mart2013
mart2013
mart2013
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
loglifetr bloglifetr<br />
Beats Audio’ya sahip<br />
ilk Windows imzalı telefon<br />
| HTC’ye özel amfisi ile<br />
inanılmaz ses deneyimi<br />
| Standart lenslerin iki katı daha fazla alanı bir kareye<br />
sığdıran geniş açılı lense sahip ön kamera<br />
| Gerçek zamanlı güncellemeler kişiselleştirilmiş<br />
Canlı Kutucuklar ile mükemmel ekranda<br />
2 3
4 5
6 7
8 9
Gökkuşağı<br />
Sabah mahmurluğunu<br />
henüz<br />
üzerimden atamamışkenkahvaltı<br />
yapmaya<br />
başlamıştım bile.<br />
Kızarmış ekmek, biraz tereyağı,<br />
Ayvalık’ın yeşil zeytini ve<br />
cam kupada bir bardak çay.<br />
Benim için kahvaltıyı şölen<br />
haline getirmenin yolları da<br />
çayımı yudumlarken cep telefonumdan<br />
birkaç köşe yazarı<br />
okumak ve 4. kattaki evimin<br />
mutfak penceresinden uzun<br />
uzun dışarıyı seyretmek. İşte<br />
böyle bir anda Hasan Cemal’in<br />
köşe yazısını okurken küçük<br />
bir ‘s’ vermek üzere başımı<br />
kaldırıp camdan dışarı bakıyorum.<br />
Dışarıda kasvetli bir hava<br />
olmasına rağmen, kara bulutları<br />
delip geçen ısrarlı güneş<br />
ışıkları tam karşımda müthiş<br />
bir manzara doğuruyor. Bir ve<br />
hatta dikkatli bakıldığından işte<br />
ikinci gökkuşağı da karşımdaydı.<br />
Bir kısmı beton blokların<br />
arkasında adeta hapsedilmiş<br />
olsa da o ne güzel görüntüydü<br />
öyle.<br />
Birden heyecanla aklıma çocuklarım<br />
geliyor, onlar görmeli<br />
diyorum bu manzarayı<br />
kaçırmamalılar. Eşime sesle-<br />
niyorum; “Aylin koş, çocukları<br />
mutfağa getir gökkuşağı çıktı”<br />
Bir yandan da mutfak ile salon<br />
arasındaki kapının camından<br />
ne yaptıklarını izliyorum.<br />
Halının üzerinde küçük kızım<br />
Ahsen’le oynayan eşim sesimi<br />
duyup başını cama doğru<br />
çeviriyor. Sonra bir çırpıda<br />
yerinden kalkıyor ve dizlerinin<br />
üstünde koltuğa çıkıyor. “Asya<br />
gel kızım, bak gökkuşağı çıkmış”<br />
diyor. Asya adeta ayakları<br />
yeri döve döve koşuyor ve hop<br />
bir zıplayışta koltukta. “ Ben bir<br />
kere daha gökkuşağı görmüştüm<br />
anne” diyor. Sonra “bunun<br />
rengi neden az diyor?”. Eşim<br />
bir yandan parmağı ile gösterdiği<br />
gökkuşağını Asya’ya anlatırken<br />
bir yandan da koltuğa<br />
çıkmaya çalışan ufaklığa, kafasını<br />
çevirip bakmadan ama<br />
arkaya doğru uzattığı eliyle<br />
kollamaya çalışarak yardım<br />
ediyor. Çayımdan bir yudum<br />
daha alıyorum. Sonra aklıma<br />
fotoğraf çekmek geliyor. Telefonumu<br />
elime alıp bu manzarayı<br />
çekmeye çalışıyorum.<br />
Kadrajı nasıl yapsam, dik mi<br />
ya da yatık mı çeksem soruları<br />
kafamda belirdiği anda elim o<br />
süratle tüm bu sorulara gözlerimin<br />
yardımıyla cevap bulmaya<br />
çalışıyor. Sonra diyorum<br />
gökkuşağını perdeleyen şu<br />
10 11<br />
apartmanı silikleştirmeli. Yolu;<br />
Instagram. Öyle ya Instagram<br />
hem kendi çekim hatalarımızı<br />
hem de görüntüye giren ‘şeyleri’<br />
silikleştirerek, karartarak<br />
daha da allayıp pullamıyor<br />
muydu? O sırada üniversite de<br />
gördüğüm fotoğrafçılık dersini<br />
hatırlıyorum. Ama ne fotoğrafçılık<br />
dersi… Öyle dört duvar<br />
arasında değil. Çanakkale’nin<br />
yağmurunda, çamurunda,<br />
rüzgârında sokaklarda elimizde<br />
sırayla dolaşan Ahmet<br />
Hoca’nın tele objektifli fotoğraf<br />
makinası - markası Minolta<br />
mıydı acaba, hatırlamıyorum-<br />
çoğunlukla tarihi bir yapıdaki<br />
detaya doğru onu doğrultur<br />
doğru kadraj, doğru enstantane,<br />
doğru diyafram, doğru İSO<br />
ayarı falan diye acemiliğimizle<br />
dakikalarca uğraşır ve tele objektifin<br />
ağırlığıyla yorulmuş sol<br />
bileğimizle en sonunda ancak<br />
flu bir fotoğraf elde ederdik.<br />
Rahmetli Ahmet Hoca ( Sipahioğlu)<br />
kaşını oynatır, gözünü<br />
oynatır, söylenir durur kimi zaman<br />
beceriksizliğimize küser<br />
arkasını dönerdi. İşte tüm bu<br />
anılar zihnimde canlanmış, bilmem<br />
ne kadardır ağzımın içinde<br />
ekmek parçasını yuvarlayıp<br />
duruyorken Asya koşarak mutfağa<br />
geliyor.<br />
- Baba sende gördün mü gökkuşağını?<br />
- Evet, gördüm kızım, bak hala<br />
orada.<br />
İşe gitmek için hazırlanmış olduğumu<br />
görünce gözlerini hemen<br />
üstüme dikerek;<br />
- Peki, sen niye böyle giyindin?<br />
Nereye gideceksin?<br />
- Ben birazdan gökkuşağına<br />
çıkacağım. En üstüne çıkınca<br />
da sana oradan el sallayacağım<br />
tamam mı?<br />
- Tamam, baba ama düşme<br />
dikkat et olur mu? Bir de baba,<br />
biliyor musun, ben bir kere<br />
gökkuşağından kaymıştım.<br />
- Oo, gerçekte güzel miydi?<br />
- Çok güzeldi baba. Ama pantolonuma<br />
böyle renkler çıkmıştı<br />
sonra annemde bana kızmıştı.<br />
Gözlerini büyüte büyüte, neredeyse<br />
nefes almadan anlattığı<br />
hikâyeyi çok sevmiştim. Bir<br />
yandan hevesle onu dinliyor<br />
bir yandan da içimden Allaha<br />
dua ediyordum. “Allahım sen<br />
yavrularımı her daim sağlıklı<br />
kıl, onlara mutluluk ve huzur<br />
ver.” Sonra geldiği hızla içeri<br />
koştu bizim Asya. Bende çektiğim<br />
fotoğrafı allayıp pulladıktan<br />
sonra dostlarımla paylaşmak<br />
istedim. Altına da şu<br />
yorumu yazdım: Bana, çocuklarıma<br />
güzel dakikalar yaşatan<br />
gökkuşağı iyi ki varsın. Biliyorum<br />
bugün daha güzel bir gün<br />
olacak. Mesela sebepsiz yere<br />
insanlar birbirlerine gülümseyecek,<br />
günaydın diyecekler.<br />
Mesela durduk yere, öyle miydi<br />
böyle miydi demeden, ulusal<br />
çıkar demeden, süreç demeden,<br />
baltalama demeden, şehit<br />
demeden, örgüt demeden<br />
barış diye haykıracak insanlar,<br />
sebepsiz… Mesela çocuklar<br />
gökkuşağına çıkıp kayacaklar<br />
yeryüzüne, sonra rengârenk<br />
olacak pantolonları, elleri,<br />
yüzleri gelecekleri rengârenk.<br />
Gökkuşağı sen var ya sen az<br />
şey değilsin, sebepsiz yere yaşatırsın<br />
insanı.<br />
rıdvan gölcük<br />
www.ciplakayakla.com
Misket<br />
Şöyle bir görüntüyü en son ne<br />
zaman gördünüz?<br />
Benim Böyle bir görüntüyü en<br />
son gördüğüm zamanın üzerinden<br />
en az 2-3 yıl geçmiştir.<br />
Yaşımın 22 olduğunu hesap<br />
edecek olursak bu işte bir sorun<br />
var demektir.<br />
Şöyle ki;<br />
Zamane çocukları ne misket<br />
ne taso oynuyorlar, ne de buna<br />
benzer aktiviteler yapıyorlar.<br />
Varsa yoksa bilgisayar, internet,<br />
facebook, (Twitter’e yaşları<br />
yetmiyor. Zaten twitter’den<br />
bende bir şey anlamadım.) vs..<br />
Bakın mesela yukarıdaki oyunun<br />
adı “dikmece”dir. “Baş”<br />
dendiği de görülmüştür:) Ama<br />
ne yazık ki yeni nesilde, bırakın<br />
misket oynamayı, şu oyunun<br />
adını bilen bile yok. Bu bir<br />
eksiklik mi? Evet bal gibi de bir<br />
eksiklik.<br />
12 13<br />
Sabah akşam yere dizini koyduğu<br />
için pantolonunun dizi<br />
aşınmış, belki yırtılmış olmadan<br />
bir çocuk büyüyemez, yeteri<br />
kadar gelişemez. Nasıl ki<br />
bir çocuğun gelişimi için süt ve<br />
süt ürünleri gerekli ise bu da<br />
o derece gereklidir. Çocuklar<br />
topluma daha ufak yaşlarda<br />
mahalle aralarında oyun oynayarak<br />
girerler. Ama şimdi komşusunun<br />
çocuğunu aylar, belki<br />
yıllar sonra görüp; “aaa senin<br />
oğlan mı bu? aman maşallah<br />
ne kadarda büyümüş” diyenlerle<br />
dolu ortalık. Normalde o<br />
çocuğun zaten komşunun gözünün<br />
önünde büyümesi gerek.<br />
Bir çocuğun oynadığı mahalle<br />
maçından sonra, annesi evde<br />
yoksa gidip Ayşe teyzesinden<br />
su istemesi lazım. Ama insanlar<br />
birbirlerine karşı artık o ka-<br />
dar soğuk, o kadar mesafeli ki,<br />
yok artık öyle teyzeler.<br />
Şimdi ben mahalleden bir çocuğa<br />
“fiske mum direk” desem<br />
donar kalır. “Ne diyor bu?”<br />
diye aklından geçirir. Ama<br />
facebook’ta durum beğenmesinden,<br />
bilgisayar oyunlarının<br />
hilelerinden bahsetsem şıp<br />
diye anlar.<br />
Eskiden ağaçlara dalan çocuklar<br />
vardı mesela. Ve mutlaka<br />
ağaçlara dalan çocukları bahçenin<br />
sahibine ispiyon edenler.<br />
Genelde sen tam ağacın<br />
tepesinde cebine erikleri stok<br />
yaparken “ağaacaaa dalan<br />
varrrr!” diye bir ses duyulurdu.<br />
Her mahallenin mutlaka bir<br />
“Doğukan”ı vardı. Bu doğukanlar<br />
genelde “süt çocuğu”<br />
denen tiplerde olup, annelerinin<br />
sözünden çıkmaz, çıkamazlardı.<br />
Mahallede genel-
loglifetr<br />
de eve ilk doğukanlar girerdi.<br />
Çünkü ilk onların annesi çağırırdı.<br />
Maç yapacağınız zaman<br />
en sona doğukan kalırdı. Çünkü<br />
top oynamayı beceremezdi.<br />
Genelde şişman ve gözlüklü<br />
olurlardı(dalga geçtiğim anlamı<br />
çıkarmayın bende şişman<br />
ve gözlüklüyüm ama Doğukan<br />
değilim). Eğer Doğukan’ın annesi<br />
sizi balkondan izliyorsa<br />
“oğlumu da oyuna alın” derdi<br />
kıramazdınız ve Doğukan’da<br />
oynardı.<br />
Eskiden kökmek/kökülmek<br />
vardı. Ütmek/ütülmek vardı.<br />
Şimdi bunların hiçbiri yok.<br />
Eskiden mahallenin yaşca<br />
büyük abileri oyunun ortasında<br />
gelir, oyunun içine ederdi.<br />
Ama kimse ses etmezdi. Biraz<br />
korkudan biraz saygıdan. O<br />
abiler “at bakayım babanın kıllı<br />
göğsüne” derdi. Sivri burun,<br />
yumurta topuk kunduralarla<br />
toplara vururlar, en olmadık<br />
yere atarlardı topu ve tabi son-<br />
ra “hadi eyvallah” der kaçarlardı.<br />
O zamanlar Murphy Kanunlarını<br />
kimse bilmezdi ama bizzat<br />
yaşardı. Şöyle ki eğer top bir<br />
apartmanın balkonuna giderse<br />
mutlaka o evin sakinleri köye<br />
gitmiş olurdu. Koca apartmanda<br />
dolu o kadar ev varken, sizin<br />
topunuzun 3 ay boyunca<br />
köyde kalacak olan kişilerin<br />
evinin balkonuna gitmesini<br />
Murphy kanunlarından başka<br />
bir şey izah edemez.<br />
Gaddar amcalar olurdu. “Gidin<br />
az ilerde oynayın oğlum burası<br />
oyun parkı mı?” der kışlardı<br />
bizi. Her mahallede vardı öyle<br />
amcalardan. Kaç tane topumuzun<br />
katiliydi o amcalar.<br />
Şimdi öyle gaddar amcalar<br />
pek yok. Zaten var olsalar dahi<br />
onlara ihtiyaç yok çünkü koca<br />
koca siteler var artık. Her sitenin<br />
top oynanacak alanları var.<br />
Mahalle parklarında basket sahaları<br />
var (genelde futbol için<br />
kullanılan). O yüzden bu dayılara<br />
pek iş düşmüyor artık. Pek<br />
fazla top bıçakla ortadan ikiye<br />
yarılmıyor, kamyonun altında<br />
toplar patlamıyor ve maalesef<br />
ki artık mahallenin bütün çocukları<br />
ceplerindeki bozuk paralarını<br />
ortaya koyup ortaklaşa<br />
top almıyor.<br />
Artık sivri burun kunduralarla<br />
oyunların içine eden mahalle<br />
abileri de yok.<br />
Geride kaldı bu işler maalesef.<br />
Artık çocuklar evden çıkma-<br />
14<br />
dan, toplum içine karışmadan<br />
asosyal olarak büyüyor.<br />
Elbette hala misket, taso oynanan,<br />
mahalle maçlarının<br />
yapıldığı, kimsenin saat köstek<br />
bilmeden eve gidiş saatini<br />
akşam ezanına göre ayarladığı<br />
mahalleler vardır ama bu<br />
mahallelerin sayısı artık çok az<br />
maalesef.<br />
Eskiden atari salonları vardı.<br />
Tekken oynardık ama atari<br />
oynamak her çocuğun harcı<br />
değildi çünkü pahalı bir meretti.<br />
Bazen büyüklerinden para<br />
alırsan gider oynar, bazen<br />
de gidip oynayanları izlerdin.<br />
Şimdi o atari salonları da yok.<br />
Her şeyin gelişip daha fazla<br />
makineleşmesi sürecine atarileri<br />
de kurban verdik. Tabi onlarda<br />
bir makine ama atariler<br />
şimdiki alet edevatın yanında<br />
ilkel kalıyordu. Şimdi atarilerin<br />
yerini bilgisayarlar, playstationlar<br />
aldı. Eskinin tasosunun,<br />
misketinin, çelik çomağının insanlar<br />
üzerinde bıraktığı olumlu<br />
etkiyi, onları eğlendirme görevini<br />
artık blackburry, iphone<br />
gibi makineler yapıyor.<br />
Eskiden misketleri kah 2.5 litre<br />
kola şişesinin içinde kah annelerimizin<br />
salça koydukları<br />
şişelerin içinde biriktirirdik. Ve<br />
şimdi Apple ile Blackburry ile<br />
atılan havalar eskiden misket<br />
sayısı ile atılırdı. Bir şişe dolusu<br />
misketi olanın en az bir<br />
iphone sahibi kadar havası<br />
olurdu. Benim gibi geri kafalı<br />
adamlar için 1 salça şişesi misket<br />
1 iphone’den daha değerlidir<br />
mesela.<br />
Giden hiçbir günün geri gel-<br />
mediği gibi o günlerde geri gelmeyecek<br />
maalesef. İşte böyle<br />
satır aralarında kalır ancak.<br />
Bu yüzden ağlanıp dövünmenin<br />
pek bir faydası olmayacak.<br />
Biz top oynadığımız arsaları<br />
lüks sitelere tercih ettik. Biz<br />
etmediysek de anne babalarımız<br />
etti. Mahalle bakkallarını<br />
süpermarketlere tercih ettik.<br />
Koca koca marketlerde fonda<br />
çalan bir müzik eşliğinde alışveriş<br />
yapmayı, “Ali abi bunu<br />
bizim hesaba yaz” cümlesine<br />
tercih ettik.<br />
Kaza yaptıktan sonra “ne vardı<br />
şu emniyet kemerini taksaydım<br />
sanki?” cümlesinin size ne kadar<br />
faydası varsa, işte bu saatten<br />
sonra ağlanıp dövünmenin<br />
de o kadar faydası var. O koca<br />
siteleri yıkmazlar artık. Çünkü<br />
gecekondular yıkılırken dozerin<br />
önünde duran, müteahit’in<br />
kızını seven Kemal Sunal’lar<br />
ve o filmlerdeki temiz insanlar<br />
da yok artık. Hepsi köylerinden<br />
göç etti. Hepsi yerlerini sattı.<br />
Fikirtepe imara açıldı mesela.<br />
Şimdi bütün eski binalar yıkılacak<br />
ve yerine gökdelenler<br />
dikilecek. Herkes kaç daire<br />
alacağına, alacağı dairelerin<br />
kaç para edeceğine bakıyor.<br />
Çocuğuna bırakacağı güzel ve<br />
temiz bir geleceğin ona bırakacağı<br />
mirasla doğru orantılı<br />
olduğuna inanıyor.<br />
O yüzden biz bu savaşı maalesef<br />
kaybettik ve bugünden<br />
sonra sürekli geriye gideceğiz.<br />
Bundan belki 50-100 sene<br />
sonra “misket ne ya ahahahah!”<br />
diyen çocuklar olacak.<br />
Bakarsınız belki bir sürpriz olur<br />
“yıkarım ula bütün buraları”<br />
deyip dozer şoförünün elinden<br />
zorla anahtarı alıp yıkımı durduran<br />
Kemal Sunal’lar, Cüneyt<br />
Arkın’lar, Kadir İnanır’lar çıkabilir.<br />
Belki...<br />
Bu yazıda, okuyan herkesi biraz<br />
eskiye götürerek eskiyi yâd<br />
etmesini, misket oynadığı günleri<br />
hatırlamasını sağlamayı<br />
istedim. Umuyorum ki başarmışımdır..<br />
İçinizdeki ışığın sizi götüreceği<br />
benlik duygusu hiç sönme-<br />
15<br />
sin. Bu ay yükseleniniz akrep,<br />
ve yıldızlar sizin için çok güzel<br />
şeyler söylüyor. Pozitif enerjinizi<br />
hiç bir zaman kaybetmeyin,<br />
doğayla barışık olun. O<br />
sizi gitmek isteyeceğiz yere<br />
götürecektir.<br />
Şaka şaka.<br />
Allah yar ve yardımcınız olsun.<br />
Hadi eyvallah!<br />
Aykut Bektaş<br />
1hilalugruna.blogspot.com
Ekmek Öpen Çocuklara Özlem<br />
Ne güzel çocuklardı<br />
o çocuklar öyle değil<br />
mi ama? İnsan<br />
ister istemez kendi<br />
çocukluğunu hatırlıyor<br />
böyle şeyler görünce. Biz<br />
küçükken her şey şimdikinden<br />
çok daha farklıydı. Teknoloji<br />
bu kadar gelişmemiş en azından<br />
gelişen şeyler geç gelirdi<br />
ülkemize. 20. asrın çocuklarıydık<br />
biz.<br />
Sokakta top oynamayı,<br />
cam çerçeve indirmeyi sever,<br />
saklambaç oynardık<br />
köşe bucak. Ucundan kıyısından<br />
da olsa, çocukluğu<br />
hakiki manada yaşardık.<br />
Ekmek öpen çocuklardandık<br />
bizler. Hatırlıyorum da<br />
yerde bir lokma görecek<br />
olsak, bisküvi bile olsa üç<br />
kere hızlı hızlı öpüp alnımıza<br />
götürür ardından yüksekçe<br />
bir yere bırakırdık.<br />
Allah taş ederdi sonra. Onu<br />
bulamayanlarda vardı. Hani<br />
diyor ya şarkı; “Biz büyüdük<br />
ve kirlendi dünya.” Evet büyüdük<br />
ve kirlendi dünya. Yazın<br />
bahçelerdeki hortumlarla<br />
birbirimizi ıslatır su savaşı yapar,<br />
kışın çıkıp doya doya kar<br />
topu oynar kızakla kayardık.<br />
Baharda çağlalara dalar, ham<br />
meyveyi koparır dalından, ishal<br />
edene kadar kendimizi yer<br />
dururduk. Bakkaldan sakız çalan<br />
arkadaşlarım oldu benim<br />
en saf ve çocukça bir hırsızlıkla.<br />
Hoş bakkal bilirdi de sakızları<br />
alanları ses etmezdi. Bir<br />
sakızdan ne olur diyebiliyordu<br />
insan. Şimdiki gibi birbirinin yediği<br />
lokmaları saymazdı kimse.<br />
Varsa yenir yoksa yenmezdi<br />
çünkü.<br />
Bizim çizgi filmlerimiz çok<br />
güzeldi. Heidimiz, Şirinler’imiz,<br />
Teletapi’lerimiz, Şeker<br />
Kız Candy’lerimiz vardı. Bugs<br />
Bunny’e güler Tom ve Jerry<br />
ile eğlenirdik. Tasolar, pokemonlar,<br />
baybladerden sonra<br />
bozuldu bizim nesil. Hepimiz<br />
defalarca izler izler sıkılmazdık<br />
Keloğlan’dan, Hababam’dan.<br />
Yeşilçam filmlerinin saflığında<br />
çocuktuk biz çünkü. Meybuz<br />
yer boğazımızı şişirir, üstümüz<br />
başımız batana kadar girmezdik<br />
eve. Oklavaları, terlikleri<br />
vardı annelerimizin. Andımızı<br />
okuduğumuz için gocunmazdık<br />
mesela. Türküm ,doğru-<br />
yum, çalışkanım nidaları bize<br />
hoş gelirdi. Facebook üzerinden<br />
değildi arkadaşlıklarımız.<br />
Kan kardeşimiz vardı en<br />
basitinden. Ali’nin annesi benim<br />
karnımı doyururken ertesi<br />
hafta Ali gelir bizim evde yerdi<br />
yemeği. Aileler birbirine itimad<br />
ederdi o zamanlar. Biz küçükken<br />
her nesne ayrı bir güzeldi.<br />
Hayal mi hakikate, hakikat<br />
mi hayale galebe bilmem<br />
lakin hep çocukluk yıllarımın<br />
güzelliklerinin başka<br />
olduğunu tasavvur ederim.<br />
O saf ve kıymetli hatıraların<br />
levhaları hep kafamda<br />
dolaşır durur an be an.<br />
Şimdi devir teknoloji devri.<br />
“En fazla bir yıl sürer 20.<br />
asırlılarda ölüm acısı” derdi<br />
şair. 21. yüzyıllılarda siyah<br />
gözlük, takım elbise ve<br />
başı örten siyah bir yemeniden<br />
ibaret ölümler. Şimdi<br />
arkadaşlıklar Facebook’ta.<br />
Sokaklarda ekmek öpüp<br />
yukarı koyan çocukların telaşı<br />
yok. Kulağında kulaklık,<br />
elinde tablet, cep telefonu ile<br />
dolaşıyor şimdiki nesil. Sokakta<br />
macun satan amcalar yok.<br />
Oysa ne güzeldi o macunların<br />
tadı. Sahi nereye gitti o amcalar?<br />
Sokakta oyun oynamayıp<br />
sürekli test çözen, bilgisayar<br />
ve diğer elektronik aletlerle<br />
uğraşan arkadaşları bile reel<br />
olmayan nesil Ahmet Haşim’in<br />
tanımına uymaz mı sizce de?<br />
“Melali anlamayan nesle aşina<br />
değiliz.”<br />
B<br />
KAN<br />
GRUBU<br />
Faydalı olan yiyecekler<br />
(Aynı zamanda en emniyetli<br />
ilaçlar): Koyun, kuzu, keçi,<br />
hindi, tavşan ve yabani et, alabalık,<br />
sardalye, kırmızı levrek,<br />
mezgit, morina, havyar, bey<br />
balığı, taze yumurta,Yoğurt,<br />
doğal süt, beyaz peynir, kaşar<br />
peyniri, mozarella, koyun ve<br />
keçi sütü ve peyniri, Zeytinyağı<br />
ve ceviz<br />
İnci fasulye, yulaf ve çeşitleri,<br />
pirinç ve çeşitleri, doğal buğday<br />
ve çeşitleri, horozibiği, yulaf<br />
ve ürünleri<br />
Patlıcan, kereviz, kırmızı pancar,<br />
havuç, her çeşit lahana,<br />
karnıbahar, patates, her türlü<br />
biber, pul biber, karahindiba,<br />
maydanoz<br />
Erik, karpuz, muz, üzüm, incir,<br />
vişne, kiraz, frenküzümü.<br />
Körri, reyhan (fesleğen), yeşil<br />
çay<br />
Zararlı olan yiyecekler:<br />
Deniz hayvanları (kabuklu ve<br />
kabuksuz), tavuk ve kaz eti,<br />
Dondurma, sakız<br />
Her türlü mercimek, nohut, rafine<br />
olmuş sıvı yağlar (zeytin<br />
16<br />
Gürkan Bilgisu<br />
www.gurkanca.com<br />
17<br />
ve keten yağı hariç)<br />
Kavrulmuş ve bekletilmiş kuru<br />
yemiş, yer fıstığı, susam ve<br />
ürünleri, mısır ve ürünleri, çavdar<br />
ve ürünleri, karabuğday ve<br />
ürünleri<br />
Enginar, piyasadaki yeşil ve siyah<br />
zeytinler, domates salçası<br />
Aloe vera, Hindistan cevizi,<br />
Karabiber, beyaz biber, tarçın,<br />
Jelatin, glikoz, früktoz, mısır<br />
şurubu ve nişastası, tatlandırıcı,<br />
bayat yiyecekler, hazır<br />
yiyecek ve içecekler, mide ve<br />
bağırsaklarda gaz oluşturan<br />
her yiyecek.<br />
Yenebilenler:<br />
Her et (tavuk ve kaz hariç), tereyağı,<br />
ara sıra kaymak<br />
Barbunya, beyaz fasulye, yeşil<br />
fasulye, mantar, kabak<br />
Kestane, badem, keten tohumu,<br />
sinameki (yaprak olarak),<br />
kekik, kimyon, keçiboynuzu,<br />
nane, anason, çay, kahve, şeker,<br />
‘Zararlılar’a girmeyen her meyve<br />
ve sebze bal ve sirke<br />
Tedavi<br />
Sabah güneş doğmadan önce<br />
uykudan kalkın ve akşam güneşin<br />
batmasına 1–2 saat<br />
kala uykuya yatmayın! Bu<br />
saatlerde uyuyanların uyku,<br />
yorgunluk ve tembelliği çoğalır.<br />
Çünkü bu saatlerde vücut,<br />
sinir sisteminin dengeli olabilmesi<br />
için gerekli olan maddeyi<br />
üretiyor. Uykuda ise bu süreç<br />
yavaşlıyor. Bu durum psikolojik<br />
ve psişik rahatsızlıklara yol<br />
açıyor.<br />
Şekeri azaltın, tatlandırıcı ve<br />
hazır içecek ve yiyecekleri hiç<br />
kullanmayın! Buğday (tip 405–<br />
550, durra buğdayı), çavdar<br />
ve mısırdan uzak durun! Onlar<br />
sizi hafıza kaybına, konsantrasyon<br />
bozukluğuna ve şeker<br />
hastalığına sürükler.<br />
Süt ürünlerini balık ve et ile,<br />
fasulyeyi yoğurt ile yemeyin.<br />
Karışık et (salam, sucuk, sosis<br />
gibi) yemeyin. Hazım bozulmasına,<br />
zehirli kalıntıların<br />
oluşmasına, cilt hastalıklarına<br />
ve sara krizlerine malzeme<br />
vermeye ve karaciğer hastalıklarının<br />
başlamasına yol açar!<br />
Hemen hemen tüm “doğal” denilen<br />
vitaminler genetik mısır<br />
ve genetiği değiştirilmiş diğer<br />
ürünlerden elde edilir. Dikkatli<br />
olun!<br />
Kevser Aparı<br />
www.psikolokum.blogspot.com
Evet<br />
sayın okuyucularım, bir amme<br />
hizmeti ile tekrar karşınızdayım.<br />
Yemedim, içmedim ve<br />
bunları araştırdım. Evlilik hakkında<br />
yaş problemi olanlar bir<br />
dinlesinler beni. Erken mi, geç<br />
mi? korkusunu bir yana bırakın.<br />
Dinleyin!<br />
Soruşturdum. Öncelikle hedef<br />
kitlemden bahsedeyim sizlere.<br />
Hedef kitlem; evlenmemiş ya<br />
da kısa bir süre önce evlenmiş<br />
gençlerden oluşmakta. Yani<br />
18-32 yaş arasından bahsediyorum.<br />
Aslında günümüzde<br />
gençlik 35 yaşa kadar gidiyor.<br />
Fakat benim soruşturduğum<br />
yaş sınırlaması bu. 50 kişiye<br />
sorduk, bir sürü cevap aldık.<br />
Fakat enteresan olanları paylaşayım<br />
dedim.<br />
Kadınlar için;<br />
18-21 yaş arası diyen çıkmadı<br />
sayın okuyucu. Nasıl bir arkadaş<br />
ortamım var tahmin ettiniz<br />
bunun üzerine tabi ki. Bana<br />
sorarsanız kadın için ideal yaş<br />
işte tam da bu.! Sonrası zorluk<br />
ve sıkıntı. Bi’sürü kriterden<br />
oluşuyor. Lise bitip üniversiteyi<br />
kazanamadıysanız (ki artık<br />
bunun için gerizekalı bile olmanıza<br />
gerek yok) kesinlikle<br />
evlenmelisiniz. Yok üniversiteyi<br />
bitireyim diyorsanız da biter<br />
bitmez.<br />
Evlilik yaşı nedir?<br />
23-26 yaş arası diyenler erkek<br />
çoğunluktu. Şaşırtmadı beni.<br />
Onlara göre tam bir olgunlaşma<br />
ve evi geçindirecek hatun<br />
tipi. Fazlaca gözü açılmamış,<br />
ayrıntılara takılmayacak; hatta<br />
mümkünse iş hayatına atılmamış<br />
hatunlardan oluşuyor bu<br />
tipler. Kızlardan ise bu aralığı<br />
tercih edenler henüz o aralıkta<br />
ikamet edip evlenmemiş olan<br />
kızcağızlar. Muhtemelen düşündükleri<br />
biri var veya ciddi<br />
ciddi evlenmeyi düşünüyorlar.<br />
27-31 arası diyen insanlar ise;<br />
artık yapacak bi’şeyi kalmamış,<br />
bari evleneyim de onu<br />
da deneyim demesini olağan<br />
gören şahıslar. Bu hatunlar<br />
yemek yapmasını bilirler, evi<br />
çekip çevirirler fakat ailelerine<br />
çok düşkün olurlar. Hamarat<br />
olan kızcağızlarımız, çalışmış<br />
hanımlarsa hele, çokça paraları<br />
olur. Çokça olmasa bile<br />
paradan iyi anlarlar. Nasıl kazanıldığından<br />
en azından.<br />
Erkekler için;<br />
18-22 yaş arası söyleyen çıkmadı.<br />
İyi ki de çıkmadı, ağzını<br />
burnunu dağıtırdım. Çocuk onlar<br />
daha. Ufaklar. He evlenen<br />
yok mu? Var elbet. Yine de<br />
çok erken bence. Yüksek ihtimalle<br />
üniversiteyi okumamış,<br />
askerlik sonrası evlendirilen<br />
veya üniversite sonrası askere<br />
gitmeden evlenen ve kör kütük<br />
aşık olan şahıslardır kendileri.<br />
23-27 yaş arası erkeklerimiz<br />
aşık olup evlenirler genelde.<br />
Hayallerindeki hatunu ya görmüşlerdir<br />
ya da ailelerinden bir<br />
tanesi görücü usulü ile “Oğlum<br />
sana biz şu kızı yakıştırdık bi<br />
gör bakalım beğencen mi?”<br />
demişlerdir. O da beğenmiştir<br />
de evlenmiştir. Bu durumu<br />
savunan insanlar ise çoğunlukla<br />
sağlamcı ve hayalperest<br />
insanlar. Evlenmemiş kızların<br />
verdiği bu cevaba, evlenip 28<br />
yaş üstü olan erkekler de dahil<br />
oluyor işin enteresan kısmı.<br />
Sanırım onlar da keşke evlenseydim<br />
modunda.<br />
28-32 yaş arasını düşünenler<br />
ise o yaş aralığında olan;<br />
işini eline almış, evini tutmuş,<br />
arabası altında olan şahıslar.<br />
Aynı yaş grubu kadınlarımız<br />
gibi “evleneyim de çoluğa çocuğa<br />
karışayım artık” bıkkınlığı<br />
içersindeler. Birini beğenmeye<br />
görsünler; direkt evlenirler.<br />
Zira onlar için kaybedilecek<br />
zaman; kumsalda iğne aramak<br />
kadar can sıkıcıdır.<br />
Eşler arası yaş ise;<br />
1-2 yaş diyen oldu, 10 yaş diyen<br />
de. Fakat erkek ile kadın<br />
arasındaki yaş farkının asla<br />
kadın büyük olacak şekilde<br />
tasarlanmayışı dikkat çekiciydi.<br />
2 yaş olmalı diyene “Kadın<br />
mı?” diye sorduğumda “Aaa<br />
ne münasebet, tabi ki erkek?!”<br />
diye tersleyici cevaplar aldım.<br />
Zira kadın erken olgunlaşan<br />
bir meyve iken, erkek geç olgunlaşan<br />
odun modunda top-<br />
lumda. İnsanlar ne yapsın?<br />
Doğal olarak erkek kadından<br />
büyük olmalı. Hemde 10 yaşa<br />
kadar yolu var. Daha fazlasını<br />
kimse kaldırmıyor. Daha fazlası<br />
para için yapılan resmi evrak<br />
modunda. Parası için kendini<br />
harcayan 18’lik aptal kızlar düşüncesi<br />
de mevcut.<br />
“Bu okuduklarınız tamamıyla<br />
18 19<br />
etrafımdan duyduğum ve konuşmalarım<br />
ve gözlemlerim<br />
sonucu oluşturulan düşüncelerdir.<br />
Şahsi düşüncemi söyleyim.<br />
24 yaşındayım, evli<br />
değilim fakat yazımda da bahsettiğim<br />
üzere kız için 18-22<br />
erkek içinse 25-30 yaş arası<br />
ideal yaş ortalaması. Yani bu<br />
benim şahsi fikrim. Böyle bir<br />
yazıyı da neden yazdım? Mu-<br />
habbeti çok oldu da ondan.<br />
Kızların evde kalma yaşı ise<br />
23 günümüzde. Erkeklerinse<br />
26’ydı sanırım. Bu da kulağınıza<br />
küpe olsun. Ve hayatınızı<br />
sonsuza kadar mutlu ve mesut<br />
yaşayacağınız, yaş komplekslerinin<br />
olmayacağı, yalnızca<br />
bu taraflı değil diğer taraflı da<br />
mükemmel evliliklere sahip olmanız<br />
dileğiyle. Amin!”<br />
büşra bayram<br />
hayalmeyalbuschra.blogspot.com
20 21
sü bol bir mecra. Bir sürü sebebi<br />
olabilir bunun. Durun,<br />
izlenimlerimden bahsedeyim<br />
de görün. Sonra ağlanacak<br />
halimize hep beraber gülelim.<br />
Başta ben olmak üzere sosyal<br />
medyayı etkin kullanan<br />
hepimiz yaptığımız hareketleri<br />
suratımıza vuralım da görelim<br />
günümüzü. Hayde!<br />
Günümüzde evlilikler sosyal<br />
medya için yapılır oldu. Özellikle<br />
hayatımda var olan bazı<br />
insanların sırf fotoğraf paylaşmak<br />
için evlendiğine inanıyorum.<br />
Zira çekilen 150 fotoğrafın<br />
hepsinin de paylaşılmasının<br />
başka amacı yoktur heralde?<br />
Tamam anladık, evlisin, mutlusun<br />
falan. Ne gerek var abicim<br />
boy boy, post post, endam<br />
endam afiş etmene!? Senin<br />
22 23<br />
Sosyal medya kullanıyorum, çünkü..<br />
karın mankendi de biz mi fark<br />
edemedik? Hiç mi kıskançlık<br />
duygusu yoktur sende? Gelsin<br />
elalemin adamı beğensin diye<br />
mi ekliyorsun karını, kızını, kocanı?!<br />
Ya da geçelim bunu. Bazı insanlar<br />
da çocuklarını bu yüzden<br />
doğuruyor. Yani sosyal<br />
medyada paylaşabilmek için.<br />
Artık çocukları ana rahmine<br />
düştüğü an görüyoruz biz de.<br />
Facebook sağolsun. Tüm hamile<br />
kadınlar ya “hamileyim,<br />
yehu” durum güncellemesi<br />
yapıyor, ya da çocuğunun rahimdeki<br />
fotoğrafını paylaşıyor.<br />
He, biz de gidip beğeniyoruz o<br />
simsiyah fotoyu. Nedir mantığı<br />
çözemedim. “Ohh tıpkı babası”<br />
diye yazmamak için kendimi<br />
zor tutuyorum tabi. “Ne güzel<br />
yapmışsınız öyle, yüreğinize<br />
sağlık” falan. Nerde o padişah<br />
eşleri? Hamile kaldıklarında<br />
kat kat giyinip karınlarını gizleyen<br />
hatunlar? Hayır! Utanacak<br />
bi’şey değil bu? Ama afişe<br />
edilecek bi’şey hiç değil! Hayde<br />
çocuğunun ilk adımlarını<br />
paylaştın. Sonrasına ne gerek<br />
var? “Bakın altına yaptı”dan<br />
tutun da bez değişimi ayrıntılarına<br />
kadar gözümüzün önünde<br />
gerçekleşiyor ufaklığın yaptıkları.<br />
Misal, ben x kişisinin çocuğunun<br />
kahvaltı saatlerini,<br />
oyuncaklarını, ne zaman tuvalete<br />
çıktığını falan biliyorum.<br />
Geçen ishal bile oldu.<br />
Bir de sevgililerimiz var ki akıllara<br />
zarar. Sırf “in a relationship<br />
with” yapabilmek adına<br />
kurulan o ilişkilerden bahse-
loglifetr<br />
diyorum. Durumlar değiştirilir.<br />
Profil fotoğrafları beraber çekilmiş<br />
fotoğraflar olur ya hani?<br />
Heh, biliyorsun sen onları. Her<br />
adımlarını fotoğraflarlar. Diz<br />
dize, burun buruna fotoğraflarını<br />
görmekten tam gına gelmiştir<br />
ki birden durum değişir.<br />
Ayrılırlar anlayacağın. Kimse<br />
üzülmez. Çok yakıştırdığım<br />
çiftler adına üzülür, sonra “Kızım<br />
kafayı mı yedin” diye sorarım<br />
kendime. Zira 2 hafta geçmez<br />
ki, o kişi başkasıyla zaten<br />
ilişkiye başlamıştır. Değmez<br />
yani sayın izleyici. Zira sosyal<br />
medya bu; biri gider, diğeri zaten<br />
gelir.<br />
Yediğimiz yemekleri paylaşmak<br />
için ideal ortamdır. Özellikle<br />
ben değişik bi’şey yemeye<br />
göreyim. Hemen paylaşırım.<br />
“Siz de gidin” modundayımdır<br />
genelde. “Aaa bizi de götürsene<br />
orayaaa” triplerini yedikten<br />
sonra bin pişman olurum elbet.<br />
Bunu halamın veya amcamın<br />
söylemesi hiç güzel olmaz el-<br />
bet. Neyse, mevzu o değil. Bir<br />
de sırf fotoğrafını paylaşmak<br />
için yiyenler vardır ki onlar da<br />
ayrı dünyada yaşarlar. Bakarsın<br />
albümlere, sadece yemek!<br />
Sanırsın ülkenin gurmesi. Aslında<br />
bilmiyoruz fakat paralel<br />
evrende bir televizyon kanalında<br />
sunuculuk falan yapıyor. O<br />
yemekleri tatmak işi adamın.<br />
Lütfen ama.. “Mmm çok da güzeldi,<br />
ağzınıza layık”tan öteye<br />
gitmez yorumları güzel gurmemin.<br />
Güzel yerlerin fotoğrafını paylaşmak<br />
için de kullanılır. Bu konuda<br />
Allah İnstagram’dan razı<br />
olsun. O olmasa napardık biz?<br />
Yıllardır görmekten bıkmadığımız<br />
boğazın milyonlarca açısından<br />
fotoğrafını göremezdik<br />
misal. Sonracıma bir kapı, bir<br />
kalabalık, bir Taksim tramvayı<br />
falan.. Onlar olmasaydı napardık<br />
biz? Bu paylaşma tutkusu<br />
nasıl bir hastalıktır arkadaş?<br />
Hele şu sokakların fotoğraflarını<br />
en çok paylaşan insan ola-<br />
24<br />
rak en çok da kendimi kınıyorum.<br />
Özellikle Twitter’da falan.<br />
Takipçi heyecanla açıyor belki<br />
Büşra’yı görürüm diye. Aaa bir<br />
de bakıyor ki; manzara. Nasıl<br />
bir yıkım? Nasıl bir döküm?<br />
Tabi aynı şey benim için de<br />
geçerli. “x bir foto paylaştı”<br />
diye link atmaz mı bi’de?<br />
En kötüsü de gittiğiniz yerleri<br />
paylaşmak için kullanmanız.<br />
Foursquare ve yer bildirimi yapan<br />
diğer mecralar bizi bizden<br />
aldı. Artık adımımızı da paylaşıyoruz.<br />
“Sinemadayım” “Tiyatrodayım”<br />
“İstiklaldeyim” “Lalezardayım”<br />
“Ağa kapısındayım”<br />
“Eyüp Camiindeyim” gibi şeyleri<br />
paylaşıyoruz ya hani? Artık<br />
nerdeyiz, herkes biliyor. Eskiden<br />
ne güzel amcam bilmezdi<br />
nerde olduğumu. Amerika’daki<br />
kuzenimle yazdan yaza görüşürdük<br />
ne güzel. Ama şimdi?<br />
O Amerika’nın hangi deliğinde<br />
biliyorum, O da benim nerde<br />
olduğumu. 3 gün check-in yapmasak<br />
mezarlık check-in lerin-<br />
den aranacak duruma geldik.<br />
O derece bağımlısıyız. Hele<br />
ki annemin nerede olduğumu<br />
telefonla açıp öğrenmek yerine<br />
twitter’dan öğrendiğini de<br />
varsayarsak; bu sosyal medya<br />
aile ilişkilerimizin de içine etmiş<br />
durumda.!<br />
Haberleşme amaçlı da kullanılır.<br />
Hiç olmadık yerde bir<br />
durum paylaşırsın. Sonra başkası<br />
atlar, o atlar, bu atlar derken;<br />
başkaları hakkında bi’çok<br />
bilgiye dahil olursun. Sonra<br />
“Hayde şuraya gidelim, ne zamandır<br />
görüşemedik” tarzında<br />
yazışmaların ardından toplu<br />
bir mesaja alınırsın. Aaa bir<br />
de bakmışsın hafta sonu uzun<br />
zamandır görüşemediğin arkadaşlarınla<br />
berabersin. Sanırım<br />
en güzel yanı bu. Hee bir de<br />
kim kiminle evlenmiş, kim kime<br />
asılıyormuş, kim aslında neymiş<br />
onları da öğrenirsin. Sen<br />
beğendin birinin durumunu, o<br />
hiç seni beğenmemiş ve buna<br />
devam ediyorsa bu arkadaşlığınıza<br />
ciddi anlamda zarar<br />
verir. Twitter’da takipçisi olduğunuz<br />
dostunuz, takibinizden<br />
çıktıysa bir daha onunla görüşmezsiniz.<br />
Zira sosyal medya<br />
arkadaşlığın pekiştiği, aynı<br />
zamanda koptuğu da yerdir.<br />
25<br />
Birbirine asılma gibi durumlar<br />
için de kullanılır. Sonra insanların<br />
farklı yüzlerini görmek<br />
için de kullanılır. Beleş biletler,<br />
ucuzluklar için de kullanılır.<br />
Aslında daha bir çok amaç<br />
uğrunda heba edilebilir. Fakat<br />
daha da yazarsam sen okumazsın<br />
sayın izleyici. Uzun yazıp<br />
seni de sıkmayayım. Kendine<br />
iyi davran. Varsa eklemek<br />
istediğin bi’şey; sana bir yorum<br />
kadar uzaktayım. Kendine iyi<br />
bak ve unutma ki; yazdıklarımın<br />
bi’çoğunu ben de yapıyorum.<br />
Yorumlarını ona göre yap<br />
yani ;)<br />
Büşra Bayram<br />
hayalmeyalbuschra.blogspot.com
26<br />
Dünyaca Ünlü Vichy’nin Blogla Hesaplaşması<br />
Fransız ürünü L’Oreal’in bir kanadı<br />
olan Vichy’nin yaşlanma<br />
karşıtı ürününü piyasaya sürmek<br />
için blog üzerinden pazarlamasına<br />
karar verir. Blogunda<br />
kullanmak üzere Claire adlı<br />
hayali yazar karakterini devreye<br />
sokar. İşte tümde aksilikler<br />
burada başlar. Blogculuk<br />
marka ile tüketiciler arasında<br />
kullanılan samimi ve şeffaf dijital<br />
halkla ilişkiler mecrasıdır.<br />
Böyle bir ortamın içine yüzünde<br />
tek bir kırışıklık olmayan ve<br />
üniversite edasında olan Claire<br />
adında karakter sokulunca<br />
takipçilerin tepkisi de geç kalmadı.<br />
Üstelik kullanılan dilde<br />
kalıplaşmış Vichy dilleri idi.<br />
Blogculuğa aykırı blog kültürüne<br />
zıt düşen eylemler sonucunda<br />
takipçileri tarafından büyük<br />
bir oranda olumsuz yorumlara<br />
mağruz kaldı. Bu da marka için<br />
acı kayıp haline geldi. Bununla<br />
birlikte sevilen Fransız gazetelerinde<br />
de Vichy’e dair ağır<br />
darbeler vuruldu.<br />
Yeni bir danışmanlık şirketi ile<br />
yeniden blog açan marka ilk iş<br />
olarak özür dilemekle başladı.<br />
Sonra müşterilerini dinleyerek<br />
hareket edeceğini duyurdu.<br />
Eskisinden daha farklı olan<br />
blog sitesi yerine ulaşılabilir<br />
olmayı tercih etti hatta bunun<br />
için sitede yazı yayımlayan<br />
bloggerların resimleri dahi vardı.<br />
Böylelikle ulaşılabilir olmayı<br />
tercih ederek müşterileriyle<br />
sıcak iletişim kurmayı başarabildi.<br />
Bu sefer önceki oranla<br />
alınan yorumlar daha destekleyici<br />
ve yapıcı olmaya başladı.<br />
Yine yaşlanma karşıtı pazarlama<br />
düşüncesi devam ediyordu<br />
bunun için de seçilen 5 kadın<br />
27<br />
blogger tedavi programına<br />
alındı. Kimsenin etkisi altında<br />
kalmadan istedikleri gibi yayın<br />
yapan 5 kadın blogger ürünü<br />
çok sevdiler. Blogcuların samimileştirdiği<br />
blog için Vichy’ye<br />
övgüler yağdı. Böylelikle müşteri<br />
beklentilerini daha iyi anlayabilme<br />
kabiliyetine kavuşan<br />
marka, “krem güneşten koruma<br />
amacıyla da kullanabilir<br />
miydi?” gibi sorulara cevap<br />
verilmesi ile satışın önündeki<br />
çeşitli engelleri de kaldırabilmiştir.<br />
Vichy’nin çıkardığı ders; Eğer<br />
yanlış blogculuk yapıyorsanız<br />
, bloglar dünyası doğrusunu<br />
gösterecektir ve eğer okuyucunun<br />
dediklerine kulak verirseniz<br />
blogunuz muhtemelen<br />
amacına ulaşacaktır.<br />
Sizce ?<br />
bloglifetr<br />
BERAT BALKI<br />
beratbalki.com
OYUNDER ile tanışmam<br />
GDT<br />
(Game Developers<br />
Turkey)<br />
grubu üzerinden<br />
gelen bir etkinlik davetiyle oldu.<br />
Daha önce oyun sektöründe yer<br />
aldığım için üyesi olduğum bu<br />
topluluk oyun sektörü için son<br />
derece yararlı çalışmalara imza<br />
attığından gelen davetleri daima<br />
gözden geçirir ve elimden geldiğince<br />
katılırım. Dolayısıyla,<br />
bir Cumartesi günü, Bahçeşehir<br />
Üniversitesi'nde BUG (Bahçeşehir<br />
University Game Lab) işbirliğiyle<br />
yapılan tanıtım toplantısına<br />
OYUN ŞURUBU: OYUNDER<br />
nasıl ve ne gibi bir vizyonla<br />
kuruldu?<br />
TANSU KENDİRLİ: Oyunder<br />
Türkiye’de oyun sektörüne<br />
destek vermek, Türkiye oyun<br />
endüstrisini yüksek katma değer<br />
yaratan bir yapıya getirmek<br />
için kuruldu.<br />
Toplumumuzun oyun konusuna<br />
bakışını güncelleştirmeyi<br />
bu konuda sahip olduğu bilgi<br />
düzeyini yükseltmeyi de hedefliyoruz.<br />
Bu endüstride çalışan<br />
veya kariyer yapmak isteyen<br />
insan kaynağının yetkinlik<br />
düzeyini ve sektörün üretim<br />
kapasitesini arttırmaya yönelik<br />
çalışmalara varana kadar<br />
her alanı kapsayan bir destek<br />
olacak. Bu sektörün liderliğini<br />
katılmak ve neymiş ne değilmiş<br />
bakalım şu oyun derneği öğrenmek<br />
için yollara düştük.<br />
Açıkçası beklentilerimin çok üzerinde<br />
ve yapıcı bir oluşumun kurulmaya<br />
başladığını öğrendiğim<br />
için son derece memnun oldum.<br />
Organizasyonun yüzü Tansu<br />
Kendirli'yi dinledikçe memnuniyetim<br />
katlandı, tanıştığımda<br />
memnuniyet üçe beşe katlanıyor<br />
derken içim içime sığmaz oldu.<br />
Bu iş böyle olmaz bu faydalı oluşumdan<br />
sadece oyun sektörünün<br />
değil herkesin haberi olmalı,<br />
haydi bir röportaj yapalım diye<br />
yakasına yapıştım kendisinin. Sa-<br />
yapan ülkelerdeki standartlara<br />
ulaşmayı istiyoruz.<br />
Bunun da ötesinde onları geçmeyi<br />
hedefleyen bir vizyonumuz<br />
var. Neden Türkiye<br />
dünyanın en önemli oyun üreticilerinden<br />
biri olmasın? Neden<br />
bu alanda en çok gelir elde<br />
edebilen ülkelerden birisi de<br />
biz olmayalım?<br />
İnsanımız çok zeki ve yetenekli.<br />
Motivasyonu ve bilinç düzeyini<br />
sağlayacağımız bilgi birikimi,<br />
deneyim ve oluşturmasına öncelik<br />
edeceğimiz desteklerle<br />
arttırabilirsek bunun olmaması<br />
için OYUNDER olarak biz bir<br />
engel göremiyoruz.<br />
Eğitimden pazarlamaya, yatırımdan<br />
maliyetlerin düşürülmesine<br />
ve deneysel oyun<br />
araştırmalarına, etkinliklerden<br />
28<br />
RÖPORTAJI<br />
ğolsun o da son derece yoğun bir<br />
programı olmasına rağmen (ya<br />
da ben yakasından düşeyim artık<br />
diye) aşağıdaki içten röportaj için<br />
vakit ayırdı. Sivil toplum kuruluşları<br />
dendiğinde ciddi bir geçmişi<br />
olan ve mobil uygulamaları ile<br />
ödüller alan Kendirli, T Arge İletişim<br />
firmasının sahibi ve “Minidahi”<br />
markasının yaratıcısı aynı<br />
zamanda.<br />
İyisi mi ben artık düşük çenemi<br />
toplayıp bir kenara çekileyim<br />
de OYUNDER'i siz Tansu beyin<br />
kendisinden dinleyin.<br />
konferans ve seminerlere kadar<br />
uzanan bir faaliyet alanımız<br />
olacak. Ancak temel önceliğimiz<br />
Türkiye’de “Oyun ekosistemini”<br />
geliştirmek. Birbirinden<br />
ayrı olan yapıları birleştirmek.<br />
İnsanlar, ekipler, üniversiteler,<br />
özel sektör, yatırımcılar, yapımcılar,<br />
yayıncılar, fikri mülkiyet<br />
kavramının hukuki boyutu<br />
ve kamu açısından koşulları<br />
daha iyi hale getirebilmeliyiz.<br />
“ Oyun bizlerde<br />
yarattığı etkiden<br />
bağımsız olarak<br />
değerlendirildiğinde<br />
son derece “ciddi”<br />
bir iştir. ”<br />
O.Ş.: Sizce Türk dijital oyun sektörünün<br />
belli başlı sorunları neler<br />
ve OYUNDER’in bu sorunların<br />
düzelmesine ne gibi katkıları<br />
olacak?<br />
T.K.: Başlıca sorunumuz “oyun”<br />
kavramını ve doğal olarak buna<br />
bağlı oyun sektörünün temel niteliğini<br />
tam anlamamış olmaktı.<br />
Bu bir ölçüde “oyun” kelimesinin<br />
insanımızın zihninde yarattığı<br />
etkiden olabilir. Sanırım bu kelime<br />
pek çoğumuzun zihinlerinde<br />
bir şekilde ciddiyetle aynı safta<br />
yer almayan bir kategoride. Oyun<br />
yalnızca eğlencelik bir şey değildir.<br />
Oyun sadece vakit geçirmek<br />
de değildir. Elbette “Ben o açıdan<br />
bakmak istiyorum.” diyerek bakış<br />
açınızı bu şekilde sınırlı da tutabilirsiniz<br />
ancak oyun bizlerde<br />
yarattığı etkiden bağımsız olarak<br />
değerlendirildiğinde son derece<br />
“ciddi” bir iştir. Oyuncu oyunu<br />
oynarken de son derece yüksek<br />
bir motivasyon ve odaklanma<br />
düzeyi ile hareket eder. Elbette<br />
oyuncu olmanın ne kadar ciddi<br />
olursanız olun eğlenceli olma<br />
gibi bir yanı ve zorunluluğu da<br />
var, bu yadsınamaz.<br />
Ciddiyet oranını oyunun bir iş<br />
“business” olarak şu anda eğlence<br />
sektöründe ulaştığı nokta ve<br />
yarattığı ekonomik değer açısından<br />
da görebilirsiniz. Bu bağlamda<br />
oyun, yalnızca kişisel açıdan<br />
değil sektörel açıdan baktığınızda<br />
da oldukça ciddi bir iştir. Son<br />
zamanlarda bu ciddiyet eğitimde<br />
oyunsulaştırmaya yönelik çalışmalarla<br />
gündemde gittikçe daha<br />
da fazla yer işgal ediyor. Tubitak<br />
bu konuda destek programları<br />
açıklıyor. Milli Eğitim Bakanlığı<br />
konuya eğiliyor ve ciddi çalışmalar<br />
yapıyor. Çünkü hemen her<br />
kesim eğitimde oyunun sağlayabildiği<br />
bir psikolojik duruma<br />
fena halde muhtaç. “ODAKLAN-<br />
MIŞ OLMAK”<br />
Ülkemizin sorunlarından bir diğeri<br />
ise bu ekosistemi oluşturan<br />
parçaların birbirinden ayrı kalması<br />
ve bir bütün olarak değerlendirilmemesiydi.<br />
Elbette biz<br />
bu yaklaşımı çok sığ buluyoruz.<br />
Zaten modern anlamda bir oyun<br />
endüstrisinden söz edemiyorsak<br />
sebebi bir ölçüde bu. Birbirinden<br />
ayrı olan bu ekosistem unsurları-<br />
29<br />
bloglifetr<br />
nı nitelikli ve ortak çalışma yapabilecek<br />
çerçevede bir araya getireceğiz.<br />
Bu Oyunder olarak Türk<br />
oyun ekosistemine yapabileceğimiz<br />
en büyük katkı olacaktır. Nitekim<br />
Oyunder olarak zaten bu<br />
tespitten yola çıkarak kendimizi<br />
tanımladık.<br />
Sektör dışında kalan insanlar<br />
veya genelde pro-gamer olmayan<br />
son kullanıcılar yani “oyuncular”<br />
için oyun bir programlama uzmanı<br />
tarafından yapılabilecek bir<br />
şeydir. Özetle bir çok kişi OYUN<br />
kavramının ne kadar sofistike ve<br />
ne kadar nitelikli uzmanlık gerektiren<br />
“multi-disipliner” bir iş<br />
alanı olduğunu çok fazla bilmiyor.<br />
Bunu değiştirmeliyiz. Elbette<br />
bu noktada kafamızdakilerin<br />
hepsini saymamız mümkün değil<br />
ama neler yapabileceğimizi çok<br />
iyi biliyoruz.<br />
Önümüzdeki dönemde işimiz<br />
oyun sektörünün daha hızlı biçimde<br />
gelişmesine yardımcı olmak<br />
aynı zamanda gelişimine<br />
öncülük edeceğimiz bu yapının<br />
güçlenmesini ve sürdürülebilirliğini<br />
sağlamak olacak.
O.Ş.: Sadece sorunlardan bahsetmekle<br />
kalmayalım. Sektörde<br />
başarılı bulduğunuz projeler<br />
veya stüdyolar var mı?<br />
T.K.: Başarı kavramı inanılmaz<br />
göreceli bir kavram. Başarıdan<br />
neyi anlıyoruz bunu doğru tarif<br />
etmeliyiz. Oyunder’in bakış açısı<br />
net. Türkiye oyun sektörünü temsil<br />
edilen firmaların oluşturacağı<br />
orjinal iş fikirleri (fikri mülkiyet)<br />
ile dünya genelinde elde edecekleri<br />
yaygınlık, oynanma oranı ve<br />
buna bağlı gelirle tarif edecek.<br />
Biz kendimizi sadece yerel faaliyetler<br />
yürütecek bir organizasyon<br />
olarak görmüyoruz. Bilakis, Türk<br />
oyun sektörünü küresel çapta bir<br />
noktaya taşımak için kurulmuş,<br />
uluslararası hedefleri olan sivil<br />
bir toplum kuruluşuyuz. Oyun<br />
geliştiricilerimizin de pek çoğu<br />
bizim gibi düşünüyor. Dolayısıyla<br />
bu sorunuzu bir kaç stüdyo<br />
ismi vererek cevaplamak yerine<br />
bunları belirtmenin doğru olacağına<br />
inanıyorum<br />
Elbette elde ettikleri cirolar açısından<br />
bakarsanız Türkiye’de<br />
başarılı olarak adlandırabilece-<br />
30 31<br />
ğiniz firmalar var. Platformlarında<br />
bulunan online oyuncu sayısı<br />
açısından değerlendirme yaparsanız<br />
da farklı bir açıdan başarılı<br />
bulabileceğiniz yine pek çok firma<br />
bulabilirsiniz. Ancak yaratabildiğimiz<br />
orjinal IP (intellectual<br />
property) açısından bakacak<br />
olursak, Oyunder’in başarıdan<br />
anladığı şeyin bu sektörde maksimum<br />
seviyede katma değer yaratacak<br />
Orjinal IP sayısı ve buna<br />
bağlı ekonomik getiri olduğunu<br />
söyleyebiliriz.<br />
Bir başka açıdan başarı da dünyada<br />
oyun dendiğinde henüz hiç<br />
ortaya konmamış “deneyim tasarımlarını”<br />
ortaya koyabilirsek<br />
olacaktır. Biz meseleye bu açılardan<br />
bakıyoruz.<br />
O.Ş.: OYUNDER olarak bu sektöre<br />
adım atmak isteyen ama ne<br />
yapacağını, nerden başlayacağını<br />
bilmeyen gençlere de kapınız<br />
açık mı? Eğer açıksa onlara ne<br />
gibi fırsatlar sunacaksınız?<br />
T.K.: Elbette açık. Ancak bence<br />
bu alanda çalışmak isteyen pek<br />
çok genç arkadaşımız zaten ne<br />
yapmak istediğini gayet iyi bili-<br />
yor. Hangi alt alanda uzmanlaşmak<br />
isterlerse içimizde onlara yol<br />
gösterecek olan arkadaşlarımız<br />
var. Bunların sayısı her gün artacak.<br />
Yoksa da buluruz emin olun.<br />
Bize doğrudan başvurabilirler<br />
info@oyunder.org adlı e-posta<br />
adresimize bu konuda bir çok<br />
mail alıyor ve arkadaşlarımızı elimizden<br />
geldiğince doğru biçimde<br />
yönlendiriyoruz. Yine de mail<br />
göndermeden önce bizim yayınlanmaya<br />
başlayan sohbetlerimizi<br />
Oyunder Facebook sayfamızdan<br />
ve yakında sitemizin bloğundan<br />
incelemeleri çok yararlı olacaktır.<br />
Türk oyun<br />
sektörünü<br />
küresel çapta bir<br />
noktaya taşımak<br />
için kurulmuş,<br />
uluslararası<br />
hedefleri olan<br />
sivil bir toplum<br />
kuruluşuyuz.
loglifetr<br />
Yine youtube ve slide share gibi<br />
kanallardan sunumlarımızı incelemeleri<br />
de çok faydalı olur.<br />
Belki de sorularının bazıları temasa<br />
geçmeden önce cevaplanmış<br />
olacaktır. Çünkü o sunum ve<br />
sohbetlere göz atarlar ise bizim<br />
“Oyun sektörü” dendiğimizde<br />
neden bahsettiğimizi daha rahat<br />
görebilecekler. Oyun sektörü<br />
dediğimizde bunu sadece kod<br />
yazmak olarak algılamaları veya<br />
sadece tasarım yönüyle ele almaları<br />
eksik bir algı olur. Biz oyun<br />
üretimi ekosistemini oluşturan<br />
tüm uzmanlık alanlarını bu çatı<br />
altında ortak çalışma kültüründe<br />
birleştirmeye çalışacağız. Hukuk,<br />
pazarlama, ses mühendisliği,<br />
bestecilik, dijital oyun senaristliği<br />
gibi başka pek çok alanda buna<br />
dahil. Hatta adını burada şimdi<br />
sayamadığımız başka pek çok<br />
alan daha var.<br />
Bir ülkede, şirkette veya küçük<br />
işletmede, kamuda kısacası neredeyse<br />
her alanda elde edilebilecek<br />
başarıların en üst sınırı<br />
o alanda iş yapan veya yapmayı<br />
düşünen insanların oluşturduğu<br />
topluluğun bilgi seviyesi, iş kalitesi<br />
ve motivasyonu ile doğru<br />
orantılı. Yani motivasyonu ve yeteneği<br />
olmayan bir insan kaynağı<br />
ile bir önceki sorunuzda tarif<br />
ettiğim başarı düzeyine ulaşmak<br />
mümkün değildir. Bu nedenle<br />
yetenekli olduğuna inanan veya<br />
yüksek motivasyonu sahip olan,<br />
yeteneğini kendisini bu alana<br />
adayarak geliştirmek isteyen tüm<br />
gençlere kapımız açık. Hatta ileride<br />
onları hayalini kurdukları<br />
iş ortamlarına dahil edebilmeyi<br />
ve onların bizim etkinliklerimiz<br />
aracılığı ile belirli bir oryantasyon<br />
sürecinin ardından buralarda<br />
staj ve çalışma imkanlarına<br />
sahip olmalarını istemekteyiz.<br />
Zaten oyun endüstrisinde bu atılımı<br />
yapabilmek için bu yetenekli<br />
gençlere ihtiyacımız olacak. Bu<br />
tam anlamıyla bir kazan-kazan<br />
ilişkisi olabilir. Biz onlara bu fırsatları<br />
sunmaya çalışacağız. Yine<br />
kendi başına oyun geliştiren<br />
ekiplere uzmanlardan deneyim<br />
aktarılmasını amaçlıyoruz.<br />
O.Ş.: Geçtiğimiz yıl kurulan TÜ-<br />
DOF ile ilgili düşünceleriniz neler?<br />
T.K.: TÜDOF çok önemli bir<br />
eksiği kapatan bir kuruluş. Bir<br />
öncü. Elektronik sporlar tüm<br />
dünyada bu tip yapılara ihtiyaç<br />
duyuyor. İlgilendikleri ana alanlar<br />
olan kategorizasyon ve sporcu<br />
(oyuncu) lisanslaması konuları<br />
da gerçekten önemli. Bizce bu<br />
alanda TÜDOF tarafından ortaya<br />
konacak işler önemli değer<br />
teşkil edecek. Mevlüt Bey (abi)<br />
ile yeni bir araya gelme fırsatımız<br />
oldu. Onların da bizimle ilgili<br />
düşüncelerinin çok olumlu<br />
olduğunu söyleyebilirim. Zaten<br />
ekosistem dediğimizde biz tam<br />
da bunu yani tüm tarafları anlıyoruz.<br />
Kendisi bizi Federasyon<br />
komitelerinde yer almaya ve yapılan<br />
veya yapılacak olan çalışmalara<br />
destek olmaya davet etti.<br />
Oyunder olarak bunu nasıl yapabileceğimizi<br />
değerlendiriyoruz.<br />
O.Ş.: Türk dijital oyun sektörünün<br />
geleceğini nasıl görüyorsunuz?<br />
32<br />
T.K.: “Sky is the limit”. Şaka elbette.<br />
Bence gidebileceğimiz yer,<br />
hayallerimizin erişebileceği yerdir.<br />
O.Ş.: Derneğinize katılmak isteyenler<br />
sizlere nasıl ulaşabilirler?<br />
T.K.: uyelik@oyunder.org ve<br />
info@oyunder.org adresine bir<br />
mail atabilirler. Yine Oyunder<br />
web sayfasında yer alan dökümanlar<br />
bölümünden (www.<br />
oyunder.org) üyelik formlarımıza<br />
ulaşabilirler.<br />
Oyun sektörü<br />
dediğimizde<br />
bunu sadece kod<br />
yazmak olarak<br />
algılamak veya<br />
sadece tasarım<br />
yönüyle ele<br />
almak eksik bir<br />
algı olur.<br />
Ayda TANGÜNER<br />
oyunsurubu.com<br />
33
İstiklal<br />
Akarsu<br />
Röportaj<br />
Öncelikle sizi kısaca<br />
tanıyabilir miyiz?<br />
İstiklal ben, merhabalar.<br />
Twitter olayına ne zaman girdiniz?<br />
Fenomen olma süreci nasıl<br />
oldu?<br />
Twitter olayına 2009’un Ekim<br />
ayında girdim, hala da çıkamadım,<br />
Alice in Wonderland sendromuna<br />
yakalandım, çıkacam<br />
ama girdiğim deliği bulamıyorum,<br />
acayip bir dünyayla karşılaştım<br />
ama alıştım, hatta Stockholm<br />
sendromuna geçiş yaptım, sevdim<br />
ben bu garip diyarı, şu an iyiyim.<br />
Fenomen olma süreci çok acayip<br />
oldu, inanılmaz oldu, yaşayan bilir<br />
o durumu, inanılmaz bir duyguydu,<br />
heyecan kasırgası, duygu<br />
seli. Yok yav yazacak bir şey bulamadım<br />
sallıyorum şu an. Ben<br />
hep şakalar yazdım Twitter’a. Zaten<br />
bildiğiniz üzere gerçek hayat<br />
sıkıcı, hatta sms diliyle yazarsak<br />
sikici, bari dedim buraya neşeli<br />
anlarını, komik durumlarını taşıyalım<br />
bu zalim hayatın. Açıkçası<br />
ben gülmek eğlenmek stres atmak<br />
için girmiştim biraz da, o yüzden<br />
beni güldürebilen insanları takibe<br />
başladım, timeline’ım neşe saçsın<br />
istedim. Sanırım buraya gelen<br />
herkesin de amacı oymuş ki komik<br />
durumları yazanları sevdiler,<br />
bağırlarına bastılar. Yazdıklarımız<br />
RT edildikçe, binlerce kişinin anasayfasına<br />
düştük. Yalnız düştük<br />
deyince sanki kötü yola düştük<br />
gibi oldu. Evet itiraf ediyorum<br />
kötü yola düştük, abi kurtarın<br />
bizi, polise filan haber verin! Jack<br />
Dorsay pasaportlarımızı aldı vermiyor.<br />
Bizi bi odaya kapattı zorla<br />
şakalı tivit yazdırıyor, mağduruz,<br />
lütfen RT!<br />
“Bir Alex değilim” adlı bir kitap<br />
yazmışsınız. Alex olsanız ne değişirdi?<br />
Alex Türkiye’ye ilk geldiğinde<br />
şaşırmıştım. Adam koşmuyor,<br />
sahilde yürüyüş yapan amcalar<br />
gibi dolaşıyor saha içinde. Dedim<br />
bu adam geldiği gibi gider.<br />
Sonra baktım adamın ayağından<br />
çıkan her top ya gol ya asist oluyor.<br />
Adam durarak destan yazıyor.<br />
Sonra bir Beşiktaşlı olarak<br />
bizim İbrahim Üzülmez’e baktım.<br />
34<br />
Deli İbo bizim adamımız ona<br />
karşı daha pozitifim, ama o da<br />
sürekli kafası önde koşuyor, hep<br />
koşuyor ama finalde topu ya taca<br />
ya auta atıyor. Dedim helal olsun<br />
bu Alex’e adam futbolun bug’unu<br />
bulmuş, kendini yormadan terlemeden<br />
işi bitirmiş. İşte hayatta<br />
her işte böyle olmak lazım, zorlamadan<br />
strese girmeden Alex gibi<br />
sonuca gitmek lazım(iyi bağladım<br />
dur). Ama iyi ki bir Alex değilim,<br />
Alex olsam beni de gönderirlerdi<br />
herhalde, o yüzden böyle iyiyim.<br />
Bazı Twitter Fenomeninin<br />
argo konuştuğunu<br />
görüyoruz.<br />
Argo konuşanlar<br />
daha mı çok seviliyor?<br />
Eğer öyleyse sizce neden?<br />
Yok çoğu değil aslında, belki sizin<br />
takip ettikleriniz öyledir. Tarz meselesi<br />
bu, ben normal hayatımda<br />
da öyle çok küfür eden birisi değilim.<br />
Ama yeri gelince küfürün<br />
tillahını da ederim yapacak bir<br />
şey yok. Geçen bir AVM kapalı<br />
otoparkındayım misal. Hava soğuk<br />
olduğundan herkes kendini<br />
AVM’ye atmış, otopark ağzına<br />
kadar dolu. Otoparkın içinde attığım<br />
5675. tur sonunda baktım<br />
bir aracın kapıları uzaktan kumandayla<br />
açıldı. Gittim o aracın<br />
önünde bekledim. sahibi geldi,<br />
alışveriş torbalarını yerleştirdi,<br />
ben de dörtlüleri yaktım çıkmasını<br />
bekliyorum. Adam çıktı ama<br />
karşıdan gelen bir uyanık direkt<br />
hızlı bir manevrayla daldı. Tam da<br />
park edemedi, 4-5 manevra yaptı<br />
sonra. Ben bu arada korna çaldım,<br />
hatta camı açıp el kol hareketi<br />
yaptım tınmadı bile. Sonra küfürün<br />
tarihini tekrar yazdım. Camı<br />
kapattığım için duymadı ama o<br />
abi. Camı kapattım çünkü iri yarı<br />
bir abiydi, yanında da 2-3 kişi vardı,<br />
bir park yeri için dayak yemek<br />
istemedim. Bu satırları okuyorsa<br />
o abiye selam ederim, o yer senin<br />
hakkındı abi derim, saygılar.<br />
En çok bilinen fenomenlerdensiniz.<br />
Twitter fenomeni olmak hayatınızda<br />
neleri değiştirdi?<br />
Valla ara sıra böyle ropörtajlar<br />
dışında bir şey değiştirmedi. Bel-<br />
ki arada sosyal medyayla ilgili tv<br />
programlarına da çağırıyorlar, o<br />
bir heyecan olabiliyor. Şimdilerde<br />
üniversiteler de söyleşi için çağırmaya<br />
başladı, o da çok heyecan<br />
verici ve renkli oluyor. Bakıyorum<br />
da epey değişmiş la hayatım, iyiymiş<br />
bu fenomenlik evet. Ama bir<br />
yandan da hayatımı geçirdiğim<br />
yerlerde, yani gerçek hayatımda<br />
tivitçi kimse olmadığından fenomenliği<br />
hakkıyla yaşayamıyorum<br />
Bu beni incitiyor, örseliyor, çok<br />
ayıp bir şey bu. Sene 2013 olmuş<br />
hala Twitter’a üye olmayan insanlar<br />
var. Ha bizim berber abi girmiş<br />
Twitter’a, o da ha bire yanıma gelip<br />
“beni takip etsene lan” diyor,<br />
zor durumdayım, çıkmazlardayım.<br />
Takip ettiğiniz fenomenler ya da<br />
bloglar var mı?<br />
Çoğunu takip ediyorum sanırım,<br />
ama onlar fenomen olmadan önce<br />
de takip ediyordum zaten. Bazıları<br />
gerçekten komik, ama bazıları<br />
nasıl fenomen olmuş, hangi şakalarına<br />
gülmüşler meraktan takip<br />
ediyorum(vaay verdim gizemi,<br />
verdim polemiği) Sokaktakiadam<br />
var misal, onun tivitleri eğlenceli<br />
olur. Vizeleri veya finalleri olmadığında<br />
eğlenceli yazıyor. Bu aralar<br />
bunalımda sanırım finalleri<br />
ağır geçiyor. Çocuğumukeserim<br />
diye bi ablamız var, o da çok eğlenceli<br />
yazıyor ama ayda bir zor<br />
uğruyor Twitter’a. Hoanes var,<br />
onun da hem tivitleri hem blog’u<br />
çok güzeldi. Güzeldi diyorum<br />
çünkü uzun dönem askere gitti<br />
bıraktı buraları. Şimdiden hayırlı<br />
tezkereler diliyorum kendisine.<br />
35<br />
bloglifetr<br />
Tez zamanda gelsin ve yazsın şakalarını<br />
da gülelim. Özlem Hepşen<br />
var, hafif çatlak ama epey komik<br />
bi ablamız o da.<br />
Ama yemişim blogunu da tivitini<br />
de sen gerçekte kime gülüyorsun<br />
diye soracak olursan Umut Sarıkaya<br />
derim, Yiğit Özgür derim,<br />
Cem Yılmaz derim, Özer Aydoğan<br />
derim, bunlar iyi. Ama karikatür<br />
dergilerini çok takip etmiyorum,<br />
arada AVM’lerde beleş okuyorum.<br />
Beğendiğim yazar ve çizerlerin<br />
karikatürleri ya da yazdıkları<br />
bir kitapta toplandığı zaman alıp<br />
okuyorum, gülüp eğleniyorum.<br />
Başka projeleriniz var mı? Planladığınız<br />
ya da şu an faaliyette<br />
olan.<br />
Yaklaşık 1 yıldır planladığım bir<br />
proje var ve sanırım önümüzdeki<br />
hafta piyasaya çıkacak. Evet 2. kitap<br />
geliyor. Çok heyecanlıyım, du<br />
bakalım inşallah hakkımda hayırlısı<br />
olur.<br />
BloglifeTr dergimiz hakkında neler<br />
düşünüyorsunuz?<br />
Facebook, Twitter gibi mecralar<br />
çıktı çıkalı bu garibim blog’ların<br />
pabucu dama atıldı. Evin ilk çocuğu<br />
gibi mahzunlaştı, durgunlaştı<br />
bloglar. Ama unutmasınlar ki onlar<br />
bizim ilk göz ağrımız, onların<br />
yeri bizde ayrı, sel gider kum kalır,<br />
yürü be blog kim tutar seni! Siz de<br />
BloglifeTr olarak bu mecraya hak<br />
ettiği ilgiyi ediyorsunuz, tebrik<br />
başarılarınızın devamını dilerim.<br />
Ali Kemal Özdemir<br />
1sosyalmedya.com
loglifetr bloglifetr<br />
15 Şubat Cuma akşamı<br />
Armada Hotel‘de<br />
heyecanlı bir bekleyiş<br />
içindeydik. Girişte<br />
bloggerlarımıza layık<br />
kırmızı halımızı sermiş, otelin<br />
farklı yerlerine 11 adet QR<br />
kodu yerleştirmiştik. İçerden<br />
gecede sahne alacak Altuğ<br />
Akınsel ve grubunun sound<br />
check sesleri gelirken biraz<br />
yorgun ama o yorgunluğun kat<br />
be kat fazlası heyecanla lobiye<br />
yığıldık, yorgunluk çaylarımızı<br />
yudumlamaya başladık. Kaplumbağa<br />
havuzunun huzurlu<br />
şıkırtısı ruhlarımız okşuyor,<br />
otele sinmiş, babaanne/anneanne<br />
evlerine has o nostaljik<br />
ve insana kendini hoşgelmiş<br />
hissettiren koku ciğerlerimize<br />
doluyordu.<br />
Yorgunduk ama bu yorgunluğa<br />
fazlasıyla değmişti. Tüm<br />
bu süreçte yanımızda olan ve<br />
heyecanımıza aynı heyecanla<br />
destek veren Armada Hotel<br />
Pazarlama ve Gelirler Asistanı<br />
Ecem Onay ile Pazarlama<br />
ve Gelirler Müdürü Nedim<br />
Mazliyah da öğleden itibaren<br />
yanımızdalardı. Onların yol<br />
göstermesi ve katkısıyla organizasyon<br />
hazırlıkları pürüzsüzce<br />
tamamlandı.<br />
İlk ziyaretçilerimiz gelmeye<br />
başladığında heyecan tavan<br />
yaptı elbette. Özellikle de Internet<br />
Geliştirme Kurulu Baş-<br />
BlogLifeTr Blogger Partisi’nde<br />
Kahkahalar Su Gibi Aktı<br />
kanı sayın Serhat Özeren her<br />
zamanki babacanlığı ve güler<br />
yüzüyle kapıda belirdiğinde<br />
yüreğimiz ağzımızdaydı. Bize<br />
ilk günden beri tüm projelerimizde<br />
destek veren, motivasyonumuzu<br />
motivasyonuyla<br />
katlayan sayın Özeren, o gece<br />
yaptığı konuşmada:<br />
“Türkiye’de internet abone sayısı<br />
20 milyonu geçti. İnternet<br />
hızının artması, akıllı cihazların<br />
kullanılması ile mekandan<br />
bağımsız internet erişimi özgün<br />
içeriğin de artmasına yol<br />
açtı. Türkiye’de internet kullananların<br />
duygu ve düşüncelerini,<br />
fikirlerini paylaştığı özgün<br />
internet sayfalarının artması,<br />
bilginin dolaşımın hızının da<br />
artması anlamına gelecektir.<br />
Türk insanın yaratıcı yönünün<br />
yansıdığı blog sayfalarının artması<br />
ve bu etkinlikler ile farkındalığın<br />
oluşması önemlidir”<br />
şeklinde konuştu.<br />
Akabinde Altuğ Akınsel sah-<br />
neye çıktı ve biz şarkılarıyla<br />
coşarken o da sahnedeki<br />
enerjisini gece boyunca bize<br />
bulaştırmaya devam etti. O<br />
sırada köşedeki tavuklu pilav<br />
arabası, ikram edilen osmanlı<br />
şerbeti, meyveler, kuruyemişler,<br />
midye dolmalar, tavuk şişler<br />
derken kendimizi kaybettik.<br />
Ondan yiyeyim bundan içeyim<br />
şundan tadayım derken saatler<br />
nasıl geçti anlamadık. Bir<br />
ara Twitter fenomenlerinden<br />
İstiklal Akarsu da bu eğlenceye<br />
katıldı. Davetimize katılan<br />
bloggerlar arasında yetenekleri<br />
kalemiyle sınırlı olmayanlar<br />
varmış görmüş olduk. Onlar<br />
da sahneye çıkıp söyledikleri<br />
şarkılarla geceye renk kattılar.<br />
Hatta bir ara ajansımızın Chief<br />
Enlightment Officer’ı Levent<br />
Cem Aydan “Californication”<br />
cover’ıyla göz doldurdu.<br />
Gecenin sonunda QR Kodu<br />
Avı’nın tüm kodlarını bularak<br />
şifreyi çözen Emre Mertcan<br />
ana sponsorumuz Armada<br />
Hotel’de iki kişi bir gece konaklama<br />
ve kahvaltı kazanırken<br />
gece boyunca #BlogLifeTrParty<br />
hashtag’iyle en çok<br />
twit atanlar arasından belirlediğimiz<br />
şanslı katılımcılarımız<br />
da yine ana sponsorumuzdan<br />
birbirinden keyifli hediyeler kazandı.<br />
36 37<br />
Biz blogger kökenli, çalışanları<br />
arasında bir dünya blogger<br />
olan bir ajansız ve öyle olmaya<br />
da devam edeceğiz. Bizler için<br />
Türkiye’deki blog kültürünü korumak<br />
ve geliştirmek çok çok<br />
önemli. Bloggerlar için organizasyonlarımız<br />
ve partilerimiz<br />
bununla da sınırlı kalmayacak<br />
elbette. Önümüzdeki günlerde<br />
bloggerlar için büyük bir sürpriz<br />
daha hazırlıyoruz.<br />
Gecemize katılan, bizimle eğlenen<br />
ve “Hiçbiriniz Yokken<br />
Bloggerlar Vardı!” diyen herkese<br />
çok teşekkürler.<br />
Ayda TANGÜNER<br />
1sosyalmedya.com
38 39
DAMIEN RICE<br />
Bazı sanatçılar, bazı şarkılar çok<br />
özeldir. Bazıları tek bir şarkıyla<br />
milyonlarca duyguya eşlik edebilirler.<br />
Ruha ve yaşama eşlik etmek<br />
bambaşka bir şeydir. Bence<br />
asıl başarı, tam bu noktada ortaya çıkıyor.<br />
Damien Rice bana göre bunu başarabilenlerden<br />
biri, özellikle The Blower’s Daughter<br />
şarkısıyla bunu kanıtlayanlardan olduğunu<br />
düşünüyorum.. Ünlü müzisyen hakkında<br />
size biraz bilgi verdikten sonra şarkısıyla<br />
sizi baş başa bırakacağım. Yüksek ses ile<br />
ve sonuna kadar dinlemeniz önemle tavsiye<br />
edilir.<br />
Damien Rice İrlandalı ve 1973 doğumlu bir<br />
şarkıcıdır. Müzik kariyerine 90’larda rock<br />
müzik grubu Juniper ile başlamıştır. Grupla<br />
iki albüm çıkardıktan sonra ayrılmış ve solo<br />
kariyerine başlamıştır. Gitar, çello, violin,<br />
piyano ve davul çalan şarkıcının iki kayıt albümü<br />
ve single’ları mevcuttur. Dinlenmesi<br />
gereken şarkılarından olan Cheers Darlin<br />
ise insanlar tarafından tavsiye edilmektedir.<br />
En çok bilinen şarkısı, aynı zamanda Closer<br />
filminin de müziği olan The Blower’s<br />
Daughter. Şarkı, üflemeli çalgılar hocasının<br />
kızına olan aşkını anlatmaktadır.<br />
Little Black Submarine<br />
Çok güzel şarkılar yapıyorlar öyle ki uykularımız<br />
kaçıyor, başa sarıp sarıp bıkana<br />
kadar tekrar dinliyoruz. Öyle gecelerden<br />
biri sanırım bu da. Black Keys’in<br />
Little Black Submarines’i bütün gün ısrarla<br />
dinletildikten sonra eve geldiğimde<br />
de etkisini sürdürdü, bilgisayar cayır cayır<br />
yanıyor ama ben hala dinlemeye devam<br />
ediyorum.<br />
Bir taraftan da bu ayın bitmesini bekleyemeden<br />
pirinç ayıklar gibi ocak ayı fotoğraflarını<br />
ayıklarken her ayın sonunda<br />
olduğu gibi yeminimi tazeliyorum “çok<br />
sarhoşsan vizöre değil eğlenmeye bak”<br />
çünkü anlaşılan kameramla birlikte yine<br />
ufak ufak köşe kapmaca oynamışız.<br />
Neyse sevgili okur gece gece çenem<br />
düşmesin, siyah küçük denizaltı üzülmesin;<br />
saat geç ama gün yeniyken nostaljik<br />
esintili görsel bir ocak ayı özeti seninle...<br />
40<br />
Elif Duruk<br />
www.psikolokum.blogspot.com<br />
41<br />
Ozge Akpinar<br />
vivalabonvivant.com
Merhabalar Melis. Sohbetimize<br />
seni kısaca tanıyarak<br />
başlayalım mı?<br />
1986 İstanbul’da doğumluyum.<br />
Lisede resim bölümünü<br />
bitirdikten sonra Müjdat Gezen<br />
Konservatuarı, Batı Müziği eğitimi<br />
aldım.<br />
Melis Dağ müziğe ne zaman<br />
ve nasıl başladı?<br />
Aslında 2 yaşından beri şarkı<br />
söylüyorum. Şaka değil, kayıtları<br />
var Antalya’da yaşadığım<br />
dönemde (92-97), daha ilkokuldayken,<br />
müzik kurslarında<br />
burslar kazanıp eğitim almaya<br />
başladım. İlk olarak 9 yaşımda<br />
Antalya Konyaaltı Açık<br />
Hava Tiyatrosu’nda ‘Bir Fidan<br />
Sizden, Bin Şarkı Bizden’ turnesinde<br />
sahneye çıktım. Profesyonel<br />
olarak da 11 senedir<br />
sahnelerdeyim.<br />
Bildiğimiz kadarıyla, pop<br />
müziğimizin kraliçelerinden<br />
Nilüfer’in vokalistliğini<br />
yapıyorsun. Bize kısaca<br />
Nilüfer’le tanışma serüveninizi<br />
ve ne kadar zamandır<br />
birlikte çalıştığınızı anlatabilir<br />
misin?<br />
Myspace sayfamdaki kayıtlarımı<br />
yakın bir arkadaşı aracılığıyla<br />
dinledikten sonra beni evine<br />
davet edip “sizin gibi güçlü bir<br />
vokale ihtiyacım var, benimle<br />
çalışmak ister misiniz?” diye<br />
sorduğunda ellerimin nasıl terleyip,<br />
kalbimin nasıl çarptığını<br />
anlatamam insanın küçüklüğünden<br />
beri hayran olduğu<br />
birinden böyle şeyler duyması<br />
inanilmaz.3 senedir beraber<br />
çalışıyoruz.<br />
Bir de İskender Paydaş ile<br />
çalıştığınızı biliyoruz. Ne<br />
kadar zamandır kendisiyle<br />
çalışıyorsunuz ve ne gibi<br />
çalışmalar yaptınız? İskender<br />
Paydaşla ilgili söylemek<br />
istediğiniz başka şeyler var<br />
mı?<br />
Zamansız Şarkılar albümünden<br />
sonra kendi orkestrasıyla<br />
sahneye çıkıyor, beni de çalıştığım<br />
barda, beni sahnedeyken<br />
dinleyip çalışmak istediğini<br />
söyledi. Ortalama 1 sene<br />
oluyor. Bugüne kadar birçok<br />
yerde sahne aldık kendisiyle.<br />
Şu sıralar her Cuma, Beyoğlu<br />
Mask sahnesindeyiz. Onunla<br />
çalışmak çok keyifli. İnanılmaz<br />
bir müzisyen olmasının yanı<br />
sıra oldukça pozitif, çok iyi bir<br />
arkadaş, kimi zaman bir abi.<br />
Bütün bunların yanında bir<br />
de kendi grubun var. Bize<br />
grubunun hikayesini kısaca<br />
anlatabilir misin? Neler yapıyorsunuz?<br />
Non-Stop... Bugüne kadar<br />
sahnedeyken en çok keyif aldığım<br />
orkestra. Dördü de çok<br />
sevdiğim arkadaşlarım. Alpcan<br />
Utku, Kerem Yılmaz, Oğuzhan<br />
Tosun ve Alper Selçuk İmren.<br />
Daha önce farklı projelerde<br />
çalışıp, en sonunda bu ekipte<br />
toplanmış arkadaşlarız aslında.<br />
Sahnedeki enerjimiz<br />
de buradan geliyor. Pop-R&B<br />
cover grubuyuz. Bugüne kadar<br />
sayısız mekan ve organizasyonda<br />
sahne aldık. Buna<br />
2 gün boyunca hiç durmadan<br />
devam ettiğimiz Rock’n Coke<br />
performansımız da dahil. Tatile<br />
bile birlikte gittiğiniz arkadaşlarınızla<br />
aynı sahnede olmak<br />
kadar keyifli bir şey yok.<br />
Su an her Cumartesi Beyoğlu<br />
Mojo sahnesindeyiz.<br />
Non-Stop dışında her Çarşamba<br />
kendi ekibimle Taksim Dorock<br />
Bar’da sahne alıyorum.<br />
Oğuzhan ve Alper o ekipte de<br />
bana eşlik ediyor. Gitarda Özgehan<br />
Özturan, davulda da<br />
Onur Akça var.<br />
Yoğun bir yaşantınız var.<br />
Memnun musunuz bu durumdan?<br />
Kendinize vakit<br />
ayırabiliyor musunuz? Kendinize<br />
ayırabildiğiniz vakitlerde<br />
neler yapıyorsunuz?<br />
Tabiki çok yoruluyorum ama<br />
işim bu. Fakat her zaman soyluyorum<br />
ki sevmiyorsanız kesinlikle<br />
çekilecek iş değil. Haftada<br />
5 şehir görüp, 2 gün hiç<br />
uyumadığımı, günler boyunca<br />
yastıklarla havaalanlarında<br />
uyuduğumu biliyorum. Ama<br />
işimi çok seviyorum. Kendime<br />
vakit ayırabildiğim günler<br />
olursa dinleniyorum açıkçası.<br />
Dinlenirken film izlemek ve kitap<br />
okumak büyük zevk benim<br />
için.<br />
Peki Türkiye’deki müzik piyasası<br />
hakkındaki görüşlerin<br />
neler?<br />
Daha çok çalışılması gerek,<br />
daha fazla özen gösterip, daha<br />
fazla emeğe saygı duyulması<br />
gerek. Yurtdışındaki konserleri<br />
Melis DAĞ<br />
Röportajı<br />
Türk müziğinin duayen isimlerinden<br />
Nilüfer’in, sesiyle olduğu kadar içtenliğiyle<br />
de beğenimizi kazanan<br />
vokalisti Melis Dağ ile okurken<br />
oldukça keyif alacağınız bir<br />
sohbet gerçekleştirdik. Sözü<br />
çok uzatmadan sizi bu güzel<br />
sohbet ile baş başa bırakmak<br />
istiyorum.<br />
42 43
izlerken onları kıskanmayacak hale gelmemiz<br />
lazım, daha yolun çok başındayız.<br />
Sosyal medya ve Bloglarla aran nasıl?<br />
Sadece etkinlikleriniz için mi kullanıyorsun<br />
sosyal medyayı?<br />
Çoğu insan gibi benim de iyi. Etkinlikler,<br />
mesajlar, ufak toplantılar için sıklıkla kullanıyorum.<br />
Bunlar dışında televizyon izlemeye<br />
pek vakit bulamadığım için gündemi<br />
takip etmek adına da kullanıyorum sosyal<br />
medyayı.<br />
Benim blogum yok, hiç düşünmedim de<br />
açıkçası. Takip ettiğim bloglar var fakat<br />
‘Ahmet Erten’le Hayat Müzik’in hiç bir cümlesini<br />
atlamıyorum diyebilirim.<br />
Son olarak BloglifeTr dergimiz hakkındaki<br />
görüşlerini ve varsa sevenlerin<br />
için eklemek istediğin mesajını alabilir<br />
miyiz?<br />
Öncelikle birçok bloggeri aynı iş altında<br />
topladığınız için tebrik ediyorum ve en<br />
kısa zamanda basili olarak yayınlanmanızı<br />
umuyorum. Başarılarınızın devamını dilerim.<br />
Röportaj için çok teşekkür ederim. Sorularınızı<br />
yanıtlamaktan büyük keyif aldım.<br />
Etkinlikleri takip edebilmeniz için size özel<br />
hazırladığım linklerim var kendi internet<br />
sitemin de içi yavaş yavaş dolacak, tekrar<br />
görüşmek üzere.<br />
www.melisdag.com<br />
www.twitter.com/melisdag<br />
www.facebook.com/melisdagofficial<br />
Röportaj teklifimizi kabul edip, değerli vaktini<br />
bize ayırdığın için biz teşekkür ederiz.<br />
Okuyucuların keyif alacağı, güzel bir sohbet<br />
oldu.<br />
Başarılarının devamını dileriz.<br />
Ali Kemal Özdemir<br />
1sosyalmedya.com<br />
44 45
loglifetr<br />
Kışlık Sokak Stilleri<br />
Baktım ki yazı getiremiyorum, bulunduğumuz<br />
mevsime ayak uydurmanın yollarına<br />
bakayım dedim:) Kış mevsimi şık olmanın<br />
zor olduğu bir mevsimdir. Çünkü birinci güdü<br />
insanın kendisini soğuktan korumasıdır.<br />
Bir de parça sayısı arttıkça şıklığı korumak<br />
zorlaşabilir. Ben her zaman derim, şıklığın<br />
mevsimi bahar aylarıdır.( tercihim ilkbahar:)<br />
) Vücudumuzu sıcaktan ya da soğuktan korumak<br />
zorunda kalmayız. Dolayısıyla kıyafetlerin<br />
direkt görselliğine yönelebiliriz. Fakat<br />
unutmayalım ki, stil sahibi bir kadın her<br />
zaman şık görünür. Ben de bugün soğuğa<br />
aldırış etmeden şık ve stil sahibi görünmenin<br />
yollarını gösteren ilham verici bir post hazırladım<br />
sizin için. Görsellere bakın ve kar kış<br />
demeden stil sahibi görünen bu hanımları<br />
örnek alın:) İşte ilham verici sokak stilleri:)<br />
46<br />
Tuğba<br />
nofashionnopassion.blogspot.com<br />
Keep me undone but gloss me up<br />
Grunge iyidir, grunge<br />
havalıdır. Grunge<br />
şık ise bir boyut<br />
ötesi olup daha da<br />
iyidir. Yükselişte olan trendlerden<br />
biri de yapılmamış, yataktan<br />
yeni kalkmış gibi görünen<br />
saçlar, ancak bu saçlar kuru<br />
ve mat değil, aksine sağlıklı<br />
bir parlaklığa sahip. Her bir telin<br />
yerli yerinde usluca durduğu,<br />
yapılı ve kontrollü saçların<br />
yarattığı sıkıcılığı ve ciddiyeti<br />
unutun. Özgür bırakın o saçları.<br />
Bunca ciddiyet niye? Hayat<br />
ciddiye alınmak için fazlasıyla<br />
kısa. Bilmem farkında mısınız,<br />
görünümümüz ve duruşumuzun<br />
hayat çizgimiz, başarılarımız,<br />
mutluluklarımız ve hü-<br />
zünlerimiz üzerinde ne kadar<br />
da büyük etkiye sahipler. Ruhunuzu<br />
özgür ve hafif bırakın.<br />
Üzerinizde baskı kuran tüm<br />
sahip olduklarınızdan kurtulun.<br />
Daha mutlu, daha hafif ve<br />
ÖZGÜR olmanızı engelleyen o<br />
hayat görüşünüzden kurtulun.<br />
Grunge bir başkaldırıdır. Hayata<br />
ve çevremize karşı bambaşka<br />
bir duruştur. Kişiye özgür<br />
bir ruh hali ve havalı bir duruş<br />
verir. “Ne haliniz varsa görün!”<br />
diye haykırır.<br />
İlkbahar-Yaz’13 podyumlarında<br />
pek çok dağınık fakat<br />
parlak saç modellerine rastlayabilirsiniz.<br />
Bu görünümün<br />
büyük bir hayranı olduğumu<br />
47<br />
söylemeden geçemeyeceğim.<br />
– Merhaba Anne! Ne<br />
zaman saçımı bu şekilde kullanıp<br />
fikrini sorsam gözlerini<br />
devirip, “Çok dağınık değil mi<br />
sence? Ama beğeniyorsan<br />
n’apalım...”demenden ve aslında<br />
demek istediğin “Aman<br />
Tanrım! Çok dağınık, karman<br />
çorman, ama o bu şekilde mutluysa<br />
bana laf düşmez...”ken<br />
bu saç tarzını hiç sevmediğini<br />
biliyorum.<br />
Podyumlara geri dönecek olursak,<br />
Stella McCartney, Marni,<br />
Isabel Marant, Bottega Venetta<br />
ve diğer pek çok tasarımcı<br />
bu saç tarzını şovlarında kullandılar.<br />
Saç ister serbest bir
şekilde omuzlara dökülüyor<br />
olsun, ister rahat bir ense topuzu<br />
olsun, asla mükemmel<br />
değiller. Daima o yapılı olmayan,<br />
tamamlanmamış görünüme<br />
sahipler. A-ha! Ama asla<br />
mat ve kuru değiller. Parlaklık<br />
veren serumlar sayesinde her<br />
zaman sağlıkla parlıyorlar! Sonuç<br />
olarak, bu yapılı olmayan<br />
saçlar sağlıklı bir parlaklığa<br />
sahip olduklarında olayı tamamıyla<br />
bambaşka bir boyuta taşıyorlar;<br />
benim çok sevdiğim,<br />
şık ve günümüze ait bir boyut.<br />
Bu görüntüyü yakalamak için<br />
saçınızı bir saç düşmanı olan<br />
saç kurutma makinesi ile değil<br />
de doğal yollardan hava ile kurumaya<br />
bırakın. Saçınız tamamen<br />
kuruduğunda, eğer açık<br />
bir modelde kullanacaksanız<br />
parmaklarınızla biraz düzeltin<br />
ve uç kısımlara biraz parlaklık<br />
veren serum sürün. Ardından<br />
serumun tüm saça dağılması<br />
için aşağıdan başlayarak<br />
yukarı doğru usulca tarayın.<br />
Asla saç köklerine bu serumu<br />
değdirmeyin, aksi halde yağlı<br />
ve hacimsiz bir görünüme bürünebilir<br />
saçlarınız. Yok, ben<br />
saçımı topuz yapmak istiyorum<br />
derseniz de, yine doğal bir şekilde<br />
kurumaya bırakıp serum<br />
sürdüğünüz saçlarınızı hafifçe<br />
kusursuz olmayan bir şekilde<br />
ense topuzu yapın, parmaklarınızla<br />
bu topuzun içine nazikçe<br />
dalın(!) ve biraz tartaklayın<br />
:) Bu şekilde yapılı görünmeyen<br />
hafif grunge saçlara sahip<br />
olmuş olacaksınız.<br />
Bugünlük bu kadar. Ben arka<br />
planda takipte olmaya ve podyumlardan<br />
beğendiklerimi sizlerle<br />
paylaşmaya devam edeceğim.<br />
Umarım siz de benim<br />
gördüğümü beğenirsiniz.<br />
Bir sonraki posta kadar, sağlıklı<br />
kalın, güvenli kalın, parlak ve<br />
yapılmamış kalın!<br />
Maison Martin Margiela’dan<br />
Bir Çift Metal!<br />
Artık günümüzde kadınlar için olduğu<br />
kadar erkekler için de birbirinden<br />
iddialı ayakkabı modelleri bulmak<br />
mümkün, Maison Martin Margiela’nın<br />
metal görünümlü deri kullanarak ürettiği<br />
yüksek bilekli model de buna çok<br />
güzel bir örnek! Her ne kadar sert ve<br />
ağır bir çift ayakkabıymış gibi dursa<br />
da yüksek kalite deri işçiliği sayesinde<br />
konforunuzdan ödün vermenizi<br />
gerektirmiyor. İtalya’da üretilen 690$<br />
fiyat etiketli model SSENSE üzerinden<br />
satışta.<br />
Sarah Zeybekoğlu<br />
www.fashionizelife.com<br />
48 49<br />
Sinan Bora Özışık<br />
www.hayatinitasarla.com
The Art of Fashion<br />
Amerika’nın en ünlü department store’larından<br />
Neiman Marcus’un 2013 kampanya<br />
çekimlerinde tema ‘The Art of Fashion<br />
/ Modanın Sanatı’ olmuş ve fotoğrafçı<br />
Walter Chin birbirinden etkileyici karelere<br />
imza atmış. Modeller Karlie Kloss ve Vika<br />
Falieeva’nın üzerinde mağazanın Chanel,<br />
Alexander McQueen, Oscar de la Renta,<br />
Lanvin ve Jil Sander gibi en büyük markalarından<br />
seçilmiş parçaları görüyoruz<br />
Beats Audio’ya sahip<br />
en hafif Windows telefonu<br />
| , Xbox Music ve oyunlar ile üstün eğlence seçenekleri<br />
| Güçlü çift çekirdekli işlemci ile etkileyici performans<br />
| Canlı Kutucuklar ile ekranda gerçek zamanlı güncellemeler<br />
Sinan Bora Özışık<br />
www.hayatinitasarla.com<br />
50 51
52<br />
Bu ay Sineterapi sayfamızda<br />
bir çok kişinin<br />
izlediği bir filmi ele almak<br />
istedik. Konu olarak<br />
bir çok insanın hayatında<br />
yer alan bir içerikle karşı karşıyayız.<br />
Hayatımızda kimi zaman<br />
tek düze, kimi zaman bizi<br />
heyecanlandıran kimi zaman<br />
da bizi şaşırtan olaylara bir de<br />
bu film üzerinden değerlendirerek<br />
bakalım dedik. Gerek<br />
konusuyla gerek kadrosuyla<br />
olsun başarılı filmlerden bir tanesi<br />
olduğunu düşünüyoruz.<br />
İzlerken kişiye güç kattığını<br />
düşündüğümüz bu filmi izlemeyen<br />
herkese tavsiye ediyor;<br />
film hakkında kısa bir bilgi<br />
vererek, sizi fragmanıyla baş<br />
başa bırakıyoruz.<br />
FIGHT CLUB<br />
(DÖVÜŞ KULÜBÜ):<br />
SİNETERAPİ<br />
1999 yapımı ABD filmi olan<br />
Dövüş Kulübü’nün yönetmenliğini<br />
David Fincher üstlenmiştir.<br />
Chuck Palahniuk tarafından<br />
yazılmış olan aynı isimli roman<br />
üzerinden çekilmiş kült<br />
filmlerdendir. Başrollerde Brad<br />
Pitt(Tyler Durden), Edward<br />
Norton(The Narrator-Anlatıcı),<br />
Helena Bonham Carter(Marla<br />
Singer) rol almaktadır. Oregon<br />
Üniversitesi’nde yüksek<br />
lisansını yapan Chuck<br />
Palahniuk’un uzak olmayan<br />
bir gelecekte geçen ve kafası<br />
karışık genç bir erkeği konu<br />
alan romanından yola çıkılarak<br />
çekilen Fight Club’da filmi<br />
anlatan, ünlü bir otomobil<br />
firmasında iyi bir işe sahiptir.<br />
Tek düze yaşamı kronik uykusuzluk<br />
sorunuyla çekilmez bir<br />
hale gelmiştir. Ailesi ve yakın<br />
bir arkadaşı olmayan Anlatıcı<br />
doktorunun tavsiyesi üzerine<br />
53<br />
bloglifetr<br />
kanserli hastaların terapi grubuna<br />
katılır. Bu toplantılar esnasında<br />
Marla ile tanışır; o da<br />
genç adam gibi hasta olmadığı<br />
halde grubun toplantılarına<br />
katılmaktadır. Anlatıcı’nın ve<br />
Marla’nın çabaları, tüketici kültürünün<br />
anlamsızlığına karşı<br />
bir duruştur adeta, kariyer sahibi<br />
ama yalnız insanların bir<br />
tepkisi. Anlatıcı’nın jenerasyonu<br />
ölü bir jenerasyondur. Bir<br />
yolculuk sonrası evinin yanmış<br />
olduğunu gördüğünde arayabileceği<br />
tek kişinin yolculuk<br />
sırasında tanıştığı sabun satıcısı<br />
Tyler olması da adeta bunun<br />
bir kanıtıdır. İçilen birkaç<br />
biranın ardından park yerinde<br />
Tyler, kahramanımızı kendine<br />
vurması için kışkırtacaktır.<br />
Aralarında başlayan bu kavga<br />
Anlatıcı’nın hayatını değiştirecektir.<br />
Elif Duruk<br />
www.psikolokum.blogspot.com
54<br />
2012 Küresel Girişimcilik Raporu<br />
Yayınlandı!<br />
Kar amacı gütmeyen bir akademik<br />
araştırma konsorsiyumu<br />
olan ( Global Entrepreneurship<br />
Monitor ) GEM’in amacı ülkelerde<br />
girişimcilik faaliyetinin düzeyini<br />
belirlemek, girişimciliğin<br />
ekonomik gelişmedeki rolünü<br />
belirlemek, ülkeler arasındaki<br />
farklılığa neden olan faktörleri<br />
tayin etmek ve girişimciliği<br />
geliştirmeye yönelik politikalar<br />
önermek üzere girişimcilik faaliyeti<br />
ile ilgili nitelikli araştırma<br />
verileri oluşturuyor ve bu verileri<br />
geniş kitlelere sunuyor.<br />
GEM, hazırladığı 2012 Küresel<br />
Girişimcilik Raporu’nu yayınlandı.<br />
Raporda ülkemize<br />
dair olumlu artışlar ve güzel<br />
sinyaller var.<br />
İşte GEM 2012 Raporundaki<br />
Türkiye izleri;<br />
2012 yılında 69 ülkeden<br />
198.000 kişi ile yapılan anket<br />
sonucu oluşturulan Küresel<br />
Girişimcilik Raporu’na (GEM)<br />
göre, Avrupa’da krizin etkisinin<br />
en fazla hissedildiği 2012<br />
yılında Türkiye’nin girişimcilik<br />
notu %11.9’dan %12.22’ye<br />
yükselmiş. Bu yükseliş girişimcilik<br />
tablosunun daha dengeli<br />
bir hal kazandığını, eğitim<br />
seviyesi yüksek kesimlerde de<br />
girişimciliğin arttığını göstermekte.<br />
GEM 2012 Raporuna göre<br />
ülkemizdeki potansiyel giri-<br />
şimci oranı da; 2006 yılında<br />
2.2 iken, 2012 yılında 7.0’a<br />
çıkmış. Yine, 2006 yılında 4.0<br />
olan yeni girişimci oranı 6.0’a<br />
çıkmıştır. Türkiye’deki Büyüme<br />
Odaklı Girişimci oranı da,<br />
verimlilik odaklı ekonomilere<br />
sahip ülkeler arasında yüksek<br />
sıralarda yer almıştır. Türkiye,<br />
erken girişimcilik indeksi açısından<br />
araştırmaya katılan 30<br />
ekonomi arasında 17. sırada<br />
yer almakta.<br />
2012’de ülkemizde ihtiyaç<br />
odaklı girişimcilik oranı %31<br />
iken fırsat odaklı girişimcilik<br />
%55’e yükselmiş.GEM 2012<br />
Raporuna göre ülkemizde<br />
fırsat değerlendirme oranı<br />
2011’de 32.4 iken 2012’de<br />
40’a yükseldi. Diğer taraftan<br />
55<br />
bloglifetr<br />
nüfusun fırsatları değerlendiren<br />
kısmının başarısızlık korkusu<br />
puanı 2011’de 22.5 iken<br />
2012’de 30’a çıkmıştır.<br />
Türkiye’de girişimcilik ve girişimciliğe<br />
medyanın ve halkın<br />
bakış açısı ve ilgisi hem geçen<br />
senelere göre hem de diğer ülkelere<br />
oranla bu sene oldukça<br />
yükseldi.<br />
GEM 2012 raporuna göre,<br />
kuruluş aşamasında olan girişimcilerin,<br />
18-64 yaş arasındaki<br />
yetişkin nüfusa olan oranı,<br />
Türkiye‘de 2006 yılında %<br />
2.2 iken, 2012 yılında bu oran<br />
%7.25’e çıktı. Yani, 2012 yılında<br />
daha fazla kişi, son bir senedir,<br />
yapmayı düşündüğü bir<br />
iş için para biriktirmeye başla-
loglifetr bloglifetr<br />
mak, yer aramak, ekip oluşturmak,<br />
iş planı üzerinde çalışmak<br />
gibi hazırlıklar yapmış. Bu<br />
artışla Türkiye, ekonomilerin<br />
ortalaması olan %7.82’ye yaklaşmış<br />
3.5 seneden fazla süreden<br />
beri girişimcilik faaliyetinde bulunmuş<br />
kişilerin, yetişkin nüfus<br />
içindeki oranını gösteren bir<br />
indeks olan Kurumsallaşmış<br />
girişimcilik indeksi, Türkiye’de<br />
2011’de % 7.96 iken, 2012’de<br />
% 9’a çıkmış.<br />
GEM 2012 Raporuna göre,<br />
dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden<br />
olan Çin, Rusya<br />
ve Güney Afrika gibi ülkelerde<br />
2012 yılında erken girişimcilik<br />
faaliyetlerinde ise azalmalar<br />
olmuş.GEM 2012 raporuna<br />
göre, uluslararası karşılaştırma<br />
yapıldığında, Brezilya hariç,<br />
diğer BRIC ülkelerinde kuruluş<br />
aşamasındaki girişimcilik<br />
faaliyetlerinde düşüş olmuş.<br />
Çin’de 2011 yılında %11 olan<br />
bu oran, %5.45’e düşmüş.<br />
Raporun tamamını görüntülemek<br />
için Endeavor’ın raporlar<br />
sayfasını veya GEM’in rapor<br />
sayfasını ziyaret edebilirsiniz.<br />
GEM hakkında çok daha fazla<br />
detay için www.gemconsortium.org<br />
adresini ziyaret<br />
edebilir, sizin için derlediğimiz<br />
aşağıdaki raporları detaylıca<br />
inceleyebilirsiniz;<br />
Daha fazla girişimcilik; daha<br />
fazla başarılı proje demek,<br />
daha fazla başarılı proje daha<br />
güçlü yerli sermaye demek.<br />
Endevor kaynaklı bu derleme<br />
haberimizi başta raporlarla ilgili<br />
okurlarımızın, güzel gelişmeleri<br />
de tüm okurlarımızın ilgi ve<br />
bilgisine sunuyoruz.<br />
İdris Cin<br />
girisimhaber.com<br />
Başarılı Genç Girişimci Samed Ağırbaş<br />
İle Röportaj Yaptık<br />
Girişimcilik ekosistemimizin<br />
genç yıldızlarından Samed<br />
Ağırbaş ile röportaj yaptık. Liselerde<br />
Girişimcilik Kulüpleri<br />
projesini ve şuan ki projelerini,<br />
globaldeki ve ülkemizdeki girişimcilik<br />
ekosistemini konuştuk.<br />
İşte Samed Ağırbaş röportajımız..<br />
İdris Cin: Öncelikle Röportaj<br />
teklifimizi kabulün için<br />
teşekkür ederim Samed. Biraz<br />
kendinden bahsedebilir<br />
misin okurlarımıza? Samed<br />
Ağırbaş kimdir?<br />
Samed Ağırbaş: 18 yaşındayım.<br />
Meslek Lisesinde Bilişim<br />
Teknolojileri okudum. Öğrenim<br />
hayatım boyunca başta<br />
M.E.B olmak üzere bir çok<br />
devlet birimince düzenlenen<br />
programlar vesilesi ile yurtdışına<br />
çıkma imkanım oldu. Bu<br />
sayede farklı kültürleri tanıma<br />
imkanına sahip oldum. Aynı<br />
zamanda Liselerde Girişimcilik<br />
Kulüplerinin Kurucusuyum.<br />
2012 -2013 dönemi itibariyle<br />
İstanbul Üniversitesinde Sosyoloji<br />
eğitimine başladım. Koordinatörlüğüne<br />
devam ettiğim<br />
Liselerde Girişimcilik Kulüpleri<br />
Türkiye’deki tüm liselerde varlığına<br />
devam ediyor ve her yıl<br />
aramıza katılan binlerce üyesi<br />
büyümeye devam ediyor. Bunların<br />
dışında Londra merkezli<br />
bir kurumda genel sekreterlik<br />
56 57<br />
görevini icra ediyorum. Ve tabi<br />
ülkeme ve milletime değer katacak<br />
yeni projeler için üretim<br />
yapmaya devam ediyorum.<br />
İdris Cin: Ne zamandır Girişimcilik<br />
Ekosistemi ile ilgilisin,<br />
girişimcilik üzerine<br />
projeler ve planlar ne zaman<br />
canlanmaya başladı aklında?<br />
Samed Ağırbaş: İlk yurtdışı<br />
ziyaretimi yaptıktan sonra<br />
Türkiye’de özellikle liseler alanında<br />
Girişimcilik eğitiminin eksik<br />
olduğunun farkına vardım<br />
ve bununla ilgili çalışmalara<br />
başladım. Liselerde Girişimcilik<br />
Kulüplerini kurmaya başladığımda<br />
15 yaşındaydım. Portekizden<br />
yeni dönmüştüm. Üç<br />
yıldır girişimcilik alanında ulusal<br />
ve uluslararası çalışmalar<br />
yürütüyorum.<br />
İdris Cin: Liselerde Girişimcilik<br />
projesiyle ciddi başarılara<br />
imza attınız. Nasıl doğdu<br />
bu proje hikayesi ve şuan ki<br />
geldiğiniz noktayı nasıl tanımlıyorsun?<br />
Samed Ağırbaş: Liselerde girişimcilik<br />
kulüpleri benim ülkem<br />
için kurduğum hayallerden bir<br />
tanesi ve ilk projem. Ben meslek<br />
lisesinde okudum ve meslek<br />
lisesinde bir çok sorun ile<br />
karşılaştım size onlarca sorun<br />
sayabilirim ama bir tanesini<br />
ele alalım ülkemizde 18 yaş<br />
altında girişimcilik kültürü kazandırma<br />
çalışmalarının ye-
loglifetr bloglifetr<br />
tersiz olması. Bu soruna bağlı<br />
olarak da şu şekilde bir örnek<br />
verebilirim Örneğin bana göre<br />
meslek lisesinden mezun olan<br />
bir arkadaşım gidip bir mağazada<br />
tezgâhtarlık yapmamalı<br />
veya gidip kendi mesleği ile<br />
alakasız bir yerde işçi olarak<br />
çalışmamalı. Meslek lisesinden<br />
mezun olan öğrenci kendi<br />
iş fikrini, iş modelini geliştirip<br />
kendi işini kurmalı. Ama maalesef<br />
bu şekilde olmuyor bunun<br />
başlıca sebeplerinden bir<br />
tanesi de girişimcilik ruhumuzun,<br />
girişimcilik kültürümüzün<br />
eksik olması. Toplum olarak<br />
genelde çocuklarımıza çok çalışıp<br />
devlet memuru olmalarını<br />
veya iyi bir iş bulmalarını söyleriz.<br />
Sonrasında da milyonlarca<br />
kişi KPSS sınavına girer.<br />
Büyük şirketlere iş başvuru<br />
yapar belki bunların yüzde onu<br />
işe girebilir ama diğer kısım<br />
için sonuç hüsrandır. Bu aslında<br />
beklendik bir problem. Ne<br />
devlet nede özel sektör tüm<br />
iş başvurularını karşılayacak<br />
güçte değil. Ve karşılaması da<br />
gerekmiyor. İşte bu gibi sebeplerden<br />
ötürü ben girişimciliğin<br />
18 yaş altına inmesi için projeler<br />
yürütüyorum. Liselerde<br />
Girişimcilik kulüplerini bundan<br />
dolayı kurdum. İnşallah 10 yıl<br />
sonra Türkiye genç girişimcileri<br />
ile anılan bir ülke olacak. 10<br />
yıl sonra Liselerdeki girişimcilik<br />
kulüplerinden yetişen iş adamlarımız<br />
olacak. İşte o zaman<br />
ben yaptığım işler ile gurur duyacağım.<br />
İdris Cin: Çok genç yaşta olmana<br />
rağmen pek çok projede<br />
imzan var. Şimdiye kadar<br />
hangi projelere imza attın?<br />
Samed Ağırbaş: Farklı alanlarda<br />
projeler yürütüyorum ama<br />
sonuçta hepsinin ortak noktası<br />
ülkemize değer katmak. Havacılık<br />
Kulübü ile 10.000 genc<br />
arkadaşımıza havacılık eğitimi<br />
verdik, Girişimcilik ile geleceğin<br />
iş adamlarını, sosyal girişimcilerini<br />
yetiştirmeye çalışıyoruz.<br />
Daha farklı projelerde mevcut<br />
incelemek isteyen olursa www.<br />
samedagirbas.com/samed adresinden<br />
ulaşabilirler.<br />
İdris Cin: En son Dünya Girişimcilik<br />
Vakfı’nda Genel<br />
Sekreterlik yapmaya başladığını<br />
öğrendim. Bize Vakıf<br />
hakkında bilgi verip çalışmalarınızdan<br />
bahsedebilir<br />
misin?<br />
Samed Ağırbaş: Evet, öyle<br />
bir gelişme oldu. İngiltere’nin<br />
başkenti Londra’da bulunan<br />
genel merkezimiz haricinde<br />
dünyanın birçok yerinde temsilciliklerimiz<br />
var. Fazla aktif<br />
ve medyatik bir vakıf değiliz,<br />
yapımız itibari ile de olmamak<br />
durumundayız. Daha çok offline<br />
taraftayız. Ülke yapılanmalarında<br />
o ülkelerde faaliyet<br />
gösteren birçok iş adamı görev<br />
alıyor. Belli başlı politikalar<br />
ile ilgili çalışmalarımız oluyor.<br />
Önümüzdeki 5 yıllık planda<br />
100 ülkede temsilciliğe sahip<br />
olma hedefimiz var.<br />
İdris Cin: Global arenadaki<br />
girişimcilik kültürü ile ülkemizdeki<br />
girişimcilik kültürünü<br />
mukayese etsek, farklar<br />
neler, ne durumdayız?<br />
Samed Ağırbaş: Şuan ülke<br />
olarak iyi durumdayız. Genç<br />
bir nüfusa sahibiz. Ülke olarak<br />
güzel hedeflerimiz var ve bu<br />
hedeflere doğru emin adımlar<br />
ile ilerliyoruz. Bizde elimizden<br />
geldiğince 2023 hedeflerini<br />
yaratıcı projeler ile destekliyoruz.<br />
Bu hedefler hepimizi ilgilendiriyor<br />
aslında ve hepimize<br />
büyük görev düşüyor. Bunun<br />
yanında Sivil Toplum Kuruluş-<br />
larımızın da güzel çalışmaları<br />
var. Ama eksik olduğumuz<br />
noktalarda var tabi. Yaptığımız<br />
projeler bölgesel yahut ulusalda<br />
çapta kurgulanıyor ve tanıtımını<br />
yaptıktan sonra devamı<br />
gelmeyebiliyor. 2023 hedefleri<br />
büyük olduğu için bizim oyun<br />
alanımız da büyük olmak zorunda.<br />
Bu anlamda yaptığımız<br />
veya kurguladığımız her projede<br />
önümüzde dünya haritası<br />
olmalı. Girişimcilik Kulüpleri<br />
Projemiz için birçok ülke ile görüşüyoruz.<br />
Allah nasip ederse<br />
Azerbaycan ve Yeni Zelanda<br />
ve orta doğu ülkelerinde uygulayacağız.<br />
İdris Cin: Ülkemiz girişimcilik<br />
ekosisteminin geleceği<br />
hakkında neler düşünüyorsun?<br />
Genç girişimcilerle<br />
haşır neşir olmuş bir genç<br />
girişimci gözüyle baktığında;<br />
ekosistemde neler eksik<br />
durumda? Neler yapılması<br />
gerekiyor?<br />
Samed Ağırbaş: Türkiye’de<br />
girişimcilik yükselen bir değer<br />
buda çok güzel bir gelişme,<br />
herkes elinden geldiğince girişimcilik<br />
ile ilgili birşeyler yapmaya<br />
çalışıyor. Tabi bu da<br />
girişimci olmayıp ama girişimciliği<br />
anlataninsanların sayısını<br />
çoğaltıyor. Birde yapılan<br />
birçok projede, projeden ziyade<br />
reklama para harcanıyor;<br />
bunun sonucu olarak ta kalite<br />
düşüyor. Ama zamanla bunları<br />
aşıyor olacağız. Türkiye’de<br />
Başbakanımız girişimciliğe çok<br />
önem veriyor, bu da bizi mutlu<br />
ediyor. Başbakanımızın koyduğu<br />
hedefler doğrultusunda<br />
58 59<br />
bizde elimizden geldiğince katkıda<br />
bulunmaya çalışıyoruz.<br />
Birçok bakanlık girişimcilere<br />
ve girişimciliğe destek veriyor.<br />
TOBB un güzel çalışmaları var.<br />
Genç Girişimciler Kurulu güzel<br />
bir çalışma. TOBB Başkanımız<br />
Rifat Hisarcıklıoğlu girişimciler<br />
için var gücü ile çalışıyor. Kendileri<br />
Girişimcilik Kulüpleri projesini<br />
de epey önemsiyor.<br />
İdris Cin: Genç girişimcilerimize<br />
liseli girişimcilerimize<br />
neler söylemek, hangi tavsiyelerde<br />
bulunmak istersin?<br />
Samed Ağırbaş: İngilizce öğrensinler.<br />
Oyun alanlarının<br />
dünya olmalarını istiyor iseler<br />
İngilizce şart. Ve tabii ki üniversiteden<br />
mezun olsunlar. Bunun<br />
dışında sürekli yeni insanlar<br />
ile tanışıp sohbet etsinler. Girişimcilikteiletişim<br />
çok önemli.<br />
Kendilerini sürekli yenilemeleri<br />
ve geliştirmeleri gerekiyor. Sürekli<br />
kitap okusunlar…<br />
İdris Cin: Bu keyifli röportajın<br />
için teşekkür ediyorum<br />
Samed. Son olarak; yaşıtların<br />
olan liseli ve üniversiteli<br />
okurlarımıza nasıl bir çağrı<br />
yapmak istersin?<br />
Samed Ağırbaş: Ben teşekkür<br />
ederim. Yaşıtlarıma tavsiyem;<br />
inovaif projeler üretsinler ve<br />
inandıkları hayallerinin peşinden<br />
koşsunlar.<br />
Genç ve başarılı girişimci Samed<br />
Ağırbaş kardeşimize bundan<br />
sonraki çalışmalarında da<br />
başarılar diliyoruz. Çalışmalarını<br />
web sitesi www.samedagirbas.com<br />
üzerinden takip<br />
edebilirsiniz. Röportaj haberimizi,<br />
lise/üniversite öğrencileri<br />
okurlarımız ve genç girişimcilerimiz<br />
başta olmak üzere tüm<br />
okurlarımızın ilgi ve bilgisine<br />
sunuyoruz.<br />
İdris Cin<br />
girisimhaber.com
PaybyMe Kart<br />
oyuncular için<br />
hazırlandı !<br />
550 milyon TL’ye ulaşan<br />
Türk oyun endüstrisinin<br />
en büyük ortaklıklarından<br />
biri gerçekleşti ve sektörün<br />
inovasyonda öncü bankalarından<br />
Denizbank ve<br />
Türkiye’nin lider ödeme sistemleri<br />
firması PaybyMe’nin<br />
ortak projesi PaybyMe Kart,<br />
19 Şubat 2013 tarihinde düzenlenen<br />
bir basın toplantısıyla<br />
tanıtıldı.<br />
Yenilikçi ürün ve hizmetleriyle<br />
farklılaşan Denizbank,<br />
PaybyMe ile<br />
yaptığı işbirliğiyle, sosyal medya<br />
ve internette oyun oynayan<br />
müşterilerini güvence altına<br />
alıyor ve oyun keyfini katlıyor.<br />
PaybyMe, çevrimiçi oyuncuların<br />
oyun içi ihtiyaçlarının güvenli<br />
şekilde karşılanacağı ve<br />
oyuncuların daha fazla kazanç<br />
sağlayacağı yepyeni bir ödeme<br />
çözümünü, Denizbank güvencesiyle<br />
ceplere koyuyor. PaybyMe<br />
Kart, Türkiye’de bu alanda<br />
bir ilk olma özelliğini de taşıyor.<br />
Denizbank ve Türkiye’nin<br />
lider ödeme sistemleri firması<br />
PaybyMe’nin ortak projesi<br />
PaybyMe Kart, 19 Şubat 2013<br />
tarihinde İstanbul’da düzenlenen<br />
bir basın toplantısıyla tanıtıldı.<br />
Basın toplantısına DenizBank<br />
Perakende Bankacılık<br />
Grubu Genel Müdür Yardımcısı<br />
Gökhan Ertürk ve PaybyMe<br />
kurucu ortaklarından Emre<br />
Gürsoy, sektörün önde gelen<br />
oyun firmalarından Crytek adına<br />
Serhat Bekdemir ve Oyun<br />
Stüdyosu adına Tunga Sanalp<br />
katıldılar.<br />
“Oyun içi harcamalar daha güvenli<br />
ve rahat”<br />
DenizBank Perakende Bankacılık<br />
Grubu Genel Müdür Yardımcısı<br />
Gökhan Ertürk, basın<br />
toplantısında yaptığı konuşmada,<br />
“Bankacılık dünyası<br />
için yeni bir açılım olan oyun<br />
harcamaları, bizlere bambaşka<br />
bir pazarın kapılarını açıyor.<br />
PaybyMe Kart ile oyun<br />
harcamaları daha güvenli ve<br />
rahat bir biçimde yönetilecek”<br />
dedi. Çok yakında birçok oyun<br />
için, oyuna özel tasarlanmış<br />
PaybyMe Kart çıkarmayı planladıklarının<br />
da müjdesini veren<br />
Ertürk, “Böylece oyuncu, kartı<br />
ile, oynadığı oyunun kahramanlarını<br />
ve görsellerini her<br />
an yanında taşıyabilecek” diye<br />
konuştu.<br />
Toplantıda konuşma yapan<br />
PaybyMe kurucu ortaklarından<br />
Emre Gürsoy ise, “Bugün Türk<br />
oyun dünyası önemli bir virajı<br />
dönüyor. Oyuncular için özel<br />
olarak tasarlanan PaybyMe<br />
Kart, oyuncuların bugüne kadar<br />
yaşadıkları sıkıntılar göz<br />
önünde bulundurularak özel<br />
olarak hazırlandı. PaybyMe<br />
Kart, oyuncunun cebindeki pa-<br />
ranın değerini artıracak; daha<br />
önce harcamış oldukları tutarlarla<br />
%10-%50 arasında daha<br />
fazla oyun içi satın alım yapacaklar.<br />
PaybyMe Kartı kullanmak<br />
kolay, güvenli ve hızlı”<br />
dedi.<br />
Ön ödemeli kart özelliği<br />
Son yıllarda hızla büyüyen sanal<br />
oyun endüstrisinde oyuncuların<br />
oyun içi harcamalarını<br />
güvenli ve hızlı şekilde yapabilmeleri<br />
için geliştirilen PaybyMe<br />
Kart, ön ödemeli kart olma<br />
özelliği ile kullanıcılarına kontrollü<br />
harcama yapma olanağı<br />
sunuyor. PaybyMe kart, bir kre-<br />
60 61<br />
di kartı olmadığı için arka tarafta<br />
bir kredi ilişkisi kurulmuyor.<br />
Kart sahipleri PaybyMe Kart’a<br />
uygun gördükleri tutarları yüklüyor.<br />
Kart üzerine yüklenen<br />
tutar kadar harcama yapılması,<br />
kart sahiplerinin harcamalarını<br />
bütçeleri dâhilinde gerçekleştirmelerini<br />
sağlıyor ve ailelere<br />
de çocuklarının harcamalarını<br />
takip edebilme imkânı veriyor.<br />
Bu sayede aileler çocuklarının<br />
oyunlara ne kadar para harcadığını<br />
ve harçlıklarından geriye<br />
ne kadar kaldığını da takip<br />
edebiliyor.<br />
Sanal kartlar PaybyMe internet<br />
sitesi üzerinden kolaylıkla<br />
alınabilirken, fiziki kartlar ve<br />
10, 25, 50 TL’lik değerlerle birçok<br />
mağaza ve marketlerde<br />
müşterilere sunulacak. Kartlar,<br />
başka hiçbir işleme gerek<br />
kalmadan PaybyMe anlaşmalı<br />
bir sanal sitede ilk kez kullanıldıklarında<br />
aktif hale gelecek.<br />
Kartla satın alım yaparken ise<br />
sadece kartın üzerinde her<br />
karta özel PID numarasını girmek<br />
yeterli olacak. Karta bakiye<br />
yüklemek de ona ulaşmak<br />
ve onunla alışveriş yapmak<br />
kadar rahat ve hızlı. Kullanıcılar,<br />
tüm DenizBank ATM’leri<br />
ile PaybyMe logosu görülecek<br />
her yerden kartlarını doldurabilecekler.
62<br />
Kitap Günlüğü<br />
Merhaba canlaaaaar..Bu postumda sipariş verdiğim yeni bebeklerimden bahsedeceğim.<br />
Kitap okumayı seven ben, yine deli gibi kitap aldım. Bir sürü hem deeee :)<br />
Kitap okumayı çok seviyorum.<br />
Merak ediyorum alıyorum. Beğenmezsem<br />
ikinci ellerde takas<br />
yapıyorum böylelikle arşivim<br />
hep güncel kalıyor. Benim<br />
için her kitabım çok önemli.<br />
İkinci el aldıklarım daha bir<br />
güzel oluyor sanki. Hafif sararmış,<br />
eskimiş sayfaları ama<br />
hepsinden zengin, daha güzeller.<br />
Ahanda bu yanda görmüş olduğunuz<br />
kitabın ilkini okudum<br />
bir baktım ki ikincisi de çıkmış.<br />
Ben ilkini beğenmiştim yani her<br />
ne kadar onu uygulayamasam<br />
da anlatımı da işlediği konu da<br />
gayet güzeldi. Bakalım devamı<br />
nasıl? İlki kadar hoşuma gidecek<br />
mi? Belki bu defa hayatımda<br />
uygulayabilirim :) Hem<br />
de D&R’da indirimde şu anda.<br />
Eğer almak istersen S*ktir Et-<br />
Terapi<br />
Küçük Prens’te bir çocuğun<br />
gözünden büyüklerin dünyası<br />
anlatılır. Sahra Çölü’ne düşen<br />
pilotun Küçük Prens’le karşılaşması<br />
ile başlayan kitapta<br />
Küçük Prens’in ağzından Saint-Exupery,<br />
insanların hatalarını<br />
ve aptallıklarını, büyüdükleri<br />
zaman unuttukları basit<br />
çocuk bakışını vurgular. Kaç<br />
yaşında olursan ol bence bu<br />
kitap rafında olmalı. Belki ileride<br />
çocuğuna okursun? :) Bunu<br />
okumuştum hem de kaç defa.<br />
Ama kitabım kaybolduğu için<br />
tekrar sipariş vereyim dedim.<br />
Eğer sen de sipariş vermek<br />
istersen bak tık de buna aynı<br />
şekilde<br />
Küçük Prens<br />
63<br />
bloglifetr<br />
Bu kitabı tamamen arkadaşımın<br />
tavsiyesi üzerine aldım.<br />
İçeriğine öyle bir göz gezdirdim<br />
bir de yorumlara baktım..<br />
“Hayattaki en iyi arkadaşınız<br />
bir köpek, hayatınızın tek amacı<br />
her gün taksi kullanmak,<br />
hayatınızdaki en büyük zevk<br />
kart oynamak. Fakat yine de<br />
sıradan biri değilsiniz. Sıradan<br />
basit bir hayat yaşarken postasında<br />
bir iskambil kartı bulması<br />
ile hayatı bir anda değişen bir<br />
adamın hikayesi. Aslında ondan<br />
istenen tek şey belli bir zamanda<br />
belli bir yerde olması.<br />
Fakat bunu yaparken bir banka<br />
soygununa engel oluyor, bir<br />
kadını tecavüze uğramaktan<br />
kurtarıyor. Her zaman iyi olan<br />
şeylerde yok. Bazen kötü bazen<br />
iyi ama tek bildiği kartlar<br />
ile gelen mesajları yapmak.<br />
Peki, bu mesajları gönderen
loglifetr bloglifetr<br />
kim? Amacı ne? İşte orası bu<br />
gizemli hikayede gizli. Kitap,<br />
gizem ve macera romanlarını<br />
sevenler için birebir. “Sakin<br />
başlayıp zamanla elden bırakması<br />
güçleşen bir hal alıyor ve<br />
bu gizeme kendinizi iyice kaptırıyorsunuz.”<br />
diye yorumlar<br />
var fakat tabi sıkıcı olduğuna<br />
dair de yorumlar var. Bakalım<br />
nasıl bir kitapmış :) Eğer okumadıysanız<br />
ve almak isterseniz<br />
Hiç Kimse Sıradan Değildir<br />
tık tık! :)<br />
“ Kimi yaralar<br />
kapanır İzi<br />
kalır, kimi<br />
yaralar<br />
kapanır Sızı<br />
kalır. ”<br />
“Katiline âşık olduğu için kaybetmeye<br />
mahkûm olan insanların<br />
hüznüne, isyanına, içsel<br />
sorgularına, çelişkilerine ve<br />
nasıl tutunamadıklarına şahitlik<br />
edeceksiniz.” Bu söz kitabı<br />
bana aldırmaya yetti. Tamam<br />
bunu da arkadaşım tavsiye<br />
etti. Normalde bu tarz kitapları<br />
sevmem. Al oku pişman olmayacaksın<br />
dedi dedi ve sonunda<br />
aldırdı kitabı :) Sevecek miyim<br />
bilmiyorum? Ama yorumlar güzeldi.<br />
Ben sepetime attım canpareler.<br />
Belki siz de okumak<br />
isterseniz, Kıyısızlar tık tık :)<br />
Dilekler istenince gerçekleşen<br />
hayallerdir. Hayatınızda çok<br />
isteyip de gerçekleştiremediğiniz<br />
şeyler mi var? O halde<br />
Debbie’nin kitabındaki kahra-<br />
manlar gibi siz de alın elinize<br />
kağıt kalemi başlayın dileklerinizi<br />
yazmaya.. İlk kitabından<br />
itibaren severek okuduğum<br />
serinin şimdiki kitabı “Bir Dilek-<br />
le Başladı Her Şey” benim sepetimde<br />
yerini aldı. Gelmesini<br />
bekliyorum. Okudukça kendinize<br />
de bir yol çizeceğiniz bir<br />
kitap. Bence okumalısınız. Ha<br />
en baştan başlamak isterseniz<br />
Küçük Mucizeler Dükkanı’dan<br />
başlayabilirsiniz. Satın almak<br />
için yapmanız gerekeni biliyorsunuz<br />
isimlerin üzerine tık tık :)<br />
Ve son olarak aşırı merak ederek<br />
aldığım kitap... Bu kitabın<br />
içeriğini okuduğumda ben çok<br />
etkilendim. Hatta D&R’da şu<br />
şekilde bir anlatım yapılmış.<br />
Sanıyorum ki kitabın arka kapak<br />
yazısı..<br />
“Pek çok insan dünya hayatının<br />
geçici ışıltısına aldanıp istek<br />
ve arzularının peşinde yok<br />
yere tüketir ömrünü. Tıpkı bir<br />
yaprak misali savrulur durur<br />
yaşam içinde. Bir gün öleceği<br />
gerçeğini unutup ölüm sonrası<br />
için kayda değer bir hazırlık<br />
yapmadığı gibi değersiz ve anlamsız<br />
bir şekilde yaşar hayatını.<br />
Oysa ki ölüm, yaşamın ikiz<br />
kardeşidir. Yaşamla birlikte var<br />
edilmiştir. Alınan her bir nefesin<br />
yarısı yaşam, yarısı ölüm<br />
için alınır. Ölüm bize bu kadar<br />
yakındır. Ömür, anne karnı<br />
ile toprak altındaki iki karanlık<br />
arasında yakılan bir kibrit alevi<br />
gibidir. Alev almasıyla sönmesi<br />
an meselesidir. Göz açıp kapar<br />
gibi geçecek ve bir gün son bulacaktır.<br />
Uyanmak için uyumak<br />
gerekiyordu önce. Ölmek için<br />
yaşamak. Ve biz yaşıyorduk.<br />
Yaşıyorken de uyuyorduk. De-<br />
64 65<br />
rin bir uyku içindeyken kendimizi,<br />
yaşıyor sanıyorduk. Bu<br />
gerçek ile yüzleşmeye, dünya<br />
uykunuzdan uyanmaya ve<br />
yaşamınızı sorgulamaya cesaretiniz<br />
var mı? Eğer yok ise<br />
bu kitabı elinizden bırakabilir,<br />
yaşantınıza kaldığınız yerden<br />
devam ederek sizin için ayrılan<br />
sürenin sonuna gelebilir ve hiç<br />
ölmeyecekmiş gibi yaşayıp,<br />
hiç yaşamamış gibi ölebilirsiniz.<br />
Kaçınılmaz olan ölüm ile<br />
yüzleşmeden önce, yüzleşin<br />
kendinizle.”<br />
Kitabın bir kısmını da okuyabilirsiniz<br />
sadece çok çok az<br />
bir kısmını.. Eğer kitaplığımda<br />
böyle bir kitap bulunmalı, okumalıyım<br />
diyorsanız “İnsanlar<br />
Uyurlar Ölünce Uyanırlar” tık<br />
tık bebeğim :)<br />
Şimdilik bu kadar.Umarım beğenirsiniz..<br />
Sevgiyle kalın..<br />
SELİNSEL<br />
selinselle.blogspot.com
loglifetr<br />
Aşık Oldum<br />
Ben çok aşık oldum.<br />
bazen sesine, bazen kokuna, bazen<br />
bakışlarına...<br />
Ama her gün tekrar tekrar bıkmadan<br />
usanmadan aşık oldum...<br />
Sen yanıma oturup bir sigara yakardın ve<br />
gözlerimin içine bakardın.<br />
Ben ise sana aşık olurdum.<br />
Sen ellerini uzatıp, yüzümü avuçlarının<br />
arasına alırdın.<br />
Ben ise sana aşık olurdum.<br />
Sen kafan yanımdaki yastıkta, elim avucunda<br />
uyurdun.<br />
Ben ise sana aşık olurdum.<br />
Sonu yoktu biliyordum. Sonu olmayacaktı.<br />
Daha ilk günden hissettiklerim beni hiçbir<br />
zaman yalnız bırakmayacaktı.<br />
Üzüntüden tırnaklarımı avuç içlerime batırdığım<br />
her gece ben sana tekrar aşık oldum.<br />
Uyurken nasıl da masum göründüğünü biliyor<br />
musun?<br />
Hayır bilmiyorsun.<br />
Ben senin bana yaşattığın acılara bile aşık<br />
oldum.<br />
Normalde bıkkın görünen gözlerinin bana<br />
bakarken nasıl da ışıl ışıl olduğunu biliyor<br />
musun?<br />
Hayır bilmiyorsun.<br />
Ben senin sinirlendiğinde küfretmene bile<br />
aşık oldum.<br />
Ben kendimi sevdim, ben seni sevdim, ben<br />
seni çok sevdim.<br />
66<br />
Özge Kopuz<br />
ozgelikli.blogspot.com<br />
67
Uzak Mesafe İlişkileri<br />
Long distance relationship,<br />
yani uzak mesafe ilişkisi.<br />
Çoğu insan bu olguya umutsuz<br />
vaka gözüyle bakıyor. Çünkü<br />
“sürekli dip dibe olan insanların<br />
bile yürütemediği ilişki o<br />
kadar mesafeden nasıl yürüsün?”<br />
mantığına sahipler.<br />
Tamamen haksızlar diyemeyeceğim<br />
lakin haklı da değiller.<br />
Şuan tam da böyle bir ilişkinin<br />
içerisinde olduğum için çok<br />
daha iyi anlatabileceğim sanırım.<br />
Bi kere zor, çok zor, ölümcül<br />
zor.<br />
Bazen diyorsunuz ki ‘ulan yeter<br />
be, kafamı keseyim de kurtulayım,<br />
dayanılmaz buna’ çünkü<br />
görmek, dokunmak, hissetmek<br />
istediğiniz zaman maalesef ki<br />
elinizde avucunuzda olan sadece<br />
koca bir hiç.<br />
Dışarı çıktığınız zaman etrafınızdaki<br />
çiftlere bakıp her birine<br />
içinizden lanetler gönderiyorsunuz:<br />
‘elleriniz kopsun da<br />
bidaha elele gezemeyin, dudaklarınız<br />
yansın da birbirinizi<br />
öpemeyin, kafanıza yıldırım<br />
düşsün de böyle kahkaha ata<br />
ata gezemeyin!!’ çünkü sizin<br />
sevdiğiniz insan yanınızda değil,<br />
hatta çok uzağınızda. Bir<br />
insanla mı yoksa telefonla ve<br />
bilgisayarla mı ilişkiniz var ayırt<br />
edemiyorsunuz. Özellikle telefonun<br />
yeri bambaşka. Sürekli<br />
yapışık olarak geziyorsunuz,<br />
elinizden düşürmüyorsunuz.<br />
Her fırsatta arayıp sesini duymak<br />
istiyorsunuz. Hatta telefon<br />
açıkken uyukluyorsunuz. Bilgisayar<br />
başında kamerayı açıp<br />
saatlerce vakit geçiriyorsunuz.<br />
Her yere fotoğraflarınızı<br />
döşüyorsunuz ki sevdiğinizin<br />
eksikliği farkedilmesin, sık sık<br />
mutluluğunuzun kanıtlarını görebilesiniz.<br />
Cesaretli olup karşınızdaki insana<br />
güvenmeniz ve olaylara<br />
iyimser yaklaşmanız gerekiyor<br />
eğer böyle bir ilişkiniz varsa.<br />
Yoksa zaten uzun ömürlü olmuyor-olamıyor<br />
maalesef...<br />
Buna alışmak gerçekten çok<br />
zor. Belki de imkansız. Bir seneyi<br />
devirmemize rağmen ben<br />
halen alışamadım mesela!<br />
Bu durumu evrelere ayırırsak<br />
eğer;<br />
1.EVRE:<br />
‘Aman ne olacak ki?’ evresi de<br />
diyebiliriz. İki taraf da aradaki<br />
mesafeyi çok ciddiye almaz.<br />
Çünkü yeni aşık olmuşlardır<br />
ve mutluluğun irvanasında fink<br />
atma hallerindelerdir. ‘Olalala<br />
benim sevgilim var’ modunda<br />
gezildiği için uzaklıktan çok<br />
da rahatsızlık duyulmaz. Hatta<br />
uzak olmak heyecanlı ve değişik<br />
bir his gibi gelir, bu durumdan<br />
memnun bile olunabilir.<br />
2.EVRE:<br />
İki taraf da bu uzaklıktan yavaş<br />
yavaş rahatsız olmaya başlar.<br />
Çünkü hesaba katmadıkları<br />
bir şey vardır: Özlemek! Çiftimiz<br />
birbirini özlemeye başlar,<br />
yanında olsun ister ama bir<br />
yandan da ‘aman sürekli gözümün<br />
önünde olsaydı sıkılırdım<br />
böyle daha iyi’ diye olaya iyi<br />
yönünden bakmaya çalışırlar.<br />
Yani yine de mutlu olunabilen<br />
bir evredir.<br />
3.EVRE:<br />
Artık çiftimiz bu durumdan hiç<br />
hoşnut değildir. Etraflarında<br />
gördükleri sevgililere imrenmeye<br />
başlarlar: ‘herkes sevgilisiyle<br />
istediği zaman görüşebiliyor,<br />
benim kaderim mi bu?’<br />
tarzı yakınmalara başvurulur.<br />
Eski mutluluk yerini ufaktan<br />
sızlayan bir hüzne bırakır.<br />
4.EVRE:<br />
Bu isyan evresidir. ‘Yeter lan<br />
artık, özlüyorum ben çok!’<br />
tarzında çıkışlar gündeme<br />
getirilir. Kafalardan çılgınca<br />
düşünceler geçer, etraflarında<br />
gördükleri çiftlerden nefret<br />
ederler çünkü onlar birbirlerine<br />
uzaktır. Durumlara ve imkanlara<br />
sövülür, tak ettiği zaman<br />
oturup ağlanır. Kavuşulacak<br />
gün sabırsızlıkla beklenir.<br />
Ben şu an 4. evrede bulunuyorum.<br />
Psycho mode: on şeklinde<br />
geziyorum etrafta.<br />
Evet çok zor oluyor!<br />
Evet bazen ölüyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz!<br />
Evet fazla dozda özlemden çıldırıyorsunuz!<br />
Evet hunharca ağlayıp, üzülüyorsunuz!<br />
Evet aranızdaki mesafenin her metresine<br />
ağız dolusu küfürler savuruyorsunuz!<br />
Evet ayda bir ya da iki kere ancak görüp,<br />
sarılıp öpebiliyorsunuz!<br />
Evet gereksiz bir sürü insan onun yanındayken<br />
siz olamıyorsunuz!<br />
Evet bazen kavuşacağınız gün size asırlar<br />
kadar uzakmış gibi geliyor!<br />
Ama hiç bir zaman iyimserliği elden bırakmamak<br />
gerekiyor... Çünkü gerçek sevgi<br />
kolay kolay ele geçmiyor, ona sahip çıkın.<br />
Özge Kopuz<br />
ozgelikli.blogspot.com<br />
68 69
loglifetr<br />
Acıyla açtığı gözü,<br />
küçücük bir aralıktan<br />
sızan ışığa<br />
kilitlendi.. Duyduğu<br />
acının sebebini<br />
anlayamasa da bir şeylerin<br />
yolunda gitmediğinin farkındaydı..<br />
‘Neredeydi?’ .. Hiçbir<br />
şeyi hatırlayamıyor olması, tedirginliğini<br />
arttırdığından, buna<br />
bir son vermek adına hareket<br />
etmeye çalıştı.. Bacaklarının<br />
üzerinde ne olduğunu anlayamadığı<br />
yüklerden ötürü kıpırdayamadı.<br />
Sinirinden kolunu<br />
çekiştirince, bir kaç taşı yerinden<br />
oynattığını farketmesiyle,<br />
tedirginliğinin artması aynı ana<br />
denk geldi..<br />
Küçücük aralıktan sızan ışığın<br />
ara sıra kayboluşu, yakında bir<br />
yerlerde hareket eden insanlar<br />
olduğu hissine kapılmasına<br />
sebep oldu. Çığlık atacak oldu.<br />
Yuttuğu tozlardan olsa gerek<br />
kendine bile duyuramadığı bir<br />
çığlığı boşa sallayıverdi.. İşte<br />
tam o sırada, sanki havada<br />
asılı kalan çığlık yerine ulaşmışcasına,<br />
kendisine yaklaşan<br />
ayak sesleri yankılanmaya<br />
başladı boşlukta. Ne topuklu<br />
bir ayakkabı zerafeti, ne de<br />
terlik hafifliği.. Hayal dünyasını<br />
canlandıran, kaba saba bir<br />
bot sahibi olmalıydı. Adımlar<br />
yaklaştı, yaklaştı ve çok yakınlarda<br />
bir yerde yine aynı sessizliğe<br />
dönüştü. Kötü bir şeyler<br />
olacağından emindi.. Bu<br />
koşullar altında iyi bir gelişme<br />
mucize olurdu, hiç olmamıştı..<br />
Nefes alabilmek adına yutkun-<br />
Paranoya<br />
duğunda, tozların tadını bir kez<br />
daha özümsemiş olmasının en<br />
lezzetli deneyimi olmadığını<br />
anımsadı. Sağ bacağına, birden<br />
nereden geldiğini anlaması<br />
mümkün olmayan bir ağırlık<br />
düştü. Canı öylesine yandı ki<br />
kıpırdayamadı bile, ısırdığı dudağından<br />
gelen kanı emerken,<br />
kurumuş ağzındaki toz tadından<br />
kurtulabilmeyi umdu..<br />
Bir işkencenin ortasında, buna<br />
sebep olacak ne yaptığını dü-<br />
şünmeye başladı, kapanan<br />
gözlerine inat, uyanık kalmaya<br />
çalışarak.. İzlediği filmin etkisinde,<br />
bir yerleri açık kalarak<br />
daldığı uykusunda olduğuna<br />
inandırmaya çalışırken kendini,<br />
hissettiği acının gerçekliğini<br />
fark etti..<br />
Dışarıda onu bekleyen işken-<br />
70<br />
cecilerini tahmin etmeye koyuldu.<br />
Uzun bir liste yapacağını<br />
düşünürken, ölüm iyiliğinden<br />
olsa gerek zar zor bir kaç isim<br />
sıralayabildi. Dışarıdaki uğultudan,<br />
başına nasıl bir işkence<br />
geleceğini kestiremedi, düşünse<br />
de nasıl bir işkenceden<br />
geçtiğini hatırlayamayışı gibi..<br />
Tam ışığın sızdığı yerde, bir<br />
şeylerin eşelendiğini fark etti,<br />
sonunun geldiğini düşünerek..<br />
‘kötü bir şey yapmış olmalıyım<br />
bunu hak edecek’ diye düşünürken,<br />
son kez okkalı bir<br />
nefes çekmek istedi, beceremedi..<br />
Becerebilseydi, güzel<br />
anıları düşünerek sonlandıracaktı<br />
bu anı.. Tam o an bir<br />
el belirdi. Gözlerini kapayıp<br />
teslim etti kendisini.. ‘buraya<br />
kadarmış her şey’ derken, o<br />
el kavrayıp çekmeye başladı<br />
aydınlığa..<br />
‘Tüm hazırlıklar boşa mıydı?’<br />
diye düşündü, ‘Ölmüyor muyuz<br />
yani şimdi?’..<br />
Takip edemediği bir hızda gelişti<br />
her şey. Yıkık bir alanda,<br />
cehennem kalabalığının ortasında,<br />
ona dikilmiş umut dolu<br />
gözlerle karşılaşınca, düşündüğü<br />
her şeyin içi boşaldı. Nefes<br />
almayı tekrar denedi ama<br />
dolmuş ciğerleri bir kez daha<br />
reddetti bu isteği..<br />
Her şeyi geri sarmalıydı.. Küçücük<br />
bir ışıktan uzanan eli işkencecisi<br />
yapan algısıyla oturup<br />
hesaplaşma vakti gelmişti..<br />
Zeynep Geçgin<br />
kayipruh.com<br />
8 MART / DÜNYA KADINLAR GÜNÜ<br />
Takvimlerimize baktığımızda<br />
hemen hemen<br />
her bir takvim<br />
günü için ayrılmış,<br />
zamanla özelleştirdiğimiz<br />
günler olduğunu görürüz.<br />
Kişisel doğum günleri,<br />
bayramlar, resmi tarihler ve<br />
sosyal anlamda değerlendirilen<br />
günler gibi…<br />
İşte içinde bulunduğumuz bu<br />
ay yani Mart ayında da biz kadınlar<br />
için oluşturulmuş özel<br />
bir günümüz var. 8 Mart Dünya<br />
Kadınlar Günü ya da Dünya<br />
Emekçi Kadınlar Günü. Bu<br />
önemli günün kısaca tarihçesi<br />
şöyle:<br />
“8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin<br />
New York kentinde 40.000 dokuma<br />
işçisi daha iyi çalışma<br />
koşulları istemiyle bir tekstil<br />
fabrikasında greve başladı.<br />
Ancak polisin işçilere saldırması<br />
ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi,<br />
arkasından da çı-<br />
kan yangında işçilerin fabrika<br />
önünde kurulan barikatlardan<br />
kaçamaması sonucunda, çoğu<br />
kadın, 129 işçi can verdi. İşçilerin<br />
cenaze törenine 10.000’i<br />
aşkın kişi katıldı.<br />
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde<br />
Danimarka’nın Kopenhag kentinde<br />
2. Enternasyonale bağlı<br />
kadınlar toplantısında (Uluslararası<br />
Sosyalist Kadınlar Konferansı)<br />
Almanya Sosyal Demokrat<br />
Partisi önderlerinden<br />
Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki<br />
tekstil fabrikası yangınında<br />
ölen kadın işçiler anısına<br />
8 Mart’ın “Internationaler Frauentag”<br />
(International Women’s<br />
Day - Dünya Kadınlar Günü)<br />
olarak anılması önerisini getirdi<br />
ve öneri oybirliğiyle kabul<br />
edildi.<br />
[...] Ülkemizde ise ilk kez<br />
1921 yılında “Emekçi Kadınlar<br />
Günü” olarak kutlanmaya başlandı.<br />
[...] 1984’ten itibaren her<br />
71<br />
yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından<br />
“Dünya Kadınlar Günü”<br />
kutlanmaya devam ediliyor.”*<br />
Kadınlarımızın sadece bu tarihte<br />
böylesine hatırlanması<br />
hoşa gidecek bir durum değil<br />
detaylara baktığımızda. Çoğu<br />
kadın için bu özel tarih bile<br />
aslında hayatını bir günlük de<br />
olsa değiştiremiyor bildiğimiz<br />
gibi. Kadınlarımız yine şiddet<br />
görmeye devam ediyor, yine<br />
tüm özgürlüklerinden mahrum<br />
bırakılıyor ve yine bazı erkekler<br />
tarafından ikinci plana atılıyor.<br />
İstiyoruz ki bu tip eşitsizlikler<br />
artık son bulma yoluna<br />
doğru ilerlesin. Kadınlarımız<br />
bilinçli bir hale geldikçe daha<br />
yüksek konumlarda da erkeklerin<br />
yanında yer alsın, yer almaya<br />
devam etsin.<br />
Şimdiden tüm kadınlarımızın<br />
Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.<br />
Aslı Çotala
72 73
loglifetr<br />
Her zaman ki gibi<br />
bir gündü aslında<br />
bugün de. Yine de<br />
bana “Ne kadar az<br />
insan var la bugün<br />
okulda?” dedirtti ki benim jeton<br />
o anda düştü. “Vay anasını<br />
ben 2 saat erken gelmişim lan<br />
ya” dedim. Sonra acıdım kendime<br />
tabii. Sabahleyin erkenden<br />
kalk sonra o sabah aptallığıyla<br />
atla ilk otobüse gel. Bir<br />
de “Ben böyle işin var ya” diye<br />
kızdım kendime biraz. O değil<br />
yanarım yanarım da adam<br />
akıllı kahvaltı bile yapamadım<br />
ona yanarım.<br />
Tabi durum böyle olunca “Gideyim<br />
bir şeyler alayım kendime”<br />
dedim. Aldım, yedim, içtim<br />
hemen. Benim mesane boş<br />
durur mu? İki kelam bir şey yudumlamamı<br />
beklemiş olacak ki<br />
hemen sıkıntı çıkardı. Bende<br />
durmadım tabi gittim tuvalete.<br />
İşte her şey buraya kadar benim<br />
için bile çok normaldi ki,<br />
o an bir şey gördüm. Üç tane<br />
serseri adam, engelli asansörünü<br />
meşgul ediyorlardı!<br />
Ben de komedyen olabilirim<br />
Böyle bir şey olamazdı ya, olmamalıydı.<br />
Bir baktım birisi<br />
birinci kata, diğer ikisi de ikinci<br />
kata çıkmak için kullanıyor<br />
asansörü. Hemen “Lanet olsun”<br />
dedim; çünkü lanet olsunu<br />
bir yerde kullanabileceksen<br />
ve kullanmazsan, Amerikan<br />
filmlerine çok büyük hakaret<br />
olur bu. Her şey bir yana doğru<br />
olamazdı. Koştum merdivenlerden<br />
sırf kontrol etmek için.<br />
Cidden de doğruydu. Bir şeyler<br />
yapmalıydım artık dayanamıyordum.<br />
Çok kalabalıklardı<br />
ama ne yapabilirdim ki? Bire<br />
karşı üçtü durum. Olsun dedim<br />
böyle olabilir ama benim de taa<br />
ne zamandan kalma G.I. JOE<br />
Son Android kıyafetlerim vardı<br />
ama evdeydiler işte bu kıyafetler.<br />
Çok hızlı olmalıydım. O<br />
kıyafetleri giyersem beni kimse<br />
tutamazdı ve o adamlara<br />
gününü gösterecektim bu sayede.<br />
“Onlar kim oluyordu da<br />
engelli asansörüne hiçbir en-<br />
74<br />
geli olmadan biniyorlardı lan”.<br />
Son kurduğum cümlenin sonundaki<br />
lan’dan aldığım gazla<br />
koşmaya başladım. Bir an<br />
önce G.I. JOE Son Android kıyafetime<br />
ulaşıp giymeli ve onlara<br />
yaptıklarının cezasını vermeliydim.<br />
Bölüm binasından<br />
koşarak çıktım. Durağa doğru<br />
koşuyordum ki bir de ne göreyim?<br />
154 Orada bekliyordu ve<br />
boştu. “Olamaz” dedim kendi<br />
kendime. Allah bile benden<br />
yanaydı. Koşuşumu hızlandırdım<br />
ve arka kapı tam kapanırken<br />
otobüse attım kendimi.<br />
Kendimi attım ancak çantamı<br />
atamadım. Çantam ve ben bir<br />
bütün gibi birbirimize bağlı kaldığımız<br />
için o kapıda sıkışınca<br />
tabi bende sıkıştım. Bir de<br />
o refleksle “ARKA KAPIIAA!”<br />
diye bağırdım ki şoför bir an<br />
kendine gelemeyip önce frene<br />
bastı ve sonra sadece arka kapıyı<br />
değil 3 kapıyı birden açtı.<br />
Bir oh çektim kurtulur kurtulmaz.<br />
Adam bana dikiz aynasından<br />
bir baktı tabii. Eminim o<br />
an benim bir manyak olduğumu<br />
düşündü. Hiç sesimi çıkarmadım.<br />
G.I. JOE Son Android<br />
kıyafetine odaklanmıştım. Birileri<br />
bunu öğrenirse bana engel<br />
olabilirlerdi.<br />
Otobüs gayet orta hızla ilerliyordu.<br />
Sabah saatleri olduğu<br />
için çok binip inen olmuyordu<br />
tabii. Yine de bir teyze bindi<br />
ki arabaya vay teyzem dedim<br />
sen ne yaptın ya! Teyze pazara<br />
gitmişti. Hem Perşembe<br />
günü gitmişti, hem sabahın<br />
köründe gitmişti, hem de sağ<br />
olsun pazarda diğer insanlara<br />
hiçbir şey bırakmamıştı. O<br />
değil pazar arabasını arabaya<br />
bindirirken ben de yardımcı oldum<br />
ona. Bir oh çekti teyze ve<br />
teşekkür etti bana. Tabii iyice<br />
gaza geldim. Konudan uzaklaştığımı<br />
hissettim bir an ve<br />
hemen ilk bulduğum boş koltuğa<br />
tekrar oturup o adamlara<br />
neler yapacağımı düşündüm.<br />
Sonra bizim bölüm başkanı<br />
Doğan Dönmez’in beni nasıl<br />
tebrik edeceğini düşündüm.<br />
Tabi gururlandım hemen, daha<br />
hayal bile olsa. Ben bunları düşünürken<br />
bizim teyze inmek istedi.<br />
Bana baktı. Tabii alışmıştı<br />
bana, bensiz yapamıyordu artık.<br />
Daha kıyafetimi giymeden<br />
bu kadar iş başarmam benim<br />
bile hoşuma gitmişti. Kalktım<br />
hemen onu otobüsten indirdim.<br />
Teyze çok tatlı bir teyze<br />
çıktı ve bana bir sürü teşekkür<br />
etti ve yanaklarımı mıncır<br />
mıncır etti. Derken bizim şoför<br />
otobüse binerken ki tepkimden<br />
olacak herhalde beni daha faz-<br />
la beklemeden bastı gitti. Teyze<br />
“Yavrum benim ya benim<br />
yüzümden kaçırdın otobüsü”<br />
dedi. “Senin canın sağ olsun<br />
teyze” dedim “İki mıncır daha<br />
yap bakayım sağ yanağıma,<br />
ödeşelim” dedim. “Oy kurban<br />
olurum sana dedi ve mıncırladı<br />
tabii”. Sonra o uzaklaşırken bir<br />
çare bulmalıydım. Koşmaya<br />
karar verdim. Daha fazla bu işi<br />
uzatamazdım. Beni bekliyordu<br />
dünya. Koşmaya başladım. İki<br />
durak sonra nefes kanallarımın<br />
yetmediğini ve fazladan<br />
bir iki taneye daha ihtiyacım olduğunu<br />
anlayınca durakladım.<br />
Dedim en iyisi otobüs bekleyim<br />
ben yine. Aha da bu gelen<br />
142’ydi. Allah gerçekten benden<br />
yanaydı. Bu sayede aktarma<br />
yapmış olacak ve para<br />
vermemiş olacaktım. Tamam<br />
G.I JOE Son Android kıyafetim<br />
olabilir ama sonuçta ben<br />
bir öğrenciyim yani. Aç kalmak<br />
istemem.<br />
142, az önceki 154’ten hızlı gidiyordu.<br />
“Allah’ım bu kadar mı<br />
yolunda olur?” dedim bir an.<br />
İyice işime odaklanmıştım ki<br />
yanımdaki adam kalktı ve yanıma<br />
bir kız oturdu. İki durak<br />
sonra inmek için kalktığında<br />
gözüme ayakkabıları ilişti. “La<br />
dedim bu ney la? Sen bu kıza<br />
akıl fikir ver Ya Rabbim ya bu<br />
ney ya?” dedim. Kızın kıyafe-<br />
75<br />
tiyle tam uyumsuz bir ayakkabısı<br />
vardı. Ben buna çok önem<br />
veririm. Bir kızın kıyafetiyle<br />
ayakkabısı uyumlu olmalıydı<br />
arkadaş. İşte o kadar. Çünkü<br />
ayakkabı ne kadar özenle seçiliyorsa<br />
o kadar dikkatli olur<br />
kız dediğin hacı. Hay demez<br />
olaydım. Dilim kopaydı, beynim<br />
çürüseydi de diyemeseydim.<br />
Bu düşüncelere daldığım<br />
için ineceğim duraktan iki durak<br />
sonra indim. Ve bu sefer<br />
Allahtan akıl fikiri kendime istedim.<br />
Verdi mi vermedi mi onu<br />
bilemem tabii.<br />
Koşmaya başladım yeniden.<br />
Eve kadar koştum bu sefer.<br />
İlk sefer ki koşu beni iyice açmış<br />
olmalıydı. Çok az kalmıştı<br />
G.I.JOE Son Android kıyafetime<br />
ulaşmaya. Beni bekleyin<br />
artık. Geliyorum sizi kurtarmaya!<br />
Sonra koşar adım apartmana<br />
girdim. Asansörü bekledim.<br />
Biraz asansörde soluklandım.<br />
Kahramanlarında dinlenmeye<br />
ihtiyaçları vardı ne de olsa.<br />
Asansörden iner inmez bizim<br />
evin ziline asıldım. Annem kapıyı<br />
açtı ve ne oluyor tavrıyla<br />
suratıma baktı. “Bakma öyle<br />
anne, insanların bana ihtiyacı<br />
var” dedim ve odama koştum.<br />
Her yeri didik didik aradım, bulamıyordum<br />
G.I.JOE Son Android<br />
kıyafetimi. Hemen mutağa
loglifetr<br />
koştum ve anneme sordum.<br />
Annem de “O ne be öyle” dedi.<br />
“Hani anne dedim 6 yaşındayken<br />
almıştınız ya” dedim. “O<br />
nerden çıktı” dedi. “Ya nerede<br />
hadi çabuk söyle” dedim. “Hani<br />
şu önünde yıldızlı falan gico<br />
yazan şey mi?” dedi. “Heh evet<br />
o” dedim ayrıca “o G.I JOE<br />
anne gico değil!” dedim. “Çok<br />
biliyorsan sen bul” dedi kıyafeti.<br />
Sonra “Yok annecim hadi<br />
nerede söyler misin lütfen” dedim.<br />
Çok acil aradığın bir şey<br />
olursa bulamaz ve annene sorarsan<br />
onu, işte o sırada anneyi<br />
kızdırmamak lazım. Yoksa<br />
bir daha asla bulamazsın o<br />
eşyayı. “Geçenlerde evde bez<br />
yoktu ben onu cam silme bezi<br />
yaptım” dedi. “Ney!” dedim bir<br />
daha “Ney ney ney!” dedim.<br />
“Anne bunu nasıl yaparsın ya!<br />
O bana lazımdı ya!” dedim ve<br />
hafiften bağırdım. “Anneye bağırılmaz”<br />
dedi o da bana bağırdı.<br />
“Ya giyecektim ben onu”<br />
dedim. “Lan manyak 6 yaşında<br />
aldığın şey sana nasıl olsun”<br />
dedi. “Ya onun her yaşa uygun<br />
büyüme formu vardı. G.I.Joe<br />
Son Android kıyafetimdi o benim<br />
ya” dedim. Hastaymışım<br />
gibi suratıma baktı. “Gel bir<br />
çay iç saçma sapan konuşma”<br />
dedi. “Nerede hani bakmam<br />
lazım” dedim. “Banyonun orada<br />
küvete astım” dedi. O an<br />
içim iyice bir burkuldu. İyice<br />
bir hüzünlendim. Koştum he-<br />
men banyoya. Baktım ki cidden<br />
öyle. Kol kısmı kesilmiş ve<br />
ikiye bölünmüş gövde kısmı iki<br />
parça yapılmış kıyafetim. Biriyle<br />
ıslak diğeriyle kuru silmek<br />
için.<br />
Banyoya bir kenara pındım tüm<br />
bunları görünce. Sonra annem<br />
geldi. “Nerden çıktı şimdi bu<br />
birden” dedi. “Öyle çıktı işte”<br />
dedim sitemli bir şekilde. “Gel<br />
hadi çay koydum içelim beraber.<br />
Bak yanında da irmik helvası<br />
getirmiş komşu onu yeriz”<br />
dedi. “Vallaha mı? dedim kalktım<br />
hemen. Gittim mutfağa ki<br />
cidden de öyle. Sonra Çay<br />
76<br />
ve irmik helvası keyfi yaparken<br />
okulda ki olayı anlattım anneme.<br />
“Tüü Allah onların cezasını<br />
versin” dedi. İçim rahatladı.<br />
Anneler bela okudu mu tutar<br />
ne de olsa. G.I. JOE kıyafetine<br />
ve okula tekrar gitmeme de<br />
gerek kalmadı. “Anne” dedim<br />
“Beni seni çook seviyorum”<br />
dedim. “Bir tabak daha irmik<br />
helvası ister misin?” dedi. İnanın<br />
bende seni çok seviyorum<br />
deseydi beni bu kadar sevdiğini<br />
anlamazdım.<br />
Not: O değil de bugün gerçekten<br />
okula çok erken gittim ve<br />
Ayşegül’üm ile kahvaltı keyfini<br />
kaçırdım. En fenası da o zaten.<br />
Tüm bu yazı böyle böyle<br />
çıktı o da bir başka tabii.<br />
Ümit Kete<br />
umitkete.blogspot.com<br />
Sürekli yetişmeye çalışıyoruz. Yetişmeye<br />
çalıştığımız yerlerde genellikle uzun<br />
zamanlar oturmak zorunda kalıyoruz,<br />
sabit.<br />
İşe yetiş pc başına otur.<br />
Otobüse yetiş otur. (%2)<br />
Sinemaya yetiş otur.<br />
Tiyatroya yetiş otur.<br />
Vapura yetiş,<br />
Trene yetiş,<br />
Metroya,<br />
Buluşmalara,<br />
Oturmaya mı geldik? Lilililililiililii...<br />
Eğer dünyanın bir yerinde eline gitarını almış<br />
benimle eş zamanlı siyedili basan biri varsa,<br />
selam olsun. Birbirimizden asla haberimiz<br />
olmayacak. Olmasın... Akortlar tutmaz falan sorun<br />
yaşamayalım. Soğuk bir kuzeyli olabilirsin.<br />
Selamlar tatlım.<br />
Hava gri olduğu sürece kırmızı içtiğim şeylerden<br />
enerji yükleyebiliyorum çoğu zaman.<br />
Tavşankanı çay,<br />
Nar suyu,<br />
Vişne suyu,<br />
Şarap,<br />
Kuşburnu...<br />
Tavşankanı muhabbeti çok garip. “Ohh...<br />
miss... tavşankanı çay” diyoruz. Sanki şehrimizde<br />
tavşan avlamak çok zor, ayda yılda bir<br />
avlıyoruz.. Onun da çıkan kanını bir karafta<br />
62. Çay<br />
77<br />
biriktirip aile bireyleri aramızda kırışıyormuşuz<br />
gibi. Rengi desen olmaz, tutar milleti... Ayrıca<br />
ben -ve büyük bir çoğunluk olduğunu düşünüyorum,<br />
daha sık niyet çeken tavşan ve playboy<br />
tavşanı görmüşüzdür. Bir de Bugs Bunny falan<br />
işte.. Yani öyle avlanılacakmış, eti yenecekmiş<br />
zor. O amcalar niyeti çektirmek için sevimli tavşanı<br />
kullanarak bizi avlayacak olay bu. Ya da<br />
playboy tavşanı erkeklerin beynini avlayacak.<br />
İşte akla ilk gelenler bunlar bilmeyenler<br />
için. Ama ben durmadım araştırdım.<br />
Tavşankanı da durmazmış, çok bereketliymiş.<br />
Akar akarmış. Tavşankanı çay da bereketli çay<br />
anlamındaymış. Siz hiç sallama tavşankanı çay<br />
duydunuz mu? Duyamazsınız; çünkü bir kez<br />
sallarsın, ikinciye tutmaz.<br />
Sonuçta günler çok sıkıcı. Soğuk, ıslak falan.<br />
Kar bünyem için gereksiz. Soğuk ve acı yemek<br />
aynı şeyler benim için. Mazoşistlik. Güneşi hissetmem<br />
lazım. Rüzgar yalamasın benim yüzümü,<br />
güneş ışınları kavursun, kırışabilirim sorun<br />
yok. Sallananın bereketi olmaz. Neymiş? Erken<br />
kalkan yol alır.<br />
Zeynep Erdim<br />
zeyneptunjupiterdim.blogspot.com
78<br />
DÜNYALAR SANAT EVİ<br />
Sanatın ruha nasıl iyi<br />
geldiğinden, kişiye<br />
neler kattığından her<br />
zaman bahsetmişimdir.<br />
Eğer ki gerçek bir ilgi mevcutsa<br />
size geri dönüşü tahmin<br />
edemeyeceğiniz kadar güçlü<br />
ve hızlı olur. Bir işi severek<br />
yapmanın veya bir işle igilenerek,<br />
severek uğraşmanın kişiye<br />
hayata extra bir can kattığına<br />
her zaman inanırım.<br />
Bir gün rastgele bir sokaktan<br />
geçerken vitrini sayesinde dikkatimi<br />
çeken bir sanat eviyle<br />
karşılaştım. RENKLİ DÜNYA-<br />
LAR SANAT EVİ. Küçük bir<br />
sanat evi, üstelik bir sokakta<br />
ve birbirinden farklı dükkanların<br />
arasında açılmış. Oysa ki<br />
bir çoğumuzun aklına sanat<br />
evi dendiğinde ya da bu tarz<br />
yerler düşünüldüğünde ferah,<br />
manzaralı bir yer beklenir. Hemen<br />
içeri girdim; sahibiyle görüştüm,<br />
tanıştım. Gerçekten<br />
çok şeker bir bayan. İnsana ve<br />
eşyaya değer katacak bir çok<br />
etkinliğin varlığından bahsetti.<br />
Açıkçası o an daha iyi anladım<br />
ki gerçekten ilgilenmek, sev-<br />
79<br />
mek, istemek bu olsa gerek.<br />
Sık sık sergi düzenleyen bu<br />
sanat evini sizlerle paylaşmakta<br />
fayda var diye düşündüm.<br />
Eğer siz de bu küçük dünyaya<br />
katılmak isterseniz; aşağıdaki<br />
bilgilerden ulaşabilirsiniz.<br />
İletişim için :<br />
Esin KÜÇÜKAZMAN<br />
Tel No: 0533 578 0603 -<br />
0212 506 38 53<br />
Adresi: Cami Sok. 13/A<br />
Güngören - İstanbul<br />
bloglifetr<br />
Elif Duruk<br />
www.psikolokum.blogspot.com
Bimisal in anlamı nedir ?<br />
Bimisal’in anlamı eşi olmayan,<br />
benzersiz demek. Bizde zaten<br />
yaptığımız işlerde bunu sağlamaya<br />
çalışıyoruz.<br />
Ne bu Bimisal?<br />
Bimisal bir oluşum bir projedir.<br />
Bimisal Project’i bize biraz<br />
açarmısınız ?<br />
Bimisal Project şuan da iki bölümden<br />
oluşan bir kuruluştur.<br />
Bunlar Bimisal Art & Design<br />
Gallery ve Bimisal Creative’dir.<br />
Galerimizde her ay farklı sanatçılar<br />
ve gruplara sergiler<br />
düzenlemekteyiz.<br />
Bimisal Creative bölümümüzde<br />
ise organizasyonlar, video<br />
artlar, tanıtım filmleri, viral videolar<br />
ve çeşitli kurumsal firmaların<br />
sanat danışmanlığı ile<br />
özel fotoğraf çekimleri, katalog<br />
tasarımı ve fuar standları yapmaktayız.<br />
Bimisal Project Röportajı<br />
Bimisal Art & Design Gallery<br />
’yi diğer galerilerden benzersiz<br />
kılan nedir ?<br />
“Bimisal* sanat ve tasarım”<br />
galerisi olarak kendimizi “Fair<br />
& Green Art Ground” ifadesiyle<br />
sanatsal alışverişin çevreye<br />
duyarlı ve adil zemini olarak tanımlıyoruz.<br />
Sanatçılarla yapılan anlaşmalarda<br />
şeffaflığı benimseyerek,<br />
sanatçıyı bağlayan, üretimini<br />
mekanikleştiren, aldığı karşılığı<br />
bir lütuf olarak gösteren geleneksel<br />
anlaşma maddelerini<br />
baştan ret ediyoruz.<br />
Tanıtım için basılı malzeme<br />
kullanmayıp, sayısal ortamı<br />
kendini ve sanatçılarını anlatmak<br />
için etkili ve mutlak zemin<br />
olarak benimseyen galeri, böylelikle<br />
hem onbinlerce sayfalık<br />
kağıt israfını önlüyor hem de<br />
sanatçılarını büyük bir mali<br />
yükten kurtarıyor.<br />
Biz Bimisal Sanat ve Tasarım<br />
Galerisi olarak sanat piyasasındaki<br />
yerimizi karşılıklı işbirliği,<br />
yetenek paylaşımı, ve<br />
deneyselliğe açıklıkla sağlam-<br />
laştırmaya devam ediyoruz.<br />
Sizce Türkiye’de sanat nasıl<br />
bir yerde ve nereye doğru gidiyor.<br />
Ülkemizde sanatın her dalı her<br />
geçen gün daha fazla ilgi görmekte<br />
ve gelişmektedir. Son<br />
zamanlarda yapılan sanat fuarları<br />
ve organizasyonları da<br />
bunun bir göstergesidir. Ülkemizde<br />
ki eğitimli sanatçılar bu<br />
hızla artmaya devam ettikçe<br />
sanata olan bakış açısı ve sanat<br />
tüketimi de doğru orantılı<br />
olarak artış gösterecektir.<br />
Bimisal Project olarak hedefleriniz<br />
nedir?<br />
Üzerinde çalışmakta olduğumuz<br />
Online Gallery - Shop<br />
projemiz ve internet üzerinden<br />
yayın yapacak olan farklı genç<br />
dinamik ve özgür içerikler ve<br />
programlar barındıracak bimisal<br />
tv öncelikli hedeflerimiz<br />
arasında. Bunların yanı sıra<br />
çok farklı organizasyon ve projelere<br />
de imza atmayı hedefliyoruz.<br />
Zeyneb UYLAŞ<br />
1sosyalmedya.com<br />
80 81<br />
Art & Design Gallery
Hayaller ne kadar<br />
gerçekçi olabilir<br />
ki? Ya da ne kadar<br />
gerçek dışı, olağanüstü?Olağanüstü,<br />
mucizevi şeyleri düşünün<br />
bi’! Bunların hepsi hayallerden<br />
gelmemişler midir? Peki ya hayaller<br />
gerçek olursa?<br />
Her zaman gerçekleşmeyecek<br />
hayaller kurdum hayatımda.<br />
Zira gerçekleştiği zaman, o hayalden<br />
vazgeçmek durumunda<br />
kaldığımı hep bildim. Bu<br />
yüzden birisi hayalin nedir diye<br />
sorsa, asla anlatacak bi’ hayalim<br />
yoktur. Hayalimi dinleyen<br />
muhtemelen beni kafasında<br />
oluşturduğu “zırdeli” kategorisine<br />
sokacaktır. Ve inanın orası<br />
hiç tekin değil.<br />
Bize hep ufak tefek hayaller<br />
diye hedefler öğretildi. Aslında<br />
yapmamız gereken şeyleri “hayal”<br />
olarak algıladık hep. Mevzu<br />
ortaokulda başladı. İyi bir<br />
lise kazanmak... Bir üniversite<br />
Hayaller ?<br />
82 83<br />
kazanmak... İyi bir iş bulmak...<br />
Erkekseniz askerliğinizi sağ<br />
salim bitirdikten sonra, iyi bir iş<br />
bulmak... Ailenize uygun birisi<br />
ile evlenmek... Çocuk sahibi(!)<br />
olmak... Çocuğunu büyütüp<br />
iyi bir eğitim almasını sağlamak...<br />
Çocuğu evlendirmek...<br />
Torun sahibi olmak... Torunun<br />
da mürüvvetini görmek veya<br />
görememek, sonrası ölmek...<br />
Hayallerimiz hiyerarşisi hep bu<br />
yönde oldu, heyhat!<br />
Aslında hayal değil ki bunlar.<br />
İnsan yaşamındaki hedefler.<br />
İnsanın yapmasını gereken<br />
şeyler. Daha doğrusu yapması<br />
gereken şeylerin ana hatları.<br />
İyi insan olmak, hayırlı insan<br />
olmak gibi mevzuları da bunlara<br />
ekleyebiliriz.<br />
Peki hayal nedir? Ulaştığın zaman<br />
tüm cezbediciliğini kaybedecek,<br />
ulaşılmaz, olağanüstü<br />
şey. Durun bir örnekle açıklayayım.<br />
Uzaya çıkıp 3 ay yalnız<br />
yaşamak... Bir adada tek<br />
başına kalıp, hayvanlara yem<br />
olucam korkusu yaşamak...<br />
Denizin ortasında gemiyle rotayı<br />
bulamadan yaşamaya<br />
çalışmak... Asla gidemeyeceğiniz<br />
bi’yere gitmek istemek.<br />
Asla tadamayacağınız<br />
yemeği tatmayı istemek. Asla<br />
atlamayacağınız uçurumdan<br />
sırtınızda paraşütle atlamak...<br />
Antartika’da fotoğraf çekmek...<br />
Mısır Piramitleri’nin tepesinde<br />
piknik yapmak... Pisa<br />
Kulesi’nde ekmek arası peynir<br />
yemek. Uçak kullanmak...<br />
Bir örnek dedim ve bi sürü<br />
saydım değil mi? Hayalimdi,<br />
gerçek oldu. Ve ben o hayalden<br />
vazgeçtim. Gerçekleşince<br />
vazgeçtiğiniz şeylerdir işte hayaller.<br />
Eğer uzayda yaşamayı<br />
sever de devam ederseniz, o<br />
artık hayal olmaz. Tıpkı iyi bir<br />
üniversite kazanmak isteyip,<br />
kazandığınız gibi. Hayaller<br />
vazgeçmeyi sever. Vazgeçmekte<br />
hayalleri.<br />
Büşra Bayram<br />
hayalmeyalbuschra.blogspot.com
loglifetr bloglifetr<br />
Solon’un Bozulan Toplum Düzenini<br />
Düzenleyici Yasası<br />
ÜRÜNLERİN TÜRLEŞMESİNİN NEDENLERİ, TOPLUMSAL DÜZEN ÜZERİNE ETKİLERİ VE<br />
SOLON’UN BOZULAN TOPLUM DÜZENİNİ DÜZENLEYİCİ YASASI<br />
“ Daha büyük yaşama güvenliği<br />
sunduğu için kentin her yanından<br />
sürekli Attika’ya akan<br />
insanlarla dolduğunu, toprağın<br />
çoğunun çorak ve verimsiz<br />
olduğunu ve denizcilerin<br />
onlara karşılık olarak verecek<br />
hiçbir şeyleri olmayan kişiler<br />
için mallar getirmeye isteksiz<br />
olduğunu görerek, yurttaşların<br />
dikkatini üretim sanatlarına<br />
çevirdi ve kendisine bir meslek<br />
öğretilmemiş hiçbir oğlun<br />
babasına bakmaya zorlanmamasını<br />
sağlayan bir yasa<br />
çıkardı.”(s.35, Petrark, Yaşamlar-Solon)<br />
Solon’un çağında (İÖ. 600)<br />
Atina’da deniz ticaretinin ve<br />
zanaatların gelişmesi ile türselleşen<br />
ürünlerin ortaya çıkan<br />
paranın kullanımı ile hızlanan<br />
alışverişi sonucu, gelir düzeyi<br />
düşük olan halkın özellikle<br />
çiftçilerin büyük borçlanmalarla<br />
topraklarını soylu ve ticaret<br />
zenginlerine kaptırdıkları, büyük<br />
miktarlarda borçlandıkları,<br />
bu borçlar sonucu köle olarak<br />
çocuk ve kendilerini sattıkları<br />
bir dönem oluşmuştur.<br />
GÖÇLERİN NEDENLERİ:<br />
Göçler salt işsizlik nedeniyle<br />
ortaya çıkmaz. Bu nedenden<br />
daha zorlayıcı bir etken<br />
olarak insanların, Petrark’ın<br />
yazmış olduğu gibi yaşamlarını<br />
daha güvende olduğu ortamlarda<br />
sürdürme isteği ve<br />
ancak Petrark’ın belki farkına<br />
varmadığı bir etki olarak daha<br />
iyi koşullarda, daha fazla ürünün<br />
pazarlara sürüldüğü, daha<br />
çeşitli ürünleri tüketme isteği<br />
ulusal boyutta göç etmelerine<br />
neden olur. Göçlerin temel nedeni,<br />
Attika’nın askeri savunma<br />
güçleri nedeniyle sağlanan<br />
güvenli yaşam koşulları olarak<br />
görünse de, deniz ticaretinin<br />
getirmiş olduğu ürünlerin zenginliği<br />
ortamında yaşama isteği<br />
de temel bir nedendir.<br />
Çağımızda köylerden kentlere<br />
göçlerin temel nedeni; gelişmiş<br />
sanayileşen ülkelerden kentlere<br />
gelen ürünlerin sağladığı<br />
zenginliklerden yararlanma<br />
isteği, bu ikinci temel nedenin<br />
varlığındandır.<br />
Bu temel nedenlerle ortaya<br />
çıkan göçler sonucu, göç edilen<br />
kentlerde, zaten kıt olan<br />
gıda ürünleri üretimi daha da<br />
yetersiz kalır. Ürünlerin yetersizliği<br />
sonucu dağılımında<br />
eşitsizlikler, varsıllarla yoksullar<br />
arasındaki eşitsizlikleri de<br />
artıracak, Attika’da toplumsal<br />
düzenin bozulmasına neden<br />
olacaktır. Toplumsal dengeleri<br />
sağlayarak ekonomik yaşamı<br />
düzenlemek, ekonomik krizlerin<br />
ortaya çıkmasını önlemek<br />
kolay bir siyaset değildir. Toplumsal<br />
yaşamdaki üretim ve<br />
tüketim dengelerinin bütünü ile<br />
bozulması, toplumsal adalet<br />
ve ekonomik eşitliklerinin yeniden<br />
dengelenerek toplumsal<br />
düzenin yeniden kurulmasını<br />
zorunlu duruma getirir. Attika<br />
halkı, bozulan toplumsal sistemin<br />
yeniden düzenlenmesi<br />
görevini ancak Solon’un başaracağına<br />
güvenerek önerir.<br />
Hatta varsıl ve yoksullar arasında<br />
açılan eşitsizlik nedeniyle<br />
bozulan toplumsal düzeni<br />
yasalarla düzeltemeyeceğine<br />
inananlar Solon’a tiranlık önerirler.<br />
Ancak Solon yasalarla<br />
düzeni sağlama yolunu seçerek<br />
geri çevirir. Kimseye ödün<br />
vermeden yasaları düzenler,<br />
iyi olanlara dokunmaz.<br />
ÜRÜNLERİN TÜRSELLEŞ-<br />
MESİ, DENİZ TİCARETİ VE<br />
ZANAATLARIN (KÜÇÜK SA-<br />
NAYİNİN) GELİŞMESİ:<br />
Attika denizcilerinin denizler<br />
arası ticaretle Attika’ya, gittikleri<br />
ülkelerden yeterli gıda<br />
ürünleri ve diğer çeşitli ürünleri<br />
getirerek pazara sunmaları,<br />
bu ürünleri satın alacakların<br />
yeterli alım gücüne sahip olmasına,<br />
eşdeyişle dışsatım<br />
yapabilecekleri ürünleri üretmelerine<br />
bağlıdır. Yeterince<br />
tarımsal ürün üretme olanağı<br />
olmayan ve dışsatım için talep<br />
bulunmayan ürünler yerine zorunlu<br />
olarak Attika halkı çeşitli<br />
zanaatlarda daha çok ve çeşitli<br />
84 85<br />
ürünler üretmelidir. Çocukların<br />
zanaat öğrenmesi için çıkarılacak<br />
eğitim yasası bu dış arztalep<br />
dengesini sağlamak için<br />
alternatif, takas yapılabilecek<br />
ürünlerin üretiminin tek yoludur.<br />
Temel gıda ürünlerinin ve diğer<br />
ürünlerin dışalımla kente<br />
getirilmesi, burada yerleşik<br />
nüfusun dışsatım yapabilecek<br />
zanaat ürünlerini üretmesine<br />
bağlıdır. Bu amaçla da dışalım<br />
talebi oluşturacak değişik<br />
türdeki zanaat ürünlerinin<br />
üretiminin yapılabilmesini eğitimle<br />
öğretmek gerekir. Solon<br />
Attika’da bu zorunlu koşullar<br />
nedeni ile her babanın oğluna<br />
bir meslek öğretmesini yasayla<br />
zorunlu duruma getirir.<br />
Denizcilerin getirdiği ürünler<br />
ve zanaatlarla üretilen çeşitli
loglifetr bloglifetr<br />
sanayi ürünleri, ürünlerin türselleşmesini<br />
arttırır. Bu üretim<br />
çeşitliliği toplumsal zenginleşmeyi,<br />
toplumların uygarlıkta<br />
ilerlemelerini getirir.<br />
Solon’un çıkardığı babaların<br />
oğullarına bir meslek öğretme<br />
zorunluluğuna dayanan eğitim<br />
yasası ile eğitim, ürünlerin salt<br />
üretiminin nedeni değil aynı<br />
zamanda ürünlerin verimliliğinin,<br />
değişim değerinin, rekabet<br />
edilebilirliğin de nedenini<br />
oluşturmaktadır. Eğitim yasası<br />
çıkarılmasaydı, ürünlerin üretiminin,<br />
rekabetin, verimliliğin,<br />
değerinin olanaklı olamayacağını<br />
söyleyebiliriz. Denizcilerin<br />
getirecekleri ürünlerle değişimin<br />
olanaklı olduğu değişim<br />
değeri taşıyan ürünler eğitilmiş<br />
emekle üretilmektedir. Ancak<br />
burada son aşamada değişim<br />
değerini bağlı olarak kullanım<br />
değerini, denizcilerin ürünlerini<br />
getirdikleri toplumların gereksinmeleri,<br />
talepleri belirler.<br />
EĞİTİMLE ÜRETİLEN KUL-<br />
LANIM DEĞERLİ ÜRÜNLE-<br />
RİN TOPLUMLAR ARASI TA-<br />
LEPLE DEĞERLENMESİ:<br />
Üretilen zanaat (küçük sanayi)<br />
ürünlerinin değerleri, talep<br />
oluşturdukları niteliklerine bağlı<br />
olarak toplumların gereksinmelerini<br />
karşılama önemlerine<br />
göre dışalımda oluşur. Ürünlerin<br />
değerlerinin oluşumunda<br />
nesnel ölçüt toplumlar arası<br />
taleptir. Bu değere bağlı olarak<br />
eğitim biçimlenir, zanaatlar<br />
ortaya çıkar, ürünler çeşitlenir,<br />
uygarlık ilerler. (bk. www.<br />
iinci.blogspot.com, İNSANIN<br />
EKONOMİK DEĞER OLARAK<br />
TOPLUMLARDA ORTAYA ÇI-<br />
KIŞI-ÜRÜNLERİN VE EME-<br />
ĞİN TOPLUMSAL DEĞERİ,<br />
11/07/2011)<br />
Zanaatların getirdiği zenginleşme<br />
yanında, zenginliğin<br />
yoksullarla varsıllar arasında<br />
dengeyi sağlayacak şekilde<br />
dağıtılması ve toplumsal düzeni<br />
bozacak bir borçlanma türü<br />
olan köleleştirmenin yasaklanması<br />
toplumsal düzenin yeniden<br />
sağlanmasında en etkili<br />
yasalar olmuştur. Solon’un çağında,<br />
ticaretle ve el zanaatları<br />
ile başlayan ürünlerin çeşitlenmesi,<br />
tüketicilerin borçlanma<br />
ile tüketimini arttırmış, borcunu<br />
ödemeyen tüketici sayısı<br />
da artmıştır. Köleliğin bir ticaret<br />
türü, alım satım yapılan bir<br />
ürün olması nedeniyle borçlanmalara<br />
karşılık olarak, ipotekli<br />
değer olması, borcun ödenmemesi<br />
sonucu özgür tüketicileri<br />
köle durumuna düşürüyordu.<br />
Solon bu insancıl olmayan<br />
toplumsal düzeni bozan ticare-<br />
ti yasayla ortadan kaldırmıştır.<br />
“ Kimileri kendi yurtlarında köleler<br />
oldu. Kimileri ise yancı<br />
ülkeler satıldı. Birçokları kendi<br />
çocuklarını satmak zorunda<br />
kaldılar, çünkü buna karşı hiçbir<br />
yasa yoktu.)” (s.23)<br />
“Çünkü aldığı kamu önlemlerinden<br />
birincisi varolan borçların<br />
silinmesi ve gelecekte<br />
hiçbir kimsenin borç alacak<br />
birisine güvence olarak kendi<br />
bedeni üzerine ödünç vermemesi<br />
yolunda bir düzenlemeydi.”<br />
(s.35)<br />
GÖÇLERİN ASKERİ SINIFIN<br />
VE ASKERİ DEMOKRASİLE-<br />
RİN KURULUŞU ÜZERİNE<br />
ETKİSİ:<br />
Göçlerle yerli yurttaş olan nüfusun<br />
sayısının azalması ve<br />
güvenliği sağlamakta olan yerli<br />
nüfusun yetersiz kalması,<br />
ancak güvenlik ve otoritenin<br />
yabancılara verilmemesi, bırakılamayacağı<br />
düşüncesi, yerli<br />
yurttaşları salt askerlik mes-<br />
leği ile uğraşması gerekliliğini<br />
ortaya çıkarır. Yerli yurttaşlara<br />
çiftçlik, zanaat işleri, ticaret…<br />
vb bütün mesleklerden uzaklaşarak<br />
salt askerlik mesleğini<br />
yapması gerekliliği düşüncesi<br />
ortaya çıkar . Böylece göç<br />
eden, yabancı nüfusu oluşturan<br />
yurttaşlar ticaret ve sanayi<br />
ile zenginleşerek ayrı bir sınıfı<br />
oluştururken, askerler her zaman<br />
iktidara yakın olarak askerlik<br />
ve savaş mesleği sınıfında<br />
kalırlar.<br />
“…Helotlar kalabalığı ile dolup<br />
taştığı için, Likurgus, yurttaşlarını<br />
emeğe dayalı mekanik<br />
uğraşlardan [çiftçilik, zanaat<br />
işleri…vb] çekip aldı ve düşüncelerini<br />
silahlara sınırlayarak<br />
onlara öğrenmek ve uygulamak<br />
üzere bir tek mesleği<br />
86 87<br />
verdi. [Askerlik mesleği] Oysa<br />
Solon durumu yasalarına olmaktan<br />
çok yasalarını duruma<br />
uyarlayarak, ve toprağın onu<br />
ekenlere ancak yetecek kadarını<br />
verdiğini ve işsiz güçsüz<br />
ve çalışmayan bir kalabalığı<br />
beslemeye yetersiz olduğunu<br />
görerek, tüm meslekleri değerli<br />
saydı.” (s.35)<br />
Askerlik mesleğinin güvenliği<br />
sağlama, toplumun savunmasını<br />
başka mesleklere bırakmama<br />
eğilimi, çağlar boyunca<br />
toplumların yönetim biçimleri<br />
Krallık, İmparatorluk, Monarşi,<br />
Oligarşi ve hatta Demokrasi<br />
olsa da sürer. Bunun sonucu<br />
toplumların resmi devlet yönetimleri<br />
yanı sıra bir resmi<br />
olmayan devlet yönetimleri,<br />
derin devlet yönetimi orta-<br />
ya çıkar. Bu gerçeği Roma<br />
İmparatorluğu’nda da, Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nda da görürüz.<br />
Roma’da cumhuriyet ile<br />
yönetildiği dönemlerde bile bir<br />
askeri oligarşinin her zaman<br />
yönetimi etkilediğini tarihte görürüz.<br />
Ancak çağımızda artık askeri<br />
demokrasiler, derin devlet<br />
güdümlü demokrasiler yerini,<br />
sanayi ve ticaretle zenginleşen<br />
toplum tabakalarının güçlerini<br />
ortaya koydukları, halkın kendi<br />
güvenliğini, savunmasını,<br />
yönetim sistemi ile karıştırmak<br />
istemedikleri gerçek demokrasilere<br />
bırakmaktadır.<br />
İsmail İNCİ<br />
iinci.blogspot.com
2005’ten 2012’ye Muhteşem Bir<br />
Red Bull Racing Hikayesi<br />
2005<br />
yılından beri mücadele verdiği<br />
Formula 1’de büyük başarılara<br />
imza atan bir takım: Red Bull<br />
Racing.<br />
Enerji içeceği markası olan<br />
Avusturya kökenli Red Bull’un,<br />
2005 yılında Red Bull Racing<br />
adıyla Formula 1’e girmesi<br />
dünya basınında büyük yankılar<br />
uyandırmıştı. Ancak bu,<br />
başarıdan ziyade markanın<br />
eğlenceleriyle ünlü olmasından<br />
kaynaklı Formula 1’e ka-<br />
88 89<br />
tacağı parti havasıydı. Zaten<br />
ilk yıllarda takımın adı da parti<br />
takımı olarak anılıp, hiç kimsenin<br />
önemli başarılarla ilgili bir<br />
beklentisi oluşmamıştı.<br />
İlk yıllarda bu söylentiler pek<br />
de haksız sayılmazdı doğrusu.<br />
Formula 1’e yeni giriş yapan<br />
bu takım doğal olarak bir<br />
adaptasyon sürecinden geçiyordu<br />
ne de olsa.<br />
Takım ilk podyum başarısını<br />
Formula 1’e birlikte giriş yaptıkları<br />
tecrübeli İskoç pilot David<br />
Coulthard ile 2006 Monaco<br />
yarışında üçüncü olarak, o<br />
muhteşem Monte-Carlo isimli<br />
cadde pistinde elde etmişti.<br />
2007 senesine gelindiğinde<br />
ise Red Bull Racing, hala pilotu<br />
olan Mark Webber ile anlaşmış;<br />
Formula 1’deki diğer<br />
takımı olan Toro Rosso’ya da<br />
Sebastian Vettel’i genç pilot<br />
olarak getirmişti.<br />
Suzuka Pisti’nin ev sahipliği<br />
yaptığı 2007 Japonya GP’inde<br />
ise bu ikilinin aynı takım adına<br />
olmasa da aynı marka adı altında<br />
yarışlardaki ilk teması ve<br />
ağır kaybı yaşanacaktı. Yoğun<br />
yağmur yağışı nedeniyle yaşa-
loglifetr bloglifetr<br />
nan kazalar sonrası güvenlik<br />
aracı altında devam eden yarışta<br />
Mark Webber 2. sırada<br />
bulunurken, Toro Rosso kokpitinde<br />
oturan Sebastian Vettel<br />
3. sıradaydı ve pistte oluşan<br />
sprey yüzünden bir anda<br />
Webber’e arkadan çarparak<br />
sağ arka süspansiyonunu kırdı<br />
ve hiç de iyi gitmeyen (yediği<br />
besinlerden zehirlenerek yarış<br />
esnasında kaskının içine istifra<br />
etmişti) Avustralyalı pilotun yarışını<br />
mahvetmiş oldu. Ayrıca<br />
bu durum hem Webber’in hem<br />
de Red Bull Racing’in Formula<br />
1’deki en büyük başarısının<br />
kaybolması anlamına geliyordu.<br />
*( Not: Yaşanan kaza daha<br />
sonra tekrar tekrar incelendiğinde<br />
hatanın, yarış lideri Lewis<br />
Hamilton’un doğru çizgileri<br />
kullanmamasından kaynaklandığı<br />
belirtilmişti.)<br />
2008 sezonu ise Red Bull adına<br />
çok büyük bir sürprizin yaşandığı<br />
sene oldu. Toro Rosso’da<br />
yarışan Vettel, yağmurlu İtalya<br />
GP’inde zafer kazanarak Red<br />
Bull’un sahibi olduğu takımlar<br />
arasında ilk yarış galibiyetini<br />
getirdi. David Coulthard ise<br />
Formula 1’den emeklilik kararını<br />
açıklamıştı. Mark Webber<br />
ise sezon sonu kendi ülkesin-<br />
de düzenlemiş olduğu Tasmania<br />
Challenge etkinliğinde dağ<br />
bisikleti etabında bacağını kırmıştı.<br />
2009 senesinde DC’den boşalan<br />
kokpite ise herkesin beklediği<br />
isim Sebastian Vettel gelmişti.<br />
Ancak bu sezon Formula<br />
1’de çalkantılı dönemler yaşanıyordu<br />
ve çift difüzör tartışmaları<br />
baş göstermişti. Ancak<br />
Red Bull Racing takımı Adrian<br />
Newey gibi bir dehaya sahipti<br />
ve bu deha uzun süre yasallığı<br />
sorgulanan bu kural ve devam<br />
eden sezona rağmen muhteşem<br />
işler başararak takımını<br />
şampiyonluk mücadelesi içinde<br />
tuttu.<br />
2009 senesine FIA’daki kural<br />
açıklığından faydalanan<br />
Brawn GP takımı damgasını<br />
vurmuştu ve çift difüzörle sezonun<br />
ilk yarısını domine edip<br />
şampiyon olmuştu.Red Bull<br />
Racing ise muhteşem geçeceğinin<br />
sinyallerini verdiği 2009<br />
senesinde Sebastian Vettel ile<br />
hem ilk pole pozisyonunu başarısını<br />
hem de ilk yarış galibiyetini<br />
kazanırken, Webber de<br />
ikinci olarak takımın ilk dublesine<br />
katkı yapmıştı (Çin GP).<br />
Takım bu sezon oldukça güçlendiğini<br />
herkese ispat etmişti<br />
ve Mark Webber de Almanya<br />
GP’inde ilk zaferini elde etmiş;<br />
sezon sonu pilotlar şampiyonasını<br />
dördüncü, Vettel ikinci<br />
sırada tamamlamıştı.<br />
2010 senesi ise Red Bull Racing<br />
takımının altın çağının<br />
başlangıç senesiydi. Muhteşem<br />
başladıkları sezonda<br />
Türkiye GP’inde takım adeta<br />
patlak verdi ve kutuplaşmalar<br />
yaşandı (Aslında takım<br />
Vettel’den taraf oldu demek<br />
daha doğru olur!). Videoda da<br />
kesitlerin olduğu ve takımda<br />
büyük bir yer edindiği gözlenen<br />
2010 Türkiye GP’i, takımın<br />
olası bir dublesine Vettel-Webber<br />
kazasının engel olmasıyla<br />
birlikte en çok İstanbul Park’a<br />
yaramıştı. Sonuçta ülkemizin<br />
ve pistimizin adı geçiyor, reklamı<br />
yapılıyor ve en önemlisi de<br />
başarılı bir tarihte konu oluyordu.<br />
*Kazaya gelirsek de bence her<br />
iki pilotun da hatası olmakla<br />
beraber, daha çok Vettel’in direksiyonunu<br />
erken kırmasından<br />
kaynaklanıyor.<br />
2010’dan 2012 senesine kadar<br />
ise 3 sezon üst üste çifte<br />
dünya şampiyonlukları rekorları<br />
kıran Red Bull Racing ve<br />
Sebastian Vettel, kısa sayılabilecek<br />
kariyerleriyle Formula<br />
1 tarihine şimdiden isimlerini<br />
altın harflerle yazdırmış durumdalar.<br />
İsmail Ender Mazı<br />
www.f1park.com<br />
Rolls Royce’de Türk Tasarımcı<br />
Uğur Şahin Esintisi<br />
2007<br />
senesinden beri otomobil ve<br />
endüstriyel tasarım sektörlerinde<br />
hizmet veren Uğur Şahin<br />
Design şirketi, son olarak Rolls<br />
Royce Jonckheere Phantom<br />
Coupe II ile oldukça başarılı<br />
bir tasarımın altına imza atmış.<br />
90 91<br />
İngiliz lüks otomobil üreticisi<br />
Rolls Royce’un Jonckheere<br />
Aerodynamic Coupe modelinin<br />
yeniden tasarım teklifini kabul<br />
eden Türk otomobil tasarımcısı<br />
Uğur Şahin, 77 yaşındaki<br />
aracı son derece estetik bir<br />
görünüme kavuştururken markanın<br />
lüks esintisini başarılı bir<br />
şekilde yansıtmış.<br />
Yeni tasarımda en çok dikkat<br />
çeken detaylar ise yuvarlak kapılar,<br />
büyük ön ızgara ve arka<br />
yapısı olarak göze çarpmakta.<br />
Kısa bir süre önce de 2012 satış<br />
rakamlarını paylaşan marka,<br />
3575 adetlik satış rakamıyla<br />
108 yıllık tarihlerinin satış<br />
rekorunu kırdıklarını açıkladı.<br />
İsmail Ender Mazı<br />
www.f1park.com
92 93
94<br />
Almanya’nın Bavyera<br />
eyaletinde,<br />
Würzburg’dan başlayıp<br />
güneye doğru<br />
giden, Münih’ten<br />
sonra Füssen’de son bulan<br />
güzergaha “Romantik Yol”<br />
adı veriliyor. Almanya’nın kırsalını<br />
tanıtan bu güzergah,<br />
sevimli kasabaları, çiçekli köy<br />
evleri, gölleri ,yerel şatoları ile<br />
Bavyera’nın tüm güzelliğini yaşatan<br />
,keyifli bir destinasyon.<br />
Son noktadaki Swangau kasabasında<br />
iki göl arasındaki bir<br />
tepeye, Bavyera Kralı Ludwig<br />
II tarafından hayatı pahasına<br />
yaptırılan Neuschwanstein Şatosu,<br />
Romantik Yol’un pırlantası.<br />
Şato, başka bir dünyadan gelip<br />
Neuschwanstein Şatosu<br />
Bir Kralın Masal Dünyası<br />
bu evrende Swangau Gölü’nün<br />
tepesine takılı kalmış büyülü<br />
bir mekan hissi veriyor görenlere<br />
ve sadece bir masalda varolabilirmiş<br />
gibi görünmektedir.<br />
Bu etkilenmeyi Walt Disney de<br />
yaşamış olmalı ki,kendi Disney<br />
logosunda kullanmayı tercih<br />
ettiği gibi ,ünlü çocuk filmi Güzel<br />
ve Çirkin’in geçtiği mekan<br />
yaratılırken de, Kral Ludwig’in<br />
bu şatosundan esinlenilmiş.<br />
Neuschwanstein Şatosu’na en<br />
kolay ulaşım yolu, Münih’ten<br />
trenle Füssen’e gitmek ve trenden<br />
iner inmez sizi karşılayan<br />
Swangau otobüslerine binmek.<br />
Yaklaşık 10 dakikalık bir otobüs<br />
yolculuğunun sonuna doğru<br />
bir tepenin üzerindeki şato,<br />
sislerin arasında yavaş yavaş<br />
belirmeye başladığı zaman ,<br />
bir masal kitabının ilk sayfasını<br />
çeviriyormuşsunuz hissini<br />
yaşıyorsunuz. Tepeleri karlı<br />
Bavyera Alpleri ve çam ormanlarının<br />
önünde,dantelimsi girintileri<br />
ve gotik kuleleri ile bulutların<br />
üzerinde gibi görünen<br />
Neuschwanstein Şatosu ,sizi<br />
adeta büyülü bir peri masalının<br />
içine çekmektedir.<br />
Küçücük bir köy olan<br />
Swangau’dan sonra ,ister yürüyerek<br />
,ister shuttle otobüslerle<br />
veya son derece keyifli atlı<br />
arabalarla tepeye ulaşabilirsiniz.<br />
Sadece rehberli tur eşliğin-<br />
95<br />
bloglifetr<br />
de gezilebilen şatonun kırmızı<br />
tuğlalı giriş cephesinden geçip<br />
orta avluya ulaştığınızda,artık<br />
nasıl bir zihnin bu masalı yazdığını<br />
öğrenme isteği daha<br />
ağır basmaya başlamaktadır.<br />
Neuschwanstein Şatosu dendiği<br />
zaman şatonun kendisinin<br />
mi, yoksa onu inşa etmeyi varolmasının<br />
sebebi haline getirmiş<br />
Bavyera Kralı II.Ludwig‘in<br />
mi daha etkileyici olduğuna<br />
karar vermek zorlaşır. Fazla<br />
uzun olmayan ömrünü ve ülkesinin<br />
hatırı sayılır imkanlarını<br />
bu gerçekdışı gibi görünen<br />
şatoya harcamış, kimilerine<br />
göre deli, hayranlarına göre<br />
ise çağının ötesindeki bir masalın<br />
kahramanı olarak kabul<br />
edilen bu eksantrik kral, bugün<br />
Almanya’ya senede 1,5 milyon<br />
turistin ziyaret ettiği bir eser<br />
bırakarak kendi mitolojisini yaratmıştır.
loglifetr bloglifetr<br />
Kardeşi Otto ile beraber<br />
Prusya Prensesi olan genç<br />
annesi ve Bavyera Kralı babası<br />
Maximillian’dan uzakta<br />
büyüyen Ludwig II’in, çocukluk<br />
ve ilk gençlik yıllarını<br />
Swangau’nun gölleri,dağları<br />
ve ormanları arasında yalnız<br />
geçirmesi utangaç kişiliği ile<br />
birleşince, insanlardan izole<br />
yaşamayı tercih eden bir şahsiyete<br />
dönüşmüş ve bu karakter<br />
özelliklerini Neuschwanstein<br />
Şatosu’na da yansıtmıştır.<br />
Fransız Versailles Sarayının<br />
ihtişamı ile gözleri kamaşmış<br />
ve Wagner’in müziği ile büyülenmiş<br />
olarak , 19 yaşında<br />
tahta çıkmak zorunda kalan<br />
II.Ludwig, gerçeğinden daha<br />
epik bir Ortaçağ Almanyası’na<br />
takıntılı bir tutku geliştirmiş ve<br />
hayal sarayında ruhunu besleyen<br />
tüm bu unsurlar en belirleyici<br />
öğeler olmuştur.<br />
Şatonun sadece ikamet edilen<br />
bölümlerinin gezdirildiği turda,<br />
1.kattaki meşe kaplamalı<br />
hizmetlilerin odalarını geçerek<br />
asla bitirilememiş 2.kattan,<br />
kralın özel bölümü olan 3.kata<br />
ulaşılır.3.Kat ve 4.kat,bir kralın<br />
yalnızlığını ve içinde yaşattığı<br />
romantizm ile dehayı nasıl birleştirdiğini<br />
gösteren ihtişamlı<br />
bir görsel şölen gibidir.<br />
Sahip olduğu imkanların görkemine<br />
rağmen, akşam yemeklerini<br />
mutlaka tek başına<br />
yediği küçücük masasının yer<br />
aldığı yemek odasından yatak<br />
odasına geçince, pek çoğumuzun<br />
yatak odasından daha<br />
küçük olan bu meşe kaplı odaya<br />
dünyalar sığdırılmış olduğu<br />
görülebilir.<br />
Dini inancına kuvvetle bağlı<br />
olan II.Ludwig’in karyolasının<br />
çatısı, Notre-Dame kilisesini<br />
andıran gotik bir kilise maketi<br />
olarak tasarlanmıştır ki sadece<br />
buradaki ahşap işçiliğinin<br />
yapımı dört yılda tamamlanabilmiştir.Sarayın<br />
tamamında<br />
görülebilen kraliyet rengi gök<br />
mavisi, yatak odasında göz<br />
alıyorsa da odanın dekorasyonunda<br />
ki vurucu öğe, duvar<br />
resimlerinin “Tristan ve İsolde”<br />
hikayesinden pasajları içermesidir.<br />
Bu resimlerin yoğun<br />
duygusallığı, hiç evlenmemiş<br />
olan kralın ulaşamadığı gizli<br />
bir aşkı olup olmadığı sorusunu<br />
akla getirir. Kız kardeşi<br />
ile 8 ay nişanlı kalıp ayrıldığı<br />
bir başka 19.y.y. aristokrasi<br />
trajedisi kahramanı kuzeni,<br />
Bavyera Düşesi Avusturya –<br />
Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth,<br />
yada daha bilinen adı<br />
ile “Sisi” belki de bu ulaşılmaz<br />
aşk üçgeninin en güçlü adayıdır.<br />
Sisi’nin, Kral Ludwig’in bir<br />
deli olduğunu hiçbir zaman kabul<br />
etmeyerek,onu savunan ve<br />
onu en iyi tanımlayabilen kişi<br />
olması da bu savı güçlendirir.<br />
Çalışma odasından geçilen<br />
bölüm şatonun kral dairesinin<br />
vurucu noktalarından biridir.<br />
Wagner’in Tannhauser operasından<br />
esinlenilerek yapay<br />
kayalarla oluşturulmuş mağara<br />
kısa bir dehliz ile kralı, bir<br />
dağın kovuğundan Swangau<br />
gölünü seyrediyor hissini verecek<br />
şekilde düzenlenmiş olan<br />
balkona taşır.<br />
Kralın çocukluk ve gençlik yıllarının<br />
özgür yalnızlığını ve<br />
doğaya olan özlemini, milyonlarca<br />
markın harcandığı sarayın<br />
içine mağara yaptırtacak<br />
kadar yoğun yaşaması ,onun<br />
içine düştüğü umutsuzluğu duvarlara<br />
kazımış gibidir.<br />
3. ve 4.katı kaplayan heybetli<br />
kraliyet salonu ,mimari zarafetin<br />
ve estetiğin sergilendiği bir<br />
Bizans sarayının ideal kopyası<br />
gibidir. Tüm sarayda yaklaşık<br />
olarak 1 milyon adet kullanılan<br />
kraliyet sembolü kuğu figürleri<br />
bu salonda da göze çarpmaktadır.<br />
Salon ,altın ,emaye<br />
ve binlerce ışıkla parıldayan<br />
mozaiklerle bezelidir. Ağırlığı<br />
1 tonu bulan dore pirinçten<br />
yapılmış devasa şamdanların<br />
sadece 1 tanesinde 600 mum<br />
yakılmaktadır. Büyük salonun<br />
duvar resimlerinin “Kuğuların<br />
Şövalyesi” olarak bilinen Lohengrin<br />
efsanesine adanmış<br />
olması,bu efsanenin genç kralı<br />
etkilediğini ve ona ilham verdiğini<br />
göstermektedir.<br />
4.Katta yer alan “Şarkıcılar<br />
Salonu” freskleri ise 1885 yı-<br />
96 97<br />
lında F.Pilory tarafından yapılmıştır<br />
ve yine Wagner’in<br />
Parsifal efsanesine yer verir.<br />
Wagner,kralın hayranı olduğu<br />
bir müzisyendir ve kral onu<br />
himaye ederek desteklemiş,<br />
ilişkilerini zamanla arkadaşlığadönüştürmüştür.Hayatının<br />
anlamı olan şatonun duvar<br />
resimlerinde çoğunlukla<br />
Wagner operalarından pasajlar<br />
yer alır,ancak ironik olan,<br />
Wagner’in bu şatoya hiç gelememiş<br />
olmasıdır.<br />
Neuschwanstein Şatosu,kralın<br />
yapmayı istediği üç adet<br />
şatonun birincisi ve yegane<br />
bitirebildiğidir.Şatonun<br />
yapılması,bulunduğu konumdan<br />
dolayı,dönemin teknolojisi<br />
ile karmaşık iskele ve taşıma<br />
çözümleri gerektirmiş ve çok<br />
büyük miktarda malzeme teminine<br />
ihtiyaç duyulmuştur.<br />
Mimar Riedel ve Dollmen tarafından<br />
1869 yılında başlanan<br />
şatonun yapımı , kralın<br />
öldüğü sene olan 1886‘da bit-
loglifetr bloglifetr<br />
miştir.Kral, şatonun yapımının<br />
sürdüğü yıllarda, bulunduğu<br />
tepenin zirvesinden karşı yamacı<br />
birleştiren,şatonun yapımından<br />
önce babası<br />
II.Maximillian tarafından doğa<br />
yürüyüşleri için kullanılmak<br />
üzere yapılmış “Marienbrücke”<br />
köprüsünden, hayalinin<br />
gerçeğe dönüşümünü sabırla<br />
izlemiştir.Tüm bu yapım yılları<br />
süresince ,daha aşağıda yer<br />
alan Hohenswangau şatosunda<br />
kalarak,mesaisinin önemli<br />
bölümünü bu hayal peşinde<br />
harcamıştır.<br />
Zamanını ve ülkesinin tüm<br />
kaynaklarını şatonun yapımı-<br />
na kanalize etmesi,kendi bakanları<br />
tarafından suçlanarak<br />
cezalandırılmasına sebep olmuş,<br />
Haziran 1886‘da Bavyeralı<br />
bir grup doktordan oluşan<br />
psikiyatri komitesi kralın zihinsel<br />
rahatsızlığı olduğunu ilan<br />
ederek, konumunun gerektirdiği<br />
bir saygı ile sıkı gözetim<br />
altında Starnberg gölü üzerindeki<br />
Berg Şatosu’na gönderilmiştir.<br />
Aynı senenin 13<br />
Temmuz’unda,derinliği<br />
1,5 m.yi geçmeyen gölün<br />
sularında,kendinin ve doktorunun<br />
cansız bedenleri<br />
bulunmuş,cinayet mi,boğulma<br />
mı yoksa intihar mı olduğu hiçbir<br />
zaman açıklık kazanamamıştır.<br />
İnsanların içinde değil kendi<br />
yarattığı seçilmiş bir dünyada<br />
yaşamayı tercih etmiş<br />
olması,Kral II.Ludwig’i tanımlayabilecek<br />
bir kader çizgisidir.<br />
İçinde sadece 3 hafta kalabildiği<br />
,gerçeküstü bir dünyanın<br />
simgesi olan Neuschwanstein<br />
Şatosu ise,Walt Disney’e ilham<br />
vermiştir ve bugün gerçeküstü<br />
bir başka dünyada,Walt<br />
Disney’in logosunda da varolmayı<br />
sürdürmektedir.<br />
Ölümünden sadece 6 hafta<br />
sona ziyarete açılmış olan<br />
şato,bugüne kadar yaklaşık<br />
olarak 50 milyon ziyaretçi ağırlamıştır<br />
ve Avrupa’nın en güzel<br />
şatolarından biridir.<br />
Behiye Işın 2010<br />
Kaynak : Les meilleurs chateaux<br />
du monde.<br />
Behiye Işın<br />
www.cocuklageziyorum.com<br />
“ İyimserlik,<br />
küçük<br />
şeylerden<br />
mutlu olmak<br />
polyannacılık<br />
sayılmaz mı?<br />
98 99<br />
KÜÇÜK ŞEYLER<br />
”<br />
Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi,<br />
karamsarlığı öylesine derinden<br />
öğrenmişiz ki, “Bu ülkede<br />
yaşanmaz” ve nihayet “Batsın<br />
bu dünya” demeye hakkımız olduğunu<br />
düşünüyoruz sonuçta.<br />
Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde<br />
canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna<br />
bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden.<br />
Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın<br />
öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp<br />
“Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz<br />
mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı<br />
beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar<br />
bakalım:<br />
Bu görüşte, sanırım iki hata var. Birincisi “iyimserlik<br />
eşittir Polyannacılık” iddiasıdır ki bu doğru<br />
değildir. İkincisi böyle söylendiğinde Polyannacılığın<br />
kötü bir şey olduğu varsayılmaktadır. Polyannacılığın<br />
kötü olduğunu kim söyledi?<br />
Polyannacılık, kayba uğradığımızda, elimizde<br />
kalanları fark etme ve sevinme becerisidir. Polyannacılık<br />
bir psikolojik savunma mekanızmasıdır,<br />
aşırı olmadan yerinde kullanıldığı sürece,<br />
kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur, kişinin yarına<br />
kalma ihtimalini arttırır. Polyannacılık, kendini<br />
avutmak değil, bardağın dolu yanını fark etmektir.’’<br />
demiş Üstün DÖKMEN.<br />
Çokta güzel yanaşmış iyimserliğe bir çoğu seminerine<br />
severek gittiğim,dinlerken hiç sıkılmadığım<br />
sayın DÖKMEN,anladığım kadarıyla daha<br />
yıllarcada gençlerin zihninde anlamlı kısa hikayeleriyle<br />
yer tutucak!<br />
Küçük Şeyler de onunla tanışmanız için en güzel<br />
adım..<br />
Keyifli okumalar..<br />
..Kevser APARI..<br />
Kevser APARI<br />
www.psikolokum.blogspot.com
100<br />
Sinan Bora Özışık – Founder / Editor<br />
www.hayatinitasarla.com<br />
Sizin tasarım tanımınız nedir?<br />
Tasarım bir ürünün olmazsa<br />
olmazı mıdır?<br />
- Tasarım, bir ürünün olmazsa<br />
olmazı olduğu gibi “hayatın”<br />
da olmazsa olmazıdır.<br />
İnsanlar bilinçli olarak yapmasalar<br />
da; aldıkları her kararla,<br />
yaptıkları her seçimle, uyguladıkları<br />
her düşünceyle aslında<br />
kendi hayatlarını tasarlıyorlar.<br />
Burada önemli olan ne istediğini<br />
biliyor olmak ve o amaca<br />
yönelik adımlar atabilmek!<br />
Ürün tasarımı için de aynı şey<br />
geçerli. Bir ürün; ticari kaygılarla,<br />
estetik kaygılarla veya<br />
fonksiyonellik kaygılarıyla tasarlanabilir,<br />
her kaygı farklı bir<br />
sonuç doğurur ama her sonuç<br />
bir tasarımdır, sadece hizmet<br />
101<br />
bloglifetr<br />
ettiği amaç farklıdır ve çeşitlilik<br />
de buradan doğar... Düşünsenize<br />
her ürün için tek bir ideal<br />
tasarım olduğunu ve herkesin<br />
aynı şeyleri kullandığını, hayat<br />
ne kadar sıkıcı olurdu!<br />
Size göre hangi ürünlerin tasarımları<br />
en çok dikkat çekmektedir?<br />
- Bana göre hayatımın<br />
içinde yer alan her ürünün tasarımı<br />
dikkatimi çeker ama<br />
genel algıdan bahsedersek;<br />
insanlar seçimlerini yaparken<br />
statü simgesi olabilecek ürünlerin<br />
tasarımlarına daha çok<br />
özen gösteriyor. Örneğin; kullandığı<br />
araba, tercih ettiği telefon,<br />
giydiği kıyafet, kolundaki<br />
saat gibi... Buradan yola çıkarsak<br />
da en dikkat çeken tasarım<br />
ürünlerin otomotiv, teknoloji ve<br />
moda sektöründen çıktığını<br />
söylemek yanlış olmaz.<br />
Bir ürünün tasarımı ve üretim<br />
sürecinden biraz bahseder<br />
misiniz?<br />
- Bir ürün önce kafada<br />
doğar. Hiç ummadığınız anda<br />
bir şeye ihtiyacınız olur ama<br />
onu gideremezsiniz veya ‘şu<br />
şöyle olsa daha iyi / daha güzel<br />
/ daha kullanışlı olurdu<br />
bence’ dersiniz ve o an ortaya<br />
çıkacak ürünün tohumları beyninize<br />
ekilir. Daha sonra fikirler<br />
kağıda dökülmeye başlar, çizdikçe<br />
kafadaki hayallerin kaç-
loglifetr<br />
ta kaçı gerçekçi onu görmeye<br />
başlarsınız ve tasarım şekillenir.<br />
Kağıt üzerinde istediğiniz<br />
noktaya geldikten sonra da<br />
maket, prototip yapılır. Bu<br />
noktada hayalinizde canlandırdığınız<br />
ürün gerçek hayatta<br />
da kusursuz çalışıyor mu test<br />
edilir ve sorunlar giderilir. Her<br />
şey tamam dediğiniz anda da<br />
tasarım bitmiştir ve üretime hazırdır.<br />
Tasarım sürecindeki en<br />
önemli nokta doğru malzeme<br />
kullanımıdır çünkü kimi zaman<br />
yanlış seçimlerden dolayı tüm<br />
hayalleriniz suya düşebilir, bir<br />
tasarımcı yaşadığı süre boyunca<br />
malzeme bilgisini güncel<br />
tutmalıdır!<br />
Tasarım alanında yayın yapan<br />
bir web sitesi sahibi<br />
olarak, Türkiye’yi bu alanda<br />
hangi noktada görüyorsunuz?<br />
- Türkiye garip bir ülke,<br />
tasarım alanında iyi desem iyi<br />
değil, kötü desem kötü hiç değil.<br />
Her şey o kadar bir arada<br />
yaşanıyor ki! Yeri geliyor mimarlarımızın,<br />
modacılarımızın,<br />
tasarımcılarımızın dünya çapındaki<br />
başarılarını görüp gururlanıyor<br />
ve geleceğe umutla<br />
bakıyoruz, yeri geliyor aklımızın<br />
almayacağı işler yapılıyor,<br />
kararlar alınıyor ve kimseye<br />
sorulmadan uygulanıyor... Niş<br />
pazar farklı bir yönü, genel pazar<br />
farklı bir yönü gösteriyor.<br />
Burada yapılması gereken en<br />
önemli şey niş pazara hizmet<br />
veren tasarımcıları alıp genel<br />
pazar için kullanabilmek! Bu<br />
aynı zamanda tasarımcılar için<br />
çok güzel iş fırsatları da de-<br />
mek. Özellikle toplumu ilgilendiren<br />
kararları kendi alanında<br />
nitelikli, kişilikli, özgün isimler<br />
verirse ancak o zaman Türkiye<br />
tasarım alanında fark edilir bir<br />
ülke olur. Ama bizim milletimizde<br />
herkes herşeyin profesörü<br />
olduğu için zaman zaman ortaya<br />
akıl almaz sonuçlar çıkabiliyor!<br />
Tasarıma gönül vermiş olan<br />
gençlere verebileceğiniz tavsiyeler<br />
nelerdir?<br />
- Genç tasarımcıların<br />
kendilerini göstermeleri için<br />
çok cesur olmaları, ellerini taşın<br />
altına koymaları lazım çünkü<br />
bir yerde çalışırken yaratıcılıklarını<br />
kullanmalarına çok izin<br />
verilmiyor, daha çok onlara çizim<br />
yapan makine muamelesi<br />
çekiliyor ve bu durum çok köreltici<br />
sonuçlar doğurabiliyor.<br />
Bu nedenle, her ne yapıyorlarsa<br />
yapsınlar bireysel çalışmalarına<br />
asla ara vermesinler,<br />
yarışmalara katılsınlar, bloglarında<br />
çizimlerini paylaşsınlar,<br />
projeler üretsinler, inandıkları<br />
yoldan şaşmasınlar, doğru bir<br />
çevre edinsinler, güvendikleri<br />
işleri için yatırımcı arasınlar...<br />
Zaman pazarlama zamanı,<br />
kendini gösteremedikten, kimse<br />
ne yaptığını bilmedikten<br />
sonra Leonardo da Vinci olsan<br />
bu devirde değeri yok! Ve genç<br />
nesil aslında çok şanslı çünkü<br />
sosyal medya denen ulaşılır<br />
bir güç ellerinin altında, doğru<br />
kullanabilmek lazım.<br />
2013 yılını ürün tasarımına<br />
gösterilen özen açısından<br />
nerede görüyorsunuz?<br />
102<br />
Türkiye’nin gelişimi açısından<br />
nasıl bir dönem bekliyorsunuz?<br />
- Henüz 2013 yılının başındayız<br />
o yüzden bir şey söylemek<br />
çok doğru olmaz ama<br />
geçen yıl gerçekleşen güzel<br />
gelişmelerin artarak, büyüyerek<br />
devam etmesini diliyorum.<br />
Örneğin, Türkiye için bir ilk<br />
olan Tasarım Bienali ve Milano<br />
tasarım haftasında yer alan<br />
‘Taste of Istanbul’ sergisi ürün<br />
tasarımı açısından çok önemli<br />
iki girişim. Bunlara ek olarak<br />
geçen yıl hayal kırıklığı yaşatan<br />
Istanbul Design Week’in<br />
de bu sene yeniden büyük<br />
bir organizasyona dönüşmesi<br />
şart! Mesela Istanbul Fashion<br />
Week bu yıl arkasına çok büyük<br />
bir yatırımcı ve çok büyük<br />
bir sponsor aldı, adım kadar<br />
eminim ki bu destek moda sektörünü<br />
alıp bambaşka yerlere<br />
getirecek. Aynı ilgi ve alakayı<br />
Istanbul Design Week için de<br />
bekliyorum...<br />
Zeyneb UYLAŞ<br />
1sosyalmedya.com<br />
Oscar Niemeyer’in Anısına<br />
Aralık 2012’de, tam 104 yaşında hayatını kaybeden başarılı Brezilyalı mimar<br />
Oscar Niemeyer’in anısına Sao Paulo semalarına 52 metre yüksekten<br />
bakan renkli portre, Brezilyalı sokak sanatçısı Eduardo Kobra imzasını taşıyor.<br />
14 Ocak 2013’de başlanan ve Paulista caddesi, Bustling sokağındaki<br />
gökdelen üzerine yapılan dev sanat eseri Kobra’nın takımından dört başka<br />
sanatçının da yardımıyla tamamlandı.<br />
103<br />
Sinan Bora Özışık<br />
www.hayatinitasarla.com
loglifetr bloglifetr<br />
Sandalyenin de Kıyafeti mi Olurmuş? Demeyin!<br />
Sandalye deyip geçmeyin, artık onların da bir tarzı var! Siz nasıl kendi<br />
üzerinize giyeceğiniz şeye özen gösteriyorsanız, İsveçli ikili Färg &<br />
Blanche da tasarladıkları sandalye için aynı özeni göstermiş...<br />
2013 Stockholm mobilya fuarında tanıtılan ‘F-A-B’ serisinde; sandalye<br />
çıplak bir insan bedeni rolünü üstleniyor ve kendisine özel tasarlanan<br />
‘couture’ kıyafetlerle istediği tarza bürünebiliyor. Deneyimli terzilerin<br />
ellerinden çıkan sandalye kıyafetlerindeki işçilik kalitesiyse gerçekten<br />
dikkat çekici! Sadece lafta değil, hakikaten her bir parça ürüne yeni bir<br />
kimlik katmayı başarmış.<br />
104<br />
Sinan Bora Özışık<br />
www.hayatinitasarla.com<br />
105
106 +90 (212) 223 23 33<br />
@urunyerlestirme<br />
info@3p.tv.tr<br />
3p.tv.tr<br />
107<br />
Hollywood Sinema Fimleri, Amerikan Dizileri, Müzik Kliplerinde,<br />
müzik klipleri, radyolar ve sosyal medyada
Orjinal Adı: Unchained<br />
Yönetmen: Quentin Tarantino<br />
Tür: Western<br />
Ülke: ABD<br />
Süre: 165 dk<br />
Amerika iç savaşından tam<br />
iki yıl önce... Zenci köle<br />
Django’nun yolu Alman<br />
asıllı ödül avcısı Dr.King<br />
Schultz ile kesişir. Django,<br />
eski efendisini ölü ya da diri ele<br />
geçirmek isteyen Dr. Schultz ile anlaşmaya<br />
varır ve özgürlüğü karşısında<br />
Brittle kardeşleri bulup öldürme<br />
sözü verir. Ve bu iki dostun macerası<br />
tam olarak burada başlar. Artık<br />
Django ve Schultz güneyin aranan en<br />
tehlikeli suçlularını yakalayıp öldürmeyi<br />
bir alışkanlık edinir. Bu süreçte<br />
Django’nun kendine olan güveni yerine<br />
gelmekte ve o ince zekası da gün<br />
yüzüne çıkmaktadır.<br />
ZİNCİRSİZ<br />
Sinema dünyasının çılgın<br />
yönetmeni Tarantino<br />
yeni filmi Zincirsiz ile sinema<br />
dünyasına verdiği<br />
üç senelik aradan sonra<br />
mükemmel bir giriş yaptı.<br />
Zincirsiz, bolca kanlı<br />
sahneleriyle, mükemmel<br />
tarihi dokularıyla ve<br />
sürükleyici hikayesiyle<br />
Tarantino’nun verdiği üç<br />
senelik araya değdiğini<br />
gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.<br />
Film, Tarantino’ya “En<br />
İyi Yönetmen” dalında<br />
Oscar adaylığı getirmese<br />
de “En İyi Film” kategorisinde<br />
kendine yer<br />
buldu. Açıkçası kendi<br />
fikrim Tarantino’nun bu<br />
iş ile birlikte dhdfhEn<br />
İyi Yö-<br />
netmen Oscar’ını hak<br />
ettiği yönünde.<br />
“İn O Attan Zenci Pislik!”<br />
Amerikan iç savaşından<br />
önce zencilerin çok<br />
büyük zulümler, eziyetler<br />
gördüğü malum.<br />
Tabii ki bu durum filmin<br />
ana damarlarından<br />
biri. Baş kahramanımız<br />
Django’nun at üzerinde<br />
dolanırken kasabanın<br />
beyaz sakinlerinin ona<br />
bir alien gözüyle bakmasının<br />
sebeplerinden biri,<br />
Amerika’yı iç savaş derecesine<br />
getiren bu saçma<br />
sapan ırkçılık olsa<br />
gerek.<br />
108 109<br />
Bouvetizm Ne Diyor?<br />
Kısacası Zincirsiz görsel<br />
efektleriyle, her<br />
yana saçılan kanlarıyla,<br />
Tarantino’nun mükemmel<br />
dokunuşlarıyla ve<br />
sıra dışı karakteriyle türünün<br />
örneklerinden bir<br />
adım önde olan bir film.<br />
Olumsuz yorum pek<br />
yapmak mümkün değil<br />
fakat uzun süreli filmlerden<br />
hoşlanmayanların<br />
sabrını 165 dk. biraz<br />
zorlayabilir...<br />
İyi Seyirler!<br />
Ulaş Çelikkol<br />
bouvetizm.blogspot.<br />
com
110<br />
Bu iki bölgenin tek benzer yönü, soykırıma<br />
uğramalarıydı. Her gün, her saat<br />
ve her dakika evleri basılıp, çocuklarının<br />
bacakları kesilip, kadınlarına tecavüz<br />
edilip, erkeklerinin başları kesilirdi. İnsanlık<br />
dramı görmek istemeyenleri bir kere daha uyarıyor,<br />
fakat görmeyen gönül sadece anlamdan<br />
ibaretti.<br />
DARFUR<br />
Bölge; Çad, Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti<br />
ile çevrili bir konumdadır. Sudanda<br />
yaşanan soykırımın tek amacı; Arapların siyahi<br />
müslümanlara soykırım yaparak bölgeyi<br />
temizlemeleriydi. Onlara göre; siyahilerden bırak<br />
müslüman olmayı, insan bile olmazdı. Her<br />
gün, her gece köylere yaptıkları baskınlarda,<br />
çocukların bacaklarını kesiyorlardı, kadınlara<br />
defalarca tecavüz ettikten sonra öldürüyorlardı.<br />
Yetişkin erkeklerin ise kafaları kesiliyordu. Hem<br />
de ailelerinin gözü önünde. BM verilerine göre<br />
200.000 kişi ölmüş, 3 milyona yakın insan ise<br />
göç etmiştir. Tüm dünya ve biz dahil tiyatro izler<br />
gibi izlerken yardım duygularımız kabarsa da<br />
yardım edemezdik. Çünkü galiba ortada soykırım<br />
yapan Araplar olduğu için, muhtemelen<br />
Arap olsun, isterse soykırımcı olsun, bizim için<br />
fark etmez mantığı var. Eğer olmasaydı hala<br />
gündemimizde olurdu.<br />
URUMÇİ<br />
DARFUR - URUMÇİ !<br />
111<br />
bloglifetr<br />
Doğu Türkistan’ın Sincan-Uygur özerk<br />
bölgesinde yer alan Urumçi, 5 temmuz 2009<br />
da felaketle gözünü açmıştı yeni güne. Evlerinden<br />
çıkıp iş yerlerine gitmek isteyen Uygur<br />
Türklerini, Çin tarafından Urumçi bölgesine yerleştirilmiş<br />
Çinliler tek tek katlediyordu. Sokakta<br />
gördükleri her Türk’ü, insan yığınının arası-<br />
na alıp çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Tüm<br />
dünyanın gözü ve bizim gözümüz yine görmek<br />
istediğimiz yeri gördü. Türkler katledilirken kılı<br />
kıpırdamayan devlet ve yalakaları sayesinde<br />
binlerce soydaşımız hayatını feci şekilde kaybetti.<br />
Soykırım hangi millete, hangi dine, hangi<br />
ırka yapılırsa yapılsın, hiçbir insan oğlunun hak<br />
ettiği bir ölüm değildir. Milyonlarca insan soykırım<br />
sebebiyle ailesini kendini ve memleketini<br />
kaybetmiştir. Ölüm onlar için en iyi yol olmuştur,<br />
çünkü sakat kalanlar, akli dengesi bozulanlar<br />
ve gözleri önünde eşlerine, annelerine tecavüz<br />
edilip öldürülenler için yaşamak sadece<br />
anlamda kalıp biyolojik alışverişi sürdürmekti.<br />
Filistin’deki, Myanmar’daki müslümanlar için<br />
ayağa kalkan aktivistler, gazeteciler, sivil toplum<br />
örgütleri ve kitleler, Urumçi’deki Türkler için<br />
neden kıllarını kıpırdatmadılar. Türk soyunun<br />
yok olması için mi, yoksa oradaki çoğu türkün<br />
hala gök tanrı inancına sahip olduğu için mi?<br />
Madem müslümanlar sadece sizin için önemli,<br />
o zaman neden Darfur’daki siyahi müslümanlar<br />
için dünyayı ayağa kaldıramadınız. Filistin için<br />
yaptığınız şovları neden onlar için yapmadınız?<br />
Hesabını ben sormayacağım ama tarih soracaktır.<br />
Esen kalın.<br />
Emrah Sarı<br />
sariemrah.blogspot.com
112 113
Fransa’nın Kayak Merkezleri<br />
Fransa’nın dağlarını<br />
üç ana kategoride ele<br />
almak gerekir.Kuzey<br />
Alpler, Güney Alpler<br />
ve Pireneler.Bu üç<br />
gruptan en çok kayak merkezi<br />
barındıran ve turist ağırlayan,<br />
Kuzey Alp Bölgesidir.<br />
Kuzey Alp Bölgesi, sayısız kayak<br />
ve dağ sporları merkezini<br />
barındırmaktadır.En tanınmış<br />
ve gelişmiş bölgeler;3 Vallées,<br />
Espace Killy, Mont Blanc, Paradiski,<br />
Portes du Soleil’dir. Bu<br />
kayak bölgeleri de belli başlı<br />
kasabaları ile kayak tutkunlarının<br />
gözdesi konumundadır.3<br />
Vallées’de, Courchevel,<br />
Les Meunieres, Meribel, Val<br />
T’horens dikkat çeken merkezlerdir.<br />
Courchevel<br />
Courchevel,Kuzey Alpler’in<br />
tam ortasında yer almaktadır.<br />
Courchevel Kayak Merkezi<br />
600 km.lik dünyanın en uzun<br />
ve en geniş pistlerine sahiptir.<br />
1550, 1650 ve özellikle 1850<br />
metrede bulunan Courchevel,<br />
sosyetenin tercih ettiği merkezlerdendir.<br />
Courchevel, çocuklu aileler<br />
içinde en ideal bölgelerden birtanesidir.<br />
Hem güvenlik açısından<br />
hemde her zaman karın<br />
bulunabilirliğinden dolayı Courchevel,<br />
Kayak ile ilgilenenlerin<br />
dikkatini çekmektedir.<br />
Courchevel’e Cenevre’den 2.5<br />
saatlik bir yolculukla ulaşılır.<br />
Mont Blanc bölgesindeki dört<br />
önemli kayak bölgesi, Les Houches,<br />
Argentiere, Chamonix<br />
veVallorcine arasından Chamonix,<br />
dünyanın en tanınmış<br />
kayak merkezlerinden biridir.<br />
Chamonix<br />
Dünyanın ilk kış olimpiyatlarının<br />
1924 yılında gerçekleştirildiği<br />
Chamonix, Avrupa’nın en<br />
ünlü ve en elit kayak merkezlerinden<br />
biridir. Mont – Blanc<br />
bölgesinin merkezi olan Chamonix,<br />
Fransa – İsviçre sınırında,<br />
Cenevre Havalimanı’na 85<br />
km’lik mesafede yer alır.<br />
Chamonix, Avrupa’nın en yüksek<br />
tepesi olan Mont – Blanc’in<br />
(4.810 m) hemen eteğinde,<br />
İsviçre’ye 15 km, İtalya’ya<br />
Mont – Blanc tüneli ile 20 dakikalık<br />
konumda olması, geniş<br />
kayak pistleri, off pistleri, müzeleri<br />
ile herkes için ideal güzellikler<br />
sunar.<br />
Turistlerle ve özellikle kış aylarında<br />
sunduğu kayak aktiviteleri<br />
sayesinde hareketlenen<br />
bu kasaba, ‘extreme’ ve ‘hardcore’<br />
meraklılarına da hitap<br />
etmektedir. Off-pist track’ları<br />
açısından bu bölge, adrenalin<br />
seviyesini daha çok arttırmak<br />
isteyen profesyonel kayakçı<br />
ve boardcular için dünyanın en<br />
gözde mekanlarındandır. Tüm<br />
Fransız dağ rehberleri, eğitimlerini<br />
buradaki okullarda alır.<br />
Espace Killy Bölgesinin kayak<br />
merkezlerinden Vald’İsère,<br />
dünya sosyetesinin bir numaralı<br />
tercihini oluşturur ve kışın<br />
olduğu kadar, yazın da (çim)<br />
kayakseverlerin gözdesidir.<br />
Val D’İsere<br />
114 115<br />
Savoie’nın en doğusundaki<br />
Val D’Isère’in tarihi çok eskilere<br />
dayanır. 60 yıldır ise, dünyaca<br />
tanınmış bir kayak merkezi<br />
konumundadır. Bugüne kadar<br />
birçok dünya şampiyonasına<br />
ev sahipliği de yapmıştır.<br />
Gencinden yaşlısına herkesin<br />
kendisine uygun bir eğlence<br />
veya etkinlik bulabildiği merkez,<br />
Fransızların da tercih ettikleri<br />
yerlerin başında gelir.<br />
Val d’Isère tarihiyle, dağ restoranlarıyla,<br />
uzun pistleriyle, tüm<br />
yaz boyu da süren etkinlikleriyle<br />
dünyanın en tanınmış kayak<br />
merkezleri arasında yer alır.<br />
Val D’isere’nin avantajları,<br />
Tignes ile bağlantısı olan ve<br />
tüm standartlara uyan geniş bir<br />
bölgede bulunması, dünyadaki<br />
en iyi piste-off slope’lardan birinin<br />
burada olması ve kayak<br />
okulların sayısının çokluğudur.<br />
Paradiski Bölgesi de, Les Arc ,<br />
Plagne ve Peisy Vallandry adı<br />
altındaki yerleşmeler genelinde,<br />
çeşitli yüksekliklerde kayak<br />
pistlerine sahiptir.<br />
Behiye Işın<br />
www.cocuklageziyorum.com
116<br />
İnsan, hayatı boyunca<br />
birbirinden<br />
farklı olumlu-olumsuz<br />
bir çok şey yaşamaktadır.Kendimizi<br />
bazen yerde<br />
bazen gökte bazen de<br />
hayatın tam ortasında<br />
hissederiz. Hayatımıza<br />
eşlik edenler mi dersiniz?<br />
Müdahale edenler<br />
mi dersiniz? Neler neler.<br />
Her şey çok kolay ya da çok<br />
zor değildir fakat yürüdüğümüz<br />
yolda geldiğimiz yere kadar<br />
yaşadıklarımıza bakarsanız aslında<br />
hiç bir şey öylesine de değildir.<br />
Hepsinin kendine göre bir anlamı,<br />
kendine göre bir değeri vardır. Mutluluk,<br />
mutsuzluk, umut, umutsuzluk,<br />
heyecan, durgunluk, sıradanlık, olağanüstülük,<br />
beklenti derken her şey<br />
ama her şey o geldiğimiz yolda ve<br />
gideceğimiz yolda saklıdır. Bu yolu<br />
giderken bize eşlik edenler vardır.<br />
Bazen bu kişilerin kimler olduğuna<br />
biz karar veririz bazen ise seçilmiş<br />
117<br />
HAYALLER<br />
bloglifetr<br />
olarak hayatımızda yer alanlar vardır.<br />
Ben şu ana kadar geldiğim bu yolda<br />
bir çok şey öğrendim ama öğrendiklerimden<br />
en önemli olanlardan bir<br />
tanesi: Hayallerinizi gerçekleştiren<br />
insanlara hayatınız boyunca sahip<br />
çıkın. Üstelik onlar bir tane değiller,<br />
birden fazlalar! Şöyle düşünün, elinizi<br />
bir masanın üzerine koyuyorsunuz<br />
ve zamanla elinizin üzerine bir çok<br />
el ekleniyor. Hepsi birer siz ama hiç<br />
biri size benzemiyor ve her zaman<br />
birliktesiniz. İşte onlar hem özel, hem<br />
seçtiğimiz, hem seçilmiş, hem değerli<br />
hem de nadir insanlardan biridirler.<br />
Bir başka önemli şey ise bu insanlar<br />
hayatınızda ise çok şanslısınız<br />
demektir. Şansınızın tadını çıkarın.<br />
Eğer yok iseler, onları bulmak için bu<br />
maceraya hazır olun; emin olun bulduğunuzda<br />
yaşadığınız bu macerayla<br />
huzur bulacaksınız.<br />
Hayallerinizi gerçekleştiren insanlarla<br />
karşılaşmanız dileğiyle. Keyifli Okumalar<br />
:)<br />
Elif DURUK<br />
psikolokum.blogspot.com
118<br />
Yabancı<br />
119<br />
KÜNYE<br />
bloglifetr<br />
Orijinal Adı : L’Etranger<br />
Yazar : Albert Camus<br />
Orijinal Dili : Fransızca<br />
Çevirmen : Samih Tiryakioğlu<br />
Yayınevi : Can Yayınları<br />
“ Fakat herkes<br />
bilir ki hayat,<br />
yaşanmak<br />
zahmetine<br />
değmeyendir. ”<br />
1942<br />
yılında yayımlanmış ve hepi<br />
topu 110 sayfalık muhteviyatına<br />
rağmen okuyucu karşısına<br />
çıktığı günden bu yana<br />
hakkında onlarca sayfa yazı<br />
yazdırıp binlerce eleştiriye<br />
maruz kalmış, 20. yüzyılın en<br />
önemli eserlerinden biri, Yabancı…<br />
Haliyle anlatması da<br />
özetlenmesi de oldukça güç<br />
bir kitap.
Baştan söyleyeyim,<br />
bu defa -diğer yazılardan<br />
farklı olarak-<br />
kitabın hem gelişme<br />
kısmına hem de<br />
sonuna dair bilgi içerecek bu<br />
yazı, çünkü aksi durumda bu<br />
kitap için söylenecek her şey<br />
yarım, eksik ve ağırlığına yakışmayacak<br />
derecede yüzeysel<br />
kalacaktır. Böyle olmasına<br />
da benim içim el vermez, o<br />
yüzden henüz kitabı okumayan<br />
ve sonu hakkında bilgi<br />
sahibi olmak istemeyen varsa<br />
kendilerine şu noktadan sonra<br />
okumayı bırakmalarını salık<br />
veririm.<br />
-Gerçi Can Yayınları kapağın<br />
arkasındaki tanıtım yazısında<br />
kitaba dair spoiler’ın alasını<br />
veriyor ama olsun gene de,<br />
ben uyarımı yapayım.-<br />
Yabancı, 1957 Nobel Edebiyat<br />
Ödülü sahibi Cezayirli yazar<br />
Albert Camus’nün en bilinen<br />
eserlerinden biri. Temelde<br />
eser, adından da anlaşılabileceği<br />
gibi, toplumun kabul ettiği<br />
doğrulara ve yaşamaya mecbur<br />
bıraktığı hayata uymayı<br />
reddeden güçlü bir karakterin,<br />
1 yıl gibi kısa bir süre içinde<br />
başından geçen -ve sonu inanılması<br />
oldukça güç bir noktaya<br />
varan- olaylar silsilesini<br />
ele alıyor ve bunlar üzerinden<br />
hem toplumsal hem de felsefik<br />
çıkarımlar yapıyor.<br />
Kitabın konusuna kısaca değinmek<br />
gerekirse, ana karakterimiz<br />
Cezayirli “Yabancı”<br />
Mösyö Meursault, hayattaki<br />
hiçbir konuda herhangi bir hırs<br />
sahibi olmayan, dahası yaşamın<br />
içerisindeki neredeyse<br />
her şeyi anlamsız ve uğraşmaya<br />
değmeyecek derecede<br />
boş gören, boşvermiş, “fark etmezci”<br />
bir karakter. Ve dahi bu<br />
boşvermişlik içerisinde kiminle<br />
evleneceğini umursamamaktan<br />
tutun da normal bir insanın<br />
kabul etmeyeceği şeyleri sorgusuz<br />
sualsiz yapmaya kadar<br />
varan uç davranışlar sergileyen,<br />
kısacası her konuda topluma<br />
oldukça “yabancı” bir porte<br />
aslında. Hikaye ilerledikçe,<br />
kahramanımız bu fark etmezci<br />
yapısıyla hiç tahmin edilmeyecek<br />
–ve dahi sebebi “normal”<br />
insanlar tarafından bir türlü temellendirilemeyecek-<br />
bir cinayete<br />
karışıyor, ve bu noktadan<br />
sonra romanda ciddi bir kırılma<br />
gerçekleşiyor.<br />
O zaman, hareketsiz<br />
vücuda dört el ateş<br />
ettim, kurşunlar birbiri<br />
peşi sıra bu vücuda<br />
gömüldü. Felaketin<br />
kapısına vurduğum<br />
dört sert darbeydi<br />
sanki bunlar.– syf. 58<br />
120<br />
Aslını isterseniz kitabın yabancılaşmaya<br />
verdiği asıl vurgu<br />
cinayetten önce, yani kitabın<br />
ilk kısmında, “daha yoğun” bir<br />
şekilde ele alınıyor. “Bugün<br />
annem öldü. Belki de dün,<br />
bilmiyorum” diye başlayan kitapta,<br />
bütün bir pazar gününü<br />
pencerenin karşısına attığı iskemlede<br />
oturup sokaktan geçip<br />
giden insanları izleyerek ve<br />
tahmin edilebileceği gibi “diğerleri”<br />
hakkında inanılmaz bir<br />
gözlem yaparak geçiren Mösyö<br />
Meursault, annesinin ölümüne<br />
verdiği bu deterministik<br />
tepkilerle aslında daha ilk sayfadan<br />
yabancılığını okuyucuya<br />
hissettiriyor. İlk kısımda yer<br />
alan, kadın satıcısı olduğunu<br />
herkesin bildiği bir adamla hiç<br />
düşünmeden arkadaşlık yapmaya<br />
başlaması, onun metre-<br />
sini dövmesine karşı gösterdiği<br />
kayıtsızlık ya da köpeğine<br />
işkence eden komşusuna dair<br />
herhangi bir şey hissetmemesi<br />
gibi öğeler bu vurdumduymazlığın<br />
en güzel örnekleri. Bu<br />
kısım bana okurken hep Yusuf<br />
Atılgan’ın unutulmaz eseri<br />
Aylak Adam’ı çağrıştırdı desem<br />
yalan olmaz; öyle ki Aylak<br />
Adam’ın o meşhur “sinemadan<br />
çıkmış insan” tanımlamasının<br />
neredeyse aynısını Camus de<br />
yapıyor:<br />
Hemen aynı<br />
anda mahallenin<br />
sinemaları sokağa<br />
bir seyirci kalabalığı<br />
boşaltıverdi. Seyirciler<br />
arasında delikanlılar<br />
her zamankinden<br />
daha bıçkın tavırlar<br />
sergiliyorlardı, bir macera<br />
filmi seyrettiklerini<br />
anladım.– syf. 28<br />
Yalnız, bu noktada şu yanlış<br />
anlaşılmayı önlemek lazım:<br />
Mösyö Meursault Aylak Adam<br />
C’nin anarşizm damarı alınmış<br />
hali gibi. Evet, ikisi de topluma<br />
yabancılaşmış karakterler ama<br />
Bay C. bu durumu topluma<br />
başkaldırı ve kısmi anarşizm<br />
ile dışa vururken, Yabancı<br />
Mösyö Meursault işin içinden<br />
boşvermişçi tavrıyla sıyrılıyor.<br />
Kitap boyunca Aylak Adam’ın<br />
aksine otoriteye bir karşı çıkış<br />
ya da isyan hali göremiyorsunuz;<br />
Yabancı, Aylak Adam’a<br />
göre çok daha naif, çok daha<br />
umursamaz… Ama onun gibi<br />
“yabanın biri”.<br />
Gelelim, kitabın cinayetten<br />
sonra Yabancı’nın yargılanışını<br />
ve sonunda idama mahkum<br />
edilişini anlatan ikinci kısmına.<br />
İlk kısımda anlatılan bireyin yaşadığı<br />
toplumsal buhranların<br />
yanı sıra bu bölümde Yabancı<br />
için sanki hayattaki tek önemli<br />
şey olan “ölüm” kavramının<br />
daha ağır bastığını gözlemliyoruz.<br />
Cinayet suçundan hapishaneye<br />
girince dahi bu duruma<br />
güçlü tepkiler vermeyen<br />
ve kolayca bu yeni duruma<br />
“alışan” Meursault, ancak idama<br />
mahkum edildiğini öğrenince<br />
ilk kez ciddi bir tepki veriyor.<br />
Bu iki kısmı bir arada düşününce<br />
aslında açıkça şunu<br />
görüyorsunuz; ilk kısımdaki<br />
annesinin ölümü Yabancı üzerinde<br />
neredeyse hiçbir tesirde<br />
bulunmazken, ikinci kısımdaki<br />
kendi ölümü fikri Mösyö<br />
Meursault’u o boşvermişçi yapısından<br />
çıkarabiliyor. Yani,<br />
yazarın vurgulamaya çalıştığı<br />
şey; yaşamın içinde ne olduğu<br />
veya ne yaşandığı değil, yaşamın<br />
kendisinin önemli olduğu.<br />
Ki zaten bu yüzden Albert<br />
Camus 20. yüzyılın en önemli<br />
varoluşçu yazarlarından biri<br />
olarak görülüyor.<br />
Burayı daha iyi anlamak için<br />
belki de kendisi de bir filozof<br />
olan Albert Camus’nün hayatı<br />
algılayış tarzına bakmak gerekiyor.<br />
Yazara göre “bu hayatta<br />
ya varsınız ya da yoksunuzdur,<br />
yaşamın kendisi absürttür<br />
ve içinde anlam aramak saçmadır<br />
ama bunla baş etmenin<br />
tek yolu yaşıyor olma halinin<br />
devam edişidir”. Yazar, kitap-<br />
121<br />
bloglifetr<br />
ta okuyucuya bu fikri vermeye<br />
çalışırken ise araç olarak, haliyle,<br />
sık sık ölüm temasını kullanıyor<br />
ve bu yüzden kitabı bir<br />
insanın hayatta başına gelebilecek<br />
en can yakıcı olaylardan<br />
“annenin ölümü” ile başlatıp<br />
karakterin “kendi ölümü” ile bitiriyor.<br />
Ve gene aynı sebepten,<br />
Yabancı annesinin ölümünden<br />
tutun da kimlerle arkadaş olduğuna<br />
kadar hayattaki hiçbir<br />
şeye önem vermeyip ilgi göstermeyen<br />
bir adamken idam<br />
kararını duyduktan sonra yaşıyor<br />
olmaya devam etmek için<br />
çırpınıyor.<br />
Asıl önemli olan<br />
bir kaçma imkanı,<br />
değişmez ve şaşmaz<br />
bir gidişatın dışına<br />
atlayış, umudun<br />
bütün şanslarını<br />
taşıyan delice<br />
bir koşuştu.– syf. 99<br />
Bu kısımda, ilk kısmın aksine,<br />
giyotinle idama mahkum olmuş<br />
bu “sefil” karakteri okurken Aylak<br />
Adam’dan çok aklım Victor<br />
Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun<br />
Son Günü eserine gitmedi<br />
değil. Bilemiyorum konuların<br />
inanılmaz benzer olmasından<br />
mı ama varoluşçu buhranlar,<br />
hapishanede geçen gergin<br />
saatler derken bir an Victor<br />
Hugo’yu hatırladım. Bu açıdan<br />
bakınca denilebilir ki; Mösyö<br />
Meursault, Aylak Adam’la başlayıp,<br />
kitabın sonlarına doğru<br />
Hugo’nun isimsiz idam mahkumuna<br />
doğru evrilen ara bir<br />
karakter aslında.
loglifetr bloglifetr<br />
Ek olarak, kitabın dili de üzerinde<br />
durulmaya değer noktalardan<br />
bir tanesi. Anlatım, çoğunluğu<br />
5-6 kelimelik, “bugün<br />
buraya gittim”, “bana bunu<br />
dedi”, “sonra kalktık sinemaya<br />
gittik” gibi tek satırlık cümlelerden<br />
ibaret. Dolayısıyla Yabancı,<br />
okunması kolay bir kitap.<br />
Bana kalırsa bu anlatım tarzı<br />
Mösyö Meursault gibi bir ana<br />
karakterin ağzından anlatılan<br />
bir roman için biçilmiş kaftan;<br />
çünkü okudukça “Sıcak güneş<br />
yüzümü yakarken, alnımdan<br />
akan ter damlalarının gözyaşlarıma<br />
karıştığını fark ettiğim o<br />
an…” gibi bir cümlenin Yabancı<br />
gibi pek çok şeyi boşvermiş<br />
bir adam için fazla süslü olacağını<br />
fark ediyorsunuz. Camus<br />
gerçekten olay örgüsünden<br />
anlatımına kadar her şeyiyle<br />
çok ince ince düşünülmüş bir<br />
kitap çıkarmış ortaya.<br />
Yazı çok uzuyor farkındayım<br />
ama söylemeden geçemeye-<br />
ceğim birkaç şey daha var;<br />
mesela ana karakterimizin cinayeti<br />
işleyiş sebebi olarak<br />
güneşi göstermesi, ve dahi kitap<br />
boyunca havanın devamlı<br />
aşırı güneşli, bunaltıcı bir yapıda<br />
olmasına tekrar tekrar<br />
vurgu yapması gibi… Camus,<br />
güneşi muhtemelen aydınlıkla<br />
simgeleyip; karanlık-aydınlık<br />
kavramına dikkat çekmek istiyor,<br />
ve bunu gayet iyi başarıyor.<br />
Keza dava esnasında jürinin<br />
Yabancı’ya inanmaması<br />
için de cinayet namına ortaya<br />
sürülen ve “bizlere” absürt gelen<br />
bir sebebin olması lazım.<br />
Bu açıdan gene güneş, iyi<br />
kullanılmış bir argüman. Ek<br />
olarak, kitabın sonlarında yer<br />
alan dava sahnesi gerçekten<br />
çok başarılı. Savcının -aslında<br />
Meursault’a göre hiçbir anlamı<br />
olmayan- birbirinden tamamen<br />
farklı olayları “normal” insanlara<br />
göre yorumlayıp cinayete<br />
giden yolun çakıl taşları gibi bir<br />
sıraya dizmesi ve Yabancı’yı<br />
bir cani gibi görüp idamını istemesi…<br />
toplumun Yabancı’yı<br />
nasıl “anlamadığına” dair çok<br />
simgesel bir anlatım. Tabii bir<br />
de bu kadar farklı olayları böyle<br />
bir mantıksal sıraya dizebilmesi<br />
Camus’nün dehasının<br />
kanıtı.<br />
Yani, bu davanın<br />
benim dışımda<br />
görülür gibi bir hali<br />
vardı. Her şey ben<br />
karıştırılmaksızın olup<br />
bitiyordu. Kaderim,<br />
bana fikir sorulmadan<br />
belirleniyordu. – syf. 90<br />
Son bir şey; kitabın başlarında<br />
huzurevinin kapı görevlisinin<br />
diğer sakinlere göre çok<br />
basit bir görevi de olsa onlardan<br />
kendini üstün görmesi de<br />
yabana atılmayacak bir ayrıntı<br />
idi. 2-3 cümleyle de olsa “diğerlerine”<br />
göre toplumdaki en<br />
ufak bir kademe artışının insan<br />
psikolojisi üzerindeki yansımalarına<br />
da değinmeden geçememiş<br />
Camus.<br />
Artık kurguyu bir yana bırakıp<br />
kitabın yapısal özelliklerden<br />
devam edersek, çeviri açısından,<br />
Fransızca bilmediğimden,<br />
çok bir şey söyleyemeyeceğim.<br />
Ama kitapta birkaç yerde<br />
kelime hatası gördüğümü de<br />
belirtmeden geçemeyeceğim.<br />
Bu kitap için pek çok farklı kapak<br />
tasarımı var -39. basıma<br />
ulaştığından!-, bendeki hali<br />
yukarıda resmini gördünüz<br />
edisyonu idi ve diğer herkese<br />
bakan tek bir göz bence güzel<br />
düşünülmüş bir tasarımdı.<br />
122 123<br />
Son olarak, Fransız edebiyatının<br />
önemli temsilcilerinden Nobelli yazar<br />
Albert Camus’ya kısaca bakacak<br />
olursak, kendisi -kahramanımız gibi-<br />
Cezayir’de doğmuş ve 25 yaşına<br />
kadar orada kalmış bir filozof aslında.<br />
Ardından Paris’e gitmiş ve kitap<br />
çıkarmadan önce çeşitli dergilerde<br />
editör olarak görev almış, bir yandan<br />
da Cezayir Üniversitesindeki Felsefe<br />
eğitimine devam etmiş. Maalesef<br />
1960 yılında, 47 yaşındayken bir trafik<br />
kazasında hayatını kaybetmiş.<br />
Aslında bu kitap hakkında daha<br />
söylenebilecek çok şey var ama bir<br />
yerde kesmek lazım sanırım; o yüzden<br />
özetle, Yabancı, 20. yüzyılın en<br />
önemli eserlerinden biri olarak anılmanın<br />
hakkını veren, ne söylense-ne<br />
kadar anlatılsa da anlatmaya yetmeyecek<br />
bir roman. Bana kalırsa siz iyisi<br />
mi alın okuyun, Camus’nün dehasıyla<br />
kendiniz tanışın.<br />
Özge Akın<br />
atalante86.blogspot.com
YAĞMUR<br />
O<br />
an hissetiği şey<br />
düşüştü. Engellenemez<br />
ve durdurulamaz<br />
bir<br />
düşüş. Bulutların<br />
ardında mı var edildi yoksa,<br />
bilinen bir fizik kuralına uygun<br />
bulutların içinde mi varoldu,<br />
bilmiyordu. Gördüğü şey,<br />
benzer varlıklarla birarada bir<br />
yolculukluktu. Bir görevi olduğunu<br />
hatırladı. Yeşeren her bir<br />
varlığı canlandırmak ve haliyle<br />
Dünya’ya hayat bahşetmek.<br />
Hızlanmak istedi, bir an önce<br />
varmak ve görevini yapmak<br />
istiyordu. Kimbilir hangi canlının<br />
hücrelerine karışıp hayat<br />
verecekti ve yeni bir hayat bulacaktı,<br />
merak ediyordu. Fakat<br />
düşüş, yeteri hızda ve ağır aksaktı.<br />
Sonra farketti, kendini indiren<br />
bir varlık vardı yanında.<br />
Halbuki söylemişti yaradan;<br />
“her bir yağmur damlasını meleklerim<br />
indirir” diye, haberdar<br />
etmişti yarattıklarını...<br />
124 125<br />
Kendini bu emin ellere bıraktı,<br />
görev heyecanı ve merakı<br />
ile aşağı doğru süzülüyordu.<br />
Önce büyük tarlalar ve ağaçlık<br />
alanlar göründü. Sonra bloklar<br />
halinde binalar ve şehir. Yaklaştıkça<br />
anladığı şey, betonarme<br />
bir uygarlığa çakılacağıydı.<br />
Biraz mutsuzdu ama hala<br />
bir umut vardı. Belki bir saksı<br />
çiçeği veya kısa bir park ağacına<br />
ulaşabilirdi. Süzülmeye<br />
devam etti.<br />
Yolculuk biterken pek bir şey<br />
anlamadı. Zira sert bir iniş olmamıştı.<br />
Biraz daha dikkat ettiğinde,<br />
bir adamın omuzlarında<br />
olduğunu gördü.<br />
Mutsuz muydu? O ki her bahar<br />
daha genç ve her bir mevsim<br />
yepyeni bir yaşanmışlığa<br />
adım atan, koca bir döngünün<br />
parçasıydı.<br />
Fakat bilmediği, hiç anlaya-<br />
mayacağı bir işe yaradı. Çünkü<br />
yaşamının son bulduğu<br />
omuzlar bir şaire aitti ve yağmur<br />
damlası, bu şaire ilhamı<br />
vermişti.<br />
Orada olan şey bir yeni varoluş<br />
ve sonsuzluktu. Şairin dudaklarından<br />
şu cümleler döküldü;<br />
Bilmezdi,<br />
Havada süzülürken olacakları.<br />
Her zaman üzmüştür beni,<br />
Üzerime düşen,<br />
Yağmur damlalarının,<br />
Şanssızlığı...<br />
Dürüstlüğümden etkilenen<br />
ama özniteliklerimizin benzeşemediği<br />
ve bu nedenle beni<br />
seven ama benden tat alamayan<br />
ve alamayacak dostlara<br />
ithaf olsun. :)<br />
Anıl ÖZER<br />
ozeranil.blogspot.com
126<br />
Bir An<br />
“Neden kişiliğimizi etrafımıza<br />
yansıtmayı tam olarak beceremeyiz?<br />
Cevabı zor biraz da, dürüst<br />
olmak gerekirse yansıtmak<br />
istemediğimizden hepsi.Tam<br />
tanıyıp tanımadığından emin<br />
olmadığın için gerçek düşünceleri<br />
paylaşmaya çekiniriz. Değil<br />
diyeceksin büyük ihtimal ya da<br />
kesik kesik gülecek umursamayacaksın<br />
büyük ihtimal, hatta<br />
elindeki kalemi bile bırakmayacaksın<br />
bu dediklerimi duyarken.<br />
Belki de dinlemiyorsundur.<br />
Çok zor bir durumda olduğunu<br />
farketmemek için aptal olmak<br />
gerekir. Boş gözlerle bakıyor,<br />
ağlamaklı melodiler dinliyorsun;<br />
hatta bazen kendine iyilik yapıp<br />
kendin olmak istediğin bir anı<br />
başkasına vicdan yaptıracağın<br />
anlara saklıyorsun. Çünkü<br />
kimse seni ciddiye almıyor ya,<br />
en ciddi olduğun anı da böyle<br />
maskeleyip gerçek sen ile yüzleşmenin<br />
tadını çıkarıyorsun.<br />
Yoruluyorsun be çocuk, sorun<br />
o değil de yorulmak için çok<br />
çaba sarfediyorsun bak bir işe<br />
de yaramıyor. Ya da benim teorim<br />
çürümeye mahkum,ne dinliyorsun?”<br />
“Ne dinliyorsun?” dediğinde<br />
kulağımdaki kulaklıklardan birini<br />
çıkarmıştım. Ne dediğini<br />
dinlemedim ama son dediğini<br />
duyduğumu belli etmek istedim<br />
sorusunu cevapladım. Seksendört.<br />
Bir şeyler mırıldandı,tam<br />
anlamadım. Ne olduğunu sordum<br />
bir daha; yine anlamadım,<br />
bu sefer üstelemek istemedim.<br />
Defteri önünde karşıya bakıyordu.<br />
“Moralin bozuk” dedi.<br />
Demek moralimin bozuk olduğunu<br />
belli edecek kadar terk<br />
etmişim kişiliğimi. Kafamı kaldırdım<br />
telefonla ilgilendiğimden<br />
midir nedir dürüst olmamak<br />
için kafamı toparlayamadım.<br />
Cevapladım: “Rol yapmaktan<br />
sıkılıyorum,bazen de yorulduğumdan<br />
rol yapamıyorum.”<br />
Bana acıdığını sezdim. Rahatsız<br />
oldum. Zaten rahat olmama<br />
gerek yoktu da rahatsız olmamın<br />
sebebini de bulamadım.<br />
Belki de temiz havada ciğerime<br />
ağır duman çekmeye ihtiyacım<br />
vardı. Ne biliyordu da acımaya<br />
kalkıyordu ki bana? Kim di<br />
o? Dünün acınası halde gelip<br />
sohbet edemeyen kişisi, bugün<br />
bana acımaya kalkıyordu. Sinirlendim.<br />
Umursamaz bir tavır<br />
yaptım. “Ben sahile gidiyorum”<br />
deyip ayağa kalktım. Tepkisini<br />
beklemedim.<br />
******************<br />
Duymadığını bildiğim için rahat<br />
rahat hakkında konuşabilmenin<br />
rahatlığı gibisi yok. Kulaklığını<br />
çıkardığında ne dinlediğini<br />
sordum. Umursamaz bir bakış<br />
attı cevap verdi. “seksendört.”<br />
Soruyu merak ettiğimden değil<br />
de dikkatimi dağıtması için<br />
sormuştum. Çünkü yüz hatlarındaki<br />
yorgunluk beni daha<br />
çok yoruyordu. Her bir hücresi<br />
yorgunluğundan dem vuruyordu.<br />
En çok da mimikleri. Kendini<br />
sakladığı koca gülümsemeli<br />
yüzü artık yalan söylemek istemediğini<br />
bağırıyordu. Her ifadesi<br />
sahte, her an yalancıydı da<br />
bu sefer, kırıldığını söylerken<br />
çok ciddi olduğunu seziyordum.<br />
“Moralin Bozuk” deyince bana<br />
baktı. Yine sahte bir umursa-<br />
127<br />
bloglifetr<br />
mazlık tavrı daha... Rahatsız<br />
olduğunu çok belli etti. Gerçek<br />
duygularını yansıttığı için mi<br />
yoksa dile getirenin ben olduğum<br />
için mi bunu bilmiyorum.<br />
Boğazını temizledi ve “Rol<br />
yapmaktan sıkılıyorum, bazen<br />
de yorulduğumdan rol yapamıyorum”<br />
dedi. Derin bir nefes<br />
aldım. Yardım etmek istedim.<br />
Hemen düşün çabuk bir şaka<br />
düşün bir güzellik düşün diye<br />
kendimi zorladım ama ne zaman<br />
kendimden birşey yapmamı<br />
istesem yapmamak için<br />
elinden geleni ardına koymaz<br />
bilinç altım. Bir şey söylesem,<br />
moralinin bozuk olduğunu unutsa...<br />
Ya da bir şey söylesem de<br />
defterimin arkasına attığı imzayı<br />
tesadüfen gördüğüm ailemle<br />
kavga ettiğim akşam mutlu<br />
hissedip yalnız olmadığımı düşündüğümde<br />
hissettiklerimi hissettirsem,<br />
o borcu ödesem... O<br />
gülümseme onun suratına da<br />
yayılsa. Ama en gerçek olanından.<br />
Ayağa kalktı; ben sahile gidiyorum,<br />
dedi.<br />
Kalmak için daha iyi bir sebep<br />
söyleyemeyeceğimi bildiğimden<br />
sessiz kaldım. Problemi<br />
için bir çözümüm yoktu. Belki<br />
de güvenini kırdığımdan o cesareti<br />
kendimde bulamadım.<br />
Bana gidişini izlemek kaldı. Ha<br />
bir de onun yerine topluma sahte<br />
gülücük atmak.<br />
Bu gülücük sana gelsin çocuk,<br />
dedim en kocamanından en<br />
sahtesinden attığım gülücük<br />
boşlukta yankılandı...<br />
Aygül Kartal<br />
pisceszoya.blogspot.com
Taze menekşe kokularının arasından geçerken<br />
kötü düşünebilir misin?<br />
Yüzüne koca bir tatlı görüntü sunarsın.<br />
Kanalizasyonun yanından geçerken güzel düşünebilir<br />
misin?<br />
Tüm yüz kaslarını çirkin bir anın belirtisi olarak<br />
zorlarsın.<br />
Geçilecek bir yer varsa o an için sadece durmak<br />
istersin.<br />
Yaşama bakış açın misk kokusunu örten kokarca<br />
kokusu da olabilir ya da tam tersi,<br />
Tek bir gerçek var ki neyi hissedeceksen kendi<br />
içinde hissedeceksindir.<br />
Gerçeği görmek için yukarı bakmak gerekir,<br />
hissetmek içinde tam karşıya,<br />
Güzel bir günün ardından hissedilen duygular<br />
günlüğe büyük bir hazla yazılır,<br />
diğeriyse büyük bir isteksizlikle.<br />
Yaşamdan ne zaman ve ne oranda zevk alacağımız,<br />
AŞK HERYERDE<br />
şu anda benim bu sandalyeden kalkmamla ölçülebilir.<br />
Yerimde durursam sadece, bilgisayarın ışığı<br />
gözümü bozabilir.<br />
Günlük yaşamın ilelebet sürecek tembosunda,<br />
kondisyonlu olmak lazım.<br />
İnsan ilişkileri, devlet bakanlarının gayri resmi<br />
geçitleri gibi olmamalı aslında,<br />
her şeye anlam yüklemek, aşkın değerini yüceltebilir.<br />
Hissetmek aşktı, aşk ise hissetmekle başlar.<br />
İnsan hikayesini bir kaç türlü anlatır,<br />
garip duygular içinde kaybolur bazen,<br />
ama hep; aşk, mutluluk, hissetmek, sevgi gibi<br />
kavramları hatırlamaya çalışır.<br />
Doğuştan gelen histeri doğasını iyi şeyleri hissetme<br />
kullanabilir.<br />
Sevgi ve his sözcüklerinden küçük bir kulübe<br />
yapar kendine,<br />
baş köşesinde aşkı bekler.<br />
Murat Şentürk<br />
128 129<br />
Ay Işığı<br />
Gecenin en dibinde,<br />
Işık yoldaşını terk eder mi?<br />
Ümitsiz bir düşüş,<br />
Umudu öldürmez.<br />
Çözüm bulunur.<br />
Uygularsın,<br />
Uygulamazsın.<br />
Yine Ay ışığındasın.<br />
Burcu İlki<br />
calanthe-valerie.tumblr.com
BAZEN<br />
DEĞİŞİM<br />
GEREKİR<br />
BAZEN DE<br />
KENDİN<br />
OLMAK<br />
130 131
132 133
134