14.11.2015 Views

CİHANNÜMA

13112015143739_mQht3XV-3-143739_say__4

13112015143739_mQht3XV-3-143739_say__4

SHOW MORE
SHOW LESS

Transform your PDFs into Flipbooks and boost your revenue!

Leverage SEO-optimized Flipbooks, powerful backlinks, and multimedia content to professionally showcase your products and significantly increase your reach.

<strong>CİHANNÜMA</strong><br />

DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4<br />

KASIM 2015<br />

Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği


<strong>CİHANNÜMA</strong><br />

DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

Yıl:2 Sayı:4<br />

Üç ayda bir elektronik olarak yayınlanmaktadır: http://www.cihannuma.org/<br />

Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği Adına Sahibi:<br />

Mustafa ŞEN<br />

Yayın Koordinatörü<br />

Bilal EREN<br />

Editör<br />

Hakan AYDIN<br />

Editör Yardımcısı<br />

Osman UTKAN<br />

Yayın Komisyonu<br />

Ömer Faruk YÜCE<br />

Adnan ÇELİK<br />

Muhammed Selman DÖNMEZ<br />

Grafik Tasarım<br />

Mustafa BOSTANCI<br />

Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni, güncel tartışma ve araştırma<br />

konularının ulusal ve uluslararası boyutları hakkındaki sorgulamalara katkı sağlamak,<br />

yorumları zenginleştirmek, güncel gelişmeleri, özellikle de sorunlu alanlar konusunda yürütülen<br />

tartışmaları kamuoyuna ve Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği üyelerine<br />

aktarmak ve diğer araştırma ve uygulama birimleriyle paylaşmak amacıyla yayınlanmaktadır.<br />

Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nde yer alan yazılar ve görüşler<br />

tamamen yazarlarına aittir. Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği’nin resmi<br />

görüşünü yansıtmamaktadır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />

İLETİŞİM<br />

Mustafa Kemal Mah. 2133 Sk. No:11/10 Çankaya / Ankara<br />

Tel: 0312 219 81 93<br />

Faks: 0312 219 81 94<br />

www.cihannuma.org<br />

www.twitter.com/cihannumader<br />

www.facebook.com/cihannumader<br />

E-posta: cihannumadisiliskilerebulten@gmail.com


<strong>CİHANNÜMA</strong><br />

DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

TERÖRÜN ZİHİNLERDE YARATTIĞI MÜSLÜMAN VE İSLÂM ALGISI...................................................4<br />

Osman KÖSE, Prof. Dr.<br />

RADİKAL ÖRGÜTLER ÜZERİNDEN TÜRKİYE’YE AÇILAN KÜRESEL SAVAŞ<br />

VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI........................................................................................................................................8<br />

Cahit TUZ<br />

ORTADOĞU’DA TERÖR ve YENİ İTTİFAKLAR DÜZLEMİ.........................................................................12<br />

İhsan AKTAŞ<br />

YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YENİ TÜRKİYE GERÇEĞİ.................................................................................18<br />

Servet HOCAOĞULLARI<br />

SİYASAL İLETİŞİM 2.0...............................................................................................................................................20<br />

Mustafa BOSTANCI, Dr.<br />

MODERN GÖRSEL KÜLTÜR BAĞLAMINDA MEDYATİK DİN OLGUSU...............................................30<br />

Metin EKEN, Arş. Gör.<br />

AYKIRI BİR DÜŞÜNCE ADAMI: İDRİS KÜÇÜKÖMER.................................................................................40<br />

Faruk KARAARSLAN, Dr.<br />

YAZIM KURALLARI......................................................................................................................................................44<br />

DUYURU / TEŞEKKÜR


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

TERÖRÜN ZİHİNLERDE YARATTIĞI MÜSLÜMAN VE İSLÂM ALGISI<br />

Prof. Dr. Osman KÖSE<br />

Polis Akademisi /Ankara<br />

Terör, tarih boyunca farklı kültürlerde<br />

değişik isimlerle zikredilse de taşıdığı anlam<br />

itibariyle millet ve devlet huzurunu bozan,<br />

sosyal düzeni alt üst eden bir olgudur. Türk<br />

tarihinde de eşkıyalık, haydutluk, izbanditlik<br />

ve korsanlık şeklinde tanımlanan bu gayr-ı<br />

legal yapılanma ve hareketler zaman zaman<br />

toplum ve devlet hayatının vazgeçilmez bir<br />

parçası olacaktır. Bu yazıda gerek Türkiye ve<br />

gerekse dünyada modern zamanda ortaya<br />

çıkan terör hareketleri ile terörün insan ve<br />

toplum zihninde şekillendirdiği “Müslüman”<br />

ve “İslâm” algısı üzerinde durulacaktır.<br />

Toplumu oluşturan fertler olarak insanların<br />

zihin dünyasında çevre ve dış dünya ile<br />

şekillenen kanaatler ve yargılar, uzun zaman<br />

diliminde cereyan eden ve derin izler oluşturan<br />

gelişmeler sonucunda olur. Dünya tarihine<br />

bakıldığında toplumların genellikle oluşan<br />

algılar sonucunda tepkilerini ve davranışlarını<br />

aynı yöne doğru yönelttikleri görülür. Tarih<br />

bunun örnekleriyle doludur.<br />

13. asrın baskın gücü olan Moğollar daha<br />

Anadolu kapılarına dayanmadan önce<br />

haklarındaki afaki rivayetler toplumda<br />

derin dehşet izleri oluşturmuştu. Değişik<br />

kaynaklarda da ifade edildiği üzere “bir Moğol<br />

askerinin bin diğer askere bedel” olduğu algısı<br />

istila hareketindeki Moğolların işlerini epeyce<br />

kolaylaştırmıştı. Tartışmasız savaş gücüne<br />

sahip olmakla beraber batıya doğru yayılan<br />

“Moğol cengâverliği ve gücü” onların gittiği<br />

yörelerde rakiplerine korku salmış ve çoğu kez<br />

de şehirlerin kapılarını kendilerine rahatça<br />

açmalarına vesile olmuştu. Neticede bu gün<br />

dahi söz konusu dönemin “Moğol askerleri”nin,<br />

barbar ve vahşi oldukları baskın bir şekilde<br />

ifade edilirken aslında asırlar öncesi oluşan<br />

bir algının da tesiriyle hareket edilir.<br />

Algı, çoğu kez toplumları ve devletleri karşı<br />

tarafa olumsuz figürler içinde şekillendirilerek<br />

servis etmektedir. Mesela Ruslar Ortaasya’yı<br />

işgal ederken dünya kamuoyuna yörede vahşi<br />

ve medeniyet düşmanı insanlar olduğundan<br />

söz ederek farklı bir algı oluşturmuş ve bunun<br />

sonucunda adeta kurtarıcı rolüyle bölgeye<br />

yerleşmişti. Çanakkale’ye binlerce kilometre<br />

uzaktan gelen Anzaklar’ın zihinlerinde<br />

İngilizler tarafından “yamyam” yaratıklara<br />

gerekli dersi verme algısı oluşturulmuş ve bu<br />

şekilde savaş alanına getirilmişlerdi.<br />

İlk Körfez savaşının yapıldığı 1990’larda<br />

Basra yakınlarında TV’lerde de yayınlanan<br />

görüntülerde cereyan eden bir gelişme<br />

zihinlerde oluşan algının insanları nasıl<br />

etkilediğine farklı bir örnektir. Amerika,<br />

dünyanın süper bir gücü olarak ezici bir<br />

askeri üstünlüğe sahip olduğu imajını her<br />

halükarda yıllardır insanların zihinlerine<br />

kazımıştı. Bu algı içinde Amerikalıların üstün<br />

silah teknolojisi ile bir-iki gün içinde Irak’ı<br />

işgal edeceği konuşuluyordu. Bu atmosfer<br />

içinde Basra civarında Amerikan ordusunun<br />

kontrol sağladığı çöl bir arazide yol boyu<br />

4


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

arabasıyla seyreden bir Amerikan televizyon<br />

ekibi çevrede bekleyen binlerce Irak askerini<br />

gördü. Kameraman, arabadan inip kamerasını<br />

omzuna aldı ve çekim yapmaya başladı.<br />

Kamerayı silah zanneden yüzlerce askerin<br />

ellerini başlarının üstüne kaldırarak teslim<br />

olmaya yeltenmeleri günlerce televizyonlarda<br />

gösterildi.<br />

Batı Hun hükümdarı Atilla’nın Roma’ya kadar<br />

olan ve doğudan batıya doğru büyük bir mülteci<br />

akınını tetikleyen seferi sonucunda Batı<br />

dünyasının belleğinde oluşturulan “barbar”,<br />

“vahşi”, ve “katleden” “Türk” imajının modern<br />

zamana kadar ulaştığı herkesin malumudur.<br />

Bununla beraber Batı Hunları, Selçuklular<br />

ve Osmanlıların batı yönüne ilerlemeleri<br />

ve Viyana’ya kadar geniş bir alanı “vatan”<br />

edinme gayret ve gerçekleri sonucunda Batı<br />

dünyasında “Müslüman” ve “Türk” algısının ne<br />

kadar da olumsuz izler taşıdığı bilinmektedir.<br />

Bu algıya göre özellikle “Osmanlı” gerçeği<br />

üzerinde simgeleşen Türkler, vahşi ve<br />

medeniyetten yoksun insanlardır. Batılı<br />

sömürgeci güçler Afrika, Asya ve doğuyu<br />

sömürgeleştirirken tüm “Müslüman”<br />

camia üzerinde bu algıyı oluşturarak<br />

kendi kamuoylarına aktarmışlardır. Rusya<br />

Ortaasya’ya, Fransa Cezayir ve Tunus’a,<br />

İngiltere de Mısır ve Hindistan’a vahşi ve<br />

medeniyetten uzak topluluğu adam etmek ve<br />

insanlık götürmek üzere gittiklerini dünyaya<br />

anlatmaya çalışmışlardır. Bunda da başarılı<br />

olmuşlardır. Tıpkı Saddam Hüseyin rejimini<br />

deviren ABD önderliğindeki koalisyon<br />

güçlerinin Irak’ı zalim ve medeniyetten<br />

uzak diktatörden kurtarma yalanı ile dünya<br />

kamuoyunu yönlendirdikleri gibi. Asıl gerçek<br />

olan gelecek yüzyılın yeraltı rezervlerine<br />

konma niyeti hiç gündeme bile gelmemiştir.<br />

Son yıllarda Türkiye ve çevresinde cereyan<br />

eden terör olaylarının günümüz ve gelecek<br />

toplumlarının zihin dünyalarında nasıl etkiler<br />

yaratacağını geçmişteki örneklerinden yola<br />

çıkarak anlamak mümkündür.<br />

Türkiye’de son 20 yılda yaşanılan bazı<br />

gelişmelerin bile, güvenilir ve dürüst<br />

insan modeli olarak zihinlerde yer edinen<br />

“Müslüman” imajını olumsuz düşünceler<br />

sahiline götürdüğünü hep beraber yaşadık. 28<br />

Şubat sürecini olgunlaştırmaya yönelik olarak<br />

ortaya sürülen esrarkeş birinin İstanbul’un<br />

göbeğinde dini bir önder olan “şeyh” kılığında<br />

yaptığı herzelikler, meyhanelerden devşirilerek<br />

başına örtü taktırılan bir kadının sakallı ve<br />

tespihli sahte suni din önderleri ile yaşadığı<br />

kaçamak hayatlar, sakallı ve bastonlu tiplerin<br />

İslam adına yaptıkları ürkütücü davranışlar,<br />

din olgusunu temel referans olarak kullanıp<br />

güven sağlayan, bu güvenle insanlardan Türk<br />

tarihinde görülmemiş oranda nakit toplayan<br />

ve bunu vaat ettikleri şekilde iade etmeyen<br />

holdinglerin yarattığı sahtekârlık imajlarının<br />

İslam ve Müslüman algısını zihinlerde ne<br />

kadar aşındırdığı bilinmektedir.<br />

Yine son yıllarda İslami referansla “cemaat”<br />

ve “hizmet hareketi” adı ile sembolikleşen bir<br />

kitlenin asli mecrasını terk ederek uluslararası<br />

örgütlerin taşeronluğuna soyunması da<br />

“güvenilir insan modeli” olarak zihinlerde<br />

yer edinen Müslüman imajının güvensizlik<br />

sahrasına sürülmesine vesile olmuştur. B u<br />

şekilde son 20 yıla sığan çok sayıda örnekler<br />

vermek mümkündür. Bu aşınmanın sonucu<br />

olarak zararından emin olunan kişi olarak<br />

tasavvur edilen sakallı ve mütedeyyin çehreli<br />

insanlar artık Türk toplumunda dahi eski emin<br />

ve mutena yerinde bulunmuyor.<br />

Türkiye’de ve çevre coğrafyada cereyan eden<br />

olaylar ve oluşan yaşam şartları dünyanın<br />

farklı köşelerinde hayat süren toplumlar<br />

5


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

nezdinde İslam ve Müslüman imajını hiç de<br />

olumlu bir şekilde canlandırmıyor. Bir kere<br />

hiç okuma alışkanlığı olmayan ve dünya bilgisi<br />

sadece televizyonların yansıttığı haberler ve<br />

programlardan ibaret olan dünya insanlarının<br />

nezdinde İslam dünyası ve Müslüman kitle<br />

deyince akılarda sadece terör, iç savaş, fakirlik,<br />

açlık, sefalet ve göç gibi kavramlar canlanıyor.<br />

Zaten televizyonlar açıldığında ses vermeden<br />

sadece görüntülerden akseden sefalet<br />

manzaralarından dahi İslam dünyasının<br />

değişik köşelerindeki dünya insanlarının<br />

belleklerine hangi türden imajların aktarıldığı<br />

tasavvur edilebilir.<br />

Haber kanalları ve bu sahada kontrolü<br />

ellerinde bulunduran güçler, söz konusu<br />

toplumların yaşadığı cehalet ve sefalet<br />

manzaralarının yine bu toplumların kendileri<br />

tarafından oluşturulduğu imajını yaymaya<br />

gayret ediyorlar. Bu konuda ortaya sürdükleri<br />

argümanlar ve görünür gerçekler onların<br />

güvenilirliklerini ve doğru olmasa da haklılık<br />

paylarını perçinliyor. Bu argümanlardan<br />

birisi, Müslüman coğrafyada bu manzaraların<br />

oluşması kendi içlerinden doğan terör<br />

örgütleri varsayımı üzerinedir.<br />

Gerçekten de yine yaşamımızın son 20 yılına<br />

bakıldığında Afganistan’dan Suriye’ye kadar<br />

“İslam” ve “Müslüman” maskeleri takan<br />

terör örgütlerinin mantar gibi çoğaldıkları<br />

görülmektedir. El –Kaide, Boko-Haram, Taliban,<br />

PKK ve DAEŞ gibi terör örgütleri ve onların<br />

ortaya koydukları tüyler ürpertici katliamlar<br />

insanların zihinlerinde büyük olumsuzluklar<br />

yaratmaktadır. Bir kere İslam kültür dairesi<br />

dışındakilerin zihninde Müslüman ile terör<br />

kelimelerinin aynı anda ortak çağrışımlar<br />

yapmasına zemin hazırlamaktadır. Bu<br />

örgütlerin ortaya koyduğu insanları katletme<br />

metotları da zaten zihinleri olumsuz öğelerle<br />

dolu olan Batı toplumlarında Müslüman<br />

imajının vahşi ve barbar olarak algılamasına<br />

vesile olmaktadır.<br />

Suriye ve Irak’ta temellenen “sakalları” ve<br />

“davranışları” ile Müslüman portreler çizen<br />

DAEŞ militanlarının “Allah” ve “kelime-i tevhid”<br />

eşliğinde sıra halinde dizdikleri insanların<br />

kafalarına kurşun sıkmaları, kafesler içinde<br />

canlı olarak yakmaları veya denize salmaları,<br />

vücutlarına bombalar bağlayarak patlatmaları<br />

gibi insan aklına gelmeyecek türden infazlarda<br />

bulunmaları videolar vasıtasıyla dünyaya<br />

servis edildiğinde toplumların zihinlerinde<br />

neler oluşacağı ortadır.<br />

Batı toplumu doğu dünyasında olanları<br />

evlerinde televizyonlardan veya gazetelerden<br />

takip etmektedir. Buradan evlerine kadar<br />

ulaşan görüntülerde ortaya çıkan manzara<br />

karşısında onlar için İslam dünyası içlerinden<br />

terörist yetiştiren ve birbirini boğazlayan<br />

insanlar topluluğudur. Zaten bu ülkelerden<br />

Batıya gidildiğinde gelenlere potansiyel suçlu<br />

veya terörist gözüyle bakılması ve bu yönde<br />

muamelelerde bulunulması bu bakışın bir<br />

sonucudur.<br />

Yukarıda ifade edildiği gibi son 20 yılda<br />

Müslüman ülkelerde ortaya çıkarılan terör<br />

grupları ve faaliyetleri, zaten Batı dünyasının<br />

zihninde tarihsel süreçten kalma olumsuz<br />

izler bırakan Müslüman imajını daha da<br />

perçinleşmiştir. Bu yönde dergi ve kitaplarda<br />

da yer alan bilgiler, bu olumsuzluk demetini<br />

çağlar ötesine aşıracaktır.<br />

Bu hengâmede hiç kimse terörü besleyenlerin,<br />

ekonomik ve stratejik kaygılarla Müslüman<br />

dünyada kontrol sağlama mücadelesi veren<br />

6


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

büyük güçler olduğunu düşünmeye vakit<br />

bulamamaktadır.<br />

İslam ülkeleri bugün terör dehşeti altındadır.<br />

Milyonlarca insan evlerini ve yurtlarını terk<br />

ederek daha emin gördükleri Batıya doğru<br />

akın etmektedir. Her gün patlayan bombalarla<br />

hayatları sona eren veya kararan insanlar,<br />

denizin ortasında şişme botların patlamasıyla<br />

sulara gark olan masumlar terörün<br />

kurbanlarıdır. Terörün kıskacında olan bu<br />

ülkelerde insanlar müreffeh bir hayat yaşama<br />

gayreti değil hayata tutunma mücadelesi<br />

vermektedirler. İşte tüm bu tablolar<br />

televizyonlar vasıtasıyla dünya insanlarının<br />

evlerine ve odalarına kadar ulaşmaktadır.<br />

Bu tablonun bir yansıması olarak çoğu<br />

zaman terör örgütlerine imkânlar sağlayan<br />

Batı ülkeleri kapılarına dayanan mültecilere<br />

yüzlerini çevirmektedirler. Bu tabloda oluşan<br />

Müslüman ve İslam algısının Batı toplumu için<br />

hiç de iyi olmadığı ve bunun nesiller sonrasına<br />

söylem ve yazılı olarak aktarılacağı kesindir.<br />

21. asra girerken dünya büyük bir dönüşümü<br />

yaşamaktadır. Bu dönüşümde mevcut haliyle<br />

Müslüman ülkeler büyük bir terör cenderesi<br />

içine sürülmektedir. Bu süreçte Müslüman<br />

coğrafya can ve mal kaybı ile büyük bir felaket<br />

yaşarken diğer taraftan da potansiyel terörist<br />

muamelesi ile karşı karşıya bulunmaktadır.<br />

Zihinlerde yüzlerce yıldır devam eden olumsuz<br />

algı ve imaj katmerleşerek devam etmektedir.<br />

Tarih bir nevi tekerrür ediyor.<br />

7


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

RADİKAL ÖRGÜTLER ÜZERİNDEN TÜRKİYE’YE AÇILAN KÜRESEL SAVAŞ<br />

VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI<br />

Cahit TUZ<br />

Ortadoğu Uzmanı<br />

Tarihte Müslüman toplumlar, kendi içlerinde<br />

ve dış dünyada, son derece çoğulcu, hoşgörülü,<br />

kuşatıcı, özgürlükçü olmuştur. İslam’ın hiçbir<br />

zaman ne varlıkla ne de varlığa dair herhangi<br />

bir hususla bir sorunu olmamıştır. Varlığı<br />

anlama adına düşünmeyi bir mecburiyet<br />

gören İslam, insanı ahsen-i takvim makamında<br />

değerlendirerek onu tüm varlığa eş değer<br />

görmüştür. Ancak Peygamber Efendimizin<br />

vefatına müteakip dönemlerde özellikle itikat<br />

alanında yapılan yorumlar da İslam içerisinde<br />

ciddi farklılaşmaların oluşmasına zemin<br />

hazırladı. Nitekim bu durum Hariciler başta<br />

olmak üzere, Vahabi gibi pek çok Selefi fırkanın<br />

doğmasına neden oldu. Yanlış tanımlanmış<br />

Sünnet ve bid’at kavramları üzerinde<br />

şekillenen din algısı, dinle ilgisi olmayan güzele<br />

dair tüm değerleri inkâr yoluna gitmiştir.<br />

Bugün İslam coğrafyasında neşet eden radikal<br />

unsurlar da tıpkı geçmişteki radikal eğilimler<br />

gibi, İslam’ın hayat anlayışını insan merkezli<br />

değer ölçüsünü, derin kültür varlığımızı<br />

anlamak, yeni müspet açılımlar kazandırmak<br />

yerine çarpık bir İslam anlayışıyla başta İslam<br />

olmak üzere tüm insanlığa zarar vermektedir.<br />

İslam adına reddedilen düşünce ve eylemler<br />

bırakınız dini ölçütlerle akılla, izanla,<br />

vicdanla, insanlıkla açıklanamayacak bir akıl<br />

tutulmasıdır. İçine düşülen bu çürümüşlük<br />

neşet ettiği günden bu yana insanlığın ruhuna<br />

hayat bahşeden İslam’ı anlama hususunda çaba<br />

sarfeden tüm letafet, incelik ve yetenekleri de<br />

yok etmiştir. Oysa İslam’ın isminde esas unsur<br />

olarak var olan ‘barış’ bildiğimiz anlamda<br />

siyasal, sosyal düzlemin çok ötesinde bütün<br />

varlığı içine alan çatışmasızlık ve evrensel bir<br />

değer içerir. Zira İslam bir ırkın, bir coğrafyanın,<br />

bir kültür veya uygarlığın değerlerini sığ, kör<br />

koşullamalarla ne ret, ne de kabul eder. İslam<br />

varlığa ve hayata ön yargıyla bakmayan bütün<br />

kötü ve çirkin olanı kala almayan, her türlü<br />

taassup ve ırkçılığı reddeden güzeli kendine<br />

kendini de güzele ait gören bir anlayışı temel<br />

alır. İslam getirdiği medeniyet anlayışında<br />

başta sanat, edebiyat olmak üzere, diğer tüm<br />

ilim dallarının dalga dalga yayılmasındaki en<br />

büyük etken kuşkusuz bu anlayıştır.<br />

Radikal Hareketler Kime Hizmet Ediyor?<br />

Arap coğrafyasındaki halk ayaklanmalarıyla<br />

birlikte özellikle ayaklanmaların yaşandığı<br />

ülkelerde ortaya çıkan radikal hareketleri, salt<br />

Selefi-İslami anlayış üzerinden değerlendirmek<br />

hedef saptırmaktan ve İslam’la terörü yan<br />

yana getirmek suretiyle İslam-İslam savaşına<br />

zemin hazırlamaktan başka bir şekilde<br />

açıklanamaz. Sadece DAEŞ terör örgütüne 42<br />

farklı ülkeden katılımın olması bu bağlamda<br />

son derece önemli ipuçları vermektedir.<br />

Ancak kanaatimce üzerinde en çok durulması<br />

gereken husus bu katılımların ekseriyetinin<br />

demokrasinin tüm mekanizmalarının<br />

uygulandığını bildiğimiz Batı ülkelerinden<br />

olmasıdır. Bu değerlendirmeden hareketle<br />

meseleyi Selefi-İslam anlayışı üzerinden<br />

tartışmaktan ziyade, Batı dünyasının<br />

8


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

uyguladığı ötekileştirici politikalar sonucunda<br />

ortaya çıkan İslamofobya/İslam düşmanlığı<br />

kavramı üzerinden değerlendirmeyi daha<br />

akla uygun kılmaktadır. Yine söz konusu terör<br />

örgütünün üst kademelerinde yer alanların<br />

pek çoğunun, ABD’nin Irak işgalinden sonra<br />

ülkeden kaçmış veya hapse atılmış kişilerden<br />

oluşması oldukça manidardır. Zira Saddam<br />

döneminde devletin farklı kademelerinde<br />

görev alan bu kişiler, ABD müdahalesinden<br />

sonra tüm yetkilerini kaybetti. Halkın işgale<br />

karşı sessiz kalışını kine dönüştüren bu kişiler,<br />

DAEŞ saflarında adeta masum bölge halklarını<br />

cezalandırmaktadır.<br />

Yine hapishanelerdeki radikal eğilimli kişileri<br />

serbest bırakmak suretiyle, bu acımasız terör<br />

örgütünün oluşmasına neden olan, Suriye<br />

ve Maliki dönemindeki Irak yönetimini de<br />

zikretmek gerekmektedir. Buna bağlı olarak<br />

bu iki ülkenin İran’la olan bağları ve İran’ın<br />

Arap Baharı sürecindeki tutumu bu minvalde<br />

değerlendirilmesi gereken başka bir husustur.<br />

Bölgede oluşan savaş ortamıyla birlikte,<br />

İran’ın nükleer silah kartını kullanma riskine<br />

rağmen, yıllardır olumlu bir netice alınmayan<br />

müzakerelerde anlaşmaya varılmış olmasının<br />

içerdiği mesajlar da üzerinde durulması<br />

gereken başka önemli bir noktadır. Tüm bunlar<br />

üzerinde kapsamlı bir analiz yapıldığında<br />

acıması, anlayışı, hoş görüsü, merhameti<br />

olmayan, bu radikal grupların, dünden bu<br />

güne dünyaya egemen olmak isteyen siyasi<br />

ideolojik odakların, kanlı, karanlık odalarda<br />

besleyip, büyütüp İslam coğrafyalarına saldığı<br />

fitneci bir proje olduğu sonucuna varılacaktır.<br />

İslam adına cami yıkan, medrese, kütüphane<br />

imha eden, çocuk, kadın, yaşlı demeden insan<br />

öldüren, kadınlara kızlara üzerinde Kelime-i<br />

Tevhit olan bayrak altında tecavüz edenlerin,<br />

mazlum Gazze halkını bombalayan İsrail’le<br />

veya Batının herhangi bir ülkesiyle alıp<br />

vereceklerinin olmaması düşündürücü değil<br />

mi?<br />

Elbette söz konusu radikal grupların neşvü<br />

nema bulmasının nedenleri sadece bunlardan<br />

ibaret değildir. Halkların bilinçli bir sistemle<br />

cahil bırakılması, Müslüman halkların<br />

medeniyet tasavvurundan geri kalması, ilmi,<br />

sanatı terk etmesinin de DAEŞ ve benzeri<br />

grupların oluşmasındaki etkisi yadsınamaz.<br />

Ancak tüm yaşananları İslami kavramlar<br />

üzerinden değerlendirmek suretiyle<br />

İslam’la bağdaştırarak Batının sebep olduğu<br />

İslamofobi/İslam düşmanlığı gerçeğini,<br />

Afganistan ve Irak müdahalelerinin yarattığı<br />

öfkeyi görmezlikten gelmek ancak hilaf-ı akılla<br />

açıklanabilir.<br />

Türkiye Neden Hedefte?<br />

7 Haziran seçimlerden sonra yaşanan hadiseler<br />

üzerinde imali fikir yaptığımızda pek çok grup<br />

ve ülkenin Türkiye’ye yönelik yaklaşımını<br />

ve samimiyetini ölçme bakımından önemli<br />

ipuçları yakalamamız mümkündür. Görülüyor<br />

ki seçim sonucunda oluşan tablo, belli çevreler<br />

için Türkiye aleyhinde faaliyet yürütme<br />

adına bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.<br />

Türkiye’nin başta 2023 hedefleri olmak<br />

üzere, geleceğe dair uygulamak istediği tüm<br />

müspet projelere karşı çıkan bu dinamikler,<br />

seçim sonucunda çıkan tabloyu suiistimal<br />

etme yoluna gittiler. Başta Gezi Parkı hadisesi<br />

ve Kobani olayları olmak üzere, girişilen pek<br />

çok olayda aynı odakların ittifak izlerine<br />

rastlamamız mümkündür. Peki, Türkiye’yi<br />

hedefe alan söz konusu dinamikleri rahatsız<br />

eden hususlar neler? Mesele Türkiye’nin<br />

istikrarsızlığı ve kaos yaratma olduğunda<br />

nasıl oluyor da tüm düşman gruplar bir araya<br />

gelebiliyor, ittifak kurabiliyor?<br />

Kuşkusuz uluslararası sistemde, çok yönlü ve<br />

tüm dünyanın geleceğini etkileyecek büyük<br />

9


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

bir değişim yaşanmaktadır. Neredeyse bütün<br />

bir Avrupa kıtası, özellikle de Akdeniz sahili<br />

büyük sarsıntılara ve sosyal çalkantılara gebe<br />

olduğunu gördüğümüz ciddi bir ekonomik<br />

bunalım döneminden geçmektedir. Bu<br />

krizin nasıl sona ereceğini ise, hiç kimse<br />

kestirememektedir. Dolayısıyla yaşanan tüm<br />

bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin AK Parti<br />

hükümetleri döneminde yakaladığı istikrar<br />

ve yine bu dönemde Türkiye’nin geliştirdiği<br />

küresel söylem, pek çok çevrede ciddi<br />

rahatsızlık yarattı.<br />

Türk Dış Politikasında Dönüşüm<br />

Türkiye yeni gelişen iç ve dış dinamikler<br />

sonucunda pek çok alanda olduğu gibi dış<br />

politikada da ciddi bir dönüşüm yaşadı. Bu<br />

dönüşüm içerde, demokratikleşme adımları,<br />

ekonomik kalkınma üzerinden ilerlerken, dış<br />

politikada da bölge ve Batı ülkeleriyle ilişkilerin<br />

yeniden tanzimi şeklinde oldu. Türkiye’nin<br />

değerlerine uygun, yeni bir dış politika<br />

tasavvuru ve küresel düzeyde geliştirilen<br />

söylem dikkate alındığında, Türkiye’nin dış<br />

politika yaklaşımında önemli kırılmaların<br />

olduğunu ve yeni bir jeo-politik tasavvurun<br />

ortaya çıkmaya başladığını söylememiz<br />

mümkündür. Uluslararası ilişkilerin temel<br />

kaidesi olan reel-politik anlayışın göz ardı<br />

edilmediği bu dönemin en önemli ayırt edici<br />

unsuru, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde<br />

işler hale getirdiği ‘değer’ anlayışıdır. Türkiye,<br />

kendi tarihiyle ve coğrafyasıyla barışmaya<br />

çalışan, geçmişini bir yük olarak değil, aksine<br />

stratejik bir güç ve değer olarak yeniden<br />

üreterek hem iç hem de dış politikada<br />

yeni imkânlar üretir hale geldi. Geliştirilen<br />

‘komşularla sıfır sorun’ politikasıyla dört bir<br />

yanımız düşmanlarla çevrili anlayışı yerini<br />

komşu ülkelerle pek çok alanda işbirliğine ve<br />

dostane rekabete bıraktı. Bu politika anlayışı<br />

ikna edici diplomasi ve ‘değer’ ekseninde<br />

uygulandığından ülkemize yeni fırsat alanları<br />

oluştu.<br />

Kuşkusuz ‘Arap Baharı’ süreci sadece<br />

Türkiye’nin değil, bölgesel ve küresel<br />

ölçekte Ortadoğu coğrafyasında etkin rol<br />

alan tüm ülkelerin politikalarında önemli<br />

değişimlerin yaşanmasına neden oldu. 2011<br />

Yılında başlayan halk ayaklanmaları Türkiye<br />

tartışmalarına ve Türkiye’nin bölgeyle<br />

ilişkilerine yeni boyut kazandırmış, yeni fırsat<br />

ve tehditlere imkân sağlamıştır. Ancak burada<br />

önemli olan temel husus, sürecin yaşandığı<br />

dikta rejimlerinin tek tek gitmesi sonucunda<br />

bölge ve dünya ülkelerinin takındığı tavırdır.<br />

Neredeyse tüm ülkeler ‘çıkar’ kaygısıyla<br />

hareket ederken, Türkiye insanı ve onun<br />

demokratik taleplerini merkeze alan ‘değer’<br />

eksenli bir siyaset anlayışını benimseyerek<br />

halkların yanında yer aldı. Türkiye, ilgili<br />

yönetimlere reform yapmaları hususunda<br />

dostane telkinlerde bulunmuş, sürecin derin<br />

acı ve kayıplara dönüşmemesi için tüm<br />

imkânlarını seferber etmiştir. Ancak ne yazık<br />

ki, söz konusu rejimlerin bazı bölge ve diğer<br />

ülkelerle kurduğu derin şer ittifakı, sürecin<br />

adeta bir bölgesel savaşa dönüşmesine ve yüz<br />

binlerce masum insanın kimyasal silah dahi<br />

kullanılarak ölümlerine sebebiyet verdi.<br />

Türkiye’nin ‘Arap Baharı’ öncesinde ‘sıfır<br />

sorun’ politikasının bir gereği olarak ‘eksen<br />

genişleme’ anlayışıyla bölge ülkelerine<br />

yönelik uyguladığı politikaları ‘eksen<br />

kayması’ şeklinde eleştirenler, Türkiye’nin<br />

süreçte uyguladığı ‘değer’ eksenli politikalara<br />

yönelik de art niyetli eleştirilerine devam<br />

ettiler. Yine bu kesimler Türkiye’nin AK Parti<br />

hükümetleri döneminde başardıklarıyla<br />

10


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

bölge halkına ilham olmasını hazmedememiş,<br />

‘Türkiye Modeli’ tartışmalarını başlatarak,<br />

dezenformasyonlara başvurmuştur. Ancak<br />

söz konusu çevrelerin nazar-ı dikkatlerinden<br />

kaçırdığı önemli bir husus vardı. O da, ‘Arap<br />

Baharı’nın sadece bir baş kaldırıdan ibaret<br />

olmadığı, aynı zamanda düşünsel yani fikri<br />

boyutu olan kapsamlı bir dönüşüm iradesi<br />

olduğu gerçeğidir. Bu hakikati idrak etmiş<br />

olanlar, bedeli ne olursa olsun bölge geleceğinin<br />

halklar tarafından belirleneceğini de idrak<br />

etmiş olurlar. İşte tam da bu noktada Türkiye<br />

bu hakikate müdrik olarak, halkını hunharca<br />

katletmede her türlü devlet terörü uygulayan<br />

zalim yöneticilerin yanında değil, halkların<br />

yanında yer aldı. Yine ‘Sıfır sorun’ politikasının<br />

‘sırf sorun’ politikasına dönüştüğünü iddia<br />

eden bu çevreler Türkiye’nin bölge halklarıyla<br />

‘sıfır sorunlu’ olduğunu görmemekte ısrar<br />

ediyorlar. Nitekim Sosyal Araştırmalar ve<br />

Organizasyon Servisi’nin (SAROS), Temmuz<br />

ayında 11 Arap ülkesini kapsayan, ‘Ortadoğu<br />

Halklarının Türkiye’ye Bakışı’ araştırmasında<br />

sorduğu “Arap Baharı öncesi ve Arap Baharı<br />

sonrası Türkiye hakkındaki kanaatiniz<br />

nedir?” şeklindeki soruda Arap Baharı<br />

öncesinde ‘olumlu’ olanların oranı %42 iken<br />

Arap Baharı sonrasında bu oran %47’ye<br />

yükselmiştir. Bu sonuç da çok net bir şekilde<br />

ortaya koymaktadır ki; Türkiye’nin bölge<br />

halkları nezdindeki ‘değeri’ giderek yükselen<br />

bir grafik çizmektedir. Bu da, Türkiye’nin AK<br />

Parti hükümetleri döneminde uyguladığı ilkeli<br />

ve değer eksenli politikalarının doğruluğunu<br />

ve önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.<br />

Türkiye böylece ‘değer’ kavramının<br />

uluslararası sistemdeki işlevselliğini de ortaya<br />

koyarak, uluslararası ilişkiler literatürüne de<br />

son derece önemli bir katkı sunmuş oluyor.<br />

Türkiye’nin başta mazlum ve yalnız bırakılmış<br />

bölge halkları olmak üzere, dünya halklarıyla<br />

kurduğu bu insani ilişkiyle esasında ‘yalnızların<br />

değeri’ haline gelmiştir. Bugün Türkiye’nin<br />

terör örgütlerine karşı başlattığı savaşa bölge<br />

halkları ve küresel ölçekte verilen desteği de<br />

bu minvalde değerlendirmek gerekmektedir.<br />

Dolayısıyla 7 Haziran seçim sonuçlarını bir<br />

fırsata çevirme garabetine düşenler, gerek dış<br />

politikada uygulanan ilkeli ve kararlı icraatlar,<br />

gerekse 1 Kasım seçimlerinde alınan sonuçla<br />

bir kez daha Türkiye’yi istikametinden<br />

çıkaramayacaklarını görmüş oldular.<br />

11


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

ORTADOĞU’DA TERÖR ve YENİ İTTİFAKLAR DÜZLEMİ<br />

İhsan AKTAŞ<br />

Araştırmacı - Yazar<br />

DEAŞ ile PKK neden işbirliği yapıyor?<br />

Suriye iç savaşı başladığından bu yana bölge<br />

kaosun merkezi haline geldi Arap baharının bir<br />

uzantısı olarak geniş halk kitleleri protestolara<br />

başladığı zaman İran Devlet Başkanı Ali<br />

Hamaney ‘’Suriye’de Esad’ın kalması için<br />

gerekirse üçüncü dünya savaşını çıkarırız’’<br />

demişti Rusya’nın Suriye’ye doğrudan<br />

müdahale etmesi Hamaneyin kehanetini<br />

doğrulayacak nitelikte görünüyor.<br />

Suriye konusunda Amerika Birleşik Devletleri<br />

şaşkınlık içerisinde. ABD’nin politika yapıcıları<br />

Suriye meselesinin bu hale gelmesini<br />

Barak Obama’nın beceriksiz politikalarına<br />

bağlıyorlar.<br />

Obama’nın Suriye ile ilgili başdanışmanlığını<br />

yapan Philip Gordon Kongre dergisinde<br />

yayınlamış olduğu makalesinde baştan<br />

sona Beyaz Saray’ın ürkek politikalarının<br />

yetersizliğinden bahsetmiş, bulunduğu<br />

konum gereği eleştiri noktalarını daha ziyade<br />

Amerikan basınından Obama’ya yöneltilen<br />

sorular şeklinde sıralamıştır. Özetle Beyaz<br />

Saray’ın yanlış politikaları başta Türkiye<br />

olmakla birlikte Rusya ve İran karşısında batı<br />

ittifakını zayıf düşürmüştür.<br />

Suriye savaşının uzaması benim devletlerin<br />

istihbarat ittifakının kalıntısı olduğuna<br />

inandığım DEAŞ’ın iyice azıtmasına sebep<br />

olmuş, aynı zamanda Suriye Kürtlerinin İran<br />

ve Suriye’nin hediye ettiği toprak parçasında<br />

devlet kurma hevesleri PKK ile Türkiye<br />

Cumhuriyeti devleti arasında devam eden<br />

çözüm sürecini berhava etmiş Kuzeyde belki<br />

de geçici bir süre elde tutulacak bir toprak<br />

parçası için Türkiye’deki HDP ve PKK’yı bölge<br />

halkının benimsemediği bir çatışmanın içine<br />

sürüklemiştir.<br />

DEAŞ ve PKK dayanışmasına gelince bu<br />

yaklaşım birçoklarına ilginç gelebilir. Bilindiği<br />

gibi DEAŞ Suriye’de hiç bir zaman Esad güçleri<br />

ile savaşmamıştır. İran ile Esad’ın müttefik<br />

oldukları bilindiği halde İran’ın Suriye’deki<br />

varlığı DEAŞ’ı hiç bir zaman rahatsız<br />

etmemiştir. DEAŞ kurulduğu günden beri<br />

Suriye rejiminin muhalifi olan Özgür Suriye<br />

Ordusuna karşı savaşmıştır. Kaderin cilvesine<br />

bakın ki Suriye rejimi düşme aşamasında<br />

olduğu bir devirde batıda Hizbullah doğuda<br />

DEAŞ aynı anda Özgür Suriye ordusu ile<br />

çatışmaya başladı. Birde radikal dinci diye<br />

tanımlanan bir örgütün İsrail’le ilgili hiç bir<br />

sözünün olmaması da ayrı bir paradoks.<br />

DEAŞ İslam dünyasında şiddeti bir metot<br />

olarak belirlemiş ya da Batılı İsrailli ve İranlı<br />

istihbarat örgütleri tarafından belletilmiş de<br />

olabilir. Tutumu şiddetten yana olan bir devletin<br />

düşman olacağı yegâne devlet Müslüman<br />

olup demokrasiyi işleten Türkiye’den başkası<br />

olamaz. Demokratik Müslüman bir devlet<br />

DEAŞ’ın varlığına bir tehdittir. Ve kötü örnektir.<br />

12


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

PKK’ya gelince Güneydoğu Anadolu’da otuz yıl<br />

devlete karşı terör uygulamış, 30 bin insanın<br />

canını kaybetmesine sebep olmuştur. 90’lı<br />

yıllarda terör faaliyeti yürüten PKK, ordu<br />

içerisinde var olan Ergenekon adındaki darbe<br />

heveslisi guruplaşma ile zaman zaman şike<br />

halinde bir savaş yürütüyordu. İki yasa dışı<br />

güç gizli bir dayanışma ile asker olan batıyı<br />

ihtilalle tehdit ediyor aynı zamanda PKK’da<br />

doğuda Kürt halkını tehdit ederek kendine<br />

bağlıyordu. Devlet kendi içindeki bu gurubu<br />

tasfiye etti fakat Kürt bölgesi PKK’yı tasfiye<br />

edemedi. Bugün Kürt bölgesini her gün kana<br />

buluyor fakat Kürt halkı onun katliamlarına<br />

olumsuz bakıyor. Bir türlü halkın desteğini<br />

yanına alamayan PKK’nın işte bir dış desteğe<br />

ihtiyacı vardı daha çok şiddet için. PKK için<br />

bu anlamlı destek onun düşmanı gibi görünen<br />

DEAŞ’tan geldi. Kobani olayları, Diyarbakır<br />

bombacısı, Suruç ve Ankara katliamları… Bu<br />

terör faaliyetlerinin tamamını DEAŞ üslenebilir<br />

ve bu terör faaliyetlerinin tamamı PKK’nın<br />

çokça istediği şiddet zemininin tırmanmasına<br />

hizmet etmiştir. Bu duruma düşman kardeşliği<br />

diyebiliriz.<br />

Kürt halkı neden PKK terörüne destek<br />

vermiyor?<br />

Suriye iç savaşı sadece bölge ülkelerini<br />

tehdit etmekle kalmadı, neredeyse Amerika<br />

ile Rusya’yı da karşı karşıya getirdi. İç<br />

savaşın başlangıç günlerinde İran Esad’ın<br />

korunmasına ne kadar radikal bir şekilde<br />

yaklaştığını belirtmek için şu ifadeleri<br />

kullanmıştı... Üçüncü Dünya savaşını çıkarmak<br />

pahasına Esad’ı korumaya devam edeceğiz. Bu<br />

konuda da sırasıyla şu hamleleri yapmaktan<br />

geri durmadı... Rusya’yı Akdeniz’deki üslerini<br />

merkeze alarak Suriye’nin tarafına çekti.<br />

Batı’ya Esad giderse El Kaide Suriye’de iktidar<br />

olur tezini kabul ettirdi. Bir taraftan şeriatçı<br />

Hizbullah örgütünü Suriye’nin içine sokarken<br />

diğer taraftan Marksist PKK ve PYD ile<br />

Rojova’da ortaklık yaptı. Aynı zamanda İran’ın<br />

kendi eliyle planlamış, kurgulamış olduğu<br />

Kürt bölgesi topraklarına Amerika’nın destek<br />

vermesini de sağlamış oldu. Süreç içerisinde<br />

İran sadece kendi yaptıklarıyla kalmadı, başta<br />

Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere<br />

Batı devletlerini de çıkarları doğrultusunda<br />

kullanmayı başardı. İç savaşın başlangıç<br />

döneminde uluslararası hiç bir güç savaşın<br />

bölgeye ve dünyaya maliyetinin bu kadar<br />

olduğunu hesap etmemişti.<br />

Suriye iç savaşının maliyet olarak en fazla<br />

Türkiye’yi etkileyeceği ortadaydı. Türkiye<br />

Cumhuriyeti Devleti büyük bir cesaretle 30<br />

yıldır terör faaliyeti yürüten PKK ile Çözüm<br />

Süreci başlatmış ve Türkiye’nin içerisindeki<br />

en ağır problemi çözmek için demokratik bir<br />

iyileştirme sürecini yürütmüştür. Bu süreç<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları<br />

tarafından kabul görmüş, Türkiye geneli<br />

desteği yüzde yetmişlerde, Güneydoğu<br />

Anadolu’da ise destek yüzde doksanlardaydı.<br />

Çözüm Süreci olumlu anlamda finale varma<br />

aşamasına gelmişken Rojova’da ortaya çıkan<br />

durum Amerika Birleşik Devletleri’nin,<br />

PKK’nın öteki versiyonuna vermiş olduğu<br />

destek PKK yönetimini farklı arayışlara itmiş<br />

ve adeta PKK Çözüm Süreci’ne karşı savaş ilan<br />

etmiştir.<br />

Geçtiğimiz otuz yılda bölgede ağır insan<br />

hakları ihlalleri, geri kalmışlık, ret ve inkâr<br />

politikaları vardı ve PKK yürütmüş olduğu<br />

terör mücadelesine halk desteği ve meşru bir<br />

zemin bulabiliyordu. Son iki aydır bölgede<br />

terör faaliyeti başlatan PKK’nın beklentisi<br />

şuydu, PKK kentlerde terör başlatacak, Kürt<br />

vatandaşlar yüz binlik kalabalıklarla terörün<br />

yanında yer alacak, bunun karşısında güvenlik<br />

güçleri çaresiz kalacaktı. PKK bunun adına<br />

13


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

Devrimci Halk Savaşı diyordu. Bütün illerde,<br />

özellikle kentlerin varoşlarında PKK kendince<br />

devrimci halk savaşını başlattı. İşin ilginç<br />

yanı HDP’nin siyasi mitinglerine yüzbinlerle<br />

katılan bölge halkı PKK’nın gerek isyan<br />

çağrılarına gerekse özerk bölge ilan etme<br />

toplantılarına otuz, kırk kişi ile katılmıştır.<br />

Bir türlü teröristlerin istediği halk desteğini<br />

vermemiştir.<br />

PKK ve onun basın sözcüsü gibi faaliyet<br />

gösteren HDP, fark etmeseler de geçtiğimiz<br />

on yılda demokratikleşme, kişisel hak ve<br />

özgürlükler, bölgenin ekonomik olarak<br />

gelişmesi, temel yatırımlardan olan eğitim,<br />

sağlık ve ulaşım alanındaki hizmetlerin<br />

tamamlanması bölgede terör yapmayı<br />

anlamsız hale getirmiştir. Otuz yıl önce bütün<br />

bu yokluklar karşısında meşruiyet bulan<br />

PKK bugün yüzde seksen beşi Türk olan bir<br />

coğrafyada askeri, polisi öldürerek bölge<br />

halkını yanına çekmekte zorlanmaktadır ve<br />

terör faaliyetleri meşruiyetini ve anlamını<br />

yitirmiştir. Kürt halkı Kürt siyasetine, HDP’ye<br />

evet demiştir fakat yüksek bir metanetle<br />

teröre hayır demiş ve kitlesel destek vermeyi<br />

reddetmiştir.<br />

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Güneydoğu<br />

halkının teröre mesafeli duran tutumunu<br />

dikkate almalı, Avrupa ve Amerika’daki<br />

siyasiler de terörün yüksek bilgilendirmelerine<br />

karşı dikkatli olmalıdır. Aksi takdirde Kürt<br />

halkının destek vermediği terör faaliyetlerine<br />

destek vermiş pozisyona düşerler.<br />

İran Hizbullah’ı ucuza sattı…<br />

Suriye iç savaşı başladığı günlerde Suriye<br />

halkının haklı talebi gerçekleşmiş olsa idi basit<br />

anlamda bir demokrasi ülkesi kurulacaktı,<br />

Mısır gibi olmasa da Tunus gibi seçimle<br />

yönetilen bir ülke olurdu. Suriye halkının<br />

kaderi her halükarda bu günkünden daha<br />

iyi olurdu. Suriye meselesine hem İran hem<br />

Türkiye o kadar büyük anlamlar yükledi ki,<br />

bugün olup bitenleri İran ve Türkiye baştan<br />

görmüş olsalardı Suriye iç savaşı karşısındaki<br />

tutumları bu günkü gibi olmazdı.<br />

Bugün giderek şu kanaat oluşmaya başladı<br />

Suriye’de savaşı sonlandıracak yine<br />

Amerika’dır. Dört beş yıl önce bu satır İran için<br />

felaket sayılabilirdi muhtemelen bugün kulağa<br />

daha hoş gelen bir nağmeye dönüşmüş olabilir.<br />

Suriye iç savaşının en kritik zamanında,<br />

Özgür Suriye Ordusunun Şam rejimini tehdit<br />

ettiği günlerde İran Lübnan Hizbullah’ını<br />

savaşa soktu. Bazı gözlemciler Hizbullah bu<br />

savaşa taraf olmadan önce İsrail’le aralarında<br />

bir çatışmanın olmayacağına dair zımni<br />

bir antlaşma yapıldığından bahsediyor.<br />

Bir anlamda İsrail Hizbullah’ın Suriye’de<br />

Müslümanlara karşı savaşmasını onaylamış<br />

görünüyor daha açık bir ifadeyle İsrail<br />

Hizbullah’ın Suriye’de var olmasını kendi<br />

çıkarlarına uygun görüyor.<br />

İşin daha karmaşık yanı Hizbullah Lübnan’dan<br />

Suriye’ye girip Özgür Suriye Ordusu ile<br />

savaşırken DEAŞ eşzamanlı bir şekilde ülkenin<br />

başka bir cephesinde yine Suriye rejimi<br />

ile savaşan Özgür Suriye Ordusuna karşı<br />

savaşmaya başladı. Gerçekte birbirine karşı<br />

olan iki güç Esad rejimini kurtarmak için savaş<br />

başlatıyor, ikisi de Suriye rejimi namı hesabına<br />

Esad’ı devirecek guruplarla savaşıyor.<br />

Hizbullah neden harcandı ve imajı<br />

çökertildi?<br />

Yıllar önce hem Faddallah ile hem de Hasan<br />

14


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Nasrallah ile konuşma fırsatı bulmuştum.<br />

Güney Lübnan’da İsrail’le savaşan Hizbullah’ın<br />

Lübnan şehirlerinde demokrasi ile belediye<br />

yönetmesi, meclisteki yapıcı tutumları,<br />

demokrasi tecrübesi ile Lübnan’ın çok<br />

kültürlülüğünü nasıl özümsedikleri ve nasıl<br />

bir siyasal ahlak ve bütünleştirici olma<br />

konusundaki hassasiyetlerinden bahsetti.<br />

O günkü şartlarda Hizbullah dini lideriyle<br />

Faddallah ve İsrail’e karşı savaş veren Hasan<br />

Nasrallah’ı ile ideal bir dini yapı imajı çizmişti.<br />

Açık dini bilgileri sağlıklı yorumlayan, ötekinin<br />

varlık hakkına saygılı, İslam ülkelerindeki<br />

diktatörlüklere bakınca can alıcı idi.<br />

İsrail’le her savaş ve çatışmada İsrail’i yenilgiye<br />

uğratan, sadece Lübnan’ın değil bütün<br />

Müslümanların kalbinde taht kuran Hizbullah<br />

savaşçıları, İran dini lideri Ali Hamaney’in<br />

bütün Müslümanları kaosa sürükleyecek<br />

olan Şii Hilal teorisine hizmet etmek için<br />

Suriye’de Müslüman öldürmeye gittiler… Ki<br />

Ali Hamaney’in Şii Hilal teorisi başta Haşimi<br />

Rafsancani olmak üzere Cumhurbaşkanı<br />

Ruhani ve darbe ile görevinden edilen Musavi<br />

tarafından kabul edilen bir tez değil ve tehlikeli<br />

bulunmaktadır.<br />

Belki de İran’ın Amerika Birleşik Devletleri<br />

ile aralarında varılan mutabakatın önemli bir<br />

maddesi de Hizbullah konusu olmuş olabilir<br />

ABD’ye merak etmeyin Hizbullah bundan<br />

böyle İsrail’e musallat olmayacak bugün<br />

olduğu gibi Müslüman öldürmeye devam<br />

edecek teminatıdır.<br />

Böylece dünyadaki bütün Müslümanların göz<br />

bebeği olan Hizbullah hareketi Ali Hamaney’in<br />

politik hırslarına kurban edilmiş ve birinci<br />

dünya savaşından bu yana hep kaybeden<br />

Müslümanlar için bir imaj daha yok olmuştur.<br />

İran İsrail ve İngiltere ile iş mi tutuyor?<br />

Amerika Birleşik Devletleri Irak’ı işgal ettikten<br />

sonra El-Kaide -ki kendi ürünüdür- Irak’ta<br />

Şii sivil hedeflere sürekli intihar saldırıları<br />

düzenledi. ABD, istihbaratı ile bunu önlemedi,<br />

her zaman bu tür terör faaliyetlerini önleme<br />

gücü vardır Amerika’nın. Ayrıca Irak Amerika<br />

Birleşik Devletleri tarafından İran’a altın<br />

tepside sunulmuş hediye bir devlettir. İran<br />

da Amerika Birleşik Devletleri gibi Irak’taki<br />

bu kaos ortamının derinleşmesine göz<br />

yumdu, sürekli intihar girişimleri ile Şiilerin<br />

ya da Sünnilerin ölmesi toplumsal travmayı<br />

derinleştirdi ve devlet yönetimini elinde<br />

bulunduran Şii yönetimin Irak’ta Sünnilere her<br />

türlü baskıyı yapması ve zulmü meşrulaşmış<br />

oldu.<br />

Bugün Irak’ta Sünni köyler Şii milisler<br />

tarafından işgal ediliyor, insanlar yurtlarından<br />

sürülüyor, göç ettiriliyor ve ABD işgal<br />

ordusundan görmediği zulümleri Şii ırak<br />

ordusundan ve onlara takviye kuvvet olarak<br />

gelen bağnaz İranlı milis güçlerinden<br />

görüyorlar. İyi bir gözlemci insan hakları<br />

uzmanı, olan biteni izlese Şii milislerin<br />

uygulamalarının hiç de DEAŞ’tan geri kalır<br />

yanının olmadığını görür. Mezhebini din<br />

yerine koyan bu milisler Sünnileri yok ederken<br />

dini bir saikle de bağnazlıklarını sergiliyorlar.<br />

Kendilerini DEAŞ’ın karşısına Şİİ DEAŞ gibi<br />

konumlandırmışlar, üstelik bunlar bir devlete<br />

(İran) bağlı olarak bu cürümleri işliyorlar.<br />

Bugün sabah erken kalkan bir devlet<br />

Suriye’de ve Irak’ta Sünni Müslümanların<br />

olduğu topraklara saldırabilir, istediği<br />

kadar Müslüman öldürebiliri istediği insan<br />

hakları ihlallerini yapabilir, varil bombası<br />

hatta atom bombası bile atabilir. Eskiden<br />

15


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

Amerikan üretimi El-Kaide var diyorlardı,<br />

şimdi Batılı devletlerin ve İran’ın ortaklaşa<br />

üretmiş oldukları DEAŞ belası var. Bu bela<br />

ne menem bir şeymiş ki mazlum Müslüman<br />

Sünni topraklarını işgal etmek isteyen herkes<br />

bunu bahane edip ordusunu, milis gücünü,<br />

Hizbullah’ını PKK’sını bu mazlum milletlerin<br />

üzerine sürebiliyor.<br />

Peki DEAŞ nedir diye bir soru sorulduğunda<br />

hemen herkes Irak’taki işgal sonrası oluşan<br />

travmalar ve Irak’ın demografik yapısına atıfta<br />

bulunuyor. Amerika’nın Irak işgaline üç gün<br />

direnemeyen ırak ordusunun subaylarının<br />

DEAŞ kurulduktan sonra nasıl bir askeri<br />

dehaya dönüştüklerinden dem vurulur. Dünün<br />

korkak yenilmiş askerlerine gökten vahit<br />

gelmişçesine bir abartı söz konusu…<br />

bu konsept uğruna Müslümanlar Rusya ile<br />

yıllarca savaştı. Şimdi önümüzde yeni bir<br />

konsept var, bu karma bir konsepte benziyor,<br />

acı olan tarafı Şii Hilal kurmak için gözlerini<br />

karartmış Ali Hamaney, İsrail ve Batı bu<br />

konseptin ortaklarından gözüküyor. Bir<br />

canavar yaratıldı, şimdi Rusya dâhil bütün şer<br />

güçler Müslümanların topraklarını işgal için<br />

gelebilirler, İran da bütün Sünni toprakları<br />

işgal edebilir, çünkü Herkes DEAŞ’la savaşıyor,<br />

meşru değil mi?<br />

Bu DEAŞ belasının her bir ülkenin kendi<br />

çıkarlarını korumak adına başta İran olmak<br />

üzere İsrail ve Batılı istihbaratçıların ortaklaşa<br />

kurdukları bir istihbarat ittifakı organizasyonu<br />

olduğunu düşünen insan sayısı az değildir.<br />

DEAŞ Esad rejiminin tam da düşeceği bir<br />

noktada neşvü nema buldu ve Özgür Suriye<br />

Ordusunun bulunduğu alanlara saldırdı.<br />

Barzani’ye saldırdı, Türkiye’nin içini<br />

karıştırmak için Kobani’ye saldırdı. Dünyada<br />

kökü Selefi olan bütün İslami hareketler İsrail<br />

düşmanlığı yaparken İsrail’e tek bir kelime<br />

etmedi. Yetmemiş gibi Hamas’ı tehdit etti. Bu<br />

nasıl Selefi Sünni bir yaratık ki yeryüzünden<br />

Ehlisünnet ve vasat ümmeti ortadan kaldırmak<br />

için her türlü stratejik planı yapıyor.<br />

Afganistan savaşı dünyanın dört bir<br />

yanından mücahit devşiren bir savaştı. Yıllar<br />

sonra anladık ki bu cihat Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nin geliştirdiği bir konseptmiş ve<br />

16


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

17


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YENİ TÜRKİYE GERÇEĞİ<br />

Servet HOCAOĞULLARI<br />

Araştırmacı - Yazar<br />

İmparatorluklar parçalanırken; modernliğin<br />

tetiklediği gelenek fay hattı kırılıp, Din, Kültür<br />

ve İdeoloji hafızası silinirken; ırk üstünlüğüne<br />

dayalı ulusçu devlet milliyetçiliği moda olarak<br />

lansman yaparken; Osmanlı’nın görkemli<br />

duruşu bir “duramama” haline evrilirken;<br />

insanlık “yeni” bir insan tasavvuruna tanıklık<br />

ediyordu: Seküler, Laik, Ulusalcı ve en önemlisi<br />

“Tanrının Kader tayin edişine Müdahil Özgür<br />

İnsan” dili benimseniyordu.<br />

Dolayısıyla “Modernleşme devletlerden önce<br />

toplum dokusunu dönüştürmüştür denebilir.”.<br />

Nitekim, Osmanlı İmparatorluğundaki değişim<br />

de çok yönlü olmuş ve büyük sancılarla, ağır<br />

bedellerle yoluna devam etmek durumunda<br />

kalmıştır. Sonuçta da bir zamanlar anlam<br />

kökleri Anadolu’da yerleşik olan, hizmet dalları<br />

ise üç kıtaya yayılmış görkemli bir insanlık<br />

mirası kabul edilen Osmanlı parçalanmış<br />

ve yerine Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti<br />

kurulmuştur.<br />

Türkiye’nin kuruluş yıllarında, dünya<br />

savaşları sonrası adeta “siyasi Kıta Haritası”<br />

diyebileceğimiz “Yeni Dünya” inşa ediliyordu.<br />

Örneğin İngiliz İmparatorluğu kendi adasına<br />

çekilirken “Parlamenter” sistemde karar kılıyor<br />

ve sömürgelerini de Parlamenter sisteme<br />

mecbur ediyordu. Fransa’da sömürgelerinden<br />

çekilirken aynı sisteme karar kılıyor; ancak<br />

süreci yönetemediğini fark edince; Charles<br />

de Guella liderliğinde Başkanlık Sistemine<br />

yönelmiş ancak Yarı Başkanlık ile yetinmek<br />

durumunda kalmıştır. Almanya da Parlamenter<br />

Sistemde karar kılmıştır. Bir anlamda Avrupa<br />

siyasi kıta haritasında Parlamenter sistem<br />

hakim olmuş; Türkiye de Avrupa’nın bir<br />

parçası olma hedefiyle aynı sistem bloğuna<br />

katılmıştır.<br />

Kuşkusuz Yeni Dünya düzeninde baş<br />

aktörlüğü ABD almıştır. Birinci ve İkinci<br />

Dünya savaşlarındaki stratejisi sonuç vermiş;<br />

Dünyanın bir çok yerinde “Süper Devlet”<br />

rolünü oynamıştır. Bu rolün en baskın sahası ise<br />

Ortadoğu olmuştur. Bir anlamda Osmanlının<br />

yüzlerce yıl hakimiyetinde olan bölgede ve<br />

İslam dünyasının kalbinde olmuştur.<br />

Bu arka plan bağlamında; Türkiye, medeniyet<br />

atlasında köprü kıta, tarihsel bellek, kültürel<br />

zenginlik ve siyasî liderlik birikimine<br />

sahip bir ülkedir. Türkiye’nin, emperyal<br />

güçlerin bağışladığı ve yönettiği, dolayısıyla<br />

kökleri dışarıda olan türedi ülkeler gibi<br />

davranması, güçlere itaat etmesi ve geçmişini<br />

unutarak küresel akla ayak uydurması asla<br />

beklenmemelidir.<br />

Ancak Türkiye’nin gerçek gücü, kötü<br />

yönetimler ve dışa bağımlı öğretilmiş<br />

çaresizlikler yüzünden kullanılamamıştır.<br />

Cumhuriyetin anlamı ve öznesi olan cumhur,<br />

yani halk, bu gücü, imkânı, onuru, kurucu lider<br />

Atatürk’ün gösterdiği hedefleri ve yüksek<br />

siyaset ile değerlendirecek iktidar özlemini<br />

darbeye mahkûm yarınlardan kendisini<br />

kurtaran “AK Parti ruhu ve Yeni Türkiye<br />

18


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Vizyonu” ile giderebilmiştir.<br />

Yüksek siyasetin adresi AK Parti’nin kurucu<br />

lideri ve 12. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep<br />

Tayyip Erdoğan’ın 2023 Türkiye vizyonu, millî<br />

iradenin tarih boyunca beslendiği köklere<br />

güvenerek tekrar hizmet dallarını dünyaya<br />

yaymayı hedefleyen ve küresel her talebe<br />

“diklenmeden dik durarak” kendi tercihleri<br />

ve kararı ile cevap veren bir zihniyeti ifade<br />

etmektedir.<br />

2023’e zihniyet devrimini gerçekleştirmiş<br />

olarak ulaşmak, AK Parti’nin, millî iradenin<br />

de desteklediği en büyük hedefidir. Hedefi<br />

gerçekleştirecek olan “AK Parti ruhu” beklenen<br />

zihniyet devrimini gerçekleştirecek millî<br />

iradenin beslendiği kökleri ifade ederken,<br />

“Yeni Türkiye” zihniyet devrimi sonrası<br />

Türkiye’nin hak ettiği yeri, “Yeni Vizyon” ise<br />

dünyada oyun kurucu ve çözüm adresi olan<br />

Türkiye’nin performansını belirtmektedir.<br />

“AK Parti ruhu ve Yeni Türkiye vizyonu” ile<br />

ülkemiz 2023’e doğru yol alırken, AK Parti son<br />

on iki yılda gerçekleştirdiği projeler, zihniyet<br />

reformları ve hizmet çetelesi ile hak ettiği millî<br />

desteği 1 Kasımda tekrar almış ve millî iradeye<br />

kast eden tüm ihanetleri de yine milletten<br />

aldığı güçle yenmeyi başarmıştır.<br />

sistemine geçiş beyanı da bu özgüvene işaret<br />

etmektedir.<br />

Kuşkusuz Türkiye bu yolda önemli tuzaklarla<br />

karşılaşmıştır ve karşılaşmaya devam<br />

edecektir. Nitekim 7 Haziran seçimleri sonunda<br />

bu hedeflerden uzaklaştırılma tuzaklarının<br />

eşiğine gelmiştir. Türkiye 7 Haziranla<br />

tekrar Avrupa’ya mahkûm bir Türkiye ile<br />

Ortadoğu’dan elini-eteğini çekip içine kapanan<br />

Eski Türkiye olma eşiğine düşürülmüştür.<br />

Ancak bu eşik Cumhurun başkanı Recep Tayyip<br />

Erdoğan liderliğinin büyük tecrübesi ve bu<br />

tecrübeye güvenen ve Türkiye’nin kazandığı<br />

“yeni” olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun<br />

performansı ile aşılmıştır.<br />

Özün sözü şudur: 1 Kasım, Küresel güçlerin ve<br />

küresel endüstrinin planlarını bozmuştur. Eski<br />

Türkiye artık geride bırakılması arzulanan<br />

şartlara vurguyu değil; gerçekten artık<br />

geçmişte kalan anlayışa işaret etmektedir.<br />

Yeni Dünya Yeni Türkiye’ye alışmak zorunda.<br />

Bu alışma içinde 2023 Hedefleri ve Başkanlık<br />

Sistemi iki önemli sonuç olarak yer alacaktır.<br />

Hayırlı olsun.<br />

1 Kasım seçimlerinden sonra “2023 Hedefleri”<br />

ve “Başkanlık Sistemi” tartışmalarının sıcaklığı<br />

iki önemli pozisyona işaret etmektedir. Yeni<br />

Dünya Düzeni içinde Türkiye öznedir ve özelde<br />

başta Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki<br />

sınırlarda olan bölgeler dahil olmak üzere<br />

Dünyadaki tüm gelişmelerle ilgilidir ve aktiftir.<br />

En önemli işaret ise; Türkiye’nin Avrupa’ya<br />

mahkum bir ülke olmadığı ve küresel ölçekte<br />

aktör olarak farklı seçeneklere yönelebileceği<br />

özgüvenine sahip bir irade sahibi olduğudur.<br />

Nitekim Parlamenter sistemden Başkanlık<br />

19


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

SİYASAL İLETİŞİM 2.0<br />

Mustafa BOSTANCI, Dr.<br />

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

Üzerinde birçok tanım yapılan iletişim, bireyin<br />

anne karnına düştüğü andan itibaren başlayan,<br />

hayatta varolabilme gayretini sürdürmesiyle<br />

devam eden bir süreçtir. Sosyal bireyin<br />

kendisine ve dışındaki dünyaya kendini ifade<br />

edebilme ve sosyalleşme ihtiyacının önemi,<br />

iletişimi insan ilişkilerinde üzerinde ciddiyetle<br />

durulması gereken bir yere getirmiştir.<br />

Yaşamını sosyal olarak sürdürmek isteyen<br />

birey için iletişim, yemek, içmek, nefes almak<br />

kadar gerekli bir ihtiyacı ifade etmektedir.<br />

Bireylerin iletişim ihtiyacı, günümüzde çok<br />

çeşitli yöntem ve tekniklerle gerçekleşmekte,<br />

kitle iletişim araçlarının çeşitliliği artmaktadır.<br />

Gazete, televizyon, radyo gibi geleneksel<br />

iletişim araçlarını yanı sıra, internet ve sosyal<br />

medya gelişmesi kitlelere anında ulaşabilme,<br />

çoklu ortam, kolay depolama ve arşivleme<br />

ve bunların yanında sayılabilecek birçok<br />

özellikleri itibariyle daha cazip iletişim<br />

imkanları sunmaktadır. İnternetin iletişim<br />

için kullanımı hızla yaygınlaşmakta, küçük<br />

cihazlarla cebimize kadar gelen internet<br />

teknolojisi beraberinde gündelik pratiklerimizi<br />

de değiştirmektedir. İnternet çağında dünyaya<br />

gelen ve gazete, radyo, televizyon gibi<br />

geleneksel yayın mecralarına ilgi göstermeyen<br />

yeni neslin de internetin öneminin artmasında<br />

önemli katkısı olmaktadır.<br />

Hayatımızdaki yeri ve önemi her geçen<br />

gün biraz daha artan sosyal medya, gelişen<br />

internet teknolojisinin de etkisiyle sosyal<br />

bireyin vazgeçilmez gündelik pratiklerinden<br />

biri haline gelmektedir. Bireyin sosyal<br />

medyayla olan bu yakın ilişkisi medyadan<br />

pazarlamaya, futboldan siyasete kadar birçok<br />

alanı doğrudan etkilemektedir. Tüketici<br />

isteklerini öğrenmek, seçmene doğrudan<br />

ulaşmak, talep ve arzuları dinlemek sosyal<br />

medya ile daha kolay hale gelmektedir. Artık<br />

medya, işletmeler, pazarlamacılar, siyasetçiler<br />

ve diğer bir çok organizasyon sosyal medyanın<br />

potansiyelinin farkındadır. Sosyal medyada<br />

müşteriler ürünü, hizmeti ve markayı,<br />

çalışanlar yöneticileri, seçmenler lideri ve<br />

parti politikalarını konuşmakta, tartışmakta ve<br />

bütün bu konuşmalar, beğeniler ve paylaşımlar<br />

önemli bir veri bankası haline gelmektedir.<br />

Ürününü ve işletme imajını pazarlamak<br />

isteyen firma için sosyal medya ne kadar<br />

önemli ise parti politikalarını ve adaylarını<br />

seçmenlere tanıtmak isteyen partiler için de o<br />

kadar önemli olmaktadır.<br />

Geleneksel medyayı siyasal iletişim aracı<br />

olarak yoğun bir şekilde kullanan siyasal<br />

partiler sosyal medyanın kısa zaman diliminde<br />

ulaştığı bu başarıyı ve her an sosyal medyada<br />

bir araya gelen kitleleri gözardı edemez hale<br />

gelmişlerdir. İlk önemli örnekleri Amerikan<br />

başkanlık seçiminde gözlemlenen sosyal<br />

medya’nın siyasal iletişim sürecinde etkin<br />

kullanımı zamanla diğer Avrupa ülkelerine<br />

de örnek teşkil etmiştir. Ortadoğu’da yaşanan<br />

Arap Baharı hareketlerinin taşıyıcı öğesi<br />

ise yine sosyal medya olmuştur. Ülkemizde<br />

yaşanan “Gezi Olayları” yine siyasal<br />

20


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

iletişimin sosyal hayata yansıması olarak<br />

göze çarpmakta ve sosyal medya merkezli<br />

bir örgütlenme biçiminin örneklerinden biri<br />

olarak değerlendirilmektedir.<br />

Siyasal İletişim<br />

Siyasal iletişim; hedef kitle, kitle iletişim<br />

araçları ve siyasal aktörler olmak üzere<br />

üç temel unsurdan oluşmaktadır. Siyasal<br />

iletişimin aktörleri; devlet başkanı, hükümet,<br />

siyasal partiler, yerel yönetimler, sivil toplum<br />

örgütleri, baskı grupları, sivil itaatsizlik,<br />

lobicilik faaliyetleri ve terör gruplarıdır.<br />

İletişim sürecindeki mesajları gönderen<br />

“Kaynak” rolünü siyasal iletişimde “Siyasal<br />

Aktörler” icra etmektedir. Siyasal aktörlerin<br />

gerek kendileri gerekse danışmanları<br />

tarafından kitle iletişim araçları kullanılmakta<br />

ve hedef kitleye mesajlar gönderilmektedir.<br />

Parti içi demokrasinin geliştiği ve işlediği<br />

siyasi örgütlerde hedef kitleye temas eden<br />

aktör ve mesaj sayısı artış göstermektedir.<br />

Her iki kelime de “politik” ve “iletişim”,<br />

özellikle bu sürecin ana aktörleri olan hükümet<br />

(politik elitler), kitle iletişim araçları (medya<br />

çalışanları) ve toplum (vatandaşlar, seçmenler,<br />

medya tüketicileri) arasında ne olup bittiğine<br />

dikkat çekmektedir. Her siyasal iletişim<br />

aktörünün kendi çıkarları vardır. Siyasal<br />

iletişim aktörleri amaçlarına sadece diğer<br />

aktörlerle doğru ilişkiler geliştirebildikleri<br />

takdirde ulaşabilmektedir.<br />

Siyasal iletişim, siyasete konu olan her türlü<br />

bilgiyi içerebilen siyasal mesajın, siyasi aktörler,<br />

seçmenler ve diğer organizasyonlar arasında<br />

dolaşımını konu olan bir iletişim sürecidir. Bu<br />

süreçte çok fazla etkili olan araçlar adeta birer<br />

siyasal iletişim aktörü haline gelebilmektedir.<br />

Yakın geçmişten bu yana siyasal iletişimin etkili<br />

aracı geleneksel medya iken, şimdi bir başka<br />

güçlü siyasal iletişim aracı olarak internet ve<br />

sosyal medyadan bahsedilmektedir.<br />

Blumler ve Kavanagh, siyasal iletişimin II.<br />

Dünya Savaşı sonrasında peş peşe üç önemli<br />

aşamadan geçtiğini savunmaktadır:<br />

1. Aşama: II. Dünya Savaşı’ndan sonraki<br />

ilk yirmi yıl “partilerin altın çağı” olarak<br />

adlandırılmış ve bu süreçte parti kimliği ön<br />

plana çıkmıştır.<br />

2. Aşama: 1960’larda sınırlı kanallara sahip<br />

ülke televizyonlarının siyasal iletişimde baskın<br />

olduğu ve seçmenlerin parti sadakatinin<br />

gevşediği bir dönem yaşanmıştır.<br />

3. Aşama: Medya araçlarının çoğaldığı ve<br />

her an her yerden medyaya erişilebilen bir<br />

dönem olarak ifade edilmektedir. Siyasi<br />

haber, bilgi ve fikirler kitle iletişim araçlarının<br />

ötesinde bilgisayarlar aracılığıyla da dolaşıma<br />

sokulmuştur.<br />

Blumler ve Kavanagh’ın dikkat çektiği<br />

üç aşamaya ek olarak, siyasal iletişimin<br />

içerisinde bulunduğu aşama medyanın da<br />

ötesinde internet ve sosyal medya araçlarının<br />

yoğunlukla kullanıldığı yeni bir dönem<br />

olarak değerlendirilebilmektedir. Geleneksel<br />

medyanın tek başına yeterli olmadığı, internet<br />

teknolojisi ile birlikte sosyal medya araçlarının<br />

da siyasal mesajın dolaşımında aktif olarak<br />

kullanıldığı bu yeni dönem, siyasal iletişim<br />

sürecine çeşitli fırsatlar ve tehditleri bir arada<br />

getirmektedir.<br />

Siyasal iletişim hedef kitlenin ülke sınırları<br />

içerisinde olması durumunda içe yönelik<br />

siyasal iletişim, ülke sınırlarını aşması<br />

ve uluslararası bir boyuta sahip olması<br />

durumunda ise uluslararası siyasal iletişim<br />

olarak adlandırılmaktadır. Siyasi aktörler<br />

21


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

mesajlarının ulaşmasını istedikleri hedef<br />

kitleye göre her ikisini de zaman zaman<br />

tercih etmektedir. Siyasal iletişim süreci<br />

kullanılan araç ve yöntemlerin etkisiyle<br />

hedeflenen başarıya daha etkili bir şekilde<br />

ulaşabilmektedir. Siyasal iletişim, siyasal<br />

halkla ilişkiler, siyasal reklamcılık, siyasal<br />

propaganda ve siyasal pazarlama olmak üzere<br />

dört yöntemi kullanmaktadır.<br />

Siyasal iletişimin doğrudan ilişkiye sahip<br />

olduğu bilim siyaset olmakla birlikte, siyasal<br />

iletişim süreçlerinin demokrasinin kurallarına<br />

uygun bir şekilde sürdürülebilmesi, siyasal<br />

iletişimin bir çok bilimle olan ilişkisine bağlı<br />

olmaktadır. Siyasal iletişim, bireyin karar<br />

verme süreçleri, tutum, algı, davranış itibariyle<br />

psikoloji, toplum yapısının incelenmesi,<br />

kültür ve siyasallaşma süreçleri itibariyle<br />

sosyoloji, geçmiş dönem olgularının önemi<br />

itibariyle tarih, kanunlara uygunluk ve etik<br />

açıdan deontolojiye uygunluk itibariyle hukuk,<br />

toplum içerisindeki bireyin ikna edilmesi<br />

itibariyle sosyal psikoloji, iptidai dayanakların<br />

değerlendirilmesi itibariyle antropoloji gibi<br />

bilim dallarına sık sık başvurmaktadır .<br />

Sosyal Medya<br />

Yazının bulunmasıyla başlayan iletişim biçim ve<br />

araçlarının tarih içerisindeki gelişimi, internet<br />

ve sosyal medyaya kadar uzanmaktadır. En<br />

temel ihtiyaçlardan biri olan iletişimi daha<br />

etkili ve daha kolay gerçekleştirmek için çok<br />

çeşitli icatlar geliştirilmiştir. Gerek kişiler<br />

arası iletişimin, gerekse kitle iletişiminin<br />

gerçekleştirilmesinde bu icatlar ve gelişmeler<br />

adeta insanlar arasındaki mesafeleri ortadan<br />

kaldırmaktadır. Geleneksel medyanın<br />

ardından yeni bir iletişim çağına işaret eden<br />

yeni medya gelişmesi yaşanmaktadır. Her<br />

biri bulundukları dönemin son teknolojisi<br />

olarak kabul edilen iletişim araçlarının<br />

geldiği son noktada adından sıkça söz ettiren<br />

gelişme ise sosyal medyadır. Sosyal medyaya<br />

zemin hazırlayan gelişmelerin başında<br />

internetin yapısında yaşanan değişimlerin<br />

önemi büyüktür. İnternetin ilk ortaya çıktığı<br />

yapı kullanıcıların da etkisiyle değişimler<br />

geçirmiştir. Bu değişimler Web 1.0, Web 2.0,<br />

Web 3.0 şeklinde adlandırılmaktadır.<br />

Web 1.0, internetin ortaya çıkmasından Web<br />

2.0’a kadar olan dönemi ifade etmektedir.<br />

İnternet sitelerini ziyaret etmek, fotoğraflara<br />

bakmak, mail atmak, sohbet etmek bu dönemin<br />

temel internet kullanım çeşitlerindendir.<br />

Bu dönemde internet kullanıcıları daha çok<br />

tüketici konumundadırlar. İçerik üretebilmek<br />

için teknik birtakım becerilere sahip olmak ve<br />

internet yayıncılığı konusunda uzman olmak<br />

gerekmektedir. Düşünceleri bir internet<br />

sitesinde ifade etmek, çekilen fotoğraf ve<br />

videoları yayınlamak ve bütün bunları görsel<br />

olarak zengin kılacak tasarımlar yapmak,<br />

ancak bu konuda yoğun bir eğitimin sonrasında<br />

yapılabilmektedir. Web 2.0 çoğunluğu tüketici<br />

olan internet kullanıcılarına üreticilik<br />

rolü de katmıştır. Bu dönemde kullanıcılar<br />

uzmanlık bilgisi gerekmeksizin internette<br />

içerikler yayınlayabilmektedirler. İçerik<br />

üretebilecek gerekli donanıma sahip olan<br />

herkes Web 2.0 döneminin sunduğu imkanları<br />

kullanarak internet üzerinden paylaşımda<br />

bulunabilmektedir. Bu gelişmeyle birlikte<br />

internet kullanıcılarının birkaç internet sitesi<br />

ve arama motoruyla sınırlı bilgiye ulaşma<br />

deneyimi yerini adeta sınırsız olarak kabul<br />

edilen bir bilgi kaynağına bırakmaktadır.<br />

Anlamsal ağ olarak tanımlanan Web 3.0<br />

üzerinde ise çalışmalar halen devam<br />

etmektedir.<br />

Sosyal medya, kullanıcılara;<br />

1. Sınırlı bir sistem içinde açık veya yarı açık<br />

profiller oluşturma,<br />

22


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

2. Diğer kullanıcıların listesini oluşturma ve<br />

paylaşımda bulunma,<br />

3. Bağlantılı olduğu kullanıcıların ve diğer<br />

kullanıcıların hareketlerini listeleme<br />

izni veren ağ tabanlı hizmetler olarak<br />

tanımlanmakta ve bu özelliklerin siteden siteye<br />

değişiklikler gösterebileceği belirtilmektedir.<br />

Medya sektöründe oyunun kurallarını<br />

değiştirdiği düşünülen sosyal medya, biçimsel<br />

olarak hem kendi yeteneklerini hem de<br />

medya üretici ve tüketicilerinin alışılagelmiş<br />

pratiklerini değiştirmeye devam etmektedir.<br />

Her yeni gün bu alanda yeni bir sosyal medya<br />

aracını hayatımıza sokmaktadır. Youtube<br />

yayın içeriğine kullanıcıların karar verdiği<br />

geniş bir televizyon ağına, blog ortamları köşe<br />

yazarlarının kişisel gazetelerine, Twitter ise<br />

tüm dünyadan son dakika gelişmelerinin takip<br />

edilebileceği bir haber ajansına dönüşmüştür.<br />

Sosyal medya yüzlerce aracı ifade eden bir çatı<br />

kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Sayıları<br />

her geçen gün artan sosyal medya araçlarını<br />

daha iyi anlayabilmek için bir sınıflandırma<br />

yapmak gerekmektedir. Hem aynı işleve sahip<br />

araçları bir arada değerlendirmek, hem de<br />

anlam kargaşasını ortadan kaldırmak için<br />

sosyal medya araçları kullanım amacı ve<br />

içerik türleri itibariyle sınıflandırılmaktadır.<br />

Kullanım amacı ve içerik türünden hareketle<br />

sosyal medya araçlarını bloglar, mikrobloglar,<br />

wikiler, sosyal ağlar, video paylaşım ağları,<br />

fotoğraf paylaşım ağları, ses ve müzik paylaşım<br />

ağları, lokasyon tabanlı araçlar, sosyal<br />

işaretleme ağları ve sanal dünyalar şeklinde<br />

sıralanabilmektedir.<br />

Sosyal Medya ve Siyaset<br />

Naci Bostancı’ya göre, “tüm bakanlıklarda,<br />

devlet dairelerinde yüksek düzey yöneticilerin,<br />

özel sektördeki karar vericilerin sabah ilk<br />

olarak medya tarama özetlerini okumaları, bu<br />

sanal dünyanın tartışılmaz güç göstergesidir”<br />

Buradan hareketle yüksek düzeydeki<br />

yöneticilerin ve karar vericilerin geleneksel<br />

medyadan daha fazla, güne başlarken, gün<br />

içinde hatta gecenin ilerleyen saatlerinde<br />

sosyal medya mecralarındaki gündemi takip<br />

etmeleri, hatta bu iş için danışmanlarını<br />

görevlendirmeleri, olan bitenden anında<br />

haberdar olma gayretleri sosyal medyanın<br />

önemli bir iletişim kanalı olduğunun<br />

göstergesidir. Özellikle genç seçmenlerin<br />

zamanlarının büyük bir bölümünü sosyal<br />

medyada geçirdikleri bilinmektedir. Sosyal<br />

medya araçları tarafından paylaşılan ve<br />

üyelerin yaş dağılımını gösteren veriler genç<br />

yetişkin grubuna giren üyelerin diğer yaş<br />

gruplarına oranla sosyal medyada daha fazla<br />

olduğunu göstermektedir. Genç yetişkin<br />

seçmene ulaşmak, iletişim kurmak ve ikna<br />

etmek isteyen siyasetçiler için sosyal medya<br />

araçları etkili birer siyasal iletişim kanalına<br />

dönüşmektedir.<br />

Sosyal medya ve siyaset ilişkisi, akademik<br />

çalışmalarda (henüz yeni değiniliyor olsa da)<br />

çok yakın bir geçmişe sahip değildir. Siyaset<br />

ve sosyal medyayı birlikte sıkça anmamızı<br />

sağlayan ve dünyanın gündemini meşgul<br />

eden birtakım gelişmelerin etkisiyle sosyal<br />

medya en az geleneksel medya kadar siyaset<br />

konulu iletişimin gerçekleştirildiği ve yeniden<br />

üretildiği bir ortama dönüşmektedir. Sosyal<br />

medya ve siyaseti yakından ilgilendiren<br />

olayların sayısı artmakla beraber bu ilişkiyi<br />

daha iyi açıklayabilmek için dört önemli<br />

gelişmeye değinmek gerekmektedir.<br />

Bu dört önemli gelişmeden ilki, ABD başkanı<br />

Barack Obama’nın sosyal medya odaklı<br />

yürüttüğü “medya gösterisi” adı verilen seçim<br />

kampanyasıdır. Amerika Başkanlık Seçimleri’ne<br />

bakıldığında General Eisenhower’ın radyoyu<br />

23


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

kullanarak seçim kazanmış ilk başkan olduğu,<br />

John F. Kennedy’nin ise televizyonu kullanarak<br />

başkanlık seçimlerini kazanan ilk başkan<br />

olduğu bilinmektedir. Barack Obama’nın ise<br />

dijital teknolojileri kullanarak ve interneti<br />

arkasına alarak özellikle sanal sosyal<br />

ağları adeta fethedercesine seçim stratejisi<br />

oluşturması, ona internet ortamı aracılığıyla<br />

seçim kazanmış ilk başkan olma sıfatını<br />

kazandırmaktadır.<br />

İkinci önemli gelişme ise Wikileaks olayıdır.<br />

28 Kasım 2010 tarihinde, Wikileaks.org<br />

üzerinden yayınlanan 294 belge dünya<br />

diplomasisinde deprem yaratırken, olayın<br />

bir güvenlik zafiyeti, sanal istihbarat olup<br />

olmadığı, siteye erişim engeli, bilgi toplama<br />

ve sızdırma gibi konular tartışılır hale<br />

gelmektedir. Diplomatik etkilerin yanı sıra<br />

Wikileaks, bilginin demokratikleşmesi ve artık<br />

hiçbir bilginin gizli kalmayacağının göstergesi<br />

olarak değerlendirilmektedir. Yaşanan olayın<br />

saydam ve hesap verebilir yönetimlerin<br />

yerleşmesini sağlayabileceğine, internet<br />

altyapısına sahip gazetecilik ile ulusal, resmi<br />

ve parasal duvarların yerle bir olabileceğine<br />

dikkat çekilmektedir.<br />

Üçüncüsü, “Twitter Baharı” olarak da<br />

adlandırılan Arap Baharı olaylarıdır. Arap<br />

Baharı hareketlerinin yönetilmesi ve halkların<br />

organize edilmesinde bilişim teknolojileri,<br />

cep telefonu, internet ve sosyal medya<br />

paylaşımlarının etkili olduğu görülmüştür.<br />

Özellikle baskılı bir yönetimi tercih eden<br />

rejimlerin korkulu rüyası haline gelen sosyal<br />

medya sayesinde pek çok insan yaşanan hak<br />

ihlallerini tüm dünyaya servis edebilmiş<br />

ve bu toplumsal hareketlerin yaşandığı<br />

ülkelerde en önemli enstrümanlardan biri<br />

olarak değerlendirilmiştir. Hatta Arap Baharı<br />

sürecinde yaşananlar sosyal medya aracılığıyla<br />

tüm dünyaya servis edilmiş ve kimi diktatörler<br />

koltuklarını bırakmak zorunda kalırken,<br />

kimileri ise demokratik hakların geliştirilmesi<br />

konusunda taahhütlerde bulunmak<br />

durumunda kalmışlardır.<br />

Dördüncü önemli gelişme ise ülkemizde<br />

yaşanan Gezi Parkı Olayları’dır. Gezi Parkı<br />

Olayları, sosyal medyanın siyasal hayata<br />

yansıması açısından önemli bir gelişme<br />

olarak değerlendirilmektedir. Gençlerin<br />

boş vakitlerini geçirdikleri bir mecra olarak<br />

görülen sosyal medya, Gezi Parkı Olayları ile<br />

birlikte protestocuların kendi aralarındaki<br />

iletişim ve örgütlenmelerini sağlayan,<br />

siyasetin gündemini etkileyen etkili bir<br />

iletişim aracına dönüşmüştür. Gündemle<br />

ilgili talep ve tepkilerin paylaşıldığı bu<br />

mecra bilgi paylaşımını kolaylaştırdığı kadar<br />

dezenformasyonu da beraberinde getirmiştir.<br />

Yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından<br />

gerçekleştirilen çeşitli çalışmalarda, olaylar<br />

sırasında Twitter kullanıcı sayıları ve atılan<br />

tweetlerdeki artışlarla ilgili verilen bilgiler<br />

değerlendirilirken, dezenformasyon amaçlı<br />

oluşturulan sahte hesaplar ve tweetler dikkate<br />

alınmamaktadır. Oysa ki kitleleri yönlendirmek<br />

ve sokaklara dökmek isteyen birtakım güç<br />

odakları bu amaçlarına ulaşmak için de<br />

sosyal medyayı kullanmaktadırlar. Özellikle<br />

Gezi Parkı Olayları sırasında çok fazla bilgi<br />

kirliliği yaşanmıştır. Başka birtakım olaylara<br />

ait görseller, görüntüler ve bilgiler Gezi Parkı<br />

Olayları’na ait olduğu iddiasıyla paylaşılmış ve<br />

insanlar yönlendirilmeye çalışılmıştır.<br />

2008 ve 2012 yıllarından gerçekleştirilen<br />

Amerikan başkanlık seçimleri, Wikileaks,<br />

Arap Baharı ve ülkemizde yaşanan Gezi<br />

Parkı Olayları başta olmak üzere irili ufaklı<br />

gelişmeler sosyal medyanın siyasal iletişim<br />

için etkili bir araç olarak kullanabileceğine<br />

dair pratikler sunmaktadır. Sosyal medyayı<br />

öncelikli iletişim kanalı olarak kullanan bu<br />

24


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

gelişmeler sosyal hayatı ve siyaseti güçlü bir<br />

şekilde etkilemekte ve yansımaları devam<br />

etmektedir.<br />

Siyasal iletişim faaliyetlerinin sosyal medya<br />

aracılığıyla gerçekleştirilmesinin siyasal<br />

iletişime getirdiği düşünülen değişiklikler<br />

“Siyasal İletişim 2.0” olarak adlandırılmış<br />

ve Tablo 1’de bu yenilikler açıklanmaya<br />

çalışılmıştır.<br />

Tablo 1: Siyasal İletişim ve Siyasal İletişim<br />

2.0 Karşılaştırma Tablosu<br />

Özellik<br />

İletişim Aracı<br />

İletişim Türü<br />

İletişim Şekli<br />

Siyasal<br />

İletişim<br />

Geleneksel<br />

Medya<br />

Kitle iletişimi<br />

Propaganda<br />

Tek yönlü<br />

İletişim<br />

Siyasal<br />

İletişim 2.0<br />

Sosyal Medya<br />

Hem Kitle<br />

Kletişimi<br />

Hem Kişilerarası<br />

İletişim<br />

İki yönlü<br />

İletişim<br />

Diyalog<br />

Monolog<br />

Mesaj<br />

Kitlesel<br />

Hem Kitlesel<br />

Hem Bireysel<br />

Geri Bildirim Düşük Yüksek<br />

İletişim Maliyeti Yüksek Düşük<br />

İletişim Aracı: Siyasal iletişim için geleneksel<br />

medya araçları televizyon, gazete ve radyo<br />

stratejik bir öneme sahipken, siyasal iletişim<br />

2.0 için sosyal medya araçları Facebook,<br />

Twitter, Linkedin vb. ortamlar olarak ön plana<br />

çıkmaktadır.<br />

İletişim Türü: Siyasal iletişim kitle iletişimini<br />

daha sık kullanırken, siyasal iletişim 2.0 kitle<br />

iletişiminin yanında kişilerarası iletişimi<br />

tercih etmektedir.<br />

İletişim Şekli: Siyasal iletişim’de<br />

propaganda, tek yönlü iletişim ve monolog<br />

yaygın kullanılırken, siyasal iletişim 2.0’de<br />

iki yönlü iletişim ve diyalog daha yaygın<br />

kullanılmaktadır.<br />

Mesaj: Mesaj siyasal iletişimde genelde<br />

kitleleri hedef alırken, siyasal iletişim 2.0<br />

mesajı kitlelere, gruplara ve bireylere göre<br />

şekillendirebilme imkanı sunmaktadır.<br />

Geri Bildirim: Siyasal iletişim’de geri bildirim<br />

seviyesi ve imkanı düşükken, siyasal iletişim<br />

2.0 geri bildirim kolaylığı sağlamakta ve geri<br />

bildirim seviyesi yüksek olmaktadır.<br />

İletişim Maliyeti: Siyasal iletişimde kampanya<br />

ve tanıtım maliyetleri yüksek iken, siyasal<br />

iletişim 2.0 maliyeti daha düşük hatta ücretsiz<br />

kampanya çözümleri sunmaktadır.<br />

Sosyal medya dijital kampanyaların en hızlı<br />

ilerleyen ayağı konumundadır. Sadece birtakım<br />

anahtar sözcüklerin bulunabileceği bir<br />

platform olmaktan öte diyaloglar, dolayısıyla<br />

insanlar yani seçmenler hakkında değerli<br />

bilgiler sunmaktadır. Bu sayede siyasi davranış<br />

haritalarının bile oluşturulabileceği bir aygıt<br />

olarak kullanılabilmektedir. Başarılı bir siyaset<br />

iletişimcisinin sosyal medyada sadece nelerin<br />

olup bittiğini değil, olayların arkasındaki<br />

temel nedenleri, bu durumlar karşısında nasıl<br />

hareket edilmesi ve hangi mesajın kime, ne<br />

zaman, hangi sıklıkta verilmesi gerektiğini<br />

anlaması gerekmektedir.<br />

Sonuç ve Öneriler<br />

Geleneksel medya tüm dünyada ve Türkiye’de<br />

uzunca bir dönemin etkili iletişim aracı<br />

olmuştur. Halen etkisini devam ettirse de,<br />

yeni nesil için artık bir başka popüler iletişim<br />

aracından bahsetmek gerekmektedir. Kullanım<br />

25


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

pratikleri itibariyle bakıldığında da gençlerin<br />

artık çok fazla televizyon izlemedikleri, gazete<br />

okumadıkları ve genel olarak geleneksel<br />

medyaya ilgi göstermedikleri görülmektedir.<br />

Gündelik pratiklerden hareketle de gençler<br />

genellikle bilgisayar veya cep telefonuyla<br />

ilgilenirken, orta yaş ve üzerindeki bireyler<br />

ise televizyon karşısında veya gazete okurken<br />

görülmektedir.<br />

Teknoloji ve sunduğu imkanların sosyal bireyin<br />

yaşam biçimine getirdiği köklü değişimlerden<br />

siyasal iletişim de etkilenmektedir. Bir<br />

siyasetçiye destek vermenin en somut ifadesi<br />

oy vermektir. Bunun yanı sıra mitinglere<br />

katılmak, onu alkışlamak, evinin balkonuna<br />

partisinin bayrağını asmak, aracının camlarına<br />

partisinin bayrağını ve liderinin fotoğraflarını<br />

yapıştırmak halen özellikle seçim dönemlerinde<br />

başvurulan destek yöntemlerindendir.<br />

Sosyal medyanın yaygınlaşması ile birlikte<br />

siyasetçiyi desteklemenin farklı ve yeni<br />

biçimleriyle karşılaşılmaktadır. Seçmen,<br />

partinin veya adayın Facebook’taki sayfasını<br />

beğenerek, attığı tweeti retweet ederek,<br />

gönderisini yorumlayarak ve paylaşarak,<br />

yeni ve alışılmadık davranışlarla desteğini<br />

göstermektedir. Bir siyasetçiyle selamlaşmak,<br />

elini sıkmak gibi seçmene heyecan verici<br />

deneyimlerin yerini siyasetçiyle internet<br />

üzerinden diyalog kurmak almaktadır.<br />

Sosyal medya siyasetçi ve seçmen arasındaki<br />

siyasal iletişimle birlikte siyasetçilerin<br />

kendi aralarındaki siyasal iletişim kurma<br />

pratiklerini de etkilemiş ve değişimler<br />

meydana getirmiştir. Siyasi partiler arası<br />

tartışmaya dönüşen konular meclisteki kadar<br />

sosyal medyada konuşulmakta, geleneksel<br />

medyaya açıklama yapmayan siyasi aktörlerin<br />

sosyal medya üzerinden birbirlerine verdikleri<br />

cevaplar geleneksel medya içeriklerinin<br />

konusunu belirlemektedir. Kimi zaman bir<br />

siyasetçi tarafından atılan tek bir tweet bile<br />

televizyonda yayınlanan bir programda<br />

saatlerce tartışma konusu olabilmektedir.<br />

Sosyal medya, siyasetçiler ve seçmenler<br />

nezdinde önemli bir siyasal iletişim aracı<br />

vazifesi görmektedir. Siyasi partiler diğer<br />

iletişim mecralarını da sosyal medya ile uyumlu<br />

hale getirmeye çalışmaktadır. Geleneksel<br />

medya üzerinden gerçekleştirilemeyen<br />

etkileşim, sosyal medyada siyasi aktörleri<br />

ve seçmenleri bir araya getirmektedir.<br />

Geleneksel medyanın siyasal iletişim için<br />

yapamadığını teknik yapısı itibariyle sosyal<br />

medya gerçekleştirmektedir. Bu denli önemli<br />

bir siyasal iletişim aracı olan sosyal medyaya<br />

siyasi aktörler gerekli ilgiyi göstermelidir.<br />

Özellikle seçim kampanyalarında sosyal medya<br />

stratejileri geliştirilmeli ve profesyonel destek<br />

alınmalıdır. Bilinçsiz bir sosyal medya kullanımı<br />

telafisi zor sonuçlar doğurabilmektedir. Doğru<br />

stratejiler uygulandığında sosyal medya önemli<br />

avantajlar sağlayabilmektedir. Siyasal iletişim<br />

çalışmalarının sadece sosyal medya üzerinden<br />

yürütülmesi yeterli olmamakta, ancak sosyal<br />

medya diğer iletişim enstrümanlarıyla birlikte<br />

kullanıldığında avantajlar sağlamaktadır.<br />

Sosyal medyayı aktif olarak kullanmak ve daha<br />

güçlü iletişim kurmak isteyen siyasi aktörlere<br />

birtakım önerilerde bulunmanın faydalı<br />

olacağı düşünülmektedir.<br />

• Öncelikle siyasi aktörlerin sosyal medyanın<br />

önemine inanmaları gerekmektedir. Siyasi<br />

aktörlerin bu mecralara kayıtsız kalmamaları<br />

siyasal iletişim ve kampanya çalışmaları<br />

planlarken sosyal medyayı da unutmamaları<br />

faydalı olacaktır.<br />

• Siyasi partiler ve adaylara ait kurumsal<br />

web sitelerinin yeni teknolojilere ve sosyal<br />

medyaya uyumlu hale getirilmesi önemlidir.<br />

Web siteleri farklı çözünürlüklere uyumlu hale<br />

26


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

getirilmeli ve mobil sürüme sahip olmalıdır.<br />

• Web sitelerinden resmi sosyal medya<br />

hesaplarına bağlantı verilmesi, siyasi aktörlere<br />

ait resmi sosyal medya hesaplarının diğer<br />

sahte hesaplardan ayırt edilmesine yardımcı<br />

olmaktadır.<br />

• Paylaşılan içeriklerin daha geniş bir kitleye<br />

ulaştırılabilmesi açısından, partiye ve siyasi<br />

aktörlere ait web sitelerinde “sosyal medyada<br />

paylaş” butonlarına yer verilmelidir.<br />

• Gençler, kendileriyle aynı dili kullanan, aynı<br />

şeylere ilgi gösteren kişilerle daha iyi iletişim<br />

kurmaktadır. Sosyal medyanın diline hakim<br />

siyasi aktörlerin oradaki kitlelere daha kolay<br />

ve etkili ulaşabileceği düşünülmektedir.<br />

• Sosyal medyada takipçi sayısı tek başına<br />

yeterli değildir. Siyasi aktörlerin takipçi<br />

sayısına takılıp kalmamaları, beğeni, yorum,<br />

paylaşım, mention, retweet gibi etkileşimi<br />

meydana getiren göstergeleri önemsemeleri ve<br />

bunları artırmaya çalışmaları gerekmektedir.<br />

• Sessiz kalmamalı fakat mesaj<br />

bombardımanından da kaçınılmalıdır.<br />

Siyasi aktörlerin her şeyi paylaşmak yerine<br />

seçici davranarak paylaşımda bulunmaları,<br />

paylaşımlarını belirli bir plan ve program<br />

dahilinde gerçekleştirmeleri gerekmektedir.<br />

• Siyasi partiler bünyelerinde sosyal medya<br />

uzmanlarına yer vermelidir. Partiye ait<br />

sosyal medya hesaplarının yönetilmesi ve<br />

yeni trendler göz önünde bulundurularak<br />

etkili paylaşımların yapılması için uzmanlar<br />

istihdam etmek gerekmektedir.<br />

• Siyasi aktörlerin basın danışmanları<br />

sosyal medya konusunda eğitilmelidir. Basın<br />

danışmanlarından beklenti medya kadar<br />

sosyal medyaya da hakim olmalarıdır.<br />

• Kullanıcıları cevapsız bırakmamak gerekir.<br />

Geleneksel tek taraflı mesaj bombardımanı<br />

sosyal medya kullanıcıları tarafından olumlu<br />

karşılanmamakta, cevap veren ve etkileşim<br />

kuran siyasi aktörler ilgi görmektedir.<br />

• Paylaşımlarda içerik tipi önemlidir. Farklı<br />

sosyal medya araçlarında farklı içerik tipleri<br />

ön plana çıkmakla beraber, uzun yazılardan<br />

kaçınılması ve paylaşımların fotoğrafla<br />

desteklenmesi tavsiye edilmektedir. Uzun<br />

videolar yerine de kullanıcıyı sıkmayan kısa<br />

videoların tercih edilmesi etkili olacaktır.<br />

• Paylaşımlarda zamanlama önemlidir. Etkili<br />

zaman dilimlerinin öğrenilmesi ve uygun<br />

zamanlarda paylaşım yapılması, siyasi aktörler<br />

için daha çok etkileşim almayı sağlayacaktır.<br />

• Sosyal medya araçlarında hesap açan siyasi<br />

aktörlerin benzer kullanıcı adlarını tercih<br />

etmelerinde fayda var. Sosyal medya hesapları<br />

için tercih edilen hesap adları kısa ve akılda<br />

kalıcı olmalıdır.<br />

• Sosyal medyada sadece profil hesabı açmak<br />

yeterli olmamaktadır. Siyasi aktörler açacakları<br />

Facebook beğeni sayfası, Facebook grubu ve<br />

Youtube kanalı gibi servislerle siyasal iletişim<br />

çalışmalarını güçlendirebilirler.<br />

• Sosyal medya dinamik bir yapıya sahiptir.<br />

Siyasi aktörlerin de sosyal medya hesaplarını<br />

güncel sosyal medya gelişmeleri çerçevesinde<br />

yeniden şekillendirmeleri gerekmektedir.<br />

Kaynakça<br />

Akıncı Vural, Z. B. ve M. Bat. (2009). “Siyasal<br />

Seçim Kampanyalarında Yeni İletişim<br />

Teknolojileri ve Blog Kullanımı: 2008 Amerika<br />

27


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

Başkanlık Seçimlerine Yönelik Karşılaştırmalı<br />

Bir Analiz”, Journal Of Yaşar University, 4(16),<br />

2745-2778.<br />

Blumler, J., G. Kavanagh, D. (2009). The Third<br />

Age of Political Communication:Influences<br />

and Features, Political Communication, Issue:<br />

16, 209-230.<br />

Bostancı, M. (2010). Sosyal Medyanın Gelişimi<br />

ve İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal<br />

Medya Kullanım Alışkanlıkları, Erciyes<br />

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri.<br />

Topak, S. T. (2014). “Sivil Toplum Kuruluşları ve<br />

Sosyal Medya Bağlamında “Renkli Devrimler”<br />

ve “Arap Baharı” Süreçlerinin Karşılaştırmalı<br />

Analizi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />

İİBF Dergisi, 9(3), 233-254.<br />

Vural, A. M. (2009). “Parti İçi Demokrasi ve<br />

Siyasal İletişime Katkıları”, 21. Dünya Politika<br />

Bilimi Kongresi, Santiago, Şili.<br />

Bostancı, M. (2014). “Siyasal İletişim 2.0”,<br />

Erciyes İletişim Dergisi, 3 (3), 84-96.<br />

Bostancı, M. N. (1999). Siyaset, Medya ve Ötesi,<br />

Ankara: Vadi Yayınları.<br />

Boyd, D. M. and N. B. Ellison. (2008). “Social<br />

Network Sites: Definition, History, and<br />

Scholarship”, Journal of Computer-Mediated<br />

Communication, 13 (1), 210-230.<br />

Bozkurt, A. (2010). “İnternet, Dünya<br />

Gündemine Damgasını Vurdu”, Bilişim Dergisi,<br />

127, 34-39.<br />

Damlapınar, Z. ve Ş. Balcı. (2014). Siyasal<br />

İletişim Sürecinde Seçimler, Adaylar, İmajlar,<br />

İstanbul: Literatürk Yayınları.<br />

Gackowski, T. (2013). Political Image as the<br />

Substance of the Political Communication<br />

in the Era of Post-Politics, Online Journal of<br />

Communication and Media Technologies,3(4),<br />

43-60.<br />

Sanver, G.S. (2013). “2013 Siyasi Kampanya<br />

Oscarları Sahiplerini Buldu”, Panorama Khas<br />

Dergisi, 10, 29-31.<br />

28


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

29


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

MODERN GÖRSEL KÜLTÜR BAĞLAMINDA MEDYATİK DİN OLGUSU<br />

Metin EKEN, Arş. Gör.<br />

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

Görsel kültür çalışmaları, özellikle içinde<br />

bulunduğumuz yüzyılın son çeyreğinde, sanat<br />

araştırmaları, medya çalışmaları, sosyoloji,<br />

kültürel çalışmalar, sinema araştırmaları<br />

gibi alanlarda sıklıkla kendisine müracaat<br />

edilen bir sorgulama alanı olarak belirgin<br />

bir konum kazanmıştır. Bu süreçte, “Görsel<br />

Kültür Çalışmaları” adıyla kitaplar basılmış,<br />

muhtelif akademik yayınlarla birlikte, aynı<br />

başlığı taşıyan pek çok akademik toplantı<br />

tertip edilmiştir. Alandaki bu hareketliliğin en<br />

önemli sebeplerinden biri ise, hiç şüphesiz,<br />

son elli yıllık süreçte, sosyal teorinin görme,<br />

görsellik ve görülebilir olana yönelik artan<br />

ilgisidir. Ancak, Görsel kültüre yönelen bu<br />

disiplinlerarası ilgi pek çok tartışmayı da<br />

beraberinde getirmiştir; görsel ve kültürel<br />

olanın mahiyeti, her iki kavramın bir araya<br />

gelmesiyle birlikte oluşan yeni kavramın<br />

muhtevası, bu yeni kavramsallaştırmanın<br />

geçerliliği gibi meseleler bu tartışmalardan<br />

yalnızca birkaçıdır. Daha önce Dijitalleşen<br />

Din; Medya ve Din 2 isimli kitapta da<br />

yayınlanan bu çalışmada ise, öncelikle görsel<br />

kültür kavramı Barnard’ın yaklaşımından<br />

hareketle tartışılacak, görsel kültür ve görsel<br />

kültür çalışmaları şeklinde ayrımlanan<br />

görselin toplumsal kuramına değinilecek ve<br />

bu doğrultuda, alandaki önemli düşünürlerin<br />

saptamalarından hareketle modern medyatik<br />

görselliğin doğasına yönelik mülahazalarda<br />

bulunulacaktır. Hemen ardından medya<br />

ve din ilişkisi bağlamında medyatik din<br />

olgusu medyatikleşme (mediatization) tezi<br />

doğrultusunda ele alınacak ve modern görsel<br />

kültürün doğasına yönelik saptamaların<br />

medyatik din olgusunun anlaşılmasına yönelik<br />

önemli kavrayış imkânları sunacağı fikri<br />

irdelenecektir. Bu irdelemenin sonucunda<br />

ise, her ne kadar tüm toplumsal kurumlar<br />

üzerinde geniş kapsamlı ve dönüştürücü bir<br />

etkiye sahip olsa da, modern görsel kültürün<br />

mutlak bir özne ve bağımsız bir değişken<br />

olarak konumlandırılamayacağı din olgusu<br />

ve dinsel hareketlerin hali hazırdaki durumu<br />

özelinde ifade edilecektir.<br />

Görselin Toplumsal Kuramı; Görsel Kültür<br />

ve Görsel Kültür Çalışmaları<br />

“Görsel Kültür”, her biri başlı başına<br />

kavranması çok da kolay olmayan iki kavramın<br />

bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Barnard’ı<br />

izleyerek, öncelikle bu iki kavramın (kültürel<br />

ve görsel) kısa bir biçimde ele alınması ve<br />

hemen ardından “görsel kültürün” bir kelime<br />

grubu olarak bizlere sunduğu kavramsal<br />

çerçevenin sorgulanması işlevsel olabilir.<br />

Ancak bu çalışmada, Barnard’ın aksine<br />

öncelikle kültürel olana ve hemen ardından<br />

kültürü okuma biçimimizle doğrudan ilişkili<br />

bir görsel tanımına ulaşmak amaçlanmaktadır.<br />

Sosyal bilimlerde, kültürün incelendiği<br />

söylemlere bakıldığında pozitivist<br />

paradigmanın sunduğu iki parçalı evren<br />

tasavvuruna denk gelen ve kültürü maddi<br />

ve manevi olmak üzere ikiye ayıran bakış<br />

açısının etkileri görülebilir. Bu durum, konuyu<br />

30


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

farklı paradigmalardan ele alan pek çok<br />

düşünürün zihinsel işleyişinin de çerçevesini<br />

çizmektedir. Barnard’ın kültüre yaklaşımı<br />

da bu tasavvurun gömülü olduğu bir arka<br />

plana yaslanır. Barnard, kültürelin önceden<br />

var olan açıklamasının basitçe alınıp görsel<br />

kültür değerlendirmesinde kullanılmasını<br />

uygun görmez ve görsel kültürün, Raymond<br />

Williams’ın toplumun ‘gösterge sistemi’<br />

olarak adlandırdığı şeyin incelenmesi<br />

olduğu görüşünü ele alır. Bu önerme ise,<br />

gösterge sisteminin, içlerinde bir sosyal<br />

yapının görsel olarak üretildiği ve yeniden<br />

üretildiği, ispatlandığı kurumlar, nesneler,<br />

eylemler, değerler ve inançlar olduğu şeklinde<br />

uyarlanmıştır.<br />

Ancak kültüre bu şekilde bir yaklaşım, kültürün<br />

maddi boyutunu öncelemesi sebebiyle<br />

ideolojik söyleme yaslanan bir vurgu sorununu<br />

da beraberinde getirmektedir. Bu noktada,<br />

kültürü ele alırken anlamacı yaklaşımın üç<br />

boyutlu (bilişsel, normatif ve maddi boyutlar)<br />

kültür tezine odaklanmak bu ideolojik vurgu<br />

sorununu aşmaya imkân vermesi ve görsel<br />

kültürün maddi ürünlerini ortaya çıkaran<br />

bilişsel ve normatif boyutları ortaya çıkarması<br />

bakımından işlevsel olabilir. Çünkü kültürün<br />

“maddi boyutunda” yer alan nesneler, “kognitif<br />

boyutta” içselleştirilmiş olan anlam kodunun,<br />

yani amacın davranışlar olarak “normatif<br />

boyutta” şekillenmesini (dışsallaşmasını)<br />

diğer bir ifade ile hayat bulmasını sağlayan<br />

maddi araçlardır. Sorokin’in örneği ile dini<br />

bütün bir Hıristiyan mevcut tahtalardan bir<br />

haç yaparken, bir kabile üyesi totem yapacaktır.<br />

Bu örneğe bir Müslümanın yaptığı rahleyi de<br />

ekleyebiliriz. Bu üçlü bağıntı bize kültürün ve<br />

sosyal-toplumsal hayatın neden bir semboller<br />

dünyası olduğunu da anlamamıza yardım eder.<br />

İkili analizde ise sembollerin anlamı ve işlevi<br />

diye bir konu zaten yoktur.<br />

Barnard ayrıca, tek boyutlu seçkin kültür, erkek<br />

egemen kitle kültürü, çok boyutlu popüler<br />

kültür gibi yaklaşımlardan hareketle, kültürel<br />

olana ait her kavramsallaştırmanın taraflı ve<br />

kısmi olacağına değinmiş, ancak bu tanımların<br />

sürekli farklı kültürel gruplar tarafından<br />

tartışıldığı gerçeğinden hareketle, sürekli<br />

olarak görsel kültür tarafından incelenmeleri<br />

gerektiğini ortaya koymuştur. Ona göre, eğer<br />

farklı sosyal ve kültürel grupların, kültürel<br />

olanın tanımına ait farklı fikirleri varsa, o<br />

halde ‘görsel kültür’ bir disiplin olarak o<br />

farklılıkları kendi tanımının bir parçası olarak<br />

kullanmalıdır.<br />

Görsel olana bakıldığında ise, Barnard,<br />

görseli öncelikle “görülebilen her şey”<br />

tanımlamasından hareketle tartışmış ve<br />

böyle bir tanımlamanın yetersiz olacağını<br />

vurgulamıştır. Bu tanımla ilgili sorun doğanın<br />

her ne kadar görünür olsa dahi kültürel<br />

olmayan şey olmasıdır. Böylelikle bir diğer<br />

aşamaya geçen yazar, görseli “insan tarafından<br />

üretilen ya da ortaya konulan görülebilir<br />

her şey” tanımı üzerinden tartışmış ve böyle<br />

bir tanımlamanın yeterli olabilmesi için<br />

insan tarafından ortaya konulan görülebilir<br />

ürünlerin aynı zamanda işlevsel ve iletişimsel<br />

bir niyet taşıması gerektiğini vurgulamıştır.<br />

Bununla birlikte, bu tanıma estetik amacı da<br />

eklemiş ve son olarak görsel hakkında genel<br />

çerçeveyi çizen yeni bir tanıma ulaşmıştır.<br />

Buna göre, görsel kültürdeki “görsel olan”,<br />

insanlar tarafından üretilmiş, yorumlanmış<br />

veya meydana getirilmiş, işlevsel, iletişimsel<br />

ve estetik bir amacı olan her şey şeklinde<br />

ifade edilmiştir. Bu şekilde bir tanımlama<br />

görsel kültürü; sanat, tasarım, medyatik<br />

ürünler silsilesi, mimari vb. gibi pek çok<br />

unsurun kavşak noktasına konumlandırması<br />

bakımından kuşatıcıdır.<br />

Kültürel ve görsel olanın bu şekilde ele<br />

31


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

alınmasının ardından daha sağlıklı bir<br />

görsel kültür tanımına ulaşılabilir. Bu<br />

doğrultuda görsel kültür geniş anlamda, bir<br />

kültürün çeşitli yollarla görünür kılınması<br />

olarak tanımlanabilir. Ancak tanımlamanın<br />

netleştirilmesi için görsel kültür ile görsel<br />

kültür çalışmaları şeklinde bir ayrıştırmaya<br />

gitmek faydalı olacaktır. Mitchell’ e göre, “görsel<br />

kültür”, bir çalışma nesnesi ya da hedefine<br />

işaret ederken, “görsel kültür çalışmaları”<br />

bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkar. Bu<br />

doğrultuda, görsel kültür en genel anlamıyla,<br />

insanları öznel, yorumlayıcı pratiklere çağıran<br />

her türden görsel malzemenin üretimi,<br />

dolaşımı ve bu malzemelerle bağlantılı görme<br />

ve var olma pratiklerine işaret etmektedir.<br />

Görsel kültür çalışmaları da, neyin görünür<br />

olduğu, kimin neyi gördüğü, bilme ve iktidarın<br />

birbiriyle bağlantısı gibi sorular üzerine<br />

odaklanarak görselin toplumsal kuramına<br />

yönelir.<br />

Görsel kültürün yukarıdaki tanımından<br />

hareketle, ilk zamanlardan itibaren, insanların<br />

dini inançlarından, yaşayışlarından, hayat<br />

tarzlarından, eylemlerinden, genel anlamıyla<br />

bir topluma ait tüm kültürel öğelerden<br />

etkilenen ve bu öğeleri aynı derecede<br />

etkileyen görsel kültürden bahsetmek<br />

mümkündür. Dolayısıyla görsel kültürün<br />

toplumdan topluma, dönemden döneme<br />

önemli farklılıklar arz edebileceği söylenebilir.<br />

Basit bir ifadeyle, insanlığın ilk dönemlerinde<br />

mağara duvarlarında yer alan ve pratik<br />

(işlevsel) bir amaca yönelik olarak görselde<br />

içselleşen iletişim niyetiyle, post modern<br />

dönemler olarak adlandırılan günümüzde<br />

görselde içselleşen iletişim niyetleri açık bir<br />

biçimde farklılaşmıştır. Bu farklılık görselin<br />

üretim, dağıtım ve alımlama biçimlerinde<br />

netlikle görülebilir. Bu noktada sorgulanması<br />

gereken modern görsel kültürün mahiyeti<br />

ve onun farklı görme biçimlerinin sınırlarını<br />

aşındıran karşı konulamaz doğasıdır.<br />

Değişen Düşünsel Bağlam İçerisinde<br />

Görsel Kültür<br />

Günümüz toplumsal iletişim ve iletişim<br />

tarihi çalışmalarının en merkezi ve karşıt<br />

görüşlerinin geliştiği konuların başında sözlü,<br />

yazılı ve görsel kültürler arasındaki ayrım<br />

gelmektedir. Genel olarak bu üç kültürün<br />

ve buna dayalı toplumların tarihsel gelişimi<br />

konusunda iki görüş vardır. İlk görüş uygarlık<br />

tarihinde önce sözlü kültürün, daha sonra yazılı<br />

ve ardından görsel kültürün hâkim olduğunu<br />

söyler. İkinci görüş ise, yazılı kültürün sözlü<br />

kültürün yerini almadığını, görsel kültüre<br />

geçişle de yazılı kültürün sona ermediğini<br />

belirterek, sonradan gelişenlerin öncekileri<br />

dönüştürücü ve düzenleyici etkilerine<br />

dikkat çeker. Bu ayrım, toplumsal iletişimin<br />

tarihsel sürecini tasnif etme hususunda<br />

işlevsel olduğu kadar bir takım sorunları<br />

da beraberinde getirmektedir. Öncelikle bu<br />

ayrımların sınırının nerede başlayıp nerede<br />

bittiği ya da bu sınırların niteliği tartışma<br />

konusu edilmelidir. Görsel kültürün, bir<br />

kültürün çeşitli şekillerde görünür kılınması<br />

şeklindeki tanımından hareketle, insanlığın<br />

ilk dönemlerinden itibaren görsel kültürün<br />

varlığından söz edilebilir. Ancak bu ayrımın her<br />

bir aşaması her dönemde baskın olan kültürel<br />

biçimleri ifade etmektedir. Bu doğrultuda<br />

görsel kültür aşaması da, modern kültürün<br />

görme, görsellik ve görüntüyü, geçmişin görme<br />

biçimlerini önemli ölçüde izafileştiren yeni<br />

ele alış biçimine vurgu yapması bakımından<br />

önemlidir.<br />

İmajların, özellikle batı toplumlarında bu<br />

şekilde sorgulanamaz bir hale gelmesi<br />

hiç şüphesiz Batı düşüncesinin antik<br />

kökenlerinden başlanarak ele alınması gereken<br />

bir olgudur. Bununla birlikte, özellikle modern<br />

32


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

düşüncenin oluşmasıyla birlikte bakışa<br />

atfedilen merkezi konum kendisini daha ciddi<br />

bir biçimde göstermeye başlamıştır. Barnard,<br />

modern batı toplumlarının gündelik düşünme<br />

alışkanlıklarının ve pek de incelenmeyen<br />

günlük davranışlarının altında yatan batı<br />

felsefesi ve dini geleneklerinin, hayatın anlamı<br />

gibi konuları tanımlamak ve anlatmak için<br />

neredeyse tamamen görsel metaforlara ve<br />

alegorilere dayandığını vurgular. Örneğin batı<br />

kültürlerinin insan bilgisini, iyiyi ve kötüyü<br />

anlamak için kullandıkları yöntemler büyük<br />

oranda görsel söz sanatlarına bağlıdır. Felsefe,<br />

önemli meselelerin karmaşık yönlerini<br />

anlatmak için başvurulan aydınlık, karanlık,<br />

görüntü, körlük, yansımalar, gölgeler, aynalar<br />

gibi pek çok görsel anlatımla doludur. Batı dini<br />

ve felsefesi, görsel metaforlar olmadan, bu<br />

konularla ilgili yeterli tanımlar ileri sürmeye<br />

yetmeyecek kadar bunlara bağımlıdır.<br />

Örneğin ‘ışık’ Hristiyanlıkta sıkça, yaratıcıyı<br />

iyiliği ve bilgisi açısından tanımlamak<br />

için kullanılmaktadır. Aydınlanmadan ise<br />

karanlıkta kalmanın zıddı olarak bahsedilir.<br />

Bu düşünceye göre ‘Işık’ aklı tarif etmekte<br />

de kullanıldığı gibi, insanın görmesi için de<br />

gereklidir.<br />

Batı düşüncesinin ‘bakış’ merkezli yapısının<br />

izlerini sürerken, orta çağın sonlarıyla<br />

birlikte özellikle sanat alanında meydan gelen<br />

perspektifçilik düşüncesinin önemli etkilerine<br />

değinmek yerinde olacaktır. Perspektif, tek<br />

bir bakış noktasından görülen iki boyutlu<br />

nesneleri, resim düzlemine üç boyutlu bir<br />

biçimde aktarım amacı güden matematiksel<br />

bir yöntemdir. Özellikle, Rönesans sanatında<br />

etkisini ciddi bir biçimde hissettiren<br />

perspektif yaklaşımı, Kartezyen devrim olarak<br />

adlandırılan ve Descartes ile somutlaşan<br />

modern düşünsel süreçle birlikte önemli bir<br />

ivme kazanmıştır. Dursun’un anlatımıyla,<br />

Descartes’in ortaya koyduğu Kartezyen özne,<br />

kendi zihinsel ve fiziki deneyimleri temelinde,<br />

dünyayı düşünen ben ile kavrayan öznedir.<br />

Düşünen ben düşünebilmek için dünyayı<br />

görmelidir. Kartezyen perspektifçilikte,<br />

gören şey göz değil zihindir, akıldır. Adeta<br />

bedensizleştirilmiş olan göz, yansız ve hâkim<br />

bir seyirci gibi maddi dünyayı tarar, seyreder.<br />

Bedensiz göz anlayışı, temel bilimlerin,<br />

özelliklede pozitivist bilim anlayışının<br />

paylaştığı bir düşünce olarak da karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

Florenski, “Tersten Perspektif” adlı eserinde,<br />

perspektif düşüncesini tarihsel süreç<br />

içerisinde cesurca sorgulamakta ve bu<br />

anlayışın göz merkezli bir iktidar düşüncesiyle<br />

somutlaştığını vurgulamaktadır. Buna göre<br />

perspektifçilik düşüncesiyle merkezileşen<br />

göz tanrısallaşmakta ve böylelikle bir iktidar<br />

konumuna yükselmektedir. Bu kitaba<br />

yazdığı giriş bölümünde Sayın, Florenksi’nin<br />

düşüncelerini aşağıdaki satırlarda ustaca<br />

özetler; Florenski’ ye göre orta çağın<br />

bitiminden bu yana egemen olan anlayış,<br />

gözü dünyanın efendisi konumuna getiren ve<br />

ona dünyanın ve bu dünyanın ardında yatan<br />

görünmezliğin temsilini bahşeden görüştür.<br />

Bu, gözü bedenden, retinayı dokunmadan<br />

ayıran bir dünya algısıdır.On dokuzuncu yüzyıla<br />

gelindiğinde ise, sanayide yeni tekniklerin,<br />

siyasal iktidar alanında yeni biçimlerin<br />

gelişmesiyle birlikte, yeni gösterge türlerinin<br />

de ortaya çıktığı görülür. Bu yeni göstergeler,<br />

sınırsız seriler halinde üretilen ve birbirinin<br />

tıpatıp aynısı olması beklenen nesnelerdir. Bu<br />

yeni seri halinde üretilen nesneler alanında<br />

sosyal ve kültürel etki açısından en önemlileri<br />

ise imge üretimini sanayileştiren bir dizi<br />

tekniktir.<br />

Yüzyılımızın son yarısına damgasını vuran<br />

bu teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin<br />

ortaya çıkarmış olduğu görseli önceleyen yeni<br />

33


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

iletişim mecraları yeni bir kültürel sürece<br />

işaret etmektedir. W.J.T. Mitchell, bu süreci<br />

‘resimsel dönemeç’ (pictorialturn) kavramıyla<br />

açıklar. Richard Rorty’nin, felsefe tarihini,<br />

yeni problemler meydana getiren çeşitli<br />

dönemeçlerin tarihi olarak ifade etmesi ve<br />

son evrenin dilbilimsel bir dönemeç olduğunu<br />

vurgulamasından hareketle artık yeni bir<br />

döneme girildiğini belirten Mitchell, çağdaş<br />

teorideki son eğilimin ‘resimsel dönemeç’<br />

olarak adlandırılmasını uygun görmüştür. Bu<br />

bağlamda, içerisinde yaşadığımız çağı insan<br />

deneyimlerinin her zamankinden daha fazla<br />

görselleştiği bir ‘görsel çağ’ olarak tanımlamak<br />

mümkündür. Bu doğrultuda, Mirzoeff, görsel<br />

kültürün artık günlük yaşamımızın sadece<br />

bir parçası değil, günlük yaşamımızın bizzat<br />

kendisi olduğunu ifade etmiştir. Hemen her<br />

yerde etkilerine maruz kaldığımız unsurlarıyla<br />

modern görsel kültür her ne kadar basit ve<br />

kavranabilir gözükse de, onun ele avuca sığmaz<br />

doğası, pek çok düşünürü meselenin farklı<br />

yönlerini ele alan çeşitli açıklamalar yapmaya<br />

itmiştir. Bu doğrultuda, modern görsel<br />

kültürün doğası ve özelliklerine değinmek,<br />

bu düşünürlerin kimi zaman paralel bir<br />

doğrultuda seyreden kimi zaman ise önemli<br />

ölçüde farklılaşan analiz ve açıklamalarını<br />

göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bu<br />

bağlamda, modern görsel kültürün doğası ve<br />

özellikleri maddeler halinde aşağıdaki şekilde<br />

ifade edilebilir;<br />

1. Modern görsel kültür “göz merkezcidir<br />

(ocularcentric)”: Martin Jay tarafından<br />

kullanılan ve günümüz batı düşüncesi ve<br />

yaşam tarzlarında görselin merkezi konumunu<br />

açıklayan ‘ocularcentrism (göz merkezcilik)’<br />

kavramı, batı kültürünün ‘görmeye’ odaklanan<br />

yapısına yönelik önemli bir analiz olarak<br />

karşımıza çıkar. Jay’ göre, batı epistemolojisi,<br />

Platondan modern felsefe ve bilime kadar<br />

‘görmeye’ ayrıcalıklı bir konum biçmiştir.<br />

2. Modern görsel kültür “gösteri/m” kültürüdür:<br />

Modern kültür teorilerini önemli ölçüde<br />

etkileyen tezlerden bir tanesi, hiç şüphesiz<br />

Situasyonist Enternasyonal’in kurucusu ve<br />

en önemli temsilcisi Guy Debord’un “Gösteri<br />

Toplumu” kavramsallaştırmasıdır. Buna göre,<br />

modern üretim koşullarının hâkim olduğu<br />

toplumların tüm yaşamı “gösterilerin” uçsuz<br />

bucaksız birikimidir. Modern dünyada gösteri,<br />

kendini hem bizzat toplum hem de toplumun<br />

bir parçası olarak hem de bir birleştirme<br />

aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir<br />

parçası olarak özellikle bütün bakış ve<br />

bilinçleri bir araya getiren bir sektördür.<br />

Gerek propaganda gerekse de reklam ya da<br />

doğrudan eğlence tüketimi biçiminde olsun<br />

bütün özel biçimleriyle gösteri, toplumsal<br />

olarak hâkim olan yaşamın mevcut modelini<br />

oluşturmaktadır.<br />

3. Modern görsel kültür “gözetim”<br />

kültürüdür: Modern görsel kültürün<br />

gözetimci doğası,modern düşüncenin görme<br />

ve kontrol arasında kurduğu bağlantının<br />

şifrelerini sunanpanopticonda somutlaşır.<br />

Toplumun bir seyir (gösteri) toplumu değil,<br />

bir yakından izle(n)me (gözetim) toplumu<br />

olduğunu söyleyerek Debord’dan ayrılan<br />

Focault’un ifadesiyle, Panopticonda, önden<br />

ışıklandırma suretiyle, karanlıkta kalan<br />

kuleden çevre hücrelerdeki esirlerin küçük<br />

silüetleri görülebilir. Kısacası zindan kuralı<br />

tersine çevrilir.” Bilindiği üzere zindanın en<br />

önemli özelliği karanlık olmasıdır. Ancak, bir<br />

gözetleyici tarafından her an kontrol edilmeye<br />

müsait bir uzam oluşturan aydınlık, karanlıktan<br />

daha ısırıcı bir mahiyet kazanır. Görülmenin,<br />

ancak aynı zamanda görememenin verdiği<br />

garip duygu, bireyleri iktidarın buyruklarını<br />

yerine getirmeye zorlar. Böylelikle, bakan<br />

özne tarafından kontrol edilen bir rıza sistemi<br />

meydana gelir. Bununla birlikte, gözetleyen bir<br />

34


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

bakış ve bu bakışı üzerinde hisseden herkes,<br />

bakışı öyle içselleştirir ki, sonunda kendini<br />

gözleme noktasına varır. Böylece herkes, kendi<br />

üzerinde ve kendisine karşı bu gözetlemeyi<br />

sürdürecektir.<br />

4. Modern görsel kültür “simülasyon”<br />

kültürüdür: Baudrillard’a gelindiğinde ise,<br />

artık “panoptik bir gözetleme siteminden” ya da<br />

bir “gösteriden” bahsetmek mümkün değildir.<br />

Çünkü bakan ile bakılan arasında kurulan<br />

karşıtlık tersyüz edilmiştir. Bir Amerikan<br />

televizyon kanalının 1971 yılında, bir ailenin<br />

hayatını kesintisiz bir şekilde, el değmemiş bir<br />

hikâye olarak sunan programından hareketle<br />

Baudrillard, artık ailenin televizyona değil,<br />

televizyonun ailenin nasıl yaşadığına baktığını<br />

ifade etmiştir. Bu ise, aktif ile pasifin yok<br />

edildiği bir caydırma sistemine geçildiğini<br />

gösterir.<br />

5. Modern görsel kültür “söylenler (mitler)”<br />

üretir: Modern görsel kültürün doğası ve<br />

işleyişine yönelik önemli açıklamalardan<br />

bir diğeri de, Roland Barthes’ın “Çağdaş<br />

Söylenler” de, kurguladığı “söylen” (mit)<br />

kavramsallaştırmasıdır. Adı geçen kitabında<br />

Barthes, bir araya topladığı kısa basın<br />

yazıları, ünlü otomobil markaları, üçüncü<br />

sayfa haberleri ve sanat dünyasının tanınmış<br />

simalarının imgelerinin ardına gizlenmiş<br />

değerlerin bir tür şifre çözümüne yönelir.<br />

Barthes’ta Çağdaş dünyanın mitolojileri, anlık,<br />

geçici, yapay, yüzeysel, çabucak kavranabilen,<br />

seyirlik ve genellikle görsel hazza seslenen<br />

kentsel gündelik hikâyelerdir. Bu hikâyelerin<br />

işlevi ise, ideolojiyi seyirlik nesneler aracılığıyla<br />

geniş halk kitlelerine yayarak ideolojik amacı<br />

meşrulaştırmasıdır.<br />

Medyatik Din ya da Dinin Medyatikleşmesi<br />

Latincede araç, ortam, aracı (medium)<br />

gibi anlamlara gelen, günümüzde ise kitle<br />

iletişim araçlarının tümünü ifade eden genel<br />

bir kavramsallaştırma olarak medya ve ilk<br />

zamanlardan itibaren bütün toplumlarda<br />

rastlanan yaygın bir unsur olarak din,<br />

başlangıçta her ne kadar birbirinden farklı iki<br />

olgu olarak görünse de, günümüzde medya<br />

ve dinin birbirinden ayrıştırılması mümkün<br />

olmayan sembiyoz bir ilişki içerisinde<br />

olduğu söylenebilir. Özellikle, 1900’lü yılların<br />

başından itibaren kitle iletişim araçlarının<br />

artan etkinliği sonucunda dini pratiklerin<br />

önemli ölçüde dolayımlanması, medya ve dinin<br />

doğası ve ilişkiselliğine yönelik yeni soruları<br />

ve bu sorular bağlamında artan akademik<br />

ilgiyi de beraberinde getirmiştir.<br />

Bu bağlamda, önceleri seküler ve<br />

kutsal şeklinde sabit kategoriler olarak<br />

değerlendirilen medya ve din olguları, klasik<br />

sekülerleşme teorilerinde de belirtildiği üzere<br />

yavaş yavaş gözden kaybolacağına inanılan<br />

dinin, medyatik dolayımlanma süreçleri ile<br />

birlikte farklı formlarda yeni ilişki biçimleri<br />

kurarak etkinliğini devam ettirmesiyle birlikte<br />

yeni değerlendirmelere tabi tutulmuştur.<br />

Son dönemlerde öne çıkan bu araştırma<br />

eğilimlerini üç başlık altında ifade etmek<br />

mümkündür. Dolayımlanmış (mediated) dinin<br />

yaygınlaşması; Din günümüzde önemli ölçüde<br />

dolayımlanmaktadır ve bunun örneklerine<br />

hemen hemen her yerde rastlamak<br />

mümkündür. Dini radyo ve televizyon<br />

kanalları, dergiler, dini filmler, internet<br />

tabanlı tebliğ platformları, dini kurumların<br />

verdiği reklamlar, çevrimiçi ibadetler vb. bu<br />

örneklerden yalnızca birkaçıdır. 2. Yorumlayıcı<br />

topluluklar (Interpretive Communities)<br />

olarak dini gruplar; Takipçiler (dini gruplar)<br />

dolayımlanmış dinin olmazsa olmazlarıdır.<br />

Son zamanlarda yapılan çalışmaların merkez<br />

sorularından bir tanesi de bu dini grupların<br />

nasıl geliştiğidir. Bu meseleyi açıklamaya<br />

35


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

yardımcı olacak önemli kavramlardan bir<br />

tanesi ise yorumlayıcı topluluklardır. 3.<br />

Medya Eleştirisi; Din, medya eleştirisinin<br />

önemli unsurlarından biridir. Bu doğrultuda<br />

tarihsel ve ahlaki eleştirilerin yanı sıra,<br />

medyada dinin ya da dini grupların nasıl<br />

yapılandırıldığı üzerinden çeşitli çalışmalar<br />

gerçekleştirilmiştir.<br />

Bu çalışmada ise, medya ve din ilişkisi<br />

medyatikleşme (mediatization) kavramı<br />

üzerinden ele alınacaktır. Ancak<br />

medyatikleşme (mediatization) kavramı<br />

sıklıkla, kendisine benzerliğiyle dikkat<br />

çeken dolayımlama (mediation) kavramı<br />

ile karıştırılmaktadır. Dolayımlanmamış<br />

insan iletişimi yoktur. Düşünme beyinle ve<br />

konuşma ise, sözle, sesle, işaretle, gözle,<br />

kulakla, şifrelerle ve doğa koşullarıyla<br />

dolayımlanmıştır. Ancak dolayımlama<br />

(mediation) kavramı, teknoloji ile aracılanmış<br />

kitle iletişimine gönderme yapar. Her ne kadar<br />

kimi düşünürler tarafından dolayımlama ile<br />

aynı anlamlarda kullanılsa da medyatikleşme<br />

(mediatization) kavramı ise, aracılanmış<br />

iletişimin ileri bir safhasını ifade etmek için<br />

kullanılır. Medyatikleşme teorisine göre,<br />

medya toplumun dışında bir yerde değil, onun<br />

sosyal yapısının bir parçasıdır. Ve neredeyse<br />

tüm toplumsal kurumların işleyişine entegre<br />

hale gelmiştir. Bu sebeple, medya, din de dâhil<br />

olmak üzere sosyal kurumların dönüşümünde<br />

önemli bir değerlendirme ölçütü olabilir.<br />

Bilindiği üzere medya teorisi iki paradigmanın<br />

önemli etkisi altındaydı. Bunlardan ilki ve en<br />

eskisi ‘medya etkisi’ teorileridir. Diğeri ise,<br />

‘kullanımlar ve doyumlar’ yaklaşımı olarak<br />

adlandırılan teoridir. Bunlardan ilki, medyanın<br />

insanlar üzerinde ne gibi etkisi olduğu ile<br />

ilgilenirken diğeri ise, insanların medyayı nasıl<br />

kullandıklarına odaklanmıştır. Ancak, her iki<br />

yaklaşımda da medya kültür ve toplumdan<br />

ayrı bir şey olarak konumlandırılmıştır. İlkinde<br />

medya, değişim ve dönüşümde bağımsız bir<br />

etken olarak değerlendirilirken, ikincisinde,<br />

sosyal aktörlerin medya kullanımında serbest<br />

olduğu fikrine dayanan iradeci bir bakış açısı<br />

vardır. Bunların tersine medyatikleşme teorisi,<br />

aktörler ve yapılar arasındaki etkileşime vurgu<br />

yapar.<br />

Bu doğrultuda, Hjarvard’a göre medyatikleşme,<br />

dinin üç önemli özelliğini önemli ölçüde<br />

dönüştürmüştür. Bunlar;<br />

- Medya pek çok dini meselenin önemli bilgi<br />

kaynaklarından biridir ve kitle iletişimi<br />

bazı dini tecrübelerin hem üreticisi hem de<br />

dağıtıcısı haline gelmiştir. İnteraktif medya ise,<br />

bireysel inançların ifadesi ve dolaşımı için bir<br />

platform sağlayıcısı konumundadır.<br />

- Dini bilgi ve tecrübeler popüler medya<br />

türlerinin talepleri doğrultusunda<br />

şekillendirilmektedir. Var olan dini semboller,<br />

pratikler ve inançlar, medya kurgusunun ham<br />

maddeleri olarak kullanılmaktadır.<br />

- Kültürel ve sosyal çevre olarak medya,<br />

kurumsallaşmış dinlerin pek çok kültürel ve<br />

sosyal fonksiyonunu üstlenmekte ve manevi<br />

ve ahlaki rehberliğin yanı sıra bir cemaat ve<br />

aidiyet duygusu sunmaktadır.<br />

Tartışma ve Sonuç<br />

Buraya kadar, öncelikle görsel kültür kavramı<br />

Barnard’ın görsel ve kültüreli ayrı ayrı<br />

inceleyen yaklaşımından hareketle tartışılmış<br />

ve görsel kültür kavramsallaştırılması<br />

çalışma bağlamına uygun bir biçimde<br />

konumlandırılmıştır. Hemen ardından, görsel<br />

kültür ve görsel kültür çalışmaları, iki ayrı ifade<br />

biçimi olarak ayrıştırılmış ve görsel kültür<br />

çalışmaları, görselin toplumsal kuramına<br />

yönelen bir ifade olarak somutlaştırılmıştır.<br />

36


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Bu doğrultuda modern medyatik görselliğin<br />

doğasına yönelik betimlemeler de, önemli<br />

düşünürlerin temel saptamaları üzerinden<br />

şekillendirilmiştir. Çalışmanın ikinci kısmında,<br />

medya ve din ilişkisi bağlamında medyatik din<br />

olgusu, Hjarvard’ın dinin medyatikleşmesi (the<br />

mediatization of religion) tezi üzerinden ele<br />

alınmıştır. Çalışmanın bu kısmında ise, modern<br />

görsel kültürün doğasına yönelik saptamaların<br />

medyatik din olgusunun anlaşılmasına yönelik<br />

önemli kavrayış imkânları sunacağı fikri<br />

irdelenecektir.<br />

Bu noktada öncelikle modern görsel<br />

kültürün göz merkezci yapısı bağlamından<br />

medyatik dine yönelmek faydalı olabilir. Göz<br />

merkezcilik, daha önce de belirtildiği üzere,<br />

batı düşüncesinde Rönesans perspektifçiliği<br />

ve Kartezyen özne anlayışıyla somutlaşan<br />

Tanrı’nın yerinden edilmesi fikrinin temel<br />

gösterenidir. Gözü, dolayısıyla bakan özneyi<br />

dünyanın efendisi haline getiren, her şeyi<br />

düzenleme ve kontrol etme yetkisini de bakan<br />

özneye bahşeden bu anlayışa göre din de<br />

kendisine göre konumlanılan bir şey olmaktan<br />

çıkıp kendisine yer tayin edilen bir nesneye<br />

dönüşmüştür. Klasik sekülerleşme teorileri,<br />

rasyonel toplumda dinin yavaş yavaş hayatın<br />

merkezinden çekileceğine dair pek çok<br />

varsayımla doludur. Karşılaşılan son durumda<br />

ise, dinin ortadan kaybolmadığı, hayatın her<br />

alanında yeni formlar ve sembolik sistemlerle<br />

etkinliğini sürdürdüğü görülmüştür. Ancak<br />

bu etkinliğin bir bölümü, yeni bir ontolojik<br />

zeminde, teknik medyanın sunduğu anlam<br />

sahasında gerçekleşmektedir. Bu anlam<br />

sahasının en temel elemanı ise yapay olarak<br />

üretilen temsiller olarak imajlardır. Hiç<br />

şüphesiz ki, ilk zamanlardan günümüze dinler<br />

çok etkili sembolik biçimler üretmiştir. Dini<br />

deneyimlerin pek çoğu ise, bu sembol sistemleri<br />

ve imgelerle dolayımlanmıştır. Ancak,<br />

günümüzün medyatik görsellik dünyasında<br />

bu aracılık işlevi, iletişim araçlarının<br />

sunduğu imkânlarla üretilen temsiller<br />

olarak imajlara geçmiştir. Bu durum, dinsel<br />

deneyimi önemli ölçüde kısırlaştırmakta,<br />

kendi zemininde görünür kılarak bir gösteriye<br />

dönüştürmektedir. Gösteriye dönüşen din ise,<br />

kendi bağlamından uzaklaşmakta ve böylece<br />

yeniden kurgulanmaktadır. Dinsel deneyimin<br />

bu şekilde görünür kılınması, kontrol edilebilir<br />

bir din tasavvuruna yaslanması bakımından<br />

da önem arz etmektedir.<br />

Muhalifini kendi zeminine çekerek izafileştiren<br />

modern görüntü kültürü için din, günümüzde<br />

medya kurgusuna hammadde oluşturan<br />

bir kaynak olarak medyatik söyleme dâhil<br />

edilmiştir. Bununla birlikte ifade edilmesi<br />

gereken hususlardan bir diğeri de, medyanın<br />

günümüz toplumlarında dinin üstlendiği<br />

role yaklaşan yeni rollere bürünmesidir.<br />

Medyanın bu rollerin ikamesinde kullandığı<br />

en önemli araç ise görsel retoriktir. Ancak<br />

bu durum, dinin sunduğu duyuş, kavrayış ve<br />

algılayış biçimlerinin görüntü ile sınırlandığı<br />

kısır bir anlam dünyası oluşturur. Bu gün<br />

dünyanın pek çok yerinde dini hareketlerin<br />

önemli ölçüde etkinlik kazanması ve dinin,<br />

medyatik görselliğin izafileştirici söylemi<br />

karşısında kendi direnç unsurlarından güç<br />

alarak etkinliğini arttırması bu kısır anlam<br />

döngüsüne verilen önemli bir cevap olarak<br />

okunabilir. Bu cevap ise, yukarıda sayıldığı<br />

üzere, her ne kadar sınırları bulanıklaştıran,<br />

izafileştirici, teşhirci ve gözetimci bir yapıya<br />

sahip olsa da, modern görsel kültürün<br />

mutlaklaştırılamayacağını ve dinin bu küresel<br />

paradigmaya karşı önemli bir söylem alanı<br />

olarak geçerliliğini koruduğunu gösterme<br />

potansiyeli bakımından dikkate değerdir.<br />

Kaynakça<br />

Albanese, C.L. (1999). America Religions and<br />

37


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

Religion. California:Wadsworth Publishing<br />

Company.<br />

Albanese, C.L. (1996). Religion and American<br />

Popular Culture: An Introductory Reader.<br />

Journal of the American Academy of Religion.<br />

59, 733–742.<br />

Armfield, G.G. ve Holbert, R.L.(2003). The<br />

Relationship Between Religiosity and Internet<br />

Use. The Journal of Media and Religion. 2,<br />

129–144.<br />

Baldini M. (2006). İletişim Tarihi. Gül Batuş<br />

(Çev). İstanbul: Avcıol Basın Yayın.<br />

Barnard, M. (2002). Sanat Tasarım ve Görsel<br />

Kültür. Ankara: Ütopya Yayınevi.<br />

Barthes, R. (2011). Çağdaş Söylenler.Tahsin<br />

Yücel (Çev). İstanbul: Metis Yayınları.<br />

Baudrillard, J. (2010). Simülakrlar ve<br />

Simülasyon. Ankara: Doğubatı.<br />

Campbell, H., (2004). Challenges Created by<br />

Online Religious Networks. Journal of Media<br />

and Religion. 3, 81–99.<br />

Crary, J. (2010). Gözlemcinin Teknikleri:<br />

19.Yüzyılda Görme ve Modernite Üzerine.<br />

İstanbul: Metis Yayınları.<br />

Debord, G. (2012). Gösteri Toplumu. İstanbul:<br />

Metis Yayınları.<br />

Dikeçligil, B. (2007). “Kültür Kavramının<br />

Analizi veya Sosyo-Kültürel Gerçekliğin<br />

Yapısı Üzerine Bir İnceleme”, içinde: Kültür<br />

Sosyolojisi. Ankara: Hece Yayınları.<br />

Dursun, P. D. (2012). Sözlü Yazılı ve Görsel<br />

Kültürde İnsan ve Toplum. P. D. Tüfekçioğlu<br />

içinde, İletişim Sosyolojisi.Eskişehir: Anadolu<br />

Üniversitesi Yayınları.<br />

Erdoğan, İ. (2010). Öteki Kuram. Ankara: Erk<br />

Yayınları.<br />

Florenski, P. (2011). Tersten Perspektif.<br />

İstanbul: Metis Yayınları.<br />

Foucault, M. (2012). İktidarın Gözü. İstanbul:<br />

Ayrıntı Yayınları.<br />

Hjarvard, S. (2011). The Mediatisation of<br />

Religion: Theorising Religion, Media and<br />

Social Change, Culture And Religion: An<br />

İnterdisciplinary Journal, 12:02, 119-135.<br />

Hooper-Greenhill. (2000). Eilean, Museums<br />

and the Interpretation of Visual Culture,<br />

London: Routledge.<br />

Jay, M. (1993). Downcast Eyes : The Denigration<br />

of Vision in Twentieth-century French<br />

Thought. California: University of California<br />

Press.<br />

Köse, H. (2010). Medya ve Tüketim Sosyolojisi.<br />

Ankara: Ayraç Kitabevi.<br />

Lindlof, T. (2006). Interpretive community.<br />

İçinde: Stout, D.A. (Ed.), Encyclopedia of<br />

Religion, Communication, and Media. New<br />

York: Routledge, 182–185.<br />

Mahan, J. H. (2012). Religion and Media.<br />

Religion Compass. 6/1 p. 14-25.<br />

Mirzoeff, N. (1999). An İntroduction To Visual<br />

Culture. London: Routledge.<br />

Mitchell, W. (1994). Picture Theory. Chicago:<br />

The Üniversity of Chicago Press.<br />

38


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Mitchell, W.J.T. (2002) “Showing seeing: a<br />

critique of visual culture”, Journal Of Visual<br />

Culture, Vol 1(2), p. 166.<br />

Ong, Walter, J. (1995). Sözlü ve Yazılı Kültür.<br />

İstanbul: Metis Yayınları.<br />

Palmer, A.W. ve Gallab, A.A. (2001). Islam and<br />

Western Culture: Navigating Terra İncognita.<br />

In: Stout, D., Buddenbaum, J. (Eds.), Religion<br />

and Popular Culture:Studies on the Interaction<br />

of Worldviews. Iowa State University Press,<br />

Iowa, pp. 109–124.<br />

Petersen, T.R. (2006). Novels. içinde:<br />

Stout, D.A. (Ed.), Encyclopedia of Religion,<br />

Communication, and Media. New York:<br />

Routledge, 293–296.<br />

Sayın, Z. (2011). Sunuş.içinde: Tersten<br />

Perspektif. İstanbul: Metis Yayınları, s. 7-36.<br />

Schippert, C. (2007). Saint Mychal: A Virtual<br />

Saint. Journal of Media and Religion 6, 109–<br />

132.<br />

Schultze, Q. (1996). Evangelicals Uneasy<br />

Alliance With The Media. In: Stout, D.A.,<br />

Buddenbaum, J.M. (Eds.), Religion and Mass<br />

Media: Audiences andAdaptations. California:<br />

Sage, pp. 61–73.<br />

Smith, M. (2008). Visual Culture Studies,<br />

History, Theory, Practice, İçinde: Visual<br />

Culture Studies; Interviews with Key Thinkers.<br />

London: Sage Publications.<br />

Sturgill, A. (2004). Scope and Purposes of<br />

Church Web Sites. Journal of Media and<br />

Religion 3, 165–176.<br />

Zıllıoğlu, M. (1993). İletişim Nedir. İstanbul:<br />

Cem Yayınevi.<br />

39


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

AYKIRI BİR DÜŞÜNCE ADAMI: İDRİS KÜÇÜKÖMER<br />

Faruk KARAARSLAN, Dr.<br />

Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi<br />

Sosyoloji Bölümü<br />

“Bilmeyen ne bilsin O’nu<br />

Bilenlere Selam Olsun”<br />

Y.Emre<br />

Her toplumun kendisine has ‘aydın’<br />

problemi var olmuştur ve aydının konumu,<br />

işlevi, ilişkileri, yine o toplumun aydınları<br />

tarafından tartışma konusu edilmiştir. Tüm<br />

bu tartışmaların pratik ve teorik olmak üzere<br />

iki boyutu vardır. Teorik bağlamda yapılan<br />

tartışmalar ideal bir aydın profili ortaya<br />

koymayı, pratik bağlamda yapılan tartışmalar<br />

ise toplumun mevcut aydınlarının eylemlerini<br />

sorgulamayı hedefler. Birbirinden tamamıyla<br />

kopuk olmayan bu iki perspektifi sosyal<br />

bilimlerin temel dikatomilerinden birini<br />

oluşturur.<br />

Aydının pratiği bağlamında yapılan<br />

tartışmalar, genellikle iki tip aydın üzerinden<br />

yürütülür. Bunlardan birincisi; aydın diye<br />

adlandırdığımız birçok kişinin, toplumun<br />

diğer fertlerinden tek farkının bilgiye biraz<br />

daha fazla sahip ve sosyal sermaye noktasında<br />

halktan farklılaşmış olduğu görüşüne dayanır.<br />

Bu grup aydını genel aydın, sıradan aydın diye<br />

nitelendirmek mümkündür. Bu tür aydın çoğu<br />

zaman bir sermayenin içerisinde doğar ve<br />

ülkede söz söyleme noktasında diğerlerine<br />

nispeten avantajlı konumda olur. Bu sebeple de<br />

sırf aydın olduğunu hissettirmek için iktidarla<br />

arasına kısa mesafeler koymaya çalışmasının<br />

yanında esasında iktidar ile ilişkilerini iyi<br />

tutmaya yönelik çalışmalar yapar. Diğeri ise;<br />

iktidara sürekli muhalefet eden, sahip olduğu<br />

bilgi birikimini muhalefet aracı olarak kullanan,<br />

sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek<br />

kadar az olan aydınların oluşturduğu kesimdir.<br />

Bu aydın türü mevcut konumuna yoğun bir<br />

çalışma sonrasında gelir ve çoğunlukla ismi<br />

ve tezleri ölümünden sonra dillendirilmeye<br />

başlar. Aykırı aydın diye adlandırabileceğimiz<br />

bu aydın türü statükoya sürekli karşı çıkması<br />

sebebiyle çalışmalarında birçok engelle<br />

karşılaşır. Genellikle çevreden/taşradan<br />

yetişen aykırı aydının en önemli niteliği birçok<br />

problemle karşı karşıya olmasına rağmen iflah<br />

olmaz bir muhalefet olmasıdır.<br />

Ülkemizde, İdris Küçükömer’i ikinci tür<br />

aydın sınıfında değerlendirmek mümkündür.<br />

Küçükömer’in, akademi dünyasında yaşadığı<br />

tecrübeler, çevreden merkeze doğru gelmiş<br />

olması ve bilgi birikimini sürekli muhalif<br />

olmaya aracı kılması, onu, metinlerinin<br />

muhtevasına bakmayı gerektirmeksizin bir<br />

aydın olarak nitelendirmeye yetmektedir.<br />

Nitekim günümüzde Küçükömer’in isminin ve<br />

çalışmalarının halen zikredilmesinin sebebi,<br />

çok güçlü tezler ortaya koymasından ziyade,<br />

döneminde hiç kimsenin dillendiremediği<br />

gerçekleri, her türlü yaptırıma rağmen,<br />

söylemiş olmasıdır. Bu anlamda Küçükömer’in<br />

önemini daha iyi anlayabilmek için nasıl bir<br />

hayat sürdüğünü göz önünde bulundurmak<br />

gerekir.<br />

Küçükömer Çarlık Rusya’sının Trabzon’a<br />

dayanması sonrasında Giresun’ a göç etmeye<br />

mecbur kalan bir ailenin çocuğudur. 1925 yılında<br />

Giresun’da doğar. İlköğretimini Giresun’da<br />

tamamlar. Henüz 9 yaşındayken babası vefat<br />

40


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

eder. Sonrasında Trabzon Lisesi’nin parasız<br />

yatılı programına kaydolur. Lise derslerinde<br />

gördüğü Güneş Dil Teorisi, demokrasi ve<br />

Milli Şefliği anlatan dersler hiçbir zaman<br />

aklından çıkmaz. Lise sonrasında bir dönem<br />

parasız kalan Küçükömer, inşaat işçiliği yapar.<br />

Askerliğini bitirdikten sonra İstanbul İktisat<br />

Fakültesine giren Küçükömer sonrasında aynı<br />

üniversitede öğretim görevliliği yapar. Yine<br />

iktisat fakültesinde doktorasını tamamlayan<br />

Küçükömer, sonrasında doçent olur. Fakülte<br />

kurulunun profesörlüğe yükselmesi için<br />

aldığı kararın üniversite senatosu tarafından<br />

onaylanmaması üzerine, Danıştay’a dava<br />

açar. Bu davayı kazanmasına rağmen 10 yıl<br />

gecikmeli olarak (1976) profesörlüğünü<br />

alır. İki çocuk babası olan Küçükömer 1987<br />

yılında vefat eder. Yön ve Ant Dergilerinin yanı<br />

sıra Milliyet Gazetesinin açık oturumlarında<br />

yazılar yazan Küçükömer’ in en önemli eseri<br />

“Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması”<br />

adlı eseridir. Türkiye’de siyasetin halktan<br />

yana olması gerektiğini ısrarla vurgulayan<br />

Küçükömer, hem bu eserinde hem de hayatının<br />

bütününde cuntacılığa ve statükocu anlayışa<br />

karşı çıkar.<br />

Küçükömer’in kısa hayat hikâyesinden de<br />

anlaşılabileceği gibi, o hem geldiği çevreden<br />

hem de içinde yaşadığı sisteme karşı tavrından<br />

dolayı dönemin diğer düşünürlerinden<br />

farklılaşmıştır. Onu farklı kılan diğer bir husus,<br />

meslekten iktisatçı olmasına rağmen hiçbir<br />

zaman kendi alanının sınırlarında kalmamış,<br />

dönemin siyasal, sosyal ve kültürel olayları<br />

ile yakından ilgilenmiş olmasıdır. Bu yönüyle<br />

Küçükömer disiplinler arası bir yaklaşım<br />

sergilemiştir.<br />

Küçükömer’in ortaya koyduğu tezlere ve ilgi<br />

alanlarına geçmeden önce onun düşüncesinin<br />

üzerine kurulduğu zemini ve yöntemini göz<br />

önünde bulundurmamız gerekmektedir.<br />

Küçükömer sosyalist bir anlayışa sahiptir. Bu<br />

sebeple gerek fikri yapı olarak, gerekse yöntem<br />

olarak Marksizm’i benimsemiştir. Onun sosyal<br />

ve siyasal olaylarla ilgili açıklamalarında<br />

ekonominin başat rol üstlenmesi ve Türkiye<br />

toplumunu analiz ederken proletarya- burjuva<br />

(bürokrasi-halk) ikiliğine benzer bir sınıflama<br />

kullanması, düşüncelerinin Marksizm üzerine<br />

kurulduğunun göstergesidir. Bu sebeple<br />

Küçükömer anti-emperyalist bir duruş<br />

sergiler ve ekonomik kalkınmada halkın etkin<br />

konumda olması gerektiğini sürekli vurgular.<br />

Bu vurgu onun sadece bir iktisatçı olmasından<br />

ziyade, sosyal olayları açıklamada alt yapı<br />

olarak ekonomiyi kullanmasındandır. Onun<br />

yönteminde büyük bir öneme sahip olan<br />

diğer bir husus sosyal tarihçiliktir. O gerek<br />

dönemin güncel olaylarını, gerekse sosyal<br />

olguları açıklamada sosyal tarihçiliği bir<br />

yöntem olarak kullanır ve ele aldığı konuların<br />

tarihsel bağlamını sürekli göz önünde<br />

tutarak değerlendirir. Özellikle “Batılılaşma<br />

ve Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinde<br />

Türkiye’nin mevcut koşullarını ele alırken,<br />

sorunsallarını bir iktisatçıdan çok bir sosyal<br />

tarihçi gibi değerlendirir.<br />

Küçükömer’in temel ilgi alanını dönemin<br />

Türkiye’sinin güncel sorunları ve bu sorunların<br />

tarihsel arka planları oluşturur. Bu yelpaze<br />

içerisinde birçok makale kaleme almış olan<br />

Küçükömer’in ‘sivil toplum’ ve Türkiye’deki<br />

sağ sol kavramları hakkında ortaya attığı tezler<br />

diğerlerine nispeten çok daha fazla tartışıla<br />

gelmiştir. Özellikle onun Türkiye’de sağ sol<br />

üzerine yaptığı analizler her seçim öncesinde<br />

gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır.<br />

Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması”<br />

adlı eserinde tarihsel arka planını ele aldığı<br />

“Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır. Türkiye’nin<br />

solcuları gericidir. Türkiye’nin ilericileri<br />

sağ cenahta yer alan geniş İslamcı halk<br />

41


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

kitleleridir” tezi ülkemizde uzun yıllardır<br />

tartışılmaktadır. Bu tartışmaların birçoğu<br />

maalesef Küçükömer’in ortaya attığı bu tez ile<br />

neyi anlatmak istediğini anlamaktan yoksun<br />

ve tezini ortaya koyduğu eserinden bihaber<br />

yapılmıştır. Zira bu tez eleştirilebilir olmasının<br />

yanında tarihsel bir bağlam içermektedir.<br />

O, bu tezi açıklamak için ikilikli bir yapı<br />

kurgular ve Türkiye’de yaşanılan gerilimlerin<br />

tamamının batıcı, laikçi, medeniyetçi kesim<br />

ile doğucu İslamcı kesim arasında yaşanan<br />

çatışmanın sonuçları olduğunu belirtir.<br />

Küçükömer bu çatışmanın taraflarını bürokrat<br />

(laikçi, medeniyetçi, batıcı) ile halk (İslamcı,<br />

doğucu) olarak kodlar ve bu çatışmanın<br />

kökenlerini araştırmaya girişir. Bu çatışmanın<br />

başlangıcı esasında Türkiye’nin batılılaşma<br />

sürecinin hikâyesidir. Ona göre Osmanlının<br />

siyasi, hukuki ve ekonomik sisteminin batıdan<br />

farklı olması sebebiyle kapitalist düzene<br />

geçmesi, dolayısıyla batılılaşması imkânsızdır.<br />

Kapitalist düzene geçememesinden dolayı,<br />

gelişen dünyaya ayak uyduramayışı, ekonomik<br />

anlamda bir çözülmenin meydana gelmesine<br />

sebep olmuştur ve bu ekonomik buhran siyasi<br />

ve hukuki sorunları da beraberinde getirmiştir.<br />

Bu çözülme sonrasında Osmanlı’da ikilikli bir<br />

yapı belirmeye başlar. Bunlar Batı kurumlarının<br />

olduğu gibi alınması gerektiğine inanan ‘Batıcı<br />

laikçiler’ ile bir takım ıslahatlarla mevcut<br />

durumdan kurtulmayı hedefleyen ve çoğu<br />

zaman yerellik vurgusu yapan ‘halktır’. Halk<br />

daha çok yeniçeri, esnaf ve ulema birliğinden<br />

gelmektedir. Buna karşılık ‘Batıcı laikçiler’<br />

ise bürokratik gelenekten gelmektedir ve<br />

esasında günümüzdeki solun kökenlerini<br />

oluşturmaktadır. Tam bu noktada Küçükömer;<br />

köken itibari ile solun halka daha yakın olması<br />

gerektiği fikrinden yola çıkarak, günümüzde<br />

sol diye adlandırılan kesimin esasında esnaf,<br />

ulema ve yeniçeriye dayandığını belirtirken,<br />

sağ kesimi bürokraside yer alan, halktan uzak<br />

laikçilerin oluşturduğunu belirtir. Sonrasında<br />

laikçi kesimi İttihat ve Terakki temsil ederken<br />

halk kesimini Prens Sabahddin’in yanında yer<br />

alan Hürriyet ve İtilaf Fırkası temsil etmiştir.<br />

Bu iki grup da 1950’ lerde Cumhuriyet<br />

Halk Partisi’ne (Ortanın Solu) ve Demokrat<br />

Parti’ye evrilir. Bu noktada Küçükömer<br />

kendisini sol diye tanımlayan kesimin sağ,<br />

kendisini sağ diye tanımlayan kesimin ise sol<br />

olduğunu belirterek döneminin iktidarını<br />

eleştirir. Küçükömer’in önemi bu analizinden<br />

ziyade döneminin iktidarını çekinmeden<br />

eleştirebilmesinden kaynaklanmaktadır.<br />

Onun temel eleştiri noktasını, kendini sol<br />

diye adlandırılan kesimin halktan kopuk ve<br />

halka rağmen yönetim biçimini benimseyerek,<br />

kendine ait bir tarih inşa etmeye çalıştığı fikri<br />

oluşturur. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi<br />

ise merkezdeki bürokratların halk tarafından<br />

yenilgiye uğraması anlamına gelmektedir.<br />

Buna karşılık bürokratlar iktidarı ellerinden<br />

bırakmamak için çaba göstermektedirler.<br />

Türkiye tarihinde yaşanan darbeler esasında<br />

bu gerilimin sonuçlarıdır.<br />

İdris Küçükömer’in bu analizini günümüz<br />

yargı, Cumhuriyet Halk Partisi, ordu ve Ak<br />

Parti arasında yaşanan gerilimi anlamak<br />

içinde kullanmamız mümkündür. Bu sebeple<br />

onun esasında merkez çevre gerilimi olarak<br />

adlandırabileceğimiz analizi günümüzde<br />

halen geçerliliğini korumaktadır. Bu noktada<br />

belirtmek gerekir ki Küçükömer’in ifade<br />

ettiği sağ ve sol kavramları gerçek manada<br />

tanımlanmamıştır. Küçükömer kendi zihninde<br />

sağ ve sol tanımlamaları yaparak, sosyalist<br />

olması sebebiyle sola pozitif anlamlar<br />

yüklemiştir. Bu sebeple halkın solda yer<br />

aldığını belirterek aslında halkı görmek<br />

istediği yere konumlandırmıştır.<br />

Küçükömer’in tüm bu analizlerindeki temel<br />

amaç, emperyalizme karşı Türk toplumunu<br />

ve siyasetçileri uyarmaktır. Çünkü ona göre<br />

42


<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />

ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />

SAYI 4 - KASIM 2015<br />

İÇİNDEKİLER<br />

bürokrasi-halk gerilimine dayanan bu işleyiş<br />

sadece emperyalizmin işine yaramaktadır<br />

ve emperyalist güçler bu gerilimi dilediğince<br />

kullanabilmektedir. Ona göre; “Emperyalizm<br />

son defa, solcularla halk tabanını bağdaşmaz<br />

kamplar olarak karşı karşıya getirerek,<br />

Türkiye’yi istediği gibi politik, ekonomik,<br />

militer, eğitim modelleriyle koşullamaya<br />

devam etmekte, milletimiz üzerine istismarcı<br />

ambargosunu temeli bir biçimde koymak<br />

yolunu aramaktadır!”.<br />

Küçükömer’in üzerinde dikkatle durduğu bir<br />

diğer konu, esasında Türkiye’de sağ ve sol<br />

analiziyle yakından ilintili olan ‘sivil toplum’<br />

kavramıdır. “Küçükömer’in 1960’lardan<br />

itibaren konu ile ilgili yazdığı ve ‘sivil toplum’<br />

kavramını ülkenin siyasal ve toplumsal<br />

yapısını çözümlemek için sıklıkla kullandığı<br />

yazılar Türkiye’de sivil toplum tartışmasının<br />

başlangıcı olarak kabul edilir”. Türkiye’nin<br />

uzun yıllar iktidarda kalmaya çalışan<br />

bürokratlar sebebiyle cunta rejimini yaşadığını<br />

düşünen Küçükömer, cuntacılıktan sivil<br />

topluma geçilmesi gerektiğini düşünmektedir.<br />

Küçükömer ‘politik toplum’(toplumun büyük<br />

çoğunluğunu dışlayan, küçük bir bürokrat<br />

grup) ile ‘sivil toplum’ ayrımı yapar ve problemi<br />

sivil toplumun politik toplum tarafından<br />

yönlendirilmesinde görür. Bu noktada<br />

Küçükömer Batıdaki gibi bir sivil toplumun<br />

Türkiye’de hiçbir zaman olamayacağını<br />

belirtir. Çünkü Batıdaki devlet halk ikilemi ile<br />

Türkiye’deki devlet halk ikilemi aynı düzlemde<br />

değildir. “…Batı Avrupa’da gücün devlet ve<br />

toplumdaki farklı kesimler arasında paylaşılmış<br />

durumda olduğunu bu grupların özerk<br />

statülerinin yasal olarak tanınmış olduğunu,<br />

devlet ve bu farklı toplumsal kesimleri çapraz<br />

kesen çoğul karşı karşıya gelmelerin ve<br />

bunlar arasındaki etkileşimlerin sivil toplum<br />

olgusunun gelişimindeki belirleyiciliğini<br />

ortaya koyarken Osmanlı Türkiye bağlamında<br />

esas karşılaşmanın devlet ve toplum arasında<br />

olduğunu vurgulamaktadır”. Konu ile ilgili<br />

Ant ve Yön dergilerinde birçok yazı kaleme<br />

alan Küçükömer Türkiye siyaseti için sivil<br />

toplumun gerekliliğini düşünmekte ve<br />

sivil toplumu ancak İslamcı doğucu halk<br />

kitlesinin oluşturabileceğine inanmaktadır.<br />

Bu sebeple Türkiye’nin refahı için İslamcı<br />

halk kitlesinin iktidarda olmasını, halkın<br />

iktidarda olması şeklinde değerlendirerek,<br />

sivil toplum anlayışının zaruriyetini vurgular.<br />

Not: Bu yazı Umran Dergisinin 90. sayısında<br />

yayımlanan metnin gözden geçirilerek<br />

düzenlenmiş halidir.<br />

Kaynakça<br />

Küçükömer İdris, 2009, Batılılaşma ve Düzenin<br />

Yabancılaşması, Profil Yayıncılık, İstanbul.<br />

Küçükömer İdris, 1994, Türkiye Üstüne<br />

Konuşmalar, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.<br />

Küçükömer İdris, 1994, Cuntacılıktan Sivil<br />

Topluma, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.<br />

Onbaşı, G. Funda, 2008, “Şerif Mardin ve İdris<br />

Küçükömer’de ‘Sivil Toplum’ Kavramı”, Şerif<br />

Mardin Okumaları, Editör Taşkın Takış, Doğu<br />

Batı Yayınları, Ankara.<br />

43


YAZIM<br />

KURALLARI<br />

Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma<br />

Bülteni’ne gönderilecek yayınların yazım ve yayınlanma<br />

kuralları aşağıda belirtilmiştir.<br />

1. Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni,<br />

güncel tartışma ve araştırma konularının ulusal ve uluslararası<br />

boyutlarıyla ilgili araştırma-inceleme, kısa bilimsel çalışma ve<br />

derleme tarzında hazırlanmış özgün yazıları yayınlar.<br />

2. Bülten, yılda 4 kez yayınlanır.<br />

3. Bir yazının bültende yayınlanabilmesi için daha önce başka<br />

bir dergide yayınlanmamış veya başka bir dergiye yayınlanmak<br />

üzere gönderilmemiş olması gerekir. Bu şartları taşımayan<br />

yazıların yayınlanması Bülten yönetimi tarafından yayına uygun<br />

görülmesiyle mümkün olabilmektedir.<br />

4. Bültenin dili Türkçedir.<br />

5. Yayınlanmak üzere gönderilen çalışmalar kaynaklar dâhil<br />

5000 kelimeyi geçmemelidir.<br />

6. Yazılar, MS Word, “Times New Roman” yazı tarzında, 12<br />

pt kullanılarak, 1.5 satır aralıklı yazılmalıdır.<br />

7. Yazılarda giriş, materyal ve metot, bulgular, tartışma ve sonuç<br />

bölümlemesi aranmaz ancak yazılar uygun bölümlere ayrılmalı<br />

başlıklar büyük harflerle yazılmalıdır.<br />

8. Her bir yazıya 200 kelimeyi aşmayacak ve metni<br />

yansıtacak şekilde özet bir paragraf eklenmelidir.<br />

9. Yazarlar kaynak gösterimi konusunda kendi çalışmalarında<br />

kullandıkları gösterim metodunu kullanabilirler.<br />

10. Yazarların unvanı ve görev yeri dipnotta gösterilmelidir.<br />

11. Yazılar e-posta ile cihannumadisiliskilerebulten@gmail.<br />

com adresine e-posta mesajına eklenerek gönderilmelidir.<br />

44


DUYURU / TEŞEKKÜR<br />

Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nin<br />

bu sayısına katkı sunan tüm araştırmacılarımıza teşekkür ederiz.<br />

Araştırma Bültenimizin muhtemel katkılarla zenginleşmesi ve yayın<br />

hayatına güçlenerek devam etmesi platform üyelerimizin özellikle de<br />

akademisyenlerimizin makale ve yazılarını göndermelerine, güncel<br />

araştırmalarından edindikleri bilgileri paylaşmalarına bağlıdır.<br />

Lütfen tüm yorumlarınızı ve katkılarınızı aşağıdaki e-posta adresine<br />

gönderiniz: cihannumadisiliskilerebulten@gmail.com

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!