01.03.2013 Views

mart2013

mart2013

mart2013

SHOW MORE
SHOW LESS

PDF'lerinizi Online dergiye dönüştürün ve gelirlerinizi artırın!

SEO uyumlu Online dergiler, güçlü geri bağlantılar ve multimedya içerikleri ile görünürlüğünüzü ve gelirlerinizi artırın.

loglifetr bloglifetr<br />

Beats Audio’ya sahip<br />

ilk Windows imzalı telefon<br />

| HTC’ye özel amfisi ile<br />

inanılmaz ses deneyimi<br />

| Standart lenslerin iki katı daha fazla alanı bir kareye<br />

sığdıran geniş açılı lense sahip ön kamera<br />

| Gerçek zamanlı güncellemeler kişiselleştirilmiş<br />

Canlı Kutucuklar ile mükemmel ekranda<br />

2 3


4 5


6 7


8 9


Gökkuşağı<br />

Sabah mahmurluğunu<br />

henüz<br />

üzerimden atamamışkenkahvaltı<br />

yapmaya<br />

başlamıştım bile.<br />

Kızarmış ekmek, biraz tereyağı,<br />

Ayvalık’ın yeşil zeytini ve<br />

cam kupada bir bardak çay.<br />

Benim için kahvaltıyı şölen<br />

haline getirmenin yolları da<br />

çayımı yudumlarken cep telefonumdan<br />

birkaç köşe yazarı<br />

okumak ve 4. kattaki evimin<br />

mutfak penceresinden uzun<br />

uzun dışarıyı seyretmek. İşte<br />

böyle bir anda Hasan Cemal’in<br />

köşe yazısını okurken küçük<br />

bir ‘s’ vermek üzere başımı<br />

kaldırıp camdan dışarı bakıyorum.<br />

Dışarıda kasvetli bir hava<br />

olmasına rağmen, kara bulutları<br />

delip geçen ısrarlı güneş<br />

ışıkları tam karşımda müthiş<br />

bir manzara doğuruyor. Bir ve<br />

hatta dikkatli bakıldığından işte<br />

ikinci gökkuşağı da karşımdaydı.<br />

Bir kısmı beton blokların<br />

arkasında adeta hapsedilmiş<br />

olsa da o ne güzel görüntüydü<br />

öyle.<br />

Birden heyecanla aklıma çocuklarım<br />

geliyor, onlar görmeli<br />

diyorum bu manzarayı<br />

kaçırmamalılar. Eşime sesle-<br />

niyorum; “Aylin koş, çocukları<br />

mutfağa getir gökkuşağı çıktı”<br />

Bir yandan da mutfak ile salon<br />

arasındaki kapının camından<br />

ne yaptıklarını izliyorum.<br />

Halının üzerinde küçük kızım<br />

Ahsen’le oynayan eşim sesimi<br />

duyup başını cama doğru<br />

çeviriyor. Sonra bir çırpıda<br />

yerinden kalkıyor ve dizlerinin<br />

üstünde koltuğa çıkıyor. “Asya<br />

gel kızım, bak gökkuşağı çıkmış”<br />

diyor. Asya adeta ayakları<br />

yeri döve döve koşuyor ve hop<br />

bir zıplayışta koltukta. “ Ben bir<br />

kere daha gökkuşağı görmüştüm<br />

anne” diyor. Sonra “bunun<br />

rengi neden az diyor?”. Eşim<br />

bir yandan parmağı ile gösterdiği<br />

gökkuşağını Asya’ya anlatırken<br />

bir yandan da koltuğa<br />

çıkmaya çalışan ufaklığa, kafasını<br />

çevirip bakmadan ama<br />

arkaya doğru uzattığı eliyle<br />

kollamaya çalışarak yardım<br />

ediyor. Çayımdan bir yudum<br />

daha alıyorum. Sonra aklıma<br />

fotoğraf çekmek geliyor. Telefonumu<br />

elime alıp bu manzarayı<br />

çekmeye çalışıyorum.<br />

Kadrajı nasıl yapsam, dik mi<br />

ya da yatık mı çeksem soruları<br />

kafamda belirdiği anda elim o<br />

süratle tüm bu sorulara gözlerimin<br />

yardımıyla cevap bulmaya<br />

çalışıyor. Sonra diyorum<br />

gökkuşağını perdeleyen şu<br />

10 11<br />

apartmanı silikleştirmeli. Yolu;<br />

Instagram. Öyle ya Instagram<br />

hem kendi çekim hatalarımızı<br />

hem de görüntüye giren ‘şeyleri’<br />

silikleştirerek, karartarak<br />

daha da allayıp pullamıyor<br />

muydu? O sırada üniversite de<br />

gördüğüm fotoğrafçılık dersini<br />

hatırlıyorum. Ama ne fotoğrafçılık<br />

dersi… Öyle dört duvar<br />

arasında değil. Çanakkale’nin<br />

yağmurunda, çamurunda,<br />

rüzgârında sokaklarda elimizde<br />

sırayla dolaşan Ahmet<br />

Hoca’nın tele objektifli fotoğraf<br />

makinası - markası Minolta<br />

mıydı acaba, hatırlamıyorum-<br />

çoğunlukla tarihi bir yapıdaki<br />

detaya doğru onu doğrultur<br />

doğru kadraj, doğru enstantane,<br />

doğru diyafram, doğru İSO<br />

ayarı falan diye acemiliğimizle<br />

dakikalarca uğraşır ve tele objektifin<br />

ağırlığıyla yorulmuş sol<br />

bileğimizle en sonunda ancak<br />

flu bir fotoğraf elde ederdik.<br />

Rahmetli Ahmet Hoca ( Sipahioğlu)<br />

kaşını oynatır, gözünü<br />

oynatır, söylenir durur kimi zaman<br />

beceriksizliğimize küser<br />

arkasını dönerdi. İşte tüm bu<br />

anılar zihnimde canlanmış, bilmem<br />

ne kadardır ağzımın içinde<br />

ekmek parçasını yuvarlayıp<br />

duruyorken Asya koşarak mutfağa<br />

geliyor.<br />

- Baba sende gördün mü gökkuşağını?<br />

- Evet, gördüm kızım, bak hala<br />

orada.<br />

İşe gitmek için hazırlanmış olduğumu<br />

görünce gözlerini hemen<br />

üstüme dikerek;<br />

- Peki, sen niye böyle giyindin?<br />

Nereye gideceksin?<br />

- Ben birazdan gökkuşağına<br />

çıkacağım. En üstüne çıkınca<br />

da sana oradan el sallayacağım<br />

tamam mı?<br />

- Tamam, baba ama düşme<br />

dikkat et olur mu? Bir de baba,<br />

biliyor musun, ben bir kere<br />

gökkuşağından kaymıştım.<br />

- Oo, gerçekte güzel miydi?<br />

- Çok güzeldi baba. Ama pantolonuma<br />

böyle renkler çıkmıştı<br />

sonra annemde bana kızmıştı.<br />

Gözlerini büyüte büyüte, neredeyse<br />

nefes almadan anlattığı<br />

hikâyeyi çok sevmiştim. Bir<br />

yandan hevesle onu dinliyor<br />

bir yandan da içimden Allaha<br />

dua ediyordum. “Allahım sen<br />

yavrularımı her daim sağlıklı<br />

kıl, onlara mutluluk ve huzur<br />

ver.” Sonra geldiği hızla içeri<br />

koştu bizim Asya. Bende çektiğim<br />

fotoğrafı allayıp pulladıktan<br />

sonra dostlarımla paylaşmak<br />

istedim. Altına da şu<br />

yorumu yazdım: Bana, çocuklarıma<br />

güzel dakikalar yaşatan<br />

gökkuşağı iyi ki varsın. Biliyorum<br />

bugün daha güzel bir gün<br />

olacak. Mesela sebepsiz yere<br />

insanlar birbirlerine gülümseyecek,<br />

günaydın diyecekler.<br />

Mesela durduk yere, öyle miydi<br />

böyle miydi demeden, ulusal<br />

çıkar demeden, süreç demeden,<br />

baltalama demeden, şehit<br />

demeden, örgüt demeden<br />

barış diye haykıracak insanlar,<br />

sebepsiz… Mesela çocuklar<br />

gökkuşağına çıkıp kayacaklar<br />

yeryüzüne, sonra rengârenk<br />

olacak pantolonları, elleri,<br />

yüzleri gelecekleri rengârenk.<br />

Gökkuşağı sen var ya sen az<br />

şey değilsin, sebepsiz yere yaşatırsın<br />

insanı.<br />

rıdvan gölcük<br />

www.ciplakayakla.com


Misket<br />

Şöyle bir görüntüyü en son ne<br />

zaman gördünüz?<br />

Benim Böyle bir görüntüyü en<br />

son gördüğüm zamanın üzerinden<br />

en az 2-3 yıl geçmiştir.<br />

Yaşımın 22 olduğunu hesap<br />

edecek olursak bu işte bir sorun<br />

var demektir.<br />

Şöyle ki;<br />

Zamane çocukları ne misket<br />

ne taso oynuyorlar, ne de buna<br />

benzer aktiviteler yapıyorlar.<br />

Varsa yoksa bilgisayar, internet,<br />

facebook, (Twitter’e yaşları<br />

yetmiyor. Zaten twitter’den<br />

bende bir şey anlamadım.) vs..<br />

Bakın mesela yukarıdaki oyunun<br />

adı “dikmece”dir. “Baş”<br />

dendiği de görülmüştür:) Ama<br />

ne yazık ki yeni nesilde, bırakın<br />

misket oynamayı, şu oyunun<br />

adını bilen bile yok. Bu bir<br />

eksiklik mi? Evet bal gibi de bir<br />

eksiklik.<br />

12 13<br />

Sabah akşam yere dizini koyduğu<br />

için pantolonunun dizi<br />

aşınmış, belki yırtılmış olmadan<br />

bir çocuk büyüyemez, yeteri<br />

kadar gelişemez. Nasıl ki<br />

bir çocuğun gelişimi için süt ve<br />

süt ürünleri gerekli ise bu da<br />

o derece gereklidir. Çocuklar<br />

topluma daha ufak yaşlarda<br />

mahalle aralarında oyun oynayarak<br />

girerler. Ama şimdi komşusunun<br />

çocuğunu aylar, belki<br />

yıllar sonra görüp; “aaa senin<br />

oğlan mı bu? aman maşallah<br />

ne kadarda büyümüş” diyenlerle<br />

dolu ortalık. Normalde o<br />

çocuğun zaten komşunun gözünün<br />

önünde büyümesi gerek.<br />

Bir çocuğun oynadığı mahalle<br />

maçından sonra, annesi evde<br />

yoksa gidip Ayşe teyzesinden<br />

su istemesi lazım. Ama insanlar<br />

birbirlerine karşı artık o ka-<br />

dar soğuk, o kadar mesafeli ki,<br />

yok artık öyle teyzeler.<br />

Şimdi ben mahalleden bir çocuğa<br />

“fiske mum direk” desem<br />

donar kalır. “Ne diyor bu?”<br />

diye aklından geçirir. Ama<br />

facebook’ta durum beğenmesinden,<br />

bilgisayar oyunlarının<br />

hilelerinden bahsetsem şıp<br />

diye anlar.<br />

Eskiden ağaçlara dalan çocuklar<br />

vardı mesela. Ve mutlaka<br />

ağaçlara dalan çocukları bahçenin<br />

sahibine ispiyon edenler.<br />

Genelde sen tam ağacın<br />

tepesinde cebine erikleri stok<br />

yaparken “ağaacaaa dalan<br />

varrrr!” diye bir ses duyulurdu.<br />

Her mahallenin mutlaka bir<br />

“Doğukan”ı vardı. Bu doğukanlar<br />

genelde “süt çocuğu”<br />

denen tiplerde olup, annelerinin<br />

sözünden çıkmaz, çıkamazlardı.<br />

Mahallede genel-


loglifetr<br />

de eve ilk doğukanlar girerdi.<br />

Çünkü ilk onların annesi çağırırdı.<br />

Maç yapacağınız zaman<br />

en sona doğukan kalırdı. Çünkü<br />

top oynamayı beceremezdi.<br />

Genelde şişman ve gözlüklü<br />

olurlardı(dalga geçtiğim anlamı<br />

çıkarmayın bende şişman<br />

ve gözlüklüyüm ama Doğukan<br />

değilim). Eğer Doğukan’ın annesi<br />

sizi balkondan izliyorsa<br />

“oğlumu da oyuna alın” derdi<br />

kıramazdınız ve Doğukan’da<br />

oynardı.<br />

Eskiden kökmek/kökülmek<br />

vardı. Ütmek/ütülmek vardı.<br />

Şimdi bunların hiçbiri yok.<br />

Eskiden mahallenin yaşca<br />

büyük abileri oyunun ortasında<br />

gelir, oyunun içine ederdi.<br />

Ama kimse ses etmezdi. Biraz<br />

korkudan biraz saygıdan. O<br />

abiler “at bakayım babanın kıllı<br />

göğsüne” derdi. Sivri burun,<br />

yumurta topuk kunduralarla<br />

toplara vururlar, en olmadık<br />

yere atarlardı topu ve tabi son-<br />

ra “hadi eyvallah” der kaçarlardı.<br />

O zamanlar Murphy Kanunlarını<br />

kimse bilmezdi ama bizzat<br />

yaşardı. Şöyle ki eğer top bir<br />

apartmanın balkonuna giderse<br />

mutlaka o evin sakinleri köye<br />

gitmiş olurdu. Koca apartmanda<br />

dolu o kadar ev varken, sizin<br />

topunuzun 3 ay boyunca<br />

köyde kalacak olan kişilerin<br />

evinin balkonuna gitmesini<br />

Murphy kanunlarından başka<br />

bir şey izah edemez.<br />

Gaddar amcalar olurdu. “Gidin<br />

az ilerde oynayın oğlum burası<br />

oyun parkı mı?” der kışlardı<br />

bizi. Her mahallede vardı öyle<br />

amcalardan. Kaç tane topumuzun<br />

katiliydi o amcalar.<br />

Şimdi öyle gaddar amcalar<br />

pek yok. Zaten var olsalar dahi<br />

onlara ihtiyaç yok çünkü koca<br />

koca siteler var artık. Her sitenin<br />

top oynanacak alanları var.<br />

Mahalle parklarında basket sahaları<br />

var (genelde futbol için<br />

kullanılan). O yüzden bu dayılara<br />

pek iş düşmüyor artık. Pek<br />

fazla top bıçakla ortadan ikiye<br />

yarılmıyor, kamyonun altında<br />

toplar patlamıyor ve maalesef<br />

ki artık mahallenin bütün çocukları<br />

ceplerindeki bozuk paralarını<br />

ortaya koyup ortaklaşa<br />

top almıyor.<br />

Artık sivri burun kunduralarla<br />

oyunların içine eden mahalle<br />

abileri de yok.<br />

Geride kaldı bu işler maalesef.<br />

Artık çocuklar evden çıkma-<br />

14<br />

dan, toplum içine karışmadan<br />

asosyal olarak büyüyor.<br />

Elbette hala misket, taso oynanan,<br />

mahalle maçlarının<br />

yapıldığı, kimsenin saat köstek<br />

bilmeden eve gidiş saatini<br />

akşam ezanına göre ayarladığı<br />

mahalleler vardır ama bu<br />

mahallelerin sayısı artık çok az<br />

maalesef.<br />

Eskiden atari salonları vardı.<br />

Tekken oynardık ama atari<br />

oynamak her çocuğun harcı<br />

değildi çünkü pahalı bir meretti.<br />

Bazen büyüklerinden para<br />

alırsan gider oynar, bazen<br />

de gidip oynayanları izlerdin.<br />

Şimdi o atari salonları da yok.<br />

Her şeyin gelişip daha fazla<br />

makineleşmesi sürecine atarileri<br />

de kurban verdik. Tabi onlarda<br />

bir makine ama atariler<br />

şimdiki alet edevatın yanında<br />

ilkel kalıyordu. Şimdi atarilerin<br />

yerini bilgisayarlar, playstationlar<br />

aldı. Eskinin tasosunun,<br />

misketinin, çelik çomağının insanlar<br />

üzerinde bıraktığı olumlu<br />

etkiyi, onları eğlendirme görevini<br />

artık blackburry, iphone<br />

gibi makineler yapıyor.<br />

Eskiden misketleri kah 2.5 litre<br />

kola şişesinin içinde kah annelerimizin<br />

salça koydukları<br />

şişelerin içinde biriktirirdik. Ve<br />

şimdi Apple ile Blackburry ile<br />

atılan havalar eskiden misket<br />

sayısı ile atılırdı. Bir şişe dolusu<br />

misketi olanın en az bir<br />

iphone sahibi kadar havası<br />

olurdu. Benim gibi geri kafalı<br />

adamlar için 1 salça şişesi misket<br />

1 iphone’den daha değerlidir<br />

mesela.<br />

Giden hiçbir günün geri gel-<br />

mediği gibi o günlerde geri gelmeyecek<br />

maalesef. İşte böyle<br />

satır aralarında kalır ancak.<br />

Bu yüzden ağlanıp dövünmenin<br />

pek bir faydası olmayacak.<br />

Biz top oynadığımız arsaları<br />

lüks sitelere tercih ettik. Biz<br />

etmediysek de anne babalarımız<br />

etti. Mahalle bakkallarını<br />

süpermarketlere tercih ettik.<br />

Koca koca marketlerde fonda<br />

çalan bir müzik eşliğinde alışveriş<br />

yapmayı, “Ali abi bunu<br />

bizim hesaba yaz” cümlesine<br />

tercih ettik.<br />

Kaza yaptıktan sonra “ne vardı<br />

şu emniyet kemerini taksaydım<br />

sanki?” cümlesinin size ne kadar<br />

faydası varsa, işte bu saatten<br />

sonra ağlanıp dövünmenin<br />

de o kadar faydası var. O koca<br />

siteleri yıkmazlar artık. Çünkü<br />

gecekondular yıkılırken dozerin<br />

önünde duran, müteahit’in<br />

kızını seven Kemal Sunal’lar<br />

ve o filmlerdeki temiz insanlar<br />

da yok artık. Hepsi köylerinden<br />

göç etti. Hepsi yerlerini sattı.<br />

Fikirtepe imara açıldı mesela.<br />

Şimdi bütün eski binalar yıkılacak<br />

ve yerine gökdelenler<br />

dikilecek. Herkes kaç daire<br />

alacağına, alacağı dairelerin<br />

kaç para edeceğine bakıyor.<br />

Çocuğuna bırakacağı güzel ve<br />

temiz bir geleceğin ona bırakacağı<br />

mirasla doğru orantılı<br />

olduğuna inanıyor.<br />

O yüzden biz bu savaşı maalesef<br />

kaybettik ve bugünden<br />

sonra sürekli geriye gideceğiz.<br />

Bundan belki 50-100 sene<br />

sonra “misket ne ya ahahahah!”<br />

diyen çocuklar olacak.<br />

Bakarsınız belki bir sürpriz olur<br />

“yıkarım ula bütün buraları”<br />

deyip dozer şoförünün elinden<br />

zorla anahtarı alıp yıkımı durduran<br />

Kemal Sunal’lar, Cüneyt<br />

Arkın’lar, Kadir İnanır’lar çıkabilir.<br />

Belki...<br />

Bu yazıda, okuyan herkesi biraz<br />

eskiye götürerek eskiyi yâd<br />

etmesini, misket oynadığı günleri<br />

hatırlamasını sağlamayı<br />

istedim. Umuyorum ki başarmışımdır..<br />

İçinizdeki ışığın sizi götüreceği<br />

benlik duygusu hiç sönme-<br />

15<br />

sin. Bu ay yükseleniniz akrep,<br />

ve yıldızlar sizin için çok güzel<br />

şeyler söylüyor. Pozitif enerjinizi<br />

hiç bir zaman kaybetmeyin,<br />

doğayla barışık olun. O<br />

sizi gitmek isteyeceğiz yere<br />

götürecektir.<br />

Şaka şaka.<br />

Allah yar ve yardımcınız olsun.<br />

Hadi eyvallah!<br />

Aykut Bektaş<br />

1hilalugruna.blogspot.com


Ekmek Öpen Çocuklara Özlem<br />

Ne güzel çocuklardı<br />

o çocuklar öyle değil<br />

mi ama? İnsan<br />

ister istemez kendi<br />

çocukluğunu hatırlıyor<br />

böyle şeyler görünce. Biz<br />

küçükken her şey şimdikinden<br />

çok daha farklıydı. Teknoloji<br />

bu kadar gelişmemiş en azından<br />

gelişen şeyler geç gelirdi<br />

ülkemize. 20. asrın çocuklarıydık<br />

biz.<br />

Sokakta top oynamayı,<br />

cam çerçeve indirmeyi sever,<br />

saklambaç oynardık<br />

köşe bucak. Ucundan kıyısından<br />

da olsa, çocukluğu<br />

hakiki manada yaşardık.<br />

Ekmek öpen çocuklardandık<br />

bizler. Hatırlıyorum da<br />

yerde bir lokma görecek<br />

olsak, bisküvi bile olsa üç<br />

kere hızlı hızlı öpüp alnımıza<br />

götürür ardından yüksekçe<br />

bir yere bırakırdık.<br />

Allah taş ederdi sonra. Onu<br />

bulamayanlarda vardı. Hani<br />

diyor ya şarkı; “Biz büyüdük<br />

ve kirlendi dünya.” Evet büyüdük<br />

ve kirlendi dünya. Yazın<br />

bahçelerdeki hortumlarla<br />

birbirimizi ıslatır su savaşı yapar,<br />

kışın çıkıp doya doya kar<br />

topu oynar kızakla kayardık.<br />

Baharda çağlalara dalar, ham<br />

meyveyi koparır dalından, ishal<br />

edene kadar kendimizi yer<br />

dururduk. Bakkaldan sakız çalan<br />

arkadaşlarım oldu benim<br />

en saf ve çocukça bir hırsızlıkla.<br />

Hoş bakkal bilirdi de sakızları<br />

alanları ses etmezdi. Bir<br />

sakızdan ne olur diyebiliyordu<br />

insan. Şimdiki gibi birbirinin yediği<br />

lokmaları saymazdı kimse.<br />

Varsa yenir yoksa yenmezdi<br />

çünkü.<br />

Bizim çizgi filmlerimiz çok<br />

güzeldi. Heidimiz, Şirinler’imiz,<br />

Teletapi’lerimiz, Şeker<br />

Kız Candy’lerimiz vardı. Bugs<br />

Bunny’e güler Tom ve Jerry<br />

ile eğlenirdik. Tasolar, pokemonlar,<br />

baybladerden sonra<br />

bozuldu bizim nesil. Hepimiz<br />

defalarca izler izler sıkılmazdık<br />

Keloğlan’dan, Hababam’dan.<br />

Yeşilçam filmlerinin saflığında<br />

çocuktuk biz çünkü. Meybuz<br />

yer boğazımızı şişirir, üstümüz<br />

başımız batana kadar girmezdik<br />

eve. Oklavaları, terlikleri<br />

vardı annelerimizin. Andımızı<br />

okuduğumuz için gocunmazdık<br />

mesela. Türküm ,doğru-<br />

yum, çalışkanım nidaları bize<br />

hoş gelirdi. Facebook üzerinden<br />

değildi arkadaşlıklarımız.<br />

Kan kardeşimiz vardı en<br />

basitinden. Ali’nin annesi benim<br />

karnımı doyururken ertesi<br />

hafta Ali gelir bizim evde yerdi<br />

yemeği. Aileler birbirine itimad<br />

ederdi o zamanlar. Biz küçükken<br />

her nesne ayrı bir güzeldi.<br />

Hayal mi hakikate, hakikat<br />

mi hayale galebe bilmem<br />

lakin hep çocukluk yıllarımın<br />

güzelliklerinin başka<br />

olduğunu tasavvur ederim.<br />

O saf ve kıymetli hatıraların<br />

levhaları hep kafamda<br />

dolaşır durur an be an.<br />

Şimdi devir teknoloji devri.<br />

“En fazla bir yıl sürer 20.<br />

asırlılarda ölüm acısı” derdi<br />

şair. 21. yüzyıllılarda siyah<br />

gözlük, takım elbise ve<br />

başı örten siyah bir yemeniden<br />

ibaret ölümler. Şimdi<br />

arkadaşlıklar Facebook’ta.<br />

Sokaklarda ekmek öpüp<br />

yukarı koyan çocukların telaşı<br />

yok. Kulağında kulaklık,<br />

elinde tablet, cep telefonu ile<br />

dolaşıyor şimdiki nesil. Sokakta<br />

macun satan amcalar yok.<br />

Oysa ne güzeldi o macunların<br />

tadı. Sahi nereye gitti o amcalar?<br />

Sokakta oyun oynamayıp<br />

sürekli test çözen, bilgisayar<br />

ve diğer elektronik aletlerle<br />

uğraşan arkadaşları bile reel<br />

olmayan nesil Ahmet Haşim’in<br />

tanımına uymaz mı sizce de?<br />

“Melali anlamayan nesle aşina<br />

değiliz.”<br />

B<br />

KAN<br />

GRUBU<br />

Faydalı olan yiyecekler<br />

(Aynı zamanda en emniyetli<br />

ilaçlar): Koyun, kuzu, keçi,<br />

hindi, tavşan ve yabani et, alabalık,<br />

sardalye, kırmızı levrek,<br />

mezgit, morina, havyar, bey<br />

balığı, taze yumurta,Yoğurt,<br />

doğal süt, beyaz peynir, kaşar<br />

peyniri, mozarella, koyun ve<br />

keçi sütü ve peyniri, Zeytinyağı<br />

ve ceviz<br />

İnci fasulye, yulaf ve çeşitleri,<br />

pirinç ve çeşitleri, doğal buğday<br />

ve çeşitleri, horozibiği, yulaf<br />

ve ürünleri<br />

Patlıcan, kereviz, kırmızı pancar,<br />

havuç, her çeşit lahana,<br />

karnıbahar, patates, her türlü<br />

biber, pul biber, karahindiba,<br />

maydanoz<br />

Erik, karpuz, muz, üzüm, incir,<br />

vişne, kiraz, frenküzümü.<br />

Körri, reyhan (fesleğen), yeşil<br />

çay<br />

Zararlı olan yiyecekler:<br />

Deniz hayvanları (kabuklu ve<br />

kabuksuz), tavuk ve kaz eti,<br />

Dondurma, sakız<br />

Her türlü mercimek, nohut, rafine<br />

olmuş sıvı yağlar (zeytin<br />

16<br />

Gürkan Bilgisu<br />

www.gurkanca.com<br />

17<br />

ve keten yağı hariç)<br />

Kavrulmuş ve bekletilmiş kuru<br />

yemiş, yer fıstığı, susam ve<br />

ürünleri, mısır ve ürünleri, çavdar<br />

ve ürünleri, karabuğday ve<br />

ürünleri<br />

Enginar, piyasadaki yeşil ve siyah<br />

zeytinler, domates salçası<br />

Aloe vera, Hindistan cevizi,<br />

Karabiber, beyaz biber, tarçın,<br />

Jelatin, glikoz, früktoz, mısır<br />

şurubu ve nişastası, tatlandırıcı,<br />

bayat yiyecekler, hazır<br />

yiyecek ve içecekler, mide ve<br />

bağırsaklarda gaz oluşturan<br />

her yiyecek.<br />

Yenebilenler:<br />

Her et (tavuk ve kaz hariç), tereyağı,<br />

ara sıra kaymak<br />

Barbunya, beyaz fasulye, yeşil<br />

fasulye, mantar, kabak<br />

Kestane, badem, keten tohumu,<br />

sinameki (yaprak olarak),<br />

kekik, kimyon, keçiboynuzu,<br />

nane, anason, çay, kahve, şeker,<br />

‘Zararlılar’a girmeyen her meyve<br />

ve sebze bal ve sirke<br />

Tedavi<br />

Sabah güneş doğmadan önce<br />

uykudan kalkın ve akşam güneşin<br />

batmasına 1–2 saat<br />

kala uykuya yatmayın! Bu<br />

saatlerde uyuyanların uyku,<br />

yorgunluk ve tembelliği çoğalır.<br />

Çünkü bu saatlerde vücut,<br />

sinir sisteminin dengeli olabilmesi<br />

için gerekli olan maddeyi<br />

üretiyor. Uykuda ise bu süreç<br />

yavaşlıyor. Bu durum psikolojik<br />

ve psişik rahatsızlıklara yol<br />

açıyor.<br />

Şekeri azaltın, tatlandırıcı ve<br />

hazır içecek ve yiyecekleri hiç<br />

kullanmayın! Buğday (tip 405–<br />

550, durra buğdayı), çavdar<br />

ve mısırdan uzak durun! Onlar<br />

sizi hafıza kaybına, konsantrasyon<br />

bozukluğuna ve şeker<br />

hastalığına sürükler.<br />

Süt ürünlerini balık ve et ile,<br />

fasulyeyi yoğurt ile yemeyin.<br />

Karışık et (salam, sucuk, sosis<br />

gibi) yemeyin. Hazım bozulmasına,<br />

zehirli kalıntıların<br />

oluşmasına, cilt hastalıklarına<br />

ve sara krizlerine malzeme<br />

vermeye ve karaciğer hastalıklarının<br />

başlamasına yol açar!<br />

Hemen hemen tüm “doğal” denilen<br />

vitaminler genetik mısır<br />

ve genetiği değiştirilmiş diğer<br />

ürünlerden elde edilir. Dikkatli<br />

olun!<br />

Kevser Aparı<br />

www.psikolokum.blogspot.com


Evet<br />

sayın okuyucularım, bir amme<br />

hizmeti ile tekrar karşınızdayım.<br />

Yemedim, içmedim ve<br />

bunları araştırdım. Evlilik hakkında<br />

yaş problemi olanlar bir<br />

dinlesinler beni. Erken mi, geç<br />

mi? korkusunu bir yana bırakın.<br />

Dinleyin!<br />

Soruşturdum. Öncelikle hedef<br />

kitlemden bahsedeyim sizlere.<br />

Hedef kitlem; evlenmemiş ya<br />

da kısa bir süre önce evlenmiş<br />

gençlerden oluşmakta. Yani<br />

18-32 yaş arasından bahsediyorum.<br />

Aslında günümüzde<br />

gençlik 35 yaşa kadar gidiyor.<br />

Fakat benim soruşturduğum<br />

yaş sınırlaması bu. 50 kişiye<br />

sorduk, bir sürü cevap aldık.<br />

Fakat enteresan olanları paylaşayım<br />

dedim.<br />

Kadınlar için;<br />

18-21 yaş arası diyen çıkmadı<br />

sayın okuyucu. Nasıl bir arkadaş<br />

ortamım var tahmin ettiniz<br />

bunun üzerine tabi ki. Bana<br />

sorarsanız kadın için ideal yaş<br />

işte tam da bu.! Sonrası zorluk<br />

ve sıkıntı. Bi’sürü kriterden<br />

oluşuyor. Lise bitip üniversiteyi<br />

kazanamadıysanız (ki artık<br />

bunun için gerizekalı bile olmanıza<br />

gerek yok) kesinlikle<br />

evlenmelisiniz. Yok üniversiteyi<br />

bitireyim diyorsanız da biter<br />

bitmez.<br />

Evlilik yaşı nedir?<br />

23-26 yaş arası diyenler erkek<br />

çoğunluktu. Şaşırtmadı beni.<br />

Onlara göre tam bir olgunlaşma<br />

ve evi geçindirecek hatun<br />

tipi. Fazlaca gözü açılmamış,<br />

ayrıntılara takılmayacak; hatta<br />

mümkünse iş hayatına atılmamış<br />

hatunlardan oluşuyor bu<br />

tipler. Kızlardan ise bu aralığı<br />

tercih edenler henüz o aralıkta<br />

ikamet edip evlenmemiş olan<br />

kızcağızlar. Muhtemelen düşündükleri<br />

biri var veya ciddi<br />

ciddi evlenmeyi düşünüyorlar.<br />

27-31 arası diyen insanlar ise;<br />

artık yapacak bi’şeyi kalmamış,<br />

bari evleneyim de onu<br />

da deneyim demesini olağan<br />

gören şahıslar. Bu hatunlar<br />

yemek yapmasını bilirler, evi<br />

çekip çevirirler fakat ailelerine<br />

çok düşkün olurlar. Hamarat<br />

olan kızcağızlarımız, çalışmış<br />

hanımlarsa hele, çokça paraları<br />

olur. Çokça olmasa bile<br />

paradan iyi anlarlar. Nasıl kazanıldığından<br />

en azından.<br />

Erkekler için;<br />

18-22 yaş arası söyleyen çıkmadı.<br />

İyi ki de çıkmadı, ağzını<br />

burnunu dağıtırdım. Çocuk onlar<br />

daha. Ufaklar. He evlenen<br />

yok mu? Var elbet. Yine de<br />

çok erken bence. Yüksek ihtimalle<br />

üniversiteyi okumamış,<br />

askerlik sonrası evlendirilen<br />

veya üniversite sonrası askere<br />

gitmeden evlenen ve kör kütük<br />

aşık olan şahıslardır kendileri.<br />

23-27 yaş arası erkeklerimiz<br />

aşık olup evlenirler genelde.<br />

Hayallerindeki hatunu ya görmüşlerdir<br />

ya da ailelerinden bir<br />

tanesi görücü usulü ile “Oğlum<br />

sana biz şu kızı yakıştırdık bi<br />

gör bakalım beğencen mi?”<br />

demişlerdir. O da beğenmiştir<br />

de evlenmiştir. Bu durumu<br />

savunan insanlar ise çoğunlukla<br />

sağlamcı ve hayalperest<br />

insanlar. Evlenmemiş kızların<br />

verdiği bu cevaba, evlenip 28<br />

yaş üstü olan erkekler de dahil<br />

oluyor işin enteresan kısmı.<br />

Sanırım onlar da keşke evlenseydim<br />

modunda.<br />

28-32 yaş arasını düşünenler<br />

ise o yaş aralığında olan;<br />

işini eline almış, evini tutmuş,<br />

arabası altında olan şahıslar.<br />

Aynı yaş grubu kadınlarımız<br />

gibi “evleneyim de çoluğa çocuğa<br />

karışayım artık” bıkkınlığı<br />

içersindeler. Birini beğenmeye<br />

görsünler; direkt evlenirler.<br />

Zira onlar için kaybedilecek<br />

zaman; kumsalda iğne aramak<br />

kadar can sıkıcıdır.<br />

Eşler arası yaş ise;<br />

1-2 yaş diyen oldu, 10 yaş diyen<br />

de. Fakat erkek ile kadın<br />

arasındaki yaş farkının asla<br />

kadın büyük olacak şekilde<br />

tasarlanmayışı dikkat çekiciydi.<br />

2 yaş olmalı diyene “Kadın<br />

mı?” diye sorduğumda “Aaa<br />

ne münasebet, tabi ki erkek?!”<br />

diye tersleyici cevaplar aldım.<br />

Zira kadın erken olgunlaşan<br />

bir meyve iken, erkek geç olgunlaşan<br />

odun modunda top-<br />

lumda. İnsanlar ne yapsın?<br />

Doğal olarak erkek kadından<br />

büyük olmalı. Hemde 10 yaşa<br />

kadar yolu var. Daha fazlasını<br />

kimse kaldırmıyor. Daha fazlası<br />

para için yapılan resmi evrak<br />

modunda. Parası için kendini<br />

harcayan 18’lik aptal kızlar düşüncesi<br />

de mevcut.<br />

“Bu okuduklarınız tamamıyla<br />

18 19<br />

etrafımdan duyduğum ve konuşmalarım<br />

ve gözlemlerim<br />

sonucu oluşturulan düşüncelerdir.<br />

Şahsi düşüncemi söyleyim.<br />

24 yaşındayım, evli<br />

değilim fakat yazımda da bahsettiğim<br />

üzere kız için 18-22<br />

erkek içinse 25-30 yaş arası<br />

ideal yaş ortalaması. Yani bu<br />

benim şahsi fikrim. Böyle bir<br />

yazıyı da neden yazdım? Mu-<br />

habbeti çok oldu da ondan.<br />

Kızların evde kalma yaşı ise<br />

23 günümüzde. Erkeklerinse<br />

26’ydı sanırım. Bu da kulağınıza<br />

küpe olsun. Ve hayatınızı<br />

sonsuza kadar mutlu ve mesut<br />

yaşayacağınız, yaş komplekslerinin<br />

olmayacağı, yalnızca<br />

bu taraflı değil diğer taraflı da<br />

mükemmel evliliklere sahip olmanız<br />

dileğiyle. Amin!”<br />

büşra bayram<br />

hayalmeyalbuschra.blogspot.com


20 21


sü bol bir mecra. Bir sürü sebebi<br />

olabilir bunun. Durun,<br />

izlenimlerimden bahsedeyim<br />

de görün. Sonra ağlanacak<br />

halimize hep beraber gülelim.<br />

Başta ben olmak üzere sosyal<br />

medyayı etkin kullanan<br />

hepimiz yaptığımız hareketleri<br />

suratımıza vuralım da görelim<br />

günümüzü. Hayde!<br />

Günümüzde evlilikler sosyal<br />

medya için yapılır oldu. Özellikle<br />

hayatımda var olan bazı<br />

insanların sırf fotoğraf paylaşmak<br />

için evlendiğine inanıyorum.<br />

Zira çekilen 150 fotoğrafın<br />

hepsinin de paylaşılmasının<br />

başka amacı yoktur heralde?<br />

Tamam anladık, evlisin, mutlusun<br />

falan. Ne gerek var abicim<br />

boy boy, post post, endam<br />

endam afiş etmene!? Senin<br />

22 23<br />

Sosyal medya kullanıyorum, çünkü..<br />

karın mankendi de biz mi fark<br />

edemedik? Hiç mi kıskançlık<br />

duygusu yoktur sende? Gelsin<br />

elalemin adamı beğensin diye<br />

mi ekliyorsun karını, kızını, kocanı?!<br />

Ya da geçelim bunu. Bazı insanlar<br />

da çocuklarını bu yüzden<br />

doğuruyor. Yani sosyal<br />

medyada paylaşabilmek için.<br />

Artık çocukları ana rahmine<br />

düştüğü an görüyoruz biz de.<br />

Facebook sağolsun. Tüm hamile<br />

kadınlar ya “hamileyim,<br />

yehu” durum güncellemesi<br />

yapıyor, ya da çocuğunun rahimdeki<br />

fotoğrafını paylaşıyor.<br />

He, biz de gidip beğeniyoruz o<br />

simsiyah fotoyu. Nedir mantığı<br />

çözemedim. “Ohh tıpkı babası”<br />

diye yazmamak için kendimi<br />

zor tutuyorum tabi. “Ne güzel<br />

yapmışsınız öyle, yüreğinize<br />

sağlık” falan. Nerde o padişah<br />

eşleri? Hamile kaldıklarında<br />

kat kat giyinip karınlarını gizleyen<br />

hatunlar? Hayır! Utanacak<br />

bi’şey değil bu? Ama afişe<br />

edilecek bi’şey hiç değil! Hayde<br />

çocuğunun ilk adımlarını<br />

paylaştın. Sonrasına ne gerek<br />

var? “Bakın altına yaptı”dan<br />

tutun da bez değişimi ayrıntılarına<br />

kadar gözümüzün önünde<br />

gerçekleşiyor ufaklığın yaptıkları.<br />

Misal, ben x kişisinin çocuğunun<br />

kahvaltı saatlerini,<br />

oyuncaklarını, ne zaman tuvalete<br />

çıktığını falan biliyorum.<br />

Geçen ishal bile oldu.<br />

Bir de sevgililerimiz var ki akıllara<br />

zarar. Sırf “in a relationship<br />

with” yapabilmek adına<br />

kurulan o ilişkilerden bahse-


loglifetr<br />

diyorum. Durumlar değiştirilir.<br />

Profil fotoğrafları beraber çekilmiş<br />

fotoğraflar olur ya hani?<br />

Heh, biliyorsun sen onları. Her<br />

adımlarını fotoğraflarlar. Diz<br />

dize, burun buruna fotoğraflarını<br />

görmekten tam gına gelmiştir<br />

ki birden durum değişir.<br />

Ayrılırlar anlayacağın. Kimse<br />

üzülmez. Çok yakıştırdığım<br />

çiftler adına üzülür, sonra “Kızım<br />

kafayı mı yedin” diye sorarım<br />

kendime. Zira 2 hafta geçmez<br />

ki, o kişi başkasıyla zaten<br />

ilişkiye başlamıştır. Değmez<br />

yani sayın izleyici. Zira sosyal<br />

medya bu; biri gider, diğeri zaten<br />

gelir.<br />

Yediğimiz yemekleri paylaşmak<br />

için ideal ortamdır. Özellikle<br />

ben değişik bi’şey yemeye<br />

göreyim. Hemen paylaşırım.<br />

“Siz de gidin” modundayımdır<br />

genelde. “Aaa bizi de götürsene<br />

orayaaa” triplerini yedikten<br />

sonra bin pişman olurum elbet.<br />

Bunu halamın veya amcamın<br />

söylemesi hiç güzel olmaz el-<br />

bet. Neyse, mevzu o değil. Bir<br />

de sırf fotoğrafını paylaşmak<br />

için yiyenler vardır ki onlar da<br />

ayrı dünyada yaşarlar. Bakarsın<br />

albümlere, sadece yemek!<br />

Sanırsın ülkenin gurmesi. Aslında<br />

bilmiyoruz fakat paralel<br />

evrende bir televizyon kanalında<br />

sunuculuk falan yapıyor. O<br />

yemekleri tatmak işi adamın.<br />

Lütfen ama.. “Mmm çok da güzeldi,<br />

ağzınıza layık”tan öteye<br />

gitmez yorumları güzel gurmemin.<br />

Güzel yerlerin fotoğrafını paylaşmak<br />

için de kullanılır. Bu konuda<br />

Allah İnstagram’dan razı<br />

olsun. O olmasa napardık biz?<br />

Yıllardır görmekten bıkmadığımız<br />

boğazın milyonlarca açısından<br />

fotoğrafını göremezdik<br />

misal. Sonracıma bir kapı, bir<br />

kalabalık, bir Taksim tramvayı<br />

falan.. Onlar olmasaydı napardık<br />

biz? Bu paylaşma tutkusu<br />

nasıl bir hastalıktır arkadaş?<br />

Hele şu sokakların fotoğraflarını<br />

en çok paylaşan insan ola-<br />

24<br />

rak en çok da kendimi kınıyorum.<br />

Özellikle Twitter’da falan.<br />

Takipçi heyecanla açıyor belki<br />

Büşra’yı görürüm diye. Aaa bir<br />

de bakıyor ki; manzara. Nasıl<br />

bir yıkım? Nasıl bir döküm?<br />

Tabi aynı şey benim için de<br />

geçerli. “x bir foto paylaştı”<br />

diye link atmaz mı bi’de?<br />

En kötüsü de gittiğiniz yerleri<br />

paylaşmak için kullanmanız.<br />

Foursquare ve yer bildirimi yapan<br />

diğer mecralar bizi bizden<br />

aldı. Artık adımımızı da paylaşıyoruz.<br />

“Sinemadayım” “Tiyatrodayım”<br />

“İstiklaldeyim” “Lalezardayım”<br />

“Ağa kapısındayım”<br />

“Eyüp Camiindeyim” gibi şeyleri<br />

paylaşıyoruz ya hani? Artık<br />

nerdeyiz, herkes biliyor. Eskiden<br />

ne güzel amcam bilmezdi<br />

nerde olduğumu. Amerika’daki<br />

kuzenimle yazdan yaza görüşürdük<br />

ne güzel. Ama şimdi?<br />

O Amerika’nın hangi deliğinde<br />

biliyorum, O da benim nerde<br />

olduğumu. 3 gün check-in yapmasak<br />

mezarlık check-in lerin-<br />

den aranacak duruma geldik.<br />

O derece bağımlısıyız. Hele<br />

ki annemin nerede olduğumu<br />

telefonla açıp öğrenmek yerine<br />

twitter’dan öğrendiğini de<br />

varsayarsak; bu sosyal medya<br />

aile ilişkilerimizin de içine etmiş<br />

durumda.!<br />

Haberleşme amaçlı da kullanılır.<br />

Hiç olmadık yerde bir<br />

durum paylaşırsın. Sonra başkası<br />

atlar, o atlar, bu atlar derken;<br />

başkaları hakkında bi’çok<br />

bilgiye dahil olursun. Sonra<br />

“Hayde şuraya gidelim, ne zamandır<br />

görüşemedik” tarzında<br />

yazışmaların ardından toplu<br />

bir mesaja alınırsın. Aaa bir<br />

de bakmışsın hafta sonu uzun<br />

zamandır görüşemediğin arkadaşlarınla<br />

berabersin. Sanırım<br />

en güzel yanı bu. Hee bir de<br />

kim kiminle evlenmiş, kim kime<br />

asılıyormuş, kim aslında neymiş<br />

onları da öğrenirsin. Sen<br />

beğendin birinin durumunu, o<br />

hiç seni beğenmemiş ve buna<br />

devam ediyorsa bu arkadaşlığınıza<br />

ciddi anlamda zarar<br />

verir. Twitter’da takipçisi olduğunuz<br />

dostunuz, takibinizden<br />

çıktıysa bir daha onunla görüşmezsiniz.<br />

Zira sosyal medya<br />

arkadaşlığın pekiştiği, aynı<br />

zamanda koptuğu da yerdir.<br />

25<br />

Birbirine asılma gibi durumlar<br />

için de kullanılır. Sonra insanların<br />

farklı yüzlerini görmek<br />

için de kullanılır. Beleş biletler,<br />

ucuzluklar için de kullanılır.<br />

Aslında daha bir çok amaç<br />

uğrunda heba edilebilir. Fakat<br />

daha da yazarsam sen okumazsın<br />

sayın izleyici. Uzun yazıp<br />

seni de sıkmayayım. Kendine<br />

iyi davran. Varsa eklemek<br />

istediğin bi’şey; sana bir yorum<br />

kadar uzaktayım. Kendine iyi<br />

bak ve unutma ki; yazdıklarımın<br />

bi’çoğunu ben de yapıyorum.<br />

Yorumlarını ona göre yap<br />

yani ;)<br />

Büşra Bayram<br />

hayalmeyalbuschra.blogspot.com


26<br />

Dünyaca Ünlü Vichy’nin Blogla Hesaplaşması<br />

Fransız ürünü L’Oreal’in bir kanadı<br />

olan Vichy’nin yaşlanma<br />

karşıtı ürününü piyasaya sürmek<br />

için blog üzerinden pazarlamasına<br />

karar verir. Blogunda<br />

kullanmak üzere Claire adlı<br />

hayali yazar karakterini devreye<br />

sokar. İşte tümde aksilikler<br />

burada başlar. Blogculuk<br />

marka ile tüketiciler arasında<br />

kullanılan samimi ve şeffaf dijital<br />

halkla ilişkiler mecrasıdır.<br />

Böyle bir ortamın içine yüzünde<br />

tek bir kırışıklık olmayan ve<br />

üniversite edasında olan Claire<br />

adında karakter sokulunca<br />

takipçilerin tepkisi de geç kalmadı.<br />

Üstelik kullanılan dilde<br />

kalıplaşmış Vichy dilleri idi.<br />

Blogculuğa aykırı blog kültürüne<br />

zıt düşen eylemler sonucunda<br />

takipçileri tarafından büyük<br />

bir oranda olumsuz yorumlara<br />

mağruz kaldı. Bu da marka için<br />

acı kayıp haline geldi. Bununla<br />

birlikte sevilen Fransız gazetelerinde<br />

de Vichy’e dair ağır<br />

darbeler vuruldu.<br />

Yeni bir danışmanlık şirketi ile<br />

yeniden blog açan marka ilk iş<br />

olarak özür dilemekle başladı.<br />

Sonra müşterilerini dinleyerek<br />

hareket edeceğini duyurdu.<br />

Eskisinden daha farklı olan<br />

blog sitesi yerine ulaşılabilir<br />

olmayı tercih etti hatta bunun<br />

için sitede yazı yayımlayan<br />

bloggerların resimleri dahi vardı.<br />

Böylelikle ulaşılabilir olmayı<br />

tercih ederek müşterileriyle<br />

sıcak iletişim kurmayı başarabildi.<br />

Bu sefer önceki oranla<br />

alınan yorumlar daha destekleyici<br />

ve yapıcı olmaya başladı.<br />

Yine yaşlanma karşıtı pazarlama<br />

düşüncesi devam ediyordu<br />

bunun için de seçilen 5 kadın<br />

27<br />

blogger tedavi programına<br />

alındı. Kimsenin etkisi altında<br />

kalmadan istedikleri gibi yayın<br />

yapan 5 kadın blogger ürünü<br />

çok sevdiler. Blogcuların samimileştirdiği<br />

blog için Vichy’ye<br />

övgüler yağdı. Böylelikle müşteri<br />

beklentilerini daha iyi anlayabilme<br />

kabiliyetine kavuşan<br />

marka, “krem güneşten koruma<br />

amacıyla da kullanabilir<br />

miydi?” gibi sorulara cevap<br />

verilmesi ile satışın önündeki<br />

çeşitli engelleri de kaldırabilmiştir.<br />

Vichy’nin çıkardığı ders; Eğer<br />

yanlış blogculuk yapıyorsanız<br />

, bloglar dünyası doğrusunu<br />

gösterecektir ve eğer okuyucunun<br />

dediklerine kulak verirseniz<br />

blogunuz muhtemelen<br />

amacına ulaşacaktır.<br />

Sizce ?<br />

bloglifetr<br />

BERAT BALKI<br />

beratbalki.com


OYUNDER ile tanışmam<br />

GDT<br />

(Game Developers<br />

Turkey)<br />

grubu üzerinden<br />

gelen bir etkinlik davetiyle oldu.<br />

Daha önce oyun sektöründe yer<br />

aldığım için üyesi olduğum bu<br />

topluluk oyun sektörü için son<br />

derece yararlı çalışmalara imza<br />

attığından gelen davetleri daima<br />

gözden geçirir ve elimden geldiğince<br />

katılırım. Dolayısıyla,<br />

bir Cumartesi günü, Bahçeşehir<br />

Üniversitesi'nde BUG (Bahçeşehir<br />

University Game Lab) işbirliğiyle<br />

yapılan tanıtım toplantısına<br />

OYUN ŞURUBU: OYUNDER<br />

nasıl ve ne gibi bir vizyonla<br />

kuruldu?<br />

TANSU KENDİRLİ: Oyunder<br />

Türkiye’de oyun sektörüne<br />

destek vermek, Türkiye oyun<br />

endüstrisini yüksek katma değer<br />

yaratan bir yapıya getirmek<br />

için kuruldu.<br />

Toplumumuzun oyun konusuna<br />

bakışını güncelleştirmeyi<br />

bu konuda sahip olduğu bilgi<br />

düzeyini yükseltmeyi de hedefliyoruz.<br />

Bu endüstride çalışan<br />

veya kariyer yapmak isteyen<br />

insan kaynağının yetkinlik<br />

düzeyini ve sektörün üretim<br />

kapasitesini arttırmaya yönelik<br />

çalışmalara varana kadar<br />

her alanı kapsayan bir destek<br />

olacak. Bu sektörün liderliğini<br />

katılmak ve neymiş ne değilmiş<br />

bakalım şu oyun derneği öğrenmek<br />

için yollara düştük.<br />

Açıkçası beklentilerimin çok üzerinde<br />

ve yapıcı bir oluşumun kurulmaya<br />

başladığını öğrendiğim<br />

için son derece memnun oldum.<br />

Organizasyonun yüzü Tansu<br />

Kendirli'yi dinledikçe memnuniyetim<br />

katlandı, tanıştığımda<br />

memnuniyet üçe beşe katlanıyor<br />

derken içim içime sığmaz oldu.<br />

Bu iş böyle olmaz bu faydalı oluşumdan<br />

sadece oyun sektörünün<br />

değil herkesin haberi olmalı,<br />

haydi bir röportaj yapalım diye<br />

yakasına yapıştım kendisinin. Sa-<br />

yapan ülkelerdeki standartlara<br />

ulaşmayı istiyoruz.<br />

Bunun da ötesinde onları geçmeyi<br />

hedefleyen bir vizyonumuz<br />

var. Neden Türkiye<br />

dünyanın en önemli oyun üreticilerinden<br />

biri olmasın? Neden<br />

bu alanda en çok gelir elde<br />

edebilen ülkelerden birisi de<br />

biz olmayalım?<br />

İnsanımız çok zeki ve yetenekli.<br />

Motivasyonu ve bilinç düzeyini<br />

sağlayacağımız bilgi birikimi,<br />

deneyim ve oluşturmasına öncelik<br />

edeceğimiz desteklerle<br />

arttırabilirsek bunun olmaması<br />

için OYUNDER olarak biz bir<br />

engel göremiyoruz.<br />

Eğitimden pazarlamaya, yatırımdan<br />

maliyetlerin düşürülmesine<br />

ve deneysel oyun<br />

araştırmalarına, etkinliklerden<br />

28<br />

RÖPORTAJI<br />

ğolsun o da son derece yoğun bir<br />

programı olmasına rağmen (ya<br />

da ben yakasından düşeyim artık<br />

diye) aşağıdaki içten röportaj için<br />

vakit ayırdı. Sivil toplum kuruluşları<br />

dendiğinde ciddi bir geçmişi<br />

olan ve mobil uygulamaları ile<br />

ödüller alan Kendirli, T Arge İletişim<br />

firmasının sahibi ve “Minidahi”<br />

markasının yaratıcısı aynı<br />

zamanda.<br />

İyisi mi ben artık düşük çenemi<br />

toplayıp bir kenara çekileyim<br />

de OYUNDER'i siz Tansu beyin<br />

kendisinden dinleyin.<br />

konferans ve seminerlere kadar<br />

uzanan bir faaliyet alanımız<br />

olacak. Ancak temel önceliğimiz<br />

Türkiye’de “Oyun ekosistemini”<br />

geliştirmek. Birbirinden<br />

ayrı olan yapıları birleştirmek.<br />

İnsanlar, ekipler, üniversiteler,<br />

özel sektör, yatırımcılar, yapımcılar,<br />

yayıncılar, fikri mülkiyet<br />

kavramının hukuki boyutu<br />

ve kamu açısından koşulları<br />

daha iyi hale getirebilmeliyiz.<br />

“ Oyun bizlerde<br />

yarattığı etkiden<br />

bağımsız olarak<br />

değerlendirildiğinde<br />

son derece “ciddi”<br />

bir iştir. ”<br />

O.Ş.: Sizce Türk dijital oyun sektörünün<br />

belli başlı sorunları neler<br />

ve OYUNDER’in bu sorunların<br />

düzelmesine ne gibi katkıları<br />

olacak?<br />

T.K.: Başlıca sorunumuz “oyun”<br />

kavramını ve doğal olarak buna<br />

bağlı oyun sektörünün temel niteliğini<br />

tam anlamamış olmaktı.<br />

Bu bir ölçüde “oyun” kelimesinin<br />

insanımızın zihninde yarattığı<br />

etkiden olabilir. Sanırım bu kelime<br />

pek çoğumuzun zihinlerinde<br />

bir şekilde ciddiyetle aynı safta<br />

yer almayan bir kategoride. Oyun<br />

yalnızca eğlencelik bir şey değildir.<br />

Oyun sadece vakit geçirmek<br />

de değildir. Elbette “Ben o açıdan<br />

bakmak istiyorum.” diyerek bakış<br />

açınızı bu şekilde sınırlı da tutabilirsiniz<br />

ancak oyun bizlerde<br />

yarattığı etkiden bağımsız olarak<br />

değerlendirildiğinde son derece<br />

“ciddi” bir iştir. Oyuncu oyunu<br />

oynarken de son derece yüksek<br />

bir motivasyon ve odaklanma<br />

düzeyi ile hareket eder. Elbette<br />

oyuncu olmanın ne kadar ciddi<br />

olursanız olun eğlenceli olma<br />

gibi bir yanı ve zorunluluğu da<br />

var, bu yadsınamaz.<br />

Ciddiyet oranını oyunun bir iş<br />

“business” olarak şu anda eğlence<br />

sektöründe ulaştığı nokta ve<br />

yarattığı ekonomik değer açısından<br />

da görebilirsiniz. Bu bağlamda<br />

oyun, yalnızca kişisel açıdan<br />

değil sektörel açıdan baktığınızda<br />

da oldukça ciddi bir iştir. Son<br />

zamanlarda bu ciddiyet eğitimde<br />

oyunsulaştırmaya yönelik çalışmalarla<br />

gündemde gittikçe daha<br />

da fazla yer işgal ediyor. Tubitak<br />

bu konuda destek programları<br />

açıklıyor. Milli Eğitim Bakanlığı<br />

konuya eğiliyor ve ciddi çalışmalar<br />

yapıyor. Çünkü hemen her<br />

kesim eğitimde oyunun sağlayabildiği<br />

bir psikolojik duruma<br />

fena halde muhtaç. “ODAKLAN-<br />

MIŞ OLMAK”<br />

Ülkemizin sorunlarından bir diğeri<br />

ise bu ekosistemi oluşturan<br />

parçaların birbirinden ayrı kalması<br />

ve bir bütün olarak değerlendirilmemesiydi.<br />

Elbette biz<br />

bu yaklaşımı çok sığ buluyoruz.<br />

Zaten modern anlamda bir oyun<br />

endüstrisinden söz edemiyorsak<br />

sebebi bir ölçüde bu. Birbirinden<br />

ayrı olan bu ekosistem unsurları-<br />

29<br />

bloglifetr<br />

nı nitelikli ve ortak çalışma yapabilecek<br />

çerçevede bir araya getireceğiz.<br />

Bu Oyunder olarak Türk<br />

oyun ekosistemine yapabileceğimiz<br />

en büyük katkı olacaktır. Nitekim<br />

Oyunder olarak zaten bu<br />

tespitten yola çıkarak kendimizi<br />

tanımladık.<br />

Sektör dışında kalan insanlar<br />

veya genelde pro-gamer olmayan<br />

son kullanıcılar yani “oyuncular”<br />

için oyun bir programlama uzmanı<br />

tarafından yapılabilecek bir<br />

şeydir. Özetle bir çok kişi OYUN<br />

kavramının ne kadar sofistike ve<br />

ne kadar nitelikli uzmanlık gerektiren<br />

“multi-disipliner” bir iş<br />

alanı olduğunu çok fazla bilmiyor.<br />

Bunu değiştirmeliyiz. Elbette<br />

bu noktada kafamızdakilerin<br />

hepsini saymamız mümkün değil<br />

ama neler yapabileceğimizi çok<br />

iyi biliyoruz.<br />

Önümüzdeki dönemde işimiz<br />

oyun sektörünün daha hızlı biçimde<br />

gelişmesine yardımcı olmak<br />

aynı zamanda gelişimine<br />

öncülük edeceğimiz bu yapının<br />

güçlenmesini ve sürdürülebilirliğini<br />

sağlamak olacak.


O.Ş.: Sadece sorunlardan bahsetmekle<br />

kalmayalım. Sektörde<br />

başarılı bulduğunuz projeler<br />

veya stüdyolar var mı?<br />

T.K.: Başarı kavramı inanılmaz<br />

göreceli bir kavram. Başarıdan<br />

neyi anlıyoruz bunu doğru tarif<br />

etmeliyiz. Oyunder’in bakış açısı<br />

net. Türkiye oyun sektörünü temsil<br />

edilen firmaların oluşturacağı<br />

orjinal iş fikirleri (fikri mülkiyet)<br />

ile dünya genelinde elde edecekleri<br />

yaygınlık, oynanma oranı ve<br />

buna bağlı gelirle tarif edecek.<br />

Biz kendimizi sadece yerel faaliyetler<br />

yürütecek bir organizasyon<br />

olarak görmüyoruz. Bilakis, Türk<br />

oyun sektörünü küresel çapta bir<br />

noktaya taşımak için kurulmuş,<br />

uluslararası hedefleri olan sivil<br />

bir toplum kuruluşuyuz. Oyun<br />

geliştiricilerimizin de pek çoğu<br />

bizim gibi düşünüyor. Dolayısıyla<br />

bu sorunuzu bir kaç stüdyo<br />

ismi vererek cevaplamak yerine<br />

bunları belirtmenin doğru olacağına<br />

inanıyorum<br />

Elbette elde ettikleri cirolar açısından<br />

bakarsanız Türkiye’de<br />

başarılı olarak adlandırabilece-<br />

30 31<br />

ğiniz firmalar var. Platformlarında<br />

bulunan online oyuncu sayısı<br />

açısından değerlendirme yaparsanız<br />

da farklı bir açıdan başarılı<br />

bulabileceğiniz yine pek çok firma<br />

bulabilirsiniz. Ancak yaratabildiğimiz<br />

orjinal IP (intellectual<br />

property) açısından bakacak<br />

olursak, Oyunder’in başarıdan<br />

anladığı şeyin bu sektörde maksimum<br />

seviyede katma değer yaratacak<br />

Orjinal IP sayısı ve buna<br />

bağlı ekonomik getiri olduğunu<br />

söyleyebiliriz.<br />

Bir başka açıdan başarı da dünyada<br />

oyun dendiğinde henüz hiç<br />

ortaya konmamış “deneyim tasarımlarını”<br />

ortaya koyabilirsek<br />

olacaktır. Biz meseleye bu açılardan<br />

bakıyoruz.<br />

O.Ş.: OYUNDER olarak bu sektöre<br />

adım atmak isteyen ama ne<br />

yapacağını, nerden başlayacağını<br />

bilmeyen gençlere de kapınız<br />

açık mı? Eğer açıksa onlara ne<br />

gibi fırsatlar sunacaksınız?<br />

T.K.: Elbette açık. Ancak bence<br />

bu alanda çalışmak isteyen pek<br />

çok genç arkadaşımız zaten ne<br />

yapmak istediğini gayet iyi bili-<br />

yor. Hangi alt alanda uzmanlaşmak<br />

isterlerse içimizde onlara yol<br />

gösterecek olan arkadaşlarımız<br />

var. Bunların sayısı her gün artacak.<br />

Yoksa da buluruz emin olun.<br />

Bize doğrudan başvurabilirler<br />

info@oyunder.org adlı e-posta<br />

adresimize bu konuda bir çok<br />

mail alıyor ve arkadaşlarımızı elimizden<br />

geldiğince doğru biçimde<br />

yönlendiriyoruz. Yine de mail<br />

göndermeden önce bizim yayınlanmaya<br />

başlayan sohbetlerimizi<br />

Oyunder Facebook sayfamızdan<br />

ve yakında sitemizin bloğundan<br />

incelemeleri çok yararlı olacaktır.<br />

Türk oyun<br />

sektörünü<br />

küresel çapta bir<br />

noktaya taşımak<br />

için kurulmuş,<br />

uluslararası<br />

hedefleri olan<br />

sivil bir toplum<br />

kuruluşuyuz.


loglifetr<br />

Yine youtube ve slide share gibi<br />

kanallardan sunumlarımızı incelemeleri<br />

de çok faydalı olur.<br />

Belki de sorularının bazıları temasa<br />

geçmeden önce cevaplanmış<br />

olacaktır. Çünkü o sunum ve<br />

sohbetlere göz atarlar ise bizim<br />

“Oyun sektörü” dendiğimizde<br />

neden bahsettiğimizi daha rahat<br />

görebilecekler. Oyun sektörü<br />

dediğimizde bunu sadece kod<br />

yazmak olarak algılamaları veya<br />

sadece tasarım yönüyle ele almaları<br />

eksik bir algı olur. Biz oyun<br />

üretimi ekosistemini oluşturan<br />

tüm uzmanlık alanlarını bu çatı<br />

altında ortak çalışma kültüründe<br />

birleştirmeye çalışacağız. Hukuk,<br />

pazarlama, ses mühendisliği,<br />

bestecilik, dijital oyun senaristliği<br />

gibi başka pek çok alanda buna<br />

dahil. Hatta adını burada şimdi<br />

sayamadığımız başka pek çok<br />

alan daha var.<br />

Bir ülkede, şirkette veya küçük<br />

işletmede, kamuda kısacası neredeyse<br />

her alanda elde edilebilecek<br />

başarıların en üst sınırı<br />

o alanda iş yapan veya yapmayı<br />

düşünen insanların oluşturduğu<br />

topluluğun bilgi seviyesi, iş kalitesi<br />

ve motivasyonu ile doğru<br />

orantılı. Yani motivasyonu ve yeteneği<br />

olmayan bir insan kaynağı<br />

ile bir önceki sorunuzda tarif<br />

ettiğim başarı düzeyine ulaşmak<br />

mümkün değildir. Bu nedenle<br />

yetenekli olduğuna inanan veya<br />

yüksek motivasyonu sahip olan,<br />

yeteneğini kendisini bu alana<br />

adayarak geliştirmek isteyen tüm<br />

gençlere kapımız açık. Hatta ileride<br />

onları hayalini kurdukları<br />

iş ortamlarına dahil edebilmeyi<br />

ve onların bizim etkinliklerimiz<br />

aracılığı ile belirli bir oryantasyon<br />

sürecinin ardından buralarda<br />

staj ve çalışma imkanlarına<br />

sahip olmalarını istemekteyiz.<br />

Zaten oyun endüstrisinde bu atılımı<br />

yapabilmek için bu yetenekli<br />

gençlere ihtiyacımız olacak. Bu<br />

tam anlamıyla bir kazan-kazan<br />

ilişkisi olabilir. Biz onlara bu fırsatları<br />

sunmaya çalışacağız. Yine<br />

kendi başına oyun geliştiren<br />

ekiplere uzmanlardan deneyim<br />

aktarılmasını amaçlıyoruz.<br />

O.Ş.: Geçtiğimiz yıl kurulan TÜ-<br />

DOF ile ilgili düşünceleriniz neler?<br />

T.K.: TÜDOF çok önemli bir<br />

eksiği kapatan bir kuruluş. Bir<br />

öncü. Elektronik sporlar tüm<br />

dünyada bu tip yapılara ihtiyaç<br />

duyuyor. İlgilendikleri ana alanlar<br />

olan kategorizasyon ve sporcu<br />

(oyuncu) lisanslaması konuları<br />

da gerçekten önemli. Bizce bu<br />

alanda TÜDOF tarafından ortaya<br />

konacak işler önemli değer<br />

teşkil edecek. Mevlüt Bey (abi)<br />

ile yeni bir araya gelme fırsatımız<br />

oldu. Onların da bizimle ilgili<br />

düşüncelerinin çok olumlu<br />

olduğunu söyleyebilirim. Zaten<br />

ekosistem dediğimizde biz tam<br />

da bunu yani tüm tarafları anlıyoruz.<br />

Kendisi bizi Federasyon<br />

komitelerinde yer almaya ve yapılan<br />

veya yapılacak olan çalışmalara<br />

destek olmaya davet etti.<br />

Oyunder olarak bunu nasıl yapabileceğimizi<br />

değerlendiriyoruz.<br />

O.Ş.: Türk dijital oyun sektörünün<br />

geleceğini nasıl görüyorsunuz?<br />

32<br />

T.K.: “Sky is the limit”. Şaka elbette.<br />

Bence gidebileceğimiz yer,<br />

hayallerimizin erişebileceği yerdir.<br />

O.Ş.: Derneğinize katılmak isteyenler<br />

sizlere nasıl ulaşabilirler?<br />

T.K.: uyelik@oyunder.org ve<br />

info@oyunder.org adresine bir<br />

mail atabilirler. Yine Oyunder<br />

web sayfasında yer alan dökümanlar<br />

bölümünden (www.<br />

oyunder.org) üyelik formlarımıza<br />

ulaşabilirler.<br />

Oyun sektörü<br />

dediğimizde<br />

bunu sadece kod<br />

yazmak olarak<br />

algılamak veya<br />

sadece tasarım<br />

yönüyle ele<br />

almak eksik bir<br />

algı olur.<br />

Ayda TANGÜNER<br />

oyunsurubu.com<br />

33


İstiklal<br />

Akarsu<br />

Röportaj<br />

Öncelikle sizi kısaca<br />

tanıyabilir miyiz?<br />

İstiklal ben, merhabalar.<br />

Twitter olayına ne zaman girdiniz?<br />

Fenomen olma süreci nasıl<br />

oldu?<br />

Twitter olayına 2009’un Ekim<br />

ayında girdim, hala da çıkamadım,<br />

Alice in Wonderland sendromuna<br />

yakalandım, çıkacam<br />

ama girdiğim deliği bulamıyorum,<br />

acayip bir dünyayla karşılaştım<br />

ama alıştım, hatta Stockholm<br />

sendromuna geçiş yaptım, sevdim<br />

ben bu garip diyarı, şu an iyiyim.<br />

Fenomen olma süreci çok acayip<br />

oldu, inanılmaz oldu, yaşayan bilir<br />

o durumu, inanılmaz bir duyguydu,<br />

heyecan kasırgası, duygu<br />

seli. Yok yav yazacak bir şey bulamadım<br />

sallıyorum şu an. Ben<br />

hep şakalar yazdım Twitter’a. Zaten<br />

bildiğiniz üzere gerçek hayat<br />

sıkıcı, hatta sms diliyle yazarsak<br />

sikici, bari dedim buraya neşeli<br />

anlarını, komik durumlarını taşıyalım<br />

bu zalim hayatın. Açıkçası<br />

ben gülmek eğlenmek stres atmak<br />

için girmiştim biraz da, o yüzden<br />

beni güldürebilen insanları takibe<br />

başladım, timeline’ım neşe saçsın<br />

istedim. Sanırım buraya gelen<br />

herkesin de amacı oymuş ki komik<br />

durumları yazanları sevdiler,<br />

bağırlarına bastılar. Yazdıklarımız<br />

RT edildikçe, binlerce kişinin anasayfasına<br />

düştük. Yalnız düştük<br />

deyince sanki kötü yola düştük<br />

gibi oldu. Evet itiraf ediyorum<br />

kötü yola düştük, abi kurtarın<br />

bizi, polise filan haber verin! Jack<br />

Dorsay pasaportlarımızı aldı vermiyor.<br />

Bizi bi odaya kapattı zorla<br />

şakalı tivit yazdırıyor, mağduruz,<br />

lütfen RT!<br />

“Bir Alex değilim” adlı bir kitap<br />

yazmışsınız. Alex olsanız ne değişirdi?<br />

Alex Türkiye’ye ilk geldiğinde<br />

şaşırmıştım. Adam koşmuyor,<br />

sahilde yürüyüş yapan amcalar<br />

gibi dolaşıyor saha içinde. Dedim<br />

bu adam geldiği gibi gider.<br />

Sonra baktım adamın ayağından<br />

çıkan her top ya gol ya asist oluyor.<br />

Adam durarak destan yazıyor.<br />

Sonra bir Beşiktaşlı olarak<br />

bizim İbrahim Üzülmez’e baktım.<br />

34<br />

Deli İbo bizim adamımız ona<br />

karşı daha pozitifim, ama o da<br />

sürekli kafası önde koşuyor, hep<br />

koşuyor ama finalde topu ya taca<br />

ya auta atıyor. Dedim helal olsun<br />

bu Alex’e adam futbolun bug’unu<br />

bulmuş, kendini yormadan terlemeden<br />

işi bitirmiş. İşte hayatta<br />

her işte böyle olmak lazım, zorlamadan<br />

strese girmeden Alex gibi<br />

sonuca gitmek lazım(iyi bağladım<br />

dur). Ama iyi ki bir Alex değilim,<br />

Alex olsam beni de gönderirlerdi<br />

herhalde, o yüzden böyle iyiyim.<br />

Bazı Twitter Fenomeninin<br />

argo konuştuğunu<br />

görüyoruz.<br />

Argo konuşanlar<br />

daha mı çok seviliyor?<br />

Eğer öyleyse sizce neden?<br />

Yok çoğu değil aslında, belki sizin<br />

takip ettikleriniz öyledir. Tarz meselesi<br />

bu, ben normal hayatımda<br />

da öyle çok küfür eden birisi değilim.<br />

Ama yeri gelince küfürün<br />

tillahını da ederim yapacak bir<br />

şey yok. Geçen bir AVM kapalı<br />

otoparkındayım misal. Hava soğuk<br />

olduğundan herkes kendini<br />

AVM’ye atmış, otopark ağzına<br />

kadar dolu. Otoparkın içinde attığım<br />

5675. tur sonunda baktım<br />

bir aracın kapıları uzaktan kumandayla<br />

açıldı. Gittim o aracın<br />

önünde bekledim. sahibi geldi,<br />

alışveriş torbalarını yerleştirdi,<br />

ben de dörtlüleri yaktım çıkmasını<br />

bekliyorum. Adam çıktı ama<br />

karşıdan gelen bir uyanık direkt<br />

hızlı bir manevrayla daldı. Tam da<br />

park edemedi, 4-5 manevra yaptı<br />

sonra. Ben bu arada korna çaldım,<br />

hatta camı açıp el kol hareketi<br />

yaptım tınmadı bile. Sonra küfürün<br />

tarihini tekrar yazdım. Camı<br />

kapattığım için duymadı ama o<br />

abi. Camı kapattım çünkü iri yarı<br />

bir abiydi, yanında da 2-3 kişi vardı,<br />

bir park yeri için dayak yemek<br />

istemedim. Bu satırları okuyorsa<br />

o abiye selam ederim, o yer senin<br />

hakkındı abi derim, saygılar.<br />

En çok bilinen fenomenlerdensiniz.<br />

Twitter fenomeni olmak hayatınızda<br />

neleri değiştirdi?<br />

Valla ara sıra böyle ropörtajlar<br />

dışında bir şey değiştirmedi. Bel-<br />

ki arada sosyal medyayla ilgili tv<br />

programlarına da çağırıyorlar, o<br />

bir heyecan olabiliyor. Şimdilerde<br />

üniversiteler de söyleşi için çağırmaya<br />

başladı, o da çok heyecan<br />

verici ve renkli oluyor. Bakıyorum<br />

da epey değişmiş la hayatım, iyiymiş<br />

bu fenomenlik evet. Ama bir<br />

yandan da hayatımı geçirdiğim<br />

yerlerde, yani gerçek hayatımda<br />

tivitçi kimse olmadığından fenomenliği<br />

hakkıyla yaşayamıyorum<br />

Bu beni incitiyor, örseliyor, çok<br />

ayıp bir şey bu. Sene 2013 olmuş<br />

hala Twitter’a üye olmayan insanlar<br />

var. Ha bizim berber abi girmiş<br />

Twitter’a, o da ha bire yanıma gelip<br />

“beni takip etsene lan” diyor,<br />

zor durumdayım, çıkmazlardayım.<br />

Takip ettiğiniz fenomenler ya da<br />

bloglar var mı?<br />

Çoğunu takip ediyorum sanırım,<br />

ama onlar fenomen olmadan önce<br />

de takip ediyordum zaten. Bazıları<br />

gerçekten komik, ama bazıları<br />

nasıl fenomen olmuş, hangi şakalarına<br />

gülmüşler meraktan takip<br />

ediyorum(vaay verdim gizemi,<br />

verdim polemiği) Sokaktakiadam<br />

var misal, onun tivitleri eğlenceli<br />

olur. Vizeleri veya finalleri olmadığında<br />

eğlenceli yazıyor. Bu aralar<br />

bunalımda sanırım finalleri<br />

ağır geçiyor. Çocuğumukeserim<br />

diye bi ablamız var, o da çok eğlenceli<br />

yazıyor ama ayda bir zor<br />

uğruyor Twitter’a. Hoanes var,<br />

onun da hem tivitleri hem blog’u<br />

çok güzeldi. Güzeldi diyorum<br />

çünkü uzun dönem askere gitti<br />

bıraktı buraları. Şimdiden hayırlı<br />

tezkereler diliyorum kendisine.<br />

35<br />

bloglifetr<br />

Tez zamanda gelsin ve yazsın şakalarını<br />

da gülelim. Özlem Hepşen<br />

var, hafif çatlak ama epey komik<br />

bi ablamız o da.<br />

Ama yemişim blogunu da tivitini<br />

de sen gerçekte kime gülüyorsun<br />

diye soracak olursan Umut Sarıkaya<br />

derim, Yiğit Özgür derim,<br />

Cem Yılmaz derim, Özer Aydoğan<br />

derim, bunlar iyi. Ama karikatür<br />

dergilerini çok takip etmiyorum,<br />

arada AVM’lerde beleş okuyorum.<br />

Beğendiğim yazar ve çizerlerin<br />

karikatürleri ya da yazdıkları<br />

bir kitapta toplandığı zaman alıp<br />

okuyorum, gülüp eğleniyorum.<br />

Başka projeleriniz var mı? Planladığınız<br />

ya da şu an faaliyette<br />

olan.<br />

Yaklaşık 1 yıldır planladığım bir<br />

proje var ve sanırım önümüzdeki<br />

hafta piyasaya çıkacak. Evet 2. kitap<br />

geliyor. Çok heyecanlıyım, du<br />

bakalım inşallah hakkımda hayırlısı<br />

olur.<br />

BloglifeTr dergimiz hakkında neler<br />

düşünüyorsunuz?<br />

Facebook, Twitter gibi mecralar<br />

çıktı çıkalı bu garibim blog’ların<br />

pabucu dama atıldı. Evin ilk çocuğu<br />

gibi mahzunlaştı, durgunlaştı<br />

bloglar. Ama unutmasınlar ki onlar<br />

bizim ilk göz ağrımız, onların<br />

yeri bizde ayrı, sel gider kum kalır,<br />

yürü be blog kim tutar seni! Siz de<br />

BloglifeTr olarak bu mecraya hak<br />

ettiği ilgiyi ediyorsunuz, tebrik<br />

başarılarınızın devamını dilerim.<br />

Ali Kemal Özdemir<br />

1sosyalmedya.com


loglifetr bloglifetr<br />

15 Şubat Cuma akşamı<br />

Armada Hotel‘de<br />

heyecanlı bir bekleyiş<br />

içindeydik. Girişte<br />

bloggerlarımıza layık<br />

kırmızı halımızı sermiş, otelin<br />

farklı yerlerine 11 adet QR<br />

kodu yerleştirmiştik. İçerden<br />

gecede sahne alacak Altuğ<br />

Akınsel ve grubunun sound<br />

check sesleri gelirken biraz<br />

yorgun ama o yorgunluğun kat<br />

be kat fazlası heyecanla lobiye<br />

yığıldık, yorgunluk çaylarımızı<br />

yudumlamaya başladık. Kaplumbağa<br />

havuzunun huzurlu<br />

şıkırtısı ruhlarımız okşuyor,<br />

otele sinmiş, babaanne/anneanne<br />

evlerine has o nostaljik<br />

ve insana kendini hoşgelmiş<br />

hissettiren koku ciğerlerimize<br />

doluyordu.<br />

Yorgunduk ama bu yorgunluğa<br />

fazlasıyla değmişti. Tüm<br />

bu süreçte yanımızda olan ve<br />

heyecanımıza aynı heyecanla<br />

destek veren Armada Hotel<br />

Pazarlama ve Gelirler Asistanı<br />

Ecem Onay ile Pazarlama<br />

ve Gelirler Müdürü Nedim<br />

Mazliyah da öğleden itibaren<br />

yanımızdalardı. Onların yol<br />

göstermesi ve katkısıyla organizasyon<br />

hazırlıkları pürüzsüzce<br />

tamamlandı.<br />

İlk ziyaretçilerimiz gelmeye<br />

başladığında heyecan tavan<br />

yaptı elbette. Özellikle de Internet<br />

Geliştirme Kurulu Baş-<br />

BlogLifeTr Blogger Partisi’nde<br />

Kahkahalar Su Gibi Aktı<br />

kanı sayın Serhat Özeren her<br />

zamanki babacanlığı ve güler<br />

yüzüyle kapıda belirdiğinde<br />

yüreğimiz ağzımızdaydı. Bize<br />

ilk günden beri tüm projelerimizde<br />

destek veren, motivasyonumuzu<br />

motivasyonuyla<br />

katlayan sayın Özeren, o gece<br />

yaptığı konuşmada:<br />

“Türkiye’de internet abone sayısı<br />

20 milyonu geçti. İnternet<br />

hızının artması, akıllı cihazların<br />

kullanılması ile mekandan<br />

bağımsız internet erişimi özgün<br />

içeriğin de artmasına yol<br />

açtı. Türkiye’de internet kullananların<br />

duygu ve düşüncelerini,<br />

fikirlerini paylaştığı özgün<br />

internet sayfalarının artması,<br />

bilginin dolaşımın hızının da<br />

artması anlamına gelecektir.<br />

Türk insanın yaratıcı yönünün<br />

yansıdığı blog sayfalarının artması<br />

ve bu etkinlikler ile farkındalığın<br />

oluşması önemlidir”<br />

şeklinde konuştu.<br />

Akabinde Altuğ Akınsel sah-<br />

neye çıktı ve biz şarkılarıyla<br />

coşarken o da sahnedeki<br />

enerjisini gece boyunca bize<br />

bulaştırmaya devam etti. O<br />

sırada köşedeki tavuklu pilav<br />

arabası, ikram edilen osmanlı<br />

şerbeti, meyveler, kuruyemişler,<br />

midye dolmalar, tavuk şişler<br />

derken kendimizi kaybettik.<br />

Ondan yiyeyim bundan içeyim<br />

şundan tadayım derken saatler<br />

nasıl geçti anlamadık. Bir<br />

ara Twitter fenomenlerinden<br />

İstiklal Akarsu da bu eğlenceye<br />

katıldı. Davetimize katılan<br />

bloggerlar arasında yetenekleri<br />

kalemiyle sınırlı olmayanlar<br />

varmış görmüş olduk. Onlar<br />

da sahneye çıkıp söyledikleri<br />

şarkılarla geceye renk kattılar.<br />

Hatta bir ara ajansımızın Chief<br />

Enlightment Officer’ı Levent<br />

Cem Aydan “Californication”<br />

cover’ıyla göz doldurdu.<br />

Gecenin sonunda QR Kodu<br />

Avı’nın tüm kodlarını bularak<br />

şifreyi çözen Emre Mertcan<br />

ana sponsorumuz Armada<br />

Hotel’de iki kişi bir gece konaklama<br />

ve kahvaltı kazanırken<br />

gece boyunca #BlogLifeTrParty<br />

hashtag’iyle en çok<br />

twit atanlar arasından belirlediğimiz<br />

şanslı katılımcılarımız<br />

da yine ana sponsorumuzdan<br />

birbirinden keyifli hediyeler kazandı.<br />

36 37<br />

Biz blogger kökenli, çalışanları<br />

arasında bir dünya blogger<br />

olan bir ajansız ve öyle olmaya<br />

da devam edeceğiz. Bizler için<br />

Türkiye’deki blog kültürünü korumak<br />

ve geliştirmek çok çok<br />

önemli. Bloggerlar için organizasyonlarımız<br />

ve partilerimiz<br />

bununla da sınırlı kalmayacak<br />

elbette. Önümüzdeki günlerde<br />

bloggerlar için büyük bir sürpriz<br />

daha hazırlıyoruz.<br />

Gecemize katılan, bizimle eğlenen<br />

ve “Hiçbiriniz Yokken<br />

Bloggerlar Vardı!” diyen herkese<br />

çok teşekkürler.<br />

Ayda TANGÜNER<br />

1sosyalmedya.com


38 39


DAMIEN RICE<br />

Bazı sanatçılar, bazı şarkılar çok<br />

özeldir. Bazıları tek bir şarkıyla<br />

milyonlarca duyguya eşlik edebilirler.<br />

Ruha ve yaşama eşlik etmek<br />

bambaşka bir şeydir. Bence<br />

asıl başarı, tam bu noktada ortaya çıkıyor.<br />

Damien Rice bana göre bunu başarabilenlerden<br />

biri, özellikle The Blower’s Daughter<br />

şarkısıyla bunu kanıtlayanlardan olduğunu<br />

düşünüyorum.. Ünlü müzisyen hakkında<br />

size biraz bilgi verdikten sonra şarkısıyla<br />

sizi baş başa bırakacağım. Yüksek ses ile<br />

ve sonuna kadar dinlemeniz önemle tavsiye<br />

edilir.<br />

Damien Rice İrlandalı ve 1973 doğumlu bir<br />

şarkıcıdır. Müzik kariyerine 90’larda rock<br />

müzik grubu Juniper ile başlamıştır. Grupla<br />

iki albüm çıkardıktan sonra ayrılmış ve solo<br />

kariyerine başlamıştır. Gitar, çello, violin,<br />

piyano ve davul çalan şarkıcının iki kayıt albümü<br />

ve single’ları mevcuttur. Dinlenmesi<br />

gereken şarkılarından olan Cheers Darlin<br />

ise insanlar tarafından tavsiye edilmektedir.<br />

En çok bilinen şarkısı, aynı zamanda Closer<br />

filminin de müziği olan The Blower’s<br />

Daughter. Şarkı, üflemeli çalgılar hocasının<br />

kızına olan aşkını anlatmaktadır.<br />

Little Black Submarine<br />

Çok güzel şarkılar yapıyorlar öyle ki uykularımız<br />

kaçıyor, başa sarıp sarıp bıkana<br />

kadar tekrar dinliyoruz. Öyle gecelerden<br />

biri sanırım bu da. Black Keys’in<br />

Little Black Submarines’i bütün gün ısrarla<br />

dinletildikten sonra eve geldiğimde<br />

de etkisini sürdürdü, bilgisayar cayır cayır<br />

yanıyor ama ben hala dinlemeye devam<br />

ediyorum.<br />

Bir taraftan da bu ayın bitmesini bekleyemeden<br />

pirinç ayıklar gibi ocak ayı fotoğraflarını<br />

ayıklarken her ayın sonunda<br />

olduğu gibi yeminimi tazeliyorum “çok<br />

sarhoşsan vizöre değil eğlenmeye bak”<br />

çünkü anlaşılan kameramla birlikte yine<br />

ufak ufak köşe kapmaca oynamışız.<br />

Neyse sevgili okur gece gece çenem<br />

düşmesin, siyah küçük denizaltı üzülmesin;<br />

saat geç ama gün yeniyken nostaljik<br />

esintili görsel bir ocak ayı özeti seninle...<br />

40<br />

Elif Duruk<br />

www.psikolokum.blogspot.com<br />

41<br />

Ozge Akpinar<br />

vivalabonvivant.com


Merhabalar Melis. Sohbetimize<br />

seni kısaca tanıyarak<br />

başlayalım mı?<br />

1986 İstanbul’da doğumluyum.<br />

Lisede resim bölümünü<br />

bitirdikten sonra Müjdat Gezen<br />

Konservatuarı, Batı Müziği eğitimi<br />

aldım.<br />

Melis Dağ müziğe ne zaman<br />

ve nasıl başladı?<br />

Aslında 2 yaşından beri şarkı<br />

söylüyorum. Şaka değil, kayıtları<br />

var Antalya’da yaşadığım<br />

dönemde (92-97), daha ilkokuldayken,<br />

müzik kurslarında<br />

burslar kazanıp eğitim almaya<br />

başladım. İlk olarak 9 yaşımda<br />

Antalya Konyaaltı Açık<br />

Hava Tiyatrosu’nda ‘Bir Fidan<br />

Sizden, Bin Şarkı Bizden’ turnesinde<br />

sahneye çıktım. Profesyonel<br />

olarak da 11 senedir<br />

sahnelerdeyim.<br />

Bildiğimiz kadarıyla, pop<br />

müziğimizin kraliçelerinden<br />

Nilüfer’in vokalistliğini<br />

yapıyorsun. Bize kısaca<br />

Nilüfer’le tanışma serüveninizi<br />

ve ne kadar zamandır<br />

birlikte çalıştığınızı anlatabilir<br />

misin?<br />

Myspace sayfamdaki kayıtlarımı<br />

yakın bir arkadaşı aracılığıyla<br />

dinledikten sonra beni evine<br />

davet edip “sizin gibi güçlü bir<br />

vokale ihtiyacım var, benimle<br />

çalışmak ister misiniz?” diye<br />

sorduğunda ellerimin nasıl terleyip,<br />

kalbimin nasıl çarptığını<br />

anlatamam insanın küçüklüğünden<br />

beri hayran olduğu<br />

birinden böyle şeyler duyması<br />

inanilmaz.3 senedir beraber<br />

çalışıyoruz.<br />

Bir de İskender Paydaş ile<br />

çalıştığınızı biliyoruz. Ne<br />

kadar zamandır kendisiyle<br />

çalışıyorsunuz ve ne gibi<br />

çalışmalar yaptınız? İskender<br />

Paydaşla ilgili söylemek<br />

istediğiniz başka şeyler var<br />

mı?<br />

Zamansız Şarkılar albümünden<br />

sonra kendi orkestrasıyla<br />

sahneye çıkıyor, beni de çalıştığım<br />

barda, beni sahnedeyken<br />

dinleyip çalışmak istediğini<br />

söyledi. Ortalama 1 sene<br />

oluyor. Bugüne kadar birçok<br />

yerde sahne aldık kendisiyle.<br />

Şu sıralar her Cuma, Beyoğlu<br />

Mask sahnesindeyiz. Onunla<br />

çalışmak çok keyifli. İnanılmaz<br />

bir müzisyen olmasının yanı<br />

sıra oldukça pozitif, çok iyi bir<br />

arkadaş, kimi zaman bir abi.<br />

Bütün bunların yanında bir<br />

de kendi grubun var. Bize<br />

grubunun hikayesini kısaca<br />

anlatabilir misin? Neler yapıyorsunuz?<br />

Non-Stop... Bugüne kadar<br />

sahnedeyken en çok keyif aldığım<br />

orkestra. Dördü de çok<br />

sevdiğim arkadaşlarım. Alpcan<br />

Utku, Kerem Yılmaz, Oğuzhan<br />

Tosun ve Alper Selçuk İmren.<br />

Daha önce farklı projelerde<br />

çalışıp, en sonunda bu ekipte<br />

toplanmış arkadaşlarız aslında.<br />

Sahnedeki enerjimiz<br />

de buradan geliyor. Pop-R&B<br />

cover grubuyuz. Bugüne kadar<br />

sayısız mekan ve organizasyonda<br />

sahne aldık. Buna<br />

2 gün boyunca hiç durmadan<br />

devam ettiğimiz Rock’n Coke<br />

performansımız da dahil. Tatile<br />

bile birlikte gittiğiniz arkadaşlarınızla<br />

aynı sahnede olmak<br />

kadar keyifli bir şey yok.<br />

Su an her Cumartesi Beyoğlu<br />

Mojo sahnesindeyiz.<br />

Non-Stop dışında her Çarşamba<br />

kendi ekibimle Taksim Dorock<br />

Bar’da sahne alıyorum.<br />

Oğuzhan ve Alper o ekipte de<br />

bana eşlik ediyor. Gitarda Özgehan<br />

Özturan, davulda da<br />

Onur Akça var.<br />

Yoğun bir yaşantınız var.<br />

Memnun musunuz bu durumdan?<br />

Kendinize vakit<br />

ayırabiliyor musunuz? Kendinize<br />

ayırabildiğiniz vakitlerde<br />

neler yapıyorsunuz?<br />

Tabiki çok yoruluyorum ama<br />

işim bu. Fakat her zaman soyluyorum<br />

ki sevmiyorsanız kesinlikle<br />

çekilecek iş değil. Haftada<br />

5 şehir görüp, 2 gün hiç<br />

uyumadığımı, günler boyunca<br />

yastıklarla havaalanlarında<br />

uyuduğumu biliyorum. Ama<br />

işimi çok seviyorum. Kendime<br />

vakit ayırabildiğim günler<br />

olursa dinleniyorum açıkçası.<br />

Dinlenirken film izlemek ve kitap<br />

okumak büyük zevk benim<br />

için.<br />

Peki Türkiye’deki müzik piyasası<br />

hakkındaki görüşlerin<br />

neler?<br />

Daha çok çalışılması gerek,<br />

daha fazla özen gösterip, daha<br />

fazla emeğe saygı duyulması<br />

gerek. Yurtdışındaki konserleri<br />

Melis DAĞ<br />

Röportajı<br />

Türk müziğinin duayen isimlerinden<br />

Nilüfer’in, sesiyle olduğu kadar içtenliğiyle<br />

de beğenimizi kazanan<br />

vokalisti Melis Dağ ile okurken<br />

oldukça keyif alacağınız bir<br />

sohbet gerçekleştirdik. Sözü<br />

çok uzatmadan sizi bu güzel<br />

sohbet ile baş başa bırakmak<br />

istiyorum.<br />

42 43


izlerken onları kıskanmayacak hale gelmemiz<br />

lazım, daha yolun çok başındayız.<br />

Sosyal medya ve Bloglarla aran nasıl?<br />

Sadece etkinlikleriniz için mi kullanıyorsun<br />

sosyal medyayı?<br />

Çoğu insan gibi benim de iyi. Etkinlikler,<br />

mesajlar, ufak toplantılar için sıklıkla kullanıyorum.<br />

Bunlar dışında televizyon izlemeye<br />

pek vakit bulamadığım için gündemi<br />

takip etmek adına da kullanıyorum sosyal<br />

medyayı.<br />

Benim blogum yok, hiç düşünmedim de<br />

açıkçası. Takip ettiğim bloglar var fakat<br />

‘Ahmet Erten’le Hayat Müzik’in hiç bir cümlesini<br />

atlamıyorum diyebilirim.<br />

Son olarak BloglifeTr dergimiz hakkındaki<br />

görüşlerini ve varsa sevenlerin<br />

için eklemek istediğin mesajını alabilir<br />

miyiz?<br />

Öncelikle birçok bloggeri aynı iş altında<br />

topladığınız için tebrik ediyorum ve en<br />

kısa zamanda basili olarak yayınlanmanızı<br />

umuyorum. Başarılarınızın devamını dilerim.<br />

Röportaj için çok teşekkür ederim. Sorularınızı<br />

yanıtlamaktan büyük keyif aldım.<br />

Etkinlikleri takip edebilmeniz için size özel<br />

hazırladığım linklerim var kendi internet<br />

sitemin de içi yavaş yavaş dolacak, tekrar<br />

görüşmek üzere.<br />

www.melisdag.com<br />

www.twitter.com/melisdag<br />

www.facebook.com/melisdagofficial<br />

Röportaj teklifimizi kabul edip, değerli vaktini<br />

bize ayırdığın için biz teşekkür ederiz.<br />

Okuyucuların keyif alacağı, güzel bir sohbet<br />

oldu.<br />

Başarılarının devamını dileriz.<br />

Ali Kemal Özdemir<br />

1sosyalmedya.com<br />

44 45


loglifetr<br />

Kışlık Sokak Stilleri<br />

Baktım ki yazı getiremiyorum, bulunduğumuz<br />

mevsime ayak uydurmanın yollarına<br />

bakayım dedim:) Kış mevsimi şık olmanın<br />

zor olduğu bir mevsimdir. Çünkü birinci güdü<br />

insanın kendisini soğuktan korumasıdır.<br />

Bir de parça sayısı arttıkça şıklığı korumak<br />

zorlaşabilir. Ben her zaman derim, şıklığın<br />

mevsimi bahar aylarıdır.( tercihim ilkbahar:)<br />

) Vücudumuzu sıcaktan ya da soğuktan korumak<br />

zorunda kalmayız. Dolayısıyla kıyafetlerin<br />

direkt görselliğine yönelebiliriz. Fakat<br />

unutmayalım ki, stil sahibi bir kadın her<br />

zaman şık görünür. Ben de bugün soğuğa<br />

aldırış etmeden şık ve stil sahibi görünmenin<br />

yollarını gösteren ilham verici bir post hazırladım<br />

sizin için. Görsellere bakın ve kar kış<br />

demeden stil sahibi görünen bu hanımları<br />

örnek alın:) İşte ilham verici sokak stilleri:)<br />

46<br />

Tuğba<br />

nofashionnopassion.blogspot.com<br />

Keep me undone but gloss me up<br />

Grunge iyidir, grunge<br />

havalıdır. Grunge<br />

şık ise bir boyut<br />

ötesi olup daha da<br />

iyidir. Yükselişte olan trendlerden<br />

biri de yapılmamış, yataktan<br />

yeni kalkmış gibi görünen<br />

saçlar, ancak bu saçlar kuru<br />

ve mat değil, aksine sağlıklı<br />

bir parlaklığa sahip. Her bir telin<br />

yerli yerinde usluca durduğu,<br />

yapılı ve kontrollü saçların<br />

yarattığı sıkıcılığı ve ciddiyeti<br />

unutun. Özgür bırakın o saçları.<br />

Bunca ciddiyet niye? Hayat<br />

ciddiye alınmak için fazlasıyla<br />

kısa. Bilmem farkında mısınız,<br />

görünümümüz ve duruşumuzun<br />

hayat çizgimiz, başarılarımız,<br />

mutluluklarımız ve hü-<br />

zünlerimiz üzerinde ne kadar<br />

da büyük etkiye sahipler. Ruhunuzu<br />

özgür ve hafif bırakın.<br />

Üzerinizde baskı kuran tüm<br />

sahip olduklarınızdan kurtulun.<br />

Daha mutlu, daha hafif ve<br />

ÖZGÜR olmanızı engelleyen o<br />

hayat görüşünüzden kurtulun.<br />

Grunge bir başkaldırıdır. Hayata<br />

ve çevremize karşı bambaşka<br />

bir duruştur. Kişiye özgür<br />

bir ruh hali ve havalı bir duruş<br />

verir. “Ne haliniz varsa görün!”<br />

diye haykırır.<br />

İlkbahar-Yaz’13 podyumlarında<br />

pek çok dağınık fakat<br />

parlak saç modellerine rastlayabilirsiniz.<br />

Bu görünümün<br />

büyük bir hayranı olduğumu<br />

47<br />

söylemeden geçemeyeceğim.<br />

– Merhaba Anne! Ne<br />

zaman saçımı bu şekilde kullanıp<br />

fikrini sorsam gözlerini<br />

devirip, “Çok dağınık değil mi<br />

sence? Ama beğeniyorsan<br />

n’apalım...”demenden ve aslında<br />

demek istediğin “Aman<br />

Tanrım! Çok dağınık, karman<br />

çorman, ama o bu şekilde mutluysa<br />

bana laf düşmez...”ken<br />

bu saç tarzını hiç sevmediğini<br />

biliyorum.<br />

Podyumlara geri dönecek olursak,<br />

Stella McCartney, Marni,<br />

Isabel Marant, Bottega Venetta<br />

ve diğer pek çok tasarımcı<br />

bu saç tarzını şovlarında kullandılar.<br />

Saç ister serbest bir


şekilde omuzlara dökülüyor<br />

olsun, ister rahat bir ense topuzu<br />

olsun, asla mükemmel<br />

değiller. Daima o yapılı olmayan,<br />

tamamlanmamış görünüme<br />

sahipler. A-ha! Ama asla<br />

mat ve kuru değiller. Parlaklık<br />

veren serumlar sayesinde her<br />

zaman sağlıkla parlıyorlar! Sonuç<br />

olarak, bu yapılı olmayan<br />

saçlar sağlıklı bir parlaklığa<br />

sahip olduklarında olayı tamamıyla<br />

bambaşka bir boyuta taşıyorlar;<br />

benim çok sevdiğim,<br />

şık ve günümüze ait bir boyut.<br />

Bu görüntüyü yakalamak için<br />

saçınızı bir saç düşmanı olan<br />

saç kurutma makinesi ile değil<br />

de doğal yollardan hava ile kurumaya<br />

bırakın. Saçınız tamamen<br />

kuruduğunda, eğer açık<br />

bir modelde kullanacaksanız<br />

parmaklarınızla biraz düzeltin<br />

ve uç kısımlara biraz parlaklık<br />

veren serum sürün. Ardından<br />

serumun tüm saça dağılması<br />

için aşağıdan başlayarak<br />

yukarı doğru usulca tarayın.<br />

Asla saç köklerine bu serumu<br />

değdirmeyin, aksi halde yağlı<br />

ve hacimsiz bir görünüme bürünebilir<br />

saçlarınız. Yok, ben<br />

saçımı topuz yapmak istiyorum<br />

derseniz de, yine doğal bir şekilde<br />

kurumaya bırakıp serum<br />

sürdüğünüz saçlarınızı hafifçe<br />

kusursuz olmayan bir şekilde<br />

ense topuzu yapın, parmaklarınızla<br />

bu topuzun içine nazikçe<br />

dalın(!) ve biraz tartaklayın<br />

:) Bu şekilde yapılı görünmeyen<br />

hafif grunge saçlara sahip<br />

olmuş olacaksınız.<br />

Bugünlük bu kadar. Ben arka<br />

planda takipte olmaya ve podyumlardan<br />

beğendiklerimi sizlerle<br />

paylaşmaya devam edeceğim.<br />

Umarım siz de benim<br />

gördüğümü beğenirsiniz.<br />

Bir sonraki posta kadar, sağlıklı<br />

kalın, güvenli kalın, parlak ve<br />

yapılmamış kalın!<br />

Maison Martin Margiela’dan<br />

Bir Çift Metal!<br />

Artık günümüzde kadınlar için olduğu<br />

kadar erkekler için de birbirinden<br />

iddialı ayakkabı modelleri bulmak<br />

mümkün, Maison Martin Margiela’nın<br />

metal görünümlü deri kullanarak ürettiği<br />

yüksek bilekli model de buna çok<br />

güzel bir örnek! Her ne kadar sert ve<br />

ağır bir çift ayakkabıymış gibi dursa<br />

da yüksek kalite deri işçiliği sayesinde<br />

konforunuzdan ödün vermenizi<br />

gerektirmiyor. İtalya’da üretilen 690$<br />

fiyat etiketli model SSENSE üzerinden<br />

satışta.<br />

Sarah Zeybekoğlu<br />

www.fashionizelife.com<br />

48 49<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com


The Art of Fashion<br />

Amerika’nın en ünlü department store’larından<br />

Neiman Marcus’un 2013 kampanya<br />

çekimlerinde tema ‘The Art of Fashion<br />

/ Modanın Sanatı’ olmuş ve fotoğrafçı<br />

Walter Chin birbirinden etkileyici karelere<br />

imza atmış. Modeller Karlie Kloss ve Vika<br />

Falieeva’nın üzerinde mağazanın Chanel,<br />

Alexander McQueen, Oscar de la Renta,<br />

Lanvin ve Jil Sander gibi en büyük markalarından<br />

seçilmiş parçaları görüyoruz<br />

Beats Audio’ya sahip<br />

en hafif Windows telefonu<br />

| , Xbox Music ve oyunlar ile üstün eğlence seçenekleri<br />

| Güçlü çift çekirdekli işlemci ile etkileyici performans<br />

| Canlı Kutucuklar ile ekranda gerçek zamanlı güncellemeler<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com<br />

50 51


52<br />

Bu ay Sineterapi sayfamızda<br />

bir çok kişinin<br />

izlediği bir filmi ele almak<br />

istedik. Konu olarak<br />

bir çok insanın hayatında<br />

yer alan bir içerikle karşı karşıyayız.<br />

Hayatımızda kimi zaman<br />

tek düze, kimi zaman bizi<br />

heyecanlandıran kimi zaman<br />

da bizi şaşırtan olaylara bir de<br />

bu film üzerinden değerlendirerek<br />

bakalım dedik. Gerek<br />

konusuyla gerek kadrosuyla<br />

olsun başarılı filmlerden bir tanesi<br />

olduğunu düşünüyoruz.<br />

İzlerken kişiye güç kattığını<br />

düşündüğümüz bu filmi izlemeyen<br />

herkese tavsiye ediyor;<br />

film hakkında kısa bir bilgi<br />

vererek, sizi fragmanıyla baş<br />

başa bırakıyoruz.<br />

FIGHT CLUB<br />

(DÖVÜŞ KULÜBÜ):<br />

SİNETERAPİ<br />

1999 yapımı ABD filmi olan<br />

Dövüş Kulübü’nün yönetmenliğini<br />

David Fincher üstlenmiştir.<br />

Chuck Palahniuk tarafından<br />

yazılmış olan aynı isimli roman<br />

üzerinden çekilmiş kült<br />

filmlerdendir. Başrollerde Brad<br />

Pitt(Tyler Durden), Edward<br />

Norton(The Narrator-Anlatıcı),<br />

Helena Bonham Carter(Marla<br />

Singer) rol almaktadır. Oregon<br />

Üniversitesi’nde yüksek<br />

lisansını yapan Chuck<br />

Palahniuk’un uzak olmayan<br />

bir gelecekte geçen ve kafası<br />

karışık genç bir erkeği konu<br />

alan romanından yola çıkılarak<br />

çekilen Fight Club’da filmi<br />

anlatan, ünlü bir otomobil<br />

firmasında iyi bir işe sahiptir.<br />

Tek düze yaşamı kronik uykusuzluk<br />

sorunuyla çekilmez bir<br />

hale gelmiştir. Ailesi ve yakın<br />

bir arkadaşı olmayan Anlatıcı<br />

doktorunun tavsiyesi üzerine<br />

53<br />

bloglifetr<br />

kanserli hastaların terapi grubuna<br />

katılır. Bu toplantılar esnasında<br />

Marla ile tanışır; o da<br />

genç adam gibi hasta olmadığı<br />

halde grubun toplantılarına<br />

katılmaktadır. Anlatıcı’nın ve<br />

Marla’nın çabaları, tüketici kültürünün<br />

anlamsızlığına karşı<br />

bir duruştur adeta, kariyer sahibi<br />

ama yalnız insanların bir<br />

tepkisi. Anlatıcı’nın jenerasyonu<br />

ölü bir jenerasyondur. Bir<br />

yolculuk sonrası evinin yanmış<br />

olduğunu gördüğünde arayabileceği<br />

tek kişinin yolculuk<br />

sırasında tanıştığı sabun satıcısı<br />

Tyler olması da adeta bunun<br />

bir kanıtıdır. İçilen birkaç<br />

biranın ardından park yerinde<br />

Tyler, kahramanımızı kendine<br />

vurması için kışkırtacaktır.<br />

Aralarında başlayan bu kavga<br />

Anlatıcı’nın hayatını değiştirecektir.<br />

Elif Duruk<br />

www.psikolokum.blogspot.com


54<br />

2012 Küresel Girişimcilik Raporu<br />

Yayınlandı!<br />

Kar amacı gütmeyen bir akademik<br />

araştırma konsorsiyumu<br />

olan ( Global Entrepreneurship<br />

Monitor ) GEM’in amacı ülkelerde<br />

girişimcilik faaliyetinin düzeyini<br />

belirlemek, girişimciliğin<br />

ekonomik gelişmedeki rolünü<br />

belirlemek, ülkeler arasındaki<br />

farklılığa neden olan faktörleri<br />

tayin etmek ve girişimciliği<br />

geliştirmeye yönelik politikalar<br />

önermek üzere girişimcilik faaliyeti<br />

ile ilgili nitelikli araştırma<br />

verileri oluşturuyor ve bu verileri<br />

geniş kitlelere sunuyor.<br />

GEM, hazırladığı 2012 Küresel<br />

Girişimcilik Raporu’nu yayınlandı.<br />

Raporda ülkemize<br />

dair olumlu artışlar ve güzel<br />

sinyaller var.<br />

İşte GEM 2012 Raporundaki<br />

Türkiye izleri;<br />

2012 yılında 69 ülkeden<br />

198.000 kişi ile yapılan anket<br />

sonucu oluşturulan Küresel<br />

Girişimcilik Raporu’na (GEM)<br />

göre, Avrupa’da krizin etkisinin<br />

en fazla hissedildiği 2012<br />

yılında Türkiye’nin girişimcilik<br />

notu %11.9’dan %12.22’ye<br />

yükselmiş. Bu yükseliş girişimcilik<br />

tablosunun daha dengeli<br />

bir hal kazandığını, eğitim<br />

seviyesi yüksek kesimlerde de<br />

girişimciliğin arttığını göstermekte.<br />

GEM 2012 Raporuna göre<br />

ülkemizdeki potansiyel giri-<br />

şimci oranı da; 2006 yılında<br />

2.2 iken, 2012 yılında 7.0’a<br />

çıkmış. Yine, 2006 yılında 4.0<br />

olan yeni girişimci oranı 6.0’a<br />

çıkmıştır. Türkiye’deki Büyüme<br />

Odaklı Girişimci oranı da,<br />

verimlilik odaklı ekonomilere<br />

sahip ülkeler arasında yüksek<br />

sıralarda yer almıştır. Türkiye,<br />

erken girişimcilik indeksi açısından<br />

araştırmaya katılan 30<br />

ekonomi arasında 17. sırada<br />

yer almakta.<br />

2012’de ülkemizde ihtiyaç<br />

odaklı girişimcilik oranı %31<br />

iken fırsat odaklı girişimcilik<br />

%55’e yükselmiş.GEM 2012<br />

Raporuna göre ülkemizde<br />

fırsat değerlendirme oranı<br />

2011’de 32.4 iken 2012’de<br />

40’a yükseldi. Diğer taraftan<br />

55<br />

bloglifetr<br />

nüfusun fırsatları değerlendiren<br />

kısmının başarısızlık korkusu<br />

puanı 2011’de 22.5 iken<br />

2012’de 30’a çıkmıştır.<br />

Türkiye’de girişimcilik ve girişimciliğe<br />

medyanın ve halkın<br />

bakış açısı ve ilgisi hem geçen<br />

senelere göre hem de diğer ülkelere<br />

oranla bu sene oldukça<br />

yükseldi.<br />

GEM 2012 raporuna göre,<br />

kuruluş aşamasında olan girişimcilerin,<br />

18-64 yaş arasındaki<br />

yetişkin nüfusa olan oranı,<br />

Türkiye‘de 2006 yılında %<br />

2.2 iken, 2012 yılında bu oran<br />

%7.25’e çıktı. Yani, 2012 yılında<br />

daha fazla kişi, son bir senedir,<br />

yapmayı düşündüğü bir<br />

iş için para biriktirmeye başla-


loglifetr bloglifetr<br />

mak, yer aramak, ekip oluşturmak,<br />

iş planı üzerinde çalışmak<br />

gibi hazırlıklar yapmış. Bu<br />

artışla Türkiye, ekonomilerin<br />

ortalaması olan %7.82’ye yaklaşmış<br />

3.5 seneden fazla süreden<br />

beri girişimcilik faaliyetinde bulunmuş<br />

kişilerin, yetişkin nüfus<br />

içindeki oranını gösteren bir<br />

indeks olan Kurumsallaşmış<br />

girişimcilik indeksi, Türkiye’de<br />

2011’de % 7.96 iken, 2012’de<br />

% 9’a çıkmış.<br />

GEM 2012 Raporuna göre,<br />

dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden<br />

olan Çin, Rusya<br />

ve Güney Afrika gibi ülkelerde<br />

2012 yılında erken girişimcilik<br />

faaliyetlerinde ise azalmalar<br />

olmuş.GEM 2012 raporuna<br />

göre, uluslararası karşılaştırma<br />

yapıldığında, Brezilya hariç,<br />

diğer BRIC ülkelerinde kuruluş<br />

aşamasındaki girişimcilik<br />

faaliyetlerinde düşüş olmuş.<br />

Çin’de 2011 yılında %11 olan<br />

bu oran, %5.45’e düşmüş.<br />

Raporun tamamını görüntülemek<br />

için Endeavor’ın raporlar<br />

sayfasını veya GEM’in rapor<br />

sayfasını ziyaret edebilirsiniz.<br />

GEM hakkında çok daha fazla<br />

detay için www.gemconsortium.org<br />

adresini ziyaret<br />

edebilir, sizin için derlediğimiz<br />

aşağıdaki raporları detaylıca<br />

inceleyebilirsiniz;<br />

Daha fazla girişimcilik; daha<br />

fazla başarılı proje demek,<br />

daha fazla başarılı proje daha<br />

güçlü yerli sermaye demek.<br />

Endevor kaynaklı bu derleme<br />

haberimizi başta raporlarla ilgili<br />

okurlarımızın, güzel gelişmeleri<br />

de tüm okurlarımızın ilgi ve<br />

bilgisine sunuyoruz.<br />

İdris Cin<br />

girisimhaber.com<br />

Başarılı Genç Girişimci Samed Ağırbaş<br />

İle Röportaj Yaptık<br />

Girişimcilik ekosistemimizin<br />

genç yıldızlarından Samed<br />

Ağırbaş ile röportaj yaptık. Liselerde<br />

Girişimcilik Kulüpleri<br />

projesini ve şuan ki projelerini,<br />

globaldeki ve ülkemizdeki girişimcilik<br />

ekosistemini konuştuk.<br />

İşte Samed Ağırbaş röportajımız..<br />

İdris Cin: Öncelikle Röportaj<br />

teklifimizi kabulün için<br />

teşekkür ederim Samed. Biraz<br />

kendinden bahsedebilir<br />

misin okurlarımıza? Samed<br />

Ağırbaş kimdir?<br />

Samed Ağırbaş: 18 yaşındayım.<br />

Meslek Lisesinde Bilişim<br />

Teknolojileri okudum. Öğrenim<br />

hayatım boyunca başta<br />

M.E.B olmak üzere bir çok<br />

devlet birimince düzenlenen<br />

programlar vesilesi ile yurtdışına<br />

çıkma imkanım oldu. Bu<br />

sayede farklı kültürleri tanıma<br />

imkanına sahip oldum. Aynı<br />

zamanda Liselerde Girişimcilik<br />

Kulüplerinin Kurucusuyum.<br />

2012 -2013 dönemi itibariyle<br />

İstanbul Üniversitesinde Sosyoloji<br />

eğitimine başladım. Koordinatörlüğüne<br />

devam ettiğim<br />

Liselerde Girişimcilik Kulüpleri<br />

Türkiye’deki tüm liselerde varlığına<br />

devam ediyor ve her yıl<br />

aramıza katılan binlerce üyesi<br />

büyümeye devam ediyor. Bunların<br />

dışında Londra merkezli<br />

bir kurumda genel sekreterlik<br />

56 57<br />

görevini icra ediyorum. Ve tabi<br />

ülkeme ve milletime değer katacak<br />

yeni projeler için üretim<br />

yapmaya devam ediyorum.<br />

İdris Cin: Ne zamandır Girişimcilik<br />

Ekosistemi ile ilgilisin,<br />

girişimcilik üzerine<br />

projeler ve planlar ne zaman<br />

canlanmaya başladı aklında?<br />

Samed Ağırbaş: İlk yurtdışı<br />

ziyaretimi yaptıktan sonra<br />

Türkiye’de özellikle liseler alanında<br />

Girişimcilik eğitiminin eksik<br />

olduğunun farkına vardım<br />

ve bununla ilgili çalışmalara<br />

başladım. Liselerde Girişimcilik<br />

Kulüplerini kurmaya başladığımda<br />

15 yaşındaydım. Portekizden<br />

yeni dönmüştüm. Üç<br />

yıldır girişimcilik alanında ulusal<br />

ve uluslararası çalışmalar<br />

yürütüyorum.<br />

İdris Cin: Liselerde Girişimcilik<br />

projesiyle ciddi başarılara<br />

imza attınız. Nasıl doğdu<br />

bu proje hikayesi ve şuan ki<br />

geldiğiniz noktayı nasıl tanımlıyorsun?<br />

Samed Ağırbaş: Liselerde girişimcilik<br />

kulüpleri benim ülkem<br />

için kurduğum hayallerden bir<br />

tanesi ve ilk projem. Ben meslek<br />

lisesinde okudum ve meslek<br />

lisesinde bir çok sorun ile<br />

karşılaştım size onlarca sorun<br />

sayabilirim ama bir tanesini<br />

ele alalım ülkemizde 18 yaş<br />

altında girişimcilik kültürü kazandırma<br />

çalışmalarının ye-


loglifetr bloglifetr<br />

tersiz olması. Bu soruna bağlı<br />

olarak da şu şekilde bir örnek<br />

verebilirim Örneğin bana göre<br />

meslek lisesinden mezun olan<br />

bir arkadaşım gidip bir mağazada<br />

tezgâhtarlık yapmamalı<br />

veya gidip kendi mesleği ile<br />

alakasız bir yerde işçi olarak<br />

çalışmamalı. Meslek lisesinden<br />

mezun olan öğrenci kendi<br />

iş fikrini, iş modelini geliştirip<br />

kendi işini kurmalı. Ama maalesef<br />

bu şekilde olmuyor bunun<br />

başlıca sebeplerinden bir<br />

tanesi de girişimcilik ruhumuzun,<br />

girişimcilik kültürümüzün<br />

eksik olması. Toplum olarak<br />

genelde çocuklarımıza çok çalışıp<br />

devlet memuru olmalarını<br />

veya iyi bir iş bulmalarını söyleriz.<br />

Sonrasında da milyonlarca<br />

kişi KPSS sınavına girer.<br />

Büyük şirketlere iş başvuru<br />

yapar belki bunların yüzde onu<br />

işe girebilir ama diğer kısım<br />

için sonuç hüsrandır. Bu aslında<br />

beklendik bir problem. Ne<br />

devlet nede özel sektör tüm<br />

iş başvurularını karşılayacak<br />

güçte değil. Ve karşılaması da<br />

gerekmiyor. İşte bu gibi sebeplerden<br />

ötürü ben girişimciliğin<br />

18 yaş altına inmesi için projeler<br />

yürütüyorum. Liselerde<br />

Girişimcilik kulüplerini bundan<br />

dolayı kurdum. İnşallah 10 yıl<br />

sonra Türkiye genç girişimcileri<br />

ile anılan bir ülke olacak. 10<br />

yıl sonra Liselerdeki girişimcilik<br />

kulüplerinden yetişen iş adamlarımız<br />

olacak. İşte o zaman<br />

ben yaptığım işler ile gurur duyacağım.<br />

İdris Cin: Çok genç yaşta olmana<br />

rağmen pek çok projede<br />

imzan var. Şimdiye kadar<br />

hangi projelere imza attın?<br />

Samed Ağırbaş: Farklı alanlarda<br />

projeler yürütüyorum ama<br />

sonuçta hepsinin ortak noktası<br />

ülkemize değer katmak. Havacılık<br />

Kulübü ile 10.000 genc<br />

arkadaşımıza havacılık eğitimi<br />

verdik, Girişimcilik ile geleceğin<br />

iş adamlarını, sosyal girişimcilerini<br />

yetiştirmeye çalışıyoruz.<br />

Daha farklı projelerde mevcut<br />

incelemek isteyen olursa www.<br />

samedagirbas.com/samed adresinden<br />

ulaşabilirler.<br />

İdris Cin: En son Dünya Girişimcilik<br />

Vakfı’nda Genel<br />

Sekreterlik yapmaya başladığını<br />

öğrendim. Bize Vakıf<br />

hakkında bilgi verip çalışmalarınızdan<br />

bahsedebilir<br />

misin?<br />

Samed Ağırbaş: Evet, öyle<br />

bir gelişme oldu. İngiltere’nin<br />

başkenti Londra’da bulunan<br />

genel merkezimiz haricinde<br />

dünyanın birçok yerinde temsilciliklerimiz<br />

var. Fazla aktif<br />

ve medyatik bir vakıf değiliz,<br />

yapımız itibari ile de olmamak<br />

durumundayız. Daha çok offline<br />

taraftayız. Ülke yapılanmalarında<br />

o ülkelerde faaliyet<br />

gösteren birçok iş adamı görev<br />

alıyor. Belli başlı politikalar<br />

ile ilgili çalışmalarımız oluyor.<br />

Önümüzdeki 5 yıllık planda<br />

100 ülkede temsilciliğe sahip<br />

olma hedefimiz var.<br />

İdris Cin: Global arenadaki<br />

girişimcilik kültürü ile ülkemizdeki<br />

girişimcilik kültürünü<br />

mukayese etsek, farklar<br />

neler, ne durumdayız?<br />

Samed Ağırbaş: Şuan ülke<br />

olarak iyi durumdayız. Genç<br />

bir nüfusa sahibiz. Ülke olarak<br />

güzel hedeflerimiz var ve bu<br />

hedeflere doğru emin adımlar<br />

ile ilerliyoruz. Bizde elimizden<br />

geldiğince 2023 hedeflerini<br />

yaratıcı projeler ile destekliyoruz.<br />

Bu hedefler hepimizi ilgilendiriyor<br />

aslında ve hepimize<br />

büyük görev düşüyor. Bunun<br />

yanında Sivil Toplum Kuruluş-<br />

larımızın da güzel çalışmaları<br />

var. Ama eksik olduğumuz<br />

noktalarda var tabi. Yaptığımız<br />

projeler bölgesel yahut ulusalda<br />

çapta kurgulanıyor ve tanıtımını<br />

yaptıktan sonra devamı<br />

gelmeyebiliyor. 2023 hedefleri<br />

büyük olduğu için bizim oyun<br />

alanımız da büyük olmak zorunda.<br />

Bu anlamda yaptığımız<br />

veya kurguladığımız her projede<br />

önümüzde dünya haritası<br />

olmalı. Girişimcilik Kulüpleri<br />

Projemiz için birçok ülke ile görüşüyoruz.<br />

Allah nasip ederse<br />

Azerbaycan ve Yeni Zelanda<br />

ve orta doğu ülkelerinde uygulayacağız.<br />

İdris Cin: Ülkemiz girişimcilik<br />

ekosisteminin geleceği<br />

hakkında neler düşünüyorsun?<br />

Genç girişimcilerle<br />

haşır neşir olmuş bir genç<br />

girişimci gözüyle baktığında;<br />

ekosistemde neler eksik<br />

durumda? Neler yapılması<br />

gerekiyor?<br />

Samed Ağırbaş: Türkiye’de<br />

girişimcilik yükselen bir değer<br />

buda çok güzel bir gelişme,<br />

herkes elinden geldiğince girişimcilik<br />

ile ilgili birşeyler yapmaya<br />

çalışıyor. Tabi bu da<br />

girişimci olmayıp ama girişimciliği<br />

anlataninsanların sayısını<br />

çoğaltıyor. Birde yapılan<br />

birçok projede, projeden ziyade<br />

reklama para harcanıyor;<br />

bunun sonucu olarak ta kalite<br />

düşüyor. Ama zamanla bunları<br />

aşıyor olacağız. Türkiye’de<br />

Başbakanımız girişimciliğe çok<br />

önem veriyor, bu da bizi mutlu<br />

ediyor. Başbakanımızın koyduğu<br />

hedefler doğrultusunda<br />

58 59<br />

bizde elimizden geldiğince katkıda<br />

bulunmaya çalışıyoruz.<br />

Birçok bakanlık girişimcilere<br />

ve girişimciliğe destek veriyor.<br />

TOBB un güzel çalışmaları var.<br />

Genç Girişimciler Kurulu güzel<br />

bir çalışma. TOBB Başkanımız<br />

Rifat Hisarcıklıoğlu girişimciler<br />

için var gücü ile çalışıyor. Kendileri<br />

Girişimcilik Kulüpleri projesini<br />

de epey önemsiyor.<br />

İdris Cin: Genç girişimcilerimize<br />

liseli girişimcilerimize<br />

neler söylemek, hangi tavsiyelerde<br />

bulunmak istersin?<br />

Samed Ağırbaş: İngilizce öğrensinler.<br />

Oyun alanlarının<br />

dünya olmalarını istiyor iseler<br />

İngilizce şart. Ve tabii ki üniversiteden<br />

mezun olsunlar. Bunun<br />

dışında sürekli yeni insanlar<br />

ile tanışıp sohbet etsinler. Girişimcilikteiletişim<br />

çok önemli.<br />

Kendilerini sürekli yenilemeleri<br />

ve geliştirmeleri gerekiyor. Sürekli<br />

kitap okusunlar…<br />

İdris Cin: Bu keyifli röportajın<br />

için teşekkür ediyorum<br />

Samed. Son olarak; yaşıtların<br />

olan liseli ve üniversiteli<br />

okurlarımıza nasıl bir çağrı<br />

yapmak istersin?<br />

Samed Ağırbaş: Ben teşekkür<br />

ederim. Yaşıtlarıma tavsiyem;<br />

inovaif projeler üretsinler ve<br />

inandıkları hayallerinin peşinden<br />

koşsunlar.<br />

Genç ve başarılı girişimci Samed<br />

Ağırbaş kardeşimize bundan<br />

sonraki çalışmalarında da<br />

başarılar diliyoruz. Çalışmalarını<br />

web sitesi www.samedagirbas.com<br />

üzerinden takip<br />

edebilirsiniz. Röportaj haberimizi,<br />

lise/üniversite öğrencileri<br />

okurlarımız ve genç girişimcilerimiz<br />

başta olmak üzere tüm<br />

okurlarımızın ilgi ve bilgisine<br />

sunuyoruz.<br />

İdris Cin<br />

girisimhaber.com


PaybyMe Kart<br />

oyuncular için<br />

hazırlandı !<br />

550 milyon TL’ye ulaşan<br />

Türk oyun endüstrisinin<br />

en büyük ortaklıklarından<br />

biri gerçekleşti ve sektörün<br />

inovasyonda öncü bankalarından<br />

Denizbank ve<br />

Türkiye’nin lider ödeme sistemleri<br />

firması PaybyMe’nin<br />

ortak projesi PaybyMe Kart,<br />

19 Şubat 2013 tarihinde düzenlenen<br />

bir basın toplantısıyla<br />

tanıtıldı.<br />

Yenilikçi ürün ve hizmetleriyle<br />

farklılaşan Denizbank,<br />

PaybyMe ile<br />

yaptığı işbirliğiyle, sosyal medya<br />

ve internette oyun oynayan<br />

müşterilerini güvence altına<br />

alıyor ve oyun keyfini katlıyor.<br />

PaybyMe, çevrimiçi oyuncuların<br />

oyun içi ihtiyaçlarının güvenli<br />

şekilde karşılanacağı ve<br />

oyuncuların daha fazla kazanç<br />

sağlayacağı yepyeni bir ödeme<br />

çözümünü, Denizbank güvencesiyle<br />

ceplere koyuyor. PaybyMe<br />

Kart, Türkiye’de bu alanda<br />

bir ilk olma özelliğini de taşıyor.<br />

Denizbank ve Türkiye’nin<br />

lider ödeme sistemleri firması<br />

PaybyMe’nin ortak projesi<br />

PaybyMe Kart, 19 Şubat 2013<br />

tarihinde İstanbul’da düzenlenen<br />

bir basın toplantısıyla tanıtıldı.<br />

Basın toplantısına DenizBank<br />

Perakende Bankacılık<br />

Grubu Genel Müdür Yardımcısı<br />

Gökhan Ertürk ve PaybyMe<br />

kurucu ortaklarından Emre<br />

Gürsoy, sektörün önde gelen<br />

oyun firmalarından Crytek adına<br />

Serhat Bekdemir ve Oyun<br />

Stüdyosu adına Tunga Sanalp<br />

katıldılar.<br />

“Oyun içi harcamalar daha güvenli<br />

ve rahat”<br />

DenizBank Perakende Bankacılık<br />

Grubu Genel Müdür Yardımcısı<br />

Gökhan Ertürk, basın<br />

toplantısında yaptığı konuşmada,<br />

“Bankacılık dünyası<br />

için yeni bir açılım olan oyun<br />

harcamaları, bizlere bambaşka<br />

bir pazarın kapılarını açıyor.<br />

PaybyMe Kart ile oyun<br />

harcamaları daha güvenli ve<br />

rahat bir biçimde yönetilecek”<br />

dedi. Çok yakında birçok oyun<br />

için, oyuna özel tasarlanmış<br />

PaybyMe Kart çıkarmayı planladıklarının<br />

da müjdesini veren<br />

Ertürk, “Böylece oyuncu, kartı<br />

ile, oynadığı oyunun kahramanlarını<br />

ve görsellerini her<br />

an yanında taşıyabilecek” diye<br />

konuştu.<br />

Toplantıda konuşma yapan<br />

PaybyMe kurucu ortaklarından<br />

Emre Gürsoy ise, “Bugün Türk<br />

oyun dünyası önemli bir virajı<br />

dönüyor. Oyuncular için özel<br />

olarak tasarlanan PaybyMe<br />

Kart, oyuncuların bugüne kadar<br />

yaşadıkları sıkıntılar göz<br />

önünde bulundurularak özel<br />

olarak hazırlandı. PaybyMe<br />

Kart, oyuncunun cebindeki pa-<br />

ranın değerini artıracak; daha<br />

önce harcamış oldukları tutarlarla<br />

%10-%50 arasında daha<br />

fazla oyun içi satın alım yapacaklar.<br />

PaybyMe Kartı kullanmak<br />

kolay, güvenli ve hızlı”<br />

dedi.<br />

Ön ödemeli kart özelliği<br />

Son yıllarda hızla büyüyen sanal<br />

oyun endüstrisinde oyuncuların<br />

oyun içi harcamalarını<br />

güvenli ve hızlı şekilde yapabilmeleri<br />

için geliştirilen PaybyMe<br />

Kart, ön ödemeli kart olma<br />

özelliği ile kullanıcılarına kontrollü<br />

harcama yapma olanağı<br />

sunuyor. PaybyMe kart, bir kre-<br />

60 61<br />

di kartı olmadığı için arka tarafta<br />

bir kredi ilişkisi kurulmuyor.<br />

Kart sahipleri PaybyMe Kart’a<br />

uygun gördükleri tutarları yüklüyor.<br />

Kart üzerine yüklenen<br />

tutar kadar harcama yapılması,<br />

kart sahiplerinin harcamalarını<br />

bütçeleri dâhilinde gerçekleştirmelerini<br />

sağlıyor ve ailelere<br />

de çocuklarının harcamalarını<br />

takip edebilme imkânı veriyor.<br />

Bu sayede aileler çocuklarının<br />

oyunlara ne kadar para harcadığını<br />

ve harçlıklarından geriye<br />

ne kadar kaldığını da takip<br />

edebiliyor.<br />

Sanal kartlar PaybyMe internet<br />

sitesi üzerinden kolaylıkla<br />

alınabilirken, fiziki kartlar ve<br />

10, 25, 50 TL’lik değerlerle birçok<br />

mağaza ve marketlerde<br />

müşterilere sunulacak. Kartlar,<br />

başka hiçbir işleme gerek<br />

kalmadan PaybyMe anlaşmalı<br />

bir sanal sitede ilk kez kullanıldıklarında<br />

aktif hale gelecek.<br />

Kartla satın alım yaparken ise<br />

sadece kartın üzerinde her<br />

karta özel PID numarasını girmek<br />

yeterli olacak. Karta bakiye<br />

yüklemek de ona ulaşmak<br />

ve onunla alışveriş yapmak<br />

kadar rahat ve hızlı. Kullanıcılar,<br />

tüm DenizBank ATM’leri<br />

ile PaybyMe logosu görülecek<br />

her yerden kartlarını doldurabilecekler.


62<br />

Kitap Günlüğü<br />

Merhaba canlaaaaar..Bu postumda sipariş verdiğim yeni bebeklerimden bahsedeceğim.<br />

Kitap okumayı seven ben, yine deli gibi kitap aldım. Bir sürü hem deeee :)<br />

Kitap okumayı çok seviyorum.<br />

Merak ediyorum alıyorum. Beğenmezsem<br />

ikinci ellerde takas<br />

yapıyorum böylelikle arşivim<br />

hep güncel kalıyor. Benim<br />

için her kitabım çok önemli.<br />

İkinci el aldıklarım daha bir<br />

güzel oluyor sanki. Hafif sararmış,<br />

eskimiş sayfaları ama<br />

hepsinden zengin, daha güzeller.<br />

Ahanda bu yanda görmüş olduğunuz<br />

kitabın ilkini okudum<br />

bir baktım ki ikincisi de çıkmış.<br />

Ben ilkini beğenmiştim yani her<br />

ne kadar onu uygulayamasam<br />

da anlatımı da işlediği konu da<br />

gayet güzeldi. Bakalım devamı<br />

nasıl? İlki kadar hoşuma gidecek<br />

mi? Belki bu defa hayatımda<br />

uygulayabilirim :) Hem<br />

de D&R’da indirimde şu anda.<br />

Eğer almak istersen S*ktir Et-<br />

Terapi<br />

Küçük Prens’te bir çocuğun<br />

gözünden büyüklerin dünyası<br />

anlatılır. Sahra Çölü’ne düşen<br />

pilotun Küçük Prens’le karşılaşması<br />

ile başlayan kitapta<br />

Küçük Prens’in ağzından Saint-Exupery,<br />

insanların hatalarını<br />

ve aptallıklarını, büyüdükleri<br />

zaman unuttukları basit<br />

çocuk bakışını vurgular. Kaç<br />

yaşında olursan ol bence bu<br />

kitap rafında olmalı. Belki ileride<br />

çocuğuna okursun? :) Bunu<br />

okumuştum hem de kaç defa.<br />

Ama kitabım kaybolduğu için<br />

tekrar sipariş vereyim dedim.<br />

Eğer sen de sipariş vermek<br />

istersen bak tık de buna aynı<br />

şekilde<br />

Küçük Prens<br />

63<br />

bloglifetr<br />

Bu kitabı tamamen arkadaşımın<br />

tavsiyesi üzerine aldım.<br />

İçeriğine öyle bir göz gezdirdim<br />

bir de yorumlara baktım..<br />

“Hayattaki en iyi arkadaşınız<br />

bir köpek, hayatınızın tek amacı<br />

her gün taksi kullanmak,<br />

hayatınızdaki en büyük zevk<br />

kart oynamak. Fakat yine de<br />

sıradan biri değilsiniz. Sıradan<br />

basit bir hayat yaşarken postasında<br />

bir iskambil kartı bulması<br />

ile hayatı bir anda değişen bir<br />

adamın hikayesi. Aslında ondan<br />

istenen tek şey belli bir zamanda<br />

belli bir yerde olması.<br />

Fakat bunu yaparken bir banka<br />

soygununa engel oluyor, bir<br />

kadını tecavüze uğramaktan<br />

kurtarıyor. Her zaman iyi olan<br />

şeylerde yok. Bazen kötü bazen<br />

iyi ama tek bildiği kartlar<br />

ile gelen mesajları yapmak.<br />

Peki, bu mesajları gönderen


loglifetr bloglifetr<br />

kim? Amacı ne? İşte orası bu<br />

gizemli hikayede gizli. Kitap,<br />

gizem ve macera romanlarını<br />

sevenler için birebir. “Sakin<br />

başlayıp zamanla elden bırakması<br />

güçleşen bir hal alıyor ve<br />

bu gizeme kendinizi iyice kaptırıyorsunuz.”<br />

diye yorumlar<br />

var fakat tabi sıkıcı olduğuna<br />

dair de yorumlar var. Bakalım<br />

nasıl bir kitapmış :) Eğer okumadıysanız<br />

ve almak isterseniz<br />

Hiç Kimse Sıradan Değildir<br />

tık tık! :)<br />

“ Kimi yaralar<br />

kapanır İzi<br />

kalır, kimi<br />

yaralar<br />

kapanır Sızı<br />

kalır. ”<br />

“Katiline âşık olduğu için kaybetmeye<br />

mahkûm olan insanların<br />

hüznüne, isyanına, içsel<br />

sorgularına, çelişkilerine ve<br />

nasıl tutunamadıklarına şahitlik<br />

edeceksiniz.” Bu söz kitabı<br />

bana aldırmaya yetti. Tamam<br />

bunu da arkadaşım tavsiye<br />

etti. Normalde bu tarz kitapları<br />

sevmem. Al oku pişman olmayacaksın<br />

dedi dedi ve sonunda<br />

aldırdı kitabı :) Sevecek miyim<br />

bilmiyorum? Ama yorumlar güzeldi.<br />

Ben sepetime attım canpareler.<br />

Belki siz de okumak<br />

isterseniz, Kıyısızlar tık tık :)<br />

Dilekler istenince gerçekleşen<br />

hayallerdir. Hayatınızda çok<br />

isteyip de gerçekleştiremediğiniz<br />

şeyler mi var? O halde<br />

Debbie’nin kitabındaki kahra-<br />

manlar gibi siz de alın elinize<br />

kağıt kalemi başlayın dileklerinizi<br />

yazmaya.. İlk kitabından<br />

itibaren severek okuduğum<br />

serinin şimdiki kitabı “Bir Dilek-<br />

le Başladı Her Şey” benim sepetimde<br />

yerini aldı. Gelmesini<br />

bekliyorum. Okudukça kendinize<br />

de bir yol çizeceğiniz bir<br />

kitap. Bence okumalısınız. Ha<br />

en baştan başlamak isterseniz<br />

Küçük Mucizeler Dükkanı’dan<br />

başlayabilirsiniz. Satın almak<br />

için yapmanız gerekeni biliyorsunuz<br />

isimlerin üzerine tık tık :)<br />

Ve son olarak aşırı merak ederek<br />

aldığım kitap... Bu kitabın<br />

içeriğini okuduğumda ben çok<br />

etkilendim. Hatta D&R’da şu<br />

şekilde bir anlatım yapılmış.<br />

Sanıyorum ki kitabın arka kapak<br />

yazısı..<br />

“Pek çok insan dünya hayatının<br />

geçici ışıltısına aldanıp istek<br />

ve arzularının peşinde yok<br />

yere tüketir ömrünü. Tıpkı bir<br />

yaprak misali savrulur durur<br />

yaşam içinde. Bir gün öleceği<br />

gerçeğini unutup ölüm sonrası<br />

için kayda değer bir hazırlık<br />

yapmadığı gibi değersiz ve anlamsız<br />

bir şekilde yaşar hayatını.<br />

Oysa ki ölüm, yaşamın ikiz<br />

kardeşidir. Yaşamla birlikte var<br />

edilmiştir. Alınan her bir nefesin<br />

yarısı yaşam, yarısı ölüm<br />

için alınır. Ölüm bize bu kadar<br />

yakındır. Ömür, anne karnı<br />

ile toprak altındaki iki karanlık<br />

arasında yakılan bir kibrit alevi<br />

gibidir. Alev almasıyla sönmesi<br />

an meselesidir. Göz açıp kapar<br />

gibi geçecek ve bir gün son bulacaktır.<br />

Uyanmak için uyumak<br />

gerekiyordu önce. Ölmek için<br />

yaşamak. Ve biz yaşıyorduk.<br />

Yaşıyorken de uyuyorduk. De-<br />

64 65<br />

rin bir uyku içindeyken kendimizi,<br />

yaşıyor sanıyorduk. Bu<br />

gerçek ile yüzleşmeye, dünya<br />

uykunuzdan uyanmaya ve<br />

yaşamınızı sorgulamaya cesaretiniz<br />

var mı? Eğer yok ise<br />

bu kitabı elinizden bırakabilir,<br />

yaşantınıza kaldığınız yerden<br />

devam ederek sizin için ayrılan<br />

sürenin sonuna gelebilir ve hiç<br />

ölmeyecekmiş gibi yaşayıp,<br />

hiç yaşamamış gibi ölebilirsiniz.<br />

Kaçınılmaz olan ölüm ile<br />

yüzleşmeden önce, yüzleşin<br />

kendinizle.”<br />

Kitabın bir kısmını da okuyabilirsiniz<br />

sadece çok çok az<br />

bir kısmını.. Eğer kitaplığımda<br />

böyle bir kitap bulunmalı, okumalıyım<br />

diyorsanız “İnsanlar<br />

Uyurlar Ölünce Uyanırlar” tık<br />

tık bebeğim :)<br />

Şimdilik bu kadar.Umarım beğenirsiniz..<br />

Sevgiyle kalın..<br />

SELİNSEL<br />

selinselle.blogspot.com


loglifetr<br />

Aşık Oldum<br />

Ben çok aşık oldum.<br />

bazen sesine, bazen kokuna, bazen<br />

bakışlarına...<br />

Ama her gün tekrar tekrar bıkmadan<br />

usanmadan aşık oldum...<br />

Sen yanıma oturup bir sigara yakardın ve<br />

gözlerimin içine bakardın.<br />

Ben ise sana aşık olurdum.<br />

Sen ellerini uzatıp, yüzümü avuçlarının<br />

arasına alırdın.<br />

Ben ise sana aşık olurdum.<br />

Sen kafan yanımdaki yastıkta, elim avucunda<br />

uyurdun.<br />

Ben ise sana aşık olurdum.<br />

Sonu yoktu biliyordum. Sonu olmayacaktı.<br />

Daha ilk günden hissettiklerim beni hiçbir<br />

zaman yalnız bırakmayacaktı.<br />

Üzüntüden tırnaklarımı avuç içlerime batırdığım<br />

her gece ben sana tekrar aşık oldum.<br />

Uyurken nasıl da masum göründüğünü biliyor<br />

musun?<br />

Hayır bilmiyorsun.<br />

Ben senin bana yaşattığın acılara bile aşık<br />

oldum.<br />

Normalde bıkkın görünen gözlerinin bana<br />

bakarken nasıl da ışıl ışıl olduğunu biliyor<br />

musun?<br />

Hayır bilmiyorsun.<br />

Ben senin sinirlendiğinde küfretmene bile<br />

aşık oldum.<br />

Ben kendimi sevdim, ben seni sevdim, ben<br />

seni çok sevdim.<br />

66<br />

Özge Kopuz<br />

ozgelikli.blogspot.com<br />

67


Uzak Mesafe İlişkileri<br />

Long distance relationship,<br />

yani uzak mesafe ilişkisi.<br />

Çoğu insan bu olguya umutsuz<br />

vaka gözüyle bakıyor. Çünkü<br />

“sürekli dip dibe olan insanların<br />

bile yürütemediği ilişki o<br />

kadar mesafeden nasıl yürüsün?”<br />

mantığına sahipler.<br />

Tamamen haksızlar diyemeyeceğim<br />

lakin haklı da değiller.<br />

Şuan tam da böyle bir ilişkinin<br />

içerisinde olduğum için çok<br />

daha iyi anlatabileceğim sanırım.<br />

Bi kere zor, çok zor, ölümcül<br />

zor.<br />

Bazen diyorsunuz ki ‘ulan yeter<br />

be, kafamı keseyim de kurtulayım,<br />

dayanılmaz buna’ çünkü<br />

görmek, dokunmak, hissetmek<br />

istediğiniz zaman maalesef ki<br />

elinizde avucunuzda olan sadece<br />

koca bir hiç.<br />

Dışarı çıktığınız zaman etrafınızdaki<br />

çiftlere bakıp her birine<br />

içinizden lanetler gönderiyorsunuz:<br />

‘elleriniz kopsun da<br />

bidaha elele gezemeyin, dudaklarınız<br />

yansın da birbirinizi<br />

öpemeyin, kafanıza yıldırım<br />

düşsün de böyle kahkaha ata<br />

ata gezemeyin!!’ çünkü sizin<br />

sevdiğiniz insan yanınızda değil,<br />

hatta çok uzağınızda. Bir<br />

insanla mı yoksa telefonla ve<br />

bilgisayarla mı ilişkiniz var ayırt<br />

edemiyorsunuz. Özellikle telefonun<br />

yeri bambaşka. Sürekli<br />

yapışık olarak geziyorsunuz,<br />

elinizden düşürmüyorsunuz.<br />

Her fırsatta arayıp sesini duymak<br />

istiyorsunuz. Hatta telefon<br />

açıkken uyukluyorsunuz. Bilgisayar<br />

başında kamerayı açıp<br />

saatlerce vakit geçiriyorsunuz.<br />

Her yere fotoğraflarınızı<br />

döşüyorsunuz ki sevdiğinizin<br />

eksikliği farkedilmesin, sık sık<br />

mutluluğunuzun kanıtlarını görebilesiniz.<br />

Cesaretli olup karşınızdaki insana<br />

güvenmeniz ve olaylara<br />

iyimser yaklaşmanız gerekiyor<br />

eğer böyle bir ilişkiniz varsa.<br />

Yoksa zaten uzun ömürlü olmuyor-olamıyor<br />

maalesef...<br />

Buna alışmak gerçekten çok<br />

zor. Belki de imkansız. Bir seneyi<br />

devirmemize rağmen ben<br />

halen alışamadım mesela!<br />

Bu durumu evrelere ayırırsak<br />

eğer;<br />

1.EVRE:<br />

‘Aman ne olacak ki?’ evresi de<br />

diyebiliriz. İki taraf da aradaki<br />

mesafeyi çok ciddiye almaz.<br />

Çünkü yeni aşık olmuşlardır<br />

ve mutluluğun irvanasında fink<br />

atma hallerindelerdir. ‘Olalala<br />

benim sevgilim var’ modunda<br />

gezildiği için uzaklıktan çok<br />

da rahatsızlık duyulmaz. Hatta<br />

uzak olmak heyecanlı ve değişik<br />

bir his gibi gelir, bu durumdan<br />

memnun bile olunabilir.<br />

2.EVRE:<br />

İki taraf da bu uzaklıktan yavaş<br />

yavaş rahatsız olmaya başlar.<br />

Çünkü hesaba katmadıkları<br />

bir şey vardır: Özlemek! Çiftimiz<br />

birbirini özlemeye başlar,<br />

yanında olsun ister ama bir<br />

yandan da ‘aman sürekli gözümün<br />

önünde olsaydı sıkılırdım<br />

böyle daha iyi’ diye olaya iyi<br />

yönünden bakmaya çalışırlar.<br />

Yani yine de mutlu olunabilen<br />

bir evredir.<br />

3.EVRE:<br />

Artık çiftimiz bu durumdan hiç<br />

hoşnut değildir. Etraflarında<br />

gördükleri sevgililere imrenmeye<br />

başlarlar: ‘herkes sevgilisiyle<br />

istediği zaman görüşebiliyor,<br />

benim kaderim mi bu?’<br />

tarzı yakınmalara başvurulur.<br />

Eski mutluluk yerini ufaktan<br />

sızlayan bir hüzne bırakır.<br />

4.EVRE:<br />

Bu isyan evresidir. ‘Yeter lan<br />

artık, özlüyorum ben çok!’<br />

tarzında çıkışlar gündeme<br />

getirilir. Kafalardan çılgınca<br />

düşünceler geçer, etraflarında<br />

gördükleri çiftlerden nefret<br />

ederler çünkü onlar birbirlerine<br />

uzaktır. Durumlara ve imkanlara<br />

sövülür, tak ettiği zaman<br />

oturup ağlanır. Kavuşulacak<br />

gün sabırsızlıkla beklenir.<br />

Ben şu an 4. evrede bulunuyorum.<br />

Psycho mode: on şeklinde<br />

geziyorum etrafta.<br />

Evet çok zor oluyor!<br />

Evet bazen ölüyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz!<br />

Evet fazla dozda özlemden çıldırıyorsunuz!<br />

Evet hunharca ağlayıp, üzülüyorsunuz!<br />

Evet aranızdaki mesafenin her metresine<br />

ağız dolusu küfürler savuruyorsunuz!<br />

Evet ayda bir ya da iki kere ancak görüp,<br />

sarılıp öpebiliyorsunuz!<br />

Evet gereksiz bir sürü insan onun yanındayken<br />

siz olamıyorsunuz!<br />

Evet bazen kavuşacağınız gün size asırlar<br />

kadar uzakmış gibi geliyor!<br />

Ama hiç bir zaman iyimserliği elden bırakmamak<br />

gerekiyor... Çünkü gerçek sevgi<br />

kolay kolay ele geçmiyor, ona sahip çıkın.<br />

Özge Kopuz<br />

ozgelikli.blogspot.com<br />

68 69


loglifetr<br />

Acıyla açtığı gözü,<br />

küçücük bir aralıktan<br />

sızan ışığa<br />

kilitlendi.. Duyduğu<br />

acının sebebini<br />

anlayamasa da bir şeylerin<br />

yolunda gitmediğinin farkındaydı..<br />

‘Neredeydi?’ .. Hiçbir<br />

şeyi hatırlayamıyor olması, tedirginliğini<br />

arttırdığından, buna<br />

bir son vermek adına hareket<br />

etmeye çalıştı.. Bacaklarının<br />

üzerinde ne olduğunu anlayamadığı<br />

yüklerden ötürü kıpırdayamadı.<br />

Sinirinden kolunu<br />

çekiştirince, bir kaç taşı yerinden<br />

oynattığını farketmesiyle,<br />

tedirginliğinin artması aynı ana<br />

denk geldi..<br />

Küçücük aralıktan sızan ışığın<br />

ara sıra kayboluşu, yakında bir<br />

yerlerde hareket eden insanlar<br />

olduğu hissine kapılmasına<br />

sebep oldu. Çığlık atacak oldu.<br />

Yuttuğu tozlardan olsa gerek<br />

kendine bile duyuramadığı bir<br />

çığlığı boşa sallayıverdi.. İşte<br />

tam o sırada, sanki havada<br />

asılı kalan çığlık yerine ulaşmışcasına,<br />

kendisine yaklaşan<br />

ayak sesleri yankılanmaya<br />

başladı boşlukta. Ne topuklu<br />

bir ayakkabı zerafeti, ne de<br />

terlik hafifliği.. Hayal dünyasını<br />

canlandıran, kaba saba bir<br />

bot sahibi olmalıydı. Adımlar<br />

yaklaştı, yaklaştı ve çok yakınlarda<br />

bir yerde yine aynı sessizliğe<br />

dönüştü. Kötü bir şeyler<br />

olacağından emindi.. Bu<br />

koşullar altında iyi bir gelişme<br />

mucize olurdu, hiç olmamıştı..<br />

Nefes alabilmek adına yutkun-<br />

Paranoya<br />

duğunda, tozların tadını bir kez<br />

daha özümsemiş olmasının en<br />

lezzetli deneyimi olmadığını<br />

anımsadı. Sağ bacağına, birden<br />

nereden geldiğini anlaması<br />

mümkün olmayan bir ağırlık<br />

düştü. Canı öylesine yandı ki<br />

kıpırdayamadı bile, ısırdığı dudağından<br />

gelen kanı emerken,<br />

kurumuş ağzındaki toz tadından<br />

kurtulabilmeyi umdu..<br />

Bir işkencenin ortasında, buna<br />

sebep olacak ne yaptığını dü-<br />

şünmeye başladı, kapanan<br />

gözlerine inat, uyanık kalmaya<br />

çalışarak.. İzlediği filmin etkisinde,<br />

bir yerleri açık kalarak<br />

daldığı uykusunda olduğuna<br />

inandırmaya çalışırken kendini,<br />

hissettiği acının gerçekliğini<br />

fark etti..<br />

Dışarıda onu bekleyen işken-<br />

70<br />

cecilerini tahmin etmeye koyuldu.<br />

Uzun bir liste yapacağını<br />

düşünürken, ölüm iyiliğinden<br />

olsa gerek zar zor bir kaç isim<br />

sıralayabildi. Dışarıdaki uğultudan,<br />

başına nasıl bir işkence<br />

geleceğini kestiremedi, düşünse<br />

de nasıl bir işkenceden<br />

geçtiğini hatırlayamayışı gibi..<br />

Tam ışığın sızdığı yerde, bir<br />

şeylerin eşelendiğini fark etti,<br />

sonunun geldiğini düşünerek..<br />

‘kötü bir şey yapmış olmalıyım<br />

bunu hak edecek’ diye düşünürken,<br />

son kez okkalı bir<br />

nefes çekmek istedi, beceremedi..<br />

Becerebilseydi, güzel<br />

anıları düşünerek sonlandıracaktı<br />

bu anı.. Tam o an bir<br />

el belirdi. Gözlerini kapayıp<br />

teslim etti kendisini.. ‘buraya<br />

kadarmış her şey’ derken, o<br />

el kavrayıp çekmeye başladı<br />

aydınlığa..<br />

‘Tüm hazırlıklar boşa mıydı?’<br />

diye düşündü, ‘Ölmüyor muyuz<br />

yani şimdi?’..<br />

Takip edemediği bir hızda gelişti<br />

her şey. Yıkık bir alanda,<br />

cehennem kalabalığının ortasında,<br />

ona dikilmiş umut dolu<br />

gözlerle karşılaşınca, düşündüğü<br />

her şeyin içi boşaldı. Nefes<br />

almayı tekrar denedi ama<br />

dolmuş ciğerleri bir kez daha<br />

reddetti bu isteği..<br />

Her şeyi geri sarmalıydı.. Küçücük<br />

bir ışıktan uzanan eli işkencecisi<br />

yapan algısıyla oturup<br />

hesaplaşma vakti gelmişti..<br />

Zeynep Geçgin<br />

kayipruh.com<br />

8 MART / DÜNYA KADINLAR GÜNÜ<br />

Takvimlerimize baktığımızda<br />

hemen hemen<br />

her bir takvim<br />

günü için ayrılmış,<br />

zamanla özelleştirdiğimiz<br />

günler olduğunu görürüz.<br />

Kişisel doğum günleri,<br />

bayramlar, resmi tarihler ve<br />

sosyal anlamda değerlendirilen<br />

günler gibi…<br />

İşte içinde bulunduğumuz bu<br />

ay yani Mart ayında da biz kadınlar<br />

için oluşturulmuş özel<br />

bir günümüz var. 8 Mart Dünya<br />

Kadınlar Günü ya da Dünya<br />

Emekçi Kadınlar Günü. Bu<br />

önemli günün kısaca tarihçesi<br />

şöyle:<br />

“8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin<br />

New York kentinde 40.000 dokuma<br />

işçisi daha iyi çalışma<br />

koşulları istemiyle bir tekstil<br />

fabrikasında greve başladı.<br />

Ancak polisin işçilere saldırması<br />

ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi,<br />

arkasından da çı-<br />

kan yangında işçilerin fabrika<br />

önünde kurulan barikatlardan<br />

kaçamaması sonucunda, çoğu<br />

kadın, 129 işçi can verdi. İşçilerin<br />

cenaze törenine 10.000’i<br />

aşkın kişi katıldı.<br />

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde<br />

Danimarka’nın Kopenhag kentinde<br />

2. Enternasyonale bağlı<br />

kadınlar toplantısında (Uluslararası<br />

Sosyalist Kadınlar Konferansı)<br />

Almanya Sosyal Demokrat<br />

Partisi önderlerinden<br />

Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki<br />

tekstil fabrikası yangınında<br />

ölen kadın işçiler anısına<br />

8 Mart’ın “Internationaler Frauentag”<br />

(International Women’s<br />

Day - Dünya Kadınlar Günü)<br />

olarak anılması önerisini getirdi<br />

ve öneri oybirliğiyle kabul<br />

edildi.<br />

[...] Ülkemizde ise ilk kez<br />

1921 yılında “Emekçi Kadınlar<br />

Günü” olarak kutlanmaya başlandı.<br />

[...] 1984’ten itibaren her<br />

71<br />

yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından<br />

“Dünya Kadınlar Günü”<br />

kutlanmaya devam ediliyor.”*<br />

Kadınlarımızın sadece bu tarihte<br />

böylesine hatırlanması<br />

hoşa gidecek bir durum değil<br />

detaylara baktığımızda. Çoğu<br />

kadın için bu özel tarih bile<br />

aslında hayatını bir günlük de<br />

olsa değiştiremiyor bildiğimiz<br />

gibi. Kadınlarımız yine şiddet<br />

görmeye devam ediyor, yine<br />

tüm özgürlüklerinden mahrum<br />

bırakılıyor ve yine bazı erkekler<br />

tarafından ikinci plana atılıyor.<br />

İstiyoruz ki bu tip eşitsizlikler<br />

artık son bulma yoluna<br />

doğru ilerlesin. Kadınlarımız<br />

bilinçli bir hale geldikçe daha<br />

yüksek konumlarda da erkeklerin<br />

yanında yer alsın, yer almaya<br />

devam etsin.<br />

Şimdiden tüm kadınlarımızın<br />

Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.<br />

Aslı Çotala


72 73


loglifetr<br />

Her zaman ki gibi<br />

bir gündü aslında<br />

bugün de. Yine de<br />

bana “Ne kadar az<br />

insan var la bugün<br />

okulda?” dedirtti ki benim jeton<br />

o anda düştü. “Vay anasını<br />

ben 2 saat erken gelmişim lan<br />

ya” dedim. Sonra acıdım kendime<br />

tabii. Sabahleyin erkenden<br />

kalk sonra o sabah aptallığıyla<br />

atla ilk otobüse gel. Bir<br />

de “Ben böyle işin var ya” diye<br />

kızdım kendime biraz. O değil<br />

yanarım yanarım da adam<br />

akıllı kahvaltı bile yapamadım<br />

ona yanarım.<br />

Tabi durum böyle olunca “Gideyim<br />

bir şeyler alayım kendime”<br />

dedim. Aldım, yedim, içtim<br />

hemen. Benim mesane boş<br />

durur mu? İki kelam bir şey yudumlamamı<br />

beklemiş olacak ki<br />

hemen sıkıntı çıkardı. Bende<br />

durmadım tabi gittim tuvalete.<br />

İşte her şey buraya kadar benim<br />

için bile çok normaldi ki,<br />

o an bir şey gördüm. Üç tane<br />

serseri adam, engelli asansörünü<br />

meşgul ediyorlardı!<br />

Ben de komedyen olabilirim<br />

Böyle bir şey olamazdı ya, olmamalıydı.<br />

Bir baktım birisi<br />

birinci kata, diğer ikisi de ikinci<br />

kata çıkmak için kullanıyor<br />

asansörü. Hemen “Lanet olsun”<br />

dedim; çünkü lanet olsunu<br />

bir yerde kullanabileceksen<br />

ve kullanmazsan, Amerikan<br />

filmlerine çok büyük hakaret<br />

olur bu. Her şey bir yana doğru<br />

olamazdı. Koştum merdivenlerden<br />

sırf kontrol etmek için.<br />

Cidden de doğruydu. Bir şeyler<br />

yapmalıydım artık dayanamıyordum.<br />

Çok kalabalıklardı<br />

ama ne yapabilirdim ki? Bire<br />

karşı üçtü durum. Olsun dedim<br />

böyle olabilir ama benim de taa<br />

ne zamandan kalma G.I. JOE<br />

Son Android kıyafetlerim vardı<br />

ama evdeydiler işte bu kıyafetler.<br />

Çok hızlı olmalıydım. O<br />

kıyafetleri giyersem beni kimse<br />

tutamazdı ve o adamlara<br />

gününü gösterecektim bu sayede.<br />

“Onlar kim oluyordu da<br />

engelli asansörüne hiçbir en-<br />

74<br />

geli olmadan biniyorlardı lan”.<br />

Son kurduğum cümlenin sonundaki<br />

lan’dan aldığım gazla<br />

koşmaya başladım. Bir an<br />

önce G.I. JOE Son Android kıyafetime<br />

ulaşıp giymeli ve onlara<br />

yaptıklarının cezasını vermeliydim.<br />

Bölüm binasından<br />

koşarak çıktım. Durağa doğru<br />

koşuyordum ki bir de ne göreyim?<br />

154 Orada bekliyordu ve<br />

boştu. “Olamaz” dedim kendi<br />

kendime. Allah bile benden<br />

yanaydı. Koşuşumu hızlandırdım<br />

ve arka kapı tam kapanırken<br />

otobüse attım kendimi.<br />

Kendimi attım ancak çantamı<br />

atamadım. Çantam ve ben bir<br />

bütün gibi birbirimize bağlı kaldığımız<br />

için o kapıda sıkışınca<br />

tabi bende sıkıştım. Bir de<br />

o refleksle “ARKA KAPIIAA!”<br />

diye bağırdım ki şoför bir an<br />

kendine gelemeyip önce frene<br />

bastı ve sonra sadece arka kapıyı<br />

değil 3 kapıyı birden açtı.<br />

Bir oh çektim kurtulur kurtulmaz.<br />

Adam bana dikiz aynasından<br />

bir baktı tabii. Eminim o<br />

an benim bir manyak olduğumu<br />

düşündü. Hiç sesimi çıkarmadım.<br />

G.I. JOE Son Android<br />

kıyafetine odaklanmıştım. Birileri<br />

bunu öğrenirse bana engel<br />

olabilirlerdi.<br />

Otobüs gayet orta hızla ilerliyordu.<br />

Sabah saatleri olduğu<br />

için çok binip inen olmuyordu<br />

tabii. Yine de bir teyze bindi<br />

ki arabaya vay teyzem dedim<br />

sen ne yaptın ya! Teyze pazara<br />

gitmişti. Hem Perşembe<br />

günü gitmişti, hem sabahın<br />

köründe gitmişti, hem de sağ<br />

olsun pazarda diğer insanlara<br />

hiçbir şey bırakmamıştı. O<br />

değil pazar arabasını arabaya<br />

bindirirken ben de yardımcı oldum<br />

ona. Bir oh çekti teyze ve<br />

teşekkür etti bana. Tabii iyice<br />

gaza geldim. Konudan uzaklaştığımı<br />

hissettim bir an ve<br />

hemen ilk bulduğum boş koltuğa<br />

tekrar oturup o adamlara<br />

neler yapacağımı düşündüm.<br />

Sonra bizim bölüm başkanı<br />

Doğan Dönmez’in beni nasıl<br />

tebrik edeceğini düşündüm.<br />

Tabi gururlandım hemen, daha<br />

hayal bile olsa. Ben bunları düşünürken<br />

bizim teyze inmek istedi.<br />

Bana baktı. Tabii alışmıştı<br />

bana, bensiz yapamıyordu artık.<br />

Daha kıyafetimi giymeden<br />

bu kadar iş başarmam benim<br />

bile hoşuma gitmişti. Kalktım<br />

hemen onu otobüsten indirdim.<br />

Teyze çok tatlı bir teyze<br />

çıktı ve bana bir sürü teşekkür<br />

etti ve yanaklarımı mıncır<br />

mıncır etti. Derken bizim şoför<br />

otobüse binerken ki tepkimden<br />

olacak herhalde beni daha faz-<br />

la beklemeden bastı gitti. Teyze<br />

“Yavrum benim ya benim<br />

yüzümden kaçırdın otobüsü”<br />

dedi. “Senin canın sağ olsun<br />

teyze” dedim “İki mıncır daha<br />

yap bakayım sağ yanağıma,<br />

ödeşelim” dedim. “Oy kurban<br />

olurum sana dedi ve mıncırladı<br />

tabii”. Sonra o uzaklaşırken bir<br />

çare bulmalıydım. Koşmaya<br />

karar verdim. Daha fazla bu işi<br />

uzatamazdım. Beni bekliyordu<br />

dünya. Koşmaya başladım. İki<br />

durak sonra nefes kanallarımın<br />

yetmediğini ve fazladan<br />

bir iki taneye daha ihtiyacım olduğunu<br />

anlayınca durakladım.<br />

Dedim en iyisi otobüs bekleyim<br />

ben yine. Aha da bu gelen<br />

142’ydi. Allah gerçekten benden<br />

yanaydı. Bu sayede aktarma<br />

yapmış olacak ve para<br />

vermemiş olacaktım. Tamam<br />

G.I JOE Son Android kıyafetim<br />

olabilir ama sonuçta ben<br />

bir öğrenciyim yani. Aç kalmak<br />

istemem.<br />

142, az önceki 154’ten hızlı gidiyordu.<br />

“Allah’ım bu kadar mı<br />

yolunda olur?” dedim bir an.<br />

İyice işime odaklanmıştım ki<br />

yanımdaki adam kalktı ve yanıma<br />

bir kız oturdu. İki durak<br />

sonra inmek için kalktığında<br />

gözüme ayakkabıları ilişti. “La<br />

dedim bu ney la? Sen bu kıza<br />

akıl fikir ver Ya Rabbim ya bu<br />

ney ya?” dedim. Kızın kıyafe-<br />

75<br />

tiyle tam uyumsuz bir ayakkabısı<br />

vardı. Ben buna çok önem<br />

veririm. Bir kızın kıyafetiyle<br />

ayakkabısı uyumlu olmalıydı<br />

arkadaş. İşte o kadar. Çünkü<br />

ayakkabı ne kadar özenle seçiliyorsa<br />

o kadar dikkatli olur<br />

kız dediğin hacı. Hay demez<br />

olaydım. Dilim kopaydı, beynim<br />

çürüseydi de diyemeseydim.<br />

Bu düşüncelere daldığım<br />

için ineceğim duraktan iki durak<br />

sonra indim. Ve bu sefer<br />

Allahtan akıl fikiri kendime istedim.<br />

Verdi mi vermedi mi onu<br />

bilemem tabii.<br />

Koşmaya başladım yeniden.<br />

Eve kadar koştum bu sefer.<br />

İlk sefer ki koşu beni iyice açmış<br />

olmalıydı. Çok az kalmıştı<br />

G.I.JOE Son Android kıyafetime<br />

ulaşmaya. Beni bekleyin<br />

artık. Geliyorum sizi kurtarmaya!<br />

Sonra koşar adım apartmana<br />

girdim. Asansörü bekledim.<br />

Biraz asansörde soluklandım.<br />

Kahramanlarında dinlenmeye<br />

ihtiyaçları vardı ne de olsa.<br />

Asansörden iner inmez bizim<br />

evin ziline asıldım. Annem kapıyı<br />

açtı ve ne oluyor tavrıyla<br />

suratıma baktı. “Bakma öyle<br />

anne, insanların bana ihtiyacı<br />

var” dedim ve odama koştum.<br />

Her yeri didik didik aradım, bulamıyordum<br />

G.I.JOE Son Android<br />

kıyafetimi. Hemen mutağa


loglifetr<br />

koştum ve anneme sordum.<br />

Annem de “O ne be öyle” dedi.<br />

“Hani anne dedim 6 yaşındayken<br />

almıştınız ya” dedim. “O<br />

nerden çıktı” dedi. “Ya nerede<br />

hadi çabuk söyle” dedim. “Hani<br />

şu önünde yıldızlı falan gico<br />

yazan şey mi?” dedi. “Heh evet<br />

o” dedim ayrıca “o G.I JOE<br />

anne gico değil!” dedim. “Çok<br />

biliyorsan sen bul” dedi kıyafeti.<br />

Sonra “Yok annecim hadi<br />

nerede söyler misin lütfen” dedim.<br />

Çok acil aradığın bir şey<br />

olursa bulamaz ve annene sorarsan<br />

onu, işte o sırada anneyi<br />

kızdırmamak lazım. Yoksa<br />

bir daha asla bulamazsın o<br />

eşyayı. “Geçenlerde evde bez<br />

yoktu ben onu cam silme bezi<br />

yaptım” dedi. “Ney!” dedim bir<br />

daha “Ney ney ney!” dedim.<br />

“Anne bunu nasıl yaparsın ya!<br />

O bana lazımdı ya!” dedim ve<br />

hafiften bağırdım. “Anneye bağırılmaz”<br />

dedi o da bana bağırdı.<br />

“Ya giyecektim ben onu”<br />

dedim. “Lan manyak 6 yaşında<br />

aldığın şey sana nasıl olsun”<br />

dedi. “Ya onun her yaşa uygun<br />

büyüme formu vardı. G.I.Joe<br />

Son Android kıyafetimdi o benim<br />

ya” dedim. Hastaymışım<br />

gibi suratıma baktı. “Gel bir<br />

çay iç saçma sapan konuşma”<br />

dedi. “Nerede hani bakmam<br />

lazım” dedim. “Banyonun orada<br />

küvete astım” dedi. O an<br />

içim iyice bir burkuldu. İyice<br />

bir hüzünlendim. Koştum he-<br />

men banyoya. Baktım ki cidden<br />

öyle. Kol kısmı kesilmiş ve<br />

ikiye bölünmüş gövde kısmı iki<br />

parça yapılmış kıyafetim. Biriyle<br />

ıslak diğeriyle kuru silmek<br />

için.<br />

Banyoya bir kenara pındım tüm<br />

bunları görünce. Sonra annem<br />

geldi. “Nerden çıktı şimdi bu<br />

birden” dedi. “Öyle çıktı işte”<br />

dedim sitemli bir şekilde. “Gel<br />

hadi çay koydum içelim beraber.<br />

Bak yanında da irmik helvası<br />

getirmiş komşu onu yeriz”<br />

dedi. “Vallaha mı? dedim kalktım<br />

hemen. Gittim mutfağa ki<br />

cidden de öyle. Sonra Çay<br />

76<br />

ve irmik helvası keyfi yaparken<br />

okulda ki olayı anlattım anneme.<br />

“Tüü Allah onların cezasını<br />

versin” dedi. İçim rahatladı.<br />

Anneler bela okudu mu tutar<br />

ne de olsa. G.I. JOE kıyafetine<br />

ve okula tekrar gitmeme de<br />

gerek kalmadı. “Anne” dedim<br />

“Beni seni çook seviyorum”<br />

dedim. “Bir tabak daha irmik<br />

helvası ister misin?” dedi. İnanın<br />

bende seni çok seviyorum<br />

deseydi beni bu kadar sevdiğini<br />

anlamazdım.<br />

Not: O değil de bugün gerçekten<br />

okula çok erken gittim ve<br />

Ayşegül’üm ile kahvaltı keyfini<br />

kaçırdım. En fenası da o zaten.<br />

Tüm bu yazı böyle böyle<br />

çıktı o da bir başka tabii.<br />

Ümit Kete<br />

umitkete.blogspot.com<br />

Sürekli yetişmeye çalışıyoruz. Yetişmeye<br />

çalıştığımız yerlerde genellikle uzun<br />

zamanlar oturmak zorunda kalıyoruz,<br />

sabit.<br />

İşe yetiş pc başına otur.<br />

Otobüse yetiş otur. (%2)<br />

Sinemaya yetiş otur.<br />

Tiyatroya yetiş otur.<br />

Vapura yetiş,<br />

Trene yetiş,<br />

Metroya,<br />

Buluşmalara,<br />

Oturmaya mı geldik? Lilililililiililii...<br />

Eğer dünyanın bir yerinde eline gitarını almış<br />

benimle eş zamanlı siyedili basan biri varsa,<br />

selam olsun. Birbirimizden asla haberimiz<br />

olmayacak. Olmasın... Akortlar tutmaz falan sorun<br />

yaşamayalım. Soğuk bir kuzeyli olabilirsin.<br />

Selamlar tatlım.<br />

Hava gri olduğu sürece kırmızı içtiğim şeylerden<br />

enerji yükleyebiliyorum çoğu zaman.<br />

Tavşankanı çay,<br />

Nar suyu,<br />

Vişne suyu,<br />

Şarap,<br />

Kuşburnu...<br />

Tavşankanı muhabbeti çok garip. “Ohh...<br />

miss... tavşankanı çay” diyoruz. Sanki şehrimizde<br />

tavşan avlamak çok zor, ayda yılda bir<br />

avlıyoruz.. Onun da çıkan kanını bir karafta<br />

62. Çay<br />

77<br />

biriktirip aile bireyleri aramızda kırışıyormuşuz<br />

gibi. Rengi desen olmaz, tutar milleti... Ayrıca<br />

ben -ve büyük bir çoğunluk olduğunu düşünüyorum,<br />

daha sık niyet çeken tavşan ve playboy<br />

tavşanı görmüşüzdür. Bir de Bugs Bunny falan<br />

işte.. Yani öyle avlanılacakmış, eti yenecekmiş<br />

zor. O amcalar niyeti çektirmek için sevimli tavşanı<br />

kullanarak bizi avlayacak olay bu. Ya da<br />

playboy tavşanı erkeklerin beynini avlayacak.<br />

İşte akla ilk gelenler bunlar bilmeyenler<br />

için. Ama ben durmadım araştırdım.<br />

Tavşankanı da durmazmış, çok bereketliymiş.<br />

Akar akarmış. Tavşankanı çay da bereketli çay<br />

anlamındaymış. Siz hiç sallama tavşankanı çay<br />

duydunuz mu? Duyamazsınız; çünkü bir kez<br />

sallarsın, ikinciye tutmaz.<br />

Sonuçta günler çok sıkıcı. Soğuk, ıslak falan.<br />

Kar bünyem için gereksiz. Soğuk ve acı yemek<br />

aynı şeyler benim için. Mazoşistlik. Güneşi hissetmem<br />

lazım. Rüzgar yalamasın benim yüzümü,<br />

güneş ışınları kavursun, kırışabilirim sorun<br />

yok. Sallananın bereketi olmaz. Neymiş? Erken<br />

kalkan yol alır.<br />

Zeynep Erdim<br />

zeyneptunjupiterdim.blogspot.com


78<br />

DÜNYALAR SANAT EVİ<br />

Sanatın ruha nasıl iyi<br />

geldiğinden, kişiye<br />

neler kattığından her<br />

zaman bahsetmişimdir.<br />

Eğer ki gerçek bir ilgi mevcutsa<br />

size geri dönüşü tahmin<br />

edemeyeceğiniz kadar güçlü<br />

ve hızlı olur. Bir işi severek<br />

yapmanın veya bir işle igilenerek,<br />

severek uğraşmanın kişiye<br />

hayata extra bir can kattığına<br />

her zaman inanırım.<br />

Bir gün rastgele bir sokaktan<br />

geçerken vitrini sayesinde dikkatimi<br />

çeken bir sanat eviyle<br />

karşılaştım. RENKLİ DÜNYA-<br />

LAR SANAT EVİ. Küçük bir<br />

sanat evi, üstelik bir sokakta<br />

ve birbirinden farklı dükkanların<br />

arasında açılmış. Oysa ki<br />

bir çoğumuzun aklına sanat<br />

evi dendiğinde ya da bu tarz<br />

yerler düşünüldüğünde ferah,<br />

manzaralı bir yer beklenir. Hemen<br />

içeri girdim; sahibiyle görüştüm,<br />

tanıştım. Gerçekten<br />

çok şeker bir bayan. İnsana ve<br />

eşyaya değer katacak bir çok<br />

etkinliğin varlığından bahsetti.<br />

Açıkçası o an daha iyi anladım<br />

ki gerçekten ilgilenmek, sev-<br />

79<br />

mek, istemek bu olsa gerek.<br />

Sık sık sergi düzenleyen bu<br />

sanat evini sizlerle paylaşmakta<br />

fayda var diye düşündüm.<br />

Eğer siz de bu küçük dünyaya<br />

katılmak isterseniz; aşağıdaki<br />

bilgilerden ulaşabilirsiniz.<br />

İletişim için :<br />

Esin KÜÇÜKAZMAN<br />

Tel No: 0533 578 0603 -<br />

0212 506 38 53<br />

Adresi: Cami Sok. 13/A<br />

Güngören - İstanbul<br />

bloglifetr<br />

Elif Duruk<br />

www.psikolokum.blogspot.com


Bimisal in anlamı nedir ?<br />

Bimisal’in anlamı eşi olmayan,<br />

benzersiz demek. Bizde zaten<br />

yaptığımız işlerde bunu sağlamaya<br />

çalışıyoruz.<br />

Ne bu Bimisal?<br />

Bimisal bir oluşum bir projedir.<br />

Bimisal Project’i bize biraz<br />

açarmısınız ?<br />

Bimisal Project şuan da iki bölümden<br />

oluşan bir kuruluştur.<br />

Bunlar Bimisal Art & Design<br />

Gallery ve Bimisal Creative’dir.<br />

Galerimizde her ay farklı sanatçılar<br />

ve gruplara sergiler<br />

düzenlemekteyiz.<br />

Bimisal Creative bölümümüzde<br />

ise organizasyonlar, video<br />

artlar, tanıtım filmleri, viral videolar<br />

ve çeşitli kurumsal firmaların<br />

sanat danışmanlığı ile<br />

özel fotoğraf çekimleri, katalog<br />

tasarımı ve fuar standları yapmaktayız.<br />

Bimisal Project Röportajı<br />

Bimisal Art & Design Gallery<br />

’yi diğer galerilerden benzersiz<br />

kılan nedir ?<br />

“Bimisal* sanat ve tasarım”<br />

galerisi olarak kendimizi “Fair<br />

& Green Art Ground” ifadesiyle<br />

sanatsal alışverişin çevreye<br />

duyarlı ve adil zemini olarak tanımlıyoruz.<br />

Sanatçılarla yapılan anlaşmalarda<br />

şeffaflığı benimseyerek,<br />

sanatçıyı bağlayan, üretimini<br />

mekanikleştiren, aldığı karşılığı<br />

bir lütuf olarak gösteren geleneksel<br />

anlaşma maddelerini<br />

baştan ret ediyoruz.<br />

Tanıtım için basılı malzeme<br />

kullanmayıp, sayısal ortamı<br />

kendini ve sanatçılarını anlatmak<br />

için etkili ve mutlak zemin<br />

olarak benimseyen galeri, böylelikle<br />

hem onbinlerce sayfalık<br />

kağıt israfını önlüyor hem de<br />

sanatçılarını büyük bir mali<br />

yükten kurtarıyor.<br />

Biz Bimisal Sanat ve Tasarım<br />

Galerisi olarak sanat piyasasındaki<br />

yerimizi karşılıklı işbirliği,<br />

yetenek paylaşımı, ve<br />

deneyselliğe açıklıkla sağlam-<br />

laştırmaya devam ediyoruz.<br />

Sizce Türkiye’de sanat nasıl<br />

bir yerde ve nereye doğru gidiyor.<br />

Ülkemizde sanatın her dalı her<br />

geçen gün daha fazla ilgi görmekte<br />

ve gelişmektedir. Son<br />

zamanlarda yapılan sanat fuarları<br />

ve organizasyonları da<br />

bunun bir göstergesidir. Ülkemizde<br />

ki eğitimli sanatçılar bu<br />

hızla artmaya devam ettikçe<br />

sanata olan bakış açısı ve sanat<br />

tüketimi de doğru orantılı<br />

olarak artış gösterecektir.<br />

Bimisal Project olarak hedefleriniz<br />

nedir?<br />

Üzerinde çalışmakta olduğumuz<br />

Online Gallery - Shop<br />

projemiz ve internet üzerinden<br />

yayın yapacak olan farklı genç<br />

dinamik ve özgür içerikler ve<br />

programlar barındıracak bimisal<br />

tv öncelikli hedeflerimiz<br />

arasında. Bunların yanı sıra<br />

çok farklı organizasyon ve projelere<br />

de imza atmayı hedefliyoruz.<br />

Zeyneb UYLAŞ<br />

1sosyalmedya.com<br />

80 81<br />

Art & Design Gallery


Hayaller ne kadar<br />

gerçekçi olabilir<br />

ki? Ya da ne kadar<br />

gerçek dışı, olağanüstü?Olağanüstü,<br />

mucizevi şeyleri düşünün<br />

bi’! Bunların hepsi hayallerden<br />

gelmemişler midir? Peki ya hayaller<br />

gerçek olursa?<br />

Her zaman gerçekleşmeyecek<br />

hayaller kurdum hayatımda.<br />

Zira gerçekleştiği zaman, o hayalden<br />

vazgeçmek durumunda<br />

kaldığımı hep bildim. Bu<br />

yüzden birisi hayalin nedir diye<br />

sorsa, asla anlatacak bi’ hayalim<br />

yoktur. Hayalimi dinleyen<br />

muhtemelen beni kafasında<br />

oluşturduğu “zırdeli” kategorisine<br />

sokacaktır. Ve inanın orası<br />

hiç tekin değil.<br />

Bize hep ufak tefek hayaller<br />

diye hedefler öğretildi. Aslında<br />

yapmamız gereken şeyleri “hayal”<br />

olarak algıladık hep. Mevzu<br />

ortaokulda başladı. İyi bir<br />

lise kazanmak... Bir üniversite<br />

Hayaller ?<br />

82 83<br />

kazanmak... İyi bir iş bulmak...<br />

Erkekseniz askerliğinizi sağ<br />

salim bitirdikten sonra, iyi bir iş<br />

bulmak... Ailenize uygun birisi<br />

ile evlenmek... Çocuk sahibi(!)<br />

olmak... Çocuğunu büyütüp<br />

iyi bir eğitim almasını sağlamak...<br />

Çocuğu evlendirmek...<br />

Torun sahibi olmak... Torunun<br />

da mürüvvetini görmek veya<br />

görememek, sonrası ölmek...<br />

Hayallerimiz hiyerarşisi hep bu<br />

yönde oldu, heyhat!<br />

Aslında hayal değil ki bunlar.<br />

İnsan yaşamındaki hedefler.<br />

İnsanın yapmasını gereken<br />

şeyler. Daha doğrusu yapması<br />

gereken şeylerin ana hatları.<br />

İyi insan olmak, hayırlı insan<br />

olmak gibi mevzuları da bunlara<br />

ekleyebiliriz.<br />

Peki hayal nedir? Ulaştığın zaman<br />

tüm cezbediciliğini kaybedecek,<br />

ulaşılmaz, olağanüstü<br />

şey. Durun bir örnekle açıklayayım.<br />

Uzaya çıkıp 3 ay yalnız<br />

yaşamak... Bir adada tek<br />

başına kalıp, hayvanlara yem<br />

olucam korkusu yaşamak...<br />

Denizin ortasında gemiyle rotayı<br />

bulamadan yaşamaya<br />

çalışmak... Asla gidemeyeceğiniz<br />

bi’yere gitmek istemek.<br />

Asla tadamayacağınız<br />

yemeği tatmayı istemek. Asla<br />

atlamayacağınız uçurumdan<br />

sırtınızda paraşütle atlamak...<br />

Antartika’da fotoğraf çekmek...<br />

Mısır Piramitleri’nin tepesinde<br />

piknik yapmak... Pisa<br />

Kulesi’nde ekmek arası peynir<br />

yemek. Uçak kullanmak...<br />

Bir örnek dedim ve bi sürü<br />

saydım değil mi? Hayalimdi,<br />

gerçek oldu. Ve ben o hayalden<br />

vazgeçtim. Gerçekleşince<br />

vazgeçtiğiniz şeylerdir işte hayaller.<br />

Eğer uzayda yaşamayı<br />

sever de devam ederseniz, o<br />

artık hayal olmaz. Tıpkı iyi bir<br />

üniversite kazanmak isteyip,<br />

kazandığınız gibi. Hayaller<br />

vazgeçmeyi sever. Vazgeçmekte<br />

hayalleri.<br />

Büşra Bayram<br />

hayalmeyalbuschra.blogspot.com


loglifetr bloglifetr<br />

Solon’un Bozulan Toplum Düzenini<br />

Düzenleyici Yasası<br />

ÜRÜNLERİN TÜRLEŞMESİNİN NEDENLERİ, TOPLUMSAL DÜZEN ÜZERİNE ETKİLERİ VE<br />

SOLON’UN BOZULAN TOPLUM DÜZENİNİ DÜZENLEYİCİ YASASI<br />

“ Daha büyük yaşama güvenliği<br />

sunduğu için kentin her yanından<br />

sürekli Attika’ya akan<br />

insanlarla dolduğunu, toprağın<br />

çoğunun çorak ve verimsiz<br />

olduğunu ve denizcilerin<br />

onlara karşılık olarak verecek<br />

hiçbir şeyleri olmayan kişiler<br />

için mallar getirmeye isteksiz<br />

olduğunu görerek, yurttaşların<br />

dikkatini üretim sanatlarına<br />

çevirdi ve kendisine bir meslek<br />

öğretilmemiş hiçbir oğlun<br />

babasına bakmaya zorlanmamasını<br />

sağlayan bir yasa<br />

çıkardı.”(s.35, Petrark, Yaşamlar-Solon)<br />

Solon’un çağında (İÖ. 600)<br />

Atina’da deniz ticaretinin ve<br />

zanaatların gelişmesi ile türselleşen<br />

ürünlerin ortaya çıkan<br />

paranın kullanımı ile hızlanan<br />

alışverişi sonucu, gelir düzeyi<br />

düşük olan halkın özellikle<br />

çiftçilerin büyük borçlanmalarla<br />

topraklarını soylu ve ticaret<br />

zenginlerine kaptırdıkları, büyük<br />

miktarlarda borçlandıkları,<br />

bu borçlar sonucu köle olarak<br />

çocuk ve kendilerini sattıkları<br />

bir dönem oluşmuştur.<br />

GÖÇLERİN NEDENLERİ:<br />

Göçler salt işsizlik nedeniyle<br />

ortaya çıkmaz. Bu nedenden<br />

daha zorlayıcı bir etken<br />

olarak insanların, Petrark’ın<br />

yazmış olduğu gibi yaşamlarını<br />

daha güvende olduğu ortamlarda<br />

sürdürme isteği ve<br />

ancak Petrark’ın belki farkına<br />

varmadığı bir etki olarak daha<br />

iyi koşullarda, daha fazla ürünün<br />

pazarlara sürüldüğü, daha<br />

çeşitli ürünleri tüketme isteği<br />

ulusal boyutta göç etmelerine<br />

neden olur. Göçlerin temel nedeni,<br />

Attika’nın askeri savunma<br />

güçleri nedeniyle sağlanan<br />

güvenli yaşam koşulları olarak<br />

görünse de, deniz ticaretinin<br />

getirmiş olduğu ürünlerin zenginliği<br />

ortamında yaşama isteği<br />

de temel bir nedendir.<br />

Çağımızda köylerden kentlere<br />

göçlerin temel nedeni; gelişmiş<br />

sanayileşen ülkelerden kentlere<br />

gelen ürünlerin sağladığı<br />

zenginliklerden yararlanma<br />

isteği, bu ikinci temel nedenin<br />

varlığındandır.<br />

Bu temel nedenlerle ortaya<br />

çıkan göçler sonucu, göç edilen<br />

kentlerde, zaten kıt olan<br />

gıda ürünleri üretimi daha da<br />

yetersiz kalır. Ürünlerin yetersizliği<br />

sonucu dağılımında<br />

eşitsizlikler, varsıllarla yoksullar<br />

arasındaki eşitsizlikleri de<br />

artıracak, Attika’da toplumsal<br />

düzenin bozulmasına neden<br />

olacaktır. Toplumsal dengeleri<br />

sağlayarak ekonomik yaşamı<br />

düzenlemek, ekonomik krizlerin<br />

ortaya çıkmasını önlemek<br />

kolay bir siyaset değildir. Toplumsal<br />

yaşamdaki üretim ve<br />

tüketim dengelerinin bütünü ile<br />

bozulması, toplumsal adalet<br />

ve ekonomik eşitliklerinin yeniden<br />

dengelenerek toplumsal<br />

düzenin yeniden kurulmasını<br />

zorunlu duruma getirir. Attika<br />

halkı, bozulan toplumsal sistemin<br />

yeniden düzenlenmesi<br />

görevini ancak Solon’un başaracağına<br />

güvenerek önerir.<br />

Hatta varsıl ve yoksullar arasında<br />

açılan eşitsizlik nedeniyle<br />

bozulan toplumsal düzeni<br />

yasalarla düzeltemeyeceğine<br />

inananlar Solon’a tiranlık önerirler.<br />

Ancak Solon yasalarla<br />

düzeni sağlama yolunu seçerek<br />

geri çevirir. Kimseye ödün<br />

vermeden yasaları düzenler,<br />

iyi olanlara dokunmaz.<br />

ÜRÜNLERİN TÜRSELLEŞ-<br />

MESİ, DENİZ TİCARETİ VE<br />

ZANAATLARIN (KÜÇÜK SA-<br />

NAYİNİN) GELİŞMESİ:<br />

Attika denizcilerinin denizler<br />

arası ticaretle Attika’ya, gittikleri<br />

ülkelerden yeterli gıda<br />

ürünleri ve diğer çeşitli ürünleri<br />

getirerek pazara sunmaları,<br />

bu ürünleri satın alacakların<br />

yeterli alım gücüne sahip olmasına,<br />

eşdeyişle dışsatım<br />

yapabilecekleri ürünleri üretmelerine<br />

bağlıdır. Yeterince<br />

tarımsal ürün üretme olanağı<br />

olmayan ve dışsatım için talep<br />

bulunmayan ürünler yerine zorunlu<br />

olarak Attika halkı çeşitli<br />

zanaatlarda daha çok ve çeşitli<br />

84 85<br />

ürünler üretmelidir. Çocukların<br />

zanaat öğrenmesi için çıkarılacak<br />

eğitim yasası bu dış arztalep<br />

dengesini sağlamak için<br />

alternatif, takas yapılabilecek<br />

ürünlerin üretiminin tek yoludur.<br />

Temel gıda ürünlerinin ve diğer<br />

ürünlerin dışalımla kente<br />

getirilmesi, burada yerleşik<br />

nüfusun dışsatım yapabilecek<br />

zanaat ürünlerini üretmesine<br />

bağlıdır. Bu amaçla da dışalım<br />

talebi oluşturacak değişik<br />

türdeki zanaat ürünlerinin<br />

üretiminin yapılabilmesini eğitimle<br />

öğretmek gerekir. Solon<br />

Attika’da bu zorunlu koşullar<br />

nedeni ile her babanın oğluna<br />

bir meslek öğretmesini yasayla<br />

zorunlu duruma getirir.<br />

Denizcilerin getirdiği ürünler<br />

ve zanaatlarla üretilen çeşitli


loglifetr bloglifetr<br />

sanayi ürünleri, ürünlerin türselleşmesini<br />

arttırır. Bu üretim<br />

çeşitliliği toplumsal zenginleşmeyi,<br />

toplumların uygarlıkta<br />

ilerlemelerini getirir.<br />

Solon’un çıkardığı babaların<br />

oğullarına bir meslek öğretme<br />

zorunluluğuna dayanan eğitim<br />

yasası ile eğitim, ürünlerin salt<br />

üretiminin nedeni değil aynı<br />

zamanda ürünlerin verimliliğinin,<br />

değişim değerinin, rekabet<br />

edilebilirliğin de nedenini<br />

oluşturmaktadır. Eğitim yasası<br />

çıkarılmasaydı, ürünlerin üretiminin,<br />

rekabetin, verimliliğin,<br />

değerinin olanaklı olamayacağını<br />

söyleyebiliriz. Denizcilerin<br />

getirecekleri ürünlerle değişimin<br />

olanaklı olduğu değişim<br />

değeri taşıyan ürünler eğitilmiş<br />

emekle üretilmektedir. Ancak<br />

burada son aşamada değişim<br />

değerini bağlı olarak kullanım<br />

değerini, denizcilerin ürünlerini<br />

getirdikleri toplumların gereksinmeleri,<br />

talepleri belirler.<br />

EĞİTİMLE ÜRETİLEN KUL-<br />

LANIM DEĞERLİ ÜRÜNLE-<br />

RİN TOPLUMLAR ARASI TA-<br />

LEPLE DEĞERLENMESİ:<br />

Üretilen zanaat (küçük sanayi)<br />

ürünlerinin değerleri, talep<br />

oluşturdukları niteliklerine bağlı<br />

olarak toplumların gereksinmelerini<br />

karşılama önemlerine<br />

göre dışalımda oluşur. Ürünlerin<br />

değerlerinin oluşumunda<br />

nesnel ölçüt toplumlar arası<br />

taleptir. Bu değere bağlı olarak<br />

eğitim biçimlenir, zanaatlar<br />

ortaya çıkar, ürünler çeşitlenir,<br />

uygarlık ilerler. (bk. www.<br />

iinci.blogspot.com, İNSANIN<br />

EKONOMİK DEĞER OLARAK<br />

TOPLUMLARDA ORTAYA ÇI-<br />

KIŞI-ÜRÜNLERİN VE EME-<br />

ĞİN TOPLUMSAL DEĞERİ,<br />

11/07/2011)<br />

Zanaatların getirdiği zenginleşme<br />

yanında, zenginliğin<br />

yoksullarla varsıllar arasında<br />

dengeyi sağlayacak şekilde<br />

dağıtılması ve toplumsal düzeni<br />

bozacak bir borçlanma türü<br />

olan köleleştirmenin yasaklanması<br />

toplumsal düzenin yeniden<br />

sağlanmasında en etkili<br />

yasalar olmuştur. Solon’un çağında,<br />

ticaretle ve el zanaatları<br />

ile başlayan ürünlerin çeşitlenmesi,<br />

tüketicilerin borçlanma<br />

ile tüketimini arttırmış, borcunu<br />

ödemeyen tüketici sayısı<br />

da artmıştır. Köleliğin bir ticaret<br />

türü, alım satım yapılan bir<br />

ürün olması nedeniyle borçlanmalara<br />

karşılık olarak, ipotekli<br />

değer olması, borcun ödenmemesi<br />

sonucu özgür tüketicileri<br />

köle durumuna düşürüyordu.<br />

Solon bu insancıl olmayan<br />

toplumsal düzeni bozan ticare-<br />

ti yasayla ortadan kaldırmıştır.<br />

“ Kimileri kendi yurtlarında köleler<br />

oldu. Kimileri ise yancı<br />

ülkeler satıldı. Birçokları kendi<br />

çocuklarını satmak zorunda<br />

kaldılar, çünkü buna karşı hiçbir<br />

yasa yoktu.)” (s.23)<br />

“Çünkü aldığı kamu önlemlerinden<br />

birincisi varolan borçların<br />

silinmesi ve gelecekte<br />

hiçbir kimsenin borç alacak<br />

birisine güvence olarak kendi<br />

bedeni üzerine ödünç vermemesi<br />

yolunda bir düzenlemeydi.”<br />

(s.35)<br />

GÖÇLERİN ASKERİ SINIFIN<br />

VE ASKERİ DEMOKRASİLE-<br />

RİN KURULUŞU ÜZERİNE<br />

ETKİSİ:<br />

Göçlerle yerli yurttaş olan nüfusun<br />

sayısının azalması ve<br />

güvenliği sağlamakta olan yerli<br />

nüfusun yetersiz kalması,<br />

ancak güvenlik ve otoritenin<br />

yabancılara verilmemesi, bırakılamayacağı<br />

düşüncesi, yerli<br />

yurttaşları salt askerlik mes-<br />

leği ile uğraşması gerekliliğini<br />

ortaya çıkarır. Yerli yurttaşlara<br />

çiftçlik, zanaat işleri, ticaret…<br />

vb bütün mesleklerden uzaklaşarak<br />

salt askerlik mesleğini<br />

yapması gerekliliği düşüncesi<br />

ortaya çıkar . Böylece göç<br />

eden, yabancı nüfusu oluşturan<br />

yurttaşlar ticaret ve sanayi<br />

ile zenginleşerek ayrı bir sınıfı<br />

oluştururken, askerler her zaman<br />

iktidara yakın olarak askerlik<br />

ve savaş mesleği sınıfında<br />

kalırlar.<br />

“…Helotlar kalabalığı ile dolup<br />

taştığı için, Likurgus, yurttaşlarını<br />

emeğe dayalı mekanik<br />

uğraşlardan [çiftçilik, zanaat<br />

işleri…vb] çekip aldı ve düşüncelerini<br />

silahlara sınırlayarak<br />

onlara öğrenmek ve uygulamak<br />

üzere bir tek mesleği<br />

86 87<br />

verdi. [Askerlik mesleği] Oysa<br />

Solon durumu yasalarına olmaktan<br />

çok yasalarını duruma<br />

uyarlayarak, ve toprağın onu<br />

ekenlere ancak yetecek kadarını<br />

verdiğini ve işsiz güçsüz<br />

ve çalışmayan bir kalabalığı<br />

beslemeye yetersiz olduğunu<br />

görerek, tüm meslekleri değerli<br />

saydı.” (s.35)<br />

Askerlik mesleğinin güvenliği<br />

sağlama, toplumun savunmasını<br />

başka mesleklere bırakmama<br />

eğilimi, çağlar boyunca<br />

toplumların yönetim biçimleri<br />

Krallık, İmparatorluk, Monarşi,<br />

Oligarşi ve hatta Demokrasi<br />

olsa da sürer. Bunun sonucu<br />

toplumların resmi devlet yönetimleri<br />

yanı sıra bir resmi<br />

olmayan devlet yönetimleri,<br />

derin devlet yönetimi orta-<br />

ya çıkar. Bu gerçeği Roma<br />

İmparatorluğu’nda da, Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nda da görürüz.<br />

Roma’da cumhuriyet ile<br />

yönetildiği dönemlerde bile bir<br />

askeri oligarşinin her zaman<br />

yönetimi etkilediğini tarihte görürüz.<br />

Ancak çağımızda artık askeri<br />

demokrasiler, derin devlet<br />

güdümlü demokrasiler yerini,<br />

sanayi ve ticaretle zenginleşen<br />

toplum tabakalarının güçlerini<br />

ortaya koydukları, halkın kendi<br />

güvenliğini, savunmasını,<br />

yönetim sistemi ile karıştırmak<br />

istemedikleri gerçek demokrasilere<br />

bırakmaktadır.<br />

İsmail İNCİ<br />

iinci.blogspot.com


2005’ten 2012’ye Muhteşem Bir<br />

Red Bull Racing Hikayesi<br />

2005<br />

yılından beri mücadele verdiği<br />

Formula 1’de büyük başarılara<br />

imza atan bir takım: Red Bull<br />

Racing.<br />

Enerji içeceği markası olan<br />

Avusturya kökenli Red Bull’un,<br />

2005 yılında Red Bull Racing<br />

adıyla Formula 1’e girmesi<br />

dünya basınında büyük yankılar<br />

uyandırmıştı. Ancak bu,<br />

başarıdan ziyade markanın<br />

eğlenceleriyle ünlü olmasından<br />

kaynaklı Formula 1’e ka-<br />

88 89<br />

tacağı parti havasıydı. Zaten<br />

ilk yıllarda takımın adı da parti<br />

takımı olarak anılıp, hiç kimsenin<br />

önemli başarılarla ilgili bir<br />

beklentisi oluşmamıştı.<br />

İlk yıllarda bu söylentiler pek<br />

de haksız sayılmazdı doğrusu.<br />

Formula 1’e yeni giriş yapan<br />

bu takım doğal olarak bir<br />

adaptasyon sürecinden geçiyordu<br />

ne de olsa.<br />

Takım ilk podyum başarısını<br />

Formula 1’e birlikte giriş yaptıkları<br />

tecrübeli İskoç pilot David<br />

Coulthard ile 2006 Monaco<br />

yarışında üçüncü olarak, o<br />

muhteşem Monte-Carlo isimli<br />

cadde pistinde elde etmişti.<br />

2007 senesine gelindiğinde<br />

ise Red Bull Racing, hala pilotu<br />

olan Mark Webber ile anlaşmış;<br />

Formula 1’deki diğer<br />

takımı olan Toro Rosso’ya da<br />

Sebastian Vettel’i genç pilot<br />

olarak getirmişti.<br />

Suzuka Pisti’nin ev sahipliği<br />

yaptığı 2007 Japonya GP’inde<br />

ise bu ikilinin aynı takım adına<br />

olmasa da aynı marka adı altında<br />

yarışlardaki ilk teması ve<br />

ağır kaybı yaşanacaktı. Yoğun<br />

yağmur yağışı nedeniyle yaşa-


loglifetr bloglifetr<br />

nan kazalar sonrası güvenlik<br />

aracı altında devam eden yarışta<br />

Mark Webber 2. sırada<br />

bulunurken, Toro Rosso kokpitinde<br />

oturan Sebastian Vettel<br />

3. sıradaydı ve pistte oluşan<br />

sprey yüzünden bir anda<br />

Webber’e arkadan çarparak<br />

sağ arka süspansiyonunu kırdı<br />

ve hiç de iyi gitmeyen (yediği<br />

besinlerden zehirlenerek yarış<br />

esnasında kaskının içine istifra<br />

etmişti) Avustralyalı pilotun yarışını<br />

mahvetmiş oldu. Ayrıca<br />

bu durum hem Webber’in hem<br />

de Red Bull Racing’in Formula<br />

1’deki en büyük başarısının<br />

kaybolması anlamına geliyordu.<br />

*( Not: Yaşanan kaza daha<br />

sonra tekrar tekrar incelendiğinde<br />

hatanın, yarış lideri Lewis<br />

Hamilton’un doğru çizgileri<br />

kullanmamasından kaynaklandığı<br />

belirtilmişti.)<br />

2008 sezonu ise Red Bull adına<br />

çok büyük bir sürprizin yaşandığı<br />

sene oldu. Toro Rosso’da<br />

yarışan Vettel, yağmurlu İtalya<br />

GP’inde zafer kazanarak Red<br />

Bull’un sahibi olduğu takımlar<br />

arasında ilk yarış galibiyetini<br />

getirdi. David Coulthard ise<br />

Formula 1’den emeklilik kararını<br />

açıklamıştı. Mark Webber<br />

ise sezon sonu kendi ülkesin-<br />

de düzenlemiş olduğu Tasmania<br />

Challenge etkinliğinde dağ<br />

bisikleti etabında bacağını kırmıştı.<br />

2009 senesinde DC’den boşalan<br />

kokpite ise herkesin beklediği<br />

isim Sebastian Vettel gelmişti.<br />

Ancak bu sezon Formula<br />

1’de çalkantılı dönemler yaşanıyordu<br />

ve çift difüzör tartışmaları<br />

baş göstermişti. Ancak<br />

Red Bull Racing takımı Adrian<br />

Newey gibi bir dehaya sahipti<br />

ve bu deha uzun süre yasallığı<br />

sorgulanan bu kural ve devam<br />

eden sezona rağmen muhteşem<br />

işler başararak takımını<br />

şampiyonluk mücadelesi içinde<br />

tuttu.<br />

2009 senesine FIA’daki kural<br />

açıklığından faydalanan<br />

Brawn GP takımı damgasını<br />

vurmuştu ve çift difüzörle sezonun<br />

ilk yarısını domine edip<br />

şampiyon olmuştu.Red Bull<br />

Racing ise muhteşem geçeceğinin<br />

sinyallerini verdiği 2009<br />

senesinde Sebastian Vettel ile<br />

hem ilk pole pozisyonunu başarısını<br />

hem de ilk yarış galibiyetini<br />

kazanırken, Webber de<br />

ikinci olarak takımın ilk dublesine<br />

katkı yapmıştı (Çin GP).<br />

Takım bu sezon oldukça güçlendiğini<br />

herkese ispat etmişti<br />

ve Mark Webber de Almanya<br />

GP’inde ilk zaferini elde etmiş;<br />

sezon sonu pilotlar şampiyonasını<br />

dördüncü, Vettel ikinci<br />

sırada tamamlamıştı.<br />

2010 senesi ise Red Bull Racing<br />

takımının altın çağının<br />

başlangıç senesiydi. Muhteşem<br />

başladıkları sezonda<br />

Türkiye GP’inde takım adeta<br />

patlak verdi ve kutuplaşmalar<br />

yaşandı (Aslında takım<br />

Vettel’den taraf oldu demek<br />

daha doğru olur!). Videoda da<br />

kesitlerin olduğu ve takımda<br />

büyük bir yer edindiği gözlenen<br />

2010 Türkiye GP’i, takımın<br />

olası bir dublesine Vettel-Webber<br />

kazasının engel olmasıyla<br />

birlikte en çok İstanbul Park’a<br />

yaramıştı. Sonuçta ülkemizin<br />

ve pistimizin adı geçiyor, reklamı<br />

yapılıyor ve en önemlisi de<br />

başarılı bir tarihte konu oluyordu.<br />

*Kazaya gelirsek de bence her<br />

iki pilotun da hatası olmakla<br />

beraber, daha çok Vettel’in direksiyonunu<br />

erken kırmasından<br />

kaynaklanıyor.<br />

2010’dan 2012 senesine kadar<br />

ise 3 sezon üst üste çifte<br />

dünya şampiyonlukları rekorları<br />

kıran Red Bull Racing ve<br />

Sebastian Vettel, kısa sayılabilecek<br />

kariyerleriyle Formula<br />

1 tarihine şimdiden isimlerini<br />

altın harflerle yazdırmış durumdalar.<br />

İsmail Ender Mazı<br />

www.f1park.com<br />

Rolls Royce’de Türk Tasarımcı<br />

Uğur Şahin Esintisi<br />

2007<br />

senesinden beri otomobil ve<br />

endüstriyel tasarım sektörlerinde<br />

hizmet veren Uğur Şahin<br />

Design şirketi, son olarak Rolls<br />

Royce Jonckheere Phantom<br />

Coupe II ile oldukça başarılı<br />

bir tasarımın altına imza atmış.<br />

90 91<br />

İngiliz lüks otomobil üreticisi<br />

Rolls Royce’un Jonckheere<br />

Aerodynamic Coupe modelinin<br />

yeniden tasarım teklifini kabul<br />

eden Türk otomobil tasarımcısı<br />

Uğur Şahin, 77 yaşındaki<br />

aracı son derece estetik bir<br />

görünüme kavuştururken markanın<br />

lüks esintisini başarılı bir<br />

şekilde yansıtmış.<br />

Yeni tasarımda en çok dikkat<br />

çeken detaylar ise yuvarlak kapılar,<br />

büyük ön ızgara ve arka<br />

yapısı olarak göze çarpmakta.<br />

Kısa bir süre önce de 2012 satış<br />

rakamlarını paylaşan marka,<br />

3575 adetlik satış rakamıyla<br />

108 yıllık tarihlerinin satış<br />

rekorunu kırdıklarını açıkladı.<br />

İsmail Ender Mazı<br />

www.f1park.com


92 93


94<br />

Almanya’nın Bavyera<br />

eyaletinde,<br />

Würzburg’dan başlayıp<br />

güneye doğru<br />

giden, Münih’ten<br />

sonra Füssen’de son bulan<br />

güzergaha “Romantik Yol”<br />

adı veriliyor. Almanya’nın kırsalını<br />

tanıtan bu güzergah,<br />

sevimli kasabaları, çiçekli köy<br />

evleri, gölleri ,yerel şatoları ile<br />

Bavyera’nın tüm güzelliğini yaşatan<br />

,keyifli bir destinasyon.<br />

Son noktadaki Swangau kasabasında<br />

iki göl arasındaki bir<br />

tepeye, Bavyera Kralı Ludwig<br />

II tarafından hayatı pahasına<br />

yaptırılan Neuschwanstein Şatosu,<br />

Romantik Yol’un pırlantası.<br />

Şato, başka bir dünyadan gelip<br />

Neuschwanstein Şatosu<br />

Bir Kralın Masal Dünyası<br />

bu evrende Swangau Gölü’nün<br />

tepesine takılı kalmış büyülü<br />

bir mekan hissi veriyor görenlere<br />

ve sadece bir masalda varolabilirmiş<br />

gibi görünmektedir.<br />

Bu etkilenmeyi Walt Disney de<br />

yaşamış olmalı ki,kendi Disney<br />

logosunda kullanmayı tercih<br />

ettiği gibi ,ünlü çocuk filmi Güzel<br />

ve Çirkin’in geçtiği mekan<br />

yaratılırken de, Kral Ludwig’in<br />

bu şatosundan esinlenilmiş.<br />

Neuschwanstein Şatosu’na en<br />

kolay ulaşım yolu, Münih’ten<br />

trenle Füssen’e gitmek ve trenden<br />

iner inmez sizi karşılayan<br />

Swangau otobüslerine binmek.<br />

Yaklaşık 10 dakikalık bir otobüs<br />

yolculuğunun sonuna doğru<br />

bir tepenin üzerindeki şato,<br />

sislerin arasında yavaş yavaş<br />

belirmeye başladığı zaman ,<br />

bir masal kitabının ilk sayfasını<br />

çeviriyormuşsunuz hissini<br />

yaşıyorsunuz. Tepeleri karlı<br />

Bavyera Alpleri ve çam ormanlarının<br />

önünde,dantelimsi girintileri<br />

ve gotik kuleleri ile bulutların<br />

üzerinde gibi görünen<br />

Neuschwanstein Şatosu ,sizi<br />

adeta büyülü bir peri masalının<br />

içine çekmektedir.<br />

Küçücük bir köy olan<br />

Swangau’dan sonra ,ister yürüyerek<br />

,ister shuttle otobüslerle<br />

veya son derece keyifli atlı<br />

arabalarla tepeye ulaşabilirsiniz.<br />

Sadece rehberli tur eşliğin-<br />

95<br />

bloglifetr<br />

de gezilebilen şatonun kırmızı<br />

tuğlalı giriş cephesinden geçip<br />

orta avluya ulaştığınızda,artık<br />

nasıl bir zihnin bu masalı yazdığını<br />

öğrenme isteği daha<br />

ağır basmaya başlamaktadır.<br />

Neuschwanstein Şatosu dendiği<br />

zaman şatonun kendisinin<br />

mi, yoksa onu inşa etmeyi varolmasının<br />

sebebi haline getirmiş<br />

Bavyera Kralı II.Ludwig‘in<br />

mi daha etkileyici olduğuna<br />

karar vermek zorlaşır. Fazla<br />

uzun olmayan ömrünü ve ülkesinin<br />

hatırı sayılır imkanlarını<br />

bu gerçekdışı gibi görünen<br />

şatoya harcamış, kimilerine<br />

göre deli, hayranlarına göre<br />

ise çağının ötesindeki bir masalın<br />

kahramanı olarak kabul<br />

edilen bu eksantrik kral, bugün<br />

Almanya’ya senede 1,5 milyon<br />

turistin ziyaret ettiği bir eser<br />

bırakarak kendi mitolojisini yaratmıştır.


loglifetr bloglifetr<br />

Kardeşi Otto ile beraber<br />

Prusya Prensesi olan genç<br />

annesi ve Bavyera Kralı babası<br />

Maximillian’dan uzakta<br />

büyüyen Ludwig II’in, çocukluk<br />

ve ilk gençlik yıllarını<br />

Swangau’nun gölleri,dağları<br />

ve ormanları arasında yalnız<br />

geçirmesi utangaç kişiliği ile<br />

birleşince, insanlardan izole<br />

yaşamayı tercih eden bir şahsiyete<br />

dönüşmüş ve bu karakter<br />

özelliklerini Neuschwanstein<br />

Şatosu’na da yansıtmıştır.<br />

Fransız Versailles Sarayının<br />

ihtişamı ile gözleri kamaşmış<br />

ve Wagner’in müziği ile büyülenmiş<br />

olarak , 19 yaşında<br />

tahta çıkmak zorunda kalan<br />

II.Ludwig, gerçeğinden daha<br />

epik bir Ortaçağ Almanyası’na<br />

takıntılı bir tutku geliştirmiş ve<br />

hayal sarayında ruhunu besleyen<br />

tüm bu unsurlar en belirleyici<br />

öğeler olmuştur.<br />

Şatonun sadece ikamet edilen<br />

bölümlerinin gezdirildiği turda,<br />

1.kattaki meşe kaplamalı<br />

hizmetlilerin odalarını geçerek<br />

asla bitirilememiş 2.kattan,<br />

kralın özel bölümü olan 3.kata<br />

ulaşılır.3.Kat ve 4.kat,bir kralın<br />

yalnızlığını ve içinde yaşattığı<br />

romantizm ile dehayı nasıl birleştirdiğini<br />

gösteren ihtişamlı<br />

bir görsel şölen gibidir.<br />

Sahip olduğu imkanların görkemine<br />

rağmen, akşam yemeklerini<br />

mutlaka tek başına<br />

yediği küçücük masasının yer<br />

aldığı yemek odasından yatak<br />

odasına geçince, pek çoğumuzun<br />

yatak odasından daha<br />

küçük olan bu meşe kaplı odaya<br />

dünyalar sığdırılmış olduğu<br />

görülebilir.<br />

Dini inancına kuvvetle bağlı<br />

olan II.Ludwig’in karyolasının<br />

çatısı, Notre-Dame kilisesini<br />

andıran gotik bir kilise maketi<br />

olarak tasarlanmıştır ki sadece<br />

buradaki ahşap işçiliğinin<br />

yapımı dört yılda tamamlanabilmiştir.Sarayın<br />

tamamında<br />

görülebilen kraliyet rengi gök<br />

mavisi, yatak odasında göz<br />

alıyorsa da odanın dekorasyonunda<br />

ki vurucu öğe, duvar<br />

resimlerinin “Tristan ve İsolde”<br />

hikayesinden pasajları içermesidir.<br />

Bu resimlerin yoğun<br />

duygusallığı, hiç evlenmemiş<br />

olan kralın ulaşamadığı gizli<br />

bir aşkı olup olmadığı sorusunu<br />

akla getirir. Kız kardeşi<br />

ile 8 ay nişanlı kalıp ayrıldığı<br />

bir başka 19.y.y. aristokrasi<br />

trajedisi kahramanı kuzeni,<br />

Bavyera Düşesi Avusturya –<br />

Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth,<br />

yada daha bilinen adı<br />

ile “Sisi” belki de bu ulaşılmaz<br />

aşk üçgeninin en güçlü adayıdır.<br />

Sisi’nin, Kral Ludwig’in bir<br />

deli olduğunu hiçbir zaman kabul<br />

etmeyerek,onu savunan ve<br />

onu en iyi tanımlayabilen kişi<br />

olması da bu savı güçlendirir.<br />

Çalışma odasından geçilen<br />

bölüm şatonun kral dairesinin<br />

vurucu noktalarından biridir.<br />

Wagner’in Tannhauser operasından<br />

esinlenilerek yapay<br />

kayalarla oluşturulmuş mağara<br />

kısa bir dehliz ile kralı, bir<br />

dağın kovuğundan Swangau<br />

gölünü seyrediyor hissini verecek<br />

şekilde düzenlenmiş olan<br />

balkona taşır.<br />

Kralın çocukluk ve gençlik yıllarının<br />

özgür yalnızlığını ve<br />

doğaya olan özlemini, milyonlarca<br />

markın harcandığı sarayın<br />

içine mağara yaptırtacak<br />

kadar yoğun yaşaması ,onun<br />

içine düştüğü umutsuzluğu duvarlara<br />

kazımış gibidir.<br />

3. ve 4.katı kaplayan heybetli<br />

kraliyet salonu ,mimari zarafetin<br />

ve estetiğin sergilendiği bir<br />

Bizans sarayının ideal kopyası<br />

gibidir. Tüm sarayda yaklaşık<br />

olarak 1 milyon adet kullanılan<br />

kraliyet sembolü kuğu figürleri<br />

bu salonda da göze çarpmaktadır.<br />

Salon ,altın ,emaye<br />

ve binlerce ışıkla parıldayan<br />

mozaiklerle bezelidir. Ağırlığı<br />

1 tonu bulan dore pirinçten<br />

yapılmış devasa şamdanların<br />

sadece 1 tanesinde 600 mum<br />

yakılmaktadır. Büyük salonun<br />

duvar resimlerinin “Kuğuların<br />

Şövalyesi” olarak bilinen Lohengrin<br />

efsanesine adanmış<br />

olması,bu efsanenin genç kralı<br />

etkilediğini ve ona ilham verdiğini<br />

göstermektedir.<br />

4.Katta yer alan “Şarkıcılar<br />

Salonu” freskleri ise 1885 yı-<br />

96 97<br />

lında F.Pilory tarafından yapılmıştır<br />

ve yine Wagner’in<br />

Parsifal efsanesine yer verir.<br />

Wagner,kralın hayranı olduğu<br />

bir müzisyendir ve kral onu<br />

himaye ederek desteklemiş,<br />

ilişkilerini zamanla arkadaşlığadönüştürmüştür.Hayatının<br />

anlamı olan şatonun duvar<br />

resimlerinde çoğunlukla<br />

Wagner operalarından pasajlar<br />

yer alır,ancak ironik olan,<br />

Wagner’in bu şatoya hiç gelememiş<br />

olmasıdır.<br />

Neuschwanstein Şatosu,kralın<br />

yapmayı istediği üç adet<br />

şatonun birincisi ve yegane<br />

bitirebildiğidir.Şatonun<br />

yapılması,bulunduğu konumdan<br />

dolayı,dönemin teknolojisi<br />

ile karmaşık iskele ve taşıma<br />

çözümleri gerektirmiş ve çok<br />

büyük miktarda malzeme teminine<br />

ihtiyaç duyulmuştur.<br />

Mimar Riedel ve Dollmen tarafından<br />

1869 yılında başlanan<br />

şatonun yapımı , kralın<br />

öldüğü sene olan 1886‘da bit-


loglifetr bloglifetr<br />

miştir.Kral, şatonun yapımının<br />

sürdüğü yıllarda, bulunduğu<br />

tepenin zirvesinden karşı yamacı<br />

birleştiren,şatonun yapımından<br />

önce babası<br />

II.Maximillian tarafından doğa<br />

yürüyüşleri için kullanılmak<br />

üzere yapılmış “Marienbrücke”<br />

köprüsünden, hayalinin<br />

gerçeğe dönüşümünü sabırla<br />

izlemiştir.Tüm bu yapım yılları<br />

süresince ,daha aşağıda yer<br />

alan Hohenswangau şatosunda<br />

kalarak,mesaisinin önemli<br />

bölümünü bu hayal peşinde<br />

harcamıştır.<br />

Zamanını ve ülkesinin tüm<br />

kaynaklarını şatonun yapımı-<br />

na kanalize etmesi,kendi bakanları<br />

tarafından suçlanarak<br />

cezalandırılmasına sebep olmuş,<br />

Haziran 1886‘da Bavyeralı<br />

bir grup doktordan oluşan<br />

psikiyatri komitesi kralın zihinsel<br />

rahatsızlığı olduğunu ilan<br />

ederek, konumunun gerektirdiği<br />

bir saygı ile sıkı gözetim<br />

altında Starnberg gölü üzerindeki<br />

Berg Şatosu’na gönderilmiştir.<br />

Aynı senenin 13<br />

Temmuz’unda,derinliği<br />

1,5 m.yi geçmeyen gölün<br />

sularında,kendinin ve doktorunun<br />

cansız bedenleri<br />

bulunmuş,cinayet mi,boğulma<br />

mı yoksa intihar mı olduğu hiçbir<br />

zaman açıklık kazanamamıştır.<br />

İnsanların içinde değil kendi<br />

yarattığı seçilmiş bir dünyada<br />

yaşamayı tercih etmiş<br />

olması,Kral II.Ludwig’i tanımlayabilecek<br />

bir kader çizgisidir.<br />

İçinde sadece 3 hafta kalabildiği<br />

,gerçeküstü bir dünyanın<br />

simgesi olan Neuschwanstein<br />

Şatosu ise,Walt Disney’e ilham<br />

vermiştir ve bugün gerçeküstü<br />

bir başka dünyada,Walt<br />

Disney’in logosunda da varolmayı<br />

sürdürmektedir.<br />

Ölümünden sadece 6 hafta<br />

sona ziyarete açılmış olan<br />

şato,bugüne kadar yaklaşık<br />

olarak 50 milyon ziyaretçi ağırlamıştır<br />

ve Avrupa’nın en güzel<br />

şatolarından biridir.<br />

Behiye Işın 2010<br />

Kaynak : Les meilleurs chateaux<br />

du monde.<br />

Behiye Işın<br />

www.cocuklageziyorum.com<br />

“ İyimserlik,<br />

küçük<br />

şeylerden<br />

mutlu olmak<br />

polyannacılık<br />

sayılmaz mı?<br />

98 99<br />

KÜÇÜK ŞEYLER<br />

”<br />

Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi,<br />

karamsarlığı öylesine derinden<br />

öğrenmişiz ki, “Bu ülkede<br />

yaşanmaz” ve nihayet “Batsın<br />

bu dünya” demeye hakkımız olduğunu<br />

düşünüyoruz sonuçta.<br />

Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde<br />

canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna<br />

bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden.<br />

Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın<br />

öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp<br />

“Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz<br />

mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı<br />

beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar<br />

bakalım:<br />

Bu görüşte, sanırım iki hata var. Birincisi “iyimserlik<br />

eşittir Polyannacılık” iddiasıdır ki bu doğru<br />

değildir. İkincisi böyle söylendiğinde Polyannacılığın<br />

kötü bir şey olduğu varsayılmaktadır. Polyannacılığın<br />

kötü olduğunu kim söyledi?<br />

Polyannacılık, kayba uğradığımızda, elimizde<br />

kalanları fark etme ve sevinme becerisidir. Polyannacılık<br />

bir psikolojik savunma mekanızmasıdır,<br />

aşırı olmadan yerinde kullanıldığı sürece,<br />

kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur, kişinin yarına<br />

kalma ihtimalini arttırır. Polyannacılık, kendini<br />

avutmak değil, bardağın dolu yanını fark etmektir.’’<br />

demiş Üstün DÖKMEN.<br />

Çokta güzel yanaşmış iyimserliğe bir çoğu seminerine<br />

severek gittiğim,dinlerken hiç sıkılmadığım<br />

sayın DÖKMEN,anladığım kadarıyla daha<br />

yıllarcada gençlerin zihninde anlamlı kısa hikayeleriyle<br />

yer tutucak!<br />

Küçük Şeyler de onunla tanışmanız için en güzel<br />

adım..<br />

Keyifli okumalar..<br />

..Kevser APARI..<br />

Kevser APARI<br />

www.psikolokum.blogspot.com


100<br />

Sinan Bora Özışık – Founder / Editor<br />

www.hayatinitasarla.com<br />

Sizin tasarım tanımınız nedir?<br />

Tasarım bir ürünün olmazsa<br />

olmazı mıdır?<br />

- Tasarım, bir ürünün olmazsa<br />

olmazı olduğu gibi “hayatın”<br />

da olmazsa olmazıdır.<br />

İnsanlar bilinçli olarak yapmasalar<br />

da; aldıkları her kararla,<br />

yaptıkları her seçimle, uyguladıkları<br />

her düşünceyle aslında<br />

kendi hayatlarını tasarlıyorlar.<br />

Burada önemli olan ne istediğini<br />

biliyor olmak ve o amaca<br />

yönelik adımlar atabilmek!<br />

Ürün tasarımı için de aynı şey<br />

geçerli. Bir ürün; ticari kaygılarla,<br />

estetik kaygılarla veya<br />

fonksiyonellik kaygılarıyla tasarlanabilir,<br />

her kaygı farklı bir<br />

sonuç doğurur ama her sonuç<br />

bir tasarımdır, sadece hizmet<br />

101<br />

bloglifetr<br />

ettiği amaç farklıdır ve çeşitlilik<br />

de buradan doğar... Düşünsenize<br />

her ürün için tek bir ideal<br />

tasarım olduğunu ve herkesin<br />

aynı şeyleri kullandığını, hayat<br />

ne kadar sıkıcı olurdu!<br />

Size göre hangi ürünlerin tasarımları<br />

en çok dikkat çekmektedir?<br />

- Bana göre hayatımın<br />

içinde yer alan her ürünün tasarımı<br />

dikkatimi çeker ama<br />

genel algıdan bahsedersek;<br />

insanlar seçimlerini yaparken<br />

statü simgesi olabilecek ürünlerin<br />

tasarımlarına daha çok<br />

özen gösteriyor. Örneğin; kullandığı<br />

araba, tercih ettiği telefon,<br />

giydiği kıyafet, kolundaki<br />

saat gibi... Buradan yola çıkarsak<br />

da en dikkat çeken tasarım<br />

ürünlerin otomotiv, teknoloji ve<br />

moda sektöründen çıktığını<br />

söylemek yanlış olmaz.<br />

Bir ürünün tasarımı ve üretim<br />

sürecinden biraz bahseder<br />

misiniz?<br />

- Bir ürün önce kafada<br />

doğar. Hiç ummadığınız anda<br />

bir şeye ihtiyacınız olur ama<br />

onu gideremezsiniz veya ‘şu<br />

şöyle olsa daha iyi / daha güzel<br />

/ daha kullanışlı olurdu<br />

bence’ dersiniz ve o an ortaya<br />

çıkacak ürünün tohumları beyninize<br />

ekilir. Daha sonra fikirler<br />

kağıda dökülmeye başlar, çizdikçe<br />

kafadaki hayallerin kaç-


loglifetr<br />

ta kaçı gerçekçi onu görmeye<br />

başlarsınız ve tasarım şekillenir.<br />

Kağıt üzerinde istediğiniz<br />

noktaya geldikten sonra da<br />

maket, prototip yapılır. Bu<br />

noktada hayalinizde canlandırdığınız<br />

ürün gerçek hayatta<br />

da kusursuz çalışıyor mu test<br />

edilir ve sorunlar giderilir. Her<br />

şey tamam dediğiniz anda da<br />

tasarım bitmiştir ve üretime hazırdır.<br />

Tasarım sürecindeki en<br />

önemli nokta doğru malzeme<br />

kullanımıdır çünkü kimi zaman<br />

yanlış seçimlerden dolayı tüm<br />

hayalleriniz suya düşebilir, bir<br />

tasarımcı yaşadığı süre boyunca<br />

malzeme bilgisini güncel<br />

tutmalıdır!<br />

Tasarım alanında yayın yapan<br />

bir web sitesi sahibi<br />

olarak, Türkiye’yi bu alanda<br />

hangi noktada görüyorsunuz?<br />

- Türkiye garip bir ülke,<br />

tasarım alanında iyi desem iyi<br />

değil, kötü desem kötü hiç değil.<br />

Her şey o kadar bir arada<br />

yaşanıyor ki! Yeri geliyor mimarlarımızın,<br />

modacılarımızın,<br />

tasarımcılarımızın dünya çapındaki<br />

başarılarını görüp gururlanıyor<br />

ve geleceğe umutla<br />

bakıyoruz, yeri geliyor aklımızın<br />

almayacağı işler yapılıyor,<br />

kararlar alınıyor ve kimseye<br />

sorulmadan uygulanıyor... Niş<br />

pazar farklı bir yönü, genel pazar<br />

farklı bir yönü gösteriyor.<br />

Burada yapılması gereken en<br />

önemli şey niş pazara hizmet<br />

veren tasarımcıları alıp genel<br />

pazar için kullanabilmek! Bu<br />

aynı zamanda tasarımcılar için<br />

çok güzel iş fırsatları da de-<br />

mek. Özellikle toplumu ilgilendiren<br />

kararları kendi alanında<br />

nitelikli, kişilikli, özgün isimler<br />

verirse ancak o zaman Türkiye<br />

tasarım alanında fark edilir bir<br />

ülke olur. Ama bizim milletimizde<br />

herkes herşeyin profesörü<br />

olduğu için zaman zaman ortaya<br />

akıl almaz sonuçlar çıkabiliyor!<br />

Tasarıma gönül vermiş olan<br />

gençlere verebileceğiniz tavsiyeler<br />

nelerdir?<br />

- Genç tasarımcıların<br />

kendilerini göstermeleri için<br />

çok cesur olmaları, ellerini taşın<br />

altına koymaları lazım çünkü<br />

bir yerde çalışırken yaratıcılıklarını<br />

kullanmalarına çok izin<br />

verilmiyor, daha çok onlara çizim<br />

yapan makine muamelesi<br />

çekiliyor ve bu durum çok köreltici<br />

sonuçlar doğurabiliyor.<br />

Bu nedenle, her ne yapıyorlarsa<br />

yapsınlar bireysel çalışmalarına<br />

asla ara vermesinler,<br />

yarışmalara katılsınlar, bloglarında<br />

çizimlerini paylaşsınlar,<br />

projeler üretsinler, inandıkları<br />

yoldan şaşmasınlar, doğru bir<br />

çevre edinsinler, güvendikleri<br />

işleri için yatırımcı arasınlar...<br />

Zaman pazarlama zamanı,<br />

kendini gösteremedikten, kimse<br />

ne yaptığını bilmedikten<br />

sonra Leonardo da Vinci olsan<br />

bu devirde değeri yok! Ve genç<br />

nesil aslında çok şanslı çünkü<br />

sosyal medya denen ulaşılır<br />

bir güç ellerinin altında, doğru<br />

kullanabilmek lazım.<br />

2013 yılını ürün tasarımına<br />

gösterilen özen açısından<br />

nerede görüyorsunuz?<br />

102<br />

Türkiye’nin gelişimi açısından<br />

nasıl bir dönem bekliyorsunuz?<br />

- Henüz 2013 yılının başındayız<br />

o yüzden bir şey söylemek<br />

çok doğru olmaz ama<br />

geçen yıl gerçekleşen güzel<br />

gelişmelerin artarak, büyüyerek<br />

devam etmesini diliyorum.<br />

Örneğin, Türkiye için bir ilk<br />

olan Tasarım Bienali ve Milano<br />

tasarım haftasında yer alan<br />

‘Taste of Istanbul’ sergisi ürün<br />

tasarımı açısından çok önemli<br />

iki girişim. Bunlara ek olarak<br />

geçen yıl hayal kırıklığı yaşatan<br />

Istanbul Design Week’in<br />

de bu sene yeniden büyük<br />

bir organizasyona dönüşmesi<br />

şart! Mesela Istanbul Fashion<br />

Week bu yıl arkasına çok büyük<br />

bir yatırımcı ve çok büyük<br />

bir sponsor aldı, adım kadar<br />

eminim ki bu destek moda sektörünü<br />

alıp bambaşka yerlere<br />

getirecek. Aynı ilgi ve alakayı<br />

Istanbul Design Week için de<br />

bekliyorum...<br />

Zeyneb UYLAŞ<br />

1sosyalmedya.com<br />

Oscar Niemeyer’in Anısına<br />

Aralık 2012’de, tam 104 yaşında hayatını kaybeden başarılı Brezilyalı mimar<br />

Oscar Niemeyer’in anısına Sao Paulo semalarına 52 metre yüksekten<br />

bakan renkli portre, Brezilyalı sokak sanatçısı Eduardo Kobra imzasını taşıyor.<br />

14 Ocak 2013’de başlanan ve Paulista caddesi, Bustling sokağındaki<br />

gökdelen üzerine yapılan dev sanat eseri Kobra’nın takımından dört başka<br />

sanatçının da yardımıyla tamamlandı.<br />

103<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com


loglifetr bloglifetr<br />

Sandalyenin de Kıyafeti mi Olurmuş? Demeyin!<br />

Sandalye deyip geçmeyin, artık onların da bir tarzı var! Siz nasıl kendi<br />

üzerinize giyeceğiniz şeye özen gösteriyorsanız, İsveçli ikili Färg &<br />

Blanche da tasarladıkları sandalye için aynı özeni göstermiş...<br />

2013 Stockholm mobilya fuarında tanıtılan ‘F-A-B’ serisinde; sandalye<br />

çıplak bir insan bedeni rolünü üstleniyor ve kendisine özel tasarlanan<br />

‘couture’ kıyafetlerle istediği tarza bürünebiliyor. Deneyimli terzilerin<br />

ellerinden çıkan sandalye kıyafetlerindeki işçilik kalitesiyse gerçekten<br />

dikkat çekici! Sadece lafta değil, hakikaten her bir parça ürüne yeni bir<br />

kimlik katmayı başarmış.<br />

104<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com<br />

105


106 +90 (212) 223 23 33<br />

@urunyerlestirme<br />

info@3p.tv.tr<br />

3p.tv.tr<br />

107<br />

Hollywood Sinema Fimleri, Amerikan Dizileri, Müzik Kliplerinde,<br />

müzik klipleri, radyolar ve sosyal medyada


Orjinal Adı: Unchained<br />

Yönetmen: Quentin Tarantino<br />

Tür: Western<br />

Ülke: ABD<br />

Süre: 165 dk<br />

Amerika iç savaşından tam<br />

iki yıl önce... Zenci köle<br />

Django’nun yolu Alman<br />

asıllı ödül avcısı Dr.King<br />

Schultz ile kesişir. Django,<br />

eski efendisini ölü ya da diri ele<br />

geçirmek isteyen Dr. Schultz ile anlaşmaya<br />

varır ve özgürlüğü karşısında<br />

Brittle kardeşleri bulup öldürme<br />

sözü verir. Ve bu iki dostun macerası<br />

tam olarak burada başlar. Artık<br />

Django ve Schultz güneyin aranan en<br />

tehlikeli suçlularını yakalayıp öldürmeyi<br />

bir alışkanlık edinir. Bu süreçte<br />

Django’nun kendine olan güveni yerine<br />

gelmekte ve o ince zekası da gün<br />

yüzüne çıkmaktadır.<br />

ZİNCİRSİZ<br />

Sinema dünyasının çılgın<br />

yönetmeni Tarantino<br />

yeni filmi Zincirsiz ile sinema<br />

dünyasına verdiği<br />

üç senelik aradan sonra<br />

mükemmel bir giriş yaptı.<br />

Zincirsiz, bolca kanlı<br />

sahneleriyle, mükemmel<br />

tarihi dokularıyla ve<br />

sürükleyici hikayesiyle<br />

Tarantino’nun verdiği üç<br />

senelik araya değdiğini<br />

gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.<br />

Film, Tarantino’ya “En<br />

İyi Yönetmen” dalında<br />

Oscar adaylığı getirmese<br />

de “En İyi Film” kategorisinde<br />

kendine yer<br />

buldu. Açıkçası kendi<br />

fikrim Tarantino’nun bu<br />

iş ile birlikte dhdfhEn<br />

İyi Yö-<br />

netmen Oscar’ını hak<br />

ettiği yönünde.<br />

“İn O Attan Zenci Pislik!”<br />

Amerikan iç savaşından<br />

önce zencilerin çok<br />

büyük zulümler, eziyetler<br />

gördüğü malum.<br />

Tabii ki bu durum filmin<br />

ana damarlarından<br />

biri. Baş kahramanımız<br />

Django’nun at üzerinde<br />

dolanırken kasabanın<br />

beyaz sakinlerinin ona<br />

bir alien gözüyle bakmasının<br />

sebeplerinden biri,<br />

Amerika’yı iç savaş derecesine<br />

getiren bu saçma<br />

sapan ırkçılık olsa<br />

gerek.<br />

108 109<br />

Bouvetizm Ne Diyor?<br />

Kısacası Zincirsiz görsel<br />

efektleriyle, her<br />

yana saçılan kanlarıyla,<br />

Tarantino’nun mükemmel<br />

dokunuşlarıyla ve<br />

sıra dışı karakteriyle türünün<br />

örneklerinden bir<br />

adım önde olan bir film.<br />

Olumsuz yorum pek<br />

yapmak mümkün değil<br />

fakat uzun süreli filmlerden<br />

hoşlanmayanların<br />

sabrını 165 dk. biraz<br />

zorlayabilir...<br />

İyi Seyirler!<br />

Ulaş Çelikkol<br />

bouvetizm.blogspot.<br />

com


110<br />

Bu iki bölgenin tek benzer yönü, soykırıma<br />

uğramalarıydı. Her gün, her saat<br />

ve her dakika evleri basılıp, çocuklarının<br />

bacakları kesilip, kadınlarına tecavüz<br />

edilip, erkeklerinin başları kesilirdi. İnsanlık<br />

dramı görmek istemeyenleri bir kere daha uyarıyor,<br />

fakat görmeyen gönül sadece anlamdan<br />

ibaretti.<br />

DARFUR<br />

Bölge; Çad, Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti<br />

ile çevrili bir konumdadır. Sudanda<br />

yaşanan soykırımın tek amacı; Arapların siyahi<br />

müslümanlara soykırım yaparak bölgeyi<br />

temizlemeleriydi. Onlara göre; siyahilerden bırak<br />

müslüman olmayı, insan bile olmazdı. Her<br />

gün, her gece köylere yaptıkları baskınlarda,<br />

çocukların bacaklarını kesiyorlardı, kadınlara<br />

defalarca tecavüz ettikten sonra öldürüyorlardı.<br />

Yetişkin erkeklerin ise kafaları kesiliyordu. Hem<br />

de ailelerinin gözü önünde. BM verilerine göre<br />

200.000 kişi ölmüş, 3 milyona yakın insan ise<br />

göç etmiştir. Tüm dünya ve biz dahil tiyatro izler<br />

gibi izlerken yardım duygularımız kabarsa da<br />

yardım edemezdik. Çünkü galiba ortada soykırım<br />

yapan Araplar olduğu için, muhtemelen<br />

Arap olsun, isterse soykırımcı olsun, bizim için<br />

fark etmez mantığı var. Eğer olmasaydı hala<br />

gündemimizde olurdu.<br />

URUMÇİ<br />

DARFUR - URUMÇİ !<br />

111<br />

bloglifetr<br />

Doğu Türkistan’ın Sincan-Uygur özerk<br />

bölgesinde yer alan Urumçi, 5 temmuz 2009<br />

da felaketle gözünü açmıştı yeni güne. Evlerinden<br />

çıkıp iş yerlerine gitmek isteyen Uygur<br />

Türklerini, Çin tarafından Urumçi bölgesine yerleştirilmiş<br />

Çinliler tek tek katlediyordu. Sokakta<br />

gördükleri her Türk’ü, insan yığınının arası-<br />

na alıp çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Tüm<br />

dünyanın gözü ve bizim gözümüz yine görmek<br />

istediğimiz yeri gördü. Türkler katledilirken kılı<br />

kıpırdamayan devlet ve yalakaları sayesinde<br />

binlerce soydaşımız hayatını feci şekilde kaybetti.<br />

Soykırım hangi millete, hangi dine, hangi<br />

ırka yapılırsa yapılsın, hiçbir insan oğlunun hak<br />

ettiği bir ölüm değildir. Milyonlarca insan soykırım<br />

sebebiyle ailesini kendini ve memleketini<br />

kaybetmiştir. Ölüm onlar için en iyi yol olmuştur,<br />

çünkü sakat kalanlar, akli dengesi bozulanlar<br />

ve gözleri önünde eşlerine, annelerine tecavüz<br />

edilip öldürülenler için yaşamak sadece<br />

anlamda kalıp biyolojik alışverişi sürdürmekti.<br />

Filistin’deki, Myanmar’daki müslümanlar için<br />

ayağa kalkan aktivistler, gazeteciler, sivil toplum<br />

örgütleri ve kitleler, Urumçi’deki Türkler için<br />

neden kıllarını kıpırdatmadılar. Türk soyunun<br />

yok olması için mi, yoksa oradaki çoğu türkün<br />

hala gök tanrı inancına sahip olduğu için mi?<br />

Madem müslümanlar sadece sizin için önemli,<br />

o zaman neden Darfur’daki siyahi müslümanlar<br />

için dünyayı ayağa kaldıramadınız. Filistin için<br />

yaptığınız şovları neden onlar için yapmadınız?<br />

Hesabını ben sormayacağım ama tarih soracaktır.<br />

Esen kalın.<br />

Emrah Sarı<br />

sariemrah.blogspot.com


112 113


Fransa’nın Kayak Merkezleri<br />

Fransa’nın dağlarını<br />

üç ana kategoride ele<br />

almak gerekir.Kuzey<br />

Alpler, Güney Alpler<br />

ve Pireneler.Bu üç<br />

gruptan en çok kayak merkezi<br />

barındıran ve turist ağırlayan,<br />

Kuzey Alp Bölgesidir.<br />

Kuzey Alp Bölgesi, sayısız kayak<br />

ve dağ sporları merkezini<br />

barındırmaktadır.En tanınmış<br />

ve gelişmiş bölgeler;3 Vallées,<br />

Espace Killy, Mont Blanc, Paradiski,<br />

Portes du Soleil’dir. Bu<br />

kayak bölgeleri de belli başlı<br />

kasabaları ile kayak tutkunlarının<br />

gözdesi konumundadır.3<br />

Vallées’de, Courchevel,<br />

Les Meunieres, Meribel, Val<br />

T’horens dikkat çeken merkezlerdir.<br />

Courchevel<br />

Courchevel,Kuzey Alpler’in<br />

tam ortasında yer almaktadır.<br />

Courchevel Kayak Merkezi<br />

600 km.lik dünyanın en uzun<br />

ve en geniş pistlerine sahiptir.<br />

1550, 1650 ve özellikle 1850<br />

metrede bulunan Courchevel,<br />

sosyetenin tercih ettiği merkezlerdendir.<br />

Courchevel, çocuklu aileler<br />

içinde en ideal bölgelerden birtanesidir.<br />

Hem güvenlik açısından<br />

hemde her zaman karın<br />

bulunabilirliğinden dolayı Courchevel,<br />

Kayak ile ilgilenenlerin<br />

dikkatini çekmektedir.<br />

Courchevel’e Cenevre’den 2.5<br />

saatlik bir yolculukla ulaşılır.<br />

Mont Blanc bölgesindeki dört<br />

önemli kayak bölgesi, Les Houches,<br />

Argentiere, Chamonix<br />

veVallorcine arasından Chamonix,<br />

dünyanın en tanınmış<br />

kayak merkezlerinden biridir.<br />

Chamonix<br />

Dünyanın ilk kış olimpiyatlarının<br />

1924 yılında gerçekleştirildiği<br />

Chamonix, Avrupa’nın en<br />

ünlü ve en elit kayak merkezlerinden<br />

biridir. Mont – Blanc<br />

bölgesinin merkezi olan Chamonix,<br />

Fransa – İsviçre sınırında,<br />

Cenevre Havalimanı’na 85<br />

km’lik mesafede yer alır.<br />

Chamonix, Avrupa’nın en yüksek<br />

tepesi olan Mont – Blanc’in<br />

(4.810 m) hemen eteğinde,<br />

İsviçre’ye 15 km, İtalya’ya<br />

Mont – Blanc tüneli ile 20 dakikalık<br />

konumda olması, geniş<br />

kayak pistleri, off pistleri, müzeleri<br />

ile herkes için ideal güzellikler<br />

sunar.<br />

Turistlerle ve özellikle kış aylarında<br />

sunduğu kayak aktiviteleri<br />

sayesinde hareketlenen<br />

bu kasaba, ‘extreme’ ve ‘hardcore’<br />

meraklılarına da hitap<br />

etmektedir. Off-pist track’ları<br />

açısından bu bölge, adrenalin<br />

seviyesini daha çok arttırmak<br />

isteyen profesyonel kayakçı<br />

ve boardcular için dünyanın en<br />

gözde mekanlarındandır. Tüm<br />

Fransız dağ rehberleri, eğitimlerini<br />

buradaki okullarda alır.<br />

Espace Killy Bölgesinin kayak<br />

merkezlerinden Vald’İsère,<br />

dünya sosyetesinin bir numaralı<br />

tercihini oluşturur ve kışın<br />

olduğu kadar, yazın da (çim)<br />

kayakseverlerin gözdesidir.<br />

Val D’İsere<br />

114 115<br />

Savoie’nın en doğusundaki<br />

Val D’Isère’in tarihi çok eskilere<br />

dayanır. 60 yıldır ise, dünyaca<br />

tanınmış bir kayak merkezi<br />

konumundadır. Bugüne kadar<br />

birçok dünya şampiyonasına<br />

ev sahipliği de yapmıştır.<br />

Gencinden yaşlısına herkesin<br />

kendisine uygun bir eğlence<br />

veya etkinlik bulabildiği merkez,<br />

Fransızların da tercih ettikleri<br />

yerlerin başında gelir.<br />

Val d’Isère tarihiyle, dağ restoranlarıyla,<br />

uzun pistleriyle, tüm<br />

yaz boyu da süren etkinlikleriyle<br />

dünyanın en tanınmış kayak<br />

merkezleri arasında yer alır.<br />

Val D’isere’nin avantajları,<br />

Tignes ile bağlantısı olan ve<br />

tüm standartlara uyan geniş bir<br />

bölgede bulunması, dünyadaki<br />

en iyi piste-off slope’lardan birinin<br />

burada olması ve kayak<br />

okulların sayısının çokluğudur.<br />

Paradiski Bölgesi de, Les Arc ,<br />

Plagne ve Peisy Vallandry adı<br />

altındaki yerleşmeler genelinde,<br />

çeşitli yüksekliklerde kayak<br />

pistlerine sahiptir.<br />

Behiye Işın<br />

www.cocuklageziyorum.com


116<br />

İnsan, hayatı boyunca<br />

birbirinden<br />

farklı olumlu-olumsuz<br />

bir çok şey yaşamaktadır.Kendimizi<br />

bazen yerde<br />

bazen gökte bazen de<br />

hayatın tam ortasında<br />

hissederiz. Hayatımıza<br />

eşlik edenler mi dersiniz?<br />

Müdahale edenler<br />

mi dersiniz? Neler neler.<br />

Her şey çok kolay ya da çok<br />

zor değildir fakat yürüdüğümüz<br />

yolda geldiğimiz yere kadar<br />

yaşadıklarımıza bakarsanız aslında<br />

hiç bir şey öylesine de değildir.<br />

Hepsinin kendine göre bir anlamı,<br />

kendine göre bir değeri vardır. Mutluluk,<br />

mutsuzluk, umut, umutsuzluk,<br />

heyecan, durgunluk, sıradanlık, olağanüstülük,<br />

beklenti derken her şey<br />

ama her şey o geldiğimiz yolda ve<br />

gideceğimiz yolda saklıdır. Bu yolu<br />

giderken bize eşlik edenler vardır.<br />

Bazen bu kişilerin kimler olduğuna<br />

biz karar veririz bazen ise seçilmiş<br />

117<br />

HAYALLER<br />

bloglifetr<br />

olarak hayatımızda yer alanlar vardır.<br />

Ben şu ana kadar geldiğim bu yolda<br />

bir çok şey öğrendim ama öğrendiklerimden<br />

en önemli olanlardan bir<br />

tanesi: Hayallerinizi gerçekleştiren<br />

insanlara hayatınız boyunca sahip<br />

çıkın. Üstelik onlar bir tane değiller,<br />

birden fazlalar! Şöyle düşünün, elinizi<br />

bir masanın üzerine koyuyorsunuz<br />

ve zamanla elinizin üzerine bir çok<br />

el ekleniyor. Hepsi birer siz ama hiç<br />

biri size benzemiyor ve her zaman<br />

birliktesiniz. İşte onlar hem özel, hem<br />

seçtiğimiz, hem seçilmiş, hem değerli<br />

hem de nadir insanlardan biridirler.<br />

Bir başka önemli şey ise bu insanlar<br />

hayatınızda ise çok şanslısınız<br />

demektir. Şansınızın tadını çıkarın.<br />

Eğer yok iseler, onları bulmak için bu<br />

maceraya hazır olun; emin olun bulduğunuzda<br />

yaşadığınız bu macerayla<br />

huzur bulacaksınız.<br />

Hayallerinizi gerçekleştiren insanlarla<br />

karşılaşmanız dileğiyle. Keyifli Okumalar<br />

:)<br />

Elif DURUK<br />

psikolokum.blogspot.com


118<br />

Yabancı<br />

119<br />

KÜNYE<br />

bloglifetr<br />

Orijinal Adı : L’Etranger<br />

Yazar : Albert Camus<br />

Orijinal Dili : Fransızca<br />

Çevirmen : Samih Tiryakioğlu<br />

Yayınevi : Can Yayınları<br />

“ Fakat herkes<br />

bilir ki hayat,<br />

yaşanmak<br />

zahmetine<br />

değmeyendir. ”<br />

1942<br />

yılında yayımlanmış ve hepi<br />

topu 110 sayfalık muhteviyatına<br />

rağmen okuyucu karşısına<br />

çıktığı günden bu yana<br />

hakkında onlarca sayfa yazı<br />

yazdırıp binlerce eleştiriye<br />

maruz kalmış, 20. yüzyılın en<br />

önemli eserlerinden biri, Yabancı…<br />

Haliyle anlatması da<br />

özetlenmesi de oldukça güç<br />

bir kitap.


Baştan söyleyeyim,<br />

bu defa -diğer yazılardan<br />

farklı olarak-<br />

kitabın hem gelişme<br />

kısmına hem de<br />

sonuna dair bilgi içerecek bu<br />

yazı, çünkü aksi durumda bu<br />

kitap için söylenecek her şey<br />

yarım, eksik ve ağırlığına yakışmayacak<br />

derecede yüzeysel<br />

kalacaktır. Böyle olmasına<br />

da benim içim el vermez, o<br />

yüzden henüz kitabı okumayan<br />

ve sonu hakkında bilgi<br />

sahibi olmak istemeyen varsa<br />

kendilerine şu noktadan sonra<br />

okumayı bırakmalarını salık<br />

veririm.<br />

-Gerçi Can Yayınları kapağın<br />

arkasındaki tanıtım yazısında<br />

kitaba dair spoiler’ın alasını<br />

veriyor ama olsun gene de,<br />

ben uyarımı yapayım.-<br />

Yabancı, 1957 Nobel Edebiyat<br />

Ödülü sahibi Cezayirli yazar<br />

Albert Camus’nün en bilinen<br />

eserlerinden biri. Temelde<br />

eser, adından da anlaşılabileceği<br />

gibi, toplumun kabul ettiği<br />

doğrulara ve yaşamaya mecbur<br />

bıraktığı hayata uymayı<br />

reddeden güçlü bir karakterin,<br />

1 yıl gibi kısa bir süre içinde<br />

başından geçen -ve sonu inanılması<br />

oldukça güç bir noktaya<br />

varan- olaylar silsilesini<br />

ele alıyor ve bunlar üzerinden<br />

hem toplumsal hem de felsefik<br />

çıkarımlar yapıyor.<br />

Kitabın konusuna kısaca değinmek<br />

gerekirse, ana karakterimiz<br />

Cezayirli “Yabancı”<br />

Mösyö Meursault, hayattaki<br />

hiçbir konuda herhangi bir hırs<br />

sahibi olmayan, dahası yaşamın<br />

içerisindeki neredeyse<br />

her şeyi anlamsız ve uğraşmaya<br />

değmeyecek derecede<br />

boş gören, boşvermiş, “fark etmezci”<br />

bir karakter. Ve dahi bu<br />

boşvermişlik içerisinde kiminle<br />

evleneceğini umursamamaktan<br />

tutun da normal bir insanın<br />

kabul etmeyeceği şeyleri sorgusuz<br />

sualsiz yapmaya kadar<br />

varan uç davranışlar sergileyen,<br />

kısacası her konuda topluma<br />

oldukça “yabancı” bir porte<br />

aslında. Hikaye ilerledikçe,<br />

kahramanımız bu fark etmezci<br />

yapısıyla hiç tahmin edilmeyecek<br />

–ve dahi sebebi “normal”<br />

insanlar tarafından bir türlü temellendirilemeyecek-<br />

bir cinayete<br />

karışıyor, ve bu noktadan<br />

sonra romanda ciddi bir kırılma<br />

gerçekleşiyor.<br />

O zaman, hareketsiz<br />

vücuda dört el ateş<br />

ettim, kurşunlar birbiri<br />

peşi sıra bu vücuda<br />

gömüldü. Felaketin<br />

kapısına vurduğum<br />

dört sert darbeydi<br />

sanki bunlar.– syf. 58<br />

120<br />

Aslını isterseniz kitabın yabancılaşmaya<br />

verdiği asıl vurgu<br />

cinayetten önce, yani kitabın<br />

ilk kısmında, “daha yoğun” bir<br />

şekilde ele alınıyor. “Bugün<br />

annem öldü. Belki de dün,<br />

bilmiyorum” diye başlayan kitapta,<br />

bütün bir pazar gününü<br />

pencerenin karşısına attığı iskemlede<br />

oturup sokaktan geçip<br />

giden insanları izleyerek ve<br />

tahmin edilebileceği gibi “diğerleri”<br />

hakkında inanılmaz bir<br />

gözlem yaparak geçiren Mösyö<br />

Meursault, annesinin ölümüne<br />

verdiği bu deterministik<br />

tepkilerle aslında daha ilk sayfadan<br />

yabancılığını okuyucuya<br />

hissettiriyor. İlk kısımda yer<br />

alan, kadın satıcısı olduğunu<br />

herkesin bildiği bir adamla hiç<br />

düşünmeden arkadaşlık yapmaya<br />

başlaması, onun metre-<br />

sini dövmesine karşı gösterdiği<br />

kayıtsızlık ya da köpeğine<br />

işkence eden komşusuna dair<br />

herhangi bir şey hissetmemesi<br />

gibi öğeler bu vurdumduymazlığın<br />

en güzel örnekleri. Bu<br />

kısım bana okurken hep Yusuf<br />

Atılgan’ın unutulmaz eseri<br />

Aylak Adam’ı çağrıştırdı desem<br />

yalan olmaz; öyle ki Aylak<br />

Adam’ın o meşhur “sinemadan<br />

çıkmış insan” tanımlamasının<br />

neredeyse aynısını Camus de<br />

yapıyor:<br />

Hemen aynı<br />

anda mahallenin<br />

sinemaları sokağa<br />

bir seyirci kalabalığı<br />

boşaltıverdi. Seyirciler<br />

arasında delikanlılar<br />

her zamankinden<br />

daha bıçkın tavırlar<br />

sergiliyorlardı, bir macera<br />

filmi seyrettiklerini<br />

anladım.– syf. 28<br />

Yalnız, bu noktada şu yanlış<br />

anlaşılmayı önlemek lazım:<br />

Mösyö Meursault Aylak Adam<br />

C’nin anarşizm damarı alınmış<br />

hali gibi. Evet, ikisi de topluma<br />

yabancılaşmış karakterler ama<br />

Bay C. bu durumu topluma<br />

başkaldırı ve kısmi anarşizm<br />

ile dışa vururken, Yabancı<br />

Mösyö Meursault işin içinden<br />

boşvermişçi tavrıyla sıyrılıyor.<br />

Kitap boyunca Aylak Adam’ın<br />

aksine otoriteye bir karşı çıkış<br />

ya da isyan hali göremiyorsunuz;<br />

Yabancı, Aylak Adam’a<br />

göre çok daha naif, çok daha<br />

umursamaz… Ama onun gibi<br />

“yabanın biri”.<br />

Gelelim, kitabın cinayetten<br />

sonra Yabancı’nın yargılanışını<br />

ve sonunda idama mahkum<br />

edilişini anlatan ikinci kısmına.<br />

İlk kısımda anlatılan bireyin yaşadığı<br />

toplumsal buhranların<br />

yanı sıra bu bölümde Yabancı<br />

için sanki hayattaki tek önemli<br />

şey olan “ölüm” kavramının<br />

daha ağır bastığını gözlemliyoruz.<br />

Cinayet suçundan hapishaneye<br />

girince dahi bu duruma<br />

güçlü tepkiler vermeyen<br />

ve kolayca bu yeni duruma<br />

“alışan” Meursault, ancak idama<br />

mahkum edildiğini öğrenince<br />

ilk kez ciddi bir tepki veriyor.<br />

Bu iki kısmı bir arada düşününce<br />

aslında açıkça şunu<br />

görüyorsunuz; ilk kısımdaki<br />

annesinin ölümü Yabancı üzerinde<br />

neredeyse hiçbir tesirde<br />

bulunmazken, ikinci kısımdaki<br />

kendi ölümü fikri Mösyö<br />

Meursault’u o boşvermişçi yapısından<br />

çıkarabiliyor. Yani,<br />

yazarın vurgulamaya çalıştığı<br />

şey; yaşamın içinde ne olduğu<br />

veya ne yaşandığı değil, yaşamın<br />

kendisinin önemli olduğu.<br />

Ki zaten bu yüzden Albert<br />

Camus 20. yüzyılın en önemli<br />

varoluşçu yazarlarından biri<br />

olarak görülüyor.<br />

Burayı daha iyi anlamak için<br />

belki de kendisi de bir filozof<br />

olan Albert Camus’nün hayatı<br />

algılayış tarzına bakmak gerekiyor.<br />

Yazara göre “bu hayatta<br />

ya varsınız ya da yoksunuzdur,<br />

yaşamın kendisi absürttür<br />

ve içinde anlam aramak saçmadır<br />

ama bunla baş etmenin<br />

tek yolu yaşıyor olma halinin<br />

devam edişidir”. Yazar, kitap-<br />

121<br />

bloglifetr<br />

ta okuyucuya bu fikri vermeye<br />

çalışırken ise araç olarak, haliyle,<br />

sık sık ölüm temasını kullanıyor<br />

ve bu yüzden kitabı bir<br />

insanın hayatta başına gelebilecek<br />

en can yakıcı olaylardan<br />

“annenin ölümü” ile başlatıp<br />

karakterin “kendi ölümü” ile bitiriyor.<br />

Ve gene aynı sebepten,<br />

Yabancı annesinin ölümünden<br />

tutun da kimlerle arkadaş olduğuna<br />

kadar hayattaki hiçbir<br />

şeye önem vermeyip ilgi göstermeyen<br />

bir adamken idam<br />

kararını duyduktan sonra yaşıyor<br />

olmaya devam etmek için<br />

çırpınıyor.<br />

Asıl önemli olan<br />

bir kaçma imkanı,<br />

değişmez ve şaşmaz<br />

bir gidişatın dışına<br />

atlayış, umudun<br />

bütün şanslarını<br />

taşıyan delice<br />

bir koşuştu.– syf. 99<br />

Bu kısımda, ilk kısmın aksine,<br />

giyotinle idama mahkum olmuş<br />

bu “sefil” karakteri okurken Aylak<br />

Adam’dan çok aklım Victor<br />

Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun<br />

Son Günü eserine gitmedi<br />

değil. Bilemiyorum konuların<br />

inanılmaz benzer olmasından<br />

mı ama varoluşçu buhranlar,<br />

hapishanede geçen gergin<br />

saatler derken bir an Victor<br />

Hugo’yu hatırladım. Bu açıdan<br />

bakınca denilebilir ki; Mösyö<br />

Meursault, Aylak Adam’la başlayıp,<br />

kitabın sonlarına doğru<br />

Hugo’nun isimsiz idam mahkumuna<br />

doğru evrilen ara bir<br />

karakter aslında.


loglifetr bloglifetr<br />

Ek olarak, kitabın dili de üzerinde<br />

durulmaya değer noktalardan<br />

bir tanesi. Anlatım, çoğunluğu<br />

5-6 kelimelik, “bugün<br />

buraya gittim”, “bana bunu<br />

dedi”, “sonra kalktık sinemaya<br />

gittik” gibi tek satırlık cümlelerden<br />

ibaret. Dolayısıyla Yabancı,<br />

okunması kolay bir kitap.<br />

Bana kalırsa bu anlatım tarzı<br />

Mösyö Meursault gibi bir ana<br />

karakterin ağzından anlatılan<br />

bir roman için biçilmiş kaftan;<br />

çünkü okudukça “Sıcak güneş<br />

yüzümü yakarken, alnımdan<br />

akan ter damlalarının gözyaşlarıma<br />

karıştığını fark ettiğim o<br />

an…” gibi bir cümlenin Yabancı<br />

gibi pek çok şeyi boşvermiş<br />

bir adam için fazla süslü olacağını<br />

fark ediyorsunuz. Camus<br />

gerçekten olay örgüsünden<br />

anlatımına kadar her şeyiyle<br />

çok ince ince düşünülmüş bir<br />

kitap çıkarmış ortaya.<br />

Yazı çok uzuyor farkındayım<br />

ama söylemeden geçemeye-<br />

ceğim birkaç şey daha var;<br />

mesela ana karakterimizin cinayeti<br />

işleyiş sebebi olarak<br />

güneşi göstermesi, ve dahi kitap<br />

boyunca havanın devamlı<br />

aşırı güneşli, bunaltıcı bir yapıda<br />

olmasına tekrar tekrar<br />

vurgu yapması gibi… Camus,<br />

güneşi muhtemelen aydınlıkla<br />

simgeleyip; karanlık-aydınlık<br />

kavramına dikkat çekmek istiyor,<br />

ve bunu gayet iyi başarıyor.<br />

Keza dava esnasında jürinin<br />

Yabancı’ya inanmaması<br />

için de cinayet namına ortaya<br />

sürülen ve “bizlere” absürt gelen<br />

bir sebebin olması lazım.<br />

Bu açıdan gene güneş, iyi<br />

kullanılmış bir argüman. Ek<br />

olarak, kitabın sonlarında yer<br />

alan dava sahnesi gerçekten<br />

çok başarılı. Savcının -aslında<br />

Meursault’a göre hiçbir anlamı<br />

olmayan- birbirinden tamamen<br />

farklı olayları “normal” insanlara<br />

göre yorumlayıp cinayete<br />

giden yolun çakıl taşları gibi bir<br />

sıraya dizmesi ve Yabancı’yı<br />

bir cani gibi görüp idamını istemesi…<br />

toplumun Yabancı’yı<br />

nasıl “anlamadığına” dair çok<br />

simgesel bir anlatım. Tabii bir<br />

de bu kadar farklı olayları böyle<br />

bir mantıksal sıraya dizebilmesi<br />

Camus’nün dehasının<br />

kanıtı.<br />

Yani, bu davanın<br />

benim dışımda<br />

görülür gibi bir hali<br />

vardı. Her şey ben<br />

karıştırılmaksızın olup<br />

bitiyordu. Kaderim,<br />

bana fikir sorulmadan<br />

belirleniyordu. – syf. 90<br />

Son bir şey; kitabın başlarında<br />

huzurevinin kapı görevlisinin<br />

diğer sakinlere göre çok<br />

basit bir görevi de olsa onlardan<br />

kendini üstün görmesi de<br />

yabana atılmayacak bir ayrıntı<br />

idi. 2-3 cümleyle de olsa “diğerlerine”<br />

göre toplumdaki en<br />

ufak bir kademe artışının insan<br />

psikolojisi üzerindeki yansımalarına<br />

da değinmeden geçememiş<br />

Camus.<br />

Artık kurguyu bir yana bırakıp<br />

kitabın yapısal özelliklerden<br />

devam edersek, çeviri açısından,<br />

Fransızca bilmediğimden,<br />

çok bir şey söyleyemeyeceğim.<br />

Ama kitapta birkaç yerde<br />

kelime hatası gördüğümü de<br />

belirtmeden geçemeyeceğim.<br />

Bu kitap için pek çok farklı kapak<br />

tasarımı var -39. basıma<br />

ulaştığından!-, bendeki hali<br />

yukarıda resmini gördünüz<br />

edisyonu idi ve diğer herkese<br />

bakan tek bir göz bence güzel<br />

düşünülmüş bir tasarımdı.<br />

122 123<br />

Son olarak, Fransız edebiyatının<br />

önemli temsilcilerinden Nobelli yazar<br />

Albert Camus’ya kısaca bakacak<br />

olursak, kendisi -kahramanımız gibi-<br />

Cezayir’de doğmuş ve 25 yaşına<br />

kadar orada kalmış bir filozof aslında.<br />

Ardından Paris’e gitmiş ve kitap<br />

çıkarmadan önce çeşitli dergilerde<br />

editör olarak görev almış, bir yandan<br />

da Cezayir Üniversitesindeki Felsefe<br />

eğitimine devam etmiş. Maalesef<br />

1960 yılında, 47 yaşındayken bir trafik<br />

kazasında hayatını kaybetmiş.<br />

Aslında bu kitap hakkında daha<br />

söylenebilecek çok şey var ama bir<br />

yerde kesmek lazım sanırım; o yüzden<br />

özetle, Yabancı, 20. yüzyılın en<br />

önemli eserlerinden biri olarak anılmanın<br />

hakkını veren, ne söylense-ne<br />

kadar anlatılsa da anlatmaya yetmeyecek<br />

bir roman. Bana kalırsa siz iyisi<br />

mi alın okuyun, Camus’nün dehasıyla<br />

kendiniz tanışın.<br />

Özge Akın<br />

atalante86.blogspot.com


YAĞMUR<br />

O<br />

an hissetiği şey<br />

düşüştü. Engellenemez<br />

ve durdurulamaz<br />

bir<br />

düşüş. Bulutların<br />

ardında mı var edildi yoksa,<br />

bilinen bir fizik kuralına uygun<br />

bulutların içinde mi varoldu,<br />

bilmiyordu. Gördüğü şey,<br />

benzer varlıklarla birarada bir<br />

yolculukluktu. Bir görevi olduğunu<br />

hatırladı. Yeşeren her bir<br />

varlığı canlandırmak ve haliyle<br />

Dünya’ya hayat bahşetmek.<br />

Hızlanmak istedi, bir an önce<br />

varmak ve görevini yapmak<br />

istiyordu. Kimbilir hangi canlının<br />

hücrelerine karışıp hayat<br />

verecekti ve yeni bir hayat bulacaktı,<br />

merak ediyordu. Fakat<br />

düşüş, yeteri hızda ve ağır aksaktı.<br />

Sonra farketti, kendini indiren<br />

bir varlık vardı yanında.<br />

Halbuki söylemişti yaradan;<br />

“her bir yağmur damlasını meleklerim<br />

indirir” diye, haberdar<br />

etmişti yarattıklarını...<br />

124 125<br />

Kendini bu emin ellere bıraktı,<br />

görev heyecanı ve merakı<br />

ile aşağı doğru süzülüyordu.<br />

Önce büyük tarlalar ve ağaçlık<br />

alanlar göründü. Sonra bloklar<br />

halinde binalar ve şehir. Yaklaştıkça<br />

anladığı şey, betonarme<br />

bir uygarlığa çakılacağıydı.<br />

Biraz mutsuzdu ama hala<br />

bir umut vardı. Belki bir saksı<br />

çiçeği veya kısa bir park ağacına<br />

ulaşabilirdi. Süzülmeye<br />

devam etti.<br />

Yolculuk biterken pek bir şey<br />

anlamadı. Zira sert bir iniş olmamıştı.<br />

Biraz daha dikkat ettiğinde,<br />

bir adamın omuzlarında<br />

olduğunu gördü.<br />

Mutsuz muydu? O ki her bahar<br />

daha genç ve her bir mevsim<br />

yepyeni bir yaşanmışlığa<br />

adım atan, koca bir döngünün<br />

parçasıydı.<br />

Fakat bilmediği, hiç anlaya-<br />

mayacağı bir işe yaradı. Çünkü<br />

yaşamının son bulduğu<br />

omuzlar bir şaire aitti ve yağmur<br />

damlası, bu şaire ilhamı<br />

vermişti.<br />

Orada olan şey bir yeni varoluş<br />

ve sonsuzluktu. Şairin dudaklarından<br />

şu cümleler döküldü;<br />

Bilmezdi,<br />

Havada süzülürken olacakları.<br />

Her zaman üzmüştür beni,<br />

Üzerime düşen,<br />

Yağmur damlalarının,<br />

Şanssızlığı...<br />

Dürüstlüğümden etkilenen<br />

ama özniteliklerimizin benzeşemediği<br />

ve bu nedenle beni<br />

seven ama benden tat alamayan<br />

ve alamayacak dostlara<br />

ithaf olsun. :)<br />

Anıl ÖZER<br />

ozeranil.blogspot.com


126<br />

Bir An<br />

“Neden kişiliğimizi etrafımıza<br />

yansıtmayı tam olarak beceremeyiz?<br />

Cevabı zor biraz da, dürüst<br />

olmak gerekirse yansıtmak<br />

istemediğimizden hepsi.Tam<br />

tanıyıp tanımadığından emin<br />

olmadığın için gerçek düşünceleri<br />

paylaşmaya çekiniriz. Değil<br />

diyeceksin büyük ihtimal ya da<br />

kesik kesik gülecek umursamayacaksın<br />

büyük ihtimal, hatta<br />

elindeki kalemi bile bırakmayacaksın<br />

bu dediklerimi duyarken.<br />

Belki de dinlemiyorsundur.<br />

Çok zor bir durumda olduğunu<br />

farketmemek için aptal olmak<br />

gerekir. Boş gözlerle bakıyor,<br />

ağlamaklı melodiler dinliyorsun;<br />

hatta bazen kendine iyilik yapıp<br />

kendin olmak istediğin bir anı<br />

başkasına vicdan yaptıracağın<br />

anlara saklıyorsun. Çünkü<br />

kimse seni ciddiye almıyor ya,<br />

en ciddi olduğun anı da böyle<br />

maskeleyip gerçek sen ile yüzleşmenin<br />

tadını çıkarıyorsun.<br />

Yoruluyorsun be çocuk, sorun<br />

o değil de yorulmak için çok<br />

çaba sarfediyorsun bak bir işe<br />

de yaramıyor. Ya da benim teorim<br />

çürümeye mahkum,ne dinliyorsun?”<br />

“Ne dinliyorsun?” dediğinde<br />

kulağımdaki kulaklıklardan birini<br />

çıkarmıştım. Ne dediğini<br />

dinlemedim ama son dediğini<br />

duyduğumu belli etmek istedim<br />

sorusunu cevapladım. Seksendört.<br />

Bir şeyler mırıldandı,tam<br />

anlamadım. Ne olduğunu sordum<br />

bir daha; yine anlamadım,<br />

bu sefer üstelemek istemedim.<br />

Defteri önünde karşıya bakıyordu.<br />

“Moralin bozuk” dedi.<br />

Demek moralimin bozuk olduğunu<br />

belli edecek kadar terk<br />

etmişim kişiliğimi. Kafamı kaldırdım<br />

telefonla ilgilendiğimden<br />

midir nedir dürüst olmamak<br />

için kafamı toparlayamadım.<br />

Cevapladım: “Rol yapmaktan<br />

sıkılıyorum,bazen de yorulduğumdan<br />

rol yapamıyorum.”<br />

Bana acıdığını sezdim. Rahatsız<br />

oldum. Zaten rahat olmama<br />

gerek yoktu da rahatsız olmamın<br />

sebebini de bulamadım.<br />

Belki de temiz havada ciğerime<br />

ağır duman çekmeye ihtiyacım<br />

vardı. Ne biliyordu da acımaya<br />

kalkıyordu ki bana? Kim di<br />

o? Dünün acınası halde gelip<br />

sohbet edemeyen kişisi, bugün<br />

bana acımaya kalkıyordu. Sinirlendim.<br />

Umursamaz bir tavır<br />

yaptım. “Ben sahile gidiyorum”<br />

deyip ayağa kalktım. Tepkisini<br />

beklemedim.<br />

******************<br />

Duymadığını bildiğim için rahat<br />

rahat hakkında konuşabilmenin<br />

rahatlığı gibisi yok. Kulaklığını<br />

çıkardığında ne dinlediğini<br />

sordum. Umursamaz bir bakış<br />

attı cevap verdi. “seksendört.”<br />

Soruyu merak ettiğimden değil<br />

de dikkatimi dağıtması için<br />

sormuştum. Çünkü yüz hatlarındaki<br />

yorgunluk beni daha<br />

çok yoruyordu. Her bir hücresi<br />

yorgunluğundan dem vuruyordu.<br />

En çok da mimikleri. Kendini<br />

sakladığı koca gülümsemeli<br />

yüzü artık yalan söylemek istemediğini<br />

bağırıyordu. Her ifadesi<br />

sahte, her an yalancıydı da<br />

bu sefer, kırıldığını söylerken<br />

çok ciddi olduğunu seziyordum.<br />

“Moralin Bozuk” deyince bana<br />

baktı. Yine sahte bir umursa-<br />

127<br />

bloglifetr<br />

mazlık tavrı daha... Rahatsız<br />

olduğunu çok belli etti. Gerçek<br />

duygularını yansıttığı için mi<br />

yoksa dile getirenin ben olduğum<br />

için mi bunu bilmiyorum.<br />

Boğazını temizledi ve “Rol<br />

yapmaktan sıkılıyorum, bazen<br />

de yorulduğumdan rol yapamıyorum”<br />

dedi. Derin bir nefes<br />

aldım. Yardım etmek istedim.<br />

Hemen düşün çabuk bir şaka<br />

düşün bir güzellik düşün diye<br />

kendimi zorladım ama ne zaman<br />

kendimden birşey yapmamı<br />

istesem yapmamak için<br />

elinden geleni ardına koymaz<br />

bilinç altım. Bir şey söylesem,<br />

moralinin bozuk olduğunu unutsa...<br />

Ya da bir şey söylesem de<br />

defterimin arkasına attığı imzayı<br />

tesadüfen gördüğüm ailemle<br />

kavga ettiğim akşam mutlu<br />

hissedip yalnız olmadığımı düşündüğümde<br />

hissettiklerimi hissettirsem,<br />

o borcu ödesem... O<br />

gülümseme onun suratına da<br />

yayılsa. Ama en gerçek olanından.<br />

Ayağa kalktı; ben sahile gidiyorum,<br />

dedi.<br />

Kalmak için daha iyi bir sebep<br />

söyleyemeyeceğimi bildiğimden<br />

sessiz kaldım. Problemi<br />

için bir çözümüm yoktu. Belki<br />

de güvenini kırdığımdan o cesareti<br />

kendimde bulamadım.<br />

Bana gidişini izlemek kaldı. Ha<br />

bir de onun yerine topluma sahte<br />

gülücük atmak.<br />

Bu gülücük sana gelsin çocuk,<br />

dedim en kocamanından en<br />

sahtesinden attığım gülücük<br />

boşlukta yankılandı...<br />

Aygül Kartal<br />

pisceszoya.blogspot.com


Taze menekşe kokularının arasından geçerken<br />

kötü düşünebilir misin?<br />

Yüzüne koca bir tatlı görüntü sunarsın.<br />

Kanalizasyonun yanından geçerken güzel düşünebilir<br />

misin?<br />

Tüm yüz kaslarını çirkin bir anın belirtisi olarak<br />

zorlarsın.<br />

Geçilecek bir yer varsa o an için sadece durmak<br />

istersin.<br />

Yaşama bakış açın misk kokusunu örten kokarca<br />

kokusu da olabilir ya da tam tersi,<br />

Tek bir gerçek var ki neyi hissedeceksen kendi<br />

içinde hissedeceksindir.<br />

Gerçeği görmek için yukarı bakmak gerekir,<br />

hissetmek içinde tam karşıya,<br />

Güzel bir günün ardından hissedilen duygular<br />

günlüğe büyük bir hazla yazılır,<br />

diğeriyse büyük bir isteksizlikle.<br />

Yaşamdan ne zaman ve ne oranda zevk alacağımız,<br />

AŞK HERYERDE<br />

şu anda benim bu sandalyeden kalkmamla ölçülebilir.<br />

Yerimde durursam sadece, bilgisayarın ışığı<br />

gözümü bozabilir.<br />

Günlük yaşamın ilelebet sürecek tembosunda,<br />

kondisyonlu olmak lazım.<br />

İnsan ilişkileri, devlet bakanlarının gayri resmi<br />

geçitleri gibi olmamalı aslında,<br />

her şeye anlam yüklemek, aşkın değerini yüceltebilir.<br />

Hissetmek aşktı, aşk ise hissetmekle başlar.<br />

İnsan hikayesini bir kaç türlü anlatır,<br />

garip duygular içinde kaybolur bazen,<br />

ama hep; aşk, mutluluk, hissetmek, sevgi gibi<br />

kavramları hatırlamaya çalışır.<br />

Doğuştan gelen histeri doğasını iyi şeyleri hissetme<br />

kullanabilir.<br />

Sevgi ve his sözcüklerinden küçük bir kulübe<br />

yapar kendine,<br />

baş köşesinde aşkı bekler.<br />

Murat Şentürk<br />

128 129<br />

Ay Işığı<br />

Gecenin en dibinde,<br />

Işık yoldaşını terk eder mi?<br />

Ümitsiz bir düşüş,<br />

Umudu öldürmez.<br />

Çözüm bulunur.<br />

Uygularsın,<br />

Uygulamazsın.<br />

Yine Ay ışığındasın.<br />

Burcu İlki<br />

calanthe-valerie.tumblr.com


BAZEN<br />

DEĞİŞİM<br />

GEREKİR<br />

BAZEN DE<br />

KENDİN<br />

OLMAK<br />

130 131


132 133


134

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!