moderni soyut dışavurumcu<br />

bir ifade tarzı olarak beğenen, kişinin<br />

imzası gibi taklit edilemeyen üslup<br />

özellikleriyle de daha özgün ve içkin bir<br />

anlatım olarak kabul eden Adnan Çoker,<br />

Sarkis, Özdemir Altan, Şadan Bezeyiş’in<br />

plastik ifade biçimlerinde, seçtikleri<br />

yolda bir öz güven tazelemesi ve<br />

anlaşılmalarını sağlamıştır. Her ne kadar<br />

Bezeyiş dışındakiler daha sonra bu tavrın<br />

dışına çıksalar bile, o gün akademik<br />

figür anlayışına karşı bir başarıyı temsil<br />

etmişlerdir.<br />

Modernin tarifi sadece jestlere dayalı<br />

boyasal karakterlerle sınanmamıştır. Aynı<br />

zamanda geometri de, damarlarını Paul<br />

Ceazanne da bulan kübik denemelerin<br />

de bir sonucudur. Ayrıca rezerve bir<br />

kültür mirası olarak halk kültürü ve<br />

sevgisi, geleneklerle bağ kurma gibi<br />

ulusal arayışlar, hem figüre hem de<br />

nonfigüre hizmet etmiştir. 1948 yılında<br />

soyutta karar kılan Ferruh Başağa<br />

soyut ekspresyonda ki çalışmalarının<br />

istikametini yetmişli yıllardan itibaren<br />

soyut geometriye çevirmistir. On yıllık<br />

peryotlar halinde inceleyebileceğimiz<br />

sanat tarihimizde 50–60 arasının diger<br />

önemli ismi Adnan Çokerdir.<br />

| 7


8 |<br />

Yetmişli yıllar /moderrni<br />

postmoderne bağlayan yıllar<br />

Yetmişli yıllarda Nur Koçak’ın Paris’den<br />

dönüşüyle yeni figür araştırmalarına<br />

foto gerçekçi yöntemler de eklenerek<br />

dünyayla es zamanlı işler yapılmaya<br />

başlanmıştır. Kökü, Türk sanatında,<br />

Beaux Art yıllarının klasik çalışmalarına<br />

kadar uzanan gerçekçi figür anlayışının<br />

bugün, güncel sanatta da yeni kişilik ve<br />

yorumlarla devam ettiğini görüyoruz.<br />

Altmışlı yılların sonuna doğru insanlığın<br />

uzaya açılması 70’li yılların Türk<br />

sanatında Özdemir Altan’ın foto gerçekçi<br />

bir üslupla uzayın keşfini endişeli<br />

bir şekilde yorumlayan tuvallerinde<br />

tezahür etmistir. Mustafa Ata ve Alaattin<br />

Aksoy’un yerçekimsiz figürleri ve buna<br />

bugün Mehmet Günün yerçekimsiz<br />

çiçeklerinin yer aldığı tuvalleri de<br />

ekleyebiliriz. Ayrıca uzayın keşfini daha<br />

endişesiz Zekai Ormancının tuvallerinde,<br />

uzayın derinliklerindeki süpernova<br />

patlamaları da Güngör Taner’in<br />

tuvallerinde izleriz. Ömer Uluç ise bu<br />

alanı, giderek tanımlanmayı bekleyen<br />

ve yeni keşifler için davetkârca içine<br />

çeken, kendinden yüzey tekstürü ile<br />

de yüzeye geri dönmemizi sağlayan,<br />

gerçekler dünyasına yeni yöntemlerle<br />

yaklaşarak, yanılsama alanı problemlerini<br />

çeşitlendirmiştir. Bu bakımdan Mustafa<br />

Ata ile ortak kaygıları paylaşır. Tuvalin<br />

yüzeyine indirgenen uzay, Adnan<br />

Çoker’in resimlerinde, resmin esas<br />

problemi olarak ele alınmış ve eğer<br />

radikal bir önerme de bekliyorsak da<br />

-sanat adına- Adnan Çoker, yüzeyi<br />

tamamen boşaltarak, izleyiciyi uzayın<br />

karanlıklarında bırakarak yanılsama<br />

alanı olarak tuvalin yanal alanlarına<br />

kaymıştır. Bu aynı zamanda geleneklerin<br />

ağır yükünden kurtulmak isteyen,<br />

20 yy.ın başındaki ünovis yeni sanat<br />

felsefesini ortaya atan Kazimir Malievich<br />

ve çevresine, entelektüel bir sanat tarihi<br />

göndermesidir. (Siyah Kare)<br />

Türk sanatında ortak davranışlar bazen<br />

programlı ve beraber bazen de tek<br />

başına ortaya konmaktadır. Mavi grub<br />

elemanlarını birleştiren, sorunları birlikte<br />

çözme kollektivitesinden yarar umarak<br />

girişilen, ortak sergi projeleridir. Bu<br />

gruptaki Sarkis bilindiği üzere boyasal<br />

ekpresyondan daha sonra ayrılarak,<br />

düşünsel mevhumlarla iş yapan bir<br />

grup insanı da peşinden sürüklemiştir.<br />

Bunlar Serhat Kiraz, Şükran Aziz, Ergül<br />

Özkutan, Ahmet Öktem, Canan Beykal,<br />

Cengiz Çekil ve Şükrü Aysandır. Ayrıca<br />

Halil Akdenizi de bu gruba katarak, ulusal<br />

kaynaklardan yararlanmak konusunda,<br />

antikiteye kadar uzanan yüzeyde, yeni<br />

bir bildirişim sistemi yarattığını rahatça<br />

söyleyebiliriz.<br />

Mavi li dönemde soyut ekspresif isler<br />

yaparken, daha sonra<br />

sanatta radikal önermeler getiren mavi<br />

grubun diğer üyesi ise Altan Gürman’dır.<br />

Altan gerek askerlik dönemini ihtilalin<br />

merkezinde yaşaması, gerekse ikinci<br />

paylaşım savaşının dünyayı acımasızca<br />

kana boyamasını gördükten sonra daha<br />

az kutsal ve hayata daha yakın işşler<br />

yapmayı programlar. Tutumundaki<br />

ayrıksılık onu bugün modern ötesi<br />

sanatçıların başına koymamıza neden<br />

olmaktadır.<br />

Yetmişli yılların eleştirel sanatına yeni<br />

figür atağı aracılık eder. Yetmişli yılların<br />

başında, Adnan Çoker’in simetrik<br />

dengeye kavuşan kaosun siyahla


sınırlandırılması -Nurullah Berk’in<br />

deyimiyle- ‘oturmaya’ başlamıştır ve<br />

bugün Resim Heykel müzesinde bulunan<br />

başyapıtlar ortaya çıkar. Öte yandan<br />

Komet, Mehmet Güleryüz, Utku Varlık,<br />

Alaattin Aksoy, Neşe Erdok , yanlarına<br />

en gençleri Balkan Naci’yi de alarak<br />

1970 yılında güçlü bir figür atağına<br />

geçerler. Balkan Naci’nin en önemli<br />

özelliği yıkıcı bir uslup yenilenmesiyle<br />

beraber değişimdir. Fakat değişmiyen<br />

temaları, her periyotta boy gösterir.<br />

Balkan Naci’nin burada sergilenen<br />

eseri 1990 lı yıllara ait söze hapsolmuş<br />

efendiden bir çocuktan bahsetmektedir.<br />

Bu serginin açıklaması dilsiz alfabesiyle<br />

yapılarak Balkan’ın kendini açmayarak<br />

tersine açma gayesiyle iyice kapayarak<br />

Sırlarını ele vermemeye niyetli olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

1970 li yılların eleştirel sanat yapan bir<br />

diğer üyesi de Mustafa Ata’dır. Mustafa<br />

Ata, Balkan Naci ve Altan Gürman’ın<br />

ortak özellikleri tam olarak teşhis<br />

konmamış, mevcudiyeti bilinen ama<br />

tanımlanması zor egemenleri yüzlerini<br />

yok ederek tariflemeleridir. Mustafa<br />

Ata’nın figür analizleri daha sonraları<br />

daha fazla parçalanmayla beraber ve<br />

müziksel bir ritimle yüzeye yayılmaya<br />

başlamıştır.<br />

Altan Gürman’ın daha az kutsal olana<br />

yaklaşma yolunda sanatçıyı eserin<br />

içinden çekme denemelerinde hazır<br />

yapım malzemeler kullanılır. Bir<br />

sanat eserinin başkası tarafından da<br />

yapılabilecegi prensibi kavram sanatıyla<br />

da ilgilidir. 1970 lerden 1990’lı yılların<br />

dünyasına doğru gelindiğinde ‘birlikte iş<br />

yapmanın hatta mümkünse birden fazla<br />

partnerle işbirliği yapmanın kıymetli<br />

olduğu bir sivil toplum hareketinin<br />

sanata da yansıdığını görürüz. 1960–70<br />

li yıllardan bu yana birkaç dönemeçten<br />

geçen Özdemir Altan’ın sanatında,<br />

burada sergilenen yakın tarihli işinde,<br />

tuval yüzeyini kapatarak,alanları sadece<br />

seçtiği sanatçılara yaptırarak yine de<br />

kendisi olmayı başardığını görüyoruz.<br />

Yine bu görüşlerin olgunlaştırdığı bir<br />

ortamda Mustafa Ata ve Adnan Çoker<br />

de Vlam serisinde aynı tuvali paylaşma<br />

denemelerinde bulundular.<br />

1980li yılların sonunda başlayan Bienaller<br />

(1987) adeta soğuk savaşın biteceğini<br />

ve sınırların yıkılacağını haberliyordu.<br />

1860 larda Batıyla Paris-İstanbul arası<br />

başlayan ilişkiler daha sonra Tatbiki<br />

Güzel Sanatların kurulmasıyla beraber<br />

Almanya, Avusturya gibi ülkere kayarak<br />

açılımı ve ilşikileri çeşitlendirmeye<br />

başlamıştı. Buna yabancı misyonun<br />

verdiği burslar da eklenerek Batı nın<br />

sınırları genişlemiş oldu. 80li yıların<br />

sonunda yapılan bienaller ise tersine<br />

bir trafik öneriyordu. Artık bizim batıya<br />

gittiğimiz kadar da Batı bize gelecekti ve<br />

öyle de oldu. Fakat bienaller kurumlaşmış<br />

sanat ta bir kaygıya yol açmıştır.<br />

Bienaller yeni bir kırılma noktasıdır.<br />

Kurumlaşmış sanatçıların bir kısmı bienal<br />

karşıtı bir cephede mevzilendiler, bir kısmı<br />

da içinde yer alıp bienalce işler yaptılar.<br />

Buna mukabil seksenlerde o güne hizmet<br />

etmeyen işler 90larda değerlendirilmeye<br />

başlandı. Bu çabaların başka mühim bir<br />

sonucuda mütekabiliyet ilkesiyle merkezi<br />

de sarsmasıdır.<br />

90lı yıllar artık periferi ve merkezlerin<br />

yer değiştirmesiyle paradigmaların yer<br />

değiştirdiği, sanatçıların da dünyanın<br />

ritmine bağlanarak başka alternatif<br />

| 9


10 |<br />

gruplarla ortak işler yapmaya başladıkları<br />

bir dönemdir. Bienaller bizi dünyanın<br />

ritmine bağladı. En geniş anlamıyla<br />

periferi birbiriyle hal hamur oldu.<br />

Balkanlar, Ortadoğu buluşmaları sağlandı.<br />

Sanatçılar üretimlerini bir coğrafyaya bağlı<br />

olmadan ve egodan sıyrılarak, dünyanın<br />

başka bir köşesinde aynı endişeleri taşıyan<br />

insanlarla buluşarak ve birlikte yapmaya<br />

başladılar. Başka alternatif gruplar<br />

birbiriyle buluştu ve sanatçılar tekil<br />

olmaktan kurtuldu.<br />

Artık iki binlere geldiğimizde hem 1950–<br />

1960 arası sanatsal üretimlere başlayan<br />

,hem de 1990- 2000 arasında sanatsal<br />

üretime başlayan sanatçıların bir arada<br />

üretimlerine devam ettiklerini görüyoruz.<br />

Bu sergi bunu gösteriyor. Jenerasyonlar<br />

arası bir devamlılık var. 1950li yılları<br />

ikibinlere bağlayan soyut süreçte bu<br />

sanatçıların birçok kesişme noktasından<br />

bahsedebiliriz. Söz konusu en fazla özgür<br />

olabildikleri alan tuvalse bir o kadar da<br />

özgün bir dil yaratmayı başabildiklerini<br />

söylemeliyiz. Bununla beraber bu özgün<br />

yaratma sürecinde istikameti her an<br />

değiştirebilecek güçleri ve cesaretleri<br />

var. Sadece ve sadece kendileri olmayı<br />

deniyorlar, yüzeyde veya derinlikte.<br />

Pazara yönelik gelişmeler bir süreç ve önü<br />

açık bir süreçtir ve söylenmemiş sözlerse<br />

yapılmamış işlere aittir.<br />

Türk Sanatçısının Misyonu<br />

Batıya 150yıl önce ilk gidenler<br />

geldiklerinde ne yaptılar? Örneğin Osman<br />

Hamdi Bey İstanbul’a döndüğünde ilk<br />

dört yıl içinde hem Mekteb-i Sanayi-i<br />

Nefise-i Şahane yi hemde arkeoloji<br />

müzesini kurarak başına geçmiştir.<br />

Gelenekten bahsedeceksek Osman<br />

Hamdi nezdinde, Türk sanatını 150 yıllık<br />

bir süreçte Osmanlı münevverinden,<br />

cumhuriyetin aydınlarına taşıyan bir<br />

gelenekten bahsedebiliriz. Bu süreçte<br />

batıya giderek batı tipi sanatta etütler<br />

yapanlar, memlekete döndüklerinde<br />

resim yapmanın dışında, daima toplumu<br />

ileriye götürecek yeniliklere öncü<br />

olmuşlar, bildiklerini paylaşma gayreti ile<br />

hocalık yapmışlardır.<br />

Tunca Sanat Galerisinde, 2000li yıların<br />

bir panoromasını gösteren bu sergideki<br />

ressamların 36 sından 18 inin hoca olması<br />

bunun bir kanıtıdır.<br />

Şeker Ahmet Paşa da yurda döndüğünde<br />

ilk resim sergilerini (1873, 1875)<br />

düzenlemiştir. Süleyman Seyit hocalık<br />

yapmıştır. Halil Paşa, Sanayi-i Nefise<br />

Mekteb-i Âlisi müdürlüğü yapmıştır.<br />

Son halife Abdülmecit Efendinin bizzat<br />

resim yapmaktaki kuvvetli arzuları ve<br />

bu yolda bütün Osmanlı münevverlerini<br />

etrafına toplayarak oluşturduğu ortamda<br />

hem onlardan kuvvet alması hem de<br />

onları desteklemesi batı tipi resim yapma<br />

çabaları arasında anılmalıdır. İslam’ın<br />

son halifesi Veliaht Abdülmecit Efendi<br />

aynı zamanda 1908 yılında ilk olarak<br />

Osmanlı Ressamlar Cemiyetini kurmuştur.<br />

Bir yandan planlarını kendi yaptığı<br />

köskte duvarları geleneksel sanatlarla<br />

süslemiş ve öte yandan bu mekanda<br />

batı tipi resim örnekleri çalışarak 1918<br />

Viyana sergisine katılmış, Doğu ile Batı<br />

arasında, kültürün oluşmaya başlayan ikili<br />

karakterine iyi bir örnektir. Bu köşke ayrıca<br />

yeteneklerini taktir ettiği Hüseyin Avni<br />

Lifij’e bir duvar resmi yaptırmıştır. Hoca Ali<br />

Rıza ise Abdülmecit Efendinin Kurduğu<br />

Osmanlı Ressamları Cemiyetine dört sene<br />

başkanlık yapmıştır. Yine Türk sanatında


çok şahsına mahsus bir figür olan Mihri<br />

Müşfik Hanım 1913 de Darülmuallimat,<br />

İnas Sanayi-i Nefise de hoca ve daha<br />

sonrada müdürlük yapmıştır. Tüm Çallı<br />

kuşağı da hemen hemen aynı yolu<br />

izleyerek hocalık yapmış Batıda (Paris<br />

de) gördükleri eğitimi ve bilgileri -hem<br />

sanatlarıyla hem de hocalıklarıyla -<br />

paylaşmışlardır.<br />

Bu geleneği teslim alanlardan Adnan<br />

Çoker, aynı zamanda Resim Heykel<br />

Müze si müdürlüğü yapmıştır. Adnan<br />

Çoker resimleriyle Türk sanatına<br />

yaptığı büyük katkının yanında sanat<br />

tarihi çalışmalarıyla da çok yol açıcı<br />

ve zihin açıcı çalışmalar ve faaliyetler<br />

gerçekleştirmiştir. Yine Devrim Erbil<br />

sanatıyla sanata yaptığı büyük katkının<br />

beraberinde Müze müdürlüğü hocalık<br />

yapmış ve ayrıca memleketi Balıkesir’e<br />

bir müze kazandırmıştır. Yine Burhan<br />

Doğançay’ın ve Hüsamettin Koçan’ın<br />

Baksı müzesi çabaları bu doğrultuda<br />

degerlendirilmelidir. Resam Tomur Atagök<br />

ve ressam Yusuf Taktak’ın müze kurma<br />

çabaları yine 150 yıl öncesine bağlanan<br />

Osman Hamdi Bey geleneği içinde<br />

değerlendirilmelidir.<br />

Bu hocalar ve aktivistler sadece kendi<br />

sanatsal problemleriyle uğraşmakla<br />

kalmadılar genelde sanatın problemlerini<br />

de önlerine çektiler. Bedri Baykam<br />

Şükran Moral bu anlamda kaleyi<br />

içerden fethedecek aktivist eylemler<br />

yaptılar. Bazende bunları bir sanat<br />

gösterisine dönüştürdüler (Sanat Tarihine<br />

Güvenmeyiniz ve Irkçı Avrupa Kültürü).<br />

Yine Bedri Baykam ‘Maymunlara Resim<br />

Yapma Hakkı’ bildirisini ‘Dünyanın<br />

Sihirbazları’ sergisi önünde sergi<br />

düzenleyenlerin tutumunu protesto<br />

ederek sundu. Plastik sanatçılar<br />

derneğinde toplanan sanatçılar<br />

sanat konusunda çeşitli etkinlikler<br />

düzenlemekte yayınlarla sanat ortamının<br />

gelişmesine yardımcı olmaktalar.<br />

Yine Çallı Kuşağıyla Pariste yollarının<br />

kesişip kesişmediğini merak ettiğim<br />

Osmanlı Banker ailesi Camondoların<br />

sanat anarşistleri empresyonistlerin<br />

eserlerinden oluşan 804 parçalık<br />

koleksiyonu, 1907 de Louvre a sokma<br />

manevralarını incelemeye değer<br />

buluyorum. Ondan önce ilk Müslüman<br />

kolleksiyoner Halil Şerif Paşanın150 yıl<br />

önce bu günün çağdaş sanatına tesir<br />

edecek siparişleriyle ve satın almalarıyla<br />

sanatın içinde oynadığı rolü çok değerli<br />

buluyorum.<br />

Hal böyleyken sanatımızın yurt sınırlarını<br />

aştığında ki kıymeti harbiyesini<br />

sorgulayanlara yukardaki örnekleri<br />

anımsatmak istedim. Sanat uğraşısının<br />

yanında kıymetli zamanlarından ayırarak<br />

ve feda ederek bir sürü yan uğraş için<br />

Osman Hamdi figürünü ayakta tutan<br />

sanatçılardan daha başka ne isteyebiliriz?<br />

Artık sanatta yeni figürlerin ortaya çıkarak<br />

sanatçılara taşıtmamamız gereken bazı<br />

görevleri ve rolleri onların sırtından<br />

alarak kıymetli zamanlarını sadece ve<br />

sadece sanat üretimi için kullanmalarını<br />

sağlayamaz mıyız?<br />

Tunca Sanat Galerisinin bu anlamda<br />

koleksiyonunu sanat tarihi çalışmaları<br />

desteğinde değerlendirmesini önemli ve<br />

takdire şayan buluyorum.<br />

Mahmut Nüvit<br />

27.04.2010 / Feneryolu<br />

info@mahmutnuvitmimarlik.com.tr<br />

| 11


12 |


As a ‘Reaching the Level<br />

Of Contemporary Civilizations’<br />

The Trial By Modernity of<br />

Turkish Art<br />

Having, since the period of the Tanzimat,<br />

made modernization the chief condition for<br />

development, the society in question has, we<br />

may say, passed its examination in art with<br />

flying colors.<br />

Just think. An authentic, original culture<br />

which for centuries had merged with great<br />

cultures in the East (cultures which were<br />

mainly based on Islam) for the past two<br />

centuries has made a project of the Western<br />

tendencies toward which it directed itself,<br />

and in a short span of time accomplished<br />

this aim. Such an achievement is owing to<br />

the fact that for centuries Turkish life was<br />

closely bound up with the arts. In addition,<br />

it was in our favor that those artists were not<br />

impeded who could develop the background<br />

necessary to establish a tradition of making<br />

art in the Western sense.<br />

The Beginnings of a Connection with<br />

Western Art<br />

Relations with Western art in the Ottoman<br />

realm began in the 15 th century when, in 1479<br />

as part of the peace pact concluded with the<br />

Venetian Republic, Mehmet the Conqueror<br />

asked for a painter to be sent to the court at<br />

Topkapı Palace. Gentile Bellini came from a<br />

family of Venetian artists; he first gained the<br />

favor of Mehmet by doing paintings at the<br />

palace, and ultimately was able to execute<br />

a portrait of the sultan himself. Beyazıt, the<br />

religious fanatic who succeeded Mehmet,<br />

banished these paintings to the marketplace,<br />

and thus relations with the West came to an<br />

end, at least where the art of painting was<br />

concerned.<br />

A connection with Western art was<br />

established four hundred years later, when<br />

in the 19 th century during the reign of Sultan<br />

Abdülaziz envoys were sent westward to<br />

Paris, usually for training with a military<br />

purpose. These relations continued in<br />

the time of Sultan Abdülhamit. After the<br />

founding of the Republic as well, students<br />

were still sent to Paris thanks to a law passed<br />

in favor of gifted children. Later, too, curious<br />

to know what the artistic bohemian life was<br />

all about, a number of Turkish artists settled<br />

in the French capital (some of them full time,<br />

| 13


14 |<br />

others part time), so that the Paris-Istanbul<br />

connection which started with Osman Hamdi<br />

Bey in 1860 has held fast for 150 years, right<br />

up until 2010.<br />

Avant-garde Turks<br />

Osman Hamdi bey was the first to go,<br />

followed by Şeker Ahment Paşa in 1864. The<br />

former stayed in Paris 9 years, the latter 7<br />

years, studying under such realism-oriented<br />

orientalist painters as Gustave Clarens<br />

Rodolphe Boulanger and Jean-Leon Gerome.<br />

Also, starting in 1862, Süleyman Seyyid was<br />

tutored for 13 years by the academic artist<br />

Alexandre Cabanel. Of approximately the<br />

same age, these young men spent their<br />

years between the ages of 22 and 27 in<br />

the same city at the same school, taking<br />

lessons from the same teachers, and it would<br />

be worthwhile looking at the way they<br />

interacted, the conversations they had, and<br />

in general the give and take among them.<br />

Another Ottoman aristocrat, Halil Şerif Paşa,<br />

whose collection included the century’s most<br />

daring picture, in 1864 resigned from his<br />

post in St. Petersburg and returned to Paris.<br />

In the broad span of time from 1864 to 1869,<br />

didn’t this little group of young men have<br />

any contact with him? Halil Şeref Paşa had a<br />

wide circle made up of painters, writers and<br />

actors. He personally visited artists’ studios<br />

and commissioned paintings. And then there<br />

was Sultan Abdülaziz, about the same age<br />

as Halil Şeref Paşa. When he came to see<br />

the Exposition Universelle in 1867 at the<br />

invitation of Napoleon III, didn’t his path cross<br />

at all with that of this little group? We know<br />

that Sultan Abdülaziz’s visit to Paris turned<br />

into a brief tour of Europe, and that he lent<br />

financial support to the Bayreuth opera and<br />

to Richard Wagner. These artists lived in Paris<br />

for many years during the reign of Sultan<br />

Abdülaziz, and each is of major importance<br />

from the standpoint of Turkish art history.<br />

Their years in Paris would be well worth<br />

studying, especially in terms of that history.<br />

In my opinion the relationships and interests<br />

of these students must have been shared by<br />

their teachers, who in the classical academic<br />

framework were drawn to orientalism.<br />

A Constant Destination after the<br />

Proclamation of the Meşrutiyet<br />

Halil Paşa went to Paris during the reign of<br />

Sultan Abdülhamid (from 1880 to 1888),<br />

and he too took lessons, from Gustave<br />

Claude Etienne Courtois and Jean-Leon<br />

Gerome. Adnan Çoker has said that Halil<br />

Paşa came home from Paris (1886) having<br />

absorbed Impressionist influences. But the<br />

real impressionism was brought to Turkey,<br />

again from Paris, in the years 1910 and 1914<br />

by Çallı İbrahim and his generation, who<br />

were tutored by such teachers as Jean-Paul<br />

Laurens and Fernand Cormon. Although the<br />

first exhibition to speak of “impressions” was<br />

held at Nadar’s studio in 1874, we know that<br />

from 1859 onwards there were radicals with<br />

fresh views who rebelled against academism<br />

in painting. It was at this time that Osman<br />

Hamdi bey began to work in Paris. In 1860<br />

Osman Hamdi was a talented youth of 18<br />

who was keenly interested in painting, and<br />

the question is, why did he not heed the<br />

radical proposals (thus causing a delay of fifty<br />

years); not to mention Şeker Ahmet Paşa and<br />

Süleyman Seyyid.<br />

Subsequently, after the reign of Sultan<br />

Abdülaziz who sought innovation and<br />

ultimately committed suicide by slashing his<br />

wrists, Turks made advances in art despite<br />

the turbulence of the Meşruiyet period and<br />

the barely surmountable difficulties of the<br />

early Republic. It is true that they were late


to discover abstract painting, and that up to<br />

the 70s those who explored this matter of<br />

simultaneity suffered disappointment. But<br />

by now there is a general consensus that a<br />

people who come from an authentic, original,<br />

unique culture where art was part and<br />

parcel of life in every area, including book<br />

illustration, embellishment and calligraphy –<br />

that this people may have different reflexes in<br />

the face of western art, and must be studied<br />

on their own terms.<br />

The artists of the 50s saw the perception of<br />

Turkish modernity in abstract painting, and<br />

in their exhibitions, alongside figurative<br />

pictures, they showed their experiments with<br />

such painting to represent modern trends.<br />

Two important events in Turkish art gave rise<br />

to new departures.<br />

The first of these was the result of the<br />

competitive exhibition held by Yapı Kredi<br />

Bank in 1954 and entitled work and<br />

production.<br />

The jury consisted of foreign members from<br />

the West, and with their choices a debate<br />

was opened concerning the 71-year history<br />

of academic painting and the approach to<br />

the figure inherent in the 150-year history<br />

that tied those 71 years to the Ecole des<br />

Beaux Arts. Correspondingly, an expressionist<br />

approach was rewarded, one whose waves of<br />

excitement spilled out of the canvas to drag<br />

the spectator into a maelstrom of abstraction.<br />

The author of this painting was Aliye Berger,<br />

younger daughter of the Şakir Paşa family,<br />

which occupied a special place in Turkish art.<br />

When she was awarded first prize, one result<br />

was to pave the way for autodidactic painters<br />

like herself, to encourage them and earn for<br />

them greater understanding. These other selftaught<br />

painters were the likes of Yüksel Aslan,<br />

Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Cihat Burak<br />

and Bubi, characters in Turkish art who went<br />

their own way. The results of this competition<br />

reinforced the idea that other forces might<br />

exist in Turkish art, outside the singularistic<br />

structure which had obtained till then.<br />

In addition there were artists who favored<br />

Modernism as an abstract expressionist style,<br />

and who saw it, because like a signature its<br />

stylistic elements could not be imitated, as<br />

being more original and immanent. These<br />

artists included Adnan Çoker, Sarkis, Özdemir<br />

Altan, and Şadan Bezeyiş, who in their forms<br />

of plastic expression secured a reawakening<br />

of self-confidence and greater understanding<br />

of the path which they were pursuing. And<br />

even though, apart from Bezeyiş, they later<br />

diverged from this path, at the time they<br />

represented a successful rejection of the<br />

academic approach to the figure.<br />

The examination to which the description of<br />

modernity was subjected did not limit itself<br />

to painterly characters based on gesture.<br />

At the same time geometry too was an<br />

outcome of cubic experiments whose roots<br />

reached back to Paul Cezanne. Furthermore,<br />

as a cultural heritage in reserve, folk culture<br />

and love of the people served both the<br />

figure and the non-figurative, as did such<br />

national explorations as establishing a tie<br />

with tradition. Having settled on abstraction<br />

in 1948, Ferruh Başağa turned to abstract<br />

geometry starting in the seventies. Our<br />

art history can be studied in decade-long<br />

periods, and two other great names of the<br />

time between 1950 and 1960 are Adnan<br />

Çoker.<br />

The Seventies / Years Which Connected the<br />

Modern to the Postmodern<br />

In the 1970s, with Nur Koçak’s return from<br />

Paris, photo-realistic methods were conjoined<br />

to new departures in the figure as work<br />

began to be done which was simultaneous<br />

| 15


16 |<br />

with what was happening elsewhere in the<br />

world. Realistic approaches to the figure,<br />

approaches whose roots in Turkish art go<br />

back as far as the classical works of the Beaux<br />

Arts years, continue today in topical art as<br />

well, although in a fresh guise with new<br />

interpretations.<br />

Toward the end of the sixties, the penetration<br />

of outer space by humankind was manifested<br />

in the Turkish art of the 70s through canvases<br />

by Özdemir Altan which in a photo-realistic<br />

style provided an anxious take on the<br />

exploration of space, and also in canvases<br />

executed by Mustafa Ata and Alaattin<br />

Aksoy which featured figures freed from the<br />

attraction of gravity. To this duo we might<br />

add the present-day canvases of Mehmet<br />

Gün with their gravity-defying flowers.<br />

In addition there were canvases by Zekai<br />

Ormancı which treated the exploration of<br />

space less anxiously, and those by Güngör<br />

Taner which featured supernova explosions<br />

deep in the universe. Meanwhile Ömer<br />

Uluç was treating this area as one which<br />

increasingly awaited description and had a<br />

centripetal force inviting new discoveries, as<br />

he produced variations on the problems of<br />

illusion using a spontaneous surface texture<br />

which drew the spectator back to the surface<br />

itself, approaching the world of facts using<br />

fresh methods and offering variations on<br />

the problems of illusion. In this respect his<br />

concerns were shared by Mustafa Ata. In the<br />

paintings of Adnan Çoker space is reduced<br />

to the canvas surface and dealt with as the<br />

fundamental problem of the pictorial art, and<br />

if we expect a radical proposition – in the<br />

name of art – Çoker completely empties the<br />

surface to leave the spectator in the darkness<br />

of space and, as a zone of illusion, slip into<br />

the virtual aspects of the canvas. At the same<br />

time this is a reference of an intellectual art<br />

historical nature, an allusion (Black Square)<br />

to Kazimir Malievich and his entourage, the<br />

same Malievich who in the early 20 th century<br />

put forward the new üniovis art philosophy<br />

whose essential aim was to liberate art from<br />

the heavy burden of tradition.<br />

In Turkish art joint departures sometimes are<br />

programmed, emerging in concert, and at<br />

other times are produced by artists acting<br />

alone. It was joint exhibition projects which<br />

brought together the elements of the Blue<br />

Group, projects which it was hoped would<br />

benefit from collectivity in the finding of<br />

solutions. It is well known that Sarkis later<br />

rejected painterly expression and drew in his<br />

wake a group of people who worked with<br />

philosophical concepts. This group consisted<br />

of Serhat Kiraz, Şükran Aziz, Ergül Özkutan,<br />

Ahmet Öktem, Canan Beykal, Cengiz Çekil<br />

and Şükrü Aysan. In addition we can include<br />

in the group Halil Akdeniz, who in the matter<br />

of drawing on national sources produced a<br />

surface that reached back to antiquity as he<br />

created a new system to convey his ideas.<br />

The other member of the Blue Group to first<br />

do abstract expressionist works and later put<br />

forward radical proposals in art was Altan<br />

Gürman. Altan was programmed to do less<br />

sacred, more mundane work firstly by being<br />

located at the heart of the coup during his<br />

military service, and secondly by seeing how<br />

WWII plunged the world into a bloodbath. It<br />

is the eccentricity in his approach that leads<br />

us today to place him at the head of the list of<br />

postmodern artists.<br />

The thrust toward neo-figuration<br />

intermediated in the critical art of the<br />

seventies. Early in this decade Adnan Çoker<br />

restricted to black a chaos that achieved<br />

symmetric equilibrium, and as this approach<br />

began to ‘settle’ (in the words of Nurullah<br />

Berk) masterpieces emerged which are now


in the Museum of Painting and Sculpture.<br />

Meanwhile Komet, Mehmet Güleryüz,<br />

Utku Varlık, Alaattin Aksoy and Neşe Erdok<br />

willingly included Balkan Naci (the youngest<br />

of them) in their circle to launch a powerful<br />

figurative movement in 1970. Balkan Naci’s<br />

most important characteristic is the renewal<br />

of an aggressive style coupled to change.<br />

But in all of his periods there are unchanging<br />

themes. The Balkan Naci work displayed<br />

here speaks of a lord and child imprisoned<br />

in words and dating from the 1990s. The<br />

fact that the explanation of this exhibition is<br />

given in deaf-mute sign language shows that<br />

Balkan, not giving himself away but on the<br />

contrary fully concealing with the intention<br />

of revelation, is determined not to squeal on<br />

the Sirs.<br />

Another painter who produced critical art<br />

in the 1970s is Mustafa Ata. The common<br />

characteristics of Mustafa Ata, Balkan Naci<br />

and Altan Gürman have not been completely<br />

diagnosed. One may say it is their depiction<br />

of members of the ruling class with their<br />

faces blotted out, people whose existence<br />

is known but who are difficult to describe.<br />

Mustafa Ata’s figure analyses later, although<br />

becoming more highly fragmented, began<br />

to spread over the surface accompanied by a<br />

musical rhythm.<br />

When Altan Gürman decided to approach<br />

subjects that were less sacred he executed<br />

experiments that pulled the artist out of<br />

the work, and in these readymade materials<br />

were used. The principle that a work of art<br />

can be done by someone else has to do<br />

with concept art. As we leave the 1970s and<br />

approach the world of the 1990s, we note<br />

there is a reflection in art as well of the civil<br />

society idea that it is worthwhile to work<br />

together and indeed, if possible, collaborate<br />

with more than one partner. Having<br />

experienced several twists and turns in his<br />

art since the 1960s and 70s, Özdemir Altan in<br />

the recent work displayed here has covered<br />

the surface of the canvas and had other<br />

artists execute only those areas which he has<br />

chosen, once again managing to be himself.<br />

In a milieu ripened by such views, Mustafa<br />

Ata and Adnan Çoker in the Vlam cycle have<br />

experimented with sharing the same canvas.<br />

The Biennials which started in the late 1980s<br />

(1987, to be precise) seemed to proclaim<br />

that the cold war would end and borders be<br />

erased. In the 1860s relations with the West<br />

commenced along the Paris-Istanbul axis,<br />

and later, with the founding of the School<br />

of Applied Arts, shifted to such countries<br />

as Germany and Austria as rapprochement<br />

and relations began to be more variegated.<br />

When we add to this the fact that the foreign<br />

mission gave scholarships, the result was an<br />

expansion of Western borders. The biennials<br />

held in the late 1980s, on the other hand,<br />

proposed traffic running in the opposite<br />

direction. Henceforward the West would<br />

come to us as much as we went west, and this<br />

indeed is what happened. But the biennials<br />

gave rise to concern within the ranks of<br />

institutionalized art.<br />

It was a new turning point. Certain<br />

institutionalized artists took up positions<br />

opposing the biennials, while others took<br />

part in them and did biennial-type work.<br />

Correspondingly, work which in the eighties<br />

did not serve the needs of the day, in the 90s<br />

began to be put to use. Another important<br />

result was the shaking up of the center by the<br />

principle of correspondence.<br />

The 90s were a period during which, as the<br />

periphery and the centers changed places,<br />

paradigms did likewise, and artists meshed<br />

with the rhythm of the world to do joint work<br />

with other alternative groups. Biennials tied<br />

| 17


18 |<br />

us to the rhythm of the world. In the broadest<br />

sense those on the periphery became cozy<br />

with one another as meetings of the Balkans<br />

and Middle East were arranged. Artists<br />

began to do their work without a tie to any<br />

region, shedding their egos to join forces<br />

with people from other corners of the world<br />

who shared their concerns. Other alternative<br />

groups came together, and artists were no<br />

longer solitary.<br />

Coming to the new millennium we see that<br />

artists who started producing work between<br />

1950 and 1960 continue to work alongside<br />

those who became active between 1990 and<br />

2000, and this is borne out by the present<br />

exhibition. There is an inter-generational<br />

continuity. We may speak of numerous points<br />

of intersection among these artists in the<br />

process of abstraction which links the 1950s<br />

to the 2000s. Although the area in which they<br />

have the greatest freedom is the canvas, it<br />

should be said that they have begun to create<br />

a language which is equally original. At the<br />

same time they have the power and daring<br />

to change direction at any moment in this<br />

process of original creation. They strive to be<br />

only themselves, on the surface or in depth.<br />

Market-oriented developments are a process,<br />

one that is open-ended and unspoken words<br />

have to do with unaccomplished deeds.<br />

The Mission of the Turkish Artist<br />

Those who first went to the West 150 years<br />

ago – what did they do when they came<br />

back? Well, as an example, when Osman<br />

Hamdi Bey returned to Istanbul, within four<br />

years he had founded both the Academy of<br />

Fine Arts and the archeological museum, of<br />

which he became curator. Following in the<br />

footsteps of Osman Hamdi, we may speak of<br />

a tradition which over the course of 150 years<br />

has carried Turkish art from the enlightened<br />

souls of Ottoman times to the intellectuals of<br />

the republic. In this process those who went<br />

west and studied western-style art, when<br />

they returned to Turkey not only painted but<br />

always pioneered innovations which would<br />

advance society, and taught with the aim of<br />

sharing what they knew.<br />

This exhibition at Tunca Art Gallery provides<br />

a panorama of the 2000s, and what we have<br />

just said above is borne out by the fact that of<br />

the 36 artists in the show, 18 are teachers.<br />

Şeker Ahmet Paşa too, when he returned to<br />

his homeland, held the first exhibitions (1873,<br />

1875). Süleyman Seyit gave instruction, and<br />

Halil Paşa served as director at the Academy<br />

of Fine Arts.<br />

Among the efforts to do western-style<br />

paintings should be mentioned the strong<br />

desire to paint of the last caliph, Abdülmecit<br />

Efendi, and the fact that in this pursuit<br />

he created around him a circle of all the<br />

enlightened Ottomans, not only drawing<br />

strength from them but also lending them<br />

support. Abdülmecit Efendi was not only<br />

Islam’s last caliph, he was also the Heir<br />

Apparent, and at the same time he first<br />

founded the Society of Ottoman Painters in<br />

1908. On the one hand he himself drew the<br />

plans for his manor and embellished its walls<br />

with traditional artistic motifs, while on the<br />

other he executed western-style paintings<br />

in this manor and with them took part in<br />

the 1918 Vienna exhibition, thus serving as<br />

a fine example of the dual character that<br />

had begun to form in culture between the<br />

East and West. In this manor he also asked<br />

that a mural be done by Hüseyin Avni Lifij,<br />

whose talents he admired. As for Hoca Ali<br />

Rıza, he served for four years as chairman<br />

of the Society of Ottoman Painters which<br />

Abdülmecit Efendi had founded. Another<br />

unusual figure in Turkish art, Mihri Müşfik


Hanım, in 1913 taught at a school which<br />

trained women to be teachers, a school<br />

where she later was director. And the entire<br />

Çallı generation followed approximately<br />

the same path, teaching and sharing – both<br />

as artists and instructors – the training and<br />

knowledge they had acquired in the West (in<br />

Paris).<br />

Our Mentor Adnan Çoker, who also carried<br />

on this tradition, at the same time served<br />

as curator of the Museum of Painting<br />

and Sculpture. In addition to the great<br />

contribution he has made to Turkish art<br />

through his paintings, with his activities<br />

in art history Adnan Çoker has carried out<br />

path-breaking, illuminating studies and<br />

other activities. There is also Devrim Erbil,<br />

who together with the great contributions<br />

he has made by producing art has acted<br />

as a museum curator and teacher as well<br />

as building a museum in his home town of<br />

Balıkesir. Burhan Doğançay, too, has made<br />

efforts which should be assessed along these<br />

lines, as should those of Hüsamettin Koçan<br />

regarding the Baksı Museum. And the efforts<br />

of the painters Tomur Atagök andYusuf Taktak<br />

to found a musem should be appreciated as<br />

part of the Osman Hamdi Bey tradition that<br />

goes back 150 years.<br />

These teachers and activists were not<br />

content merely to tackle their own artrelated<br />

problems, but also have dealt<br />

with the problems of art in general. Bedri<br />

Baykam and Şükran Moral in this sense have<br />

engaged in activist endeavors that tended to<br />

capture the citadel from within, sometimes<br />

turning these endeavors into art shows (We<br />

Must Distrust Art History and The Racist<br />

European Culture). Bedri Baykam in particular<br />

protested against the stance taken by those<br />

who organized an exhibition in front of his<br />

own, which was entitled ‘Magicians of the<br />

World,’ by presenting a manifesto under<br />

the heading ‘The Right of Monkeys to Make<br />

Pictures.’ Meanwhile artists who gather in<br />

the association of plastic artists hold various<br />

activities on the topic of art, and through<br />

their publications help the art milieu to<br />

develop.<br />

I also wonder whether the paths of the<br />

Çallı Generation crossed in Paris with those<br />

of the Camondos, an Ottoman family of<br />

bankers whose 804-piece collection of works<br />

by art anarchists and impressionists they<br />

managed to get into the Louvre in 1907<br />

through maneuvers which I feel would be<br />

well worth investigating. Before that there<br />

was Halil Şerif Paşa, a collector who bought<br />

and commissioned works 150 years ago<br />

which still affect contemporary art in our day<br />

and played a role in art which I find highly<br />

estimable.<br />

Such being the case I wanted once again to<br />

point out the above examples to those who<br />

question whether works by Turkish artists<br />

which manage to cross our borders are of any<br />

value. What more can we ask of the artists<br />

who, apart from their profession, spend their<br />

precious time, indeed sacrifice it, to keep<br />

the figure of Osman Hamdi vital for the sake<br />

of a slew of ancillary aims? Henceforward<br />

in art new figures should emerge to relieve<br />

artists of certain duties and roles, lifting these<br />

from their shoulders so that they (the artists)<br />

can devote their precious time solely to the<br />

production of art. Shouldn’t this be possible?<br />

I find it important and admirable that in this<br />

sense the Tunca Art Gallery makes use of its<br />

collection to support work in art history.<br />

Mahmut Nüvit<br />

April 27, 2010 / Feneryolu<br />

info@mahmutnuvitmimarlik.com.tr<br />

| 19


20 |


| 21


22 | Haluk Akakçe 250x160 cm 2009 Ahşap panel üzerine karışık teknik


24 | Onay Akbaş 160x129 cm 1998 Tuval üzerine yağlıboya


| 25


26 |


Halil Akdeniz 180x197 cm 2010 Tuval üzerine akrilik / karışık teknik Kültür İmleri<br />

| 27


28 | Halil Akdeniz 197x180 cm 2010 Tuval üzerine akrilik / karışık teknik Kültür İmleri


| 29


30 | Erol Akyavaş 92x70 cm Tuval üzerine yağlıboya


| 31


32 | Özdemir Altan 200x200 cm 2008 Tuval üzerine karışık teknik Berlin Haritası


| 33


34 |


Aydın Ayan 89x116 cm 2004 Tuval üzerine yağlıboya<br />

| 35


36 |<br />

Mustafa Ata 97x130 cm 2010 Tuval üzerine karışık teknik


Mustafa Ata 150x180 cm 2010 Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 37


38 |<br />

Mustafa Ata 150x180 cm 2010 Tuval üzerine karışık teknik


Mustafa Ata 150x180 cm 2010 Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 39


40 |


Ferruh Başağa 96x126 cm 2009 Tuval üzerine yağlıboya<br />

| 41


42 |<br />

Ferruh Başağa 140x95,5 cm 2006 Tuval üzerine yağlıboya


Ferruh Başağa 140x96 cm 2006 Tuval üzerine yağlıboya<br />

| 43


44 |


Şadan Bezeyiş 125x197 cm 2005 Tuval üzerine yağlıboya<br />

| 45


46 |<br />

Şadan Bezeyiş 125x135 cm 2005 Tuval üzerine akrilik


Şadan Bezeyiş 125x118 cm 2005 Tuval üzerine akrilik<br />

| 47


48 |


Şadan Bezeyiş 89x132 cm 2005 Tuval üzerine kolaj<br />

| 49


50 |


Bubi 100x200 2010 cm Karışık malzeme / karışık teknik<br />

| 51


52 |


Zahit Büyükişleyen 150x400 cm 2010 Tuval üzerine yağlıboya Dörtyol Soyutlaması<br />

| 53


54 |<br />

Adnan Çoker 140x140 cm 2000 Tuval üzerine akrilik Sarıda Burçlar


Adnan Çoker 150x150 cm 2008 Tuval üzerine akrilik Ritm+ Ritm<br />

| 55


56 |<br />

Burhan Doğançay 76x57 cm 1981 Kağıt üzerine guvaj


Burhan Doğançay 76x57 cm 1981 Kağıt üzerine guvaj<br />

| 57


58 |<br />

Devrim Erbil 125x125 cm 2007 Tuval üzerine karışık teknik


Devrim Erbil 125x125 cm Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 59


60 |


Devrim Erbil 100x140 cm 2005 Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 61


62 |


Devrim Erbil 140x250 cm 2009 Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 63


64 | Neş’e Erdok 200,5x129,5 cm 1987 Tuval üzerine yağlıboya Suç Ve Ceza


| 65


66 | Adem Genç 130x111 cm 2005 Tuval üzerine akrilik


| 67


68 |<br />

Adem Genç 200x150 cm 2000 Tuval üzerine akrilik


Adem Genç 177x199 cm 2010 Tuval üzerine akrilik<br />

| 69


70 | Adem Genç 140x120 cm 2002 Tuval üzerine akrilik


| 71


72 | Mehmet Güleryüz 150x149,5 cm 1985 Tuval üzerine yağlıboya


| 73


74 |


Mehmet Gün 187x287 cm 2010 Keten tuval üzerine karışık teknik<br />

| 75


76 |


Ahmet Güneştekin 200x300 cm 2010 Tuval üzerine yağlıboya Ölümsüzlük Otu<br />

| 77


78 | Ergin İnan 100x70 cm 2004 Mdf üzerine karışık teknik


| 79


80 |<br />

Ergin İnan 70x50 cm 2007 Mdf üzerine karışık teknik


Ergin İnan 70x50 cm 2007 Mdf üzerine karışık teknik<br />

| 81


82 |<br />

Ergin İnan 70x50 cm 2007 Mdf üzerine karışık teknik


Ergin İnan 70x50 cm 2007 Mdf üzerine karışık teknik<br />

| 83


84 |<br />

Ergin İnan 251x91 cm 2008 Mdf üzerine karışık teknik


Ergin İnan 254x93 cm 2010 Mdf üzerine karışık teknik<br />

| 85


86 | Balkan Naci İslimyeli 105x92 cm 1990 Tuval üzerine karışık teknik


| 87


88 |<br />

Balkan Naci İslimyeli 132x210 cm Tuval üzerine karışık teknik


Balkan Naci İslimyeli 120x150 cm 1994 Tuval üzerine karışık teknik Nothing<br />

| 89


90 | Asım İşler 197x149,5 cm 1993 Tuval üzerine yağlıboya


| 91


92 |


Selim Karadana 150x120 cm 1999 Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 93


94 | Fevzi Karakoç 200x150 cm 2010 Tuval üzerine yağlıboya


| 95


96 | Serhat Kiraz 122x92.5 cm 1977 Tuval üzerine yağlıboya


| 97


98 | Hüsamettin Koçan 180x180 cm 2009 Tuval üzerine karışık teknik


| 99


100 |


Hüsamettin Koçan 180x180 cm 2009 Tuval üzerine karışık teknik<br />

| 101


102 |<br />

Komet 73x92 cm 2002-2005 Tuval üzerine yağlıboya Aynalı Pasaj


Komet 114x146 cm 2004 Tuval üzerine yağlıboya<br />

| 103


104 |


Ahmet Oran 190x220 cm 2009 Tuval üzerine akrilik<br />

| 105


106 | Zekai Ormancı 146x180 cm 2007 Tuval üzerine yağlıboya


| 107


108 |


Kemal Önsoy 100x70 cm 2003 Tuval üzerine akrilik<br />

| 109


110 | Abdurrahman Öztoprak 123x123 cm 1997 Tuval üzerine karışık teknik


| 111


112 | Mithat Şen 200x200 cm 2009 Ahşap üzerine karışık teknik


| 113


114 | Güngör Taner 184x184 cm 1995 Tuval üzerine akrilik Veni Vidi Vici


| 115


116 | Ömer Uluç 65x50 cm 1988 Tuvale marufle kağıt üzerine yağlıboya


| 117


118 |


Ömer Uluç 65x50 cm 1988 Tuvale marufle kağıt üzerine yağlıboya<br />

| 119


120 |<br />

Ömer Uluç 70x49 cm 1991 Tuvale marufle kağıt üzerine yağlıboya Yeşil Füsun


Ömer Uluç 161x226 2007 Fiberglas üzerine karışık teknik<br />

| 121


122 | Alp Tamer Ulukılıç 200x150 cm 2010 Tuval üzerine akrilik Bir Adım Geriden


| 123


124 | Utku Varlık 150x150 cm 2009 Tuval üzerine yağlıboya Gece


| 125


126 |<br />

Utku Varlık 150x150 cm 2010 Tuval üzerine yağlıboya Yanılıyormuyum?


Utku Varlık 150x150 cm 2010 Tuval üzerine yağlıboya Yanılıyormuyum?<br />

| 127


HALUK AKAKÇE<br />

ONAY AKBAŞ<br />

HALİL AKDENİZ<br />

EROL AKYAVAŞ<br />

ÖZDEMİR ALTAN<br />

AYDIN AYAN<br />

MUSTAFA ATA<br />

FERRUH BAŞAĞA<br />

ŞABAN BEZEYİŞ<br />

BUBİ<br />

ZAHİT BÜYÜKİŞLEYEN<br />

ADNAN ÇOKER<br />

BURHAN DOĞANÇAY<br />

DEVRİM ERBİL<br />

NEŞ’E ERDOK<br />

ADEM GENÇ<br />

MEHMET GÜLERYÜZ<br />

AHMET GÜNEŞTEKİN<br />

ERGİN İNAN<br />

BALKAN NACİ İSLİMYELİ<br />

ASIM İŞLER<br />

SELİM KARADANA<br />

FEVZİ KARAKOÇ<br />

SERHAT KİRAZ<br />

HÜSAMETTİN KOÇAN<br />

KOMET<br />

AHMET ORAN<br />

ZEKAİ ORMANCI<br />

KEMAL ÖNSOY<br />

ABDURRAHMAN ÖZTOPRAK<br />

MİTHAT ŞEN<br />

GÜNGÖR TANER<br />

ÖMER ULUÇ<br />

ALP TAMER ULUKILIÇ<br />

UTKU VARLIK

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!