Transform your PDFs into Flipbooks and boost your revenue!
Leverage SEO-optimized Flipbooks, powerful backlinks, and multimedia content to professionally showcase your products and significantly increase your reach.
<strong>CİHANNÜMA</strong><br />
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4<br />
KASIM 2015<br />
Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği
<strong>CİHANNÜMA</strong><br />
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
Yıl:2 Sayı:4<br />
Üç ayda bir elektronik olarak yayınlanmaktadır: http://www.cihannuma.org/<br />
Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği Adına Sahibi:<br />
Mustafa ŞEN<br />
Yayın Koordinatörü<br />
Bilal EREN<br />
Editör<br />
Hakan AYDIN<br />
Editör Yardımcısı<br />
Osman UTKAN<br />
Yayın Komisyonu<br />
Ömer Faruk YÜCE<br />
Adnan ÇELİK<br />
Muhammed Selman DÖNMEZ<br />
Grafik Tasarım<br />
Mustafa BOSTANCI<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni, güncel tartışma ve araştırma<br />
konularının ulusal ve uluslararası boyutları hakkındaki sorgulamalara katkı sağlamak,<br />
yorumları zenginleştirmek, güncel gelişmeleri, özellikle de sorunlu alanlar konusunda yürütülen<br />
tartışmaları kamuoyuna ve Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği üyelerine<br />
aktarmak ve diğer araştırma ve uygulama birimleriyle paylaşmak amacıyla yayınlanmaktadır.<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nde yer alan yazılar ve görüşler<br />
tamamen yazarlarına aittir. Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği’nin resmi<br />
görüşünü yansıtmamaktadır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />
İLETİŞİM<br />
Mustafa Kemal Mah. 2133 Sk. No:11/10 Çankaya / Ankara<br />
Tel: 0312 219 81 93<br />
Faks: 0312 219 81 94<br />
www.cihannuma.org<br />
www.twitter.com/cihannumader<br />
www.facebook.com/cihannumader<br />
E-posta: cihannumadisiliskilerebulten@gmail.com
<strong>CİHANNÜMA</strong><br />
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
TERÖRÜN ZİHİNLERDE YARATTIĞI MÜSLÜMAN VE İSLÂM ALGISI...................................................4<br />
Osman KÖSE, Prof. Dr.<br />
RADİKAL ÖRGÜTLER ÜZERİNDEN TÜRKİYE’YE AÇILAN KÜRESEL SAVAŞ<br />
VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI........................................................................................................................................8<br />
Cahit TUZ<br />
ORTADOĞU’DA TERÖR ve YENİ İTTİFAKLAR DÜZLEMİ.........................................................................12<br />
İhsan AKTAŞ<br />
YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YENİ TÜRKİYE GERÇEĞİ.................................................................................18<br />
Servet HOCAOĞULLARI<br />
SİYASAL İLETİŞİM 2.0...............................................................................................................................................20<br />
Mustafa BOSTANCI, Dr.<br />
MODERN GÖRSEL KÜLTÜR BAĞLAMINDA MEDYATİK DİN OLGUSU...............................................30<br />
Metin EKEN, Arş. Gör.<br />
AYKIRI BİR DÜŞÜNCE ADAMI: İDRİS KÜÇÜKÖMER.................................................................................40<br />
Faruk KARAARSLAN, Dr.<br />
YAZIM KURALLARI......................................................................................................................................................44<br />
DUYURU / TEŞEKKÜR
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
TERÖRÜN ZİHİNLERDE YARATTIĞI MÜSLÜMAN VE İSLÂM ALGISI<br />
Prof. Dr. Osman KÖSE<br />
Polis Akademisi /Ankara<br />
Terör, tarih boyunca farklı kültürlerde<br />
değişik isimlerle zikredilse de taşıdığı anlam<br />
itibariyle millet ve devlet huzurunu bozan,<br />
sosyal düzeni alt üst eden bir olgudur. Türk<br />
tarihinde de eşkıyalık, haydutluk, izbanditlik<br />
ve korsanlık şeklinde tanımlanan bu gayr-ı<br />
legal yapılanma ve hareketler zaman zaman<br />
toplum ve devlet hayatının vazgeçilmez bir<br />
parçası olacaktır. Bu yazıda gerek Türkiye ve<br />
gerekse dünyada modern zamanda ortaya<br />
çıkan terör hareketleri ile terörün insan ve<br />
toplum zihninde şekillendirdiği “Müslüman”<br />
ve “İslâm” algısı üzerinde durulacaktır.<br />
Toplumu oluşturan fertler olarak insanların<br />
zihin dünyasında çevre ve dış dünya ile<br />
şekillenen kanaatler ve yargılar, uzun zaman<br />
diliminde cereyan eden ve derin izler oluşturan<br />
gelişmeler sonucunda olur. Dünya tarihine<br />
bakıldığında toplumların genellikle oluşan<br />
algılar sonucunda tepkilerini ve davranışlarını<br />
aynı yöne doğru yönelttikleri görülür. Tarih<br />
bunun örnekleriyle doludur.<br />
13. asrın baskın gücü olan Moğollar daha<br />
Anadolu kapılarına dayanmadan önce<br />
haklarındaki afaki rivayetler toplumda<br />
derin dehşet izleri oluşturmuştu. Değişik<br />
kaynaklarda da ifade edildiği üzere “bir Moğol<br />
askerinin bin diğer askere bedel” olduğu algısı<br />
istila hareketindeki Moğolların işlerini epeyce<br />
kolaylaştırmıştı. Tartışmasız savaş gücüne<br />
sahip olmakla beraber batıya doğru yayılan<br />
“Moğol cengâverliği ve gücü” onların gittiği<br />
yörelerde rakiplerine korku salmış ve çoğu kez<br />
de şehirlerin kapılarını kendilerine rahatça<br />
açmalarına vesile olmuştu. Neticede bu gün<br />
dahi söz konusu dönemin “Moğol askerleri”nin,<br />
barbar ve vahşi oldukları baskın bir şekilde<br />
ifade edilirken aslında asırlar öncesi oluşan<br />
bir algının da tesiriyle hareket edilir.<br />
Algı, çoğu kez toplumları ve devletleri karşı<br />
tarafa olumsuz figürler içinde şekillendirilerek<br />
servis etmektedir. Mesela Ruslar Ortaasya’yı<br />
işgal ederken dünya kamuoyuna yörede vahşi<br />
ve medeniyet düşmanı insanlar olduğundan<br />
söz ederek farklı bir algı oluşturmuş ve bunun<br />
sonucunda adeta kurtarıcı rolüyle bölgeye<br />
yerleşmişti. Çanakkale’ye binlerce kilometre<br />
uzaktan gelen Anzaklar’ın zihinlerinde<br />
İngilizler tarafından “yamyam” yaratıklara<br />
gerekli dersi verme algısı oluşturulmuş ve bu<br />
şekilde savaş alanına getirilmişlerdi.<br />
İlk Körfez savaşının yapıldığı 1990’larda<br />
Basra yakınlarında TV’lerde de yayınlanan<br />
görüntülerde cereyan eden bir gelişme<br />
zihinlerde oluşan algının insanları nasıl<br />
etkilediğine farklı bir örnektir. Amerika,<br />
dünyanın süper bir gücü olarak ezici bir<br />
askeri üstünlüğe sahip olduğu imajını her<br />
halükarda yıllardır insanların zihinlerine<br />
kazımıştı. Bu algı içinde Amerikalıların üstün<br />
silah teknolojisi ile bir-iki gün içinde Irak’ı<br />
işgal edeceği konuşuluyordu. Bu atmosfer<br />
içinde Basra civarında Amerikan ordusunun<br />
kontrol sağladığı çöl bir arazide yol boyu<br />
4
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
arabasıyla seyreden bir Amerikan televizyon<br />
ekibi çevrede bekleyen binlerce Irak askerini<br />
gördü. Kameraman, arabadan inip kamerasını<br />
omzuna aldı ve çekim yapmaya başladı.<br />
Kamerayı silah zanneden yüzlerce askerin<br />
ellerini başlarının üstüne kaldırarak teslim<br />
olmaya yeltenmeleri günlerce televizyonlarda<br />
gösterildi.<br />
Batı Hun hükümdarı Atilla’nın Roma’ya kadar<br />
olan ve doğudan batıya doğru büyük bir mülteci<br />
akınını tetikleyen seferi sonucunda Batı<br />
dünyasının belleğinde oluşturulan “barbar”,<br />
“vahşi”, ve “katleden” “Türk” imajının modern<br />
zamana kadar ulaştığı herkesin malumudur.<br />
Bununla beraber Batı Hunları, Selçuklular<br />
ve Osmanlıların batı yönüne ilerlemeleri<br />
ve Viyana’ya kadar geniş bir alanı “vatan”<br />
edinme gayret ve gerçekleri sonucunda Batı<br />
dünyasında “Müslüman” ve “Türk” algısının ne<br />
kadar da olumsuz izler taşıdığı bilinmektedir.<br />
Bu algıya göre özellikle “Osmanlı” gerçeği<br />
üzerinde simgeleşen Türkler, vahşi ve<br />
medeniyetten yoksun insanlardır. Batılı<br />
sömürgeci güçler Afrika, Asya ve doğuyu<br />
sömürgeleştirirken tüm “Müslüman”<br />
camia üzerinde bu algıyı oluşturarak<br />
kendi kamuoylarına aktarmışlardır. Rusya<br />
Ortaasya’ya, Fransa Cezayir ve Tunus’a,<br />
İngiltere de Mısır ve Hindistan’a vahşi ve<br />
medeniyetten uzak topluluğu adam etmek ve<br />
insanlık götürmek üzere gittiklerini dünyaya<br />
anlatmaya çalışmışlardır. Bunda da başarılı<br />
olmuşlardır. Tıpkı Saddam Hüseyin rejimini<br />
deviren ABD önderliğindeki koalisyon<br />
güçlerinin Irak’ı zalim ve medeniyetten<br />
uzak diktatörden kurtarma yalanı ile dünya<br />
kamuoyunu yönlendirdikleri gibi. Asıl gerçek<br />
olan gelecek yüzyılın yeraltı rezervlerine<br />
konma niyeti hiç gündeme bile gelmemiştir.<br />
Son yıllarda Türkiye ve çevresinde cereyan<br />
eden terör olaylarının günümüz ve gelecek<br />
toplumlarının zihin dünyalarında nasıl etkiler<br />
yaratacağını geçmişteki örneklerinden yola<br />
çıkarak anlamak mümkündür.<br />
Türkiye’de son 20 yılda yaşanılan bazı<br />
gelişmelerin bile, güvenilir ve dürüst<br />
insan modeli olarak zihinlerde yer edinen<br />
“Müslüman” imajını olumsuz düşünceler<br />
sahiline götürdüğünü hep beraber yaşadık. 28<br />
Şubat sürecini olgunlaştırmaya yönelik olarak<br />
ortaya sürülen esrarkeş birinin İstanbul’un<br />
göbeğinde dini bir önder olan “şeyh” kılığında<br />
yaptığı herzelikler, meyhanelerden devşirilerek<br />
başına örtü taktırılan bir kadının sakallı ve<br />
tespihli sahte suni din önderleri ile yaşadığı<br />
kaçamak hayatlar, sakallı ve bastonlu tiplerin<br />
İslam adına yaptıkları ürkütücü davranışlar,<br />
din olgusunu temel referans olarak kullanıp<br />
güven sağlayan, bu güvenle insanlardan Türk<br />
tarihinde görülmemiş oranda nakit toplayan<br />
ve bunu vaat ettikleri şekilde iade etmeyen<br />
holdinglerin yarattığı sahtekârlık imajlarının<br />
İslam ve Müslüman algısını zihinlerde ne<br />
kadar aşındırdığı bilinmektedir.<br />
Yine son yıllarda İslami referansla “cemaat”<br />
ve “hizmet hareketi” adı ile sembolikleşen bir<br />
kitlenin asli mecrasını terk ederek uluslararası<br />
örgütlerin taşeronluğuna soyunması da<br />
“güvenilir insan modeli” olarak zihinlerde<br />
yer edinen Müslüman imajının güvensizlik<br />
sahrasına sürülmesine vesile olmuştur. B u<br />
şekilde son 20 yıla sığan çok sayıda örnekler<br />
vermek mümkündür. Bu aşınmanın sonucu<br />
olarak zararından emin olunan kişi olarak<br />
tasavvur edilen sakallı ve mütedeyyin çehreli<br />
insanlar artık Türk toplumunda dahi eski emin<br />
ve mutena yerinde bulunmuyor.<br />
Türkiye’de ve çevre coğrafyada cereyan eden<br />
olaylar ve oluşan yaşam şartları dünyanın<br />
farklı köşelerinde hayat süren toplumlar<br />
5
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
nezdinde İslam ve Müslüman imajını hiç de<br />
olumlu bir şekilde canlandırmıyor. Bir kere<br />
hiç okuma alışkanlığı olmayan ve dünya bilgisi<br />
sadece televizyonların yansıttığı haberler ve<br />
programlardan ibaret olan dünya insanlarının<br />
nezdinde İslam dünyası ve Müslüman kitle<br />
deyince akılarda sadece terör, iç savaş, fakirlik,<br />
açlık, sefalet ve göç gibi kavramlar canlanıyor.<br />
Zaten televizyonlar açıldığında ses vermeden<br />
sadece görüntülerden akseden sefalet<br />
manzaralarından dahi İslam dünyasının<br />
değişik köşelerindeki dünya insanlarının<br />
belleklerine hangi türden imajların aktarıldığı<br />
tasavvur edilebilir.<br />
Haber kanalları ve bu sahada kontrolü<br />
ellerinde bulunduran güçler, söz konusu<br />
toplumların yaşadığı cehalet ve sefalet<br />
manzaralarının yine bu toplumların kendileri<br />
tarafından oluşturulduğu imajını yaymaya<br />
gayret ediyorlar. Bu konuda ortaya sürdükleri<br />
argümanlar ve görünür gerçekler onların<br />
güvenilirliklerini ve doğru olmasa da haklılık<br />
paylarını perçinliyor. Bu argümanlardan<br />
birisi, Müslüman coğrafyada bu manzaraların<br />
oluşması kendi içlerinden doğan terör<br />
örgütleri varsayımı üzerinedir.<br />
Gerçekten de yine yaşamımızın son 20 yılına<br />
bakıldığında Afganistan’dan Suriye’ye kadar<br />
“İslam” ve “Müslüman” maskeleri takan<br />
terör örgütlerinin mantar gibi çoğaldıkları<br />
görülmektedir. El –Kaide, Boko-Haram, Taliban,<br />
PKK ve DAEŞ gibi terör örgütleri ve onların<br />
ortaya koydukları tüyler ürpertici katliamlar<br />
insanların zihinlerinde büyük olumsuzluklar<br />
yaratmaktadır. Bir kere İslam kültür dairesi<br />
dışındakilerin zihninde Müslüman ile terör<br />
kelimelerinin aynı anda ortak çağrışımlar<br />
yapmasına zemin hazırlamaktadır. Bu<br />
örgütlerin ortaya koyduğu insanları katletme<br />
metotları da zaten zihinleri olumsuz öğelerle<br />
dolu olan Batı toplumlarında Müslüman<br />
imajının vahşi ve barbar olarak algılamasına<br />
vesile olmaktadır.<br />
Suriye ve Irak’ta temellenen “sakalları” ve<br />
“davranışları” ile Müslüman portreler çizen<br />
DAEŞ militanlarının “Allah” ve “kelime-i tevhid”<br />
eşliğinde sıra halinde dizdikleri insanların<br />
kafalarına kurşun sıkmaları, kafesler içinde<br />
canlı olarak yakmaları veya denize salmaları,<br />
vücutlarına bombalar bağlayarak patlatmaları<br />
gibi insan aklına gelmeyecek türden infazlarda<br />
bulunmaları videolar vasıtasıyla dünyaya<br />
servis edildiğinde toplumların zihinlerinde<br />
neler oluşacağı ortadır.<br />
Batı toplumu doğu dünyasında olanları<br />
evlerinde televizyonlardan veya gazetelerden<br />
takip etmektedir. Buradan evlerine kadar<br />
ulaşan görüntülerde ortaya çıkan manzara<br />
karşısında onlar için İslam dünyası içlerinden<br />
terörist yetiştiren ve birbirini boğazlayan<br />
insanlar topluluğudur. Zaten bu ülkelerden<br />
Batıya gidildiğinde gelenlere potansiyel suçlu<br />
veya terörist gözüyle bakılması ve bu yönde<br />
muamelelerde bulunulması bu bakışın bir<br />
sonucudur.<br />
Yukarıda ifade edildiği gibi son 20 yılda<br />
Müslüman ülkelerde ortaya çıkarılan terör<br />
grupları ve faaliyetleri, zaten Batı dünyasının<br />
zihninde tarihsel süreçten kalma olumsuz<br />
izler bırakan Müslüman imajını daha da<br />
perçinleşmiştir. Bu yönde dergi ve kitaplarda<br />
da yer alan bilgiler, bu olumsuzluk demetini<br />
çağlar ötesine aşıracaktır.<br />
Bu hengâmede hiç kimse terörü besleyenlerin,<br />
ekonomik ve stratejik kaygılarla Müslüman<br />
dünyada kontrol sağlama mücadelesi veren<br />
6
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
büyük güçler olduğunu düşünmeye vakit<br />
bulamamaktadır.<br />
İslam ülkeleri bugün terör dehşeti altındadır.<br />
Milyonlarca insan evlerini ve yurtlarını terk<br />
ederek daha emin gördükleri Batıya doğru<br />
akın etmektedir. Her gün patlayan bombalarla<br />
hayatları sona eren veya kararan insanlar,<br />
denizin ortasında şişme botların patlamasıyla<br />
sulara gark olan masumlar terörün<br />
kurbanlarıdır. Terörün kıskacında olan bu<br />
ülkelerde insanlar müreffeh bir hayat yaşama<br />
gayreti değil hayata tutunma mücadelesi<br />
vermektedirler. İşte tüm bu tablolar<br />
televizyonlar vasıtasıyla dünya insanlarının<br />
evlerine ve odalarına kadar ulaşmaktadır.<br />
Bu tablonun bir yansıması olarak çoğu<br />
zaman terör örgütlerine imkânlar sağlayan<br />
Batı ülkeleri kapılarına dayanan mültecilere<br />
yüzlerini çevirmektedirler. Bu tabloda oluşan<br />
Müslüman ve İslam algısının Batı toplumu için<br />
hiç de iyi olmadığı ve bunun nesiller sonrasına<br />
söylem ve yazılı olarak aktarılacağı kesindir.<br />
21. asra girerken dünya büyük bir dönüşümü<br />
yaşamaktadır. Bu dönüşümde mevcut haliyle<br />
Müslüman ülkeler büyük bir terör cenderesi<br />
içine sürülmektedir. Bu süreçte Müslüman<br />
coğrafya can ve mal kaybı ile büyük bir felaket<br />
yaşarken diğer taraftan da potansiyel terörist<br />
muamelesi ile karşı karşıya bulunmaktadır.<br />
Zihinlerde yüzlerce yıldır devam eden olumsuz<br />
algı ve imaj katmerleşerek devam etmektedir.<br />
Tarih bir nevi tekerrür ediyor.<br />
7
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
RADİKAL ÖRGÜTLER ÜZERİNDEN TÜRKİYE’YE AÇILAN KÜRESEL SAVAŞ<br />
VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI<br />
Cahit TUZ<br />
Ortadoğu Uzmanı<br />
Tarihte Müslüman toplumlar, kendi içlerinde<br />
ve dış dünyada, son derece çoğulcu, hoşgörülü,<br />
kuşatıcı, özgürlükçü olmuştur. İslam’ın hiçbir<br />
zaman ne varlıkla ne de varlığa dair herhangi<br />
bir hususla bir sorunu olmamıştır. Varlığı<br />
anlama adına düşünmeyi bir mecburiyet<br />
gören İslam, insanı ahsen-i takvim makamında<br />
değerlendirerek onu tüm varlığa eş değer<br />
görmüştür. Ancak Peygamber Efendimizin<br />
vefatına müteakip dönemlerde özellikle itikat<br />
alanında yapılan yorumlar da İslam içerisinde<br />
ciddi farklılaşmaların oluşmasına zemin<br />
hazırladı. Nitekim bu durum Hariciler başta<br />
olmak üzere, Vahabi gibi pek çok Selefi fırkanın<br />
doğmasına neden oldu. Yanlış tanımlanmış<br />
Sünnet ve bid’at kavramları üzerinde<br />
şekillenen din algısı, dinle ilgisi olmayan güzele<br />
dair tüm değerleri inkâr yoluna gitmiştir.<br />
Bugün İslam coğrafyasında neşet eden radikal<br />
unsurlar da tıpkı geçmişteki radikal eğilimler<br />
gibi, İslam’ın hayat anlayışını insan merkezli<br />
değer ölçüsünü, derin kültür varlığımızı<br />
anlamak, yeni müspet açılımlar kazandırmak<br />
yerine çarpık bir İslam anlayışıyla başta İslam<br />
olmak üzere tüm insanlığa zarar vermektedir.<br />
İslam adına reddedilen düşünce ve eylemler<br />
bırakınız dini ölçütlerle akılla, izanla,<br />
vicdanla, insanlıkla açıklanamayacak bir akıl<br />
tutulmasıdır. İçine düşülen bu çürümüşlük<br />
neşet ettiği günden bu yana insanlığın ruhuna<br />
hayat bahşeden İslam’ı anlama hususunda çaba<br />
sarfeden tüm letafet, incelik ve yetenekleri de<br />
yok etmiştir. Oysa İslam’ın isminde esas unsur<br />
olarak var olan ‘barış’ bildiğimiz anlamda<br />
siyasal, sosyal düzlemin çok ötesinde bütün<br />
varlığı içine alan çatışmasızlık ve evrensel bir<br />
değer içerir. Zira İslam bir ırkın, bir coğrafyanın,<br />
bir kültür veya uygarlığın değerlerini sığ, kör<br />
koşullamalarla ne ret, ne de kabul eder. İslam<br />
varlığa ve hayata ön yargıyla bakmayan bütün<br />
kötü ve çirkin olanı kala almayan, her türlü<br />
taassup ve ırkçılığı reddeden güzeli kendine<br />
kendini de güzele ait gören bir anlayışı temel<br />
alır. İslam getirdiği medeniyet anlayışında<br />
başta sanat, edebiyat olmak üzere, diğer tüm<br />
ilim dallarının dalga dalga yayılmasındaki en<br />
büyük etken kuşkusuz bu anlayıştır.<br />
Radikal Hareketler Kime Hizmet Ediyor?<br />
Arap coğrafyasındaki halk ayaklanmalarıyla<br />
birlikte özellikle ayaklanmaların yaşandığı<br />
ülkelerde ortaya çıkan radikal hareketleri, salt<br />
Selefi-İslami anlayış üzerinden değerlendirmek<br />
hedef saptırmaktan ve İslam’la terörü yan<br />
yana getirmek suretiyle İslam-İslam savaşına<br />
zemin hazırlamaktan başka bir şekilde<br />
açıklanamaz. Sadece DAEŞ terör örgütüne 42<br />
farklı ülkeden katılımın olması bu bağlamda<br />
son derece önemli ipuçları vermektedir.<br />
Ancak kanaatimce üzerinde en çok durulması<br />
gereken husus bu katılımların ekseriyetinin<br />
demokrasinin tüm mekanizmalarının<br />
uygulandığını bildiğimiz Batı ülkelerinden<br />
olmasıdır. Bu değerlendirmeden hareketle<br />
meseleyi Selefi-İslam anlayışı üzerinden<br />
tartışmaktan ziyade, Batı dünyasının<br />
8
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
uyguladığı ötekileştirici politikalar sonucunda<br />
ortaya çıkan İslamofobya/İslam düşmanlığı<br />
kavramı üzerinden değerlendirmeyi daha<br />
akla uygun kılmaktadır. Yine söz konusu terör<br />
örgütünün üst kademelerinde yer alanların<br />
pek çoğunun, ABD’nin Irak işgalinden sonra<br />
ülkeden kaçmış veya hapse atılmış kişilerden<br />
oluşması oldukça manidardır. Zira Saddam<br />
döneminde devletin farklı kademelerinde<br />
görev alan bu kişiler, ABD müdahalesinden<br />
sonra tüm yetkilerini kaybetti. Halkın işgale<br />
karşı sessiz kalışını kine dönüştüren bu kişiler,<br />
DAEŞ saflarında adeta masum bölge halklarını<br />
cezalandırmaktadır.<br />
Yine hapishanelerdeki radikal eğilimli kişileri<br />
serbest bırakmak suretiyle, bu acımasız terör<br />
örgütünün oluşmasına neden olan, Suriye<br />
ve Maliki dönemindeki Irak yönetimini de<br />
zikretmek gerekmektedir. Buna bağlı olarak<br />
bu iki ülkenin İran’la olan bağları ve İran’ın<br />
Arap Baharı sürecindeki tutumu bu minvalde<br />
değerlendirilmesi gereken başka bir husustur.<br />
Bölgede oluşan savaş ortamıyla birlikte,<br />
İran’ın nükleer silah kartını kullanma riskine<br />
rağmen, yıllardır olumlu bir netice alınmayan<br />
müzakerelerde anlaşmaya varılmış olmasının<br />
içerdiği mesajlar da üzerinde durulması<br />
gereken başka önemli bir noktadır. Tüm bunlar<br />
üzerinde kapsamlı bir analiz yapıldığında<br />
acıması, anlayışı, hoş görüsü, merhameti<br />
olmayan, bu radikal grupların, dünden bu<br />
güne dünyaya egemen olmak isteyen siyasi<br />
ideolojik odakların, kanlı, karanlık odalarda<br />
besleyip, büyütüp İslam coğrafyalarına saldığı<br />
fitneci bir proje olduğu sonucuna varılacaktır.<br />
İslam adına cami yıkan, medrese, kütüphane<br />
imha eden, çocuk, kadın, yaşlı demeden insan<br />
öldüren, kadınlara kızlara üzerinde Kelime-i<br />
Tevhit olan bayrak altında tecavüz edenlerin,<br />
mazlum Gazze halkını bombalayan İsrail’le<br />
veya Batının herhangi bir ülkesiyle alıp<br />
vereceklerinin olmaması düşündürücü değil<br />
mi?<br />
Elbette söz konusu radikal grupların neşvü<br />
nema bulmasının nedenleri sadece bunlardan<br />
ibaret değildir. Halkların bilinçli bir sistemle<br />
cahil bırakılması, Müslüman halkların<br />
medeniyet tasavvurundan geri kalması, ilmi,<br />
sanatı terk etmesinin de DAEŞ ve benzeri<br />
grupların oluşmasındaki etkisi yadsınamaz.<br />
Ancak tüm yaşananları İslami kavramlar<br />
üzerinden değerlendirmek suretiyle<br />
İslam’la bağdaştırarak Batının sebep olduğu<br />
İslamofobi/İslam düşmanlığı gerçeğini,<br />
Afganistan ve Irak müdahalelerinin yarattığı<br />
öfkeyi görmezlikten gelmek ancak hilaf-ı akılla<br />
açıklanabilir.<br />
Türkiye Neden Hedefte?<br />
7 Haziran seçimlerden sonra yaşanan hadiseler<br />
üzerinde imali fikir yaptığımızda pek çok grup<br />
ve ülkenin Türkiye’ye yönelik yaklaşımını<br />
ve samimiyetini ölçme bakımından önemli<br />
ipuçları yakalamamız mümkündür. Görülüyor<br />
ki seçim sonucunda oluşan tablo, belli çevreler<br />
için Türkiye aleyhinde faaliyet yürütme<br />
adına bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.<br />
Türkiye’nin başta 2023 hedefleri olmak<br />
üzere, geleceğe dair uygulamak istediği tüm<br />
müspet projelere karşı çıkan bu dinamikler,<br />
seçim sonucunda çıkan tabloyu suiistimal<br />
etme yoluna gittiler. Başta Gezi Parkı hadisesi<br />
ve Kobani olayları olmak üzere, girişilen pek<br />
çok olayda aynı odakların ittifak izlerine<br />
rastlamamız mümkündür. Peki, Türkiye’yi<br />
hedefe alan söz konusu dinamikleri rahatsız<br />
eden hususlar neler? Mesele Türkiye’nin<br />
istikrarsızlığı ve kaos yaratma olduğunda<br />
nasıl oluyor da tüm düşman gruplar bir araya<br />
gelebiliyor, ittifak kurabiliyor?<br />
Kuşkusuz uluslararası sistemde, çok yönlü ve<br />
tüm dünyanın geleceğini etkileyecek büyük<br />
9
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
bir değişim yaşanmaktadır. Neredeyse bütün<br />
bir Avrupa kıtası, özellikle de Akdeniz sahili<br />
büyük sarsıntılara ve sosyal çalkantılara gebe<br />
olduğunu gördüğümüz ciddi bir ekonomik<br />
bunalım döneminden geçmektedir. Bu<br />
krizin nasıl sona ereceğini ise, hiç kimse<br />
kestirememektedir. Dolayısıyla yaşanan tüm<br />
bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin AK Parti<br />
hükümetleri döneminde yakaladığı istikrar<br />
ve yine bu dönemde Türkiye’nin geliştirdiği<br />
küresel söylem, pek çok çevrede ciddi<br />
rahatsızlık yarattı.<br />
Türk Dış Politikasında Dönüşüm<br />
Türkiye yeni gelişen iç ve dış dinamikler<br />
sonucunda pek çok alanda olduğu gibi dış<br />
politikada da ciddi bir dönüşüm yaşadı. Bu<br />
dönüşüm içerde, demokratikleşme adımları,<br />
ekonomik kalkınma üzerinden ilerlerken, dış<br />
politikada da bölge ve Batı ülkeleriyle ilişkilerin<br />
yeniden tanzimi şeklinde oldu. Türkiye’nin<br />
değerlerine uygun, yeni bir dış politika<br />
tasavvuru ve küresel düzeyde geliştirilen<br />
söylem dikkate alındığında, Türkiye’nin dış<br />
politika yaklaşımında önemli kırılmaların<br />
olduğunu ve yeni bir jeo-politik tasavvurun<br />
ortaya çıkmaya başladığını söylememiz<br />
mümkündür. Uluslararası ilişkilerin temel<br />
kaidesi olan reel-politik anlayışın göz ardı<br />
edilmediği bu dönemin en önemli ayırt edici<br />
unsuru, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde<br />
işler hale getirdiği ‘değer’ anlayışıdır. Türkiye,<br />
kendi tarihiyle ve coğrafyasıyla barışmaya<br />
çalışan, geçmişini bir yük olarak değil, aksine<br />
stratejik bir güç ve değer olarak yeniden<br />
üreterek hem iç hem de dış politikada<br />
yeni imkânlar üretir hale geldi. Geliştirilen<br />
‘komşularla sıfır sorun’ politikasıyla dört bir<br />
yanımız düşmanlarla çevrili anlayışı yerini<br />
komşu ülkelerle pek çok alanda işbirliğine ve<br />
dostane rekabete bıraktı. Bu politika anlayışı<br />
ikna edici diplomasi ve ‘değer’ ekseninde<br />
uygulandığından ülkemize yeni fırsat alanları<br />
oluştu.<br />
Kuşkusuz ‘Arap Baharı’ süreci sadece<br />
Türkiye’nin değil, bölgesel ve küresel<br />
ölçekte Ortadoğu coğrafyasında etkin rol<br />
alan tüm ülkelerin politikalarında önemli<br />
değişimlerin yaşanmasına neden oldu. 2011<br />
Yılında başlayan halk ayaklanmaları Türkiye<br />
tartışmalarına ve Türkiye’nin bölgeyle<br />
ilişkilerine yeni boyut kazandırmış, yeni fırsat<br />
ve tehditlere imkân sağlamıştır. Ancak burada<br />
önemli olan temel husus, sürecin yaşandığı<br />
dikta rejimlerinin tek tek gitmesi sonucunda<br />
bölge ve dünya ülkelerinin takındığı tavırdır.<br />
Neredeyse tüm ülkeler ‘çıkar’ kaygısıyla<br />
hareket ederken, Türkiye insanı ve onun<br />
demokratik taleplerini merkeze alan ‘değer’<br />
eksenli bir siyaset anlayışını benimseyerek<br />
halkların yanında yer aldı. Türkiye, ilgili<br />
yönetimlere reform yapmaları hususunda<br />
dostane telkinlerde bulunmuş, sürecin derin<br />
acı ve kayıplara dönüşmemesi için tüm<br />
imkânlarını seferber etmiştir. Ancak ne yazık<br />
ki, söz konusu rejimlerin bazı bölge ve diğer<br />
ülkelerle kurduğu derin şer ittifakı, sürecin<br />
adeta bir bölgesel savaşa dönüşmesine ve yüz<br />
binlerce masum insanın kimyasal silah dahi<br />
kullanılarak ölümlerine sebebiyet verdi.<br />
Türkiye’nin ‘Arap Baharı’ öncesinde ‘sıfır<br />
sorun’ politikasının bir gereği olarak ‘eksen<br />
genişleme’ anlayışıyla bölge ülkelerine<br />
yönelik uyguladığı politikaları ‘eksen<br />
kayması’ şeklinde eleştirenler, Türkiye’nin<br />
süreçte uyguladığı ‘değer’ eksenli politikalara<br />
yönelik de art niyetli eleştirilerine devam<br />
ettiler. Yine bu kesimler Türkiye’nin AK Parti<br />
hükümetleri döneminde başardıklarıyla<br />
10
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
bölge halkına ilham olmasını hazmedememiş,<br />
‘Türkiye Modeli’ tartışmalarını başlatarak,<br />
dezenformasyonlara başvurmuştur. Ancak<br />
söz konusu çevrelerin nazar-ı dikkatlerinden<br />
kaçırdığı önemli bir husus vardı. O da, ‘Arap<br />
Baharı’nın sadece bir baş kaldırıdan ibaret<br />
olmadığı, aynı zamanda düşünsel yani fikri<br />
boyutu olan kapsamlı bir dönüşüm iradesi<br />
olduğu gerçeğidir. Bu hakikati idrak etmiş<br />
olanlar, bedeli ne olursa olsun bölge geleceğinin<br />
halklar tarafından belirleneceğini de idrak<br />
etmiş olurlar. İşte tam da bu noktada Türkiye<br />
bu hakikate müdrik olarak, halkını hunharca<br />
katletmede her türlü devlet terörü uygulayan<br />
zalim yöneticilerin yanında değil, halkların<br />
yanında yer aldı. Yine ‘Sıfır sorun’ politikasının<br />
‘sırf sorun’ politikasına dönüştüğünü iddia<br />
eden bu çevreler Türkiye’nin bölge halklarıyla<br />
‘sıfır sorunlu’ olduğunu görmemekte ısrar<br />
ediyorlar. Nitekim Sosyal Araştırmalar ve<br />
Organizasyon Servisi’nin (SAROS), Temmuz<br />
ayında 11 Arap ülkesini kapsayan, ‘Ortadoğu<br />
Halklarının Türkiye’ye Bakışı’ araştırmasında<br />
sorduğu “Arap Baharı öncesi ve Arap Baharı<br />
sonrası Türkiye hakkındaki kanaatiniz<br />
nedir?” şeklindeki soruda Arap Baharı<br />
öncesinde ‘olumlu’ olanların oranı %42 iken<br />
Arap Baharı sonrasında bu oran %47’ye<br />
yükselmiştir. Bu sonuç da çok net bir şekilde<br />
ortaya koymaktadır ki; Türkiye’nin bölge<br />
halkları nezdindeki ‘değeri’ giderek yükselen<br />
bir grafik çizmektedir. Bu da, Türkiye’nin AK<br />
Parti hükümetleri döneminde uyguladığı ilkeli<br />
ve değer eksenli politikalarının doğruluğunu<br />
ve önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.<br />
Türkiye böylece ‘değer’ kavramının<br />
uluslararası sistemdeki işlevselliğini de ortaya<br />
koyarak, uluslararası ilişkiler literatürüne de<br />
son derece önemli bir katkı sunmuş oluyor.<br />
Türkiye’nin başta mazlum ve yalnız bırakılmış<br />
bölge halkları olmak üzere, dünya halklarıyla<br />
kurduğu bu insani ilişkiyle esasında ‘yalnızların<br />
değeri’ haline gelmiştir. Bugün Türkiye’nin<br />
terör örgütlerine karşı başlattığı savaşa bölge<br />
halkları ve küresel ölçekte verilen desteği de<br />
bu minvalde değerlendirmek gerekmektedir.<br />
Dolayısıyla 7 Haziran seçim sonuçlarını bir<br />
fırsata çevirme garabetine düşenler, gerek dış<br />
politikada uygulanan ilkeli ve kararlı icraatlar,<br />
gerekse 1 Kasım seçimlerinde alınan sonuçla<br />
bir kez daha Türkiye’yi istikametinden<br />
çıkaramayacaklarını görmüş oldular.<br />
11
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
ORTADOĞU’DA TERÖR ve YENİ İTTİFAKLAR DÜZLEMİ<br />
İhsan AKTAŞ<br />
Araştırmacı - Yazar<br />
DEAŞ ile PKK neden işbirliği yapıyor?<br />
Suriye iç savaşı başladığından bu yana bölge<br />
kaosun merkezi haline geldi Arap baharının bir<br />
uzantısı olarak geniş halk kitleleri protestolara<br />
başladığı zaman İran Devlet Başkanı Ali<br />
Hamaney ‘’Suriye’de Esad’ın kalması için<br />
gerekirse üçüncü dünya savaşını çıkarırız’’<br />
demişti Rusya’nın Suriye’ye doğrudan<br />
müdahale etmesi Hamaneyin kehanetini<br />
doğrulayacak nitelikte görünüyor.<br />
Suriye konusunda Amerika Birleşik Devletleri<br />
şaşkınlık içerisinde. ABD’nin politika yapıcıları<br />
Suriye meselesinin bu hale gelmesini<br />
Barak Obama’nın beceriksiz politikalarına<br />
bağlıyorlar.<br />
Obama’nın Suriye ile ilgili başdanışmanlığını<br />
yapan Philip Gordon Kongre dergisinde<br />
yayınlamış olduğu makalesinde baştan<br />
sona Beyaz Saray’ın ürkek politikalarının<br />
yetersizliğinden bahsetmiş, bulunduğu<br />
konum gereği eleştiri noktalarını daha ziyade<br />
Amerikan basınından Obama’ya yöneltilen<br />
sorular şeklinde sıralamıştır. Özetle Beyaz<br />
Saray’ın yanlış politikaları başta Türkiye<br />
olmakla birlikte Rusya ve İran karşısında batı<br />
ittifakını zayıf düşürmüştür.<br />
Suriye savaşının uzaması benim devletlerin<br />
istihbarat ittifakının kalıntısı olduğuna<br />
inandığım DEAŞ’ın iyice azıtmasına sebep<br />
olmuş, aynı zamanda Suriye Kürtlerinin İran<br />
ve Suriye’nin hediye ettiği toprak parçasında<br />
devlet kurma hevesleri PKK ile Türkiye<br />
Cumhuriyeti devleti arasında devam eden<br />
çözüm sürecini berhava etmiş Kuzeyde belki<br />
de geçici bir süre elde tutulacak bir toprak<br />
parçası için Türkiye’deki HDP ve PKK’yı bölge<br />
halkının benimsemediği bir çatışmanın içine<br />
sürüklemiştir.<br />
DEAŞ ve PKK dayanışmasına gelince bu<br />
yaklaşım birçoklarına ilginç gelebilir. Bilindiği<br />
gibi DEAŞ Suriye’de hiç bir zaman Esad güçleri<br />
ile savaşmamıştır. İran ile Esad’ın müttefik<br />
oldukları bilindiği halde İran’ın Suriye’deki<br />
varlığı DEAŞ’ı hiç bir zaman rahatsız<br />
etmemiştir. DEAŞ kurulduğu günden beri<br />
Suriye rejiminin muhalifi olan Özgür Suriye<br />
Ordusuna karşı savaşmıştır. Kaderin cilvesine<br />
bakın ki Suriye rejimi düşme aşamasında<br />
olduğu bir devirde batıda Hizbullah doğuda<br />
DEAŞ aynı anda Özgür Suriye ordusu ile<br />
çatışmaya başladı. Birde radikal dinci diye<br />
tanımlanan bir örgütün İsrail’le ilgili hiç bir<br />
sözünün olmaması da ayrı bir paradoks.<br />
DEAŞ İslam dünyasında şiddeti bir metot<br />
olarak belirlemiş ya da Batılı İsrailli ve İranlı<br />
istihbarat örgütleri tarafından belletilmiş de<br />
olabilir. Tutumu şiddetten yana olan bir devletin<br />
düşman olacağı yegâne devlet Müslüman<br />
olup demokrasiyi işleten Türkiye’den başkası<br />
olamaz. Demokratik Müslüman bir devlet<br />
DEAŞ’ın varlığına bir tehdittir. Ve kötü örnektir.<br />
12
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
PKK’ya gelince Güneydoğu Anadolu’da otuz yıl<br />
devlete karşı terör uygulamış, 30 bin insanın<br />
canını kaybetmesine sebep olmuştur. 90’lı<br />
yıllarda terör faaliyeti yürüten PKK, ordu<br />
içerisinde var olan Ergenekon adındaki darbe<br />
heveslisi guruplaşma ile zaman zaman şike<br />
halinde bir savaş yürütüyordu. İki yasa dışı<br />
güç gizli bir dayanışma ile asker olan batıyı<br />
ihtilalle tehdit ediyor aynı zamanda PKK’da<br />
doğuda Kürt halkını tehdit ederek kendine<br />
bağlıyordu. Devlet kendi içindeki bu gurubu<br />
tasfiye etti fakat Kürt bölgesi PKK’yı tasfiye<br />
edemedi. Bugün Kürt bölgesini her gün kana<br />
buluyor fakat Kürt halkı onun katliamlarına<br />
olumsuz bakıyor. Bir türlü halkın desteğini<br />
yanına alamayan PKK’nın işte bir dış desteğe<br />
ihtiyacı vardı daha çok şiddet için. PKK için<br />
bu anlamlı destek onun düşmanı gibi görünen<br />
DEAŞ’tan geldi. Kobani olayları, Diyarbakır<br />
bombacısı, Suruç ve Ankara katliamları… Bu<br />
terör faaliyetlerinin tamamını DEAŞ üslenebilir<br />
ve bu terör faaliyetlerinin tamamı PKK’nın<br />
çokça istediği şiddet zemininin tırmanmasına<br />
hizmet etmiştir. Bu duruma düşman kardeşliği<br />
diyebiliriz.<br />
Kürt halkı neden PKK terörüne destek<br />
vermiyor?<br />
Suriye iç savaşı sadece bölge ülkelerini<br />
tehdit etmekle kalmadı, neredeyse Amerika<br />
ile Rusya’yı da karşı karşıya getirdi. İç<br />
savaşın başlangıç günlerinde İran Esad’ın<br />
korunmasına ne kadar radikal bir şekilde<br />
yaklaştığını belirtmek için şu ifadeleri<br />
kullanmıştı... Üçüncü Dünya savaşını çıkarmak<br />
pahasına Esad’ı korumaya devam edeceğiz. Bu<br />
konuda da sırasıyla şu hamleleri yapmaktan<br />
geri durmadı... Rusya’yı Akdeniz’deki üslerini<br />
merkeze alarak Suriye’nin tarafına çekti.<br />
Batı’ya Esad giderse El Kaide Suriye’de iktidar<br />
olur tezini kabul ettirdi. Bir taraftan şeriatçı<br />
Hizbullah örgütünü Suriye’nin içine sokarken<br />
diğer taraftan Marksist PKK ve PYD ile<br />
Rojova’da ortaklık yaptı. Aynı zamanda İran’ın<br />
kendi eliyle planlamış, kurgulamış olduğu<br />
Kürt bölgesi topraklarına Amerika’nın destek<br />
vermesini de sağlamış oldu. Süreç içerisinde<br />
İran sadece kendi yaptıklarıyla kalmadı, başta<br />
Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere<br />
Batı devletlerini de çıkarları doğrultusunda<br />
kullanmayı başardı. İç savaşın başlangıç<br />
döneminde uluslararası hiç bir güç savaşın<br />
bölgeye ve dünyaya maliyetinin bu kadar<br />
olduğunu hesap etmemişti.<br />
Suriye iç savaşının maliyet olarak en fazla<br />
Türkiye’yi etkileyeceği ortadaydı. Türkiye<br />
Cumhuriyeti Devleti büyük bir cesaretle 30<br />
yıldır terör faaliyeti yürüten PKK ile Çözüm<br />
Süreci başlatmış ve Türkiye’nin içerisindeki<br />
en ağır problemi çözmek için demokratik bir<br />
iyileştirme sürecini yürütmüştür. Bu süreç<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları<br />
tarafından kabul görmüş, Türkiye geneli<br />
desteği yüzde yetmişlerde, Güneydoğu<br />
Anadolu’da ise destek yüzde doksanlardaydı.<br />
Çözüm Süreci olumlu anlamda finale varma<br />
aşamasına gelmişken Rojova’da ortaya çıkan<br />
durum Amerika Birleşik Devletleri’nin,<br />
PKK’nın öteki versiyonuna vermiş olduğu<br />
destek PKK yönetimini farklı arayışlara itmiş<br />
ve adeta PKK Çözüm Süreci’ne karşı savaş ilan<br />
etmiştir.<br />
Geçtiğimiz otuz yılda bölgede ağır insan<br />
hakları ihlalleri, geri kalmışlık, ret ve inkâr<br />
politikaları vardı ve PKK yürütmüş olduğu<br />
terör mücadelesine halk desteği ve meşru bir<br />
zemin bulabiliyordu. Son iki aydır bölgede<br />
terör faaliyeti başlatan PKK’nın beklentisi<br />
şuydu, PKK kentlerde terör başlatacak, Kürt<br />
vatandaşlar yüz binlik kalabalıklarla terörün<br />
yanında yer alacak, bunun karşısında güvenlik<br />
güçleri çaresiz kalacaktı. PKK bunun adına<br />
13
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
Devrimci Halk Savaşı diyordu. Bütün illerde,<br />
özellikle kentlerin varoşlarında PKK kendince<br />
devrimci halk savaşını başlattı. İşin ilginç<br />
yanı HDP’nin siyasi mitinglerine yüzbinlerle<br />
katılan bölge halkı PKK’nın gerek isyan<br />
çağrılarına gerekse özerk bölge ilan etme<br />
toplantılarına otuz, kırk kişi ile katılmıştır.<br />
Bir türlü teröristlerin istediği halk desteğini<br />
vermemiştir.<br />
PKK ve onun basın sözcüsü gibi faaliyet<br />
gösteren HDP, fark etmeseler de geçtiğimiz<br />
on yılda demokratikleşme, kişisel hak ve<br />
özgürlükler, bölgenin ekonomik olarak<br />
gelişmesi, temel yatırımlardan olan eğitim,<br />
sağlık ve ulaşım alanındaki hizmetlerin<br />
tamamlanması bölgede terör yapmayı<br />
anlamsız hale getirmiştir. Otuz yıl önce bütün<br />
bu yokluklar karşısında meşruiyet bulan<br />
PKK bugün yüzde seksen beşi Türk olan bir<br />
coğrafyada askeri, polisi öldürerek bölge<br />
halkını yanına çekmekte zorlanmaktadır ve<br />
terör faaliyetleri meşruiyetini ve anlamını<br />
yitirmiştir. Kürt halkı Kürt siyasetine, HDP’ye<br />
evet demiştir fakat yüksek bir metanetle<br />
teröre hayır demiş ve kitlesel destek vermeyi<br />
reddetmiştir.<br />
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Güneydoğu<br />
halkının teröre mesafeli duran tutumunu<br />
dikkate almalı, Avrupa ve Amerika’daki<br />
siyasiler de terörün yüksek bilgilendirmelerine<br />
karşı dikkatli olmalıdır. Aksi takdirde Kürt<br />
halkının destek vermediği terör faaliyetlerine<br />
destek vermiş pozisyona düşerler.<br />
İran Hizbullah’ı ucuza sattı…<br />
Suriye iç savaşı başladığı günlerde Suriye<br />
halkının haklı talebi gerçekleşmiş olsa idi basit<br />
anlamda bir demokrasi ülkesi kurulacaktı,<br />
Mısır gibi olmasa da Tunus gibi seçimle<br />
yönetilen bir ülke olurdu. Suriye halkının<br />
kaderi her halükarda bu günkünden daha<br />
iyi olurdu. Suriye meselesine hem İran hem<br />
Türkiye o kadar büyük anlamlar yükledi ki,<br />
bugün olup bitenleri İran ve Türkiye baştan<br />
görmüş olsalardı Suriye iç savaşı karşısındaki<br />
tutumları bu günkü gibi olmazdı.<br />
Bugün giderek şu kanaat oluşmaya başladı<br />
Suriye’de savaşı sonlandıracak yine<br />
Amerika’dır. Dört beş yıl önce bu satır İran için<br />
felaket sayılabilirdi muhtemelen bugün kulağa<br />
daha hoş gelen bir nağmeye dönüşmüş olabilir.<br />
Suriye iç savaşının en kritik zamanında,<br />
Özgür Suriye Ordusunun Şam rejimini tehdit<br />
ettiği günlerde İran Lübnan Hizbullah’ını<br />
savaşa soktu. Bazı gözlemciler Hizbullah bu<br />
savaşa taraf olmadan önce İsrail’le aralarında<br />
bir çatışmanın olmayacağına dair zımni<br />
bir antlaşma yapıldığından bahsediyor.<br />
Bir anlamda İsrail Hizbullah’ın Suriye’de<br />
Müslümanlara karşı savaşmasını onaylamış<br />
görünüyor daha açık bir ifadeyle İsrail<br />
Hizbullah’ın Suriye’de var olmasını kendi<br />
çıkarlarına uygun görüyor.<br />
İşin daha karmaşık yanı Hizbullah Lübnan’dan<br />
Suriye’ye girip Özgür Suriye Ordusu ile<br />
savaşırken DEAŞ eşzamanlı bir şekilde ülkenin<br />
başka bir cephesinde yine Suriye rejimi<br />
ile savaşan Özgür Suriye Ordusuna karşı<br />
savaşmaya başladı. Gerçekte birbirine karşı<br />
olan iki güç Esad rejimini kurtarmak için savaş<br />
başlatıyor, ikisi de Suriye rejimi namı hesabına<br />
Esad’ı devirecek guruplarla savaşıyor.<br />
Hizbullah neden harcandı ve imajı<br />
çökertildi?<br />
Yıllar önce hem Faddallah ile hem de Hasan<br />
14
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Nasrallah ile konuşma fırsatı bulmuştum.<br />
Güney Lübnan’da İsrail’le savaşan Hizbullah’ın<br />
Lübnan şehirlerinde demokrasi ile belediye<br />
yönetmesi, meclisteki yapıcı tutumları,<br />
demokrasi tecrübesi ile Lübnan’ın çok<br />
kültürlülüğünü nasıl özümsedikleri ve nasıl<br />
bir siyasal ahlak ve bütünleştirici olma<br />
konusundaki hassasiyetlerinden bahsetti.<br />
O günkü şartlarda Hizbullah dini lideriyle<br />
Faddallah ve İsrail’e karşı savaş veren Hasan<br />
Nasrallah’ı ile ideal bir dini yapı imajı çizmişti.<br />
Açık dini bilgileri sağlıklı yorumlayan, ötekinin<br />
varlık hakkına saygılı, İslam ülkelerindeki<br />
diktatörlüklere bakınca can alıcı idi.<br />
İsrail’le her savaş ve çatışmada İsrail’i yenilgiye<br />
uğratan, sadece Lübnan’ın değil bütün<br />
Müslümanların kalbinde taht kuran Hizbullah<br />
savaşçıları, İran dini lideri Ali Hamaney’in<br />
bütün Müslümanları kaosa sürükleyecek<br />
olan Şii Hilal teorisine hizmet etmek için<br />
Suriye’de Müslüman öldürmeye gittiler… Ki<br />
Ali Hamaney’in Şii Hilal teorisi başta Haşimi<br />
Rafsancani olmak üzere Cumhurbaşkanı<br />
Ruhani ve darbe ile görevinden edilen Musavi<br />
tarafından kabul edilen bir tez değil ve tehlikeli<br />
bulunmaktadır.<br />
Belki de İran’ın Amerika Birleşik Devletleri<br />
ile aralarında varılan mutabakatın önemli bir<br />
maddesi de Hizbullah konusu olmuş olabilir<br />
ABD’ye merak etmeyin Hizbullah bundan<br />
böyle İsrail’e musallat olmayacak bugün<br />
olduğu gibi Müslüman öldürmeye devam<br />
edecek teminatıdır.<br />
Böylece dünyadaki bütün Müslümanların göz<br />
bebeği olan Hizbullah hareketi Ali Hamaney’in<br />
politik hırslarına kurban edilmiş ve birinci<br />
dünya savaşından bu yana hep kaybeden<br />
Müslümanlar için bir imaj daha yok olmuştur.<br />
İran İsrail ve İngiltere ile iş mi tutuyor?<br />
Amerika Birleşik Devletleri Irak’ı işgal ettikten<br />
sonra El-Kaide -ki kendi ürünüdür- Irak’ta<br />
Şii sivil hedeflere sürekli intihar saldırıları<br />
düzenledi. ABD, istihbaratı ile bunu önlemedi,<br />
her zaman bu tür terör faaliyetlerini önleme<br />
gücü vardır Amerika’nın. Ayrıca Irak Amerika<br />
Birleşik Devletleri tarafından İran’a altın<br />
tepside sunulmuş hediye bir devlettir. İran<br />
da Amerika Birleşik Devletleri gibi Irak’taki<br />
bu kaos ortamının derinleşmesine göz<br />
yumdu, sürekli intihar girişimleri ile Şiilerin<br />
ya da Sünnilerin ölmesi toplumsal travmayı<br />
derinleştirdi ve devlet yönetimini elinde<br />
bulunduran Şii yönetimin Irak’ta Sünnilere her<br />
türlü baskıyı yapması ve zulmü meşrulaşmış<br />
oldu.<br />
Bugün Irak’ta Sünni köyler Şii milisler<br />
tarafından işgal ediliyor, insanlar yurtlarından<br />
sürülüyor, göç ettiriliyor ve ABD işgal<br />
ordusundan görmediği zulümleri Şii ırak<br />
ordusundan ve onlara takviye kuvvet olarak<br />
gelen bağnaz İranlı milis güçlerinden<br />
görüyorlar. İyi bir gözlemci insan hakları<br />
uzmanı, olan biteni izlese Şii milislerin<br />
uygulamalarının hiç de DEAŞ’tan geri kalır<br />
yanının olmadığını görür. Mezhebini din<br />
yerine koyan bu milisler Sünnileri yok ederken<br />
dini bir saikle de bağnazlıklarını sergiliyorlar.<br />
Kendilerini DEAŞ’ın karşısına Şİİ DEAŞ gibi<br />
konumlandırmışlar, üstelik bunlar bir devlete<br />
(İran) bağlı olarak bu cürümleri işliyorlar.<br />
Bugün sabah erken kalkan bir devlet<br />
Suriye’de ve Irak’ta Sünni Müslümanların<br />
olduğu topraklara saldırabilir, istediği<br />
kadar Müslüman öldürebiliri istediği insan<br />
hakları ihlallerini yapabilir, varil bombası<br />
hatta atom bombası bile atabilir. Eskiden<br />
15
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
Amerikan üretimi El-Kaide var diyorlardı,<br />
şimdi Batılı devletlerin ve İran’ın ortaklaşa<br />
üretmiş oldukları DEAŞ belası var. Bu bela<br />
ne menem bir şeymiş ki mazlum Müslüman<br />
Sünni topraklarını işgal etmek isteyen herkes<br />
bunu bahane edip ordusunu, milis gücünü,<br />
Hizbullah’ını PKK’sını bu mazlum milletlerin<br />
üzerine sürebiliyor.<br />
Peki DEAŞ nedir diye bir soru sorulduğunda<br />
hemen herkes Irak’taki işgal sonrası oluşan<br />
travmalar ve Irak’ın demografik yapısına atıfta<br />
bulunuyor. Amerika’nın Irak işgaline üç gün<br />
direnemeyen ırak ordusunun subaylarının<br />
DEAŞ kurulduktan sonra nasıl bir askeri<br />
dehaya dönüştüklerinden dem vurulur. Dünün<br />
korkak yenilmiş askerlerine gökten vahit<br />
gelmişçesine bir abartı söz konusu…<br />
bu konsept uğruna Müslümanlar Rusya ile<br />
yıllarca savaştı. Şimdi önümüzde yeni bir<br />
konsept var, bu karma bir konsepte benziyor,<br />
acı olan tarafı Şii Hilal kurmak için gözlerini<br />
karartmış Ali Hamaney, İsrail ve Batı bu<br />
konseptin ortaklarından gözüküyor. Bir<br />
canavar yaratıldı, şimdi Rusya dâhil bütün şer<br />
güçler Müslümanların topraklarını işgal için<br />
gelebilirler, İran da bütün Sünni toprakları<br />
işgal edebilir, çünkü Herkes DEAŞ’la savaşıyor,<br />
meşru değil mi?<br />
Bu DEAŞ belasının her bir ülkenin kendi<br />
çıkarlarını korumak adına başta İran olmak<br />
üzere İsrail ve Batılı istihbaratçıların ortaklaşa<br />
kurdukları bir istihbarat ittifakı organizasyonu<br />
olduğunu düşünen insan sayısı az değildir.<br />
DEAŞ Esad rejiminin tam da düşeceği bir<br />
noktada neşvü nema buldu ve Özgür Suriye<br />
Ordusunun bulunduğu alanlara saldırdı.<br />
Barzani’ye saldırdı, Türkiye’nin içini<br />
karıştırmak için Kobani’ye saldırdı. Dünyada<br />
kökü Selefi olan bütün İslami hareketler İsrail<br />
düşmanlığı yaparken İsrail’e tek bir kelime<br />
etmedi. Yetmemiş gibi Hamas’ı tehdit etti. Bu<br />
nasıl Selefi Sünni bir yaratık ki yeryüzünden<br />
Ehlisünnet ve vasat ümmeti ortadan kaldırmak<br />
için her türlü stratejik planı yapıyor.<br />
Afganistan savaşı dünyanın dört bir<br />
yanından mücahit devşiren bir savaştı. Yıllar<br />
sonra anladık ki bu cihat Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nin geliştirdiği bir konseptmiş ve<br />
16
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
17
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YENİ TÜRKİYE GERÇEĞİ<br />
Servet HOCAOĞULLARI<br />
Araştırmacı - Yazar<br />
İmparatorluklar parçalanırken; modernliğin<br />
tetiklediği gelenek fay hattı kırılıp, Din, Kültür<br />
ve İdeoloji hafızası silinirken; ırk üstünlüğüne<br />
dayalı ulusçu devlet milliyetçiliği moda olarak<br />
lansman yaparken; Osmanlı’nın görkemli<br />
duruşu bir “duramama” haline evrilirken;<br />
insanlık “yeni” bir insan tasavvuruna tanıklık<br />
ediyordu: Seküler, Laik, Ulusalcı ve en önemlisi<br />
“Tanrının Kader tayin edişine Müdahil Özgür<br />
İnsan” dili benimseniyordu.<br />
Dolayısıyla “Modernleşme devletlerden önce<br />
toplum dokusunu dönüştürmüştür denebilir.”.<br />
Nitekim, Osmanlı İmparatorluğundaki değişim<br />
de çok yönlü olmuş ve büyük sancılarla, ağır<br />
bedellerle yoluna devam etmek durumunda<br />
kalmıştır. Sonuçta da bir zamanlar anlam<br />
kökleri Anadolu’da yerleşik olan, hizmet dalları<br />
ise üç kıtaya yayılmış görkemli bir insanlık<br />
mirası kabul edilen Osmanlı parçalanmış<br />
ve yerine Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti<br />
kurulmuştur.<br />
Türkiye’nin kuruluş yıllarında, dünya<br />
savaşları sonrası adeta “siyasi Kıta Haritası”<br />
diyebileceğimiz “Yeni Dünya” inşa ediliyordu.<br />
Örneğin İngiliz İmparatorluğu kendi adasına<br />
çekilirken “Parlamenter” sistemde karar kılıyor<br />
ve sömürgelerini de Parlamenter sisteme<br />
mecbur ediyordu. Fransa’da sömürgelerinden<br />
çekilirken aynı sisteme karar kılıyor; ancak<br />
süreci yönetemediğini fark edince; Charles<br />
de Guella liderliğinde Başkanlık Sistemine<br />
yönelmiş ancak Yarı Başkanlık ile yetinmek<br />
durumunda kalmıştır. Almanya da Parlamenter<br />
Sistemde karar kılmıştır. Bir anlamda Avrupa<br />
siyasi kıta haritasında Parlamenter sistem<br />
hakim olmuş; Türkiye de Avrupa’nın bir<br />
parçası olma hedefiyle aynı sistem bloğuna<br />
katılmıştır.<br />
Kuşkusuz Yeni Dünya düzeninde baş<br />
aktörlüğü ABD almıştır. Birinci ve İkinci<br />
Dünya savaşlarındaki stratejisi sonuç vermiş;<br />
Dünyanın bir çok yerinde “Süper Devlet”<br />
rolünü oynamıştır. Bu rolün en baskın sahası ise<br />
Ortadoğu olmuştur. Bir anlamda Osmanlının<br />
yüzlerce yıl hakimiyetinde olan bölgede ve<br />
İslam dünyasının kalbinde olmuştur.<br />
Bu arka plan bağlamında; Türkiye, medeniyet<br />
atlasında köprü kıta, tarihsel bellek, kültürel<br />
zenginlik ve siyasî liderlik birikimine<br />
sahip bir ülkedir. Türkiye’nin, emperyal<br />
güçlerin bağışladığı ve yönettiği, dolayısıyla<br />
kökleri dışarıda olan türedi ülkeler gibi<br />
davranması, güçlere itaat etmesi ve geçmişini<br />
unutarak küresel akla ayak uydurması asla<br />
beklenmemelidir.<br />
Ancak Türkiye’nin gerçek gücü, kötü<br />
yönetimler ve dışa bağımlı öğretilmiş<br />
çaresizlikler yüzünden kullanılamamıştır.<br />
Cumhuriyetin anlamı ve öznesi olan cumhur,<br />
yani halk, bu gücü, imkânı, onuru, kurucu lider<br />
Atatürk’ün gösterdiği hedefleri ve yüksek<br />
siyaset ile değerlendirecek iktidar özlemini<br />
darbeye mahkûm yarınlardan kendisini<br />
kurtaran “AK Parti ruhu ve Yeni Türkiye<br />
18
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Vizyonu” ile giderebilmiştir.<br />
Yüksek siyasetin adresi AK Parti’nin kurucu<br />
lideri ve 12. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep<br />
Tayyip Erdoğan’ın 2023 Türkiye vizyonu, millî<br />
iradenin tarih boyunca beslendiği köklere<br />
güvenerek tekrar hizmet dallarını dünyaya<br />
yaymayı hedefleyen ve küresel her talebe<br />
“diklenmeden dik durarak” kendi tercihleri<br />
ve kararı ile cevap veren bir zihniyeti ifade<br />
etmektedir.<br />
2023’e zihniyet devrimini gerçekleştirmiş<br />
olarak ulaşmak, AK Parti’nin, millî iradenin<br />
de desteklediği en büyük hedefidir. Hedefi<br />
gerçekleştirecek olan “AK Parti ruhu” beklenen<br />
zihniyet devrimini gerçekleştirecek millî<br />
iradenin beslendiği kökleri ifade ederken,<br />
“Yeni Türkiye” zihniyet devrimi sonrası<br />
Türkiye’nin hak ettiği yeri, “Yeni Vizyon” ise<br />
dünyada oyun kurucu ve çözüm adresi olan<br />
Türkiye’nin performansını belirtmektedir.<br />
“AK Parti ruhu ve Yeni Türkiye vizyonu” ile<br />
ülkemiz 2023’e doğru yol alırken, AK Parti son<br />
on iki yılda gerçekleştirdiği projeler, zihniyet<br />
reformları ve hizmet çetelesi ile hak ettiği millî<br />
desteği 1 Kasımda tekrar almış ve millî iradeye<br />
kast eden tüm ihanetleri de yine milletten<br />
aldığı güçle yenmeyi başarmıştır.<br />
sistemine geçiş beyanı da bu özgüvene işaret<br />
etmektedir.<br />
Kuşkusuz Türkiye bu yolda önemli tuzaklarla<br />
karşılaşmıştır ve karşılaşmaya devam<br />
edecektir. Nitekim 7 Haziran seçimleri sonunda<br />
bu hedeflerden uzaklaştırılma tuzaklarının<br />
eşiğine gelmiştir. Türkiye 7 Haziranla<br />
tekrar Avrupa’ya mahkûm bir Türkiye ile<br />
Ortadoğu’dan elini-eteğini çekip içine kapanan<br />
Eski Türkiye olma eşiğine düşürülmüştür.<br />
Ancak bu eşik Cumhurun başkanı Recep Tayyip<br />
Erdoğan liderliğinin büyük tecrübesi ve bu<br />
tecrübeye güvenen ve Türkiye’nin kazandığı<br />
“yeni” olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun<br />
performansı ile aşılmıştır.<br />
Özün sözü şudur: 1 Kasım, Küresel güçlerin ve<br />
küresel endüstrinin planlarını bozmuştur. Eski<br />
Türkiye artık geride bırakılması arzulanan<br />
şartlara vurguyu değil; gerçekten artık<br />
geçmişte kalan anlayışa işaret etmektedir.<br />
Yeni Dünya Yeni Türkiye’ye alışmak zorunda.<br />
Bu alışma içinde 2023 Hedefleri ve Başkanlık<br />
Sistemi iki önemli sonuç olarak yer alacaktır.<br />
Hayırlı olsun.<br />
1 Kasım seçimlerinden sonra “2023 Hedefleri”<br />
ve “Başkanlık Sistemi” tartışmalarının sıcaklığı<br />
iki önemli pozisyona işaret etmektedir. Yeni<br />
Dünya Düzeni içinde Türkiye öznedir ve özelde<br />
başta Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki<br />
sınırlarda olan bölgeler dahil olmak üzere<br />
Dünyadaki tüm gelişmelerle ilgilidir ve aktiftir.<br />
En önemli işaret ise; Türkiye’nin Avrupa’ya<br />
mahkum bir ülke olmadığı ve küresel ölçekte<br />
aktör olarak farklı seçeneklere yönelebileceği<br />
özgüvenine sahip bir irade sahibi olduğudur.<br />
Nitekim Parlamenter sistemden Başkanlık<br />
19
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
SİYASAL İLETİŞİM 2.0<br />
Mustafa BOSTANCI, Dr.<br />
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />
Üzerinde birçok tanım yapılan iletişim, bireyin<br />
anne karnına düştüğü andan itibaren başlayan,<br />
hayatta varolabilme gayretini sürdürmesiyle<br />
devam eden bir süreçtir. Sosyal bireyin<br />
kendisine ve dışındaki dünyaya kendini ifade<br />
edebilme ve sosyalleşme ihtiyacının önemi,<br />
iletişimi insan ilişkilerinde üzerinde ciddiyetle<br />
durulması gereken bir yere getirmiştir.<br />
Yaşamını sosyal olarak sürdürmek isteyen<br />
birey için iletişim, yemek, içmek, nefes almak<br />
kadar gerekli bir ihtiyacı ifade etmektedir.<br />
Bireylerin iletişim ihtiyacı, günümüzde çok<br />
çeşitli yöntem ve tekniklerle gerçekleşmekte,<br />
kitle iletişim araçlarının çeşitliliği artmaktadır.<br />
Gazete, televizyon, radyo gibi geleneksel<br />
iletişim araçlarını yanı sıra, internet ve sosyal<br />
medya gelişmesi kitlelere anında ulaşabilme,<br />
çoklu ortam, kolay depolama ve arşivleme<br />
ve bunların yanında sayılabilecek birçok<br />
özellikleri itibariyle daha cazip iletişim<br />
imkanları sunmaktadır. İnternetin iletişim<br />
için kullanımı hızla yaygınlaşmakta, küçük<br />
cihazlarla cebimize kadar gelen internet<br />
teknolojisi beraberinde gündelik pratiklerimizi<br />
de değiştirmektedir. İnternet çağında dünyaya<br />
gelen ve gazete, radyo, televizyon gibi<br />
geleneksel yayın mecralarına ilgi göstermeyen<br />
yeni neslin de internetin öneminin artmasında<br />
önemli katkısı olmaktadır.<br />
Hayatımızdaki yeri ve önemi her geçen<br />
gün biraz daha artan sosyal medya, gelişen<br />
internet teknolojisinin de etkisiyle sosyal<br />
bireyin vazgeçilmez gündelik pratiklerinden<br />
biri haline gelmektedir. Bireyin sosyal<br />
medyayla olan bu yakın ilişkisi medyadan<br />
pazarlamaya, futboldan siyasete kadar birçok<br />
alanı doğrudan etkilemektedir. Tüketici<br />
isteklerini öğrenmek, seçmene doğrudan<br />
ulaşmak, talep ve arzuları dinlemek sosyal<br />
medya ile daha kolay hale gelmektedir. Artık<br />
medya, işletmeler, pazarlamacılar, siyasetçiler<br />
ve diğer bir çok organizasyon sosyal medyanın<br />
potansiyelinin farkındadır. Sosyal medyada<br />
müşteriler ürünü, hizmeti ve markayı,<br />
çalışanlar yöneticileri, seçmenler lideri ve<br />
parti politikalarını konuşmakta, tartışmakta ve<br />
bütün bu konuşmalar, beğeniler ve paylaşımlar<br />
önemli bir veri bankası haline gelmektedir.<br />
Ürününü ve işletme imajını pazarlamak<br />
isteyen firma için sosyal medya ne kadar<br />
önemli ise parti politikalarını ve adaylarını<br />
seçmenlere tanıtmak isteyen partiler için de o<br />
kadar önemli olmaktadır.<br />
Geleneksel medyayı siyasal iletişim aracı<br />
olarak yoğun bir şekilde kullanan siyasal<br />
partiler sosyal medyanın kısa zaman diliminde<br />
ulaştığı bu başarıyı ve her an sosyal medyada<br />
bir araya gelen kitleleri gözardı edemez hale<br />
gelmişlerdir. İlk önemli örnekleri Amerikan<br />
başkanlık seçiminde gözlemlenen sosyal<br />
medya’nın siyasal iletişim sürecinde etkin<br />
kullanımı zamanla diğer Avrupa ülkelerine<br />
de örnek teşkil etmiştir. Ortadoğu’da yaşanan<br />
Arap Baharı hareketlerinin taşıyıcı öğesi<br />
ise yine sosyal medya olmuştur. Ülkemizde<br />
yaşanan “Gezi Olayları” yine siyasal<br />
20
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
iletişimin sosyal hayata yansıması olarak<br />
göze çarpmakta ve sosyal medya merkezli<br />
bir örgütlenme biçiminin örneklerinden biri<br />
olarak değerlendirilmektedir.<br />
Siyasal İletişim<br />
Siyasal iletişim; hedef kitle, kitle iletişim<br />
araçları ve siyasal aktörler olmak üzere<br />
üç temel unsurdan oluşmaktadır. Siyasal<br />
iletişimin aktörleri; devlet başkanı, hükümet,<br />
siyasal partiler, yerel yönetimler, sivil toplum<br />
örgütleri, baskı grupları, sivil itaatsizlik,<br />
lobicilik faaliyetleri ve terör gruplarıdır.<br />
İletişim sürecindeki mesajları gönderen<br />
“Kaynak” rolünü siyasal iletişimde “Siyasal<br />
Aktörler” icra etmektedir. Siyasal aktörlerin<br />
gerek kendileri gerekse danışmanları<br />
tarafından kitle iletişim araçları kullanılmakta<br />
ve hedef kitleye mesajlar gönderilmektedir.<br />
Parti içi demokrasinin geliştiği ve işlediği<br />
siyasi örgütlerde hedef kitleye temas eden<br />
aktör ve mesaj sayısı artış göstermektedir.<br />
Her iki kelime de “politik” ve “iletişim”,<br />
özellikle bu sürecin ana aktörleri olan hükümet<br />
(politik elitler), kitle iletişim araçları (medya<br />
çalışanları) ve toplum (vatandaşlar, seçmenler,<br />
medya tüketicileri) arasında ne olup bittiğine<br />
dikkat çekmektedir. Her siyasal iletişim<br />
aktörünün kendi çıkarları vardır. Siyasal<br />
iletişim aktörleri amaçlarına sadece diğer<br />
aktörlerle doğru ilişkiler geliştirebildikleri<br />
takdirde ulaşabilmektedir.<br />
Siyasal iletişim, siyasete konu olan her türlü<br />
bilgiyi içerebilen siyasal mesajın, siyasi aktörler,<br />
seçmenler ve diğer organizasyonlar arasında<br />
dolaşımını konu olan bir iletişim sürecidir. Bu<br />
süreçte çok fazla etkili olan araçlar adeta birer<br />
siyasal iletişim aktörü haline gelebilmektedir.<br />
Yakın geçmişten bu yana siyasal iletişimin etkili<br />
aracı geleneksel medya iken, şimdi bir başka<br />
güçlü siyasal iletişim aracı olarak internet ve<br />
sosyal medyadan bahsedilmektedir.<br />
Blumler ve Kavanagh, siyasal iletişimin II.<br />
Dünya Savaşı sonrasında peş peşe üç önemli<br />
aşamadan geçtiğini savunmaktadır:<br />
1. Aşama: II. Dünya Savaşı’ndan sonraki<br />
ilk yirmi yıl “partilerin altın çağı” olarak<br />
adlandırılmış ve bu süreçte parti kimliği ön<br />
plana çıkmıştır.<br />
2. Aşama: 1960’larda sınırlı kanallara sahip<br />
ülke televizyonlarının siyasal iletişimde baskın<br />
olduğu ve seçmenlerin parti sadakatinin<br />
gevşediği bir dönem yaşanmıştır.<br />
3. Aşama: Medya araçlarının çoğaldığı ve<br />
her an her yerden medyaya erişilebilen bir<br />
dönem olarak ifade edilmektedir. Siyasi<br />
haber, bilgi ve fikirler kitle iletişim araçlarının<br />
ötesinde bilgisayarlar aracılığıyla da dolaşıma<br />
sokulmuştur.<br />
Blumler ve Kavanagh’ın dikkat çektiği<br />
üç aşamaya ek olarak, siyasal iletişimin<br />
içerisinde bulunduğu aşama medyanın da<br />
ötesinde internet ve sosyal medya araçlarının<br />
yoğunlukla kullanıldığı yeni bir dönem<br />
olarak değerlendirilebilmektedir. Geleneksel<br />
medyanın tek başına yeterli olmadığı, internet<br />
teknolojisi ile birlikte sosyal medya araçlarının<br />
da siyasal mesajın dolaşımında aktif olarak<br />
kullanıldığı bu yeni dönem, siyasal iletişim<br />
sürecine çeşitli fırsatlar ve tehditleri bir arada<br />
getirmektedir.<br />
Siyasal iletişim hedef kitlenin ülke sınırları<br />
içerisinde olması durumunda içe yönelik<br />
siyasal iletişim, ülke sınırlarını aşması<br />
ve uluslararası bir boyuta sahip olması<br />
durumunda ise uluslararası siyasal iletişim<br />
olarak adlandırılmaktadır. Siyasi aktörler<br />
21
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
mesajlarının ulaşmasını istedikleri hedef<br />
kitleye göre her ikisini de zaman zaman<br />
tercih etmektedir. Siyasal iletişim süreci<br />
kullanılan araç ve yöntemlerin etkisiyle<br />
hedeflenen başarıya daha etkili bir şekilde<br />
ulaşabilmektedir. Siyasal iletişim, siyasal<br />
halkla ilişkiler, siyasal reklamcılık, siyasal<br />
propaganda ve siyasal pazarlama olmak üzere<br />
dört yöntemi kullanmaktadır.<br />
Siyasal iletişimin doğrudan ilişkiye sahip<br />
olduğu bilim siyaset olmakla birlikte, siyasal<br />
iletişim süreçlerinin demokrasinin kurallarına<br />
uygun bir şekilde sürdürülebilmesi, siyasal<br />
iletişimin bir çok bilimle olan ilişkisine bağlı<br />
olmaktadır. Siyasal iletişim, bireyin karar<br />
verme süreçleri, tutum, algı, davranış itibariyle<br />
psikoloji, toplum yapısının incelenmesi,<br />
kültür ve siyasallaşma süreçleri itibariyle<br />
sosyoloji, geçmiş dönem olgularının önemi<br />
itibariyle tarih, kanunlara uygunluk ve etik<br />
açıdan deontolojiye uygunluk itibariyle hukuk,<br />
toplum içerisindeki bireyin ikna edilmesi<br />
itibariyle sosyal psikoloji, iptidai dayanakların<br />
değerlendirilmesi itibariyle antropoloji gibi<br />
bilim dallarına sık sık başvurmaktadır .<br />
Sosyal Medya<br />
Yazının bulunmasıyla başlayan iletişim biçim ve<br />
araçlarının tarih içerisindeki gelişimi, internet<br />
ve sosyal medyaya kadar uzanmaktadır. En<br />
temel ihtiyaçlardan biri olan iletişimi daha<br />
etkili ve daha kolay gerçekleştirmek için çok<br />
çeşitli icatlar geliştirilmiştir. Gerek kişiler<br />
arası iletişimin, gerekse kitle iletişiminin<br />
gerçekleştirilmesinde bu icatlar ve gelişmeler<br />
adeta insanlar arasındaki mesafeleri ortadan<br />
kaldırmaktadır. Geleneksel medyanın<br />
ardından yeni bir iletişim çağına işaret eden<br />
yeni medya gelişmesi yaşanmaktadır. Her<br />
biri bulundukları dönemin son teknolojisi<br />
olarak kabul edilen iletişim araçlarının<br />
geldiği son noktada adından sıkça söz ettiren<br />
gelişme ise sosyal medyadır. Sosyal medyaya<br />
zemin hazırlayan gelişmelerin başında<br />
internetin yapısında yaşanan değişimlerin<br />
önemi büyüktür. İnternetin ilk ortaya çıktığı<br />
yapı kullanıcıların da etkisiyle değişimler<br />
geçirmiştir. Bu değişimler Web 1.0, Web 2.0,<br />
Web 3.0 şeklinde adlandırılmaktadır.<br />
Web 1.0, internetin ortaya çıkmasından Web<br />
2.0’a kadar olan dönemi ifade etmektedir.<br />
İnternet sitelerini ziyaret etmek, fotoğraflara<br />
bakmak, mail atmak, sohbet etmek bu dönemin<br />
temel internet kullanım çeşitlerindendir.<br />
Bu dönemde internet kullanıcıları daha çok<br />
tüketici konumundadırlar. İçerik üretebilmek<br />
için teknik birtakım becerilere sahip olmak ve<br />
internet yayıncılığı konusunda uzman olmak<br />
gerekmektedir. Düşünceleri bir internet<br />
sitesinde ifade etmek, çekilen fotoğraf ve<br />
videoları yayınlamak ve bütün bunları görsel<br />
olarak zengin kılacak tasarımlar yapmak,<br />
ancak bu konuda yoğun bir eğitimin sonrasında<br />
yapılabilmektedir. Web 2.0 çoğunluğu tüketici<br />
olan internet kullanıcılarına üreticilik<br />
rolü de katmıştır. Bu dönemde kullanıcılar<br />
uzmanlık bilgisi gerekmeksizin internette<br />
içerikler yayınlayabilmektedirler. İçerik<br />
üretebilecek gerekli donanıma sahip olan<br />
herkes Web 2.0 döneminin sunduğu imkanları<br />
kullanarak internet üzerinden paylaşımda<br />
bulunabilmektedir. Bu gelişmeyle birlikte<br />
internet kullanıcılarının birkaç internet sitesi<br />
ve arama motoruyla sınırlı bilgiye ulaşma<br />
deneyimi yerini adeta sınırsız olarak kabul<br />
edilen bir bilgi kaynağına bırakmaktadır.<br />
Anlamsal ağ olarak tanımlanan Web 3.0<br />
üzerinde ise çalışmalar halen devam<br />
etmektedir.<br />
Sosyal medya, kullanıcılara;<br />
1. Sınırlı bir sistem içinde açık veya yarı açık<br />
profiller oluşturma,<br />
22
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
2. Diğer kullanıcıların listesini oluşturma ve<br />
paylaşımda bulunma,<br />
3. Bağlantılı olduğu kullanıcıların ve diğer<br />
kullanıcıların hareketlerini listeleme<br />
izni veren ağ tabanlı hizmetler olarak<br />
tanımlanmakta ve bu özelliklerin siteden siteye<br />
değişiklikler gösterebileceği belirtilmektedir.<br />
Medya sektöründe oyunun kurallarını<br />
değiştirdiği düşünülen sosyal medya, biçimsel<br />
olarak hem kendi yeteneklerini hem de<br />
medya üretici ve tüketicilerinin alışılagelmiş<br />
pratiklerini değiştirmeye devam etmektedir.<br />
Her yeni gün bu alanda yeni bir sosyal medya<br />
aracını hayatımıza sokmaktadır. Youtube<br />
yayın içeriğine kullanıcıların karar verdiği<br />
geniş bir televizyon ağına, blog ortamları köşe<br />
yazarlarının kişisel gazetelerine, Twitter ise<br />
tüm dünyadan son dakika gelişmelerinin takip<br />
edilebileceği bir haber ajansına dönüşmüştür.<br />
Sosyal medya yüzlerce aracı ifade eden bir çatı<br />
kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Sayıları<br />
her geçen gün artan sosyal medya araçlarını<br />
daha iyi anlayabilmek için bir sınıflandırma<br />
yapmak gerekmektedir. Hem aynı işleve sahip<br />
araçları bir arada değerlendirmek, hem de<br />
anlam kargaşasını ortadan kaldırmak için<br />
sosyal medya araçları kullanım amacı ve<br />
içerik türleri itibariyle sınıflandırılmaktadır.<br />
Kullanım amacı ve içerik türünden hareketle<br />
sosyal medya araçlarını bloglar, mikrobloglar,<br />
wikiler, sosyal ağlar, video paylaşım ağları,<br />
fotoğraf paylaşım ağları, ses ve müzik paylaşım<br />
ağları, lokasyon tabanlı araçlar, sosyal<br />
işaretleme ağları ve sanal dünyalar şeklinde<br />
sıralanabilmektedir.<br />
Sosyal Medya ve Siyaset<br />
Naci Bostancı’ya göre, “tüm bakanlıklarda,<br />
devlet dairelerinde yüksek düzey yöneticilerin,<br />
özel sektördeki karar vericilerin sabah ilk<br />
olarak medya tarama özetlerini okumaları, bu<br />
sanal dünyanın tartışılmaz güç göstergesidir”<br />
Buradan hareketle yüksek düzeydeki<br />
yöneticilerin ve karar vericilerin geleneksel<br />
medyadan daha fazla, güne başlarken, gün<br />
içinde hatta gecenin ilerleyen saatlerinde<br />
sosyal medya mecralarındaki gündemi takip<br />
etmeleri, hatta bu iş için danışmanlarını<br />
görevlendirmeleri, olan bitenden anında<br />
haberdar olma gayretleri sosyal medyanın<br />
önemli bir iletişim kanalı olduğunun<br />
göstergesidir. Özellikle genç seçmenlerin<br />
zamanlarının büyük bir bölümünü sosyal<br />
medyada geçirdikleri bilinmektedir. Sosyal<br />
medya araçları tarafından paylaşılan ve<br />
üyelerin yaş dağılımını gösteren veriler genç<br />
yetişkin grubuna giren üyelerin diğer yaş<br />
gruplarına oranla sosyal medyada daha fazla<br />
olduğunu göstermektedir. Genç yetişkin<br />
seçmene ulaşmak, iletişim kurmak ve ikna<br />
etmek isteyen siyasetçiler için sosyal medya<br />
araçları etkili birer siyasal iletişim kanalına<br />
dönüşmektedir.<br />
Sosyal medya ve siyaset ilişkisi, akademik<br />
çalışmalarda (henüz yeni değiniliyor olsa da)<br />
çok yakın bir geçmişe sahip değildir. Siyaset<br />
ve sosyal medyayı birlikte sıkça anmamızı<br />
sağlayan ve dünyanın gündemini meşgul<br />
eden birtakım gelişmelerin etkisiyle sosyal<br />
medya en az geleneksel medya kadar siyaset<br />
konulu iletişimin gerçekleştirildiği ve yeniden<br />
üretildiği bir ortama dönüşmektedir. Sosyal<br />
medya ve siyaseti yakından ilgilendiren<br />
olayların sayısı artmakla beraber bu ilişkiyi<br />
daha iyi açıklayabilmek için dört önemli<br />
gelişmeye değinmek gerekmektedir.<br />
Bu dört önemli gelişmeden ilki, ABD başkanı<br />
Barack Obama’nın sosyal medya odaklı<br />
yürüttüğü “medya gösterisi” adı verilen seçim<br />
kampanyasıdır. Amerika Başkanlık Seçimleri’ne<br />
bakıldığında General Eisenhower’ın radyoyu<br />
23
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
kullanarak seçim kazanmış ilk başkan olduğu,<br />
John F. Kennedy’nin ise televizyonu kullanarak<br />
başkanlık seçimlerini kazanan ilk başkan<br />
olduğu bilinmektedir. Barack Obama’nın ise<br />
dijital teknolojileri kullanarak ve interneti<br />
arkasına alarak özellikle sanal sosyal<br />
ağları adeta fethedercesine seçim stratejisi<br />
oluşturması, ona internet ortamı aracılığıyla<br />
seçim kazanmış ilk başkan olma sıfatını<br />
kazandırmaktadır.<br />
İkinci önemli gelişme ise Wikileaks olayıdır.<br />
28 Kasım 2010 tarihinde, Wikileaks.org<br />
üzerinden yayınlanan 294 belge dünya<br />
diplomasisinde deprem yaratırken, olayın<br />
bir güvenlik zafiyeti, sanal istihbarat olup<br />
olmadığı, siteye erişim engeli, bilgi toplama<br />
ve sızdırma gibi konular tartışılır hale<br />
gelmektedir. Diplomatik etkilerin yanı sıra<br />
Wikileaks, bilginin demokratikleşmesi ve artık<br />
hiçbir bilginin gizli kalmayacağının göstergesi<br />
olarak değerlendirilmektedir. Yaşanan olayın<br />
saydam ve hesap verebilir yönetimlerin<br />
yerleşmesini sağlayabileceğine, internet<br />
altyapısına sahip gazetecilik ile ulusal, resmi<br />
ve parasal duvarların yerle bir olabileceğine<br />
dikkat çekilmektedir.<br />
Üçüncüsü, “Twitter Baharı” olarak da<br />
adlandırılan Arap Baharı olaylarıdır. Arap<br />
Baharı hareketlerinin yönetilmesi ve halkların<br />
organize edilmesinde bilişim teknolojileri,<br />
cep telefonu, internet ve sosyal medya<br />
paylaşımlarının etkili olduğu görülmüştür.<br />
Özellikle baskılı bir yönetimi tercih eden<br />
rejimlerin korkulu rüyası haline gelen sosyal<br />
medya sayesinde pek çok insan yaşanan hak<br />
ihlallerini tüm dünyaya servis edebilmiş<br />
ve bu toplumsal hareketlerin yaşandığı<br />
ülkelerde en önemli enstrümanlardan biri<br />
olarak değerlendirilmiştir. Hatta Arap Baharı<br />
sürecinde yaşananlar sosyal medya aracılığıyla<br />
tüm dünyaya servis edilmiş ve kimi diktatörler<br />
koltuklarını bırakmak zorunda kalırken,<br />
kimileri ise demokratik hakların geliştirilmesi<br />
konusunda taahhütlerde bulunmak<br />
durumunda kalmışlardır.<br />
Dördüncü önemli gelişme ise ülkemizde<br />
yaşanan Gezi Parkı Olayları’dır. Gezi Parkı<br />
Olayları, sosyal medyanın siyasal hayata<br />
yansıması açısından önemli bir gelişme<br />
olarak değerlendirilmektedir. Gençlerin<br />
boş vakitlerini geçirdikleri bir mecra olarak<br />
görülen sosyal medya, Gezi Parkı Olayları ile<br />
birlikte protestocuların kendi aralarındaki<br />
iletişim ve örgütlenmelerini sağlayan,<br />
siyasetin gündemini etkileyen etkili bir<br />
iletişim aracına dönüşmüştür. Gündemle<br />
ilgili talep ve tepkilerin paylaşıldığı bu<br />
mecra bilgi paylaşımını kolaylaştırdığı kadar<br />
dezenformasyonu da beraberinde getirmiştir.<br />
Yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından<br />
gerçekleştirilen çeşitli çalışmalarda, olaylar<br />
sırasında Twitter kullanıcı sayıları ve atılan<br />
tweetlerdeki artışlarla ilgili verilen bilgiler<br />
değerlendirilirken, dezenformasyon amaçlı<br />
oluşturulan sahte hesaplar ve tweetler dikkate<br />
alınmamaktadır. Oysa ki kitleleri yönlendirmek<br />
ve sokaklara dökmek isteyen birtakım güç<br />
odakları bu amaçlarına ulaşmak için de<br />
sosyal medyayı kullanmaktadırlar. Özellikle<br />
Gezi Parkı Olayları sırasında çok fazla bilgi<br />
kirliliği yaşanmıştır. Başka birtakım olaylara<br />
ait görseller, görüntüler ve bilgiler Gezi Parkı<br />
Olayları’na ait olduğu iddiasıyla paylaşılmış ve<br />
insanlar yönlendirilmeye çalışılmıştır.<br />
2008 ve 2012 yıllarından gerçekleştirilen<br />
Amerikan başkanlık seçimleri, Wikileaks,<br />
Arap Baharı ve ülkemizde yaşanan Gezi<br />
Parkı Olayları başta olmak üzere irili ufaklı<br />
gelişmeler sosyal medyanın siyasal iletişim<br />
için etkili bir araç olarak kullanabileceğine<br />
dair pratikler sunmaktadır. Sosyal medyayı<br />
öncelikli iletişim kanalı olarak kullanan bu<br />
24
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
gelişmeler sosyal hayatı ve siyaseti güçlü bir<br />
şekilde etkilemekte ve yansımaları devam<br />
etmektedir.<br />
Siyasal iletişim faaliyetlerinin sosyal medya<br />
aracılığıyla gerçekleştirilmesinin siyasal<br />
iletişime getirdiği düşünülen değişiklikler<br />
“Siyasal İletişim 2.0” olarak adlandırılmış<br />
ve Tablo 1’de bu yenilikler açıklanmaya<br />
çalışılmıştır.<br />
Tablo 1: Siyasal İletişim ve Siyasal İletişim<br />
2.0 Karşılaştırma Tablosu<br />
Özellik<br />
İletişim Aracı<br />
İletişim Türü<br />
İletişim Şekli<br />
Siyasal<br />
İletişim<br />
Geleneksel<br />
Medya<br />
Kitle iletişimi<br />
Propaganda<br />
Tek yönlü<br />
İletişim<br />
Siyasal<br />
İletişim 2.0<br />
Sosyal Medya<br />
Hem Kitle<br />
Kletişimi<br />
Hem Kişilerarası<br />
İletişim<br />
İki yönlü<br />
İletişim<br />
Diyalog<br />
Monolog<br />
Mesaj<br />
Kitlesel<br />
Hem Kitlesel<br />
Hem Bireysel<br />
Geri Bildirim Düşük Yüksek<br />
İletişim Maliyeti Yüksek Düşük<br />
İletişim Aracı: Siyasal iletişim için geleneksel<br />
medya araçları televizyon, gazete ve radyo<br />
stratejik bir öneme sahipken, siyasal iletişim<br />
2.0 için sosyal medya araçları Facebook,<br />
Twitter, Linkedin vb. ortamlar olarak ön plana<br />
çıkmaktadır.<br />
İletişim Türü: Siyasal iletişim kitle iletişimini<br />
daha sık kullanırken, siyasal iletişim 2.0 kitle<br />
iletişiminin yanında kişilerarası iletişimi<br />
tercih etmektedir.<br />
İletişim Şekli: Siyasal iletişim’de<br />
propaganda, tek yönlü iletişim ve monolog<br />
yaygın kullanılırken, siyasal iletişim 2.0’de<br />
iki yönlü iletişim ve diyalog daha yaygın<br />
kullanılmaktadır.<br />
Mesaj: Mesaj siyasal iletişimde genelde<br />
kitleleri hedef alırken, siyasal iletişim 2.0<br />
mesajı kitlelere, gruplara ve bireylere göre<br />
şekillendirebilme imkanı sunmaktadır.<br />
Geri Bildirim: Siyasal iletişim’de geri bildirim<br />
seviyesi ve imkanı düşükken, siyasal iletişim<br />
2.0 geri bildirim kolaylığı sağlamakta ve geri<br />
bildirim seviyesi yüksek olmaktadır.<br />
İletişim Maliyeti: Siyasal iletişimde kampanya<br />
ve tanıtım maliyetleri yüksek iken, siyasal<br />
iletişim 2.0 maliyeti daha düşük hatta ücretsiz<br />
kampanya çözümleri sunmaktadır.<br />
Sosyal medya dijital kampanyaların en hızlı<br />
ilerleyen ayağı konumundadır. Sadece birtakım<br />
anahtar sözcüklerin bulunabileceği bir<br />
platform olmaktan öte diyaloglar, dolayısıyla<br />
insanlar yani seçmenler hakkında değerli<br />
bilgiler sunmaktadır. Bu sayede siyasi davranış<br />
haritalarının bile oluşturulabileceği bir aygıt<br />
olarak kullanılabilmektedir. Başarılı bir siyaset<br />
iletişimcisinin sosyal medyada sadece nelerin<br />
olup bittiğini değil, olayların arkasındaki<br />
temel nedenleri, bu durumlar karşısında nasıl<br />
hareket edilmesi ve hangi mesajın kime, ne<br />
zaman, hangi sıklıkta verilmesi gerektiğini<br />
anlaması gerekmektedir.<br />
Sonuç ve Öneriler<br />
Geleneksel medya tüm dünyada ve Türkiye’de<br />
uzunca bir dönemin etkili iletişim aracı<br />
olmuştur. Halen etkisini devam ettirse de,<br />
yeni nesil için artık bir başka popüler iletişim<br />
aracından bahsetmek gerekmektedir. Kullanım<br />
25
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
pratikleri itibariyle bakıldığında da gençlerin<br />
artık çok fazla televizyon izlemedikleri, gazete<br />
okumadıkları ve genel olarak geleneksel<br />
medyaya ilgi göstermedikleri görülmektedir.<br />
Gündelik pratiklerden hareketle de gençler<br />
genellikle bilgisayar veya cep telefonuyla<br />
ilgilenirken, orta yaş ve üzerindeki bireyler<br />
ise televizyon karşısında veya gazete okurken<br />
görülmektedir.<br />
Teknoloji ve sunduğu imkanların sosyal bireyin<br />
yaşam biçimine getirdiği köklü değişimlerden<br />
siyasal iletişim de etkilenmektedir. Bir<br />
siyasetçiye destek vermenin en somut ifadesi<br />
oy vermektir. Bunun yanı sıra mitinglere<br />
katılmak, onu alkışlamak, evinin balkonuna<br />
partisinin bayrağını asmak, aracının camlarına<br />
partisinin bayrağını ve liderinin fotoğraflarını<br />
yapıştırmak halen özellikle seçim dönemlerinde<br />
başvurulan destek yöntemlerindendir.<br />
Sosyal medyanın yaygınlaşması ile birlikte<br />
siyasetçiyi desteklemenin farklı ve yeni<br />
biçimleriyle karşılaşılmaktadır. Seçmen,<br />
partinin veya adayın Facebook’taki sayfasını<br />
beğenerek, attığı tweeti retweet ederek,<br />
gönderisini yorumlayarak ve paylaşarak,<br />
yeni ve alışılmadık davranışlarla desteğini<br />
göstermektedir. Bir siyasetçiyle selamlaşmak,<br />
elini sıkmak gibi seçmene heyecan verici<br />
deneyimlerin yerini siyasetçiyle internet<br />
üzerinden diyalog kurmak almaktadır.<br />
Sosyal medya siyasetçi ve seçmen arasındaki<br />
siyasal iletişimle birlikte siyasetçilerin<br />
kendi aralarındaki siyasal iletişim kurma<br />
pratiklerini de etkilemiş ve değişimler<br />
meydana getirmiştir. Siyasi partiler arası<br />
tartışmaya dönüşen konular meclisteki kadar<br />
sosyal medyada konuşulmakta, geleneksel<br />
medyaya açıklama yapmayan siyasi aktörlerin<br />
sosyal medya üzerinden birbirlerine verdikleri<br />
cevaplar geleneksel medya içeriklerinin<br />
konusunu belirlemektedir. Kimi zaman bir<br />
siyasetçi tarafından atılan tek bir tweet bile<br />
televizyonda yayınlanan bir programda<br />
saatlerce tartışma konusu olabilmektedir.<br />
Sosyal medya, siyasetçiler ve seçmenler<br />
nezdinde önemli bir siyasal iletişim aracı<br />
vazifesi görmektedir. Siyasi partiler diğer<br />
iletişim mecralarını da sosyal medya ile uyumlu<br />
hale getirmeye çalışmaktadır. Geleneksel<br />
medya üzerinden gerçekleştirilemeyen<br />
etkileşim, sosyal medyada siyasi aktörleri<br />
ve seçmenleri bir araya getirmektedir.<br />
Geleneksel medyanın siyasal iletişim için<br />
yapamadığını teknik yapısı itibariyle sosyal<br />
medya gerçekleştirmektedir. Bu denli önemli<br />
bir siyasal iletişim aracı olan sosyal medyaya<br />
siyasi aktörler gerekli ilgiyi göstermelidir.<br />
Özellikle seçim kampanyalarında sosyal medya<br />
stratejileri geliştirilmeli ve profesyonel destek<br />
alınmalıdır. Bilinçsiz bir sosyal medya kullanımı<br />
telafisi zor sonuçlar doğurabilmektedir. Doğru<br />
stratejiler uygulandığında sosyal medya önemli<br />
avantajlar sağlayabilmektedir. Siyasal iletişim<br />
çalışmalarının sadece sosyal medya üzerinden<br />
yürütülmesi yeterli olmamakta, ancak sosyal<br />
medya diğer iletişim enstrümanlarıyla birlikte<br />
kullanıldığında avantajlar sağlamaktadır.<br />
Sosyal medyayı aktif olarak kullanmak ve daha<br />
güçlü iletişim kurmak isteyen siyasi aktörlere<br />
birtakım önerilerde bulunmanın faydalı<br />
olacağı düşünülmektedir.<br />
• Öncelikle siyasi aktörlerin sosyal medyanın<br />
önemine inanmaları gerekmektedir. Siyasi<br />
aktörlerin bu mecralara kayıtsız kalmamaları<br />
siyasal iletişim ve kampanya çalışmaları<br />
planlarken sosyal medyayı da unutmamaları<br />
faydalı olacaktır.<br />
• Siyasi partiler ve adaylara ait kurumsal<br />
web sitelerinin yeni teknolojilere ve sosyal<br />
medyaya uyumlu hale getirilmesi önemlidir.<br />
Web siteleri farklı çözünürlüklere uyumlu hale<br />
26
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
getirilmeli ve mobil sürüme sahip olmalıdır.<br />
• Web sitelerinden resmi sosyal medya<br />
hesaplarına bağlantı verilmesi, siyasi aktörlere<br />
ait resmi sosyal medya hesaplarının diğer<br />
sahte hesaplardan ayırt edilmesine yardımcı<br />
olmaktadır.<br />
• Paylaşılan içeriklerin daha geniş bir kitleye<br />
ulaştırılabilmesi açısından, partiye ve siyasi<br />
aktörlere ait web sitelerinde “sosyal medyada<br />
paylaş” butonlarına yer verilmelidir.<br />
• Gençler, kendileriyle aynı dili kullanan, aynı<br />
şeylere ilgi gösteren kişilerle daha iyi iletişim<br />
kurmaktadır. Sosyal medyanın diline hakim<br />
siyasi aktörlerin oradaki kitlelere daha kolay<br />
ve etkili ulaşabileceği düşünülmektedir.<br />
• Sosyal medyada takipçi sayısı tek başına<br />
yeterli değildir. Siyasi aktörlerin takipçi<br />
sayısına takılıp kalmamaları, beğeni, yorum,<br />
paylaşım, mention, retweet gibi etkileşimi<br />
meydana getiren göstergeleri önemsemeleri ve<br />
bunları artırmaya çalışmaları gerekmektedir.<br />
• Sessiz kalmamalı fakat mesaj<br />
bombardımanından da kaçınılmalıdır.<br />
Siyasi aktörlerin her şeyi paylaşmak yerine<br />
seçici davranarak paylaşımda bulunmaları,<br />
paylaşımlarını belirli bir plan ve program<br />
dahilinde gerçekleştirmeleri gerekmektedir.<br />
• Siyasi partiler bünyelerinde sosyal medya<br />
uzmanlarına yer vermelidir. Partiye ait<br />
sosyal medya hesaplarının yönetilmesi ve<br />
yeni trendler göz önünde bulundurularak<br />
etkili paylaşımların yapılması için uzmanlar<br />
istihdam etmek gerekmektedir.<br />
• Siyasi aktörlerin basın danışmanları<br />
sosyal medya konusunda eğitilmelidir. Basın<br />
danışmanlarından beklenti medya kadar<br />
sosyal medyaya da hakim olmalarıdır.<br />
• Kullanıcıları cevapsız bırakmamak gerekir.<br />
Geleneksel tek taraflı mesaj bombardımanı<br />
sosyal medya kullanıcıları tarafından olumlu<br />
karşılanmamakta, cevap veren ve etkileşim<br />
kuran siyasi aktörler ilgi görmektedir.<br />
• Paylaşımlarda içerik tipi önemlidir. Farklı<br />
sosyal medya araçlarında farklı içerik tipleri<br />
ön plana çıkmakla beraber, uzun yazılardan<br />
kaçınılması ve paylaşımların fotoğrafla<br />
desteklenmesi tavsiye edilmektedir. Uzun<br />
videolar yerine de kullanıcıyı sıkmayan kısa<br />
videoların tercih edilmesi etkili olacaktır.<br />
• Paylaşımlarda zamanlama önemlidir. Etkili<br />
zaman dilimlerinin öğrenilmesi ve uygun<br />
zamanlarda paylaşım yapılması, siyasi aktörler<br />
için daha çok etkileşim almayı sağlayacaktır.<br />
• Sosyal medya araçlarında hesap açan siyasi<br />
aktörlerin benzer kullanıcı adlarını tercih<br />
etmelerinde fayda var. Sosyal medya hesapları<br />
için tercih edilen hesap adları kısa ve akılda<br />
kalıcı olmalıdır.<br />
• Sosyal medyada sadece profil hesabı açmak<br />
yeterli olmamaktadır. Siyasi aktörler açacakları<br />
Facebook beğeni sayfası, Facebook grubu ve<br />
Youtube kanalı gibi servislerle siyasal iletişim<br />
çalışmalarını güçlendirebilirler.<br />
• Sosyal medya dinamik bir yapıya sahiptir.<br />
Siyasi aktörlerin de sosyal medya hesaplarını<br />
güncel sosyal medya gelişmeleri çerçevesinde<br />
yeniden şekillendirmeleri gerekmektedir.<br />
Kaynakça<br />
Akıncı Vural, Z. B. ve M. Bat. (2009). “Siyasal<br />
Seçim Kampanyalarında Yeni İletişim<br />
Teknolojileri ve Blog Kullanımı: 2008 Amerika<br />
27
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
Başkanlık Seçimlerine Yönelik Karşılaştırmalı<br />
Bir Analiz”, Journal Of Yaşar University, 4(16),<br />
2745-2778.<br />
Blumler, J., G. Kavanagh, D. (2009). The Third<br />
Age of Political Communication:Influences<br />
and Features, Political Communication, Issue:<br />
16, 209-230.<br />
Bostancı, M. (2010). Sosyal Medyanın Gelişimi<br />
ve İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal<br />
Medya Kullanım Alışkanlıkları, Erciyes<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri.<br />
Topak, S. T. (2014). “Sivil Toplum Kuruluşları ve<br />
Sosyal Medya Bağlamında “Renkli Devrimler”<br />
ve “Arap Baharı” Süreçlerinin Karşılaştırmalı<br />
Analizi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />
İİBF Dergisi, 9(3), 233-254.<br />
Vural, A. M. (2009). “Parti İçi Demokrasi ve<br />
Siyasal İletişime Katkıları”, 21. Dünya Politika<br />
Bilimi Kongresi, Santiago, Şili.<br />
Bostancı, M. (2014). “Siyasal İletişim 2.0”,<br />
Erciyes İletişim Dergisi, 3 (3), 84-96.<br />
Bostancı, M. N. (1999). Siyaset, Medya ve Ötesi,<br />
Ankara: Vadi Yayınları.<br />
Boyd, D. M. and N. B. Ellison. (2008). “Social<br />
Network Sites: Definition, History, and<br />
Scholarship”, Journal of Computer-Mediated<br />
Communication, 13 (1), 210-230.<br />
Bozkurt, A. (2010). “İnternet, Dünya<br />
Gündemine Damgasını Vurdu”, Bilişim Dergisi,<br />
127, 34-39.<br />
Damlapınar, Z. ve Ş. Balcı. (2014). Siyasal<br />
İletişim Sürecinde Seçimler, Adaylar, İmajlar,<br />
İstanbul: Literatürk Yayınları.<br />
Gackowski, T. (2013). Political Image as the<br />
Substance of the Political Communication<br />
in the Era of Post-Politics, Online Journal of<br />
Communication and Media Technologies,3(4),<br />
43-60.<br />
Sanver, G.S. (2013). “2013 Siyasi Kampanya<br />
Oscarları Sahiplerini Buldu”, Panorama Khas<br />
Dergisi, 10, 29-31.<br />
28
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
29
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
MODERN GÖRSEL KÜLTÜR BAĞLAMINDA MEDYATİK DİN OLGUSU<br />
Metin EKEN, Arş. Gör.<br />
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />
Görsel kültür çalışmaları, özellikle içinde<br />
bulunduğumuz yüzyılın son çeyreğinde, sanat<br />
araştırmaları, medya çalışmaları, sosyoloji,<br />
kültürel çalışmalar, sinema araştırmaları<br />
gibi alanlarda sıklıkla kendisine müracaat<br />
edilen bir sorgulama alanı olarak belirgin<br />
bir konum kazanmıştır. Bu süreçte, “Görsel<br />
Kültür Çalışmaları” adıyla kitaplar basılmış,<br />
muhtelif akademik yayınlarla birlikte, aynı<br />
başlığı taşıyan pek çok akademik toplantı<br />
tertip edilmiştir. Alandaki bu hareketliliğin en<br />
önemli sebeplerinden biri ise, hiç şüphesiz,<br />
son elli yıllık süreçte, sosyal teorinin görme,<br />
görsellik ve görülebilir olana yönelik artan<br />
ilgisidir. Ancak, Görsel kültüre yönelen bu<br />
disiplinlerarası ilgi pek çok tartışmayı da<br />
beraberinde getirmiştir; görsel ve kültürel<br />
olanın mahiyeti, her iki kavramın bir araya<br />
gelmesiyle birlikte oluşan yeni kavramın<br />
muhtevası, bu yeni kavramsallaştırmanın<br />
geçerliliği gibi meseleler bu tartışmalardan<br />
yalnızca birkaçıdır. Daha önce Dijitalleşen<br />
Din; Medya ve Din 2 isimli kitapta da<br />
yayınlanan bu çalışmada ise, öncelikle görsel<br />
kültür kavramı Barnard’ın yaklaşımından<br />
hareketle tartışılacak, görsel kültür ve görsel<br />
kültür çalışmaları şeklinde ayrımlanan<br />
görselin toplumsal kuramına değinilecek ve<br />
bu doğrultuda, alandaki önemli düşünürlerin<br />
saptamalarından hareketle modern medyatik<br />
görselliğin doğasına yönelik mülahazalarda<br />
bulunulacaktır. Hemen ardından medya<br />
ve din ilişkisi bağlamında medyatik din<br />
olgusu medyatikleşme (mediatization) tezi<br />
doğrultusunda ele alınacak ve modern görsel<br />
kültürün doğasına yönelik saptamaların<br />
medyatik din olgusunun anlaşılmasına yönelik<br />
önemli kavrayış imkânları sunacağı fikri<br />
irdelenecektir. Bu irdelemenin sonucunda<br />
ise, her ne kadar tüm toplumsal kurumlar<br />
üzerinde geniş kapsamlı ve dönüştürücü bir<br />
etkiye sahip olsa da, modern görsel kültürün<br />
mutlak bir özne ve bağımsız bir değişken<br />
olarak konumlandırılamayacağı din olgusu<br />
ve dinsel hareketlerin hali hazırdaki durumu<br />
özelinde ifade edilecektir.<br />
Görselin Toplumsal Kuramı; Görsel Kültür<br />
ve Görsel Kültür Çalışmaları<br />
“Görsel Kültür”, her biri başlı başına<br />
kavranması çok da kolay olmayan iki kavramın<br />
bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Barnard’ı<br />
izleyerek, öncelikle bu iki kavramın (kültürel<br />
ve görsel) kısa bir biçimde ele alınması ve<br />
hemen ardından “görsel kültürün” bir kelime<br />
grubu olarak bizlere sunduğu kavramsal<br />
çerçevenin sorgulanması işlevsel olabilir.<br />
Ancak bu çalışmada, Barnard’ın aksine<br />
öncelikle kültürel olana ve hemen ardından<br />
kültürü okuma biçimimizle doğrudan ilişkili<br />
bir görsel tanımına ulaşmak amaçlanmaktadır.<br />
Sosyal bilimlerde, kültürün incelendiği<br />
söylemlere bakıldığında pozitivist<br />
paradigmanın sunduğu iki parçalı evren<br />
tasavvuruna denk gelen ve kültürü maddi<br />
ve manevi olmak üzere ikiye ayıran bakış<br />
açısının etkileri görülebilir. Bu durum, konuyu<br />
30
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
farklı paradigmalardan ele alan pek çok<br />
düşünürün zihinsel işleyişinin de çerçevesini<br />
çizmektedir. Barnard’ın kültüre yaklaşımı<br />
da bu tasavvurun gömülü olduğu bir arka<br />
plana yaslanır. Barnard, kültürelin önceden<br />
var olan açıklamasının basitçe alınıp görsel<br />
kültür değerlendirmesinde kullanılmasını<br />
uygun görmez ve görsel kültürün, Raymond<br />
Williams’ın toplumun ‘gösterge sistemi’<br />
olarak adlandırdığı şeyin incelenmesi<br />
olduğu görüşünü ele alır. Bu önerme ise,<br />
gösterge sisteminin, içlerinde bir sosyal<br />
yapının görsel olarak üretildiği ve yeniden<br />
üretildiği, ispatlandığı kurumlar, nesneler,<br />
eylemler, değerler ve inançlar olduğu şeklinde<br />
uyarlanmıştır.<br />
Ancak kültüre bu şekilde bir yaklaşım, kültürün<br />
maddi boyutunu öncelemesi sebebiyle<br />
ideolojik söyleme yaslanan bir vurgu sorununu<br />
da beraberinde getirmektedir. Bu noktada,<br />
kültürü ele alırken anlamacı yaklaşımın üç<br />
boyutlu (bilişsel, normatif ve maddi boyutlar)<br />
kültür tezine odaklanmak bu ideolojik vurgu<br />
sorununu aşmaya imkân vermesi ve görsel<br />
kültürün maddi ürünlerini ortaya çıkaran<br />
bilişsel ve normatif boyutları ortaya çıkarması<br />
bakımından işlevsel olabilir. Çünkü kültürün<br />
“maddi boyutunda” yer alan nesneler, “kognitif<br />
boyutta” içselleştirilmiş olan anlam kodunun,<br />
yani amacın davranışlar olarak “normatif<br />
boyutta” şekillenmesini (dışsallaşmasını)<br />
diğer bir ifade ile hayat bulmasını sağlayan<br />
maddi araçlardır. Sorokin’in örneği ile dini<br />
bütün bir Hıristiyan mevcut tahtalardan bir<br />
haç yaparken, bir kabile üyesi totem yapacaktır.<br />
Bu örneğe bir Müslümanın yaptığı rahleyi de<br />
ekleyebiliriz. Bu üçlü bağıntı bize kültürün ve<br />
sosyal-toplumsal hayatın neden bir semboller<br />
dünyası olduğunu da anlamamıza yardım eder.<br />
İkili analizde ise sembollerin anlamı ve işlevi<br />
diye bir konu zaten yoktur.<br />
Barnard ayrıca, tek boyutlu seçkin kültür, erkek<br />
egemen kitle kültürü, çok boyutlu popüler<br />
kültür gibi yaklaşımlardan hareketle, kültürel<br />
olana ait her kavramsallaştırmanın taraflı ve<br />
kısmi olacağına değinmiş, ancak bu tanımların<br />
sürekli farklı kültürel gruplar tarafından<br />
tartışıldığı gerçeğinden hareketle, sürekli<br />
olarak görsel kültür tarafından incelenmeleri<br />
gerektiğini ortaya koymuştur. Ona göre, eğer<br />
farklı sosyal ve kültürel grupların, kültürel<br />
olanın tanımına ait farklı fikirleri varsa, o<br />
halde ‘görsel kültür’ bir disiplin olarak o<br />
farklılıkları kendi tanımının bir parçası olarak<br />
kullanmalıdır.<br />
Görsel olana bakıldığında ise, Barnard,<br />
görseli öncelikle “görülebilen her şey”<br />
tanımlamasından hareketle tartışmış ve<br />
böyle bir tanımlamanın yetersiz olacağını<br />
vurgulamıştır. Bu tanımla ilgili sorun doğanın<br />
her ne kadar görünür olsa dahi kültürel<br />
olmayan şey olmasıdır. Böylelikle bir diğer<br />
aşamaya geçen yazar, görseli “insan tarafından<br />
üretilen ya da ortaya konulan görülebilir<br />
her şey” tanımı üzerinden tartışmış ve böyle<br />
bir tanımlamanın yeterli olabilmesi için<br />
insan tarafından ortaya konulan görülebilir<br />
ürünlerin aynı zamanda işlevsel ve iletişimsel<br />
bir niyet taşıması gerektiğini vurgulamıştır.<br />
Bununla birlikte, bu tanıma estetik amacı da<br />
eklemiş ve son olarak görsel hakkında genel<br />
çerçeveyi çizen yeni bir tanıma ulaşmıştır.<br />
Buna göre, görsel kültürdeki “görsel olan”,<br />
insanlar tarafından üretilmiş, yorumlanmış<br />
veya meydana getirilmiş, işlevsel, iletişimsel<br />
ve estetik bir amacı olan her şey şeklinde<br />
ifade edilmiştir. Bu şekilde bir tanımlama<br />
görsel kültürü; sanat, tasarım, medyatik<br />
ürünler silsilesi, mimari vb. gibi pek çok<br />
unsurun kavşak noktasına konumlandırması<br />
bakımından kuşatıcıdır.<br />
Kültürel ve görsel olanın bu şekilde ele<br />
31
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
alınmasının ardından daha sağlıklı bir<br />
görsel kültür tanımına ulaşılabilir. Bu<br />
doğrultuda görsel kültür geniş anlamda, bir<br />
kültürün çeşitli yollarla görünür kılınması<br />
olarak tanımlanabilir. Ancak tanımlamanın<br />
netleştirilmesi için görsel kültür ile görsel<br />
kültür çalışmaları şeklinde bir ayrıştırmaya<br />
gitmek faydalı olacaktır. Mitchell’ e göre, “görsel<br />
kültür”, bir çalışma nesnesi ya da hedefine<br />
işaret ederken, “görsel kültür çalışmaları”<br />
bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkar. Bu<br />
doğrultuda, görsel kültür en genel anlamıyla,<br />
insanları öznel, yorumlayıcı pratiklere çağıran<br />
her türden görsel malzemenin üretimi,<br />
dolaşımı ve bu malzemelerle bağlantılı görme<br />
ve var olma pratiklerine işaret etmektedir.<br />
Görsel kültür çalışmaları da, neyin görünür<br />
olduğu, kimin neyi gördüğü, bilme ve iktidarın<br />
birbiriyle bağlantısı gibi sorular üzerine<br />
odaklanarak görselin toplumsal kuramına<br />
yönelir.<br />
Görsel kültürün yukarıdaki tanımından<br />
hareketle, ilk zamanlardan itibaren, insanların<br />
dini inançlarından, yaşayışlarından, hayat<br />
tarzlarından, eylemlerinden, genel anlamıyla<br />
bir topluma ait tüm kültürel öğelerden<br />
etkilenen ve bu öğeleri aynı derecede<br />
etkileyen görsel kültürden bahsetmek<br />
mümkündür. Dolayısıyla görsel kültürün<br />
toplumdan topluma, dönemden döneme<br />
önemli farklılıklar arz edebileceği söylenebilir.<br />
Basit bir ifadeyle, insanlığın ilk dönemlerinde<br />
mağara duvarlarında yer alan ve pratik<br />
(işlevsel) bir amaca yönelik olarak görselde<br />
içselleşen iletişim niyetiyle, post modern<br />
dönemler olarak adlandırılan günümüzde<br />
görselde içselleşen iletişim niyetleri açık bir<br />
biçimde farklılaşmıştır. Bu farklılık görselin<br />
üretim, dağıtım ve alımlama biçimlerinde<br />
netlikle görülebilir. Bu noktada sorgulanması<br />
gereken modern görsel kültürün mahiyeti<br />
ve onun farklı görme biçimlerinin sınırlarını<br />
aşındıran karşı konulamaz doğasıdır.<br />
Değişen Düşünsel Bağlam İçerisinde<br />
Görsel Kültür<br />
Günümüz toplumsal iletişim ve iletişim<br />
tarihi çalışmalarının en merkezi ve karşıt<br />
görüşlerinin geliştiği konuların başında sözlü,<br />
yazılı ve görsel kültürler arasındaki ayrım<br />
gelmektedir. Genel olarak bu üç kültürün<br />
ve buna dayalı toplumların tarihsel gelişimi<br />
konusunda iki görüş vardır. İlk görüş uygarlık<br />
tarihinde önce sözlü kültürün, daha sonra yazılı<br />
ve ardından görsel kültürün hâkim olduğunu<br />
söyler. İkinci görüş ise, yazılı kültürün sözlü<br />
kültürün yerini almadığını, görsel kültüre<br />
geçişle de yazılı kültürün sona ermediğini<br />
belirterek, sonradan gelişenlerin öncekileri<br />
dönüştürücü ve düzenleyici etkilerine<br />
dikkat çeker. Bu ayrım, toplumsal iletişimin<br />
tarihsel sürecini tasnif etme hususunda<br />
işlevsel olduğu kadar bir takım sorunları<br />
da beraberinde getirmektedir. Öncelikle bu<br />
ayrımların sınırının nerede başlayıp nerede<br />
bittiği ya da bu sınırların niteliği tartışma<br />
konusu edilmelidir. Görsel kültürün, bir<br />
kültürün çeşitli şekillerde görünür kılınması<br />
şeklindeki tanımından hareketle, insanlığın<br />
ilk dönemlerinden itibaren görsel kültürün<br />
varlığından söz edilebilir. Ancak bu ayrımın her<br />
bir aşaması her dönemde baskın olan kültürel<br />
biçimleri ifade etmektedir. Bu doğrultuda<br />
görsel kültür aşaması da, modern kültürün<br />
görme, görsellik ve görüntüyü, geçmişin görme<br />
biçimlerini önemli ölçüde izafileştiren yeni<br />
ele alış biçimine vurgu yapması bakımından<br />
önemlidir.<br />
İmajların, özellikle batı toplumlarında bu<br />
şekilde sorgulanamaz bir hale gelmesi<br />
hiç şüphesiz Batı düşüncesinin antik<br />
kökenlerinden başlanarak ele alınması gereken<br />
bir olgudur. Bununla birlikte, özellikle modern<br />
32
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
düşüncenin oluşmasıyla birlikte bakışa<br />
atfedilen merkezi konum kendisini daha ciddi<br />
bir biçimde göstermeye başlamıştır. Barnard,<br />
modern batı toplumlarının gündelik düşünme<br />
alışkanlıklarının ve pek de incelenmeyen<br />
günlük davranışlarının altında yatan batı<br />
felsefesi ve dini geleneklerinin, hayatın anlamı<br />
gibi konuları tanımlamak ve anlatmak için<br />
neredeyse tamamen görsel metaforlara ve<br />
alegorilere dayandığını vurgular. Örneğin batı<br />
kültürlerinin insan bilgisini, iyiyi ve kötüyü<br />
anlamak için kullandıkları yöntemler büyük<br />
oranda görsel söz sanatlarına bağlıdır. Felsefe,<br />
önemli meselelerin karmaşık yönlerini<br />
anlatmak için başvurulan aydınlık, karanlık,<br />
görüntü, körlük, yansımalar, gölgeler, aynalar<br />
gibi pek çok görsel anlatımla doludur. Batı dini<br />
ve felsefesi, görsel metaforlar olmadan, bu<br />
konularla ilgili yeterli tanımlar ileri sürmeye<br />
yetmeyecek kadar bunlara bağımlıdır.<br />
Örneğin ‘ışık’ Hristiyanlıkta sıkça, yaratıcıyı<br />
iyiliği ve bilgisi açısından tanımlamak<br />
için kullanılmaktadır. Aydınlanmadan ise<br />
karanlıkta kalmanın zıddı olarak bahsedilir.<br />
Bu düşünceye göre ‘Işık’ aklı tarif etmekte<br />
de kullanıldığı gibi, insanın görmesi için de<br />
gereklidir.<br />
Batı düşüncesinin ‘bakış’ merkezli yapısının<br />
izlerini sürerken, orta çağın sonlarıyla<br />
birlikte özellikle sanat alanında meydan gelen<br />
perspektifçilik düşüncesinin önemli etkilerine<br />
değinmek yerinde olacaktır. Perspektif, tek<br />
bir bakış noktasından görülen iki boyutlu<br />
nesneleri, resim düzlemine üç boyutlu bir<br />
biçimde aktarım amacı güden matematiksel<br />
bir yöntemdir. Özellikle, Rönesans sanatında<br />
etkisini ciddi bir biçimde hissettiren<br />
perspektif yaklaşımı, Kartezyen devrim olarak<br />
adlandırılan ve Descartes ile somutlaşan<br />
modern düşünsel süreçle birlikte önemli bir<br />
ivme kazanmıştır. Dursun’un anlatımıyla,<br />
Descartes’in ortaya koyduğu Kartezyen özne,<br />
kendi zihinsel ve fiziki deneyimleri temelinde,<br />
dünyayı düşünen ben ile kavrayan öznedir.<br />
Düşünen ben düşünebilmek için dünyayı<br />
görmelidir. Kartezyen perspektifçilikte,<br />
gören şey göz değil zihindir, akıldır. Adeta<br />
bedensizleştirilmiş olan göz, yansız ve hâkim<br />
bir seyirci gibi maddi dünyayı tarar, seyreder.<br />
Bedensiz göz anlayışı, temel bilimlerin,<br />
özelliklede pozitivist bilim anlayışının<br />
paylaştığı bir düşünce olarak da karşımıza<br />
çıkmaktadır.<br />
Florenski, “Tersten Perspektif” adlı eserinde,<br />
perspektif düşüncesini tarihsel süreç<br />
içerisinde cesurca sorgulamakta ve bu<br />
anlayışın göz merkezli bir iktidar düşüncesiyle<br />
somutlaştığını vurgulamaktadır. Buna göre<br />
perspektifçilik düşüncesiyle merkezileşen<br />
göz tanrısallaşmakta ve böylelikle bir iktidar<br />
konumuna yükselmektedir. Bu kitaba<br />
yazdığı giriş bölümünde Sayın, Florenksi’nin<br />
düşüncelerini aşağıdaki satırlarda ustaca<br />
özetler; Florenski’ ye göre orta çağın<br />
bitiminden bu yana egemen olan anlayış,<br />
gözü dünyanın efendisi konumuna getiren ve<br />
ona dünyanın ve bu dünyanın ardında yatan<br />
görünmezliğin temsilini bahşeden görüştür.<br />
Bu, gözü bedenden, retinayı dokunmadan<br />
ayıran bir dünya algısıdır.On dokuzuncu yüzyıla<br />
gelindiğinde ise, sanayide yeni tekniklerin,<br />
siyasal iktidar alanında yeni biçimlerin<br />
gelişmesiyle birlikte, yeni gösterge türlerinin<br />
de ortaya çıktığı görülür. Bu yeni göstergeler,<br />
sınırsız seriler halinde üretilen ve birbirinin<br />
tıpatıp aynısı olması beklenen nesnelerdir. Bu<br />
yeni seri halinde üretilen nesneler alanında<br />
sosyal ve kültürel etki açısından en önemlileri<br />
ise imge üretimini sanayileştiren bir dizi<br />
tekniktir.<br />
Yüzyılımızın son yarısına damgasını vuran<br />
bu teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin<br />
ortaya çıkarmış olduğu görseli önceleyen yeni<br />
33
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
iletişim mecraları yeni bir kültürel sürece<br />
işaret etmektedir. W.J.T. Mitchell, bu süreci<br />
‘resimsel dönemeç’ (pictorialturn) kavramıyla<br />
açıklar. Richard Rorty’nin, felsefe tarihini,<br />
yeni problemler meydana getiren çeşitli<br />
dönemeçlerin tarihi olarak ifade etmesi ve<br />
son evrenin dilbilimsel bir dönemeç olduğunu<br />
vurgulamasından hareketle artık yeni bir<br />
döneme girildiğini belirten Mitchell, çağdaş<br />
teorideki son eğilimin ‘resimsel dönemeç’<br />
olarak adlandırılmasını uygun görmüştür. Bu<br />
bağlamda, içerisinde yaşadığımız çağı insan<br />
deneyimlerinin her zamankinden daha fazla<br />
görselleştiği bir ‘görsel çağ’ olarak tanımlamak<br />
mümkündür. Bu doğrultuda, Mirzoeff, görsel<br />
kültürün artık günlük yaşamımızın sadece<br />
bir parçası değil, günlük yaşamımızın bizzat<br />
kendisi olduğunu ifade etmiştir. Hemen her<br />
yerde etkilerine maruz kaldığımız unsurlarıyla<br />
modern görsel kültür her ne kadar basit ve<br />
kavranabilir gözükse de, onun ele avuca sığmaz<br />
doğası, pek çok düşünürü meselenin farklı<br />
yönlerini ele alan çeşitli açıklamalar yapmaya<br />
itmiştir. Bu doğrultuda, modern görsel<br />
kültürün doğası ve özelliklerine değinmek,<br />
bu düşünürlerin kimi zaman paralel bir<br />
doğrultuda seyreden kimi zaman ise önemli<br />
ölçüde farklılaşan analiz ve açıklamalarını<br />
göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bu<br />
bağlamda, modern görsel kültürün doğası ve<br />
özellikleri maddeler halinde aşağıdaki şekilde<br />
ifade edilebilir;<br />
1. Modern görsel kültür “göz merkezcidir<br />
(ocularcentric)”: Martin Jay tarafından<br />
kullanılan ve günümüz batı düşüncesi ve<br />
yaşam tarzlarında görselin merkezi konumunu<br />
açıklayan ‘ocularcentrism (göz merkezcilik)’<br />
kavramı, batı kültürünün ‘görmeye’ odaklanan<br />
yapısına yönelik önemli bir analiz olarak<br />
karşımıza çıkar. Jay’ göre, batı epistemolojisi,<br />
Platondan modern felsefe ve bilime kadar<br />
‘görmeye’ ayrıcalıklı bir konum biçmiştir.<br />
2. Modern görsel kültür “gösteri/m” kültürüdür:<br />
Modern kültür teorilerini önemli ölçüde<br />
etkileyen tezlerden bir tanesi, hiç şüphesiz<br />
Situasyonist Enternasyonal’in kurucusu ve<br />
en önemli temsilcisi Guy Debord’un “Gösteri<br />
Toplumu” kavramsallaştırmasıdır. Buna göre,<br />
modern üretim koşullarının hâkim olduğu<br />
toplumların tüm yaşamı “gösterilerin” uçsuz<br />
bucaksız birikimidir. Modern dünyada gösteri,<br />
kendini hem bizzat toplum hem de toplumun<br />
bir parçası olarak hem de bir birleştirme<br />
aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir<br />
parçası olarak özellikle bütün bakış ve<br />
bilinçleri bir araya getiren bir sektördür.<br />
Gerek propaganda gerekse de reklam ya da<br />
doğrudan eğlence tüketimi biçiminde olsun<br />
bütün özel biçimleriyle gösteri, toplumsal<br />
olarak hâkim olan yaşamın mevcut modelini<br />
oluşturmaktadır.<br />
3. Modern görsel kültür “gözetim”<br />
kültürüdür: Modern görsel kültürün<br />
gözetimci doğası,modern düşüncenin görme<br />
ve kontrol arasında kurduğu bağlantının<br />
şifrelerini sunanpanopticonda somutlaşır.<br />
Toplumun bir seyir (gösteri) toplumu değil,<br />
bir yakından izle(n)me (gözetim) toplumu<br />
olduğunu söyleyerek Debord’dan ayrılan<br />
Focault’un ifadesiyle, Panopticonda, önden<br />
ışıklandırma suretiyle, karanlıkta kalan<br />
kuleden çevre hücrelerdeki esirlerin küçük<br />
silüetleri görülebilir. Kısacası zindan kuralı<br />
tersine çevrilir.” Bilindiği üzere zindanın en<br />
önemli özelliği karanlık olmasıdır. Ancak, bir<br />
gözetleyici tarafından her an kontrol edilmeye<br />
müsait bir uzam oluşturan aydınlık, karanlıktan<br />
daha ısırıcı bir mahiyet kazanır. Görülmenin,<br />
ancak aynı zamanda görememenin verdiği<br />
garip duygu, bireyleri iktidarın buyruklarını<br />
yerine getirmeye zorlar. Böylelikle, bakan<br />
özne tarafından kontrol edilen bir rıza sistemi<br />
meydana gelir. Bununla birlikte, gözetleyen bir<br />
34
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
bakış ve bu bakışı üzerinde hisseden herkes,<br />
bakışı öyle içselleştirir ki, sonunda kendini<br />
gözleme noktasına varır. Böylece herkes, kendi<br />
üzerinde ve kendisine karşı bu gözetlemeyi<br />
sürdürecektir.<br />
4. Modern görsel kültür “simülasyon”<br />
kültürüdür: Baudrillard’a gelindiğinde ise,<br />
artık “panoptik bir gözetleme siteminden” ya da<br />
bir “gösteriden” bahsetmek mümkün değildir.<br />
Çünkü bakan ile bakılan arasında kurulan<br />
karşıtlık tersyüz edilmiştir. Bir Amerikan<br />
televizyon kanalının 1971 yılında, bir ailenin<br />
hayatını kesintisiz bir şekilde, el değmemiş bir<br />
hikâye olarak sunan programından hareketle<br />
Baudrillard, artık ailenin televizyona değil,<br />
televizyonun ailenin nasıl yaşadığına baktığını<br />
ifade etmiştir. Bu ise, aktif ile pasifin yok<br />
edildiği bir caydırma sistemine geçildiğini<br />
gösterir.<br />
5. Modern görsel kültür “söylenler (mitler)”<br />
üretir: Modern görsel kültürün doğası ve<br />
işleyişine yönelik önemli açıklamalardan<br />
bir diğeri de, Roland Barthes’ın “Çağdaş<br />
Söylenler” de, kurguladığı “söylen” (mit)<br />
kavramsallaştırmasıdır. Adı geçen kitabında<br />
Barthes, bir araya topladığı kısa basın<br />
yazıları, ünlü otomobil markaları, üçüncü<br />
sayfa haberleri ve sanat dünyasının tanınmış<br />
simalarının imgelerinin ardına gizlenmiş<br />
değerlerin bir tür şifre çözümüne yönelir.<br />
Barthes’ta Çağdaş dünyanın mitolojileri, anlık,<br />
geçici, yapay, yüzeysel, çabucak kavranabilen,<br />
seyirlik ve genellikle görsel hazza seslenen<br />
kentsel gündelik hikâyelerdir. Bu hikâyelerin<br />
işlevi ise, ideolojiyi seyirlik nesneler aracılığıyla<br />
geniş halk kitlelerine yayarak ideolojik amacı<br />
meşrulaştırmasıdır.<br />
Medyatik Din ya da Dinin Medyatikleşmesi<br />
Latincede araç, ortam, aracı (medium)<br />
gibi anlamlara gelen, günümüzde ise kitle<br />
iletişim araçlarının tümünü ifade eden genel<br />
bir kavramsallaştırma olarak medya ve ilk<br />
zamanlardan itibaren bütün toplumlarda<br />
rastlanan yaygın bir unsur olarak din,<br />
başlangıçta her ne kadar birbirinden farklı iki<br />
olgu olarak görünse de, günümüzde medya<br />
ve dinin birbirinden ayrıştırılması mümkün<br />
olmayan sembiyoz bir ilişki içerisinde<br />
olduğu söylenebilir. Özellikle, 1900’lü yılların<br />
başından itibaren kitle iletişim araçlarının<br />
artan etkinliği sonucunda dini pratiklerin<br />
önemli ölçüde dolayımlanması, medya ve dinin<br />
doğası ve ilişkiselliğine yönelik yeni soruları<br />
ve bu sorular bağlamında artan akademik<br />
ilgiyi de beraberinde getirmiştir.<br />
Bu bağlamda, önceleri seküler ve<br />
kutsal şeklinde sabit kategoriler olarak<br />
değerlendirilen medya ve din olguları, klasik<br />
sekülerleşme teorilerinde de belirtildiği üzere<br />
yavaş yavaş gözden kaybolacağına inanılan<br />
dinin, medyatik dolayımlanma süreçleri ile<br />
birlikte farklı formlarda yeni ilişki biçimleri<br />
kurarak etkinliğini devam ettirmesiyle birlikte<br />
yeni değerlendirmelere tabi tutulmuştur.<br />
Son dönemlerde öne çıkan bu araştırma<br />
eğilimlerini üç başlık altında ifade etmek<br />
mümkündür. Dolayımlanmış (mediated) dinin<br />
yaygınlaşması; Din günümüzde önemli ölçüde<br />
dolayımlanmaktadır ve bunun örneklerine<br />
hemen hemen her yerde rastlamak<br />
mümkündür. Dini radyo ve televizyon<br />
kanalları, dergiler, dini filmler, internet<br />
tabanlı tebliğ platformları, dini kurumların<br />
verdiği reklamlar, çevrimiçi ibadetler vb. bu<br />
örneklerden yalnızca birkaçıdır. 2. Yorumlayıcı<br />
topluluklar (Interpretive Communities)<br />
olarak dini gruplar; Takipçiler (dini gruplar)<br />
dolayımlanmış dinin olmazsa olmazlarıdır.<br />
Son zamanlarda yapılan çalışmaların merkez<br />
sorularından bir tanesi de bu dini grupların<br />
nasıl geliştiğidir. Bu meseleyi açıklamaya<br />
35
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
yardımcı olacak önemli kavramlardan bir<br />
tanesi ise yorumlayıcı topluluklardır. 3.<br />
Medya Eleştirisi; Din, medya eleştirisinin<br />
önemli unsurlarından biridir. Bu doğrultuda<br />
tarihsel ve ahlaki eleştirilerin yanı sıra,<br />
medyada dinin ya da dini grupların nasıl<br />
yapılandırıldığı üzerinden çeşitli çalışmalar<br />
gerçekleştirilmiştir.<br />
Bu çalışmada ise, medya ve din ilişkisi<br />
medyatikleşme (mediatization) kavramı<br />
üzerinden ele alınacaktır. Ancak<br />
medyatikleşme (mediatization) kavramı<br />
sıklıkla, kendisine benzerliğiyle dikkat<br />
çeken dolayımlama (mediation) kavramı<br />
ile karıştırılmaktadır. Dolayımlanmamış<br />
insan iletişimi yoktur. Düşünme beyinle ve<br />
konuşma ise, sözle, sesle, işaretle, gözle,<br />
kulakla, şifrelerle ve doğa koşullarıyla<br />
dolayımlanmıştır. Ancak dolayımlama<br />
(mediation) kavramı, teknoloji ile aracılanmış<br />
kitle iletişimine gönderme yapar. Her ne kadar<br />
kimi düşünürler tarafından dolayımlama ile<br />
aynı anlamlarda kullanılsa da medyatikleşme<br />
(mediatization) kavramı ise, aracılanmış<br />
iletişimin ileri bir safhasını ifade etmek için<br />
kullanılır. Medyatikleşme teorisine göre,<br />
medya toplumun dışında bir yerde değil, onun<br />
sosyal yapısının bir parçasıdır. Ve neredeyse<br />
tüm toplumsal kurumların işleyişine entegre<br />
hale gelmiştir. Bu sebeple, medya, din de dâhil<br />
olmak üzere sosyal kurumların dönüşümünde<br />
önemli bir değerlendirme ölçütü olabilir.<br />
Bilindiği üzere medya teorisi iki paradigmanın<br />
önemli etkisi altındaydı. Bunlardan ilki ve en<br />
eskisi ‘medya etkisi’ teorileridir. Diğeri ise,<br />
‘kullanımlar ve doyumlar’ yaklaşımı olarak<br />
adlandırılan teoridir. Bunlardan ilki, medyanın<br />
insanlar üzerinde ne gibi etkisi olduğu ile<br />
ilgilenirken diğeri ise, insanların medyayı nasıl<br />
kullandıklarına odaklanmıştır. Ancak, her iki<br />
yaklaşımda da medya kültür ve toplumdan<br />
ayrı bir şey olarak konumlandırılmıştır. İlkinde<br />
medya, değişim ve dönüşümde bağımsız bir<br />
etken olarak değerlendirilirken, ikincisinde,<br />
sosyal aktörlerin medya kullanımında serbest<br />
olduğu fikrine dayanan iradeci bir bakış açısı<br />
vardır. Bunların tersine medyatikleşme teorisi,<br />
aktörler ve yapılar arasındaki etkileşime vurgu<br />
yapar.<br />
Bu doğrultuda, Hjarvard’a göre medyatikleşme,<br />
dinin üç önemli özelliğini önemli ölçüde<br />
dönüştürmüştür. Bunlar;<br />
- Medya pek çok dini meselenin önemli bilgi<br />
kaynaklarından biridir ve kitle iletişimi<br />
bazı dini tecrübelerin hem üreticisi hem de<br />
dağıtıcısı haline gelmiştir. İnteraktif medya ise,<br />
bireysel inançların ifadesi ve dolaşımı için bir<br />
platform sağlayıcısı konumundadır.<br />
- Dini bilgi ve tecrübeler popüler medya<br />
türlerinin talepleri doğrultusunda<br />
şekillendirilmektedir. Var olan dini semboller,<br />
pratikler ve inançlar, medya kurgusunun ham<br />
maddeleri olarak kullanılmaktadır.<br />
- Kültürel ve sosyal çevre olarak medya,<br />
kurumsallaşmış dinlerin pek çok kültürel ve<br />
sosyal fonksiyonunu üstlenmekte ve manevi<br />
ve ahlaki rehberliğin yanı sıra bir cemaat ve<br />
aidiyet duygusu sunmaktadır.<br />
Tartışma ve Sonuç<br />
Buraya kadar, öncelikle görsel kültür kavramı<br />
Barnard’ın görsel ve kültüreli ayrı ayrı<br />
inceleyen yaklaşımından hareketle tartışılmış<br />
ve görsel kültür kavramsallaştırılması<br />
çalışma bağlamına uygun bir biçimde<br />
konumlandırılmıştır. Hemen ardından, görsel<br />
kültür ve görsel kültür çalışmaları, iki ayrı ifade<br />
biçimi olarak ayrıştırılmış ve görsel kültür<br />
çalışmaları, görselin toplumsal kuramına<br />
yönelen bir ifade olarak somutlaştırılmıştır.<br />
36
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Bu doğrultuda modern medyatik görselliğin<br />
doğasına yönelik betimlemeler de, önemli<br />
düşünürlerin temel saptamaları üzerinden<br />
şekillendirilmiştir. Çalışmanın ikinci kısmında,<br />
medya ve din ilişkisi bağlamında medyatik din<br />
olgusu, Hjarvard’ın dinin medyatikleşmesi (the<br />
mediatization of religion) tezi üzerinden ele<br />
alınmıştır. Çalışmanın bu kısmında ise, modern<br />
görsel kültürün doğasına yönelik saptamaların<br />
medyatik din olgusunun anlaşılmasına yönelik<br />
önemli kavrayış imkânları sunacağı fikri<br />
irdelenecektir.<br />
Bu noktada öncelikle modern görsel<br />
kültürün göz merkezci yapısı bağlamından<br />
medyatik dine yönelmek faydalı olabilir. Göz<br />
merkezcilik, daha önce de belirtildiği üzere,<br />
batı düşüncesinde Rönesans perspektifçiliği<br />
ve Kartezyen özne anlayışıyla somutlaşan<br />
Tanrı’nın yerinden edilmesi fikrinin temel<br />
gösterenidir. Gözü, dolayısıyla bakan özneyi<br />
dünyanın efendisi haline getiren, her şeyi<br />
düzenleme ve kontrol etme yetkisini de bakan<br />
özneye bahşeden bu anlayışa göre din de<br />
kendisine göre konumlanılan bir şey olmaktan<br />
çıkıp kendisine yer tayin edilen bir nesneye<br />
dönüşmüştür. Klasik sekülerleşme teorileri,<br />
rasyonel toplumda dinin yavaş yavaş hayatın<br />
merkezinden çekileceğine dair pek çok<br />
varsayımla doludur. Karşılaşılan son durumda<br />
ise, dinin ortadan kaybolmadığı, hayatın her<br />
alanında yeni formlar ve sembolik sistemlerle<br />
etkinliğini sürdürdüğü görülmüştür. Ancak<br />
bu etkinliğin bir bölümü, yeni bir ontolojik<br />
zeminde, teknik medyanın sunduğu anlam<br />
sahasında gerçekleşmektedir. Bu anlam<br />
sahasının en temel elemanı ise yapay olarak<br />
üretilen temsiller olarak imajlardır. Hiç<br />
şüphesiz ki, ilk zamanlardan günümüze dinler<br />
çok etkili sembolik biçimler üretmiştir. Dini<br />
deneyimlerin pek çoğu ise, bu sembol sistemleri<br />
ve imgelerle dolayımlanmıştır. Ancak,<br />
günümüzün medyatik görsellik dünyasında<br />
bu aracılık işlevi, iletişim araçlarının<br />
sunduğu imkânlarla üretilen temsiller<br />
olarak imajlara geçmiştir. Bu durum, dinsel<br />
deneyimi önemli ölçüde kısırlaştırmakta,<br />
kendi zemininde görünür kılarak bir gösteriye<br />
dönüştürmektedir. Gösteriye dönüşen din ise,<br />
kendi bağlamından uzaklaşmakta ve böylece<br />
yeniden kurgulanmaktadır. Dinsel deneyimin<br />
bu şekilde görünür kılınması, kontrol edilebilir<br />
bir din tasavvuruna yaslanması bakımından<br />
da önem arz etmektedir.<br />
Muhalifini kendi zeminine çekerek izafileştiren<br />
modern görüntü kültürü için din, günümüzde<br />
medya kurgusuna hammadde oluşturan<br />
bir kaynak olarak medyatik söyleme dâhil<br />
edilmiştir. Bununla birlikte ifade edilmesi<br />
gereken hususlardan bir diğeri de, medyanın<br />
günümüz toplumlarında dinin üstlendiği<br />
role yaklaşan yeni rollere bürünmesidir.<br />
Medyanın bu rollerin ikamesinde kullandığı<br />
en önemli araç ise görsel retoriktir. Ancak<br />
bu durum, dinin sunduğu duyuş, kavrayış ve<br />
algılayış biçimlerinin görüntü ile sınırlandığı<br />
kısır bir anlam dünyası oluşturur. Bu gün<br />
dünyanın pek çok yerinde dini hareketlerin<br />
önemli ölçüde etkinlik kazanması ve dinin,<br />
medyatik görselliğin izafileştirici söylemi<br />
karşısında kendi direnç unsurlarından güç<br />
alarak etkinliğini arttırması bu kısır anlam<br />
döngüsüne verilen önemli bir cevap olarak<br />
okunabilir. Bu cevap ise, yukarıda sayıldığı<br />
üzere, her ne kadar sınırları bulanıklaştıran,<br />
izafileştirici, teşhirci ve gözetimci bir yapıya<br />
sahip olsa da, modern görsel kültürün<br />
mutlaklaştırılamayacağını ve dinin bu küresel<br />
paradigmaya karşı önemli bir söylem alanı<br />
olarak geçerliliğini koruduğunu gösterme<br />
potansiyeli bakımından dikkate değerdir.<br />
Kaynakça<br />
Albanese, C.L. (1999). America Religions and<br />
37
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
Religion. California:Wadsworth Publishing<br />
Company.<br />
Albanese, C.L. (1996). Religion and American<br />
Popular Culture: An Introductory Reader.<br />
Journal of the American Academy of Religion.<br />
59, 733–742.<br />
Armfield, G.G. ve Holbert, R.L.(2003). The<br />
Relationship Between Religiosity and Internet<br />
Use. The Journal of Media and Religion. 2,<br />
129–144.<br />
Baldini M. (2006). İletişim Tarihi. Gül Batuş<br />
(Çev). İstanbul: Avcıol Basın Yayın.<br />
Barnard, M. (2002). Sanat Tasarım ve Görsel<br />
Kültür. Ankara: Ütopya Yayınevi.<br />
Barthes, R. (2011). Çağdaş Söylenler.Tahsin<br />
Yücel (Çev). İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Baudrillard, J. (2010). Simülakrlar ve<br />
Simülasyon. Ankara: Doğubatı.<br />
Campbell, H., (2004). Challenges Created by<br />
Online Religious Networks. Journal of Media<br />
and Religion. 3, 81–99.<br />
Crary, J. (2010). Gözlemcinin Teknikleri:<br />
19.Yüzyılda Görme ve Modernite Üzerine.<br />
İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Debord, G. (2012). Gösteri Toplumu. İstanbul:<br />
Metis Yayınları.<br />
Dikeçligil, B. (2007). “Kültür Kavramının<br />
Analizi veya Sosyo-Kültürel Gerçekliğin<br />
Yapısı Üzerine Bir İnceleme”, içinde: Kültür<br />
Sosyolojisi. Ankara: Hece Yayınları.<br />
Dursun, P. D. (2012). Sözlü Yazılı ve Görsel<br />
Kültürde İnsan ve Toplum. P. D. Tüfekçioğlu<br />
içinde, İletişim Sosyolojisi.Eskişehir: Anadolu<br />
Üniversitesi Yayınları.<br />
Erdoğan, İ. (2010). Öteki Kuram. Ankara: Erk<br />
Yayınları.<br />
Florenski, P. (2011). Tersten Perspektif.<br />
İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Foucault, M. (2012). İktidarın Gözü. İstanbul:<br />
Ayrıntı Yayınları.<br />
Hjarvard, S. (2011). The Mediatisation of<br />
Religion: Theorising Religion, Media and<br />
Social Change, Culture And Religion: An<br />
İnterdisciplinary Journal, 12:02, 119-135.<br />
Hooper-Greenhill. (2000). Eilean, Museums<br />
and the Interpretation of Visual Culture,<br />
London: Routledge.<br />
Jay, M. (1993). Downcast Eyes : The Denigration<br />
of Vision in Twentieth-century French<br />
Thought. California: University of California<br />
Press.<br />
Köse, H. (2010). Medya ve Tüketim Sosyolojisi.<br />
Ankara: Ayraç Kitabevi.<br />
Lindlof, T. (2006). Interpretive community.<br />
İçinde: Stout, D.A. (Ed.), Encyclopedia of<br />
Religion, Communication, and Media. New<br />
York: Routledge, 182–185.<br />
Mahan, J. H. (2012). Religion and Media.<br />
Religion Compass. 6/1 p. 14-25.<br />
Mirzoeff, N. (1999). An İntroduction To Visual<br />
Culture. London: Routledge.<br />
Mitchell, W. (1994). Picture Theory. Chicago:<br />
The Üniversity of Chicago Press.<br />
38
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Mitchell, W.J.T. (2002) “Showing seeing: a<br />
critique of visual culture”, Journal Of Visual<br />
Culture, Vol 1(2), p. 166.<br />
Ong, Walter, J. (1995). Sözlü ve Yazılı Kültür.<br />
İstanbul: Metis Yayınları.<br />
Palmer, A.W. ve Gallab, A.A. (2001). Islam and<br />
Western Culture: Navigating Terra İncognita.<br />
In: Stout, D., Buddenbaum, J. (Eds.), Religion<br />
and Popular Culture:Studies on the Interaction<br />
of Worldviews. Iowa State University Press,<br />
Iowa, pp. 109–124.<br />
Petersen, T.R. (2006). Novels. içinde:<br />
Stout, D.A. (Ed.), Encyclopedia of Religion,<br />
Communication, and Media. New York:<br />
Routledge, 293–296.<br />
Sayın, Z. (2011). Sunuş.içinde: Tersten<br />
Perspektif. İstanbul: Metis Yayınları, s. 7-36.<br />
Schippert, C. (2007). Saint Mychal: A Virtual<br />
Saint. Journal of Media and Religion 6, 109–<br />
132.<br />
Schultze, Q. (1996). Evangelicals Uneasy<br />
Alliance With The Media. In: Stout, D.A.,<br />
Buddenbaum, J.M. (Eds.), Religion and Mass<br />
Media: Audiences andAdaptations. California:<br />
Sage, pp. 61–73.<br />
Smith, M. (2008). Visual Culture Studies,<br />
History, Theory, Practice, İçinde: Visual<br />
Culture Studies; Interviews with Key Thinkers.<br />
London: Sage Publications.<br />
Sturgill, A. (2004). Scope and Purposes of<br />
Church Web Sites. Journal of Media and<br />
Religion 3, 165–176.<br />
Zıllıoğlu, M. (1993). İletişim Nedir. İstanbul:<br />
Cem Yayınevi.<br />
39
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
AYKIRI BİR DÜŞÜNCE ADAMI: İDRİS KÜÇÜKÖMER<br />
Faruk KARAARSLAN, Dr.<br />
Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi<br />
Sosyoloji Bölümü<br />
“Bilmeyen ne bilsin O’nu<br />
Bilenlere Selam Olsun”<br />
Y.Emre<br />
Her toplumun kendisine has ‘aydın’<br />
problemi var olmuştur ve aydının konumu,<br />
işlevi, ilişkileri, yine o toplumun aydınları<br />
tarafından tartışma konusu edilmiştir. Tüm<br />
bu tartışmaların pratik ve teorik olmak üzere<br />
iki boyutu vardır. Teorik bağlamda yapılan<br />
tartışmalar ideal bir aydın profili ortaya<br />
koymayı, pratik bağlamda yapılan tartışmalar<br />
ise toplumun mevcut aydınlarının eylemlerini<br />
sorgulamayı hedefler. Birbirinden tamamıyla<br />
kopuk olmayan bu iki perspektifi sosyal<br />
bilimlerin temel dikatomilerinden birini<br />
oluşturur.<br />
Aydının pratiği bağlamında yapılan<br />
tartışmalar, genellikle iki tip aydın üzerinden<br />
yürütülür. Bunlardan birincisi; aydın diye<br />
adlandırdığımız birçok kişinin, toplumun<br />
diğer fertlerinden tek farkının bilgiye biraz<br />
daha fazla sahip ve sosyal sermaye noktasında<br />
halktan farklılaşmış olduğu görüşüne dayanır.<br />
Bu grup aydını genel aydın, sıradan aydın diye<br />
nitelendirmek mümkündür. Bu tür aydın çoğu<br />
zaman bir sermayenin içerisinde doğar ve<br />
ülkede söz söyleme noktasında diğerlerine<br />
nispeten avantajlı konumda olur. Bu sebeple de<br />
sırf aydın olduğunu hissettirmek için iktidarla<br />
arasına kısa mesafeler koymaya çalışmasının<br />
yanında esasında iktidar ile ilişkilerini iyi<br />
tutmaya yönelik çalışmalar yapar. Diğeri ise;<br />
iktidara sürekli muhalefet eden, sahip olduğu<br />
bilgi birikimini muhalefet aracı olarak kullanan,<br />
sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek<br />
kadar az olan aydınların oluşturduğu kesimdir.<br />
Bu aydın türü mevcut konumuna yoğun bir<br />
çalışma sonrasında gelir ve çoğunlukla ismi<br />
ve tezleri ölümünden sonra dillendirilmeye<br />
başlar. Aykırı aydın diye adlandırabileceğimiz<br />
bu aydın türü statükoya sürekli karşı çıkması<br />
sebebiyle çalışmalarında birçok engelle<br />
karşılaşır. Genellikle çevreden/taşradan<br />
yetişen aykırı aydının en önemli niteliği birçok<br />
problemle karşı karşıya olmasına rağmen iflah<br />
olmaz bir muhalefet olmasıdır.<br />
Ülkemizde, İdris Küçükömer’i ikinci tür<br />
aydın sınıfında değerlendirmek mümkündür.<br />
Küçükömer’in, akademi dünyasında yaşadığı<br />
tecrübeler, çevreden merkeze doğru gelmiş<br />
olması ve bilgi birikimini sürekli muhalif<br />
olmaya aracı kılması, onu, metinlerinin<br />
muhtevasına bakmayı gerektirmeksizin bir<br />
aydın olarak nitelendirmeye yetmektedir.<br />
Nitekim günümüzde Küçükömer’in isminin ve<br />
çalışmalarının halen zikredilmesinin sebebi,<br />
çok güçlü tezler ortaya koymasından ziyade,<br />
döneminde hiç kimsenin dillendiremediği<br />
gerçekleri, her türlü yaptırıma rağmen,<br />
söylemiş olmasıdır. Bu anlamda Küçükömer’in<br />
önemini daha iyi anlayabilmek için nasıl bir<br />
hayat sürdüğünü göz önünde bulundurmak<br />
gerekir.<br />
Küçükömer Çarlık Rusya’sının Trabzon’a<br />
dayanması sonrasında Giresun’ a göç etmeye<br />
mecbur kalan bir ailenin çocuğudur. 1925 yılında<br />
Giresun’da doğar. İlköğretimini Giresun’da<br />
tamamlar. Henüz 9 yaşındayken babası vefat<br />
40
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
eder. Sonrasında Trabzon Lisesi’nin parasız<br />
yatılı programına kaydolur. Lise derslerinde<br />
gördüğü Güneş Dil Teorisi, demokrasi ve<br />
Milli Şefliği anlatan dersler hiçbir zaman<br />
aklından çıkmaz. Lise sonrasında bir dönem<br />
parasız kalan Küçükömer, inşaat işçiliği yapar.<br />
Askerliğini bitirdikten sonra İstanbul İktisat<br />
Fakültesine giren Küçükömer sonrasında aynı<br />
üniversitede öğretim görevliliği yapar. Yine<br />
iktisat fakültesinde doktorasını tamamlayan<br />
Küçükömer, sonrasında doçent olur. Fakülte<br />
kurulunun profesörlüğe yükselmesi için<br />
aldığı kararın üniversite senatosu tarafından<br />
onaylanmaması üzerine, Danıştay’a dava<br />
açar. Bu davayı kazanmasına rağmen 10 yıl<br />
gecikmeli olarak (1976) profesörlüğünü<br />
alır. İki çocuk babası olan Küçükömer 1987<br />
yılında vefat eder. Yön ve Ant Dergilerinin yanı<br />
sıra Milliyet Gazetesinin açık oturumlarında<br />
yazılar yazan Küçükömer’ in en önemli eseri<br />
“Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması”<br />
adlı eseridir. Türkiye’de siyasetin halktan<br />
yana olması gerektiğini ısrarla vurgulayan<br />
Küçükömer, hem bu eserinde hem de hayatının<br />
bütününde cuntacılığa ve statükocu anlayışa<br />
karşı çıkar.<br />
Küçükömer’in kısa hayat hikâyesinden de<br />
anlaşılabileceği gibi, o hem geldiği çevreden<br />
hem de içinde yaşadığı sisteme karşı tavrından<br />
dolayı dönemin diğer düşünürlerinden<br />
farklılaşmıştır. Onu farklı kılan diğer bir husus,<br />
meslekten iktisatçı olmasına rağmen hiçbir<br />
zaman kendi alanının sınırlarında kalmamış,<br />
dönemin siyasal, sosyal ve kültürel olayları<br />
ile yakından ilgilenmiş olmasıdır. Bu yönüyle<br />
Küçükömer disiplinler arası bir yaklaşım<br />
sergilemiştir.<br />
Küçükömer’in ortaya koyduğu tezlere ve ilgi<br />
alanlarına geçmeden önce onun düşüncesinin<br />
üzerine kurulduğu zemini ve yöntemini göz<br />
önünde bulundurmamız gerekmektedir.<br />
Küçükömer sosyalist bir anlayışa sahiptir. Bu<br />
sebeple gerek fikri yapı olarak, gerekse yöntem<br />
olarak Marksizm’i benimsemiştir. Onun sosyal<br />
ve siyasal olaylarla ilgili açıklamalarında<br />
ekonominin başat rol üstlenmesi ve Türkiye<br />
toplumunu analiz ederken proletarya- burjuva<br />
(bürokrasi-halk) ikiliğine benzer bir sınıflama<br />
kullanması, düşüncelerinin Marksizm üzerine<br />
kurulduğunun göstergesidir. Bu sebeple<br />
Küçükömer anti-emperyalist bir duruş<br />
sergiler ve ekonomik kalkınmada halkın etkin<br />
konumda olması gerektiğini sürekli vurgular.<br />
Bu vurgu onun sadece bir iktisatçı olmasından<br />
ziyade, sosyal olayları açıklamada alt yapı<br />
olarak ekonomiyi kullanmasındandır. Onun<br />
yönteminde büyük bir öneme sahip olan<br />
diğer bir husus sosyal tarihçiliktir. O gerek<br />
dönemin güncel olaylarını, gerekse sosyal<br />
olguları açıklamada sosyal tarihçiliği bir<br />
yöntem olarak kullanır ve ele aldığı konuların<br />
tarihsel bağlamını sürekli göz önünde<br />
tutarak değerlendirir. Özellikle “Batılılaşma<br />
ve Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinde<br />
Türkiye’nin mevcut koşullarını ele alırken,<br />
sorunsallarını bir iktisatçıdan çok bir sosyal<br />
tarihçi gibi değerlendirir.<br />
Küçükömer’in temel ilgi alanını dönemin<br />
Türkiye’sinin güncel sorunları ve bu sorunların<br />
tarihsel arka planları oluşturur. Bu yelpaze<br />
içerisinde birçok makale kaleme almış olan<br />
Küçükömer’in ‘sivil toplum’ ve Türkiye’deki<br />
sağ sol kavramları hakkında ortaya attığı tezler<br />
diğerlerine nispeten çok daha fazla tartışıla<br />
gelmiştir. Özellikle onun Türkiye’de sağ sol<br />
üzerine yaptığı analizler her seçim öncesinde<br />
gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır.<br />
Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması”<br />
adlı eserinde tarihsel arka planını ele aldığı<br />
“Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır. Türkiye’nin<br />
solcuları gericidir. Türkiye’nin ilericileri<br />
sağ cenahta yer alan geniş İslamcı halk<br />
41
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
kitleleridir” tezi ülkemizde uzun yıllardır<br />
tartışılmaktadır. Bu tartışmaların birçoğu<br />
maalesef Küçükömer’in ortaya attığı bu tez ile<br />
neyi anlatmak istediğini anlamaktan yoksun<br />
ve tezini ortaya koyduğu eserinden bihaber<br />
yapılmıştır. Zira bu tez eleştirilebilir olmasının<br />
yanında tarihsel bir bağlam içermektedir.<br />
O, bu tezi açıklamak için ikilikli bir yapı<br />
kurgular ve Türkiye’de yaşanılan gerilimlerin<br />
tamamının batıcı, laikçi, medeniyetçi kesim<br />
ile doğucu İslamcı kesim arasında yaşanan<br />
çatışmanın sonuçları olduğunu belirtir.<br />
Küçükömer bu çatışmanın taraflarını bürokrat<br />
(laikçi, medeniyetçi, batıcı) ile halk (İslamcı,<br />
doğucu) olarak kodlar ve bu çatışmanın<br />
kökenlerini araştırmaya girişir. Bu çatışmanın<br />
başlangıcı esasında Türkiye’nin batılılaşma<br />
sürecinin hikâyesidir. Ona göre Osmanlının<br />
siyasi, hukuki ve ekonomik sisteminin batıdan<br />
farklı olması sebebiyle kapitalist düzene<br />
geçmesi, dolayısıyla batılılaşması imkânsızdır.<br />
Kapitalist düzene geçememesinden dolayı,<br />
gelişen dünyaya ayak uyduramayışı, ekonomik<br />
anlamda bir çözülmenin meydana gelmesine<br />
sebep olmuştur ve bu ekonomik buhran siyasi<br />
ve hukuki sorunları da beraberinde getirmiştir.<br />
Bu çözülme sonrasında Osmanlı’da ikilikli bir<br />
yapı belirmeye başlar. Bunlar Batı kurumlarının<br />
olduğu gibi alınması gerektiğine inanan ‘Batıcı<br />
laikçiler’ ile bir takım ıslahatlarla mevcut<br />
durumdan kurtulmayı hedefleyen ve çoğu<br />
zaman yerellik vurgusu yapan ‘halktır’. Halk<br />
daha çok yeniçeri, esnaf ve ulema birliğinden<br />
gelmektedir. Buna karşılık ‘Batıcı laikçiler’<br />
ise bürokratik gelenekten gelmektedir ve<br />
esasında günümüzdeki solun kökenlerini<br />
oluşturmaktadır. Tam bu noktada Küçükömer;<br />
köken itibari ile solun halka daha yakın olması<br />
gerektiği fikrinden yola çıkarak, günümüzde<br />
sol diye adlandırılan kesimin esasında esnaf,<br />
ulema ve yeniçeriye dayandığını belirtirken,<br />
sağ kesimi bürokraside yer alan, halktan uzak<br />
laikçilerin oluşturduğunu belirtir. Sonrasında<br />
laikçi kesimi İttihat ve Terakki temsil ederken<br />
halk kesimini Prens Sabahddin’in yanında yer<br />
alan Hürriyet ve İtilaf Fırkası temsil etmiştir.<br />
Bu iki grup da 1950’ lerde Cumhuriyet<br />
Halk Partisi’ne (Ortanın Solu) ve Demokrat<br />
Parti’ye evrilir. Bu noktada Küçükömer<br />
kendisini sol diye tanımlayan kesimin sağ,<br />
kendisini sağ diye tanımlayan kesimin ise sol<br />
olduğunu belirterek döneminin iktidarını<br />
eleştirir. Küçükömer’in önemi bu analizinden<br />
ziyade döneminin iktidarını çekinmeden<br />
eleştirebilmesinden kaynaklanmaktadır.<br />
Onun temel eleştiri noktasını, kendini sol<br />
diye adlandırılan kesimin halktan kopuk ve<br />
halka rağmen yönetim biçimini benimseyerek,<br />
kendine ait bir tarih inşa etmeye çalıştığı fikri<br />
oluşturur. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi<br />
ise merkezdeki bürokratların halk tarafından<br />
yenilgiye uğraması anlamına gelmektedir.<br />
Buna karşılık bürokratlar iktidarı ellerinden<br />
bırakmamak için çaba göstermektedirler.<br />
Türkiye tarihinde yaşanan darbeler esasında<br />
bu gerilimin sonuçlarıdır.<br />
İdris Küçükömer’in bu analizini günümüz<br />
yargı, Cumhuriyet Halk Partisi, ordu ve Ak<br />
Parti arasında yaşanan gerilimi anlamak<br />
içinde kullanmamız mümkündür. Bu sebeple<br />
onun esasında merkez çevre gerilimi olarak<br />
adlandırabileceğimiz analizi günümüzde<br />
halen geçerliliğini korumaktadır. Bu noktada<br />
belirtmek gerekir ki Küçükömer’in ifade<br />
ettiği sağ ve sol kavramları gerçek manada<br />
tanımlanmamıştır. Küçükömer kendi zihninde<br />
sağ ve sol tanımlamaları yaparak, sosyalist<br />
olması sebebiyle sola pozitif anlamlar<br />
yüklemiştir. Bu sebeple halkın solda yer<br />
aldığını belirterek aslında halkı görmek<br />
istediği yere konumlandırmıştır.<br />
Küçükömer’in tüm bu analizlerindeki temel<br />
amaç, emperyalizme karşı Türk toplumunu<br />
ve siyasetçileri uyarmaktır. Çünkü ona göre<br />
42
<strong>CİHANNÜMA</strong> DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 4 - KASIM 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
bürokrasi-halk gerilimine dayanan bu işleyiş<br />
sadece emperyalizmin işine yaramaktadır<br />
ve emperyalist güçler bu gerilimi dilediğince<br />
kullanabilmektedir. Ona göre; “Emperyalizm<br />
son defa, solcularla halk tabanını bağdaşmaz<br />
kamplar olarak karşı karşıya getirerek,<br />
Türkiye’yi istediği gibi politik, ekonomik,<br />
militer, eğitim modelleriyle koşullamaya<br />
devam etmekte, milletimiz üzerine istismarcı<br />
ambargosunu temeli bir biçimde koymak<br />
yolunu aramaktadır!”.<br />
Küçükömer’in üzerinde dikkatle durduğu bir<br />
diğer konu, esasında Türkiye’de sağ ve sol<br />
analiziyle yakından ilintili olan ‘sivil toplum’<br />
kavramıdır. “Küçükömer’in 1960’lardan<br />
itibaren konu ile ilgili yazdığı ve ‘sivil toplum’<br />
kavramını ülkenin siyasal ve toplumsal<br />
yapısını çözümlemek için sıklıkla kullandığı<br />
yazılar Türkiye’de sivil toplum tartışmasının<br />
başlangıcı olarak kabul edilir”. Türkiye’nin<br />
uzun yıllar iktidarda kalmaya çalışan<br />
bürokratlar sebebiyle cunta rejimini yaşadığını<br />
düşünen Küçükömer, cuntacılıktan sivil<br />
topluma geçilmesi gerektiğini düşünmektedir.<br />
Küçükömer ‘politik toplum’(toplumun büyük<br />
çoğunluğunu dışlayan, küçük bir bürokrat<br />
grup) ile ‘sivil toplum’ ayrımı yapar ve problemi<br />
sivil toplumun politik toplum tarafından<br />
yönlendirilmesinde görür. Bu noktada<br />
Küçükömer Batıdaki gibi bir sivil toplumun<br />
Türkiye’de hiçbir zaman olamayacağını<br />
belirtir. Çünkü Batıdaki devlet halk ikilemi ile<br />
Türkiye’deki devlet halk ikilemi aynı düzlemde<br />
değildir. “…Batı Avrupa’da gücün devlet ve<br />
toplumdaki farklı kesimler arasında paylaşılmış<br />
durumda olduğunu bu grupların özerk<br />
statülerinin yasal olarak tanınmış olduğunu,<br />
devlet ve bu farklı toplumsal kesimleri çapraz<br />
kesen çoğul karşı karşıya gelmelerin ve<br />
bunlar arasındaki etkileşimlerin sivil toplum<br />
olgusunun gelişimindeki belirleyiciliğini<br />
ortaya koyarken Osmanlı Türkiye bağlamında<br />
esas karşılaşmanın devlet ve toplum arasında<br />
olduğunu vurgulamaktadır”. Konu ile ilgili<br />
Ant ve Yön dergilerinde birçok yazı kaleme<br />
alan Küçükömer Türkiye siyaseti için sivil<br />
toplumun gerekliliğini düşünmekte ve<br />
sivil toplumu ancak İslamcı doğucu halk<br />
kitlesinin oluşturabileceğine inanmaktadır.<br />
Bu sebeple Türkiye’nin refahı için İslamcı<br />
halk kitlesinin iktidarda olmasını, halkın<br />
iktidarda olması şeklinde değerlendirerek,<br />
sivil toplum anlayışının zaruriyetini vurgular.<br />
Not: Bu yazı Umran Dergisinin 90. sayısında<br />
yayımlanan metnin gözden geçirilerek<br />
düzenlenmiş halidir.<br />
Kaynakça<br />
Küçükömer İdris, 2009, Batılılaşma ve Düzenin<br />
Yabancılaşması, Profil Yayıncılık, İstanbul.<br />
Küçükömer İdris, 1994, Türkiye Üstüne<br />
Konuşmalar, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.<br />
Küçükömer İdris, 1994, Cuntacılıktan Sivil<br />
Topluma, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.<br />
Onbaşı, G. Funda, 2008, “Şerif Mardin ve İdris<br />
Küçükömer’de ‘Sivil Toplum’ Kavramı”, Şerif<br />
Mardin Okumaları, Editör Taşkın Takış, Doğu<br />
Batı Yayınları, Ankara.<br />
43
YAZIM<br />
KURALLARI<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma<br />
Bülteni’ne gönderilecek yayınların yazım ve yayınlanma<br />
kuralları aşağıda belirtilmiştir.<br />
1. Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni,<br />
güncel tartışma ve araştırma konularının ulusal ve uluslararası<br />
boyutlarıyla ilgili araştırma-inceleme, kısa bilimsel çalışma ve<br />
derleme tarzında hazırlanmış özgün yazıları yayınlar.<br />
2. Bülten, yılda 4 kez yayınlanır.<br />
3. Bir yazının bültende yayınlanabilmesi için daha önce başka<br />
bir dergide yayınlanmamış veya başka bir dergiye yayınlanmak<br />
üzere gönderilmemiş olması gerekir. Bu şartları taşımayan<br />
yazıların yayınlanması Bülten yönetimi tarafından yayına uygun<br />
görülmesiyle mümkün olabilmektedir.<br />
4. Bültenin dili Türkçedir.<br />
5. Yayınlanmak üzere gönderilen çalışmalar kaynaklar dâhil<br />
5000 kelimeyi geçmemelidir.<br />
6. Yazılar, MS Word, “Times New Roman” yazı tarzında, 12<br />
pt kullanılarak, 1.5 satır aralıklı yazılmalıdır.<br />
7. Yazılarda giriş, materyal ve metot, bulgular, tartışma ve sonuç<br />
bölümlemesi aranmaz ancak yazılar uygun bölümlere ayrılmalı<br />
başlıklar büyük harflerle yazılmalıdır.<br />
8. Her bir yazıya 200 kelimeyi aşmayacak ve metni<br />
yansıtacak şekilde özet bir paragraf eklenmelidir.<br />
9. Yazarlar kaynak gösterimi konusunda kendi çalışmalarında<br />
kullandıkları gösterim metodunu kullanabilirler.<br />
10. Yazarların unvanı ve görev yeri dipnotta gösterilmelidir.<br />
11. Yazılar e-posta ile cihannumadisiliskilerebulten@gmail.<br />
com adresine e-posta mesajına eklenerek gönderilmelidir.<br />
44
DUYURU / TEŞEKKÜR<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nin<br />
bu sayısına katkı sunan tüm araştırmacılarımıza teşekkür ederiz.<br />
Araştırma Bültenimizin muhtemel katkılarla zenginleşmesi ve yayın<br />
hayatına güçlenerek devam etmesi platform üyelerimizin özellikle de<br />
akademisyenlerimizin makale ve yazılarını göndermelerine, güncel<br />
araştırmalarından edindikleri bilgileri paylaşmalarına bağlıdır.<br />
Lütfen tüm yorumlarınızı ve katkılarınızı aşağıdaki e-posta adresine<br />
gönderiniz: cihannumadisiliskilerebulten@gmail.com