28.10.2014 Views

Ekim 2010 - Türsab - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

Ekim 2010 - Türsab - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

Ekim 2010 - Türsab - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

‹çindekiler Contents<br />

Sayı: 304 / <strong>Ekim</strong> <strong>2010</strong> • Issue: 304 / <strong>2010</strong> October<br />

04<br />

“Her yol İstanbul’a çıkacak”<br />

“All roads will lead to İstanbul”<br />

30<br />

Şehir efsanesi ya da bir efsane şehir<br />

City legend or a legendary city<br />

34<br />

İhtişamın yeniden doğuşu<br />

Grandeur born again<br />

42<br />

Uzay Çağı Caddesi’ni geçince...<br />

After crossing the Space Age Street...<br />

44<br />

İstanbul Anıları “Doğan Hızlan”<br />

Memories of İstanbul “Doğan Hızlan”<br />

60<br />

Müze ve örenyerlerinde yeni model<br />

A new model in museums and historical sites<br />

52<br />

Boğaziçi şıngır mıngır<br />

Bosphorus pretty in color<br />

62<br />

THY’den haberler<br />

THY news<br />

64<br />

Kısa haberler<br />

News<br />

22<br />

Atatürk’ün İstanbul’u<br />

Atatürk’s İstanbul<br />

TÜRSAB<br />

TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹<br />

taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r<br />

Published monthly by<br />

ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES<br />

ISSN 1300-3364<br />

Yerel Süreli Yay›n/Local Periodical<br />

•<br />

TÜRSAB ad›na Sahibi<br />

Owner on behalf of TÜRSAB<br />

Başaran ULUSOY<br />

Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü/Managing Editor<br />

Feyyaz YALÇIN<br />

Yay›n Yönetmeni/Editor<br />

Ayşim ALPMAN<br />

TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü<br />

Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB<br />

Arzu ÇENG‹L<br />

Görsel Yönetmen/Art Director<br />

Özgür AÇIKBAŞ<br />

Çeviri/Translation<br />

Kemal PARLAR<br />

Bask›/Printing: Müka Matbaa<br />

Tel: (0.212) 549 68 24<br />

Bask› Tarihi/Print Date: <strong>Ekim</strong>/October <strong>2010</strong><br />

TÜRSAB<br />

Tel: (0.212) 259 84 04 Faks: (0.212) 259 06 56<br />

Dikilitaş Mah. Aş›k Kerem Sk.No: 42<br />

34349 Beşiktaş-‹stanbul/<strong>Türkiye</strong><br />

www.tursab.org.tr/e-mail:tursab@tursab.org.tr<br />

Editoryal ve Görsel Haz›rl›k<br />

Editorial and Visual Preparation<br />

BRONZ YAYIN<br />

Tel: (0.212) 244 85 37-38 Faks: (0.212) 244 85 34<br />

Pürtelaş mah. Güneşli sk. No:22 D:1<br />

34433 Cihangir-‹stanbul/<strong>Türkiye</strong><br />

bronzyayin@gmail.com<br />

TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden al›nt› yap›lamaz. TÜRSAB MAGAZINE is a member<br />

of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. None of the articles and photographs published in the TÜRSAB MAGAZINE maybe quoted without mentioning of resource.


BAŞYAZI<br />

editorial<br />

29 EK‹M ÇOŞKUSU<br />

EXCITEMENT OF 29 OCTOBER<br />

Turizm sektöründe çalışanlar çok iyi bilecektir:<br />

Dünyanın herhangi bir köşesinde gördüğünüz Türk<br />

bayrağı, <strong>Türkiye</strong>’den daha dün ayrılmış olsanız bile<br />

sizi heyecanlandırır. Bir uçağın kuyruğunda veya bir<br />

fuarın girişindeki bayrak, kalbinizi çarptırır. Dünyanın<br />

pek az ulusunda gözlemleyeceğiniz bu duygu<br />

sevgidir, gururdur. 29 <strong>Ekim</strong> de bu duygunun en<br />

coşkulu biçimde dışavurulduğu gündür. Cumhuriyet<br />

Bayramı, <strong>Türkiye</strong>’nin en güzel bayramıdır.<br />

Turizm sektörü, bayrağı her anlamda en önde taşıyan<br />

sektör olarak, Cumhuriyet’in anlamını ve bu ülkeye<br />

kazandırdıklarını çok iyi bilmektedir. Elbette daha<br />

yapılacak çok iş, katedilecek çok<br />

mesafe vardır. Ancak önemli olan,<br />

atılacak adımlarda Cumhuriyet’in<br />

daima rehber olmasıdır. O<br />

rehberlikten vazgeçmemektir.<br />

TÜRSAB yönetimi olarak her yıl<br />

pek çok ülkeye seyahat ediyoruz.<br />

O ülkelerde seyahat acenteleri<br />

yöneticileriyle toplantılar yapıyoruz.<br />

Toplumlarının nabzını tutan,<br />

eğilimlerini en yakından bilen o<br />

yöneticilerden <strong>Türkiye</strong>’ye bakışı<br />

öğreniyoruz.<br />

İftiharla söylemeliyiz ki, <strong>Türkiye</strong>’nin<br />

çağdaş yüzü artık dostun-hasmın<br />

açıkça görüp kabul ettiği bir olgudur.<br />

Eğer turizm çıtası her yıl biraz daha<br />

yükseliyorsa ve çıta artık 30 milyon<br />

gibi, yakın zamana kadar hayal olan<br />

bir hedefe yönelmişse, bu Cumhuriyet sayesindedir.<br />

Bu yıl da Cumhuriyet Bayramımızı işte böyle<br />

duygularla kutlayacağız. Bayraklarımızı yine gurur ve<br />

sevgiyle asacağız.<br />

Bayramınız kutlu olsun.<br />

BAŞARAN ULUSOY<br />

TÜRSAB Başkan›<br />

The President of TÜRSAB<br />

Those who work in the tourism sector know very well;<br />

A Turkish flag you see in any corner of the world will<br />

excite you even if you left Turkey only yesterday.<br />

Turkish flag on the tail of a plane or at the entrance of<br />

a trade show will make your heart flutter. This is a joy,<br />

a pride which can be observed in only a few countries<br />

across the world.<br />

29 October is the day in which this feeling is expressed<br />

in the most enthusiastic way. Republic Day is Turkey’s<br />

most precious festival.<br />

Tourism sector is well aware of the meaning of the<br />

Republic and its contributions to this country as the<br />

sector forbearing the flag in every sense.<br />

Of course there is still much to do, a long<br />

way to go.<br />

But what is important is that in every<br />

step taken, Republic will always be the<br />

guide.<br />

It will not give from that guidance.<br />

We as the TÜRSAB management travel<br />

to many countries every year. We meet<br />

with the managers of travel agents in<br />

those countries. We learn their outlook<br />

on Turkey from those managers who<br />

hold the pulse of their society, know their<br />

tendencies.<br />

We can proudly say that the modern<br />

face of Turkey is a fact that friends<br />

and enemies can observe explicitly and<br />

accept. The reason the bar is getting<br />

higher every year and is getting closer to<br />

30 million mark, which was only a distant dream until<br />

recently, is due to the Republic. We shall celebrate the<br />

Republic Day again with these emotions. We will hang<br />

our flags with pride and love.<br />

Have a happy holiday.


RÖPORTAJ<br />

reportage<br />

“HER YOL İSTANBUL’A<br />

ÇIKACAK”<br />

Başlıktaki sözler, İstanbul’un başlangıçta Doğu Roma diye<br />

anıldığını hatırlatan Kültür ve Turizm Bakanı Günay’a ait.<br />

İstanbul’u birlikte dolaştık. Geçmişi hatırlatıp geleceğe<br />

hazırlıklarını anlattı. Heyecanını ve projelerini paylaştı<br />

Ayşim Alpman<br />

“ALL ROADS WILL LEAD TO İSTANBUL”<br />

The words on the heading belong to Culture and Tourism Minister Günay<br />

who reminded that İstanbul was known as East Rome at the beginning.<br />

We wandered together around İstanbul. He reminded the past and talked<br />

about the future. He shared his excitement and his vision<br />

4<br />

TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Fotoğraf / Photos: Rasim Konyar<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 5


Paha biçilemeyen tarihi ve kültürel mirasından<br />

Boğaziçi’nin doğal güzelliğine bir bakış<br />

A view of the natural beauty of the Bosphorus from<br />

its priceless historical and cultural heritage<br />

<strong>Türkiye</strong>, <strong>2010</strong> yılına,<br />

küresel krize rağmen<br />

turizmde çıtayı<br />

yükselterek başladı.<br />

İstanbul’un “<strong>2010</strong> Kültür Başkenti”<br />

olması da iddiayı büyüttü. Kültür<br />

ve Turizm Bakanlığı, yıl boyu<br />

İstanbul’da adeta bir seferberlik<br />

ilan etti. Pek çok tarihi eser<br />

yenileştirme kapsamına alındı<br />

ya da tarihi / kültürel dokunun<br />

korunup turizme açılması için yeni<br />

projelere start verildi.<br />

Bütün bu çalışmaları yerinde<br />

görmek ve sonuçlarını birinci<br />

ağızdan dinlemek için Kültür ve<br />

Turizm Bakanı Ertuğrul Günay<br />

ile sözleştik. Bir gününü TÜRSAB<br />

Dergi’ye ayıran Bakan Günay ile<br />

İstanbul’u dolaştık.<br />

Anlattıkları da, fotoğraf<br />

makinesinin tanıklığında<br />

gördüklerimiz de etkileyiciydi.<br />

Dünyanın kültürel zenginlik<br />

açısından en görkemli kenti<br />

İstanbul, üzerindeki tozu, pası<br />

atıyordu sanki. Dahası, Bakan<br />

Günay’ın “mücevher gibi” şeklinde<br />

tanımladığı bazı eski yapılar da<br />

tarihin karanlığından çıkartılıp<br />

yüzyıllar sonra İstanbullu ile<br />

buluşturuluyordu. İstanbul, 12<br />

milyon 697 bin 164 kişiden<br />

oluşan nüfusuyla, Avrupa’nın<br />

en büyüğü. Dünyada da<br />

nüfus sıralamasında beşinci<br />

sırada. Ancak İstanbul’u diğer<br />

büyüklerden ayıran, kendine has<br />

özellikleri... Asya ile Avrupa’yı<br />

birbirine bağlamasından, 8 bin<br />

500 yıllık uygarlık yolculuğuna;<br />

paha biçilemeyen tarihi ve<br />

kültürel mirasından Boğaziçi’nin<br />

doğal güzelliğine “benzersiz”<br />

oluşu...<br />

Buna rağmen ağırladığı turist<br />

sayısı açısından Paris ve Roma<br />

gibi kentlerle yarışamayan<br />

İstanbul, işte bu yeni hamlelerle<br />

“Yarışta artık ben de varım”<br />

diyor. Söyleşiye de yansıtmaya<br />

çalıştığımız gibi, Kültür ve Turizm<br />

Bakanı Ertuğrul Günay, böyle<br />

bir hedefin heyecanı içinde. En<br />

küçük ayrıntısına kadar hakim<br />

olduğu projeler için her imkânı<br />

seferber etmiş. Sloganı da<br />

hedefine uygun: “İddia ediyorum<br />

‘Her yol Roma’ya çıkar’ sözünde<br />

kastedilen İstanbul’dur. Şimdi bu<br />

sözü yeniden hayata geçireceğiz.<br />

Eserlerimizi geleceğe taşıyacağız.”<br />

Turkey started <strong>2010</strong> by raising the<br />

bar in tourism despite global crisis.<br />

İstanbul becoming “the <strong>2010</strong> Culture<br />

Capital” increased the challenge.<br />

Ministry of Culture and Tourism<br />

almost launched a crusade to İstanbul<br />

all year round. Many historical<br />

works were taken into a renovation<br />

programme or new projects were<br />

initiated to protect and to open to<br />

tourism historical / cultural fabric of<br />

İstanbul.<br />

We made a deal with Culture and<br />

Tourism Minister Ertuğrul Günay to<br />

see all these works in situ and hear<br />

the results from the most authorised<br />

person. We roamed around İstanbul<br />

with Minister Günay who allocated a<br />

whole day for TÜRSAB Magazine.<br />

Things he talked about, things we<br />

witnessed with a camera at hand<br />

were impressive. It was almost as if<br />

İstanbul, the most magnificent city<br />

of the world from a cultural wealth<br />

point of view, was shaking the dust<br />

down and getting rid of the rust.<br />

Furthermore, some of the historical<br />

buildings described by Minister<br />

Günay as “like a jewel” were taken<br />

from darkness of the centuries, to be<br />

presented to İstanbulites.<br />

With its population of 12 million 697<br />

thousand 164, İstanbul is Europe’s<br />

biggest city. It is in fifth place in the<br />

world with its population. But what<br />

separates İstanbul from other greats<br />

is its unique attributes... From linking<br />

Asia with Europe, to an 8 thousand<br />

500 year old journey of civilization;<br />

from priceless historical and cultural<br />

heritage to the “uniqueness” of the<br />

Bosphorus’ natural beauty...<br />

Not being able to compete with cities<br />

such as Paris and Rome in terms of<br />

number of tourists hosted despite all<br />

this, İstanbul is saying “I too am at<br />

the races” with these new moves. It<br />

is getting ready to host 4-5 million<br />

tourists annually just as those cities<br />

do.<br />

As we tried to convey in our<br />

conversation, Culture and Tourism<br />

Minister Ertuğrul Günay is excited to<br />

have such a target. He mobilized every<br />

means within his power for projects<br />

that he controls down to every single<br />

minute detail. His slogan is apt for<br />

the aim: “I challenge you that it was<br />

İstanbul that was meant by the phrase<br />

“All roads lead to Rome”. We are going<br />

to bring this phrase back to life. We are<br />

going to carry our assets to future.”<br />

6<br />

TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


TÜRSAB: Sayın Bakan,<br />

İstanbul’un, özellikle de Sur-ı<br />

Sultani’nin (Tarihi Yarımada)<br />

yeniden tarihi dokusuna<br />

kavuşması konusuna çok önem<br />

verdiğiniz biliniyor.<br />

Bugün sürmekte olan<br />

projelerden bahseder misiniz?<br />

Ertuğrul Günay: <strong>Türkiye</strong> ve<br />

özelde İstanbul, dünya turizmi için<br />

önemli merkezlerden biri haline<br />

geldi. 2009 yılında İstanbul 7<br />

buçuk milyon, <strong>Türkiye</strong> 27 buçuk<br />

milyon civarında ziyaretçi aldı.<br />

Fakat biz, gelenlerin sadece<br />

Akdeniz kıyılarını, İstanbul’un<br />

doğasını değil de, tarihini,<br />

kültürünü, her dönemden kalmış<br />

olan anıtlarımızı görmeleri ve<br />

unutamayacakları bir ülkeye<br />

geldiklerini içselleştirmeleri,<br />

anlamaları amacını güdüyoruz.<br />

Bu çerçevede, genelde tüm<br />

<strong>Türkiye</strong>’de ve özelde İstanbul’da<br />

çok sayıda restorasyon çalışmamız,<br />

yenileştirme, tarihi koruma,<br />

geliştirme çalışmamız var. Tabii<br />

İstanbul’un <strong>2010</strong> yılı içinde<br />

Avrupa Kültür Başkenti olması ve<br />

Avrupa Kültür Başkenti’ne dönük<br />

bir ajansın kurulması, ajansın<br />

özel bir bütçesinin olması bizim<br />

bu alanda yaptığımız çalışmalara<br />

hız kattı. İstanbul’da yaptığımız<br />

çalışmaların bir kısmını doğrudan<br />

ajansın katkılarıyla, bütçesiyle<br />

sürdürüyoruz. Onun dışında genel<br />

bütçemizden, özel idarelerin emlak<br />

vergisinden kültürel varlıkların<br />

restorasyonu için ayırdığı yüzde<br />

Süleymaniye Kütüphanesi’nin üçte birlik kısmını kaplayan doğumevi Sağlık<br />

Bakanlığı ile uzun süren müzakereler sonunda buradan ayrıldı. Eski doğumevinde<br />

şu anda bir iyileştirme ve restorasyon çalışması sürdürülüyor<br />

Covering a third of Süleymaniye Library, the maternity ward was moved from here<br />

after lengthy negotiations with the Ministry of Health. Improvement and restoration<br />

work is currently underway in the old maternity ward<br />

TÜRSAB: Mr. Minister, It is known<br />

that you pay special attention<br />

to İstanbul, especially for the<br />

historical peninsula to return to<br />

its historical texture. Can you talk<br />

about projects currently ongoing<br />

please?<br />

Ertuğrul Günay: Turkey and İstanbul<br />

in particular has become an important<br />

centre for world tourism. In 2009,<br />

İstanbul welcomed 7 and a half million,<br />

Turkey welcomed around 27 and a half<br />

million visitors. But our aim for those<br />

visitors is for them not just to see the<br />

Mediterranean beaches, İstanbul’s<br />

natural beauty but to internalize and<br />

understand its history, culture, to see<br />

monuments from every era and realize<br />

that they arrived in an unforgettable<br />

country. Within this framework, we<br />

have many restoration, modernization,<br />

protection, development projects in<br />

Turkey as a whole and İstanbul in<br />

particular. Naturally İstanbul becoming<br />

The European Culture Capital in <strong>2010</strong><br />

and setting up of an agency for the<br />

purpose of The European Culture<br />

Capital, a dedicated budget to this<br />

agency helped speed up the work in<br />

this area. Aside from that, we benefit<br />

from our general budget as well as a<br />

10 percent share from property tax<br />

that local authorities allocate for the<br />

restoration of cultural assets. Some<br />

foundations outside our scope also<br />

carry out various projects.<br />

I always place Topkapı Palace at the<br />

centre of these arguments; everybody in<br />

Turkey knows about my sensitivity for<br />

the Palace. But I would like to start from<br />

Ertuğrul Günay Fotoğraflar / Photos: Özgür Açıkbaş<br />

Hacı Bektaş’tan bir mesaj<br />

“Yerel yönetimlerin, Hacı Bektaş Veli’nin şu sözünü duvarlarına<br />

asmasını istiyorum: ‘Oturduğun yeri pak et, yediğin lokmayı hak<br />

et.’ Millet olarak bu sözü kafamıza, yüreğimize yazmamız lazım.<br />

Bizim çalışmalarımızdaki ilkelerimizden biri bu.”<br />

A message from Hacı Bektaş<br />

I would like local administration to hang these words of Hacı Bektaş Veli on<br />

their walls: “Make where you sit immaculate, deserve every bite you eat.”<br />

We need to write these words in our heads, hearts as a nation. This is one of<br />

our principles when working.<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 7


SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ<br />

Osmanlı döneminin en büyük külliyesi olan Süleymaniye Külliyesi, Mimar Sinan tarafından<br />

13 Haziran 1550’de yapımına başlanıp yedi yıl sonra, 15 <strong>Ekim</strong> 1557 tarihinde tamamlandı.<br />

İnşaatta imparatorluğun çok farklı köşelerinden taş örnekleri ve sütunlar İstanbul’a taşındı,<br />

malzemeler yine bu farklı köşelerden getirtildi.<br />

Külliye şu bölümleri barındıracak şekilde inşaa edildi: Cami, Rabi Medresesi, Salis Medresesi,<br />

Evvel Medresesi, Sani Medresesi, Tıp Medresesi, I. Süleyman Türbesi, Hürrem Sultan Türbesi,<br />

Türbedar Odası, Bimarhane, Darüzziyafe, Darülhadis Medresesi, Tabhane, Mimar Sinan<br />

Türbesi ve Hamam.<br />

Külliyenin en dikkat çekici mekânı Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın “sadelikten taviz<br />

vermeyen, ama sadeliği ihtişama dönüştürebilmiş mabetlerinden biri” olarak tarihe geçti.<br />

Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi<br />

Süleymaniye Külliyesi’nde 1918 yılından sonra medreseden kütüphaneye geçiş süreci başladı.<br />

Adını cami içindeki özel bölmede bulunan ve bu dönemde medreseye taşınan kitaplardan<br />

alan Yazma Eser Kütüphanesi, kurulduğu günden bugüne yapılan bağışlarla birlikte 117 tanesi<br />

Osmanlı devrine ait olmak üzere 131 ayrı koleksiyona sahip oldu.<br />

Bugün Türk-İslam kültürünün ana kaynaklarından olan yazma ve kıymetli matbu eserleri<br />

bünyesinde barındıran Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, yerli ve yabancı araştırmacılara<br />

uluslararası düzeyde hizmet sunuyor ve cilt, tezhip, minyatür, hat, ebru ve levha gibi geleneksel<br />

sanatların en güzel örneklerini barındırıyor.<br />

SÜLEYMAN‹YE COMPLEX<br />

The largest of Ottoman period complexes, construction of<br />

Süleymaniye Complex was started on 13 th June 1550 by Mimar<br />

Sinan (The Architect) and completed seven years later on 15 th<br />

October 1557.<br />

Stone samples and columns, other materials were brought<br />

from various corners of the country to İstanbul to be used in its<br />

construction.<br />

The complex was constructed to house these sections: Mosque,<br />

Rabi Madrasa, Salis Madrasa, Evvel Madrasa, Sani Madrasa,<br />

Medical Madrasa, I. Süleyman Tomb, Hürrem Sultan Tomb,<br />

Turbedar Chamber, Hospital, Kitchen, Darülhadis Madrasa,<br />

Printing House, Mimar Sinan Tomb and the Turkish bath.<br />

The most eye-catching area of the complex, Süleymaniye Mosque,<br />

entered into history as “a temple which is uncompromising on<br />

simplicity yet managed to turn its simplicity into splendour”.<br />

Süleymaniye Manuscript Library<br />

After 1918, a period of transition from madrasa to library started<br />

in Süleymaniye Complex.<br />

Manuscript Library, whose name hails from the books that were<br />

in a private section inside the mosque and had been moved to<br />

madrasa in this period. It contains 131 collections, 117 of which<br />

belong to Ottoman period and includes all donations since its<br />

inception.<br />

Containing written and valuable printed works that constitutes<br />

the main source of information on Turkish-Islamic culture today,<br />

Süleymaniye Manuscript Library offers a high level service<br />

to local and foreign researchers as well as housing the most<br />

beautiful examples of traditional arts such as binding, gilding,<br />

miniature calligraphy, marbling and painting.<br />

8<br />

TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


10’luk paydan faydalanıyoruz.<br />

Bizim dışımızda kimi vakıflar da<br />

çeşitli çalışmalar sürdürüyor.<br />

Ben Topkapı Sarayı’nı bu<br />

tartışmalarda her zaman<br />

merkeze koyuyorum; Saray<br />

ile ilgili hassasiyetimi artık<br />

bütün <strong>Türkiye</strong> biliyor. Ama<br />

görünmeyen bir alandan,<br />

kütüphanelerden başlamak<br />

istiyorum. İstanbul, dünya çapında<br />

önemli kütüphanelere sahip<br />

bir kent olmasına karşın uzun<br />

zamandan beri bu kütüphaneler<br />

unutulmuştu. Dünyanın en zengin<br />

yazılı eserlerine sahip olan bir<br />

kütüphane var bizde: Süleymaniye.<br />

Fakat Süleymaniye Külliyesi’nin<br />

kütüphane bölümünün aşağı<br />

yukarı üçte birlik kısmında<br />

yıllardan beri bir doğumevi<br />

bulunuyordu. Sağlık Bakanlığı<br />

ile uzun müzakereler sonunda bu<br />

doğumevini oradan ayırdık. Şu<br />

anda Süleymaniye Kütüphanesi’nin<br />

o bölümünün bütününe yayılması<br />

için bir hazırlık yapılıyor;<br />

doğumevinde bir iyileştirme,<br />

restorasyon çalışması sürdürülüyor.<br />

TÜRSAB: Ne zaman<br />

sonuçlanacak bu çalışmalar?<br />

Ertuğrul Günay: Hepsi sanırım<br />

2011 yılında sonuçlanacaktır.<br />

2011 yılında <strong>Türkiye</strong> genelinde<br />

yazma eserler başkanlığı kurmaya<br />

çalışıyoruz. Bu kanunumuz TBMM<br />

komisyonlarından hemen hemen<br />

oybirliğiyle geçti, Meclis’in<br />

gündemine girdi. Sanıyorum <strong>2010</strong><br />

Aralık ayı bitmeden bu kanunu<br />

çıkaracağız. Böylece <strong>Türkiye</strong>’deki<br />

bütün yazma eserleri Süleymaniye<br />

merkezli bir başkanlık altında<br />

toplayacağız.<br />

TÜRSAB: Topkapı Sarayı’ndaki<br />

yazma eserler de bu projeye<br />

dahil mi?<br />

Ertuğrul Günay: Topkapı<br />

Sarayı’ndaki yazma eserler<br />

yerinde korunacak. Yazma Eserler<br />

Başkanlığı’yla irtibata geçeceğiz,<br />

ama Saray envanterinde oldukları<br />

için o eserleri taşımaktansa<br />

yerinde korumayı daha doğru<br />

bir ilke olarak görüyoruz.<br />

Mevcut kütüphaneyi iyileştirmek<br />

için Topkapı’nın içine yeni bir<br />

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Süleymaniye Darüşşifası restorasyon<br />

çalışması hakkında yetkililerden bilgi alıyor<br />

Culture and Tourism Minister Ertuğrul Günay is informed about restoration works in<br />

Süleymaniye Darüşşifa by those responsible<br />

kütüphane yapma konusunda da<br />

projelerimiz var.<br />

İkinci olarak, Beyazıt Kütüphanesi<br />

de çok önemli, çok eski bir<br />

kütüphanemiz. Hemen Sahaflar<br />

Çarşısı’yla Beyazıt Kütüphanesi’nin<br />

ana binası arasındaki eski<br />

külliye yapılarını yine Beyazıt<br />

Kütüphanesi’nin devamı olarak<br />

restore ediyoruz. O çalışmalar<br />

da sanırım önümüzdeki bahara<br />

kadar bitmiş olacak. Böylece<br />

Beyazıt Kütüphanesi de<br />

çevresindeki sahaflar, üniversite<br />

ve Beyazıt Camii ile birlikte<br />

tarihi önemine kavuşmuş bir<br />

hale gelecek. Üçüncüsü Ragıp<br />

Paşa Kütüphanesi… Koca Ragıp<br />

Paşa tarafından özel olarak<br />

kütüphane amaçlı yaptırılmış bu<br />

bina Beyazıt’tan Aksaray’a doğru<br />

inen Ordu Caddesi üzerinde, Fen<br />

Fakültesi’nin karşısında bulunan,<br />

benim de öğrencilik yıllarımda<br />

gittiğim, serin ağaçları altında<br />

dinlenebildiğiniz, mücevher<br />

gibi bir yapıydı; fakat 1999<br />

depreminde zarar gördüğü<br />

gerekçesiyle kapatılmış ve<br />

unutulmuştu. Şimdi biz onu<br />

yeni baştan ele aldık, çalışmalar<br />

başladı. Yine 2011 yılı içerisinde<br />

Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi’ni<br />

de İstanbul’un tarihi merkezinin<br />

içinde, aslına uygun biçimde ayağa<br />

kaldırmaya çalışacağız. Gerek<br />

Süleymaniye Kütüphanesi’nin<br />

ana yapısının altında, gerekse<br />

Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi’nin<br />

an unknown area, from the libraries.<br />

Despite İstanbul being a city with world<br />

class libraries, these libraries had been<br />

forgotten for a very long time. We have<br />

a library which has the world’s most<br />

valuable manuscripts: Süleymaniye.<br />

But a third of the library section at<br />

Süleymaniye Complex was occupied by<br />

a maternity hospital for many years.<br />

We managed to move this unit after<br />

lengthy correspondences with the<br />

Ministry of Health. Currently work has<br />

started to include whole of Süleymaniye<br />

Library; an improvement, restoration<br />

work is continuing in what was the<br />

maternity hospital.<br />

TÜRSAB: When will these works<br />

complete?<br />

Ertuğrul Günay: I think they will all be<br />

completed in 2011. We are working to<br />

create a presidency for the manuscripts<br />

in 2011 covering whole of Turkey. This<br />

law was passed unanimously in TBMM<br />

(The Parliament) Commissions. It is now<br />

on the Parliament’s agenda. I think that<br />

this law will be passed before the end<br />

of December. Consequently we shall<br />

collect all the manuscripts in Turkey<br />

under the presidency, centre of which<br />

will be Süleymaniye.<br />

TÜRSAB: Are the manuscripts in<br />

Topkapı Palace included in this<br />

project?<br />

Ertuğrul Günay: Manuscripts in<br />

Topkapı Palace will be protected in their<br />

current place. We will make contact<br />

with the Manuscripts Presidency, but<br />

rather than moving those assets, we in<br />

principle would like to protect them in<br />

the palace as they are already part of<br />

palace’s inventory. We also have project<br />

to build a new library inside Topkapı in<br />

order to improve current library.<br />

Second, Beyazıt Library too is a very<br />

important, very old library. We are<br />

restoring the buildings that are part<br />

of the old complex between Sahaflar<br />

(Bookstore) Market and Beyazıt<br />

Library’s main building as an extension<br />

of Beyazıt Library. That way Beyazıt<br />

Library will once again be in a state<br />

fit for its historical importance along<br />

with sahaflar, university and Beyazıt<br />

Mosque. Third is Ragıp Paşa Library...<br />

This building which is built specifically<br />

as a library by Koca Ragıp Paşa, is on<br />

Ordu Street that leads from Beyazıt<br />

towards Aksaray, opposite the Faculty<br />

of Science, and was a jewel of a building<br />

I used to visit during my student years,<br />

taking a break under cool trees; But<br />

it was closed and forgotten after the<br />

earthquake in 1999 as it was damaged.<br />

Now we are dealing with it again, work<br />

has started.<br />

Again in 2011, we are going to try<br />

to revive Koca Ragıp Paşa Library<br />

in the epicenter of İstanbul’s history<br />

in a suitable way appropriate to its<br />

original state. Unfortunately shops<br />

that would have generated income<br />

for the foundation at the entrances<br />

of the main building of Süleymaniye<br />

Library and Koca Ragıp Paşa Library<br />

had been sold. Because of that, there<br />

is currently a pollution of business<br />

units and signs which is incompatible<br />

with the seriousness and respects the<br />

ambience there. We appealed to the<br />

Foundations General Directorate to<br />

issue a compulsory purchase order<br />

to restore the place more suited to its<br />

historical texture. Maybe we can do<br />

that more easily in Süleymaniye; but<br />

as Koca Ragıp Paşa Library is situated<br />

in a busy street, we fear that we may<br />

have to pay out serious compensation<br />

for the compulsory purchase order.<br />

Selling these shops in previous years<br />

which were this historical site’s charity<br />

was a wrongful practice of the past.<br />

These three libraries are very important<br />

for me. When I saw Darüşşifa three<br />

years ago it was handed over to<br />

various foundations, courses and was<br />

in a poor state; It was covered with<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 9


girişinde vakfa gelir getirmesi<br />

düşünülerek yapılmış dükkânlar<br />

maalesef satılmış. Bu nedenle de<br />

orada şu anda ortamın ciddiyeti<br />

ve saygınlığıyla bağdaşmayan<br />

bir işyeri karmaşası ve tabela<br />

kirliliği var. Vakıflar Genel<br />

Müdürlüğü’nden bu alanda<br />

kamulaştırma çalışmaları yaparak<br />

mekânın tarihi dokuya daha<br />

uygun hale getirilmesi konusunda<br />

bir yardım talebinde bulunduk.<br />

Bunu belki Süleymaniye’de daha<br />

kolay yapacağız; fakat Ragıp<br />

Paşa Kütüphanesi çok işlek bir<br />

cadde üzerinde olduğundan,<br />

o işletmelerin kamulaştırılması<br />

için sanırım çok ciddi bir bedel<br />

ödemek gerekecek. Önceki<br />

yıllarda bu tarihi mekânların<br />

vakfiyesi olan bu dükkânların<br />

geçmişte satılmış olması çok<br />

yanlış bir uygulama. Bu üç<br />

kütüphaneyi çok önemsiyorum.<br />

Darüşşifa üç yıl önce ben<br />

gördüğüm zaman çeşitli vakıflara,<br />

kurslara verilmişti ve perişan<br />

bir haldeydi; üstü naylon-pvc<br />

karması kirli camla kapatılmış,<br />

duvarlarına yazılar yazılmıştı.<br />

Biz şimdi bu mekânı restore<br />

ediyor ve üzerini açılır kapanır<br />

bir camla kapatıyoruz. Darüşşifa<br />

kütüphanenin şifahanesi olacak;<br />

“Kitap Şifahanesi”. Böylece<br />

kitaplarımız yanmaktan,<br />

rutubetlenmekten veya tahrip<br />

olmaktan kurtulacak, nefes alacak.<br />

Şu anda Süleymaniye Külliyesi<br />

içinde yapılmakta olan<br />

restorasyon çalışmaları, sergileme<br />

çalışmaları ve kurs çalışmaları<br />

tümüyle şifahane bölümüne<br />

aktarılacak.<br />

Bu sayede Süleymaniye Külliyesi<br />

bugün oturduğu alanın iki misli<br />

genişliğinde bir alanda 2011 yılı<br />

itibarıyla çalışma imkânı bulacak.<br />

Şu anda ciddi bir ivmeyle<br />

çalışılıyor.<br />

Bütün bu alan, Süleymaniye<br />

Kütüphanesi’nin yönetiminde,<br />

denetiminde çeşitli etkinliklerin<br />

yapıldığı, sergilerin düzenlendiği,<br />

kursların açıldığı, kitap<br />

sohbetlerinin, edebiyat<br />

sohbetlerinin, müzik sohbetlerinin<br />

sürdürüldüğü bir kültür yuvası<br />

haline gelecek.<br />

TÜRSAB: Böyle yapıların onarımı<br />

için kurul kararı mı gerekiyor?<br />

Ertuğrul Günay: Bunlar tescilli<br />

yapılar olduğu için, aslına uygun<br />

olması, özü bozulmadan onarılması<br />

gerekiyor. Kullanılan malzeme<br />

tarihi dokuya uygun olmalı. Bu<br />

yüzden tadilat uzun sürüyor.<br />

Süleymaniye Külliyesi bir tür bilim,<br />

kültür merkeziydi. Bugün ne yazık<br />

ki çevresinde çok büyük ve çirkin<br />

bir yapılaşma var. Süleymaniye’nin<br />

Haliç’e bakan cephesinde<br />

belediyenin iyileştirme çalışmaları<br />

sürüyor. Sanıyorum ki onlar da<br />

birkaç yıla kadar sonuçlanabilecek<br />

ve böylece İstanbul’un tarihi kent<br />

alanı korunmuş ve açığa çıkarılmış,<br />

tarihi dokuyla bağdaşmayan yapılar<br />

ortadan kaldırılmış olacaktır.<br />

Süleymaniye Camii’nde Vakıflar<br />

çalışıyor; yüklenici firma,<br />

Kanuni Sultan Süleyman ve<br />

Hürrem Sultan’ın türbelerinin<br />

de restorasyon sponsorluğunu<br />

üstlendi. Mimar Sinan’ın türbesinin<br />

çevresinde de yine bedelsiz bir<br />

iyileştirme yapılacak. Bütün bunları<br />

bu yıl içinde çözümleyeceğiz.<br />

dirty materials and had graffiti on the<br />

walls. We are now restoring this site<br />

and installing a removable glass cover<br />

over it. Darüşşifa will be the healing<br />

centre (şifahane) of the Library; “Book<br />

Hospital”. That way books will be saved<br />

from fire, moisture or damage, they will<br />

breath. All restoration works, exhibition<br />

works and course works currently<br />

taking place in Süleymaniye Complex<br />

will be moved to şifahane section. As a<br />

result Süleymaniye Complex will have<br />

the opportunity to be able to operate<br />

in an area twice the size of the current<br />

area from 2011. Currently they are<br />

working with a significant acceleration.<br />

This area completely will be turned<br />

into a home of culture under the<br />

management of Süleymaniye Library<br />

in which various activities are taking<br />

place, exhibitions organised, courses<br />

run, book discussions, literary debates,<br />

musical conversations held.<br />

TÜRSAB: Is the board decision<br />

necessary to repair these<br />

buildings?<br />

Ertuğrul Günay: Because these<br />

buildings are listed, they need to<br />

be repaired without damaging the<br />

originality, staying true to its original<br />

state. Materials used must be suitable<br />

with the historical texture. This causes<br />

for repairs to take long time.<br />

Süleymaniye Complex was a kind of<br />

science, culture centre. Unfortunately<br />

there is a big and ugly build up around<br />

it today. There is improvement work<br />

by the municipality on the aspect of<br />

Süleymaniye overlooking Haliç (The<br />

Golden Horn). I think they will be able<br />

to obtain results in the next few years<br />

and that way İstanbul’s historical city<br />

area will be protected and cleared<br />

up, buildings incompatible with the<br />

historical texture will have disappeared.<br />

Foundations are working in<br />

Süleymaniye Mosque; the contractor<br />

also sponsored the restoration of the<br />

tombs of Kanuni Sultan Süleyman (The<br />

Magnificent) and Hürrem Sultan. Work<br />

will also be carried out around the tomb<br />

of Mimar Sinan (The Architect) without<br />

cost. We will resolve all these within<br />

this year.<br />

TÜRSAB: It is a known fact that<br />

you have a special interest in<br />

Topkapı Palace and its surrounds.<br />

What’s being done at the Palace<br />

nowadays?<br />

Ertuğrul Günay: Topkapı is also the<br />

name of the large area stretching to<br />

Bab-ı Hümayun from Sultanahmet side,<br />

Ahırkapı from Marmara side continuing<br />

to Gülhane gate from Sirkeci. All this<br />

area is named Sur-ı Sultani; which<br />

means a kind of unique garden within<br />

the walls of sultan’s palace.<br />

After the Ottomans started to abandon<br />

and move to Dolmabahçe and Yıldız<br />

Palaces as from middle of 1800s and<br />

the decline at wars starting, various<br />

migrations took place and buildings had<br />

started to appear adjacent to palace<br />

walls; A build up, unseen in other<br />

palaces of the world, took place.<br />

We cleared some of these by removing<br />

buildings on İshak Paşa hill which<br />

heads from Bab-ı Hümayun to<br />

Marmara. Some of them have not yet<br />

been removed, and some of them are<br />

difficult to remove; because they were<br />

restored by dear Çelik Gülersoy. But<br />

buildings on that beautiful street which<br />

we know as Soğukçeşme Street are<br />

adjacent to the Palace walls; which<br />

mean that there is a need to bring<br />

10 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Kültür ve Turizm Bakanı<br />

Ertuğrul Günay Topkapı<br />

Sarayı I. Avlu’da bulunan<br />

Aya İrini ve Karakol Restoran<br />

önünde<br />

Culture and Tourism Minister<br />

Ertuğrul Günay is in front of St<br />

Sophia and Karakol Restaurant<br />

situated in Topkapı Palace<br />

I. Courtyard<br />

Ertuğrul Günay Fotoğraflar / Photos: Özgür Açıkbaş<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 11


TOPKAPI<br />

SARAYI<br />

Fatih Sultan Mehmed<br />

tarafından 1478’de<br />

yaptırılan Topkapı Sarayı<br />

380 sene boyunca devletin<br />

idare merkezi ve Osmanlı<br />

sultanlarının resmi<br />

ikametgâhıydı. Kuruluş<br />

yıllarında yaklaşık 700.000<br />

m² lik bir alanda yer alan<br />

Saray’ın bugünkü alanı<br />

80.000 m² dir.<br />

Topkapı Sarayı’nın ilk defa,<br />

adeta bir müzeymiş gibi<br />

ziyarete açılması Sultan<br />

Abdülmecid (1839-1861)<br />

dönemine rastlar. Sultan II.<br />

Abdülhamid (1876-1909)<br />

tahttan indirildiği sıralarda<br />

Hazine-i Hümâyûn’un<br />

pazar ve salı günleri<br />

halkın ziyaretine açılması<br />

düşünüldüyse de bu<br />

gerçekleşemedi.<br />

Atatürk’ün emriyle halkın<br />

ziyaretine açılmak üzere<br />

İstanbul Âsâr-ı Atika<br />

Müzeleri Müdürlüğü’ne<br />

bağlanan Topkapı Sarayı,<br />

9 <strong>Ekim</strong> 1924 tarihinde müze<br />

olarak ziyarete açıldı ve önce<br />

Hazine Kethüdalığı, sonra<br />

Hazine Müdüriyeti adıyla<br />

hizmet vermeye başladı.<br />

Bugün ise Topkapı Sarayı<br />

Müzesi Müdürlüğü adıyla<br />

görevine devam etmektedir.<br />

12 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


TOPKAPI<br />

PALACE<br />

Built by Fatih Sultan Mehmet<br />

(The Conqueror) in 1478,<br />

Topkapı Palace was the<br />

administration centre of the<br />

state and official residence of<br />

Sultans for 380 years. Covering<br />

an area of almost 700 thousand<br />

square meters when it was<br />

founded, the Palace today<br />

covers an area of 80 thousand<br />

square meters.<br />

Opening of Topkapı Palace,<br />

almost like a museum for the<br />

first time, coincides with the<br />

era of Sultan Abdülmecid (1839<br />

– 1861). While it was thought<br />

that the imperial treasure<br />

was to be opened to public on<br />

Sundays and Tuesdays when<br />

Sultan II. Abdülhamid (1876<br />

– 1909) was toppled, the idea<br />

never came to fruition.<br />

Topkapı Palace which<br />

was given to the control<br />

of Directorate of İstanbul<br />

Monuments Museums by the<br />

orders of Atatürk to be open<br />

to public, was opened to visit<br />

as a museum on 9 October<br />

1924 and served under the<br />

titles of, first as Treasury Chief<br />

Steward, and then as Treasury<br />

Directorate. Today it continues<br />

under the title of Topkapı<br />

Palace Museum Directorate.<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 13


TÜRSAB: Topkapı Sarayı’na ve<br />

çevresine özel bir ilginiz olduğu<br />

biliniyor. Şu sıralarda Saray’da<br />

ne gibi çalışmalar yapılıyor?<br />

Ertuğrul Günay: Topkapı,<br />

Sultanahmet tarafından Bab-ı<br />

Hümayun, Marmara tarafından<br />

Ahırkapı’dan ve devamında<br />

Sirkeci’den Gülhane kapısına<br />

uzanan büyük bir alanın da<br />

ismidir aynı zamanda. Bütün bu<br />

alana Sur-ı Sultani deniyor; yani<br />

sultan sarayının surları içinde<br />

kalan alan bir tür has bahçe.<br />

Osmanlı burayı 1800’lü yılların<br />

ortalarından itibaren terk etmeye,<br />

Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı’nın<br />

etrafına gitmeye, bir yandan da<br />

savaşlarda gerilemeye başlayınca,<br />

çeşitli göçler olmuş ve sarayın<br />

duvarlarına bitişik yapılar inşaa<br />

edilmeye başlamış; dünyanın<br />

başka saraylarında görülmemiş<br />

bir yapılaşma olmuş. Bunların<br />

bir kısmını temizledik, yani Bab-ı<br />

Hümayun’dan Marmara’ya doğru<br />

inen İshak Paşa yokuşundaki<br />

yapılar kaldırıldı. Bir kısmı<br />

kaldırılamadı henüz, bir kısmı da<br />

kaldırılması güç durumda; çünkü<br />

rahmetli sevgili Çelik Gülersoy<br />

restore etmiş bu yapıları. Ancak,<br />

bugün Soğukçeşme Sokağı diye<br />

bildiğimiz o güzelim sokaktaki bu<br />

binalar Saray duvarlarına bitişik<br />

halde; yani saray duvarlarını<br />

bütünüyle ortaya çıkarmaya ihtiyaç<br />

var. Sur-ı Sultani içinde, 1850’li<br />

yıllardan bu yana askeriye bir<br />

kışla, Sağlık Bakanlığı iki hastane<br />

inşaa etmiş; Ulaştırma Bakanlığı<br />

telgrafhane yapmış, yetmemiş,<br />

Telekom da bir ek yapmış; bir<br />

garaj eklenmiş; MEB bir okul,<br />

bir matbaa binası yapmış… Biz<br />

bunları birkaç yıldan bu yana adım<br />

adım temizlemeye çalışıyoruz.<br />

Şu anda sadece Milli Savunma<br />

Bakanlığı’nın depo olarak<br />

kullandığı, Marmara cephesindeki<br />

dört yapı kaldı. Bunlar silah<br />

deposu değil, giyecek deposu<br />

gibi yılda birkaç kez kullanılan<br />

mekânlar. Bu depoların Milli<br />

Savunma Bakanlığı tarafından<br />

bu yılın sonuna kadar bize teslim<br />

edileceğini ve 2011 içinde<br />

de restorasyon çalışmalarına<br />

başlanacağını umut ediyorum.<br />

Dört yapıdan ikisinin avlusu var;<br />

bunlardan birini Mehter Takımı’na<br />

vermek, tarihi Türk müziği<br />

topluluğunun kullanım alanı<br />

yapmak istiyoruz. Birini uluslararası<br />

konferanslar için kullanalım…<br />

Topkapı Sarayı’nın çok zengin<br />

bir envanteri var. Kilimlerimiz,<br />

halılarımız, mücevherlerimiz,<br />

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul<br />

Günay, Topkapı Sarayı ziyareti<br />

sırasında I. Avlu’da Mimar Sinan’ın<br />

hayatını konu alan belgesel çekimine<br />

denk geldi. Set çalışanları ve<br />

oyuncularla konuştu<br />

Culture and Tourism Minister Ertuğrul<br />

Günay’s visit to Topkapı Palace<br />

coincided with the filming of a<br />

documentary in I. Courtyard about life<br />

of Mimar Sinan. He spoke with the cast<br />

and crew on the set<br />

complete palace walls into the open.<br />

Within Sur-ı Sultani (Palace Walls),<br />

since 1850s the army had built<br />

barracks; the Ministry of Health<br />

had built two hospitals. Ministry of<br />

Transport had built a telegraph house,<br />

and as if that wasn’t enough, Telecom<br />

Company had built an extension; a<br />

garage had been added; Ministry of<br />

Education had built a school and a<br />

printing house... We are working to<br />

clear all these step by step for the last<br />

few years.<br />

At the moment only four buildings<br />

used as depots by the Ministry of<br />

Defence on Marmara aspect are left.<br />

These are clothing depots rather<br />

than ammunition depots, which are<br />

only used once or twice a year. I am<br />

hoping that these buildings will be<br />

handed over to us by the Ministry of<br />

Defence and the restoration work will<br />

commence in 2011.<br />

Bakan’ın rüyası<br />

“Ben buraya üç yıldır mübalağasız her hafta geliyorum. İstanbul’da<br />

işim olduğunda bir saatim varsa herhangi bir yerde yemek yemek,<br />

kahve içmek için değil Topkapı’da eksik olan bir işi yapmak ya<br />

da yapılan işleri görmek için burada oluyorum. Buna rağmen<br />

işlerin ağır gitmesi, yapılacak işlerin çok olması inanın uykularımı<br />

kaçırıyor. Düşünüyorum ki, buraya hizmet edersem öteki dünyada<br />

belki de Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ı görebilirim. Hürrem<br />

Sultan’ı merak ediyorum çünkü... Ve Sultan Süleyman, ‘Topkapı’ya<br />

bu kadar hizmet ettin. Teşekkür ederim’ dese yeter.”<br />

Minister’s dream<br />

Two of the four buildings have<br />

courtyards; we want to allocate one of<br />

these to Mehter Team. Naturally Mehter<br />

will stage its practice, walk here. This is<br />

how it is in many palaces of the world.<br />

Pipes are played every half hour outside<br />

the emperor’s palace in Hungary.<br />

Doors are opened; people wearing<br />

historical clothing appear... Why not<br />

in our palaces? Maybe there will be<br />

guards, sentry wearing mehter clothing,<br />

janicary clothing at Bab-ı Hümayun,<br />

Babü-s Saade and Babü-s Selam Gates.<br />

This is how it is in Vatican, Greece,<br />

England, everywhere else in the world.<br />

Historical places are guarded by people<br />

wearing historical clothing.<br />

We want to utilize one of the four<br />

buildings for an ensemble of historical<br />

Turkish Music as an area of usage. We<br />

may use the other ones for international<br />

conferences...<br />

Topkapı Palace has a very rich<br />

inventory. Our kilims, carpets, jewelry,<br />

porcelain, china, weapons, fabrics are<br />

kept in warehouses because there are<br />

no exhibition places inside the Palace.<br />

In addition, because Topkapı Palace<br />

does not have a museum structure<br />

and hails from 500 years of history<br />

the conditions for air-conditioning are<br />

inadequate. We immediately need to<br />

I have been coming here every week for three years without exaggeration.<br />

When I am in İstanbul for business and have an hour to spare I come here<br />

to oversee a job that needs doing or to see what has been done rather than<br />

having lunch or coffee somewhere else. But despite that, slow progress,<br />

amount of work to be done is giving me sleepless nights. I am thinking that<br />

if I serve here maybe on the other side I would see Sultan Süleyman and<br />

Hürrem Sultan. Because I am curious about Hürrem Sultan… and Sultan<br />

Süleyman saying “You contributed so much to Topkapı. Thank you” is<br />

enough.<br />

14 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


porselenlerimiz, çinilerimiz,<br />

silahlarımız, kumaşlarımız Saray<br />

içinde sergileme alanı olmadığı<br />

için depolarda duruyor. Ayrıca<br />

Topkapı Sarayı bir müze yapısı<br />

olmadığı ve 500 yıllık bir tarihten<br />

geldiği için iklimlendirme şartları<br />

da elverişsiz. Bir an önce bu<br />

yapıları boşaltmamız, depo ve<br />

sergi alanı haline getirmemiz,<br />

uygun yeni düzenlemelerle<br />

Topkapı’nın daha çok gezilmesini<br />

sağlamamız lazım.<br />

Topkapı içerisinde restore edilen<br />

mekânlardan biri de mutfaklar.<br />

<strong>2010</strong> Ajansı’nın katkı yaptığı<br />

ilk projeydi bu. Restorasyon<br />

umarım bu yıl sonu bitecek ve<br />

sarayın porselenleri mutfaklarda<br />

sergilenecek.<br />

Ancak çalışmalar biraz yavaş<br />

ilerliyor. Bazı konuların kurula<br />

danışılması gerekiyor. Tabi bizim<br />

talep ettiğimiz konularda kurul<br />

uzun irdelemeler, incelemeler<br />

yapmak zorunda kalıyor. Bunlar<br />

zaman kaybettiriyor ama işin<br />

doğası bu.<br />

Darphane-i Amire’yi de özel bir<br />

edebiyat kütüphanesi, edebiyatla<br />

ilgilenen Osmanlı padişahlarının<br />

eserlerinin bulunduğu bir hüsn-i<br />

hat ve kitap müzesi yapmak üzere<br />

restore ettik. Benim aklımdaki ismi<br />

“Muhibbi Kütüphanesi”; Sultan<br />

Süleyman’ın mahlası “muhibbi”dir<br />

biliyorsunuz, “seven” anlamında.<br />

Rahatlıkla söyleyebilirim, bir<br />

“tarihe sahip çıkma” seferberliği<br />

yaşıyoruz. Hatta tescilli yapıların<br />

dışındaki alanda kazı yapacağız.<br />

O alanda muhtemelen eski saray<br />

surları, eski Roma kalıntıları<br />

çıkacak ve Topkapı Sarayı’nın<br />

çevresi aynı zamanda arkeolojik<br />

bir park haline gelecek. Somut bir<br />

örnek yaşadık. Bab-ı Hümayun’dan<br />

girdiğimizde sol kolda, lojman<br />

haline getirilmiş bir eski karakol<br />

binası vardı. Lojmanı boşalttıktan<br />

sonra TÜRSAB aracılığıyla ve<br />

Feriye Restaurant’ın işbirliğiyle<br />

hem binayı restore ettik, hem<br />

de bir temizlik ve kazı çalışması<br />

yaptık. Aya İrini’nin arkasından bir<br />

piskopos sarayının kalıntıları çıktı.<br />

Sur-ı Sultani içinden Roma<br />

kalıntıları çıkacağı aşikâr. Biz<br />

böylece 500 yıllık bir Osmanlı<br />

sarayı ile 1500 yıllık Roma<br />

kalıntılarını, dünyada görülmeyen<br />

bir biçimde bir arada sergileme<br />

fırsatını yakalamış olacağız.<br />

Topkapı’nın çevresinde esas amacı<br />

dışında kullanılan tescilli veya<br />

tescilsiz bazı yapılar bulunuyor.<br />

Mesela Matbaa binası ben göreve<br />

başladığımda boşaltılmıştı;<br />

restorasyonu bitti. Binanın<br />

önündeki Matbaa Meslek Lisesi’ni<br />

de depo ve Topkapı Sarayı<br />

müdüriyetlerimizin binası haline<br />

getirmeye çalışıyoruz. Gülhane<br />

Hastanesi’nin eski yapıları yerine<br />

de yirmi-yirmi beş odalı bir<br />

Topkapı Sarayı<br />

içerisinde restore<br />

edilen mekânlardan<br />

biri de mutfaklar.<br />

Restorasyonun bu<br />

yıl sonu bitmesi<br />

planlanıyor. Sonrasında<br />

ise sarayın porselenleri<br />

bu mutfaklarda<br />

sergilenecek.<br />

Ertuğrul Günay<br />

restorasyon<br />

çalışmalarını incelerken<br />

(solda)<br />

One of the areas restored<br />

inside Topkapı Palace is<br />

the kitchen. It is planned<br />

that the restoration will<br />

be completed at the end<br />

of the year. Later on, the<br />

palace porcelain will be<br />

exhibited here. Ertuğrul<br />

Günay inspecting the<br />

restoration works (left)<br />

vacate these buildings, turn them into<br />

depots and exhibition areas, and by<br />

making suitable arrangements, ensure<br />

that Topkapı is visited more.<br />

Another area restored inside Topkapı<br />

is the kitchen. This was the first<br />

project contributed to by <strong>2010</strong> Agency.<br />

Hopefully restoration will be complete<br />

by the end of this year and porcelains<br />

of the palace will be exhibited in the<br />

kitchens.<br />

But the work is progressing slowly. The<br />

board needs to be consulted in some<br />

subjects. Naturally the board needs<br />

to carry out thorough investigation on<br />

subjects we refer to them. Time is lost<br />

during this process<br />

but this is the correct<br />

way to do it.<br />

We also restored<br />

Darphane-i Amire<br />

(Royal Mint) as a<br />

special literature<br />

library, a hüsn-i hat<br />

and book museum to<br />

house publications<br />

of Ottoman Sultans<br />

interested in literature.<br />

The name in my<br />

mind is “Muhibbi<br />

Library”; as you know<br />

Sultan Süleyman’s<br />

pseudonym is<br />

“muhibbi”, which<br />

means “loving”.<br />

I can comfortably<br />

say that we are going<br />

through a “claiming<br />

the history” campaign.<br />

In fact, we are digging<br />

in areas outside listed<br />

buildings. Old palace walls, old Roman<br />

remains will probably be revealed<br />

in that area and the area around<br />

Topkapı Palace will be turned into an<br />

archaeological park at the same time.<br />

We experienced a tangible example. As<br />

you entered through Bab-ı Hümayun<br />

there was an old police station on the<br />

left hand side which was turned into a<br />

lodgings. After vacating the lodgings,<br />

through TÜRSAB and in conjuction with<br />

Feriye Restaurant, we not only restored<br />

the building but also carried out a clean<br />

up and archaeological excavation work.<br />

Remains of a palace belonging to a<br />

patriarch were unearthed behind St.<br />

Irene Church.<br />

It is obvious that Roman remains will<br />

be discovered in Sur-ı Sultani. That way<br />

we will have the opportunity to exhibit a<br />

500 year old Ottoman Palace and 1500<br />

year old Roman remains together.<br />

There are registered and unregistered<br />

buildings around Topkapı which are<br />

used outside their original purpose.<br />

For example, the Printing building<br />

was vacated when I came to the office;<br />

its restoration is now complete. We<br />

are working to convert the Printing<br />

Vocational High School building in front<br />

of that building into a warehouse and<br />

a building for managers. In the place<br />

where Gülhane Hospital was, we are<br />

planning a twenty or twenty five room<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 15


utik otel düşünüyoruz. Zührevi<br />

Hastalıklar Hastanesi ise kültür<br />

amaçlı kullanılacak ve müze<br />

olacak.<br />

Cankurtaran Spor Kulübü’nü bu<br />

sene tahliye ettik. Geçmiş son on<br />

yıl içinde çevrede çalışmış ancak<br />

boşaltılmış atölyelerin barakalarını<br />

geçen sene yıktırdık. Arkalarından<br />

sarnıçlar, eski tarihi duvarlar<br />

çıkmaya başladı. Bu çevreyi<br />

temizlersek çok güzel bir park<br />

çıkacak.<br />

İstanbul’da tarihi ayağa kaldırmak,<br />

tarihsel dokuya önem verdiğimizi<br />

göstermek için kolları sıvamış<br />

vaziyetteyiz; ama yılların birikimi,<br />

yüzyılları aşkın bir yıpranmışlık,<br />

bir kötü kullanma, bir eskimişlik<br />

var. Şimdi bütün bu eski yılların<br />

tortusunu özenli bir biçimde, hiçbir<br />

kurumu kırmadan, hiçbir kişiyi<br />

de mağdur etmeden çözmeye<br />

çalışıyoruz. Bu arada turizm<br />

sektörü bu konuda çok yardımcı<br />

oluyor; tüm bu anlattıklarımızı<br />

paylaşıyor bizimle. Kendilerine çok<br />

teşekkür ederim.<br />

TÜRSAB: İstanbul Arkeoloji<br />

Müzeleri de Sur-ı Sultani içinde<br />

önemli bir durak...<br />

Ertuğrul Günay: İstanbul<br />

Arkeoloji Müzeleri dünya çapında<br />

önemli bir müze. Binaları<br />

yetmediği gibi, çeşitli bakımlardan<br />

bakım ve onarıma ciddi ihtiyacı<br />

var. TÜRSAB’la bir ana sponsorluk<br />

anlaşması yaptık; bir yandan bu<br />

yapıyı iyileştirmeye çalışıyor, bir<br />

yandan Darphane’yi arkeolojinin<br />

alanı olarak halkımızın hizmetine<br />

sunmaya, bu müzeyi geliştirmeye<br />

çalışıyoruz. Arkeoloji Müzesi’nin<br />

içindeki bazı etkinlikleri de<br />

Darphane’ye taşıma imkânımız var.<br />

TÜRSAB: Ayasofya’da<br />

sürdürülen restorasyon<br />

çalışmalarından söz eder<br />

misiniz…<br />

Ertuğrul Günay: Dünya<br />

çapında, insanlığın en görkemli<br />

abidelerinden, mabetlerinden<br />

biri olan Ayasofya, tarih boyunca<br />

bakımı, restorasyonu sürmüş<br />

olan bir yapı. Bundan 15 yıl önce<br />

bir çalışma başlamış; ancak o<br />

çalışmada kullanılan iskele 8-10<br />

yıldır olduğu yerde duruyordu.<br />

Biz geçen yıl İstanbul <strong>2010</strong><br />

ajansıyla işbirliği yaparak iskeleyi<br />

kaldırdık, başka bir bölüme aldık.<br />

Restorasyonlar sırasında 200-300<br />

yıl önce kapatılmış bir melek<br />

resminin yüzünü açtık, devam edip<br />

nartekslerde çalışma yaptık.<br />

Ayasofya’nın girişinde 1930’larda<br />

yapılmış bir müdüriyet binası,<br />

hemen yanı başında yine biri<br />

Mimar Sinan tarafından, diğerleri<br />

Sinan’ın öğrencileri tarafından<br />

yapılmış üç önemli padişah türbesi<br />

bulunuyor. Bunların önü bir<br />

betonarme binayla kapatılmıştı.<br />

Binayı yıktığımızda arkasından<br />

türbeler çıktı. Bu türbeleri,<br />

restorasyonunu tamamlayarak, 60<br />

yıldan sonra ilk defa İstanbul’un ve<br />

dünyanın görüşüne sunduk.<br />

TÜRSAB: Yıldız Sarayı’nda<br />

da restorasyon çalışmaları<br />

sürdürüyorsunuz…<br />

Ertuğrul Günay: Yıldız<br />

Sarayı’ndaki çalışmalarla<br />

Osmanlı’nın son dönemine<br />

damgasını vurmuş Büyük<br />

Mabeyn binasının restorasyonunu<br />

tamamladık; Küçük Mabeyn,<br />

Harem’in restorasyonuna<br />

başlıyoruz. Yıldız Sarayı’nın içinde<br />

küçük bir butik opera salonu<br />

olacak. Sultan Hamit Avrupa’dan<br />

Batı müziğinin son eserlerini saraya<br />

getirtiyor ve saray halkı, hanım<br />

sultanlar, üst yöneticiler, padişah<br />

bu gösterileri izliyordu.<br />

TÜRSAB: Müze mağazaları<br />

konusunda neler söylemek<br />

istersiniz?<br />

Ertuğrul Günay: Biliyorsunuz<br />

yakın zamana kadar bakanlığa<br />

doğrudan bağlı bir mağazamız<br />

vardı müzelerimizde; ancak ne<br />

yazık ki dünya standartlarıyla<br />

yarışamayacak durumdaydılar.<br />

Özel teşebbüsle bir işbirliği<br />

projesi geliştirdik ve <strong>Türkiye</strong>’de<br />

55 müzede satış mağazası açma<br />

yetkisi verdik. Çok ciddi bir gelir<br />

elde etmeye başladık; müzelerin<br />

satış mağazalarının sayısı arttı,<br />

satılan objelerin niteliği yükseldi.<br />

Eskiden yurtdışına gittiğimde<br />

“Neden bizim mağazalarımızda<br />

böyle objeler yok, insanın içinden<br />

capacity boutique hotel. Venereal<br />

Diseases Hospital will be used for<br />

cultural purposes and will become a<br />

museum.<br />

We evicted Cankurtaran Sports Club<br />

this year. Last year we demolished<br />

the warehouse sheds which were<br />

occupied in the last ten years but<br />

had been vacated. Cisterns, old<br />

historical walls had started to<br />

appear from underneath. Once<br />

cleared, this area will be a beautiful<br />

park.<br />

We rolled up our sleeves to<br />

rejuvenate history in İstanbul,<br />

to demonstrate our emphasis on<br />

historical texture; but there is<br />

accumulation of years, decrepitude of<br />

centuries, misuse and obsoleteness.<br />

We are now painstakingly working<br />

to resolve years of residue without<br />

upsetting any instituitions, without<br />

agrevating any persons. Meanwhile<br />

Ertuğrul Günay<br />

İstanbul Arkeoloji Müzeleri önünde<br />

Ertuğrul Günay<br />

Outside İstanbul Archaelogical Museums<br />

tourism sector is being very helpful;<br />

they share with us everything we are<br />

talked about. I thanked them very<br />

much.<br />

TÜRSAB: Archaeology Museum<br />

is an important stop within the<br />

boundaries of Sur-ı Sultani...<br />

Ertuğrul Günay: Archaeology<br />

Museum is an important worldrenown<br />

museum. Not only the<br />

buildings are insufficient but they<br />

are also in need of maintenanence<br />

and repair. We made a main<br />

sponsorship agreement with<br />

TÜRSAB; on one hand we are<br />

working to improve this building<br />

while on the other we are working to<br />

open Royal Mint to public as an area<br />

of archaeology, working to improve<br />

this museum. We have the possibility<br />

of moving some of the activities in<br />

Archaeology Museum to Royal Mint.<br />

16 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin bahçesinde yapımı devam eden Müze Cafe (solda) ve müze giriş kapısının yenilenmesinden görüntüler<br />

Construction of Museum Cafe is ongoing in the garden of İstanbul Archaelogoy Museums (left) and views from renovation work of the museum’s entrance gate<br />

satın alma duygusu geçiren?”<br />

diye sorardım. Şimdi kendi<br />

mağazalarımızı gezerken aynı<br />

duyguyu hissediyorum. Artık<br />

bizim de müzelerimizde dünyadaki<br />

örnekleriyle aynı görkemde, aynı<br />

güzellikte, aynı hoşlukta ürünler<br />

satılmaya başladı. Bundan hem<br />

gelir ve keyif elde ediyoruz, hem<br />

ülke turizminin marka değeri<br />

yükseliyor. Zaten turizmin dünya<br />

çapında bilinir hale gelmesi için<br />

kültürü işin içine katmak gerekiyor.<br />

TÜRSAB: Bütün bu<br />

çalışmalarınız için yeterince<br />

sponsor bulabiliyor musunuz?<br />

Ertuğrul Günay: Ne yazık ki<br />

fazla değil... Bahsettiğim Beyazıt,<br />

Süleymaniye çevresinde Hürrem<br />

Sultan, Kanuni Sultan Süleyman<br />

ve Mimar Sinan’ın türbeleri<br />

sponsorlukla restore ediliyor.<br />

Bir de TÜRSAB’la yaptığımız bir<br />

anlaşma var. Bunlar dışında ne<br />

yazık ki çok ciddi bir sponsorluk<br />

desteği bulmuş değiliz.<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin varlıklı kesimi henüz<br />

okul ve hastane yaptırmanın<br />

ötesine çok geçemedi. Halbuki<br />

kültür yatırımlarına yardım<br />

ettiğiniz zaman da vergi<br />

matrahından düşebiliyorsunuz bu<br />

giderlerinizi.<br />

Başka bazı yerlerde kültür işlerine<br />

katkı aldığımız oluyor. Sagalassos’u<br />

ayağa kaldırırken Aygaz’ın,<br />

Afrodisyas’ta Koç Grubu’nun,<br />

Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni<br />

Orkestrası’nın yenilenmesinde<br />

TÜRSAB: Can you talk about<br />

restoration works ongoing in St<br />

Sophia...<br />

Ertuğrul Günay: St Sophia is a worldrenowned,<br />

one of the most splendid<br />

monuments, temples of humanity,<br />

whose restoration and maintenance<br />

had been going on for centuries. Work<br />

had started 15 years ago; but the<br />

scaffolding used for that work had<br />

been standing idle for 8-10 years. We<br />

removed the scaffolding by working<br />

with İstanbul <strong>2010</strong> agency. During<br />

restorations we uncovered a picture<br />

of an angel which was covered 200-<br />

300 years ago, continued to work on<br />

narthices. At the entrance of St Sophia,<br />

there is a management building built<br />

around 1930s, and right next to it there<br />

are three important tombs of sultans,<br />

one of which is built by Mimar Sinan<br />

(The Architect) and the others by his<br />

students. They were obscured behind a<br />

concrete building. When we demolished<br />

the building we came across these<br />

tombs. After completing the restoration<br />

work, we opened the tombs to vision of<br />

İstanbul and the world for the first time<br />

in 60 years.<br />

TÜRSAB: You are continuing<br />

restoration works at Yıldız Palace<br />

too...<br />

Ertuğrul Günay: With the work<br />

at Yıldız Palace we completed the<br />

restoration of Grand Mabeyn (The area<br />

between harem and the palace) building<br />

which played an important role in<br />

the last period of Ottoman. There will<br />

be a small boutique opera hall inside<br />

Yıldız Palace. We are commencing the<br />

restoration of Small Mabeyn, Harem.<br />

Sultan Hamit would bring the latest<br />

works of Western music to the palace<br />

and palace court, lady sultans, senior<br />

managers, sultan would watch these<br />

shows.<br />

TÜRSAB: What would you like to<br />

say about museum shops?<br />

Ertuğrul Günay: Until recently, there<br />

were, as you know, shops in museums<br />

directly connected to ministry; but<br />

unfortunately they were not in a state to<br />

compete with the world standards. We<br />

developed a joint project with private<br />

sector and gave them authorization to<br />

open shops in 55 museums in Turkey.<br />

We started to receive serious income;<br />

number of museum shops increased,<br />

quality of items on sale increased.<br />

During my trips abroad I used to ask<br />

“Why don’t our shops have items<br />

like these, items that impulse you to<br />

purchase?”. Now I have the same feeling<br />

when I visit our shops. Our museums<br />

have now started to sell products<br />

just as splendid, pretty and nice as<br />

their peers worldwide. Not only we<br />

obtain income and pleasure from that<br />

but also the brand value of counry’s<br />

tourism is increasing. It is essential to<br />

involve culture to make tourism renown<br />

throughout the world.<br />

TÜRSAB: Do you find enough<br />

sponsors for all these works?<br />

Ertuğrul Günay: Not many<br />

unfortunately... Hürrem Sultan, Kanuni<br />

Sultan Süleyman and Mimar Sinan<br />

tombs around Beyazıt, Süleymaniye<br />

I just talked about are restored<br />

with sponsorship. There is also the<br />

agreement with TÜRSAB. Aside from<br />

these, we are yet to find a serious<br />

sponsorhip support.<br />

Wealthy fraction of Turkey could not<br />

yet go beyond building schools and<br />

hospitals. Whereas, you can deduct the<br />

tax back on the expenditure when you<br />

help with culture investments.<br />

There are other places where we receive<br />

contribution to cultural works. We<br />

received contributions from Aygaz when<br />

renovating Sagalassos, from Koç Group<br />

in Afrodisyas, from Doğuş Group when<br />

renewing Ankara President’s Symphony<br />

Orchestra. But we need more.<br />

For me, if all these corporations<br />

contribute more to Turkey’s historical<br />

assets within their financial means,<br />

they would contribute to an area of<br />

prestige as well as having a life-long<br />

opportunity to have their pictures,<br />

names remembered in these sites. But I<br />

think this is something that we need to<br />

talk about more in the period ahead.<br />

TÜRSAB: There are other areas,<br />

subjects that you are interested in<br />

in İstanbul aside from Historical<br />

Peninsula, Sur-i Sultani; for<br />

instance AKM (Atatürk Culture<br />

Centre)...<br />

Ertuğrul Günay: One of the most<br />

important areas we are having<br />

problems with in İstanbul, perhaps<br />

the single most important one, is<br />

AKM. Unfortunately AKM was a dated<br />

building from usage point of view. We<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 17


AYASOFYA<br />

Üzeri maskeyle kapatılmış<br />

melek figürünün<br />

restorasyon sonrasındaki<br />

görünümü<br />

A view of the Angel figure<br />

covered with a mask after its<br />

restoration<br />

Bizans tarihçileri Theophanes, Nikephoros ve Gramerci Leon ilk<br />

Ayasofya’nın İmparator I. Konstantinos zamanında yapıldığını ileri sürer.<br />

O zamanlar bazilika planlı, ahşap çatılı bir yapıya sahip olan Ayasofya,<br />

bir ayaklanma sonunda yandı ve İmparator II. Theodosius, binayı ikinci<br />

defa yaptırarak 415 tarihinde ibadete açtı; 532’de Nika ihtilali sırasında<br />

bir kez daha yanan mekân, İmparator Justinianus tarafından üçüncü kez<br />

inşaa edildi ve 27 Aralık 537’de tamamlandı. Çağın ünlü mimarlarından<br />

Miletoslu İsidoros ve Trallesli Anthemios da günümüze ulaşan Ayasofya’yı<br />

yaparken de Anadolu’nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar,<br />

mermerler ve renkli taşları kullandı. Ayasofya, İstanbul’un fethi ile birlikte<br />

başlayan dönemden itibaren çeşitli onarımlar gördü.<br />

18 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


ST SOPHIA<br />

Byzantine historians Theophanes, Nikephoros and Leon the Grammarian suggest<br />

that St Sophia was first built during the reign of Emperor I. Konstantinos. St Sophia<br />

which was planned as a basilica and had a timber roof was burnt down after an uprise<br />

and Emperor II. Theodosius rebuilt the building for the second time and opened it to<br />

worship in 415; Burnt down once again during Nika insurrection in 532, the place was<br />

rebuilt for the third time by Emperor Justinianus and the work was completed on 27<br />

December 537. When the architects of that era İsidoros of Miletos and Anthemios of<br />

Trallesli were building St Sophia that reached today, they used columns, headpieces,<br />

marble and colourful stones from remnants of Anatolia’s antique cities.<br />

St Sophia underwent various repair works with the start of the period after the<br />

conquest of İstanbul.<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 19


Doğuş Grubu’nun katkılarını aldık.<br />

Ama daha fazlasına ihtiyacımız var.<br />

Bence <strong>Türkiye</strong>’nin tarihsel varlığına<br />

bütün bu kurumlar kendi ekonomik<br />

güçlerine uygun biçimde daha fazla<br />

yardım ederse hem prestijli bir<br />

mekâna katkı yapmış olurlar, hem<br />

de isimleri, resimleri hayat boyu<br />

teşekkürle anılır bu mekânlarda.<br />

Ama bu, galiba önümüzdeki süreçte<br />

biraz daha anlatmamız gereken bir<br />

ihtiyaç.<br />

TÜRSAB: İstanbul’da Tarihi<br />

Yarımada’nın, Sur-i Sultani’nin<br />

dışında da restorasyonu, yapımı<br />

ile ilgilendiğiniz yerler, konular<br />

var; örneğin AKM...<br />

Ertuğrul Günay: İstanbul’da<br />

şu anda özel olarak sıkıntıda<br />

olduğumuz konulardan birincisi,<br />

belki de tekil olarak en önemlisi<br />

AKM. AKM ne yazık ki kullanım<br />

açısından çok eskimiş bir yapıydı.<br />

“Madem ki Avrupa Kültür Başkenti<br />

fırsatı var elimizde, yukarıdan aşağı<br />

yenileyelim binayı” düşüncesiyle<br />

ciddi bir proje hazırlattık. Yapı<br />

esas olarak korunmakla birlikte,<br />

çağdaş bir kültür merkezi içinde<br />

olması gerekenler düşünülerek<br />

yeniden planlandı. Daha önce<br />

binanın kontrol mühendisi olan bir<br />

değerli isim, Tabanlıoğlu isminin<br />

devamı olan bir firma da işin proje<br />

yapımını üstlendi. Avrupa Kültür<br />

Başkenti Ajansı çok ciddi bir kaynak<br />

ayırdı. Projenin yaklaşık maliyeti 90<br />

trilyondu; ihale yaklaşık 65 trilyona<br />

alındı bir firma tarafından. Tam yer<br />

teslimi yapılacağı sırada bir sendika<br />

yargıya gitti, projeyi durdurdu,<br />

ardından iptal ettirdi. Temel iptal<br />

sebepleri, çatıda şu anda kafeterya<br />

olarak sanatçıların kullandığı ve<br />

başkalarına açık olmayan mekânın<br />

hoş bir lokanta haline getirilmesine<br />

karşı çıkmalarıydı. Projede burası<br />

bir kafeterya, bir cd-kitap satış yeri,<br />

gençlerin opera, tiyatro, konser<br />

saatlerini beklerken buluşacakları,<br />

oturacakları, zaman geçirecekleri<br />

bir mekân olarak tasarlanmıştı.<br />

Fakat bu lokantaya itiraz edildi;<br />

çünkü buraya kendilerinden başka<br />

kimseyi sokmuyorlardı. “Taksim’i<br />

buluşma yeri mi yapacaksınız?”,<br />

“İstanbul’un zenginlerine lokanta mı<br />

yapıyorsunuz?” dediler. Ve ne yazık<br />

ki bu eskimiş çağ eleştirilerini yargı<br />

da kabul etti.<br />

Biz yaşadığımız moral bozukluğuna<br />

rağmen yargının itiraz ettiği<br />

konuları ayıklayarak yeni bir proje<br />

yaptık; yeniden kurula gitti proje,<br />

yeni baştan muhalefetle karşılaştık,<br />

yeni baştan düzeltmeler oldu. Bu<br />

süreç aylarımızı aldı.<br />

Tabi bu arada haklı bir itiraz öne<br />

sürdü Ajans. Biz binayı yaptırmak<br />

için 60-70 trilyon harcayacaktık.<br />

“Bütün bu iyileştirmeleri yapmadan,<br />

sadece tamirat için 40 trilyon niye<br />

harcayalım? Biz İstanbul’a bir<br />

kültür merkezi armağan etmek<br />

istiyoruz, tamirat yaptırmak değil”<br />

dediler. Bizim de bu 40 trilyonu<br />

bulmamız mümkün değil; bu<br />

noktada duruyoruz. Ne yazık ki<br />

böyle bağnaz, eskimiş bir yapı ve<br />

o yapı doğrultusunda ortaya çıkan<br />

kararlar AKM’yi şu anda karanlıkta<br />

tutuyor. Bundan çok büyük üzüntü<br />

duyuyorum. Her şeye rağmen<br />

teknik iyileştirme projemizi bir<br />

kaynakla yola sokup, AKM’yi “tamir<br />

edip” içine girmeye çalışıyoruz.<br />

Tahmin ediyorum ki bir yıl içinde<br />

bunu yapmaya çalışacağız. Ama<br />

AKM’ye verilen zarar, sadece bu<br />

yönetime, Ajans’a değil, İstanbul’a<br />

çok büyük bir haksızlık olur.<br />

“Her yol Roma’ya çıkar“<br />

“Ünlü bir söz vardır: ‘Her yol Roma’ya çıkar.’ İddia ediyorum ki, her yolun çıktığı Roma İtalya’daki<br />

Roma değil, İstanbul’dur. Çünkü Roma 200-250 yıl tarihte önemli bir şehirdi, yani milattan biraz<br />

önce başlayıp milattan 200-300-400’lerde bitti; ama İstanbul 400’lerde başladı, 1453’e kadar<br />

Roma’nın başkenti oldu; 1453’ten bu yana da yine bir tür Roma görkemindeki Osmanlı’nın<br />

başkentiydi. Dünyada 1500 yıldır başkent olan, bu görkemde, bu ihtişamda başka bir yer yoktur.<br />

İstanbul’da veya <strong>Türkiye</strong>’nin herhangi bir yerinde bir dönem ayrımı yapmıyoruz. Hangi dönemden<br />

kalmış olursa olsun, eserlerimize olabileceği kadar sahip çıkmaya, hepsini geleceğe taşımaya<br />

çalışıyoruz.”<br />

“All roads lead to Rome.”<br />

had a serious project prepared with the<br />

thought that “seeing that we have the<br />

European Culture Capital opportunity<br />

on our hands, lets renew the building<br />

from top to bottom”. While keeping<br />

the building in essence, everything<br />

that needed to be in a modern culture<br />

centre was planned from scratch. An<br />

important name who was the previous<br />

controlling engineer of the building was<br />

charged with the project at a firm which<br />

was a continuation of Tabanllıoğlu<br />

name. European Culture Capital Agency<br />

allocated a serious budget. Approximate<br />

cost of the project was 90 billion TL; the<br />

bid was won by a firm for 65 billion TL.<br />

As the work was about to get underway<br />

a union appealed to the court and had<br />

the project halted, then had it cancelled.<br />

The basic reason for cancellation was<br />

the opposition to convert a rooftop area<br />

used solely by artists as a cafeteria into<br />

a pleasant restaurant open to public.<br />

In the project, this area was designed<br />

as a cafeteria, a shop selling CDs,<br />

books, an area for young people to<br />

while away the time, to meet friends,<br />

to sit down while waiting for opera,<br />

theatre or concert to start. But they<br />

objected to this restaurant; because<br />

they would not let anyone else in this<br />

area but themselves. They said “Will<br />

you make Taksim a meeting place?”,<br />

“Are you building a Restaurant for<br />

İstanbul’s rich?” And unfortunately<br />

courts also accepted their prehistoric<br />

age arguments.<br />

Despite the despondency we<br />

experienced, we cleared out areas of<br />

contention and created a new project;<br />

project was re-submitted to the<br />

board, we met opposition again, new<br />

corrections were made. This process<br />

took months.<br />

In the meantime the Agency rightly<br />

put forward an objection. We were<br />

going to spend 60-70 billion to build<br />

the building. They said “Why would we<br />

spend 40 billion on repair alone without<br />

doing all these improvements? We want<br />

to present a culture centre to İstanbul,<br />

not just carry out repairs”.<br />

It was impossible for us to find this<br />

40 billion; we stopped at that point.<br />

Unfortunately a bigoted, aged structure<br />

and decisions made by that structure<br />

is now leaving AKM in dark. I feel<br />

very upset by this. Despite all that<br />

we are trying to source our technical<br />

improvement project somehow to<br />

“repair” AKM and move in. My guess is<br />

that we will endeavour to do that within<br />

a year.<br />

But the damage to AKM will be an<br />

injustice, not only to this administration,<br />

Agency but also to İstanbul.<br />

There is a famous saying: “All roads lead to Rome.” I claim that Rome that all roads lead to is not Rome in Italy, but<br />

is İstanbul. Because Rome was an important city in history over 200-250 years, i.e beginning just before the birth of<br />

Christ finishing around 200-300-400BC; but İstanbul started around 400s, was capital of Rome until 1453; From 1453<br />

it was the capital of Ottoman just as magnificent as Rome was. There is no other place on earth which was a capital<br />

city for 1500 years, no other place as glorious.<br />

We don’t differentiate a period in İstanbul nor anywhere else in Turkey. Whichever period they are inherited from, we<br />

are endeavouring to claim our assets as much as possible, passing them over to the future.<br />

20 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


TARİH<br />

history<br />

ATATÜRK’ÜN<br />

İSTANBUL’U<br />

Pera Palas... Haydarpaşa Garı... Dolmabahçe Sarayı...<br />

Beyoğlu sokakları... Boğaz suları...<br />

İşte, Atatürk’ün İstanbul’u<br />

Aylin Şen<br />

ATATÜRK’S İSTANBUL<br />

Pera Palace... Haydarpaşa Station... Dolmabahçe Palace... Streets of<br />

Beyoğlu... Waters of the Bosphorus... here is Atatürk’s İstanbul<br />

Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet<br />

kurulduktan sonra İstanbul’a ilk gelişi,<br />

Temmuz 1927<br />

First visit of Mustafa Kemal Atatürk to İstanbul<br />

after the formation of the Repulic,<br />

July 1927<br />

22 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 23


“Sekiz sene evvel, mustarip,<br />

ağlayan İstanbul’dan kalbim<br />

sızlayarak çıktım. Teşyi<br />

edenim (uğurlayanım) yoktu.<br />

Sekiz sene sonra, kalbim müsterih<br />

olarak İstanbul’a geldim.”<br />

Tarih, 1 Temmuz 1927. Mustafa<br />

Kemal Atatürk “Vatandaşlarım”<br />

diye başladığı İstanbul<br />

Nutku’nda bunları söylüyordu.<br />

19 Mayıs 1919 günü kalbi<br />

sızlayarak ayrıldığı İstanbul’a bu<br />

sözlerle dönmüştü. İçi rahattı,<br />

çünkü yaveri Cevat Abbas<br />

Gürer’e söylediği gibi “düşmanlar<br />

geldikleri gibi gitmişlerdi”. İçi<br />

rahattı, çünkü onu karşılamak<br />

için yollara, teknelerle<br />

denize dökülen İstanbullular<br />

Cumhuriyet’e sahip çıktıklarını<br />

göstermişti.<br />

Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı<br />

konuşmada bu duygularını şöyle<br />

ifade ediyordu:<br />

“Sekiz sene önce buradan<br />

ayrılırken, kalbi yaralı<br />

olanlardan biri de bendim. Sekiz<br />

sene, heyet-i içtimaiyemizin<br />

(toplumumuzun) yeni girdiği<br />

devrin tarihi, içine aldığı<br />

ihtilâllerin, inkılâpların<br />

neticeleriyle doludur. Aziz<br />

İstanbul halkına, sekiz sene<br />

Haydarpaşa Garı, Haziran 1930<br />

Haydarpaşa Station, June 1930<br />

“Eight years ago, I left a suffering,<br />

tearful İstanbul with my heart<br />

aching. Nobody came to send me<br />

off. Eight years later, I came back<br />

to İstanbul with a cheer in my<br />

heart.”<br />

The date is 1 July 1927. Mustafa<br />

Kemal Atatürk was saying these<br />

in his İstanbul speech which he<br />

started with “My citizens”. He had<br />

returned to İstanbul with these<br />

words after leaving the city on 19<br />

May 1919 with his heart aching.<br />

He was content, because just as he<br />

told his aide Cevat Abbas Gürer,<br />

“the enemy had left just as they<br />

had arrived”. He was content<br />

because İstanbulites who took<br />

to the roads, filled the boats on<br />

the sea had demonstrated that<br />

they would stake a claim for the<br />

Republic.<br />

He was expressing his feelings in<br />

the speech at Dolmabahçe Palace<br />

as thus:<br />

“When I was departing from here<br />

eight years ago, I was one of<br />

those whose heart was wounded.<br />

Eight years is filled with history<br />

of the period our society had<br />

newly entered, conclusions of<br />

rising, revolutions, I am talking to<br />

reverend people of İstanbul, just as<br />

Dolmabahçe Sarayı’nın merdivenlerinden inerken, Temmuz 1927<br />

Descending the stairs of Dolmabahçe Palace, July 1927<br />

24 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


evvelki kadar, içinde yedi evliya<br />

kuvvetinde bir heyula (hayalet)<br />

tasavvur ettirilmek istenen bu<br />

sarayın içinde konuşuyorum.<br />

Yalnız artık bu saray, zıllulahların<br />

(Allah’ın gölgelerinin) değil,<br />

zil olmayan (gölge olmayan)<br />

milletin sarayıdır ve ben burada,<br />

milletin bir ferdi, bir misafiri<br />

bulunmakla bahtiyarım...”<br />

Haydarpaşa’da edilen yemin<br />

İstanbul, Mustafa Kemal için<br />

hep çok özel bir kent oldu. 13<br />

Mart 1899 tarihinde girdiği<br />

Mekteb-i Harbiye-i Şahane, yani<br />

Harp Okulu hem onun hem de<br />

ülkesinin kader yolculuğunu<br />

belirledi. Bir savaştan diğerine<br />

cephe cephe dolaşsa da hep<br />

dönüp İstanbul’a geldi. Beşiktaş<br />

Akaretler’de oturan annesi<br />

Zübeyde Hanım ve kızkardeşi<br />

Makbule ile hasret giderdi.<br />

Beyoğlu’na çıkıp arkadaşlarıyla<br />

buluştu. Hüznü ağır sofralarda<br />

memleketin gidişini konuştu.<br />

13 Kasım 1918 günü İstanbul’a<br />

geldiğinde memleketin gidişi az<br />

çok belli olmuştu.<br />

Çünkü tam da o gün, muzaffer<br />

itilaf devletlerinin, yani İngilizler<br />

ve Fransızların savaş gemileri<br />

Boğaz’a girip Haydarpaşa<br />

önünde demirlemişti.<br />

Mustafa Kemal, işte o gemilerle<br />

göz mesafesinde Haydarpaşa<br />

Garı’ndaydı. Bakmış ve işte orada<br />

“Geldikleri gibi giderler” demişti.<br />

Geleceğe hazırlık<br />

Mustafa Kemal vapurla karşıya<br />

geçti; ama her zamanki<br />

gibi annesinin<br />

evine<br />

gitmedi.<br />

Pera Palas<br />

oteline<br />

gitti.<br />

Öncesinde<br />

ve sonrasında<br />

hayatında<br />

büyük önem<br />

taşıyan otelde<br />

küçük bir daireye<br />

yerleşti. Birkaç<br />

gün durumu<br />

kolaçan etti. Daha<br />

sonra yakın bir<br />

arkadaşının<br />

eight years ago, from within this<br />

palace in which people were forced<br />

to imagine a ghost as strong as<br />

seven saints.<br />

But this palace is not the palace<br />

of shadows of the God but is the<br />

palace of a nation who does not<br />

shadow and I am elated to be here<br />

as an individual, a guest of this<br />

nation...”<br />

Oath taken in Haydarpaşa<br />

İstanbul had always been a<br />

very special city for<br />

Mustafa Kemal.<br />

The Military<br />

College he enrolled<br />

had determined<br />

his journey of<br />

fate as well as his<br />

country’s. He always<br />

returned to İstanbul<br />

despite wondering<br />

between battles and<br />

war fronts. He was<br />

reunited with his<br />

mother Zübeyde Hanım<br />

and his sister Makbule<br />

who lived in Beşiktaş<br />

Akaretler. He<br />

wandered up to Beyoğlu to meet<br />

up with his friends. He talked<br />

about the state of the country<br />

in gloomy diner tables. When<br />

he arrived in İstanbul on 13<br />

November 1918, the country’s<br />

destiny was more or less certain.<br />

Because exactly on that date,<br />

battleships of victorious entente<br />

states, i.e. English and French,<br />

had entered the Bosphorus and<br />

were anchored at Haydarpaşa.<br />

Mustafa Kemal was at<br />

Haydarpaşa with those<br />

battleships in his sight at a close<br />

distance. There he looked and said<br />

“They would leave just as they<br />

arrived”.<br />

Getting ready for future<br />

Mustafa Kemal crossed to the<br />

other shore by ferry; but he didn’t<br />

go to his mother’s house as he<br />

always had done. He went to<br />

Pera Palace hotel. He settled in a<br />

small chamber at the hotel which<br />

had an important place in his life<br />

before and after. He observed the<br />

situation for a few days. Later on<br />

he moved in to a close friend’s<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 25


Beyoğlu’ndaki evine geçti.<br />

O sırada yeni bir ev<br />

arayışındaydı. Aradığını<br />

da Şişli’de buldu. Madam<br />

Kasabyan’ın üç katlı evini<br />

kiraladı. Annesiyle kız kardeşini<br />

de yanına almıştı, ama ev aslında<br />

bir “karargâh”tı. Büyük salon<br />

sık sık gizli toplantılara sahne<br />

oluyor; alt katta kalan yaveri sık<br />

sık önemli notları ilgili kişilere<br />

ulaştırıyordu.<br />

Şişli’deki mütevazı evde Kurtuluş<br />

Savaşı’nın planları, hazırlıkları<br />

yapıldı. Mustafa Kemal, orta<br />

katta arka bahçeye bakan yatak<br />

odasında geleceği hayal etti.<br />

Ve sonra sıra, o geleceği<br />

gerçekleştirmeye geldi.<br />

Mustafa Kemal, bir grup<br />

arkadaşıyla 16 Mayıs 1919 günü<br />

İstanbul’dan ayrıldı.<br />

Karanlık işgal yıllarının ardından<br />

İstanbul’un kurtuluş günü geldi.<br />

4 <strong>Ekim</strong> 1923 günü itilaf askerleri<br />

kentten ayrıldı. Sahiden de<br />

geldikleri gibi gitmişlerdi. Üstelik<br />

Türk bayrağını selamlayarak... 5<br />

<strong>Ekim</strong> günü Türk ordusu kentin<br />

Anadolu yakasına ulaştı. 6 <strong>Ekim</strong><br />

günü ise çiçek yağmuru altında<br />

Avrupa yakasına, yani hep<br />

söylenegeldiği gibi “İstanbul”a<br />

girdi.<br />

Ve dönüş<br />

İstanbul düşman işgalinden<br />

kurtulsa da Mustafa Kemal daha<br />

yıllarca kente gelmeyecekti.<br />

Nedeni bir kırgınlık mıydı, yoksa<br />

güvenlik kaygısı mı? Ya da<br />

İstanbul’u başkent, kendisini de<br />

halife ilan etmesini bekleyenlere<br />

bir mesaj mı vermek istiyordu?<br />

Kimbilir... Ama Ankara’da<br />

kalmayı seçti. İstanbul’a,<br />

ayrılışından sekiz, kurtuluştan da<br />

dört sene sonra döndü.<br />

house in Beyoğlu.<br />

In the meantime, he was looking<br />

for a new house. He found what<br />

he was looking for in Şişli. He<br />

rented the three storey house<br />

from Madame Kasabyan. He took<br />

his mother and sister there as<br />

well, but the house was in fact<br />

a headquarters. The large living<br />

room was often staging secret<br />

meetings; His aide, who lived<br />

below, often delivering important<br />

notes to relevant people.<br />

Plans and preparations for the<br />

Independence War were made in<br />

that modest house in Şişli.<br />

Mustafa Kemal dreamt about the<br />

future in his bedroom in the middle<br />

floor overlooking the back garden.<br />

And later on, it was time to turn<br />

that dream into reality.<br />

Mustafa Kemal left İstanbul on 16<br />

May 1919 with a group of friends.<br />

After the dark days of occupation,<br />

the day İstanbul liberated had<br />

arrived. On 4 October 1923<br />

entente soldiers left the city. They<br />

had, in fact, left just as they had<br />

arrived. Moreover, they left by<br />

saluting the Turkish flag... on 5 th<br />

October Turkish soldiers arrived<br />

on the Anatolian side of the city.<br />

On 6 th October they entered<br />

“İstanbul” under a flower shower,<br />

as it’s always talked about.<br />

And the return<br />

Despite İstanbul’s liberation<br />

from enemy occupation, Mustafa<br />

Kemal would not come tothe city<br />

for many more years. Was the<br />

reason a disappointment, or a fear<br />

of security? Or was he trying to<br />

give a message to those who was<br />

ready for him to declare İstanbul a<br />

capital and himself a caliph? Who<br />

knows... but he chose to stay in<br />

Ankara. He returned to İstanbul<br />

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Temmuz 1935 tarihinde Moda Deniz Kulübü’nün<br />

düzenlediği yat yarışmalarını izlerken<br />

Mustafa Kemal Atatürk, watching the yacht races on 1 July 1935, organized by<br />

Moda Deniz Club<br />

26 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Mustafa Kemal Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda, Ağustos 1929<br />

Mustafa Kemal Atatürk in Dolmabahçe Palace, August 1929<br />

Mustafa Kemal Atatürk, Yıldız Sarayı’nda, Haziran 1930<br />

Mustafa Kemal Atatürk in Yıldız Palace, June 1930<br />

Temmuz 1935<br />

July 1935<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 27


Daha önce Padişah tarafından<br />

kabul edildiği Dolmabahçe<br />

Sarayı’nda <strong>Türkiye</strong> Cumhuriyeti<br />

Cumhurbaşkanı olarak<br />

dönüşünün duygularını aktardı.<br />

Gençliğinin Pera Palas’ında<br />

Cumhuriyet balolarına katıldı.<br />

Düşman gemilerine tanıklık eden<br />

Boğaz sularında Savarona Yatı<br />

ile eski düşmanlarının liderlerini<br />

ağırladı.<br />

Ölmek için de bu en sevgili<br />

şehrini seçti.<br />

Gümüşsuyu üzerinden sahile<br />

inen tramvayın kondüktörü,<br />

10 Kasım’da her gün sağlık<br />

durumunu sorduğu Gazi<br />

Paşa’sının öldüğü haberini aldı.<br />

O haberi önce tramvaydakiler<br />

öğrendi. Sonra bütün şehir...<br />

Bütün <strong>Türkiye</strong>... Ve bütün<br />

dünya...<br />

Atatürk Ankara’ya, Cumhuriyet’in<br />

kalbine gömülecekti belki ama<br />

İstanbul’un hemen her köşesi<br />

onun anılarını yad edecekti.<br />

Bugüne kadar olduğu gibi!<br />

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü tarafından Yeşilköy Havalimanı’nda<br />

karşılanıyor, Haziran 1936<br />

Mustafa Kemal Atatürk is met by İsmet İnönü at Yeşilköy Airport, June 1936<br />

eight years after leaving, four years<br />

after its liberation.<br />

In Dolmabahçe Palace where he<br />

was once granted an audience with<br />

Padişah, he expressed his feelings<br />

on returning as the President of<br />

Republic of Turkey.<br />

He attended Republican balls at<br />

Pera Palace of his youth.<br />

He welcomed the leaders of old<br />

enemy countries on Savarona Yacht<br />

anchored in waters of Bosphorus<br />

which once witnessed enemy<br />

battleships.<br />

He also chose this dear city to die.<br />

The conductor in the tram heading<br />

to the shore via Gümüşsuyu<br />

received the news of his Gazi Paşa’s<br />

death, whose health he enquired<br />

every day, on 10 th November.<br />

Followed by the whole city... Whole<br />

of Turkey... And the whole world...<br />

Perhaps Atatürk would be buried in<br />

Ankara, at the heart of the Republic<br />

but every corner of İstanbul would<br />

remember his memories. Just as it<br />

did until today!<br />

Atatürk, Hukuk Fakültesi’nde öğrencilerle ders dinliyor, Aralık 1930<br />

Atatürk is in class with the students of Law Faculty, December 1930<br />

28 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


FUAR ÖZEL<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 29


TARİH<br />

history<br />

ŞEHİR EFSANESİ<br />

YA DA<br />

BİR EFSANE ŞEHİR<br />

“İstanbul bir Babil’dir, bir dünyadır, âlemin yaratılmasından<br />

önceki karışıklıktır. Güzel midir? Harikuladedir! Çirkin midir?<br />

Korkunçtur! Hoşa gider mi? Sarhoş eder!<br />

Orada kalır mısınız? Kim bilir!”<br />

Nihal Boztekin<br />

CITY LEGEND OR A LEGENDARY CITY<br />

“İstanbul is a Babylon, it is a world, it is the chaos before the creation of<br />

universe. Is it pretty? It is spectacular! Is it ugly? It is terrible! Is it likeable?<br />

It makes you drunk! Would you stay there? Who knows!”<br />

30 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


İtalyan yazar Edmondo<br />

d’Amicis 19. yüzyıl sonlarında<br />

İstanbul’a gelir. İlk günlerde,<br />

kendi tabiriyle, hiçbir şey<br />

anlamaz, şaşırıp kalır; bir yandan<br />

bir ömür burada yaşamak, bir<br />

yandan ertesi gün ayrılıp gitmek<br />

ister. Bütün bu kargaşayı kaleme<br />

almak istediğinde ise şu cümleler<br />

çıkar ağzından: “Şeytan bazen,<br />

masanın üzerindeki bütün<br />

kitaplarla kâğıtları topla,<br />

pencereden fırlat at diyor.”<br />

Ama öyle bir efsunu vardır ki<br />

şehrin, anbean gördüklerini<br />

kaydetmekten, her köşeyi<br />

tasvirden alıkoyamaz kendini.<br />

“İstanbul’u anlatmaya kim<br />

cüret edebilir!” dese de, sadece<br />

kendisi değil, onlarca seyyah<br />

da bu tarifi zor şehre ilişkin<br />

efsanelere tanıklık etmiştir; kimi<br />

kuruluş hikâyelerinden, kimi bir<br />

abidesinin gizeminden açmıştır<br />

sözü. İşte bunlardan birkaçı...<br />

Kartal ile yılan...<br />

İstanbul’un kuruluşuna ilişkin<br />

türlü efsane dolaşır dillerde.<br />

Bunlardan birini, Nestor İskender<br />

şu olay eşliğinde<br />

nakleder: Bu<br />

topraklar ar<br />

üzerinde e bir<br />

gün bir yılan<br />

yuvasından<br />

n<br />

çıkarak<br />

sürünmeye<br />

e<br />

başlamıştır ştır<br />

ki, tam<br />

o sırada<br />

bir kartal al<br />

hızla alçalır,<br />

yılanı alıp<br />

havalanır;<br />

ama yılan boş<br />

durmaz, kartalın<br />

gırtlağını sıkmaya<br />

başlar.<br />

Bu sırada<br />

Büyük<br />

Konstantin<br />

ve yanındakiler olanları seyre<br />

dalmıştır; hayvanlar yere düştüğü<br />

anda koşup kartalı kurtarırlar.<br />

Bu olup bitenden tedirgin olan<br />

Konstantin, güvendiği ermişleri<br />

çağırıp olayı anlattığında ilginç<br />

bir yanıt alır:<br />

“Bu şehre Yedi Tepeli denecek;<br />

Edmondo d’Amicis<br />

Edmondo d’Amicis<br />

Italian author Edmondo<br />

d’Amicis arrives in<br />

İstanbul towards<br />

the end of 19 th<br />

century. Initially,<br />

in his own<br />

words, he can’t<br />

comprehend<br />

anything; he<br />

is confused,<br />

one minute<br />

he wants to<br />

live here for a<br />

lifetime, next<br />

minute he wants<br />

to leave tomorrow.<br />

When he tries to put<br />

all this turmoil in writing<br />

he utters the<br />

following<br />

sentence:<br />

“Sometimes the<br />

daemon inside me tells me to gather<br />

all the books and the paper on my<br />

desk and throw them out of the<br />

window.”<br />

But the city has such charm that<br />

he can’t help himself to record<br />

everything the moment he witnesses<br />

them, to describe every corner.<br />

While he was saying “Who could<br />

dare to explain İstanbul!”, not only<br />

him but also dozens of travellers<br />

had been witness to legends about<br />

this difficult to explain city; some<br />

started to talk about stories about<br />

its formation, others started with the<br />

mystery of one of its monuments.<br />

Here are a few of them...<br />

Eagle and the snake...<br />

Many legends are abounding<br />

relating to how İstanbul was formed.<br />

Nestor İskender tells one of these<br />

with this story: One day, a snake<br />

on this land gets out of hiding and<br />

starts crawling about but an eagle<br />

descends down and grabs it and<br />

takes off; but the snake doesn’t<br />

yield and starts choking the eagle.<br />

Meanwhile Konstantin the Great<br />

and his men are busy watching this<br />

event; once the animals land on<br />

the ground the men run to free the<br />

eagle. Perturbed by what he sees,<br />

Konstantin calls for his trusted<br />

saints to describe the event he just<br />

witnessed, to which he receives an<br />

interesting answer:<br />

“This city will be called Seven Hilled;<br />

İstanbul efsanelerinden birinin kahramanları<br />

olan antik kartal ve yılan mozaiği<br />

A mosaic of the antique eagle and the snake<br />

which has become one of the heroes of the<br />

legend of İstanbul


yeryüzünde başka bütün<br />

şehirlerden fazla şan ve şöhrete<br />

kavuşacak, ama iki deniz arasında<br />

olduğundan, iki okyanusun<br />

dalgaları onu dövdüğünden, bir<br />

o yana bir bu yana meyledecek.”<br />

Bu sözler bir şehrin kuruluşunun<br />

simgesi olur. Mimarlar ve ustalar<br />

çağrılır, surları ve burçları inşa<br />

etmekle görevlendirilip hemen<br />

çalışmaya başlamaları ve sokaklar<br />

ile meydanları şekillendirmeleri<br />

buyrulur. Konstantiniye inşa<br />

edilecektir...<br />

Tılsımların koruması altında<br />

Şehir kurulmuştur kurulmasına<br />

ama, ilk günlerden itibaren<br />

hakkında türlü felaket senaryosu<br />

üretilir, karşılığında da tılsımlar<br />

girer devreye. Bu tılsımların<br />

yaratıcılarından biri olan Tyanalı<br />

Apollonios’un marifetlerini,<br />

574’te yazılmış bir tarih kitabının<br />

satırları arasından dinleyelim:<br />

“Domitianus zamanında Tyanalı<br />

büyük bilgin Apollonios ününün<br />

doruğundaydı; şehirden şehire,<br />

ülkeden ülkeye gider, tılsımlar<br />

yapardı. Roma’dan yola çıkıp<br />

Bizans’a da geldi, bugün ne<br />

mutluluk ki Konstantiniye adını<br />

alan Byzas’ın<br />

şehrinde de birçok<br />

tılsım yaptı. Bizanslıların isteği<br />

üzerine yaptığı tılsımlar arasında<br />

leyleklerle, şehrin ortasından<br />

geçen Lycus ırmağıyla,<br />

kaplumbağalarla, atlarla ilgili<br />

olanlar ve başkaları büyük<br />

hayranlık uyandırır.”<br />

Apollonios’u bu tılsımları<br />

yapmaya iten neden ise<br />

ejderhaların şehri sarması,<br />

leyleklerin sarnıçlardan<br />

topladıkları yılanları<br />

yoldan geçenlerin<br />

üzerine atıp ölümlere<br />

yol açmasıydı.<br />

Ayasofya Müzesi’nde<br />

bulunan İmparator<br />

I. Konstantin’in mozaiği<br />

The mosaic of Emperor<br />

I. Konstantin in St Sophia<br />

Museum<br />

It will receive more fame and glory<br />

than all the other cities in the world,<br />

but because it is in between two<br />

seas, waves of two oceans will beat<br />

its shores, it will lean to this side<br />

and then to the other.”<br />

These words became the symbol of<br />

the formation of a city. Architects<br />

and craftsmen were called upon,<br />

they were given orders to build<br />

walls and towers immediately and<br />

shape its streets and squares.<br />

Konstantiniye would be built...<br />

Under the protection of spells<br />

The city was formed but from first<br />

day onwards all sorts of disaster<br />

scenarios were created, and as a<br />

result spells entered the stage. Let’s<br />

hear the gimmicks of a creator of<br />

one of these spells, Apollonios of<br />

Tyana from the pages of a history<br />

book written in 574:<br />

Great scholar Apollonios from Tyana<br />

was at the peak of his fame during<br />

Domitianus; he would go from city to<br />

city, country to country to perform<br />

spells. He arrived in Byzantium after<br />

setting of from Rome; it was with<br />

such happiness that he performed<br />

several spells in the city of Byzas<br />

which is known as Konstantiniye<br />

today. Among the spells requested<br />

by Byzantine, ones relating to<br />

storks, River Lycus flowing in the<br />

middle of the city, turtles, horses<br />

and others attract great interest.<br />

32<br />

TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong><br />

Büyük bilgin<br />

Tyanalı Apollonios<br />

Great scholar<br />

Apollonius from Tyana


Atmeydanı’nda bir tüccar<br />

Atmeydanı’nda, yani bugünkü<br />

Sultanahmet Meydanı’nda<br />

vaktiyle, altın suyuna batırılmış<br />

tunçtan bir adam heykeli<br />

bulunduğunu uğunu gözümüzün önüne<br />

getirelim...<br />

Rivayet o ki, bir<br />

malın fiyatında<br />

anlaşamayan<br />

tacirler, “Adil”<br />

adını verdikleri<br />

bu heykelin<br />

yanına gelir,<br />

doğruluğunu ğunu<br />

öngördükleri parayı<br />

avcuna sayarlarmış.<br />

Heykel avcunu kapadığı<br />

zaman, bu paranın adil bir fiyat<br />

olduğunu varsayar ve tartışmasız<br />

kabul ederlermiş.<br />

Ancak, yine böyle bir deneme<br />

sırasında sinirlenen bir satıcı<br />

öyle öfkelenmiş ki heykelin elini<br />

kırıvermiş.<br />

O günden sonra “Adil”, adına<br />

yakışan adaleti sağlayamaz<br />

olmuş.<br />

Geç kalmadan...<br />

Yüzyıllar arasında bir seksek<br />

oynayıp yine Edmondo<br />

d’Amicis’e dönelim ve yazarın<br />

o hayran olduğu “dünyanın en<br />

güler yüzlü şehrinin” geleceğiyle<br />

ilgili kaygılarına kulak<br />

verelim:<br />

“Gelecekteki<br />

İstanbul’u görür<br />

gibi oluyorum.<br />

Tepeler<br />

düzleştirilecek,<br />

korular yerle<br />

bir<br />

edilecek; rengârenk<br />

küçük evler yıkılacak;<br />

uzun, dümdüz, birbirine<br />

benzer sokaklar İstanbul’u<br />

kocaman yollara ayıracak; telgraf<br />

telleri gürültülü şehrin damları<br />

üzerinde büyük bir örümcek ağı<br />

gibi iç içe geçecek... Bu manzara<br />

gözümün önüne gelince kalbim<br />

sıkışıyordu...”<br />

İstanbul, kalbimizin sesini<br />

dinleyip ona sahip çıkmamızı<br />

bekliyor. Belki hâlâ geç<br />

değildir...<br />

Levni’nin ünlü eseri Surname’de bulunan Hipodrom’un (At Meydanı) resmedildiği<br />

bir minyatür<br />

A miniature showing the Hippodrome mentioned in Levni’s famous work Surname<br />

Reasons which led Apollonios<br />

to perform these spells were<br />

surrounding of the city with<br />

dragons, dropping of snakes<br />

collected by storks from<br />

cisterns, from high above,<br />

resulting in killing<br />

people.<br />

A Merchant at<br />

Atmeydanı<br />

Let’s visualise that<br />

once upon a time there<br />

was a bronze statue<br />

soaked in gold of a man<br />

in Atmeydanı, i.e. today’s<br />

Sultanahmet Square...<br />

Legend has it that<br />

merchants who could<br />

not agree on price<br />

of an item would<br />

go to this statue<br />

they called “Just”,<br />

and count what they<br />

thought was the true<br />

worth of the item into his<br />

palm.<br />

When the statue closed his palm<br />

they would see this as the sign that<br />

the price was correct and accept that<br />

without an argument.<br />

But during one of these rituals, a<br />

seller who lost his temper broke the<br />

statue’s hand. After that day, “Just”<br />

had been left unable to provide<br />

justice as befit his name.<br />

Before it’s too late...<br />

Let’s hop around the<br />

centuries and go<br />

back to Edmondo<br />

d’Amicis and listen<br />

to the author’s<br />

concerns about “the<br />

world’s most smiley<br />

faced city” which he<br />

adored:<br />

“I can almost see the İstanbul<br />

of future. The hills will<br />

be flattened, woods<br />

will be destroyed;<br />

colourful little houses<br />

will be demolished;<br />

long, straight streets<br />

similar to each other<br />

will turn İstanbul into<br />

giant streets; telegram<br />

wires will cross each other<br />

over the roofs of the noisy city like a<br />

spider’s web...My heart ached when<br />

I thought about this scenery...”<br />

İstanbul is waiting for us to listen to<br />

our hearts to own it up. Maybe it is<br />

not too late...<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 33


34 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


OTEL<br />

hotel<br />

İHTİŞAMIN<br />

YENİDEN DOĞUŞU<br />

Zenginliğin ve lüksün simgesiydi... Dünyanın en önemli<br />

insanlarını ağırladı... Savaş rüzgârları fırtınaya dönüştüğünde<br />

işgalci komutanlarla casuslar hamlelerini aynı salonda<br />

gerçekleştirdi. Böyle görkemli bir tarihe sahip Pera Palas...<br />

Üstelik de eskisi kadar güzel!<br />

Aylin Şen<br />

GRANDEUR BORN AGAIN<br />

It was the symbol of wealth and luxury... It hosted most important people<br />

of the world... When the winds of war turned into a storm, occupying<br />

commanders and spies made their moves in the same hall. Pera Palace has<br />

such a splendid history... What’s more is that it is as beautiful as it once was!<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 35


M.K. Atatürk<br />

M.K. Atatürk<br />

Mata Hari<br />

Mata Hari<br />

Greta Garbo<br />

Greta Garbo<br />

Alfred Hitchcock<br />

Alfred Hitchcock<br />

Hangisi İstanbul’un<br />

simgesidir? Kızkulesi<br />

mi? Galata Kulesi mi?<br />

Yoksa Boğaz Köprüsü<br />

mü? Herkes farklı yanıt verebilir.<br />

Herkes İstanbul’un bir<br />

güzelliğinden<br />

seçim yapıp<br />

kalbine<br />

yerleştirebilir.<br />

Ama hiçbiri<br />

Pera Palas kadar<br />

siyaseti, insanı,<br />

modası, tarihi<br />

ve bugünü ile<br />

İstanbul’u<br />

anlatamaz.<br />

Kimler gelip<br />

geçmemiştir<br />

ki oradan:<br />

Yakalanıp 1917<br />

yılında idam<br />

edilmeden önce<br />

kimbilir kimlerle<br />

görüşmek için<br />

İstanbul’a gelen<br />

Mata Hari...<br />

Hiç yakalanmayan “Çiçero”<br />

lakaplı ünlü casus... 11 günlük<br />

sır seyahati ile Agatha Christie...<br />

Hayatı bütünüyle sır perdesi<br />

arkasında gizlenen Greta Garbo...<br />

Alfred Hitchcock... Ve Atatürk’ten<br />

Kraliçe II. Elizabeth’e dünya<br />

liderleri...<br />

Lüksün karşılığı<br />

Pera Palas, varlığını aslında Şark<br />

Ekpresi’ne borçluydu. İstanbul<br />

Agatha Mary Clarissa Christie<br />

Agatha Mary Clarissa Christie<br />

Which is the symbol of İstanbul?<br />

Maiden’s Tower? Galata Tower? or<br />

Bosphorus Bridge? Everyone may<br />

answer different.<br />

Everybody may choose from one<br />

of İstanbul’s beauty and place it<br />

in their heart.<br />

But none could<br />

describe İstanbul<br />

with its politics,<br />

people, history<br />

and today as<br />

much as Pera<br />

Palace can.<br />

Who hasn’t<br />

passed through<br />

there: Mata<br />

Hari who came<br />

to İstanbul to<br />

have a meeting<br />

with who knows<br />

whom before<br />

being caught and<br />

hanged in 1917...<br />

the famous<br />

spy nicknamed<br />

“Çiçero” who<br />

was never caught, Agatha Christie<br />

with her mysterious 11 day<br />

trip... Greta Garbo whose life was<br />

completely shrouded in mystery...<br />

Alfred Hitchcock... And the world<br />

leaders from Atatürk to Queen<br />

Elizabeth II...<br />

Price of luxury<br />

Pera Palace, in fact, owes its<br />

existence to Orient Express. As<br />

İstanbul was opening its gates<br />

Efsanevi Şark Ekspresi, Bulgaristan’ın Varna kentinde<br />

The legendary Orient Express is in Varna, Bulgaria<br />

36 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


19. yüzyılda kapılarını Batı’ya<br />

açarken, Avrupa sosyetesi de<br />

İstanbul’u keşfetmişti. Lüks bir<br />

otel gibi tasarlanan Şark Ekspresi<br />

de o isimleri İstanbul’a taşıyordu.<br />

Ancak, o varlıklı konukların<br />

kalacağı kapasitede bir otel<br />

yoktu. Bunun üzerine 1892<br />

yılında lüks bir otel için inşaat<br />

başladı. Otel üç yıl sonra bittiği<br />

zaman Şark Ekspresi’nin de sahibi<br />

olan Uluslararası Yataklı Vagonlar<br />

Şirketi, otelin yarı hissesini satın<br />

aldı. İstanbul’un en eski yerleşim<br />

yerlerinden Pera’da kurulan ve<br />

bu nedenle Pera adını alan otel,<br />

bir anda kentin en gözde mekânı<br />

haline geldi.<br />

Birbirinden ünlü, varlıklı<br />

müşterileri ağırlamak için her<br />

şey düşünülmüştü. Mimari<br />

özellikleri, batının art nouveau<br />

tarzıyla Osmanlı’nın oryantalist<br />

mimari tarzı bir araya getirilmişti.<br />

Bu, konuklara Şark havasını<br />

yaşama imkânı veriyordu. Ama<br />

konfor da unutulmamış ve otel<br />

dönemin bütün yenilikleriyle<br />

to the West, European high<br />

society had discovered İstanbul.<br />

Designed as a luxury hotel, Orient<br />

Express was carrying those people<br />

to İstanbul. But there wasn’t<br />

a big enough hotel for those<br />

wealthy visitors. Whereupon, the<br />

construction of a luxurious hotel<br />

had started in 1892. When the<br />

construction was completed three<br />

years later International Sleeping-<br />

Car Company which owned the<br />

Orient Express bought half of the<br />

hotel’s shares. The hotel which<br />

was given the name Pera as it was<br />

situated in Pera, the oldest part<br />

of İstanbul, suddenly became the<br />

most favourite place of the city.<br />

Everything was thought of in<br />

order to host the most famous,<br />

wealthiest of customers.<br />

Architectural attributes brought<br />

together art nouveau style of the<br />

west with oriental architectural<br />

style of Ottoman. This would<br />

allow the guests to experience<br />

the oriental atmosphere. But the<br />

comfort wasn’t overlooked and<br />

101 numaralı oda<br />

Otelin pek çok odası farklı bir özellik<br />

ya da isimle anılıyor. Ancak 101<br />

numaralı odanın bambaşka bir yeri<br />

var. Pera Palas’ın yeni döneminde de<br />

hiçbir misafir bu odada kalmayacak.<br />

Çünkü bu odada daha önce Mustafa<br />

Kemal Atatürk kaldı.<br />

Mustafa Kemal Atatürk, ismini<br />

Pera Palas konuk defterine ilk kez<br />

yazdığında, yıl 1917 idi. O yıldan<br />

sonra defalarca otelde kaldı Atatürk.<br />

Cephe dönüşlerinde adeta evi<br />

gibi kullandığı 101 numaralı oda,<br />

Kurtuluş Savaşı’na giden yolculukta<br />

tarihi anlara tanıklık etti. Odada gizli<br />

toplantılar yapıldı, kararlar alındı. Üst düzey isimler orada ağırlandı.<br />

İşte o 101 numaralı oda, doğumunun 100. yılı olan 1981’de,<br />

Atatürk’ün bazı kişisel eşyalarının da sergilendiği bir müze oda haline<br />

getirildi.<br />

Atatürk’ün en sevdiği renk olan, diğer tüm evlerinde ve adına<br />

açılmış müze-evlerde de kullanılan gündoğumu rengi, “şafak”<br />

pembesiyle yenilenen 101 numaralı müze oda, müzayedelerden<br />

temin edilen yerli ve yabancı nadide Atatürk kitapları, imzalı fotoğraf<br />

ve kartpostallar, madalyalarla daha da zenginleştirilerek geleceğe<br />

emanet edildi.<br />

Room 101<br />

Many rooms of the hotel is referred to<br />

by a name or a different feature. But<br />

room 101 has a special place. In the new<br />

period of Pera Palace no guests will be<br />

able to stay here. Because this room was<br />

previously occupied by Mustafa Kemal<br />

Atatürk.<br />

The first time Mustafa Kemal Atatürk<br />

wrote his name in Pera Palace guest<br />

book, the year was 1917. Atatürk stayed<br />

in this room several times after that<br />

year. Room 101 which he used almost<br />

as a home upon his return from war<br />

fronts witnessed historical moments on<br />

the journey that led to the Independence<br />

War. Secret meetings were held in the room, decisions made. High level<br />

names were welcomed there.<br />

Room number 101 was turned into a museum, exhibiting some of Atatürk’s<br />

private effects, in 1981 which was the centenary of his birth.<br />

The room-cum-museum room 101 was decorated in “dawn” pink colour<br />

which was Atatürk’s favourite. Same colour was also used in all other<br />

houses and museum-homes that carry his name. The room was enriched<br />

with rare Atatürk books obtained from auctions locally or abroad,<br />

autographed photographs, postcards, medals and entrusted to the custody<br />

of future.<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 37


Efsanevi Şark Ekspresi’nin son durağı İstanbul Sirkeci Garı<br />

İstanbul Sirkeci Station, the last stop of the legendary Orient Express<br />

donatılmıştı. İstanbul’da Yıldız<br />

Sarayı ve Amerikan Hastanesi<br />

dışında elektriğin ilk verildiği, ilk<br />

elektrikli asansörün ve ilk akar<br />

sıcak suyun bulunduğu bina Pera<br />

Palas’tı.<br />

Değerli gümüş takımlar, kristal<br />

avizeler ve porselen yemek<br />

takımları konforu tamamlıyordu.<br />

Otel, döneminin en seçkin<br />

örneklerinden biri olmuştu. Ve<br />

sadece Şark Ekspresi’nin taşıdığı<br />

Avrupalı konuklarını değil,<br />

Osmanlı paşalarını, zenginlerini<br />

de ağırlıyordu. İstanbul’un nabzı<br />

artık orada atıyordu. O kadar<br />

ki, Şeker Ahmet Paşa ilk resim<br />

sergisini Pera Palas’ta açmıştı.<br />

Savaş molası<br />

Ancak görkemli günler 1. Dünya<br />

Savaşı ile birlikte karardı. Çünkü<br />

Osmanlı savaşta Fransa ile karşı<br />

saflardaydı. Ayrıca Avrupa’nın<br />

seyahati düşünecek hali<br />

kalmamıştı. Bu da Şark Ekspresi<br />

seferlerine ara verilmesi anlamına<br />

geliyordu. Gelişmelerden<br />

etkilenen otel mali olarak<br />

a<br />

zora girince, 1915<br />

yılında işletmesi<br />

Mersinli<br />

Anastassiadis’e<br />

verildi.<br />

Savaş<br />

yıllarında<br />

otelin<br />

müşterileri de<br />

manzarası da çok<br />

değişmişti. Avrupalı<br />

zenginlerin yerini 1917 yılındaki<br />

Sovyet Devrimi’nden kaçan<br />

Ruslar almıştı.<br />

Pera Palas, bir yanda Beyaz<br />

Ruslar, bir yanda İngiliz işgal<br />

kuvvetlerinin subaylarıyla<br />

the hotel was equipped with novelty<br />

of the time. Pera Palace was the<br />

first building, aside from Yıldız<br />

Palace and American Hospital, to<br />

have electricity, first elevator with<br />

electricity and first running<br />

hot water.<br />

Precious silver<br />

cutlery sets,<br />

crystal<br />

chandeliers<br />

and porcelain<br />

dinner sets<br />

completed<br />

the comfort.<br />

The hotel became<br />

the most distinguished<br />

example of its period. And it was<br />

not only hosting European guests<br />

arriving on Orient Express but also<br />

paşas and wealthy of Ottoman.<br />

İstanbul’s heart was beating there<br />

now. So much so that Şeker Ahmet<br />

Paşa opened his first exhibition at<br />

Pera Palace.<br />

War break<br />

But the glorious days turned dark<br />

with the start of I. World War.<br />

Because Ottoman and French<br />

were on opposite sides in the war.<br />

Besides, Europe was not in a state<br />

to think about travelling. That<br />

meant that it was time to give a<br />

break to Orient Express’ journeys.<br />

Effected by these developments,<br />

the hotel’s management was given<br />

to Anastassiadis from Mersin in<br />

1915.<br />

Scenery and the customers of the<br />

hotel had changed during the war<br />

years. Wealthy of Europe was<br />

replaced by Russians escaping<br />

1917 Soviet Revolution. Pera<br />

Palace was almost a mirror of<br />

the world with White Russians on<br />

38 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Agatha’nın n sırrı<br />

Hiç kuşku yok ki, Pera Palas’ın as’ın<br />

en çok<br />

rağbet gören odası 411 numaralı<br />

oda olacak. Çünkü orası, rivayet o<br />

ki, cinayet romanları kraliçesi<br />

Agatha Christie’nin 11<br />

günlük sırrına tanıktır. Gerçi<br />

otel, yakın tarihin bütün<br />

güçlü krallarını, kraliçelerini ini<br />

ve sanatçılarını ağırlamıştır. ır.<br />

Ancak hiçbiri “Agatha’nın<br />

sırrı” kadar ilgi çekmemiştir.<br />

İngiliz romancı ile Pera<br />

Palas isimleri aslında sadece<br />

bu sır nedeniyle kesişiyor<br />

değildi. Çünkü Agatha<br />

Christie otelin müdavimleri<br />

arasındaydı. O ünlü “Şark<br />

Ekspresi’nde Cinayet” romanının<br />

bir bölümünü de Pera Palas’ın as’ın n411<br />

numaralı odasında yazmıştı.<br />

O romanı kadar ilginç bir olayın baş kahramanı ise bizzat kendisiydi.<br />

1926 yılında yazarın arabası Londra yakınlarında bir göl kenarında,<br />

ağaca çarpmış olarak bulundu. Belli ki araba kaza yapmıştı. Peki;<br />

kurbanı neredeydi?<br />

Agatha Christie günlerce arandı. Ne ölüsüne ulaşılabildi, ne dirisine.<br />

Tam 11 gün sonra ortaya çıktığında ise hiçbir açıklama yapmadı.<br />

İşte bu sır günler, akla gözlerden uzaklaşmak için İstanbul’a, Pera<br />

Palas’a gittiği ihtimalini getirdi. Ancak yazar buna da yanıt vermedi.<br />

Ölümünden sonra ortaya çıkan bir not, öyküyü yeniden başlattı.<br />

İddiaya göre, o notta yazar “Kayıp 11 günün sırrı Pera Palas’ın 411<br />

numaralı odasında saklı” diye yazmıştı. Haber büyük heyecan yarattı.<br />

Hele sahneye Amerikalı “medyum” Tamara Rand çıkınca... Tamara<br />

Rand, daha telefonda bir ipucuna ulaşmış ve odanın döşemesi altına<br />

gizlenmiş bir anahtardan söz etmişti. Medyumla ve çıkan haberlerle<br />

ne ölçüde ilgileri vardı kimbilir, romancının hayatını film yapmak<br />

isteyen ünlü yapım şirketi Warner Bros’tan bir yetkili İstanbul’a geldi<br />

ve anahtarı buluverdi!<br />

O sırada otelin işletmesini üstlenen Hasan Süzer, 2 milyon dolar<br />

karşılığı anahtarı vermeye razı oldu. Bütün gelişmeler, söylentiler<br />

Agatha Christie’nin romanları kadar heyecan verici görünüyordu.<br />

Ama, hiç hesapta olmayan bir şey öyküyü noktaladı: 1979<br />

Haziran’ında otel çalışanları greve gitti. Ve Pera Palas tarihinde ilk<br />

kez 9 ay kapalı kaldı. Warner Bros yetkilisi eli boş döndü. Medyum<br />

Tamara Rand da umduğunu bulamadı.<br />

Yine de Agatha’nın sırrı Pera Palas’ın en ilginç öyküsü olma<br />

özelliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Otel şimdi, konuklarını, yazarın<br />

romanlarının da yer aldığı özel bir dekorasyonla 411 numaralı odada<br />

ağırlıyor. Tabi gelen isteklerden sıra bulabilenlere!<br />

Agatha’s secret<br />

Without a doubt, the room most demanded in Pera Palace will be room<br />

number 411. Because that room, according to tale, is witness to 11<br />

day long secret of the queen of murder mystery novels Agatha Christie.<br />

Although the hotel had welcomed powerful kings, queens and artists<br />

of near history, none had attracted interest as much as “the secret of<br />

Agatha”.<br />

Paths of the English Novelist and the name of Pera Palace doesn’t just<br />

cross because of that secret. Becasue Agatha Christie was among the<br />

hotel’s frequent visitors. She wrote parts of her famous novel “Murder on<br />

the Orient Express” in room 411 of Pera Palace.<br />

She herself was the heroine of a situation as interesting as her novel.<br />

In 1926, the author’s car was discovered on a lakeside near London,<br />

crashed into a tree. It was obvious that the car had an accident. But<br />

where was its victim?<br />

The search for Agatha Christie went for days. Neither her, nor her body<br />

could be found. But when she appeared 11 days later she never offered<br />

an explanation.<br />

That’s why those secret days brought the possibility that she went to<br />

İstanbul, to Pera Palace to be away from the eyes and minds of people.<br />

A note discovered after her death reignited the story. According to claims,<br />

the author had written “secret of lost 11 days is hidden in Pera Palace<br />

room 411” in that note. The news created great excitement. Especially<br />

when American “medium” Tamara Rand came to the fore... Even while<br />

still on the telephone, Tamara Rand discovered a clue and talked about<br />

a key hidden under the floorboard of the room. Who knows how much<br />

relation it bears but a representative from Warner Bros. came to İstanbul<br />

to make a film about the life of the famous author and discovered the key!<br />

Hasan Süzer, manager of the hotel at the time, agreed to give the key<br />

in return for 2 million US dollars. All the developments, rumours were<br />

appearing to be as exciting as an Agatha Christie novel. But something<br />

unthinkable put an end to the story: Hotel workers went on strike in June<br />

of 1979. And for the first time in its history the hotel stayed shut for 9<br />

months. Warner Bros. representative went home empty handed. Medium<br />

Tamara never discovered what she hoped for.<br />

But the secret of Agatha Christie never lost its value for being the Pera<br />

Palace’s most interesting story. The hotel now welcomes its guests in<br />

room 411 which has been especially decorated and includes a display of<br />

the author’s books. Of course if you can get in the queue with those who<br />

want to stay there.<br />

Ünlü yazar Agatha Chiristie’nin efsanevi Şark Ekspresi ile gelip<br />

İstanbul’da, Pera Palas’da kaldığı oda<br />

The room Agatha Christie stayed in while she was in Pera Palace when she<br />

arrived in İstanbul on board the legendary Orient Express<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 39


dünyanın aynasıydı sanki.<br />

Lüks salonlarında da savaştan<br />

başka bir şey konuşulmuyordu<br />

zaten.<br />

Savaş yılları... Sonrasında<br />

Kurtuluş Savaşı... Genç<br />

Cumhuriyet...<br />

Pera Palas, II. Dünya Savaşı<br />

yıllarında da yine tarihe ayna<br />

tuttu. Ancak bu kez <strong>Türkiye</strong><br />

savaşın dışındaydı.<br />

Bu yüzden “işgalciler” ya da<br />

“müttefikler” yoktu. Onun<br />

yerine savaşan tarafların<br />

büyükelçileri, casusları<br />

otelin karşılıklı salonlarında<br />

toplanıyor, Avrupa’nın gidişatını<br />

konuşuyordu.<br />

Tarih sayfaları gibi Pera Palas da<br />

değişimden nasibini aldı. Otel<br />

pek çok kez el değiştirdi.<br />

Yüzüncü yaşını kutlamasından<br />

bir süre sonra, uzun bir<br />

kamulaştırma sürecinin ardından<br />

1994’te Turizm ve Kültür<br />

Bakanlığı’na geçti.<br />

2006 yılında işletme hakkı<br />

İhsan Kalkavan’a verildi. Bu<br />

tarihten sonra da otel “yeniden<br />

doğum” için kapatıldı. Dört yıllık<br />

bir restorasyon ve renovasyon<br />

dönemi yaşadı. 115 odası,<br />

salonları tek tek elden geçirildi.<br />

23 milyon euro harcanarak<br />

ihtişam yeniden yaratıldı.<br />

one side and officers of occupying<br />

English forces on the other.<br />

Already the talk in its luxurious<br />

halls was nothing other than war.<br />

War years... Later the<br />

Independence War... Young<br />

Republic... Pera Palace, again<br />

held a mirror to history during II.<br />

World War years. But this time<br />

Turkey was not involved in the<br />

War. Because of that there were<br />

no “occupiers” or “allies”. In their<br />

place, ambassadors, spies of<br />

warring nations would gather in<br />

halls, talking about Europe’s state<br />

of affairs.<br />

Just as the pages of history, Pera<br />

palace also had its share from<br />

change.<br />

The hotel changed hands several<br />

times. Shortly after celebrating<br />

its centenary and following a<br />

lengthy period of nationalisation<br />

it was handed over to the Ministry<br />

of Tourism and Culture in 1994.<br />

Operating rights were awarded to<br />

İhsan Kalkavan in 2006.<br />

After that date the hotel was<br />

closed to “born again”. It went<br />

through a period of restoration and<br />

renovation which took four years.<br />

Every single one of 115 rooms and<br />

halls were overhauled. Grandeur<br />

was recreated by spending 23<br />

million Euros.<br />

Yenilenen Pera Palas Oteli’nin<br />

yemek salonu, çift kişilik yatak<br />

odası ve lobisi<br />

The dining hall, a double<br />

bedroom and the lobby of the<br />

renovated Pera Palace<br />

40 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Pera Palas kapılarını açtı<br />

Efsanevi Pera Palas Oteli, titizlikle sürdürülen restorasyon ve renovasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından yeni yüzüyle yeniden<br />

İstanbul’la buluştu. Bu tarihi buluşma 26 Eylül <strong>2010</strong> günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,<br />

Devlet Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah<br />

Demircan, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, otelin sahibi Kalkavan ailesi ve diğer konukların katıldığı bir açılış töreniyle gerçekleşti.<br />

Törende konuşan Başbakan Erdoğan, bu esere sahip çıkmalarından dolayı Kalkavan ailesine teşekkür ederek, otelin tarihinde çok sayıda<br />

misafir ağırladığını, devlet konuklarına ev sahipliği yaptığını dile getirdi ve Gazi Mustafa Kemal’in “istikametini belirlediği yer” olarak<br />

tanımladığı otelle ilgili şunları söyledi: “...Birçok devlet büyüklerinin İstanbul’a geldiğinde ağırlanarak tatlı anılarla döndüğü bir mekân.<br />

Tüm bunların yanında ilklerin olduğu bir otel. İlk asansör bu otelde. Pera’nın ilkleri önemli. Bu ilk restorasyonda Pera’nın İstanbul’a<br />

kazandırılmasına vesile oldukları için Kalkavan ailesini kutluyorum. Turizm ve kültür dünyasına hayırlı olsun.”<br />

Yenilenen Pera Palas Oteli’nin açılışına<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,<br />

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul<br />

Günay, TÜRSAB Başkanı Başaran<br />

Ulusoy ve çok sayıda davetli katıldı<br />

(yanda)<br />

Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan,<br />

Culture and Tourism Minister Ertuğrul<br />

Günay, TÜRSAB Chairman Başaran<br />

Ulusoy and numerous guests were at the<br />

opening of the renovated Pera Palace<br />

(side)<br />

Açılış sonrası Başbakan Recep<br />

Tayyip Erdoğan ve beraberindekiler<br />

Mustafa Kemal Atatürk’ün Pera<br />

Palas’ta kaldığı odayı gezdiler (altta)<br />

Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan<br />

and those accompanying him visited<br />

the room Mustafa Kemal Atatürk staye<br />

in Pera Palace (below)<br />

Pera Palace opened its gates<br />

Legendary Pera Palace with its new facade met with İstanbul after<br />

the completion of restoration and renovation works were carried out<br />

diligently.<br />

This historical meeting took place in a ceremony attended by the Prime<br />

Minister Recep Tayyip Erdoğan, Culture and Tourism Minister Ertuğrul<br />

Günay, Minister of the State and Head of EU Negotiators Egemen Bağış,<br />

Governor of İstanbul Hüseyin Avni Mutlu, Beyoğlu Mayor Ahmet Misbah<br />

Demircan, TÜRSAB Chairman Başaran Ulusoy, Kalkavan family who own<br />

the hotel and other guests on 26 September <strong>2010</strong><br />

Speaking at the ceremony, the Prime Minister Erdoğan thanked the<br />

Kalkavan family for owning up this monument, reminded that the<br />

hotel welcomed many guests, was host to many state guests during<br />

its lifetime and continued his speech about the hotel in which Mustafa<br />

Kemal “determined his direction” thus: “... This is a place where many<br />

statesmen stayed and returned home with happy memories. It is also a<br />

hotel where firsts were observed.<br />

First lift was in this hotel. Pera’s firsts are important.<br />

I congratulate Kalkavan family for being the reason for the first<br />

renovation which gave Pera to İstanbul. Congratulations to tourism and<br />

culture world.”<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 41


NOT DEFTERİ<br />

notebook<br />

UZAY ÇAĞI CADDESİ’Nİ<br />

GEÇİNCE...<br />

İstanbul’da kaç cami, kaç kilise var? Kentin fetih sonrasında<br />

kurulan ilk semti neresi? Sokaklarının sayısı kaç? Rakamlar da<br />

ilginç, sokaklarının, caddelerinin isimleri de...<br />

Aylin Şen<br />

42 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


İstanbul, dünya üzerinde dinlerin<br />

yüzyıllar boyunca bir arada yaşadığı<br />

ender kentlerden biridir. 2000 yılı<br />

nüfus sayımı, o yüzyıllardan bugünlere<br />

gelen tabloyu şöyle özetler: İstanbul’da<br />

a<br />

bugün 2691 faal cami, 123 faal kilise,<br />

26 faal sinagog mevcut. Ayrıca,<br />

109 Müslüman, 57 de gayrımüslim m<br />

mezarlığı var.<br />

Malum, İstanbul’un bir önceki adı<br />

Konstantinapol idi. Aslında günümüzde<br />

de bu adla anılıyor. Ama bakın nasıl!<br />

İstanbul’un dört kıtadan tam 62 kardeş<br />

kenti var. Onlardan biri de, Cezayir’in<br />

büyük kentlerinden Konstantin. Tahmin<br />

edileceği gibi, bu isim fetih öncesi<br />

İstanbul’a Konstantinapolis diyenlerin erin “kardeşleri”<br />

tarafından konmuş. Kent yüzyıllar boyunca el değiştirse de ismi değişmemiş.<br />

Bir kente, bir caddeye ya da sokağa nasıl isim verilir? Bu sorunun<br />

yanıtı, özellikle İstanbul gibi 30 bin sokağı bulunan devasa bir kent için<br />

hiç de kolay değil. Bu yüzden “Cumhuriyet” gibi bazı kavramlar neredeyse<br />

yüzlerce sokağa birden isim olmuş, hatta bazıları aynı mahalledeki sokaklara<br />

verilmiş.<br />

İstanbul’un “en ilginç” sokak isimlerine gelince... Seçim yapmak hiç kolay<br />

olmasa da işte birkaçı: Otello Kamil Sokak, Yaşmak Sıyıran Sokak, Kokoroz<br />

Sokak, Çaçaron Sokak.<br />

Bir de mahallenin ismiyle bir araya gelince iyice ilginç hale gelen isimler<br />

var. Örneğin Küçükçekmece Kanarya Mahallesi’nden birkaç sokak: Papağan<br />

Kuşu Sokak, Penguen Sokak, Tavus Kuşu Sokak... Kimler nasıl seçti bu<br />

isimleri, kimbilir!<br />

Belki de en ilginç seçim şu: OSTİM’in önünden geçen caddeye “Uzay<br />

Çağı Caddesi” ismi konmuş. Bu bir benzetme mi, yoksa temenni mi?<br />

Bilmiyoruz.<br />

Uzay Çağı Caddesi veya Penguen Sokak, eskilerin deyişiyle “ismiyle<br />

müsemma” mı, yani ismine yakışıyor mu, tartışılabilir. Ama bir isim var ki,<br />

doğrudan orayı tarif ediyor. Dolmabahçe adı, tam da deniz doldurularak<br />

elde edilen araziye verilmiş, yani tam anlamıyla yakışmış. 17. yüzyıla<br />

kadar Osmanlı kaptan-ı derya gemilerinin demirlediği koy, önce bataklık<br />

haline gelmiş. Daha sonra da doldurulmaya başlanmış ve padişahların<br />

eğlencelerine tanık olan bir “hasbahçe” haline dönüşmüş. İsmini de işte bu<br />

özelliğini bire bir yansıtır biçimde almış: Dolmabahçe.<br />

İsim aranırken hiç zorluk çekilmeyen yerlerden biri de Saraçhane<br />

olmalı. Öncelikle, İstanbul’da fetih sonrası “ilk kurulan semt” unvanıyla<br />

ayrı bir yere sahip. Fatih Sultan Mehmet, o yıllarda boş olan bölgeyi<br />

hareketlendirebilmek amacıyla bir “Serraçhane” kurulmasını buyurmuş;<br />

yani, at koşumları yapan meslek erbabının bir arada çalışacağı bir mekân<br />

istemiş. Dilimize Saraçhane<br />

olarak yerleşen isim, bugün<br />

artık anlamı unutulsa da<br />

geçmişte durumu bir<br />

sözcükle anlatıyormuş.<br />

Notları, İstanbul’un<br />

ilginç sokak isimlerinden<br />

birkaç örnek daha vererek<br />

noktalayalım: Çifte Vav<br />

Sokak, Merkep Bağırtan<br />

Sokak, Meymenet Sokak,<br />

Utangaç Sokak, Perçemli Kız<br />

Sokağı, Yürek Yanığı Sokak...<br />

AFTER CROSSING THE SPACE AGE STREET...<br />

How many mosques, churches are there in İstanbul? Which is the first<br />

district to be established after the city’s conquest? How many streets<br />

are there? Numbers are interesting, so are the names of streets,<br />

avenues...<br />

İstanbul is one of those rare cities on earth in which religions<br />

lived side by side along centuries. Census in 2000 summarizes<br />

that picture which reached today from centuries ago as thus:<br />

Today, there are 2691 active mosques, 123 active churches, 26<br />

active synagogues in İstanbul. In addition, there are 109 Muslim,<br />

57 non-Muslim cemeteries.<br />

İstanbul’s previous name was Konstantinapol. In fact, it is<br />

still referred to by this name. But you will see how! İstanbul has exactly 62<br />

twin cities from 4 continents. One of those is one of Algeria’s biggest cities,<br />

Konstantin. As you would guess, this name was chosen by the “brothers” of<br />

those who called pre-conquest İstanbul Konstantinapolis. Despite changing<br />

hands along the centuries the name remained unchanged.<br />

How is a city, street or a road named? The answer to this question is not<br />

simple, especially in a giant city like İstanbul where there are 30 thousand<br />

streets. This is the reason concepts such as “Republic” has been the name<br />

for almost hundreds of streets, including streets in the same neighbourhood.<br />

Talking about İstanbul’s “most interesting” street name... despite making a<br />

difficult choice here are some of them: Otello Kamil Street, Yaşmak Sıyıran<br />

Street, Kokoroz Street, Çaçaron Street.<br />

There are also names that become interesting when combined with the<br />

name of the parish. Here are a few streets from Küçükçekmece Kanarya<br />

Neighbourhood as an example: Papağan Kuşu (Parrot Bird) Street, Penguen<br />

(Penguin) Street, Tavus Kuşu (Peacock) Street... Who knows who chose these<br />

names and how!<br />

Perhaps the most interesting choice is this: the street where OSTİM is<br />

named “Uzay Çağı (Space Age) Street”. Is this assimilation, or a wish? We<br />

just don’t know.<br />

Uzay Çağı (Space Age) Street or Penguen (Penguin) Street, as they said<br />

in the old ages, are they a fit for their names, is open to debate. But there is<br />

one name that describes the area exactly. The name Dolmabahçe (filled in<br />

garden) was given to the land reclaimed from the sea, which means that the<br />

name is rather apt. The inlet where the ships of Ottoman navy were docked<br />

until 17 th century first became a swamp. It was later filled in and turned into<br />

a “pleasant garden” which witnessed entertainment for Sultans. The name<br />

was derived in an exact match to describe this attribute: Dolmabahçe.<br />

One of those places where finding a name was not particularly difficult<br />

must be Saraçhane. Primarily, it has a special place as the “first<br />

district to be established” after the conquest of İstanbul. In<br />

order to liven up the area which was vacant at the time, Fatih<br />

Sultan Mehmet (The Conqueror) ordered for a “Serraçhane”<br />

(Saddler House) to be built. In reality he wanted a place where<br />

all saddlers would be in one place. Referred to as Saraçhane in<br />

today’s language and losing the meaning of the name, it precisely<br />

described the situation in a single word.<br />

We shall end these notes with a few more examples chosen<br />

from interesting street names: Çifte Vav (Double Wow) Street,<br />

Merkep Bağırtan (Donkey Screamer) Street, Meymenet Street,<br />

Utangaç (Shy) Street, Perçemli Kız (Girl with a Fringe) Street,<br />

Yürek Yanığı (Heart Ache) Street...<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 43


HATIRA<br />

memory<br />

İSTANBUL ANILARI<br />

“DOĞAN HIZLAN”<br />

“Bu şehre dair o kadar çok anım var ki, tüm şikâyetlere, olumsuz değişmelere veya birçok<br />

sorununa rağmen sevmeye devam edeceğim. Belki de bu anılar sevmemin sebebi.<br />

İstanbul’u sevmek gerek, başka açıklamaya gerek var mı?”<br />

44 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


MEMORIES OF İSTANBUL<br />

“DOĞAN HIZLAN”<br />

“I have so many memories of this city that despite all the complaints,<br />

negative developments or its many problems I will continue to love it. Maybe<br />

these memories are the reason for my love. İstanbul needs to be loved, is<br />

there a need for another explanation?”<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 45


İstanbul Büyükşehir<br />

Belediyesi Kültür AŞ’nin<br />

iki yıl önce okurlarla<br />

buluşturduğu “Anılarda<br />

İstanbul” kitabı, ülkenin kültürsanat<br />

ve iş yaşamına damga<br />

vurmuş isimleri bir araya getirdi.<br />

Bu isimlerin her biri kente<br />

ilişkin anılarını sıcak, samimi bir<br />

dille anlattı. Basın dünyasının<br />

duayenlerinden Doğan Hızlan da<br />

bunlardan biri:<br />

“Doğma büyüme bir şehirli<br />

olmayı yazıya geçirirken insan<br />

seçim yapmakta zorlanıyor.<br />

İstanbul’a dair anılarım bana<br />

sorulduğu zaman açıkçası<br />

korkarım, uzun uzun neler<br />

yaşadığımı anlatmaya kalksam<br />

onlarca yıllık bir döküm yapmam<br />

gerekir. Bu da imkânsız olacaktır.<br />

Değişen İstanbul’u anlatmaya<br />

kalksam, adeta eski günlerle<br />

bugünün mukayesesini yaparak<br />

insanları kötülemeye çalıştığım<br />

sanılabilir. Asla böyle bir şey<br />

yapmayacağımı bilmelisiniz.<br />

Hangi yaşa yoğunlaşayım? Bu<br />

şehrin en çok tanıdığım yerlerini<br />

mi yazmalıyım? En çok beni<br />

neresi/hangi yönü etkiledi?<br />

Eğer yüzyıllardır ailem buralı<br />

olmasaydı, sanırım bu şehri<br />

daha kolay anlatırdım. Çünkü<br />

başka bir şehirden gezmeye<br />

gelseydim, en tanınmış, en güzel<br />

yerlerini gezer, belleğimdeki<br />

anılarla yetinirdim. Söz konusu<br />

mekânlara dair yazılmış<br />

kitaplardan birtakım bölümler<br />

alır, onlardan yararlanarak en<br />

güzel anlatımı yapabilirdim. Ama<br />

ne yazık ki, bunları yapamayacak<br />

Published by İstanbul Greater<br />

Municipality Culture AŞ two years<br />

ago, a book titled “İstanbul in<br />

Memories” brought together names<br />

that had an impact in the country’s<br />

culture-art and business life.<br />

Each of these names talked about<br />

memories of the city in a friendly,<br />

candid language. Doğan Hızlan, a<br />

doyen of the press world, is one of<br />

those:<br />

“Being from the city born and<br />

bread, one finds it difficult to make<br />

a choice to express in writing<br />

what it is like to be from the city.<br />

To be honest I get scared when<br />

I am asked about my memories<br />

of İstanbul. This is going to be<br />

impossible too. If I attempt to talk<br />

about changing İstanbul, it may be<br />

thought that I may be comparing<br />

today with the past to slander<br />

people. You should know that I<br />

would never do such a thing. Which<br />

era should I concentrate on? Should<br />

I write about places of the city I<br />

know most about? Which part /<br />

aspect influenced me the most?<br />

If my family hadn’t been from<br />

here for centuries, I think I would<br />

have talked about the city more<br />

easily. Because if I had arrived<br />

from another city to visit, I would<br />

have visited its most popular, most<br />

beautiful places, I would be content<br />

with memories in my head. I would<br />

choose extracts from books about<br />

places; create a beautiful story by<br />

using them. But unfortunately, I am<br />

such an İstanbulite that I am unable<br />

to do that.<br />

How things I witnessed in my<br />

childhood shaped my growing up?<br />

Doğan Hızlan<br />

1937 yılında İstanbul’da doğdu. Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten<br />

sonra başladığı hukuk öğrenimini yarıda bıraktı. İlk yazısı 1954<br />

yılında yayımlandı; çeşitli dergilerin sanat sayfalarını yönetti.<br />

Birçok gazete ve dergide eleştiri yazıları yazdı. Bayram Gömleği<br />

adlı çocuk hikâyeleri derlemesini, Ercümend Behzad Lav’ın<br />

Bütün Eserleri’ni ve İhsan Yılmaz ile birlikte Celal Sılay’ın Toplu<br />

Şiirleri’ni yayımladı. Türk edebiyatının gelişimine sağladığı<br />

katkılardan dolayı “Özel Akademi Ödülü” alan Doğan Hızlan,<br />

Hürriyet Gazetesi Yayın Danışmanı olarak görevini devam<br />

ettirmektedir.<br />

Doğan Hızlan<br />

He was born in İstanbul in 1937. After graduating from Pertevniyal<br />

High School he did not finish the law school. His first article was<br />

published in 1954; He edited the art pages of various magazines.<br />

He wrote critics, articles in many newspapers and magazines. He<br />

published a compilation of children’s story titled Bayram Gömleği,<br />

all works of Ercümend Behzad Lav and Collective Poems of Celal<br />

Sılay with İhsan Yılmaz. Receiving “Special Academy Award” for<br />

his contribution to development of Turkish literature, Doğan Hızlan<br />

currently works as a Publishing Consultant of Hürriyet Newspaper.<br />

46 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Taksim Meydanı<br />

Taksim Square<br />

kadar İstanbulluyum.<br />

Çocukluğumda gördüklerim,<br />

yetişmemi nasıl yönlendirdi? Bu<br />

da belirgin bir soru değil.<br />

Çok fazla yer görmeyi hiçbir<br />

zaman arzulamadım. Yeni<br />

yerler keşfedeceğime, bildiğim/<br />

sevdiğim yerlere defalarca<br />

gitmeyi tercih ettim. İstanbul’du<br />

belki de bunun sebebi.<br />

Yemek düzenim de fazlasıyla bu<br />

şehre ait. Bildiğim lokantalar,<br />

bildiğim yemekler. Çok zor<br />

seçtim, seçtiklerimin üzerine<br />

titredim. Dün kırtasiyecilere<br />

gidiyordum, bugün de öyle. Dün<br />

kitapçılara gidiyordum, bugün de<br />

aynısını yapıyorum. Giyim eşyası<br />

için dün de dolaşırdım, bugün de<br />

mağaza mağaza dolaşırım.<br />

Semtlerin havası geçicidir.<br />

Samatya da, Kocamustafapaşa<br />

da, Laleli de, Harbiye de, Fatih<br />

de, Ataköy de, Taksim de benim<br />

için birer semt adı. Oralarda<br />

neler vardı? Pek iz kalmamış.<br />

Ancak orada tanıştığım insanları,<br />

dostluklarımı anımsıyorum. O<br />

semtlerdeki mağazaları, küçük<br />

mekânları hatırlıyorum.<br />

Küçükten beri Bab-ı Âli<br />

Caddesi (Ankara Caddesi) beni<br />

ilgilendirdi. Önce kırtasiyeleri<br />

gezmek için o caddeden<br />

This is not such a clear cut question<br />

either. I never had a desire to see<br />

too many places. I preferred to visit<br />

places I know/love more often than<br />

discovering new places. Maybe<br />

the cause of this was İstanbul. My<br />

eating habits are also influenced<br />

by this city. Restaurants I knew,<br />

restaurants I chose. I chose hard,<br />

but I treasured what I chose. I used<br />

to visit stationery shop in the past,<br />

I still do. I used to visit book shops<br />

in the past, I still do the same. I<br />

used to wander around for clothing<br />

in the past, I still wander from shop<br />

to shop.<br />

Ambience of neighbourhoods<br />

is temporary. Samatya,<br />

Kocamustafapaşa, Laleli, Harbiye,<br />

Fatih, Ataköy, Taksim are each just<br />

a district name for me. What did<br />

those places have? Not many traces<br />

had been left. But I remember the<br />

people I met there, friendships.<br />

I remember the shops in those<br />

neighbourhoods, small places.<br />

Bab-ı Âli Street (Ankara Street)<br />

always intrigued me since I was<br />

little. I first went to that street to<br />

visit stationery shops, and later<br />

because I worked in newspapers,<br />

publishing houses. I used to go<br />

down from Cağaoğlu to Sirkeci<br />

while examining pens, calling on<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 47


geçtim, sonra da gazetelerde,<br />

yayınevlerinde çalıştığım için.<br />

Kalemcileri inceleye inceleye,<br />

hepsine uğraya uğraya<br />

Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye<br />

inerdim, sonra da yavaş yavaş<br />

kitapçıları inceleye inceleye<br />

yokuş yukarı çıkardım.<br />

Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları’nı<br />

satan kitabevine uğrar, zaman<br />

zaman da nota alırdım. Notaları<br />

zihnimde seslendire seslendire<br />

gazeteye doğru yürürdüm.<br />

Tabi akşam çayı için yaptığım<br />

kurabiye alışverişlerini söylemeye<br />

gerek yok. Cemal Süreyya 99 Yüz<br />

kitabında buna dair not düştü.<br />

Üniversite yıllarında edebiyat,<br />

sanat dergilerini Bayezıt<br />

Meydanı’ndaki tramvay<br />

durağındaki dergiciden alırdım,<br />

teyzem gelip dergi borçlarımı<br />

öderdi.<br />

Oradan Kapalıçarşı’dan geçip,<br />

Nuruosmaniye’den sonra da<br />

Şeref Efendi Sokağı’ndaki Ali<br />

Avni Ödeş’in dağıtım bürosuna<br />

giderdim. Orası benim<br />

kuşağımın, başkalarının da bir tür<br />

buluşma yeri, irtibat bürosuydu.<br />

Nuruosmaniye<br />

Nuruosmaniye<br />

every single one of those shops,<br />

later on I used to slowly climb the<br />

hill while examining the bookstores.<br />

Pop into the bookstore selling<br />

publications of Ministry of National<br />

Education, and buy note sheets<br />

sometimes. I used to walk towards<br />

the newspaper I worked while<br />

singing the notes in my mind.<br />

Of course, there is no need to talk<br />

about shopping for cookies for<br />

evening tea. Cemal Süreyya made<br />

a note about that in his book “99<br />

Hundred”.<br />

I used to buy literature, art<br />

magazines from the magazine<br />

seller at the tram stop during my<br />

university years, my aunt would<br />

pop in to pay what I owed.<br />

After that I’d go through Grand<br />

Bazaar pass Nuruosmaniye to go to<br />

Ali Avni Ödeş’s distribution office<br />

on Şeref Efendi Street. That was<br />

kind of a meeting point, information<br />

bureau for our generation, also for<br />

other people.<br />

Best thing of this period when every<br />

shop, every publishing house was<br />

in Bab-ı Âli was that those who<br />

came up there would visit all his<br />

Kapalıçarşı<br />

The Grand Bazaar<br />

48 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Beyazıt Meydanı<br />

Beyazıt Square<br />

Her dükkânın, her yayınevinin<br />

Bab-ı Âli’de olduğu bu dönemin<br />

en hoş yanı, oraya çıkan<br />

bir çırpıda bütün dostlarını,<br />

yayınevlerini ziyaret ederdi.<br />

Önemli işlerinizi de, geçerken<br />

uğramaları da burada<br />

halledebilirdiniz.<br />

1953 ve sonrası edebiyat<br />

matinelerinin başladığı yıllardı.<br />

Hemen hemen her matineye<br />

giderdim, en çok gittiğim yer<br />

de eski Eminönü Halkevi’ydi.<br />

Sonradan Milli Türk Talebe<br />

<strong>Birliği</strong>, şimdi de Türk Ocağı<br />

burası.<br />

Cadde üzerinde en eski<br />

kırtasiyecilerden biri Özler,<br />

Yeni Zaman diğeri de Memduh<br />

Aygün’dü. Resim hocam<br />

Hasan Kavruk, beni, bizi resme<br />

heveslendirmişti. Yağlıboyalar,<br />

pasteller aldım. Hâlâ bir bölümü<br />

durur. Gerçekten de o, resim<br />

aşkını yaratan iyi bir ressam ve<br />

iyi bir hocaydı.<br />

Teyzem bana ud öğretmişti,<br />

notalarımı da Beyazıt’taki Şamlı<br />

İskender’den alırdım. Eski yazı<br />

ile Fransızca’sının n bir arada<br />

olduğu Tanburi Cemal<br />

Bey peşrevleri hâlâ bende<br />

durur. O yıllarda<br />

önemli<br />

saz eserlerini rini iyi kemençeci<br />

Cüneyd Orhon’dan alır<br />

yazardım. Kadıköy’deki<br />

fotoğraf stüdyosuna giderdim.<br />

Yabancı dildeki kitaplarımı<br />

da üniversiteden Sirkeci’ye<br />

inerken Redhouse<br />

e<br />

Kitabevi’nden alırdım.<br />

Frenç Amerikan ve<br />

Haşet de uğradığım ğım<br />

yerlerdi. Hiç<br />

kuşkusuz Kitap<br />

Sarayı’nı, Necdet<br />

Sander’in<br />

kitabevini de<br />

unutmayalım.<br />

Sirkeci’deki ki<br />

Columbia,<br />

Odeon,<br />

Sahibinin Sesi<br />

mağazalarından,<br />

friends, publishing houses in a<br />

single sweep. You could sort out<br />

your important business, dropping<br />

in on your friends while passing<br />

through.<br />

1953 and later years were the<br />

years when literature matinees<br />

had started. I would go to almost<br />

all of them; the one I visited the<br />

most was Eminönü Community<br />

Centre. Later it became National<br />

Turkish Student Association; it is<br />

now the Turkish House.<br />

One of the oldest stationery<br />

stores on the street was<br />

Özler, Yeni Zaman and<br />

the other one was<br />

Memduh Aygün. Our<br />

painting teacher<br />

Hasan Kavruk<br />

motivated me,<br />

all of us to paint.<br />

I bought oil<br />

paintings, pastels.<br />

I still have some of<br />

them. He really was<br />

a great painter and a<br />

great teacher who created a love for<br />

painting.<br />

My aunt had taught me to play the<br />

oud, I used to by my note sheets<br />

from Şamlı İskender in Beyazıt. I<br />

still keep the overtures of Tanburi<br />

Cemal Bey in which old writing<br />

and its French translations were<br />

together. I those days I used to<br />

buy and write important saz pieces<br />

from Cüneyd Orhon who was a very<br />

good kemençe player. I would go to<br />

the photograph studio in Kadıköy.<br />

I would buy my foreign language<br />

books from Redhouse Bookstore on<br />

the way down to Sirkeci from the<br />

university. French American and<br />

Hacette were among places also<br />

frequented. Without a doubt, let’s<br />

not forget Kitap Sarayı, Necdet<br />

Sanver’s bookstore either.<br />

I would buy my long play records<br />

from Columbia, Odeon, His Master’s<br />

Voice record shops in Sirkeci, from<br />

Rozental, Lale in Tünel, I must<br />

mention Faruk Erengül whose<br />

best records we used to buy in my<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 49


Tünel’de Rozental’den Lale’den<br />

long play’lerimi alırdım.<br />

Gençliğimizin en iyi icralarını<br />

aldığımız Faruk Erengül’ü mutlaka<br />

yazımda anmalıyım.<br />

Pastaneleri neden severim? Akşam,<br />

güneşin battığı saatlerde orada<br />

oturabildiğim, konuşabildiğim<br />

için, dostlarımla sakin sakin sohbet<br />

edip vakit geçirebileceğim için.<br />

Sevdiğim kurabiyeleri yiyebildiğim<br />

için.<br />

İstanbul’un iyi pastanelerini hep<br />

bildim, pasta çeşitlerini tanıdım.<br />

Şimdi de bana pastalarını,<br />

kurabiyelerini gösterdiğinizde<br />

hangi pasteneye ait olduğunu<br />

anlayabilirim.<br />

Yemek her zaman yaşamımda<br />

önde yer aldı. Ancak, yaşamak için<br />

yemek ile yemek için yaşamak gibi<br />

bir tercihten hep kaçındım.<br />

İstanbul’da semtleri, pastanelere,<br />

alışveriş merkezlerine,<br />

kırtasiyecilere göre tanıdım. Benim<br />

haritam böyledir. Yurtdışı için de<br />

geçerli bir topoğrafya anlayışıdır.<br />

Beyoğlu’nu çok mu severdim?<br />

Sineması, tiyatrosu, lokantaları<br />

için gittiğim bir yerdi. Onun<br />

dışında öyle bazılarının söylediği<br />

gibi, İstanbul’un bütün yüzlerini<br />

görmeye veya insan kalabalığını<br />

görüp Beyoğlu’ndan nefret<br />

etmeye değil.<br />

Gazetede, yayınevinde<br />

çalışmaya<br />

başladığım ilk<br />

günlerde,<br />

Sirkeci’nin<br />

Eminönü’nün<br />

yemek ek<br />

haritasını asını<br />

kısa sürede<br />

çıkardım.<br />

Konyalı,<br />

İstanbul<br />

Lokantası, Ömer<br />

Efendi, sonraları Ege.<br />

Uzun süre mide hastalığı çektiğim<br />

için, haşlanmış tavuk, haşlanmış<br />

sebzelerden ibaret öğünümü<br />

Konyalı’dan getirtirdim.<br />

Ada ve boğaz gezmelerim<br />

ilkbaharda okul zamanlarında<br />

yapılırdı, böylece okulda<br />

geçireceğim günlerin bir<br />

bölümünü, yerleşik deyişle<br />

article. Why do I love patisseries?<br />

Because I can sit, talk there during<br />

sun set, because I can while away<br />

the time peacefully chatting with<br />

my friends. Because I can eat<br />

cookies I love.<br />

I always knew the<br />

good patisseries of<br />

İstanbul, knew<br />

all the cake<br />

varieties.<br />

I still can<br />

recognize the<br />

patisserie<br />

they are made<br />

in when you show<br />

me cakes, cookies.<br />

Food always had an<br />

important place in my life.<br />

But I always avoided making a<br />

choice between eat to live or live<br />

to eat.<br />

I recognized İstanbul’s<br />

neighbourhoods according to their<br />

patisseries, shopping centres,<br />

stationery shops. This is how my<br />

map is. This is an understanding of<br />

topography is also valid for abroad.<br />

Did I like Beyoğlu too much?<br />

It was a place I used to go to for its<br />

cinemas, theaters, restaurants. Not<br />

just to see all faces of İstanbul or to<br />

hate Beyoğlu after seeing crowds of<br />

people, as some people say<br />

I created a culinary map of Sirkeci<br />

and Eminönü in my first days of<br />

working in the newspaper, the<br />

publishing house. Konyalı, İstanbul<br />

Restaurant, Ömer Efendi, later on<br />

Ege. As I had long been suffering<br />

from a stomach condition, I used to<br />

order my lunch from Konyalı which<br />

consisted of boiled chicken, boiled<br />

vegetables.<br />

My trips to the Islands and the<br />

Bosphorus would happen in spring<br />

while still at school, which meant<br />

that part of the time I would have<br />

spent at school was spent reading<br />

books in “Adalar , Modalar” (in<br />

Islands and in Moda district of<br />

İstanbul), a phrase coined by locals.<br />

A habit I learned from my family in<br />

my childhood continued to today.<br />

To be surrounded by music... Listen<br />

to, play music... We would have<br />

concerts in the garden of our house;<br />

Beyoğlu’nun en ünlü pastanelerinden eski Markiz<br />

One of Beyoğlu’s oldest patisseries, old Markiz<br />

50 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Adalarda Modalarda kitap<br />

okuyarak geçirdim.<br />

Çocukluğumda ailemin bana<br />

kazandırdığı alışkanlık bugüne<br />

kadar sürdü. Müzikle içli dışlı<br />

olmak... Müziği dinlemek,<br />

çalmak... Evimizin bahçesinde<br />

konserler verilirdi, teyzelerim<br />

ağırlardı konuklarımı. Müzik<br />

dinlediğim salonları anımsarım.<br />

Orada konser verenleri de.<br />

Saray Sineması’ndaki Batı ve Türk<br />

müziği konserleri İstanbullunun<br />

müzik zevkini belirlerdi.<br />

Yazın bahçelerde ancak Türk<br />

müziği konserleri olurdu. Oraya<br />

ailemle giderdim.<br />

Yaşadığım kentten dışarı çıkmayı<br />

pek sevmediğim için ilk kez 1956<br />

yılında Ankara’ya gittim. Ama<br />

içimde hep İstanbul’a dönmek,<br />

orada gezmek, bulunduğum<br />

yerden şikâyet etmek vardı.<br />

Değişen İstanbul’u da fazla<br />

eleştirmiyorum, çünkü her büyük<br />

kent değişir.<br />

Kültürel açıdan bakarsanız şimdi<br />

birçok konser oluyor, müzik<br />

dünyası hareketli, kitapçılar<br />

artıyor. Acaba kültür başkenti için<br />

bunlar yeterli mi?<br />

Konser salonları, çokkatlı kitapçılar,<br />

her türlü müziğin bulunduğu müzik<br />

mağazaları. Bu açıdan<br />

baktığınızda<br />

eskiye<br />

oranla bir gelişmeden söz etmeniz<br />

mümkün değil.<br />

Bir şehri neden sever insan? Her<br />

köşesinde bir anısı olduğundan<br />

mı? Yaşamının içine bütün<br />

unsurlarıyla girmesinden mi?<br />

Böyle sorulara yanıt bulamam<br />

ben, İstanbul’da doğdum,<br />

elbette doğduğum, yaşadığım<br />

kenti seveceğim. Ancak öyle<br />

sanıldığı gibi “Ah nerede o eski<br />

günler” demedim hiçbir zaman,<br />

demeyeceğim de. Zira eski<br />

pastaneler bugün yok belki ama,<br />

yeni pastaneler var. Eskiden iki<br />

veya üç mağazada bulduğumuz<br />

plaklar bugün pek çok mağazada<br />

bulunabiliyor. Kitapların her<br />

türlüsünü her semtte temin<br />

edebiliyorsunuz. Sayısı azalsa<br />

da hâlâ birkaç lokanta var<br />

gidebildiğim, tıpkı eski günlerde<br />

olduğu gibi, dostlarımla oturup<br />

sohbet edebildiğim pastaneler<br />

var.<br />

Bu şehre dair o kadar çok<br />

anım var ki, tüm şikâyetlere,<br />

olumsuz değişmelere veya birçok<br />

sorununa rağmen sevmeye devam<br />

edeceğim. Belki de bu anılar<br />

sevmemin sebebi. İstanbul’u<br />

sevmek gerek, başka açıklamaya<br />

gerek var mı?”<br />

my aunts would host her guests.<br />

I remember the halls I listened to<br />

music. Also those who performed<br />

there.<br />

Concerts of Western and Turkish<br />

music in Saray Cinema would<br />

define music taste of İstanbulites.<br />

There would be Turkish music only<br />

in summer gardens. I would go<br />

there with my family.<br />

Because I didn’t like to leave the<br />

city where I lived, I went to Ankara<br />

in 1956 for the first time. But the<br />

only feeling I had inside was to<br />

return to İstanbul, wander around<br />

there, and complain about the place<br />

I was in.<br />

I am not criticizing İstanbul that is<br />

changing, because every big city<br />

changes.<br />

When you look at it from a cultural<br />

angle, there are many concerts, the<br />

music world is lively, number of<br />

bookstores is increasing.<br />

I wonder if this is enough for a<br />

culture capital.<br />

Concert halls, multi-storey<br />

bookstores, music shops where<br />

all kinds of music can be found.<br />

When you look at it like that, it<br />

is not possible to talk about an<br />

improvement on old times.<br />

Why do people love a city? Because<br />

they have a memory in every<br />

corner? Because they become<br />

part of their lives with all their<br />

elements? I can’t find answers to<br />

questions of these types, I was<br />

born in İstanbul, and of course I<br />

am going to love the city I was born<br />

and living in. But contrary to what<br />

you might think I have never said<br />

and will never say “Ah, the good old<br />

days”.<br />

Maybe the old patisseries aren’t<br />

there anymore but there are new<br />

ones.<br />

Records that could only have been<br />

found in two or three record shops<br />

in the old days are now available in<br />

many stores.<br />

Books of all types can be found in<br />

every neighbourhood.<br />

Although fewer in numbers, there<br />

are still restaurants I can go to, just<br />

like in the old days, there are still<br />

patisseries where I can sit down<br />

with my friends and have a chat.<br />

I have so many memories of this<br />

city that despite all the complaints,<br />

negative changes or many<br />

problems, I will continue to love.<br />

Maybe these memories are the<br />

cause of my love. İstanbul needs to<br />

be loved, is there a need for another<br />

explanation?”<br />

İstanbul’un yeni yüzü<br />

İstanbul’s new facade<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 51


TARİH<br />

history<br />

BOĞAZİÇİ<br />

ŞINGIR MINGIR<br />

Aslında başlık, İstanbul yazarlarından Salah Birsel’e ait. Ondan<br />

alıntı yaptık; çünkü Boğaz’ın her an renk değiştiren benzersiz<br />

güzelliğini çok iyi anlatıyor. Yazımız da o güzelliğin “incilerini”<br />

tanıtıyor, yani Boğaz’ın yalılarını!<br />

Aylin Şen Rasim Konyar<br />

52 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


BOSPHORUS PRETTY IN COLOR<br />

The title, in fact, belongs to Salah Birsel, an author from İstanbul. We quoted it from<br />

her; because it describes the unequal beauty of Bosphorus that is changing colours<br />

every moment. Our article is introducing the “pearls” of this beauty, namely yalıs<br />

(the waterside houses) of the Bosphorus<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 53


İstanbul için yüzlerce yıldır<br />

şairlerden siyasetçilere<br />

herkes farklı bir tanım<br />

getirmiştir. O tanımlardan<br />

birine göre “İstanbul, içinden<br />

deniz geçen tek şehir”dir. Elbette<br />

dünyanın pek çok yerinde denize<br />

kıyısı olan şehirler vardır; hatta<br />

bazen o denizler şehri yarıp<br />

geçer de. Ama yine de bu tanım<br />

sadece İstanbul için geçerlidir,<br />

çünkü sadece İstanbul’da, şehir<br />

denize kadar inmiştir. Hatta,<br />

denizin sularıyla kucaklaşmıştır.<br />

İki yakasında gözalıcı yalılarla<br />

bezenmiştir.<br />

Kentin tarihi yaklaşık 8500 yıl<br />

olarak biliniyor. 30 kilometre<br />

uzunluğundaki Boğaz, aslında bu<br />

tarihin sadece son iki yüzyılında<br />

yerleşime sahne olmuş. Bizans<br />

döneminde birkaç manastır,<br />

birkaç da balıkçı köyü varmış.<br />

Osmanlı döneminde ise nüfus<br />

“Tarihi Yarımada” diye bilinen<br />

bölgede, yani Topkapı Sarayı<br />

çevresinde gelişmiş. Lale Devri ile<br />

birlikte Boğaz kıyısında konaklar,<br />

yalılar görülmeye başlamış.<br />

Sultanlar ve sarayın önde gelen<br />

isimleri Beşiktaş ve Kuruçeşme’yi<br />

tercih etmiş. Babıâli erkânı,<br />

yani “bürokratlar” onların<br />

biraz daha ilerisine, Bebek ve<br />

Rumelihisarı’na konuşlanmış.<br />

Tarabya, Büyükdere gibi<br />

“uzak” bölgeler ise yabancıların<br />

özel konutlarıyla büyükelçilik<br />

binalarına ev sahipliği yapmış.<br />

Birer ikişer derken, İstanbul<br />

Boğazı iki kıyısında birden<br />

peş peşe yalılarla bezenmeye<br />

başlamış ve sonuçta sayı, irili<br />

ufaklı yalılarla 360’a ulaşmış.<br />

Everyone from poets to politicians<br />

have had different definitions for<br />

İstanbul for centuries. According to<br />

one of those definitions, İstanbul is<br />

“the only city with the sea flowing<br />

through it”. Of course there are<br />

many seaside cities in the world; in<br />

fact, the sea sometimes splits a city.<br />

But this definition is only valid for<br />

İstanbul, because only in İstanbul<br />

the city has reached to the level of<br />

the sea. In fact, it hugged the waters<br />

of the sea. It has been adorned with<br />

yalıs on both sides. It is known that<br />

the history of the city goes back<br />

for 8500 years. 30 kilometres in<br />

length, the Bosphorus had really only<br />

witnessed residential settlement in<br />

the last couple of centuries. There<br />

were a few monasteries, fishermen’s<br />

villages during the Byzantine reign.<br />

In the Ottoman period the population<br />

concentrated in the area known as “the<br />

Historical Peninsula”, which is around<br />

Topkapı Palace. With the Tulip Period<br />

mansions, residences had began to<br />

appear, Sultans and leading names<br />

of the palace had preferred Beşiktaş<br />

and Kuruçeşme. Babıâli population,<br />

i.e. “bureaucrats” had settled further<br />

up from them, around Bebek and<br />

Rumelihisarı. “Remote” districts such<br />

as Tarabya, Büyükdere were the host<br />

to private mansions of foreigners and<br />

embassy buildings. Starting one or two<br />

at a time, both shores of the Bosphorus<br />

was beginning to be adorned with yalıs<br />

and in the end the number reached<br />

360, varying in size.<br />

“Real” pearls!<br />

In a place such as İstanbul where<br />

every square meter of land has a gold<br />

value, if we are talking about a limited<br />

54 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


İstanbul Boğazı’nın en büyük yalılarından Erbilgin Yalısı<br />

Erbilgin Yalı, one of the biggest yalıs of the Bosphorus<br />

“Sahici” inciler!<br />

İstanbul gibi her metrekarenin<br />

altın değerinde olduğu bir<br />

şehirde, eğer sayıları bu kadar<br />

sınırlı yalılardan söz ediyorsak,<br />

parasal karşılığın boyutu tahmin<br />

edilebilir.<br />

Bu konuda en somut veri Erbilgin<br />

yalısıyla geldi. Ankaralı Erbilgin<br />

ailesi 130 yıllık yalı için 100<br />

milyon dolar istemiş ve bina hem<br />

bu parayla hem de özellikleriyle<br />

dünya basınının bile ilgisini<br />

çekmişti. Nasıl çekmesin ki!<br />

64 odalı yalının duvarları bile<br />

22 ayar altın varakla kaplıydı.<br />

Ön cepheden Boğaz sularıyla<br />

kucaklaşırken, arka cephede 2<br />

bin 800 metrekarelik bahçesiyle<br />

benzersiz bir alan kaplıyordu.<br />

Erbilgin yalısıyla ilgili bilgilerde<br />

altı çizilen bir nokta da 60<br />

metrelik rıhtımıydı. Bu, karşı<br />

kıyıdaki Kıbrıslı yalısından<br />

sonra yalılar arasında ikinci<br />

uzunlukta rıhtımdı ve yalılar<br />

tarihinin bambaşka bir özelliğini<br />

number of yalıs, we can guess the size<br />

of the financial worth.<br />

Most tangible data on this came with<br />

Erbilgin yalı. Erbilgin family from<br />

Ankara asked 100 million dollars for<br />

the 130 year old yalı and with this<br />

price tag and with its particulars, the<br />

building even attracted the attention<br />

of the world press. How could it not!<br />

Even the walls of the 64 room yalı<br />

were covered in 22 carat gold folios.<br />

Hugging the waters of the Bosphorus<br />

on front aspect, it covered a 2<br />

thousand 800 square meter area with<br />

a unique garden at the back.<br />

Another point underlined strongly in<br />

the information about Erbilgin Yalı<br />

is the 60 meter long quayside. This<br />

was the second longest quayside after<br />

Kıbrıslı Yalı on the opposite shore and<br />

was the reminder of a different feature<br />

of the history of yalıs.<br />

In the past, there wasn’t much of a<br />

road along the length of the Bosphorus<br />

on both shores. Narrow earthen paths<br />

could only go a short distance. After<br />

that there was no road anyway.<br />

1910 yılında yapılan Ahmet Akif Yalısı<br />

Ahmet Akif Yalı built in 1910<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 55


hatırlatıyordu.<br />

Geçmişte, Boğaz’ın iki yakası<br />

boyunca yoldan pek söz<br />

edilemezdi. Var olan daracık<br />

toprak yollar bir noktaya kadar<br />

giderdi. Sonrasında ise zaten yol<br />

biterdi.<br />

Bu nedenle, yalı sakinleri için<br />

deniz ulaşımı neredeyse tek<br />

seçenekti. Yalı sahibi unvanına<br />

göre zenginleşen kayıklarla<br />

gidip gelirdi. Alışveriş de, kıyı<br />

boyunca seyreden kayıklardan<br />

yapılırdı. Kumaşçısından<br />

antikacısına, sebzecisinden<br />

baharatçısına kayıklar ihtiyaç<br />

duyulan her şeyi satardı. Yalıdan<br />

bir seslenmek yeterdi. Kayıklar<br />

rıhtıma bağlanır, kalfalar –kimi<br />

zaman haremdeki kadınlar– gelir<br />

mallardan mal beğenirdi.<br />

Sanatın da ilham kaynağı<br />

Boğaz’da kimi zaman da gezinti<br />

trafiği yaşanırdı. Kadınlar ailenin<br />

kayıklarından birine dolar, kıyı<br />

boyunca gezilir, bazen bir mesire<br />

yerinde mola verilirdi. Nice<br />

aşk hikâyesinin başlangıcına<br />

tanıklık eden bu geziler Türk<br />

edebiyatının ilk örneklerine ilham<br />

kaynağı olmuştu. O eserlerin<br />

pek çoğunda zaten değişmez<br />

mekânlar yalılardı.<br />

Bir dakikası diğerine<br />

benzemeyen, güzellik adına<br />

akla gelen her şeyi sunan<br />

Boğaziçi gerçekten de sanatın<br />

ilham kaynağıydı. Şiirler onun<br />

ihtişamını anlatmak için yazılırdı.<br />

This is why marine transportation was<br />

almost the only method of transport<br />

for yalı residents. Owner of the yalı<br />

would commute on a boat worthy<br />

of his wealth. Shopping needs were<br />

answered by boats cruising along<br />

the shore. From fabric to antiques,<br />

vegetable to spices, boats would sell<br />

every need. A shout from the yalı was<br />

enough. Boats would be tied to the<br />

quay, servants – and sometime the<br />

women of the harem – would go down<br />

to choose.<br />

Inspiration source for art<br />

Sometimes there would be excursion<br />

traffic on the Bosphorus. Women<br />

would get on one of the boats, cruise<br />

along the shoreline, and sometimes<br />

take a break on a picnic site. Witness<br />

to beginning of many love stories,<br />

these excursions were the source of<br />

inspiration to first examples of Turkish<br />

literature. Already the unchangeable<br />

set for those pieces were yalıs.<br />

With ever changing scenery, presenting<br />

everything that can be thought of in<br />

the name of beauty, the Bosphorus<br />

was indeed the source of inspiration to<br />

art. Poems were written to describe its<br />

splendour. Songs that were written for<br />

it, were performed in the guest halls of<br />

yalıs and would reverberate on yalıs<br />

on the opposite side as a sound feast.<br />

But at times these places, despite all<br />

their glory, would turn to a dungeon.<br />

Water of the Bosphorus would witness<br />

captivity of princes, even toppled<br />

sultans in yalıs. Abdülaziz died or was<br />

killed in Feriye Palace at waterfront in<br />

Her göreni kendisine<br />

hayran bırakan<br />

İstanbul Boğazı’nın<br />

iki yakasına inci gibi<br />

dizilmiş yalılar<br />

Yalıs which leave<br />

those who see them<br />

in awe line up along<br />

both shores of the<br />

Bosphorus like pearls<br />

56 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


33 yıl padişahlık yapan II. Abdülhamid’in altı yıl sürgün hayatı yaşadığı Beylerbeyi Sarayı<br />

Beylerbeyi Palace where II. Abdülhamid who was in power for 33 years, was in exile for six years<br />

Şarkılar onun için bestelenir,<br />

yalıların misafir salonlarında<br />

seslendirilir ve karşı yalılara<br />

bir ses ziyafeti olarak<br />

yansırdı.<br />

Ama kimi zaman da<br />

bu mekânlar bütün<br />

güzelliğine rağmen bir<br />

zindana dönüşür, Boğaz<br />

suları şehzadelerin,<br />

hatta devrik padişahların<br />

yalılardaki esaretine tanık<br />

olurdu.<br />

Abdülaziz, Ortaköy’de<br />

denize nazır Feriye<br />

Sarayı’nda ölmüş ya da<br />

öldürülmüştü.<br />

Abdülhamit altı yıl<br />

Beylerbeyi Sarayı’nda<br />

sürgün hayatı<br />

yaşamış<br />

ve yine<br />

orada<br />

hayata<br />

veda<br />

etmişti.<br />

Benzerleri yok<br />

İstanbul Boğazı’nın yalıları<br />

günümüzde de bir yanda<br />

trajik, bir yanda romantik<br />

ya da şaşaalı öykülere sahne<br />

oluyor.<br />

Yerli-yabancı turistleri taşıyan<br />

tekneler sırf o yalılar için<br />

turlar düzenliyor. Rehberler<br />

yalıların özelliklerini sıralıyor;<br />

geçmişteki harem-selamlık<br />

bölümlerini, “Yabancılar<br />

oturuyor” anlamına gelen<br />

kırmızı boyayı, cumbaları,<br />

kayıkhaneleri anlatıyor.<br />

Bugünden, o kayıkhanelerdeki<br />

modern hız teknelerini<br />

gösteriyor; bahçelerine dikkat<br />

çekiyor.<br />

Öyküleri değişse de yalılara<br />

ilgi değişmiyor; çünkü onların<br />

dünya üzerinde benzeri yok.<br />

Boğaz’ın incileri gibi peş<br />

peşe sıralanıyorlar. Ve yaşı,<br />

sınıfı ne olursa olsun herkesin<br />

hayallerini süslüyorlar.<br />

Ortaköy. Abdülhamit was on exile<br />

for six years in Beylerbeyi Palace<br />

and died there.<br />

They don’t have a match<br />

Yalıs of the Bosphorus in İstanbul<br />

nowadays are being stage to tragic,<br />

romantic or splendid stories.<br />

Boats carrying local-foreign tourists<br />

are organised just for that purpose.<br />

A guide talks about the particulars<br />

of a yalı; telling the story of haremreception<br />

sections of the past,<br />

red paint which indicated that a<br />

“foreigner lives here”, bay windows,<br />

boathouses. He draws attention to<br />

today’s modern speedboats in those<br />

boathouses; to the gardens.<br />

Yalıs attractions never change even<br />

if their stories do; because there<br />

is no match for them in the world.<br />

They line up one after the other<br />

as the pearls of the Bosphorus.<br />

And whatever age, class they<br />

maybe, they adorn the dreams of<br />

everybody.<br />

58<br />

TÜRSAB DERGİ<br />

İ | EKİM M201<br />

<strong>2010</strong><br />

0


Kıbrıslı Yalısı<br />

İstanbul’un en eski ve en büyük değilse bile “en görkemli” yalılarından biri Kıbrıslı Yalısı.<br />

Küçüksu’da sırtını yamaçlara dayamış bu yalının ilk sahibi, Sultan I. Abdülhamit devrinin sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa’ydı. Ancak<br />

yalıya ismini veren, 1840 yılında satın aldığı bu binada 30 yıl oturan Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa olmuştu.<br />

Valilik, sefirlik, kaptanpaşalık ve elbette en önemlisi üç kez de sadrazamlık yapan Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa, yalısını bu unvanlarına<br />

yakışır biçimde dayayıp döşemişti. Altın varakların ya da mermer fıskiyelerin lafı bile edilmiyordu. Kristal avizelerle bazı salonları<br />

süsleyen havuzlar yeterince göz alıyordu.<br />

Yalı, sonraki yıllarda pek çok kez el değiştirdi. Her el değiştirmede bazı bölümlerini kaybetti, orijinal halinden uzaklaştı. Üç büyük<br />

hamamından da günümüze eser kalmadı. Ancak odak noktası olmayı hep sürdürdü.<br />

Yeni sahipleri kadar, kiracılarından Irak Kralı Faysal, ünlü şair Yahya Kemal gibi isimler de yalının tarihçesinde iz bıraktı.<br />

Kıbrıslı Yalı<br />

Despite not being the oldest or the biggest of İstanbul’s yalıs, Kıbrıslı Yalı is one of the “most majestic” of all yalıs. First owner of this yalı, which rests on a<br />

slope in Küçüksu, was İzzet Mehmet Paşa who was one of the prime ministers from Sultan I. Abdülhamit era. But it was Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa who gave<br />

the yalı its name who bought the yalı in 1840 and lived in it for 30 years.<br />

A governor, ambassador, captain and most important of them all a prime minister three times, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa decorated his yalıs in a way that<br />

was worthy of his titles. Gold folios or marble water fountains were not even mentioned. Crystal chandeliers and ornamental pools in some of the halls were<br />

dazzling enough.<br />

Yalı changed hands many times in latter years. It lost a section in every change, lost its originality. There are no remains of its three Turkish baths. But it<br />

continued to be a centre of attention.<br />

Its occupants such as Iraqi King Faysal, famous poet Yahya Kemal, as well as the new owners, made their mark on yalıs history.<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 59


GÜNCEL<br />

actual<br />

MÜZE VE ÖRENYERLERİNDE<br />

YENİ MODEL<br />

Ülke çapında 48 müze ve örenyerinin daha modern koşullarda işletilmesi,<br />

hayatını ziyaretçi odaklı bir anlayışla devam ettirmesi için geri sayım başladı<br />

A NEW MODEL IN MUSEUMS AND HISTORICAL SITES<br />

Countdown has started for 48 museums and ruins countrywide to be<br />

managed under modern conditions, to continue life with<br />

a more visitor focused understanding<br />

60 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>


Müze ve Örenyerleri<br />

Gişelerinin İşletimi,<br />

Giriş Kontrol<br />

Sistemlerinin<br />

Modernizasyonu ve Yönetimi<br />

İşi İhalesi’nin sonuçları 29 Eylül<br />

<strong>2010</strong> tarihinde İstanbul Arkeoloji<br />

Müzeleri’nde düzenlenen bir basın<br />

toplantısıyla açıklandı. Kültür ve<br />

Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,<br />

TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy<br />

ve DÖSİMM Genel Müdürü<br />

Tolga Tuyluoğlu’nun söz aldığı<br />

toplantıda Marka Yönetimi<br />

Uzmanı Yelda İpekçi de projeyi<br />

ayrıntılarıyla anlatan bir sunum<br />

gerçekleştirdi.<br />

Yönetim, satış ve pazarlama,<br />

iş ve ürün geliştirme, müşteri<br />

memnuniyeti, güvenlik gibi<br />

alanlarda değerlendirmelerin<br />

yapıldığı “faaliyet projesi” ile<br />

garanti ciro, idareye ödenecek<br />

garanti gelir ve yüklenici komisyon<br />

oranı değerlendirmelerine dayalı<br />

“mali teklif” olmak üzere iki ayrı<br />

kategori içeren ihaleyi TÜRSAB<br />

<strong>Seyahat</strong> <strong>Acentaları</strong> Hizmetleri<br />

Ticaret Ltd. Şti. ve MTM Bilişim,<br />

Arge, Yazılım ve Güvenlik<br />

Teknolojileri Sanayi Ticaret A.Ş. İş<br />

Ortaklığı kazandı.<br />

Neler amaçlanıyor<br />

Bu yeni girişimin birincil hedefi<br />

kültürel varlığın korunması,<br />

geliştirilmesi, iyileştirilmesi ve<br />

tanıtımı için daha fazla kaynak<br />

sağlamak üzere müze ve<br />

örenyerleri gelirlerinin artırılması<br />

olarak belirlendi. Bu doğrultuda<br />

öngörülen yenilikler ise<br />

“sürdürülebilir turizm” anlayışıyla<br />

yaygın ve yüksek gelire ulaşmak;<br />

kültürel zenginliğimize yakışır bir<br />

sistem altyapısı oluşturmak; farklı<br />

ürün, hizmet ve işbirlikleriyle<br />

farklı kitlelere ulaşmak anlayışıyla<br />

gerçekleştirilecek.<br />

Kamu kuruluşları, okullar,<br />

markalar, kültür sanat kuruluşları,<br />

diğer müzeler ve yerel yönetimler<br />

ile yapılacak işbirliği çalışmaları<br />

ise projenin daha geniş bir<br />

paydaş ağıyla hayata geçirilmesini<br />

sağlayacak.<br />

Neler yapılacak<br />

Proje kapsamında ülke çapında<br />

TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy<br />

TÜRSAB Chairman Başaran Ulusoy<br />

48 müze ve örenyerinde 50 gişe<br />

binası tadilatla yenilenerek 11<br />

yeni gişe inşaa edilmesi; müze<br />

gişe ve giriş noktalarına 196<br />

adet kamera yerleştirilmesi;<br />

214 gelişmiş turnikeyle giriş<br />

çıkışların güvenli ve hızlı geçiş<br />

imkânına kavuşturulması; ziyaret<br />

trafiğinin en yoğun olduğu müze<br />

ve örenyerlerine otomatik bilet<br />

satışı yapmak üzere 18 kiosk<br />

yerleştirilmesi ve bu çerçevede<br />

257 kişilik istihdam olanağı<br />

yaratılması hedefleniyor.<br />

Bununla birlikte giriş kuralları ve<br />

ücretler yine Bakanlık tarafından<br />

belirlenecek ve müzeleri ücretsiz<br />

ziyaret hakkı bulunanların durumu<br />

korunacak.<br />

Kültür ağı genişliyor<br />

Kamu-özel sektör işbirliğinin<br />

başarılı bir örneğini temsil<br />

edecek olan bu projenin en<br />

önemli adımlarından biri de<br />

“müze kart” benzeri yeni kartların<br />

ziyaretçiye sunulması. “Biletkart,<br />

mobil bilet, şehir kartı, özel gün<br />

kartı” gibi adlarla uygulamaya<br />

sokulacak bu kartlar kültürel<br />

etkinliklerde ve yemek-eğlence<br />

mekânlarında indirim sağlayacak.<br />

Bütün bu çalışmalar kültür<br />

ve şehir turizminin gelişimine<br />

imkân tanıyacak yeni projelerle<br />

desteklenecek.<br />

Marka Yönetimi Uzmanı Yelda İpekçi<br />

Brand Management Expert Yelda İpekçi<br />

Result of the bidding process<br />

for operation of ticket offices of<br />

museums and ruins, modernization<br />

and management of Entry<br />

Control Systems were revealed<br />

on 29 September <strong>2010</strong> at a<br />

press conference held in İstanbul<br />

Archaeology Museums.<br />

Culture and Tourism Minister<br />

Ertuğrul Günay, TÜRSAB Chairman<br />

Başaran Ulusoy and DÖSİMM<br />

General Manager Tolga Tuyluoğlu<br />

made speeches at the meeting and<br />

Brand Manager Expert Yelda İpekçi<br />

made a detailed presentation,<br />

detailing the project.<br />

The bid, which was separated<br />

into two categories, an “activity<br />

project” to include assessments in<br />

areas such as management, sales<br />

and marketing, work and product<br />

development, customer satisfaction,<br />

security, and a “financial<br />

proposal” to include assessment of<br />

guaranteed turnover, guaranteed<br />

income to be paid to government<br />

and contractor commission rate,<br />

was won by a partnership of<br />

TÜRSAB Travel Agency Services<br />

Trade Ltd. Co. and MTM Bilişim,<br />

ARGE, Software and Security<br />

Technologies Industry A.Ş.<br />

What is aimed at<br />

First target of the new venture is to<br />

increase museums and historical<br />

sites’ income in order to generate<br />

better resources for protection,<br />

upgrade, improvement and<br />

information.<br />

Improvements aimed in this<br />

direction will be adaptable<br />

with “sustainable tourism”<br />

understanding and will be<br />

fulfilled with the goal of reaching<br />

a widespread and high income;<br />

creating a system structure<br />

suitable with our cultural<br />

prosperity; reaching different<br />

masses with different products,<br />

services and co-operations.<br />

Working with public institutes,<br />

schools, brands, culture art<br />

institutes, other museums and<br />

local administration will enable<br />

the project to be brought to<br />

life with a wider network of<br />

stakeholders.<br />

What will be done<br />

Within the scope of the project,<br />

it is aimed to refurbish 50 entry<br />

kiosks in 48 museums and<br />

historical sites as well as building<br />

11 new ticket offices; installing<br />

196 security cameras in museum<br />

ticket offices and entrance points;<br />

installation of 18 automatic ticket<br />

kiosks in museums and ruins<br />

where visitor traffic is the busiest<br />

and creating 257 new jobs within<br />

this framework.<br />

As well as this, entry rules and<br />

fees will once again be determined<br />

by the Ministry and free entry<br />

rights will remain unchanged for<br />

those who currently posess them.<br />

Network of culture is widened<br />

One of the most important steps of<br />

this project, which is a successful<br />

representation of public-private<br />

sector cooperation, is to present<br />

a new card to visitors, similar<br />

to “museum card”. These<br />

cards will offer discounts at<br />

cultural activities and diningentertainment<br />

establishments and<br />

will be released under names such<br />

as “Ticketcard, mobile ticket, city<br />

card, special day card”.<br />

These efforts will be supported<br />

with new projects which will<br />

provide an opportunity for culture<br />

and city tourism to develop.<br />

EKİM <strong>2010</strong> | TÜRSAB DERGİ 61


Turkish Airlines celebrate 50 th anniversary of Germany flights<br />

THY Almanya seferlerinin 50. yılı<br />

kutlandı<br />

Türk Hava Yolları, Almanya’ya sefer başlatmasının 50. yılını<br />

Frankfurt’ta kutladı. Tarihi opera binasında düzenlenen kutlamaya<br />

THY<br />

Genel Müdürü Temel Kotil, Hessen Eyalet Hükümeti’ni temsilen<br />

Michael Boddenberg, Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir,<br />

Frankfurt Başkonsolosu İlhan Saygılı, Giants Düsseldorf Basketbol<br />

Takımı Antrenörü Murat Didin ve çok sayıda Türk ve Alman davetli<br />

katıldı. THY Genel Müdürü Temel Kotil, 10 Mayıs 1960 tarihinde<br />

başlanan Frankfurt seferlerinin bugün haftada karşılıklı 220<br />

uçuşluk hacmi bulunduğunu, Almanya’da Frankfurt ile başlanan<br />

seferlerin bugün 9 şehre ulaştığını belirtti. THY’nin, 2009 yılında<br />

350 bin yolcu taşıdığı Frankfurt hattı dışında Almanya’da,<br />

Berlin, Köln, Düsseldorf, Hamburg, Hannover, Münih, Nürnberg ve<br />

Stuttgart’a direkt uçuşları bulunuyor.<br />

Turkish Airlines celebrated 50 th anniversary of commencing flights to Germany in Frankfurt. Celebrations held at the historical opera building was<br />

attended by Turkish Airlines General Manager Temel Kotil, representative of Hessen Local Government Michael Boddenberg, Green Party Cochairman<br />

Cem Özdemir, Frankfurt Consul-General İlhan Saygılı, Giants Dusseldorf Basketball Team Coach Murat Didin and numerous Turkish and<br />

German guests. Turkish Airlines General Manager Temel Kotil pointed out that Frankfurt flights which started on 10 May 1960 had reached a volume of<br />

220 return flights a week today, German flights that began with Frankfurt now includes 9 cities. Turkish Airlines who flew 350 thousand passengers to<br />

Frankfurt in 2009 also has direct flights to Berlin, Cologne, Düsseldorf, Hamburg, Hannover, Munich, Nürnberg and Stuttgart.<br />

Anadolujet de Miles&Smiles’ta<br />

Miles&Smiles programı üyeleri şimdi AnadoluJet uçuşlarından da mil<br />

kazanmaya başladı. Böylece halihazırda geçerli olan uygulamayla<br />

THY yolcuları, Miles&Smiles milleriyle AnadoluJet uçuşlarında mil<br />

kullanımının yanı sıra, AnadoluJet uçuşlarından da mil kazanabilecek.<br />

Anadolujet in Miles&Smiles<br />

M<br />

embers of the Miles&Smiles program can now earn miles on<br />

Anadolujet flights.<br />

With the practice already in effect, THY passengers can now earn as well<br />

as spend Miles&Smiles miles on Anadolujet flights as well.


THY-Bosna Hersek<br />

Havayolları dostluğu<br />

Türk Hava Yolları ile Bosna Hersek Havayolları’nın<br />

ortaklığı birinci yılını tamamladı. Bosna Hersek<br />

Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Haris Silajdziç’i<br />

ziyaret eden THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi<br />

Topçu, THY’nin düzenlediği iftar yemeğine katıldı.<br />

Bosna Hersek Başbakanı Mustafa Mujezinovic ve<br />

Ulaştırma Bakanı Mihad Hayro’nun katılımıyla<br />

gerçekleşen yemekte söz alan Başbakan Mujezinovic,<br />

iki ülke arasında ilişkilerin daha da ileri gideceğine<br />

olan inancını vurguladı. Hamdi Topçu ise yapılan<br />

işbirliğinin kısa sürede olumlu sonuçlar verdiğini,<br />

THY’nin temin ettiği uçaklarla düzenlenen<br />

seferlerin yolcu sayısına ciddi katkı sağladığını<br />

söyledi. THY, ramazan ayı boyunca gerçekleştirdiği<br />

organizasyonlarla Kosova, Priştina, Tiran ve<br />

Pakistan’da iftar yemekleri tertip etti; yerel yetkililer,<br />

müdürler ve acente yetkililerini buluşturdu.<br />

Turkish Airlines-Bosnia Herzegovina Airlines Camaraderie<br />

P<br />

artnership between Turkish Airlines and Bosnia Herzegovina Airlines completed its first year. Visiting Bosnia Herzegovine Presidency Council Chairman<br />

Haris Silajdziç, THY Executive Board Chairman Hamdi Topçu attended the iftar dinner organised by THY. Speaking at the dinner which was attended<br />

by Bosnia Herzegovina Prime Minister Mustafa Mujezinovic and Transport Minister Mihad Hayro, Prime Minister Mujezinovic reinstated his belief that<br />

relations between two countries will be better. Hamdi Topçu remarked about positive results of the cooperation in a short space of time, serious increase on<br />

the number of passengers carried on aircraft provided by Turkish Airlines. Turkish Airlines organised a series of iftar dinners during Ramadan in Kosova,<br />

Prishtina, Tirana and Pakistan; helped local agency representatives to meet with local governors, managers.<br />

Çek Cumhuriyeti için 10. yıl galası<br />

THY Prag Ofisi, 15 Eylül <strong>2010</strong>’da Çek Cumhuriyeti’nin 10. yılını<br />

kutlamak üzere bir gala düzenledi. Zofín Sarayı’nın Büyük Balo<br />

Salonu’na gelen ve seçkin simalardan oluşan VIP davetliler, THY<br />

üniformalı hosteslerce karşılandı. Davetlilere, THY’nin dünya genelindeki<br />

uçuş noktalarından herhangi birine iki gidiş-dönüş bilet ödüllü piyango<br />

çekilişi için özel kartlar verildi.<br />

10 th anniversary gala for Czech Republic<br />

Turkish Airlines’ Prague office organised a gala on 15 th September <strong>2010</strong> to<br />

celebrate 10 th anniversary of the Czech Republic. Gathering in the Great<br />

Ball Room of Zofin Palace, VIP guests made up from select faces were greeted<br />

by hostesses wearing Turkish Airlines uniforms. A special card were handed to<br />

each guest enabling them to take part in the draw for two tickets to any one of<br />

Turkish Airlines’ worldwide destinations.


KISA HABERLER<br />

news<br />

Lufthansa ailesi genişliyor<br />

Deutsche Lufthansa AG denetleme kurulu yaptığı<br />

toplantıda 48 yeni uçak alımı için onay verdi.<br />

Rolls-Royce Trent 700 motorlu 8 adet Airbus<br />

A330-300 uçağı uzun mesafe uçuşlarında<br />

kullanılırken, diğer 40 uçağın da Avrupa içi<br />

uçuşlarda sefer yapması öngörülüyor.<br />

Bu kapsamda Lufthansa Passage için 3 adet Airbus<br />

A330-300 ve 20 adet Airbus A320 ve bölgesel<br />

uçuşlarda kullanılmak üzere 8 adet yeni Embraer<br />

195, SWISS havayolu şirketinde kullanılmak üzere<br />

ise 5 adet yeni Airbus A330-300, 2 adet Airbus<br />

A321 ve 2 adet Airbus A320 satın alınacak;<br />

Germanwings filosuna da sekiz yeni Airbus A319<br />

katılacak. Yakıt tasarrufu sağlayan bu modern<br />

uçaklar 2012’den itibaren aşamalı olarak filoya<br />

katılmaya başlanacak.<br />

Lufthansa family is growing<br />

The Supervisory Board of Deutsche Lufthansa AG approved the order of 48 new aircraft at<br />

its meeting. Eight Airbus A330-300, equipped with Rolls-Royce Trent700 engines, will be<br />

deployed on long-haul routes and the remaining 40 aircraft will be deployed in continental<br />

traffic.<br />

The order includes 3 Airbus A330-300 and 20 Airbus A320 for Lufthansa Passage, as well<br />

as 8 new Embraer 195 aircraft for Lufthansa Regional, 5 new Airbus A330-300, 2 Airbus<br />

A321 and 2 Airbus A320 to be utilised at SWISS airline company; 8 new Airbus A319 will be<br />

added to the fleet of Germanwings. These modern and fuel efficient aircraft will be added to the<br />

fleet successively from 2012.<br />

Travel Turkey <strong>2010</strong><br />

Turizm alanındaki en önemli buluşmalardan biri olan Travel<br />

Turkey İzmir Fuarı bu yıl dördüncü kez ziyaretçilerine kapılarını<br />

açıyor. 9-12 Aralık <strong>2010</strong> tarihlerinde İzmir Kültürpark Fuar<br />

Alanı’nda yapılacak olan fuar, bu yıl da TÜRSAB, Hannover-Messe<br />

International İstanbul ve İZFAŞ işbirliğiyle düzenlenecek.<br />

Bu yıl fuar alanının tamamının sergi alanı haline getirilmesiyle<br />

içerik bakımından da genişleyecek olan Travel Turkey İzmir<br />

Fuarı’nda “Butik Oteller”, “ Macera, Spor, Dalış Turizmi” ve “Sağlık<br />

Turizmi” gibi yeni özel bölümler de yer alacak. Tüketiciye yönelik<br />

olan son iki günde ise katılımcı firmalar tarafından düzenlenen<br />

etkinlikler, yemek sunumları, çekilişler ve özel dans gösterileri<br />

devam edecek.<br />

Travel Turkey <strong>2010</strong><br />

Tourism sector’s one of the most important event Travel Turkey İzmir<br />

Fair is opening its doors for the fourth time this year.<br />

Taking place in İzmir Kültürpark Fair Ground between 9 th – 12 th<br />

December <strong>2010</strong>, the fair will once again be organized with the<br />

cooperation of TÜRSAB, Hannover - Messe International İstanbul and<br />

İZFAŞ.<br />

Covering a larger area in terms of content as a result of making the<br />

whole fair area available for exhibitions, the fair will include new<br />

sections such as “Boutique Hotels”, “Adventure, Sport, Diving Tourism”<br />

and “Health Tourism”.<br />

During the last two days which are aimed at consumers there will be<br />

various activities, meal presentations, draws and special dance shows.<br />

64 TÜRSAB DERGİ | EKİM <strong>2010</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!