01.03.2013 Views

mart2013

mart2013

mart2013

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

loglifetr bloglifetr<br />

Beats Audio’ya sahip<br />

ilk Windows imzalı telefon<br />

| HTC’ye özel amfisi ile<br />

inanılmaz ses deneyimi<br />

| Standart lenslerin iki katı daha fazla alanı bir kareye<br />

sığdıran geniş açılı lense sahip ön kamera<br />

| Gerçek zamanlı güncellemeler kişiselleştirilmiş<br />

Canlı Kutucuklar ile mükemmel ekranda<br />

2 3


4 5


6 7


8 9


Gökkuşağı<br />

Sabah mahmurluğunu<br />

henüz<br />

üzerimden atamamışkenkahvaltı<br />

yapmaya<br />

başlamıştım bile.<br />

Kızarmış ekmek, biraz tereyağı,<br />

Ayvalık’ın yeşil zeytini ve<br />

cam kupada bir bardak çay.<br />

Benim için kahvaltıyı şölen<br />

haline getirmenin yolları da<br />

çayımı yudumlarken cep telefonumdan<br />

birkaç köşe yazarı<br />

okumak ve 4. kattaki evimin<br />

mutfak penceresinden uzun<br />

uzun dışarıyı seyretmek. İşte<br />

böyle bir anda Hasan Cemal’in<br />

köşe yazısını okurken küçük<br />

bir ‘s’ vermek üzere başımı<br />

kaldırıp camdan dışarı bakıyorum.<br />

Dışarıda kasvetli bir hava<br />

olmasına rağmen, kara bulutları<br />

delip geçen ısrarlı güneş<br />

ışıkları tam karşımda müthiş<br />

bir manzara doğuruyor. Bir ve<br />

hatta dikkatli bakıldığından işte<br />

ikinci gökkuşağı da karşımdaydı.<br />

Bir kısmı beton blokların<br />

arkasında adeta hapsedilmiş<br />

olsa da o ne güzel görüntüydü<br />

öyle.<br />

Birden heyecanla aklıma çocuklarım<br />

geliyor, onlar görmeli<br />

diyorum bu manzarayı<br />

kaçırmamalılar. Eşime sesle-<br />

niyorum; “Aylin koş, çocukları<br />

mutfağa getir gökkuşağı çıktı”<br />

Bir yandan da mutfak ile salon<br />

arasındaki kapının camından<br />

ne yaptıklarını izliyorum.<br />

Halının üzerinde küçük kızım<br />

Ahsen’le oynayan eşim sesimi<br />

duyup başını cama doğru<br />

çeviriyor. Sonra bir çırpıda<br />

yerinden kalkıyor ve dizlerinin<br />

üstünde koltuğa çıkıyor. “Asya<br />

gel kızım, bak gökkuşağı çıkmış”<br />

diyor. Asya adeta ayakları<br />

yeri döve döve koşuyor ve hop<br />

bir zıplayışta koltukta. “ Ben bir<br />

kere daha gökkuşağı görmüştüm<br />

anne” diyor. Sonra “bunun<br />

rengi neden az diyor?”. Eşim<br />

bir yandan parmağı ile gösterdiği<br />

gökkuşağını Asya’ya anlatırken<br />

bir yandan da koltuğa<br />

çıkmaya çalışan ufaklığa, kafasını<br />

çevirip bakmadan ama<br />

arkaya doğru uzattığı eliyle<br />

kollamaya çalışarak yardım<br />

ediyor. Çayımdan bir yudum<br />

daha alıyorum. Sonra aklıma<br />

fotoğraf çekmek geliyor. Telefonumu<br />

elime alıp bu manzarayı<br />

çekmeye çalışıyorum.<br />

Kadrajı nasıl yapsam, dik mi<br />

ya da yatık mı çeksem soruları<br />

kafamda belirdiği anda elim o<br />

süratle tüm bu sorulara gözlerimin<br />

yardımıyla cevap bulmaya<br />

çalışıyor. Sonra diyorum<br />

gökkuşağını perdeleyen şu<br />

10 11<br />

apartmanı silikleştirmeli. Yolu;<br />

Instagram. Öyle ya Instagram<br />

hem kendi çekim hatalarımızı<br />

hem de görüntüye giren ‘şeyleri’<br />

silikleştirerek, karartarak<br />

daha da allayıp pullamıyor<br />

muydu? O sırada üniversite de<br />

gördüğüm fotoğrafçılık dersini<br />

hatırlıyorum. Ama ne fotoğrafçılık<br />

dersi… Öyle dört duvar<br />

arasında değil. Çanakkale’nin<br />

yağmurunda, çamurunda,<br />

rüzgârında sokaklarda elimizde<br />

sırayla dolaşan Ahmet<br />

Hoca’nın tele objektifli fotoğraf<br />

makinası - markası Minolta<br />

mıydı acaba, hatırlamıyorum-<br />

çoğunlukla tarihi bir yapıdaki<br />

detaya doğru onu doğrultur<br />

doğru kadraj, doğru enstantane,<br />

doğru diyafram, doğru İSO<br />

ayarı falan diye acemiliğimizle<br />

dakikalarca uğraşır ve tele objektifin<br />

ağırlığıyla yorulmuş sol<br />

bileğimizle en sonunda ancak<br />

flu bir fotoğraf elde ederdik.<br />

Rahmetli Ahmet Hoca ( Sipahioğlu)<br />

kaşını oynatır, gözünü<br />

oynatır, söylenir durur kimi zaman<br />

beceriksizliğimize küser<br />

arkasını dönerdi. İşte tüm bu<br />

anılar zihnimde canlanmış, bilmem<br />

ne kadardır ağzımın içinde<br />

ekmek parçasını yuvarlayıp<br />

duruyorken Asya koşarak mutfağa<br />

geliyor.<br />

- Baba sende gördün mü gökkuşağını?<br />

- Evet, gördüm kızım, bak hala<br />

orada.<br />

İşe gitmek için hazırlanmış olduğumu<br />

görünce gözlerini hemen<br />

üstüme dikerek;<br />

- Peki, sen niye böyle giyindin?<br />

Nereye gideceksin?<br />

- Ben birazdan gökkuşağına<br />

çıkacağım. En üstüne çıkınca<br />

da sana oradan el sallayacağım<br />

tamam mı?<br />

- Tamam, baba ama düşme<br />

dikkat et olur mu? Bir de baba,<br />

biliyor musun, ben bir kere<br />

gökkuşağından kaymıştım.<br />

- Oo, gerçekte güzel miydi?<br />

- Çok güzeldi baba. Ama pantolonuma<br />

böyle renkler çıkmıştı<br />

sonra annemde bana kızmıştı.<br />

Gözlerini büyüte büyüte, neredeyse<br />

nefes almadan anlattığı<br />

hikâyeyi çok sevmiştim. Bir<br />

yandan hevesle onu dinliyor<br />

bir yandan da içimden Allaha<br />

dua ediyordum. “Allahım sen<br />

yavrularımı her daim sağlıklı<br />

kıl, onlara mutluluk ve huzur<br />

ver.” Sonra geldiği hızla içeri<br />

koştu bizim Asya. Bende çektiğim<br />

fotoğrafı allayıp pulladıktan<br />

sonra dostlarımla paylaşmak<br />

istedim. Altına da şu<br />

yorumu yazdım: Bana, çocuklarıma<br />

güzel dakikalar yaşatan<br />

gökkuşağı iyi ki varsın. Biliyorum<br />

bugün daha güzel bir gün<br />

olacak. Mesela sebepsiz yere<br />

insanlar birbirlerine gülümseyecek,<br />

günaydın diyecekler.<br />

Mesela durduk yere, öyle miydi<br />

böyle miydi demeden, ulusal<br />

çıkar demeden, süreç demeden,<br />

baltalama demeden, şehit<br />

demeden, örgüt demeden<br />

barış diye haykıracak insanlar,<br />

sebepsiz… Mesela çocuklar<br />

gökkuşağına çıkıp kayacaklar<br />

yeryüzüne, sonra rengârenk<br />

olacak pantolonları, elleri,<br />

yüzleri gelecekleri rengârenk.<br />

Gökkuşağı sen var ya sen az<br />

şey değilsin, sebepsiz yere yaşatırsın<br />

insanı.<br />

rıdvan gölcük<br />

www.ciplakayakla.com


Misket<br />

Şöyle bir görüntüyü en son ne<br />

zaman gördünüz?<br />

Benim Böyle bir görüntüyü en<br />

son gördüğüm zamanın üzerinden<br />

en az 2-3 yıl geçmiştir.<br />

Yaşımın 22 olduğunu hesap<br />

edecek olursak bu işte bir sorun<br />

var demektir.<br />

Şöyle ki;<br />

Zamane çocukları ne misket<br />

ne taso oynuyorlar, ne de buna<br />

benzer aktiviteler yapıyorlar.<br />

Varsa yoksa bilgisayar, internet,<br />

facebook, (Twitter’e yaşları<br />

yetmiyor. Zaten twitter’den<br />

bende bir şey anlamadım.) vs..<br />

Bakın mesela yukarıdaki oyunun<br />

adı “dikmece”dir. “Baş”<br />

dendiği de görülmüştür:) Ama<br />

ne yazık ki yeni nesilde, bırakın<br />

misket oynamayı, şu oyunun<br />

adını bilen bile yok. Bu bir<br />

eksiklik mi? Evet bal gibi de bir<br />

eksiklik.<br />

12 13<br />

Sabah akşam yere dizini koyduğu<br />

için pantolonunun dizi<br />

aşınmış, belki yırtılmış olmadan<br />

bir çocuk büyüyemez, yeteri<br />

kadar gelişemez. Nasıl ki<br />

bir çocuğun gelişimi için süt ve<br />

süt ürünleri gerekli ise bu da<br />

o derece gereklidir. Çocuklar<br />

topluma daha ufak yaşlarda<br />

mahalle aralarında oyun oynayarak<br />

girerler. Ama şimdi komşusunun<br />

çocuğunu aylar, belki<br />

yıllar sonra görüp; “aaa senin<br />

oğlan mı bu? aman maşallah<br />

ne kadarda büyümüş” diyenlerle<br />

dolu ortalık. Normalde o<br />

çocuğun zaten komşunun gözünün<br />

önünde büyümesi gerek.<br />

Bir çocuğun oynadığı mahalle<br />

maçından sonra, annesi evde<br />

yoksa gidip Ayşe teyzesinden<br />

su istemesi lazım. Ama insanlar<br />

birbirlerine karşı artık o ka-<br />

dar soğuk, o kadar mesafeli ki,<br />

yok artık öyle teyzeler.<br />

Şimdi ben mahalleden bir çocuğa<br />

“fiske mum direk” desem<br />

donar kalır. “Ne diyor bu?”<br />

diye aklından geçirir. Ama<br />

facebook’ta durum beğenmesinden,<br />

bilgisayar oyunlarının<br />

hilelerinden bahsetsem şıp<br />

diye anlar.<br />

Eskiden ağaçlara dalan çocuklar<br />

vardı mesela. Ve mutlaka<br />

ağaçlara dalan çocukları bahçenin<br />

sahibine ispiyon edenler.<br />

Genelde sen tam ağacın<br />

tepesinde cebine erikleri stok<br />

yaparken “ağaacaaa dalan<br />

varrrr!” diye bir ses duyulurdu.<br />

Her mahallenin mutlaka bir<br />

“Doğukan”ı vardı. Bu doğukanlar<br />

genelde “süt çocuğu”<br />

denen tiplerde olup, annelerinin<br />

sözünden çıkmaz, çıkamazlardı.<br />

Mahallede genel-


loglifetr<br />

de eve ilk doğukanlar girerdi.<br />

Çünkü ilk onların annesi çağırırdı.<br />

Maç yapacağınız zaman<br />

en sona doğukan kalırdı. Çünkü<br />

top oynamayı beceremezdi.<br />

Genelde şişman ve gözlüklü<br />

olurlardı(dalga geçtiğim anlamı<br />

çıkarmayın bende şişman<br />

ve gözlüklüyüm ama Doğukan<br />

değilim). Eğer Doğukan’ın annesi<br />

sizi balkondan izliyorsa<br />

“oğlumu da oyuna alın” derdi<br />

kıramazdınız ve Doğukan’da<br />

oynardı.<br />

Eskiden kökmek/kökülmek<br />

vardı. Ütmek/ütülmek vardı.<br />

Şimdi bunların hiçbiri yok.<br />

Eskiden mahallenin yaşca<br />

büyük abileri oyunun ortasında<br />

gelir, oyunun içine ederdi.<br />

Ama kimse ses etmezdi. Biraz<br />

korkudan biraz saygıdan. O<br />

abiler “at bakayım babanın kıllı<br />

göğsüne” derdi. Sivri burun,<br />

yumurta topuk kunduralarla<br />

toplara vururlar, en olmadık<br />

yere atarlardı topu ve tabi son-<br />

ra “hadi eyvallah” der kaçarlardı.<br />

O zamanlar Murphy Kanunlarını<br />

kimse bilmezdi ama bizzat<br />

yaşardı. Şöyle ki eğer top bir<br />

apartmanın balkonuna giderse<br />

mutlaka o evin sakinleri köye<br />

gitmiş olurdu. Koca apartmanda<br />

dolu o kadar ev varken, sizin<br />

topunuzun 3 ay boyunca<br />

köyde kalacak olan kişilerin<br />

evinin balkonuna gitmesini<br />

Murphy kanunlarından başka<br />

bir şey izah edemez.<br />

Gaddar amcalar olurdu. “Gidin<br />

az ilerde oynayın oğlum burası<br />

oyun parkı mı?” der kışlardı<br />

bizi. Her mahallede vardı öyle<br />

amcalardan. Kaç tane topumuzun<br />

katiliydi o amcalar.<br />

Şimdi öyle gaddar amcalar<br />

pek yok. Zaten var olsalar dahi<br />

onlara ihtiyaç yok çünkü koca<br />

koca siteler var artık. Her sitenin<br />

top oynanacak alanları var.<br />

Mahalle parklarında basket sahaları<br />

var (genelde futbol için<br />

kullanılan). O yüzden bu dayılara<br />

pek iş düşmüyor artık. Pek<br />

fazla top bıçakla ortadan ikiye<br />

yarılmıyor, kamyonun altında<br />

toplar patlamıyor ve maalesef<br />

ki artık mahallenin bütün çocukları<br />

ceplerindeki bozuk paralarını<br />

ortaya koyup ortaklaşa<br />

top almıyor.<br />

Artık sivri burun kunduralarla<br />

oyunların içine eden mahalle<br />

abileri de yok.<br />

Geride kaldı bu işler maalesef.<br />

Artık çocuklar evden çıkma-<br />

14<br />

dan, toplum içine karışmadan<br />

asosyal olarak büyüyor.<br />

Elbette hala misket, taso oynanan,<br />

mahalle maçlarının<br />

yapıldığı, kimsenin saat köstek<br />

bilmeden eve gidiş saatini<br />

akşam ezanına göre ayarladığı<br />

mahalleler vardır ama bu<br />

mahallelerin sayısı artık çok az<br />

maalesef.<br />

Eskiden atari salonları vardı.<br />

Tekken oynardık ama atari<br />

oynamak her çocuğun harcı<br />

değildi çünkü pahalı bir meretti.<br />

Bazen büyüklerinden para<br />

alırsan gider oynar, bazen<br />

de gidip oynayanları izlerdin.<br />

Şimdi o atari salonları da yok.<br />

Her şeyin gelişip daha fazla<br />

makineleşmesi sürecine atarileri<br />

de kurban verdik. Tabi onlarda<br />

bir makine ama atariler<br />

şimdiki alet edevatın yanında<br />

ilkel kalıyordu. Şimdi atarilerin<br />

yerini bilgisayarlar, playstationlar<br />

aldı. Eskinin tasosunun,<br />

misketinin, çelik çomağının insanlar<br />

üzerinde bıraktığı olumlu<br />

etkiyi, onları eğlendirme görevini<br />

artık blackburry, iphone<br />

gibi makineler yapıyor.<br />

Eskiden misketleri kah 2.5 litre<br />

kola şişesinin içinde kah annelerimizin<br />

salça koydukları<br />

şişelerin içinde biriktirirdik. Ve<br />

şimdi Apple ile Blackburry ile<br />

atılan havalar eskiden misket<br />

sayısı ile atılırdı. Bir şişe dolusu<br />

misketi olanın en az bir<br />

iphone sahibi kadar havası<br />

olurdu. Benim gibi geri kafalı<br />

adamlar için 1 salça şişesi misket<br />

1 iphone’den daha değerlidir<br />

mesela.<br />

Giden hiçbir günün geri gel-<br />

mediği gibi o günlerde geri gelmeyecek<br />

maalesef. İşte böyle<br />

satır aralarında kalır ancak.<br />

Bu yüzden ağlanıp dövünmenin<br />

pek bir faydası olmayacak.<br />

Biz top oynadığımız arsaları<br />

lüks sitelere tercih ettik. Biz<br />

etmediysek de anne babalarımız<br />

etti. Mahalle bakkallarını<br />

süpermarketlere tercih ettik.<br />

Koca koca marketlerde fonda<br />

çalan bir müzik eşliğinde alışveriş<br />

yapmayı, “Ali abi bunu<br />

bizim hesaba yaz” cümlesine<br />

tercih ettik.<br />

Kaza yaptıktan sonra “ne vardı<br />

şu emniyet kemerini taksaydım<br />

sanki?” cümlesinin size ne kadar<br />

faydası varsa, işte bu saatten<br />

sonra ağlanıp dövünmenin<br />

de o kadar faydası var. O koca<br />

siteleri yıkmazlar artık. Çünkü<br />

gecekondular yıkılırken dozerin<br />

önünde duran, müteahit’in<br />

kızını seven Kemal Sunal’lar<br />

ve o filmlerdeki temiz insanlar<br />

da yok artık. Hepsi köylerinden<br />

göç etti. Hepsi yerlerini sattı.<br />

Fikirtepe imara açıldı mesela.<br />

Şimdi bütün eski binalar yıkılacak<br />

ve yerine gökdelenler<br />

dikilecek. Herkes kaç daire<br />

alacağına, alacağı dairelerin<br />

kaç para edeceğine bakıyor.<br />

Çocuğuna bırakacağı güzel ve<br />

temiz bir geleceğin ona bırakacağı<br />

mirasla doğru orantılı<br />

olduğuna inanıyor.<br />

O yüzden biz bu savaşı maalesef<br />

kaybettik ve bugünden<br />

sonra sürekli geriye gideceğiz.<br />

Bundan belki 50-100 sene<br />

sonra “misket ne ya ahahahah!”<br />

diyen çocuklar olacak.<br />

Bakarsınız belki bir sürpriz olur<br />

“yıkarım ula bütün buraları”<br />

deyip dozer şoförünün elinden<br />

zorla anahtarı alıp yıkımı durduran<br />

Kemal Sunal’lar, Cüneyt<br />

Arkın’lar, Kadir İnanır’lar çıkabilir.<br />

Belki...<br />

Bu yazıda, okuyan herkesi biraz<br />

eskiye götürerek eskiyi yâd<br />

etmesini, misket oynadığı günleri<br />

hatırlamasını sağlamayı<br />

istedim. Umuyorum ki başarmışımdır..<br />

İçinizdeki ışığın sizi götüreceği<br />

benlik duygusu hiç sönme-<br />

15<br />

sin. Bu ay yükseleniniz akrep,<br />

ve yıldızlar sizin için çok güzel<br />

şeyler söylüyor. Pozitif enerjinizi<br />

hiç bir zaman kaybetmeyin,<br />

doğayla barışık olun. O<br />

sizi gitmek isteyeceğiz yere<br />

götürecektir.<br />

Şaka şaka.<br />

Allah yar ve yardımcınız olsun.<br />

Hadi eyvallah!<br />

Aykut Bektaş<br />

1hilalugruna.blogspot.com


Ekmek Öpen Çocuklara Özlem<br />

Ne güzel çocuklardı<br />

o çocuklar öyle değil<br />

mi ama? İnsan<br />

ister istemez kendi<br />

çocukluğunu hatırlıyor<br />

böyle şeyler görünce. Biz<br />

küçükken her şey şimdikinden<br />

çok daha farklıydı. Teknoloji<br />

bu kadar gelişmemiş en azından<br />

gelişen şeyler geç gelirdi<br />

ülkemize. 20. asrın çocuklarıydık<br />

biz.<br />

Sokakta top oynamayı,<br />

cam çerçeve indirmeyi sever,<br />

saklambaç oynardık<br />

köşe bucak. Ucundan kıyısından<br />

da olsa, çocukluğu<br />

hakiki manada yaşardık.<br />

Ekmek öpen çocuklardandık<br />

bizler. Hatırlıyorum da<br />

yerde bir lokma görecek<br />

olsak, bisküvi bile olsa üç<br />

kere hızlı hızlı öpüp alnımıza<br />

götürür ardından yüksekçe<br />

bir yere bırakırdık.<br />

Allah taş ederdi sonra. Onu<br />

bulamayanlarda vardı. Hani<br />

diyor ya şarkı; “Biz büyüdük<br />

ve kirlendi dünya.” Evet büyüdük<br />

ve kirlendi dünya. Yazın<br />

bahçelerdeki hortumlarla<br />

birbirimizi ıslatır su savaşı yapar,<br />

kışın çıkıp doya doya kar<br />

topu oynar kızakla kayardık.<br />

Baharda çağlalara dalar, ham<br />

meyveyi koparır dalından, ishal<br />

edene kadar kendimizi yer<br />

dururduk. Bakkaldan sakız çalan<br />

arkadaşlarım oldu benim<br />

en saf ve çocukça bir hırsızlıkla.<br />

Hoş bakkal bilirdi de sakızları<br />

alanları ses etmezdi. Bir<br />

sakızdan ne olur diyebiliyordu<br />

insan. Şimdiki gibi birbirinin yediği<br />

lokmaları saymazdı kimse.<br />

Varsa yenir yoksa yenmezdi<br />

çünkü.<br />

Bizim çizgi filmlerimiz çok<br />

güzeldi. Heidimiz, Şirinler’imiz,<br />

Teletapi’lerimiz, Şeker<br />

Kız Candy’lerimiz vardı. Bugs<br />

Bunny’e güler Tom ve Jerry<br />

ile eğlenirdik. Tasolar, pokemonlar,<br />

baybladerden sonra<br />

bozuldu bizim nesil. Hepimiz<br />

defalarca izler izler sıkılmazdık<br />

Keloğlan’dan, Hababam’dan.<br />

Yeşilçam filmlerinin saflığında<br />

çocuktuk biz çünkü. Meybuz<br />

yer boğazımızı şişirir, üstümüz<br />

başımız batana kadar girmezdik<br />

eve. Oklavaları, terlikleri<br />

vardı annelerimizin. Andımızı<br />

okuduğumuz için gocunmazdık<br />

mesela. Türküm ,doğru-<br />

yum, çalışkanım nidaları bize<br />

hoş gelirdi. Facebook üzerinden<br />

değildi arkadaşlıklarımız.<br />

Kan kardeşimiz vardı en<br />

basitinden. Ali’nin annesi benim<br />

karnımı doyururken ertesi<br />

hafta Ali gelir bizim evde yerdi<br />

yemeği. Aileler birbirine itimad<br />

ederdi o zamanlar. Biz küçükken<br />

her nesne ayrı bir güzeldi.<br />

Hayal mi hakikate, hakikat<br />

mi hayale galebe bilmem<br />

lakin hep çocukluk yıllarımın<br />

güzelliklerinin başka<br />

olduğunu tasavvur ederim.<br />

O saf ve kıymetli hatıraların<br />

levhaları hep kafamda<br />

dolaşır durur an be an.<br />

Şimdi devir teknoloji devri.<br />

“En fazla bir yıl sürer 20.<br />

asırlılarda ölüm acısı” derdi<br />

şair. 21. yüzyıllılarda siyah<br />

gözlük, takım elbise ve<br />

başı örten siyah bir yemeniden<br />

ibaret ölümler. Şimdi<br />

arkadaşlıklar Facebook’ta.<br />

Sokaklarda ekmek öpüp<br />

yukarı koyan çocukların telaşı<br />

yok. Kulağında kulaklık,<br />

elinde tablet, cep telefonu ile<br />

dolaşıyor şimdiki nesil. Sokakta<br />

macun satan amcalar yok.<br />

Oysa ne güzeldi o macunların<br />

tadı. Sahi nereye gitti o amcalar?<br />

Sokakta oyun oynamayıp<br />

sürekli test çözen, bilgisayar<br />

ve diğer elektronik aletlerle<br />

uğraşan arkadaşları bile reel<br />

olmayan nesil Ahmet Haşim’in<br />

tanımına uymaz mı sizce de?<br />

“Melali anlamayan nesle aşina<br />

değiliz.”<br />

B<br />

KAN<br />

GRUBU<br />

Faydalı olan yiyecekler<br />

(Aynı zamanda en emniyetli<br />

ilaçlar): Koyun, kuzu, keçi,<br />

hindi, tavşan ve yabani et, alabalık,<br />

sardalye, kırmızı levrek,<br />

mezgit, morina, havyar, bey<br />

balığı, taze yumurta,Yoğurt,<br />

doğal süt, beyaz peynir, kaşar<br />

peyniri, mozarella, koyun ve<br />

keçi sütü ve peyniri, Zeytinyağı<br />

ve ceviz<br />

İnci fasulye, yulaf ve çeşitleri,<br />

pirinç ve çeşitleri, doğal buğday<br />

ve çeşitleri, horozibiği, yulaf<br />

ve ürünleri<br />

Patlıcan, kereviz, kırmızı pancar,<br />

havuç, her çeşit lahana,<br />

karnıbahar, patates, her türlü<br />

biber, pul biber, karahindiba,<br />

maydanoz<br />

Erik, karpuz, muz, üzüm, incir,<br />

vişne, kiraz, frenküzümü.<br />

Körri, reyhan (fesleğen), yeşil<br />

çay<br />

Zararlı olan yiyecekler:<br />

Deniz hayvanları (kabuklu ve<br />

kabuksuz), tavuk ve kaz eti,<br />

Dondurma, sakız<br />

Her türlü mercimek, nohut, rafine<br />

olmuş sıvı yağlar (zeytin<br />

16<br />

Gürkan Bilgisu<br />

www.gurkanca.com<br />

17<br />

ve keten yağı hariç)<br />

Kavrulmuş ve bekletilmiş kuru<br />

yemiş, yer fıstığı, susam ve<br />

ürünleri, mısır ve ürünleri, çavdar<br />

ve ürünleri, karabuğday ve<br />

ürünleri<br />

Enginar, piyasadaki yeşil ve siyah<br />

zeytinler, domates salçası<br />

Aloe vera, Hindistan cevizi,<br />

Karabiber, beyaz biber, tarçın,<br />

Jelatin, glikoz, früktoz, mısır<br />

şurubu ve nişastası, tatlandırıcı,<br />

bayat yiyecekler, hazır<br />

yiyecek ve içecekler, mide ve<br />

bağırsaklarda gaz oluşturan<br />

her yiyecek.<br />

Yenebilenler:<br />

Her et (tavuk ve kaz hariç), tereyağı,<br />

ara sıra kaymak<br />

Barbunya, beyaz fasulye, yeşil<br />

fasulye, mantar, kabak<br />

Kestane, badem, keten tohumu,<br />

sinameki (yaprak olarak),<br />

kekik, kimyon, keçiboynuzu,<br />

nane, anason, çay, kahve, şeker,<br />

‘Zararlılar’a girmeyen her meyve<br />

ve sebze bal ve sirke<br />

Tedavi<br />

Sabah güneş doğmadan önce<br />

uykudan kalkın ve akşam güneşin<br />

batmasına 1–2 saat<br />

kala uykuya yatmayın! Bu<br />

saatlerde uyuyanların uyku,<br />

yorgunluk ve tembelliği çoğalır.<br />

Çünkü bu saatlerde vücut,<br />

sinir sisteminin dengeli olabilmesi<br />

için gerekli olan maddeyi<br />

üretiyor. Uykuda ise bu süreç<br />

yavaşlıyor. Bu durum psikolojik<br />

ve psişik rahatsızlıklara yol<br />

açıyor.<br />

Şekeri azaltın, tatlandırıcı ve<br />

hazır içecek ve yiyecekleri hiç<br />

kullanmayın! Buğday (tip 405–<br />

550, durra buğdayı), çavdar<br />

ve mısırdan uzak durun! Onlar<br />

sizi hafıza kaybına, konsantrasyon<br />

bozukluğuna ve şeker<br />

hastalığına sürükler.<br />

Süt ürünlerini balık ve et ile,<br />

fasulyeyi yoğurt ile yemeyin.<br />

Karışık et (salam, sucuk, sosis<br />

gibi) yemeyin. Hazım bozulmasına,<br />

zehirli kalıntıların<br />

oluşmasına, cilt hastalıklarına<br />

ve sara krizlerine malzeme<br />

vermeye ve karaciğer hastalıklarının<br />

başlamasına yol açar!<br />

Hemen hemen tüm “doğal” denilen<br />

vitaminler genetik mısır<br />

ve genetiği değiştirilmiş diğer<br />

ürünlerden elde edilir. Dikkatli<br />

olun!<br />

Kevser Aparı<br />

www.psikolokum.blogspot.com


Evet<br />

sayın okuyucularım, bir amme<br />

hizmeti ile tekrar karşınızdayım.<br />

Yemedim, içmedim ve<br />

bunları araştırdım. Evlilik hakkında<br />

yaş problemi olanlar bir<br />

dinlesinler beni. Erken mi, geç<br />

mi? korkusunu bir yana bırakın.<br />

Dinleyin!<br />

Soruşturdum. Öncelikle hedef<br />

kitlemden bahsedeyim sizlere.<br />

Hedef kitlem; evlenmemiş ya<br />

da kısa bir süre önce evlenmiş<br />

gençlerden oluşmakta. Yani<br />

18-32 yaş arasından bahsediyorum.<br />

Aslında günümüzde<br />

gençlik 35 yaşa kadar gidiyor.<br />

Fakat benim soruşturduğum<br />

yaş sınırlaması bu. 50 kişiye<br />

sorduk, bir sürü cevap aldık.<br />

Fakat enteresan olanları paylaşayım<br />

dedim.<br />

Kadınlar için;<br />

18-21 yaş arası diyen çıkmadı<br />

sayın okuyucu. Nasıl bir arkadaş<br />

ortamım var tahmin ettiniz<br />

bunun üzerine tabi ki. Bana<br />

sorarsanız kadın için ideal yaş<br />

işte tam da bu.! Sonrası zorluk<br />

ve sıkıntı. Bi’sürü kriterden<br />

oluşuyor. Lise bitip üniversiteyi<br />

kazanamadıysanız (ki artık<br />

bunun için gerizekalı bile olmanıza<br />

gerek yok) kesinlikle<br />

evlenmelisiniz. Yok üniversiteyi<br />

bitireyim diyorsanız da biter<br />

bitmez.<br />

Evlilik yaşı nedir?<br />

23-26 yaş arası diyenler erkek<br />

çoğunluktu. Şaşırtmadı beni.<br />

Onlara göre tam bir olgunlaşma<br />

ve evi geçindirecek hatun<br />

tipi. Fazlaca gözü açılmamış,<br />

ayrıntılara takılmayacak; hatta<br />

mümkünse iş hayatına atılmamış<br />

hatunlardan oluşuyor bu<br />

tipler. Kızlardan ise bu aralığı<br />

tercih edenler henüz o aralıkta<br />

ikamet edip evlenmemiş olan<br />

kızcağızlar. Muhtemelen düşündükleri<br />

biri var veya ciddi<br />

ciddi evlenmeyi düşünüyorlar.<br />

27-31 arası diyen insanlar ise;<br />

artık yapacak bi’şeyi kalmamış,<br />

bari evleneyim de onu<br />

da deneyim demesini olağan<br />

gören şahıslar. Bu hatunlar<br />

yemek yapmasını bilirler, evi<br />

çekip çevirirler fakat ailelerine<br />

çok düşkün olurlar. Hamarat<br />

olan kızcağızlarımız, çalışmış<br />

hanımlarsa hele, çokça paraları<br />

olur. Çokça olmasa bile<br />

paradan iyi anlarlar. Nasıl kazanıldığından<br />

en azından.<br />

Erkekler için;<br />

18-22 yaş arası söyleyen çıkmadı.<br />

İyi ki de çıkmadı, ağzını<br />

burnunu dağıtırdım. Çocuk onlar<br />

daha. Ufaklar. He evlenen<br />

yok mu? Var elbet. Yine de<br />

çok erken bence. Yüksek ihtimalle<br />

üniversiteyi okumamış,<br />

askerlik sonrası evlendirilen<br />

veya üniversite sonrası askere<br />

gitmeden evlenen ve kör kütük<br />

aşık olan şahıslardır kendileri.<br />

23-27 yaş arası erkeklerimiz<br />

aşık olup evlenirler genelde.<br />

Hayallerindeki hatunu ya görmüşlerdir<br />

ya da ailelerinden bir<br />

tanesi görücü usulü ile “Oğlum<br />

sana biz şu kızı yakıştırdık bi<br />

gör bakalım beğencen mi?”<br />

demişlerdir. O da beğenmiştir<br />

de evlenmiştir. Bu durumu<br />

savunan insanlar ise çoğunlukla<br />

sağlamcı ve hayalperest<br />

insanlar. Evlenmemiş kızların<br />

verdiği bu cevaba, evlenip 28<br />

yaş üstü olan erkekler de dahil<br />

oluyor işin enteresan kısmı.<br />

Sanırım onlar da keşke evlenseydim<br />

modunda.<br />

28-32 yaş arasını düşünenler<br />

ise o yaş aralığında olan;<br />

işini eline almış, evini tutmuş,<br />

arabası altında olan şahıslar.<br />

Aynı yaş grubu kadınlarımız<br />

gibi “evleneyim de çoluğa çocuğa<br />

karışayım artık” bıkkınlığı<br />

içersindeler. Birini beğenmeye<br />

görsünler; direkt evlenirler.<br />

Zira onlar için kaybedilecek<br />

zaman; kumsalda iğne aramak<br />

kadar can sıkıcıdır.<br />

Eşler arası yaş ise;<br />

1-2 yaş diyen oldu, 10 yaş diyen<br />

de. Fakat erkek ile kadın<br />

arasındaki yaş farkının asla<br />

kadın büyük olacak şekilde<br />

tasarlanmayışı dikkat çekiciydi.<br />

2 yaş olmalı diyene “Kadın<br />

mı?” diye sorduğumda “Aaa<br />

ne münasebet, tabi ki erkek?!”<br />

diye tersleyici cevaplar aldım.<br />

Zira kadın erken olgunlaşan<br />

bir meyve iken, erkek geç olgunlaşan<br />

odun modunda top-<br />

lumda. İnsanlar ne yapsın?<br />

Doğal olarak erkek kadından<br />

büyük olmalı. Hemde 10 yaşa<br />

kadar yolu var. Daha fazlasını<br />

kimse kaldırmıyor. Daha fazlası<br />

para için yapılan resmi evrak<br />

modunda. Parası için kendini<br />

harcayan 18’lik aptal kızlar düşüncesi<br />

de mevcut.<br />

“Bu okuduklarınız tamamıyla<br />

18 19<br />

etrafımdan duyduğum ve konuşmalarım<br />

ve gözlemlerim<br />

sonucu oluşturulan düşüncelerdir.<br />

Şahsi düşüncemi söyleyim.<br />

24 yaşındayım, evli<br />

değilim fakat yazımda da bahsettiğim<br />

üzere kız için 18-22<br />

erkek içinse 25-30 yaş arası<br />

ideal yaş ortalaması. Yani bu<br />

benim şahsi fikrim. Böyle bir<br />

yazıyı da neden yazdım? Mu-<br />

habbeti çok oldu da ondan.<br />

Kızların evde kalma yaşı ise<br />

23 günümüzde. Erkeklerinse<br />

26’ydı sanırım. Bu da kulağınıza<br />

küpe olsun. Ve hayatınızı<br />

sonsuza kadar mutlu ve mesut<br />

yaşayacağınız, yaş komplekslerinin<br />

olmayacağı, yalnızca<br />

bu taraflı değil diğer taraflı da<br />

mükemmel evliliklere sahip olmanız<br />

dileğiyle. Amin!”<br />

büşra bayram<br />

hayalmeyalbuschra.blogspot.com


20 21


sü bol bir mecra. Bir sürü sebebi<br />

olabilir bunun. Durun,<br />

izlenimlerimden bahsedeyim<br />

de görün. Sonra ağlanacak<br />

halimize hep beraber gülelim.<br />

Başta ben olmak üzere sosyal<br />

medyayı etkin kullanan<br />

hepimiz yaptığımız hareketleri<br />

suratımıza vuralım da görelim<br />

günümüzü. Hayde!<br />

Günümüzde evlilikler sosyal<br />

medya için yapılır oldu. Özellikle<br />

hayatımda var olan bazı<br />

insanların sırf fotoğraf paylaşmak<br />

için evlendiğine inanıyorum.<br />

Zira çekilen 150 fotoğrafın<br />

hepsinin de paylaşılmasının<br />

başka amacı yoktur heralde?<br />

Tamam anladık, evlisin, mutlusun<br />

falan. Ne gerek var abicim<br />

boy boy, post post, endam<br />

endam afiş etmene!? Senin<br />

22 23<br />

Sosyal medya kullanıyorum, çünkü..<br />

karın mankendi de biz mi fark<br />

edemedik? Hiç mi kıskançlık<br />

duygusu yoktur sende? Gelsin<br />

elalemin adamı beğensin diye<br />

mi ekliyorsun karını, kızını, kocanı?!<br />

Ya da geçelim bunu. Bazı insanlar<br />

da çocuklarını bu yüzden<br />

doğuruyor. Yani sosyal<br />

medyada paylaşabilmek için.<br />

Artık çocukları ana rahmine<br />

düştüğü an görüyoruz biz de.<br />

Facebook sağolsun. Tüm hamile<br />

kadınlar ya “hamileyim,<br />

yehu” durum güncellemesi<br />

yapıyor, ya da çocuğunun rahimdeki<br />

fotoğrafını paylaşıyor.<br />

He, biz de gidip beğeniyoruz o<br />

simsiyah fotoyu. Nedir mantığı<br />

çözemedim. “Ohh tıpkı babası”<br />

diye yazmamak için kendimi<br />

zor tutuyorum tabi. “Ne güzel<br />

yapmışsınız öyle, yüreğinize<br />

sağlık” falan. Nerde o padişah<br />

eşleri? Hamile kaldıklarında<br />

kat kat giyinip karınlarını gizleyen<br />

hatunlar? Hayır! Utanacak<br />

bi’şey değil bu? Ama afişe<br />

edilecek bi’şey hiç değil! Hayde<br />

çocuğunun ilk adımlarını<br />

paylaştın. Sonrasına ne gerek<br />

var? “Bakın altına yaptı”dan<br />

tutun da bez değişimi ayrıntılarına<br />

kadar gözümüzün önünde<br />

gerçekleşiyor ufaklığın yaptıkları.<br />

Misal, ben x kişisinin çocuğunun<br />

kahvaltı saatlerini,<br />

oyuncaklarını, ne zaman tuvalete<br />

çıktığını falan biliyorum.<br />

Geçen ishal bile oldu.<br />

Bir de sevgililerimiz var ki akıllara<br />

zarar. Sırf “in a relationship<br />

with” yapabilmek adına<br />

kurulan o ilişkilerden bahse-


loglifetr<br />

diyorum. Durumlar değiştirilir.<br />

Profil fotoğrafları beraber çekilmiş<br />

fotoğraflar olur ya hani?<br />

Heh, biliyorsun sen onları. Her<br />

adımlarını fotoğraflarlar. Diz<br />

dize, burun buruna fotoğraflarını<br />

görmekten tam gına gelmiştir<br />

ki birden durum değişir.<br />

Ayrılırlar anlayacağın. Kimse<br />

üzülmez. Çok yakıştırdığım<br />

çiftler adına üzülür, sonra “Kızım<br />

kafayı mı yedin” diye sorarım<br />

kendime. Zira 2 hafta geçmez<br />

ki, o kişi başkasıyla zaten<br />

ilişkiye başlamıştır. Değmez<br />

yani sayın izleyici. Zira sosyal<br />

medya bu; biri gider, diğeri zaten<br />

gelir.<br />

Yediğimiz yemekleri paylaşmak<br />

için ideal ortamdır. Özellikle<br />

ben değişik bi’şey yemeye<br />

göreyim. Hemen paylaşırım.<br />

“Siz de gidin” modundayımdır<br />

genelde. “Aaa bizi de götürsene<br />

orayaaa” triplerini yedikten<br />

sonra bin pişman olurum elbet.<br />

Bunu halamın veya amcamın<br />

söylemesi hiç güzel olmaz el-<br />

bet. Neyse, mevzu o değil. Bir<br />

de sırf fotoğrafını paylaşmak<br />

için yiyenler vardır ki onlar da<br />

ayrı dünyada yaşarlar. Bakarsın<br />

albümlere, sadece yemek!<br />

Sanırsın ülkenin gurmesi. Aslında<br />

bilmiyoruz fakat paralel<br />

evrende bir televizyon kanalında<br />

sunuculuk falan yapıyor. O<br />

yemekleri tatmak işi adamın.<br />

Lütfen ama.. “Mmm çok da güzeldi,<br />

ağzınıza layık”tan öteye<br />

gitmez yorumları güzel gurmemin.<br />

Güzel yerlerin fotoğrafını paylaşmak<br />

için de kullanılır. Bu konuda<br />

Allah İnstagram’dan razı<br />

olsun. O olmasa napardık biz?<br />

Yıllardır görmekten bıkmadığımız<br />

boğazın milyonlarca açısından<br />

fotoğrafını göremezdik<br />

misal. Sonracıma bir kapı, bir<br />

kalabalık, bir Taksim tramvayı<br />

falan.. Onlar olmasaydı napardık<br />

biz? Bu paylaşma tutkusu<br />

nasıl bir hastalıktır arkadaş?<br />

Hele şu sokakların fotoğraflarını<br />

en çok paylaşan insan ola-<br />

24<br />

rak en çok da kendimi kınıyorum.<br />

Özellikle Twitter’da falan.<br />

Takipçi heyecanla açıyor belki<br />

Büşra’yı görürüm diye. Aaa bir<br />

de bakıyor ki; manzara. Nasıl<br />

bir yıkım? Nasıl bir döküm?<br />

Tabi aynı şey benim için de<br />

geçerli. “x bir foto paylaştı”<br />

diye link atmaz mı bi’de?<br />

En kötüsü de gittiğiniz yerleri<br />

paylaşmak için kullanmanız.<br />

Foursquare ve yer bildirimi yapan<br />

diğer mecralar bizi bizden<br />

aldı. Artık adımımızı da paylaşıyoruz.<br />

“Sinemadayım” “Tiyatrodayım”<br />

“İstiklaldeyim” “Lalezardayım”<br />

“Ağa kapısındayım”<br />

“Eyüp Camiindeyim” gibi şeyleri<br />

paylaşıyoruz ya hani? Artık<br />

nerdeyiz, herkes biliyor. Eskiden<br />

ne güzel amcam bilmezdi<br />

nerde olduğumu. Amerika’daki<br />

kuzenimle yazdan yaza görüşürdük<br />

ne güzel. Ama şimdi?<br />

O Amerika’nın hangi deliğinde<br />

biliyorum, O da benim nerde<br />

olduğumu. 3 gün check-in yapmasak<br />

mezarlık check-in lerin-<br />

den aranacak duruma geldik.<br />

O derece bağımlısıyız. Hele<br />

ki annemin nerede olduğumu<br />

telefonla açıp öğrenmek yerine<br />

twitter’dan öğrendiğini de<br />

varsayarsak; bu sosyal medya<br />

aile ilişkilerimizin de içine etmiş<br />

durumda.!<br />

Haberleşme amaçlı da kullanılır.<br />

Hiç olmadık yerde bir<br />

durum paylaşırsın. Sonra başkası<br />

atlar, o atlar, bu atlar derken;<br />

başkaları hakkında bi’çok<br />

bilgiye dahil olursun. Sonra<br />

“Hayde şuraya gidelim, ne zamandır<br />

görüşemedik” tarzında<br />

yazışmaların ardından toplu<br />

bir mesaja alınırsın. Aaa bir<br />

de bakmışsın hafta sonu uzun<br />

zamandır görüşemediğin arkadaşlarınla<br />

berabersin. Sanırım<br />

en güzel yanı bu. Hee bir de<br />

kim kiminle evlenmiş, kim kime<br />

asılıyormuş, kim aslında neymiş<br />

onları da öğrenirsin. Sen<br />

beğendin birinin durumunu, o<br />

hiç seni beğenmemiş ve buna<br />

devam ediyorsa bu arkadaşlığınıza<br />

ciddi anlamda zarar<br />

verir. Twitter’da takipçisi olduğunuz<br />

dostunuz, takibinizden<br />

çıktıysa bir daha onunla görüşmezsiniz.<br />

Zira sosyal medya<br />

arkadaşlığın pekiştiği, aynı<br />

zamanda koptuğu da yerdir.<br />

25<br />

Birbirine asılma gibi durumlar<br />

için de kullanılır. Sonra insanların<br />

farklı yüzlerini görmek<br />

için de kullanılır. Beleş biletler,<br />

ucuzluklar için de kullanılır.<br />

Aslında daha bir çok amaç<br />

uğrunda heba edilebilir. Fakat<br />

daha da yazarsam sen okumazsın<br />

sayın izleyici. Uzun yazıp<br />

seni de sıkmayayım. Kendine<br />

iyi davran. Varsa eklemek<br />

istediğin bi’şey; sana bir yorum<br />

kadar uzaktayım. Kendine iyi<br />

bak ve unutma ki; yazdıklarımın<br />

bi’çoğunu ben de yapıyorum.<br />

Yorumlarını ona göre yap<br />

yani ;)<br />

Büşra Bayram<br />

hayalmeyalbuschra.blogspot.com


26<br />

Dünyaca Ünlü Vichy’nin Blogla Hesaplaşması<br />

Fransız ürünü L’Oreal’in bir kanadı<br />

olan Vichy’nin yaşlanma<br />

karşıtı ürününü piyasaya sürmek<br />

için blog üzerinden pazarlamasına<br />

karar verir. Blogunda<br />

kullanmak üzere Claire adlı<br />

hayali yazar karakterini devreye<br />

sokar. İşte tümde aksilikler<br />

burada başlar. Blogculuk<br />

marka ile tüketiciler arasında<br />

kullanılan samimi ve şeffaf dijital<br />

halkla ilişkiler mecrasıdır.<br />

Böyle bir ortamın içine yüzünde<br />

tek bir kırışıklık olmayan ve<br />

üniversite edasında olan Claire<br />

adında karakter sokulunca<br />

takipçilerin tepkisi de geç kalmadı.<br />

Üstelik kullanılan dilde<br />

kalıplaşmış Vichy dilleri idi.<br />

Blogculuğa aykırı blog kültürüne<br />

zıt düşen eylemler sonucunda<br />

takipçileri tarafından büyük<br />

bir oranda olumsuz yorumlara<br />

mağruz kaldı. Bu da marka için<br />

acı kayıp haline geldi. Bununla<br />

birlikte sevilen Fransız gazetelerinde<br />

de Vichy’e dair ağır<br />

darbeler vuruldu.<br />

Yeni bir danışmanlık şirketi ile<br />

yeniden blog açan marka ilk iş<br />

olarak özür dilemekle başladı.<br />

Sonra müşterilerini dinleyerek<br />

hareket edeceğini duyurdu.<br />

Eskisinden daha farklı olan<br />

blog sitesi yerine ulaşılabilir<br />

olmayı tercih etti hatta bunun<br />

için sitede yazı yayımlayan<br />

bloggerların resimleri dahi vardı.<br />

Böylelikle ulaşılabilir olmayı<br />

tercih ederek müşterileriyle<br />

sıcak iletişim kurmayı başarabildi.<br />

Bu sefer önceki oranla<br />

alınan yorumlar daha destekleyici<br />

ve yapıcı olmaya başladı.<br />

Yine yaşlanma karşıtı pazarlama<br />

düşüncesi devam ediyordu<br />

bunun için de seçilen 5 kadın<br />

27<br />

blogger tedavi programına<br />

alındı. Kimsenin etkisi altında<br />

kalmadan istedikleri gibi yayın<br />

yapan 5 kadın blogger ürünü<br />

çok sevdiler. Blogcuların samimileştirdiği<br />

blog için Vichy’ye<br />

övgüler yağdı. Böylelikle müşteri<br />

beklentilerini daha iyi anlayabilme<br />

kabiliyetine kavuşan<br />

marka, “krem güneşten koruma<br />

amacıyla da kullanabilir<br />

miydi?” gibi sorulara cevap<br />

verilmesi ile satışın önündeki<br />

çeşitli engelleri de kaldırabilmiştir.<br />

Vichy’nin çıkardığı ders; Eğer<br />

yanlış blogculuk yapıyorsanız<br />

, bloglar dünyası doğrusunu<br />

gösterecektir ve eğer okuyucunun<br />

dediklerine kulak verirseniz<br />

blogunuz muhtemelen<br />

amacına ulaşacaktır.<br />

Sizce ?<br />

bloglifetr<br />

BERAT BALKI<br />

beratbalki.com


OYUNDER ile tanışmam<br />

GDT<br />

(Game Developers<br />

Turkey)<br />

grubu üzerinden<br />

gelen bir etkinlik davetiyle oldu.<br />

Daha önce oyun sektöründe yer<br />

aldığım için üyesi olduğum bu<br />

topluluk oyun sektörü için son<br />

derece yararlı çalışmalara imza<br />

attığından gelen davetleri daima<br />

gözden geçirir ve elimden geldiğince<br />

katılırım. Dolayısıyla,<br />

bir Cumartesi günü, Bahçeşehir<br />

Üniversitesi'nde BUG (Bahçeşehir<br />

University Game Lab) işbirliğiyle<br />

yapılan tanıtım toplantısına<br />

OYUN ŞURUBU: OYUNDER<br />

nasıl ve ne gibi bir vizyonla<br />

kuruldu?<br />

TANSU KENDİRLİ: Oyunder<br />

Türkiye’de oyun sektörüne<br />

destek vermek, Türkiye oyun<br />

endüstrisini yüksek katma değer<br />

yaratan bir yapıya getirmek<br />

için kuruldu.<br />

Toplumumuzun oyun konusuna<br />

bakışını güncelleştirmeyi<br />

bu konuda sahip olduğu bilgi<br />

düzeyini yükseltmeyi de hedefliyoruz.<br />

Bu endüstride çalışan<br />

veya kariyer yapmak isteyen<br />

insan kaynağının yetkinlik<br />

düzeyini ve sektörün üretim<br />

kapasitesini arttırmaya yönelik<br />

çalışmalara varana kadar<br />

her alanı kapsayan bir destek<br />

olacak. Bu sektörün liderliğini<br />

katılmak ve neymiş ne değilmiş<br />

bakalım şu oyun derneği öğrenmek<br />

için yollara düştük.<br />

Açıkçası beklentilerimin çok üzerinde<br />

ve yapıcı bir oluşumun kurulmaya<br />

başladığını öğrendiğim<br />

için son derece memnun oldum.<br />

Organizasyonun yüzü Tansu<br />

Kendirli'yi dinledikçe memnuniyetim<br />

katlandı, tanıştığımda<br />

memnuniyet üçe beşe katlanıyor<br />

derken içim içime sığmaz oldu.<br />

Bu iş böyle olmaz bu faydalı oluşumdan<br />

sadece oyun sektörünün<br />

değil herkesin haberi olmalı,<br />

haydi bir röportaj yapalım diye<br />

yakasına yapıştım kendisinin. Sa-<br />

yapan ülkelerdeki standartlara<br />

ulaşmayı istiyoruz.<br />

Bunun da ötesinde onları geçmeyi<br />

hedefleyen bir vizyonumuz<br />

var. Neden Türkiye<br />

dünyanın en önemli oyun üreticilerinden<br />

biri olmasın? Neden<br />

bu alanda en çok gelir elde<br />

edebilen ülkelerden birisi de<br />

biz olmayalım?<br />

İnsanımız çok zeki ve yetenekli.<br />

Motivasyonu ve bilinç düzeyini<br />

sağlayacağımız bilgi birikimi,<br />

deneyim ve oluşturmasına öncelik<br />

edeceğimiz desteklerle<br />

arttırabilirsek bunun olmaması<br />

için OYUNDER olarak biz bir<br />

engel göremiyoruz.<br />

Eğitimden pazarlamaya, yatırımdan<br />

maliyetlerin düşürülmesine<br />

ve deneysel oyun<br />

araştırmalarına, etkinliklerden<br />

28<br />

RÖPORTAJI<br />

ğolsun o da son derece yoğun bir<br />

programı olmasına rağmen (ya<br />

da ben yakasından düşeyim artık<br />

diye) aşağıdaki içten röportaj için<br />

vakit ayırdı. Sivil toplum kuruluşları<br />

dendiğinde ciddi bir geçmişi<br />

olan ve mobil uygulamaları ile<br />

ödüller alan Kendirli, T Arge İletişim<br />

firmasının sahibi ve “Minidahi”<br />

markasının yaratıcısı aynı<br />

zamanda.<br />

İyisi mi ben artık düşük çenemi<br />

toplayıp bir kenara çekileyim<br />

de OYUNDER'i siz Tansu beyin<br />

kendisinden dinleyin.<br />

konferans ve seminerlere kadar<br />

uzanan bir faaliyet alanımız<br />

olacak. Ancak temel önceliğimiz<br />

Türkiye’de “Oyun ekosistemini”<br />

geliştirmek. Birbirinden<br />

ayrı olan yapıları birleştirmek.<br />

İnsanlar, ekipler, üniversiteler,<br />

özel sektör, yatırımcılar, yapımcılar,<br />

yayıncılar, fikri mülkiyet<br />

kavramının hukuki boyutu<br />

ve kamu açısından koşulları<br />

daha iyi hale getirebilmeliyiz.<br />

“ Oyun bizlerde<br />

yarattığı etkiden<br />

bağımsız olarak<br />

değerlendirildiğinde<br />

son derece “ciddi”<br />

bir iştir. ”<br />

O.Ş.: Sizce Türk dijital oyun sektörünün<br />

belli başlı sorunları neler<br />

ve OYUNDER’in bu sorunların<br />

düzelmesine ne gibi katkıları<br />

olacak?<br />

T.K.: Başlıca sorunumuz “oyun”<br />

kavramını ve doğal olarak buna<br />

bağlı oyun sektörünün temel niteliğini<br />

tam anlamamış olmaktı.<br />

Bu bir ölçüde “oyun” kelimesinin<br />

insanımızın zihninde yarattığı<br />

etkiden olabilir. Sanırım bu kelime<br />

pek çoğumuzun zihinlerinde<br />

bir şekilde ciddiyetle aynı safta<br />

yer almayan bir kategoride. Oyun<br />

yalnızca eğlencelik bir şey değildir.<br />

Oyun sadece vakit geçirmek<br />

de değildir. Elbette “Ben o açıdan<br />

bakmak istiyorum.” diyerek bakış<br />

açınızı bu şekilde sınırlı da tutabilirsiniz<br />

ancak oyun bizlerde<br />

yarattığı etkiden bağımsız olarak<br />

değerlendirildiğinde son derece<br />

“ciddi” bir iştir. Oyuncu oyunu<br />

oynarken de son derece yüksek<br />

bir motivasyon ve odaklanma<br />

düzeyi ile hareket eder. Elbette<br />

oyuncu olmanın ne kadar ciddi<br />

olursanız olun eğlenceli olma<br />

gibi bir yanı ve zorunluluğu da<br />

var, bu yadsınamaz.<br />

Ciddiyet oranını oyunun bir iş<br />

“business” olarak şu anda eğlence<br />

sektöründe ulaştığı nokta ve<br />

yarattığı ekonomik değer açısından<br />

da görebilirsiniz. Bu bağlamda<br />

oyun, yalnızca kişisel açıdan<br />

değil sektörel açıdan baktığınızda<br />

da oldukça ciddi bir iştir. Son<br />

zamanlarda bu ciddiyet eğitimde<br />

oyunsulaştırmaya yönelik çalışmalarla<br />

gündemde gittikçe daha<br />

da fazla yer işgal ediyor. Tubitak<br />

bu konuda destek programları<br />

açıklıyor. Milli Eğitim Bakanlığı<br />

konuya eğiliyor ve ciddi çalışmalar<br />

yapıyor. Çünkü hemen her<br />

kesim eğitimde oyunun sağlayabildiği<br />

bir psikolojik duruma<br />

fena halde muhtaç. “ODAKLAN-<br />

MIŞ OLMAK”<br />

Ülkemizin sorunlarından bir diğeri<br />

ise bu ekosistemi oluşturan<br />

parçaların birbirinden ayrı kalması<br />

ve bir bütün olarak değerlendirilmemesiydi.<br />

Elbette biz<br />

bu yaklaşımı çok sığ buluyoruz.<br />

Zaten modern anlamda bir oyun<br />

endüstrisinden söz edemiyorsak<br />

sebebi bir ölçüde bu. Birbirinden<br />

ayrı olan bu ekosistem unsurları-<br />

29<br />

bloglifetr<br />

nı nitelikli ve ortak çalışma yapabilecek<br />

çerçevede bir araya getireceğiz.<br />

Bu Oyunder olarak Türk<br />

oyun ekosistemine yapabileceğimiz<br />

en büyük katkı olacaktır. Nitekim<br />

Oyunder olarak zaten bu<br />

tespitten yola çıkarak kendimizi<br />

tanımladık.<br />

Sektör dışında kalan insanlar<br />

veya genelde pro-gamer olmayan<br />

son kullanıcılar yani “oyuncular”<br />

için oyun bir programlama uzmanı<br />

tarafından yapılabilecek bir<br />

şeydir. Özetle bir çok kişi OYUN<br />

kavramının ne kadar sofistike ve<br />

ne kadar nitelikli uzmanlık gerektiren<br />

“multi-disipliner” bir iş<br />

alanı olduğunu çok fazla bilmiyor.<br />

Bunu değiştirmeliyiz. Elbette<br />

bu noktada kafamızdakilerin<br />

hepsini saymamız mümkün değil<br />

ama neler yapabileceğimizi çok<br />

iyi biliyoruz.<br />

Önümüzdeki dönemde işimiz<br />

oyun sektörünün daha hızlı biçimde<br />

gelişmesine yardımcı olmak<br />

aynı zamanda gelişimine<br />

öncülük edeceğimiz bu yapının<br />

güçlenmesini ve sürdürülebilirliğini<br />

sağlamak olacak.


O.Ş.: Sadece sorunlardan bahsetmekle<br />

kalmayalım. Sektörde<br />

başarılı bulduğunuz projeler<br />

veya stüdyolar var mı?<br />

T.K.: Başarı kavramı inanılmaz<br />

göreceli bir kavram. Başarıdan<br />

neyi anlıyoruz bunu doğru tarif<br />

etmeliyiz. Oyunder’in bakış açısı<br />

net. Türkiye oyun sektörünü temsil<br />

edilen firmaların oluşturacağı<br />

orjinal iş fikirleri (fikri mülkiyet)<br />

ile dünya genelinde elde edecekleri<br />

yaygınlık, oynanma oranı ve<br />

buna bağlı gelirle tarif edecek.<br />

Biz kendimizi sadece yerel faaliyetler<br />

yürütecek bir organizasyon<br />

olarak görmüyoruz. Bilakis, Türk<br />

oyun sektörünü küresel çapta bir<br />

noktaya taşımak için kurulmuş,<br />

uluslararası hedefleri olan sivil<br />

bir toplum kuruluşuyuz. Oyun<br />

geliştiricilerimizin de pek çoğu<br />

bizim gibi düşünüyor. Dolayısıyla<br />

bu sorunuzu bir kaç stüdyo<br />

ismi vererek cevaplamak yerine<br />

bunları belirtmenin doğru olacağına<br />

inanıyorum<br />

Elbette elde ettikleri cirolar açısından<br />

bakarsanız Türkiye’de<br />

başarılı olarak adlandırabilece-<br />

30 31<br />

ğiniz firmalar var. Platformlarında<br />

bulunan online oyuncu sayısı<br />

açısından değerlendirme yaparsanız<br />

da farklı bir açıdan başarılı<br />

bulabileceğiniz yine pek çok firma<br />

bulabilirsiniz. Ancak yaratabildiğimiz<br />

orjinal IP (intellectual<br />

property) açısından bakacak<br />

olursak, Oyunder’in başarıdan<br />

anladığı şeyin bu sektörde maksimum<br />

seviyede katma değer yaratacak<br />

Orjinal IP sayısı ve buna<br />

bağlı ekonomik getiri olduğunu<br />

söyleyebiliriz.<br />

Bir başka açıdan başarı da dünyada<br />

oyun dendiğinde henüz hiç<br />

ortaya konmamış “deneyim tasarımlarını”<br />

ortaya koyabilirsek<br />

olacaktır. Biz meseleye bu açılardan<br />

bakıyoruz.<br />

O.Ş.: OYUNDER olarak bu sektöre<br />

adım atmak isteyen ama ne<br />

yapacağını, nerden başlayacağını<br />

bilmeyen gençlere de kapınız<br />

açık mı? Eğer açıksa onlara ne<br />

gibi fırsatlar sunacaksınız?<br />

T.K.: Elbette açık. Ancak bence<br />

bu alanda çalışmak isteyen pek<br />

çok genç arkadaşımız zaten ne<br />

yapmak istediğini gayet iyi bili-<br />

yor. Hangi alt alanda uzmanlaşmak<br />

isterlerse içimizde onlara yol<br />

gösterecek olan arkadaşlarımız<br />

var. Bunların sayısı her gün artacak.<br />

Yoksa da buluruz emin olun.<br />

Bize doğrudan başvurabilirler<br />

info@oyunder.org adlı e-posta<br />

adresimize bu konuda bir çok<br />

mail alıyor ve arkadaşlarımızı elimizden<br />

geldiğince doğru biçimde<br />

yönlendiriyoruz. Yine de mail<br />

göndermeden önce bizim yayınlanmaya<br />

başlayan sohbetlerimizi<br />

Oyunder Facebook sayfamızdan<br />

ve yakında sitemizin bloğundan<br />

incelemeleri çok yararlı olacaktır.<br />

Türk oyun<br />

sektörünü<br />

küresel çapta bir<br />

noktaya taşımak<br />

için kurulmuş,<br />

uluslararası<br />

hedefleri olan<br />

sivil bir toplum<br />

kuruluşuyuz.


loglifetr<br />

Yine youtube ve slide share gibi<br />

kanallardan sunumlarımızı incelemeleri<br />

de çok faydalı olur.<br />

Belki de sorularının bazıları temasa<br />

geçmeden önce cevaplanmış<br />

olacaktır. Çünkü o sunum ve<br />

sohbetlere göz atarlar ise bizim<br />

“Oyun sektörü” dendiğimizde<br />

neden bahsettiğimizi daha rahat<br />

görebilecekler. Oyun sektörü<br />

dediğimizde bunu sadece kod<br />

yazmak olarak algılamaları veya<br />

sadece tasarım yönüyle ele almaları<br />

eksik bir algı olur. Biz oyun<br />

üretimi ekosistemini oluşturan<br />

tüm uzmanlık alanlarını bu çatı<br />

altında ortak çalışma kültüründe<br />

birleştirmeye çalışacağız. Hukuk,<br />

pazarlama, ses mühendisliği,<br />

bestecilik, dijital oyun senaristliği<br />

gibi başka pek çok alanda buna<br />

dahil. Hatta adını burada şimdi<br />

sayamadığımız başka pek çok<br />

alan daha var.<br />

Bir ülkede, şirkette veya küçük<br />

işletmede, kamuda kısacası neredeyse<br />

her alanda elde edilebilecek<br />

başarıların en üst sınırı<br />

o alanda iş yapan veya yapmayı<br />

düşünen insanların oluşturduğu<br />

topluluğun bilgi seviyesi, iş kalitesi<br />

ve motivasyonu ile doğru<br />

orantılı. Yani motivasyonu ve yeteneği<br />

olmayan bir insan kaynağı<br />

ile bir önceki sorunuzda tarif<br />

ettiğim başarı düzeyine ulaşmak<br />

mümkün değildir. Bu nedenle<br />

yetenekli olduğuna inanan veya<br />

yüksek motivasyonu sahip olan,<br />

yeteneğini kendisini bu alana<br />

adayarak geliştirmek isteyen tüm<br />

gençlere kapımız açık. Hatta ileride<br />

onları hayalini kurdukları<br />

iş ortamlarına dahil edebilmeyi<br />

ve onların bizim etkinliklerimiz<br />

aracılığı ile belirli bir oryantasyon<br />

sürecinin ardından buralarda<br />

staj ve çalışma imkanlarına<br />

sahip olmalarını istemekteyiz.<br />

Zaten oyun endüstrisinde bu atılımı<br />

yapabilmek için bu yetenekli<br />

gençlere ihtiyacımız olacak. Bu<br />

tam anlamıyla bir kazan-kazan<br />

ilişkisi olabilir. Biz onlara bu fırsatları<br />

sunmaya çalışacağız. Yine<br />

kendi başına oyun geliştiren<br />

ekiplere uzmanlardan deneyim<br />

aktarılmasını amaçlıyoruz.<br />

O.Ş.: Geçtiğimiz yıl kurulan TÜ-<br />

DOF ile ilgili düşünceleriniz neler?<br />

T.K.: TÜDOF çok önemli bir<br />

eksiği kapatan bir kuruluş. Bir<br />

öncü. Elektronik sporlar tüm<br />

dünyada bu tip yapılara ihtiyaç<br />

duyuyor. İlgilendikleri ana alanlar<br />

olan kategorizasyon ve sporcu<br />

(oyuncu) lisanslaması konuları<br />

da gerçekten önemli. Bizce bu<br />

alanda TÜDOF tarafından ortaya<br />

konacak işler önemli değer<br />

teşkil edecek. Mevlüt Bey (abi)<br />

ile yeni bir araya gelme fırsatımız<br />

oldu. Onların da bizimle ilgili<br />

düşüncelerinin çok olumlu<br />

olduğunu söyleyebilirim. Zaten<br />

ekosistem dediğimizde biz tam<br />

da bunu yani tüm tarafları anlıyoruz.<br />

Kendisi bizi Federasyon<br />

komitelerinde yer almaya ve yapılan<br />

veya yapılacak olan çalışmalara<br />

destek olmaya davet etti.<br />

Oyunder olarak bunu nasıl yapabileceğimizi<br />

değerlendiriyoruz.<br />

O.Ş.: Türk dijital oyun sektörünün<br />

geleceğini nasıl görüyorsunuz?<br />

32<br />

T.K.: “Sky is the limit”. Şaka elbette.<br />

Bence gidebileceğimiz yer,<br />

hayallerimizin erişebileceği yerdir.<br />

O.Ş.: Derneğinize katılmak isteyenler<br />

sizlere nasıl ulaşabilirler?<br />

T.K.: uyelik@oyunder.org ve<br />

info@oyunder.org adresine bir<br />

mail atabilirler. Yine Oyunder<br />

web sayfasında yer alan dökümanlar<br />

bölümünden (www.<br />

oyunder.org) üyelik formlarımıza<br />

ulaşabilirler.<br />

Oyun sektörü<br />

dediğimizde<br />

bunu sadece kod<br />

yazmak olarak<br />

algılamak veya<br />

sadece tasarım<br />

yönüyle ele<br />

almak eksik bir<br />

algı olur.<br />

Ayda TANGÜNER<br />

oyunsurubu.com<br />

33


İstiklal<br />

Akarsu<br />

Röportaj<br />

Öncelikle sizi kısaca<br />

tanıyabilir miyiz?<br />

İstiklal ben, merhabalar.<br />

Twitter olayına ne zaman girdiniz?<br />

Fenomen olma süreci nasıl<br />

oldu?<br />

Twitter olayına 2009’un Ekim<br />

ayında girdim, hala da çıkamadım,<br />

Alice in Wonderland sendromuna<br />

yakalandım, çıkacam<br />

ama girdiğim deliği bulamıyorum,<br />

acayip bir dünyayla karşılaştım<br />

ama alıştım, hatta Stockholm<br />

sendromuna geçiş yaptım, sevdim<br />

ben bu garip diyarı, şu an iyiyim.<br />

Fenomen olma süreci çok acayip<br />

oldu, inanılmaz oldu, yaşayan bilir<br />

o durumu, inanılmaz bir duyguydu,<br />

heyecan kasırgası, duygu<br />

seli. Yok yav yazacak bir şey bulamadım<br />

sallıyorum şu an. Ben<br />

hep şakalar yazdım Twitter’a. Zaten<br />

bildiğiniz üzere gerçek hayat<br />

sıkıcı, hatta sms diliyle yazarsak<br />

sikici, bari dedim buraya neşeli<br />

anlarını, komik durumlarını taşıyalım<br />

bu zalim hayatın. Açıkçası<br />

ben gülmek eğlenmek stres atmak<br />

için girmiştim biraz da, o yüzden<br />

beni güldürebilen insanları takibe<br />

başladım, timeline’ım neşe saçsın<br />

istedim. Sanırım buraya gelen<br />

herkesin de amacı oymuş ki komik<br />

durumları yazanları sevdiler,<br />

bağırlarına bastılar. Yazdıklarımız<br />

RT edildikçe, binlerce kişinin anasayfasına<br />

düştük. Yalnız düştük<br />

deyince sanki kötü yola düştük<br />

gibi oldu. Evet itiraf ediyorum<br />

kötü yola düştük, abi kurtarın<br />

bizi, polise filan haber verin! Jack<br />

Dorsay pasaportlarımızı aldı vermiyor.<br />

Bizi bi odaya kapattı zorla<br />

şakalı tivit yazdırıyor, mağduruz,<br />

lütfen RT!<br />

“Bir Alex değilim” adlı bir kitap<br />

yazmışsınız. Alex olsanız ne değişirdi?<br />

Alex Türkiye’ye ilk geldiğinde<br />

şaşırmıştım. Adam koşmuyor,<br />

sahilde yürüyüş yapan amcalar<br />

gibi dolaşıyor saha içinde. Dedim<br />

bu adam geldiği gibi gider.<br />

Sonra baktım adamın ayağından<br />

çıkan her top ya gol ya asist oluyor.<br />

Adam durarak destan yazıyor.<br />

Sonra bir Beşiktaşlı olarak<br />

bizim İbrahim Üzülmez’e baktım.<br />

34<br />

Deli İbo bizim adamımız ona<br />

karşı daha pozitifim, ama o da<br />

sürekli kafası önde koşuyor, hep<br />

koşuyor ama finalde topu ya taca<br />

ya auta atıyor. Dedim helal olsun<br />

bu Alex’e adam futbolun bug’unu<br />

bulmuş, kendini yormadan terlemeden<br />

işi bitirmiş. İşte hayatta<br />

her işte böyle olmak lazım, zorlamadan<br />

strese girmeden Alex gibi<br />

sonuca gitmek lazım(iyi bağladım<br />

dur). Ama iyi ki bir Alex değilim,<br />

Alex olsam beni de gönderirlerdi<br />

herhalde, o yüzden böyle iyiyim.<br />

Bazı Twitter Fenomeninin<br />

argo konuştuğunu<br />

görüyoruz.<br />

Argo konuşanlar<br />

daha mı çok seviliyor?<br />

Eğer öyleyse sizce neden?<br />

Yok çoğu değil aslında, belki sizin<br />

takip ettikleriniz öyledir. Tarz meselesi<br />

bu, ben normal hayatımda<br />

da öyle çok küfür eden birisi değilim.<br />

Ama yeri gelince küfürün<br />

tillahını da ederim yapacak bir<br />

şey yok. Geçen bir AVM kapalı<br />

otoparkındayım misal. Hava soğuk<br />

olduğundan herkes kendini<br />

AVM’ye atmış, otopark ağzına<br />

kadar dolu. Otoparkın içinde attığım<br />

5675. tur sonunda baktım<br />

bir aracın kapıları uzaktan kumandayla<br />

açıldı. Gittim o aracın<br />

önünde bekledim. sahibi geldi,<br />

alışveriş torbalarını yerleştirdi,<br />

ben de dörtlüleri yaktım çıkmasını<br />

bekliyorum. Adam çıktı ama<br />

karşıdan gelen bir uyanık direkt<br />

hızlı bir manevrayla daldı. Tam da<br />

park edemedi, 4-5 manevra yaptı<br />

sonra. Ben bu arada korna çaldım,<br />

hatta camı açıp el kol hareketi<br />

yaptım tınmadı bile. Sonra küfürün<br />

tarihini tekrar yazdım. Camı<br />

kapattığım için duymadı ama o<br />

abi. Camı kapattım çünkü iri yarı<br />

bir abiydi, yanında da 2-3 kişi vardı,<br />

bir park yeri için dayak yemek<br />

istemedim. Bu satırları okuyorsa<br />

o abiye selam ederim, o yer senin<br />

hakkındı abi derim, saygılar.<br />

En çok bilinen fenomenlerdensiniz.<br />

Twitter fenomeni olmak hayatınızda<br />

neleri değiştirdi?<br />

Valla ara sıra böyle ropörtajlar<br />

dışında bir şey değiştirmedi. Bel-<br />

ki arada sosyal medyayla ilgili tv<br />

programlarına da çağırıyorlar, o<br />

bir heyecan olabiliyor. Şimdilerde<br />

üniversiteler de söyleşi için çağırmaya<br />

başladı, o da çok heyecan<br />

verici ve renkli oluyor. Bakıyorum<br />

da epey değişmiş la hayatım, iyiymiş<br />

bu fenomenlik evet. Ama bir<br />

yandan da hayatımı geçirdiğim<br />

yerlerde, yani gerçek hayatımda<br />

tivitçi kimse olmadığından fenomenliği<br />

hakkıyla yaşayamıyorum<br />

Bu beni incitiyor, örseliyor, çok<br />

ayıp bir şey bu. Sene 2013 olmuş<br />

hala Twitter’a üye olmayan insanlar<br />

var. Ha bizim berber abi girmiş<br />

Twitter’a, o da ha bire yanıma gelip<br />

“beni takip etsene lan” diyor,<br />

zor durumdayım, çıkmazlardayım.<br />

Takip ettiğiniz fenomenler ya da<br />

bloglar var mı?<br />

Çoğunu takip ediyorum sanırım,<br />

ama onlar fenomen olmadan önce<br />

de takip ediyordum zaten. Bazıları<br />

gerçekten komik, ama bazıları<br />

nasıl fenomen olmuş, hangi şakalarına<br />

gülmüşler meraktan takip<br />

ediyorum(vaay verdim gizemi,<br />

verdim polemiği) Sokaktakiadam<br />

var misal, onun tivitleri eğlenceli<br />

olur. Vizeleri veya finalleri olmadığında<br />

eğlenceli yazıyor. Bu aralar<br />

bunalımda sanırım finalleri<br />

ağır geçiyor. Çocuğumukeserim<br />

diye bi ablamız var, o da çok eğlenceli<br />

yazıyor ama ayda bir zor<br />

uğruyor Twitter’a. Hoanes var,<br />

onun da hem tivitleri hem blog’u<br />

çok güzeldi. Güzeldi diyorum<br />

çünkü uzun dönem askere gitti<br />

bıraktı buraları. Şimdiden hayırlı<br />

tezkereler diliyorum kendisine.<br />

35<br />

bloglifetr<br />

Tez zamanda gelsin ve yazsın şakalarını<br />

da gülelim. Özlem Hepşen<br />

var, hafif çatlak ama epey komik<br />

bi ablamız o da.<br />

Ama yemişim blogunu da tivitini<br />

de sen gerçekte kime gülüyorsun<br />

diye soracak olursan Umut Sarıkaya<br />

derim, Yiğit Özgür derim,<br />

Cem Yılmaz derim, Özer Aydoğan<br />

derim, bunlar iyi. Ama karikatür<br />

dergilerini çok takip etmiyorum,<br />

arada AVM’lerde beleş okuyorum.<br />

Beğendiğim yazar ve çizerlerin<br />

karikatürleri ya da yazdıkları<br />

bir kitapta toplandığı zaman alıp<br />

okuyorum, gülüp eğleniyorum.<br />

Başka projeleriniz var mı? Planladığınız<br />

ya da şu an faaliyette<br />

olan.<br />

Yaklaşık 1 yıldır planladığım bir<br />

proje var ve sanırım önümüzdeki<br />

hafta piyasaya çıkacak. Evet 2. kitap<br />

geliyor. Çok heyecanlıyım, du<br />

bakalım inşallah hakkımda hayırlısı<br />

olur.<br />

BloglifeTr dergimiz hakkında neler<br />

düşünüyorsunuz?<br />

Facebook, Twitter gibi mecralar<br />

çıktı çıkalı bu garibim blog’ların<br />

pabucu dama atıldı. Evin ilk çocuğu<br />

gibi mahzunlaştı, durgunlaştı<br />

bloglar. Ama unutmasınlar ki onlar<br />

bizim ilk göz ağrımız, onların<br />

yeri bizde ayrı, sel gider kum kalır,<br />

yürü be blog kim tutar seni! Siz de<br />

BloglifeTr olarak bu mecraya hak<br />

ettiği ilgiyi ediyorsunuz, tebrik<br />

başarılarınızın devamını dilerim.<br />

Ali Kemal Özdemir<br />

1sosyalmedya.com


loglifetr bloglifetr<br />

15 Şubat Cuma akşamı<br />

Armada Hotel‘de<br />

heyecanlı bir bekleyiş<br />

içindeydik. Girişte<br />

bloggerlarımıza layık<br />

kırmızı halımızı sermiş, otelin<br />

farklı yerlerine 11 adet QR<br />

kodu yerleştirmiştik. İçerden<br />

gecede sahne alacak Altuğ<br />

Akınsel ve grubunun sound<br />

check sesleri gelirken biraz<br />

yorgun ama o yorgunluğun kat<br />

be kat fazlası heyecanla lobiye<br />

yığıldık, yorgunluk çaylarımızı<br />

yudumlamaya başladık. Kaplumbağa<br />

havuzunun huzurlu<br />

şıkırtısı ruhlarımız okşuyor,<br />

otele sinmiş, babaanne/anneanne<br />

evlerine has o nostaljik<br />

ve insana kendini hoşgelmiş<br />

hissettiren koku ciğerlerimize<br />

doluyordu.<br />

Yorgunduk ama bu yorgunluğa<br />

fazlasıyla değmişti. Tüm<br />

bu süreçte yanımızda olan ve<br />

heyecanımıza aynı heyecanla<br />

destek veren Armada Hotel<br />

Pazarlama ve Gelirler Asistanı<br />

Ecem Onay ile Pazarlama<br />

ve Gelirler Müdürü Nedim<br />

Mazliyah da öğleden itibaren<br />

yanımızdalardı. Onların yol<br />

göstermesi ve katkısıyla organizasyon<br />

hazırlıkları pürüzsüzce<br />

tamamlandı.<br />

İlk ziyaretçilerimiz gelmeye<br />

başladığında heyecan tavan<br />

yaptı elbette. Özellikle de Internet<br />

Geliştirme Kurulu Baş-<br />

BlogLifeTr Blogger Partisi’nde<br />

Kahkahalar Su Gibi Aktı<br />

kanı sayın Serhat Özeren her<br />

zamanki babacanlığı ve güler<br />

yüzüyle kapıda belirdiğinde<br />

yüreğimiz ağzımızdaydı. Bize<br />

ilk günden beri tüm projelerimizde<br />

destek veren, motivasyonumuzu<br />

motivasyonuyla<br />

katlayan sayın Özeren, o gece<br />

yaptığı konuşmada:<br />

“Türkiye’de internet abone sayısı<br />

20 milyonu geçti. İnternet<br />

hızının artması, akıllı cihazların<br />

kullanılması ile mekandan<br />

bağımsız internet erişimi özgün<br />

içeriğin de artmasına yol<br />

açtı. Türkiye’de internet kullananların<br />

duygu ve düşüncelerini,<br />

fikirlerini paylaştığı özgün<br />

internet sayfalarının artması,<br />

bilginin dolaşımın hızının da<br />

artması anlamına gelecektir.<br />

Türk insanın yaratıcı yönünün<br />

yansıdığı blog sayfalarının artması<br />

ve bu etkinlikler ile farkındalığın<br />

oluşması önemlidir”<br />

şeklinde konuştu.<br />

Akabinde Altuğ Akınsel sah-<br />

neye çıktı ve biz şarkılarıyla<br />

coşarken o da sahnedeki<br />

enerjisini gece boyunca bize<br />

bulaştırmaya devam etti. O<br />

sırada köşedeki tavuklu pilav<br />

arabası, ikram edilen osmanlı<br />

şerbeti, meyveler, kuruyemişler,<br />

midye dolmalar, tavuk şişler<br />

derken kendimizi kaybettik.<br />

Ondan yiyeyim bundan içeyim<br />

şundan tadayım derken saatler<br />

nasıl geçti anlamadık. Bir<br />

ara Twitter fenomenlerinden<br />

İstiklal Akarsu da bu eğlenceye<br />

katıldı. Davetimize katılan<br />

bloggerlar arasında yetenekleri<br />

kalemiyle sınırlı olmayanlar<br />

varmış görmüş olduk. Onlar<br />

da sahneye çıkıp söyledikleri<br />

şarkılarla geceye renk kattılar.<br />

Hatta bir ara ajansımızın Chief<br />

Enlightment Officer’ı Levent<br />

Cem Aydan “Californication”<br />

cover’ıyla göz doldurdu.<br />

Gecenin sonunda QR Kodu<br />

Avı’nın tüm kodlarını bularak<br />

şifreyi çözen Emre Mertcan<br />

ana sponsorumuz Armada<br />

Hotel’de iki kişi bir gece konaklama<br />

ve kahvaltı kazanırken<br />

gece boyunca #BlogLifeTrParty<br />

hashtag’iyle en çok<br />

twit atanlar arasından belirlediğimiz<br />

şanslı katılımcılarımız<br />

da yine ana sponsorumuzdan<br />

birbirinden keyifli hediyeler kazandı.<br />

36 37<br />

Biz blogger kökenli, çalışanları<br />

arasında bir dünya blogger<br />

olan bir ajansız ve öyle olmaya<br />

da devam edeceğiz. Bizler için<br />

Türkiye’deki blog kültürünü korumak<br />

ve geliştirmek çok çok<br />

önemli. Bloggerlar için organizasyonlarımız<br />

ve partilerimiz<br />

bununla da sınırlı kalmayacak<br />

elbette. Önümüzdeki günlerde<br />

bloggerlar için büyük bir sürpriz<br />

daha hazırlıyoruz.<br />

Gecemize katılan, bizimle eğlenen<br />

ve “Hiçbiriniz Yokken<br />

Bloggerlar Vardı!” diyen herkese<br />

çok teşekkürler.<br />

Ayda TANGÜNER<br />

1sosyalmedya.com


38 39


DAMIEN RICE<br />

Bazı sanatçılar, bazı şarkılar çok<br />

özeldir. Bazıları tek bir şarkıyla<br />

milyonlarca duyguya eşlik edebilirler.<br />

Ruha ve yaşama eşlik etmek<br />

bambaşka bir şeydir. Bence<br />

asıl başarı, tam bu noktada ortaya çıkıyor.<br />

Damien Rice bana göre bunu başarabilenlerden<br />

biri, özellikle The Blower’s Daughter<br />

şarkısıyla bunu kanıtlayanlardan olduğunu<br />

düşünüyorum.. Ünlü müzisyen hakkında<br />

size biraz bilgi verdikten sonra şarkısıyla<br />

sizi baş başa bırakacağım. Yüksek ses ile<br />

ve sonuna kadar dinlemeniz önemle tavsiye<br />

edilir.<br />

Damien Rice İrlandalı ve 1973 doğumlu bir<br />

şarkıcıdır. Müzik kariyerine 90’larda rock<br />

müzik grubu Juniper ile başlamıştır. Grupla<br />

iki albüm çıkardıktan sonra ayrılmış ve solo<br />

kariyerine başlamıştır. Gitar, çello, violin,<br />

piyano ve davul çalan şarkıcının iki kayıt albümü<br />

ve single’ları mevcuttur. Dinlenmesi<br />

gereken şarkılarından olan Cheers Darlin<br />

ise insanlar tarafından tavsiye edilmektedir.<br />

En çok bilinen şarkısı, aynı zamanda Closer<br />

filminin de müziği olan The Blower’s<br />

Daughter. Şarkı, üflemeli çalgılar hocasının<br />

kızına olan aşkını anlatmaktadır.<br />

Little Black Submarine<br />

Çok güzel şarkılar yapıyorlar öyle ki uykularımız<br />

kaçıyor, başa sarıp sarıp bıkana<br />

kadar tekrar dinliyoruz. Öyle gecelerden<br />

biri sanırım bu da. Black Keys’in<br />

Little Black Submarines’i bütün gün ısrarla<br />

dinletildikten sonra eve geldiğimde<br />

de etkisini sürdürdü, bilgisayar cayır cayır<br />

yanıyor ama ben hala dinlemeye devam<br />

ediyorum.<br />

Bir taraftan da bu ayın bitmesini bekleyemeden<br />

pirinç ayıklar gibi ocak ayı fotoğraflarını<br />

ayıklarken her ayın sonunda<br />

olduğu gibi yeminimi tazeliyorum “çok<br />

sarhoşsan vizöre değil eğlenmeye bak”<br />

çünkü anlaşılan kameramla birlikte yine<br />

ufak ufak köşe kapmaca oynamışız.<br />

Neyse sevgili okur gece gece çenem<br />

düşmesin, siyah küçük denizaltı üzülmesin;<br />

saat geç ama gün yeniyken nostaljik<br />

esintili görsel bir ocak ayı özeti seninle...<br />

40<br />

Elif Duruk<br />

www.psikolokum.blogspot.com<br />

41<br />

Ozge Akpinar<br />

vivalabonvivant.com


Merhabalar Melis. Sohbetimize<br />

seni kısaca tanıyarak<br />

başlayalım mı?<br />

1986 İstanbul’da doğumluyum.<br />

Lisede resim bölümünü<br />

bitirdikten sonra Müjdat Gezen<br />

Konservatuarı, Batı Müziği eğitimi<br />

aldım.<br />

Melis Dağ müziğe ne zaman<br />

ve nasıl başladı?<br />

Aslında 2 yaşından beri şarkı<br />

söylüyorum. Şaka değil, kayıtları<br />

var Antalya’da yaşadığım<br />

dönemde (92-97), daha ilkokuldayken,<br />

müzik kurslarında<br />

burslar kazanıp eğitim almaya<br />

başladım. İlk olarak 9 yaşımda<br />

Antalya Konyaaltı Açık<br />

Hava Tiyatrosu’nda ‘Bir Fidan<br />

Sizden, Bin Şarkı Bizden’ turnesinde<br />

sahneye çıktım. Profesyonel<br />

olarak da 11 senedir<br />

sahnelerdeyim.<br />

Bildiğimiz kadarıyla, pop<br />

müziğimizin kraliçelerinden<br />

Nilüfer’in vokalistliğini<br />

yapıyorsun. Bize kısaca<br />

Nilüfer’le tanışma serüveninizi<br />

ve ne kadar zamandır<br />

birlikte çalıştığınızı anlatabilir<br />

misin?<br />

Myspace sayfamdaki kayıtlarımı<br />

yakın bir arkadaşı aracılığıyla<br />

dinledikten sonra beni evine<br />

davet edip “sizin gibi güçlü bir<br />

vokale ihtiyacım var, benimle<br />

çalışmak ister misiniz?” diye<br />

sorduğunda ellerimin nasıl terleyip,<br />

kalbimin nasıl çarptığını<br />

anlatamam insanın küçüklüğünden<br />

beri hayran olduğu<br />

birinden böyle şeyler duyması<br />

inanilmaz.3 senedir beraber<br />

çalışıyoruz.<br />

Bir de İskender Paydaş ile<br />

çalıştığınızı biliyoruz. Ne<br />

kadar zamandır kendisiyle<br />

çalışıyorsunuz ve ne gibi<br />

çalışmalar yaptınız? İskender<br />

Paydaşla ilgili söylemek<br />

istediğiniz başka şeyler var<br />

mı?<br />

Zamansız Şarkılar albümünden<br />

sonra kendi orkestrasıyla<br />

sahneye çıkıyor, beni de çalıştığım<br />

barda, beni sahnedeyken<br />

dinleyip çalışmak istediğini<br />

söyledi. Ortalama 1 sene<br />

oluyor. Bugüne kadar birçok<br />

yerde sahne aldık kendisiyle.<br />

Şu sıralar her Cuma, Beyoğlu<br />

Mask sahnesindeyiz. Onunla<br />

çalışmak çok keyifli. İnanılmaz<br />

bir müzisyen olmasının yanı<br />

sıra oldukça pozitif, çok iyi bir<br />

arkadaş, kimi zaman bir abi.<br />

Bütün bunların yanında bir<br />

de kendi grubun var. Bize<br />

grubunun hikayesini kısaca<br />

anlatabilir misin? Neler yapıyorsunuz?<br />

Non-Stop... Bugüne kadar<br />

sahnedeyken en çok keyif aldığım<br />

orkestra. Dördü de çok<br />

sevdiğim arkadaşlarım. Alpcan<br />

Utku, Kerem Yılmaz, Oğuzhan<br />

Tosun ve Alper Selçuk İmren.<br />

Daha önce farklı projelerde<br />

çalışıp, en sonunda bu ekipte<br />

toplanmış arkadaşlarız aslında.<br />

Sahnedeki enerjimiz<br />

de buradan geliyor. Pop-R&B<br />

cover grubuyuz. Bugüne kadar<br />

sayısız mekan ve organizasyonda<br />

sahne aldık. Buna<br />

2 gün boyunca hiç durmadan<br />

devam ettiğimiz Rock’n Coke<br />

performansımız da dahil. Tatile<br />

bile birlikte gittiğiniz arkadaşlarınızla<br />

aynı sahnede olmak<br />

kadar keyifli bir şey yok.<br />

Su an her Cumartesi Beyoğlu<br />

Mojo sahnesindeyiz.<br />

Non-Stop dışında her Çarşamba<br />

kendi ekibimle Taksim Dorock<br />

Bar’da sahne alıyorum.<br />

Oğuzhan ve Alper o ekipte de<br />

bana eşlik ediyor. Gitarda Özgehan<br />

Özturan, davulda da<br />

Onur Akça var.<br />

Yoğun bir yaşantınız var.<br />

Memnun musunuz bu durumdan?<br />

Kendinize vakit<br />

ayırabiliyor musunuz? Kendinize<br />

ayırabildiğiniz vakitlerde<br />

neler yapıyorsunuz?<br />

Tabiki çok yoruluyorum ama<br />

işim bu. Fakat her zaman soyluyorum<br />

ki sevmiyorsanız kesinlikle<br />

çekilecek iş değil. Haftada<br />

5 şehir görüp, 2 gün hiç<br />

uyumadığımı, günler boyunca<br />

yastıklarla havaalanlarında<br />

uyuduğumu biliyorum. Ama<br />

işimi çok seviyorum. Kendime<br />

vakit ayırabildiğim günler<br />

olursa dinleniyorum açıkçası.<br />

Dinlenirken film izlemek ve kitap<br />

okumak büyük zevk benim<br />

için.<br />

Peki Türkiye’deki müzik piyasası<br />

hakkındaki görüşlerin<br />

neler?<br />

Daha çok çalışılması gerek,<br />

daha fazla özen gösterip, daha<br />

fazla emeğe saygı duyulması<br />

gerek. Yurtdışındaki konserleri<br />

Melis DAĞ<br />

Röportajı<br />

Türk müziğinin duayen isimlerinden<br />

Nilüfer’in, sesiyle olduğu kadar içtenliğiyle<br />

de beğenimizi kazanan<br />

vokalisti Melis Dağ ile okurken<br />

oldukça keyif alacağınız bir<br />

sohbet gerçekleştirdik. Sözü<br />

çok uzatmadan sizi bu güzel<br />

sohbet ile baş başa bırakmak<br />

istiyorum.<br />

42 43


izlerken onları kıskanmayacak hale gelmemiz<br />

lazım, daha yolun çok başındayız.<br />

Sosyal medya ve Bloglarla aran nasıl?<br />

Sadece etkinlikleriniz için mi kullanıyorsun<br />

sosyal medyayı?<br />

Çoğu insan gibi benim de iyi. Etkinlikler,<br />

mesajlar, ufak toplantılar için sıklıkla kullanıyorum.<br />

Bunlar dışında televizyon izlemeye<br />

pek vakit bulamadığım için gündemi<br />

takip etmek adına da kullanıyorum sosyal<br />

medyayı.<br />

Benim blogum yok, hiç düşünmedim de<br />

açıkçası. Takip ettiğim bloglar var fakat<br />

‘Ahmet Erten’le Hayat Müzik’in hiç bir cümlesini<br />

atlamıyorum diyebilirim.<br />

Son olarak BloglifeTr dergimiz hakkındaki<br />

görüşlerini ve varsa sevenlerin<br />

için eklemek istediğin mesajını alabilir<br />

miyiz?<br />

Öncelikle birçok bloggeri aynı iş altında<br />

topladığınız için tebrik ediyorum ve en<br />

kısa zamanda basili olarak yayınlanmanızı<br />

umuyorum. Başarılarınızın devamını dilerim.<br />

Röportaj için çok teşekkür ederim. Sorularınızı<br />

yanıtlamaktan büyük keyif aldım.<br />

Etkinlikleri takip edebilmeniz için size özel<br />

hazırladığım linklerim var kendi internet<br />

sitemin de içi yavaş yavaş dolacak, tekrar<br />

görüşmek üzere.<br />

www.melisdag.com<br />

www.twitter.com/melisdag<br />

www.facebook.com/melisdagofficial<br />

Röportaj teklifimizi kabul edip, değerli vaktini<br />

bize ayırdığın için biz teşekkür ederiz.<br />

Okuyucuların keyif alacağı, güzel bir sohbet<br />

oldu.<br />

Başarılarının devamını dileriz.<br />

Ali Kemal Özdemir<br />

1sosyalmedya.com<br />

44 45


loglifetr<br />

Kışlık Sokak Stilleri<br />

Baktım ki yazı getiremiyorum, bulunduğumuz<br />

mevsime ayak uydurmanın yollarına<br />

bakayım dedim:) Kış mevsimi şık olmanın<br />

zor olduğu bir mevsimdir. Çünkü birinci güdü<br />

insanın kendisini soğuktan korumasıdır.<br />

Bir de parça sayısı arttıkça şıklığı korumak<br />

zorlaşabilir. Ben her zaman derim, şıklığın<br />

mevsimi bahar aylarıdır.( tercihim ilkbahar:)<br />

) Vücudumuzu sıcaktan ya da soğuktan korumak<br />

zorunda kalmayız. Dolayısıyla kıyafetlerin<br />

direkt görselliğine yönelebiliriz. Fakat<br />

unutmayalım ki, stil sahibi bir kadın her<br />

zaman şık görünür. Ben de bugün soğuğa<br />

aldırış etmeden şık ve stil sahibi görünmenin<br />

yollarını gösteren ilham verici bir post hazırladım<br />

sizin için. Görsellere bakın ve kar kış<br />

demeden stil sahibi görünen bu hanımları<br />

örnek alın:) İşte ilham verici sokak stilleri:)<br />

46<br />

Tuğba<br />

nofashionnopassion.blogspot.com<br />

Keep me undone but gloss me up<br />

Grunge iyidir, grunge<br />

havalıdır. Grunge<br />

şık ise bir boyut<br />

ötesi olup daha da<br />

iyidir. Yükselişte olan trendlerden<br />

biri de yapılmamış, yataktan<br />

yeni kalkmış gibi görünen<br />

saçlar, ancak bu saçlar kuru<br />

ve mat değil, aksine sağlıklı<br />

bir parlaklığa sahip. Her bir telin<br />

yerli yerinde usluca durduğu,<br />

yapılı ve kontrollü saçların<br />

yarattığı sıkıcılığı ve ciddiyeti<br />

unutun. Özgür bırakın o saçları.<br />

Bunca ciddiyet niye? Hayat<br />

ciddiye alınmak için fazlasıyla<br />

kısa. Bilmem farkında mısınız,<br />

görünümümüz ve duruşumuzun<br />

hayat çizgimiz, başarılarımız,<br />

mutluluklarımız ve hü-<br />

zünlerimiz üzerinde ne kadar<br />

da büyük etkiye sahipler. Ruhunuzu<br />

özgür ve hafif bırakın.<br />

Üzerinizde baskı kuran tüm<br />

sahip olduklarınızdan kurtulun.<br />

Daha mutlu, daha hafif ve<br />

ÖZGÜR olmanızı engelleyen o<br />

hayat görüşünüzden kurtulun.<br />

Grunge bir başkaldırıdır. Hayata<br />

ve çevremize karşı bambaşka<br />

bir duruştur. Kişiye özgür<br />

bir ruh hali ve havalı bir duruş<br />

verir. “Ne haliniz varsa görün!”<br />

diye haykırır.<br />

İlkbahar-Yaz’13 podyumlarında<br />

pek çok dağınık fakat<br />

parlak saç modellerine rastlayabilirsiniz.<br />

Bu görünümün<br />

büyük bir hayranı olduğumu<br />

47<br />

söylemeden geçemeyeceğim.<br />

– Merhaba Anne! Ne<br />

zaman saçımı bu şekilde kullanıp<br />

fikrini sorsam gözlerini<br />

devirip, “Çok dağınık değil mi<br />

sence? Ama beğeniyorsan<br />

n’apalım...”demenden ve aslında<br />

demek istediğin “Aman<br />

Tanrım! Çok dağınık, karman<br />

çorman, ama o bu şekilde mutluysa<br />

bana laf düşmez...”ken<br />

bu saç tarzını hiç sevmediğini<br />

biliyorum.<br />

Podyumlara geri dönecek olursak,<br />

Stella McCartney, Marni,<br />

Isabel Marant, Bottega Venetta<br />

ve diğer pek çok tasarımcı<br />

bu saç tarzını şovlarında kullandılar.<br />

Saç ister serbest bir


şekilde omuzlara dökülüyor<br />

olsun, ister rahat bir ense topuzu<br />

olsun, asla mükemmel<br />

değiller. Daima o yapılı olmayan,<br />

tamamlanmamış görünüme<br />

sahipler. A-ha! Ama asla<br />

mat ve kuru değiller. Parlaklık<br />

veren serumlar sayesinde her<br />

zaman sağlıkla parlıyorlar! Sonuç<br />

olarak, bu yapılı olmayan<br />

saçlar sağlıklı bir parlaklığa<br />

sahip olduklarında olayı tamamıyla<br />

bambaşka bir boyuta taşıyorlar;<br />

benim çok sevdiğim,<br />

şık ve günümüze ait bir boyut.<br />

Bu görüntüyü yakalamak için<br />

saçınızı bir saç düşmanı olan<br />

saç kurutma makinesi ile değil<br />

de doğal yollardan hava ile kurumaya<br />

bırakın. Saçınız tamamen<br />

kuruduğunda, eğer açık<br />

bir modelde kullanacaksanız<br />

parmaklarınızla biraz düzeltin<br />

ve uç kısımlara biraz parlaklık<br />

veren serum sürün. Ardından<br />

serumun tüm saça dağılması<br />

için aşağıdan başlayarak<br />

yukarı doğru usulca tarayın.<br />

Asla saç köklerine bu serumu<br />

değdirmeyin, aksi halde yağlı<br />

ve hacimsiz bir görünüme bürünebilir<br />

saçlarınız. Yok, ben<br />

saçımı topuz yapmak istiyorum<br />

derseniz de, yine doğal bir şekilde<br />

kurumaya bırakıp serum<br />

sürdüğünüz saçlarınızı hafifçe<br />

kusursuz olmayan bir şekilde<br />

ense topuzu yapın, parmaklarınızla<br />

bu topuzun içine nazikçe<br />

dalın(!) ve biraz tartaklayın<br />

:) Bu şekilde yapılı görünmeyen<br />

hafif grunge saçlara sahip<br />

olmuş olacaksınız.<br />

Bugünlük bu kadar. Ben arka<br />

planda takipte olmaya ve podyumlardan<br />

beğendiklerimi sizlerle<br />

paylaşmaya devam edeceğim.<br />

Umarım siz de benim<br />

gördüğümü beğenirsiniz.<br />

Bir sonraki posta kadar, sağlıklı<br />

kalın, güvenli kalın, parlak ve<br />

yapılmamış kalın!<br />

Maison Martin Margiela’dan<br />

Bir Çift Metal!<br />

Artık günümüzde kadınlar için olduğu<br />

kadar erkekler için de birbirinden<br />

iddialı ayakkabı modelleri bulmak<br />

mümkün, Maison Martin Margiela’nın<br />

metal görünümlü deri kullanarak ürettiği<br />

yüksek bilekli model de buna çok<br />

güzel bir örnek! Her ne kadar sert ve<br />

ağır bir çift ayakkabıymış gibi dursa<br />

da yüksek kalite deri işçiliği sayesinde<br />

konforunuzdan ödün vermenizi<br />

gerektirmiyor. İtalya’da üretilen 690$<br />

fiyat etiketli model SSENSE üzerinden<br />

satışta.<br />

Sarah Zeybekoğlu<br />

www.fashionizelife.com<br />

48 49<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com


The Art of Fashion<br />

Amerika’nın en ünlü department store’larından<br />

Neiman Marcus’un 2013 kampanya<br />

çekimlerinde tema ‘The Art of Fashion<br />

/ Modanın Sanatı’ olmuş ve fotoğrafçı<br />

Walter Chin birbirinden etkileyici karelere<br />

imza atmış. Modeller Karlie Kloss ve Vika<br />

Falieeva’nın üzerinde mağazanın Chanel,<br />

Alexander McQueen, Oscar de la Renta,<br />

Lanvin ve Jil Sander gibi en büyük markalarından<br />

seçilmiş parçaları görüyoruz<br />

Beats Audio’ya sahip<br />

en hafif Windows telefonu<br />

| , Xbox Music ve oyunlar ile üstün eğlence seçenekleri<br />

| Güçlü çift çekirdekli işlemci ile etkileyici performans<br />

| Canlı Kutucuklar ile ekranda gerçek zamanlı güncellemeler<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com<br />

50 51


52<br />

Bu ay Sineterapi sayfamızda<br />

bir çok kişinin<br />

izlediği bir filmi ele almak<br />

istedik. Konu olarak<br />

bir çok insanın hayatında<br />

yer alan bir içerikle karşı karşıyayız.<br />

Hayatımızda kimi zaman<br />

tek düze, kimi zaman bizi<br />

heyecanlandıran kimi zaman<br />

da bizi şaşırtan olaylara bir de<br />

bu film üzerinden değerlendirerek<br />

bakalım dedik. Gerek<br />

konusuyla gerek kadrosuyla<br />

olsun başarılı filmlerden bir tanesi<br />

olduğunu düşünüyoruz.<br />

İzlerken kişiye güç kattığını<br />

düşündüğümüz bu filmi izlemeyen<br />

herkese tavsiye ediyor;<br />

film hakkında kısa bir bilgi<br />

vererek, sizi fragmanıyla baş<br />

başa bırakıyoruz.<br />

FIGHT CLUB<br />

(DÖVÜŞ KULÜBÜ):<br />

SİNETERAPİ<br />

1999 yapımı ABD filmi olan<br />

Dövüş Kulübü’nün yönetmenliğini<br />

David Fincher üstlenmiştir.<br />

Chuck Palahniuk tarafından<br />

yazılmış olan aynı isimli roman<br />

üzerinden çekilmiş kült<br />

filmlerdendir. Başrollerde Brad<br />

Pitt(Tyler Durden), Edward<br />

Norton(The Narrator-Anlatıcı),<br />

Helena Bonham Carter(Marla<br />

Singer) rol almaktadır. Oregon<br />

Üniversitesi’nde yüksek<br />

lisansını yapan Chuck<br />

Palahniuk’un uzak olmayan<br />

bir gelecekte geçen ve kafası<br />

karışık genç bir erkeği konu<br />

alan romanından yola çıkılarak<br />

çekilen Fight Club’da filmi<br />

anlatan, ünlü bir otomobil<br />

firmasında iyi bir işe sahiptir.<br />

Tek düze yaşamı kronik uykusuzluk<br />

sorunuyla çekilmez bir<br />

hale gelmiştir. Ailesi ve yakın<br />

bir arkadaşı olmayan Anlatıcı<br />

doktorunun tavsiyesi üzerine<br />

53<br />

bloglifetr<br />

kanserli hastaların terapi grubuna<br />

katılır. Bu toplantılar esnasında<br />

Marla ile tanışır; o da<br />

genç adam gibi hasta olmadığı<br />

halde grubun toplantılarına<br />

katılmaktadır. Anlatıcı’nın ve<br />

Marla’nın çabaları, tüketici kültürünün<br />

anlamsızlığına karşı<br />

bir duruştur adeta, kariyer sahibi<br />

ama yalnız insanların bir<br />

tepkisi. Anlatıcı’nın jenerasyonu<br />

ölü bir jenerasyondur. Bir<br />

yolculuk sonrası evinin yanmış<br />

olduğunu gördüğünde arayabileceği<br />

tek kişinin yolculuk<br />

sırasında tanıştığı sabun satıcısı<br />

Tyler olması da adeta bunun<br />

bir kanıtıdır. İçilen birkaç<br />

biranın ardından park yerinde<br />

Tyler, kahramanımızı kendine<br />

vurması için kışkırtacaktır.<br />

Aralarında başlayan bu kavga<br />

Anlatıcı’nın hayatını değiştirecektir.<br />

Elif Duruk<br />

www.psikolokum.blogspot.com


54<br />

2012 Küresel Girişimcilik Raporu<br />

Yayınlandı!<br />

Kar amacı gütmeyen bir akademik<br />

araştırma konsorsiyumu<br />

olan ( Global Entrepreneurship<br />

Monitor ) GEM’in amacı ülkelerde<br />

girişimcilik faaliyetinin düzeyini<br />

belirlemek, girişimciliğin<br />

ekonomik gelişmedeki rolünü<br />

belirlemek, ülkeler arasındaki<br />

farklılığa neden olan faktörleri<br />

tayin etmek ve girişimciliği<br />

geliştirmeye yönelik politikalar<br />

önermek üzere girişimcilik faaliyeti<br />

ile ilgili nitelikli araştırma<br />

verileri oluşturuyor ve bu verileri<br />

geniş kitlelere sunuyor.<br />

GEM, hazırladığı 2012 Küresel<br />

Girişimcilik Raporu’nu yayınlandı.<br />

Raporda ülkemize<br />

dair olumlu artışlar ve güzel<br />

sinyaller var.<br />

İşte GEM 2012 Raporundaki<br />

Türkiye izleri;<br />

2012 yılında 69 ülkeden<br />

198.000 kişi ile yapılan anket<br />

sonucu oluşturulan Küresel<br />

Girişimcilik Raporu’na (GEM)<br />

göre, Avrupa’da krizin etkisinin<br />

en fazla hissedildiği 2012<br />

yılında Türkiye’nin girişimcilik<br />

notu %11.9’dan %12.22’ye<br />

yükselmiş. Bu yükseliş girişimcilik<br />

tablosunun daha dengeli<br />

bir hal kazandığını, eğitim<br />

seviyesi yüksek kesimlerde de<br />

girişimciliğin arttığını göstermekte.<br />

GEM 2012 Raporuna göre<br />

ülkemizdeki potansiyel giri-<br />

şimci oranı da; 2006 yılında<br />

2.2 iken, 2012 yılında 7.0’a<br />

çıkmış. Yine, 2006 yılında 4.0<br />

olan yeni girişimci oranı 6.0’a<br />

çıkmıştır. Türkiye’deki Büyüme<br />

Odaklı Girişimci oranı da,<br />

verimlilik odaklı ekonomilere<br />

sahip ülkeler arasında yüksek<br />

sıralarda yer almıştır. Türkiye,<br />

erken girişimcilik indeksi açısından<br />

araştırmaya katılan 30<br />

ekonomi arasında 17. sırada<br />

yer almakta.<br />

2012’de ülkemizde ihtiyaç<br />

odaklı girişimcilik oranı %31<br />

iken fırsat odaklı girişimcilik<br />

%55’e yükselmiş.GEM 2012<br />

Raporuna göre ülkemizde<br />

fırsat değerlendirme oranı<br />

2011’de 32.4 iken 2012’de<br />

40’a yükseldi. Diğer taraftan<br />

55<br />

bloglifetr<br />

nüfusun fırsatları değerlendiren<br />

kısmının başarısızlık korkusu<br />

puanı 2011’de 22.5 iken<br />

2012’de 30’a çıkmıştır.<br />

Türkiye’de girişimcilik ve girişimciliğe<br />

medyanın ve halkın<br />

bakış açısı ve ilgisi hem geçen<br />

senelere göre hem de diğer ülkelere<br />

oranla bu sene oldukça<br />

yükseldi.<br />

GEM 2012 raporuna göre,<br />

kuruluş aşamasında olan girişimcilerin,<br />

18-64 yaş arasındaki<br />

yetişkin nüfusa olan oranı,<br />

Türkiye‘de 2006 yılında %<br />

2.2 iken, 2012 yılında bu oran<br />

%7.25’e çıktı. Yani, 2012 yılında<br />

daha fazla kişi, son bir senedir,<br />

yapmayı düşündüğü bir<br />

iş için para biriktirmeye başla-


loglifetr bloglifetr<br />

mak, yer aramak, ekip oluşturmak,<br />

iş planı üzerinde çalışmak<br />

gibi hazırlıklar yapmış. Bu<br />

artışla Türkiye, ekonomilerin<br />

ortalaması olan %7.82’ye yaklaşmış<br />

3.5 seneden fazla süreden<br />

beri girişimcilik faaliyetinde bulunmuş<br />

kişilerin, yetişkin nüfus<br />

içindeki oranını gösteren bir<br />

indeks olan Kurumsallaşmış<br />

girişimcilik indeksi, Türkiye’de<br />

2011’de % 7.96 iken, 2012’de<br />

% 9’a çıkmış.<br />

GEM 2012 Raporuna göre,<br />

dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden<br />

olan Çin, Rusya<br />

ve Güney Afrika gibi ülkelerde<br />

2012 yılında erken girişimcilik<br />

faaliyetlerinde ise azalmalar<br />

olmuş.GEM 2012 raporuna<br />

göre, uluslararası karşılaştırma<br />

yapıldığında, Brezilya hariç,<br />

diğer BRIC ülkelerinde kuruluş<br />

aşamasındaki girişimcilik<br />

faaliyetlerinde düşüş olmuş.<br />

Çin’de 2011 yılında %11 olan<br />

bu oran, %5.45’e düşmüş.<br />

Raporun tamamını görüntülemek<br />

için Endeavor’ın raporlar<br />

sayfasını veya GEM’in rapor<br />

sayfasını ziyaret edebilirsiniz.<br />

GEM hakkında çok daha fazla<br />

detay için www.gemconsortium.org<br />

adresini ziyaret<br />

edebilir, sizin için derlediğimiz<br />

aşağıdaki raporları detaylıca<br />

inceleyebilirsiniz;<br />

Daha fazla girişimcilik; daha<br />

fazla başarılı proje demek,<br />

daha fazla başarılı proje daha<br />

güçlü yerli sermaye demek.<br />

Endevor kaynaklı bu derleme<br />

haberimizi başta raporlarla ilgili<br />

okurlarımızın, güzel gelişmeleri<br />

de tüm okurlarımızın ilgi ve<br />

bilgisine sunuyoruz.<br />

İdris Cin<br />

girisimhaber.com<br />

Başarılı Genç Girişimci Samed Ağırbaş<br />

İle Röportaj Yaptık<br />

Girişimcilik ekosistemimizin<br />

genç yıldızlarından Samed<br />

Ağırbaş ile röportaj yaptık. Liselerde<br />

Girişimcilik Kulüpleri<br />

projesini ve şuan ki projelerini,<br />

globaldeki ve ülkemizdeki girişimcilik<br />

ekosistemini konuştuk.<br />

İşte Samed Ağırbaş röportajımız..<br />

İdris Cin: Öncelikle Röportaj<br />

teklifimizi kabulün için<br />

teşekkür ederim Samed. Biraz<br />

kendinden bahsedebilir<br />

misin okurlarımıza? Samed<br />

Ağırbaş kimdir?<br />

Samed Ağırbaş: 18 yaşındayım.<br />

Meslek Lisesinde Bilişim<br />

Teknolojileri okudum. Öğrenim<br />

hayatım boyunca başta<br />

M.E.B olmak üzere bir çok<br />

devlet birimince düzenlenen<br />

programlar vesilesi ile yurtdışına<br />

çıkma imkanım oldu. Bu<br />

sayede farklı kültürleri tanıma<br />

imkanına sahip oldum. Aynı<br />

zamanda Liselerde Girişimcilik<br />

Kulüplerinin Kurucusuyum.<br />

2012 -2013 dönemi itibariyle<br />

İstanbul Üniversitesinde Sosyoloji<br />

eğitimine başladım. Koordinatörlüğüne<br />

devam ettiğim<br />

Liselerde Girişimcilik Kulüpleri<br />

Türkiye’deki tüm liselerde varlığına<br />

devam ediyor ve her yıl<br />

aramıza katılan binlerce üyesi<br />

büyümeye devam ediyor. Bunların<br />

dışında Londra merkezli<br />

bir kurumda genel sekreterlik<br />

56 57<br />

görevini icra ediyorum. Ve tabi<br />

ülkeme ve milletime değer katacak<br />

yeni projeler için üretim<br />

yapmaya devam ediyorum.<br />

İdris Cin: Ne zamandır Girişimcilik<br />

Ekosistemi ile ilgilisin,<br />

girişimcilik üzerine<br />

projeler ve planlar ne zaman<br />

canlanmaya başladı aklında?<br />

Samed Ağırbaş: İlk yurtdışı<br />

ziyaretimi yaptıktan sonra<br />

Türkiye’de özellikle liseler alanında<br />

Girişimcilik eğitiminin eksik<br />

olduğunun farkına vardım<br />

ve bununla ilgili çalışmalara<br />

başladım. Liselerde Girişimcilik<br />

Kulüplerini kurmaya başladığımda<br />

15 yaşındaydım. Portekizden<br />

yeni dönmüştüm. Üç<br />

yıldır girişimcilik alanında ulusal<br />

ve uluslararası çalışmalar<br />

yürütüyorum.<br />

İdris Cin: Liselerde Girişimcilik<br />

projesiyle ciddi başarılara<br />

imza attınız. Nasıl doğdu<br />

bu proje hikayesi ve şuan ki<br />

geldiğiniz noktayı nasıl tanımlıyorsun?<br />

Samed Ağırbaş: Liselerde girişimcilik<br />

kulüpleri benim ülkem<br />

için kurduğum hayallerden bir<br />

tanesi ve ilk projem. Ben meslek<br />

lisesinde okudum ve meslek<br />

lisesinde bir çok sorun ile<br />

karşılaştım size onlarca sorun<br />

sayabilirim ama bir tanesini<br />

ele alalım ülkemizde 18 yaş<br />

altında girişimcilik kültürü kazandırma<br />

çalışmalarının ye-


loglifetr bloglifetr<br />

tersiz olması. Bu soruna bağlı<br />

olarak da şu şekilde bir örnek<br />

verebilirim Örneğin bana göre<br />

meslek lisesinden mezun olan<br />

bir arkadaşım gidip bir mağazada<br />

tezgâhtarlık yapmamalı<br />

veya gidip kendi mesleği ile<br />

alakasız bir yerde işçi olarak<br />

çalışmamalı. Meslek lisesinden<br />

mezun olan öğrenci kendi<br />

iş fikrini, iş modelini geliştirip<br />

kendi işini kurmalı. Ama maalesef<br />

bu şekilde olmuyor bunun<br />

başlıca sebeplerinden bir<br />

tanesi de girişimcilik ruhumuzun,<br />

girişimcilik kültürümüzün<br />

eksik olması. Toplum olarak<br />

genelde çocuklarımıza çok çalışıp<br />

devlet memuru olmalarını<br />

veya iyi bir iş bulmalarını söyleriz.<br />

Sonrasında da milyonlarca<br />

kişi KPSS sınavına girer.<br />

Büyük şirketlere iş başvuru<br />

yapar belki bunların yüzde onu<br />

işe girebilir ama diğer kısım<br />

için sonuç hüsrandır. Bu aslında<br />

beklendik bir problem. Ne<br />

devlet nede özel sektör tüm<br />

iş başvurularını karşılayacak<br />

güçte değil. Ve karşılaması da<br />

gerekmiyor. İşte bu gibi sebeplerden<br />

ötürü ben girişimciliğin<br />

18 yaş altına inmesi için projeler<br />

yürütüyorum. Liselerde<br />

Girişimcilik kulüplerini bundan<br />

dolayı kurdum. İnşallah 10 yıl<br />

sonra Türkiye genç girişimcileri<br />

ile anılan bir ülke olacak. 10<br />

yıl sonra Liselerdeki girişimcilik<br />

kulüplerinden yetişen iş adamlarımız<br />

olacak. İşte o zaman<br />

ben yaptığım işler ile gurur duyacağım.<br />

İdris Cin: Çok genç yaşta olmana<br />

rağmen pek çok projede<br />

imzan var. Şimdiye kadar<br />

hangi projelere imza attın?<br />

Samed Ağırbaş: Farklı alanlarda<br />

projeler yürütüyorum ama<br />

sonuçta hepsinin ortak noktası<br />

ülkemize değer katmak. Havacılık<br />

Kulübü ile 10.000 genc<br />

arkadaşımıza havacılık eğitimi<br />

verdik, Girişimcilik ile geleceğin<br />

iş adamlarını, sosyal girişimcilerini<br />

yetiştirmeye çalışıyoruz.<br />

Daha farklı projelerde mevcut<br />

incelemek isteyen olursa www.<br />

samedagirbas.com/samed adresinden<br />

ulaşabilirler.<br />

İdris Cin: En son Dünya Girişimcilik<br />

Vakfı’nda Genel<br />

Sekreterlik yapmaya başladığını<br />

öğrendim. Bize Vakıf<br />

hakkında bilgi verip çalışmalarınızdan<br />

bahsedebilir<br />

misin?<br />

Samed Ağırbaş: Evet, öyle<br />

bir gelişme oldu. İngiltere’nin<br />

başkenti Londra’da bulunan<br />

genel merkezimiz haricinde<br />

dünyanın birçok yerinde temsilciliklerimiz<br />

var. Fazla aktif<br />

ve medyatik bir vakıf değiliz,<br />

yapımız itibari ile de olmamak<br />

durumundayız. Daha çok offline<br />

taraftayız. Ülke yapılanmalarında<br />

o ülkelerde faaliyet<br />

gösteren birçok iş adamı görev<br />

alıyor. Belli başlı politikalar<br />

ile ilgili çalışmalarımız oluyor.<br />

Önümüzdeki 5 yıllık planda<br />

100 ülkede temsilciliğe sahip<br />

olma hedefimiz var.<br />

İdris Cin: Global arenadaki<br />

girişimcilik kültürü ile ülkemizdeki<br />

girişimcilik kültürünü<br />

mukayese etsek, farklar<br />

neler, ne durumdayız?<br />

Samed Ağırbaş: Şuan ülke<br />

olarak iyi durumdayız. Genç<br />

bir nüfusa sahibiz. Ülke olarak<br />

güzel hedeflerimiz var ve bu<br />

hedeflere doğru emin adımlar<br />

ile ilerliyoruz. Bizde elimizden<br />

geldiğince 2023 hedeflerini<br />

yaratıcı projeler ile destekliyoruz.<br />

Bu hedefler hepimizi ilgilendiriyor<br />

aslında ve hepimize<br />

büyük görev düşüyor. Bunun<br />

yanında Sivil Toplum Kuruluş-<br />

larımızın da güzel çalışmaları<br />

var. Ama eksik olduğumuz<br />

noktalarda var tabi. Yaptığımız<br />

projeler bölgesel yahut ulusalda<br />

çapta kurgulanıyor ve tanıtımını<br />

yaptıktan sonra devamı<br />

gelmeyebiliyor. 2023 hedefleri<br />

büyük olduğu için bizim oyun<br />

alanımız da büyük olmak zorunda.<br />

Bu anlamda yaptığımız<br />

veya kurguladığımız her projede<br />

önümüzde dünya haritası<br />

olmalı. Girişimcilik Kulüpleri<br />

Projemiz için birçok ülke ile görüşüyoruz.<br />

Allah nasip ederse<br />

Azerbaycan ve Yeni Zelanda<br />

ve orta doğu ülkelerinde uygulayacağız.<br />

İdris Cin: Ülkemiz girişimcilik<br />

ekosisteminin geleceği<br />

hakkında neler düşünüyorsun?<br />

Genç girişimcilerle<br />

haşır neşir olmuş bir genç<br />

girişimci gözüyle baktığında;<br />

ekosistemde neler eksik<br />

durumda? Neler yapılması<br />

gerekiyor?<br />

Samed Ağırbaş: Türkiye’de<br />

girişimcilik yükselen bir değer<br />

buda çok güzel bir gelişme,<br />

herkes elinden geldiğince girişimcilik<br />

ile ilgili birşeyler yapmaya<br />

çalışıyor. Tabi bu da<br />

girişimci olmayıp ama girişimciliği<br />

anlataninsanların sayısını<br />

çoğaltıyor. Birde yapılan<br />

birçok projede, projeden ziyade<br />

reklama para harcanıyor;<br />

bunun sonucu olarak ta kalite<br />

düşüyor. Ama zamanla bunları<br />

aşıyor olacağız. Türkiye’de<br />

Başbakanımız girişimciliğe çok<br />

önem veriyor, bu da bizi mutlu<br />

ediyor. Başbakanımızın koyduğu<br />

hedefler doğrultusunda<br />

58 59<br />

bizde elimizden geldiğince katkıda<br />

bulunmaya çalışıyoruz.<br />

Birçok bakanlık girişimcilere<br />

ve girişimciliğe destek veriyor.<br />

TOBB un güzel çalışmaları var.<br />

Genç Girişimciler Kurulu güzel<br />

bir çalışma. TOBB Başkanımız<br />

Rifat Hisarcıklıoğlu girişimciler<br />

için var gücü ile çalışıyor. Kendileri<br />

Girişimcilik Kulüpleri projesini<br />

de epey önemsiyor.<br />

İdris Cin: Genç girişimcilerimize<br />

liseli girişimcilerimize<br />

neler söylemek, hangi tavsiyelerde<br />

bulunmak istersin?<br />

Samed Ağırbaş: İngilizce öğrensinler.<br />

Oyun alanlarının<br />

dünya olmalarını istiyor iseler<br />

İngilizce şart. Ve tabii ki üniversiteden<br />

mezun olsunlar. Bunun<br />

dışında sürekli yeni insanlar<br />

ile tanışıp sohbet etsinler. Girişimcilikteiletişim<br />

çok önemli.<br />

Kendilerini sürekli yenilemeleri<br />

ve geliştirmeleri gerekiyor. Sürekli<br />

kitap okusunlar…<br />

İdris Cin: Bu keyifli röportajın<br />

için teşekkür ediyorum<br />

Samed. Son olarak; yaşıtların<br />

olan liseli ve üniversiteli<br />

okurlarımıza nasıl bir çağrı<br />

yapmak istersin?<br />

Samed Ağırbaş: Ben teşekkür<br />

ederim. Yaşıtlarıma tavsiyem;<br />

inovaif projeler üretsinler ve<br />

inandıkları hayallerinin peşinden<br />

koşsunlar.<br />

Genç ve başarılı girişimci Samed<br />

Ağırbaş kardeşimize bundan<br />

sonraki çalışmalarında da<br />

başarılar diliyoruz. Çalışmalarını<br />

web sitesi www.samedagirbas.com<br />

üzerinden takip<br />

edebilirsiniz. Röportaj haberimizi,<br />

lise/üniversite öğrencileri<br />

okurlarımız ve genç girişimcilerimiz<br />

başta olmak üzere tüm<br />

okurlarımızın ilgi ve bilgisine<br />

sunuyoruz.<br />

İdris Cin<br />

girisimhaber.com


PaybyMe Kart<br />

oyuncular için<br />

hazırlandı !<br />

550 milyon TL’ye ulaşan<br />

Türk oyun endüstrisinin<br />

en büyük ortaklıklarından<br />

biri gerçekleşti ve sektörün<br />

inovasyonda öncü bankalarından<br />

Denizbank ve<br />

Türkiye’nin lider ödeme sistemleri<br />

firması PaybyMe’nin<br />

ortak projesi PaybyMe Kart,<br />

19 Şubat 2013 tarihinde düzenlenen<br />

bir basın toplantısıyla<br />

tanıtıldı.<br />

Yenilikçi ürün ve hizmetleriyle<br />

farklılaşan Denizbank,<br />

PaybyMe ile<br />

yaptığı işbirliğiyle, sosyal medya<br />

ve internette oyun oynayan<br />

müşterilerini güvence altına<br />

alıyor ve oyun keyfini katlıyor.<br />

PaybyMe, çevrimiçi oyuncuların<br />

oyun içi ihtiyaçlarının güvenli<br />

şekilde karşılanacağı ve<br />

oyuncuların daha fazla kazanç<br />

sağlayacağı yepyeni bir ödeme<br />

çözümünü, Denizbank güvencesiyle<br />

ceplere koyuyor. PaybyMe<br />

Kart, Türkiye’de bu alanda<br />

bir ilk olma özelliğini de taşıyor.<br />

Denizbank ve Türkiye’nin<br />

lider ödeme sistemleri firması<br />

PaybyMe’nin ortak projesi<br />

PaybyMe Kart, 19 Şubat 2013<br />

tarihinde İstanbul’da düzenlenen<br />

bir basın toplantısıyla tanıtıldı.<br />

Basın toplantısına DenizBank<br />

Perakende Bankacılık<br />

Grubu Genel Müdür Yardımcısı<br />

Gökhan Ertürk ve PaybyMe<br />

kurucu ortaklarından Emre<br />

Gürsoy, sektörün önde gelen<br />

oyun firmalarından Crytek adına<br />

Serhat Bekdemir ve Oyun<br />

Stüdyosu adına Tunga Sanalp<br />

katıldılar.<br />

“Oyun içi harcamalar daha güvenli<br />

ve rahat”<br />

DenizBank Perakende Bankacılık<br />

Grubu Genel Müdür Yardımcısı<br />

Gökhan Ertürk, basın<br />

toplantısında yaptığı konuşmada,<br />

“Bankacılık dünyası<br />

için yeni bir açılım olan oyun<br />

harcamaları, bizlere bambaşka<br />

bir pazarın kapılarını açıyor.<br />

PaybyMe Kart ile oyun<br />

harcamaları daha güvenli ve<br />

rahat bir biçimde yönetilecek”<br />

dedi. Çok yakında birçok oyun<br />

için, oyuna özel tasarlanmış<br />

PaybyMe Kart çıkarmayı planladıklarının<br />

da müjdesini veren<br />

Ertürk, “Böylece oyuncu, kartı<br />

ile, oynadığı oyunun kahramanlarını<br />

ve görsellerini her<br />

an yanında taşıyabilecek” diye<br />

konuştu.<br />

Toplantıda konuşma yapan<br />

PaybyMe kurucu ortaklarından<br />

Emre Gürsoy ise, “Bugün Türk<br />

oyun dünyası önemli bir virajı<br />

dönüyor. Oyuncular için özel<br />

olarak tasarlanan PaybyMe<br />

Kart, oyuncuların bugüne kadar<br />

yaşadıkları sıkıntılar göz<br />

önünde bulundurularak özel<br />

olarak hazırlandı. PaybyMe<br />

Kart, oyuncunun cebindeki pa-<br />

ranın değerini artıracak; daha<br />

önce harcamış oldukları tutarlarla<br />

%10-%50 arasında daha<br />

fazla oyun içi satın alım yapacaklar.<br />

PaybyMe Kartı kullanmak<br />

kolay, güvenli ve hızlı”<br />

dedi.<br />

Ön ödemeli kart özelliği<br />

Son yıllarda hızla büyüyen sanal<br />

oyun endüstrisinde oyuncuların<br />

oyun içi harcamalarını<br />

güvenli ve hızlı şekilde yapabilmeleri<br />

için geliştirilen PaybyMe<br />

Kart, ön ödemeli kart olma<br />

özelliği ile kullanıcılarına kontrollü<br />

harcama yapma olanağı<br />

sunuyor. PaybyMe kart, bir kre-<br />

60 61<br />

di kartı olmadığı için arka tarafta<br />

bir kredi ilişkisi kurulmuyor.<br />

Kart sahipleri PaybyMe Kart’a<br />

uygun gördükleri tutarları yüklüyor.<br />

Kart üzerine yüklenen<br />

tutar kadar harcama yapılması,<br />

kart sahiplerinin harcamalarını<br />

bütçeleri dâhilinde gerçekleştirmelerini<br />

sağlıyor ve ailelere<br />

de çocuklarının harcamalarını<br />

takip edebilme imkânı veriyor.<br />

Bu sayede aileler çocuklarının<br />

oyunlara ne kadar para harcadığını<br />

ve harçlıklarından geriye<br />

ne kadar kaldığını da takip<br />

edebiliyor.<br />

Sanal kartlar PaybyMe internet<br />

sitesi üzerinden kolaylıkla<br />

alınabilirken, fiziki kartlar ve<br />

10, 25, 50 TL’lik değerlerle birçok<br />

mağaza ve marketlerde<br />

müşterilere sunulacak. Kartlar,<br />

başka hiçbir işleme gerek<br />

kalmadan PaybyMe anlaşmalı<br />

bir sanal sitede ilk kez kullanıldıklarında<br />

aktif hale gelecek.<br />

Kartla satın alım yaparken ise<br />

sadece kartın üzerinde her<br />

karta özel PID numarasını girmek<br />

yeterli olacak. Karta bakiye<br />

yüklemek de ona ulaşmak<br />

ve onunla alışveriş yapmak<br />

kadar rahat ve hızlı. Kullanıcılar,<br />

tüm DenizBank ATM’leri<br />

ile PaybyMe logosu görülecek<br />

her yerden kartlarını doldurabilecekler.


62<br />

Kitap Günlüğü<br />

Merhaba canlaaaaar..Bu postumda sipariş verdiğim yeni bebeklerimden bahsedeceğim.<br />

Kitap okumayı seven ben, yine deli gibi kitap aldım. Bir sürü hem deeee :)<br />

Kitap okumayı çok seviyorum.<br />

Merak ediyorum alıyorum. Beğenmezsem<br />

ikinci ellerde takas<br />

yapıyorum böylelikle arşivim<br />

hep güncel kalıyor. Benim<br />

için her kitabım çok önemli.<br />

İkinci el aldıklarım daha bir<br />

güzel oluyor sanki. Hafif sararmış,<br />

eskimiş sayfaları ama<br />

hepsinden zengin, daha güzeller.<br />

Ahanda bu yanda görmüş olduğunuz<br />

kitabın ilkini okudum<br />

bir baktım ki ikincisi de çıkmış.<br />

Ben ilkini beğenmiştim yani her<br />

ne kadar onu uygulayamasam<br />

da anlatımı da işlediği konu da<br />

gayet güzeldi. Bakalım devamı<br />

nasıl? İlki kadar hoşuma gidecek<br />

mi? Belki bu defa hayatımda<br />

uygulayabilirim :) Hem<br />

de D&R’da indirimde şu anda.<br />

Eğer almak istersen S*ktir Et-<br />

Terapi<br />

Küçük Prens’te bir çocuğun<br />

gözünden büyüklerin dünyası<br />

anlatılır. Sahra Çölü’ne düşen<br />

pilotun Küçük Prens’le karşılaşması<br />

ile başlayan kitapta<br />

Küçük Prens’in ağzından Saint-Exupery,<br />

insanların hatalarını<br />

ve aptallıklarını, büyüdükleri<br />

zaman unuttukları basit<br />

çocuk bakışını vurgular. Kaç<br />

yaşında olursan ol bence bu<br />

kitap rafında olmalı. Belki ileride<br />

çocuğuna okursun? :) Bunu<br />

okumuştum hem de kaç defa.<br />

Ama kitabım kaybolduğu için<br />

tekrar sipariş vereyim dedim.<br />

Eğer sen de sipariş vermek<br />

istersen bak tık de buna aynı<br />

şekilde<br />

Küçük Prens<br />

63<br />

bloglifetr<br />

Bu kitabı tamamen arkadaşımın<br />

tavsiyesi üzerine aldım.<br />

İçeriğine öyle bir göz gezdirdim<br />

bir de yorumlara baktım..<br />

“Hayattaki en iyi arkadaşınız<br />

bir köpek, hayatınızın tek amacı<br />

her gün taksi kullanmak,<br />

hayatınızdaki en büyük zevk<br />

kart oynamak. Fakat yine de<br />

sıradan biri değilsiniz. Sıradan<br />

basit bir hayat yaşarken postasında<br />

bir iskambil kartı bulması<br />

ile hayatı bir anda değişen bir<br />

adamın hikayesi. Aslında ondan<br />

istenen tek şey belli bir zamanda<br />

belli bir yerde olması.<br />

Fakat bunu yaparken bir banka<br />

soygununa engel oluyor, bir<br />

kadını tecavüze uğramaktan<br />

kurtarıyor. Her zaman iyi olan<br />

şeylerde yok. Bazen kötü bazen<br />

iyi ama tek bildiği kartlar<br />

ile gelen mesajları yapmak.<br />

Peki, bu mesajları gönderen


loglifetr bloglifetr<br />

kim? Amacı ne? İşte orası bu<br />

gizemli hikayede gizli. Kitap,<br />

gizem ve macera romanlarını<br />

sevenler için birebir. “Sakin<br />

başlayıp zamanla elden bırakması<br />

güçleşen bir hal alıyor ve<br />

bu gizeme kendinizi iyice kaptırıyorsunuz.”<br />

diye yorumlar<br />

var fakat tabi sıkıcı olduğuna<br />

dair de yorumlar var. Bakalım<br />

nasıl bir kitapmış :) Eğer okumadıysanız<br />

ve almak isterseniz<br />

Hiç Kimse Sıradan Değildir<br />

tık tık! :)<br />

“ Kimi yaralar<br />

kapanır İzi<br />

kalır, kimi<br />

yaralar<br />

kapanır Sızı<br />

kalır. ”<br />

“Katiline âşık olduğu için kaybetmeye<br />

mahkûm olan insanların<br />

hüznüne, isyanına, içsel<br />

sorgularına, çelişkilerine ve<br />

nasıl tutunamadıklarına şahitlik<br />

edeceksiniz.” Bu söz kitabı<br />

bana aldırmaya yetti. Tamam<br />

bunu da arkadaşım tavsiye<br />

etti. Normalde bu tarz kitapları<br />

sevmem. Al oku pişman olmayacaksın<br />

dedi dedi ve sonunda<br />

aldırdı kitabı :) Sevecek miyim<br />

bilmiyorum? Ama yorumlar güzeldi.<br />

Ben sepetime attım canpareler.<br />

Belki siz de okumak<br />

isterseniz, Kıyısızlar tık tık :)<br />

Dilekler istenince gerçekleşen<br />

hayallerdir. Hayatınızda çok<br />

isteyip de gerçekleştiremediğiniz<br />

şeyler mi var? O halde<br />

Debbie’nin kitabındaki kahra-<br />

manlar gibi siz de alın elinize<br />

kağıt kalemi başlayın dileklerinizi<br />

yazmaya.. İlk kitabından<br />

itibaren severek okuduğum<br />

serinin şimdiki kitabı “Bir Dilek-<br />

le Başladı Her Şey” benim sepetimde<br />

yerini aldı. Gelmesini<br />

bekliyorum. Okudukça kendinize<br />

de bir yol çizeceğiniz bir<br />

kitap. Bence okumalısınız. Ha<br />

en baştan başlamak isterseniz<br />

Küçük Mucizeler Dükkanı’dan<br />

başlayabilirsiniz. Satın almak<br />

için yapmanız gerekeni biliyorsunuz<br />

isimlerin üzerine tık tık :)<br />

Ve son olarak aşırı merak ederek<br />

aldığım kitap... Bu kitabın<br />

içeriğini okuduğumda ben çok<br />

etkilendim. Hatta D&R’da şu<br />

şekilde bir anlatım yapılmış.<br />

Sanıyorum ki kitabın arka kapak<br />

yazısı..<br />

“Pek çok insan dünya hayatının<br />

geçici ışıltısına aldanıp istek<br />

ve arzularının peşinde yok<br />

yere tüketir ömrünü. Tıpkı bir<br />

yaprak misali savrulur durur<br />

yaşam içinde. Bir gün öleceği<br />

gerçeğini unutup ölüm sonrası<br />

için kayda değer bir hazırlık<br />

yapmadığı gibi değersiz ve anlamsız<br />

bir şekilde yaşar hayatını.<br />

Oysa ki ölüm, yaşamın ikiz<br />

kardeşidir. Yaşamla birlikte var<br />

edilmiştir. Alınan her bir nefesin<br />

yarısı yaşam, yarısı ölüm<br />

için alınır. Ölüm bize bu kadar<br />

yakındır. Ömür, anne karnı<br />

ile toprak altındaki iki karanlık<br />

arasında yakılan bir kibrit alevi<br />

gibidir. Alev almasıyla sönmesi<br />

an meselesidir. Göz açıp kapar<br />

gibi geçecek ve bir gün son bulacaktır.<br />

Uyanmak için uyumak<br />

gerekiyordu önce. Ölmek için<br />

yaşamak. Ve biz yaşıyorduk.<br />

Yaşıyorken de uyuyorduk. De-<br />

64 65<br />

rin bir uyku içindeyken kendimizi,<br />

yaşıyor sanıyorduk. Bu<br />

gerçek ile yüzleşmeye, dünya<br />

uykunuzdan uyanmaya ve<br />

yaşamınızı sorgulamaya cesaretiniz<br />

var mı? Eğer yok ise<br />

bu kitabı elinizden bırakabilir,<br />

yaşantınıza kaldığınız yerden<br />

devam ederek sizin için ayrılan<br />

sürenin sonuna gelebilir ve hiç<br />

ölmeyecekmiş gibi yaşayıp,<br />

hiç yaşamamış gibi ölebilirsiniz.<br />

Kaçınılmaz olan ölüm ile<br />

yüzleşmeden önce, yüzleşin<br />

kendinizle.”<br />

Kitabın bir kısmını da okuyabilirsiniz<br />

sadece çok çok az<br />

bir kısmını.. Eğer kitaplığımda<br />

böyle bir kitap bulunmalı, okumalıyım<br />

diyorsanız “İnsanlar<br />

Uyurlar Ölünce Uyanırlar” tık<br />

tık bebeğim :)<br />

Şimdilik bu kadar.Umarım beğenirsiniz..<br />

Sevgiyle kalın..<br />

SELİNSEL<br />

selinselle.blogspot.com


loglifetr<br />

Aşık Oldum<br />

Ben çok aşık oldum.<br />

bazen sesine, bazen kokuna, bazen<br />

bakışlarına...<br />

Ama her gün tekrar tekrar bıkmadan<br />

usanmadan aşık oldum...<br />

Sen yanıma oturup bir sigara yakardın ve<br />

gözlerimin içine bakardın.<br />

Ben ise sana aşık olurdum.<br />

Sen ellerini uzatıp, yüzümü avuçlarının<br />

arasına alırdın.<br />

Ben ise sana aşık olurdum.<br />

Sen kafan yanımdaki yastıkta, elim avucunda<br />

uyurdun.<br />

Ben ise sana aşık olurdum.<br />

Sonu yoktu biliyordum. Sonu olmayacaktı.<br />

Daha ilk günden hissettiklerim beni hiçbir<br />

zaman yalnız bırakmayacaktı.<br />

Üzüntüden tırnaklarımı avuç içlerime batırdığım<br />

her gece ben sana tekrar aşık oldum.<br />

Uyurken nasıl da masum göründüğünü biliyor<br />

musun?<br />

Hayır bilmiyorsun.<br />

Ben senin bana yaşattığın acılara bile aşık<br />

oldum.<br />

Normalde bıkkın görünen gözlerinin bana<br />

bakarken nasıl da ışıl ışıl olduğunu biliyor<br />

musun?<br />

Hayır bilmiyorsun.<br />

Ben senin sinirlendiğinde küfretmene bile<br />

aşık oldum.<br />

Ben kendimi sevdim, ben seni sevdim, ben<br />

seni çok sevdim.<br />

66<br />

Özge Kopuz<br />

ozgelikli.blogspot.com<br />

67


Uzak Mesafe İlişkileri<br />

Long distance relationship,<br />

yani uzak mesafe ilişkisi.<br />

Çoğu insan bu olguya umutsuz<br />

vaka gözüyle bakıyor. Çünkü<br />

“sürekli dip dibe olan insanların<br />

bile yürütemediği ilişki o<br />

kadar mesafeden nasıl yürüsün?”<br />

mantığına sahipler.<br />

Tamamen haksızlar diyemeyeceğim<br />

lakin haklı da değiller.<br />

Şuan tam da böyle bir ilişkinin<br />

içerisinde olduğum için çok<br />

daha iyi anlatabileceğim sanırım.<br />

Bi kere zor, çok zor, ölümcül<br />

zor.<br />

Bazen diyorsunuz ki ‘ulan yeter<br />

be, kafamı keseyim de kurtulayım,<br />

dayanılmaz buna’ çünkü<br />

görmek, dokunmak, hissetmek<br />

istediğiniz zaman maalesef ki<br />

elinizde avucunuzda olan sadece<br />

koca bir hiç.<br />

Dışarı çıktığınız zaman etrafınızdaki<br />

çiftlere bakıp her birine<br />

içinizden lanetler gönderiyorsunuz:<br />

‘elleriniz kopsun da<br />

bidaha elele gezemeyin, dudaklarınız<br />

yansın da birbirinizi<br />

öpemeyin, kafanıza yıldırım<br />

düşsün de böyle kahkaha ata<br />

ata gezemeyin!!’ çünkü sizin<br />

sevdiğiniz insan yanınızda değil,<br />

hatta çok uzağınızda. Bir<br />

insanla mı yoksa telefonla ve<br />

bilgisayarla mı ilişkiniz var ayırt<br />

edemiyorsunuz. Özellikle telefonun<br />

yeri bambaşka. Sürekli<br />

yapışık olarak geziyorsunuz,<br />

elinizden düşürmüyorsunuz.<br />

Her fırsatta arayıp sesini duymak<br />

istiyorsunuz. Hatta telefon<br />

açıkken uyukluyorsunuz. Bilgisayar<br />

başında kamerayı açıp<br />

saatlerce vakit geçiriyorsunuz.<br />

Her yere fotoğraflarınızı<br />

döşüyorsunuz ki sevdiğinizin<br />

eksikliği farkedilmesin, sık sık<br />

mutluluğunuzun kanıtlarını görebilesiniz.<br />

Cesaretli olup karşınızdaki insana<br />

güvenmeniz ve olaylara<br />

iyimser yaklaşmanız gerekiyor<br />

eğer böyle bir ilişkiniz varsa.<br />

Yoksa zaten uzun ömürlü olmuyor-olamıyor<br />

maalesef...<br />

Buna alışmak gerçekten çok<br />

zor. Belki de imkansız. Bir seneyi<br />

devirmemize rağmen ben<br />

halen alışamadım mesela!<br />

Bu durumu evrelere ayırırsak<br />

eğer;<br />

1.EVRE:<br />

‘Aman ne olacak ki?’ evresi de<br />

diyebiliriz. İki taraf da aradaki<br />

mesafeyi çok ciddiye almaz.<br />

Çünkü yeni aşık olmuşlardır<br />

ve mutluluğun irvanasında fink<br />

atma hallerindelerdir. ‘Olalala<br />

benim sevgilim var’ modunda<br />

gezildiği için uzaklıktan çok<br />

da rahatsızlık duyulmaz. Hatta<br />

uzak olmak heyecanlı ve değişik<br />

bir his gibi gelir, bu durumdan<br />

memnun bile olunabilir.<br />

2.EVRE:<br />

İki taraf da bu uzaklıktan yavaş<br />

yavaş rahatsız olmaya başlar.<br />

Çünkü hesaba katmadıkları<br />

bir şey vardır: Özlemek! Çiftimiz<br />

birbirini özlemeye başlar,<br />

yanında olsun ister ama bir<br />

yandan da ‘aman sürekli gözümün<br />

önünde olsaydı sıkılırdım<br />

böyle daha iyi’ diye olaya iyi<br />

yönünden bakmaya çalışırlar.<br />

Yani yine de mutlu olunabilen<br />

bir evredir.<br />

3.EVRE:<br />

Artık çiftimiz bu durumdan hiç<br />

hoşnut değildir. Etraflarında<br />

gördükleri sevgililere imrenmeye<br />

başlarlar: ‘herkes sevgilisiyle<br />

istediği zaman görüşebiliyor,<br />

benim kaderim mi bu?’<br />

tarzı yakınmalara başvurulur.<br />

Eski mutluluk yerini ufaktan<br />

sızlayan bir hüzne bırakır.<br />

4.EVRE:<br />

Bu isyan evresidir. ‘Yeter lan<br />

artık, özlüyorum ben çok!’<br />

tarzında çıkışlar gündeme<br />

getirilir. Kafalardan çılgınca<br />

düşünceler geçer, etraflarında<br />

gördükleri çiftlerden nefret<br />

ederler çünkü onlar birbirlerine<br />

uzaktır. Durumlara ve imkanlara<br />

sövülür, tak ettiği zaman<br />

oturup ağlanır. Kavuşulacak<br />

gün sabırsızlıkla beklenir.<br />

Ben şu an 4. evrede bulunuyorum.<br />

Psycho mode: on şeklinde<br />

geziyorum etrafta.<br />

Evet çok zor oluyor!<br />

Evet bazen ölüyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz!<br />

Evet fazla dozda özlemden çıldırıyorsunuz!<br />

Evet hunharca ağlayıp, üzülüyorsunuz!<br />

Evet aranızdaki mesafenin her metresine<br />

ağız dolusu küfürler savuruyorsunuz!<br />

Evet ayda bir ya da iki kere ancak görüp,<br />

sarılıp öpebiliyorsunuz!<br />

Evet gereksiz bir sürü insan onun yanındayken<br />

siz olamıyorsunuz!<br />

Evet bazen kavuşacağınız gün size asırlar<br />

kadar uzakmış gibi geliyor!<br />

Ama hiç bir zaman iyimserliği elden bırakmamak<br />

gerekiyor... Çünkü gerçek sevgi<br />

kolay kolay ele geçmiyor, ona sahip çıkın.<br />

Özge Kopuz<br />

ozgelikli.blogspot.com<br />

68 69


loglifetr<br />

Acıyla açtığı gözü,<br />

küçücük bir aralıktan<br />

sızan ışığa<br />

kilitlendi.. Duyduğu<br />

acının sebebini<br />

anlayamasa da bir şeylerin<br />

yolunda gitmediğinin farkındaydı..<br />

‘Neredeydi?’ .. Hiçbir<br />

şeyi hatırlayamıyor olması, tedirginliğini<br />

arttırdığından, buna<br />

bir son vermek adına hareket<br />

etmeye çalıştı.. Bacaklarının<br />

üzerinde ne olduğunu anlayamadığı<br />

yüklerden ötürü kıpırdayamadı.<br />

Sinirinden kolunu<br />

çekiştirince, bir kaç taşı yerinden<br />

oynattığını farketmesiyle,<br />

tedirginliğinin artması aynı ana<br />

denk geldi..<br />

Küçücük aralıktan sızan ışığın<br />

ara sıra kayboluşu, yakında bir<br />

yerlerde hareket eden insanlar<br />

olduğu hissine kapılmasına<br />

sebep oldu. Çığlık atacak oldu.<br />

Yuttuğu tozlardan olsa gerek<br />

kendine bile duyuramadığı bir<br />

çığlığı boşa sallayıverdi.. İşte<br />

tam o sırada, sanki havada<br />

asılı kalan çığlık yerine ulaşmışcasına,<br />

kendisine yaklaşan<br />

ayak sesleri yankılanmaya<br />

başladı boşlukta. Ne topuklu<br />

bir ayakkabı zerafeti, ne de<br />

terlik hafifliği.. Hayal dünyasını<br />

canlandıran, kaba saba bir<br />

bot sahibi olmalıydı. Adımlar<br />

yaklaştı, yaklaştı ve çok yakınlarda<br />

bir yerde yine aynı sessizliğe<br />

dönüştü. Kötü bir şeyler<br />

olacağından emindi.. Bu<br />

koşullar altında iyi bir gelişme<br />

mucize olurdu, hiç olmamıştı..<br />

Nefes alabilmek adına yutkun-<br />

Paranoya<br />

duğunda, tozların tadını bir kez<br />

daha özümsemiş olmasının en<br />

lezzetli deneyimi olmadığını<br />

anımsadı. Sağ bacağına, birden<br />

nereden geldiğini anlaması<br />

mümkün olmayan bir ağırlık<br />

düştü. Canı öylesine yandı ki<br />

kıpırdayamadı bile, ısırdığı dudağından<br />

gelen kanı emerken,<br />

kurumuş ağzındaki toz tadından<br />

kurtulabilmeyi umdu..<br />

Bir işkencenin ortasında, buna<br />

sebep olacak ne yaptığını dü-<br />

şünmeye başladı, kapanan<br />

gözlerine inat, uyanık kalmaya<br />

çalışarak.. İzlediği filmin etkisinde,<br />

bir yerleri açık kalarak<br />

daldığı uykusunda olduğuna<br />

inandırmaya çalışırken kendini,<br />

hissettiği acının gerçekliğini<br />

fark etti..<br />

Dışarıda onu bekleyen işken-<br />

70<br />

cecilerini tahmin etmeye koyuldu.<br />

Uzun bir liste yapacağını<br />

düşünürken, ölüm iyiliğinden<br />

olsa gerek zar zor bir kaç isim<br />

sıralayabildi. Dışarıdaki uğultudan,<br />

başına nasıl bir işkence<br />

geleceğini kestiremedi, düşünse<br />

de nasıl bir işkenceden<br />

geçtiğini hatırlayamayışı gibi..<br />

Tam ışığın sızdığı yerde, bir<br />

şeylerin eşelendiğini fark etti,<br />

sonunun geldiğini düşünerek..<br />

‘kötü bir şey yapmış olmalıyım<br />

bunu hak edecek’ diye düşünürken,<br />

son kez okkalı bir<br />

nefes çekmek istedi, beceremedi..<br />

Becerebilseydi, güzel<br />

anıları düşünerek sonlandıracaktı<br />

bu anı.. Tam o an bir<br />

el belirdi. Gözlerini kapayıp<br />

teslim etti kendisini.. ‘buraya<br />

kadarmış her şey’ derken, o<br />

el kavrayıp çekmeye başladı<br />

aydınlığa..<br />

‘Tüm hazırlıklar boşa mıydı?’<br />

diye düşündü, ‘Ölmüyor muyuz<br />

yani şimdi?’..<br />

Takip edemediği bir hızda gelişti<br />

her şey. Yıkık bir alanda,<br />

cehennem kalabalığının ortasında,<br />

ona dikilmiş umut dolu<br />

gözlerle karşılaşınca, düşündüğü<br />

her şeyin içi boşaldı. Nefes<br />

almayı tekrar denedi ama<br />

dolmuş ciğerleri bir kez daha<br />

reddetti bu isteği..<br />

Her şeyi geri sarmalıydı.. Küçücük<br />

bir ışıktan uzanan eli işkencecisi<br />

yapan algısıyla oturup<br />

hesaplaşma vakti gelmişti..<br />

Zeynep Geçgin<br />

kayipruh.com<br />

8 MART / DÜNYA KADINLAR GÜNÜ<br />

Takvimlerimize baktığımızda<br />

hemen hemen<br />

her bir takvim<br />

günü için ayrılmış,<br />

zamanla özelleştirdiğimiz<br />

günler olduğunu görürüz.<br />

Kişisel doğum günleri,<br />

bayramlar, resmi tarihler ve<br />

sosyal anlamda değerlendirilen<br />

günler gibi…<br />

İşte içinde bulunduğumuz bu<br />

ay yani Mart ayında da biz kadınlar<br />

için oluşturulmuş özel<br />

bir günümüz var. 8 Mart Dünya<br />

Kadınlar Günü ya da Dünya<br />

Emekçi Kadınlar Günü. Bu<br />

önemli günün kısaca tarihçesi<br />

şöyle:<br />

“8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin<br />

New York kentinde 40.000 dokuma<br />

işçisi daha iyi çalışma<br />

koşulları istemiyle bir tekstil<br />

fabrikasında greve başladı.<br />

Ancak polisin işçilere saldırması<br />

ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi,<br />

arkasından da çı-<br />

kan yangında işçilerin fabrika<br />

önünde kurulan barikatlardan<br />

kaçamaması sonucunda, çoğu<br />

kadın, 129 işçi can verdi. İşçilerin<br />

cenaze törenine 10.000’i<br />

aşkın kişi katıldı.<br />

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde<br />

Danimarka’nın Kopenhag kentinde<br />

2. Enternasyonale bağlı<br />

kadınlar toplantısında (Uluslararası<br />

Sosyalist Kadınlar Konferansı)<br />

Almanya Sosyal Demokrat<br />

Partisi önderlerinden<br />

Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki<br />

tekstil fabrikası yangınında<br />

ölen kadın işçiler anısına<br />

8 Mart’ın “Internationaler Frauentag”<br />

(International Women’s<br />

Day - Dünya Kadınlar Günü)<br />

olarak anılması önerisini getirdi<br />

ve öneri oybirliğiyle kabul<br />

edildi.<br />

[...] Ülkemizde ise ilk kez<br />

1921 yılında “Emekçi Kadınlar<br />

Günü” olarak kutlanmaya başlandı.<br />

[...] 1984’ten itibaren her<br />

71<br />

yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından<br />

“Dünya Kadınlar Günü”<br />

kutlanmaya devam ediliyor.”*<br />

Kadınlarımızın sadece bu tarihte<br />

böylesine hatırlanması<br />

hoşa gidecek bir durum değil<br />

detaylara baktığımızda. Çoğu<br />

kadın için bu özel tarih bile<br />

aslında hayatını bir günlük de<br />

olsa değiştiremiyor bildiğimiz<br />

gibi. Kadınlarımız yine şiddet<br />

görmeye devam ediyor, yine<br />

tüm özgürlüklerinden mahrum<br />

bırakılıyor ve yine bazı erkekler<br />

tarafından ikinci plana atılıyor.<br />

İstiyoruz ki bu tip eşitsizlikler<br />

artık son bulma yoluna<br />

doğru ilerlesin. Kadınlarımız<br />

bilinçli bir hale geldikçe daha<br />

yüksek konumlarda da erkeklerin<br />

yanında yer alsın, yer almaya<br />

devam etsin.<br />

Şimdiden tüm kadınlarımızın<br />

Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.<br />

Aslı Çotala


72 73


loglifetr<br />

Her zaman ki gibi<br />

bir gündü aslında<br />

bugün de. Yine de<br />

bana “Ne kadar az<br />

insan var la bugün<br />

okulda?” dedirtti ki benim jeton<br />

o anda düştü. “Vay anasını<br />

ben 2 saat erken gelmişim lan<br />

ya” dedim. Sonra acıdım kendime<br />

tabii. Sabahleyin erkenden<br />

kalk sonra o sabah aptallığıyla<br />

atla ilk otobüse gel. Bir<br />

de “Ben böyle işin var ya” diye<br />

kızdım kendime biraz. O değil<br />

yanarım yanarım da adam<br />

akıllı kahvaltı bile yapamadım<br />

ona yanarım.<br />

Tabi durum böyle olunca “Gideyim<br />

bir şeyler alayım kendime”<br />

dedim. Aldım, yedim, içtim<br />

hemen. Benim mesane boş<br />

durur mu? İki kelam bir şey yudumlamamı<br />

beklemiş olacak ki<br />

hemen sıkıntı çıkardı. Bende<br />

durmadım tabi gittim tuvalete.<br />

İşte her şey buraya kadar benim<br />

için bile çok normaldi ki,<br />

o an bir şey gördüm. Üç tane<br />

serseri adam, engelli asansörünü<br />

meşgul ediyorlardı!<br />

Ben de komedyen olabilirim<br />

Böyle bir şey olamazdı ya, olmamalıydı.<br />

Bir baktım birisi<br />

birinci kata, diğer ikisi de ikinci<br />

kata çıkmak için kullanıyor<br />

asansörü. Hemen “Lanet olsun”<br />

dedim; çünkü lanet olsunu<br />

bir yerde kullanabileceksen<br />

ve kullanmazsan, Amerikan<br />

filmlerine çok büyük hakaret<br />

olur bu. Her şey bir yana doğru<br />

olamazdı. Koştum merdivenlerden<br />

sırf kontrol etmek için.<br />

Cidden de doğruydu. Bir şeyler<br />

yapmalıydım artık dayanamıyordum.<br />

Çok kalabalıklardı<br />

ama ne yapabilirdim ki? Bire<br />

karşı üçtü durum. Olsun dedim<br />

böyle olabilir ama benim de taa<br />

ne zamandan kalma G.I. JOE<br />

Son Android kıyafetlerim vardı<br />

ama evdeydiler işte bu kıyafetler.<br />

Çok hızlı olmalıydım. O<br />

kıyafetleri giyersem beni kimse<br />

tutamazdı ve o adamlara<br />

gününü gösterecektim bu sayede.<br />

“Onlar kim oluyordu da<br />

engelli asansörüne hiçbir en-<br />

74<br />

geli olmadan biniyorlardı lan”.<br />

Son kurduğum cümlenin sonundaki<br />

lan’dan aldığım gazla<br />

koşmaya başladım. Bir an<br />

önce G.I. JOE Son Android kıyafetime<br />

ulaşıp giymeli ve onlara<br />

yaptıklarının cezasını vermeliydim.<br />

Bölüm binasından<br />

koşarak çıktım. Durağa doğru<br />

koşuyordum ki bir de ne göreyim?<br />

154 Orada bekliyordu ve<br />

boştu. “Olamaz” dedim kendi<br />

kendime. Allah bile benden<br />

yanaydı. Koşuşumu hızlandırdım<br />

ve arka kapı tam kapanırken<br />

otobüse attım kendimi.<br />

Kendimi attım ancak çantamı<br />

atamadım. Çantam ve ben bir<br />

bütün gibi birbirimize bağlı kaldığımız<br />

için o kapıda sıkışınca<br />

tabi bende sıkıştım. Bir de<br />

o refleksle “ARKA KAPIIAA!”<br />

diye bağırdım ki şoför bir an<br />

kendine gelemeyip önce frene<br />

bastı ve sonra sadece arka kapıyı<br />

değil 3 kapıyı birden açtı.<br />

Bir oh çektim kurtulur kurtulmaz.<br />

Adam bana dikiz aynasından<br />

bir baktı tabii. Eminim o<br />

an benim bir manyak olduğumu<br />

düşündü. Hiç sesimi çıkarmadım.<br />

G.I. JOE Son Android<br />

kıyafetine odaklanmıştım. Birileri<br />

bunu öğrenirse bana engel<br />

olabilirlerdi.<br />

Otobüs gayet orta hızla ilerliyordu.<br />

Sabah saatleri olduğu<br />

için çok binip inen olmuyordu<br />

tabii. Yine de bir teyze bindi<br />

ki arabaya vay teyzem dedim<br />

sen ne yaptın ya! Teyze pazara<br />

gitmişti. Hem Perşembe<br />

günü gitmişti, hem sabahın<br />

köründe gitmişti, hem de sağ<br />

olsun pazarda diğer insanlara<br />

hiçbir şey bırakmamıştı. O<br />

değil pazar arabasını arabaya<br />

bindirirken ben de yardımcı oldum<br />

ona. Bir oh çekti teyze ve<br />

teşekkür etti bana. Tabii iyice<br />

gaza geldim. Konudan uzaklaştığımı<br />

hissettim bir an ve<br />

hemen ilk bulduğum boş koltuğa<br />

tekrar oturup o adamlara<br />

neler yapacağımı düşündüm.<br />

Sonra bizim bölüm başkanı<br />

Doğan Dönmez’in beni nasıl<br />

tebrik edeceğini düşündüm.<br />

Tabi gururlandım hemen, daha<br />

hayal bile olsa. Ben bunları düşünürken<br />

bizim teyze inmek istedi.<br />

Bana baktı. Tabii alışmıştı<br />

bana, bensiz yapamıyordu artık.<br />

Daha kıyafetimi giymeden<br />

bu kadar iş başarmam benim<br />

bile hoşuma gitmişti. Kalktım<br />

hemen onu otobüsten indirdim.<br />

Teyze çok tatlı bir teyze<br />

çıktı ve bana bir sürü teşekkür<br />

etti ve yanaklarımı mıncır<br />

mıncır etti. Derken bizim şoför<br />

otobüse binerken ki tepkimden<br />

olacak herhalde beni daha faz-<br />

la beklemeden bastı gitti. Teyze<br />

“Yavrum benim ya benim<br />

yüzümden kaçırdın otobüsü”<br />

dedi. “Senin canın sağ olsun<br />

teyze” dedim “İki mıncır daha<br />

yap bakayım sağ yanağıma,<br />

ödeşelim” dedim. “Oy kurban<br />

olurum sana dedi ve mıncırladı<br />

tabii”. Sonra o uzaklaşırken bir<br />

çare bulmalıydım. Koşmaya<br />

karar verdim. Daha fazla bu işi<br />

uzatamazdım. Beni bekliyordu<br />

dünya. Koşmaya başladım. İki<br />

durak sonra nefes kanallarımın<br />

yetmediğini ve fazladan<br />

bir iki taneye daha ihtiyacım olduğunu<br />

anlayınca durakladım.<br />

Dedim en iyisi otobüs bekleyim<br />

ben yine. Aha da bu gelen<br />

142’ydi. Allah gerçekten benden<br />

yanaydı. Bu sayede aktarma<br />

yapmış olacak ve para<br />

vermemiş olacaktım. Tamam<br />

G.I JOE Son Android kıyafetim<br />

olabilir ama sonuçta ben<br />

bir öğrenciyim yani. Aç kalmak<br />

istemem.<br />

142, az önceki 154’ten hızlı gidiyordu.<br />

“Allah’ım bu kadar mı<br />

yolunda olur?” dedim bir an.<br />

İyice işime odaklanmıştım ki<br />

yanımdaki adam kalktı ve yanıma<br />

bir kız oturdu. İki durak<br />

sonra inmek için kalktığında<br />

gözüme ayakkabıları ilişti. “La<br />

dedim bu ney la? Sen bu kıza<br />

akıl fikir ver Ya Rabbim ya bu<br />

ney ya?” dedim. Kızın kıyafe-<br />

75<br />

tiyle tam uyumsuz bir ayakkabısı<br />

vardı. Ben buna çok önem<br />

veririm. Bir kızın kıyafetiyle<br />

ayakkabısı uyumlu olmalıydı<br />

arkadaş. İşte o kadar. Çünkü<br />

ayakkabı ne kadar özenle seçiliyorsa<br />

o kadar dikkatli olur<br />

kız dediğin hacı. Hay demez<br />

olaydım. Dilim kopaydı, beynim<br />

çürüseydi de diyemeseydim.<br />

Bu düşüncelere daldığım<br />

için ineceğim duraktan iki durak<br />

sonra indim. Ve bu sefer<br />

Allahtan akıl fikiri kendime istedim.<br />

Verdi mi vermedi mi onu<br />

bilemem tabii.<br />

Koşmaya başladım yeniden.<br />

Eve kadar koştum bu sefer.<br />

İlk sefer ki koşu beni iyice açmış<br />

olmalıydı. Çok az kalmıştı<br />

G.I.JOE Son Android kıyafetime<br />

ulaşmaya. Beni bekleyin<br />

artık. Geliyorum sizi kurtarmaya!<br />

Sonra koşar adım apartmana<br />

girdim. Asansörü bekledim.<br />

Biraz asansörde soluklandım.<br />

Kahramanlarında dinlenmeye<br />

ihtiyaçları vardı ne de olsa.<br />

Asansörden iner inmez bizim<br />

evin ziline asıldım. Annem kapıyı<br />

açtı ve ne oluyor tavrıyla<br />

suratıma baktı. “Bakma öyle<br />

anne, insanların bana ihtiyacı<br />

var” dedim ve odama koştum.<br />

Her yeri didik didik aradım, bulamıyordum<br />

G.I.JOE Son Android<br />

kıyafetimi. Hemen mutağa


loglifetr<br />

koştum ve anneme sordum.<br />

Annem de “O ne be öyle” dedi.<br />

“Hani anne dedim 6 yaşındayken<br />

almıştınız ya” dedim. “O<br />

nerden çıktı” dedi. “Ya nerede<br />

hadi çabuk söyle” dedim. “Hani<br />

şu önünde yıldızlı falan gico<br />

yazan şey mi?” dedi. “Heh evet<br />

o” dedim ayrıca “o G.I JOE<br />

anne gico değil!” dedim. “Çok<br />

biliyorsan sen bul” dedi kıyafeti.<br />

Sonra “Yok annecim hadi<br />

nerede söyler misin lütfen” dedim.<br />

Çok acil aradığın bir şey<br />

olursa bulamaz ve annene sorarsan<br />

onu, işte o sırada anneyi<br />

kızdırmamak lazım. Yoksa<br />

bir daha asla bulamazsın o<br />

eşyayı. “Geçenlerde evde bez<br />

yoktu ben onu cam silme bezi<br />

yaptım” dedi. “Ney!” dedim bir<br />

daha “Ney ney ney!” dedim.<br />

“Anne bunu nasıl yaparsın ya!<br />

O bana lazımdı ya!” dedim ve<br />

hafiften bağırdım. “Anneye bağırılmaz”<br />

dedi o da bana bağırdı.<br />

“Ya giyecektim ben onu”<br />

dedim. “Lan manyak 6 yaşında<br />

aldığın şey sana nasıl olsun”<br />

dedi. “Ya onun her yaşa uygun<br />

büyüme formu vardı. G.I.Joe<br />

Son Android kıyafetimdi o benim<br />

ya” dedim. Hastaymışım<br />

gibi suratıma baktı. “Gel bir<br />

çay iç saçma sapan konuşma”<br />

dedi. “Nerede hani bakmam<br />

lazım” dedim. “Banyonun orada<br />

küvete astım” dedi. O an<br />

içim iyice bir burkuldu. İyice<br />

bir hüzünlendim. Koştum he-<br />

men banyoya. Baktım ki cidden<br />

öyle. Kol kısmı kesilmiş ve<br />

ikiye bölünmüş gövde kısmı iki<br />

parça yapılmış kıyafetim. Biriyle<br />

ıslak diğeriyle kuru silmek<br />

için.<br />

Banyoya bir kenara pındım tüm<br />

bunları görünce. Sonra annem<br />

geldi. “Nerden çıktı şimdi bu<br />

birden” dedi. “Öyle çıktı işte”<br />

dedim sitemli bir şekilde. “Gel<br />

hadi çay koydum içelim beraber.<br />

Bak yanında da irmik helvası<br />

getirmiş komşu onu yeriz”<br />

dedi. “Vallaha mı? dedim kalktım<br />

hemen. Gittim mutfağa ki<br />

cidden de öyle. Sonra Çay<br />

76<br />

ve irmik helvası keyfi yaparken<br />

okulda ki olayı anlattım anneme.<br />

“Tüü Allah onların cezasını<br />

versin” dedi. İçim rahatladı.<br />

Anneler bela okudu mu tutar<br />

ne de olsa. G.I. JOE kıyafetine<br />

ve okula tekrar gitmeme de<br />

gerek kalmadı. “Anne” dedim<br />

“Beni seni çook seviyorum”<br />

dedim. “Bir tabak daha irmik<br />

helvası ister misin?” dedi. İnanın<br />

bende seni çok seviyorum<br />

deseydi beni bu kadar sevdiğini<br />

anlamazdım.<br />

Not: O değil de bugün gerçekten<br />

okula çok erken gittim ve<br />

Ayşegül’üm ile kahvaltı keyfini<br />

kaçırdım. En fenası da o zaten.<br />

Tüm bu yazı böyle böyle<br />

çıktı o da bir başka tabii.<br />

Ümit Kete<br />

umitkete.blogspot.com<br />

Sürekli yetişmeye çalışıyoruz. Yetişmeye<br />

çalıştığımız yerlerde genellikle uzun<br />

zamanlar oturmak zorunda kalıyoruz,<br />

sabit.<br />

İşe yetiş pc başına otur.<br />

Otobüse yetiş otur. (%2)<br />

Sinemaya yetiş otur.<br />

Tiyatroya yetiş otur.<br />

Vapura yetiş,<br />

Trene yetiş,<br />

Metroya,<br />

Buluşmalara,<br />

Oturmaya mı geldik? Lilililililiililii...<br />

Eğer dünyanın bir yerinde eline gitarını almış<br />

benimle eş zamanlı siyedili basan biri varsa,<br />

selam olsun. Birbirimizden asla haberimiz<br />

olmayacak. Olmasın... Akortlar tutmaz falan sorun<br />

yaşamayalım. Soğuk bir kuzeyli olabilirsin.<br />

Selamlar tatlım.<br />

Hava gri olduğu sürece kırmızı içtiğim şeylerden<br />

enerji yükleyebiliyorum çoğu zaman.<br />

Tavşankanı çay,<br />

Nar suyu,<br />

Vişne suyu,<br />

Şarap,<br />

Kuşburnu...<br />

Tavşankanı muhabbeti çok garip. “Ohh...<br />

miss... tavşankanı çay” diyoruz. Sanki şehrimizde<br />

tavşan avlamak çok zor, ayda yılda bir<br />

avlıyoruz.. Onun da çıkan kanını bir karafta<br />

62. Çay<br />

77<br />

biriktirip aile bireyleri aramızda kırışıyormuşuz<br />

gibi. Rengi desen olmaz, tutar milleti... Ayrıca<br />

ben -ve büyük bir çoğunluk olduğunu düşünüyorum,<br />

daha sık niyet çeken tavşan ve playboy<br />

tavşanı görmüşüzdür. Bir de Bugs Bunny falan<br />

işte.. Yani öyle avlanılacakmış, eti yenecekmiş<br />

zor. O amcalar niyeti çektirmek için sevimli tavşanı<br />

kullanarak bizi avlayacak olay bu. Ya da<br />

playboy tavşanı erkeklerin beynini avlayacak.<br />

İşte akla ilk gelenler bunlar bilmeyenler<br />

için. Ama ben durmadım araştırdım.<br />

Tavşankanı da durmazmış, çok bereketliymiş.<br />

Akar akarmış. Tavşankanı çay da bereketli çay<br />

anlamındaymış. Siz hiç sallama tavşankanı çay<br />

duydunuz mu? Duyamazsınız; çünkü bir kez<br />

sallarsın, ikinciye tutmaz.<br />

Sonuçta günler çok sıkıcı. Soğuk, ıslak falan.<br />

Kar bünyem için gereksiz. Soğuk ve acı yemek<br />

aynı şeyler benim için. Mazoşistlik. Güneşi hissetmem<br />

lazım. Rüzgar yalamasın benim yüzümü,<br />

güneş ışınları kavursun, kırışabilirim sorun<br />

yok. Sallananın bereketi olmaz. Neymiş? Erken<br />

kalkan yol alır.<br />

Zeynep Erdim<br />

zeyneptunjupiterdim.blogspot.com


78<br />

DÜNYALAR SANAT EVİ<br />

Sanatın ruha nasıl iyi<br />

geldiğinden, kişiye<br />

neler kattığından her<br />

zaman bahsetmişimdir.<br />

Eğer ki gerçek bir ilgi mevcutsa<br />

size geri dönüşü tahmin<br />

edemeyeceğiniz kadar güçlü<br />

ve hızlı olur. Bir işi severek<br />

yapmanın veya bir işle igilenerek,<br />

severek uğraşmanın kişiye<br />

hayata extra bir can kattığına<br />

her zaman inanırım.<br />

Bir gün rastgele bir sokaktan<br />

geçerken vitrini sayesinde dikkatimi<br />

çeken bir sanat eviyle<br />

karşılaştım. RENKLİ DÜNYA-<br />

LAR SANAT EVİ. Küçük bir<br />

sanat evi, üstelik bir sokakta<br />

ve birbirinden farklı dükkanların<br />

arasında açılmış. Oysa ki<br />

bir çoğumuzun aklına sanat<br />

evi dendiğinde ya da bu tarz<br />

yerler düşünüldüğünde ferah,<br />

manzaralı bir yer beklenir. Hemen<br />

içeri girdim; sahibiyle görüştüm,<br />

tanıştım. Gerçekten<br />

çok şeker bir bayan. İnsana ve<br />

eşyaya değer katacak bir çok<br />

etkinliğin varlığından bahsetti.<br />

Açıkçası o an daha iyi anladım<br />

ki gerçekten ilgilenmek, sev-<br />

79<br />

mek, istemek bu olsa gerek.<br />

Sık sık sergi düzenleyen bu<br />

sanat evini sizlerle paylaşmakta<br />

fayda var diye düşündüm.<br />

Eğer siz de bu küçük dünyaya<br />

katılmak isterseniz; aşağıdaki<br />

bilgilerden ulaşabilirsiniz.<br />

İletişim için :<br />

Esin KÜÇÜKAZMAN<br />

Tel No: 0533 578 0603 -<br />

0212 506 38 53<br />

Adresi: Cami Sok. 13/A<br />

Güngören - İstanbul<br />

bloglifetr<br />

Elif Duruk<br />

www.psikolokum.blogspot.com


Bimisal in anlamı nedir ?<br />

Bimisal’in anlamı eşi olmayan,<br />

benzersiz demek. Bizde zaten<br />

yaptığımız işlerde bunu sağlamaya<br />

çalışıyoruz.<br />

Ne bu Bimisal?<br />

Bimisal bir oluşum bir projedir.<br />

Bimisal Project’i bize biraz<br />

açarmısınız ?<br />

Bimisal Project şuan da iki bölümden<br />

oluşan bir kuruluştur.<br />

Bunlar Bimisal Art & Design<br />

Gallery ve Bimisal Creative’dir.<br />

Galerimizde her ay farklı sanatçılar<br />

ve gruplara sergiler<br />

düzenlemekteyiz.<br />

Bimisal Creative bölümümüzde<br />

ise organizasyonlar, video<br />

artlar, tanıtım filmleri, viral videolar<br />

ve çeşitli kurumsal firmaların<br />

sanat danışmanlığı ile<br />

özel fotoğraf çekimleri, katalog<br />

tasarımı ve fuar standları yapmaktayız.<br />

Bimisal Project Röportajı<br />

Bimisal Art & Design Gallery<br />

’yi diğer galerilerden benzersiz<br />

kılan nedir ?<br />

“Bimisal* sanat ve tasarım”<br />

galerisi olarak kendimizi “Fair<br />

& Green Art Ground” ifadesiyle<br />

sanatsal alışverişin çevreye<br />

duyarlı ve adil zemini olarak tanımlıyoruz.<br />

Sanatçılarla yapılan anlaşmalarda<br />

şeffaflığı benimseyerek,<br />

sanatçıyı bağlayan, üretimini<br />

mekanikleştiren, aldığı karşılığı<br />

bir lütuf olarak gösteren geleneksel<br />

anlaşma maddelerini<br />

baştan ret ediyoruz.<br />

Tanıtım için basılı malzeme<br />

kullanmayıp, sayısal ortamı<br />

kendini ve sanatçılarını anlatmak<br />

için etkili ve mutlak zemin<br />

olarak benimseyen galeri, böylelikle<br />

hem onbinlerce sayfalık<br />

kağıt israfını önlüyor hem de<br />

sanatçılarını büyük bir mali<br />

yükten kurtarıyor.<br />

Biz Bimisal Sanat ve Tasarım<br />

Galerisi olarak sanat piyasasındaki<br />

yerimizi karşılıklı işbirliği,<br />

yetenek paylaşımı, ve<br />

deneyselliğe açıklıkla sağlam-<br />

laştırmaya devam ediyoruz.<br />

Sizce Türkiye’de sanat nasıl<br />

bir yerde ve nereye doğru gidiyor.<br />

Ülkemizde sanatın her dalı her<br />

geçen gün daha fazla ilgi görmekte<br />

ve gelişmektedir. Son<br />

zamanlarda yapılan sanat fuarları<br />

ve organizasyonları da<br />

bunun bir göstergesidir. Ülkemizde<br />

ki eğitimli sanatçılar bu<br />

hızla artmaya devam ettikçe<br />

sanata olan bakış açısı ve sanat<br />

tüketimi de doğru orantılı<br />

olarak artış gösterecektir.<br />

Bimisal Project olarak hedefleriniz<br />

nedir?<br />

Üzerinde çalışmakta olduğumuz<br />

Online Gallery - Shop<br />

projemiz ve internet üzerinden<br />

yayın yapacak olan farklı genç<br />

dinamik ve özgür içerikler ve<br />

programlar barındıracak bimisal<br />

tv öncelikli hedeflerimiz<br />

arasında. Bunların yanı sıra<br />

çok farklı organizasyon ve projelere<br />

de imza atmayı hedefliyoruz.<br />

Zeyneb UYLAŞ<br />

1sosyalmedya.com<br />

80 81<br />

Art & Design Gallery


Hayaller ne kadar<br />

gerçekçi olabilir<br />

ki? Ya da ne kadar<br />

gerçek dışı, olağanüstü?Olağanüstü,<br />

mucizevi şeyleri düşünün<br />

bi’! Bunların hepsi hayallerden<br />

gelmemişler midir? Peki ya hayaller<br />

gerçek olursa?<br />

Her zaman gerçekleşmeyecek<br />

hayaller kurdum hayatımda.<br />

Zira gerçekleştiği zaman, o hayalden<br />

vazgeçmek durumunda<br />

kaldığımı hep bildim. Bu<br />

yüzden birisi hayalin nedir diye<br />

sorsa, asla anlatacak bi’ hayalim<br />

yoktur. Hayalimi dinleyen<br />

muhtemelen beni kafasında<br />

oluşturduğu “zırdeli” kategorisine<br />

sokacaktır. Ve inanın orası<br />

hiç tekin değil.<br />

Bize hep ufak tefek hayaller<br />

diye hedefler öğretildi. Aslında<br />

yapmamız gereken şeyleri “hayal”<br />

olarak algıladık hep. Mevzu<br />

ortaokulda başladı. İyi bir<br />

lise kazanmak... Bir üniversite<br />

Hayaller ?<br />

82 83<br />

kazanmak... İyi bir iş bulmak...<br />

Erkekseniz askerliğinizi sağ<br />

salim bitirdikten sonra, iyi bir iş<br />

bulmak... Ailenize uygun birisi<br />

ile evlenmek... Çocuk sahibi(!)<br />

olmak... Çocuğunu büyütüp<br />

iyi bir eğitim almasını sağlamak...<br />

Çocuğu evlendirmek...<br />

Torun sahibi olmak... Torunun<br />

da mürüvvetini görmek veya<br />

görememek, sonrası ölmek...<br />

Hayallerimiz hiyerarşisi hep bu<br />

yönde oldu, heyhat!<br />

Aslında hayal değil ki bunlar.<br />

İnsan yaşamındaki hedefler.<br />

İnsanın yapmasını gereken<br />

şeyler. Daha doğrusu yapması<br />

gereken şeylerin ana hatları.<br />

İyi insan olmak, hayırlı insan<br />

olmak gibi mevzuları da bunlara<br />

ekleyebiliriz.<br />

Peki hayal nedir? Ulaştığın zaman<br />

tüm cezbediciliğini kaybedecek,<br />

ulaşılmaz, olağanüstü<br />

şey. Durun bir örnekle açıklayayım.<br />

Uzaya çıkıp 3 ay yalnız<br />

yaşamak... Bir adada tek<br />

başına kalıp, hayvanlara yem<br />

olucam korkusu yaşamak...<br />

Denizin ortasında gemiyle rotayı<br />

bulamadan yaşamaya<br />

çalışmak... Asla gidemeyeceğiniz<br />

bi’yere gitmek istemek.<br />

Asla tadamayacağınız<br />

yemeği tatmayı istemek. Asla<br />

atlamayacağınız uçurumdan<br />

sırtınızda paraşütle atlamak...<br />

Antartika’da fotoğraf çekmek...<br />

Mısır Piramitleri’nin tepesinde<br />

piknik yapmak... Pisa<br />

Kulesi’nde ekmek arası peynir<br />

yemek. Uçak kullanmak...<br />

Bir örnek dedim ve bi sürü<br />

saydım değil mi? Hayalimdi,<br />

gerçek oldu. Ve ben o hayalden<br />

vazgeçtim. Gerçekleşince<br />

vazgeçtiğiniz şeylerdir işte hayaller.<br />

Eğer uzayda yaşamayı<br />

sever de devam ederseniz, o<br />

artık hayal olmaz. Tıpkı iyi bir<br />

üniversite kazanmak isteyip,<br />

kazandığınız gibi. Hayaller<br />

vazgeçmeyi sever. Vazgeçmekte<br />

hayalleri.<br />

Büşra Bayram<br />

hayalmeyalbuschra.blogspot.com


loglifetr bloglifetr<br />

Solon’un Bozulan Toplum Düzenini<br />

Düzenleyici Yasası<br />

ÜRÜNLERİN TÜRLEŞMESİNİN NEDENLERİ, TOPLUMSAL DÜZEN ÜZERİNE ETKİLERİ VE<br />

SOLON’UN BOZULAN TOPLUM DÜZENİNİ DÜZENLEYİCİ YASASI<br />

“ Daha büyük yaşama güvenliği<br />

sunduğu için kentin her yanından<br />

sürekli Attika’ya akan<br />

insanlarla dolduğunu, toprağın<br />

çoğunun çorak ve verimsiz<br />

olduğunu ve denizcilerin<br />

onlara karşılık olarak verecek<br />

hiçbir şeyleri olmayan kişiler<br />

için mallar getirmeye isteksiz<br />

olduğunu görerek, yurttaşların<br />

dikkatini üretim sanatlarına<br />

çevirdi ve kendisine bir meslek<br />

öğretilmemiş hiçbir oğlun<br />

babasına bakmaya zorlanmamasını<br />

sağlayan bir yasa<br />

çıkardı.”(s.35, Petrark, Yaşamlar-Solon)<br />

Solon’un çağında (İÖ. 600)<br />

Atina’da deniz ticaretinin ve<br />

zanaatların gelişmesi ile türselleşen<br />

ürünlerin ortaya çıkan<br />

paranın kullanımı ile hızlanan<br />

alışverişi sonucu, gelir düzeyi<br />

düşük olan halkın özellikle<br />

çiftçilerin büyük borçlanmalarla<br />

topraklarını soylu ve ticaret<br />

zenginlerine kaptırdıkları, büyük<br />

miktarlarda borçlandıkları,<br />

bu borçlar sonucu köle olarak<br />

çocuk ve kendilerini sattıkları<br />

bir dönem oluşmuştur.<br />

GÖÇLERİN NEDENLERİ:<br />

Göçler salt işsizlik nedeniyle<br />

ortaya çıkmaz. Bu nedenden<br />

daha zorlayıcı bir etken<br />

olarak insanların, Petrark’ın<br />

yazmış olduğu gibi yaşamlarını<br />

daha güvende olduğu ortamlarda<br />

sürdürme isteği ve<br />

ancak Petrark’ın belki farkına<br />

varmadığı bir etki olarak daha<br />

iyi koşullarda, daha fazla ürünün<br />

pazarlara sürüldüğü, daha<br />

çeşitli ürünleri tüketme isteği<br />

ulusal boyutta göç etmelerine<br />

neden olur. Göçlerin temel nedeni,<br />

Attika’nın askeri savunma<br />

güçleri nedeniyle sağlanan<br />

güvenli yaşam koşulları olarak<br />

görünse de, deniz ticaretinin<br />

getirmiş olduğu ürünlerin zenginliği<br />

ortamında yaşama isteği<br />

de temel bir nedendir.<br />

Çağımızda köylerden kentlere<br />

göçlerin temel nedeni; gelişmiş<br />

sanayileşen ülkelerden kentlere<br />

gelen ürünlerin sağladığı<br />

zenginliklerden yararlanma<br />

isteği, bu ikinci temel nedenin<br />

varlığındandır.<br />

Bu temel nedenlerle ortaya<br />

çıkan göçler sonucu, göç edilen<br />

kentlerde, zaten kıt olan<br />

gıda ürünleri üretimi daha da<br />

yetersiz kalır. Ürünlerin yetersizliği<br />

sonucu dağılımında<br />

eşitsizlikler, varsıllarla yoksullar<br />

arasındaki eşitsizlikleri de<br />

artıracak, Attika’da toplumsal<br />

düzenin bozulmasına neden<br />

olacaktır. Toplumsal dengeleri<br />

sağlayarak ekonomik yaşamı<br />

düzenlemek, ekonomik krizlerin<br />

ortaya çıkmasını önlemek<br />

kolay bir siyaset değildir. Toplumsal<br />

yaşamdaki üretim ve<br />

tüketim dengelerinin bütünü ile<br />

bozulması, toplumsal adalet<br />

ve ekonomik eşitliklerinin yeniden<br />

dengelenerek toplumsal<br />

düzenin yeniden kurulmasını<br />

zorunlu duruma getirir. Attika<br />

halkı, bozulan toplumsal sistemin<br />

yeniden düzenlenmesi<br />

görevini ancak Solon’un başaracağına<br />

güvenerek önerir.<br />

Hatta varsıl ve yoksullar arasında<br />

açılan eşitsizlik nedeniyle<br />

bozulan toplumsal düzeni<br />

yasalarla düzeltemeyeceğine<br />

inananlar Solon’a tiranlık önerirler.<br />

Ancak Solon yasalarla<br />

düzeni sağlama yolunu seçerek<br />

geri çevirir. Kimseye ödün<br />

vermeden yasaları düzenler,<br />

iyi olanlara dokunmaz.<br />

ÜRÜNLERİN TÜRSELLEŞ-<br />

MESİ, DENİZ TİCARETİ VE<br />

ZANAATLARIN (KÜÇÜK SA-<br />

NAYİNİN) GELİŞMESİ:<br />

Attika denizcilerinin denizler<br />

arası ticaretle Attika’ya, gittikleri<br />

ülkelerden yeterli gıda<br />

ürünleri ve diğer çeşitli ürünleri<br />

getirerek pazara sunmaları,<br />

bu ürünleri satın alacakların<br />

yeterli alım gücüne sahip olmasına,<br />

eşdeyişle dışsatım<br />

yapabilecekleri ürünleri üretmelerine<br />

bağlıdır. Yeterince<br />

tarımsal ürün üretme olanağı<br />

olmayan ve dışsatım için talep<br />

bulunmayan ürünler yerine zorunlu<br />

olarak Attika halkı çeşitli<br />

zanaatlarda daha çok ve çeşitli<br />

84 85<br />

ürünler üretmelidir. Çocukların<br />

zanaat öğrenmesi için çıkarılacak<br />

eğitim yasası bu dış arztalep<br />

dengesini sağlamak için<br />

alternatif, takas yapılabilecek<br />

ürünlerin üretiminin tek yoludur.<br />

Temel gıda ürünlerinin ve diğer<br />

ürünlerin dışalımla kente<br />

getirilmesi, burada yerleşik<br />

nüfusun dışsatım yapabilecek<br />

zanaat ürünlerini üretmesine<br />

bağlıdır. Bu amaçla da dışalım<br />

talebi oluşturacak değişik<br />

türdeki zanaat ürünlerinin<br />

üretiminin yapılabilmesini eğitimle<br />

öğretmek gerekir. Solon<br />

Attika’da bu zorunlu koşullar<br />

nedeni ile her babanın oğluna<br />

bir meslek öğretmesini yasayla<br />

zorunlu duruma getirir.<br />

Denizcilerin getirdiği ürünler<br />

ve zanaatlarla üretilen çeşitli


loglifetr bloglifetr<br />

sanayi ürünleri, ürünlerin türselleşmesini<br />

arttırır. Bu üretim<br />

çeşitliliği toplumsal zenginleşmeyi,<br />

toplumların uygarlıkta<br />

ilerlemelerini getirir.<br />

Solon’un çıkardığı babaların<br />

oğullarına bir meslek öğretme<br />

zorunluluğuna dayanan eğitim<br />

yasası ile eğitim, ürünlerin salt<br />

üretiminin nedeni değil aynı<br />

zamanda ürünlerin verimliliğinin,<br />

değişim değerinin, rekabet<br />

edilebilirliğin de nedenini<br />

oluşturmaktadır. Eğitim yasası<br />

çıkarılmasaydı, ürünlerin üretiminin,<br />

rekabetin, verimliliğin,<br />

değerinin olanaklı olamayacağını<br />

söyleyebiliriz. Denizcilerin<br />

getirecekleri ürünlerle değişimin<br />

olanaklı olduğu değişim<br />

değeri taşıyan ürünler eğitilmiş<br />

emekle üretilmektedir. Ancak<br />

burada son aşamada değişim<br />

değerini bağlı olarak kullanım<br />

değerini, denizcilerin ürünlerini<br />

getirdikleri toplumların gereksinmeleri,<br />

talepleri belirler.<br />

EĞİTİMLE ÜRETİLEN KUL-<br />

LANIM DEĞERLİ ÜRÜNLE-<br />

RİN TOPLUMLAR ARASI TA-<br />

LEPLE DEĞERLENMESİ:<br />

Üretilen zanaat (küçük sanayi)<br />

ürünlerinin değerleri, talep<br />

oluşturdukları niteliklerine bağlı<br />

olarak toplumların gereksinmelerini<br />

karşılama önemlerine<br />

göre dışalımda oluşur. Ürünlerin<br />

değerlerinin oluşumunda<br />

nesnel ölçüt toplumlar arası<br />

taleptir. Bu değere bağlı olarak<br />

eğitim biçimlenir, zanaatlar<br />

ortaya çıkar, ürünler çeşitlenir,<br />

uygarlık ilerler. (bk. www.<br />

iinci.blogspot.com, İNSANIN<br />

EKONOMİK DEĞER OLARAK<br />

TOPLUMLARDA ORTAYA ÇI-<br />

KIŞI-ÜRÜNLERİN VE EME-<br />

ĞİN TOPLUMSAL DEĞERİ,<br />

11/07/2011)<br />

Zanaatların getirdiği zenginleşme<br />

yanında, zenginliğin<br />

yoksullarla varsıllar arasında<br />

dengeyi sağlayacak şekilde<br />

dağıtılması ve toplumsal düzeni<br />

bozacak bir borçlanma türü<br />

olan köleleştirmenin yasaklanması<br />

toplumsal düzenin yeniden<br />

sağlanmasında en etkili<br />

yasalar olmuştur. Solon’un çağında,<br />

ticaretle ve el zanaatları<br />

ile başlayan ürünlerin çeşitlenmesi,<br />

tüketicilerin borçlanma<br />

ile tüketimini arttırmış, borcunu<br />

ödemeyen tüketici sayısı<br />

da artmıştır. Köleliğin bir ticaret<br />

türü, alım satım yapılan bir<br />

ürün olması nedeniyle borçlanmalara<br />

karşılık olarak, ipotekli<br />

değer olması, borcun ödenmemesi<br />

sonucu özgür tüketicileri<br />

köle durumuna düşürüyordu.<br />

Solon bu insancıl olmayan<br />

toplumsal düzeni bozan ticare-<br />

ti yasayla ortadan kaldırmıştır.<br />

“ Kimileri kendi yurtlarında köleler<br />

oldu. Kimileri ise yancı<br />

ülkeler satıldı. Birçokları kendi<br />

çocuklarını satmak zorunda<br />

kaldılar, çünkü buna karşı hiçbir<br />

yasa yoktu.)” (s.23)<br />

“Çünkü aldığı kamu önlemlerinden<br />

birincisi varolan borçların<br />

silinmesi ve gelecekte<br />

hiçbir kimsenin borç alacak<br />

birisine güvence olarak kendi<br />

bedeni üzerine ödünç vermemesi<br />

yolunda bir düzenlemeydi.”<br />

(s.35)<br />

GÖÇLERİN ASKERİ SINIFIN<br />

VE ASKERİ DEMOKRASİLE-<br />

RİN KURULUŞU ÜZERİNE<br />

ETKİSİ:<br />

Göçlerle yerli yurttaş olan nüfusun<br />

sayısının azalması ve<br />

güvenliği sağlamakta olan yerli<br />

nüfusun yetersiz kalması,<br />

ancak güvenlik ve otoritenin<br />

yabancılara verilmemesi, bırakılamayacağı<br />

düşüncesi, yerli<br />

yurttaşları salt askerlik mes-<br />

leği ile uğraşması gerekliliğini<br />

ortaya çıkarır. Yerli yurttaşlara<br />

çiftçlik, zanaat işleri, ticaret…<br />

vb bütün mesleklerden uzaklaşarak<br />

salt askerlik mesleğini<br />

yapması gerekliliği düşüncesi<br />

ortaya çıkar . Böylece göç<br />

eden, yabancı nüfusu oluşturan<br />

yurttaşlar ticaret ve sanayi<br />

ile zenginleşerek ayrı bir sınıfı<br />

oluştururken, askerler her zaman<br />

iktidara yakın olarak askerlik<br />

ve savaş mesleği sınıfında<br />

kalırlar.<br />

“…Helotlar kalabalığı ile dolup<br />

taştığı için, Likurgus, yurttaşlarını<br />

emeğe dayalı mekanik<br />

uğraşlardan [çiftçilik, zanaat<br />

işleri…vb] çekip aldı ve düşüncelerini<br />

silahlara sınırlayarak<br />

onlara öğrenmek ve uygulamak<br />

üzere bir tek mesleği<br />

86 87<br />

verdi. [Askerlik mesleği] Oysa<br />

Solon durumu yasalarına olmaktan<br />

çok yasalarını duruma<br />

uyarlayarak, ve toprağın onu<br />

ekenlere ancak yetecek kadarını<br />

verdiğini ve işsiz güçsüz<br />

ve çalışmayan bir kalabalığı<br />

beslemeye yetersiz olduğunu<br />

görerek, tüm meslekleri değerli<br />

saydı.” (s.35)<br />

Askerlik mesleğinin güvenliği<br />

sağlama, toplumun savunmasını<br />

başka mesleklere bırakmama<br />

eğilimi, çağlar boyunca<br />

toplumların yönetim biçimleri<br />

Krallık, İmparatorluk, Monarşi,<br />

Oligarşi ve hatta Demokrasi<br />

olsa da sürer. Bunun sonucu<br />

toplumların resmi devlet yönetimleri<br />

yanı sıra bir resmi<br />

olmayan devlet yönetimleri,<br />

derin devlet yönetimi orta-<br />

ya çıkar. Bu gerçeği Roma<br />

İmparatorluğu’nda da, Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nda da görürüz.<br />

Roma’da cumhuriyet ile<br />

yönetildiği dönemlerde bile bir<br />

askeri oligarşinin her zaman<br />

yönetimi etkilediğini tarihte görürüz.<br />

Ancak çağımızda artık askeri<br />

demokrasiler, derin devlet<br />

güdümlü demokrasiler yerini,<br />

sanayi ve ticaretle zenginleşen<br />

toplum tabakalarının güçlerini<br />

ortaya koydukları, halkın kendi<br />

güvenliğini, savunmasını,<br />

yönetim sistemi ile karıştırmak<br />

istemedikleri gerçek demokrasilere<br />

bırakmaktadır.<br />

İsmail İNCİ<br />

iinci.blogspot.com


2005’ten 2012’ye Muhteşem Bir<br />

Red Bull Racing Hikayesi<br />

2005<br />

yılından beri mücadele verdiği<br />

Formula 1’de büyük başarılara<br />

imza atan bir takım: Red Bull<br />

Racing.<br />

Enerji içeceği markası olan<br />

Avusturya kökenli Red Bull’un,<br />

2005 yılında Red Bull Racing<br />

adıyla Formula 1’e girmesi<br />

dünya basınında büyük yankılar<br />

uyandırmıştı. Ancak bu,<br />

başarıdan ziyade markanın<br />

eğlenceleriyle ünlü olmasından<br />

kaynaklı Formula 1’e ka-<br />

88 89<br />

tacağı parti havasıydı. Zaten<br />

ilk yıllarda takımın adı da parti<br />

takımı olarak anılıp, hiç kimsenin<br />

önemli başarılarla ilgili bir<br />

beklentisi oluşmamıştı.<br />

İlk yıllarda bu söylentiler pek<br />

de haksız sayılmazdı doğrusu.<br />

Formula 1’e yeni giriş yapan<br />

bu takım doğal olarak bir<br />

adaptasyon sürecinden geçiyordu<br />

ne de olsa.<br />

Takım ilk podyum başarısını<br />

Formula 1’e birlikte giriş yaptıkları<br />

tecrübeli İskoç pilot David<br />

Coulthard ile 2006 Monaco<br />

yarışında üçüncü olarak, o<br />

muhteşem Monte-Carlo isimli<br />

cadde pistinde elde etmişti.<br />

2007 senesine gelindiğinde<br />

ise Red Bull Racing, hala pilotu<br />

olan Mark Webber ile anlaşmış;<br />

Formula 1’deki diğer<br />

takımı olan Toro Rosso’ya da<br />

Sebastian Vettel’i genç pilot<br />

olarak getirmişti.<br />

Suzuka Pisti’nin ev sahipliği<br />

yaptığı 2007 Japonya GP’inde<br />

ise bu ikilinin aynı takım adına<br />

olmasa da aynı marka adı altında<br />

yarışlardaki ilk teması ve<br />

ağır kaybı yaşanacaktı. Yoğun<br />

yağmur yağışı nedeniyle yaşa-


loglifetr bloglifetr<br />

nan kazalar sonrası güvenlik<br />

aracı altında devam eden yarışta<br />

Mark Webber 2. sırada<br />

bulunurken, Toro Rosso kokpitinde<br />

oturan Sebastian Vettel<br />

3. sıradaydı ve pistte oluşan<br />

sprey yüzünden bir anda<br />

Webber’e arkadan çarparak<br />

sağ arka süspansiyonunu kırdı<br />

ve hiç de iyi gitmeyen (yediği<br />

besinlerden zehirlenerek yarış<br />

esnasında kaskının içine istifra<br />

etmişti) Avustralyalı pilotun yarışını<br />

mahvetmiş oldu. Ayrıca<br />

bu durum hem Webber’in hem<br />

de Red Bull Racing’in Formula<br />

1’deki en büyük başarısının<br />

kaybolması anlamına geliyordu.<br />

*( Not: Yaşanan kaza daha<br />

sonra tekrar tekrar incelendiğinde<br />

hatanın, yarış lideri Lewis<br />

Hamilton’un doğru çizgileri<br />

kullanmamasından kaynaklandığı<br />

belirtilmişti.)<br />

2008 sezonu ise Red Bull adına<br />

çok büyük bir sürprizin yaşandığı<br />

sene oldu. Toro Rosso’da<br />

yarışan Vettel, yağmurlu İtalya<br />

GP’inde zafer kazanarak Red<br />

Bull’un sahibi olduğu takımlar<br />

arasında ilk yarış galibiyetini<br />

getirdi. David Coulthard ise<br />

Formula 1’den emeklilik kararını<br />

açıklamıştı. Mark Webber<br />

ise sezon sonu kendi ülkesin-<br />

de düzenlemiş olduğu Tasmania<br />

Challenge etkinliğinde dağ<br />

bisikleti etabında bacağını kırmıştı.<br />

2009 senesinde DC’den boşalan<br />

kokpite ise herkesin beklediği<br />

isim Sebastian Vettel gelmişti.<br />

Ancak bu sezon Formula<br />

1’de çalkantılı dönemler yaşanıyordu<br />

ve çift difüzör tartışmaları<br />

baş göstermişti. Ancak<br />

Red Bull Racing takımı Adrian<br />

Newey gibi bir dehaya sahipti<br />

ve bu deha uzun süre yasallığı<br />

sorgulanan bu kural ve devam<br />

eden sezona rağmen muhteşem<br />

işler başararak takımını<br />

şampiyonluk mücadelesi içinde<br />

tuttu.<br />

2009 senesine FIA’daki kural<br />

açıklığından faydalanan<br />

Brawn GP takımı damgasını<br />

vurmuştu ve çift difüzörle sezonun<br />

ilk yarısını domine edip<br />

şampiyon olmuştu.Red Bull<br />

Racing ise muhteşem geçeceğinin<br />

sinyallerini verdiği 2009<br />

senesinde Sebastian Vettel ile<br />

hem ilk pole pozisyonunu başarısını<br />

hem de ilk yarış galibiyetini<br />

kazanırken, Webber de<br />

ikinci olarak takımın ilk dublesine<br />

katkı yapmıştı (Çin GP).<br />

Takım bu sezon oldukça güçlendiğini<br />

herkese ispat etmişti<br />

ve Mark Webber de Almanya<br />

GP’inde ilk zaferini elde etmiş;<br />

sezon sonu pilotlar şampiyonasını<br />

dördüncü, Vettel ikinci<br />

sırada tamamlamıştı.<br />

2010 senesi ise Red Bull Racing<br />

takımının altın çağının<br />

başlangıç senesiydi. Muhteşem<br />

başladıkları sezonda<br />

Türkiye GP’inde takım adeta<br />

patlak verdi ve kutuplaşmalar<br />

yaşandı (Aslında takım<br />

Vettel’den taraf oldu demek<br />

daha doğru olur!). Videoda da<br />

kesitlerin olduğu ve takımda<br />

büyük bir yer edindiği gözlenen<br />

2010 Türkiye GP’i, takımın<br />

olası bir dublesine Vettel-Webber<br />

kazasının engel olmasıyla<br />

birlikte en çok İstanbul Park’a<br />

yaramıştı. Sonuçta ülkemizin<br />

ve pistimizin adı geçiyor, reklamı<br />

yapılıyor ve en önemlisi de<br />

başarılı bir tarihte konu oluyordu.<br />

*Kazaya gelirsek de bence her<br />

iki pilotun da hatası olmakla<br />

beraber, daha çok Vettel’in direksiyonunu<br />

erken kırmasından<br />

kaynaklanıyor.<br />

2010’dan 2012 senesine kadar<br />

ise 3 sezon üst üste çifte<br />

dünya şampiyonlukları rekorları<br />

kıran Red Bull Racing ve<br />

Sebastian Vettel, kısa sayılabilecek<br />

kariyerleriyle Formula<br />

1 tarihine şimdiden isimlerini<br />

altın harflerle yazdırmış durumdalar.<br />

İsmail Ender Mazı<br />

www.f1park.com<br />

Rolls Royce’de Türk Tasarımcı<br />

Uğur Şahin Esintisi<br />

2007<br />

senesinden beri otomobil ve<br />

endüstriyel tasarım sektörlerinde<br />

hizmet veren Uğur Şahin<br />

Design şirketi, son olarak Rolls<br />

Royce Jonckheere Phantom<br />

Coupe II ile oldukça başarılı<br />

bir tasarımın altına imza atmış.<br />

90 91<br />

İngiliz lüks otomobil üreticisi<br />

Rolls Royce’un Jonckheere<br />

Aerodynamic Coupe modelinin<br />

yeniden tasarım teklifini kabul<br />

eden Türk otomobil tasarımcısı<br />

Uğur Şahin, 77 yaşındaki<br />

aracı son derece estetik bir<br />

görünüme kavuştururken markanın<br />

lüks esintisini başarılı bir<br />

şekilde yansıtmış.<br />

Yeni tasarımda en çok dikkat<br />

çeken detaylar ise yuvarlak kapılar,<br />

büyük ön ızgara ve arka<br />

yapısı olarak göze çarpmakta.<br />

Kısa bir süre önce de 2012 satış<br />

rakamlarını paylaşan marka,<br />

3575 adetlik satış rakamıyla<br />

108 yıllık tarihlerinin satış<br />

rekorunu kırdıklarını açıkladı.<br />

İsmail Ender Mazı<br />

www.f1park.com


92 93


94<br />

Almanya’nın Bavyera<br />

eyaletinde,<br />

Würzburg’dan başlayıp<br />

güneye doğru<br />

giden, Münih’ten<br />

sonra Füssen’de son bulan<br />

güzergaha “Romantik Yol”<br />

adı veriliyor. Almanya’nın kırsalını<br />

tanıtan bu güzergah,<br />

sevimli kasabaları, çiçekli köy<br />

evleri, gölleri ,yerel şatoları ile<br />

Bavyera’nın tüm güzelliğini yaşatan<br />

,keyifli bir destinasyon.<br />

Son noktadaki Swangau kasabasında<br />

iki göl arasındaki bir<br />

tepeye, Bavyera Kralı Ludwig<br />

II tarafından hayatı pahasına<br />

yaptırılan Neuschwanstein Şatosu,<br />

Romantik Yol’un pırlantası.<br />

Şato, başka bir dünyadan gelip<br />

Neuschwanstein Şatosu<br />

Bir Kralın Masal Dünyası<br />

bu evrende Swangau Gölü’nün<br />

tepesine takılı kalmış büyülü<br />

bir mekan hissi veriyor görenlere<br />

ve sadece bir masalda varolabilirmiş<br />

gibi görünmektedir.<br />

Bu etkilenmeyi Walt Disney de<br />

yaşamış olmalı ki,kendi Disney<br />

logosunda kullanmayı tercih<br />

ettiği gibi ,ünlü çocuk filmi Güzel<br />

ve Çirkin’in geçtiği mekan<br />

yaratılırken de, Kral Ludwig’in<br />

bu şatosundan esinlenilmiş.<br />

Neuschwanstein Şatosu’na en<br />

kolay ulaşım yolu, Münih’ten<br />

trenle Füssen’e gitmek ve trenden<br />

iner inmez sizi karşılayan<br />

Swangau otobüslerine binmek.<br />

Yaklaşık 10 dakikalık bir otobüs<br />

yolculuğunun sonuna doğru<br />

bir tepenin üzerindeki şato,<br />

sislerin arasında yavaş yavaş<br />

belirmeye başladığı zaman ,<br />

bir masal kitabının ilk sayfasını<br />

çeviriyormuşsunuz hissini<br />

yaşıyorsunuz. Tepeleri karlı<br />

Bavyera Alpleri ve çam ormanlarının<br />

önünde,dantelimsi girintileri<br />

ve gotik kuleleri ile bulutların<br />

üzerinde gibi görünen<br />

Neuschwanstein Şatosu ,sizi<br />

adeta büyülü bir peri masalının<br />

içine çekmektedir.<br />

Küçücük bir köy olan<br />

Swangau’dan sonra ,ister yürüyerek<br />

,ister shuttle otobüslerle<br />

veya son derece keyifli atlı<br />

arabalarla tepeye ulaşabilirsiniz.<br />

Sadece rehberli tur eşliğin-<br />

95<br />

bloglifetr<br />

de gezilebilen şatonun kırmızı<br />

tuğlalı giriş cephesinden geçip<br />

orta avluya ulaştığınızda,artık<br />

nasıl bir zihnin bu masalı yazdığını<br />

öğrenme isteği daha<br />

ağır basmaya başlamaktadır.<br />

Neuschwanstein Şatosu dendiği<br />

zaman şatonun kendisinin<br />

mi, yoksa onu inşa etmeyi varolmasının<br />

sebebi haline getirmiş<br />

Bavyera Kralı II.Ludwig‘in<br />

mi daha etkileyici olduğuna<br />

karar vermek zorlaşır. Fazla<br />

uzun olmayan ömrünü ve ülkesinin<br />

hatırı sayılır imkanlarını<br />

bu gerçekdışı gibi görünen<br />

şatoya harcamış, kimilerine<br />

göre deli, hayranlarına göre<br />

ise çağının ötesindeki bir masalın<br />

kahramanı olarak kabul<br />

edilen bu eksantrik kral, bugün<br />

Almanya’ya senede 1,5 milyon<br />

turistin ziyaret ettiği bir eser<br />

bırakarak kendi mitolojisini yaratmıştır.


loglifetr bloglifetr<br />

Kardeşi Otto ile beraber<br />

Prusya Prensesi olan genç<br />

annesi ve Bavyera Kralı babası<br />

Maximillian’dan uzakta<br />

büyüyen Ludwig II’in, çocukluk<br />

ve ilk gençlik yıllarını<br />

Swangau’nun gölleri,dağları<br />

ve ormanları arasında yalnız<br />

geçirmesi utangaç kişiliği ile<br />

birleşince, insanlardan izole<br />

yaşamayı tercih eden bir şahsiyete<br />

dönüşmüş ve bu karakter<br />

özelliklerini Neuschwanstein<br />

Şatosu’na da yansıtmıştır.<br />

Fransız Versailles Sarayının<br />

ihtişamı ile gözleri kamaşmış<br />

ve Wagner’in müziği ile büyülenmiş<br />

olarak , 19 yaşında<br />

tahta çıkmak zorunda kalan<br />

II.Ludwig, gerçeğinden daha<br />

epik bir Ortaçağ Almanyası’na<br />

takıntılı bir tutku geliştirmiş ve<br />

hayal sarayında ruhunu besleyen<br />

tüm bu unsurlar en belirleyici<br />

öğeler olmuştur.<br />

Şatonun sadece ikamet edilen<br />

bölümlerinin gezdirildiği turda,<br />

1.kattaki meşe kaplamalı<br />

hizmetlilerin odalarını geçerek<br />

asla bitirilememiş 2.kattan,<br />

kralın özel bölümü olan 3.kata<br />

ulaşılır.3.Kat ve 4.kat,bir kralın<br />

yalnızlığını ve içinde yaşattığı<br />

romantizm ile dehayı nasıl birleştirdiğini<br />

gösteren ihtişamlı<br />

bir görsel şölen gibidir.<br />

Sahip olduğu imkanların görkemine<br />

rağmen, akşam yemeklerini<br />

mutlaka tek başına<br />

yediği küçücük masasının yer<br />

aldığı yemek odasından yatak<br />

odasına geçince, pek çoğumuzun<br />

yatak odasından daha<br />

küçük olan bu meşe kaplı odaya<br />

dünyalar sığdırılmış olduğu<br />

görülebilir.<br />

Dini inancına kuvvetle bağlı<br />

olan II.Ludwig’in karyolasının<br />

çatısı, Notre-Dame kilisesini<br />

andıran gotik bir kilise maketi<br />

olarak tasarlanmıştır ki sadece<br />

buradaki ahşap işçiliğinin<br />

yapımı dört yılda tamamlanabilmiştir.Sarayın<br />

tamamında<br />

görülebilen kraliyet rengi gök<br />

mavisi, yatak odasında göz<br />

alıyorsa da odanın dekorasyonunda<br />

ki vurucu öğe, duvar<br />

resimlerinin “Tristan ve İsolde”<br />

hikayesinden pasajları içermesidir.<br />

Bu resimlerin yoğun<br />

duygusallığı, hiç evlenmemiş<br />

olan kralın ulaşamadığı gizli<br />

bir aşkı olup olmadığı sorusunu<br />

akla getirir. Kız kardeşi<br />

ile 8 ay nişanlı kalıp ayrıldığı<br />

bir başka 19.y.y. aristokrasi<br />

trajedisi kahramanı kuzeni,<br />

Bavyera Düşesi Avusturya –<br />

Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth,<br />

yada daha bilinen adı<br />

ile “Sisi” belki de bu ulaşılmaz<br />

aşk üçgeninin en güçlü adayıdır.<br />

Sisi’nin, Kral Ludwig’in bir<br />

deli olduğunu hiçbir zaman kabul<br />

etmeyerek,onu savunan ve<br />

onu en iyi tanımlayabilen kişi<br />

olması da bu savı güçlendirir.<br />

Çalışma odasından geçilen<br />

bölüm şatonun kral dairesinin<br />

vurucu noktalarından biridir.<br />

Wagner’in Tannhauser operasından<br />

esinlenilerek yapay<br />

kayalarla oluşturulmuş mağara<br />

kısa bir dehliz ile kralı, bir<br />

dağın kovuğundan Swangau<br />

gölünü seyrediyor hissini verecek<br />

şekilde düzenlenmiş olan<br />

balkona taşır.<br />

Kralın çocukluk ve gençlik yıllarının<br />

özgür yalnızlığını ve<br />

doğaya olan özlemini, milyonlarca<br />

markın harcandığı sarayın<br />

içine mağara yaptırtacak<br />

kadar yoğun yaşaması ,onun<br />

içine düştüğü umutsuzluğu duvarlara<br />

kazımış gibidir.<br />

3. ve 4.katı kaplayan heybetli<br />

kraliyet salonu ,mimari zarafetin<br />

ve estetiğin sergilendiği bir<br />

Bizans sarayının ideal kopyası<br />

gibidir. Tüm sarayda yaklaşık<br />

olarak 1 milyon adet kullanılan<br />

kraliyet sembolü kuğu figürleri<br />

bu salonda da göze çarpmaktadır.<br />

Salon ,altın ,emaye<br />

ve binlerce ışıkla parıldayan<br />

mozaiklerle bezelidir. Ağırlığı<br />

1 tonu bulan dore pirinçten<br />

yapılmış devasa şamdanların<br />

sadece 1 tanesinde 600 mum<br />

yakılmaktadır. Büyük salonun<br />

duvar resimlerinin “Kuğuların<br />

Şövalyesi” olarak bilinen Lohengrin<br />

efsanesine adanmış<br />

olması,bu efsanenin genç kralı<br />

etkilediğini ve ona ilham verdiğini<br />

göstermektedir.<br />

4.Katta yer alan “Şarkıcılar<br />

Salonu” freskleri ise 1885 yı-<br />

96 97<br />

lında F.Pilory tarafından yapılmıştır<br />

ve yine Wagner’in<br />

Parsifal efsanesine yer verir.<br />

Wagner,kralın hayranı olduğu<br />

bir müzisyendir ve kral onu<br />

himaye ederek desteklemiş,<br />

ilişkilerini zamanla arkadaşlığadönüştürmüştür.Hayatının<br />

anlamı olan şatonun duvar<br />

resimlerinde çoğunlukla<br />

Wagner operalarından pasajlar<br />

yer alır,ancak ironik olan,<br />

Wagner’in bu şatoya hiç gelememiş<br />

olmasıdır.<br />

Neuschwanstein Şatosu,kralın<br />

yapmayı istediği üç adet<br />

şatonun birincisi ve yegane<br />

bitirebildiğidir.Şatonun<br />

yapılması,bulunduğu konumdan<br />

dolayı,dönemin teknolojisi<br />

ile karmaşık iskele ve taşıma<br />

çözümleri gerektirmiş ve çok<br />

büyük miktarda malzeme teminine<br />

ihtiyaç duyulmuştur.<br />

Mimar Riedel ve Dollmen tarafından<br />

1869 yılında başlanan<br />

şatonun yapımı , kralın<br />

öldüğü sene olan 1886‘da bit-


loglifetr bloglifetr<br />

miştir.Kral, şatonun yapımının<br />

sürdüğü yıllarda, bulunduğu<br />

tepenin zirvesinden karşı yamacı<br />

birleştiren,şatonun yapımından<br />

önce babası<br />

II.Maximillian tarafından doğa<br />

yürüyüşleri için kullanılmak<br />

üzere yapılmış “Marienbrücke”<br />

köprüsünden, hayalinin<br />

gerçeğe dönüşümünü sabırla<br />

izlemiştir.Tüm bu yapım yılları<br />

süresince ,daha aşağıda yer<br />

alan Hohenswangau şatosunda<br />

kalarak,mesaisinin önemli<br />

bölümünü bu hayal peşinde<br />

harcamıştır.<br />

Zamanını ve ülkesinin tüm<br />

kaynaklarını şatonun yapımı-<br />

na kanalize etmesi,kendi bakanları<br />

tarafından suçlanarak<br />

cezalandırılmasına sebep olmuş,<br />

Haziran 1886‘da Bavyeralı<br />

bir grup doktordan oluşan<br />

psikiyatri komitesi kralın zihinsel<br />

rahatsızlığı olduğunu ilan<br />

ederek, konumunun gerektirdiği<br />

bir saygı ile sıkı gözetim<br />

altında Starnberg gölü üzerindeki<br />

Berg Şatosu’na gönderilmiştir.<br />

Aynı senenin 13<br />

Temmuz’unda,derinliği<br />

1,5 m.yi geçmeyen gölün<br />

sularında,kendinin ve doktorunun<br />

cansız bedenleri<br />

bulunmuş,cinayet mi,boğulma<br />

mı yoksa intihar mı olduğu hiçbir<br />

zaman açıklık kazanamamıştır.<br />

İnsanların içinde değil kendi<br />

yarattığı seçilmiş bir dünyada<br />

yaşamayı tercih etmiş<br />

olması,Kral II.Ludwig’i tanımlayabilecek<br />

bir kader çizgisidir.<br />

İçinde sadece 3 hafta kalabildiği<br />

,gerçeküstü bir dünyanın<br />

simgesi olan Neuschwanstein<br />

Şatosu ise,Walt Disney’e ilham<br />

vermiştir ve bugün gerçeküstü<br />

bir başka dünyada,Walt<br />

Disney’in logosunda da varolmayı<br />

sürdürmektedir.<br />

Ölümünden sadece 6 hafta<br />

sona ziyarete açılmış olan<br />

şato,bugüne kadar yaklaşık<br />

olarak 50 milyon ziyaretçi ağırlamıştır<br />

ve Avrupa’nın en güzel<br />

şatolarından biridir.<br />

Behiye Işın 2010<br />

Kaynak : Les meilleurs chateaux<br />

du monde.<br />

Behiye Işın<br />

www.cocuklageziyorum.com<br />

“ İyimserlik,<br />

küçük<br />

şeylerden<br />

mutlu olmak<br />

polyannacılık<br />

sayılmaz mı?<br />

98 99<br />

KÜÇÜK ŞEYLER<br />

”<br />

Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi,<br />

karamsarlığı öylesine derinden<br />

öğrenmişiz ki, “Bu ülkede<br />

yaşanmaz” ve nihayet “Batsın<br />

bu dünya” demeye hakkımız olduğunu<br />

düşünüyoruz sonuçta.<br />

Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde<br />

canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna<br />

bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden.<br />

Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın<br />

öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp<br />

“Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz<br />

mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı<br />

beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar<br />

bakalım:<br />

Bu görüşte, sanırım iki hata var. Birincisi “iyimserlik<br />

eşittir Polyannacılık” iddiasıdır ki bu doğru<br />

değildir. İkincisi böyle söylendiğinde Polyannacılığın<br />

kötü bir şey olduğu varsayılmaktadır. Polyannacılığın<br />

kötü olduğunu kim söyledi?<br />

Polyannacılık, kayba uğradığımızda, elimizde<br />

kalanları fark etme ve sevinme becerisidir. Polyannacılık<br />

bir psikolojik savunma mekanızmasıdır,<br />

aşırı olmadan yerinde kullanıldığı sürece,<br />

kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur, kişinin yarına<br />

kalma ihtimalini arttırır. Polyannacılık, kendini<br />

avutmak değil, bardağın dolu yanını fark etmektir.’’<br />

demiş Üstün DÖKMEN.<br />

Çokta güzel yanaşmış iyimserliğe bir çoğu seminerine<br />

severek gittiğim,dinlerken hiç sıkılmadığım<br />

sayın DÖKMEN,anladığım kadarıyla daha<br />

yıllarcada gençlerin zihninde anlamlı kısa hikayeleriyle<br />

yer tutucak!<br />

Küçük Şeyler de onunla tanışmanız için en güzel<br />

adım..<br />

Keyifli okumalar..<br />

..Kevser APARI..<br />

Kevser APARI<br />

www.psikolokum.blogspot.com


100<br />

Sinan Bora Özışık – Founder / Editor<br />

www.hayatinitasarla.com<br />

Sizin tasarım tanımınız nedir?<br />

Tasarım bir ürünün olmazsa<br />

olmazı mıdır?<br />

- Tasarım, bir ürünün olmazsa<br />

olmazı olduğu gibi “hayatın”<br />

da olmazsa olmazıdır.<br />

İnsanlar bilinçli olarak yapmasalar<br />

da; aldıkları her kararla,<br />

yaptıkları her seçimle, uyguladıkları<br />

her düşünceyle aslında<br />

kendi hayatlarını tasarlıyorlar.<br />

Burada önemli olan ne istediğini<br />

biliyor olmak ve o amaca<br />

yönelik adımlar atabilmek!<br />

Ürün tasarımı için de aynı şey<br />

geçerli. Bir ürün; ticari kaygılarla,<br />

estetik kaygılarla veya<br />

fonksiyonellik kaygılarıyla tasarlanabilir,<br />

her kaygı farklı bir<br />

sonuç doğurur ama her sonuç<br />

bir tasarımdır, sadece hizmet<br />

101<br />

bloglifetr<br />

ettiği amaç farklıdır ve çeşitlilik<br />

de buradan doğar... Düşünsenize<br />

her ürün için tek bir ideal<br />

tasarım olduğunu ve herkesin<br />

aynı şeyleri kullandığını, hayat<br />

ne kadar sıkıcı olurdu!<br />

Size göre hangi ürünlerin tasarımları<br />

en çok dikkat çekmektedir?<br />

- Bana göre hayatımın<br />

içinde yer alan her ürünün tasarımı<br />

dikkatimi çeker ama<br />

genel algıdan bahsedersek;<br />

insanlar seçimlerini yaparken<br />

statü simgesi olabilecek ürünlerin<br />

tasarımlarına daha çok<br />

özen gösteriyor. Örneğin; kullandığı<br />

araba, tercih ettiği telefon,<br />

giydiği kıyafet, kolundaki<br />

saat gibi... Buradan yola çıkarsak<br />

da en dikkat çeken tasarım<br />

ürünlerin otomotiv, teknoloji ve<br />

moda sektöründen çıktığını<br />

söylemek yanlış olmaz.<br />

Bir ürünün tasarımı ve üretim<br />

sürecinden biraz bahseder<br />

misiniz?<br />

- Bir ürün önce kafada<br />

doğar. Hiç ummadığınız anda<br />

bir şeye ihtiyacınız olur ama<br />

onu gideremezsiniz veya ‘şu<br />

şöyle olsa daha iyi / daha güzel<br />

/ daha kullanışlı olurdu<br />

bence’ dersiniz ve o an ortaya<br />

çıkacak ürünün tohumları beyninize<br />

ekilir. Daha sonra fikirler<br />

kağıda dökülmeye başlar, çizdikçe<br />

kafadaki hayallerin kaç-


loglifetr<br />

ta kaçı gerçekçi onu görmeye<br />

başlarsınız ve tasarım şekillenir.<br />

Kağıt üzerinde istediğiniz<br />

noktaya geldikten sonra da<br />

maket, prototip yapılır. Bu<br />

noktada hayalinizde canlandırdığınız<br />

ürün gerçek hayatta<br />

da kusursuz çalışıyor mu test<br />

edilir ve sorunlar giderilir. Her<br />

şey tamam dediğiniz anda da<br />

tasarım bitmiştir ve üretime hazırdır.<br />

Tasarım sürecindeki en<br />

önemli nokta doğru malzeme<br />

kullanımıdır çünkü kimi zaman<br />

yanlış seçimlerden dolayı tüm<br />

hayalleriniz suya düşebilir, bir<br />

tasarımcı yaşadığı süre boyunca<br />

malzeme bilgisini güncel<br />

tutmalıdır!<br />

Tasarım alanında yayın yapan<br />

bir web sitesi sahibi<br />

olarak, Türkiye’yi bu alanda<br />

hangi noktada görüyorsunuz?<br />

- Türkiye garip bir ülke,<br />

tasarım alanında iyi desem iyi<br />

değil, kötü desem kötü hiç değil.<br />

Her şey o kadar bir arada<br />

yaşanıyor ki! Yeri geliyor mimarlarımızın,<br />

modacılarımızın,<br />

tasarımcılarımızın dünya çapındaki<br />

başarılarını görüp gururlanıyor<br />

ve geleceğe umutla<br />

bakıyoruz, yeri geliyor aklımızın<br />

almayacağı işler yapılıyor,<br />

kararlar alınıyor ve kimseye<br />

sorulmadan uygulanıyor... Niş<br />

pazar farklı bir yönü, genel pazar<br />

farklı bir yönü gösteriyor.<br />

Burada yapılması gereken en<br />

önemli şey niş pazara hizmet<br />

veren tasarımcıları alıp genel<br />

pazar için kullanabilmek! Bu<br />

aynı zamanda tasarımcılar için<br />

çok güzel iş fırsatları da de-<br />

mek. Özellikle toplumu ilgilendiren<br />

kararları kendi alanında<br />

nitelikli, kişilikli, özgün isimler<br />

verirse ancak o zaman Türkiye<br />

tasarım alanında fark edilir bir<br />

ülke olur. Ama bizim milletimizde<br />

herkes herşeyin profesörü<br />

olduğu için zaman zaman ortaya<br />

akıl almaz sonuçlar çıkabiliyor!<br />

Tasarıma gönül vermiş olan<br />

gençlere verebileceğiniz tavsiyeler<br />

nelerdir?<br />

- Genç tasarımcıların<br />

kendilerini göstermeleri için<br />

çok cesur olmaları, ellerini taşın<br />

altına koymaları lazım çünkü<br />

bir yerde çalışırken yaratıcılıklarını<br />

kullanmalarına çok izin<br />

verilmiyor, daha çok onlara çizim<br />

yapan makine muamelesi<br />

çekiliyor ve bu durum çok köreltici<br />

sonuçlar doğurabiliyor.<br />

Bu nedenle, her ne yapıyorlarsa<br />

yapsınlar bireysel çalışmalarına<br />

asla ara vermesinler,<br />

yarışmalara katılsınlar, bloglarında<br />

çizimlerini paylaşsınlar,<br />

projeler üretsinler, inandıkları<br />

yoldan şaşmasınlar, doğru bir<br />

çevre edinsinler, güvendikleri<br />

işleri için yatırımcı arasınlar...<br />

Zaman pazarlama zamanı,<br />

kendini gösteremedikten, kimse<br />

ne yaptığını bilmedikten<br />

sonra Leonardo da Vinci olsan<br />

bu devirde değeri yok! Ve genç<br />

nesil aslında çok şanslı çünkü<br />

sosyal medya denen ulaşılır<br />

bir güç ellerinin altında, doğru<br />

kullanabilmek lazım.<br />

2013 yılını ürün tasarımına<br />

gösterilen özen açısından<br />

nerede görüyorsunuz?<br />

102<br />

Türkiye’nin gelişimi açısından<br />

nasıl bir dönem bekliyorsunuz?<br />

- Henüz 2013 yılının başındayız<br />

o yüzden bir şey söylemek<br />

çok doğru olmaz ama<br />

geçen yıl gerçekleşen güzel<br />

gelişmelerin artarak, büyüyerek<br />

devam etmesini diliyorum.<br />

Örneğin, Türkiye için bir ilk<br />

olan Tasarım Bienali ve Milano<br />

tasarım haftasında yer alan<br />

‘Taste of Istanbul’ sergisi ürün<br />

tasarımı açısından çok önemli<br />

iki girişim. Bunlara ek olarak<br />

geçen yıl hayal kırıklığı yaşatan<br />

Istanbul Design Week’in<br />

de bu sene yeniden büyük<br />

bir organizasyona dönüşmesi<br />

şart! Mesela Istanbul Fashion<br />

Week bu yıl arkasına çok büyük<br />

bir yatırımcı ve çok büyük<br />

bir sponsor aldı, adım kadar<br />

eminim ki bu destek moda sektörünü<br />

alıp bambaşka yerlere<br />

getirecek. Aynı ilgi ve alakayı<br />

Istanbul Design Week için de<br />

bekliyorum...<br />

Zeyneb UYLAŞ<br />

1sosyalmedya.com<br />

Oscar Niemeyer’in Anısına<br />

Aralık 2012’de, tam 104 yaşında hayatını kaybeden başarılı Brezilyalı mimar<br />

Oscar Niemeyer’in anısına Sao Paulo semalarına 52 metre yüksekten<br />

bakan renkli portre, Brezilyalı sokak sanatçısı Eduardo Kobra imzasını taşıyor.<br />

14 Ocak 2013’de başlanan ve Paulista caddesi, Bustling sokağındaki<br />

gökdelen üzerine yapılan dev sanat eseri Kobra’nın takımından dört başka<br />

sanatçının da yardımıyla tamamlandı.<br />

103<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com


loglifetr bloglifetr<br />

Sandalyenin de Kıyafeti mi Olurmuş? Demeyin!<br />

Sandalye deyip geçmeyin, artık onların da bir tarzı var! Siz nasıl kendi<br />

üzerinize giyeceğiniz şeye özen gösteriyorsanız, İsveçli ikili Färg &<br />

Blanche da tasarladıkları sandalye için aynı özeni göstermiş...<br />

2013 Stockholm mobilya fuarında tanıtılan ‘F-A-B’ serisinde; sandalye<br />

çıplak bir insan bedeni rolünü üstleniyor ve kendisine özel tasarlanan<br />

‘couture’ kıyafetlerle istediği tarza bürünebiliyor. Deneyimli terzilerin<br />

ellerinden çıkan sandalye kıyafetlerindeki işçilik kalitesiyse gerçekten<br />

dikkat çekici! Sadece lafta değil, hakikaten her bir parça ürüne yeni bir<br />

kimlik katmayı başarmış.<br />

104<br />

Sinan Bora Özışık<br />

www.hayatinitasarla.com<br />

105


106 +90 (212) 223 23 33<br />

@urunyerlestirme<br />

info@3p.tv.tr<br />

3p.tv.tr<br />

107<br />

Hollywood Sinema Fimleri, Amerikan Dizileri, Müzik Kliplerinde,<br />

müzik klipleri, radyolar ve sosyal medyada


Orjinal Adı: Unchained<br />

Yönetmen: Quentin Tarantino<br />

Tür: Western<br />

Ülke: ABD<br />

Süre: 165 dk<br />

Amerika iç savaşından tam<br />

iki yıl önce... Zenci köle<br />

Django’nun yolu Alman<br />

asıllı ödül avcısı Dr.King<br />

Schultz ile kesişir. Django,<br />

eski efendisini ölü ya da diri ele<br />

geçirmek isteyen Dr. Schultz ile anlaşmaya<br />

varır ve özgürlüğü karşısında<br />

Brittle kardeşleri bulup öldürme<br />

sözü verir. Ve bu iki dostun macerası<br />

tam olarak burada başlar. Artık<br />

Django ve Schultz güneyin aranan en<br />

tehlikeli suçlularını yakalayıp öldürmeyi<br />

bir alışkanlık edinir. Bu süreçte<br />

Django’nun kendine olan güveni yerine<br />

gelmekte ve o ince zekası da gün<br />

yüzüne çıkmaktadır.<br />

ZİNCİRSİZ<br />

Sinema dünyasının çılgın<br />

yönetmeni Tarantino<br />

yeni filmi Zincirsiz ile sinema<br />

dünyasına verdiği<br />

üç senelik aradan sonra<br />

mükemmel bir giriş yaptı.<br />

Zincirsiz, bolca kanlı<br />

sahneleriyle, mükemmel<br />

tarihi dokularıyla ve<br />

sürükleyici hikayesiyle<br />

Tarantino’nun verdiği üç<br />

senelik araya değdiğini<br />

gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.<br />

Film, Tarantino’ya “En<br />

İyi Yönetmen” dalında<br />

Oscar adaylığı getirmese<br />

de “En İyi Film” kategorisinde<br />

kendine yer<br />

buldu. Açıkçası kendi<br />

fikrim Tarantino’nun bu<br />

iş ile birlikte dhdfhEn<br />

İyi Yö-<br />

netmen Oscar’ını hak<br />

ettiği yönünde.<br />

“İn O Attan Zenci Pislik!”<br />

Amerikan iç savaşından<br />

önce zencilerin çok<br />

büyük zulümler, eziyetler<br />

gördüğü malum.<br />

Tabii ki bu durum filmin<br />

ana damarlarından<br />

biri. Baş kahramanımız<br />

Django’nun at üzerinde<br />

dolanırken kasabanın<br />

beyaz sakinlerinin ona<br />

bir alien gözüyle bakmasının<br />

sebeplerinden biri,<br />

Amerika’yı iç savaş derecesine<br />

getiren bu saçma<br />

sapan ırkçılık olsa<br />

gerek.<br />

108 109<br />

Bouvetizm Ne Diyor?<br />

Kısacası Zincirsiz görsel<br />

efektleriyle, her<br />

yana saçılan kanlarıyla,<br />

Tarantino’nun mükemmel<br />

dokunuşlarıyla ve<br />

sıra dışı karakteriyle türünün<br />

örneklerinden bir<br />

adım önde olan bir film.<br />

Olumsuz yorum pek<br />

yapmak mümkün değil<br />

fakat uzun süreli filmlerden<br />

hoşlanmayanların<br />

sabrını 165 dk. biraz<br />

zorlayabilir...<br />

İyi Seyirler!<br />

Ulaş Çelikkol<br />

bouvetizm.blogspot.<br />

com


110<br />

Bu iki bölgenin tek benzer yönü, soykırıma<br />

uğramalarıydı. Her gün, her saat<br />

ve her dakika evleri basılıp, çocuklarının<br />

bacakları kesilip, kadınlarına tecavüz<br />

edilip, erkeklerinin başları kesilirdi. İnsanlık<br />

dramı görmek istemeyenleri bir kere daha uyarıyor,<br />

fakat görmeyen gönül sadece anlamdan<br />

ibaretti.<br />

DARFUR<br />

Bölge; Çad, Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti<br />

ile çevrili bir konumdadır. Sudanda<br />

yaşanan soykırımın tek amacı; Arapların siyahi<br />

müslümanlara soykırım yaparak bölgeyi<br />

temizlemeleriydi. Onlara göre; siyahilerden bırak<br />

müslüman olmayı, insan bile olmazdı. Her<br />

gün, her gece köylere yaptıkları baskınlarda,<br />

çocukların bacaklarını kesiyorlardı, kadınlara<br />

defalarca tecavüz ettikten sonra öldürüyorlardı.<br />

Yetişkin erkeklerin ise kafaları kesiliyordu. Hem<br />

de ailelerinin gözü önünde. BM verilerine göre<br />

200.000 kişi ölmüş, 3 milyona yakın insan ise<br />

göç etmiştir. Tüm dünya ve biz dahil tiyatro izler<br />

gibi izlerken yardım duygularımız kabarsa da<br />

yardım edemezdik. Çünkü galiba ortada soykırım<br />

yapan Araplar olduğu için, muhtemelen<br />

Arap olsun, isterse soykırımcı olsun, bizim için<br />

fark etmez mantığı var. Eğer olmasaydı hala<br />

gündemimizde olurdu.<br />

URUMÇİ<br />

DARFUR - URUMÇİ !<br />

111<br />

bloglifetr<br />

Doğu Türkistan’ın Sincan-Uygur özerk<br />

bölgesinde yer alan Urumçi, 5 temmuz 2009<br />

da felaketle gözünü açmıştı yeni güne. Evlerinden<br />

çıkıp iş yerlerine gitmek isteyen Uygur<br />

Türklerini, Çin tarafından Urumçi bölgesine yerleştirilmiş<br />

Çinliler tek tek katlediyordu. Sokakta<br />

gördükleri her Türk’ü, insan yığınının arası-<br />

na alıp çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Tüm<br />

dünyanın gözü ve bizim gözümüz yine görmek<br />

istediğimiz yeri gördü. Türkler katledilirken kılı<br />

kıpırdamayan devlet ve yalakaları sayesinde<br />

binlerce soydaşımız hayatını feci şekilde kaybetti.<br />

Soykırım hangi millete, hangi dine, hangi<br />

ırka yapılırsa yapılsın, hiçbir insan oğlunun hak<br />

ettiği bir ölüm değildir. Milyonlarca insan soykırım<br />

sebebiyle ailesini kendini ve memleketini<br />

kaybetmiştir. Ölüm onlar için en iyi yol olmuştur,<br />

çünkü sakat kalanlar, akli dengesi bozulanlar<br />

ve gözleri önünde eşlerine, annelerine tecavüz<br />

edilip öldürülenler için yaşamak sadece<br />

anlamda kalıp biyolojik alışverişi sürdürmekti.<br />

Filistin’deki, Myanmar’daki müslümanlar için<br />

ayağa kalkan aktivistler, gazeteciler, sivil toplum<br />

örgütleri ve kitleler, Urumçi’deki Türkler için<br />

neden kıllarını kıpırdatmadılar. Türk soyunun<br />

yok olması için mi, yoksa oradaki çoğu türkün<br />

hala gök tanrı inancına sahip olduğu için mi?<br />

Madem müslümanlar sadece sizin için önemli,<br />

o zaman neden Darfur’daki siyahi müslümanlar<br />

için dünyayı ayağa kaldıramadınız. Filistin için<br />

yaptığınız şovları neden onlar için yapmadınız?<br />

Hesabını ben sormayacağım ama tarih soracaktır.<br />

Esen kalın.<br />

Emrah Sarı<br />

sariemrah.blogspot.com


112 113


Fransa’nın Kayak Merkezleri<br />

Fransa’nın dağlarını<br />

üç ana kategoride ele<br />

almak gerekir.Kuzey<br />

Alpler, Güney Alpler<br />

ve Pireneler.Bu üç<br />

gruptan en çok kayak merkezi<br />

barındıran ve turist ağırlayan,<br />

Kuzey Alp Bölgesidir.<br />

Kuzey Alp Bölgesi, sayısız kayak<br />

ve dağ sporları merkezini<br />

barındırmaktadır.En tanınmış<br />

ve gelişmiş bölgeler;3 Vallées,<br />

Espace Killy, Mont Blanc, Paradiski,<br />

Portes du Soleil’dir. Bu<br />

kayak bölgeleri de belli başlı<br />

kasabaları ile kayak tutkunlarının<br />

gözdesi konumundadır.3<br />

Vallées’de, Courchevel,<br />

Les Meunieres, Meribel, Val<br />

T’horens dikkat çeken merkezlerdir.<br />

Courchevel<br />

Courchevel,Kuzey Alpler’in<br />

tam ortasında yer almaktadır.<br />

Courchevel Kayak Merkezi<br />

600 km.lik dünyanın en uzun<br />

ve en geniş pistlerine sahiptir.<br />

1550, 1650 ve özellikle 1850<br />

metrede bulunan Courchevel,<br />

sosyetenin tercih ettiği merkezlerdendir.<br />

Courchevel, çocuklu aileler<br />

içinde en ideal bölgelerden birtanesidir.<br />

Hem güvenlik açısından<br />

hemde her zaman karın<br />

bulunabilirliğinden dolayı Courchevel,<br />

Kayak ile ilgilenenlerin<br />

dikkatini çekmektedir.<br />

Courchevel’e Cenevre’den 2.5<br />

saatlik bir yolculukla ulaşılır.<br />

Mont Blanc bölgesindeki dört<br />

önemli kayak bölgesi, Les Houches,<br />

Argentiere, Chamonix<br />

veVallorcine arasından Chamonix,<br />

dünyanın en tanınmış<br />

kayak merkezlerinden biridir.<br />

Chamonix<br />

Dünyanın ilk kış olimpiyatlarının<br />

1924 yılında gerçekleştirildiği<br />

Chamonix, Avrupa’nın en<br />

ünlü ve en elit kayak merkezlerinden<br />

biridir. Mont – Blanc<br />

bölgesinin merkezi olan Chamonix,<br />

Fransa – İsviçre sınırında,<br />

Cenevre Havalimanı’na 85<br />

km’lik mesafede yer alır.<br />

Chamonix, Avrupa’nın en yüksek<br />

tepesi olan Mont – Blanc’in<br />

(4.810 m) hemen eteğinde,<br />

İsviçre’ye 15 km, İtalya’ya<br />

Mont – Blanc tüneli ile 20 dakikalık<br />

konumda olması, geniş<br />

kayak pistleri, off pistleri, müzeleri<br />

ile herkes için ideal güzellikler<br />

sunar.<br />

Turistlerle ve özellikle kış aylarında<br />

sunduğu kayak aktiviteleri<br />

sayesinde hareketlenen<br />

bu kasaba, ‘extreme’ ve ‘hardcore’<br />

meraklılarına da hitap<br />

etmektedir. Off-pist track’ları<br />

açısından bu bölge, adrenalin<br />

seviyesini daha çok arttırmak<br />

isteyen profesyonel kayakçı<br />

ve boardcular için dünyanın en<br />

gözde mekanlarındandır. Tüm<br />

Fransız dağ rehberleri, eğitimlerini<br />

buradaki okullarda alır.<br />

Espace Killy Bölgesinin kayak<br />

merkezlerinden Vald’İsère,<br />

dünya sosyetesinin bir numaralı<br />

tercihini oluşturur ve kışın<br />

olduğu kadar, yazın da (çim)<br />

kayakseverlerin gözdesidir.<br />

Val D’İsere<br />

114 115<br />

Savoie’nın en doğusundaki<br />

Val D’Isère’in tarihi çok eskilere<br />

dayanır. 60 yıldır ise, dünyaca<br />

tanınmış bir kayak merkezi<br />

konumundadır. Bugüne kadar<br />

birçok dünya şampiyonasına<br />

ev sahipliği de yapmıştır.<br />

Gencinden yaşlısına herkesin<br />

kendisine uygun bir eğlence<br />

veya etkinlik bulabildiği merkez,<br />

Fransızların da tercih ettikleri<br />

yerlerin başında gelir.<br />

Val d’Isère tarihiyle, dağ restoranlarıyla,<br />

uzun pistleriyle, tüm<br />

yaz boyu da süren etkinlikleriyle<br />

dünyanın en tanınmış kayak<br />

merkezleri arasında yer alır.<br />

Val D’isere’nin avantajları,<br />

Tignes ile bağlantısı olan ve<br />

tüm standartlara uyan geniş bir<br />

bölgede bulunması, dünyadaki<br />

en iyi piste-off slope’lardan birinin<br />

burada olması ve kayak<br />

okulların sayısının çokluğudur.<br />

Paradiski Bölgesi de, Les Arc ,<br />

Plagne ve Peisy Vallandry adı<br />

altındaki yerleşmeler genelinde,<br />

çeşitli yüksekliklerde kayak<br />

pistlerine sahiptir.<br />

Behiye Işın<br />

www.cocuklageziyorum.com


116<br />

İnsan, hayatı boyunca<br />

birbirinden<br />

farklı olumlu-olumsuz<br />

bir çok şey yaşamaktadır.Kendimizi<br />

bazen yerde<br />

bazen gökte bazen de<br />

hayatın tam ortasında<br />

hissederiz. Hayatımıza<br />

eşlik edenler mi dersiniz?<br />

Müdahale edenler<br />

mi dersiniz? Neler neler.<br />

Her şey çok kolay ya da çok<br />

zor değildir fakat yürüdüğümüz<br />

yolda geldiğimiz yere kadar<br />

yaşadıklarımıza bakarsanız aslında<br />

hiç bir şey öylesine de değildir.<br />

Hepsinin kendine göre bir anlamı,<br />

kendine göre bir değeri vardır. Mutluluk,<br />

mutsuzluk, umut, umutsuzluk,<br />

heyecan, durgunluk, sıradanlık, olağanüstülük,<br />

beklenti derken her şey<br />

ama her şey o geldiğimiz yolda ve<br />

gideceğimiz yolda saklıdır. Bu yolu<br />

giderken bize eşlik edenler vardır.<br />

Bazen bu kişilerin kimler olduğuna<br />

biz karar veririz bazen ise seçilmiş<br />

117<br />

HAYALLER<br />

bloglifetr<br />

olarak hayatımızda yer alanlar vardır.<br />

Ben şu ana kadar geldiğim bu yolda<br />

bir çok şey öğrendim ama öğrendiklerimden<br />

en önemli olanlardan bir<br />

tanesi: Hayallerinizi gerçekleştiren<br />

insanlara hayatınız boyunca sahip<br />

çıkın. Üstelik onlar bir tane değiller,<br />

birden fazlalar! Şöyle düşünün, elinizi<br />

bir masanın üzerine koyuyorsunuz<br />

ve zamanla elinizin üzerine bir çok<br />

el ekleniyor. Hepsi birer siz ama hiç<br />

biri size benzemiyor ve her zaman<br />

birliktesiniz. İşte onlar hem özel, hem<br />

seçtiğimiz, hem seçilmiş, hem değerli<br />

hem de nadir insanlardan biridirler.<br />

Bir başka önemli şey ise bu insanlar<br />

hayatınızda ise çok şanslısınız<br />

demektir. Şansınızın tadını çıkarın.<br />

Eğer yok iseler, onları bulmak için bu<br />

maceraya hazır olun; emin olun bulduğunuzda<br />

yaşadığınız bu macerayla<br />

huzur bulacaksınız.<br />

Hayallerinizi gerçekleştiren insanlarla<br />

karşılaşmanız dileğiyle. Keyifli Okumalar<br />

:)<br />

Elif DURUK<br />

psikolokum.blogspot.com


118<br />

Yabancı<br />

119<br />

KÜNYE<br />

bloglifetr<br />

Orijinal Adı : L’Etranger<br />

Yazar : Albert Camus<br />

Orijinal Dili : Fransızca<br />

Çevirmen : Samih Tiryakioğlu<br />

Yayınevi : Can Yayınları<br />

“ Fakat herkes<br />

bilir ki hayat,<br />

yaşanmak<br />

zahmetine<br />

değmeyendir. ”<br />

1942<br />

yılında yayımlanmış ve hepi<br />

topu 110 sayfalık muhteviyatına<br />

rağmen okuyucu karşısına<br />

çıktığı günden bu yana<br />

hakkında onlarca sayfa yazı<br />

yazdırıp binlerce eleştiriye<br />

maruz kalmış, 20. yüzyılın en<br />

önemli eserlerinden biri, Yabancı…<br />

Haliyle anlatması da<br />

özetlenmesi de oldukça güç<br />

bir kitap.


Baştan söyleyeyim,<br />

bu defa -diğer yazılardan<br />

farklı olarak-<br />

kitabın hem gelişme<br />

kısmına hem de<br />

sonuna dair bilgi içerecek bu<br />

yazı, çünkü aksi durumda bu<br />

kitap için söylenecek her şey<br />

yarım, eksik ve ağırlığına yakışmayacak<br />

derecede yüzeysel<br />

kalacaktır. Böyle olmasına<br />

da benim içim el vermez, o<br />

yüzden henüz kitabı okumayan<br />

ve sonu hakkında bilgi<br />

sahibi olmak istemeyen varsa<br />

kendilerine şu noktadan sonra<br />

okumayı bırakmalarını salık<br />

veririm.<br />

-Gerçi Can Yayınları kapağın<br />

arkasındaki tanıtım yazısında<br />

kitaba dair spoiler’ın alasını<br />

veriyor ama olsun gene de,<br />

ben uyarımı yapayım.-<br />

Yabancı, 1957 Nobel Edebiyat<br />

Ödülü sahibi Cezayirli yazar<br />

Albert Camus’nün en bilinen<br />

eserlerinden biri. Temelde<br />

eser, adından da anlaşılabileceği<br />

gibi, toplumun kabul ettiği<br />

doğrulara ve yaşamaya mecbur<br />

bıraktığı hayata uymayı<br />

reddeden güçlü bir karakterin,<br />

1 yıl gibi kısa bir süre içinde<br />

başından geçen -ve sonu inanılması<br />

oldukça güç bir noktaya<br />

varan- olaylar silsilesini<br />

ele alıyor ve bunlar üzerinden<br />

hem toplumsal hem de felsefik<br />

çıkarımlar yapıyor.<br />

Kitabın konusuna kısaca değinmek<br />

gerekirse, ana karakterimiz<br />

Cezayirli “Yabancı”<br />

Mösyö Meursault, hayattaki<br />

hiçbir konuda herhangi bir hırs<br />

sahibi olmayan, dahası yaşamın<br />

içerisindeki neredeyse<br />

her şeyi anlamsız ve uğraşmaya<br />

değmeyecek derecede<br />

boş gören, boşvermiş, “fark etmezci”<br />

bir karakter. Ve dahi bu<br />

boşvermişlik içerisinde kiminle<br />

evleneceğini umursamamaktan<br />

tutun da normal bir insanın<br />

kabul etmeyeceği şeyleri sorgusuz<br />

sualsiz yapmaya kadar<br />

varan uç davranışlar sergileyen,<br />

kısacası her konuda topluma<br />

oldukça “yabancı” bir porte<br />

aslında. Hikaye ilerledikçe,<br />

kahramanımız bu fark etmezci<br />

yapısıyla hiç tahmin edilmeyecek<br />

–ve dahi sebebi “normal”<br />

insanlar tarafından bir türlü temellendirilemeyecek-<br />

bir cinayete<br />

karışıyor, ve bu noktadan<br />

sonra romanda ciddi bir kırılma<br />

gerçekleşiyor.<br />

O zaman, hareketsiz<br />

vücuda dört el ateş<br />

ettim, kurşunlar birbiri<br />

peşi sıra bu vücuda<br />

gömüldü. Felaketin<br />

kapısına vurduğum<br />

dört sert darbeydi<br />

sanki bunlar.– syf. 58<br />

120<br />

Aslını isterseniz kitabın yabancılaşmaya<br />

verdiği asıl vurgu<br />

cinayetten önce, yani kitabın<br />

ilk kısmında, “daha yoğun” bir<br />

şekilde ele alınıyor. “Bugün<br />

annem öldü. Belki de dün,<br />

bilmiyorum” diye başlayan kitapta,<br />

bütün bir pazar gününü<br />

pencerenin karşısına attığı iskemlede<br />

oturup sokaktan geçip<br />

giden insanları izleyerek ve<br />

tahmin edilebileceği gibi “diğerleri”<br />

hakkında inanılmaz bir<br />

gözlem yaparak geçiren Mösyö<br />

Meursault, annesinin ölümüne<br />

verdiği bu deterministik<br />

tepkilerle aslında daha ilk sayfadan<br />

yabancılığını okuyucuya<br />

hissettiriyor. İlk kısımda yer<br />

alan, kadın satıcısı olduğunu<br />

herkesin bildiği bir adamla hiç<br />

düşünmeden arkadaşlık yapmaya<br />

başlaması, onun metre-<br />

sini dövmesine karşı gösterdiği<br />

kayıtsızlık ya da köpeğine<br />

işkence eden komşusuna dair<br />

herhangi bir şey hissetmemesi<br />

gibi öğeler bu vurdumduymazlığın<br />

en güzel örnekleri. Bu<br />

kısım bana okurken hep Yusuf<br />

Atılgan’ın unutulmaz eseri<br />

Aylak Adam’ı çağrıştırdı desem<br />

yalan olmaz; öyle ki Aylak<br />

Adam’ın o meşhur “sinemadan<br />

çıkmış insan” tanımlamasının<br />

neredeyse aynısını Camus de<br />

yapıyor:<br />

Hemen aynı<br />

anda mahallenin<br />

sinemaları sokağa<br />

bir seyirci kalabalığı<br />

boşaltıverdi. Seyirciler<br />

arasında delikanlılar<br />

her zamankinden<br />

daha bıçkın tavırlar<br />

sergiliyorlardı, bir macera<br />

filmi seyrettiklerini<br />

anladım.– syf. 28<br />

Yalnız, bu noktada şu yanlış<br />

anlaşılmayı önlemek lazım:<br />

Mösyö Meursault Aylak Adam<br />

C’nin anarşizm damarı alınmış<br />

hali gibi. Evet, ikisi de topluma<br />

yabancılaşmış karakterler ama<br />

Bay C. bu durumu topluma<br />

başkaldırı ve kısmi anarşizm<br />

ile dışa vururken, Yabancı<br />

Mösyö Meursault işin içinden<br />

boşvermişçi tavrıyla sıyrılıyor.<br />

Kitap boyunca Aylak Adam’ın<br />

aksine otoriteye bir karşı çıkış<br />

ya da isyan hali göremiyorsunuz;<br />

Yabancı, Aylak Adam’a<br />

göre çok daha naif, çok daha<br />

umursamaz… Ama onun gibi<br />

“yabanın biri”.<br />

Gelelim, kitabın cinayetten<br />

sonra Yabancı’nın yargılanışını<br />

ve sonunda idama mahkum<br />

edilişini anlatan ikinci kısmına.<br />

İlk kısımda anlatılan bireyin yaşadığı<br />

toplumsal buhranların<br />

yanı sıra bu bölümde Yabancı<br />

için sanki hayattaki tek önemli<br />

şey olan “ölüm” kavramının<br />

daha ağır bastığını gözlemliyoruz.<br />

Cinayet suçundan hapishaneye<br />

girince dahi bu duruma<br />

güçlü tepkiler vermeyen<br />

ve kolayca bu yeni duruma<br />

“alışan” Meursault, ancak idama<br />

mahkum edildiğini öğrenince<br />

ilk kez ciddi bir tepki veriyor.<br />

Bu iki kısmı bir arada düşününce<br />

aslında açıkça şunu<br />

görüyorsunuz; ilk kısımdaki<br />

annesinin ölümü Yabancı üzerinde<br />

neredeyse hiçbir tesirde<br />

bulunmazken, ikinci kısımdaki<br />

kendi ölümü fikri Mösyö<br />

Meursault’u o boşvermişçi yapısından<br />

çıkarabiliyor. Yani,<br />

yazarın vurgulamaya çalıştığı<br />

şey; yaşamın içinde ne olduğu<br />

veya ne yaşandığı değil, yaşamın<br />

kendisinin önemli olduğu.<br />

Ki zaten bu yüzden Albert<br />

Camus 20. yüzyılın en önemli<br />

varoluşçu yazarlarından biri<br />

olarak görülüyor.<br />

Burayı daha iyi anlamak için<br />

belki de kendisi de bir filozof<br />

olan Albert Camus’nün hayatı<br />

algılayış tarzına bakmak gerekiyor.<br />

Yazara göre “bu hayatta<br />

ya varsınız ya da yoksunuzdur,<br />

yaşamın kendisi absürttür<br />

ve içinde anlam aramak saçmadır<br />

ama bunla baş etmenin<br />

tek yolu yaşıyor olma halinin<br />

devam edişidir”. Yazar, kitap-<br />

121<br />

bloglifetr<br />

ta okuyucuya bu fikri vermeye<br />

çalışırken ise araç olarak, haliyle,<br />

sık sık ölüm temasını kullanıyor<br />

ve bu yüzden kitabı bir<br />

insanın hayatta başına gelebilecek<br />

en can yakıcı olaylardan<br />

“annenin ölümü” ile başlatıp<br />

karakterin “kendi ölümü” ile bitiriyor.<br />

Ve gene aynı sebepten,<br />

Yabancı annesinin ölümünden<br />

tutun da kimlerle arkadaş olduğuna<br />

kadar hayattaki hiçbir<br />

şeye önem vermeyip ilgi göstermeyen<br />

bir adamken idam<br />

kararını duyduktan sonra yaşıyor<br />

olmaya devam etmek için<br />

çırpınıyor.<br />

Asıl önemli olan<br />

bir kaçma imkanı,<br />

değişmez ve şaşmaz<br />

bir gidişatın dışına<br />

atlayış, umudun<br />

bütün şanslarını<br />

taşıyan delice<br />

bir koşuştu.– syf. 99<br />

Bu kısımda, ilk kısmın aksine,<br />

giyotinle idama mahkum olmuş<br />

bu “sefil” karakteri okurken Aylak<br />

Adam’dan çok aklım Victor<br />

Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun<br />

Son Günü eserine gitmedi<br />

değil. Bilemiyorum konuların<br />

inanılmaz benzer olmasından<br />

mı ama varoluşçu buhranlar,<br />

hapishanede geçen gergin<br />

saatler derken bir an Victor<br />

Hugo’yu hatırladım. Bu açıdan<br />

bakınca denilebilir ki; Mösyö<br />

Meursault, Aylak Adam’la başlayıp,<br />

kitabın sonlarına doğru<br />

Hugo’nun isimsiz idam mahkumuna<br />

doğru evrilen ara bir<br />

karakter aslında.


loglifetr bloglifetr<br />

Ek olarak, kitabın dili de üzerinde<br />

durulmaya değer noktalardan<br />

bir tanesi. Anlatım, çoğunluğu<br />

5-6 kelimelik, “bugün<br />

buraya gittim”, “bana bunu<br />

dedi”, “sonra kalktık sinemaya<br />

gittik” gibi tek satırlık cümlelerden<br />

ibaret. Dolayısıyla Yabancı,<br />

okunması kolay bir kitap.<br />

Bana kalırsa bu anlatım tarzı<br />

Mösyö Meursault gibi bir ana<br />

karakterin ağzından anlatılan<br />

bir roman için biçilmiş kaftan;<br />

çünkü okudukça “Sıcak güneş<br />

yüzümü yakarken, alnımdan<br />

akan ter damlalarının gözyaşlarıma<br />

karıştığını fark ettiğim o<br />

an…” gibi bir cümlenin Yabancı<br />

gibi pek çok şeyi boşvermiş<br />

bir adam için fazla süslü olacağını<br />

fark ediyorsunuz. Camus<br />

gerçekten olay örgüsünden<br />

anlatımına kadar her şeyiyle<br />

çok ince ince düşünülmüş bir<br />

kitap çıkarmış ortaya.<br />

Yazı çok uzuyor farkındayım<br />

ama söylemeden geçemeye-<br />

ceğim birkaç şey daha var;<br />

mesela ana karakterimizin cinayeti<br />

işleyiş sebebi olarak<br />

güneşi göstermesi, ve dahi kitap<br />

boyunca havanın devamlı<br />

aşırı güneşli, bunaltıcı bir yapıda<br />

olmasına tekrar tekrar<br />

vurgu yapması gibi… Camus,<br />

güneşi muhtemelen aydınlıkla<br />

simgeleyip; karanlık-aydınlık<br />

kavramına dikkat çekmek istiyor,<br />

ve bunu gayet iyi başarıyor.<br />

Keza dava esnasında jürinin<br />

Yabancı’ya inanmaması<br />

için de cinayet namına ortaya<br />

sürülen ve “bizlere” absürt gelen<br />

bir sebebin olması lazım.<br />

Bu açıdan gene güneş, iyi<br />

kullanılmış bir argüman. Ek<br />

olarak, kitabın sonlarında yer<br />

alan dava sahnesi gerçekten<br />

çok başarılı. Savcının -aslında<br />

Meursault’a göre hiçbir anlamı<br />

olmayan- birbirinden tamamen<br />

farklı olayları “normal” insanlara<br />

göre yorumlayıp cinayete<br />

giden yolun çakıl taşları gibi bir<br />

sıraya dizmesi ve Yabancı’yı<br />

bir cani gibi görüp idamını istemesi…<br />

toplumun Yabancı’yı<br />

nasıl “anlamadığına” dair çok<br />

simgesel bir anlatım. Tabii bir<br />

de bu kadar farklı olayları böyle<br />

bir mantıksal sıraya dizebilmesi<br />

Camus’nün dehasının<br />

kanıtı.<br />

Yani, bu davanın<br />

benim dışımda<br />

görülür gibi bir hali<br />

vardı. Her şey ben<br />

karıştırılmaksızın olup<br />

bitiyordu. Kaderim,<br />

bana fikir sorulmadan<br />

belirleniyordu. – syf. 90<br />

Son bir şey; kitabın başlarında<br />

huzurevinin kapı görevlisinin<br />

diğer sakinlere göre çok<br />

basit bir görevi de olsa onlardan<br />

kendini üstün görmesi de<br />

yabana atılmayacak bir ayrıntı<br />

idi. 2-3 cümleyle de olsa “diğerlerine”<br />

göre toplumdaki en<br />

ufak bir kademe artışının insan<br />

psikolojisi üzerindeki yansımalarına<br />

da değinmeden geçememiş<br />

Camus.<br />

Artık kurguyu bir yana bırakıp<br />

kitabın yapısal özelliklerden<br />

devam edersek, çeviri açısından,<br />

Fransızca bilmediğimden,<br />

çok bir şey söyleyemeyeceğim.<br />

Ama kitapta birkaç yerde<br />

kelime hatası gördüğümü de<br />

belirtmeden geçemeyeceğim.<br />

Bu kitap için pek çok farklı kapak<br />

tasarımı var -39. basıma<br />

ulaştığından!-, bendeki hali<br />

yukarıda resmini gördünüz<br />

edisyonu idi ve diğer herkese<br />

bakan tek bir göz bence güzel<br />

düşünülmüş bir tasarımdı.<br />

122 123<br />

Son olarak, Fransız edebiyatının<br />

önemli temsilcilerinden Nobelli yazar<br />

Albert Camus’ya kısaca bakacak<br />

olursak, kendisi -kahramanımız gibi-<br />

Cezayir’de doğmuş ve 25 yaşına<br />

kadar orada kalmış bir filozof aslında.<br />

Ardından Paris’e gitmiş ve kitap<br />

çıkarmadan önce çeşitli dergilerde<br />

editör olarak görev almış, bir yandan<br />

da Cezayir Üniversitesindeki Felsefe<br />

eğitimine devam etmiş. Maalesef<br />

1960 yılında, 47 yaşındayken bir trafik<br />

kazasında hayatını kaybetmiş.<br />

Aslında bu kitap hakkında daha<br />

söylenebilecek çok şey var ama bir<br />

yerde kesmek lazım sanırım; o yüzden<br />

özetle, Yabancı, 20. yüzyılın en<br />

önemli eserlerinden biri olarak anılmanın<br />

hakkını veren, ne söylense-ne<br />

kadar anlatılsa da anlatmaya yetmeyecek<br />

bir roman. Bana kalırsa siz iyisi<br />

mi alın okuyun, Camus’nün dehasıyla<br />

kendiniz tanışın.<br />

Özge Akın<br />

atalante86.blogspot.com


YAĞMUR<br />

O<br />

an hissetiği şey<br />

düşüştü. Engellenemez<br />

ve durdurulamaz<br />

bir<br />

düşüş. Bulutların<br />

ardında mı var edildi yoksa,<br />

bilinen bir fizik kuralına uygun<br />

bulutların içinde mi varoldu,<br />

bilmiyordu. Gördüğü şey,<br />

benzer varlıklarla birarada bir<br />

yolculukluktu. Bir görevi olduğunu<br />

hatırladı. Yeşeren her bir<br />

varlığı canlandırmak ve haliyle<br />

Dünya’ya hayat bahşetmek.<br />

Hızlanmak istedi, bir an önce<br />

varmak ve görevini yapmak<br />

istiyordu. Kimbilir hangi canlının<br />

hücrelerine karışıp hayat<br />

verecekti ve yeni bir hayat bulacaktı,<br />

merak ediyordu. Fakat<br />

düşüş, yeteri hızda ve ağır aksaktı.<br />

Sonra farketti, kendini indiren<br />

bir varlık vardı yanında.<br />

Halbuki söylemişti yaradan;<br />

“her bir yağmur damlasını meleklerim<br />

indirir” diye, haberdar<br />

etmişti yarattıklarını...<br />

124 125<br />

Kendini bu emin ellere bıraktı,<br />

görev heyecanı ve merakı<br />

ile aşağı doğru süzülüyordu.<br />

Önce büyük tarlalar ve ağaçlık<br />

alanlar göründü. Sonra bloklar<br />

halinde binalar ve şehir. Yaklaştıkça<br />

anladığı şey, betonarme<br />

bir uygarlığa çakılacağıydı.<br />

Biraz mutsuzdu ama hala<br />

bir umut vardı. Belki bir saksı<br />

çiçeği veya kısa bir park ağacına<br />

ulaşabilirdi. Süzülmeye<br />

devam etti.<br />

Yolculuk biterken pek bir şey<br />

anlamadı. Zira sert bir iniş olmamıştı.<br />

Biraz daha dikkat ettiğinde,<br />

bir adamın omuzlarında<br />

olduğunu gördü.<br />

Mutsuz muydu? O ki her bahar<br />

daha genç ve her bir mevsim<br />

yepyeni bir yaşanmışlığa<br />

adım atan, koca bir döngünün<br />

parçasıydı.<br />

Fakat bilmediği, hiç anlaya-<br />

mayacağı bir işe yaradı. Çünkü<br />

yaşamının son bulduğu<br />

omuzlar bir şaire aitti ve yağmur<br />

damlası, bu şaire ilhamı<br />

vermişti.<br />

Orada olan şey bir yeni varoluş<br />

ve sonsuzluktu. Şairin dudaklarından<br />

şu cümleler döküldü;<br />

Bilmezdi,<br />

Havada süzülürken olacakları.<br />

Her zaman üzmüştür beni,<br />

Üzerime düşen,<br />

Yağmur damlalarının,<br />

Şanssızlığı...<br />

Dürüstlüğümden etkilenen<br />

ama özniteliklerimizin benzeşemediği<br />

ve bu nedenle beni<br />

seven ama benden tat alamayan<br />

ve alamayacak dostlara<br />

ithaf olsun. :)<br />

Anıl ÖZER<br />

ozeranil.blogspot.com


126<br />

Bir An<br />

“Neden kişiliğimizi etrafımıza<br />

yansıtmayı tam olarak beceremeyiz?<br />

Cevabı zor biraz da, dürüst<br />

olmak gerekirse yansıtmak<br />

istemediğimizden hepsi.Tam<br />

tanıyıp tanımadığından emin<br />

olmadığın için gerçek düşünceleri<br />

paylaşmaya çekiniriz. Değil<br />

diyeceksin büyük ihtimal ya da<br />

kesik kesik gülecek umursamayacaksın<br />

büyük ihtimal, hatta<br />

elindeki kalemi bile bırakmayacaksın<br />

bu dediklerimi duyarken.<br />

Belki de dinlemiyorsundur.<br />

Çok zor bir durumda olduğunu<br />

farketmemek için aptal olmak<br />

gerekir. Boş gözlerle bakıyor,<br />

ağlamaklı melodiler dinliyorsun;<br />

hatta bazen kendine iyilik yapıp<br />

kendin olmak istediğin bir anı<br />

başkasına vicdan yaptıracağın<br />

anlara saklıyorsun. Çünkü<br />

kimse seni ciddiye almıyor ya,<br />

en ciddi olduğun anı da böyle<br />

maskeleyip gerçek sen ile yüzleşmenin<br />

tadını çıkarıyorsun.<br />

Yoruluyorsun be çocuk, sorun<br />

o değil de yorulmak için çok<br />

çaba sarfediyorsun bak bir işe<br />

de yaramıyor. Ya da benim teorim<br />

çürümeye mahkum,ne dinliyorsun?”<br />

“Ne dinliyorsun?” dediğinde<br />

kulağımdaki kulaklıklardan birini<br />

çıkarmıştım. Ne dediğini<br />

dinlemedim ama son dediğini<br />

duyduğumu belli etmek istedim<br />

sorusunu cevapladım. Seksendört.<br />

Bir şeyler mırıldandı,tam<br />

anlamadım. Ne olduğunu sordum<br />

bir daha; yine anlamadım,<br />

bu sefer üstelemek istemedim.<br />

Defteri önünde karşıya bakıyordu.<br />

“Moralin bozuk” dedi.<br />

Demek moralimin bozuk olduğunu<br />

belli edecek kadar terk<br />

etmişim kişiliğimi. Kafamı kaldırdım<br />

telefonla ilgilendiğimden<br />

midir nedir dürüst olmamak<br />

için kafamı toparlayamadım.<br />

Cevapladım: “Rol yapmaktan<br />

sıkılıyorum,bazen de yorulduğumdan<br />

rol yapamıyorum.”<br />

Bana acıdığını sezdim. Rahatsız<br />

oldum. Zaten rahat olmama<br />

gerek yoktu da rahatsız olmamın<br />

sebebini de bulamadım.<br />

Belki de temiz havada ciğerime<br />

ağır duman çekmeye ihtiyacım<br />

vardı. Ne biliyordu da acımaya<br />

kalkıyordu ki bana? Kim di<br />

o? Dünün acınası halde gelip<br />

sohbet edemeyen kişisi, bugün<br />

bana acımaya kalkıyordu. Sinirlendim.<br />

Umursamaz bir tavır<br />

yaptım. “Ben sahile gidiyorum”<br />

deyip ayağa kalktım. Tepkisini<br />

beklemedim.<br />

******************<br />

Duymadığını bildiğim için rahat<br />

rahat hakkında konuşabilmenin<br />

rahatlığı gibisi yok. Kulaklığını<br />

çıkardığında ne dinlediğini<br />

sordum. Umursamaz bir bakış<br />

attı cevap verdi. “seksendört.”<br />

Soruyu merak ettiğimden değil<br />

de dikkatimi dağıtması için<br />

sormuştum. Çünkü yüz hatlarındaki<br />

yorgunluk beni daha<br />

çok yoruyordu. Her bir hücresi<br />

yorgunluğundan dem vuruyordu.<br />

En çok da mimikleri. Kendini<br />

sakladığı koca gülümsemeli<br />

yüzü artık yalan söylemek istemediğini<br />

bağırıyordu. Her ifadesi<br />

sahte, her an yalancıydı da<br />

bu sefer, kırıldığını söylerken<br />

çok ciddi olduğunu seziyordum.<br />

“Moralin Bozuk” deyince bana<br />

baktı. Yine sahte bir umursa-<br />

127<br />

bloglifetr<br />

mazlık tavrı daha... Rahatsız<br />

olduğunu çok belli etti. Gerçek<br />

duygularını yansıttığı için mi<br />

yoksa dile getirenin ben olduğum<br />

için mi bunu bilmiyorum.<br />

Boğazını temizledi ve “Rol<br />

yapmaktan sıkılıyorum, bazen<br />

de yorulduğumdan rol yapamıyorum”<br />

dedi. Derin bir nefes<br />

aldım. Yardım etmek istedim.<br />

Hemen düşün çabuk bir şaka<br />

düşün bir güzellik düşün diye<br />

kendimi zorladım ama ne zaman<br />

kendimden birşey yapmamı<br />

istesem yapmamak için<br />

elinden geleni ardına koymaz<br />

bilinç altım. Bir şey söylesem,<br />

moralinin bozuk olduğunu unutsa...<br />

Ya da bir şey söylesem de<br />

defterimin arkasına attığı imzayı<br />

tesadüfen gördüğüm ailemle<br />

kavga ettiğim akşam mutlu<br />

hissedip yalnız olmadığımı düşündüğümde<br />

hissettiklerimi hissettirsem,<br />

o borcu ödesem... O<br />

gülümseme onun suratına da<br />

yayılsa. Ama en gerçek olanından.<br />

Ayağa kalktı; ben sahile gidiyorum,<br />

dedi.<br />

Kalmak için daha iyi bir sebep<br />

söyleyemeyeceğimi bildiğimden<br />

sessiz kaldım. Problemi<br />

için bir çözümüm yoktu. Belki<br />

de güvenini kırdığımdan o cesareti<br />

kendimde bulamadım.<br />

Bana gidişini izlemek kaldı. Ha<br />

bir de onun yerine topluma sahte<br />

gülücük atmak.<br />

Bu gülücük sana gelsin çocuk,<br />

dedim en kocamanından en<br />

sahtesinden attığım gülücük<br />

boşlukta yankılandı...<br />

Aygül Kartal<br />

pisceszoya.blogspot.com


Taze menekşe kokularının arasından geçerken<br />

kötü düşünebilir misin?<br />

Yüzüne koca bir tatlı görüntü sunarsın.<br />

Kanalizasyonun yanından geçerken güzel düşünebilir<br />

misin?<br />

Tüm yüz kaslarını çirkin bir anın belirtisi olarak<br />

zorlarsın.<br />

Geçilecek bir yer varsa o an için sadece durmak<br />

istersin.<br />

Yaşama bakış açın misk kokusunu örten kokarca<br />

kokusu da olabilir ya da tam tersi,<br />

Tek bir gerçek var ki neyi hissedeceksen kendi<br />

içinde hissedeceksindir.<br />

Gerçeği görmek için yukarı bakmak gerekir,<br />

hissetmek içinde tam karşıya,<br />

Güzel bir günün ardından hissedilen duygular<br />

günlüğe büyük bir hazla yazılır,<br />

diğeriyse büyük bir isteksizlikle.<br />

Yaşamdan ne zaman ve ne oranda zevk alacağımız,<br />

AŞK HERYERDE<br />

şu anda benim bu sandalyeden kalkmamla ölçülebilir.<br />

Yerimde durursam sadece, bilgisayarın ışığı<br />

gözümü bozabilir.<br />

Günlük yaşamın ilelebet sürecek tembosunda,<br />

kondisyonlu olmak lazım.<br />

İnsan ilişkileri, devlet bakanlarının gayri resmi<br />

geçitleri gibi olmamalı aslında,<br />

her şeye anlam yüklemek, aşkın değerini yüceltebilir.<br />

Hissetmek aşktı, aşk ise hissetmekle başlar.<br />

İnsan hikayesini bir kaç türlü anlatır,<br />

garip duygular içinde kaybolur bazen,<br />

ama hep; aşk, mutluluk, hissetmek, sevgi gibi<br />

kavramları hatırlamaya çalışır.<br />

Doğuştan gelen histeri doğasını iyi şeyleri hissetme<br />

kullanabilir.<br />

Sevgi ve his sözcüklerinden küçük bir kulübe<br />

yapar kendine,<br />

baş köşesinde aşkı bekler.<br />

Murat Şentürk<br />

128 129<br />

Ay Işığı<br />

Gecenin en dibinde,<br />

Işık yoldaşını terk eder mi?<br />

Ümitsiz bir düşüş,<br />

Umudu öldürmez.<br />

Çözüm bulunur.<br />

Uygularsın,<br />

Uygulamazsın.<br />

Yine Ay ışığındasın.<br />

Burcu İlki<br />

calanthe-valerie.tumblr.com


BAZEN<br />

DEĞİŞİM<br />

GEREKİR<br />

BAZEN DE<br />

KENDİN<br />

OLMAK<br />

130 131


132 133


134

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!