02.03.2013 Views

basin-ozgurlugu-doktezi

basin-ozgurlugu-doktezi

basin-ozgurlugu-doktezi

SHOW MORE
SHOW LESS

PDF'lerinizi Online dergiye dönüştürün ve gelirlerinizi artırın!

SEO uyumlu Online dergiler, güçlü geri bağlantılar ve multimedya içerikleri ile görünürlüğünüzü ve gelirlerinizi artırın.

T.C.<br />

ANKARA ÜNİVERSİTESİ<br />

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />

KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI<br />

TÜRKİYE’DE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ<br />

Doktora Tezi<br />

Yaşar Salihpaşaoğlu<br />

Tez Danışmanı<br />

Prof.Dr.Maksut Mumcuoğlu<br />

Ankara-2007


İÇİNDEKİLER<br />

KISALTMALAR..........................................................................................................................................................IV<br />

GİRİŞ..............................................................................................................................................................................1<br />

I.YÖNTEM..................................................................................................................................................................4<br />

II.TEKNİK GELİŞMELERİN BASIN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE ALTERNATİF KİTLE İLETİŞİM<br />

ARAÇLARININ ORTAYA ÇIKIŞI...............................................................................................................................7<br />

III.TERMİNOLOJİ....................................................................................................................................................10<br />

A) Basın Kavramı..................................................................................................................................................10<br />

B) Basın Özgürlüğü Kavramı................................................................................................................................13<br />

BİRİNCİ BÖLÜM<br />

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇERDİĞİ HAKLAR VE SINIRLARI<br />

I. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇERDİĞİ HAKLAR................................................................................................16<br />

A) Haber, Düşünce ve Bilgilere Ulaşma Hakkı ....................................................................................................16<br />

B) Haber, Düşünce ve Bilgileri Yorumlama ve Eleştirme Hakkı..........................................................................21<br />

C) Haber, Düşünce ve Bilgileri Basabilme ve Dağıtabilme Hakkı.......................................................................23<br />

1. Sansür Yasağı.................................................................................................................................................26<br />

2. Basında Tekelleşme Sorunu...........................................................................................................................28<br />

D) Yaratma Hakkı..................................................................................................................................................33<br />

II. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI...............................................................................................................35<br />

A)Başkalarının Şöhret ve Haklarının Korunması..................................................................................................37<br />

1. Basın Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kişinin Onuru ve Saygınlığı...................................................................38<br />

a) Basın Yoluyla Onur ve Saygınlığa Yönelik Saldırılar ve Cezaî Sorumluluk.............................................39<br />

b) Bir Cezasızlık Sebebi Olarak İspat Hakkı..................................................................................................45<br />

2. Basın Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kişinin Adı ve Resmi.............................................................................50<br />

3. Basın Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kişinin Özel Hayatı................................................................................51<br />

a) Genel Olarak Özel Hayatın Gizliliği Hakkı...............................................................................................52<br />

b) Basın Özgürlüğü Karşısında Özel Hayatın Korunması.............................................................................55<br />

aa. Kamuoyunun Devamlı Olarak Dikkatini Çeken Kişilerin Özel Hayat Hakkı.......................................59<br />

bb. Kamuoyunun Geçici Olarak Dikkatini Çeken Kişilerin Özel Hayat Hakkı.........................................61<br />

A)Devletin ve Toplumun Korunması....................................................................................................................62<br />

1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Konuya Yaklaşımı.............................................................................64<br />

a) Alenîyet Kazanan Bir Bilginin Yayımının Yasaklanamaması...................................................................64<br />

b) Yayının İçeriğinin Oluşturduğu Potansiyel Tehlikenin Dikkate Alınması................................................66<br />

c) Şiddet Çağrısı İçeren Düşüncelerin Yasaklanabilmesi...............................................................................67<br />

2. Amerika Yüksek Mahkemesinin Konuya Yaklaşımı ve “Açık ve Mevcut Tehlike” Kriteri……………….67<br />

C) Ahlâkın Korunması ve Müstehcenlik.............................................................................................................71<br />

İKİNCİ BÖLÜM<br />

ANAYASAMIZDA VE ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINDA<br />

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ<br />

I. ANAYASAMIZDA ÖNGÖRÜLEN TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER REJİMİ............................................77<br />

A) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınıflandırılması.......................................................................77<br />

B) Anayasamızın Temel Hak ve Özgürlüklere Yaklaşımı...................................................................................78<br />

C) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması.......................................................................82<br />

D) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanılmaması...........................................................88<br />

E) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Durdurulması............................................................................93<br />

II. ANAYASAMIZDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ..........................................................................................................94<br />

II


A)Anayasamızda Basın Kavramı...........................................................................................................................97<br />

B)Anayasamızın Basın Özgürlüğü İçin Öngördüğü İlkeler ve Bu İlkelerin Anayasal Gelişim Süreci…….........98<br />

1.Basının Sansür Edilememesi...........................................................................................................................99<br />

2. Basımevi Kurmanın İzin Alma ve Malî Teminat Yatırma Şartına Bağlanamaması....................................100<br />

3. Basımevi ve Eklentilerine El Konulamaması...............................................................................................101<br />

4.Süreli ve Süresiz Yayının İzin Alma ve Malî Teminat Yatırma Şartına Bağlanamaması............................103<br />

5. Düzeltme ve Cevap Hakkının Ancak Belirli Durumlarda Tanınması..........................................................106<br />

6. Dağıtımın Önlenmesi ve Toplatma Kararı İçin Hâkim Kararının Aranması...............................................108<br />

7. Süreli Yayınların Ancak Mahkeme Kararıyla Geçici Olarak Kapatılabilmesi............................................112<br />

8. Devletin Basın Özgürlüğünü sağlayacak Tedbirleri Alma Yükümlülüğünün Olması……………………114<br />

C) Anayasamızda Basın Özgürlüğünün Sınırlandırılması.................................................................................118<br />

1. Anayasanın 26. Maddesinin Öngördüğü Sınırlama Sebepleri.....................................................................118<br />

2. Anayasanın 27. Maddesinin Öngördüğü Sınırlama Sebepleri.....................................................................121<br />

III. ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ..........................................................122<br />

A)Anayasa Mahkemesinin Düşünceyi Açıklama Özgürlüğüne Yaklaşımı.........................................................124<br />

B)Anayasa Mahkemesinin Basın Özgürlüğüne Yaklaşımı..................................................................................129<br />

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

DİĞER MEVZUATIMIZDA VE UYGULAMADA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GEÇİRDİĞİ EVRELER<br />

VE BUGÜNKÜ DURUMU<br />

I. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM.......................................................................................................................138<br />

A)Matbaanın Türkiye’ye Girişi ve İlk Basım Yayım Hareketleri.......................................................................138<br />

B)Cumhuriyet Öncesi Dönemde Basın Özgürlüğü..............................................................................................140<br />

II. CUMHURİYET DÖNEMİ....................................................................................................................................148<br />

A) Cumhuriyetin İlk Yıllarında ve Tek Parti Döneminde Basın Özgürlüğü......................................................148<br />

B) Çok Partili Dönemin İlk Yıllarında Basın Özgürlüğü...................................................................................153<br />

C) 1960 – 1980 Yılları Arasında Basın Özgürlüğü.............................................................................................160<br />

D) 1980 – 2000 Yılları Arasında Basın Özgürlüğü.............................................................................................167<br />

E) Helsinki Zirvesi Sonrası Dönemde Basın Özgürlüğü.....................................................................................177<br />

1. Basın Özgürlüğü İle İlgili Kanunlarda Yapılan Değişiklikler......................................................................178<br />

a) 5680 sayılı Basın Kanununda Yapılan Değişiklikler...............................................................................178<br />

b) 5187 Sayılı Basın Kanunu........................................................................................................................179<br />

2. Ceza Kanunlarında Yapılan Değişiklikler....................................................................................................191<br />

a) 765 Sayılı Türk Ceza Kanununda Yapılan Değişiklikler........................................................................191<br />

b) 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve Basın Özgürlüğü...............................................................................197<br />

c) Terörle Mücadele Kanununda Yapılan Değişiklikler..............................................................................209<br />

SONUÇ.......................................................................................................................................................................215<br />

KAYNAKÇA..............................................................................................................................................................218<br />

ÖZET..........................................................................................................................................................................231<br />

SUMMARY................................................................................................................................................................232<br />

III


KISALTMALAR<br />

a.g.b adı geçen bildiri<br />

a.g.e. adı geçen eser<br />

a.g.m. adı geçen makale<br />

A.Ü. Ankara Üniversitesi<br />

ABD Amerika Birleşik Devletleri<br />

AMKD Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi<br />

bkz. bakınız<br />

CD. Ceza Dairesi<br />

Çev. Çeviren<br />

Dr. Doktor<br />

E. Esas<br />

İHMD İnsan Hakları Merkezi Dergisi<br />

K. Karar<br />

KHK Kanun Hükmünde Kararname<br />

KT. Karar Tarihi<br />

m. madde<br />

Prof. Profesör<br />

s. sayfa<br />

T.C. Türkiye Cumhuriyeti<br />

TCK Türk Ceza Kanunu<br />

U.S. United States Reports<br />

YCGKK. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararı<br />

YKD. Yargıtay Kararları Dergisi<br />

v. versus<br />

vb. ve benzeri<br />

vd. ve devamı<br />

vs. ve saire<br />

IV


GİRİŞ<br />

Kitle iletişimi, kaynak kesimin, paylaşma ve ilişkileşme amacı ile,<br />

bilgi, düşünce, duygu, tutum ve kanıları alıcı kesim durumundaki büyük ve<br />

dağınık bir kitleye, kitle iletişimi gerçekleştirmek üzere geliştirilmiş<br />

araçlarla(gazete, dergi, kitap, radyo, televizyon, sinema filmleri, plak, ses ve<br />

görüntü bantları (video), ses ve görüntü diskleri, bilgisayar, internet vb.)<br />

iletilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır 1 . Bu araçlar herhangi bir bilgiyi çok<br />

kısa bir zamanda geniş kitlelere ulaştırabilmekte ve bu nedenle günlük<br />

yaşamda çok etkili ve önemli bir yer tutmaktadırlar 2 .<br />

Modern sanayi toplumunda kitle iletişim araçları halka yönetim ve<br />

siyaset hakkında bilgi aktarmak, yönetimi denetlemek, kriz anlarında kitleleri<br />

süratle uyarmak, kamuoyunun düşünce kanaat ve faaliyetlerini açıklamak,<br />

dolayısıyla toplumu oluşturan bireylerin etkilenmesini sağlamak, bireylerin<br />

rahatlamasına ve onların boş zamanlarını değerlendirilmelerine yardımcı<br />

olmak gibi çok sayıda işlevi yerine getirirler 3 . Eğlendirme, bilgilendirme, kültür<br />

sunumu, toplumsallaştırma, siyasallaştırma olmak üzere beş başlık altında<br />

kategorize edebileceğimiz bu işlevlerin 4 tümünde yönlendirme, kullanma,<br />

pasifleştirme ya da aktifleştirme, değiştirme, parçalama, birleştirme ve<br />

benzeri özellikler dikkat çekmektedir. Örneğin kitle iletişim araçları<br />

kullanılarak, bir toplumun eğlence anlayışının kendi kültür kalıplarından<br />

uzaklaştırılması ve bireylerin söz konusu alanda kendi toplumuna<br />

yabancılaştırılması 5 ya da siyasî olayların ve konuların tercihler<br />

doğrultusunda ustalıkla işlenerek kamuoyu oluşturulması mümkündür 6 .<br />

1 ZILLIOĞLU, Merih: İletişim Bilgisi, 8. Baskı, Anadolu Üniversitesi Yayın No: 739, Eskişehir,<br />

2003, s.78.<br />

2 BEKTAŞ, Arsev: Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1996,<br />

s.115.<br />

3 BEKTAŞ, Arsev: a.g.e., s.118.<br />

4 Geniş bilgi için bkz. USLUATA, Ayseli: İletişim, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İletişim Yayınları,<br />

İstanbul, [tarih yok].<br />

5 ÖZDEMİR, Sadi: Medya Emperyalizmi ve Küreselleşme, Timaş Yayınları, İstanbul, 1998,<br />

s.36.<br />

6 Jürgen Habermas, kitle iletişim araçlarının kamuoyunun oluşturulmasındaki etkisini şu<br />

sözlerle dile getirmektedir: “Kamuoyu oluşturulan bir şeydir. Artık kendiliğinden yoktur... Kitle<br />

iletişim araçlarında ifşa edildiği gibi, çoğu kez arzulanan biçimlere göre yeniden sunulur.”<br />

HABERMAS, Jürgen: “Siyasal Katılım Kendi Başına Bir Değer mi?”, Çev. Tanıl BORA,


Kitle iletişim araçlarının en önemlilerinden birisi de hiç şüphesiz<br />

basındır. 15. yüzyıl sonrasında gelişen basın teknolojisi, özellikle 17.<br />

yüzyıldan başlayarak bireyci, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik katılmaya<br />

yönelik ekonomik yapılanmaya uygun bir gelişim göstermiştir. Buna göre<br />

herkes düşüncelerini özgürce yayabilmelidir ve her düşünce yaymak isteyen<br />

gazete çıkarmak girişiminde bulunabilmelidir 7 . Bu aynı zamanda, liberalizm<br />

akımının basın özgürlüğü alanındaki ilk önemli temsilcisi olarak kabul edilen<br />

John Milton’ın belirttiği gibi, kötü ve yanlış fikirlerin yok edilmesine ve<br />

gerçeğin bulunmasına da hizmet eder 8 . Düşünceyi açıklama özgürlüğünün<br />

“gerekçelerinden” 9 birisi olan bu anlayış(gerçeği aramak), 10 John Stuart Mill<br />

tarafından kaleme alınan “On Liberty” isimli eserin ikinci bölümünde<br />

geliştirilmiş 11 ve Amerika Yüksek Mahkemesi Hâkimlerinden Holmes’un<br />

Toplum ve Bilim, Sayı: 27, 1984, s.52. Duygu SEZER basının ve diğer kitle iletişim<br />

araçlarının kamuoyunu etkileme gücünün pek de sanıldığı kadar kesin ve yaygın olmadığını<br />

ileri sürmektedir. Geniş bilgi için bkz. SEZER, Duygu: Kamu Oyu ve Dış Politika, Ankara<br />

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:339, Ankara, 1972, s.22 vd.<br />

7 BEKTAŞ, Arsen: a.g.e., s.130.<br />

8 Liberalizm akımının basın özgürlüğü alanındaki ilk önemli temsilcisi John Milton 1644<br />

yılında yayımladığı Areopagitica(İngiltere Parlamentosuna, Sansürsüz Basma Özgürlüğü<br />

Hakkında Nutuk) isimli eserinde söz konusu özgürlüğün toplum için yararlarına değinerek<br />

her çeşit sansürden ve müdahaleden uzak bir basın özgürlüğünü savunmuştur. John Milton<br />

basın özgürlüğünün toplum için yararlarını altı noktada toplamıştır: 1) Kötü ve yanlış fikirlerin<br />

yok edilebilmesinin en güvenceli yolu olan basın özgürlüğü gerçeklerin serbest olarak<br />

yayımına olanak tanır. 2) Bize yeni ve garip gelmeleri nedeniyle iyi fikirleri de kötü olarak<br />

mahkum etmemiz tehlikesi her zaman vardır; basın özgürlüğü bunun önüne geçer. 3)<br />

Kötülük kaynakları çoktur ve bunların pek çoğunun insanlara ulaşabilmesinin önüne,<br />

basılmış eserlerin sansür edilmesi ile geçilemez. 4) İnsanların pek çoğu sansür görevini<br />

yapabilecek yetenekte değildir; bu yetenekte olan insanların ise, pek azı böyle bir görevi<br />

kabul eder. 5) Eserlerin ancak pek azı bütün kısımları itibariyle kötüdür; böyle olunca<br />

sansürlenen bir eserde az sayıdaki kötü kısımlar için okuyucu eserin kapsadığı bütün iyi<br />

kısımlardan mahrum edilir. 6) Bir kişinin, okuduğu eserdeki iyi ve kötü kısımları bizzat<br />

kendisinin ayırması hayat tecrübesi kazanması bakımından en önemli yararı sağlar.<br />

DÖNMEZER, Sulhi: Basın ve Hukuku, Genişletilmiş ve Yeniden Gözden Geçirilmiş<br />

Dördüncü Bası, İstanbul Üniversitesi Yayınları No:2213, İstanbul, 1976, s.54.<br />

9 Düşünceyi açıklama özgürlüğünün gerekçeleri için bkz. SADURSKI, Wojciech: İfade<br />

Özgürlüğü ve Sınırları, Çev. M. Bahattin SEÇİLMİŞOĞLU, Liberal Düşünce Topluluğu<br />

Yayınları, Ankara, 2002, s.3 vd.<br />

10 Bu anlayış ve eleştirisi için bkz. SADURSKI, Wojciech: a.g.e., s., s.3-16.<br />

11 John Stuart Mill bu eserinde düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü haklı ve zorunlu<br />

gösteren nedenleri şu şekilde açıklamıştır: “Düşünceyi açıklama özgürlüğünün, insanlığın<br />

fikri saadeti için(ki insanların diğer bütün saadetleri buna bağlıdır.)zorunlu olduğunu şu dört<br />

sebep ortaya koymaktadır: 1)Herhangi bir fikir susmaya mecbur edilirse, bu fikir bizim kesin<br />

olarak bilebileceğimiz şeylere rağmen, doğru olabilir. Bunu kabul etmemek kendimizin<br />

yanılmaz olduğunu zannetmek olur. 2) Susturulan fikir yanlış dahi olsa, bunda bir kısım<br />

hakikat bulunması mümkündür. 3)Tartışılmaz sayılan fikir yalnız doğru değil, aynı zamanda<br />

gerçeğin bütünü bile olsa; ona kuvvetle ve ciddî olarak itiraz edilmesine katlanılmadıkça ve<br />

bilfiil itiraz olunmadıkça, o fikre, bir peşin hüküm tarzında inanılır. 4)Dogma, bütün bütün<br />

2


“gerçekliğin en iyi testi, düşüncenin, piyasa rekabeti içinde kendisini kabul<br />

ettirme gücüdür.” 12 ifadesi ile “fikirlerin pazaryeri” sloganına<br />

dönüştürülmüştür 13 . Piyasa rekabeti içinde gerçekliğin ortaya çıkmasının ise,<br />

tek bir yolu vardır; o da her bireyi ve her düşünceyi önemsemektir. Çünkü bir<br />

tercihte bulunabilmek ve iyiyi kötüden ayırabilmek alternatifleri, alternatiflerin<br />

var olabilmesi de düşünceyi açıklama özgürlüğünü ve bu özgürlüğün özel bir<br />

türü olan basın özgürlüğünü gerekli kılar. Çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi bir<br />

düzenin kurulması ve yaşaması, ancak farklılıkların barış içinde bir arada<br />

bulunabileceği böyle bir ortamda mümkündür 14 . Bu nedenledir ki böyle bir<br />

düzeni vaat eden özgürlükçü demokrasi, kamusal çıkarlara ilişkin bütün<br />

sorunların açıkça tartışılmasını toplum için yararlı görür ve görüşlerin<br />

herkesin gözü önünde çatışması ile sonuçta en doğrunun(mutlak doğrunun<br />

değil) ortaya çıkacağı inancına dayanır ve bu amaçla da inanç, düşünce ve<br />

basın özgürlüğünü kutsallaştırır.<br />

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve onun özel bir türü olan basın<br />

özgürlüğünün elbetteki tek gerekçesi “gerçeği aramak” olamaz. Bu<br />

özgürlüklerin sağlanması aynı zamanda kendi kendini yönetme ve<br />

demokrasinin bir gereğidir. Demokrasi, ortaklaşa karar alma ve özellikle de<br />

oy verme süreçlerinde yurttaşların, tercihlerini etkileyebilecek bütün haber ve<br />

bilgilere ulaşmada özgür olmalarını gerektirir. Bu nedenle de özgür insanlar<br />

tarafından gerçekleştirilen “kendi kaderini belirleme” süreciyle ilgili olan<br />

bütün ifadeler, koruma altına alınmalıdır 15 .<br />

İster gerçeği arama, ister kendi kendini yönetme ve demokrasi,<br />

isterse başka gerekçelerle olsun, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünün<br />

sınırsız olduğu; bu özgürlüklerin pornografi, ırkçı nefret konuşmaları ve<br />

bağnaz dinî ifadeler, kişilere hakaret, mahkemeye saygısızlık, şiddete tahrik,<br />

tesirsiz, fuzuli yer işgal eden, fakat herhangi ve yürekten duyulan bir kanaatin akıl veya şahsi<br />

tecrübe yolundan inkişaf etmesini men eden, sadece görünüşte bir ikrar halini alır.” MILL,<br />

John Stuart: Hürriyet (Essay on Liberty), Çev. Osman DOSTEL, İkinci Basılış, Milli Eğitim<br />

Basımevi, İstanbul, 1963, s.100-101.<br />

12<br />

Abrams v. United States, 250 U.S. 616, 630 (1919). Hâkim Holmes’un muhalefet şerhi.<br />

13<br />

SADURSKI, Wojciech: a.g.e., s.3.<br />

14<br />

UYGUN, Oktay: Demokrasinin Tarihsel, Felsefi ve Ahlaki Boyutları, İnkılâp Kitabevi,<br />

İstanbul, 2003, s. 269-270.<br />

15 SADURSKI, Wojciech: a.g.e., s.22.<br />

3


askerî ve ticarî sırların ifşa edilmesi, alkol, sigara, kumar ve fuhşun<br />

reklâmının yapılmasını da kapsadığı ileri sürülemez 16 .<br />

Pek çok ifadenin zararlı olduğuna, düşünceyi açıklama ve basın<br />

özgürlüğünün kullanılmasından doğan o zararların, çoğunlukla faydalarından<br />

ağır geldiğine şüphe yoktur. Ancak çağdaş Batı demokrasilerinde yerleşen ve<br />

diğer tüm düşünceyi açıklama biçimleriyle birlikte basın yoluyla düşüncenin<br />

açıklanmasında da geçerli olan sınırlar görmezden gelinerek, sübjektif<br />

değerlendirmeye açık olan bu “zarar” kavramından hareket edilmesi ve bazı<br />

düşüncelerin açıklanmasının yasaklanması bu özgürlüğün yok edilmesi<br />

sonucunu da doğurabilir. Nitekim yüz elli yıllık basın tarihimiz hâkim anlayış<br />

tarafından zararlı görüldüğü gerekçesiyle düşüncelerin yasaklandığı,<br />

gazetelerin ve dergilerin kapatıldığı ve birçok gazeteci, yazar, sanatçı ve<br />

aydının düşüncelerinden dolayı mahkûm edildiği vakalarla doludur.<br />

Doktora çalışması olarak bu konuyu seçmeye bizi iten en önemli<br />

faktör de bu olmuştur. Amacımız, ülkemizde de çağdaş demokratik ülkelerde<br />

olduğu gibi bir basın özgürlüğü anlayışının yerleşmesine ve bu özgürlüğün<br />

kötüye kullanılması ile mücadele edilirken dengenin özgürlük aleyhine<br />

bozulmaması için basın özgürlüğünün sınırlarının belirginleştirilmesine katkı<br />

sağlamaktır.<br />

I. YÖNTEM<br />

“Türkiye’de Basın Özgürlüğü” adını taşıyan bu monografik<br />

çalışmanın “Basın Özgürlüğünün İçerdiği Haklar ve Sınırları” başlıklı birinci<br />

bölümünde, konu “mukayeseli yöntem”le ele alınmıştır. Ancak mukayeseli<br />

yöntemle hareket edilirken tek tek ülkeler ele alınmamış, konu anlatılırken<br />

gerek duyuldukça çeşitli ülkelerdeki düzenlemelere ve uygulamalara<br />

değinilmiştir. Yine bu bölümde basın özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesi ve Amerika Yüksek Mahkemesi kararları ışığında “olması<br />

gereken” açısından irdelenmiş ve bu özgürlüğün ilkeleri ortaya konulmaya<br />

çalışılmıştır.<br />

16 SADURSKI, Wojciech: a.g.e., s.22.<br />

4


Bu çalışmada basın özgürlüğünün ilkeleri “olması gereken”<br />

açısından ortaya konulurken basın özgürlüğünün diğer özgürlüklerden daha<br />

değerli olduğu ve basının mutlak olarak özgür olması gerektiği fikrinden<br />

hareket edilmemiştir. Bizce basın özgürlüğünün kabul edilmesi, basının<br />

mutlak anlamda özgür olmasını gerektirmez. Yine bu özgürlüğün kabulü,<br />

diğer özgürlüklerin veya değerlerin, basın özgürlüğünden daha az önemli<br />

olarak anlaşılmasını da gerektirmez 17 . Hiç kimse, “basın özgürlüğü”nün,<br />

“onur ve saygınlık hakkı”ndan, “özel hayatın gizliliği hakkı”ndan, “mülkîyet<br />

hakkı”ndan ya da “millî güvenlik”ten daha fazla ya da daha az değerli<br />

olduğunu ileri süremez. Özgürlükler ve değerler arasında böyle bir kıymet<br />

takdirinde bulunmak, her şeyden önce bir bütün olarak özgürlük fikrine zarar<br />

verir. Bu nedenle bu çalışmada en önemli özgürlük değil, özgürlüklerden<br />

sadece biri ele alınmıştır. O da düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün<br />

özel bir türü olan “basın özgürlüğü”dür.<br />

Basın özgürlüğü sadece düşüncelerin serbestçe açıklanması<br />

anlamına gelmeyip, bu özgürlüğün kullanılması için basın kuruluşlarının<br />

serbestçe kurulup işletilmesini de gerektirmektedir. Basın özgürlüğünü diğer<br />

birçok özgürlükten ayıran bu durum, onun kurumsal ve hukuksal olmak üzere<br />

iki boyutunun olduğunu göstermektedir. Ancak bu çalışmada daha çok basın<br />

tarihçileri tarafından incelenen basının kurumsal boyutu değil, hukuksal<br />

boyutu ele alınmıştır. Bununla birlikte son yıllarda basın kuruluşlarının<br />

yaşadığı dönüşüm ve bu dönüşümün ortaya çıkardığı “tekelleşme” ve “oto-<br />

sansür” gibi yeni olgular, basının kurumsal boyutu ile hukuksal boyutunu<br />

birbirinden ayırmayı zorlaştırmıştır. Bu nedenle çalışmamızda basının<br />

kurumsal boyutu tamamen kapsam dışı bırakılmamış, “tekelleşme”, “oto-<br />

sansür” gibi basın kuruluşlarının yaşadığı dönüşümün ortaya çıkardığı yeni<br />

olgular, basın özgürlüğü ile yakın ilişkileri nedeniyle ele alınmıştır.<br />

Çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümünde basın özgürlüğünün<br />

Türkiye’deki durumu “olan” açısından incelenmiştir. İkinci bölümde basın<br />

özgürlüğünün Türk Anayasalarında düzenlenişi ve Anayasa Mahkemesinin<br />

bu özgürlüğe yaklaşımı ayrı başlıklar altında ele alınmıştır. Üçüncü bölümde<br />

17 SCHAUER, Frederick: İfade Özgürlüğü, Felsefî Bir İnceleme, Çev. M. Bahattin<br />

SEÇİLMİŞOĞLU, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2002, s.10.<br />

5


ise, Anayasa dışı mevzuatta bu özgürlüğün düzenlenmesi, yargı kararlarıyla<br />

birlikte değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme yapılırken Avrupa Birliği uyum<br />

çalışmaları kapsamında, Anayasa, Türk Ceza Kanunu ve Basın Kanununda<br />

yapılan değişiklikler, basın özgürlüğü açısından derinlemesine ele alınmıştır.<br />

Bu bölümün başlığında “basın özgürlüğünün gelişim süreci” yerine<br />

“basın özgürlüğünün geçirdiği evreler” ifadesinin kullanılması özellikle tercih<br />

edilmiştir. “Gelişim” bir ilerlemeyi 18 ; “evre” ise, bir olayda birbiri ardınca<br />

görülen değişik durumların her birini ifade eder 19 . Bu anlamda “gelişim”<br />

sözcüğü, “basın özgürlüğü”nün ülkemizde geçirdiği sürecin aksine, her<br />

zaman mevcut durumun olumlu yönde ilerlediğini gösterir. Oysa Türkiye’nin<br />

yaklaşık yüz elli yıllık basın tarihinde böyle bir süreç yaşanmamıştır; bir<br />

dönem basın özgürlüğü açısından elde edilen kazanımlar çok kısa bir süre<br />

sonra kaybedilmiştir. Türkiye’nin basın özgürlüğü tarihi bunun örnekleriyle<br />

doludur.<br />

Bu bölümde basın özgürlüğünün sadece bugünkü durumu değil,<br />

başlangıçtan bugüne geçirdiği tüm evreler anlatılmıştır. Konunun böyle bir<br />

yöntemle ele alınması aynı zamanda bir zorunluluğun sonucudur. Çünkü,<br />

basın özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren birçok kanun uzun yıllar yürürlükte<br />

kalmış ve konjonktüre bağlı olarak defalarca değiştirilmiştir. Örneğin 1926<br />

tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu 2005, 1950 tarihli 5680 sayılı Basın<br />

Kanunu 2004 yılına kadar yürürlükte kalmış ve bu Kanunlar defalarca<br />

değiştirilmiştir. 1927 tarihli 1117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma<br />

Kanunu ve 1950 tarihli 5681 sayılı Matbaalar Kanunu ise, hâlen yürürlüktedir.<br />

Bu nedenle basın özgürlüğünün sadece bugünkü durumunun anlatılması ile<br />

konu aydınlığa kavuşturulamaz. Ayrıca bir özgürlüğün alanını asıl belirleyen<br />

yargı içtihatlarıdır. Konuya ilişkin yargı içtihatları ise, eski kanunların<br />

yürürlükte olduğu dönemlerde oluşmuştur. Basın özgürlüğünü doğrudan<br />

ilgilendiren Basın Kanunu ve Ceza Kanunu çok yakın zamanda yürürlüğe<br />

girmiştir ve yargı pratiği henüz belli değildir.<br />

18 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, 10. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları:549, Ankara, 2005<br />

s.742.<br />

19 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.668.<br />

6


Basın özgürlüğünün Türkiye’deki durumunu incelediğimiz ikinci ve<br />

üçüncü bölümde, “tarihî yöntem” ve “mukayeseli yöntem” birlikte<br />

kullanılmıştır. Bu amaçla basın özgürlüğünün bugünkü durumu incelenirken,<br />

bir taraftan “olması gereken” açısından mevcut durum eleştirilmiş, diğer<br />

taraftan geçmişin ve bugünün mukayesesi yapılmıştır.<br />

II. TEKNİK GELİŞMELERİN BASIN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE<br />

ALTERNATİF KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ ORTAYA ÇIKIŞI<br />

İletişim, insan hayatının ve toplumsal düzenin “olmazsa olmaz” bir<br />

koşuludur. İnsan, doğumundan ölümüne kadar, katıldığı ya da kendisinin<br />

meydana getirdiği gruplar içinde hayatını sürdürür. Grup hayatının sürekliliği,<br />

insanların düşüncelerini, kanaatlerini, izlenimlerini ve duygularını birbirlerine<br />

aktarmalarını bir ihtiyaç olarak ortaya çıkartır ve iletişimi zorunlu kılar 20 . Az-<br />

çok her insanın tabiatında var olan bu ihtiyacın giderilmesi için başvurulan<br />

yöntemler ise, bugün “dördüncü güç” olarak nitelendirilen 21 , “basın”ın da<br />

içinde bulunduğu “medya” kurumunu ortaya çıkarmıştır 22 .<br />

Uzun bir tarihsel sürecin ürünü olan bugünkü “medya” kurumunun<br />

en önemli ayağını teşkil eden “basın”ın ilk örnekleri, yazının icadıyla birlikte<br />

kendini göstermeye başlamış ve bu icat, gazetelerin ataları sayılabilecek ilk<br />

yazılı metinlerin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır 23 . Yazının icadından<br />

20<br />

DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.3.<br />

21<br />

Ancak bu nitelendirme yanlıştır. Kitle iletişim araçları ve etkinlikleri, devlet güçleri(erkleri)<br />

içerisinde değil, özgürlükler alanında yer alır. Erk ya da güç olarak adlandırılmaları<br />

yanıltıcıdır. Böyle bir adlandırma olsa olsa, kitle iletişim araçların kötüye kullanımının etki ve<br />

sonuçlarını ifade etmek amacıyla kullanılabilir ki, bu da söz konusu özgürlüklerin istismarının<br />

meşrulaştırılması tehlikesi yaratacağından yerinde değildir. KABOĞLU, İbrahim Ö.:<br />

Özgürlükler Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Baskı, İmge Kitabevi Yayınları,<br />

Ankara, 2002, s.519. Ayrıca “Dördüncü güç”ten söz edebilmek için, ilk üç gücün varolması<br />

ve Montesquieu’nün sınıflamasında bunları düzenleyen hiyerarşinin halen geçerli olması<br />

gerekir. Oysa günümüzde etkinlik açısından, ekonomi birinci güç, medya ise ikinci güç olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. Bu iki gücün iç içe geçmesi ise, durumu daha da karmaşık hâle<br />

getirmektedir. RAMONET, Ignacio: Medyanın Zorbalığı, Çev. Aykut DERMAN, Om Yayınları,<br />

İstanbul, 2000, s.46. Basında tekelleşme ve medya sermaye ilişkileri çalışmamızın birinci<br />

bölümünde incelenmiştir. Bkz. s.27 vd.<br />

22<br />

ERTUĞ, Hasan Refik: Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, Birinci Cilt,İstanbul Üniversitesi<br />

Yayını No: 1492, İstanbul, 1970, s.5-6.<br />

23<br />

Louvre Müzesi’nde saklanan bazı papirüslerde Mısırlıların, gazeteye benzer araçlara sahip<br />

oldukları fikrini uyandıracak bilgilere rastlanmıştır. Örneğin, bunlardan birisinde, Milâttan<br />

1750 yıl önce III.Thoutmes devrinde, bakanlardan birinin, resmî bir gazetede çıkan yazıyı<br />

7


önce haberleri, bilgileri ve düşünceleri ancak ağızdan kulağa birbirine<br />

iletebilen insanoğlu, bu icatla birlikte yepyeni bir olanak elde etmiş 24 ve yine<br />

yazıyla birlikte düşünce ve söz maddî şekil kazanarak ölümsüzleşmiş ve<br />

unutulmaktan kurtulmuştur 25 .<br />

Bununla birlikte basın tarihinin gerçek başlangıcını matbaanın<br />

icadı 26 oluşturur. Matbaa icat edildikten sonra bu sanat, dünyanın çeşitli<br />

ülkelerinde kullanılmaya başlanmış 27 ve yazının icadı ile birlikte<br />

ölümsüzleşen bilgi bu icat sayesinde sadece varlıklı kimselerin sahip<br />

olabileceği bir şey olmaktan çıkarak tabana yayılmıştır.<br />

Gazeteciliği de doğrudan etkileyen bu icat, elle yazılan ve<br />

çoğaltılan çeşitli haberleri içeren yazılı haber mektuplarının yanında basılı<br />

haber mektuplarının da ortaya çıkmasına yol açmıştır 28 . Önceleri sadece<br />

zenginlerin büyük paralar ödeyerek satın alabildikleri bu haber mektuplarının,<br />

matbaanın icadından sonra fiyatlarının düşmesi nedeniyle daha geniş halk<br />

tekzip ettiği görülmektedir. Türen Müzesinde ise, III.Ramses’e, bir gazetenin saldırdığına<br />

dair bilgi veren bir papirüs bulunmaktadır. ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.14.<br />

24 ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.6.<br />

25 İNUĞUR, M. Nuri: Basın ve Yayın Tarihi, 5. Basım, Der Yayınları, İstanbul, 2002, s.28.<br />

26 Matbaanın ne zaman kim tarafından icat edildiği konusunda tam bir fikir birliği olmamakla<br />

birlikte, genel olarak kabul edilen görüş, mucidinin Alman Johannes Gutenberg olduğudur.<br />

Farklı görüşler için bkz. BALKANLI, Remzi: Mukayeseli Basın ve Propaganda, Resimli Posta<br />

Matbaası, Ankara, 1961, s.16; ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.28; İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e.,<br />

s.50.<br />

27 Matbaanın icadından sonra bu sanat birçok Avrupa kentiyle birlikte Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’a da çok gecikmeden girmiştir. Matbaanın Osmanlı<br />

İmparatorluğu’na icadından çok sonra girdiği iddiası tamamen gerçek dışıdır. Bu iddiayı ileri<br />

sürenlerin esas aldıkları tarih olan 1727 yılı, İbrahim Müteferrika Matbaasının kuruluş<br />

tarihidir. Oysa, 1492 yılında İspanya’dan Türkiye’ye göç eden Musevîler arasında<br />

matbaacıların da bulunduğu, bunların İstanbul’da bir matbaa kurdukları, birçok tarihçi<br />

tarafından belirtilmektedir. Geniş bilgi için bkz. GALANTİ, Avram: Türkler ve Yahudiler,<br />

Türkçeleştirilmiş Üçüncü Baskı, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1995, s.9; GERÇEK, Selim<br />

Nüzhet: Türk Matbaacılığı, Müteferrika Matbaası, İstanbul Devlet Basımevi, İstanbul, 1939,<br />

s.26 vd.; BALKANLI Remzi: a.g.e., s.19 vd.; ERSOY, Osman: Türkiye’ye Matbaanın Girişi ve<br />

İlk Basılan Eserler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayımları:129,<br />

Ankara, 1959, s.18 vd.; ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s. 87 vd.; İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e.,<br />

s.149 vd. Önce Musevîlerin, daha sonra Ermeni ve Rumların kurduğu bu matbaalarda dinî<br />

eserlerin yanı sıra gramer ve tarih kitapları da basılmıştır. Bkz. ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e.,<br />

s.92. Matbaayı Osmanlı İmparatorluğu topraklarına ilk sokan Musevî matbaacılar, Padişah II.<br />

Beyazıt döneminde birçok İbranice eser basmışlardır. Bu eserlerin birçoğunun kapağında<br />

İbranice “Sultan Bayezid’in gölgesi altında basılmıştır” cümlesi vardır. GALANTİ, Avram:<br />

a.g.e., s.112.<br />

28 Matbaanın icadı yazma haber mektuplarını ortadan kaldırmamıştır. Bu dönemde yazma<br />

haber mektupları ile daha ucuz olan basma haber mektupları arasında bir rekabetin olduğu<br />

ileri sürülmektedir. Bkz. BALKANLI, Remzi: a.g.e., s.16.<br />

8


kitlelerince de satın alınması modern gazeteciliğin başlangıcını<br />

oluşturmuştur.<br />

19. yüzyılda özellikle Batı’da ortaya çıkan ve daha sonra ülkemizde<br />

de kullanılan teknik icatlar sayesinde gazetecilik için yeni ufuklar ve geniş<br />

olanaklar elde edilmiştir. Doğrudan doğruya baskıcılık sanatını ilgilendiren<br />

icatların yanı sıra gazeteciliğe dolaylı surette faydalı olan birçok icat da yine<br />

bu yüzyılda yapılmıştır. Özellikle telgrafın ve telefonun icadı, uzak yerlerden<br />

süratle taze ve doğru haberlerin alınmasını mümkün kılmıştır.<br />

Buharlı lokomotifin icat edilmesinden sonra şehirlerin ve ülkelerin<br />

demiryolları ile birbirine bağlanması, benzinle çalışan otomobil motorunun<br />

icat edilmesinin karayolu ile yapılan ulaşımın alt yapısını hazırlaması ve<br />

içinde insan taşıyabilen ilk uçağın icat edilmesi gibi ulaşım alanında ortaya<br />

çıkan gelişmeler, gazetelerin sevkiyat ve dağıtımında, çok önemli kolaylıklar<br />

sağlamıştır 29 .<br />

20. yüzyılın başlarında radyonun ve resimleri telgrafla iletme<br />

makinesi olan telefotonun, daha sonra televizyonun 30 , bilgisayarın 31 ve<br />

“internet”in 32 icat edilmesi geleneksel basın kuruluşları olan gazeteler dışında<br />

benzer işlevleri gören, yeni kitle iletişim araçlarının da ortaya çıkmasına yol<br />

açmıştır. Bugün basın da dahil birçok alanda yoğun şekilde kullanılan bu<br />

sistemler sayesinde bilgi tekel olmaktan çıkmış ve ülkeler arasındaki sınırlar<br />

ortadan kalkmıştır. Artık araştırma yapmak, bilgiye ve habere ulaşmak ve onu<br />

istenen yere ulaştırmak çok daha kolay bir hâl almıştır.<br />

29 İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s.118 -119.<br />

30 Televizyonun teknik olgunlaşması iki Dünya Savaşı arasında askerî operasyonlarla ilgili<br />

araştırmaların ve savaş sanayinin etkisiyle olur ve 1950’lerde bu cihaz yeni bir kitle iletişim<br />

aracı olarak ortaya çıkar. BARBİER, Frederic- LAVENİR, Catherine Bertho: Diderot’dan<br />

İnternete Medya Tarihi, I. Baskı, Çev. Kerem EKSEN, Okyanus Yayın, İstanbul, 2001, s.257.<br />

31 İlk elektronik sayısal bilgisayar olan ENIAC (Electronic Numarator, Integrator, Analyzer<br />

and Computer) 1946 yılında ABD tarafından, şifre çözmek ve hassas çizelgeleri hazırlamak<br />

için askerî amaçlı olarak tasarlanmıştır. GÜNEŞ, Bilal: Üniversiteler İçin Bilgisayar, Dos<br />

İşletim Sistemi ve Basic Programlama Dili, Birinci Baskı, Gazi Büro Kitabevi, Ankara, 1998,<br />

s.6.<br />

32 1970’lerde Amerikan Savunma Bakanlığı çeşitli araştırma projelerinde çalışan bilim<br />

adamları, üniversiteler ve araştırma kurumları arasında bilgi alış verişini sağlamak amacıyla,<br />

günümüzde “internet” olarak adlandırılan sistemin temellerini oluşturan, bilgisayarlar<br />

arasında bir ağ oluşturmuştur. “İnternet”in ortaya çıkışı ve gelişimi için bkz. HAFNER, Katie-<br />

IYON, Matthew: İnternet Tarihi, Sihirbazların Gecelediği Yer, Çev. Sinem YAZICIOĞLU,<br />

Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2000.<br />

9


Nicel alandaki bu genişleme bir taraftan kitle iletişim araçlarının<br />

etkinlik ve hâkimiyet alanını genişletirken diğer taraftan “basın” ve “basın<br />

özgürlüğü” kavramlarını karmaşık hâle getirmiş ve bir terminoloji sorunu<br />

ortaya çıkarmıştır.<br />

III. TERMİNOLOJİ<br />

A) Basın Kavramı<br />

“Basın” kavramını ele almadan önce, yanlış bir şekilde onunla<br />

özdeş olarak kullanılan “iletişim”, “kitle iletişimi” ve “medya” gibi kavramları<br />

açıklamamız gerekmektedir.<br />

Dilimizde kullanımı giderek yaygınlaşan “iletişim” kavramının<br />

yerine, yakın zamanlara kadar Fransızca’dan alınan “komünikasyon”<br />

sözcüğü kullanılmaktaydı. “İletişim” sözcüğünün Fransızca karşılığı olan<br />

“communication”, Latince “iş yapmak, yardımlaşmak, alışveriş etmek”<br />

anlamına gelen “communicare”den gelmektedir 33 . Sözcüğün Latince<br />

anlamından hareketle “iletişim”in özünde, yalın bir ileti alışverişinden ziyade,<br />

toplumsal nitelikli bir etkileşimin ve paylaşımın yattığı söylenebilir.<br />

“İletişim” denince ilk akla gelen insanlar arası iletişim ve bu amaçla<br />

kullanılan araçlardır. Bu bağlamda “iletişim”, duygu, düşünce ya da bilgilerin<br />

akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması; telefon, telgraf,<br />

televizyon, radyo gibi araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi olarak<br />

tanımlanmaktadır 34 . Oysa canlılar dünyasında, ileti alışverişi anlamında<br />

iletişim kurma becerisi yalnızca insana ait değildir. Bununla birlikte insan,<br />

simge yaratarak duygularını belirtebildiği gibi, düşünce ve bilgilerini de<br />

biriktirip aktarabilen tek canlıdır. Bu özelliği ona somut şeyleri belirtebilmenin<br />

yanı sıra, soyut duygu ve düşünceleri iletebilme, şimdi ve burada olanlarla<br />

ilgili olduğu kadar, zamanda ve mekândan uzak olan şeylerle de ilgili<br />

iletişimde bulunabilme olanağı sağlar. Bu nedenle insan iletişimi, simgeler<br />

33 NİŞANYAN, Sevan: Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, Gözden<br />

Geçirilmiş 2. Basım, Adam Yayınları, İstanbul, 2004, s.239.<br />

34 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.954.<br />

10


aracılığı ile bilgilerin, düşüncelerin, duyguların biriktirilip aktarılması ve bu<br />

alışverişin ortak ve değişik zaman ve mekân boyutlarında gerçekleştirilmesi<br />

olarak tanımlanabilir. 35<br />

İngilizce “mass communication” kavramının çevirisi olarak dilimize<br />

giren “kitle iletişimi” ise kitle iletişim araçları adı verilen gazete, dergi, kitap<br />

gibi basılı yayınlar; radyo ve televizyon gibi elektromanyetik olarak çalışan<br />

araçlar ile sinema filmleri, plak, ses ve görüntü bantları (video), ses ve<br />

görüntü diskleri, bilgisayar ve internet ile yapılan her türlü yayımı kapsayan<br />

bir kavramdır. Kitle iletişimi bir başka yaklaşımla şöyle tanımlanabilir: “Kitle<br />

iletişimi, kaynak kesimin, paylaşma ve ilişkileşme amacı ile, bilgi, düşünce,<br />

duygu, tutum ve kanıları alıcı kesim durumundaki büyük ve dağınık bir<br />

kitleye, kitle iletişimi gerçekleştirmek üzere geliştirilmiş araçlarla iletilmesi<br />

sürecidir.” 36<br />

“Kitle iletişimi”, “kitle iletişim araçları” ile sağlanmaktadır. Ülkemizde<br />

“kitle iletişim araçları” kavramı yerine daha kısa ve yaygın olan “medya”<br />

sözcüğü kullanılmaktadır. Latince “araçlar, aracılar” anlamına gelen<br />

“medius”un çoğulu olan İngilizce “media” sözcüğü 37 , Türkçe’de oldukça<br />

hantal bir ifade olan "kitle iletişim araçları" ile karşılanmaktadır 38 . "Kitle<br />

iletişim araçları" ifadesinin biraz hantal olması aslen Türkçe olmayan “medya”<br />

sözcüğünün dilimize yerleşmesine neden olmuş olabilir.<br />

Günlük hayatta yaygın bir şekilde kullanılan “yazılı basın”, “görsel<br />

basın” ve “işitsel basın” kavramları ise, haberlerin ya da düşüncelerin sunuluş<br />

ve algılanış şekillerine göre yapılan bir ayrımın sonucudur. Bu ayrıma göre,<br />

haber ve düşünceler görüntüyle sunuluyorsa görsel, yazı ile sunuluyorsa<br />

yazılı, kulağa hitap ediyorsa işitsel basın söz konusudur. Bu ayrım kabul<br />

edildiği taktirde hem yazılı hem de görsel nitelik gösteren “internet” hangi<br />

kategoride yer alacaktır? Ayrıca bu ayrımda yazılı basın olarak nitelendirilen<br />

gazetelerin ve dergilerin görsel yönleri; görsel basın olarak nitelendirilen<br />

35 ZILLIOĞLU, Merih: a.g.e., s.2.<br />

36 ZILLIOĞLU, Merih: a.g.e., s.78.<br />

37 NİŞANYAN, Sevan: a.g.e., s.286.<br />

38 “Medya” sözcüğünün, "medyalar" şeklindeki çoğul kullanımı yanlıştır. Çünkü, "media"<br />

sözcüğü zaten “medium”un çoğuludur.<br />

11


televizyon, sinema ve video gibi birçok kitle iletişim aracının işitsel ve yazılı<br />

yönleri göz ardı edilmiştir.<br />

Bizce gazete, dergi, kitap, sinema, radyo, televizyon gibi kitle<br />

iletişim araçlarının tamamının “basın” kavramı altında ele alınmaya<br />

çalışılması hem gereksiz hem de yanlış bir uğraştır. Unutmamak gerekir ki<br />

bugün basın özgürlüğü olarak adlandırılan serbesti, yüzyıllar boyunca sırf<br />

gazete, dergi ve kitap göz önünde tutularak gelişmiştir ve bu tür yayınların<br />

özelliklerini sinesinde taşımaktadır 39 . Ayrıca Türkçe’deki “basın” sözcüğünün<br />

karşılığı olan İngilizce’deki “the press”, Fransızca’daki “la presse”,<br />

Almanca’daki “die Presse” ve İtalyanca’daki “la stampa” kelimelerinin tamamı<br />

ancak gazete, dergi ve kitap için söz konusu olabilecek “basmak” fiilinden<br />

gelmektedirler 40 .<br />

Bu anlayış içinde oluşmuş bir özgürlüğün, yeni teknikler<br />

kullanılarak yapılan yayımlara her zaman uygun düşmeyeceği açıktır 41 . Bu<br />

nedenledir ki, kitle iletişim araçlarının birçoğu farklı hukukî rejime tâbi<br />

tutulmuş ve “basın hukuku”ndan ayrı olarak “radyo televizyon hukuku”,<br />

“sinema hukuku”, “internet hukuku” gibi yeni alanlar ortaya çıkmıştır. Ayrıca<br />

teknolojik gelişmeye paralel olarak ortaya çıkan yeni kitle iletişim araçlarının<br />

hepsinin “basın” kavramı altında isimlendirilmesi basını ve basın özgürlüğünü<br />

zedeleyen ve belirsizleştiren bir durum yaratmaktadır ve bu özgürlüğün<br />

ilkelerinin ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin birinci fıkrasında basın özgürlüğünün<br />

temel ilkelerinden birisi olan “basımevi kurmanın izin alma ve mâli teminat<br />

yatırma şartına bağlanamayacağı” ilkesinin radyo, televizyon ve sinema<br />

işletmeleri için kabul edilmediği açıkça belirtilmektedir.<br />

39<br />

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: Haberleşme Hukuku, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları<br />

No:292, Ankara, 1970, s.7.<br />

40<br />

ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.38.<br />

41<br />

Nitekim 1982 Anayasasının 29. maddesinde, süreli ve süresiz yayının önceden izin alma<br />

ve malî teminat yatırma şartına bağlanamayacağı; buna karşın Anayasanın 26. maddesinde,<br />

radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların ise, izin sistemine<br />

bağlanabileceği belirtilmektedir. Benzer bir hüküm Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de<br />

yer almaktadır. Sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin birinci fıkrasına<br />

göre, “Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı<br />

tutmalarına engel değildir.”<br />

12


Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Gerek “basın” sözcüğünün<br />

terminolojik ve etimolojik anlamlarının bir sonucu olarak, gerekse basın<br />

özgürlüğünün ortaya çıkışının ve gelişiminin bir sonucu olarak biz bu sözcüğü<br />

sadece kitap, gazete ve dergi gibi basılan ve basılarak çoğaltılan kitle iletişim<br />

araçları için kullanacağız ve televizyon, sinema, internet gibi diğer kitle<br />

iletişim araçlarını çalışmamızın kapsamı dışında bırakacağız.<br />

B) Basın Özgürlüğü Kavramı<br />

Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün önemli bir unsurunu<br />

oluşturan bilgi ve düşüncelerin açıklanması serbestisi, genel olarak kullanılan<br />

alana ve başvurulan yöntemlere bağlı olarak çok farklı özgürlük kategorilerine<br />

denk düşmektedir. Örneğin, bilgi ve düşünceler gazete, kitap, dergi vs.<br />

aracılığı ile açıklandığında basın özgürlüğü; örgütlü kuruluşlar aracılığıyla ya<br />

da toplu olarak açıklandığında dernek, siyasî parti, sendika ya da toplantı ve<br />

gösteri özgürlüğü söz konusu olmaktadır 42 . Bununla birlikte basın özgürlüğü<br />

birçok Anayasada 43 , Uluslararası Bildiri ve Sözleşmede 44 , düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğü ile birlikte ele alınmıştır.<br />

42 SUNAY, Reyhan: Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin<br />

Muhtevası ve Sınırları, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2001, s.129.<br />

43 1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Federal Anayasasına 1791’de eklenen 1. Ek<br />

maddeye göre, “Kongre söz veya basın özgürlüğünü sınırlayan kanun yapamaz”; 1 Ocak<br />

1948 tarihinde yürürlüğe giren İtalyan Cumhuriyeti Anayasasının 21. maddesine göre,<br />

“Herkesin kendi düşüncesini sözle veya yazı ile ve diğer herhangi bir yayın vasıtası ile<br />

serbestçe açıklama hakkı vardır.”; Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasasının 5. maddesine<br />

göre, “Herkes, düşüncesini söz, yazı ve resimle açıklayıp yazmak, herkese açık olan<br />

kaynaklardan hiçbir engele uğramadan bilgi edinmek hakkına sahiptir. Basın özgürlüğü<br />

radyo, televizyon ve sinema vasıtasıyla haber vermek özgürlüğünü teminat altına alınır.<br />

Sansür konulamaz”; Yunan Anayasasının 14. maddesine göre, “Herkes düşüncelerini, sözlü<br />

olarak, yazıyla ve basın aracılığı ile hukuka uygun olarak açıklayabilir ve propagandasını<br />

yapabilir. Basın özgürdür, sansür ve her türlü önleyici tedbir yasaklanmıştır.”; 1993 tarihli<br />

Rus Anayasasının 29. maddesine göre, “Herkes düşünme ve konuşma özgürlüğüne<br />

sahiptir…Kitle iletişim özgürlüğü garanti altındadır. Sansür yasaklanmıştır.”; Japon<br />

Anayasasının 21. maddesine göre, “Toplantı, konuşma basın ve tüm ifade şekilleri<br />

özgürlükleri teminat altındadır.” Yabancı Anayasaların son metinlerine ulaşmak için<br />

(22.05.2005) internet adresi kullanılabilir.<br />

44 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesinin 11. maddesine göre, “Düşüncelerin<br />

ve kanaatlerin başkalarına serbestçe iletilmesi ve ulaştırılması, insanın en değerli<br />

haklarından biridir; her vatandaş kanun tarafından belirtilen hâllerde bu hürriyetin<br />

sorumluluğunu taşımak kaydıyla, serbestçe konuşabilir, yazabilir ve basabilir.”; 1950 tarihli<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine göre, “Herkes, görüşlerini açıklama ve<br />

anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve<br />

13


Her ne kadar söz konusu özgürlüklerin kaynağını düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğü oluştursa da, bu özgürlük çeşitlerinin her birinin, kendine<br />

özgü yapıları ve sorunları vardır. Bu nedenle basın özgürlüğü ve düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğü ayrı maddelerde ve birbirlerinden farklı şekilde<br />

düzenlenmeleri gerekmektedir. Bu durum teknik ve yapısal zorunlulukların<br />

yanında, farklı fonksiyonları ifa etmelerinden de kaynaklanmaktadır 45 .<br />

Gerek düşüncenin oluşturulması, gerekse düşüncenin açıklanması<br />

ve yayılması bakımından basın çok önemli bir kitle iletişim aracıdır 46 . Ancak<br />

matbaanın icadından sonra ortaya çıkan basın özgürlüğü, düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğüne göre daha yeni bir kavramdır 47 . Kişinin sahip olduğu<br />

“düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü”, yazının ve matbaanın icadıyla<br />

yepyeni bir araç ve olanak kazanmıştır. Basılı yayının düşüncenin<br />

açıklanmasına ve yayılmasına sağladığı genişlik ve güç, genel nitelikteki<br />

düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün yanında basın özgürlüğü<br />

kavramının doğmasına yol açmıştır 48 .<br />

Basın özgürlüğü sadece düşüncelerin serbestçe açıklanması<br />

anlamına gelmeyip, bu özgürlüğün kullanılması için basın kuruluşlarının<br />

serbestçe kurulup işletilmesini de gerektirmektedir. Basın kuruluşlarının<br />

kurulmasında veya işletilmesinde getirilebilecek bazı engeller düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünü zedelemeyebilir; ancak bu engeller basın<br />

özgürlüğünün kullanılmasını fiilen olanaksız hâle getirebilirler. Basımevi<br />

kurmanın izin alma ya da malî teminat yatırma şartına bağlanması,<br />

yayımlanacak eserler için ön denetim getirilmesi buna örnek olarak verilebilir.<br />

Yine basın özgürlüğünün düşünceyi açıklama ve yayma<br />

özgürlüğüyle özdeş tutulması durumunda, bu özgürlüğü zedeleyen<br />

“tekelleşme” gibi eğilimlerle mücadele edilmesi söz konusu olamaz. Çünkü<br />

“tekelleşme”, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüyle ilgili olmayıp, basın<br />

özgürlüğünü tehdit eden ve basında çoğulculuğu engelleyen bir durumdur.<br />

ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüklerini de<br />

içerir.”<br />

45 SUNAY, Reyhan: a.g.e., s.129.<br />

46 ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 2381, İstanbul, 1978,<br />

s.32.<br />

47 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.42.<br />

48 GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: a.g.e., s.6.<br />

14


Ayrıca, “basımevi kurmanın izin alma ve mâli teminat yatırma şartına<br />

bağlanamayacağı” sadece basın özgürlüğü ile ilgili bir ilkedir. Yine basın<br />

özgürlüğünün en temel ilkelerinden biri olarak kabul edilen “gazetecinin haber<br />

kaynağını açıklamaya zorlanamayacağı” ilkesi, düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünden yararlanan herhangi birisi için değil sadece gazeteciler için<br />

geçerlidir. Bu bağlamda herhangi bir platformda bilgi veren ya da düşüncesini<br />

açıklayan bir kişinin bu ilkeyi ileri sürerek kaynağını açıklamaktan kaçınması<br />

söz konusu olamaz.<br />

Tüm bu açıklamalar şunu açıkça ortaya koymaktadır: Basın<br />

aracılığı ile yapılan yayım düşüncelerin açıklanmasının özel bir türüdür;<br />

ancak bununla birlikte düşünceyi açıklama özgürlüğünden farklı bir özgürlük<br />

kategorisi oluşturur 49 . Bu nedenle de basın özgürlüğün, düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünden farklı bir hukukî rejime tâbi tutulması hem gerekli hem de<br />

zorunludur.<br />

49 Bazı hukukçular, basın özgürlüğü ile düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü özdeş<br />

kavramlar olarak ele almaktadırlar. Bkz. ÖZEK, Çetin: Basın Özgürlüğünden Bilgilenme<br />

Hakkına, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 1999, s.204.<br />

15


BİRİNCİ BÖLÜM<br />

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇERDİĞİ HAKLAR VE SINIRLARI<br />

I. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇERDİĞİ HAKLAR<br />

Basın özgürlüğü genel olarak, haberlerin, düşüncelerin, yorumların,<br />

analizlerin, eleştirilerin serbestçe basılması, yayımlanması ve dağıtılması<br />

olarak tanımlanmaktadır 50 . Bu bağlamda basın özgürlüğünün; haber ve<br />

düşüncelere ulaşmak, haber ve düşünceleri yorumlamak, analiz edebilmek<br />

ve eleştirebilmek, haber ve düşünceleri basabilmek ve dağıtabilmek haklarını<br />

içerdiği ileri sürülmüştür 51 . Basın özgürlüğünü düşünceyi açıklama özgürlüğü<br />

kapsamında ele alan Çetin ÖZEK, bu haklara “yaratma hakkını” da<br />

eklemektedir. Ona göre yaratma, belirli bir olayın anlatılması veya bir<br />

konunun eleştirilip incelenmesi dışında, kişinin bir şey var etmesi anlamına<br />

gelmektedir 52 . Nitekim kanun koyucu 5187 sayılı Basın Kanununun 3.<br />

maddesinde, “Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve<br />

eser yaratma haklarını içerir.” hükmüne yer vererek “yaratma hakkını” da<br />

basın özgürlüğü kapsamında ele almıştır.<br />

Sonuç olarak basın özgürlüğünün varlığı için haber, düşünce ve<br />

bilgilere ulaşma hakkının; haber, düşünce ve bilgileri yorumlama ve eleştirme<br />

hakkının; haber, düşünce ve bilgileri basabilme ve dağıtabilme hakkının ve<br />

yaratma hakkının garanti altına alınmasının zorunlu olduğu söylenebilir.<br />

A) Haber, Düşünce ve Bilgilere Ulaşma Hakkı<br />

Haber, düşünce ve bilgilere ulaşma hakkının bir anlam ifade<br />

edebilmesi; haber, düşünce ve bilgi kaynaklarının çeşitliliğine ve onlara<br />

ulaşma kanallarının açık olmasına bağlıdır. Bu noktada basının en önemli<br />

haber kaynağını esas itibariyle devlet kurumları oluşturmaktadırlar. Çünkü<br />

50 BALKANLI, Remzi: a.g.e., s.23.<br />

51 Bkz. DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.94 vd.<br />

52 ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.36.<br />

16


devlet, bireyleri doğrudan ilgilendiren çok geniş oranda idarî ve siyasî<br />

bilgilere ve belgelere sahiptir 53 .<br />

Bireylerin devletin elindeki bu bilgilere ve belgelere ulaşma hakkına<br />

“bilgi edinme hakkı” denilmektedir. “Şeffaf yönetim”in olmazsa olmaz koşulu<br />

olan bilgi edinme hakkı 54 , bireyin kendisine, belli durumlarda başkalarına ve<br />

kamu idarelerine ilişkin bilgileri, idarî otoriteden alma hakkı olarak<br />

tanımlanmaktadır 55 . Bu hakkın tanınması, habercinin haber kaynağına<br />

ulaşması olanağını sağladığından 56 , basın özgürlüğü açısından özel bir<br />

önem taşımaktadır. Sadece, bilgi edinme hakkına işlerlik kazandırılan siyasal<br />

yapılarda, “özgür”, “yaygın”, “çok yönlü”, “doğru”, “saptırılmamış” bilgi ve<br />

haber dolaşımı gerçekleşebilir 57 .<br />

Bilgi edinme hakkının gereği olarak kişiler, resmî kuruluşların çeşitli<br />

konularda açıklamalarda bulunmalarını beklemeksizin, resmî kuruluşların<br />

ellerinde bulunan bilgilere ve belgelere ulaşabilirler. Uygulamalar ülkeden<br />

ülkeye farklılıklar göstermekle beraber temelde amaç ve sonuç aynıdır 58 .<br />

Bilgi edinme hakkını düzenleyen ilk ülke İsveç’tir. İsveç’te 1766<br />

yılında kabul edilen bir kanunla halkın arşivlerdeki belgelere ulaşabilmesi ve<br />

onlardan örnek alabilmesi mümkün kılınmıştır 59 . İsveç’i Finlandiya(1919),<br />

ABD(1966), Norveç(1970), Avustralya(1982), Yeni Zelanda(1982),<br />

Danimarka(1985), Kanada(1985), Yunanistan(1986) ve Avusturya(1987)<br />

53<br />

SUNAY, Reyhan: a.g.e., s.146.<br />

54<br />

“Bilgi edinme hakkı” , İngilizce’de farklı kavramlarla ifade edilmektedir. İngiltere’de ve<br />

ABD’de bilgi özgürlüğü (freedom of information) olarak isimlendirilen kavram, Kanada ve<br />

Jamaika gibi İngilizce konuşan ülkelerde bilgiye erişim hakkı (right of access to information)<br />

olarak isimlendirilmektedir. Bu ülkelerin konuyu düzenleyen kanunlarına<br />

(04.05.2005) internet adresinden ulaşılabilir.<br />

55<br />

ÖZEK, Çetin: Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına, s.63.<br />

56<br />

İÇEL, Kayıhan: Kitle Haberleşme Hukuku, Yenilenmiş Beşinci Bası, Beta Yayınları,<br />

İstanbul, 2001, s.55.<br />

57<br />

ÖZEK, Çetin: Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına, s.63.<br />

58<br />

İÇİMSOY, Oğuz: “İdari Belgelere Erişim Hakkı: Bilgi Edinme Özgürlüğü Kanunları”, Bilgi<br />

Edinme Özgürlüğü, Yayına Hazırlayanlar: Yaşar TONTA – Ahmet ÇELİK, Türk<br />

Kütüphaneciler Derneği Genel Merkezi Yayınları:21, Ankara, 1996, s.47.<br />

59<br />

2 Aralık 1766 tarihinde kabul edilen bu Kanun ile bilgi edinme hakkının yanında basın ve<br />

yayın(dinî eserler hariç) özgürlüğü de tanınmıştır. Ancak 1772 yılında Kral III. Gustavus bu<br />

Kanunu yürürlükten kaldırmıştır. 1809 yılında bu hak ve özgürlükler yeniden getirilmiştir.<br />

ANDERSON, Stanley V.: “Public Access to Government Files in Sweden”, The American<br />

Journal of Comparative Law, Volume:21, 1973, s.421-422.<br />

17


izlemiştir. 1990’lı ve 2000’li yıllarda içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok<br />

ülke bilgi edinme hakkını düzenleyen kanunlar kabul etmişlerdir 60 .<br />

Türkiye’de 2003 yılında 61 kabul edilen 4982 sayılı “Bilgi Edinme<br />

Kanunu” 62 nun 1. maddesine göre, “Bu Kanunun amacı; demokratik ve şeffaf<br />

yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak<br />

kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri<br />

düzenlemektir.” Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki<br />

meslek kuruluşlarının faaliyetlerinde uygulanan bu Kanuna göre, “Kurum ve<br />

kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya<br />

belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını<br />

etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri<br />

almakla yükümlüdürler.”<br />

Diğer ülkelerde 63 olduğu gibi, ülkemizde de bilgi edinme hakkının<br />

birtakım sınırları vardır. 4982 sayılı Kanuna göre; Devlet sırrına, ülkenin<br />

ekonomik çıkarlarına, istihbarata, idarî soruşturmaya, adlî soruşturma ve<br />

kovuşturmaya, kamuoyunu ilgilendirmeyen kurum içi düzenlemelere ilişkin,<br />

özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlâl edecek, ticarî sır olarak<br />

60 İtalya(1990), Hollanda(1991), Belçika(1991), İspanya(1992), Macaristan(1992),<br />

Ukrayna(1992), Portekiz(1993), Rusya(1995), İceland(1996), İrlanda(1997),<br />

Özbekistan(1997), Letonya(1998), Gürcistan(1998), Nijerya(1999), Çek Cumhuriyeti(1999),<br />

Bosna-Hersek(2000), Estonya(2000), Litvanya(2000), Slovakya(2000), Moldovya(2000),<br />

İngiltere(2000), Güney Afrika(2000), Hindistan(2000), Polonya(2001), Romanya(2001),<br />

Jamaika(2002), Pakistan(2002), Slovenya(2003), Hırvatistan(2003), İsviçre(2004) ve<br />

Yugoslavya(2004) bilgi edinme hakkını bu tarihlerde düzenleyen ülkelerden bazılarıdır.<br />

(02.05.2005).<br />

61 Bilgi Edinme Kanununun gelişmiş Batı ülkelerinin çoğundan sonra kabul edilmesinde<br />

bürokrasi anlayışımızın etkisi olduğu kanaatindeyiz. Türk bürokrasisinin arka planı ve halkın<br />

kamusal kararlara katılmasına etkisi için bkz. DOĞAN, İlyas: “Yönetilenlere Katılım Yollarının<br />

Kısıtlanması Güçlü Devlet Anlamına Gelir mi?”, İdari Usul Kanunu Hazırlığı Uluslararası<br />

Sempozyumu, Bildiriler, 17-18 Ocak 1998, Ankara, Kitabı Yayına Hazırlayanlar: Gürol<br />

BANGER- Gürsel ÖZKAN, T.C. Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1998, s.130-143.<br />

62 Resmî Gazete, Tarih: 24.10.2003, Sayı: 25269.<br />

63 İsveç’te bilgi edinme hakkının istisnaları İsveç Anayasasının konuyu düzenleyen ikinci<br />

bölümünün ikinci maddesinde yer almaktadır. Buna göre; ulusal güvenlik ve dış politika,<br />

ülkenin merkezi malî politikası, kamu kuruluşlarının denetleme ve kontrol amaçlı faaliyetleri,<br />

suçun önlenmesi ile ilgili faaliyetler, kamu kurumlarının iktisadî çıkarları, bireylerin şahsî ve<br />

iktisadî yaşantılarının korunması ve hayvan ve bitki türlerinin korunması, bilgi edinme<br />

hakkının istisnalarını oluşturmaktadırlar. (09.05.2005). Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, istisnalar şunlardır: Ulusal<br />

savunma ve dış politika, dahilî personel kuralları ve uygulamaları, ticarî ve malî bilgiler,<br />

kurum tutanakları, şahsî ve tıbbî dosyalar, soruşturma kayıtları, ticarî kurumlar hakkındaki<br />

kimi raporlar, petrol kuyularıyla ilgili raporlar ve diğer kanunlarda belirtilen hususlar.<br />

İÇİMSOY, Oğuz: a.g.m., s.52.<br />

18


nitelendirilen bilgi ve belgeler ile tavsiye ve mütalaa talepleri bilgi edinme<br />

hakkı kapsamı dışındadırlar.<br />

Haberlere, düşüncelere ve bilgilere ulaşma hakkı ile yakından ilgili<br />

olan bir başka hak da “gazetecilerin haber kaynaklarının korunması” hakkıdır.<br />

Basın özgürlüğünün özgün bir yönünü oluşturan gazetecilerin haber<br />

kaynaklarının korunması, gazetecilerin olduğu kadar basının da özgürce<br />

çalışabilmesinin en önemli koşullarından biridir. Böyle bir koruma olmadığı<br />

takdirde, kaynaklar, kamu yararına olan konularda kamuyu bilgilendirmek<br />

konusunda basına yardımcı olmaktan kaçınabileceklerdir.<br />

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 8 Mart 2000 tarihli 701.<br />

toplantısında, üye devletler için gazetecilerin "haber kaynaklarını açıklamama<br />

hakları" konusunda R(2000) 7 sayılı Tavsiye Kararını almıştır. Tavsiye<br />

kararında gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama hakları olduğu; bu<br />

hakkın Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilenler dışında hiç<br />

bir şekilde kısıtlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Tavsiye kararında ayrıca,<br />

haberin ikinci fıkrada gösterilen sınırlamalardan birisinin konusuna girmesinin<br />

tek başına bu hakkın sınırlanmasını gerektirmeyeceği; eğer haberdeki<br />

kaynağın açıklanmasının getireceği yarar, haberin kaynağının<br />

açıklanmamasının doğurduğu kamu yararından daha üstünse ve koşullar<br />

"yeterince hayatî" ve "ciddî bir karakter" sergiliyorsa, ancak bu hakkın<br />

sınırlandırılabileceği vurgulanmıştır 64 .<br />

Gazetecilerin "Haber Kaynaklarını Açıklamama Hakları"<br />

konusundaki Tavsiye Kararının kaynağını, "The Engineer" adlı yayında<br />

gazeteci olarak çalışan William Goodwin'in, İngiltere'ye karşı yaptığı şikayet<br />

başvurusu üzerine verilen 27 Mart 1996 tarihli Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesi kararı oluşturmaktadır.<br />

Goodwin, bir “kaynak”tan telefonla Tetra Ltd. şirketinin büyük malî<br />

güçlüklerle karşı karşıya kaldığı bilgisini alması üzerine, bu konuyu haber<br />

yapmak amacıyla şirkete telefon ederek danışmıştır. Bunun üzerine şirket, bu<br />

bilginin kamuya açıklanması hâlinde ekonomik ve malî çıkarlarının büyük<br />

64 Council of Eorupe, Committee of Ministers, Recommendation No. R (2000) 7, 8 Mart 2000<br />

tarihli 701. toplantı (25.05.2005).<br />

19


zarar görebileceği gerekçesiyle mahkemeye başvurarak Goodwin’in yazısının<br />

yayımlanmaması için bir tedbir kararı aldırmıştır. Bundan sonra söz konusu<br />

şirket, bu bilgiyi sızdıran çalışanın kim olduğunu tespit etmek ve hakkında<br />

dava açmak için gazetecinin haber kaynağını açıklamasını istemiştir. Bu<br />

talebi kabul eden mahkeme Goodwin’den haber kaynağını açıklamasını<br />

istemiştir. Mahkemenin bu isteğini reddeden Goodwin “adaletin<br />

engellenmesi” suçundan mahkûm olmuştur. Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesi olaya ilişkin kararında; gazetecilik kaynaklarının korunmasının,<br />

basın özgürlüğünün ana koşullarından birisi olduğunu; böyle bir koruma<br />

olmadığı takdirde, kaynakların, kamu yararına olan meselelerde kamuyu<br />

bilgilendirmek konusunda basına yardımcı olmaktan kaçınabileceğini; bunun<br />

sonucu olarak, basının hayatî nitelikteki “kamunun bekçi köpeği” olma<br />

rolünün sarsılabileceğini ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlama<br />

yeteneğinin kötü yönde etkilenebileceğini; kamu yararından daha üstün bir<br />

talep maruz kılmadığı sürece böyle bir düzenlemenin Sözleşmenin 10.<br />

maddesi ile çelişeceğini belirtmiştir 65 .<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Goodwin kararı ve Avrupa<br />

Konseyi Bakanlar Komitesinin 2000 yılındaki Tavsiye Kararından sonra<br />

birçok devlet gazetecilerin kaynaklarını koruyan hükümler getirmiştir. 2003<br />

yılında 5680 sayılı Basın Kanunumuzun 15. maddesine "Mevkute sahibi,<br />

mesul müdür ve yazı sahibi haber kaynaklarını açıklamaya zorlanamaz"<br />

hükmünü ekleyen 4778 sayılı Kanunla 66 bu hak ülkemizde de tanınmış oldu.<br />

5187 sayılı yeni Basın Kanunu ile gazetecilerin haber kaynakları ile ilgili<br />

tanıklık yapmaya zorlanamayacağı da hükme bağlanarak bu hakkın kapsamı<br />

daha da genişletilmiştir 67 .<br />

Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama hakları Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde yakın zamanda yaşanan bir olayla tekrar gündeme<br />

gelmiştir. Söz konusu olay, Valerie Plame adlı yetkilinin CIA'de çalıştığının<br />

65 Goodwin v. The United Kingtom, 27.03.1996, Reports 1996-II, 17488/90, §39.<br />

66 Resmî Gazete, Tarih: 11.01.2003, Sayı:24990.<br />

67 Kanunun 12. maddesine göre, “süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve<br />

belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya<br />

zorlanamaz.”<br />

20


asına sızdırılmasına dayanmaktadır. Yapılan haber nedeniyle Valerie<br />

Plame'in kimliğini kimin açığa vurduğu federal soruşturma konusu olmuş ve<br />

bu kapsamda haber yazan ya da araştırma yapan gazeteciler, kaynaklarını<br />

açıklamak üzere Büyük Jüri önünde ifade vermeye çağrılmıştır. Haber<br />

kaynaklarının gizliliği ilkesinden fedakârlık etmemek uğruna bu talebi<br />

reddeden New York Times muhabiri Judith Miller ise 18 ay hapse mahkûm<br />

edilmiştir 68 .<br />

ABD'nin birçok eyaletinde gazetecilere kaynaklarını gizleme hakkı<br />

veren kanun hükümleri bulunmasına karşın 69 , Anayasanın bu konuda<br />

güvence içermemesi ve Yüksek Mahkemenin de, “mahkeme emriyle<br />

kaynakların açıklanmasından yana” tavır alması, Miller'ı korumasız<br />

bırakmıştır. Nitekim Yüksek Mahkeme Branzburg v. Hayes davasında bir<br />

gazete muhabirinin, büyük jürinin davetine uyarak, ağır suç ve cinayet<br />

soruşturması ile ilgili soruları yanıtlaması gerektiğine karar vermiştir 70 .<br />

Yüksek Mahkemenin bu yaklaşımına rağmen Judith Miller gibi birçok<br />

gazeteci haber kaynaklarını açıklamaktansa hapse girmeyi yeğlemişlerdir 71 .<br />

B) Haber, Düşünce ve Bilgileri Yorumlama ve Eleştirme Hakkı<br />

Basın özgürlüğünün içerdiği bir diğer hak; haber, düşünce ve<br />

bilgileri yorumlama ve eleştirme hakkıdır.<br />

“Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup<br />

göstermek maksadıyla inceleme işi” 72 olarak tanımlanan “eleştiri”, “bir olayı<br />

belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme işi” 73 olarak tanımlanan<br />

“yorumlama” faaliyetinden ayrılamaz. Çünkü her iki faaliyet de subjektif<br />

niteliktedir ve her eleştiri aynı zamanda bir yorumlama faaliyetidir. Ancak<br />

68<br />

(10.07.2005)<br />

69<br />

Bkz. GİRİTLİ İNCEOĞLU, Yasemin: Uluslararası Medya, 1. Bası, Beta Yayınları, İstanbul,<br />

2000, s.104.<br />

70<br />

Branzburg v. Hayes, 408 U.S. 665, 1972.<br />

71<br />

Buna verilebilecek bir diğer örnek, “New York Times”da muhabir olarak çalışan Myron<br />

Farber’in, New Jersey Hastanesinde bazı şüpheli ölüm olaylarını araştırması sonucu,<br />

hastane doktoru Mario Jascalevich’i cinayetle suçlamasıdır. Mahkeme, Farber’dan<br />

kaynaklarını açıklamasını isteyince, muhabir bunu reddetmiş ve 40 gün hapis yatmıştır. New<br />

York Times Co. And Farber v. Jascalevich, 439 U.S. 1317, 1978.<br />

72<br />

Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.626.<br />

73 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.2194.<br />

21


“yorumlama”nın ikinci bir anlamı daha vardır ki, bunun “eleştiri” ile ilgisi<br />

yoktur. “Yorumlama”nın ikinci anlamını oluşturan ve “tefsir” olarak da bilinen<br />

“Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa<br />

kavuşturma” 74 faaliyeti de basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.<br />

Basın özgürlüğünün içerdiği haklardan birisi olan haber, düşünce<br />

ve bilgileri yorumlama ve eleştirme hakkı, aynı zamanda düşünceyi açıklama<br />

ve yayma özgürlüğünün önemli bir ayağını oluşturur. Eleştirilerin ve<br />

yorumların serbestçe yapılamadığı bir toplumda kamusal sorunlar hakkında<br />

sağlıklı bilgi edinebilmek ve neyin kamunun iyiliğine olduğunu tespit<br />

edebilmek mümkün değildir. Bu çerçevede özellikle kamu otoritelerinin<br />

eleştirilmesi demokrasinin temel taşını oluşturur 75 .<br />

Basın özgürlüğünün bu yönü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi<br />

tarafından Oberschlich davasıyla açıkça ortaya konulmuştur. Dava konusu<br />

olay, Avusturyalı bir politikacının seçim kampanyası sırasında verdiği bazı<br />

demeçler nedeniyle bir gazeteci tarafından eleştirilmesi üzerine, gazetecinin<br />

mahkûm edilmesi ve yazının yer aldığı derginin toplattırılması ile ilgilidir. Söz<br />

konusu olayda Mahkeme, düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokratik bir<br />

toplumun temelini oluşturduğunu, siyasal iktidarın eylemlerinin ve ihmâllerinin<br />

yasama ve yargı ile birlikte basının ve kamuoyunun da yakından<br />

incelenmesine tâbi olduğunu belirtmiştir. Eleştiri sınırlarını belirlerken sade<br />

vatandaşlar ile siyasetçiler arasında ayrım yapan Mahkeme, siyasetçilerin<br />

özellikle kamuya yaptıkları beyanları nedeniyle eleştirilmeleri durumunda,<br />

daha geniş bir hoşgörü ortaya koymaları gerektiğini açıklamıştır 76 . Yargıtay 4.<br />

Hukuk Dairesi de bir gazetecinin, yaptığı yorum ve eleştiriler nedeniyle<br />

yargılandığı bir davada, siyasetçilerin eleştirilmesinin basın için sadece bir<br />

hak olmayıp aynı zamanda bir görev olduğu belirtilerek bu hususu<br />

vurgulamıştır 77 .<br />

Amerika Yüksek Mahkemesi ise, New York Times v. Sullivan<br />

davasında eleştiri hakkıyla ilgili çok önemli ilkeler ortaya koymuştur. Yüksek<br />

74 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.2194.<br />

75 ERDOĞAN, Mustafa: “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif”,<br />

Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24, Ankara, 2001, s.9.<br />

76 Oberschlick v.Austria, 23.05.1991, A 204, 11662/85, § 59.<br />

77 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E. 1996/4635, K. 1996/6359, KT. 08.07.1996.<br />

22


Mahkemenin bu kararına konu olan olaya, “Martin Luther King’in<br />

Savunulması ve Güneyde Özgürlük Mücadelesi Komitesi” olarak kendisini<br />

adlandıran bir grubun New York Times gazetesine “Onların Yükselen<br />

Seslerine Kulak Verin” başlığı ile verdiği bir ilânla polis şeflerine ağır<br />

ithamlarda bulunması neden olmuştur. Bunun üzerine polis şefi Sullivan, New<br />

York Times Gazetesi aleyhine 500.000 dolarlık tazminat davası açmıştır. İlk<br />

derece mahkemesi davayı kabul etmiş Eyalet Yüksek Mahkemesi de bu<br />

kararı onaylamıştır. Dava Yüksek Mahkemenin önüne gelince, bu Mahkeme<br />

gazetelerin ilân kısımlarının da basın özgürlüğünden yararlandığını, basının<br />

idare tarafından alınan önlemleri eleştirme hakkının özgür demokratik<br />

düzenin bir gereği olduğu, bu hakkın gerçeğin ispatlanması ile<br />

sınırlandırılamayacağını, çünkü çoğu olayda gerçeğin ispatlanmasının<br />

olanaksız olduğunu, bu durumun basının eleştiri hakkını engelleyeceğini, bu<br />

nedenle maddî olaylara ilişkin iyiniyetle yapılan iddialarda basın<br />

özgürlüğünden yararlanılması gerektiğini açıklayarak, davayı reddetmiştir 78 .<br />

1964 tarihli Yüksek Mahkemenin bu kararı, o tarihe kadar<br />

neredeyse tüm eyaletlerde yerleşik hâle gelen mahkeme kararlarını derinden<br />

etkilemiştir 79 . Bu kararla kamu görevlilerini eleştirme hakkının<br />

sınırlandırılabilmesi için haberin yalan olduğu iddiasının tek başına yeterli<br />

olamayacağı, aynı zamanda yayımın “kötü niyetle” yapıldığının da<br />

ispatlanmasının gerektiği ortaya konulmuştur 80 .<br />

Hakkı<br />

C) Haber, Düşünce ve Bilgileri Basabilme ve Dağıtabilme<br />

Haber, düşünce ve bilgileri basabilme ve dağıtabilme hakkı her<br />

şeyden önce matbaa kurmanın, süreli ve süresiz yayının izin alma ve malî<br />

teminat yatırma şartına bağlanmamasını gerekli kılar.<br />

78 New York Times v. Sullivan 376 U.S. 254, 1964.<br />

79 HOUDEK, Frank G.: “Constitutional Limitations on Libel Actions: A Bibliography of New<br />

York Times v. Sullivan and its Progeny, 1964-1984”, (COMM/ENT), Hastings Journal of<br />

Communications and Entertainment Law, Volume:6, 1983-1984, s.449.<br />

80 HANSON, Harold R.: “New York Times v. Sullivan: The Public Official and the Public<br />

Figure”, Albany Law Review, Volume:30, 1966, s.317; HOUDEK, Frank G.: a.g.m., s.450.<br />

23


Bilindiği gibi temel hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde iki sistem<br />

söz konusudur. Bunlardan birincisi “düzeltici sistem”, ikincisi “önleyici<br />

sistem”dir. Düzeltici sistemde, önceden herhangi bir izin almaya gerek<br />

olmayıp, ilgili kişi bütün sorumluluk kendisine ait olmak üzere verilecek<br />

cezayı göze alarak serbestçe hareket eder. Önleyici sistemde ise,<br />

özgürlüğün kullanılması, sınırların aşılmasını ve kötüye kullanmayı<br />

engellemek amacıyla önceden bazı kayıtlar altına alınmaktadır. Bu sistemde,<br />

kural olarak bir özgürlüğün kullanılması şartsız olmayıp, önceden izin almaya<br />

veya en azından bir bildirimde bulunmaya bağlıdır. Katılık veya esneklik<br />

derecesine göre önleyici sistem, “yasaklayıcı önleme”, “düzenleyici önleme”<br />

ve “basit önleme” olmak üzere üçe ayrılabilir. Bir özgürlüğün kullanılması için<br />

aranan iznin verilip verilmemesi konusunda kamu otoriteleri tam ve mutlak bir<br />

taktir yetkisine sahip bulunuyorsa “yasaklayıcı önleme”; istenen iznin<br />

verilmemesi kamu otoritelerinin taktirine bırakılmamışsa, önceden belirlenmiş<br />

olan objektif şartların yerine getirilmesi hâlinde izin verilmek zorundaysa<br />

“düzenleyici önleme”; bir özgürlüğün kullanılması için izin almaya gerek<br />

olmaksızın, bildirim yeterli görülüyorsa “basit önleme” söz konusudur 81 .<br />

Matbaa kurmanın, süreli ve süresiz yayımın izin alma ve malî<br />

teminat şartına bağlanması hem özgürlüğün gereksiz olarak kısıtlanması,<br />

hem de malî imkânları daha geniş olan kişilerle daha dar olan kişiler arasında<br />

bir ayrıma yol açması sebebiyle basın özgürlüğüyle ve klâsik demokrasi<br />

rejimiyle bağdaşmaz ve basını siyasal iktidarın baskısı ve denetimi altına<br />

sokar 82 . Nitekim, basımevi kurmanın izne bağlandığı dönemlerde, siyasal<br />

iktidarın basını bu yolla baskı altında tuttuğu tarihsel bir gerçektir. Örneğin II.<br />

Abdülhamit’in basını kontrol altına almak için başvurduğu yöntemlerden birisi<br />

de matbaa açmayı izin sistemine bağlayan çeşitli düzenlemeler<br />

hazırlamasıdır 83 .<br />

81<br />

KAPANİ, Münci: Kamu Hürriyetleri, Yedinci Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 1993, s.236-<br />

237.<br />

82<br />

KAPANİ, Münci: a.g.e., s.237.<br />

83<br />

Ülkemizde matbaalarla ilgili ilk düzenlemelerin yer aldığı 1857, 1888 ve 1895 tarihli<br />

Matbaalar Nizamnamelerine göre, matbaa açmak isteyenlere, durumları incelendikten sonra,<br />

eğer sakınca görülmezse, matbaa açabileceklerine dair bir belge verilmekteydi. Bkz.<br />

KABACALI, Alpay: Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, Birinci Baskı,<br />

Gazeteciler Cemiyeti Yayınları:29, İstanbul, 1990, s.54-55.<br />

24


Serbestçe ve önceden bir kontrole tâbi olmadan haberlerin,<br />

düşüncelerin ve bilgilerin basılabilmesi, basın özgürlüğü için gerekli ancak<br />

yeterli değildir. Basılan eserlerin serbestçe dağıtılabilmesi de gereklidir. Bu<br />

nedenle basılmış eserlerin çeşitli yollarla dağıtımını yasaklayan veya<br />

zorlaştıran tasarruflar basın özgürlüğünü zedeler 84 .<br />

Belirli suçların işlenmesi hâlinde, adlî mercilerin kararı ile basılmış<br />

eserlerin toplatılması, serbest dağıtım hakkının sınırlandırılması olarak<br />

değerlendirilemez. Ancak “basılmış eserlerin toplatılması” basın<br />

özgürlüğünün en önemli unsurlarından olan serbest dağıtım hakkını<br />

doğrudan ilgilendirdiğinden çok dikkatli bir şekilde düzenlenmelidir 85 .<br />

Basılmış eserlerin serbestçe dağıtılabilmesine yönelik tehditler her<br />

zaman devletten kaynaklanmayabilir. Tekelleşme sürecine bağlı olarak<br />

dağıtım şirketlerinin belli başlı medya gruplarının eline geçmesi de “serbestçe<br />

dağıtım hakkı”nı zedeleyebilir. Bu bağlamda dağıtım şirketlerini ellerinde<br />

bulunduran grupların, rakip grupların ürünlerine farklı tarifeler uygulamaları<br />

ya da bu ürünlerin dağıtımlarını yapmamaları da bu hakkın kullanılmasını<br />

zorlaştırmaktadır 86 .<br />

Matbaa kurmanın, süreli ve süresiz yayının izin alma ve malî<br />

teminat yatırma şartına bağlanması ve dağıtımın önlenmesi haber, düşünce<br />

ve bilgileri basabilme ve dağıtabilme hakkını zedeleyen durumların en basit<br />

görünümüdür ve günümüzde önemini yitirmiştir. Çünkü demokratik ülkelerin<br />

hiçbirinde matbaa kurmak ya da süreli ve süresiz yayın, izin alma ve malî<br />

teminat yatırma şartına bağlanmamakta; belirli istisnalar dışında dağıtım<br />

hakkı sınırlandırılmamaktadır. Bununla birlikte günümüzde haber, düşünce<br />

ve bilgileri basabilme ve dağıtabilme hakkını zedeleyen biri eski diğeri yeni iki<br />

olgu vardır. Bunlar; basının ortaya çıktığı günden bugüne kadar varlığını<br />

sürdüren “sansür” ve son yıllarda ortaya çıkan “tekelleşme”dir. Basın<br />

özgürlüğü ile yakından ilgili olan bu noktalar aşağıda incelenecektir.<br />

84 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.96.<br />

85 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.96.<br />

86 Nitekim ülkemizde Yayın-Satış Pazarlama ve Dağıtım şirketiyle Birleşik Basın Dağıtım<br />

şirketi 1996 yılında birleşerek Birleşik Yayın Dağıtım şirketini kurarak bu alanda hâkimiyeti<br />

ele geçirmişlerdir. Yeni kurulan bu şirketin ilk faaliyeti de rakip grubun yayın organı olan<br />

Akşam gazetesini dağıtmama kararı olmuştur. TOKGÖZ, Oya: Temel Gazetecilik, 5. Baskı,<br />

İmge Kitabevi, Ankara, 2003, s.47.<br />

25


1. Sansür Yasağı<br />

Haber, düşünce ve bilgileri basabilme ve dağıtabilme hakkı elde<br />

edilen haber, düşünce ve bilginin, yapılan yorum ya da eleştirinin herhangi bir<br />

ön denetime tâbi olmaksızın basılıp yayımlanabilmesini zorunlu kılar 87 . Buna<br />

basının ön denetime tâbi olmaması (sansür yasağı) denmektedir 88 .<br />

Birçok ülkede 89 olduğu gibi ülkemizde de basın sansürü<br />

yasaklanmıştır. İlk olarak, 1908’de yeniden yürürlüğe konulan 1876<br />

Anayasasının 12. maddesinde yapılan değişiklikle kabul edilen sansür yasağı<br />

sonraki tüm Anayasalarımızca da benimsenmiştir. 1982 Anayasasının 28.<br />

maddesinde yer alan “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü bu yasağı<br />

vurgulamaktadır.<br />

İngilizce’de “censor”, Fransızca’da “censure” olarak karşılığını<br />

bulan “sansür” sözcüğü Latince kökenli olup “değer biçmek, taktir etmek”<br />

anlamına gelen “censere” sözcüğünden gelmektedir. Yine Eski Roma’da<br />

“censor”, sayım ve ahlâk işlerinden sorumlu olan kişilere denmekteydi 90 .<br />

Ana Britannica’da “Kamu yararını koruma gerekçesiyle söz, yazı,<br />

resim ve filmlere uygulanan ön denetim basım ve yayım yasağı” 91 olarak<br />

tanımlanan “sansür” sözcüğü, Meydan- Larousse’da “Her türlü yayının,<br />

sinema ve tiyatro eserlerinin hükûmetçe önceden denetlenmesi işi; yayım ve<br />

gösterilmelerinin izne bağlı olması” 92 olarak tanımlanmaktadır.<br />

Bugün ulaşılan şekliyle basın özgürlüğü uzun bir tarihsel gelişimin<br />

ürünüdür. İnsanların; hoşuna gitmeyen, yararına olmayan düşüncelere ve bu<br />

87 SUNAY, Reyhan: a.g.e., s.163.<br />

88 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.8.<br />

89 Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasasının 5. maddesine göre, “Herkes, fikrini, söz, yazı<br />

ve resimle açıklayıp yazmak, herkese açık olan kaynaklardan hiçbir engele uğramadan bilgi<br />

edinmek hakkına sahiptir. Basın özgürlüğü radyo ve film vasıtasıyla haber vermek<br />

özgürlüğünü teminat altına alınır. Sansür konulamaz”; Yunan Anayasasının 14. maddesine<br />

göre, “Herkes düşüncelerini, sözlü olarak, yazıyla ve basın aracılığı ile hukuka uygun olarak<br />

açıklayabilir ve propagandasını yapabilir. Basın özgürdür, sansür ve her türlü önleyici tedbir<br />

yasaklanmıştır.”; 1993 tarihli Rus Anayasasının 29. maddesine göre, “Herkes düşünme ve<br />

konuşma özgürlüğüne sahiptir…Kitle iletişim özgürlüğü garanti altındadır. Sansür<br />

yasaklanmıştır.” Yabancı Anayasaların son metinlerine ulaşmak için<br />

(10.05.2005) internet adresi kullanılabilir.<br />

90 NİŞANYAN, Sevan: a.g.e, s.393.<br />

91 Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, Cilt: 19, s.102.<br />

92 Meydan Larousse, Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, Meydan Yayınları, Cilt: 10, s.940-941.<br />

26


düşünceleri açıklayanlara karşı hoşnutsuzluk duyguları taşımaları doğaldır 93 .<br />

Hoşnut kalmadığı düşünce ve haberler karşısında pozisyon alan insanların<br />

başvurduğu ilk yol ise sansür olmuştur.<br />

İnsanoğlunun var olduğu günden bugüne kadar çeşitli şekillerde<br />

kendini gösteren sansür, bizi ilgilendiren anlam ve uygulamaları yönünden<br />

15. yüzyılın ürünüdür. Bu anlamda sansür, dinî otoritenin düşünce yasakçılığı<br />

ile başlar 94 .<br />

Dinî otoritenin zayıflamasından sonra, onun yerini siyasî otorite<br />

almıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda serbest basın, devlet için tehlikeli görüldüğü<br />

için, dinî otoritenin yerine siyasî otorite kendi memurları aracılığı ile sansürü<br />

devam ettirmiştir 95 . Bugün ise dinî ve siyasî otoritenin yerini, uluslararası<br />

sermaye almıştır. Otoritenin el değiştirmesi doğal olarak sansürün kaynağını<br />

değiştirmiş ve yeni bir sorun ortaya çıkarmıştır: Medyada tekelleşme ve basın<br />

özgürlüğü sorunu.<br />

Aynı zamanda kurumsal bir yapıyı ifade eden basın, basın<br />

çalışanlarından(muhabir, yazar vs.) ayrı düşünülemez. Dolayısıyla basının<br />

özgür olması basın kurumlarının yanında çalışanlarının da özgür olmasını<br />

gerektirir.<br />

Özellikle medyanın tekelleşme süreciyle birlikte yaşadığı dönüşüm<br />

gazetecinin kendi kendini sansüre tâbi tutması gibi yeni bir sansür şeklini<br />

ortaya çıkarmıştır. Bu sansür, kurumun kendi içinde ya da gazetecilerin<br />

zihninde oluşmaktadır. Bu bağlamda patronun çıkarları, iş dünyası ve çeşitli<br />

siyasî, sosyal ve ekonomik gruplarla ilişkiler, hem kurumun yayın yönetiminin<br />

hem de muhabirin objektifliğini zedelemektedir. Günümüzde sansürün en<br />

tehlikeli görünümü budur. Çünkü, sansür devlet ya da başka bir kurumdan<br />

geliyorsa bu kolaylıkla anlaşılır. Ancak müdahale patrondan, yayın<br />

yönetiminden geliyorsa bunu tespit etmek çok zordur. Bu bağlamda “The<br />

Pew Research Center” ile “Columbia Journalism Review”in 30 Nisan 2000<br />

tarihinde açıkladığı yaklaşık 300 gazeteci ve gazete yöneticisi ile yapılan<br />

93 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e, s.42.<br />

94 KABACALI, Alpay: a.g.e., 5.<br />

95 Bu konuda geniş bilgi için bkz.HOLDSWORTH, W. S.: “Press Control and Copyright in the<br />

16th and 17th Centuries”, Yale Law Journal, Volume: XXIX, 1919-1920, s.841-858.<br />

27


anketin sonuçları çok dikkat çekicidir. Buna göre, 150 yerel ve 137 ulusal<br />

haber kuruluşu görevlisi gazeteci(206'sı muhabir, 81'i yönetici), rekabetten<br />

kaynaklanan ticarî baskıların varlığını açık yüreklilikle söylerken birçok haber<br />

değeri olan konunun bu sebeple takip edilmediğini belirtiyor. Katılımcıların<br />

dörtte biri haber kuruluşunun çıkarları için haberlerin tonunu yumuşattıklarını<br />

itiraf ediyor. Katılımcıların üçte birinden fazlası, haber kuruluşunun malî<br />

çıkarlarını zedeleyici bulunan haberlerin genellikle yayımlanmadığını<br />

vurguluyor 96 .<br />

Bu gelişmeler dikkate alınarak “sansür” kavramı yeniden<br />

tanımlanmalı ve hangi kurum, organ ya da kişiden kaynaklanırsa<br />

kaynaklansın “sansür”ü engelleyecek tüm tedbirler alınmalıdır. Bu aynı<br />

zamanda 1982 Anayasasının 28. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan<br />

“Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır” hükmünün<br />

de bir gereğidir.<br />

2. Basında Tekelleşme Sorunu<br />

Basın özgürlüğü, hükûmet ve hükûmet dışı güçler karşısında<br />

basının özgür olmasını gerekli kılar 97 . Hükûmet dışı güçlerin başında “siyasî<br />

partiler”, “medya patronları” ve basının en önemli gelir kaynağını oluşturan<br />

“reklâm verenler” gelmektedir 98 . Bu bağlamda medya pazarındaki tekelleşme<br />

basın özgürlüğü ile yakından ilgilidir.<br />

Basın faaliyeti, basın işletmelerini gerekli kılmaktadır. İşletme<br />

özgürlüğü sistemini kabul eden ülkelerde, ekonominin en önemli ilkelerinden<br />

biri serbest rekabettir. Bu rekabet diğer işletmelerde olduğu gibi, basın<br />

işletmelerinde de büyüme eğilimini arttıran önemli bir neden olmakta ve bu<br />

eğilim tekelleşmeye olanak hazırlamaktadır 99 .<br />

96<br />

“Self Cencorship:How Often and Why” (13.05.2005).<br />

97<br />

ANDERSON, David A.: “Freedom of the Press”, Texax Law Review, Volume: 80, Number:<br />

3, 2002, s.451.<br />

98<br />

ANDERSON, David A.: a.g.m., s.482-483.<br />

99<br />

DANIŞMAN, Ahmet: Basın Özgürlüğünün Sağlanması Önlemleri, Devletin Basın<br />

Karşısındaki Aktif Tutumu, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Yayınları No:1,<br />

Ankara, 1982, s.13.<br />

28


Kapitalist ekonominin temel bileşkelerinden olan endüstrileşme,<br />

makineleşme ve kentleşme, 17. yüzyılın başından itibaren varlığını sürdüren<br />

gazeteleri, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kitle gazeteleri hâline getirdi.<br />

Toplumun her kesimine yönelmiş haber verme anlayışını temel alan kitle<br />

gazeteciliği, çeşitli atılımlar içine girdi. Bu bağlamda her kesimden insanla<br />

ilgili konular haber konusu olurken, haber yapmada insanın ilgisini çekme<br />

ilkesi benimsendi ve magazinleşme olgusu kitle gazetelerinde ağırlık<br />

kazanmaya başladı 100 . Bu durum gazeteleri basit bir fikrî işletme olmaktan<br />

çıkararak, tirajlarını arttırarak kazançlarını çoğaltma amacını güden birimler<br />

hâline getirdi 101 . Bu bağlamda Rupert Murdoch örneği dikkat çekicidir.<br />

İngiltere’nin muhafazakâr eğilimli basının temel direklerinden biri olan “Sun”ı<br />

satın alan Murdoch, kendisini Avustralya’da üçüncü büyük basın grubu hâline<br />

getiren bulvar basını reçeteleriyle, kısa sürede İngiliz süreli basın pazarının<br />

üçte birlik kısmını ele geçirmiştir. Bunu fiyat indirimi, İngiltere Sarayı<br />

üzerindeki kavgaların sistematik sunumu, çıplak fotoğrafların düzenli yayımı<br />

yoluyla gerçekleştirmiştir 102 .<br />

Teknolojik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan sinema ve<br />

televizyon gibi yeni kitle iletişim araçlarının, büyük sayıda insana, basılı<br />

yayından vazgeçmelerine yol açabilecek haber ve eğlence olanakları<br />

sunması süreli basını yeni bir içerik arayışına itmiştir. Büyük gazeteler bu<br />

yeni kitle iletişim araçlarına özellikle içeriklerini çeşitlendirerek, baskılarını<br />

arttırarak, fiyatlarını düşürerek ve uzman sayfalarını geliştirerek cevap<br />

vermeye çalışmıştır 103 . Ancak bu değişim, süreli basının reklâm pastasındaki<br />

payının azalmasını engelleyememiştir. Ortaya çıkan yeni kitle iletişim<br />

araçlarına bağlı olarak reklâm gelirlerinin azalması, maliyetlerin artması,<br />

teknolojiye ayak uydurmak için büyük yatırımların zorunlu hâle gelmesi gibi<br />

sebepler süreli basını sermaye problemiyle de karşı karşıya bırakmıştır 104 . Bu<br />

zorluklarla mücadele edemeyen kimi süreli yayınlar satın alma ve birleşme<br />

yollarıyla büyük sermaye gruplarının eline geçerek tekelleşme sürecini<br />

100 TOKGÖZ, Oya: a.g.e., s.29.<br />

101 DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.16.<br />

102 BARBİER, Frédéric-LAVENIR, Catherina Bertho: a.g.e., s.312-313.<br />

103 BARBİER, Frédéric-LAVENIR, Catherina Bertho: a.g.e., s.307.<br />

104 Geniş bilgi için bkz. DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.16-22.<br />

29


hızlandırmıştır. Bu tekelleşme süreci basın dışındaki diğer kitle iletişim<br />

araçlarında da kendini göstermiştir. Günümüzde basın tekellerinin yerini<br />

medya tekelleri almıştır. İster ulusal isterse uluslararası olsun medya tekelleri<br />

“medya baronları”nın (media moguls) da ortaya çıkmasına yol açmıştır 105 .<br />

Tekelleşme biçimleri genellikle yatay, dikey ve çapraz olmak üzere<br />

kendini göstermektedir. Yatay tekelleşmede, bir ana başlık etrafında yer alan<br />

ve ilk bakışta başkalarınca yayımlandıkları izlenimini veren yazı işleri, idarî ve<br />

malî servisleri ortak olan gazeteler söz konusuyken; dikey tekelleşmede,<br />

haber toplamadan dağıtıma kadar tüm işlemlerle uğraşan ve aynı yönetim<br />

altında birbirini tamamlayan faaliyetlerin tek elde toplanması söz<br />

konusudur 106 . Medyada tekelleşmenin ulaştığı son aşama olan çapraz<br />

tekelleşme, önceleri tek bir alanda faaliyet gösteren kuruluşların başka<br />

alanlara el atmasıyla ortaya çıkmıştır. Süreli ve süresiz yayın alanında<br />

faaliyet gösteren bir kuruluşun, radyo, televizyon, video gibi diğer yayımcılık<br />

alanlarına da girerek, çeşitli kitle iletişim araçlarının tek elde toplanması<br />

çapraz tekelleşmenin en tipik görünümüdür 107 .<br />

Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu, zaten tekelci<br />

eğilimlerin egemen olduğu medya dünyasında zamanla daha da büyüyen<br />

dev medya şirketlerinin oluşmasıdır 108 . Uzun yıllardan beri medya<br />

sektöründeki tekelleşme sürecini irdeleyen Ben H. Bagdikian, ilk baskısı 1983<br />

yılında yapılan The Media Monopoly adlı kitabında; günlük gazetelerin,<br />

dergilerin, yayın sistemlerinin, kitapların, sinema filmlerinin ve diğer birçok<br />

kitle iletişim aracının hızlı bir şekilde bir avuç uluslararası şirketin kontrolüne<br />

girdiğini, birleşmelerin ve satın almaların bu hızla devam etmesi durumunda<br />

1990’larda medyanın önemli bir kısmının dev bir firmanın eline geçmesinin<br />

şaşırtıcı olmayacağını ileri sürmüştü 109 . Bagdikian 2000 yılında 6. baskısını<br />

yapan kitabında Amerika Birleşik Devletlerindeki 25.000 günlük gazete, dergi,<br />

105 TOKGÖZ, Oya: a.g.e., s.31.<br />

106 DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.23.<br />

107 TOKGÖZ, Oya: a.g.e., s.35.<br />

108 TOKGÖZ, Oya: a.g.e., s.35.<br />

109 BAGDIKIAN, Ben H.: The Media Monopoly, 6. Baskı, Beacon Press, Boston,<br />

Massachusetts 2000, s.3; Medyada tekelleşme için bkz. COMPAINE, Benjamin M.-<br />

GOMERY Douglas: Who Owns The Media?, Competition and Concentration in the Mass<br />

Media Industry, Third Edition, Lawrence Erlbaum Associates, Publishers, Mahwah- New<br />

Jersey, London, 2000.<br />

30


televizyon, kitap ve sinema filmlerinin ticarî kontrolünün büyük oranda 23<br />

şirketin elinde olduğunu tespit ederek tekelleşme sürecinin hangi boyutlara<br />

ulaştığını somut bir şekilde ortaya koymuştur 110 . Yapılan daha yeni bir<br />

araştırmada AOL Time Warner, Disney, General Electric, News Corporation,<br />

Viacom, Vivendi, Sony, Bertelsmann, AT&T and Liberty Media gibi on<br />

çokuluslu(multinationals) medya devinin bu sektörün kontrolünü büyük<br />

oranda elinde bulundurduğu ileri sürülmüştür 111 .<br />

Medya kartelleri daha çok zaman ve mekân işgal ederek her<br />

sokağa, sayısız eve ve her bireyin kafasına yerleşerek daha da<br />

büyümektedirler 112 . Peki bu şirketler niçin bu alanda hâkimiyet kurmak için<br />

mücadele veriyorlar ve milyarlarca dolar para harcıyorlar? Bagdikian bu<br />

sorunun cevabının “para” ve “nüfuz” olduğunu söylüyor 113 .<br />

Her şeyden önce bu sektör özellikle sürekli büyüyen reklâm<br />

gelirleri ile diğer birçok sektörden daha kârlıdır. Türk Reklâmcılar Derneği’nin<br />

verilerine göre, 31 Haziran 2005 itibariyle altı aylık Türkiye reklâm pazarı<br />

717.9 milyon Amerikan Doları’na ulaşmıştır 114 . 2004 yılının ilk altı aylık<br />

döneminde bu rakam 545.8 milyon Amerikan Doları olarak gerçekleşmişti. Bu<br />

veriler 2005 yılının ilk altı ayında pazarın Amerikan Doları bazında %31.5<br />

oranında büyüdüğünü ortaya koymaktadır. Bu büyüme birçok sektörle<br />

mukayese dahi edilemez. Nielsen Media Research tarafından yapılan bir<br />

araştırmaya göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde yılın ilk üç çeyreği için 2005<br />

yılı reklâm harcamaları 87.3 milyar Amerikan Dolar ile bir önceki yıla göre<br />

%4.5 artmıştır 115 . Dünyadaki toplam reklâm pastasının 365 milyar Amerikan<br />

110<br />

BAGDIKIAN, Ben H.: a.g.e., s.4.<br />

111<br />

7 Ocak 2002 tarihinde “The Nation” dergisinde yayımlanan Mark Crispin MILLER imzalı<br />

yazıda evreni egemenliği altında tutan on çok uluslu şirketin adları ve durumları ele<br />

alınmıştır. Bkz. MILLER, Mark Crispin: “What’s Wrong With This Picture?”, The Nation, 7<br />

January 2002, <br />

(24.04.2005), s.1-2.<br />

112<br />

MILLER, Mark Crispin: a.g.m., s.1.<br />

113<br />

BAGDIKIAN, Ben H.: a.g.e., s.5.<br />

114<br />

Türk reklâm pazarında en büyük pay %55.4 ile televizyonlara aittir. Gazetelerin ve<br />

dergilerin payı ise, %36.1’dir. Diğer verilere, (12.09.2005) internet<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

115<br />

(11.09.2005).<br />

31


Doları olduğu 116 ve bu rakamın sürekli arttığı düşünülürse sektörün kârlılığı<br />

daha iyi anlaşılabilir.<br />

Sektörün kârlılığı dışında bu alanda uluslararası sermayenin<br />

yatırım yapmasının bir diğer nedeni de, yatırım yaptığı diğer endüstriyel ve<br />

finansal alanlarını desteklemektir. Çünkü bu pazara hâkim firmaların çoğunun<br />

başka alanlarda da yatırımları vardır. Örneğin Amerika Birleşik<br />

Devletleri’ndeki medya pazarına hâkim firmaların yarısı ülkenin en büyük beş<br />

yüz şirketi arasında yer almaktadır. Bu şirketler hava yoları, kömür, petrol,<br />

bankacılık, sigortacılık, savunma sanayi, otomotiv, nükleer enerji gibi çok<br />

çeşitli alanlarda da faaliyet göstermektedirler 117 .<br />

İkinci olarak medya pazarına hâkim şirketler halkın haber, bilgi ve<br />

fikirlerini etkilerler ve bu yolla popüler kültürü ve politik tercihleri belirlerler.<br />

Ayrıca bu sektörde güçlü olan şirketler siyasal iktidarı da etkiler. Çünkü<br />

siyasal iktidar sahiplerinin toplumu etkileyebilmeleri ve kendilerini ifade<br />

edebilmeleri medyada yer almalarına bağlıdır 118 . Yine medya tarafından<br />

desteklenmeyen siyasal iktidarın ayakta durması ya da siyasal iktidara talip<br />

olanların bu destek olmaksızın iktidarı ele geçirmeleri hemen hemen<br />

olanaksızdır. Nitekim, bu gibi dev kuruluşların kendi istedikleri adamları<br />

yönetime getirmek için başta kitle iletişim araçları olmak üzere tüm<br />

olanaklarını kullanarak kampanyalara giriştikleri ve genellikle sonuç elde<br />

ettikleri günümüz dünyasında sıklıkla karşılaştığımız durumlardandır 119 . Bu<br />

nedenle medya lobisi kendisinden korkan siyasal iktidarlar ile özel bir güçle<br />

görüşür 120 .<br />

Tekelleşme olgusunun genel olarak basın özgürlüğünü özel olarak<br />

basın özgürlüğünün içerdiği haklardan birisi olan “haber, düşünce ve bilgileri<br />

basabilme ve dağıtabilme hakkı”nı zedelediği açıktır. Bu olgunun her şeyden<br />

önce gazetecinin kendi kendini sansüre tâbi tutması gibi yeni bir sansür<br />

şeklini ortaya çıkardığı “The Pew Research Center” ile “Columbia Journalism<br />

116 < http://www.ntvmsnbc.com.tr/news/149174.asp


Review”in yaptığı ve yukarıda sonuçları verilen araştırmada açıkça ortaya<br />

konulmuştur 121 .<br />

Ayrıca liberal kuramın basına verdiği en önemli görev, kanıların<br />

serbestçe ifade edilmesidir; bu da ancak basın organlarının çeşitliliğiyle<br />

sağlanabilir. Oysa tekelleşme olgusu, doğurduğu sonuç bakımından, bu<br />

kuramla uyuşmamaktadır 122 .<br />

D) Yaratma Hakkı<br />

“Zekâ ve düşünce gücünden yaralanarak o zamana kadar<br />

görülmeyen yeni bir şey ortaya koymak” 123 olarak tanımlanan “yaratmak”<br />

fiilinin ayırt edici niteliği, tamamen soyut bir içeriği işlemesi değildir. Somut bir<br />

olaya dayansa dahi, türüne göre değer taşıyan ve dayandığı olayın dışında<br />

bir şeyler ortaya koyan eserler “yaratma” olarak kabul edilebilir 124 .Bu<br />

bağlamda “yaratma hakkı”, belirli bir olayın anlatılması veya bir konunun<br />

incelenip eleştirilmesi dışında, kişinin bir şey ortaya koyması(yaratması) ve<br />

ortaya konulan(yaratılan) eserin basın yoluyla dışa vurulması ve çoğaltılması<br />

olarak tanımlanabilir 125 .<br />

Genel olarak “yaratma hakkı” sınırsızdır. Ancak basın özgürlüğü<br />

içerisinde yer alan “yaratma hakkı”nın bir takım sınırları vardır. Çünkü basın<br />

özgürlüğü içerisinde yer alan “yaratma hakkı”, yaratılan eserin kamuya<br />

sunulabilmesini de gerekli kılar. Dolayısıyla yaratılanın adî, bayağı, ar ve<br />

haya duygularını sarsıcı ya da başkalarını tahkir edici nitelikte olması<br />

durumunda, basın özgürlüğü içerisinde yer alan “yaratma hakkı”nın<br />

kullanılmasından bahsedilemez. Bu hakkın varlığı, yaratılan eserin türüne<br />

göre ve objektif kriterler çerçevesinde bir değer taşımasına bağlıdır 126 .<br />

Basın faaliyetinde önemli bir yer işgal eden “karikatür sanatı”<br />

“yaratma hakkı” içinde değerlendirilmelidir. Karikatür, niteliği gereği genellikle<br />

121 Araştırma sonuçları için bkz. s.26-27.<br />

122 DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.13.<br />

123 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.2134.<br />

124 ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.37.<br />

125 ÖZEK. Çetin: Türk Basın Hukuku, s.37.<br />

126 ÖZEK. Çetin: Türk Basın Hukuku, s.37.<br />

33


elirli bir alaya almayı ve karikatüre konu olan şeyin toplum içinde komik<br />

duruma düşürülmesi sonucunu doğurmaktadır 127 . Karikatürün bu niteliği,<br />

onun hukuka uygun olup olmadığı ve hukuka uygun sayılırsa, nedeninin ve<br />

sınırlarının neler olacağı sorununu beraberinde getirmektedir 128 .<br />

Önce Danimarka’da daha sonra aralarında Norveç’in, Almanya’nın<br />

ve Fransa’nın da bulunduğu ülkelerin çeşitli yayın organlarında, Hz.<br />

Muhammed’i çeşitli şekillerde tasvir eden karikatürlerin yayımlanması ve bu<br />

olayın uluslararası bir kriz hâline dönüşmesi, konunun geniş bir şekilde<br />

yeniden tartışılmasına neden olmuştur. Ancak karikatürün sınırlarını tespit<br />

ederken aynı zamanda dinî ve siyasî boyutu olan bu somut olaydan hareket<br />

edilmesi, bizi hukukî zeminden uzaklaştıracağından doğru bir yaklaşım olarak<br />

kabul edilemez. Burada tartışılması gereken konu, söz konusu karikatürlerin<br />

içeriklerinin basın özgürlüğünün sınırlarını ihlâl edip etmedikleri olmalıdır.<br />

Her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin<br />

2. fıkrasında din ve dinî figürler düşünceyi açıklama özgürlüğünün<br />

sınırlandırma nedenleri arasında sayılmasa da, Mahkeme “sosyal bir ihtiyaç”<br />

kriterinden hareket ederek, büyük hayranlık ve sevgi duyulan dinî değerleri<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir sınırı olarak kabul etmektedir 129 . Bu<br />

bağlamda Hz. Muhammed’i “terörist” olarak tasvir eden bir karikatürün<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifadesiyle “kullanılması görev ve<br />

sorumluluk yükleyen...” düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesinde<br />

değerlendirilmesi düşünülemez.<br />

Bu somut olay bir kenara bırakılarak şunu söyleyebiliriz: Basın<br />

özgürlüğü için söz konusu olan sınırların tamamı, basın faaliyeti içerisinde<br />

yapılan, karikatür için de geçerlidir. Bu bağlamda karikatüre ayrıcalık tanımak<br />

söz konusu olamaz. Ancak karikatür konusu olan kişiler, özellikle de<br />

siyasetçiler bu konuda daha hoşgörülü davranabilirler 130 . Bu durum<br />

127<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.210.<br />

128<br />

Bu konudaki görüşler için bkz. ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.210-212.<br />

129<br />

Bkz. I.A. v. Turkey, 42571/98, 13.09.2005, §30; Otto-Preminger-Institut v. Austria,<br />

20.09.1994 A 295-a, § 47.<br />

130<br />

Türkiye’de mizahın bir hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilip edilmediği, Hz.<br />

Muhammed’in karikatürlerinin çizilmesinden önce, karikatürist Musa Kart’ın Cumhuriyet<br />

Gazetesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı iplik yumağına dolanmış kedi şeklinde<br />

gösteren karikatürü nedeniyle para cezasına çarptırılması ile de gündeme gelmiştir.<br />

34


karikatüre konu olan kişinin karikatüre yaklaşımıyla ilgili olup, hukukî bir konu<br />

değildir. Bu nedenle, kişilik haklarına ya da basın özgürlüğü için sınır<br />

oluşturan başkaca değerlere yönelik bir saldırının, karikatür aracılığı ile ya da<br />

başkaca yollarla yapılmasının bir önemi yoktur. Burada önemli olan saldırının<br />

kişilik haklarına ya da basın özgürlüğü için sınır oluşturan başkaca değerlere<br />

zarar verip vermediğidir. Ancak bu durum tespit edilirken karikatürün niteliği<br />

mutlaka dikkate alınmalıdır.<br />

II. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI<br />

Bütün insan hakları belgelerinin can alıcı bir unsuru olmakla<br />

birlikte, düşünceyi açıklama özgürlüğü ve onun özel bir türünü oluşturan<br />

basın özgürlüğü, hiçbir zaman liberal düşünürleri tatmin edecek düzeyde<br />

teminat altına alınmamıştır. Bu durum sadece komünist, faşist, nasyonal<br />

sosyalist ya da başka totaliter ya da otoriter rejimlerden değil, fakat aynı<br />

zamanda bizatihi Batı demokrasilerinin içindeki fikir hareketlerinden ve hukuk<br />

kurallarından da kaynaklanmaktadır 131 .<br />

Varlıklarını esas olarak her türlü eleştiriyi kısıtlamak suretiyle<br />

devam ettirebilen komünist, faşist, nasyonal sosyalist ya da başka totaliter<br />

düzenler için düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve onun özel bir türünü<br />

oluşturan basın özgürlüğünün yasaklanması zorunludur. Aksi taktirde zora<br />

dayalı bu tür düzenlere açıkça meydan okumalara izin verilmesi, bu<br />

düzenlerin arkasındaki halk desteğinin kökünden sarsılmasına sebep olabilir.<br />

Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken konu Batı demokrasilerinde<br />

de bu özgürlüklerin çeşitli gerekçelerle sınırlandırılmış olmasıdır 132 .<br />

Toplumsal hayatta temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması<br />

kaçınılmazdır. Sınırsız bir özgürlük anlayışı toplum ve devlet hayatı içinde<br />

söz konusu olamaz 133 . Hiçbir zaman, hiçbir toplumda sınırsız özgürlük diye<br />

bir şey olamayacağı, sınırsız özgürlüğün anarşi doğuracağı ve sonuçta<br />

131 BARRY, Norman P.: “Hukukî ve Siyasî Açıdan İfade Hürriyeti”, Çev. Özlem YILMAZ,<br />

Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 27, Ankara, 2002, s.5.<br />

132 BARRY, Norman P.: a.g.m., s.5.<br />

133 GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Birinci Baskı, Ekin Kitabevi Yayınları,<br />

Bursa, 2000, s.176.<br />

35


özgürlükleri yok edeceği çok fazla açıklama gerektirmeyecek bir gerçektir 134 .<br />

İnsan hakları düşüncesinin en önemli çıkmazlarından birisi olarak ortaya<br />

çıkan bu sorun, günümüzde özgürlüklerle düzen arasında bir denge<br />

kurularak çözülmeye çalışılmaktadır 135 . Özgürlük ve düzen arasındaki bu<br />

denge problemi Arthur Miller’in 17. yüzyıl Amerika’sının bir köyünde yaşanan<br />

cadı avını anlatan “Cadı Kazanı” adlı oyununda şu ilginç cümlelerle formüle<br />

edilmektedir: “İşlediği bir günah için üzerine saldırılan bir adama acıyabiliriz,<br />

aynı şey bir gün kendi başımıza da gelebilir, o zaman bize de acırlar. Ama<br />

hiçbir baskı olmaksızın da toplumsal bir hayat kurulamaz. Düzen ile özgürlük<br />

arasında bir denge bulmak zorundayız.” 136 Bu nedenledir ki devletin ve<br />

toplumun varlığını sürdürebilmesi için özgürlüklerin sınırlandırılması<br />

kaçınılmaz bir zorunluluktur 137 . Diğer tüm özgürlükler gibi düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünün ve onun özel bir türünü oluşturan basın özgürlüğünün<br />

de sınırlandırılması bu zorunluluğun bir sonucudur.<br />

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğü kapsamında ele alınan basın özgürlüğünün, mutlak olmadığı ve<br />

birtakım nedenlerle sınırlandırılabileceği hükme bağlanmıştır. Sözleşmenin<br />

10. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “...bu özgürlükler, demokratik bir<br />

toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak<br />

bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç<br />

işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlâkın, başkalarının şöhret ve<br />

haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı<br />

gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı<br />

merasime, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.” 1982 Anayasasında,<br />

basın özgürlüğünün “millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği,<br />

Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez<br />

bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması,<br />

Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının<br />

şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü<br />

134 KAPANİ, Münci: a.g.e., s.217.<br />

135 ÇEÇEN, Anıl: a.g.e., s.38.<br />

136 MILLER, Arthur: Cadı Kazanı, Milli Eğitim Basımevi, Çev. Sabahattin EYÜBOĞLU ve<br />

Vedat GÜNYOL, Millî Eğitim Bakanlığı Modern Tiyatro Eserleri Serisi:87, İstanbul, 1962, s.8.<br />

137 KAPANİ, Münci: a.g.e., s.228.<br />

36


meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak<br />

yerine getirilmesi amaçlarıyla…” sınırlandırılabileceği(m.26/2) ve bu<br />

özgürlüğün “Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin<br />

değiştirilmesini sağlamak amacıyla…” kullanılamayacağı(m.27/2) hükme<br />

bağlanmıştır 138 . Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, Yüksek Mahkeme<br />

tarafından karara bağlanan davalarla belirlenen basın özgürlüğünün sınırları<br />

“başkalarının şöhret ve haklarının korunması”, “ulusal güvenlik” ve<br />

“müstehcenlik” olmak üzere üç kategoriye ayrılabilir 139 .<br />

Gerek 1982 Anayasasının 28. maddesi, gerek Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesinin ve Amerika Yüksek Mahkemesinin kararları dikkate<br />

alındığında basın özgürlüğünün sınırları, “başkalarının şöhret ve haklarının<br />

korunması”, “devletin ve toplumun korunması” ve “ahlâkın korunması” olmak<br />

üzere üç kategori altında toplanabilir.<br />

B) Başkalarının Şöhret ve Haklarının Korunması<br />

Basın özgürlüğünü düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü<br />

kapsamında ele alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin<br />

ikinci fıkrasına göre 140 , “başkalarının şöhret ve hakları”, bu özgürlüğün<br />

sınırlarından birisini oluşturmaktadır. “Başkalarının şöhret ve hakları” ile<br />

kastedilen “kişilik hakları”dır. Kişilik haklarının konusunu oluşturan değerler<br />

maddî bedensel değerler, manevî değerler ve meslekî-ticarî değerler olmak<br />

üzere üçe ayrılmaktadır 141 .<br />

138<br />

1982 Anayasasında basın özgürlüğünün sınırlanması, çalışmamızın ikinci bölümünde<br />

detaylı olarak ele alınmıştır. Bkz.s. 117 vd.<br />

139<br />

Geniş bilgi için bkz. ARSLAN, Zühtü: ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade<br />

Özgürlüğü, Liberal Düşünce Topluluğu, Ankara, 2003, s.5-47.<br />

140<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinde garanti altına alınan özgürlük<br />

kategorisi için, “ifade özgürlüğü” (freedom of expression) kavramı kullanılmıştır. Sözleşmede<br />

kullanılan “ifade özgürlüğü” kavramı düşüncenin basın, radyo, televizyon, sinema ya da<br />

başka şekillerde açıklanmasını da kapsamaktadır. İfade özgürlüğü kavramı için bkz.<br />

BEYDOĞAN, T. Ayhan: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türk Hukukunda Siyasî<br />

İfade Hürriyeti, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003, s.13-25; ÖZİPEK, Bekir<br />

Berat: Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları,<br />

Ankara, 2003, s.17-36.<br />

141<br />

Kişisel değerler içim bkz. ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre:<br />

Medeni Hukuk, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2000,<br />

37


Kişilik hakkının konusuna giren maddî bedensel değerleri, kişinin<br />

hayatı, sağlığı ve vücut bütünlüğü gibi değerler oluşturmaktadır 142 . Maddî<br />

bedensel değerler koruduğu hususlar itibariyle basın özgürlüğü için genellikle<br />

pratikte bir sınır oluşturmaz. Basın özgürlüğünün en önemli sınırını oluşturan<br />

ve basın tarafından sıklıkla ihlâl edilen kişilik değerleri mânevi değerlerdir.<br />

Manevî değerler, daha çok kişinin dış hayatla, toplumla olan ilişkilerinden<br />

kaynaklanan ve kişiye, kişi olması nedeniyle tanınıp hukuk düzenince<br />

korunan onur ve saygınlık, giz çevresi, ad, resim gibi değerlerdir 143 . Bu<br />

değerlerin her biri basın özgürlüğü için bir sınır oluşturmaktadır.<br />

Saygınlığı<br />

1. Basın Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kişinin Onuru ve<br />

Herkes; insana, insan olması nedeniyle tanınan onur ve saygınlığa<br />

sahiptir ve hiçbir birey ötekilere göre bu değerlerden tümüyle ya da bir<br />

bölümüyle yoksun değildir 144 . Toplumsal hayatta önemli bir yer tutan, tüzel<br />

kişiler de onur ve saygınlığa sahiptir ve bu hakları hukuk düzenince<br />

korunur 145 .<br />

Kişilerin toplumsal hayatın bir üyesi olarak temelde sahip oldukları<br />

“onur” ve toplumsal hayat içindeki ilişkileriyle çevreye karşı kazandıkları<br />

“saygınlık” 146 , gerek uluslararası düzeyde 147 , gerekse ulusal düzeyde 148<br />

korunmaktadır.<br />

s.402-425.; ÖZTAN, Bilge: Şahsın Hukuku, Hakiki Şahıslar, 10. Bası, Turhan Kitabevi Hukuk<br />

Yayınları, Ankara, 2001, s.117-141; ÖZEL, Sibel: Uluslararası Alanda Medya ve İnternette<br />

Kişilik Hakkının Korunması, Seçkin Yayınları, Anakara, 2004, s.29-35.<br />

142<br />

ÖZTAN, Bilge: Medenî Hukukun Temel Kavramları, 3. Bası, Turhan Kitabevi Hukuk<br />

Yayınları, Ankara, 1998, s.226; ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA,<br />

K.Emre: a.g.e., s.402; ÖZSUNAY, Ergun: Gerçek Kişilerin Hukukî Durumu, İstanbul<br />

Üniversitesi Yayınları No:2610, İstanbul, 1979, s.98 vd.<br />

143<br />

ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.407.<br />

144<br />

ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.407.<br />

145<br />

ÖZSUNAY, Ergun: a.g.e., s.118.<br />

146<br />

ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.409.<br />

147<br />

İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 5. maddesine göre, “Hiç kimseye işkence ya da<br />

zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza uygulanamaz.” Avrupa İnsan Hakları<br />

Sözleşmesinin 3. maddesine göre, “ Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza<br />

ve işlemlere tâbi tutulamaz.” Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin ikinci<br />

fıkrasına göre, “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler… başkalarının<br />

38


Onura ve saygınlığa yönelik saldırılar çeşitli şekillerde ortaya<br />

çıkabilir. Saldırı, yazıyla ya da sözle yapılabileceği gibi, bazı davranışlarla da<br />

gerçekleştirilebilir 149 . Ancak bizim çalışmamızın konusunu oluşturan ve basın<br />

yoluyla gerçekleştirilebilecek saldırı çeşidi basılmış eserlerle gerçekleştirilen<br />

saldırılardır.<br />

Basılmış eserlerle kişinin onur ve saygınlığına yönelik saldırılar<br />

hem cezaî hem de hukukî sorumluluğu gerektirebilir. Ancak biz<br />

çalışmamızda, özel hukuk kapsamında yer alması nedeniyle hukukî<br />

sorumluluğu ele almayacağız.<br />

Sorumluluk<br />

a) Basın Yoluyla Onur ve Saygınlığa Yönelik Saldırılar ve Cezaî<br />

Cezaî sorumluluğu gerektiren onur ve saygınlığa yönelik saldırı<br />

çeşidinin en çok karşılaşılan şekli “hakaret” ve “sövme”dir.<br />

765 sayılı Türk Ceza Kanununda, şeref ve haysiyete yönelik<br />

saldırılarılar, mağdura “mahsus bir madde” isnat edilip edilmemesine göre<br />

“hakaret” ve “sövme” olarak ikiye ayrılmaktaydı 150 . Buna göre, isnat edilen<br />

husus belli bir “vakıa” değilse, “hakaret” değil, “sövme” söz konusudur 151 .<br />

Örneğin, bir kimseye “sen filan tarihte filan adamın malını çaldın” denilmesi<br />

“hakaret” suçunu oluştururken; “falanca kişi hırsızdır” denilmesi “sövme”<br />

suçunu oluşturur. Bu nedenle, bir isnadın hakaret olabilmesi için, isnat edilen<br />

fiili diğer fiillerden ayırmaya yarayacak; yere, zamana, işlenme biçimine ilişkin<br />

şöhret ve haklarının korunması... için kanunla öngörülen bazı merasime, koşullara,<br />

sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.”<br />

148 Gerek Türkiye’de, gerekse başka ülkelerde kişilerin onur ve saygınlığı başta Anayasa<br />

olmak üzere birçok pozitif hukuk hükmü tarafından korunmaktadır. 1982 Anayasasında,<br />

“başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” hemen hemen tüm temel hak ve özgürlükler<br />

için bir sınırlama sebebi olarak kabul edilmiştir. Aynı şekilde Türk Ceza Kanununda, kişilerin<br />

onur ve saygınlığına yönelik saldırılar çeşitli yaptırımlara bağlanmıştır(m.125).<br />

149 Bir kişinin adının kasten bir hayvana takılması, davranışla ortaya konulan saldırı çeşidine<br />

örnek olarak verilebilir. ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e.,<br />

s.411.<br />

150 ÖZTÜRK, Bahri-ERDEM, Mustafa R.-ÖZBEK, Veli Ö.: Ceza Hukuku, Genel Hükümler ve<br />

Özel Hükümler(Kişilere ve Mala Karşı Suçlar), TCK Tasarısı’na Göre Gözden Geçirilmiş ve<br />

Yasadaki Değişiklikler İşlenmiş 3. Bası, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2004, s. 227.<br />

151 EREM, Faruk: Türk Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Cilt: IV, Üçüncü Baskı, Seçkin<br />

Kitabevi, Ankara, 1985, s.541.<br />

39


azı tamamlayıcı koşullara ihtiyaç vardır. Aksi taktirde hakaret değil, sövme<br />

suçu oluşur 152 .<br />

5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu ile “hakaret” ve “sövme” ayrımı<br />

kaldırılmıştır. Yeni Türk Ceza Kanununun 125. maddesine göre, “Bir kimseye<br />

onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu<br />

isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir<br />

kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi…cezalandırılır…” Yeni<br />

düzenlemeye göre, hakaret suçunun oluşabilmesi için bir kişiye somut bir fiil<br />

veya olgu isnat edilmelidir; ya da kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırmadan,<br />

soyut yakıştırmalarda bulunulması gerekmektedir. Bu duruma gerekçede bir<br />

kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan”, “hırsız”, “rüşvetçi”, “sahtekâr”, “fahişe”,<br />

“faşist”, “komünist”, “mürteci” denmesi örnek olarak gösterilmiştir 153 .<br />

İngiliz ve Amerikan hukukunda basın yoluyla şeref ve haysiyete<br />

yönelik saldırılarda, mağdura “mahsus bir madde” isnat edilip edilmemesi<br />

kriterinden hareket edilerek yapılan, hakaret ve sövme ayrımı yoktur. Bunun<br />

yerine şeref ve haysiyete yönelik saldırının hangi vasıtalarla gerçekleştirildiği<br />

dikkate alınarak bir ayrım yapılmaktadır. Amerika’da ve İngiltere’de kişinin<br />

şeref ve haysiyetine, bir başka ifadeyle kişinin saygınlığına yönelik saldırılar<br />

“defamation” olarak isimlendirilmektedir 154 .<br />

Bir çatı kavram olan “defamation”, “libel” ve “slander” olmak üzere<br />

iki şekilde gerçekleştirilebilir 155 . Eğer saldırı yazıyla yapıldıysa ve göze hitap<br />

ediyorsa “libel”; ağız yoluyla yapıldıysa ve kulağa hitap ediyorsa “slander”<br />

olarak isimlendirilmektedir 156 . Yazılı bir metnin başkalarının yanında<br />

okunması da “libel” olarak kabul edilmektedir. İlk olarak Snyder v. Andrews<br />

152<br />

ÖZTÜRK, Bahri-ERDEM, Mustafa R.-ÖZBEK, Veli Ö.: a.g.e., s.238.<br />

153<br />

ARTUÇ, Mustafa: 5237 Sayılı Gerekçeli, Karşılaştırmalı, Tablolu Türk Ceza Kanunu,<br />

Kartal Yayınevi, Ankara, 2004, s.301-302.<br />

154<br />

DOCHERTY, Bonnie: “Defamation Law: Positive Jurisprudence”, Harvard Human Rights<br />

Journal, Volume:13, 2000, s.264; HALPERN, Harold M.: “Note:Defamation via Television Ad<br />

Lib; and Slander Distinctions”, Buffalo Law Review, Volume:VI, 1956-1957, s.325.<br />

155<br />

DOCHERTY, Bonnie: a.g.m., s.264; DEL RUSSO, Alexander D.: “Freedom of the Press<br />

and Defamation: Attacking the Bastion of New York Times Co. v. Sullivan”, St. Louis<br />

University Law Journal, Volume: 25, 1981-1982, s.503.<br />

156<br />

KUTTEN, Joseph: “Radio Defamation-Libel or Slander”, Washington University Law<br />

Quarterly, Volume: XXIII, 1937-1938, s.263; HALPERN, Harold M.: a.g.m., s.325; DEL<br />

RUSSO, Alexander D.: a.g.m., s.503; ZELEZNY, John D.:Communications Law, Liberties,<br />

Restraints, and the Modern Media, Second Edition, Wadsworth Publishing Company,<br />

Belmont, 1997, s.102.<br />

40


davasıyla kabul edilen bu ilkeye göre, radyoda veya televizyonda bir<br />

metinden okunan karalayıcı ifade “libel” olurken; herhangi bir metinden<br />

okunmayan karalayıcı ifade “slander” olmaktadır 157 . Bu ayrımın gerekçesi<br />

şudur: Yazı daha büyük bir kötüniyeti gösterir ve daha fazla zarar verir.<br />

Çünkü yazı daha kalıcıdır ve bu yüzden daha fazla yayılabilir 158 .1875’li yıllar<br />

için doğru gibi gözüken bu gerekçe günümüz için geçerli olamaz. Radyo,<br />

televizyon ve internetin bu kadar yaygın olduğu ve milyonlarca insana<br />

ulaşabildiği günümüzde yazılı metnin daha kalıcı olduğunu ve daha fazla<br />

yayıldığını ileri sürmek doğru değildir. Ayrıca, bazen sık sık tekrarlanan<br />

konuşmalar özel bir mektuptan çok daha fazla kişiye ulaşabilir. Yazılı<br />

karalamanın daha fazla kötüniyet gerektirdiği ve kişinin yazmadan önce<br />

düşündüğü, konuşmanın ise spontane, düşünmeden gerçekleştiği teorisi de<br />

genellikle doğru değildir 159 .<br />

Onur ve saygınlığa yönelik saldırılarda İngiliz ve Amerikan<br />

hukukunda, ülkemizde tam karşılığı bulunmayan ve ”false light” olarak<br />

adlandırılan bir kurum daha vardır. Kişinin yanlış tanıtılması ya da yanlış<br />

değerlendirilmesi anlamına gelen bu kavram, hakaret olarak<br />

nitelendirilemeyecek olan karalamaları ifade etmek için kullanılmaktadır.<br />

Hakaret niteliği taşımayan fakat kişinin onur ve saygınlığını zedeleyen bu tür<br />

yayınlarda gerçekmiş gibi tasvir edilen olaylar aslında yalan ya da<br />

yanıltıcıdır 160 . “False light” davaları genellikle üç hâlde karşımıza çıkmaktadır:<br />

Çarpıtma, süsleme ve romanlaştırma. Çarpıtmaya bir gazetecinin büyük bir<br />

mağazadan alışveriş yapan bir gencin fotoğrafını çekmesi ve bu fotoğrafı altı<br />

ay sonra bir mağaza soygununda kullanması örnek olarak verilebilir.<br />

Süsleme, bir olaya gazetecilik hesaplarıyla yanlış bir bilginin eklenmesi<br />

durumunda söz konusu olur. Amerika Yüksek Mahkemesinin Cantrell v.<br />

Forest City Publishing Co. davasında verdiği karar bu duruma örnek<br />

gösterilebilir. Söz konusu dava 1967 yılında bir köprünün çökmesi sonucu<br />

157<br />

HALPERN, Harold M.: a.g.m., s.326.<br />

158<br />

KUTTEN, Joseph: a.g.m., s.264; Bu gerekçeye dayanan mahkeme kararları için bkz.<br />

HALPERN, Harold M.: a.g.m., s. 326.<br />

159<br />

HALPERN, Harold M.: a.g.m., s.327.<br />

160<br />

EMERSON, Thomas I.: “The Right of Privacy and Freedom of the Press”, Harvard Civil<br />

Rights-Civil Liberties Law Review, Volume:14, No:2, 1979, s.333.<br />

41


hayatını kaybeden Cantrell’ın eşinin ve çocuklarının çok zor şartlar altında ve<br />

yoksulluk içinde hayatlarını sürdürdüklerine dair bir yazının ilgili yayın<br />

organında yayımlanması üzerine açılmıştır. Bu yazıda olayı daha dramatik<br />

hâle getirmek adına süsleme yoluna başvurulmuş ve habere yalanlar<br />

eklenmiştir. Romanlaştırmada ise, hayal ürünüymüş gibi sunulan bir roman<br />

kahramanı araç edilerek belirli(gerçek) bir kişinin anlatılması söz konusudur.<br />

Yazar bunu yaparken romanın kahramanıyla gerçek kişi arasındaki ad,<br />

meslek, hobiler, yaşadığı yer gibi ortak özelliklerden yararlanır. Okuyucu bu<br />

romanı okurken zihninde roman kahramanıyla gerçek kişiyi özdeşleştirir 161 .<br />

Türk hukukundaki “hakaret” ve “sövme” kavramına karşılık Batı’da<br />

“defamation”, “slander”, “libel” ve “false light” gibi birçok kavram<br />

kullanılmaktadır. Bu kavram çeşitliliği sadece bir dil ve terminoloji sorunu<br />

olmayıp aynı zamanda hukukî ve pratik sonuçlar da doğurmaktadır. Örneğin<br />

Türkiye, Romanya 162 gibi bazı ülkelerde onur ve saygınlığa yönelik saldırılar,<br />

“slander” – “libel” ayrımı yapılmaksızın suç sayılırken, İngiltere ve İsviçre gibi<br />

ülkelerde sadece “libel” suç sayılmaktadır 163 . Bu nedenle konunun daha iyi<br />

anlaşılabilmesi için söz konusu kavramların her birinin anlamı ve hangi<br />

durumlarda kullanıldığı bilinmelidir.<br />

Bazı küçük istisnalar dışında hemen hemen tüm ülkelerde,<br />

kaynağına bakılmaksızın kişinin onur ve saygınlığına yönelik saldırılar ceza<br />

hukuku kapsamında ele alınmakta ve suç olarak kabul edilmektedir 164 .<br />

Bununla birlikte uygulamada çok ciddî farklılıklar söz konusudur. Eski<br />

komünist ülkelerde ve Türkiye’de basına karşı sık sık kullanılan bu kanunlar<br />

İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya gibi Avrupa ülkelerinde nadiren; 165<br />

161<br />

ZELEZNY, John D.: a.g.e., s.175-176.<br />

162<br />

Bkz. YANCHUKOVA, Elena: “Criminal Defamation and Insult Law:An İnfringement on the<br />

Freedom of Expression in European and Post-Communist Jurisdiction”, Columbia Journal of<br />

Transnational Law, Volume: 41, 2002-2003, s. 889.<br />

163<br />

VAN DER BERG, John: “Should There be a Crime of Defamation?”, South African Law<br />

Journal, Volume:106, 1989, s.282.<br />

164<br />

Türkiye, Hollanda, Almanya, Avusturya, İsviçre, İtalya, Norveç, İsveç, İngiltere, Hollanda,<br />

Danimarka, İspanya, Fransa, Yunanistan, Romanya, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan,<br />

Kırgızistan, Türkmenistan, Rusya, Ermenistan, Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri onur<br />

ve saygınlığa yönelik saldırılarıları ceza hukuku kapsamında ele alan ülkelere örnek olarak<br />

verilebilir. Geniş bilgi için bkz. YANCHUKOVA, Elena: a.g.m., s.871-890; VAN DER BERG,<br />

John: a.g.m., s.285-289.<br />

165<br />

YANCHUKOVA, Elena: a.g.m., s.873. Nadiren de olsa bu maddelerin basına karşı<br />

kullanılması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne gelmiştir. Örneğin Fransa,<br />

42


Danimarka, Norveç, Hollanda ve İsveç gibi ülkelerde ise hemen hemen hiç<br />

uygulanmamaktadır 166 . Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, bu kanunların<br />

basına karşı kullanılması Sullivan davasıyla birlikte neredeyse olanaksız hâle<br />

getirilmiştir 167 . Amerika Yüksek Mahkemesi, 1964 yılında karara bağladığı<br />

New York Times Co. v. Sullivan davasında kamu görevlisi olan davacıların<br />

meslekî davranışlarını konu alan karalayıcı materyallere karşı açtığı hakaret<br />

davalarında, karşı tarafın “kötüniyet”le hareket ettiğini ispatlaması gerektiğine<br />

karar vermiştir 168 . Bunu yapmak ise kolay bir iş değildir 169 . “Kötüniyet”in ispatı<br />

için davalının kullanılan ifadenin yanlış olduğunu bildiğinin ya da sorumsuzca<br />

beyanın doğruluğunu ya da yanlışlığını göz ardı ettiğinin göz önüne<br />

serilmesi gerekmektedir 170 .<br />

Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinin mevzuatında yer alan ve<br />

hakareti suç sayan düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkan uygulamalar<br />

kaçınılmaz olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne de gelmiştir.<br />

Bu konuda önemli bir ölçü getiren Lingens v. Austria 171 davasında Mahkeme,<br />

bir siyasî kişiyi eleştiren yazarın cezaî yaptırıma maruz kalmasının onu<br />

gelecekte bu tür eleştiriler yapmaktan alıkoyacak bir tür sansür niteliği<br />

taşıyacağını ve basının “kamunun bekçi köpeği” rolünü zedeleyeceğini<br />

belirtmiştir 172 . Barfod v. Denmark 173 davasında aynı yaklaşımı sergileyen<br />

Colombani; İspanya, Castells; Avusturya, Lingens davaları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesinde yargılanmışlardır.<br />

166<br />

YANCHUKOVA, Elena: a.g.m., s.874.<br />

167<br />

Bu dava hakkında geniş bilgi için bkz. DEL RUSSO, Alexander D.: a.g.m., s.505-511;<br />

Yüksek Mahkemenin bu davayla ilgili kararı için bkz. ARSLAN, Zühtü: a.g.e., s. 243-261.<br />

168<br />

New York Times v. Sullivan, 376 U.S. 280, 1964.<br />

169<br />

BARRY, Norman P.: a.g.m., s.11.<br />

170<br />

New York Times v. Sullivan, 376 U.S. 280, 1964.<br />

171<br />

Lingens v. Austria davasında, Yahudi Dokümantasyon Merkezi başkanı Simon<br />

Wiesenthal, bir televizyon programında Avusturya Liberal Parti başkanı Friedrich Peter’in<br />

İkinci Dünya Savaşı sırasında SS piyade tugayında görev yapmakla suçladı. Bir sonraki gün<br />

Avusturya Sosyalist Partisi’nin başkanı Bruno Kreisky’e bu iddialar soruldu. Bu sorulara<br />

cevap veren Kreisky, Peter’i savundu ve Wiesenthal’ın örgütünü “siyasî mafya”, yöntemlerini<br />

ise “mafya yöntemleri” olarak nitelendirildi. Bunun üzerine başvuru sahipleri bir dergide<br />

Krisky’i “fırsatçı”, “ahlâksız”, “vakarsız” olarak tanımlayan iki makale yayımladılar. Bu<br />

makaleler nedeniyle derginin yayın yönetmeni olan Lingens hakkında Avusturya Ceza<br />

Kanununun hakareti suç sayan 111. maddesi gereğince açılan dava mahkûmiyetle<br />

sonuçlandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu mahkûmiyet kararıyla Sözleşmenin 10.<br />

maddesinin ihlâl edildiğine karar verdi. Lingens v. Austria, 9815/82, A 103, 08.07.1986.<br />

172<br />

Lingens v. Austria, §44.<br />

173<br />

Söz konusu dava, yazdığı makale ile iki hâkime hakaret ettiği iddia edilen ve bu nedenle<br />

mahkûm olan bir gazeteci ile ilgilidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başvuru sahibinin iki<br />

43


Mahkeme, söz konusu olayda bir gazetecinin mahkûm edilmesini 10.<br />

maddenin ihlâli olarak görmemesine rağmen, kamu yararına ilişkin sorunlar<br />

konusunda, vatandaşların korkmadan ve çekinmeden görüşlerini dile<br />

getirebilmeleri için cezaî ya da başka yaptırımlardan kaçınmak gerektiğini<br />

vurgulamıştır 174 . Bu iki karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “hakaret”in<br />

ceza hukuku kapsamında ele alınmasına karşı tam bir tavır almadığını;<br />

ancak cezaî yaptırımların “korkutucu etkisi”nin 175 özellikle basın açısından<br />

ciddî sakıncalar doğurduğunu ve basının en hayatî görevlerinden biri olan<br />

“kamunun bekçi köpeği” rolünü yerine getirmesine engel olacağını ileri<br />

sürerek, eğiliminin konunun ceza hukukundan ziyade özel hukuk kapsamında<br />

ele alınması gerektiği yönünde olduğunu göstermektedir.<br />

Onur ve saygınlığa yönelik saldırı nedeniyle açılan davalarda ilk<br />

halledilmesi gereken sorun hemen hemen tüm ülkelerde aynıdır. Bu da<br />

kullanılan ifadenin onur ve saygınlığı zedeleyici olup olmadığıdır. Peki hangi<br />

ifadeler onur ve saygınlığı zedeleyici nitelikte kabul edilmektedir? Bu konuda<br />

ülkeler arasında küçük farklar olmakla birlikte temel yaklaşım aynıdır. 1936<br />

yılında İngiltere’de bir davada Lord Aitken’in onur ve saygınlığı zedeleyici<br />

ifadeler için kullandığı “sağduyulu insanların nezdinde kişiyi küçük<br />

düşürmeye yatkın ifadeler” tanımı hemen hemen her ülkede genel kabul<br />

görebilecek niteliktedir 176 .<br />

Basın hukuku üzerinde yaptığı çalışmalarla tanınan John D.<br />

Zelezny tarafından hazırlanan bir tabloda hangi sözcüklerin kişinin onur ve<br />

saygınlığına yönelik bir saldırı olarak algılanabileceği belirtilmiştir. Bu tabloda<br />

dikkat çeken bazı sözcükler şunlardır: Kürtaj, tecavüz, tecavüzcü, suç ortağı,<br />

hâkime hakaret nedeniyle mahkûm edilmesini Sözleşmenin 10. maddesinin ihlâli olarak<br />

görmemiştir. Barfod v. Denmark, 11508/85, A 149, 22.02.1989.<br />

174 Barfod v. Denmark, §29.<br />

175 “Korkutucu etki” ifadesi burada İngilizce “chilling effect” ifadesinin karşılığı olarak<br />

kullanılmıştır. “Chillin effect”, bir kişi ya da bir grup tarafından cezalandırılacağını düşünen bir<br />

kişinin konuşmaktan kaçınması ya da konuşmasını sınırlandırmasıdır. Örneğin, yazdığı bir<br />

konu nedeniyle uzun süreli bir hapis cezasına çarptırılabileceğini düşünen bir gazeteci bazen<br />

farkında olmadan bile kendi kendini sansürleyebilir. Geniş bilgi için bkz. HAZLETT, Thomas<br />

W.-SOSA, David W.: “Chillling the Internet Lessons from FCC Regulation of Radio<br />

Broadcasting”, Michigan Telecommunications and Technology Law Review, Volume:4,<br />

1997-1998, s. 35-68.<br />

176 NICHOLSON, Marlene Arnold: “Mclibel: A Case Study in English Defamation Law”,<br />

Wisconsin Internatioanal Law Journal, Volume:18, 2000, s.31.<br />

44


müptela, zina, AIDS, alkolik, ateist, rüşvet, deli, Nazi, büyücü, ırkçı,<br />

suçlu, eroinman 177 . Ancak bir ifadenin onur ve saygınlığı zedeleyici nitelikte<br />

olup olmadığı belirlenirken sadece kullanılan ifadelere değil, aynı zamanda o<br />

ifadelerin kullanıldıkları duruma ve bağlama da bakmak gerekmektedir.<br />

Çünkü genellikle onur ve saygınlığa yönelik saldırılar ima yoluyla<br />

gerçekleştirilir ve kullanılan kelimelerin her zaman doğal ve mutad tek bir<br />

anlamı yoktur 178 .<br />

Ülkeler arasındaki asıl farklılık, hangi ifadenin onur ve saygınlığı<br />

zedeleyici olup olmadığı konusunda değil, hangi onur ve saygınlığı zedeleyici<br />

ifadelerin yaptırıma bağlanabileceği konusundadır. Burada “ispat hakkı”<br />

sorunu ortaya çıkmaktadır.<br />

b) Bir Cezasızlık Sebebi Olarak İspat Hakkı<br />

Basın yoluyla hakaret davalarında ispat hakkının tanınmasında,<br />

Amerika’da meydana gelen iki olayın çok önemli etkisi vardır. Bunlardan<br />

birincisi John Peter Zenger’in Newyork Weekly Journal gazetesinde çıkan bir<br />

yazı üzerine, yönetimi eleştirmesinden dolayı 1734 yılında tutuklanması ve<br />

hakaret suçu ile itham olunarak yargılanmaya başlanmasıdır 179 . Zenger’in<br />

savunmasını üstlenen Andrew Hamilton, ithamların doğruluğunun<br />

araştırılmasını talep etti 180 . Bu araştırmayı yapan jüri neticede Zenger’in<br />

sorumlu olmadığına karar verdi 181 . İşte bu davayla birlikte New York<br />

Kolonisinde hakaret suçlarında ispat savunma nedeni sayılmaya<br />

başlanmıştır.<br />

“Koloniler devri”nden sonra terk edilen bu ilke, New York<br />

Eyaletinde ancak 1821 yılında yeniden kabul edilmiştir 182 . Bunda 9 Eylül<br />

1802 tarihinde başlayan Croswell davası etkili olmuştur. Croswell<br />

177 Diğer sözcükler için bkz. ZELEZNY, John D.: a.g.e., s. 106-107.<br />

178 NICHOLSON, Marlene Arnold: a.g.m., s.31-32; ZELEZNY, John D.: a.g.e., s.107.<br />

179 CROSMAN, Ralph L.: “The Legal and Journalistic Significance of the Trial of John Peter<br />

Zenger”, Rocky Mountain Law Review, Volume:10, 1937-1938, s.260.<br />

180 SHIENTAG, Bernard L.: “From Seditious Libel to Freedom of the Press”, Brooklyn Law<br />

Review, Volume: XI, Number:2, 1942, s.142.<br />

181 CROSMAN, Ralph L.: a.g.m., s.267.<br />

182 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.61-62.<br />

45


gazetesinde yayımladığı bir yazıda, zamanın Başkanı Jefferson’ın bir kişiyi,<br />

Washington ve Adams hakkında ağır hakaret içeren sözler yayımlaması için<br />

parayla teşvik ettiğini ileri sürmüştür 183 . Bu yazı nedeniyle yargılanan<br />

Croswell, iddiasını ispat etmek istediğini açıklamış; ancak mahkeme hakaret<br />

davasında gerçeğin ispat edilmesinin bir savunma hakkı oluşturmayacağını<br />

belirterek Croswell’i mahkûm etmiştir. Bu olayın yarattığı büyük tepki üzerine,<br />

Newyork Yasama Meclisi, suç oluşturan hakaret hâllerinde, gerçeğin<br />

ispatının, isnat iyi saik ile yapılmış ise sorumsuzluk sebebi olacağını ve<br />

jürinin davanın maddî ve hukukî yönleri hakkında da karar verebileceğini<br />

kabul etmek zorunda kalmıştır 184 .<br />

“İspat hakkı” konusunda Amerika, İngiltere’nin de içinde yer aldığı<br />

diğer ülkelerden bariz bir şekilde ayrılmaktadır. Amerika Yüksek Mahkemesi,<br />

1964 yılında karara bağladığı New York Times Co. v. Sullivan davasında<br />

kamu görevlisi olan davacıların, meslekî davranışlarını konu alan<br />

materyallere karşı açtığı hakaret davalarında, karşı tarafın “kötüniyet”le<br />

hareket ettiğini ispatlaması gerektiğine karar vermiştir 185 . “Kötüniyet”in ispatı<br />

için davalının kullanılan ifadenin yanlış olduğunu bildiğinin ya da sorumsuzca<br />

beyanın doğruluğunu ya da yanlışlığını göz ardı ettiğinin göz önüne<br />

serilmesi gerekmektedir 186 . Sonraki bir başka davada 187 Yüksek Mahkeme,<br />

“sorumsuzca gerçeğin göz ardı edilmesi”nin davacı tarafından ispat<br />

edilebilmesi için davacının, davalının “büyük bir ihtimalle ifadenin yanlış<br />

olduğuna inandığını ispatlaması gerektiğine” karar vermiştir 188 . New York<br />

Times davasından üç yıl sonra Yüksek Mahkeme bu kurala “dikkat çeken<br />

toplumsal konularda gönüllü olarak rol üstlenen kişiler” olarak tanımladığı<br />

“kamu figürleri”ni(halka mal olmuş kişileri) de eklemiştir 189 . Amerika Yüksek<br />

Mahkemesi, karalama davalarında, sıradan insanları kamu görevlilerinden ve<br />

kamuya mal olmuş kişilerden ayırmaktadır. Yüksek Mahkeme 1974 yılında<br />

183 FORKOSCH, Morris D.: “Freedom of the Pres:Croswell’s Case”, Fordham Law Review,<br />

Volume:33, 1964-1965, s.418; SHIENTAG, Bernard L.: a.g.m., s.144-145.<br />

184 FORKOSCH, Morris D.:a.g.m., s.448.<br />

185 New York Times v. Sullivan, 376 U.S. 280, 1964.<br />

186 New York Times v. Sullivan, 376 U.S. 280, 1964.<br />

187 Garrison v. Louisiana, 379 U.S. 64,74, 1964.<br />

188 NICHOLSON, Marlene Arnold: a.g.m., s.35.<br />

189 NICHOLSON, Marlene Arnold: a.g.m., s.35. Bkz. Curtis Publihhing Co. v. Butts, 388 U.S.<br />

130, 1967.<br />

46


karara bağladığı Gertz v. Welch davasında sıradan kişilerin, karşı tarafın<br />

”kötüniyetini” ispatlamak zorunda olmadıklarına, “ihmalinin” ispatlanmasının<br />

yeterli olduğuna karar vermiştir 190 .<br />

Amerikan uygulaması bir kenara bırakılırsa “ispat hakkı”nın bazı<br />

ülkelerde kural olarak, bazı ülkelerde ise istisna olarak kabul edildiği görülür.<br />

Örneğin İngiltere’de “ispat hakkı” mutlak bir haktır ve bu hakkın kullanılması<br />

sonucu isnadın gerçek olduğunun ispatı “Common Law”ın davalıya sunduğu<br />

üç geleneksel savunmadan biridir 191 . Amerika’dan farklı olarak İngiltere’de<br />

ispat yükümlülüğü davalıya aittir ve isnat, doğruluğu ispatlanıncaya kadar<br />

yalan kabul edilir 192 . Bu nedenle davacının, ifadenin karalayıcı olduğunu ve<br />

bu ifadenin kendisine yönelik olduğunu ispatlaması yeterlidir 193 . Davacı<br />

ayrıca davalının hakaret etme kastıyla hareket ettiğini ve kötü niyetli<br />

olduğunu ispatlamak zorunda değildir 194 . Buna karşılık davalı karalayıcı<br />

ifadenin doğru olduğunu ispatlayabilirse sorumlu tutulamaz 195 . Bu, ifadenin<br />

her detayının doğru olması demek değildir 196 .<br />

Mutlak ispat hakkını savunanlara göre bir kişi doğruyu söylediği<br />

için cezalandırılamaz. Onlara göre, herkesi herkes hakkında iyi sözler<br />

söylemeye mecbur etmek, yalanı ve yalancılığı sosyal bir görev hâline<br />

190<br />

Gertz v. Robert Welch, 418 U.S. 345-348, 1974.<br />

191<br />

“Common Law” davalıya “gerçeklik” dışında, “tarafsız eleştiri” ve “imtiyaz” olmak üzere iki<br />

savunma olanağı daha sunmaktadır. “Tarafsız eleştiri”, ifade özgürlüğünü teminat altına alan<br />

bir savunmadır. Bu savunmaya başvuran davalı, kullandığı ifadelerinin somut olaylara<br />

dayandığını ve halkın ilgisini çektiğini ispatlamak zorundadır. Ancak davacı, davalının<br />

kötüniyetle hareket ettiğini ispatlarsa, “tarafsız eleştiri” savunma aracı olarak kullanılamaz.<br />

Yine, İngiltere’de kamu yararının sağlanması amacıyla bazı davalılara, kullandıkları sözler<br />

nedeniyle “imtiyaz” tanınmaktadır. Örneğin seçilmiş kamu görevlilerine parlamentolarda;<br />

hâkimlere, avukatlara ve tanıklara mahkemelerde söyledikleri sözler nedeniyle dava<br />

açılamaz. Bazı kişilere bu konuda “imtiyaz” tanınması bir zorunluluğun sonucudur. Çünkü<br />

böyle bir savunma aracının yokluğunda karalama davası tehdidi bu insanların özgürce<br />

konuşmalarını engeller ve kamu yararı zarar görür. Bkz. DOCHERTY, Bonnie: a.g.m., s.274-<br />

275. Bu savunma olanakları açısından İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri mukayesesi<br />

için bkz. KEETON, W. Page: “Defamation and Freedom of the Press”, Texas Law Review,<br />

Volume: 54, 1975-1976, s.1241-1249.<br />

192<br />

BRENNAN, David J.: “The Defence of Truth and Defamation Law Reform”, Monash<br />

University Law Review, Volume:20, 1994, s.155; VICK, Douglas W.-MACPHERSON, Linda:<br />

“Anglicizing Defamation Law in the European Union”, Virginia Journal of International Law,<br />

Volume:36, 1995-1996, s.939.<br />

193<br />

NICHOLSON, Marlene Arnold: a.g.m., s.33; VICK, Douglas W.-MACPHERSON,<br />

Linda:a.g.m., s.939.<br />

194<br />

VICK, Douglas W.-MACPHERSON, Linda: a.g.m., s.939.<br />

195<br />

DOCHERTY, Bonnie: a.g.m., s.274.<br />

196<br />

NICHOLSON, Marlene Arnold: a.g.m., s.34.<br />

47


getirmekten, bütün sosyal değerleri iki yüzlülük üzerine kurmaktan başka bir<br />

sonuç doğurmaz. Bu düşünceyi savunanlar ayrıca ispat hakkının hem<br />

hakarete maruz kalan kişi açısından, hem de toplum açısından olumlu<br />

sonuçlar doğurduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, bir kimse hakkında<br />

açıklanması gereken hususların ceza korkusu yüzünden ortaya dökülmemesi<br />

toplum için faydalı olmadığı gibi, bazı durumlarda mağdurun bile isnadın<br />

ispatını istemekte menfaati olabilir 197 . Buna karşılık İspat hakkını kabul<br />

etmeyenler başkalarının kötü hareketlerinin, gerçek olsa bile, ortaya<br />

dökülmemesini toplumun huzur ve mutluluğu için gerekli görürler 198 . İspat<br />

hakkını hiçbir durumda kabul etmeyen ceza kanunlarına örnek olarak 1930<br />

tarihli faşist İtalyan Ceza Kanunu gösterilebilir. Mutlak bir ispat yasağı<br />

öngören bu Kanunun 596. maddesinin gerekçesine göre, ehliyetsiz ve dürüst<br />

olmayan memurları bertaraf etmek her zaman mümkündür. Bu durumu<br />

memurun amirine bildirmek yeterlidir. Bunun yerine hakaret yoluna sapmak<br />

memurun manevî varlığı dışında, onun temsil ettiği otoritenin prestijini de<br />

sarsar 199 .<br />

İspat hakkının tanınmamasının sakıncaları çok açıktır. Böyle bir<br />

yasağın düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü zedeleyeceği, açık<br />

toplum anlayışıyla uyuşmayacağı çok fazla bir açıklama gerektirmez. Yine<br />

böyle bir yasağın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ifadesi ile “toplumun<br />

bekçi köpeği” görevini gören basının bu görevini yerine getirmesine ciddî<br />

oranda engel olacağı da açıktır. Bununla birlikte her durumda gerçeğin<br />

ispatının bir savunma aracı olarak kullanılması da birtakım sakıncaları<br />

beraberinde getirir. Her gerçeğin söylenmesi toplum yararına hizmet<br />

etmeyebilir. Örneğin, bedenî bir eksikliği bulunan bir kimsenin bu durumunun<br />

yazılı ya da sözlü olarak ifade edilmesinde(bir kişiye kör, sağır, topal denmesi<br />

gibi) herhangi bir toplumsal yarar söz konusu değildir. Bu nedenle ispat<br />

hakkına her durumda değil ancak gerçeğin ispatında “kamu yararı” varsa yer<br />

verilmelidir.<br />

197<br />

Bu konuda geniş bilgi için bkz. EREM, Faruk: a.g.e., s.559-560.<br />

198<br />

EREM, Faruk: a.g.e., s.558.<br />

199<br />

EREM, Faruk: a.g.e., s.558-559.<br />

48


Türkiye, Danimarka, Hollanda, Norveç, Avusturya ve Almanya<br />

“ispat hakkı” daha sınırlı durumlar için tanındığı ülkelere örnek gösterilebilir.<br />

Bu ülkelerde ispat hakkı ancak belirli durumlarda tanınmaktadır. Örneğin<br />

Türkiye’de kişinin belli bir suçu işlediğinden bahisle hakarete maruz kalması<br />

durumu dışında 200 ispat hakkının kullanılabilmesi ancak isnat olunan fiilin<br />

doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya<br />

şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır 201 . Danimarka’da ise, hakaret “suç<br />

isnadı” ve “saldırgan ifadeler ya da davranışlar” olmak üzere ikiye<br />

ayrılmaktadır. Birinci kategori için isnadın ispatı cezasızlık sebebi olarak<br />

kabul edilirken ikinci kategori için ispat hakkı tanınmamaktadır. Yine<br />

Hollanda Ceza Kanununun 261. maddesine göre, gerçeğin savunma aracı<br />

olarak kullanılabilmesi için davalı iyi niyetini ve kamu yararını ispatlaması<br />

gerekmektedir. Norveç Ceza Kanununun 249. maddesine göre, gerçek bir<br />

ifade, “saygın olmayan sebeplerle” yapılması hâlinde ya da “başka bir<br />

sebeple yakışıksız bir şekilde yapılması hâlinde” yine de cezalandırılabilir.<br />

Avusturya Ceza kanununun 111. maddesinin son fıkrasına göre, fail iddiasını<br />

ispatlarsa ya da iddiasının gerçek olduğuna inanması için yeterli sebeplere<br />

sahipse cezalandırılmaz. Ancak isnat aile ya da özel hayata ilişkinse ve suç<br />

şikayete bağlı ise, fail bu haktan yararlanamaz(m.112). Yine Alman Ceza<br />

Kanununa(Strafgesetzbuch, StGB) göre, hakaret “doğru olmadığını bildiği bir<br />

hususu isnat” suretiyle işlenebilir(m.187) 202 .<br />

200 Yeni Türk Ceza Kanununa göre, isnadın bir suç vakıasına ilişkin olması hâlinde isnadın<br />

doğruluğunun ispatı cezasızlık sebebi olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle hakaret suçunun<br />

işlendiğinden bahisle açılan davanın görüldüğü mahkeme, yapılan somut vakıa isnadının bir<br />

suç oluşturması durumunda, bu suçun gerçekten işlenmiş olup olmadığının ortaya<br />

çıkarılmasını bekletici sorun kabul ederek, bu nedenle açılmış veya açılacak olan davanın<br />

sonucunu beklemelidir. İsnat konusu suç vakıası dolayısıyla açılan ceza davası sonucunda<br />

bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi<br />

hâlinde; isnat ispatlanmış addedilir. Hakaret edilen kişinin beraat etmesi hâlinde ise, isnat<br />

ispat edilememiş sayılır ve hakaret edilen kişi cezalandırılır. Hakarete uğrayan kişi hakkında,<br />

isnat edilen fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması<br />

hâlinde de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılır. ÖZGENÇ, İzzet: Türk Ceza Kanunu<br />

Gazi Şerhi, Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 859.<br />

201 Türkiye’de ispat hakkı hem 1982 Anayasasında hem de 5237 sayılı Türk Ceza<br />

Kanununda düzenlenmiştir. Bu konu çalışmamızın üçüncü bölümünde geniş olarak<br />

incelendiğinden burada konuya sadece değinmekle yetindik.<br />

202 Alman Ceza Kanununda kişinin onur ve saygınlığına saldırı niteliği taşıyan suçlar;<br />

“beleidigung”(m.185), “üble nachrede”(m.186) ve “verleumdung” (m.187)olmak üzere üçe<br />

ayrılmaktadır. “Beleidigung”, hakaretin yalın hâlidir. Bir kişiye küfretmek buna örnek olarak<br />

verilebilir. “Üble nachrede”, kişinin onur ve saygınlığını zedeleyen ve ispat edilemeyen bir<br />

49


“Gerçeğin ispatı”nın bir savunma aracı olarak kabul edildiği<br />

ülkelerde bu hakkın kullanılmasının çok sıkı kurallara bağlanması ifade<br />

özgürlüğü için tam bir güvence oluşturmasına engel olmaktadır. Özellikle<br />

“gerçeğin ispatı”nın, haber kaynağının ifşa edilmesini istemeyen bir gazeteci<br />

için pratik bir değer taşımayacağı da açıktır 203 .<br />

2. Basın Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kişinin Adı ve Resmi<br />

Kişinin adı da, kişilik hakkının konusuna giren manevî kişisel<br />

değerler içinde yer alır. Yalnızca gerçek anlamdaki ad değil, kişiyi ve ailesini<br />

toplum içinde tanıtmaya yarayan, simgeler, ün, arma, rozet gibi değerler de<br />

kişilik hakkının korunmasından yararlanır 204 . Bu bağlamda kişinin adına<br />

yönelik saldırılar basın özgürlüğünün bir başka sınırını oluşturur. İsme yönelik<br />

saldırılar genellikle haksız bir şekilde başkasının adının kullanılması şeklinde<br />

ortaya çıkmaktadır. Bir yazarın adının başkası tarafından kullanılması buna<br />

örnek olarak verilebilir 205 .<br />

Manevî kişisel değerlerden bir diğeri kişinin resmidir. Resim, kişinin<br />

dış hayata yansıyan ve onu öteki kişilerden ayıran görünümüdür. Kişi bu<br />

görünümüne saygılı olmalarını öteki kişilerden isteme yetkisine sahiptir.<br />

Kişilik hakkından kaynaklanan bu yetkiye dayanarak, kişi resminin<br />

çekilmesini, yapılmasını, basılmasını, yayımlanmasını ve dağıtılmasını<br />

yasaklayabilir 206 .<br />

Kişinin izni olmaksızın resminin çekilmesi, yapılması,<br />

yayımlanması, çoğaltılması, dağıtılması ve sergilenmesi gibi saldırılara karşı<br />

kişi hukuk tarafından korunur. Ancak bir kişi her zaman resminin çekilmesini<br />

olayın üçüncü bir kişiyle irtibatlandırılarak ifşa edilmesidir. “Verleumdung” ise, gerçek<br />

olmayan ve kişinin itibarını zedeleyen(herhangi bir somut olaya dayanmayan) bir iddiada<br />

bulunulmasıdır. Görüldüğü üzere Alman Ceza Kanununun 185. maddesinde düzenlenen hâl<br />

dışında, gerçeğin ispatı kişinin memur olup olmamasına bakılmaksızın cezasızlık nedeni<br />

olarak kabul edilmektedir. Alman Ceza Kanununda devletin, eyaletlerin, anayasal düzenin,<br />

bayrağın ve millî marşın aşağılanması da suç sayılmıştır(m.90/a). Bahsi geçen ülkelerin<br />

ceza kanunlarına (11.09.2005) internet<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

203 DOCHERTY, Bonnie: a.g.m., s.275.<br />

204 ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.412.<br />

205 İsmin korunması için bkz. ÖZTAN, Bilge: Şahsın Hukuku, s.168-172.<br />

206 ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.413.<br />

50


ve yayımlanmasını yasaklayamaz. Yasaklama yoluna başvurabilmesi için<br />

resim çekme veya yayımlama eyleminin, kişinin kişilik hakkını ihlâl edici<br />

nitelikte olması gerekir. Bazı hâllerde resmin çekilmesi ve yayımlanması,<br />

kişinin izni olmasa bile bu nitelikte sayılmaz. Örneğin; basın toplumsal olaylar<br />

hakkında bilgi verirken, kişilerin özel hayatlarına saldırı niteliği taşımadığı<br />

sürece basın ve yayın organlarında kişilerin resimlerinin yayımlanması,<br />

kişilerin katıldıkları geçit törenleri, genel toplantılar ve günlük olaylarda<br />

çekilmiş olan resimlerin yayımlanması, topluma mal olmuş devlet<br />

adamlarının, sanatçıların, sporcuların, bilim adamlarının resimlerinin<br />

çekilmesi ve yayımlanması kişi tarafından yasaklanamaz 207 .<br />

Kişinin adına 208 ve resmine 209 yönelik saldırılar, Avrupa İnsan<br />

Hakları Mahkemesi tarafından “özel hayatın gizliliği hakkı” çerçevesinde<br />

değerlendirilmektedir. Bizce kişinin adına ve resmine yönelik saldırılar, kişinin<br />

sadece ekonomik haklarını ihlâl etmediği müddetçe özel hayatın gizliliği hakkı<br />

içerisinde ele alınmalıdır. Çünkü pratikte özel hayata yönelik saldırılar ağırlıklı<br />

olarak kişinin resmi, görüntüsü ve adı kullanılarak gerçekleşmektedir.<br />

3. Basın Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kişinin Özel Hayatı<br />

Basının en çok ihlâl ettiği kişisel manevî değerlerden bir diğeri,<br />

kişinin özel hayatıdır. Basın özgürlüğü gibi kişinin özel hayatının gizliliği hakkı<br />

da ulusal ve uluslararası hukukla garanti altına alınmıştır. Ancak her iki hak<br />

ve özgürlük niteliği gereği birbiriyle çatışma potansiyeli taşır ve basın<br />

özgürlüğünün kullanımı zaman zaman özel hayatın gizliliği hakkına bir<br />

müdahale olarak değerlendirilebilir 210 . Bu durumda basın özgürlüğü ile özel<br />

hayatın gizliliği hakkı arasında bir dengenin kurulması gerekmektedir. Ancak<br />

çatışan iki hak ve özgürlük arasında bir dengenin kurulabilmesi her iki hak ve<br />

özgürlüğün sınırlarının belirlenmesini zorunlu kılar. Bu nedenle basın<br />

207<br />

ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.415-416.<br />

208<br />

Burghartz v. Switzerland, 16213/90, 22.12.1994, A 280-B, § 24; Stjerna v. Finland,<br />

18131/91, 25.11.1994, A 299-B, § 37.<br />

209<br />

Von Hannover v. Germany, 59320/00, 24.06.2004 , § 50.<br />

210<br />

ÜZELTÜRK, Sultan: 1982 Anayasası ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine Göre Özel<br />

Hayatın Gizliliği Hakkı, 1. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2004, s.118.<br />

51


özgürlüğünün bir sınırı olarak özel hayat hakkını incelemeden önce genel<br />

olarak özel hayatın gizliliği hakkına değinmekte yarar görüyoruz.<br />

a) Genel Olarak Özel Hayatın Gizliliği Hakkı<br />

Kişinin hayat alanı üç kısımdan oluşmaktadır: Kişinin güven<br />

duyduğu kimselerle paylaştığı, öteki tüm kişilerin bilgisinden uzak tuttuğu ve<br />

başkaları tarafından öğrenilmesini istemediği “giz alanı”; kişinin giz alanına<br />

dahil olmayan fakat ailesi, yakınları ve arkadaşları gibi kendisine yakın<br />

kişilerle paylaştığı ve bunun dışındaki kişilere gizli kalmasını istediği “özel<br />

alanı” ve kişilerin başkalarının bilmesinden rahatsız olmadığı “ortak yaşam<br />

alanı” 211 .<br />

Kişinin “giz alanı” ve “özel alanı” gerek uluslararası düzeyde 212 ,<br />

gerekse ulusal düzeyde 213 korunmaktadır. Bu her iki alanın dışarıdan<br />

211 HELVACI, Serap: Türk ve İsviçre Hukuklarında Kişilik Hakkını Koruyucu Davalar (MK<br />

md.24/a fıkra I/ İMK md. 28/a fıkra I), Beta Yayınları, İstanbul, 2001, s.62; ZEVKLİLER,<br />

Aydın- ACABEY, M. Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: a.g.e., s.416-419; ÖZTAN, Bilge: Şahsın<br />

Hukuku, s.133-135.<br />

212 İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 12. maddesine göre, “Kişinin özel hayatına, ailesine,<br />

konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz.<br />

Herkesin, bu tür karışma ve saldırılara karşı kanun tarafından korunma hakkı vardır.” Avrupa<br />

İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesine göre, “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve<br />

haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”<br />

213 Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasasında özel hayatın gizliliği hakkı<br />

düzenlenmemiştir. Ancak Anayasada yer alan diğer hükümlerle özel hayatın gizliliği dolaylı<br />

bir korumaya tâbi tutulmuştur. Anayasanın 1. maddesinde insanın şeref ve haysiyetinin<br />

mukaddes olduğu belirtildikten sonra, 10. maddesinde “haberleşmenin gizliliği”, 13.<br />

maddede “konut dokunulmazlığı” düzenlenmiştir. Yine Alman Ceza Kanununun 201.<br />

paragrafında konuşmaların gizliliğinin ihlâl edilmesi suç sayılmıştır. Bu düzenlemeye göre,<br />

bir kişinin kamuya hitap etmeyen konuşmalarının, hukuka aykırı olarak kaydedilmesi veya<br />

böyle bir kaydın kullanılması veya üçüncü bir kişinin istifadesine sunulması yasaktır. Aynı<br />

Kanunun 202. paragrafında mektupların gizliliği, 203. paragrafında özel sırların ihlâli,<br />

yasaklanmıştır. ÖZTÜRK, Bahri: “Türk Ceza Kanunu Ön Tasarısı ve Hayatın Gizli Alanına ve<br />

Özel Hayata Karşı Suçlar”, Manisa Barosu Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 22, Temmuz 1987, s.36;<br />

ŞEN, Ersan: Devlet ve Kitle İletişim Araçları Karşısında Özel Hayatın Gizliliği ve Korunması,<br />

Kazancı Yayınları, İstanbul, 1996, s.33. İsviçre Federal Anayasasında da özel hayatın<br />

korunmasına dair herhangi bir hüküm yer almamakla birlikte, İsviçre Ceza Kanununun 179.<br />

maddesine 1968 yılında yapılan ilâve ile bu hak tanınmıştır. Buna göre, hukuka aykırı olarak<br />

yazıların gizliliğinin ihlâli, başka kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi yasaktır.<br />

ÖZTÜRK, Bahri: a.g.m., s.39; ŞEN, Ersan: a.g.e., s.37. Fransa’da ise, özel hayatın gizliliği<br />

hakkı hem özel hukuk, hem de kamu hukuku tarafından korunmaktadır. Fransız Medeni<br />

Kanununda ve Fransız Ceza Kanununda 1970 yılında yapılan değişikliklerle, bu hak garanti<br />

altına alınmıştır. ÖZTÜRK, Bahri: a.g.m., s.41; ŞEN, Ersan: a.g.e., s.40-41. İtalya’da 1974<br />

yılında “Özel Hayatın ve Haberleşme Serbestliğinin ve Gizliliğinin Korunması Kanunu” ile<br />

özel hayatın gizliliği hakkı için yeni güvenceler getirilmiştir. ÖZTÜRK, Bahri: a.g.m., s.43;<br />

ŞEN, Ersan: a.g.e., s.46. Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de ise, özel hayatın<br />

52


gelebilecek müdahalelere karşı korunması, “özel hayatın gizliliği hakkı” olarak<br />

isimlendirilmektedir.<br />

Bireyin konutunun gereksiz müdahalelere karşı korunması hukuk<br />

tarafından çok önce garanti altına alındığı hâlde, “özel hayatın gizliliği<br />

hakkı”nın tanınması ancak 20. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu hakkın<br />

tanınmasında ve sınırlarının çizilmesinde, 1890 yılında Amerika’da Harvard<br />

Law Review’de yayımlanan ve Samuel D. Warren-Louis D. Brandeis<br />

tarafından kaleme alınan “The Right to Privacy” isimli makale büyük önem<br />

taşımaktadır 214 . Bu makalede; “yalnız olabilme hakkı” 215 olarak tanımlanan<br />

özel hayatın gizliliği hakkı gerekçe gösterilerek kamu yararına olan<br />

yayınların 216 ve iletişimin yasaklanamayacağı 217 , yapılan yayımın doğru<br />

olmasının ve yayımın kötü niyetle yapılmamasının savunma aracı<br />

olamayacağı, kişisel rızanın dava açma hakkını ortadan kaldıracağı 218 gibi<br />

günümüzde de geçerli temel ilkeler ortaya konulmuştur.<br />

Birçok uluslararası ve ulusal belgede özel hayatın gizliliği hakkı<br />

tanınmakla beraber halen bu özgürlüğün sınırlarının çizilmesinde belirsizlikler<br />

söz konusudur. Doktrinde de “özel hayat” kavramının tanımı konusunda bir<br />

gizliliği hakkı yargı kararlarıyla garanti altına alınmıştır. En yeni Anayasalardan biri olan 1993<br />

tarihli Rus Anayasasının 23. maddesinde de özel hayatın gizliliği hakkı düzenlenmiştir.<br />

(25.05.2005). Türkiye’de, özel<br />

hayatın gizliliğinin korunması hakkı hem 1961, hem de 1982 Anayasasında yer almıştır.<br />

1982 Anayasasının 20. maddesine göre, “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı<br />

gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine<br />

dokunulamaz.” Yine 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununun 134. maddesine göre, “Kişilerin<br />

özel hayatının gizliliğini ihlâl eden kimse, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası<br />

ile cezalandırılır…”. Yine, kişilik hakkı konusuna giren bir değer olarak Türk Medeni<br />

Kanununun ve Türk Borçlar Kanununun çeşitli hükümlerinde, kişinin “giz alanı” ve “özel<br />

alanı” korunmaktadır.<br />

214<br />

OPPENHEIMER, Walter D.: “Television and the Right of Privacy”, Journal of<br />

Broadcasting, Volume:1, 1956-1957, s.194; MILLS, Robert W.: “Radio, Television and the<br />

Right of Privacy”, Journal of Broadcasting, Volume: 13, 1968-1969, No:1, s.52; MCKAIG,<br />

Dianne Louise: “Public İnterest as a Limitation of the Right to Privacy”, Kentucky Law<br />

Journal, Volume:41, 1952-1953, s.126; LUNDSGAARDE, Henry P.: “Privacy: An<br />

Antropological Perspective on the Right to be Let Alone”, Houston Law Review, Volume: 8,<br />

1970-1971, s.861; WORKMAN, Russell D.: “Balancing the Right to Privacy and the First<br />

Amendment”, Houston Law Review, Volume:29, 1992, s.1061; EMERSON, Thomas I.:<br />

a.g.m., s.329.<br />

215<br />

Özel hayatın gizliliği hakkını “yalnız olabilme hakkı” olarak ilk ifade eden hâkim Thomas<br />

M. Cooley’dir. LUNDSGAARDE, Henry P.: a.g.m., s.861.<br />

216<br />

WARREN, Samuel D.- BRANDEIS, Louis D.: “The Right to Privacy”, Harvard Law<br />

Review, Volume: IV, No: 5, 1980, s.214.<br />

217<br />

WARREN, Samuel D.- BRANDEİS, Louis D.: a.g.m., s.217.<br />

218<br />

WARREN, Samuel D.- BRANDEİS, Louis D.: a.g.m., s.218.<br />

53


uzlaşma mevcut değildir 219 . Bunun nedeni özel hayatın gizliliğini düzenleyen<br />

belgelerde ve mahkeme kararlarında bu konunun tanımlanmamasıdır.<br />

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde bu konu düzenlenmiş ancak bir<br />

“özel hayat” tanımı yapılmamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de geniş<br />

bir kavram olan “özel hayat”ı tanımlamaktan kaçınmış ve bunun yerine<br />

kazüistik bir yöntem benimsemiştir 220 .<br />

Bu belirsizliğin hem olumlu, hem de olumsuz yanları vardır. Olumlu<br />

yanı “özel hayatın gizliliği hakkı”nın bu sayede teknolojik ve sosyal<br />

gelişmelere uyarlanabilmesi sonucunu doğurmasıdır. Olumsuz yanı ise, her<br />

davada birçok ayrı kavramın gündeme gelmesi ve ancak görülen davalar<br />

açısından bir değerlendirmenin yapılabilmesidir 221 .<br />

Ancak “özel hayatın gizliliği” kavramı Avrupa Konseyi<br />

Parlamenterler Danışma Meclisinin 1970 tarihli ve 428 sayılı kararında<br />

tanımlanmış ve kapsamı belirlenmiştir. Buna göre, “Özel hayatın gizliliği<br />

hakkı aslında kişinin en az müdahale ile hayatını sürdürmesi hakkını içerir.<br />

Özel, aile ve ev hayatı, fizikî ve moral bütünlük, onur ve saygınlık, kişinin<br />

yanlış tanıtılmasından kaçınılması 222 , ilgisiz ve utandırıcı gerçeklerin<br />

açıklanmaması, özel fotoğrafların izinsiz yayımlanmaması, özel iletişimin<br />

kötüye kullanılmalara karşı korunması, sır olarak verilen veya alınan bilgilerin<br />

açıklanmasının engellenmesi bu kapsam içerisinde yer alır.” 223<br />

219 “Kişinin kendisini ilgilendiren ve diğer kişilerin bilgisinden uzak tutmak istediği hususlar”<br />

OPPENHEIMER, Walter D.: a.g.m., s.194. “Kişinin sadece kendisi için saklı tuttuğu ve<br />

başkalarının bilgisinden uzak kalmasını istediği yaşam görünümleri” ÖZSUNAY, Ergun:<br />

a.g.e., s.127. “Herkes tarafından bilinmeyen, özel araştırma ve bilgi edinmeyle sağlanan,<br />

kişiye ait hususlar” ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.259. “Hangi hususların özel hayata<br />

ait bulunduğunu tespit etmek oldukça zordur. Zaten bu alanın çevresi sahsa göre değişir.”<br />

ATAAY, Aytekin: Şahıslar Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Yenilenmiş Üçüncü Bası, İstanbul<br />

Üniversitesi Yayınları No:2095, İstanbul, 1978, s.132. “Özel hayat” kavramı üzerinde ortak<br />

bir tanıma varılmamakla beraber, bu konudaki tanımların içeriğine bakıldığında “başkalarınca<br />

öğrenilmesi istenilmeyen hususlar”ın ortak bir nokta olarak ele alındığı görülür. ŞEN, Ersan:<br />

a.g.e., s.7.<br />

220 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref- GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz : Avrupa İnsan Hakları Sözlşemesi ve<br />

Uygulaması, 11. Ek Protokola Göre Hazırlanıp Genişletilmiş 5. Bası, Turhan Kitabevi,<br />

Ankara, 2004, s.334.<br />

221 ÜZELTÜRK, Sultan: a.g.e., s.168.<br />

222 Kişinin yanlış tanıtılması, ya da değerlendirmesi İngilizce “false light” kavramıyla ifade<br />

edilmektedir. Bu kavram için bkz. EMERSON, Thomas I.: a.g.m., s.333; ZELEZNY, John D.:<br />

a.g.e., s.175-176.<br />

223 Council of Europe, Parliamentary Assembly, (18th Sitting) Resolution 428 (1970),<br />

(30.05.2005).<br />

54


Özel hayat kavramının tanımının tam olarak yapılamamasına ve<br />

sınırlarının kesin çizgilerle belirlenememesine rağmen, bu hak özgür bir<br />

toplumda yaşamak için doğal karşılanması gereken bir değerdir. Güven<br />

içerisinde, gözlerden uzak istirahat edebilmemiz için hiç kimse izinsiz olarak<br />

evimize, büromuza girmemeli, kişisel eşyalarımıza dokunmamalı ve bizi<br />

utandıracak ya da rahatsız edecek bilgilerimizi araştırıp ortaya<br />

çıkarmamalıdır 224 .<br />

b) Basın Özgürlüğü Karşısında Özel Hayatın Korunması<br />

Özel hayatın gizliliği hakkı, hem devlet-birey ilişkilerini ilgilendiren,<br />

hem de özel ilişkiler çerçevesinde gündeme gelebilecek bir konudur. Bunu<br />

devlet-birey ilişkileri açısından(dikey ilişkiler) ve birey-birey ilişkileri<br />

açısından(yatay ilişkiler) özel hayata yapılan müdahaleler olarak<br />

nitelendirmek mümkündür. Dikey ilişkilerle özel hayatın gizliliğinin ihlâli konut<br />

dokunulmazlığı, sebepsiz arama, izleme, haberleşmeye müdahale, veya<br />

doğum kontrolü, giyim tarzı ve görünüş ve cinsel davranış gibi konularda<br />

devlet tarafından alınan kararlarla ortaya çıkmaktadır. Yatay ilişkilerde ise,<br />

müdahaleler haksız fiil çerçevesinde kendini göstermektedir. Bu bağlamda<br />

basın yoluyla kişinin özel hayatına müdahaleler yatay ilişkiler çerçevesinde<br />

ele alınması gereken bir konudur.<br />

Biz özel hayatın gizliliğine yönelik saldırılarda çalışmamızın<br />

konusunu oluşturan basın yoluyla bu alana müdahaleyi ele alacağız.<br />

Teknolojideki gelişmeler ve kitle iletişim araçlarının ulaştığı son durum, özel<br />

hayatın bu araçlar karşısında korunması sorununu da beraberinde getirmiştir.<br />

Galler Prensesi’nin paparazzilerden kaçarken trajik bir biçimde ölmesi bu<br />

konunun yeniden tartışılmasına sebep olmuştur. Sorun basın özgürlüğü<br />

karşısında özel hayatın korunması sorunudur 225 .<br />

Avrupa Konseyi Parlamenterler Danışma Meclisinin 1998 yılının<br />

Haziran ayında yaptığı toplantıda basın özgürlüğü karşısında özel hayatın<br />

224 WORKMAN, Russell D.: a.g.m., s.1060.<br />

225 ÜZELTÜRK, Sultan: a.g.e., s.223.<br />

55


korunması konusu ele alınmış ve hazırlanan raporda şu hususlara yer<br />

verilmiştir 226 :<br />

- Özel hayatına müdahale edildiği için zarara uğradığını iddia eden<br />

mağdura hukuk davası açma olanağı verilmelidir.<br />

sorumlu olmalıdır.<br />

tanınmalıdır.<br />

- Editör ve gazeteciler, özel hayata müdahale eden yayınlardan<br />

- Yayımlanan yanlış bilgiler için cevap ve düzeltme hakkı<br />

- Sistematik şekilde özel hayatı ihlâl eden yayımlar yapan yayın<br />

grupları için ekonomik cezalar öngörülmelidir.<br />

- Kişileri izleyerek, fotoğraflarını çekmek, filme almak veya<br />

kaydetmek gibi davranışlarla onların özel hayatlarından bekledikleri huzuru<br />

sürdürmelerine engel olmak veya bu şekilde zarar vermek yasaklanmalıdır.<br />

- Paparazzinin ihlâl ettiği veya kayıt için görsel ve işitsel araçlar<br />

kullanıldığı ve aksi hâlde elde edilmesi mümkün olmayan durumlarda<br />

doğrudan fotoğrafçıya veya ilgili kişilere karşı mağdur tarafından özel hukuk<br />

davası açılmasına izin verilmelidir.<br />

- Kişinin özel hayatına ilişkin bilgi veya fotoğraf yayımlanmak üzere<br />

ise, mahkeme kararı ile bu bilgi veya fotoğrafların yayımlanmasına karşı<br />

tedbir alabilme olanağı getirilmelidir.<br />

- Medyanın kendi bünyesinde, kişinin özel hayatının ihlâli veya<br />

düzeltmelerin yayımlanması konusunda şikayetlerin yapılabileceği, kurumları<br />

oluşturması özendirilmelidir.<br />

Basın özgürlüğü karşısında özel hayatın gizliliğinin korunması<br />

sorunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğü”nü düzenleyen 10. maddesi ile “özel hayatın korunması”nı<br />

düzenleyen 8. maddesi arasında bir dengenin kurulmasını gündeme<br />

getirmektedir. Yine, Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasında “düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğü”nün sınırlama sebepleri arasında “başkalarının şöhret ve<br />

haklarının korunması ve gizli haberlerin ifşasına mani olunması”nın yer<br />

226 Council of Europe, Parliamentary Assembly, (24e séance) Résolution 1165 (1998),<br />

(30.05.2005).<br />

56


alması özel hayatın, genel olarak düşünceyi açıklama özgürlüğü karşısında,<br />

özel olarak ise, basın özgürlüğü karşısında korunması gerektiğini ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Sözleşmenin 8. maddesinin basın tarafından “özel hayat”ın ihlâl<br />

edilmesi durumunda nasıl bir koruma sağladığı Strazburg’da yeterli derecede<br />

sorgulanmamıştır. Bu yöndeki birkaç başvuru, iç hukuk yolları tükenmediği<br />

için Mahkeme tarafından ele alınmamıştır 227 . Ancak, AİHM’sinin basın<br />

tarafından “özel hayat”ın ihlâl edilmesine ilişkin yeterli derecede kararının<br />

olmaması, basına “özel hayat”a müdahale edebilmesi konusunda bir ayrıcalık<br />

tanıdığını göstermez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde<br />

düzenlenen “özel hayat hakkı”, sadece kamu otoritelerine karşı değil, diğer<br />

kişi ya da kuruluşlara karşı da bir koruma sağlar. Gerçi Sözleşmenin 34.<br />

maddesinde, başvuruların ancak Sözleşmeyi çiğnediği ileri sürülen devlete<br />

karşı yapılabileceği belirtilmektedir 228 . Ancak devlet dışında kişi ya da<br />

kuruluşlardan kaynaklanan ihlâller, devletin “pozitif yükümlülüğü”nü yerine<br />

getirmemesinin sonucu ise, devlet aleyhine bu ihlâller nedeniyle şikayette<br />

bulunulabilecektir. Nitekim Young, James and Webster v. The United<br />

Kingtom davasında bir özel hukuk tüzel kişisinin eylemine karşı, bu eyleme<br />

İngiliz kanunlarının olanak vermiş olması nedeniyle İngiltere aleyhine yapılan<br />

şikâyet kabul edilmiştir 229 . Mahkemeye göre, “Sözleşme ile üstlenilen bir<br />

taahhüdün yerine getirilmesi, bazı hallerde devlet tarafından pozitif tedbirlerin<br />

alınmasını gerektirir; bu gibi durumlarda devlet pasif bir tutum takınmakla<br />

yetinemez.” 230 O hâlde basın tarafından “özel hayat”a yönelik bir ihlâl söz<br />

konusu olduğunda, kendisine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmeyen<br />

devlet Sözleşmeyi ihlâl etmiş olacaktır.<br />

227 KILKELLY, Ursula: Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları El Kitabı,<br />

No:1, İlk Baskı, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü, Council of Europe, 2001, F-<br />

67075 Strasbourg Cedex, s.12.<br />

228 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref- GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz: a.g.e., s.45.<br />

229 Young, James and Webster v. The United Kingtom, 7601/76-7806/77, 13.08.1981, A 44,<br />

§ 49. Mahkemenin aynı yönde bir başka kararı için bkz. X.Y. v. The Netherlands, 8978/80,<br />

26.03.1985, A 91, § 91.<br />

230 X.Y v. The Netherlands, § 23; Keegan v. Ireland, 16969/90, 26.05.1994, A 290, § 49;<br />

Gaskin v. The United Kingtom, 10454/83, 07.07.1989, A. 160, § 42.<br />

57


Kazüistik yöntemle her somut olayı kendine özgü koşullar içinde<br />

değerlendiren ve belli bir “özel hayat” tanımı vermekten kaçınan Avrupa<br />

İnsan Hakları Mahkemesi, kararlarıyla “özel hayat”a dahil olan konuları<br />

belirlemiştir 231 . Mahkemeye göre, kişinin kimliğine ilişkin bilgiler ve kayıtlar 232 ,<br />

cinsel hayata ilişkin düzenlemeler ve davranışlar 233 , kişinin beden ve ruh<br />

bütünlüğüne ilişkin düzenlemeler 234 , kişiye ait özel yerlerin ve evrakın<br />

aranması ve zaptı 235 , telefon konuşmalarının dinlenmesi ve kaydı posta<br />

gönderilerinin okunması, kişinin adı ve fotoğrafı, nam ve şöhreti, şerefi, hayat<br />

tarzı, kamuya yanlış tanıtılması 236 gibi hususlar özel hayat kapsamında yer<br />

alır 237 .<br />

Diğer tüm haklar gibi, özel hayatın gizliliği hakkı da mutlak ve<br />

sınırsız değildir 238 .Özel hayata ilişkin hususların öğrenilmesinin ve<br />

açıklanmasının esas olarak özel hayatın gizliliği ve korunması hakkına<br />

tecavüz oluşturacağı açıktır. Kural bu olmakla birlikte, kişinin rızası ya da<br />

bazı kişilerin kamu nazarında taşıdıkları önem 239 , o kişilerin özel hayatlarına<br />

ilişkin bazı faaliyetlerinin kamuoyuna açıklanmasını hukuka uygun hâle<br />

getirecektir 240 .<br />

Bu bağlamda özellikle basının, kamuoyunu ilgilendiren konular ve<br />

kişiler hakkında bilgi vermesi üstün nitelikteki bir kamu yararına dayanıyorsa,<br />

verilen bilgi kişinin özel hayat hakkını ihlâl etse bile hukuka uygun<br />

231 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref-GÖLCÜKLÜ A. Feyyaz: a.g.e., s.335.<br />

232 Gaskin v. The United Kingtom, § 37.<br />

233 Dudgeon v. The United Kingtom, 7525/76, 22.10.1981, A 45,§ 40-41; Modinos v. Cyprus,<br />

15070/89, 22.04.1993, A 259, § 20.<br />

234 X.Y v. The Netherlands, § 76.<br />

235 Funke v. France, 10828/84, 25.02.1993, A 256-A,§ 48.<br />

236 Burghartz v. Switzerland, 16213/90, 22.02.1994, A 280-B, § 27; Fayed v. The United<br />

Kingtom, 17101/90, 21.09.1994, A 294-B,§ 61; Niemietz v. Germany, 13710/88, 16.12.1992,<br />

A 251-B, § 29.<br />

237 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref- GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz: a.g.e., s.335.<br />

238 WORKMAN, Russell D.: a.g.m., s.1060.<br />

239 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde düzenlenen “özel hayat”a bir kamu<br />

otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik<br />

ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın veya başkalarının<br />

hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli olan ölçüde ve<br />

yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir. Bu maddeyle Sözleşmenin özel<br />

hayatın sınırlandırılması ile ilgili getirdiği hükümler, madde metninde de belirtildiği gibi kamu<br />

otoritelerinin müdahalesi için söz konusudur. Basının ya da kamu otoriteleri dışındaki kişilerin<br />

özel hayata maddede belirtilen gerekçelerle müdahale etmesi mümkün değildir.<br />

240 ŞEN, Ersan: a.g.e., s.235; DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.207.<br />

58


olacaktır 241 . Burada kamuoyunun devamlı olarak dikkatini çeken kişilerle,<br />

kamuoyunun geçici olarak dikkatini çeken kişiler arasında bir ayrım<br />

yapılmaktadır 242 .<br />

Özel Hayat Hakkı<br />

aa. Kamuoyunun Devamlı Olarak Dikkatini Çeken Kişilerin<br />

Kamuoyunun devamlı olarak dikkatini çeken kişiler toplumdaki<br />

yerleri nedeniyle, faaliyetleri devamlı olarak kamuoyu tarafından merak edilen<br />

ve takip edilen kişilerdir 243 . Kamu için önemli olan ve tanınan kamu<br />

görevlileri, sanatçılar, sporcular gibi ünlü kişiler bu kategori içerisinde yer<br />

alırlar 244 . Kamuoyunun sürekli olarak dikkatini çeken bu kişilerin özel<br />

hayatları kamuoyuna açıldıkları oranda daralır 245 . Bu nedenle görevleri ya da<br />

uğraş alanları nedeniyle kamuya mal olmuş kişiler, özel hayatlarının bir<br />

kısmını kaybederler 246 . Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları<br />

da bu yöndedir. Mahkeme birçok kararında, politikacılar için kabul edilebilir<br />

eleştiri sınırının diğer bireylere göre daha geniş olması gerektiğini ileri<br />

sürmüştür 247 .<br />

Ancak kamuoyunun dikkatini sürekli olarak çeken kişilerin özel<br />

hayatlarına yönelik her müdahale haklı kabul edilmez. Bu müdahalenîn<br />

meşru sayılabilmesi için, saldırıya muhatap olan kişinin özel hayatının gizliliği<br />

hakkına nazaran üstün nitelikte bir kamu yararının bulunması<br />

gerekmektedir 248 . Bu bağlamda, kamuoyunun devamlı olarak dikkatini çeken<br />

bir kişinin eşini aldatması, kumar oynaması veya geç saatlere kadar<br />

eğlenmesi tek başına basın ve yayın organlarının bu olayları kamuya<br />

241<br />

DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.307; ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.263; ŞEN, Ersan:<br />

a.g.e., s.236.<br />

242<br />

Bkz. KILIÇOĞLU, Ahmet: Şeref Haysiyet ve Özel Hayata Basın Yoluyla Saldırılardan<br />

Hukuksal Sorumluluk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No:466, Ankara, 1982,<br />

s.154 vd.<br />

243<br />

KILIÇOĞLU, Ahmet: a.g.e., s.157.<br />

244<br />

ŞEN, Ersan: a.g.e., s.237; KILIÇOĞLU, Ahmet: a.g.e., s.156.<br />

245<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.263; KILIÇOĞLU, Ahmet: a.g.e., s.158.<br />

246<br />

GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref - GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz: a.g.e., s.336.<br />

247<br />

Lingens v. Austria, 9815/82, 08.07.1986, A 103, § 41-42; Feldek v. Slovakia, 29032/95,<br />

12.07.2001, Reports of Judgment and Decisions 2001, § 85.<br />

248<br />

ÖZTAN, Bilge: Şahsın Hukuku, a.g.e., s.136.<br />

59


yansıtması için yeterli değildir. Ayrıca, bu olayların o kişinin iş hayatını<br />

etkileyerek toplumun tümünü ya da bir kısmını ilgilendirir bir nitelik kazanması<br />

gerekmektedir. Örneğin, önemli bir kamu görevlisinin cinsel hayatındaki<br />

faaliyetleri kamu yararını doğrudan ilgilendirmiyorsa, basının bu hususu<br />

topluma yansıtmaması gerekir. Bununla birlikte kişinin kamu görevlisi<br />

olmasının kendisine sağladığı yetkileri suiistimal ederek cinsel hayatına ilişkin<br />

faaliyetlerde bulunmasında, üstün bir kamu yararı söz konusu olacağından,<br />

bu hususun kamuya yansıtılması özel hayat hakkına müdahale olarak<br />

değerlendirilemez 249 .<br />

“Üstün nitelikte bir kamu yararı” ve “özel hayatın gizliliği hakkı”<br />

arasındaki bu çatışma dengeli bir şekilde çözülmelidir 250 . Çünkü kamuoyunun<br />

devamlı olarak dikkatini çeken kişilerin özel hayat alanları diğer kişilere göre<br />

sınırlı olsa da mevcuttur 251 . Basın tarafından yapılan yayımlar, kamuoyunun<br />

sürekli olarak dikkatini çeken kişinin toplum tarafından önemli kabul edilen<br />

yönünü ve kamuyu ilgilendiren özel hayatına ilişkin hususları içermelidir 252 .<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Craxi v. Italy davasında yargı kararıyla<br />

telefonları dinlenen bir politikacının telefon görüşmelerinin basın tarafından<br />

açıklanmasını, devletin yükümlüklerini yerine getirmemesi nedeniyle, özel<br />

hayata müdahale olarak kabul etmiştir. Mahkeme bu kararında, kamuoyunun<br />

devamlı olarak dikkatini çeken politikacının eşi, avukatı ve arkadaşlarıyla<br />

yaptığı çok özel konuşmalarının basın yoluyla yayımlanmasını, devletin özel<br />

hayatın korunması konusunda üzerine düşen pozitif yükümlülükleri yerine<br />

getirmemesi olarak değerlendirmiştir 253 . Mahkeme, özel hayatın basın<br />

karşısında korunmasında, yayınların kamu yararı düşüncesine sağladığı<br />

249 ŞEN, Ersan: a.g.e., s.240-241.<br />

250 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.307.<br />

251 ŞEN, Ersan: a.g.e., s.243.<br />

252 ŞEN, Ersan: a.g.e., s.241.<br />

253 Craxi(No:2) v. Italy, 25337/94, 17.07.2003, § 66. Ülkemizde de benzer olaylar<br />

yaşanmıştır. Bunlardan biri Alaattin Çakıcı’nın bazı kişilerle yaptığı telefon görüşmelerinin<br />

tam metin olarak gazete ve televizyonlarda yayımlanmasıdır. Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesinin bu kararı karşısında telefon konuşmalarının basında yer almasının “özel<br />

hayatın gizliliği” hakkını ihlâl ettiği açıktır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti “özel<br />

hayatın gizliliği hakkı”nı sağlayacak pozitif yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir.<br />

Nitekim yeni Türk Ceza Kanununda kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı<br />

olarak ifşa etmek suç olarak kabul edilmiştir(m.132/2).<br />

60


katkının dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir 254 . Monaco Prensesi’nin<br />

gözlerden uzak bir restoranda arkadaşıyla yemek yerken, at üstündeyken,<br />

çocukları ile vakit geçirirken ve alış veriş yaparken çekilmiş fotoğraflarının<br />

yayımlanması ve Alman Mahkemelerinde istenilen sonucun elde<br />

edilememesi üzerine önüne gelen davada, Mahkeme bu durumu tekrar<br />

vurgulamıştır. Mahkeme, kararında başvurucunun kamuoyu tarafından çok<br />

tanınan bir kişi olmasının tek başına onun özel hayatında genel olarak nasıl<br />

davrandığının ya da nerelerde görüldüğünün kamuoyuna sunulmasını<br />

meşrulaştıramayacağını, ayrıca kamu yararının aranması gerektiğini<br />

belirterek, bu fotoğrafların yayınlanmasını “özel hayat”ın ihlâli olarak<br />

değerlendirmiştir 255 .<br />

Hayat Hakkı<br />

bb. Kamuoyunun Geçici Olarak Dikkatini Çeken Kişilerin Özel<br />

Kamuoyunun geçici olarak dikkatini çeken kişiler belirli bir olay<br />

nedeniyle kamuoyunun geçici bir zaman dilimi içerisinde ilgilendiği kişilerdir.<br />

Başkaları için özel hayata müdahale olarak kabul edilebilecek bazı durumlar<br />

bu kişiler için hem ilgili olayla hem de belirli bir süreyle sınırlı olmak kaydıyla<br />

hukuka uygun olabilecektir 256 .<br />

Kamuoyunun geçici olarak dikkatini çeken kişilere ilişkin yayımlar<br />

her şeyden önce kamuoyunun dikkatini çeken olayla sınırlı olmak zorundadır.<br />

Bu nitelikte olmayan yayımlar kamu yararından yoksun olacağı için özel<br />

hayata müdahale niteliğindedir. Örneğin, bir trafik kazasına sebebiyet veren<br />

şoförün, alkolik olduğu, kazadan önce içki içtiği açıklanabilir. Ancak aynı<br />

kişinin bir kadınla evlilik dışı ilişki kurduğu açıklanamaz. Çünkü bu olay,<br />

açıklanmasında kamu yararı olan olayla bağlılık içinde olmayan ve bu olayı<br />

etkilemeyen bir olaydır 257 .<br />

254 Von Hannover v. Germany, 59320/00, 24.06.2004, § 76.<br />

255 Von Hannover v. Germany,§ 77.<br />

256 KILIÇOĞLU, Ahmet: a.g.e., s.162.<br />

257 KILIÇOĞLU, Ahmet: a.g.e., s.162.<br />

61


Yine kamuoyunun geçici olarak dikkatini çeken kişilere ilişkin<br />

yayımlar süre bakımından da sınırlıdır. Bu tür yayımlar ancak olay<br />

aktüalitesini koruduğu sürece yapılabilir. Olay aktüel olmaktan çıktıktan sonra<br />

bu kişiler yayım konusu olamazlar 258 .<br />

Kitle iletişim araçları tarafından kişilerin “özel hayat”ları genellikle<br />

“paparazzi” ya da “reality show” programlarıyla ihlâl edilmektedir. Bu<br />

bağlamda kullanılan ses ve görüntü kaydedici cihazlarla fütursuzca insanların<br />

özel hayatlarına girilmekte, en mahrem hâlleri ve bilgileri kamuya<br />

sunulmaktadır. Özellikle ülkemizde araştırmacı gazetecilik adı altında,<br />

kamuya mal olmuş kişilerle, sıradan vatandaşlar arasında ayrım<br />

yapılmaksızın özel hayatlar ihlâl edilmekte, suç işlediği iddia edilen kişiler<br />

tahrikçi ajanlar kullanılarak kayda alınmakta ve haklarında henüz bir dava<br />

dahi açılmamış kişiler kamuoyu önünde suçlu olarak ilân edilmektedir.<br />

Kitle iletişim araçlarının kişilerin özel hayatlarına yönelik ihlâlleri,<br />

“özel hayat hakkı”nın hiçe sayılması dışında çok trajik olaylara da sebep<br />

olmaktadır. Büyü bozduğu iddia edilen bir kişinin, tahrikçi ajan kullanılarak bir<br />

kadına sarkıntılık ettiğinin gizli kamerayla tespit edilmesinden sonra, intihar<br />

etmesi; Prenses Diana’nın ve Mısırlı sevgilisi Dodi el- Fayed’in, Fransa’da<br />

paparazzilerden kaçarken geçirdikleri trafik kazasında ölmeleri; son yıllarda<br />

ülkemizde popüler olan kadın programlarından sonra işlenen cinayetler ve<br />

gerçekleşen intiharlar özel hayatın kitle iletişim araçları tarafından ihlâl<br />

edilmesinin ortaya çıkardığı trajik olaylara verilebilecek yüzlerce örnekten<br />

sadece bazılarıdır.<br />

C) Devletin ve Toplumun Korunması<br />

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün bir<br />

başka önemli sınırını “devletin ve toplumun korunması amacı”<br />

oluşturmaktadır. Bu bağlamda özgür düşünce, bir devletin ve toplumun<br />

kendisini koruma hakkı ile bağdaşmıyorsa, onun, kendisinden daha üstün<br />

258 KILIÇOĞLU, Ahmet: a.g.e., s.163.<br />

62


olan bu değerlere boyun eğmesi gerektiği ileri sürülmüştür 259 . Ancak çağdaş<br />

demokrasilerde bu iki değer arasındaki çatışma, değerlerden birisinin ötekine<br />

boyun eğmesi ile değil bu değerlerin birbirleriyle uzlaştırılmasıyla<br />

çözülmektedir.<br />

Şunu belirtmek gerekir ki, “devlet” denilen siyasal organizasyon,<br />

kendi temel yapısını ve varlığını korur. Bu açıdan, her devletin ceza<br />

kanunlarında, devletin temel yapısını ve onun bir unsurunu oluşturan toplumu<br />

korumayı amaçlayan normatif düzenlemeler mevcuttur 260 . Devletin ve<br />

toplumun korunmasına yönelik ağır müeyyideler içeren bu normatif<br />

düzenlemeler, hem önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedirler, hem de kişi<br />

hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması yönünden kaypak, belirsiz ve siyasal<br />

etkilere açık bir nitelik taşımaktadırlar 261 .<br />

Elbette, ister kendi içinde amaç, isterse diğer değerlerin aracı<br />

olarak görülsün, düşünceyi açıklama özgürlüğü bir toplumda korunması<br />

gereken tek değer değildir 262 . Devletin ve toplumun korunması da düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğü ve basın özgürlüğü kadar önemlidir. Düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünün ve onun özel bir türünü oluşturan basın özgürlüğünün, devletin<br />

ve toplumun korunması gibi başka değerlerle çatışması durumunda, bu<br />

değerlerden herhangi birisini diğerini feda etmek yerine, bunlar arasında bir<br />

uzlaşmanın sağlanması gerekmektedir. Ancak sorunun, siyasal sistem,<br />

siyasal tutum ve tercihlerle ilgili oluşu özgürlük ve korunan bu değerler<br />

arasında bir denge kurulmasını ve uzlaşma sağlanmasını<br />

zorlaştırmaktadır 263 . Bu nedenle çatışan değerler arasında bir denge<br />

kurulurken siyasal tutum ve tercihler bir kenara itilmeli, hak ve özgürlüklerin<br />

kullanıldıkları ortam ve koşullar göz önüne alınmalıdır 264 . Bunu da en iyi<br />

şekilde yerine getirecek olan mahkemelerdir. Bu bağlamda Avrupa İnsan<br />

Hakları Mahkemesinin ve Amerika Yüksek Mahkemesinin geliştirdiği bazı<br />

259<br />

SCHAUER, Frederick: a.g.e., s.257.<br />

260<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.406; ÇEÇEN, Anıl: a.g.e., s.102.<br />

261<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.407.<br />

262<br />

ARSLAN, Zühtü: a.g.e., s.29.<br />

263<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.407-408.<br />

264<br />

KABOĞLU, İbrahim Ö.: a.g.e., s.88.<br />

63


kriterler hem kanun koyucular hem de ulusal mahkemeler için yol gösterici<br />

niteliktedirler.<br />

1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Konuya Yaklaşımı<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde “düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğü” için öngörülen “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” ve<br />

“ahlâkın korunması” dışındaki sınırlama sebepleri bu kategori içerisinde<br />

değerlendirilebilir. Bu sebepler; ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu<br />

güvenliğinin korunması, nizamın sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi,<br />

gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargı gücünün otorite ve<br />

tarafsızlığının sağlanması ve sağlığın korunmasıdır.<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirtilen bu sınırlama<br />

sebepleri oldukça soyut niteliktedir. Kullanılan kavram ve ifadelerin<br />

içeriklerinin kolay tespit edilememesi, sınırlamaları kolayca istisna olmaktan<br />

çıkarıp kural hâline dönüştürülebilmesi tehlikesini ortaya çıkarmaktadır.<br />

Sözleşme hukukuna göre, üye devletlerin sınırlama sebeplerinin tespitinde<br />

olduğu gibi, içeriklerinin tespitinde de taktir yetkilerinin olması bu duruma<br />

çanak tutmaktadır. Sözleşmenin 56. maddesinin dördüncü fıkrasına göre, “Bu<br />

Sözleşmenin hükümleri sözü geçen ülkelerde yerel şartlar dikkate alınarak<br />

uygulanır.” Ancak bu yetki tüm sınırlama sebepleri için eşit genişlikte olmayıp<br />

her somut olayda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından<br />

denetlenmektedir 265 . Mahkeme bu denetimi yaparken düşünce özgürlüğü ve<br />

düşünce özgürlüğü kapsamında kabul ettiği basın özgürlüğü için istikrarlı bir<br />

biçimde kullandığı çeşitli ilkeler geliştirmiştir:<br />

a) Alenîyet Kazanan Bir Bilginin Yayımının Yasaklanamaması<br />

Maddede belirtilen sınırlama sebeplerinden hareket edilmesi, tek<br />

başına sınırlamanın Sözleşmeye uygun olduğunu göstermez. Sınırlamanın<br />

265 Geniş bilgi için bkz.ROBERTSON, A.H.- MERRILLS, J.G.:Human Rights in Europe a<br />

Study of the European Convention on Human Rights, Third Edition, Manchester University<br />

Press, 1993, s.151 vd.<br />

64


Sözleşmeye uygun olabilmesi için, maddede belirtilen amaçlara hizmet<br />

etmesi, “demokratik bir toplumda gerekli olması” ve “sosyal ihtiyaç baskısı<br />

oluşturması” gerekmektedir.<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Mahkeme<br />

uygulamalarında 266 ulusal güvenlik gerekçesiyle basın özgürlüğünün<br />

sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Ancak ulusal güvenliği tehdit eden bir<br />

düşünce açıklamasının Sözleşmenin koruması dışında kalabilmesi için söz<br />

konusu sınırlamanın aynı zamanda demokratik bir toplumda gerekli olması<br />

ve sosyal ihtiyaç baskısı oluşturması gerekmektedir. Bu bağlamda Avrupa<br />

İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal güvenliğe aykırı olan fakat halihazırda elde<br />

edilebilen ya da büyük oranda dağıtılan (alenîyet kazanan) bir bilgiyi içeren<br />

yayınların toplatılmasını, hem “demokratik bir toplumda gerekli olma”<br />

özelliğini taşımadığı, hem de “sosyal ihtiyaç baskısı” oluşturmadığı<br />

gerekçesiyle Sözleşmeye aykırı bulmuştur 267 .Bu karardan da anlaşılacağı<br />

gibi, Mahkeme alenîyet kazanan bir bilginin yayımlanmasının yasaklanmasını<br />

Sözleşmeye aykırı bulmaktadır.<br />

Ancak hangi hâllerde bir bilgi alenîyet kazanır? Mahkeme bu<br />

soruya, halihazırda elde edilebilen ya da büyük oranda dağıtılan bir bilginin<br />

alenîyet kazandığını belirterek cevap vermektedir 268 . Bu yaklaşımını birçok<br />

kararında istikrarlı bir şekilde sürdüren Mahkeme, Vereniging Weekblad Bluf!<br />

v. The Netherlands davasında, Gizli Servisin faaliyetlerini yayımlayan bir<br />

derginin 2.500 kopyasının Amsterdam caddelerinde dağıtılmasından sonra<br />

toplatılmasını, söz konusu bilginin alenîyet kazandığı gerekçesiyle<br />

Sözleşmenin ihlâli olarak kabul etmiştir 269 .<br />

266 Mahkeme Hadjianastassiou v. Greece davasında, gizli olarak tasnif edilen bilgilerin ya da<br />

belgelerin çok fazla öneme sahip olmasalar dahi ifşa edilemeyeceğini belirtmiştir. Bkz.<br />

Hadjianastassiou v. Yunanistan, 12945/87, 16.12.1992,A 252, § 44-47.<br />

267 Söz konusu davada Mahkeme, İngiliz Gizli Servisinin hukuka aykırı davranışlarda<br />

bulunduğunu iddia eden eski bir gizli servis ajanının anılarının yer aldığı kitabının, Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde yayımlanmasından ve İngiltere’de de elden ele dolaşmasından sonra,<br />

ulusal güvenlik gerekçesiyle yasaklanmasını, ulusal güvenliğe ilişkin olarak gizliliğin artık söz<br />

konusu olmadığı dolayısıyla müdahalenîn demokratik bir toplumda gerekli olmadığı<br />

gerekçesiyle Sözleşmeye aykırı bulmuştur. Observer and Guardian v. The United Kingtom,<br />

13585/88, 26.11.1991, A 216, , § 66-70.<br />

268 Bkz. Observer and Guardian v. The United Kingtom, § 66-70.<br />

269 Vereniging Weekbland Bluf! v. The Netherlands, 16616/90, 09.02.1995, A 306-A, § 43.<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son kararlarında da bu yaklaşımını sürdürmüştür.<br />

Mahkeme, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’ın doktoru Gubler’in, Mitterand’ın hastalığına<br />

65


Dikkate Alınması<br />

b) Yayının İçeriğinin Oluşturduğu Potansiyel Tehlikenin<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi basın özgürlüğü açısından 10.<br />

maddede sayılan sınırlama sebeplerine uygun hareket edilip edilmediğini<br />

tespit ederken, yayının içeriğinin oluşturduğu potansiyel tehlikenin boyutlarını<br />

dikkate almaktadır. Bir düşüncenin ya da yayının salt içerik olarak ulusal<br />

güvenliği, toprak bütünlüğünü ya da kamu nizamını ve kamu emniyetini tehdit<br />

etmesi, o düşüncenin ya da yayının sınırlanmasını, yasaklanmasını haklı<br />

göstermez. Aynı zamanda söz konusu düşüncenin ya da yayının oluşturduğu<br />

potansiyel tehlike de önemlidir.<br />

Düşüncenin ya da yayının oluşturduğu potansiyel tehlike<br />

belirlenirken, her şeyden önce onun nasıl bir topluluğa hitap ettiği önem arz<br />

eder. İdam edilen bir kişi için düzenlenen anma törenine katılamayan bir<br />

gazetecinin gönderdiği mesajın törende okunması nedeniyle, mesajı<br />

gönderen gazetecinin “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü<br />

aleyhine bölücü propaganda yapmak” suçundan dolayı mahkûm edilmesini<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sayısı sınırlı bir katılımcı grubuna<br />

okunmuş bir mesajın ulusal güvenlik, kamu nizamı, kamu emniyeti ve toprak<br />

bütünlüğü için oluşturduğu potansiyel tehlikenin oldukça sınırlı olması<br />

nedeniyle Sözleşmenin ihlâli olarak görmüştür 270 .<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir başka kararında ise, kışlada<br />

“atmosferin gergin olduğu bir dönemde” mecburi hizmetini yapmakta olan<br />

kişilerin askerî disiplini zayıflatan bir derginin yayımlanmasına ve dağıtımına<br />

katılmaları nedeniyle askerî mahkeme tarafından cezalandırılmalarını<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğünün ihlâli olarak değerlendirmemiştir 271 .<br />

Atmosferin gergin olduğu bir dönemde söz konusu sınırlamayı Sözleşmeye<br />

ilişkin anılarını yazdığı “Büyük Sır” isimli kitabına Mitterand’ın hemen ölümünden sonra<br />

konulan yasağı Sözleşmeye aykırı bulmazken; yasağın kitabın kırk bin sattıktan ve bu<br />

konuda kitle iletişim araçlarında yorumlar yapıldıktan sonra da devam etmesini ise, artık<br />

“sosyal ihtiyaç baskısı” kalmadığı gerekçesiyle Sözleşmenin ihlâli olarak kabul etmiştir. Bkz.<br />

Case of Éditions Plon v. France, 58148/00, Reports of Judgements, 18.05.2004,§ 53.<br />

270 Gerger v. Turkey, 24919/94, 08.07.1999, § 50.<br />

271 Engel and Others v. The Netherlands, 5100/71- 5101/71- 5102/71- 5354/72- 5370/72,<br />

08.06.2976, A 22, § 101.<br />

66


aykırı bulmayan Mahkeme, aynı şartların geçerli olmadığı bir başka olayda,<br />

tam tersi bir tutum takınarak askerî kışlada askerî bir gazetenin dağıtımının<br />

yasaklanmasını, düşünceyi açıklama özgürlüğünün ihlâli olarak kabul<br />

etmiştir 272 . Birbiri ile çelişik gibi görünen bu iki karar Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesinin her olayı, taşıdığı potansiyel tehlike dikkate alınarak kendi<br />

şartları içerisinde değerlendirdiğini açıkça ortaya koymaktadır.<br />

c) Şiddet Çağrısı İçeren Düşüncelerin Yasaklanabilmesi<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşmede yer alan ulusal<br />

güvenlik, kamu nizamı, kamu emniyeti ve toprak bütünlüğü gibi belirsiz her<br />

yöne çekilebilecek ifadelerden hareket edilerek yapılan müdahaleleri<br />

denetlerken aradığı bir diğer kriter, beyanın ya da yayının içeriğinin “şiddete,<br />

silâhlı mücadeleye veya isyana teşvik” niteliğinde olup olmadığıdır. Birçok<br />

kararında bu durumu vurgulayan Mahkemeye göre, ifadeler rahatsız edici,<br />

şok edici ve abartılı olabilir 273 ; hatta saldırgan ifadeler kullanılabilir 274 ve<br />

fikirler düşmanca bir üslupla ele alınabilir 275 ; yeter ki beyan ya da yayın<br />

şiddeti, silâhlı ayaklanmayı ve isyanı teşvik etmesin 276 .<br />

2. Amerika Yüksek Mahkemesinin Konuya Yaklaşımı ve “Açık<br />

ve Mevcut Tehlike” Kriteri<br />

Amerika’da basın özgürlüğü, basının gerek Bağımsızlık Savaşının<br />

başlamasının nedenlerinden birisi olması 277 , gerekse Bağımsızlık Savaşı<br />

272<br />

Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs and Gubi v. Austria, 15153/89,<br />

19.12.1994, A 302, § 35.<br />

273<br />

Thoma v. Lüxembourg, 38432/97, 29.03.2001, Reports of Judgement and Decisions, §<br />

44.<br />

274<br />

Sener v. Turkey, 26680/95, 18.07.2000, § 45.<br />

275<br />

Polat v. Turkey, 23500/94, 08.07.1999, § 47.<br />

276<br />

Gerger v. Turkey, § 48; Sener v. Turkey, § 45; Polat v. Turkey, § 45; Sürek v.<br />

Turkey(No:1), § 61; Sürek v. Turkey(No:3), § 37.<br />

277<br />

1755 yılında, Benjamin Franklin’in Pennsylvania Gazette’te yayımladığı “Birleşin, yahut<br />

ölün” lejandını taşıyan bir karikatür, İngiliz sömürge yönetimine karşı ilk isyan sesi olmuştur.<br />

ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.58-59. Yine 1765 yılında gazetelere konulan damga resmine<br />

gazeteciler büyük tepki göstermişlerdir. Bu tepki o kadar büyümüş ve yaygınlaşmıştı ki İngiliz<br />

yönetimi 1767 yılında bu resmi kaldırmak zorunda kalmıştır. Ancak bu tepkinin olumlu sonuç<br />

verdiğini görmüş olan Amerikalılar diğer tüketim maddeleri üzerine konmuş olan vergilere de<br />

67


esnasında tutunduğu tavır 278 nedeniyle, diğer ülkelere göre daha fazla<br />

önemsenen hatta kutsallaştırılan bir özgürlüktür. Amerika’da ilk olarak<br />

Virginia Devleti’nce kabul edilen 1776 tarihli “Virginia İnsan Hakları<br />

Bildirisi”nin 12. maddesinde basın özgürlüğüne değinilmiş ve bu özgürlüğün,<br />

özgürlüğü savunan en kuvvetli araçlardan biri olduğu ve ancak baskıcı<br />

yönetimlerce kısıtlanabileceği belirtilmiştir 279 .<br />

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, 1787 tarihli Anayasaya 1791<br />

yılında eklenen ve “Haklar Bildirgesi” (The Bill Of Rights) olarak bilinen on<br />

değişiklikten biri olan, Birinci Değişiklik(The First Amendment) ile, düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünün tüm şekilleri garanti altına alınmıştır. Aynı zamanda<br />

din ve vicdan özgürlüğünü, toplanma özgürlüğünü ve dilekçe hakkını da<br />

garanti altına alan bu hükme göre, “...Kongre basın özgürlüğünü kısıtlayacak<br />

kanun yapamaz.” 280<br />

Ancak bu hüküm, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte tüm dünya basını<br />

gibi Amerikan basınının da sansür kanunları ile karşı karşıya kalmasına<br />

engel olamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde girilen bu yeni dönemde;<br />

grevcilere, anarşistlere ve komünistlere karşı katı bir tutum takınılmaya<br />

başlanılmış, hoşgörü ışığının yerini sansür ve karanlık almıştır 281 . Bu amaçla<br />

Kongre, 1917 yılında Espionage Act (Casusluk Kanunu) kanununu 282 kabul<br />

ederek mahkemeleri, konuşma ve basın özgürlüğünün sınırlarını belirlemeye<br />

davet etmiştir 283 . 1917 ve 1918 yıllarında Espionage Act (Casusluk Kanunu)<br />

ihlâl edildiği gerekçesi ile 2000’den fazla dava açılmış ve bu davaların<br />

itiraz etmişler ve 1775 yılında silâhlı direnişe geçmişlerdir. İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s.102-<br />

103.<br />

278<br />

Amerikan Bağımsızlık Savaşında Amerikan gazetelerinin çoğu bağımsızlık hareketini<br />

destekleyerek önemli bir görev yerine getirmişlerdir. ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.59.<br />

279<br />

AKAD, Mehmet- DİNÇKOL(VURAL), Bihterin: Genel Kamu Hukuku, Der Yayınları,<br />

İstanbul, 2000, s.163-164.<br />

280<br />

ZELEZNY, John D.: a.g.e., s.35. Amerika Birleşik Devletleri’nde söz ve ifade özgürlükler<br />

için bkz. GÖZE, Ayferi: Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Genişletilmiş 7. Baskı, İstanbul,<br />

Beta Yayınları, 1995, s. 493-520.<br />

281<br />

TRAGER, Robert- DİCKERSON, Dona L.: Freedom of Expression in the 21 st Century,<br />

Pine Forge Press , California, 1999, s. 59-60.<br />

282<br />

Bu yasaya göre, bir kimse Amerika Birleşik Devletleri savaştayken, askerî kuvvetlerin<br />

itaatsizlikte bulunmalarına, ihanet etmelerine, ayaklanmalarına ve görevi reddetmelerine<br />

kasten sebep olursa ya da kasten asker toplamasına engel olursa 10.000$ para cezası ile ya<br />

da 20 yıla kadar hapis cezası ile ya da her ikisi ile birlikte cezalandırılabilmekteydi. Geniş<br />

bilgi için bkz. CARROLL, Thomas F.: “Freedom of Speech and of the Press in War Time the<br />

Espionage Act”, Michigan Law Review, Volume: XVII, No:8, 1919, s.641.<br />

283<br />

GİRİTLİ İNCEOĞLU, Yasemin: a.g.e., s.14.<br />

68


yaklaşık 900 tanesi mahkûmiyetle sonuçlanmıştır 284 . Bu mahkûmiyetlerin<br />

büyük bir kısmı Yüksek Mahkemeye götürülmüş ve böylece düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün sınırları çizilmiştir.<br />

Bu davalardan biri olan Schenck v. United States davası 285 basın<br />

özgürlüğü açısından çok önemlidir. Çünkü “Devletin ve toplumun korunması”<br />

amacıyla düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün<br />

sınırlandırılması için sıkça başvurulan “açık ve mevcut tehlike” kriteri ilk<br />

olarak bu davada kullanılmıştır. Bu kritere göre, düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğü ile ilgili davalarda bakılması gereken şey, dava konusu olan<br />

sözcüklerin açık ve mevcut bir tehlike oluşturacak şekilde kullanılıp<br />

kullanılmadıklarıdır 286 . Eğer kullanılan sözcükler açık ve mevcut bir tehlike<br />

oluşturuyorsa, düşünceyi açıklama özgürlüğü sınırlandırılabilecektir.<br />

Yüksek Mahkeme düşünceyi açıklama özgürlüğünün keyfi şekilde<br />

sınırlandırılmasını önlemek amacıyla “tehlike” kavramını nitelendirmiştir.<br />

Buna göre, tehlike her şeyden önce “açık” ve “mevcut” olmalıdır. Açıklık,<br />

şüpheye yer bırakmayacak şekilde tehlikenin ortada olmasıdır. Tehlikenin<br />

mevcut olması ise, kullanılan sözcüklerin zarar yaratma olasılığının kesine<br />

yakın olmasını ifade etmektedir 287 . Bu kriteri ilk olarak Schenck v. United<br />

States davasında kullanan Hâkim Oliver Wendell Holmes, tehlikenin açık ve<br />

mevcut olması durumunu, bir kişinin dolu bir tiyatro salonunda yalan yere<br />

“yangın var” diye bağırması ve paniğe neden olması örneği ile açıklamıştır 288 .<br />

284<br />

ZELEZNY, John D.: a.g.e., s.74.<br />

285<br />

Schenck v. United States davası, 25 Haziran 1917 tarihli Espionage Kanununa aykırı<br />

olarak ABD ordusu ve donanmasına itaatsizlik yaratmak ve ABD Almanya ile savaş<br />

hâlindeyken ABD ordusuna asker alımını sekteye uğratmayı amaçlayan 18 Mayıs 1917<br />

tarihli yasayla askere alınan ve çağrılan personelin itaatsizliğine sebep olduğu ileri sürülen<br />

bir takım broşürleri sanıkların bilerek dağıtmalarını konu edinmektedir. Espionage Kanununa<br />

muhalefetten suçlu bulunan davalılar, Kongrenin ifade ve basın özgürlüğünü engelleyen<br />

nitelikte düzenlemeler yapma yetkisini kısıtlayan Amerika Birleşik Devletleri Anayasasında<br />

yapılan Birinci Değişikliği ileri sürmüşlerdir. Yüksek Mahkeme davalıların bu iddialarını haklı<br />

bulmayarak kararı onaylamıştır. Schenck v. United States , 249 U.S. 47, 1919.<br />

286<br />

Schenck v. United States, 249 U.S. 47, 1919.<br />

287<br />

ARSLAN, Zühtü: a.g.e., s.30.<br />

288<br />

Schenck v. United States, 249 U.S. 47,1919. Ayferi GÖZE, açık ve mevcut tehlike<br />

kriterinin unsurlarını kısaca şu şekilde sıralamaktadır: 1) İçeriği ve şekli ile söz ve ifade bir<br />

tehlike yaratmış olmalıdır. Yakın bir illiyet bağlantısı, zaman olarak yakınlık unsurunun<br />

bulunmasıdır. 2) Devletin önlemekte haklı ve yetkili olduğu ciddî ve önemli zarar yaratan bir<br />

tehlikenin bulunması. 3) Başvurulan kısıtlayıcı önlem kaçınılmaz ve başvurulabilecek tek<br />

önlem olmalıdır. Geniş bilgi için bkz. GÖZE, Ayferi: a.g.e., s.512 vd.<br />

69


Bu davada verilen karardan da anlaşılacağı gibi, Birinci Değişiklik<br />

hükmünün lafzından hareket ederek düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve<br />

onun özel bir türünü oluşturan basın özgürlüğünün sınırsız olduğunu ileri<br />

süren yaklaşım, Yüksek Mahkeme tarafından reddedilmiştir. Bu mutlakçı<br />

yaklaşımı kabul etmeyen Yüksek Mahkeme düşünceyi açıklama ve basın<br />

özgürlüğüne yönelik sınırlamaları değerlendirirken çeşitli kriterler<br />

geliştirmiştir. Bu kriterlerden en önemlisi olan “açık ve mevcut tehlike” (clear<br />

and present danger) kriteri, Amerika Birleşik Devletleri’nin sınırlarını aşmış ve<br />

Türkiye dahil birçok ülkede özellikle yüksek yargı organlarınca kullanılmaya<br />

başlanmıştır 289 .<br />

Düşünce özgürlüğü taraftarlarının bazılarının kutsal bir değer gibi<br />

sahip çıktıkları “açık ve mevcut tehlike” kriterinin, aslında zannedildiği kadar<br />

güçlü bir koruma sağlamadığını, istendiğinde özgürlükleri sınırlandırmak için<br />

de kullanılabileceğini Amerika Yüksek Mahkemesinin 1950 ile 1960 yılları<br />

arasında verdiği kararlar açıkça ortaya koymaktadır. İkinci Dünya Savaşının<br />

sonundan 1960’lı yıllara kadar devam eden ve daha sonraları “McCarthyizm”<br />

olarak adlandırılan komünist düşmanlığının hâkim olduğu dönemde Yüksek<br />

Mahkeme, anti-komünist uygulamaları bu kriteri esas alarak desteklemiştir 290 .<br />

Ancak Yüksek Mahkeme komümist kovuşturmalara ilişkin tavrını<br />

1957 tarihli Yates v. United States davasıyla değiştirmeye başlamış ve<br />

“konuşma” ve “eylem” arasında net bir ayrım yaparak “açık ve mevcut<br />

289 ARSLAN, Zühtü: a.g.e., s.29. Anayasa Mahkemesi, Sosyalist Birlik Partisi’ni, “açık ve<br />

mevcut tehlike” kriterini esas alarak kapatmıştır. E. 1993/4, K. 1995/1, KT. 19.07.1995,<br />

AMKD, Sayı: 33, Cilt: 2, s.635.<br />

290 Komünist Partinin liderleri olan başvuru sahipleri Smith Yasasının “...Birleşik Devletlerdeki<br />

herhangi bir hükûmeti zor ve şiddet yoluyla devirmeyi ya da ortadan kaldırmayı destekleyen,<br />

tahrik eden, telkin eden ya da bunu bir görev, ihtiyaç, arzu edilen ya da doğru bir şey olarak<br />

öğreten herhangi bir yazılı ya da basılı matbuatı basmak, yayımlamak, redaksiyonunu<br />

yapmak, piyasaya sürmek, dağıtmak, satmak veya alenen göstermek; Birleşik Devletlerde<br />

herhangi bir hükûmeti zor ya da şiddet yoluyla devirmeyi ya da ortadan kaldırmayı öğreten,<br />

savunan ya da teşvik eden herhangi bir dernek, grup ya da topluluk oluşturmak; ya da böyle<br />

bir dernek, grup ya da topluluğa bunların amaçlarını bilerek üye olmak ya da üye<br />

kaydetmek....” hükmünü içeren 2. ve 3. maddelerini ihlâl etmekten mahkûm olmuşlardır.<br />

Yüksek Mahkeme bu mahkûmiyetleri, başvuru sahiplerinin, Birleşik Devletleri Hükûmetini<br />

şartlar elverir elvermez devirmeyi amaçladıklarını, hükûmetin zor ve şiddet yoluyla devrilmesi<br />

öğretisinin savunulmasının ise, “açık ve mevcut bir tehlike” yarattığını ileri sürerek<br />

onaylamıştır. Bkz. Dennıs v. United States, 341 U.S. 494, 1951.<br />

70


tehlike” kriterine yeni bir boyut kazandırmıştır 291 . Mahkemeye göre, Smith<br />

Kanununun yasakladığı, bir fiilden bağımsız olarak soyut ilkelerin<br />

propagandası değil, hükûmetin güç kullanılarak yıkılması için somut bir<br />

eylemin propagandasıdır 292 . Bu davada gösterdiği özgürlükçü yaklaşımını<br />

daha sonraki davalarda da gösteren Yüksek Mahkeme 1969 tarihli<br />

Brandenburg v. Ohio davası 293 ile “açık ve mevcut tehlike” kriterini düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünü daha iyi koruyacak şekilde yeniden tanımlamıştır.<br />

Yüksek Mahkeme bu davada, yasadışı bir eylemi doğrudan tahrik eden veya<br />

halkın emniyeti için derhal ve hemen bir tehdit yaratan ifadelerin, ancak<br />

toplum için açık ve mevcut bir tehlike yaratacağına karar vermiştir 294 .<br />

Brandenburg v. Ohio davasından sonra Yüksek Mahkeme “açık ve<br />

mevcut tehlike” kriterini özgürlükçü bir yaklaşımla yorumlamasına rağmen, bu<br />

kriter özellikle baskı dönemlerinde düşünceyi açıklama özgürlüğü için tehlikeli<br />

olma potansiyeline sahiptir 295 . Kriterin soyut ve belirsiz niteliği, baskı<br />

dönemlerinde muhalif düşüncelerin susturulmasını kolaylaştırıcı ve<br />

haklılaştırıcı bir işlev görmesine yol açabilmektedir 296 . Ancak yine de bu<br />

kriter, Amerika sınırlarını aşmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil 297<br />

birçok ülkenin yargı sisteminde kullanılan bir kriter hâline gelmiştir 298 .<br />

C) Ahlâkın Korunması ve Müstehcenlik<br />

Arapça kökenli olan “ahlâk” kavramı, bir toplum içinde kişilerin<br />

benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kurallar<br />

291<br />

ARSLAN, Zühtü: “İfade Özgürlüğünün Sınırlarını Yeniden Düşünmek: ‘Açık ve Mevcut<br />

Tehlike’nin Tehlikeleri”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24, Ankara, 2001, s.20.<br />

292<br />

Yates v. United States, 354 U.S. 298, 1957.<br />

293<br />

Bu davada, Ku Klux Klan liderinin bir gösteri sırasında zencilerin Afrika’ya, Yahudilerin de<br />

İsrail’e gönderilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu konuşması üzerine mahkûm olan Ku Klux<br />

Klan liderinin mahkûmiyetini Yüksek Mahkeme Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.<br />

Konuşma metninin tamamı ve kararın gerekçesi için bkz. Brandenburg v. Ohio, 395 U.S.444,<br />

1969.<br />

294<br />

Brandenburg v. Ohio, 395 U.S. 444, 1969.<br />

295<br />

HAKYEMEZ, Yusuf Şevki: Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası, Seçkin<br />

Yayınları, Ankara, 2000, s.76.<br />

296<br />

ARSLAN, Zühtü: a.g.m., s.20.<br />

297<br />

Örnek olarak bkz. Gerger v. Turkey, Hâkim Bonello’nun çoğunluk görüşüne katılan ayrı<br />

gerekçesi.<br />

298 ARSLAN, Zühtü: a.g.m., s.20.<br />

71


olarak tanımlanmaktadır 299 . Ahlâkın korunmasının düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünün sınırını oluşturması çeşitli sorunları da beraberinde<br />

getirmektedir. Her şeyden önce, yukarıdaki tanım esas alındığında düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda,<br />

siyasal iktidarın eline sınırsız bir olanak verilmiş olur 300 . Çünkü bir toplumda<br />

yerleşmiş değer yargılarına göre hoş karşılanmayan tüm düşünce<br />

açıklamaları ahlâka aykırı olarak kabul edilebilir. Ayrıca “ahlâk” ülkelere,<br />

zamana, hatta bir ülkenin farklı bölgelerine göre değişebilen bir kavramdır.<br />

Bu nedenledir ki, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse Amerika<br />

Yüksek Mahkemesi ahlâkın korunması amacıyla düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğüne ve basın özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalarda bizim de<br />

benimsediğimiz “müstehcenlik” kavramını esas almaktadırlar.<br />

Arapça “yamuk, yanlış” anlamına gelen “hecin” kelimesinden<br />

türetilen “müstehcen” sözcüğünün 301 sözlük anlamı,”açık saçık, edebe aykırı,<br />

yakışıksız”dır 302 . Ancak müstehcenlik sözcüğünün hukukî kullanımı, bizim bu<br />

sözcüğü seks ile birleştirmemize neden olmaktadır. Oysa kanunlar ve<br />

mahkeme kararları dikkate alındığında müstehcenlik ile seksin çakıştığı<br />

noktanın “pornografi” olduğu görülür. Yunanca “fahişe” anlamına gelen<br />

“porne” ve “yazı” anlamına gelen “grafi” kelimelerinin bir araya gelmesi ile<br />

oluşan “pornografi” sözcüğü 303 seksi tasvirleri ifade etmek için kullanılır. Bu<br />

açıdan bakıldığında müstehcen bir yayın her zaman pornografik, pornografik<br />

bir yayın da her zaman müstehcen olmayabilir. Buna karşılık birçok ülkenin<br />

yasalarının “müstehcenlik” kavramı içinde kabul ettiği şeylerin çoğunluğu,<br />

aslında pornografik ve pornografik olanların çoğunluğu da, müstehcendir 304 .<br />

Ancak biz bir kavram kargaşasına yol açmamak adına bu tür materyaller<br />

içeren yayınlar için, aynı zamanda hukuk tarafından daha çok tercih edilen<br />

“müstehcenlik” kavramını kullanacağız 305 .<br />

299 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.43.<br />

300 ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.283.<br />

301 Bkz. NİŞANYAN, Sevan: a.g.e., s.166.<br />

302 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.1440.<br />

303 Bkz. NİŞANYAN, Sevan: a.g.e., s.363.<br />

304 SCHAUER, Frederick: a.g.e., s.245.<br />

305 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları<br />

Hakkında Kanun, 5275 Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun bu tür<br />

72


Genel olarak müstehcenliğin denetlenmesinin birtakım farklı<br />

amaçlara hizmet edeceği düşünülür. İlk olarak, müstehcen yayınların ahlâk<br />

dışı olduğu ve toplumun kendi ahlâk standartlarının korunmasındaki<br />

çıkarının, egemen ahlâk değerlerine uymayan yayınların sınırlanmasına<br />

olanak sağladığı hatta buna zorladığı iddia edilmektedir 306 . İkinci olarak, bu<br />

tür materyaller içeren yayınların bazı toplum dışı davranışlara sebep olduğu,<br />

bu tür yayınlarla suç arasında bir nedensellik bağı olduğu, bu tür materyaller<br />

içeren yayınların toplumu çirkinleştirdiği ve kentsel çürümeye yol açtığı ileri<br />

sürülmektedir 307 . Son olarak ise, iğrençliğe dayanan tez vardır. Bu tezde,<br />

insanların bu tür materyallere bakmak zorunda bırakılarak rahatsız edildiği ve<br />

bu yüzden müstehcenliğin umuma açık olarak sergilenmesinin<br />

sınırlanabileceği ileri sürülmektedir 308 .<br />

Müstehcen materyaller içeren yayınları değişik ölçülerde<br />

sınırlamaya yönelik kanunların bulunmadığı ülke hemen hemen yok gibidir.<br />

Sorun bu tür materyaller içeren yayınların sınırlanması değildir. Sorun neyin<br />

müstehcen kategorisine dahil edilebileceğidir 309 . Bu tespiti yapacak olan ise,<br />

soyut kanunlardan çok, her somut olayı kendi şartları içerisinde<br />

değerlendiren mahkemelerdir. Amerika Yüksek Mahkemesi Yargıcı Potter<br />

Stewart’ın, “müstehcen pornografi” ile ilgili olarak söylediği “onu<br />

tanımlayamam, fakat gördüğümde tanırım” 310 sözü bu tespitin mahkemeler<br />

tarafından yapılması gerektiği yönündeki tezimizi destekler niteliktedir.<br />

Amerika Yüksek Mahkemesi Miller v. California davası ile<br />

müstehcenliğin tespiti için çeşitli kriterler geliştirmiştir 311 . Buna göre, bir<br />

materyaller içeren yayınlar için “müstehcenlik” kavramını kullanmışlardır. Amerika Yüksek<br />

Mahkemesi de yasaklanabilecek bu tür materyaller için “pornografi” kavramını değil<br />

“müstehcenlik” kavramının karşılığı olan “obscenity”yi kullanmaktadır. Bkz. Miller v.<br />

California, 413 U.S. 15, 1973. İngiltere’de bu tür yayınları düzenlemek için 1959 tarihinde<br />

çıkartılan ve 1964 tarihinde değiştirilen “The Obscene Publications Act”de “obscenity” yani<br />

“müstehcenlik” kavramını kullanmıştır. DAVİDOW, Robert P.- O’BOYLE, Michael: “Obscenity<br />

Laws in England And the United States: A Comparative Analysis”, Nebraska Law Review,<br />

Volume:56, 1977, s.254.<br />

306<br />

SCHAUER, Frederick: a.g.e., s.243.<br />

307<br />

SCHAUER, Frederick: a.g.e., s.243-244.<br />

308<br />

SCHAUER, Frederick: a.g.e., s.244.<br />

309<br />

YÜRÜŞEN, Melih: “Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında Düşünmek”, Liberal<br />

Düşünce Topluluğu Dergisi Yıl:6, Sayı:24, Ankara, 2001, s.14.<br />

310<br />

Jacobellis v. Ohio, 378 U.S. 184, 1964.<br />

311<br />

DAVİDOW, Robert P.- O’BOYLE, Michael: a.g.m., s.251.<br />

73


yapıtın müstehcen olarak nitelendirilebilmesi için; ortalama bir insanın şehvet<br />

arzusunu kışkırtması, çok açık bir biçimde incitici ve nahoş olması ve bir<br />

bütün olarak ciddî edebî, sanatsal, siyasal ya da bilimsel değerden yoksun<br />

olması gerekmektedir 312 . Amerika Yüksek Mahkemesinin bu kararından<br />

sonra, müstehcen olarak nitelendirilen yapıtlar, Amerika Anayasasının<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğü için sağladığı korumadan<br />

yararlanamamaktadır 313 . Daha sonraki birçok kararında, bu karara atıf yapan<br />

Amerika Yüksek Mahkemesine göre, müstehcenlikle pornografi aynı değildir.<br />

Çünkü pornografi olarak nitelendirilecek bir yapıt, ciddî değer taşıyan<br />

materyaller içerebilir 314 . Amerika Yüksek Mahkemesi 2002 yılında verdiği bir<br />

kararda bu durumu örneklerle açıklamıştır. Söz konusu kararda, kırktan fazla<br />

filme konu olan William Shakespeareen “Romeo ve Juliet” isimli eserinin ve<br />

bu eserin ilham kaynağı olduğu filmlerin bazılarının ve en iyi film Oskar<br />

ödülünü kazanan “Amerikan Beauty” filminin de benzer öğeler içerdiğini; bu<br />

eserlerin, değerine bakılmaksızın müstehcen olarak nitelendirilmesinin<br />

Anayasaya aykırı olacağı belirtilmiştir 315 .<br />

Yukarıda da belirttiğimiz gibi “pornografi” sözcüğü seksi tasvirleri<br />

içermektedir. Yoksa pür pornografik öğelerden oluşan(hard core<br />

pornography) bir eserin bu korumadan yararlanamayacağı ve böyle bir eserin<br />

Miller v. California davasında geliştirilen kriterleri taşımadığı açıktır. Hatta<br />

Frederick Schauer, bu tür eserlerin aklın bir ürünü olmaktan ziyade bir kişinin<br />

fiziki ile ilgili olduğunu ve “düşünce açıklaması” olarak<br />

değerlendirilemeyeceğini belirmektedir 316 .<br />

Basın özgürlüğünün “ahlâkı korumak” amacıyla sınırlandırılması<br />

nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen davalar da<br />

genellikle müstehcen yayınlarla ilgilidir. Amerika Yüksek Mahkemesinin<br />

aksine, bir “müstehcenlik” tanımı yapmaktan kaçınan Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesi bu konuyla ilgili standartları ilk olarak Handyside v. The United<br />

312 Miller v. California, 413 U.S. 24, 1973.<br />

313 WOLFSON, Nicholas: “Eroticism, Obscenity, Pornography and Free Speech”, Brooklyn<br />

Law Review, Volume:60, 1994-1995, s.1038.<br />

314 WOLFSON, Nicholas: a.g.m., s.1038.<br />

315 Ashcroft v. Free Speech Coalition, 535 U.S. 234, 2002.<br />

316 Bkz. SCHAUER, Frederick: a.g.e., s.247-251.<br />

74


Kingtom davasında ortaya koymuştur. Bu davanın konusunu oluşturan olay<br />

iki yazarın, öğrenciler için yazdığı “The Little Red Schoolbook” isimli kitabı<br />

yayımlayan şirketin sahibi Richard Handyside’ın müstehcen yayınlarla ilgili<br />

kanunlara dayanarak mahkûm edilmesi ve kitabın nüshalarına el<br />

konulmasıdır. Genellikle eğitim ve öğretim konularıyla ilgili olan kitapta;<br />

mastürbasyon, orgazm, cinsel ilişki, gebeliği önleme, pornografi, iktidarsızlık,<br />

homoseksüellik ve kürtaj gibi alt başlıklardan oluşan cinsel konuların ele<br />

alındığı bir bölüm de yer almaktaydı. Önüne gelen bu davada, çocuklar ve<br />

gençler konusunda daha hassas davranan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,<br />

ahlâki değerlerin zamana ve mekâna göre değiştiğini, ahlâkî gerekliliklerin<br />

tam içeriklerinin ve bunları karşılamak için öngörülen yaptırımların,<br />

uluslararası bir hâkimden ziyade yerel otoriteler tarafından belirlenmesinin<br />

daha doğru olacağını belirterek, 317 söz konusu kitabı çocuklar için zararlı ve<br />

ahlâka aykırı bulmuştur.<br />

Mahkeme, bir yayının ahlâka aykırı olup olmadığına karar verirken<br />

kültürel, sosyal ve dinî etkenlerle birlikte halkın yapısını ve yayının hedef<br />

kitlesini de dikkate almaktadır. Nitekim Müller and Others v. Switzerland<br />

davasında Mahkeme; livata, hayvanlarla cinsel ilişki, mastürbasyon ve<br />

eşcinsellik sahneleri gösteren üç tablonun bir çağdaş sanat sergisinde<br />

gösterime sunulmasını, giriş için yaş sınırı konulmadığı ve cinselliği en kaba<br />

biçimiyle vurguladığı gerekçesiyle ahlâka aykırı bulmuştur 318 .<br />

Görüldüğü gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu davalarda, bir<br />

“müstehcenlik” tanımı yapmaktan kaçınmış ve ulusal otoritelere daha geniş<br />

bir taktir payı tanımıştır. Ulusal otoritelerin taktir payının geniş olması, bunun<br />

sınırsız olduğunu ve denetlenemeyeceğini göstermez. Nitekim Open Door<br />

and Dublin Well Woman v. Ireland, davasında Mahkeme, ulusal otoritenin bu<br />

konuda “kayıtsız koşulsuz ve denetlenemeyecek” bir taktir hakkına sahip<br />

olmadığına karar vermiştir 319 .<br />

317 Handyside v. The United Kingtom, 5493/72, 07.12.1976, A 24, § 48.<br />

318 Müller and Others v. Switzerland, 10737/84, 24.05.1988, A 133, § 36.<br />

319 Open Door and Dublin Well Woman v. Ireland, 14234/88-14235/88, 29.10.1992, A 246-A,<br />

§ 68; Mahkeminin aynı yaklaşımını gösteren bir başka kararı için bkz. Norris v. Ireland,<br />

10581/83, 26.10.1988, A 142, § 45.<br />

75


Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ahlâka aykırı yayınlar hemen<br />

hemen tüm ülkelerde düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve basın<br />

özgürlüğünün sınırını oluşturmaktadır. Bununla birlikte “ahlâk” ve<br />

“müstehcenlik” kavramları kolay kolay tanımlanabilecek kavramlar değildir.<br />

Bu nedenle “ahlâka aykırılık” ve “müstehcenlik” tespiti yapılırken kültürel,<br />

sosyal ve dinî etkenlerle birlikte halkın yapısı ve yayının hedef kitlesi de<br />

mutlaka dikkate alınmalıdır.<br />

Çalışmamızın “Basın Özgürlüğünün İçerdiği Haklar ve Sınırları”<br />

başlığını taşıyan bu bölümünde basın özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesi ve Amerika Yüksek Mahkemesi kararları ışığında “olması<br />

gereken” açısından irdelenmiş ve bu özgürlüğün ilkeleri ortaya konulmaya<br />

çalışılmıştır. Bundan sonraki bölümlerde basın özgürlüğü Türkiye bağlamında<br />

ele alınacak ve basın özgürlüğünün Türkiye’deki durumu incelenirken bu<br />

bölümde ulaşılan sonuçlar ve ilkeler ölçü olarak kullanılacaktır.<br />

Bir özgürlüğün bir ülkedeki durumu incelenirken öncelikli olarak<br />

hukukî düzenlemeler ve bu düzenlemelerin nasıl yorumlandıkları ortaya<br />

konulmalıdır. Bu anlamda anayasalar ve kanunların anayasaya uygunluğunu<br />

denetleyerek bir yerde anayasal hükümleri yorumlayan yüksek yargı<br />

organlarının verdiği kararlar çok önemlidir. Biz de bu nedenle bundan sonraki<br />

bölümde öncelikle basın özgürlüğünün Anayasamızdaki durumunu ve<br />

Anayasa Mahkemesinin bu konuya yaklaşımını inceleyeceğiz.<br />

76


İKİNCİ BÖLÜM<br />

ANAYASAMIZDA VE ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINDA<br />

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ<br />

I. ANAYASAMIZDA ÖNGÖRÜLEN TEMEL HAK VE<br />

ÖZGÜRLÜKLER REJİMİ<br />

A) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınıflandırılması<br />

Pozitif hukukça tanınıp güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin<br />

hukuksal rejimi, belirli bir sistem çerçevesinde incelenmelidir. Bunun için<br />

öncelikle onları gruplandırmak gerekir 320 . Bu amaçla temel hak ve özgürlükler<br />

çeşitli kriterlerden hareket edilerek sınıflandırılmışlardır.<br />

Temel hak ve özgürlüklerin evrimci niteliği göz önüne alınarak<br />

yapılan bir sınıflandırmaya göre temel hak ve özgürlükler; kişi özgürlükleri ve<br />

siyasal hakların yer aldığı “birinci kuşak haklar”, iktisadî, sosyal ve kültürel<br />

hak ve özgürlüklerin yer aldığı “ikinci kuşak haklar” ve dayanışma hakları<br />

olarak da bilinen çevre, gelişme ve barış haklarının yer aldığı “üçüncü kuşak<br />

haklar” olmak üzere üçe ayrılmaktadır 321 . Ancak temel hak ve özgürlüklerin<br />

sınıflandırılması konusunda klâsikleşen ve genellikle benimsenen<br />

sınıflandırma Georg Jellinek tarafından yapılmıştır. Bu sınıflandırmaya göre,<br />

temel hak ve özgürlükler “negatif statü hakları”, “pozitif statü hakları” ve “aktif<br />

statü hakları” olmak üzere üçe ayrılmaktadır 322 . Negatif statü hakları, kişinin<br />

devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulmayacak yani devlete karışmama<br />

ve dokunmama ödevi yükleyen haklarını; pozitif statü hakları, kişilere<br />

devletten olumlu bir davranış, bir hizmet ve yardım isteme olanaklarını<br />

tanıyan haklarını; aktif statü hakları ise, kişiye siyasal görüş ve tutumlarını<br />

320 KABOĞLU, İbrahim Ö.: a.g.e., s.265.<br />

321 Bu ayrım için bkz. KABOĞLU, İbrahim Ö.: a.g.e., s.267 vd.<br />

322 Bu ayrım için bkz. SOYSAL, Mümtaz: Anayasaya Giriş, Genişletilerek İkinci Yayınlanış,<br />

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:271, Ankara, 1969, s.238-243;<br />

KAPANİ, Münci: a.g.e., s.6; GÖZLER, Kemal: a.g.e., s.164.<br />

77


açıklama, örgütlenme, oy kullanma, referandum ve yönetime katılma gibi<br />

siyasal haklarını içerir 323 .<br />

1982 Anayasası temel hak ve özgürlükleri, 1961 Anayasasında<br />

olduğu gibi, genel hükümler koyduktan sonra, Georg Jellinek’in bu<br />

sınıflandırmasını benimseyerek, “kişinin hakları ve ödevleri”, “sosyal ve<br />

ekonomik haklar ve ödevler” ve “siyasî haklar ve ödevler” olmak üzere üç<br />

bölümde düzenlemiştir. Ancak 1982 Anayasası, devleti sadece pozitif statü<br />

hakları olarak nitelendirilen hak ve özgürlükleri değil, temel hak ve<br />

özgürlüklerin tamamını sağlamakla görevli kılmıştır. 1982 Anayasasının 5.<br />

maddesine göre, Devletin temel amaç ve görevlerinden birisi de temel hak<br />

ve özgürlükleri sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaktır.<br />

1961 Anayasasının 10. maddesinin ikinci fıkrasına tekabül gelen bu hüküm,<br />

modern sosyal devletin özgürleştirme anlayışına da uygundur 324 .<br />

B) Anayasamızın Temel Hak ve Özgürlüklere Yaklaşımı<br />

1982 Anayasanın Başlangıç bölümünde, “Her Türk vatandaşının<br />

bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet<br />

gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde<br />

onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme<br />

hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu...” hükmüne yer verilerek, ilk bakışta<br />

Anayasanın “tabiî hak” teorisini benimsemiş olduğu izlenimini<br />

uyandırmaktadır. Yine Anayasanın 12. maddesinin birinci fıkrasında yer alan<br />

“...Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak<br />

ve hürriyetlere sahiptir.” hükmü bu izlenimi daha da güçlendirmektedir 325 .<br />

Ancak Anayasanın Başlangıç kısmında yer alan “...bu Anayasadaki temel<br />

hak ve hürriyetler...” ifadesinin “tabiî hak” anlayışı ile bağdaştırılması<br />

323<br />

KAPANİ, Münci: a.g.e., s.6.<br />

324<br />

ÖZBUDUN, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Yetkin Yayınları,<br />

Ankara, 1998, s.75.<br />

325<br />

Bu hüküm ile, “tabiî hak” kuramına uygun olarak, hakların “dokunulmaz”, “devredilmez”,<br />

“vazgeçilmez” nitelikte oldukları açıklanmış fakat, “doğuştan” geldikleri belirtilmemiştir. Bunun<br />

yerine, hakların “kişiliğe bağlı” oldukları vurgulanmıştır. UYGUN, Oktay: 1982 Anayasası’nda<br />

Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1992, s.21.<br />

78


mümkün değildir 326 . Zaten Anayasa koyucu “tabiî hak” anlayışını<br />

benimseyecek olsaydı bunu 1924 Anayasasında olduğu gibi 327 Anayasa<br />

metninde açıkça ifade edebilirdi. Bu nedenle 1982 Anayasasının benimsediği<br />

hak anlayışı “pozitivist hak” anlayışıdır 328 .<br />

Özgürlüklerin düzenlenmesi bakımından, 1961 Anayasası ile 1982<br />

Anayasası arasında benzerlikler olmakla birlikte, önemli farklılıklar da vardır.<br />

Her iki Anayasa da devletin varlığını ön koşul olarak görmekle birlikte, 1961<br />

Anayasası, temel hak ve özgürlükler açısından, önceliği kişiye vermiş, kişinin<br />

özgürlüğünün sağlanması için devleti görevli saymıştır. Buna karşılık, 1982<br />

Anayasası, önceliği kişiye değil, devlete ve “devletin ülkesi ve milletiyle<br />

bölünmez bütünlüğü”ne vermiştir 329 . Bu yaklaşımı ile 1982 Anayasası, 1961<br />

Anayasasının aksine otorite-özgürlük dengesini özgürlükler aleyhine<br />

bozmuştur. Bunu da yürütme organını güçlendirerek yapmıştır 330 .<br />

1982 Anayasasının 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti<br />

demokratik bir devlettir. Ancak demokratik devletle kastedilenin bu<br />

Anayasada gösterilen özgürlükçü demokrasinin olduğu “Başlangıç”<br />

bölümünde ifade edilmiştir. Dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin otorite<br />

karşısındaki durumu bu Anayasadaki demokrasi anlayışına göre<br />

belirlenecektir. Anayasa Mahkemesi ise, bu konuda tutarlı bir tutum<br />

takınamamıştır. Anayasa Mahkemesi bir kararında, sözü edilen demokratik<br />

toplum düzeni ile 1982 Anayasasında belirtilen özgürlükçü demokrasi ve<br />

326<br />

ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.75.<br />

327<br />

1924 Anayasanın benimsenen hak anlayışı açıkça belirtilmiştir. Bu Anayasanın 68.<br />

maddesine göre, “Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet başkasına zarar vermeyecek her<br />

şeyi yapabilmektir. Tabiî haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyeti<br />

sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer.”<br />

328<br />

Bununla birlikte 1982 Anayasasının, temel haklara ilişkin genel gerekçesinde yer alan<br />

“...insanın insan olarak, doğuştan bazı temel hak ve hürriyetlere sahip bulunduğu; binnetice,<br />

devletin bu hak ve hürriyetler önünde ‘müdahale etmez’, ‘çekimser’ bir tutum benimsemesi<br />

gereği belirtilmiştir.” ifadesi “tabiî hak” teorisine açıkça atıfta bulunmaktadır. UYGUN, Oktay:<br />

1982 Anayasası’nda Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi, s.22.<br />

329<br />

GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Anayasa Hukuku, Güncelleştirilmiş 11. Bası, Turhan Kitabevi<br />

Yayınları, Ankara, 2003, s.166.<br />

330<br />

Yürütme organı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu olmak üzere iki unsurdan oluşur.<br />

Yürütme organını güçlendirmeyi hedefleyen 1982 Anayasası hedefini bu iki unsurdan<br />

Cumhurbaşkanlığı makamını güçlendirerek gerçekleştirmiştir. Bkz. ÖZBUDUN, Ergun:<br />

a.g.e., s.38-39; SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Dokuzuncu Baskı,<br />

Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1992, s.170-171. Otorite-özgürlük dengesi açısından 1961 ve<br />

1982 Anayasalarının karşılaştırılması için bkz. SOYSAL, Mümtaz: “Temel Nitelikleriyle 1961<br />

ve 1982 Anayasaları(Karşılaştırmalı)”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını,<br />

Ankara, 1984, Cilt: 1, s.9-20.<br />

79


onun gerekleriyle belirlenen hukuk düzeninin kastedildiğini ileri sürerken 331 ;<br />

bir başka kararında bu görüşünü değiştirerek, klâsik demokrasilere atıfta<br />

bulunmuştur 332 .<br />

1982 Anayasasının temel hak ve özgürlüklere yaklaşımını ortaya<br />

koyan en önemli ifade, Anayasanın 2. maddesindeki “insan haklarına saygılı<br />

devlet” ifadesidir. 1961 Anayasasının 2. maddesinde yer alan “insan<br />

haklarına dayanan devlet” ifadesinin yerine, 1982 Anayasasında “insan<br />

haklarına saygılı devlet” ifadesinin kullanılması, Anayasadaki diğer<br />

maddelerle birlikte düşünüldüğünde, temel bir yaklaşım farkını ortaya<br />

koymaktadır. İlk bakışta, kullanılan sözcüklere ilişkin bir üslup sorunu gibi<br />

gözüken bu değişiklik, 1982 Anayasasının özgürlüğü ikinci plâna iten ve<br />

otoriteyi ön plana çıkaran özelliğinin açık bir göstergesidir 333 .<br />

1982 Anayasasının 2. maddesinde yer alan “toplumun huzuru, millî<br />

dayanışma ve adalet anlayışı içinde” kavramlarının, insan haklarına saygılı<br />

devleti nitelendiren kavramlar olarak kullanılıp kullanılmadığı tereddüt<br />

uyandırmaktadır 334 . Anayasa Mahkemesi bir kararında, “1982 Anayasasının<br />

2. maddesinde, insan haklarına toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet<br />

anlayışı içinde saygılı olunacağı hükmüne yer vermek suretiyle 1961<br />

Anayasasına nazaran Devlet ve toplumun çıkarlarına öncelik tanımıştır”<br />

diyerek bu kavramların insan haklarına saygılı devleti nitelendirdiği görüşünü<br />

ileri sürmüştür 335 . İnsan haklarına ancak “toplumun huzuru, millî dayanışma<br />

ve adalet anlayışı içinde” saygı gösterilmesi gerekir gibi bir sonuca bizi<br />

götürebilecek böyle bir anlayışın demokratik rejimlerde kabul edilebilmesi<br />

düşünülemez.<br />

1982 Anayasasının 12. maddesine göre, “Herkes, kişiliğine bağlı,<br />

dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.<br />

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev<br />

ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” Görüldüğü gibi, 1982 Anayasası temel<br />

hak ve özgürlükleri ödev ve sorumluluk kavramlarıyla birlikte kullanmıştır.<br />

331 E. 1985/21, K. 1986/23, KT. 06.10.1986, AMKD, Sayı: 22, s.224.<br />

332 E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD. Sayı: 22 s.365-366.<br />

333 SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.191-192.<br />

334 ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.74.<br />

335 E. 1984/14, K. 1985/7, KT. 13.06.1985, AMKD, Sayı: 21, s.173.<br />

80


1982 Anayasasının bu yaklaşımı, bireyle toplum arasında tercihini toplumdan<br />

yana kullandığının göstergesidir 336 . Bu durum madde gerekçesinde yer alan,<br />

“Kişi sahip bulunduğu hak ve hürriyetleri kendi iradesi doğrultusunda<br />

kullanırken bu ödev ve sorumlulukları da göz önünde bulundurmak<br />

zorundadır” ifadesiyle de vurgulanmıştır 337 . Böylece, özgürlüklerin ilk sınırı<br />

ödev ve sorumluluk ile çizilmiştir 338 . Gerçi İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin<br />

28. maddesi de “Herkesin, kişiliğini özgürce ve tam olarak ancak içinde<br />

yaşamakla geliştirebileceği topluluğa karşı ödevleri vardır” hükmüyle bireye<br />

ödevler yüklemektedir. Ancak, bunun gerekçesi, kişinin kişiliğini serbest ve<br />

tam olarak ancak bir toplum içinde geliştirebilmesidir. Bu anlayış, 1982<br />

Anayasasının benimsediği anlayışın aksine toplumu değil bireyi ön plana<br />

çıkarmaktadır. Benzer bir hüküm Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “ifade<br />

özgürlüğü”nü düzenleyen 10. maddesinin ikinci fıkrasında da yer almaktadır.<br />

Bu fıkraya göre, “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler,<br />

demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin,<br />

toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması<br />

ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın korunması,<br />

başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa<br />

vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının<br />

sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara<br />

veya yaptırımlara bağlanabilir.” Ancak Sözleşmede yer alan temel hak ve<br />

özgürlükleri düzenleyen diğer maddelerin hiçbirinde böyle bir hüküm yer<br />

almamıştır. Yani, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, temel hak ve<br />

özgürlüklerin kullanılmasında görev ve sorumluluk içinde davranılmasını<br />

sadece ifade özgürlüğü için aramaktadır. Ayrıca Sözleşmede görev ve<br />

sorumluluğun kime karşı olduğu konusunda herhangi bir hüküm yer<br />

almamaktadır. Oysa 1982 Anayasası, temel hak ve özgürlüklerin tamamı için<br />

336<br />

SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.193.<br />

337<br />

ÖZER, Attila: Gerekçeli ve 1961 Anayasası ile Mukayeseli 1982 Anayasası, İkinci Baskı,<br />

Lazer Ofset, Ankara, 1996, s.70.<br />

338<br />

ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: “2001 Yılı Anayasa Değişikliklerinin Temel Hak ve<br />

Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında Getirdiği Yeni Boyut”, Anayasa Yargısı, Anayasa<br />

Mahkemesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan<br />

Bildiriler, 25-26 Nisan 2002, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 2002, Cilt: 19, s.147.<br />

81


görev ve sorumluluk yüklemekte ve sorumluluğun kimlere karşı olacağını da<br />

açıkça belirtmektedir 339 .<br />

Sınırlandırılması<br />

C) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin<br />

Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda 1982<br />

Anayasası, 2001 yılında yapılan Anayasa değişikliğinden önce, temel hak ve<br />

özgürlüklerin tamamı için geçerli olan genel sınırlandırma nedenleri<br />

öngörmekteydi. Anayasanın 13. maddesinin ilk hâline göre, “Temel hak ve<br />

hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî<br />

egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin,<br />

kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve<br />

ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın<br />

sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir. Temel hak ve<br />

hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin<br />

gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.”<br />

Temel hak ve özgürlüklerin tamamı için geçerli olan bu genel sınırlama<br />

nedenleri dışında bazı hak ve özgürlükler için ayrıca özel sınırlama nedenleri<br />

de kabul edilmişti.<br />

2001 yılında yapılan değişiklikle 1961 Anayasasının ilk hâlinde<br />

benimsenen sisteme geri dönülmüştür. 1982 Anayasasının yeni hâline göre,<br />

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın<br />

ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla<br />

sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik<br />

toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı<br />

olamaz”(m.13). Yapılan bu değişiklikle 13. madde genel sınırlama<br />

nedenlerinin sayıldığı bir madde olmaktan çıkarılmış, sınırlamaların nasıl<br />

yapılabileceğini gösterir bir madde konumuna getirilmiştir. Böylece, katmerli -<br />

bindirmeli sınırlama sistemi terkedilerek, her hak ve özgürlüğün niteliğine<br />

339 Temel hak ve özgürlüklerin görev yönü ile ilgili olarak bkz. UYGUN, Oktay: 1982<br />

Anayasası’nda Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi, s. 25 vd.<br />

82


uygun farklılaşmış - kademeli sınırlama sistemine geçilmiştir 340 . Bu yeni<br />

yaklaşım; özgürlüğün asıl, sınırlamanın istisna olması gerektiği anlayışına ve<br />

genel sınırlama sebeplerine yer vermeyen Avrupa İnsan Hakları<br />

Sözleşmesinin ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin<br />

sistemine de uygundur.<br />

Ancak 13. maddede yapılan değişiklikle genel sınırlama<br />

sebeplerinin Anayasadan çıkartılması, bazı sorunlara yol açabilir 341 . Çünkü<br />

Anayasada yer alan bazı hak ve özgürlükleri için “özel” sınırlama sebepleri<br />

bulunmamaktadır. Örneğin, Anayasanın 48. maddesinde düzenlenen<br />

“sözleşme özgürlüğü”ne yönelik bir sınırlama getirilmemiştir. Eğer maddenin<br />

ikinci fıkrasındaki “Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonomilerin gereklerine ve<br />

sosyal amaçlarına uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını<br />

sağlayacak tedbirleri alır” hükmü geniş yorumlanmazsa, konusu açıkça kamu<br />

yararına ya da millî güvenliğe aykırı sözleşmelerin Anayasaya aykırılığında<br />

ortaya sorunlar çıkacaktır. Yine, “yerleşme ve seyahat özgürlüğü”nün<br />

düzenlendiği 23. maddede, “genel sağlık” sınırlama sebepleri arasında<br />

sayılmamıştır. Bu durumda, bulaşıcı bir hastalık nedeniyle “yerleşme ve<br />

seyahat” özgürlüğü sınırlandırıldığında, bunun Anayasaya aykırı olduğu ileri<br />

sürülebilecektir 342 . Bu sorunlar, unutulan ya da ihmâl edilen sınırlama<br />

nedenlerinin ilgili maddelere eklenmesi ile giderilebilir.<br />

13. maddede yapılan bu değişiklikle, temel hak ve özgürlükler<br />

ancak Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle ve kanunla<br />

sınırlanabilecektir. Ancak bu sınırlamanın da sınırları vardır.<br />

Her şeyden önce sınırlama Anayasanın sözüne ve ruhuna aykırı<br />

olamaz. Bu hüküm gerek 1961 Anayasasında, gerekse 1982 Anayasasının<br />

340 SAĞLAM, Fazıl: “2001 Yılı Anayasa Değişikliğinin Yaratabileceği Bazı Sorunlar ve<br />

Bunların Çözüm Olanakları”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi’nin 40. Kuruluş<br />

Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002,<br />

Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 2002, Cilt: 19, s.289.<br />

341 Bu konuda bkz. GÖZLER, Kemal: “Anayasa Değişikliğinin Temel Hak ve Hürriyetlerin<br />

Sınırlandırılması Bakımından Getirdikleri ve Götürdükleri: Anayasanın 13’üncü Maddesinin<br />

Yeni Şekli Hakkında Bir İnceleme ”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:2001/4, Yıl: 59, s.53-67.<br />

342 GÖZLER, Kemal: Anayasa Değişikliği Gerekli mi? 1982 Anayasası İçin Bir Savunma,<br />

Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2001, s.9.<br />

83


ilk hâlinde yer almıştır 343 . “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun” olma<br />

kriterini bazı kararlarında kullanan Anayasa Mahkemesi bu kriterle “öze<br />

dokunmama” ve “öngörüldükleri amaç dışında kullanmama” kriteri arasında<br />

bağlantı kurarak, Anayasanın sözüne ve ruhuna aykırı olan sınırlamaları<br />

hakkın özüne dokunur nitelikte bulmuştur 344 . Ancak, Anayasanın “ruhu”<br />

kavramı nesnel olarak tanımlanabilecek nitelikte değildir. Bu nedenle<br />

Anayasa yargısı esnasında bu kavrama başvurulması, Anayasa<br />

Mahkemesine “yerindelik” denetimi yapma olanağı da verebilir 345 .<br />

İkinci olarak, sınırlama hakkın özüne dokunamaz ve demokratik<br />

toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz. 1961 Anayasasında sınırlama<br />

kriteri olarak kabul edilen “hakkın özüne dokunmama” 346 ifadesi, 1982<br />

Anayasasının ilk hâlinde yerini “demokratik toplum düzeni gereklerine aykırı<br />

olmama” ifadesine bırakmıştır. “Demokratik toplum düzeni gereklerine aykırı<br />

olmama”, 1961 Anayasasının kabul ettiği “öze dokunmama” kriterinden daha<br />

belirgin, uygulaması daha kolay ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin de<br />

benimsediği bir kriterdir 347 . Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin birçok<br />

maddesinde sınırlamaların ancak “demokratik toplumda gerekli<br />

görülebilecek” ölçüde olabileceği belirtilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi,<br />

“demokratik toplum gereklerine aykırı olmama”, kriterinin “hakkın özüne<br />

dokunmama” kriterinden daha dar bir alanı ifade ettiğini kabul etmiştir.<br />

Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası döneminde, hakkın etkisini ortadan<br />

343 1961 Anayasasının ve 1982 Anayasasının ilk hâlinde yer alan “Anayasanın sözüne ve<br />

ruhuna uygun olarak” ifadesi, 2001 yılında yapılan değişiklikle “Anayasanın sözüne ve<br />

ruhuna aykırı olamaz” şeklinde değiştirilmiştir. Bu ifade değişikliğinin özgürlükler açısından<br />

daha fazla sınırlandırıcı bir nitelik taşıdığı kanaatinde değiliz. Anayasanın sözüne ve ruhuna<br />

uygun olmayan bir sınırlandırmanın aynı zamanda Anayasanın sözüne ve ruhuna aykırı<br />

olacağı kuşkusuzdur. Karşı görüş için bkz. ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: a.g.b., s.158.<br />

344 E. 1993/8, K. 1993/31, KT. 22.09.1993, AMKD, Sayı: 30, Cilt: 1, s.143.<br />

345 TANÖR, Bülent-YÜZBAŞIOĞLU, Necmi: 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku,<br />

6. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2004, s.134.<br />

346 Hakkın özüne dokunmama ilkesi, mümkün olan kanunî sınırlama yapılırken dahi temel<br />

hak ve özgürlüklerin çekirdek çevresine dokunmamak yükümlülüğünü ifade etmektedir.<br />

DOEHRING, Karl: Genel Devlet Kuramı (Genel Kamu Hukuku), Sistematik Bir Yaklaşım,<br />

Yeniden Düzenlenmiş İkinci Baskısından Çev. Ahmet MUMCU, İnkılâp Kitabevi, Ankara,<br />

2002 s.266.<br />

347 ÖZBUDUN, Ergun:a.g.e., s.82. “Hakkın özüne dokunmama” kriteri, ancak temel hak ve<br />

özgürlüğün bir özünün bulunması durumunda kullanılabilir. Örneğin bir kişinin hayatını bir<br />

caninin elinden kurtarmak için o caniyi öldürme yetkisi bulunan polisin bu tutumu sırasında<br />

artık hakkın özünden bahsedilemez. Çünkü hayat hakkının herhangi bir özü yoktur ve<br />

müdahale ister istemez hakkın özüne dokunur. DOEHRING, Karl: a.g.e., s.266.<br />

84


kaldıran, amacına uygun şekilde kullanımını ciddî şekilde engelleyen veya<br />

hakkı örtülü bir şekilde kullanılmaz hâle koyan sınırlandırmaları öze dokunur<br />

nitelikte kabul ederken 348 ; 1982 Anayasası döneminde, hakları tümüyle<br />

kullanılmaz hâle getiren sınırlandırmaları öze dokunur nitelikte kabul<br />

etmiştir 349 . Gerçi Anayasa Mahkemesi bu yaklaşımından daha sonra<br />

vazgeçmiş ve bir hakkın kullanımını güçleştiren veya engelleyen<br />

sınırlandırmaların hakkın özüne zarar vereceğine karar vermiştir 350 . Ancak bu<br />

yaklaşımını tutarlı bir şekilde ve 1961 Anayasası dönemindeki gibi güçlü bir<br />

biçimde vurgulamamıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi bahse konu kararının<br />

bir başka cümlesinde “…hakkın özüne dokunan düzenlemeler gerçek<br />

anlamda seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırır” diyerek çelişkiye<br />

düşmüştür.<br />

2001 yılında Anayasada yapılan değişiklikle “demokratik toplum<br />

düzeninin gereklerine aykırı olmama” kriterinin yanına “hakkın özüne<br />

dokunmama” kriteri de getirilerek uzun süreden beri doktrinde tartışılan ve<br />

Anayasa Mahkemesinin tutarsız kararlar vermesine sebep olan bu ayrıma<br />

son verilmiştir. Artık sınırlama, bir hakkın özüne dokunamayacak ve<br />

demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacaktır. Ancak<br />

Anayasa Mahkemesi, bu değişiklikten sonra, hakkın özü konusunda, 1961<br />

Anayasası dönemindeki içtihatlarını mı, yoksa 1982 Anayasası dönemindeki<br />

içtihatlarını mı esas alacak? Bunu zaman gösterecektir.<br />

2001 yılında Anayasada yapılan değişiklikle sınırlamanın sınırı için<br />

yeni bir kriter daha getirilmiştir. Sınırlamalar, lâik Cumhuriyetin gereklerine<br />

aykırı olamaz. Ne 1961 Anayasasında ne de Avrupa İnsan Hakları<br />

Sözleşmesinde sınırlamanın sınırı olarak böyle bir kavrama yer verilmiştir.<br />

Sınırlamanın sınırı olarak bu kavramın Anayasaya konulması, Anayasa<br />

koyucunun lâiklik ilkesine verdiği değeri göstermektedir 351 . Aynı hassasiyeti<br />

Anayasa Mahkemesi kararlarında da görmekteyiz. Lâiklik ilkesinin ayrıcalığa<br />

348 E. 1962/208, K. 1963/1, KT. 04.01.1963, AMKD, Sayı: 1, s.74; E. 1963/16, K. 1963/83,<br />

KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.203; E. 1963/25, K. 1963/87, KT. 08.04.1963, AMKD,<br />

Sayı: 1, s.228.<br />

349 E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365.<br />

350 E. 1986/17, K. 1987/11, KT. 22.05.1987, AMKD, Sayı: 23, s.222.<br />

351 ARSLAN, Zühtü: “Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlanması: Anayasanın 13. Maddesi<br />

Üzerine Bazı Düşünceler”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 27, Ankara 2002, s.28.<br />

85


sahip olduğunu belirten Anayasa Mahkemesine göre, “Anayasal ayrıcalığa<br />

sahip lâiklik ilkesi; demokrasiye aykırı olmadığı gibi tüm hak ve özgürlüklerin<br />

de bu ilke temel alınarak değerlendirilmesi zorunludur” 352 . Yine Mahkemeye<br />

göre, “Özelde korunması gereken lâiklikle bağdaşmayan özgürlükler<br />

savunulamaz ve korunmaz” 353 .<br />

Anayasa Mahkemesinin bu kararından da anlaşılacağı üzere,<br />

lâiklik ilkesi, bu değişikliğe kadar sınırlama sebebi olarak işlev görmüştür 354 .<br />

2001 yılında yapılan değişiklikle sınırlamanın sınırı olarak kabul edilen lâiklik<br />

ilkesinin nasıl yorumlanacağını zaman gösterecektir 355 . Gerçi, Anayasa<br />

Mahkemesi bir kararında, temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların,<br />

Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin temel niteliklerine<br />

de uygun olması gerektiğine karar vermiştir 356 . 1982 Anayasasının 2.<br />

maddesine göre, Cumhuriyetin temel niteliklerinden birisi de lâiklik olduğuna<br />

göre, getirilen sınırlamaların lâik Cumhuriyetin niteliklerine aykırı<br />

olamayacağı sonucuna kolayca varılabilir.<br />

1982 Anayasasının ilk hâlinde, “Cumhuriyetin korunması amacı” 357<br />

bir genel sınırlama sebebiyken, maddede yapılan değişiklikle, bu defa “lâik<br />

Cumhuriyetin gereklerine aykırı olmama” koşulu, sınırlamaya getirilen<br />

yasaklar içinde yer almıştır 358 . Ancak bu kriterin uygulamada bir yarar<br />

sağlayacağı kanaatinde değiliz. Çünkü bu ifade, bir sınırlandırma sebebi<br />

olarak değil sınırlandırmanın sınırı olarak Anayasada yer almaktadır.<br />

Dolayısıyla uygulamada ancak, Anayasanın kişiye tanıdığı din ve vicdan<br />

özgürlüğüne getirilen bir sınırlamanın lâik Cumhuriyetin gereklerine aykırı<br />

olma ihtimali vardır 359 . Oysa, din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan<br />

352<br />

E. 1989/1, K. 1989/12, KT. 07.03.1989, AMKD, Sayı: 25, s.150.<br />

353<br />

E. 1989/1, K. 1989/12, KT. 07.03.1989, AMKD, Sayı: 25, s.152.<br />

354<br />

1982 Anayasasındaki “lâiklik” ilkesi için bkz. DİNÇKOL (VURAL), Bihterin: 1982<br />

Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında Laiklik, Kazancı Yayınları,<br />

İstanbul, 1992.<br />

355<br />

ARSLAN, Zühtü: “Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlanması: Anayasanın 13. Maddesi<br />

Üzerine Bazı Düşünceler”, s.28.<br />

356<br />

E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365.<br />

357<br />

Bu Cumhuriyetin niteliklerinden birisinin de lâiklik olduğu, gerek Anayasanın 2. maddesi,<br />

gerekse Başlangıç hükümlerinden açıkça anlaşılmaktadır.<br />

358<br />

ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: a.g.b., s.159.<br />

359<br />

GÖZLER, Kemal: “Anayasa Değişikliklerinin Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması<br />

Bakımından Getirdikleri ve Götürdükleri”, s.62.<br />

86


irçok hüküm zaten Anayasada mevcuttur. Bu hükümler karşısında “lâik<br />

Cumhuriyetin gereklerine aykırı olmama” koşulunun sınırlamanın sınırı olarak<br />

Anayasada yer alması gereksizdir.<br />

Son olarak sınırlamalar ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Bu ilke,<br />

sınırlamada başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli<br />

ve gerekli olmasını, araçla amacın ölçüsüz bir oran içinde bulunmamasını<br />

ifade eder 360 . Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan bu kriter, Alman<br />

Federal Anayasa Mahkemesi tarafından da sıklıkla kullanılmaktadır 361 . 2001<br />

yılında yapılan değişiklikle Anayasamıza konan “ölçülülük” ilkesi ne 1961<br />

Anayasasının 11. maddesinde, ne de 1982 Anayasasının 13. maddesinde<br />

yer almıştır. Ancak 1982 Anayasasının “Temel hak ve hürriyetlerin<br />

kullanılmasının durdurulması” başlığını taşıyan 15. maddesinde “Savaş,<br />

seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan<br />

doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde<br />

temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir<br />

veya bunlar için Anayasaya aykırı tedbirler alınabilir.” hükmü yer almıştır.<br />

Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile temel hak ve<br />

özgürlüklerin kullanılmasının tamamen veya kısmen durdurulmasına ancak<br />

durumun gerektirdiği ölçüde izin verildiğine göre, bunun normal zamanlarda<br />

geçerli olması evleviyetle gereklidir 362 . Nitekim Anayasa Mahkemesi,<br />

Anayasanın ilk hâlinde yer alan “sınırlamalar öngörüldükleri amaç dışında<br />

kullanılamaz” hükmünden yola çıkarak birçok kararında “ölçülülük” ilkesine<br />

yer vermiştir 363 . Anayasa Mahkemesi bir kararında özgürlüklerin, ancak<br />

istisnaî olarak ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu<br />

ölçüde sınırlandırılabileceğini belirtirken 364 ; bir başka kararında, önleyici ve<br />

360<br />

ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.81. “Ölçülülük” ilkesi için bkz. METİN, Yüksel: Ölçülülük<br />

İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002.<br />

361<br />

TANÖR, Bülent-YÜZBAŞIOĞLU, Necmi: a.g.e., s.137.<br />

362<br />

ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.81.<br />

363<br />

E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365; E. 1986/12, K. 1987/4,<br />

KT. 11.02.1987, AMKD, Sayı: 23, s.85; E. 1986/17, K. 1987/11, KT. 22.05.1987, AMKD,<br />

Sayı: 23, s.222; E. 1988/14, K. 1988/18, KT. 14.06.1988, AMKD, Sayı: 24, s.253-254.<br />

364<br />

E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365.<br />

87


caydırıcı düzenleme gereksinimi ile çare arasında adaletli ve kabul edilebilir<br />

bir dengenin olması gerektiğini ileri sürmüştür 365 .<br />

Kullanılmaması<br />

D) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Kötüye<br />

1982 Anayasasının 14. maddesi temel hak ve özgürlüklerin kötüye<br />

kullanılmasını yasaklamaktadır. Bu maddenin ilk hâline göre, “Anayasada yer<br />

alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />

bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye<br />

düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre<br />

tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde<br />

egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya<br />

sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini<br />

kurmak amacıyla kullanılamazlar. Bu yasaklara aykırı hareket eden veya<br />

başkalarını bu yolda teşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak<br />

müeyyideler, kanunla düzenlenir. Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer<br />

alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını<br />

verir şekilde yorumlanamaz.”<br />

Bu maddenin getiriliş nedeni, gerekçesinde “Her ne kadar, önceki<br />

maddede yer alan genel ve özel nedenlerle gerçekleştirilen sınırlamalar, hak<br />

ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını önleyebilir ise de; bazı hallerde kanun<br />

hükümlerine uygun olarak kullanılan bir hürriyetin başka bir kasıt gütmesi ve<br />

bu kastın da fıkrada belirtilen yasak amaçlara yönelik bulunması her zaman<br />

mümkündür. Mesela, Türkiye’de Türkçe’den başka bir dille yayımlanan süreli<br />

yayının bölücülük; yahut dinî yayının mezhep yaratmak kastını gütmesi gibi”<br />

şeklinde açıklanmıştır 366 .<br />

Yukarıdaki gerekçe dikkate alındığında bir özgürlüğün kanuna<br />

uygun kullanılması durumlarında dahi, güdülen kastın ne olduğuna bakmak<br />

gerekmektedir. Eğer kasıt, maddede belirtilen faaliyetleri gerçekleştirmeye<br />

yönelik ise, özgürlük alanı sınırlandırılabilecektir. Anayasanın 13.<br />

365 E. 1986/12, K. 1987/4, KT. 11.02.1987, AMKD, Sayı: 23, s.85.<br />

366 ÖZER, Attila: a.g.e., s.79-80.<br />

88


maddesinde belirtilen kriterlerden yoksun olan bu maddeye göre, Anayasada<br />

yer alan özgürlüklerin kullanılması, sadece özgürlüğü kullanan kişinin kastına<br />

bakılarak ve maddede belirtilen soyut kavramlara dayanılarak<br />

yasaklanabilecektir 367 .<br />

14. maddenin “Bu yasaklara aykırı hareket eden veya başkalarını<br />

bu yolda teşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak müeyyideler,<br />

kanunla düzenlenir” hükmünü içeren ikinci fıkrası ile madde gerekçesi birlikte<br />

değerlendirildiğinde, bu maddenin düşünceyi açıklama özgürlüğünün<br />

Anayasal sınırlarından birisini oluşturduğu açıkça görülür. Nitekim Anayasa<br />

Mahkemesi, siyasî parti kapatma kararlarını, genellikle 14. madde ile<br />

temellendirmiştir 368 . Bu parti kapatma davalarının büyük çoğunluğunun<br />

dayanağını, parti programı, partinin yayınları ya da yöneticilerin yaptığı<br />

konuşmalar oluşturmaktadır. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, 14. madde tüm<br />

temel hak ve özgürlükler için kötüye kullanma yasağı getirmektedir.<br />

Dolayısıyla düşünceyi açıklama özgürlüğünün bundan muaf tutulması<br />

düşünülemez. Sorun bu maddenin genel ve özel sınırlama sebepleri dışında<br />

düşünce özgürlüğü için yeni Anayasal sınırlar getirip getirmediğidir. 14.<br />

maddede belirtilen kötüye kullanma hâllerinin çoğunun düşünceyi açıklama<br />

yoluyla işlenmeye elverişli olması nedeniyle ve maddenin ikinci fıkrasında yer<br />

alan “başkalarını bu yolda teşvik veya tahrik edenler” ifadesi Başlangıç<br />

hükümleriyle birlikte değerlendirildiğinde düşünce özgürlüğü için Anayasal bir<br />

sınır oluşturduğu görülür.<br />

Gerçi, gerek “Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet,<br />

topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin<br />

yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir<br />

biçimde yorumlanamaz” hükmünü içeren İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin<br />

30. maddesi, gerekse “Bu Sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete,<br />

topluluğa veya kişiye, Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok<br />

edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara<br />

uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını<br />

367 ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: a.g.b., s.163-164.<br />

368 E. 1990/1, K. 1991/1, KT. 16.07.1991, AMKD, Sayı: 27, Cilt: 2, s.955; E. 1991/2, K.<br />

1992/1, KT. 10.07.1992, AMKD, Sayı: 28, Cilt: 2, s.797 vd.<br />

89


sağlar biçimde yorumlanamaz” hükmünü içeren Avrupa İnsan Hakları<br />

Sözleşmesinin 17. maddesi temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını<br />

yasaklamıştır. Ancak, İnsan Hakları Evrensel Bildirisine göre, temel hak ve<br />

özgürlüklerden herhangi birisinin yok edilmesine yönelik; Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesine göre ise, özgürlüklerden herhangi birisinin yok<br />

edilmesi ya da Sözleşmede öngörülenden daha geniş ölçüde<br />

sınırlandırılmasına yönelik bir etkinliğe girişilmesi ya da eylemde bulunulması<br />

durumunda temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması söz konusu<br />

olabilmektedir. Oysa 1982 Anayasasının 14. maddesinin ilk hâlinde temel<br />

hak ve özgürlükleri yok etmek dışında “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />

bütünlüğünü bozmak”, “Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye<br />

düşürmek”, “Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal<br />

bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak” 369 , “dil, ırk, din ve<br />

mezhep ayrımı yaratmak”, “veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve<br />

görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak” durumlarında da temel hak ve<br />

özgürlüklerin kötüye kullanılması söz konusu olabilecektir. Ayrıca, maddenin<br />

ikinci fıkrasıyla sadece maddede belirtilen amaçları gerçekleştirmek için<br />

hareket etmek değil, aynı zamanda başkalarını bu yolda teşvik ve tahrik<br />

etmek de temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması şeklinde<br />

değerlendirilmiştir.<br />

14. maddenin “Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak<br />

ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde<br />

yorumlanamaz” hükmünü içeren üçüncü fıkrasının, İnsan Hakları Evrensel<br />

Bildirisinin 30. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 17.<br />

maddesiyle uyum içinde olduğu söylenebilir.<br />

Sonuç olarak Anayasanın 14. maddesinin ilk hâli temel hak ve<br />

özgürlüklerin kötüye kullanılmasını engellemekten ziyade, “Devlet”i koruma<br />

amacı güttüğünü söyleyebiliriz. Özgürlükçü ve çoğulcu demokratik düzenin<br />

korunması amacını aşan bu maddeyle “Devlet”in korunması temel hak ve<br />

369 Bu ifade çok uzun yıllar tartışılan ve 3713 sayılı Kanunla 1991 yılında 765 sayılı Türk<br />

Ceza Kanunundan kaldırılan 141. ve 142. maddelerde belirtilen unsurlardan oluşmaktadır.<br />

UYGUN, Oktay: 1982 Anayasasında Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi, s.64.<br />

90


özgürlüklerin korunmasından önde tutulmuştur 370 . Bu bağlamda, Anayasanın<br />

ve kanunların güvence altına aldığı ideoloji ve öncelikler dışındaki görüşlere<br />

dayalı faaliyetlerin tamamı yasaklanmıştır 371 . Bununla birlikte, soyut nitelikte<br />

yasaklamaların konulması ve kanunla yapılabilecek sınırlandırmaların ve<br />

yasaklamaların Anayasa konusu yapılarak doğrudan Anayasa tarafından<br />

yapılmış olması, 1982 Anayasasının temel özelliklerini yansıtan<br />

niteliklerindendir 372 .<br />

2001 yılında Anayasada yapılan değişiklikle bu madde yeniden<br />

düzenlenerek şu şekle sokulmuştur: “Anayasada yer alan hak ve<br />

hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü<br />

bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan<br />

kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa<br />

hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak<br />

ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasalarda belirtilenden daha geniş<br />

şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün<br />

kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar<br />

hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”<br />

İlk fıkra bakımından kötüye kullanma hâlleri her ne kadar<br />

azaltıldıysa da, “Devlet”i koruyan yasaklar varlığını devam ettirmektedir.<br />

Ancak önceki hâliyle ortaya çıkardığı düşünce açıklama özgürlüğünün de<br />

maddede belirtilen nedenlerle yasaklanabileceği tartışması sona ermiştir.<br />

Yasaklanan “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve<br />

insan haklarına dayanan demokratik lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı<br />

amaçlayan” faaliyetlerdir 373 . 14. maddede yapılan değişiklikle, kötüye<br />

kullanmanın sadece “faaliyet” bağlamında ele alınması ve Anayasanın<br />

Başlangıç bölümünün beşinci paragrafındaki “hiçbir düşünce ve<br />

mülahazanın” ifadesinin, “hiçbir faaliyet” şeklinde değiştirilmesi birlikte<br />

düşünüldüğünde, bu maddenin düşünce özgürlüğüne kısıtlama getirdiğini<br />

370<br />

YOKUŞ, Sevtap: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve<br />

Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2002, s.165.<br />

371<br />

ERDOĞAN, Mustafa: Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji, Genişletilmiş 2. baskı, Liberte<br />

Yayınları, Ankara 2000, s.368.<br />

372<br />

YÜZBAŞIOĞLU, Nemci: Türk Anayasa Yargısında Anayasallık Bloku, İstanbul<br />

Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1993, s.214.<br />

373<br />

YOKUŞ, Sevtap: a.g.e., s.166.<br />

91


söylemeye olanak yoktur 374 . Düşüncelerin söz, yazı, resim vb. yolarla<br />

açıklanmasının “faaliyet” olarak nitelendirilmesi durumunda, 14. maddenin<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğü için Anayasal bir sınır çizmeye devam ettiği<br />

söylenebilir 375 . Ancak bu durumda Anayasa koyucunun “hiçbir düşünce ve<br />

mülahazanın” ifadesi yerine “hiçbir faaliyet” ifadesini, “amacıyla kullanılamaz”<br />

ifadesinin yerine “amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamazlar” ifadesini<br />

kullanmasını açıklayamayız 376 .<br />

14. maddenin ikinci fıkrasında yer alan “bu yasaklara aykırı hareket<br />

eden veya başkalarını bu yolda teşvik ve tahrik edenler” ifadesinin<br />

kaldırılarak; yerine “bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar” ifadesinin<br />

getirilmesi, hem diğer değişikliklerle tutarlıdır; hem de Anayasa koyucunun bu<br />

maddeyle düşünceyi açıklama özgürlüğü için Anayasal bir sınır çizme amacı<br />

gütmediğini göstermektedir.<br />

14. maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, Devletin de<br />

Anayasayla tanınan temel hak ve özgürlükleri yok etmesini veya Anayasada<br />

belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan faaliyette<br />

bulunması yasaklanmıştır. Gerçi fıkranın eski hâlinde açık olarak belirtilmese<br />

de Devletin bu tür faaliyetlerini yasakladığı ortadadır. Çünkü fıkranın eski<br />

hâlinde kullanılan ifadeler genel niteliktedir ve muhatabı Devlet dahil<br />

herkestir. Ancak yapılan bu değişiklik, temel hak ve özgürlükleri kötüye<br />

kullanabilecekler arasında devleti de sayan Avrupa İnsan Hakları<br />

Sözleşmesinin 17. maddesine daha uygundur.<br />

374 Karşı görüş için bkz. GÖZLER, Kemal: “3 Ekim 2001 Tarihli Anayasa Değişikliği:Bir<br />

Abesle İştigal Örneği”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü<br />

Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002, Anayasa<br />

Mahkemesi Yayınları, Cilt: 19, s.328.<br />

375 CAN, Osman: “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırla Açısından Neler<br />

Değişti”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24, Anakara 2001, s.108.<br />

376 Anayasa koyucunun komisyon görüşmeleri sırasında, daha somut ve belirgin olan<br />

“eylem” sözcüğünü “faaliyet” sözcüğü ile değiştirmesi hem bir geri adım hem de bir çelişkidir.<br />

CAN, Osman: a.g.m., s.108.<br />

92


E) Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Durdurulması<br />

1982 Anayasasının 15. maddesi temel hak ve özgürlüklerin<br />

durdurulmasını düzenlemektedir. Bu maddeye göre, “Savaş, seferberlik,<br />

sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan<br />

yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel<br />

hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya<br />

bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Birinci<br />

fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu<br />

meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî<br />

varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve<br />

kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve<br />

cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya<br />

kadar kimse suçlu sayılamaz.”<br />

Bu maddeye göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü<br />

hâllerde, Anayasanın özel ve genel sınırlandırma sebepleriyle bağlı<br />

olmaksızın, temel hak ve özgürlükler sınırlandırılabilecektir 377 . Nitekim<br />

Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası döneminde, bu Anayasada yer alan ve<br />

aynı konuyu düzenleyen 124. maddeyi, özel bir sınırlandırma nedeni olarak<br />

görmüştür 378 . Belirtilen hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sadece<br />

sınırlandırılmasını değil, durdurulmasını dahi olanaklı kılan bu madde<br />

karşısında, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamayacağı ilkesinin<br />

ihmal edilebileceği açıktır. Çünkü bir temel hak ve özgürlüğün özüne<br />

dokunulmaksızın sınırlandırılmasından sonra o hakkın önemli kullanım<br />

olanakları devam eder. Oysa bir temel hak ve özgürlüğün kullanılmasının<br />

durdurulması hâlinde böyle bir durum söz konusu değildir 379 .<br />

1982 Anayasasının temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının<br />

durdurulmasını düzenleyen 15. maddesinin, 1961 Anayasasının aynı konuyu<br />

düzenleyen değişik 124. maddesinden, temel hak ve özgürlüklerin korunması<br />

377 ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.87.<br />

378 E. 1971/31, K. 1972/5, KT. 15-16.02.1972, AMKD, Sayı: 10, s.170.<br />

379 SAĞLAM, Fazıl: Temel Hakların Sınırlanması ve Özü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler<br />

Fakültesi Yayınları:506, Ankara, 1982, s.180.<br />

93


açısından üç üstünlüğü vardır. Her şeyden önce, 1982 Anayasasının 15.<br />

maddesi temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ancak “durumun<br />

gerektirdiği ölçüde” durdurulabileceğini belirterek, “ölçülülük” ilkesine yer<br />

vermiştir. İkinci olarak, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler<br />

kastedilerek, bu tedbirlerin “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri”<br />

ihlâl etmemesi şartı getirilmiştir. Nihayet maddenin ikinci fıkrası ile savaş,<br />

seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâllerde bile, hiçbir şekilde<br />

durdurulamayacak ve ihlâl edilemeyecek bazı temel hak ve özgürlüklerden<br />

oluşan bir çekirdek alan yaratılmıştır 380 .<br />

II. ANAYASAMIZDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ<br />

1982 Anayasası, İnsan Hakları Evrensel Bildirisinden ve Avrupa<br />

İnsan Hakları Sözleşmesinden farklı olarak basın özgürlüğünü, düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğünden ayrı bir özgürlük olarak düzenlemiştir. İnsan Hakları<br />

Evrensel Bildirisinin 19. maddesine göre, “Herkesin düşünce ve anlatım<br />

özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız<br />

edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her<br />

yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.” Görüldüğü<br />

gibi bu bildirgede basın özgürlüğü ayrı bir özgürlük olarak ele alınmamış,<br />

düşünce özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olarak kabul edilmiştir. Aynı<br />

şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de basın özgürlüğünü müstakil bir<br />

özgürlük olarak kabul etmemiştir. Sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen<br />

10. maddesine göre, “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne<br />

sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke<br />

sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek<br />

özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema<br />

işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.”<br />

380 ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.88.<br />

94


1982 Anayasasının ilk hâlinde “Kişinin Hakları ve Ödevleri”<br />

başlığını taşıyan İkinci Bölümde, “Basın ve yayımla ilgili hükümler” başlığı<br />

altında bu özgürlük şu şekilde düzenlenmekteydi:<br />

“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve<br />

mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Kanunla yasaklanmış olan<br />

herhangi bir dilde yayım yapılamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini<br />

sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26<br />

ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır 381 . Devletin iç ve dış güvenliğini,<br />

ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya<br />

da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli<br />

bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar<br />

veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun<br />

hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyla;<br />

gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı<br />

merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili mercii, bu kararını en geç<br />

yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç<br />

kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.<br />

Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla<br />

belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak<br />

üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konulamaz. Süreli ve süresiz yayınlar,<br />

381 Anayasanın düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesinin ilk<br />

hâline göre, “...Bu hürriyetin kullanılması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması,<br />

Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve<br />

haklarının özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması<br />

veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amacıyla sınırlanabilir.<br />

Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil<br />

kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya basılı kağıtlar...usulüne göre verilmiş hâkim kararı<br />

üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle<br />

toplattırılır. Toplatma kararını veren mercii bu kararını, yirmidört saat içinde yetkili hâkime<br />

bildirir. Hâkim bu uygulamayı üç gün içinde karara bağlar. Haber ve düşünceleri yayma<br />

araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek<br />

kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılamaz.” Anayasanın<br />

bilim ve sanat özgürlüğünü düzenleyen 27. maddesinin ilk hâline göre, “Herkes, bilim ve<br />

sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma<br />

hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin<br />

değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz. Bu madde hükmü yabancı yayınların<br />

ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.” Avrupa Birliği Uyum<br />

Çalışmaları kapsamında 03.10.2001 tarihinde Anayasada yapılan değişiklikle 26. maddedeki<br />

sınırlama nedenlerine “millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel<br />

nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” ifadesi<br />

eklenmiş; maddenin dil yasağına ilişkin fıkrası ise kaldırılmıştır.<br />

95


kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş<br />

olması hâllerinde hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />

bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve<br />

suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de<br />

kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı<br />

veren yetkili mercii, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime<br />

bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, toplatma<br />

kararı hükümsüz sayılır. Süreli ve süresiz yayınların suç soruşturma veya<br />

kovuşturma sebebiyle zapt ve müsaderesine genel hükümler uygulanır.<br />

Türkiye’de yayımlanan, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,<br />

Cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlâka aykırı<br />

yayımlardan mahkûm olma hâlinde, mahkeme kararıyla geçici olarak<br />

kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü<br />

yayın yasaktır; bunlar hakim kararıyla toplatılır(m.28). Süreli ve süresiz yayın<br />

önceden izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Süreli yayın<br />

çıkarılabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, kanunda belirtilen<br />

yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının<br />

tespiti hâlinde yetkili mercii, yayının durdurulması için mahkemeye başvurur.<br />

Süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, malî kaynakları ve gazetecilik<br />

mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanun, haber, düşünce ve<br />

kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal,<br />

ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz. Süreli yayınlar, Devletin ve diğer<br />

kamu tüzel kişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından<br />

eşitlik esasına göre yararlanır(m.29). Kanuna uygun şekilde basın işletmesi<br />

olarak kurulan basımevi ve eklentileri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />

bütünlüğü, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve millî güvenlik aleyhinde işlenmiş bir<br />

suçtan mahkûm olma hali hariç, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve<br />

müsadere ve işletilmekten alıkonamaz(m.30). Düzeltme ve cevap hakkı,<br />

ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili<br />

gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hâllerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.<br />

Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine<br />

96


hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün<br />

içerisinde karar verilir(m.32).”<br />

Avrupa Birliği Uyum Çalışmaları sürecinde 03.10.2001 tarihinde<br />

Anayasanın 28. maddesinde yapılan değişiklikle 382 “Kanunla yasaklanmış<br />

olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz” hükmü kaldırılmış; 07.05.2004<br />

tarihinde ise, Anayasanın 30. maddesinde yapılan değişiklikle 383 madde<br />

metninden “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin<br />

temel ilkeleri ve millî güvenlik aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkûm olma<br />

hali hariç” ifadesi kaldırılmış ve maddeye “ile basın araçları” ifadesi<br />

eklenmiştir.<br />

A) Anayasamızda Basın Kavramı<br />

1982 Anayasası, 1961 Anayasası gibi “basın” sözcüğünü, bizim de<br />

benimsediğimiz, dar anlamıyla kullanmıştır 384 . Basın diğer kitle iletişim<br />

araçlarından ayrılmıştır. Bu ayrım Anayasanın birçok hükmünde kendisini<br />

göstermektedir. Her şeyden önce düşünceyi açıklama ve yayma<br />

özgürlüğünün düzenlendiği 26. maddede “…radyo, televizyon, sinema veya<br />

benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine…” bağlanabileceği<br />

belirtilerek, bu iletişim araçlarının basın özgürlüğünden değil düşünceyi<br />

açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanabileceği belirtilmek istenmiştir.<br />

Nitekim madde gerekçesinde radyonun, televizyonun ve sinemanın, kitle<br />

haberleşme aracı olarak, diğer kitle haberleşeme araçlarından örneğin<br />

basından, 385 çok daha farklı bir niteliğe sahip olduğu 386 belirtilerek bu ayrım<br />

vurgulanmaya çalışılmıştır.<br />

Yine basın özgürlüğünün düzenlendiği 28. maddede “Basımevi<br />

kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz” denerek<br />

382 Resmî Gazete, Tarih: 17.10.2001, Sayı: 24556.<br />

383 Resmî Gazete, Tarih: 22.05.2004, Sayı: 25469.<br />

384 Basın kavramı için bkz. Birinci Bölüm, s. 9 vd.<br />

385 Gerekçede “basın” sözcüğünün yerine “yazılı basın” sözcüğü kullanılmıştır. Basının<br />

yazılı-görsel-işitsel gibi ayrımlara tâbi tutulması hem kavram kargaşasına yol açmakta, hem<br />

de Anayasamızın benimsediği basın anlayışıyla çelişmektedir. Bu nedenle gerekçede yer<br />

alan “yazılı basın” kavramı Anayasanın benimsediği basın anlayışıyla uyum içinde değildir.<br />

386 ÖZER, Attila: a.g.e., s.128.<br />

97


gazete, dergi, kitap vb. yayınların basımını sağlayan basımevleri, basın<br />

özgürlüğünün temel unsurlarından biri olarak kabul edilmiştir. Aynı yaklaşımı<br />

basın araçlarının korunmasını düzenleyen 30. maddede de görmekteyiz. Bu<br />

maddeyle koruma altına alınan basın araçları basımevi ve eklentileridir. Oysa<br />

Anayasanın 26. maddesinde diğer kitle iletişim araçlarından olan radyo,<br />

televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izne<br />

bağlanabileceği belirtilmiş ve bu kitle iletişim araçları Anayasa tarafından<br />

basın araçları içerisinde sayılmamıştır.<br />

Ayrıca Anayasanın basın özgürlüğünü düzenleyen hükümlerinde<br />

yer alan “yazanlar”, “bastıranlar”, “basanlar”, “başkasına verenler”, “dağıtımı<br />

önleme”, “toplatma”, “süreli yayın” “süresiz yayın” gibi ifadeler nitelikleri<br />

gereği ancak gazete, kitap dergi gibi basılıp çoğaltılabilen kitle iletişim<br />

araçları için kullanılabilir. Nihayet Anayasanın basını diğer kitle iletişim<br />

araçlarından ayırdığının en açık göstergesi, kamu tüzelkişilerinin elindeki<br />

basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkının düzenlendiği<br />

31. maddedir. Bu maddede kastedilen basın dışı kitle haberleşme araçlarının<br />

radyo, televizyon ve resmî haber ajanslarının olduğu gerekçede<br />

belirtilmektedir 387 .<br />

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Anayasaya göre basın, kitle<br />

iletişim araçlarından biridir; ancak arz ettiği özellikler itibariyle diğer kitle<br />

iletişim araçlarından ayrılmıştır. Anayasanın basın özgürlüğünü düzenleyen<br />

hükümlerinden diğer kitle iletişim araçlarından olan radyo, televizyon, sinema<br />

vs. yararlanamaz. Bu kitle iletişim araçları basın özgürlüğünden değil,<br />

düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanır.<br />

B) Anayasamızın Basın Özgürlüğü İçin Öngördüğü İlkeler ve<br />

Bu İlkelerin Anayasal Gelişim Süreci<br />

1982 Anayasasının basın özgürlüğünü düzenleyen maddeleri<br />

incelendiğinde, Anayasanın basın özgürlüğü için aşağıdaki ilkeleri<br />

benimsediği görülür:<br />

387 ÖZER, Attila: a.g.e., s.151.<br />

98


2. Basının Sansür Edilememesi<br />

Basın özgürlüğünü düzenleyen ilk Anayasamız 1876 Anayasasıdır.<br />

Bu Anayasanın 12. maddesinde basın özgürlüğü, “Matbuat kanun dairesinde<br />

serbesttir.” ifadesiyle açıklanmıştır. Bu hükmün basın özgürlüğünü<br />

sağlamayacağı ve onu güvence altına alamayacağı açıktır. Çünkü bu<br />

hükümle Anayasa yasama organına sınırsız bir düzenleme yetkisi<br />

vermiştir 388 . Bu hükmün değerini ifade etmesi bakımından şu olay çok<br />

önemlidir: Elleri ayakları kıskıvrak bağlı bir adam karikatürü yaparak altına<br />

“Kanun dairesinde serbesti” cümlelerini yazıp Anayasanın 12. maddesine<br />

mizah yoluyla gönderme yapan Hayal gazetesinin sahibi Teodor Kasap üç yıl<br />

hapse mahkûm edilmiştir 389 .<br />

Bununla birlikte bu hüküm basın özgürlüğü açısından önemlidir.<br />

Çünkü 1876 Anayasasının bu hükmündeki “kanun dairesinde” ifadesi basının<br />

idarî kararlarla değil ancak kanunla sınırlandırılabileceğini belirtmektedir.<br />

Böylece basın özgürlüğü hiç olmazsa yürütme gücüne karşı güvence altına<br />

alınmıştır 390 . Ancak basın özgürlüğünü düzenleyen bu maddede sansür<br />

yasağına yer verilmemiştir. Yani kanun koyucu istediği zaman basın<br />

özgürlüğünü sınırlandırabilecek hatta basına sansür koyabilecektir. Nitekim<br />

II. Abdülhamit 1877 yılında çıkardığı bir kararname ile ülkede sıkıyönetim ilân<br />

ederek basını sansür altına almıştır 391 . Bu Kararnamenin 6. maddesinde,<br />

askerî hükûmetin zihinleri kurcalayıcı yayım yapan gazeteleri derhal<br />

kapatabileceği belirtilmiştir.<br />

II. Abdülhamit döneminden alınan dersler doğrultusunda 1908’de<br />

yeniden yürürlüğe konulan 1876 Anayasasının basınla ilgili olan 12. maddesi<br />

“Matbuat kanun dairesinde serbesttir, hiçbir veçhile kablettab teftiş ve<br />

muayeneye tabi tutulamaz” biçiminde yeniden düzenlenmiştir. Bu değişiklikle<br />

388 DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.6.<br />

389 KUDRET, Cevdet: Abdülhamit Devrinde Sansür, Birinci Baskı, Milliyet Yayınları, Ankara,<br />

1977, s.19.<br />

390 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.160.<br />

391 İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s.258.<br />

99


maddenin 1876 Anayasasında yer alan ifadesine sansür yasağı<br />

eklenmiştir 392 .<br />

Sansür yasağı 1924 Anayasasında da yer almıştır. Bu Anayasanın<br />

77. maddesine göre, “matbuat kanun dairesinde serbesttir ve neşir<br />

edilmeden evvel teftiş ve muayeneye tâbi değildir.”<br />

Aynı anlayışı benimseyen 1961 ve 1982 Anayasalarında da sansür<br />

yasağı varlığını sürdürmüştür. 1961 Anayasasının 22 ve 1982 Anayasasının<br />

28. maddelerine göre, “Basın hürdür, sansür edilemez.”<br />

2. Basımevi Kurmanın İzin Alma ve Malî Teminat Yatırma<br />

Şartına Bağlanamaması<br />

Süreli ve süresiz yayınların basımı için zorunlu olan matbaaların<br />

kurulmasının izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanmasının basın<br />

özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Aksi taktirde basın siyasal iktidarın<br />

baskısı ve denetimi altına girer. Nitekim, basımevi kurmanın izne bağlandığı<br />

dönemlerde, siyasal iktidarın basını bu yolla baskı altında tuttuğu tarihsel bir<br />

gerçektir 393 . Gerçi, matbaa kurmak için aranan izin şartı 1909 Tarihli Matbuat<br />

Kanunu ile birlikte kaldırılmıştı 394 . Bu tarihten sonra çıkan 1931 tarih ve 1881<br />

sayılı Matbuat Kanunu gibi halen yürürlükte olan 1950 tarih ve 5681 sayılı<br />

Matbaalar Kanunu da matbaa kurmanın izne bağlı olmadığını, matbaa<br />

kurmak isteyenlerin en büyük mülkî amire bir beyanname vermelerinin yeterli<br />

olduğunu belirtmiştir. Tüm bunlara rağmen 1876, 1924 ve 1961<br />

Anayasalarında yer almayan “Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat<br />

yatırma şartına bağlanamaz” hükmünün, 1982 Anayasasına konması<br />

Anayasa koyucunun matbaa serbestisini basın özgürlüğünün temel<br />

unsurlarında biri olarak kabul ettiğinin göstergesidir. Nitekim madde<br />

392 DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.7.<br />

393 II. Abdülhamit’in basını kontrol altına almak için kullandığı yöntemlerden birisi de matbaa<br />

açmayı izin sistemine bağlayan Matbaalar Nizamnameleridir. Matbaalarla ilgili ilk<br />

düzenlemelerin yer aldığı 1857, 1888 ve 1895 tarihli Matbaalar Nizamnamelerine göre,<br />

matbaa açmak isteyenlere, durumları incelendikten sonra, eğer sakınca görülmezse, matbaa<br />

açabileceklerine dair bir belge verilmekteydi. Bkz. KABACALI, Alpay: a.g.e., s.54-55.<br />

394 İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Başvekâlet Basın ve Yayın<br />

Umum Müdürlüğü Yayınlarından:2, Ankara, 1943, s.158.<br />

100


gerekçesinde “…basın hürriyetinin temel unsurlarından biri olan matbaa<br />

serbestisi de fıkraya eklenmiştir.” 395 denerek bu durum vurgulanmıştır.<br />

3. Basımevi ve Eklentilerine El Konulamaması<br />

Anayasa koyucunun matbaaları basın özgürlüğünün temel<br />

unsurlarından biri olarak gördüğünü gösteren bir diğer hüküm basın<br />

araçlarının korunmasını düzenleyen hükümdür. “Basımevi ve eklentileri ve<br />

basın araçları, suç vasıtası olduğu gerekçesiyle de olsa, zapt veya müsadere<br />

edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.” şeklinde 1961 Anayasasının 25.<br />

maddesinde düzenlenen bu ilke, 1982 Anayasasının 30. maddesinin ilk<br />

hâlinde “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve<br />

eklentileri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin<br />

temel ilkeleri ve millî güvenlik aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkûm olma<br />

hali hariç, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez ve<br />

işletilmekten alıkonulamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.<br />

1982 Anayasasının en temel özelliklerinden olan Devleti koruma<br />

anlayışı bu maddede de kendini göstermiştir. 1961 Anayasasına göre, hiçbir<br />

şekilde zapt ve müsadere edilemeyecek ve işletilmekten alıkonulamayacak<br />

olan basımevi ve eklentileri, 1982 Anayasasına göre, Devletin ülkesi ve<br />

milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve millî güvenlik<br />

aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkûmiyet hâlinde zapt ve müsadere<br />

edilebilecek ve işletilmekten alıkonulabilecektir. Anayasa koyucunun “pek<br />

ağır suçlar” olarak nitelendirdiği yukarıdaki suçlardan birinin işlenmesi<br />

hâlinde, basın araçlarının yerine getirdiği görevler nedeniyle onlara tanınan<br />

ayrıcalık varlık gerekçesini kaybetmektedir. Bu durumu açıkça ortaya koyan<br />

madde gerekçesine göre, bu maddeyle güdülen amaç, her ne sebeple olursa<br />

olsun bir basın aracını dokunulmaz kılmak değil; fakat basın aracını, yerine<br />

getirdiği görev nedeniyle “özel işleme” tâbi tutmak, yani korumaktır. Pek ağır<br />

suç işleme hâlinde ise, “özel işlem” varlık gerekçesini kaybetmektedir 396 .<br />

395 ÖZER, Attila: a.g.e., s.134-135.<br />

396 ÖZER, Attila: a.g.e., s.148-149.<br />

101


07.05.2004 tarihinde kabul edilen ve Anayasanın bazı maddelerini<br />

değiştiren 5170 sayılı Kanunla 397 , Anayasanın “Basın araçlarının korunması”<br />

başlıklı 30. maddesi değiştirilmiştir. Bu yeni düzenlemeye göre, “Kanuna<br />

uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın<br />

araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya<br />

işletilmekten alıkonulamaz.” Bu değişiklikle maddenin ilk hâlinde yer alan<br />

“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin temel ilkeleri<br />

ve millî güvenlik aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkûm olma hali hariç”<br />

ifadesi çıkarılmış ve maddeye “ile basın araçları” ifadesi eklenmiştir. Bu<br />

değişiklikten sonra 5680 sayılı Basın Kanununun ek 1. maddesinin ikinci<br />

fıkrasında yer alan “…mevkute veya mevkute sayılmayan basılmış eserlerin<br />

basımında kullanılan makineler ile diğer basım aletlerinin müsaderesine de<br />

karar verilebilir” hükmü, Anayasaya aykırı hâle gelmiştir. Ancak 5187 sayılı<br />

Basın Kanununun 26.06.2004 tarihinde yürürlüğe girerek 398 5680 sayılı Basın<br />

Kanununu ilga etmesiyle Anayasaya aykırı bu durum ortadan kalkmıştır.<br />

Üstlendikleri önemli görevler nedeniyle basın araçlarının özel<br />

koruma tedbirlerine konu edilerek, suç aleti oldukları gerekçesiyle zapt ve<br />

müsadere edilmemeleri ve işletilmekten alıkonulamamaları, basın özgürlüğü<br />

açısından çok önemlidir. Aksi taktirde suç aleti oldukları gerekçesiyle, henüz<br />

bir mahkûmiyet kararı bile olmadan, basın araçlarının zapt ve müsadere<br />

edilmeleri ve işletilmekten alıkonulmaları söz konusu olabilecektir. Bunun<br />

sonucu olarak basının, baskı ve kontrol altına alınma tehlikesiyle karşı<br />

karşıya kalacağı aşikardır.<br />

Bununla birlikte söz konusu koruma tedbirinin, istisnasız tüm basın<br />

araçları bakımından kabul edildiği söylenemez. Çünkü 30. maddeye göre, bu<br />

korumadan ancak kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan<br />

basımevi ve eklentileri yararlanabilecektir. Örneğin kaçak kurulmuş bir<br />

basımevi bu hükümden yararlanamayacaktır.<br />

Yine bu hüküm, basımevi ve eklentilerinin sadece “suç aleti olarak”<br />

zapt ve müsadere edilemeyeceğini ve işletilmekten alıkonulamayacağını<br />

belirtmektedir. Basın araçlarına, başka kanun hükümleri gereği yapılabilecek<br />

397 Resmî Gazete, Tarih: 22.05.2004, Sayı: 25469.<br />

398 Resmî Gazete, Tarih: 26.06.2004, Sayı: 25504.<br />

102


müdahaleler bu korumanın dışındadır. Örneğin, İş Kanununa veya Matbaalar<br />

Kanununa aykırılık gerekçesiyle basımevi işletilmekten alıkonulabilir. Madde<br />

de kullanılan “zapt” ve “müsadere” sözcükleri bu durumu açıkça ortaya<br />

koymaktadır.<br />

4. Süreli ve Süresiz Yayının İzin Alma ve Malî Teminat Yatırma<br />

Şartına Bağlanamaması<br />

1982 Anayasasının 29. maddesine göre, “Süreli ve süresiz yayın<br />

önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” Bu hüküm<br />

basın özgürlüğünün olmazsa olmaz koşullarından birisidir. Özgürlüklerin<br />

kullanılmasında “izin sistemi”nin benimsenmesi, özgürlük kavramıyla<br />

bağdaşmaz.<br />

Temel hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde iki sistem söz<br />

konusudur. Bunlardan birincisi “düzeltici sistem”, ikincisi “önleyici sistem”dir.<br />

Düzeltici sistemde, önceden herhangi bir izin almaya gerek olmayıp, ilgili kişi<br />

bütün sorumluluk kendisine ait olmak üzere verilecek cezayı göze alarak<br />

serbestçe hareket eder. Önleyici sistemde ise, özgürlüklerin kullanılması,<br />

sınırların aşılmasını ve kötüye kullanmayı engellemek amacıyla önceden<br />

bazı kayıtlar altına alınmaktadır. Bu sistemde, kural olarak bir özgürlüğün<br />

kullanılması şartsız olmayıp, önceden izin almaya veya en azından bir<br />

bildirimde bulunmaya bağlıdır. Katılık veya esneklik derecesine göre önleyici<br />

sistem, yasaklayıcı önleme, düzenleyici önleme ve basit önleme olmak üzere<br />

üçe ayrılabilir. Bir özgürlüğün kullanılması için aranan iznin verilip<br />

verilmemesi konusunda kamu otoriteleri tam ve mutlak bir taktir yetkisine<br />

sahip bulunuyorsa “yasaklayıcı önleme”; istenen iznin verilmemesi kamu<br />

otoritelerinin taktirine bırakılmamışsa, önceden belirlenmiş olan objektif<br />

şartların yerine getirilmesi hâlinde izin verilmek zorundaysa “düzenleyici<br />

önleme”; bir özgürlüğün kullanılması için izin almaya gerek olmaksızın,<br />

bildirim yeterli görülüyorsa “basit önleme” söz konusudur 399 .<br />

399 KAPANİ, Münci: a.g.e., s.236-237.<br />

103


1982 Anayasası, süreli ve süresiz yayınlar için “basit önleme”<br />

sistemini benimsemiştir. Buna göre, süreli veya süresiz bir yayın için izin<br />

almaya ya da malî teminat yatırmaya gerek olmayıp bildirimde bulunmak<br />

yeterlidir. Nitekim gerek 5680 sayılı eski Basın Kanunu gerekse 5187 sayılı<br />

yeni Basın Kanunu süreli yayınlar için bildirim sistemini kabul etmiştir 400 .<br />

Süreli ve süresiz yayınların malî teminat şartına bağlanması hem<br />

özgürlüğün gereksiz olarak kısıtlanması, hem de malî imkânları daha geniş<br />

olan kişilerle daha dar olan kişiler arasında bir ayrıma yol açması sebebiyle<br />

basın özgürlüğüyle ve klâsik demokrasi rejimiyle bağdaşmaz 401 . Nitekim<br />

gerek 1961 Anayasası, gerekse 1982 Anayasası “Süreli ve süresiz yayın<br />

önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” hükmüne<br />

yer vererek bu önleme usulünü açıkça reddetmişlerdir. 1982 Anayasasının<br />

29. maddesinin gerekçesinde malî teminatın yayım için daima bir engel teşkil<br />

ettiği bu nedenle de “önleyici tedbir” olarak yasaklandığı belirtilmiştir 402 .<br />

Yayımın izne tâbi tutulmaması, bu özgürlüğün kullanılmasının<br />

düzenlenemeyeceği, her türlü denetim dışında bırakılacağı anlamına gelmez.<br />

Basının günümüz toplumunda taşıdığı önem ve demokrasilerde üstlendikleri<br />

görev, basının ve basın özgürlüğünün düzenlenmesini zorunlu hâle<br />

getirmektedir.<br />

Basının ve basın özgürlüğünün düzenlenmesi basının hem<br />

görevini amacına uygun bir şekilde yerine getirmesini sağlar; hem de basın<br />

özgürlüğün kötüye kullanılmasının engellenmesi bakımından önem arz eder.<br />

Ancak bu konu düzenlenirken kanun koyucunun dikkate almak zorunda<br />

olduğu bir noktaya Anayasa temas etmektedir. Anayasanın 29. maddesinin<br />

üçüncü fıkrasına göre, “Süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, malî<br />

kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanun,<br />

haber; düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya<br />

zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz.” Yani, basın<br />

400 5680 sayılı eski Basın Kanununa göre, süreli yayın çıkarılması izne bağlı olmayıp süreli<br />

yayının çıkacağı yerin en büyük mülkî amirliğine beyanname verilmesi yeterliydi. Aynı<br />

sistemi benimseyen 5187 sayılı yeni Basın Kanunu, eski Kanundan farklı olarak<br />

beyannamenin verileceği yer olarak, en büyük mülkî amirliğin yerine Cumhuriyet<br />

Başsavcılığını kabul etmiştir.<br />

401 KAPANİ, Münci: a.g.e., s.237.<br />

402 ÖZER, Attila: a.g.e., s.143-144.<br />

104


özgürlüğünün sağlanabilmesi için sadece bildirim usulünün benimsenmesi ve<br />

malî teminat yatırma şartının aranmaması yeterli değildir. Bununla birlikte<br />

basını ve basın özgürlüğünü düzenleyen kanunlar hazırlanırken Anayasanın<br />

temas ettiği bu hususlar dikkate alınmalıdır. Aksi taktirde kanun koyucu<br />

hazırlayacağı kanunlarla basın özgürlüğünü ortadan kaldırabilir.<br />

Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarında muhabir, sorumlu müdür ya da<br />

süreli yayın sahibi olabilmenin şartlarını çok ağırlaştırarak, bu alanda faaliyet<br />

göstermek isteyenlerin önü kesilmiştir. Bunun en ilginç örneği 1931 tarih ve<br />

1881 sayılı Matbuat Kanunudur. Bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle önce yeni<br />

Kanunun aradığı şartları taşımayan muhalif Yarın gazetesi kapanmış 403 ,<br />

ardından diğer bir muhalif ses olan M. Zekeriya Sertel Son Posta<br />

Gazetesi’nden ayrılmıştır. M. Zekeriya Sertel’in ayrılmasına yeni Matbuat<br />

Kanununun 12. maddesi ile getirilen gazete sahibi olabilmek için vatan, millî<br />

mücadele, cumhuriyet ve inkılâp aleyhinde bulunup da herhangi bir<br />

mahkeme ve divan tarafından mahkûm olmamak şartı neden olmuştur 404 .<br />

Yine Demokrat Parti iktidarı döneminde süreli ve süresiz yayın izne tâbi<br />

tutulmadığı ve malî teminat yatırma şartına bağlanmadığı hâlde getirilen<br />

siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlarla bu özgürlük ortadan<br />

kaldırılabilmiştir.<br />

403 Yarın gazetesinin yayım hayatını durdurmasında Matbuat Kanunu ile birlikte başka<br />

olayların da etkisi olmuştur. Bunlardan birincisi Kayseri Valisi Suat Bey ve eski savcı Rıfat<br />

Bey hakkında yayımlanan bir yazı nedeniyle Yarın gazetesinin sorumlu müdürü Tevfik Bey’in<br />

1 yıl 8 ay hapse mahkûm edilmesi ve gazete sahibi Arif Oruç’un da tazminata mahkûm<br />

edilmesidir. TUNCAY, Mete: T.C.’nde Tek- Partili Yönetim’in Kurulması (1923-1931), 2.<br />

Basım, Cem Yayınları, İstanbul, 1989, s.280. İkincisi, Arif Oruç’un iktidar yanlısı basının<br />

kendisini devamlı hedef göstermesi sonucu, bu tür yayınlardan etkilenen iki genç tarafından<br />

dövülmesidir. 4 Ağustos 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu olayı “Vatan Haini Arif Dün İki<br />

Gençten Dayak Yedi” başlığı ile vermiştir. Tüm bu olanlara yeni Matbuat Kanununun<br />

yürürlüğe girmesi de eklenince Yarın gazetesi için en akılcı yolun kapanmak olduğu ortaya<br />

çıkmıştır. GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet ve 1931<br />

Matbuat Kanunu, Gazi Üniversitesi Yayın No.184, Ankara, 1993, s.138-139.<br />

404 M. Zekeriya SERTEL, Resimli Ay isimli dergide yayınladığı “Hapishanede İdama Mahkûm<br />

Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler” başlıklı yazıdan dolayı İstiklâl Mahkemesi<br />

tarafından mahkûm edilmişti. GÜZ, Nurettin: Türkiye’de Basın- İktidar İlişkileri(1920-1927),<br />

Gazi Üniversitesi Yayın No.166, Ankara, 1991 s.190-191.<br />

105


Tanınması<br />

5. Düzeltme ve Cevap Hakkının Ancak Belirli Durumlarda<br />

Düzeltme ve cevap hakkı hem bir habere ya da yazıya konu olan<br />

kişiler için önem arz etmektedir; hem de basın özgürlüğü ile yakından ilgilidir.<br />

Düzeltme ve cevap hakkı, kişilerin şeref ve haysiyetinin korunması, toplumun<br />

doğru bilgilendirilmesi 405 ve basın özgürlüğünün sağlanması bakımından çok<br />

önemlidir. Taşıdığı önem nedeniyle gerek 1961, gerekse 1982 Anayasası<br />

düzeltme ve cevap hakkını düzenlemiştir. 1961 Anayasasının 27.<br />

maddesindeki hükmün hemen hemen aynısına 32. maddesinde yer veren<br />

1982 Anayasasına göre, “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet<br />

ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar<br />

yapılması hâllerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap<br />

yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından<br />

ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.”<br />

Basın Kanununda düzenlenmesi gereken bu konunun, Anayasada<br />

düzenlenmesinin sebebi 1960 öncesi uygulamalardır. 1950 tarih ve 5680<br />

sayılı Basın Kanununun cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen 19.<br />

maddesinin ilk şekline göre, “Bir şahsın haysiyet ve şerefine dokunan veya<br />

menfaatini bozan yahut kendisi ile ilgili hakikata aykırı hareketler, düşünceler<br />

ve sözlerle açık ve kapalı şekilde bir mevkutede yapılan yayından dolayı o<br />

şahsın imzası ile gönderilecek cevap ve düzeltmeyi mevkutenin mesul<br />

müdürü, metnine hiçbir mülâhaza ve işaret katmaksızın aynen ve tamamen<br />

neşre mecburdur…Gönderilen cevap ve düzeltmede suç teşkil eden ifadeler<br />

veya cevap ve düzeltmeyi gerektiren yayın ile ilgisi bulunmayan hususlar<br />

mevcut ise veya neşrinden itibaren üç ay geçmiş ise dercinden çekinilebilir.<br />

Bu taktirde çekinmenin sebepleri derhal yazı ile o yer sulh ceza yargıçlığına<br />

bildirilir. Yargıç en geç yirmi dört saatte neşir ile alâkası bulunup<br />

bulunmadığına ve müddetin geçip geçmediğine karar verir veya münasip<br />

göreceği değişikliği yapar. Yargıç kararının yerine getirilmesi mecburidir.”<br />

405 Bkz. 5187 sayılı Basın Kanunu gerekçesi. ÇETİN, Erol: Açıklamalı-İçtihatlı Basın Hukuku,<br />

2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2004, s.64.<br />

106


1956 yılında 6733 sayılı Kanunla 406 Basın Kanununun bu maddesi<br />

değiştirilerek cevap ve düzeltmelerin mevkute ile birlikte, ilgilinin bulunduğu<br />

yer Cumhuriyet savcılığına verileceği; Cumhuriyet savcısının, en geç 24 saat<br />

içerisinde, cevap veya düzeltmenin kanunun aradığı şartları taşıyıp<br />

taşımadığını inceleyeceği ve karar vereceği ve bu kararın kesin olup yerine<br />

getirilmesinin mecburî olacağı hükme bağlanmıştır. Cevap ve düzeltme<br />

hakkını düzenleyen maddede yer alan “menfaatini bozan” ifadesinin<br />

kapsamının genişliğinden ve muğlaklığından yararlanan siyasal iktidar, bu<br />

hakkı kötüye kullanmıştır. Doğru haberler dahi yalanlanmış, siyasal iktidarın<br />

hoşuna gitmeyen her habere tekzip gönderilmiş, bunlar savcılıklardan<br />

kolaylıkla geçirilerek basın işlevini yapamaz hâle sokulmuştur. Ankara’da<br />

Hürriyet Partisinin organı olarak yayımlanan Yeni Gün gazetesinin bir<br />

sayısında, birinci sayfa savcılığın ve belediyenin tekzipleriyle dolduğu için<br />

günün önemli haberlerini iç sayfalarda vermek zorunda kalmış olması bu<br />

durumu gösteren ilginç bir örnektir 407 .<br />

Yukarıda değindiğimiz uygulamaları dikkate alan ve benzeri<br />

uygulamaların önünü kesmek isteyen Anayasa koyucu düzeltme ve cevap<br />

hakkını Anayasada düzenleme ihtiyacı duymuştur. Madde gerekçesinde bu<br />

durum, “Bir taraftan hakikate aykırı yayın yüzünden itibar ve haysiyeti<br />

zedelenen şahıslara da bu hakkı tanımak, diğer taraftan da bu hakkın<br />

düzenlenmesini mutlak olarak kanuna bırakma neticesinde, meselâ<br />

savcıların cevap hakkı hususunda son sözü söylemesi gibi pek yanlış bir<br />

hükmün hortlamasına mani olma gayesiyle 27’nci maddedeki hükme<br />

Anayasamızda yer verilmiştir.” 408 denerek açıkça vurgulanmıştır.<br />

406 Resmî Gazete, Tarih: 08.06.1956, Sayı: 9327.<br />

407 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.180. Savcılıklardan gönderilen tekziplere birkaç örnek: “Bir<br />

CHP gazetesine âlet olduk.”, “18 Mart 1959 tarihli gazetemizde çıkan haber yalandır.”,<br />

“Şişli’de bir bakkaliye dükkânı soyulmadı, yanlış haber verdik.”, “2/9/1958 tarihli gazetemizin<br />

birinci sayfasında Gülek’in Trabzon’a gelişi dolayısıyla neşredilen yazılar tamamiyle hilâfi<br />

hakikattir.”(16 Eylül 1958, 6 sütunluk bir manşet). TOPUZ, Hıfzı: II. Mahmut’tan Holdinglere<br />

Türk Basın Tarihi, Birinci Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003, s.207-208.<br />

408 ÖZER, Attila: a.g.e, s.157.<br />

107


Aranması<br />

6. Dağıtımın Önlenmesi ve Toplatma İçin Hâkim Kararının<br />

1961 Anayasasının ilk hâlinde yer alan, “Türkiye’de yayımlanan<br />

gazete ve dergilerin toplatılması, bu tedbirlerin uygulanacağını kanunun<br />

açıkça gösterdiği suçların işlenmesi hâlinde ve ancak hâkim kararıyla<br />

olabilir.”(m.22/4) hükmü, 1971 yılında yapılan değişiklikle “Türkiye’de<br />

yayımlanan gazete ve dergiler, kanunun gösterdiği suçların işlenmesi hâlinde<br />

hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, millî güvenliğin,<br />

kamu düzeninin veya genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi<br />

bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de, kanunun açıkça<br />

yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci,<br />

bu kararını en geç 24 saat içinde mahkemeye bildirir. Mahkeme bu kararı en<br />

geç üç gün içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.” şeklinde<br />

değiştirilmiştir. Bu değişiklikle, maddede sayılan suçlar bakımından<br />

gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, kanunun açıkça yetkili kıldığı<br />

merciin de toplatma kararı verebileceği hükme bağlanmıştır. Görüldüğü üzere<br />

gerek 1961 Anayasasının ilk hâlinde, gerekse 1971 yılında yapılan<br />

değişiklikten sonraki hâlinde, dağıtımın önlenmesine dair herhangi bir hüküm<br />

mevcut değildir.<br />

Dağıtımın önlenmesi ve süreli ve süresiz yayınların toplatılması<br />

1982 Anayasasının 28. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddenin dördüncü<br />

ve altıncı fıkralarına göre, “Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle<br />

bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya<br />

isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan<br />

her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla,<br />

basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca<br />

sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyla; gecikmesinde<br />

sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle<br />

önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili mercii, bu kararını en geç yirmidört saat<br />

içinde yetkili hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat<br />

içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır... Süreli ve<br />

108


süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya<br />

kovuşturmasına geçilmiş olması hâllerinde hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve<br />

milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel<br />

ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca<br />

bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle<br />

toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili mercii, bu kararını en geç yirmidört<br />

saat içinde yetkili hâkime bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde<br />

onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.”<br />

1982 Anayasası, 1961 Anayasasından farklı olarak, “toplatma”<br />

dışında “dağıtımın önlenmesi”ne de yer vermiştir. Bu düzenlemeye göre,<br />

hâkim tedbir yoluyla dağıtımın önlenmesi kararı verebileceği gibi,<br />

gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yetkili merci de bu kararı<br />

verebilecektir. Gerçi, yetkili merciin verdiği dağıtımın önlenmesi kararı<br />

hâkimin onayına bağlanmıştır. Ancak, yetkili merciin bu kararını hâkime 24<br />

saat içinde bildirmesi ve hâkimin 48 saat içinde bu kararı onaylaması ya da<br />

onaylanmaması düşünüldüğünde, üç günlük bir süreyle yetkili merciin<br />

kararının yürürlükte olacağı görülür.<br />

Gerek 1961 Anayasasında, gerekse 1982 Anayasasında “yetkili<br />

merciin” neresi olacağını belirtilmemiş bu konu kanun koyucuya bırakılmıştır.<br />

Nitekim 5680 sayılı Basın Kanununda 1983 yılında yapılan değişiklikle 409<br />

getirilen Ek 1. maddeyle, yetkili merciin, “Cumhuriyet savcılığı” olacağı<br />

hükme bağlanmıştır.<br />

Siyasal iktidara ters düşen bir gazetenin yetkili merci tarafından<br />

dağıtımının önlenmesine karar verilmesine ve satılma şansı ortadan<br />

kalktıktan sonra “suç oluşmadığı” gerekçesiyle bu tedbirin kaldırılmasına<br />

neden olacağı iddia edilerek bu düzenlemenin, basın özgürlüğünü ihlâl<br />

edeceği ileri sürülmüştür 410 . Yetkili merciin Cumhuriyet savcılığı olması<br />

durumunda bu iddia gerçekçi olmaz. Çünkü aynı sakınca hâkim tarafından<br />

verilecek dağıtımın önlenmesi kararında da söz konusudur. Bu sorun yetkili<br />

mercie dağıtımın önlenmesi kararı verme yetkisi ile ilgili olmayıp yargı<br />

bağımsızlığı ile ilgilidir.<br />

409 Resmî Gazete, Tarih: 13.11.1983, Sayı: 18220.<br />

410 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.198.<br />

109


Burada tartışılması gereken konu, bu hükümle Anayasa<br />

koyucunun, basın yoluyla işlenen suçların 411 yayım ile vücut bulacağı genel<br />

kuralına bir istisna getirmesidir. Basın yoluyla işlenen suçlar “manevî unsur”,<br />

“basılmış eser” ve “yayım” olmak üzere üç unsurdan oluşur 412 . Basın yoluyla<br />

işlenen suçlar bakımından manevî unsur genel hukuk esaslarına tâbidir 413 .<br />

Bunun dışında basın yoluyla işlenen suçtan söz edilebilmesi için her şeyden<br />

önce basın faaliyetinin konusunu oluşturan basılmış bir eserin varlığı<br />

gereklidir 414 . “Basılmış eser”in ne olduğu 5187 sayılı Basın Kanununda<br />

belirtilmiştir. Bu Kanunun 2. maddesinde basılmış eser, “Yayımlanmak üzere<br />

her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim<br />

ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınları” olarak tanımlanmıştır. Basılmış<br />

bir eserin varlığı, basın yoluyla işlenen suçun genel ve soyut unsurunu<br />

oluşturur. Çünkü basılmış eserin içeriğine göre suç değişmektedir. Örneğin,<br />

basın yoluyla işlenen bir “hakaret” suçu ile basın yoluyla işlenmiş bir<br />

“propaganda” suçu birbirinden farklı unsurlar içermektedirler. Fakat her iki<br />

suç da, basın yoluyla işlendiği için basılmış eserin varlığı ortak unsur<br />

olmaktadır 415 . Basılmış bir eserin suç oluşturan bir içeriğe sahip olması,<br />

basın yoluyla işlenmiş suçun varlığı için yeterli değildir; ayrıca basılmış eserin<br />

yayımlanması da gereklidir 416 . 5187 sayılı Basın Kanununun 11. maddesine<br />

göre, “Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur.” “Yayım” ise,<br />

aynı Kanunun 2. maddesinde, “Basılmış eserin herhangi bir şekilde kamuya<br />

sunulması” olarak tanımlanmıştır. Basılmış bir eserin yayımlanmasıyla suç<br />

oluştuğuna göre, yayıma kadar yapılan hiçbir hareket basın yoluyla işlenen<br />

411<br />

“Basın suçu” ile “basın yoluyla işlenen suç” birbirinden farklıdır. Kanun bir hareketi sırf<br />

basın yoluyla işlendiği taktirde cezalandırıyorsa, yani basılmış eserler dışındaki alenîyeti<br />

sağlayıcı vasıtalarla işlendiğinde cezalandırmıyorsa bu suçlara “basın suçu” denmektedir.<br />

DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.373. Herhangi bir araçla işlenebildiği hâlde basının araç olarak<br />

kullanılması yoluyla işlenen suçlara ise, “basın yoluyla işlenen suç” denilmektedir. ÖZEK,<br />

Çetin: Türk Basın Hukuku, s.526.<br />

412<br />

DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.373.<br />

413<br />

DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.377.<br />

414<br />

ÖZEN, Muharrem: Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, US-A Yayıncılık, Ankara, 1998,<br />

s.245.<br />

415<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.529.<br />

416<br />

ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.530.<br />

110


suç sayılamaz. Bu nedenle de basın suçlarına teşebbüs genellikle mümkün<br />

değildir 417 .<br />

Anayasanın 28. maddesinde yer alan ve “dağıtımın önlenmesi”ni<br />

düzenleyen hükümle basın yoluyla işlenen suçlarda, suçun yayımla<br />

oluşacağı genel kuralına istisna getirilmiştir. Çünkü “dağıtımın önlenmesi”,<br />

basılmış eserin kamuya sunulması imkânını ortadan kaldırmaktadır. Anayasa<br />

koyucunun henüz oluşmamış bir suç için böyle bir tedbiri öngörmesi, basın<br />

özgürlüğü ile bağdaştırılamaz. Kural olarak hâkime, gecikmesinde sakınca<br />

bulunan hâllerde de yetkili mercie “dağıtımın önlenmesi” kararı verme<br />

yetkisinin tanınması, Anayasa koyucunun toplumu ve Devleti basına karşı<br />

koruma amacıyla hareket ettiğinin en çarpıcı göstergesidir. Nitekim Anayasa<br />

koyucu bu hükmü getirme amacını madde gerekçesinde “Hükmün sevk<br />

amacı, söz konusu gruba dahil, suçların ağırlığı nedeniyle bunlara daha ilk<br />

anda engel olunması arzusudur. Yayım gerçekleştikten, fikir ürünü umuma<br />

sunulduktan sonra alınacak her türlü tedbirin, yayımla ortaya çıkan zarar<br />

yahut tehlikeyi ortadan kaldırmaya yetmeyeceği düşünülmüştür.” 418 şeklinde<br />

belirtmiştir.<br />

Toplatma kararı konusunda 1982 Anayasası, hemen hemen 1961<br />

Anayasasındaki hükmün aynısına yer vermiştir. Ancak 1961 Anayasasına<br />

göre, hâkim kanunun gösterdiği suçların işlenmesi hâlinde, toplatma kararı<br />

verebilirken; 1982 Anayasasına göre hâkim, kanunun gösterdiği suçların<br />

soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hâlinde toplatma kararı<br />

verebilecektir. Onun dışında 1961 Anayasasında yer alan, “Devletin ülkesi ve<br />

milletiyle bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin veya genel ahlâkın<br />

korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan<br />

hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir.” hükmü<br />

1982 Anayasasına olduğu gibi taşınmıştır 419 . Ancak 1961 Anayasasında 3<br />

gün olan hâkimin onaylama süresi 1982 Anayasası ile 48 saate indirilmiştir.<br />

417 ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.531.<br />

418 ÖZER, Attila: a.g.e., s.136.<br />

419 1961 Anayasasında yer alan “Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün” ifadesi 1982<br />

Anayasası ile “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün” ifadesi ile değiştirilmiştir.<br />

111


Tüm bu eleştirilere rağmen Anayasada süreli ve süresiz yayınların<br />

“dağıtımının önlenmesi” ve “toplatılması” kararını kimlerin hangi şartlarda<br />

verebileceğinin belirtilmesi Türkiye için gerekli ve gerçekçi bir yaklaşımdır.<br />

Basın ve yayın tarihimizde birçok basın eseri, sadece siyasal iktidarı<br />

eleştirdikleri için toplatılmış ve yasaklanmıştır. Bu yetkinin bağımsız yargı<br />

dışında başka bir organın eline verilmesi hem basın özgürlüğünü hem de<br />

düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü zedeler. Bu hükümlere<br />

Anayasada yer verilmesinin ne kadar isabetli olduğunu, yakın zamanda bir<br />

kaymakamın görevli olduğu ilçedeki tüm kamu kurum ve kuruluşlarına yazı<br />

göndererek, kamuoyunda çokça tartışılan bir yazarın, kamu kitaplıklarındaki<br />

kitaplarının toplatılarak imha edilmesi emrini vermesi, açıkça göstermiştir 420 .<br />

Kapatılabilmesi<br />

7. Süreli Yayınların Ancak Mahkeme Kararıyla Geçici Olarak<br />

1961 Anayasasının ilk hâlinde Türkiye’de yayımlanan gazete ve<br />

dergiler, ancak 57. maddede belirtilen fiillerden mahkûm olma hâlinde<br />

mahkeme kararıyla kapatılabilmekteydi. 57. maddede belirtilen fiiller ise,<br />

insan hak ve özgürlüklerine dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine<br />

ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğine yönelik fiillerdir. 1971 yılında<br />

Anayasada yapılan değişiklikle yukarıda sayılan fiillere, millî güvenliğe, genel<br />

ahlâka, millî devlete, sosyal devlete ve kamu düzenine aykırılık oluşturan<br />

fiiller de eklenmiştir.<br />

1982 Anayasası da aynı konuyu düzenlemiştir. Anayasanın 28.<br />

maddesine göre, “Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve<br />

milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, millî<br />

güvenliğe ve genel ahlâka aykırı yayımlardan mahkûm olma hâlinde,<br />

420 Sütçüler Kaymakamı Mustafa Altınpınar imzasıyla resmî kuruluşlara gönderilen yazı<br />

şöyleydi: “Son günlerde kamuoyunda tartışılan ve yazar olduğu iddia edilen Orhan Pamuk<br />

adlı yazar, yurt dışında verdiği beyanatlarda onurunu her şeyin üzerinde tutan Türk Milleti'ni<br />

rencide edici asılsız iftiralarda bulunmaktadır. Bu azınlık ırkçısının asılsız iftiralarına karşı<br />

Türk Milleti'nin elbette meşru müdafaa hakkı vardır.Bu itibarla tüm kamu kurum ve<br />

kuruluşlarımız kütüphanelerini ve kitaplıklarını tarayacak ve adı geçen şahsa ait kitaplar<br />

ayıklanarak imha edilecektir. Konunun hassasiyetle takibini rica ederim.”, Hürriyet Gazetesi,<br />

30.03.2005, s.1.<br />

112


mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça<br />

devamı niteliği taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla<br />

toplatılır.”(m.28/9).<br />

1982 Anayasası bu konuyu düzenlerken 1961 Anayasasından üç<br />

yönden ayrılmıştır. Her şeyden önce, “kamu düzenine aykırı” yayımlardan<br />

mahkûm olma hâli, gazete ve dergilerin kapatılması sebepleri arasında<br />

sayılmamıştır. Gazete ve dergilerin kamu düzenine aykırı yayımlardan dolayı<br />

kapatılmasına olanak veren bu ifadenin maddeden çıkartılması basın<br />

özgürlüğü açısından gerekliydi. Çünkü, her suç kamu düzenini bozucu<br />

niteliktedir. Bu durumda, yayım yoluyla işlenen herhangi bir suç nedeniyle<br />

gazete ve derginin kapatılması olanağı yaratılmış olur. “Kamu düzenine<br />

aykırılık” ifadesi toplumda kargaşalık yaratıcı fiiller şeklinde anlaşılsa bile,<br />

hangi fiillerin bu nitelikte olduğunu saptamak sorun oluşturur ve keyfi<br />

sınırlandırmaların önünü açar 421 .<br />

İkinci olarak süreli yayınların ancak geçici olarak kapatılabileceği<br />

hükme bağlanmıştır. Oysa 1961 Anayasasında süreli yayınların<br />

kapatılabileceği belirtilmiş, kapatmanın sürekli mi geçici mi olacağı hükme<br />

bağlanmamıştır. Nitekim 1961 Anayasası döneminde birçok gazete ve dergi<br />

süresiz kapatılmıştır 422 . 1982 Anayasası ile “süresiz kapatma” gibi, yaptırım<br />

kavramıyla, cezaların şahsiliği ilkesiyle, basınla ve basın özgürlüğüyle<br />

bağdaşmayan, anlamsız bir yaptırımın ortadan kaldırılması yerinde olmuştur.<br />

Aslında süreli yayınların geçici olarak kapatılması da basın ve<br />

düşünce özgürlüğü ile bağdaşmaz. Çünkü süreli yayınlar, birbirinden çok<br />

farklı dünya görüşüne sahip kişilerin yazıları, resimleri, karikatürleri gibi<br />

eserlerinden oluşur. Anayasada belirtilen suçların işlenmesi hâlinde, süreli bir<br />

yayının kapatılması durumunda, kapatma kararına neden olan eserin sahibi<br />

dışında, aynı süreli yayında düşüncelerini suç işlemeksizin aktaran diğer<br />

kişiler de mahkûm edilmektedir. Bu durum Anayasanın 38. maddesinde<br />

ifadesini bulan “cezaların şahsiliği” ilkesiyle bağdaşmaz. Yine başkasının<br />

işlediği bir fiilden dolayı, suçla ilgisi olmayan bir kişinin basın yoluyla<br />

düşüncelerini açıklama ve yayma hakkının geçici de olsa elinden alınması<br />

421 ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, s.48.<br />

422 Bkz. KABACALI, Alpay: a.g.e., s.199.<br />

113


asın özgürlüğü ile bağdaşmaz. Elbetteki süreli bir yayında yer alan yazı,<br />

resim, karikatür gibi eserlerin suç oluşturması durumunda yaptırım söz<br />

konusu olmalıdır. Ancak bu yaptırımın süreli yayını değil, eser sahibini hedef<br />

alması gerekmektedir.<br />

Son olarak da kapatılan süreli yayının devamı niteliğinde bir<br />

yayımın yapılamayacağı hükme bağlanmıştır. Kapatma cezası, kişiyi değil<br />

yayını hedef alan bir yaptırımdır. Bu durum madde gerekçesinde “Kapatma,<br />

ceza mahkumiyetine eklenecek fakat kişiyi değil süreli yayını hedef alan ayrı<br />

bir müeyyidedir.” denerek açıkça belirtilmiştir. Ancak farklı bir isimle yayımlan<br />

süreli bir yayının, kapatılan süreli yayının devamı olduğu nasıl anlaşılacaktır?<br />

Yeni yayının sahibinin veya sorumlu müdürünün kapatılan yayının sahibi<br />

veya sorumlu müdürü ile aynı kişiler olması bu ilişki için yeterli midir? Eğer bu<br />

durum yeterli kabul edilirse, kapatılan süreli yayının sahibinin ve sorumlu<br />

müdürünün süreli yayın çıkarma özgürlükleri kısıtlanmış olacaktır. Her ne<br />

kadar teoride kapatmanın, kişiyi değil süreli yayını hedef alan bir yaptırım<br />

olduğu ileri sürülse de, pratikte kişileri de hedef aldığı açıkça görülür.<br />

8. Devletin Basın Özgürlüğünü sağlayacak Tedbirleri Alma<br />

Yükümlülüğünün Olması<br />

1982 Anayasası temel hak ve ödevleri, genel hükümler koyduktan<br />

sonra, Georg Jellinek’in sınıflandırmasını benimseyerek, “kişinin hak ve<br />

ödevleri”, “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” ve “siyasî haklar ve<br />

ödevler” olmak üzere üç bölümde düzenlediğini belirtmiştik. Bilindiği gibi,<br />

Georg Jellinek hakları “negatif statü hakları”, “pozitif statü hakları” ve “aktif<br />

statü hakları” olmak üzere üçe ayırmıştır 423 . 1982 Anayasasının ikinci<br />

kısmının ikinci bölümünde yer alan (m. 17-40) hak ve özgürlükler kural olarak<br />

negatif statü hakları niteliğindedir 424 . Yani bu bölümde yer alan hak ve<br />

özgürlükler, kişinin devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak özel<br />

alanının sınırlarını çizer. Bir başka ifadeyle, bu haklar devlete, negatif bir<br />

423<br />

Bkz. GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, s.164; GÖZÜBÜYÜK, Şeref:<br />

a.g.e., s.167; KAPANİ, Münci: a.g.e, s.6.<br />

424<br />

GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, s.165.<br />

114


tutum, sadece karışmama ve “gölge etmeme” ödevi yükler 425 . Bu<br />

özgürlüklerin kullanılabilmeleri için, Devletin olumlu bir tutum takınması<br />

gerekmez. Devletin bu özgürlükler karşısında pasif durması bu özgürlüklerin<br />

varlığı için yeterlidir.<br />

Basın özgürlüğü Anayasanın negatif statü haklarının yer aldığı bu<br />

bölümde düzenlenmiştir. Ancak gerek 1961 Anayasası, gerekse 1982<br />

Anayasası basın özgürlüğünün sağlanması için Devlete ödevler yüklemiştir.<br />

1982 Anayasasının 28. maddesinde yer alan “Devlet, basın ve haber alma<br />

hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır.” hükmü bunun açık göstergesidir 426 . O<br />

hâlde Devletin basın özgürlüğü karşısında, negatif bir tutum takınması<br />

düşünülemez. Aksine basın özgürlüğünün sağlanması için Devletin aktif bir<br />

tutum takınması ve bu özgürlüğün önündeki engelleri kaldırması<br />

gerekmektedir. Bu hüküm aynı zamanda bireyin, basın özgürlüğünün<br />

sağlanması için, Devletten olumlu bir davranışta bulunma ve yardım isteme<br />

hakkına da işaret etmektedir. Oysa, kişilere devletten olumlu bir davranış, bir<br />

hizmet, bir yardım isteme imkânının tanınması 427 “negatif statü hakları”nın<br />

değil, “pozitif statü hakları”nın özelliklerindendir. Bu nedenle basın<br />

özgürlüğünün, Georg Jellinek’in sınıflandırmasında “pozitif statü hakları”na<br />

denk gelen “sosyal haklar”dan olduğu ileri sürülmüştür 428 .<br />

Ancak “pozitif statü hakları”ndan çok daha önce ortaya çıkan ve<br />

gelişen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün özel bir türü olan basın<br />

özgürlüğünün niteliği, ortaya çıkışı ve gelişimi dikkate alındığında, “pozitif<br />

statü hakları” içerisinde değil “negatif statü hakları” içerisinde yer alması<br />

gerektiği görülür. Çünkü “koruyucu haklar” olarak da adlandırılan 429 “negatif<br />

statü hakları” büyük ölçüde aristokrasi-burjuvazi çatışmasına<br />

dayanmaktadır 430 . Düşünce özgürlüğü ve onun özel bir türünü oluşturan<br />

basın özgürlüğü de bu çatışmasının ürünüdür. Bunun en açık göstergesi,<br />

425<br />

KAPANİ, Münci: a.g.e., s.6.<br />

426<br />

Aynı hüküm 1961 Anayasasının 22. maddesinin ikinci fıkrasında da yer almıştır.<br />

427<br />

KAPANİ, Münci: a.g.e., s.6.<br />

428<br />

DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.79.<br />

429<br />

Bkz. GÖZÜBÜYÜK, Şeref: a.g.e., s.167.<br />

430<br />

KABOĞLU, İbrahim Ö.:a.g.e, s.41.<br />

115


Amerikan ve Fransız devrimlerinden sonra kabul edilen bildirilerdir 431 . Oysa<br />

“Pozitif statü hakları”, sanayi devriminden sonra ortaya çıkmıştır ve işçi<br />

sınıfının toplumsal muhalefetinin bir ürünüdür 432 .<br />

Anayasanın basın özgürlüğünün sağlanması için Devlete birtakım<br />

görevler vermesi, tek başına bu özgürlüğün “pozitif statü hakları” içerisinde<br />

yer aldığı ve sosyal bir hak olduğu tezini doğrulamaz. Çünkü temel hak ve<br />

özgürlükler bir bütün oluşturur. Bunlardan her biri diğerleriyle<br />

tamamlanmadıkça özgürlükler sağlanamaz 433 . Bu nedenle devlet sadece<br />

“pozitif statü hakları”nı değil, temel hak ve özgürlüklerin tamamını sağlamakla<br />

görevli olmalıdır. Nitekim, 1982 Anayasası temel hak ve özgürlüklerin tümü<br />

için Devlete görevler yüklemiştir. Anayasanın 5. maddesinde, “...kişinin temel<br />

hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle<br />

bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri...”<br />

kaldırmak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.<br />

Anayasanın basın özgürlüğünü düzenlediği 28. maddesinde bu<br />

konuyu ayrıca düzenlemesi basın özgürlüğünün sosyal bir hak olduğunu<br />

değil; olsa olsa Anayasa koyucunun basın özgürlüğüne verdiği önemi<br />

gösterir.<br />

Bu hüküm karşısında Devletin basın ve haber alma özgürlüğünün<br />

sağlanması için gerekli tedbirleri alması, Anayasa tarafından bir zorunluluk<br />

olarak belirtildiği söylenebilir 434 . Devlete Anayasa tarafından yüklenen bu<br />

görevin önemini, ekonomik ve teknolojik gelişmeler açıkça ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Bu bağlamda Devlete düşen en önemli görev her şeyden önce,<br />

basın özgürlüğünün önündeki hukuksal engelleri kaldırmaktır. Avrupa Birliği<br />

Uyum Çalışmaları çerçevesinde yapılan değişikliklere rağmen<br />

mevzuatımızda basın özgürlüğünü engelleyici birçok hüküm halen varlığını<br />

431 Nitekim Georg Jellinek basın özgürlüğünü “negatif statü hakları”na örnek olarak vermiştir<br />

JELLİNEK, Georg: L’Etat modern et son droit, (Traduction française par Georges Fardis),<br />

Paris, M.Giard&E.Briére, 1913, s.52 (GÖZLER; Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri,<br />

s.164’den naklen).<br />

432 Sosyal, İktisadî ve Kültürel Hakların ortaya çıkışı için bkz.KABOĞLU, İbrahim Ö.: a.g.e.,<br />

s.42-45.<br />

433 KAPANİ, Münci: a.g.e., s.7.<br />

434 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.189.<br />

116


sürdürmektedir. 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu, 3713 sayılı Terörle<br />

Mücadele Kanunu,1117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu,<br />

2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu basın özgürlüğünü engelleyici hükümler<br />

içeren ve değiştirilmesi gereken kanunların başında gelmektedir.<br />

Basın özgürlüğünün önündeki hukuksal engellerin kaldırılması tek<br />

başına bu özgürlüğün sağlanması için yeterli değildir. Bunun yanında devletin<br />

ekonomik ve teknik desteği de gereklidir. Önceki yıllarda Devlet bu desteğini<br />

telekomünikasyon yardımı, kâğıt yardımı, ilân ve reklâm yardımı 435 şeklinde<br />

sunmaktaydı. Basın kartı sahiplerine sağlanan kolaylıklar 436 da bu anlamda<br />

devlet desteği olarak değerlendirilebilir.<br />

Telekomünikasyon hizmetinin ve kâğıt üretiminin Devletin<br />

tekelinde bulunduğu dönemlerde basın özgürlüğü açısından önemli ve<br />

gerekli olan bu yardımlar, Devletin ekonomiden elini çektiği günümüzde<br />

önemini kaybetmiştir. Ancak, yeni kurulan ya da zor durumda olan süreli<br />

yayınlara birtakım vergi ve kredi kolaylıklarının tanınması, hem basında<br />

çoğulculuğun sağlanması hem de bu süreli yayınların bazı sermaye<br />

çevrelerinin kontrolüne girmesini engellemek bakımından gereklidir. Ancak<br />

Devlet basına yardım yaparken “eşitlik” ilkesine uygun şekilde davranmak<br />

zorundadır. Bu aynı zamanda Anayasal bir zorunluluktur. 1982 Anayasasının<br />

29. maddesine göre, “Süreli yayınlar, Devletin ve diğer kamu tüzelkişilerinin<br />

veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından eşitlik esasına göre<br />

yararlanırlar.” Aynı hüküm 1961 Anayasasının 23. maddesinde de yer<br />

almıştır. Bu hükümle hem farklı yayın organları arasında eşitliğin sağlanması<br />

Devlet için bir yükümlülük olarak ortaya konulmuş, hem de gazete ve<br />

435 195 sayılı Basın İlân Kurumu Teşkiline Dair Kanununa göre, resmî ilânların Basın ilân<br />

Kurumu aracılığıyla süreli yayınlarda yayınlatılacağı hükme bağlanmıştır(m.31). Resmî<br />

Gazete, Tarih: 09.01.1961, Sayı: 10702. Bu ilânların gazeteler için ciddî gelir kaynağı<br />

oluşturduğu bilinmektedir. Geniş bilgi için bkz. DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.148-161.<br />

436 Basın Kartı Yönetmeliğinin 8. maddesinde basın kartı hamillerine sağlanan kolaylıklar<br />

düzenlemiştir. Devlet ve belediyelerin, özel idare ve köylerin veya bunlara bağlı kuruluşların,<br />

şehir içinde ve dışında işlettikleri tarifeli taşıtlardan, indirimli veya parasız olarak<br />

yararlanmak; kamuya ait müze, galeri, sergi, stadyum ve hipodromlar ile benzeri yerlere<br />

ücretsiz girmek; posta işletmelerinde bulunan telgraf, faks, telefon, teleks ve benzeri<br />

araçlardan öncelikli olarak yararlanmak ve her türlü basılmış eseri indirimli ücretle<br />

göndermek, basın kartı hamillerine sağlanan kolaylıklardan bazılarıdır. Resmî Gazete,<br />

Tarih:09.08.1998, Sayı: 23428.<br />

117


dergilerin Devletin araç ve imkânlarından faydalanmaları bir hak olarak kabul<br />

edilmiştir 437 .<br />

Devlet yardımlarının önemini kaybettiği günümüzde, basın<br />

özgürlüğünün sağlanması için Devlete düşen en önemli görev, bu alanda<br />

“tekelleşme”yi önlemektir. Nitekim madde gerekçesinde Devletin basın<br />

özgürlüğünü tehdit eden “tekelleşme” yahut “yoğunlaşma” eğilimlerini önleyici<br />

tedbirleri alması gerektiği açıkça belirtilmiştir 438 .<br />

C) Anayasamızda Basın Özgürlüğünün Sınırlandırılması<br />

1961 Anayasasının 22. maddesinin ilk hâlinde basın özgürlüğünün,<br />

ancak millî güvenliği veya genel ahlâkı korumak, kişilerin haysiyet şeref ve<br />

haklarına tecavüzü, suç işlemeye kışkırtmayı önlemek ve yargı görevinin<br />

amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için kanunla<br />

sınırlanabileceği belirtilmişti. 1971 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile<br />

“Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü”, “kamu düzeni”, “millî güvenliğin<br />

gerektirdiği gizlilik” maddenin ilk hâlinde belirtilen sınırlama sebeplerine<br />

eklenmiştir.<br />

1982 Anayasasının 28. maddesinde ise, basın özgürlüğünün<br />

sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı<br />

belirtilmiştir.<br />

1. Anayasanın 26. Maddesinin Öngördüğü Sınırlama Sebepleri<br />

Anayasanın 26. maddesi düşünceyi açıklama ve yayma<br />

özgürlüğünü düzenlemektedir. Bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma<br />

özgürlüğünün sınırları aynı zamanda basın özgürlüğünün sınırlarını<br />

oluşturmaktadır.<br />

2001 yılında yapılan değişiklikten önce Anayasanın 26. maddesinin<br />

ikinci fıkrası ile düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü için, “suçların<br />

önlenmesi”, “suçluların cezalandırılması”, “Devlet sırrı olarak usulünce<br />

437 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.189.<br />

438 ÖZER, Attila: a.g.e., s.135.<br />

118


elirtilmiş bilgilerin açıklanmaması”, “başkalarının şöhret veya haklarının<br />

korunması”, “özel veya aile hayatlarının korunması”, “kanunun öngördüğü<br />

meslek sırlarının korunması”, “yargılama görevinin gereğine uygun olarak<br />

yerine getirilmesi” gibi özel sınırlama sebepleri öngörülmüştü. 2001 yılında<br />

yapılan Anayasa değişikliği ile genel sınırlama sebepleri kaldırıldığından, 13.<br />

maddede yer alan genel sınırlama sebeplerinin bir kısmı 26. maddeye<br />

aktarılmıştır. Bu değişiklikle, maddenin eski hâlinde yer alan ve yukarıda<br />

saydığımız özel sınırlama sebeplerine “millî güvenlik”, “kamu düzeni”, “kamu<br />

güvenliği”, “Cumhuriyetin temel nitelikleri” ve “Devletin ülkesi ve milletiyle<br />

bölünmez bütünlüğünün korunması” da eklenmiştir. Bu sınırlama sebeplerinin<br />

bir kısmı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden alınmıştır. Ancak önemli olan<br />

sınırlama sebepleri sayılırken kullanılan kavramların tanımlanıp içinin<br />

doldurulmasıdır. Bunu yaparken de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin<br />

ortaya koyduğu içtihatlar dikkate alınmalıdır 439 .<br />

Bu değişiklikle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ve<br />

dolayısıyla basın özgürlüğünün sınırlama sebepleri arasına “Cumhuriyetin<br />

temel nitelikleri” de eklenmiştir. 1982 Anayasasının ilk hâlinde yer almayan<br />

bu sınırlama sebebi düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü açısından<br />

oldukça sakıncalıdır. Çünkü Cumhuriyetin temel nitelikleri olarak Anayasada<br />

belirtilen ilkelerden bazıları üzerinde bir uzlaşma olmayıp içerikleri<br />

tartışmalıdır. Örneğin “sosyal devlet” ilkesi tartışmalı bir ilke olup, bu ilke<br />

aleyhinde birçok kitap ve makale yazılmıştır. Bu Anayasa değişikliğinden<br />

sonra, sosyal devlet aleyhine yazılmış kitapların ve makalelerin yasaklanması<br />

mümkündür 440 .<br />

Anayasamızın ikinci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin<br />

niteliklerine aykırı bir düşüncenin açıklanmasının yasaklanması hem otoriter<br />

bir anlayışı yansıtmaktadır 441 , hem de düşünceyi açıklama ve yayma<br />

439<br />

GÖKÇE, Birsen: “2001 Yılında Yapılan Anayasa Değişikliklerinin Sosyal Ekonomik ve<br />

Siyasal Yönden Değerlendirilmesi”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi’nin 40. Kuruluş<br />

Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002,<br />

Anayasa Mahkemesi Yayınları, Cilt: 19, s.547.<br />

440<br />

GÖZLER, Kemal: “3 Ekim 2001 Tarihli Anayasa değişikliği: Bir Abesle İştigal Örneği”,<br />

s.340.<br />

441<br />

GÖZLER, Kemal: “3 Ekim 2001 Tarihli Anayasa değişikliği: Bir Abesle İştigal Örneği”,<br />

s.340.<br />

119


özgürlüğü için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer almayan “Atatürk<br />

milliyetçiliği”, “başlangıçta belirtilen temel ilkeler”, “lâiklik”, “sosyal devlet” gibi<br />

yeni sınırlar getirmektedir.<br />

Anayasa değişikliği ile kaldırılan 13. maddedeki genel sınırlama<br />

sebeplerinden “genel ahlâkın korunması” 26. maddede sayılan özel sınırlama<br />

sebepleri içerisinde yer almaması sorun yaratabilecek niteliktedir. Genel<br />

sınırlama sebepleri kaldırıldığına göre ve 26. madde metninde “genel ahlâkın<br />

korunması” yer almadığına göre, düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve basın<br />

özgürlüğünün “genel ahlâkın korunması” sebebiyle sınırlandırılması söz<br />

konusu olamayacaktır 442 . Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.<br />

maddesinin ikinci fıkrasında “ahlâkın korunması” ifade özgürlüğü ve basın<br />

özgürlüğü için bir sınırlama sebebi olarak kabul edilmiştir.<br />

1982 Anayasasının 26. maddesinin ilk hâli düşünceyi açıklama ve<br />

yayma özgürlüğüne farklı bir sınır daha çizmekteydi. Maddenin üçüncü<br />

fıkrasına göre, “Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla<br />

yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz.” 443 Aynı hüküm basın<br />

özgürlüğünün düzenlendiği 28. maddenin ikinci fıkrasında da yer almıştır. Bu<br />

hükümle yasaklanan bir düşünce değil, düşüncelerin yasaklanmış bir dille<br />

açıklanmasıdır 444 . Bu yasağın düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü<br />

sınırladığı ve bu hâliyle Cumhuriyetin temel niteliklerini belirleyen Anayasanın<br />

2. maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüştür 445 . Düşünceyi açıklama ve<br />

yayma özgürlüğüne dil yasağı getiren bu hüküm karşısında, sadece kanunla<br />

yasaklanmış bir dili konuşabilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bu<br />

özgürlükten yararlanması düşünülemez. Örneğin Kürtçe’den başka dil<br />

bilmeyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının düşüncelerini açıklaması,<br />

hatta konuşması yasaklanabilecektir. Böyle bir yasağın demokratik bir<br />

442 CAN, Osman: a.g.m., s.110.<br />

443 Terörle Mücadele Kanunuyla kaldırılan 1983 tarih ve 2932 sayılı “Türkçe’den Başka<br />

Dillerle Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun”un 2. maddesine göre, “Türk Devleti tarafından<br />

tanınmış bulunan devletlerin birinci resmî dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin<br />

açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasak”tır. Resmî Gazete, Tarih: 22.10.1983, Sayı:<br />

18199.<br />

444 CAN, Osman: a.g.m., s.103.<br />

445 HAFIZOĞULLARI, Zeki: “Türk Hukuk Düzeninde İnsan Haklarını Kayıtlayan Hükümler”,<br />

İHMD, Cilt: 3, Sayı: 1, Ocak 1995, s.10.<br />

120


devlette bulunması söz konusu olamayacağı gibi, hukuksal, etik ve sosyolojik<br />

bir dayanağı da yoktur 446 .<br />

Bu yasak Lozan Barış Anlaşması’na da aykırıdır. Anlaşmanın 39.<br />

maddesine göre, “Herhangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerekse ticaret<br />

ilişkilerinde, din basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında,<br />

dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulamayacaktır.”<br />

Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne<br />

getirilen dil yasağını somutlaştıran 1983 tarih ve 2932 sayılı “Türkçe’den<br />

Başka Dillerle Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun”un 1991 yılında<br />

yürürlükten kaldırılması ile yasağın uygulanabilirliği ortadan kalkmıştır.<br />

Anayasada yer alan bu hüküm, 2001 yılında yapılan değişiklikle 26.<br />

maddeden tamamen çıkartılarak Lozan Barış Anlaşmasının 39. maddesiyle<br />

yaşanan çelişki giderilmiştir.<br />

2. Anayasanın 27. Maddesinin Öngördüğü Sınırlama Sebepleri<br />

1982 Anayasasının 27. maddesi bilim ve sanat özgürlüğünü<br />

düzenlemektedir. 1961 Anayasasının 21. maddesinde de yer alan bu<br />

özgürlük 1982 Anayasasında şu şekilde düzenlenmiştir: “Herkes, bilim ve<br />

sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her<br />

türlü araştırma hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3<br />

üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla<br />

kullanılamaz. Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve<br />

dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir. ”<br />

1961 Anayasasının herhangi bir özel sınırlama sebebi öngörmediği<br />

bu özgürlük için 1982 Anayasası, Anayasanın 1, 2, ve 3. maddeleri<br />

hükümlerini sınırlama sebepleri olarak kabul etmiştir. Devletin şeklinin<br />

belirtildiği Anayasanın 1. maddesine göre, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”<br />

Cumhuriyetin niteliklerinin sayıldığı Anayasanın 2. maddesine göre, “Türkiye<br />

Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde,<br />

insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen<br />

446 CAN, Osman: a.g.m., s.109.<br />

121


temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik, ve sosyal bir hukuk Devletidir.”<br />

Devletin bütünlüğünün, resmî dilinin, bayrağının, millî marşının ve<br />

başkentinin belirtildiği Anayasanın 3. maddesine göre, “Türkiye Devleti, ülkesi<br />

ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda<br />

belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “istiklâl Marşı”dır. Başkenti<br />

Ankara’dır.”<br />

Bunlardan sadece Devletin şekli, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve<br />

başkenti basın özgürlüğü için farklı sınırlama sebepleri olarak ortaya<br />

çıkmaktadır. Çünkü bunlar dışında kalan sınırlama sebeplerinden<br />

Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin nitelikleri ve<br />

Anayasanın 3. maddesinde yer alan Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />

bütünlüğü Anayasanın 26. maddesinde de basın özgürlüğünün sınırlama<br />

sebepleri arasında sayılmıştır.<br />

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Basın özgürlüğü “millî güvenlik”,<br />

“kamu düzeni”, “kamu güvenliği”, “Cumhuriyetin temel nitelikleri”, “Devletin<br />

ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması”, “suçların<br />

önlenmesi”, “suçluların cezalandırılması”, “Devlet sırrı olarak usulünce<br />

belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması”, “başkalarının şöhret veya haklarının<br />

korunması”, “özel ve aile hayatlarının korunması”, “kanunun öngördüğü<br />

meslek sırlarının korunması”, “yargılama görevinin gereğine uygun olarak<br />

yerine getirilmesi” amaçlarıyla sınırlanabilir. Bu özgürlük Türkiye Devletinin<br />

şeklini, resmî dilini, bayrağını, millî marşını ve başkentini değiştirmek<br />

amacıyla kullanılamaz.<br />

ÖZGÜRLÜĞÜ<br />

III. ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINDA BASIN<br />

İnsanı temel bir değer olarak esas alan, iktidarın temel hak ve<br />

özgürlüklere müdahalesini kısıtlayan ilke ve normlar içeren bir anayasanın<br />

varlığı, temel hak ve özgürlükler için en temel güvencedir. Ancak bundan<br />

daha önemlisi, siyasal iktidarın bu ilke ve normlara uygun davranıp<br />

davranmadığının yargısal denetime tâbi tutulmasıdır. Anayasa Mahkemesinin<br />

122


kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemesi, “anayasanın üstünlüğü”<br />

ilkesinin mantıkî ve doğal bir sonucudur. Anayasa, yasama organının<br />

sınırlarını, kağıt üzerinde teorik bir şekilde belirlemiştir. Oysa bu sınırların<br />

gerçeklikte etkili olabilmeleri, Anayasa Mahkemesinin bu işlevi ile<br />

sağlanabilir 447 .<br />

Anayasa Mahkemesi bu işlevini, çeşitli vesilelerle önüne gelen<br />

uyuşmazlıkları çözerken Anayasayı yorumlamak suretiyle yerine getirir.<br />

Anayasa Mahkemesi bu işlevini yerine getirirken temel hak ve özgürlükler<br />

konusundaki kararlarıyla anayasanın üstünlüğünü sağlamanın yanında devlet<br />

ve birey arasındaki ilişkileri de belirler 448 . Bu işlev, hukuk devleti anlayışının<br />

mantığına da uygun düşmektedir. Çünkü, hukuk devletinde, kurallar<br />

kademelenmesinin en üstünde Anayasa yer alır, bütün diğer kurallar ve<br />

işlemler geçerliliklerini ondan alır 449 .<br />

1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesine, temel hak ve<br />

özgürlüklerin iktidara karşı korunmasında büyük önem verilmiş ve büyük<br />

ümitler bağlanmıştır. 1960 öncesi iktidarının Anayasayı çiğneyerek temel hak<br />

ve özgürlükleri yok etme girişimlerinden ders alınarak teşekkül ettirilen<br />

Anayasa Mahkemesi, özgürlüklerin bekçisi ve anayasanın üstünlüğü ilkesinin<br />

koruyucusu olarak görülmüştür 450 .<br />

Anayasa Mahkemesinin kuruluş amaçlarından biri olan temel hak<br />

ve özgürlükleri iktidara karşı koruma amacıyla, ürünü olduğu anlayışın<br />

korunması arasında kaldığı dönemlerde, tercihini ürünü olduğu anlayıştan<br />

yana kullanması ise, bu Mahkemeyi amacından uzaklaştırmıştır.<br />

Anayasanın üstünlüğü ilkesi ve anayasalar ile güvence altına<br />

alınan temel hak ve özgürlükler, uzun ve çetin mücadeleler sonucunda,<br />

devlet gücünün sahiplerinden koparılıp alınabilmiştir. Böylece güç ile hukuk<br />

arasındaki gerilim ilişkisi hukuk lehine sonuçlanmıştır. Bu sonuç, hukukun ve<br />

özellikle Anayasa Hukukunun sadece varolan düzeni koruması için değil,<br />

447<br />

ZABUNOĞLU, Yahya Kâzım: (Bir Hukuk ve Siyasal Bilim Problemi Olarak) Devlet<br />

Kudretinin Sınırlandırılması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No:185, Ankara,<br />

1963, s.209.<br />

448<br />

ERDOĞAN, Mustafa: Anayasal Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), 2. Baskı, Siyasal<br />

Kitabevi, Ankara, 1997, s.70.<br />

449<br />

TEZİÇ, Erdoğan: Anayasa Hukuku, Yedinci Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2001, s.178.<br />

450 KAPANİ, Münci: a.g.e., s.126-127.<br />

123


özgürlük ve adalete daha da yakınlaşabilmek için bir ilke ve aynı zamanda<br />

bireye yönelik saldırılara karşı bir güvence olarak algılandığı sürece kabul<br />

edilebilir 451 .<br />

Anayasa Mahkemesi, tarihsel misyonu dikkate alındığında, yeterli<br />

güvenceleri içermeyen hak ve özgürlüklerle ilgili normları yorumlarken,<br />

Anayasa koyucunun iradesine mutlak bağlı kalarak pozitivist bir yaklaşımla<br />

yetinmemeli; hukukun evrensel ilkelerini kapsayan bir bakış açısını<br />

benimsemelidir 452 . Eğer Anayasa temel hak ve özgürlükler bakımından yeterli<br />

güvenceler içermiyorsa, Anayasa Mahkemesinin bunları koruma ve<br />

gerçekleştirme alanındaki işlevinin de sınırlı kalacağı düşünülebilir. Ancak bu<br />

durum Anayasa Mahkemesinin, Anayasaya uygunluk denetimini yaparken,<br />

“özgürlük lehine yorum” ilkesinden hareket ederek, temel hak ve<br />

özgürlüklerin sınırlarını optimal dereceye çıkarmasına engel değildir. Böyle<br />

bir yaklaşım Anayasa Mahkemesinin tarihsel misyonuna da uygundur 453 .<br />

Yaklaşımı<br />

A) Anayasa Mahkemesinin Düşünceyi Açıklama Özgürlüğüne<br />

1961 Anayasası döneminde Anayasa Mahkemesi, düşünce<br />

özgürlüğünü iki farklı boyutta ele almıştır. Düşünce özgürlüğünün insanın en<br />

tabiî haklarından olduğunu belirten Mahkemeye göre, herkes istediği gibi<br />

düşünmekte, istediği fikre inanmakta serbesttir. Kişinin iç alemi kanunun her<br />

çeşit müdahalesinin dışındadır. Ancak kişinin iç aleminde kaldığı sürece<br />

mutlak ve sınırsız olan düşünce özgürlüğü, toplum hayatını ilgilendirdiği<br />

andan itibaren hukukun ve kanunun sahasına girer ve toplumsal yaşayışın<br />

gerektirdiği bazı sınırlamalara tâbi tutulur 454 .<br />

451<br />

GÖREN, Zafer: Anayasa Hukukuna Giriş, II. Baskı, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir,<br />

1999, s.251-252.<br />

452<br />

SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, Birinci Basım, Liberal<br />

Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003, s.2.<br />

453<br />

SANCAR, Mithat: “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, İletişim Yayınları, İstanbul,<br />

2000, s.214.<br />

454<br />

E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.199; E. 1963/17, K. 1963/84,<br />

KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.216; E. 1963/25, K. 1963/87, KT. 08.04.1963, AMKD,<br />

Sayı: 1, s.224-225.<br />

124


Anayasa Mahkemesinin kişinin iç dünyasında kaldığı sürece<br />

düşünce özgürlüğünün mutlak ve sınırsız olduğunu belirtmesi, özgürlüğü<br />

koruyucu bir yorum olarak değerlendirilemez. En baskıcı rejimlerde dahi,<br />

bireyin iç dünyasında kalan görüş ve düşüncelerin sınırlandırılması mümkün<br />

değildir 455 . “Düşünce” ve “düşünceyi açıklama” özgürlüğü ayrımı, kavram<br />

kargaşasına sebep olması dışında, pratik açıdan bir anlam ifade<br />

etmemektedir.<br />

Anayasa Mahkemesine göre, açığa vurulan düşünce belli esaslara<br />

ve kurallara bağlanmak suretiyle sınırlandırılmalıdır. Çünkü, toplum hayatına<br />

zarar veren düşünce ve kanaatlerin açığa vurulması toplumu huzursuzluğa<br />

sevk ederek toplumsal yaşayışın ve devletin güvenliğini sarsar. Bu bakımdan<br />

diğer hak ve özgürlükler gibi düşünce ve kanaat özgürlüğü de her türlü<br />

sorumsuz davranışlara izin veren mutlak ve sınırsız bir özgürlük olarak<br />

düşünülemez. Bu özgürlüğü toplumsal hayatın ve demokratik düzenin<br />

icapları ile bağdaştırmak ve toplumsal yaşayışla düşünce ve kanaat<br />

özgürlüğünü denge hâlinde tutmak gerekir 456 .<br />

Anayasa Mahkemesi bu kararıyla, düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünü, çoğulcu yaklaşımla muhalefet özgürlüğü şeklinde değil, bir<br />

güvenlik meselesi olarak algıladığını ortaya koymuştur 457 . Oysa muhalif<br />

nitelikteki düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi demokratik rejimlerin en<br />

belirgin ve vazgeçilmez unsurudur. Sübjektif siyasal ölçülerle bazı<br />

düşüncelerin yasaklanması durumunda rejimin demokratik olma niteliği ve<br />

iddiası ortadan kalkar 458 . Muhalif yönü bulunmayan, sadece kurulu düzene ve<br />

Anayasaya uygun olduğuna inanılan düşüncelerin açıklanabilmesi, bu<br />

özgürlüğün varlığına delil gösterilemez 459 . Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,<br />

şiddeti, silâhlı mücadeleyi ve ayaklanmayı teşvik etmediği sürece sadece<br />

toplumda beğeni ve hoşgörü ile karşılanan düşüncelerin değil, aynı zamanda<br />

devleti veya halkın bir kesimini rahatsız eden, hatta şoka uğratan,<br />

455<br />

ÖZHAN, Hacı Ali-ÖZİPEK, Bekir Berat: Yargıtay Kararlarında İfade Hürriyeti, Liberal<br />

Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003, s.4.<br />

456<br />

E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.199<br />

457<br />

SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, s.7.<br />

458<br />

KAPANİ, Münci: a.g.e., s.226-227.<br />

459<br />

SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, s.5.<br />

125


demokrasiye zarar vermemek kaydıyla, devletin mevcut düzenini sorgulayan<br />

ve resmî görüşe aykırı düşüncelerin de düşünceyi açıklama özgürlüğünden<br />

yararlanabileceğine karar vermiştir 460 .<br />

Gerçi Anayasa Mahkemesi çeşitli karalarında İnsan Hakları<br />

Evrensel Bildirisine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine atıfta<br />

bulunmuştur 461 . Ancak Anayasa Mahkemesi bu sözleşmeleri, bağımsız ölçü<br />

norm olarak değil, “insan haklarına saygılı devlet” ilkesini aydınlatan destek<br />

ölçü norm olarak kullanmıştır 462 . Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları<br />

ise, Anayasa Mahkemesi tarafından, kesin hüküm kavramının yok olacağı<br />

gerekçesiyle, yeni vaka veya delil olarak değerlendirilmemiştir 463 .<br />

Demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez temel unsurlarından olan<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğünün mutlak ve sınırsız olamayacağı, bu<br />

özgürlüğün de birtakım sınırlarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Sorun bu<br />

sınırlandırmaların sınırının ne olacağıdır. 1961 Anayasasının 11. maddesi<br />

temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlandırılabileceğini belirttikten<br />

sonra bu sınırlandırmanın da bir sınırının olduğunu hükme bağlamıştır. Buna<br />

göre, kanunla yapılan sınırlandırmalarda temel hak ve özgürlüklerin özüne<br />

dokunulamayacağı belirtilmiştir. “Öze dokunmama” ilkesinin yerini 1982<br />

Anayasasında “demokratik toplum gereklerine aykırı olmama” ilkesi almıştır.<br />

1982 Anayasasında 4709 sayılı Kanunla 464 yapılan değişiklikle “öze<br />

dokunmama” ilkesi madde metnine yeniden eklenmiştir. Yeni hâliyle 1982<br />

Anayasasına göre, temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın,<br />

Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik<br />

Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlandırılamaz.<br />

Bu değişiklikle temel hak ve özgürlükler kanunla sınırlandırılırken, bu<br />

sınırlandırmada “öze dokunmama” ve “demokratik toplum düzeninin<br />

460 Thoma v. Lüxembourg, 38432/97, 29.03.2001, Reports of Judgement and Decisions, §<br />

44; Sener v. Turkey, 26680/95, 18.07.2000, § 45; Polat v. Turkey, 23500/94, 08.07.1999, §<br />

47; Gerger v. Turkey, § 48; Sener v. Turkey, § 45; Polat v. Turkey, § 45; Sürek v.<br />

Turkey(No:1), § 61; Sürek v. Turkey(No:3), § 37.<br />

461 E. 1993/1, K. 1993/2, KT. 23.11.1993, AMKD, Sayı: 30, Cilt: 2, s. 919; E. 1993/3, K.<br />

1994/2, KT. 16.6.1994, AMKD, Sayı: 30, Cilt: 2, s.1207.<br />

462 ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.357.<br />

463 ÇAĞLAR, Bakır- ÇAVUŞOĞLU, Naz: “Parti Kapatma Davalarında Mermer- Mozaik<br />

İkilemi”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 1999, Cilt: 16, s.186.<br />

464 Resmî Gazete, Tarih: 17.10.2001, Sayı: 24556.<br />

126


gereklerine aykırı olmama” kriterleri birlikte aranmıştır. Gerçi Anayasa<br />

Mahkemesi, özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılmaz hâle getiren<br />

sınırlandırmaların, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de uyum içinde<br />

sayılamayacağını belirtmiştir 465 .<br />

Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası döneminde, hakkın etkisini<br />

ortadan kaldıran, amacına uygun şekilde kullanımını ciddî şekilde engelleyen<br />

veya hakkı örtülü bir şekilde kullanılmaz hâle koyan sınırlandırmaları öze<br />

dokunur nitelikte kabul ederken 466 ; 1982 Anayasası döneminde, hakları<br />

tümüyle kullanılmaz hâle getiren sınırlandırmaları öze dokunur nitelikte kabul<br />

etmiştir 467 . Gerçi Anayasa Mahkemesi bu yaklaşımından daha sonra<br />

vazgeçmiş ve bir hakkın kullanımını güçleştiren veya engelleyen<br />

sınırlandırmaların hakkın özüne zarar vereceğine karar vermiştir 468 . Ancak bu<br />

yaklaşımını tutarlı bir şekilde ve 1961 Anayasası dönemindeki gibi güçlü bir<br />

biçimde vurgulamamıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bahse konu<br />

kararının bir başka cümlesinde “…hakkın özüne dokunan düzenlemeler<br />

gerçek anlamda seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırır.” diyerek çelişkiye<br />

düşmüştür.<br />

1982 Anayasasının sınırlandırmanın sınırı olarak kabul ettiği<br />

“demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama” kriterini Anayasa<br />

Mahkemesi uygularken, sözü edilen demokratik toplum düzeninin, 1982<br />

Anayasasında belirtilen özgürlükçü demokrasi ve onun gerekleriyle belirlenen<br />

hukuk düzeninin kastedildiğini ileri sürmüştür 469 . Ancak Anayasa Mahkemesi<br />

daha sonra bu görüşünü değiştirmiş ve demokratik toplum düzeninin<br />

gerekleriyle, klâsik demokrasinin kastedildiğini ve klâsik demokrasilerin temel<br />

hak ve özgürlükleri en geniş şekilde sağlayan ve güvence altına alan rejimler<br />

olduğunu belirtmiştir 470 . Anayasa Mahkemesi bu yaklaşımını kararlı şekilde<br />

göstermemiş, genel olarak demokrasi konusunda 1982 Anayasasının<br />

465 E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365.<br />

466 E. 1962/208, K. 1963/1, KT. 04.01.1963, AMKD, Sayı: 1, s.74; E. 1963/16, K. 1963/83,<br />

KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.203; E. 1963/25, K. 1963/87, KT. 08.04.1963, AMKD,<br />

Sayı: 1, s.228.<br />

467 E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365.<br />

468 E. 1986/17, K. 1987/11, KT. 22.05.1987, AMKD, Sayı: 23, s.222.<br />

469 E. 1985/21, K. 1986/23, KT. 06.10.1986, AMKD, Sayı: 22, s.224.<br />

470 E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.365.<br />

127


öngördüğü düzenin kastedildiğini kabul etmiştir 471 . Bunu da genellikle<br />

Anayasanın Başlangıç Hükümlerine ve Atatürk Milliyetçiliğine atıfta bulunarak<br />

yapmıştır 472 .<br />

Demokratik toplum gereklerine aykırı olmama ilkesinin dayanağını<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ikinci fıkrası oluşturmaktadır. Bu<br />

Sözleşmeye aykırılıkları inceleyip karar veren Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesine göre, sınırlandırma zorlayıcı sosyal bir ihtiyaçtan<br />

kaynaklanmıyorsa veya gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse,<br />

demokratik toplum düzeninin gereklerine de uygun olmayacaktır 473 .<br />

1982 Anayasasında 2001 yılında yapılan değişiklikle, temel hak ve<br />

özgürlüklerin sınırlandırılmasında, “ölçülülük ilkesi”nin gözetilmesi gerektiği<br />

hükme bağlanmıştır. Gerçi Anayasanın önceki hâlinde yer alan sınırlamaların<br />

“öngörüldükleri amaç dışında kullanılamazlar” ifadesinden yola çıkan<br />

Anayasa Mahkemesi, sınırlandırmanın ancak zorunlu olduğu ölçüde olması<br />

gerektiğini belirterek “ölçülülük ilkesi”ne işlerlik kazandırmıştır 474 .<br />

Düşünce özgürlüğünün sınırlandırılmasında Amerika Yüksek<br />

Mahkemesinin geliştirdiği “açık ve mevcut tehlike” kriteri Anayasa Mahkemesi<br />

tarafından da kullanılmıştır. Anayasa Mahkemesi önüne gelen bir parti<br />

kapatma davasında 475 , parti programında yer alan hususların, Türkiye<br />

Cumhuriyeti için yakın ve görülebilir bir tehlike oluşturduğuna karar<br />

vermiştir 476 . Yakın ve görülebilir bir tehlikenin varlığı tespit edilirken, ülkelerin<br />

içinde bulundukları şartların dikkate alınması kaçınılmazdır. Nitekim Anayasa<br />

Mahkemesi bu ilkeye atıfta bulunduğu kararında Türkiye Cumhuriyetinin<br />

konumunun ve koşullarının bu tehlikeyi ağırlaştırdığına dikkat çekmiştir 477 .<br />

471 E. 1985/21, K. 1986/23, KT. 06.10.1986, AMKD, Sayı: 22, s.224; E. 1989/1, K. 1989/12,<br />

KT. 07.03.1989, AMKD, Sayı: 25, s.150, 152.<br />

472 E. 1989/1, K. 1989/12, KT. 07.03.1989, AMKD, Sayı: 25, s.150, 152;E. 1990/1, K. 1991/1,<br />

KT. 16.07.1991, AMKD, Sayı: 27, Cilt: 2, s.959-961; E. 1991/2, K. 1992/1, KT. 10.07.1992,<br />

AMKD, Sayı: 28, Cilt: 2, s.808-816.<br />

473 Observer and Guardian v. The United Kingtom, 13585/88, 26.11.1991, A 216, , § 66-70;<br />

Case of Éditions Plon v. France, 58148/00, Reports of Judgements, 18.05.2004,§ 53.<br />

474 E. 1985/8, K. 1986/27, KT. 26.11.1986, AMKD, Sayı: 22, s.366.<br />

475 Bu davada, Sosyalist Birlik Partisinin, tüzük ve programının, Birinci Büyük Kongrede<br />

alınan kararın, bu karara dayanak oluşturan Genel Yönetim Kurulu raporu ile Genel Başkan<br />

ve Genel Başkan Yardımcısı'nın Parti adına yaptığı açıklamaların; Anayasaya ve Siyasî<br />

Partiler Kanununa aykırı olduğu ileri sürülmüştür.<br />

476 E. 1993/4, K. 1995/1, KT. 19.07.1995, AMKD, Sayı: 33, Cilt: 2, s.635.<br />

477 E. 1993/4, K. 1995/1, KT. 19.07.1995, AMKD, Sayı: 33, Cilt: 2, s.635.<br />

128


Ancak böyle durumlarda dahi açıklanan düşünce bakımından soyut, genel ve<br />

sübjektif bir değerlendirilme yapılmamalıdır 478 . Aksi taktirde, hâkim<br />

politikalara alternatif oluşturan herhangi bir düşüncenin, zararlı ve tehlikeli<br />

olduğu kabul edilerek demokrasinin en temel unsurlarından biri olan<br />

muhalefet etme özgürlüğü ortadan kaldırılabilir. Buradaki tehlike, devletin<br />

önlemekte haklı ve yetkili olduğu, ciddî ve önemli zarar meydana<br />

getirebilecek, yakınlık derecesi çok yüksek olan bir tehlikedir. Bu kriter<br />

uygulanırken, düşüncenin ifade edildiği ortam dikkate alınmalı ve konu bir<br />

yakınlık ve derece sorunu olarak değerlendirilmelidir 479 .<br />

Anayasa Mahkemesi düşünceyi açıklama özgürlüğü ile ilgili genel<br />

tutumunu belirlerken, açıklanan düşüncelerin, içeriklerini ve öngördükleri<br />

amaçları esas almıştır. Halbuki demokrasilerde amacın gayri meşru<br />

gösterilmesi suretiyle düşünce özgürlüğünün sınırlandırılması yerine, bu<br />

amacı gerçekleştirmek için kullanılan yöntemlere bakılmalıdır 480 . Demokratik<br />

toplumlarda, açıklanan düşüncelerin başlı başına suç sayılan bir eylem gibi<br />

algılanarak sınırlandırılmaları kabul edilemez. Düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünün sınırlandırılmasında belirleyici olması gereken kriter, söz<br />

konusu düşüncelerin öngördükleri yöntemlerin şiddet içerip içermedikleri<br />

olmalıdır. Buna karşılık şiddeti tahrik ve teşvik eden düşünce açıklamalarının<br />

korunması söz konusu olamaz 481 . Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de<br />

yaklaşımı bu yöndedir 482 .<br />

B)Anayasa Mahkemesinin Basın Özgürlüğüne Yaklaşımı<br />

Anayasa Mahkemesi basın özgürlüğünü düşünce ve kanaat<br />

özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlük olarak<br />

478<br />

SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, s.29.<br />

479<br />

TEZİÇ, Erdoğan: “Türkiye’de Siyasal Düşünce ve Örgütlenme Özgürlüğü”, Anayasa<br />

Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 1990, Cilt: 7, s.36-37.<br />

480<br />

SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, s.23.<br />

481<br />

ERDOĞAN, Mustafa: a.g.m., s.9.<br />

482<br />

Gerger v. Turkey, § 48; Sener v. Turkey, § 45; Polat v. Turkey, § 45; Sürek v.<br />

Turkey(No:1), § 61; Sürek v. Turkey(No:3), § 37.<br />

129


ele almaktadır 483 . Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğüyle ilgili olarak benimsediği yaklaşımı basın özgürlüğü için de<br />

sergilemektedir.<br />

Anayasa Mahkemesine göre, “düşünce ve kanat özgürlüğünü<br />

tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de düşünce ve<br />

kanaat özgürlüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir… Geniş halk kitlelerinin<br />

düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan basının özgür olması, toplumun<br />

huzur ve selâmetini ve Devletin güvenliğini ihlâl edecek mahiyetteki<br />

beyanların ve yazıların cezasız bırakılması demek değil, sadece basının<br />

önceden kayıtlama ve kısıtlamaya tâbi tutulmaması demektir. Sosyal görevini<br />

yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk şuuru ile<br />

hareket etmesi de şarttır. Sorumluluk şuurundan yoksun bir basın, her<br />

sorumsuz kuvvet gibi er geç soysuzlaşır ve toplum hayatını sarsan ve millî<br />

güvenliği tehlikeye sokan bir kuvvet halini alır.” 484<br />

Anayasa Mahkemesi tarafından düşünce özgürlüğünü tamamlayan<br />

ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlük olarak nitelendirilen basın<br />

özgürlüğünden yararlanan basına, “sosyal görevini yerine getirebilmesi için<br />

basının özgür olması kadar sorumluluk şuuru ile hareket etmesi de şarttır.”<br />

ifadesinden de anlaşılacağı gibi, sosyal bir görev ve sorumluluk<br />

yüklemektedir. O hâlde basın bu görev ve sorumluluğun gereklerine uygun<br />

davranmadığı durumlarda da kısıtlanmaya tâbi tutulabilecektir. Böyle bir<br />

yaklaşımın basın özgürlüğünün alanını daraltacağı kuşkusuzdur. Düşüncenin<br />

herhangi bir şekilde açıklanmasında aranmayan bu kriterlerin düşüncenin<br />

basın yoluyla aktarılmasında aranması, Anayasa Mahkemesinin basını<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğü ile özdeş gören yaklaşımıyla da çelişmektedir.<br />

Bu görev ve sorumluluk nedir? Sorusuna verilecek cevap Anayasa<br />

Mahkemesinin bu özgürlüğe bakışını bize göstermesi açısından çok<br />

önemlidir. Bunun için Anayasa Mahkemesinin bu kararına konu olan olayı<br />

incelememiz gerekmektedir.<br />

483 Bkz. E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.200-203; E. 1963/17, K.<br />

1963/84, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.217-218; E. 1997/19, K. 1997/66, KT.<br />

23.10.1997, AMKD, Sayı: 35, Cilt: 1, s.99-100.<br />

484 E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.200.<br />

130


Millî Birlik Komitesinin, 1962 seçimleri öncesi getirdiği 38 sayılı<br />

“Anayasa Nizamını, Millî Güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller Hakkında<br />

Kanun”un 1. maddesinde, “27 Mayıs 1960 Devrimini, söz, yazı, haber,<br />

havadis, resim, karikatür veya sair vasıta ve suretlerle, yersiz, haksız veya<br />

gayrimeşru gösterenlerin veya üstü kapalı da olsa matûfiyeti belli olacak<br />

şekilde böyle göstermeye çalışanların; bu Devrimin neticesi olarak Yüksek<br />

Adalet Divanınca veya sair kaza mercilerince verilmiş ve kesinleşmiş olan<br />

karar ve hükümleri, söz, yazı, haber, havadis, resim, karikatür veya sair<br />

vasıta ve suretlerle kötüleyenlerin veya üstü kapalı da olsa matûfiyeti belli<br />

olacak şekilde kötülemeye çalışanların veya mahkûm edilenlerin<br />

mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerini yahut şahıslarını övenler veya<br />

neticelenmiş hazırlık, ilk, son tahkikat veya infaz safhalarıyla ilgili resim,<br />

hatırat, rörortaj yayanlar veya beyanat verenlerin; 27 Mayıs 1960 Devrimini<br />

yersiz, haksız veya gayrimeşru gösterecek surette, feshedilmiş Demokrat<br />

Partinin iktidarını övenler veya müdafaa edenlerin bir yıldan beş yıla kadar<br />

ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları” belirtilmekteydi. Bir siyasî parti<br />

genel başkanının basın toplantısında, kendisine yöneltilen soruya karşılık<br />

“siyasî kanaatten dolayı kimseye ceza verilemeyeceğine göre, af ancak bir<br />

haksızlığın tamiri olacaktır” şeklinde verdiği cevabı nedeniyle hakkında bu<br />

Kanuna muhalefetten dava açılmış ve bu Kanun, itiraz yoluyla Anayasa<br />

Mahkemesinin önüne gelmiştir.<br />

Dava açılmasına neden olan olay ve Kanun metni incelendiğinde,<br />

Anayasa Mahkemesinin basına yüklediği görev ve sorumluluğun, ürünü<br />

olduğu 27 Mayıs Devriminin hiçbir şekilde eleştirilmemesi olduğu açıkça<br />

görülür. Anayasa Mahkemesine göre, 27 Mayıs Devrimini eleştirmek bir<br />

yana, bu dönemdeki uygulamalarına üstü kapalı da olsa sitemde bulunmak,<br />

vatandaşları bir biri aleyhine tahrik eden ve onlar arasında kin ve düşmanlık<br />

yaratan bir davranış olacaktır 485 . Böyle bir yaklaşım hiçbir surette basın<br />

özgürlüğüyle bağdaşmaz.<br />

Anayasa Mahkemesi bu kararında, basın özgürlüğünü ve basın<br />

özgürlüğünün özü meselesini birbirine karıştırmıştır. Anayasa Mahkemesine<br />

485 E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.200-203.<br />

131


göre, basının özgür olması demek, basının önceden kayıtlama ve kısıntıya<br />

tâbi tutulmaması demektir” 486 Aynı mahkeme aynı kararında basın<br />

özgürlüğünün özünü belirlerken aynı kriterleri ileri sürmüştür 487 . Oysa bir<br />

hakkın özü kavramı o hak sınırlandırılırken, onun dokunulamaz alanını ifade<br />

eder. Hakkın kendisi özden çok daha geniş niteliktedir. Anayasa<br />

Mahkemesinin bu yaklaşımı özgürlüklerin devamlı şekilde sınırlandırılmış bir<br />

alanda kullanılacağı gibi bir sonuca bizi ulaştırır ki, bu yaklaşım<br />

sınırlandırmanın istisna olarak kabul edildiği demokrasi anlayışına uygun<br />

düşmez. Nitekim Anayasa Mahkemesi bu görüşünü daha sonra değiştirerek<br />

Anayasanın “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmünü, basın organlarının<br />

önceden kayıtlanma ve kısıntıya tâbi tutulmaması, neyi yazıp neyi<br />

yazmayacaklarını belirlemekte ve görüşlerini açıklamakta özgür olması<br />

anlamında olduğunu belirterek 488 , bu özgürlüğü biraz daha geniş şekilde<br />

tanımlamıştır. Ancak bu tanımlama da yetersizdir. Çünkü basın özgürlüğü<br />

devletin bu özgürlüğe karşı sadece pasif tutum takınması ile sağlanamaz.<br />

Nitekim gerek 1961 Anayasası gerekse 1982 anayasası “Devlet basın ve<br />

haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” hükmüne yer vererek<br />

Devletin bu özgürlüğü sağlaması için aktif bir tutum içinde olmasını zorunlu<br />

saymıştır. Anayasa Mahkemesinin son yıllarda verdiği bir kararla bu konuya<br />

değinmiştir. Anayasa Mahkemesine göre, “…Basın özgürlüğü yalnız bu<br />

alanda çalışanlar yönünden değil, herkes için geçerli ve yaşamsal bir<br />

özgürlüktür. Basın, geniş haber alma ve iletişim sistemleri, ileri baskı<br />

teknikleri, yaygın ve hızlı dağıtım ağı ile büyük bir alanda ve bütünlük içinde<br />

faaliyet göstermektedir. Böyle bir faaliyet ise, önemli bir ekonomik ve mali<br />

kaynak ihtiyacını yaratmaktadır. Bu sektöre girebilmenin kolaylaştırılması ve<br />

rekabet ortamının yaratılması, basın özgürlüğünü sağlamanın temel<br />

koşullarındandır. İhtiyaçları karşılamak ve koşulları gerçekleştirmek, kanun<br />

koyucunun görevleri arasındadır.” 489<br />

486 E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.200.<br />

487 E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.203.<br />

488 E. 1978/54, K. 1979/9, KT. 08.02.1979, AMKD, Sayı: 17, s.63.<br />

489 E. 1997/19, K. 1997/66, KT. 23.10.1997, AMKD, Sayı: 35, Cilt: 1, s.108.<br />

132


Basın alanında ortaya çıkan tekelleşmeler karşısında kanun<br />

koyucuya görev yükleyen bu karar basın özgürlüğü bakımından çok<br />

önemlidir. Çünkü günümüzde basın özgürlüğüne yönelen tehditler sadece<br />

devlet kaynaklı değildir. Birçok alanda faaliyet gösteren dev basın kuruluşları,<br />

gazetecilerin neyi yazıp yazmayacaklarını belirlemekte, istekleri dışında<br />

davrananları sektör dışına itmektedirler.<br />

Basın özgürlüğünün sınırlandırılmasının sınırının ne olacağı<br />

sorunu, Anayasa Mahkemesinin bu özgürlüğün özüne hangi durumlarda<br />

dokunulmuş sayılacağına dair yaklaşımıyla çözülmüştür. Anayasa<br />

mahkemesine göre, basının sansüre tâbi tutulması; kitap, gazete ve dergi<br />

çıkarılmasının önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına<br />

bağlanması; haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını<br />

engelleyici veya zorlayıcı iktisadî, malî ve teknik kayıtların konulması;<br />

durumlarında basın özgürlüğünün özüne dokunulması söz konusu<br />

olmaktadır 490 . Ancak, Anayasa Mahkemesi “öze dokunmama” ilkesi ile ilgili<br />

olarak yaptığı bu tanımlamaya her zaman sadık kalmamıştır. Nitekim<br />

13.05.1971 tarihli ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 3. maddesinin a, b<br />

ve c fıkralarının, Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle açılan iptal davasında<br />

Anayasa Mahkemesi verdiği kararla yukarıda belirttiğimiz hakkın özü<br />

yaklaşımını terk etmiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararında sansürü, basın<br />

özgürlüğünü sınırlandırmanın yollarından biri olarak görmüştür 491 . Oysa<br />

yukarıda değindiğimiz önceki kararlarında basına sansür konulmasını basın<br />

özgürlüğünün özüne dokunur nitelikte kabul etmişti.<br />

Anayasa Mahkemesi aynı kararında, Sıkıyönetim Komutanlığına<br />

matbaaları kapatma yetkisinin verilmesini “…sıkıyönetim ilânını zorunlu kılan<br />

bir ortamda basımevlerinin olumsuz, yıkıcı faaliyetleri, ağır ve tehlikeli<br />

durumlara, Devlet ve millet bünyesinde geniş ölçüde tahribata yol<br />

açabileceği...” 492 gerekçesiyle Anayasaya uygun bulmuştur. Oysa<br />

basımevlerini kapatma yetkisinin Sıkıyönetim Komutanlığına verilmesinin<br />

490<br />

E. 1963/16, K. 1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.203; E. 1963/25, K. 1963/87,<br />

KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı: 1, s.228.<br />

491<br />

E. 1971/31, K. 1972/5, KT. 15-16.02.1972, AMKD, Sayı: 10, s.176.<br />

492<br />

E. 1971/31, K. 1972/5, KT. 15-16.02.1972, AMKD, Sayı: 10, s.176-177.<br />

133


haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici nitelikte<br />

teknik bir sınırlandırma olduğu açıktır. Bu yönüyle de hakkın özü tahrip<br />

edilmektedir ve kanun koyucuya bile verilmeyen hakkın özüne dokunma<br />

olanağı, Sıkıyönetim Komutanlığına verilmektedir. Karşı oy kullanan üye<br />

Şevket Müftügil’in de belirttiği gibi, Anayasa düzenini korumak isteyen bir<br />

yönetim şeklinin, Anayasanın öngördüğü temel hakları bir tarafa itmeye,<br />

onların özüne dokunmaya kalkışması düşünülemez 493 .<br />

Anayasa Mahkemesi 1979 yılında verdiği bir kararla 494 basın<br />

özgürlüğünün özü kavramını farklı bir yaklaşımla ele almıştır. Anayasa<br />

mahkemesi bu kararında, yasaklamanın düşüncenin kendisine değil, yayım<br />

aracına ilişkin bulunması durumunda hakkın özüne dokunulmuş<br />

sayılmayacağını ileri sürmüştür 495 . Anayasa Mahkemesi bu kararıyla hakkın<br />

özü konusunda yukarıda belirttiğimiz yaklaşımından tamamen uzaklaşmıştır.<br />

Düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğü, onları kullanmamızı mümkün kılan<br />

araçlardan ayrılamaz. Bu araçlara getirilebilecek birçok sınırlandırmalar, aynı<br />

zamanda bu özgürlüklerin özüne de dokunabilir. Örneğin gazetelere,<br />

kitaplara sansür konulması ya da matbaa kurmanın ve gazete çıkarmanın<br />

izne bağlanması düşüncenin kendisine değil yayım araçlarına yönelik bir<br />

kısıtlamadır. Aynı zamanda bu kısıtlamaların hem düşünce özgürlüğünün<br />

hem de basın özgürlüğünün özünü tahrip ettiği aşikardır. Düşüncenin<br />

kendisine değil yayım aracına getirilen kısıtlamayı hakkın özünü tahrip edici<br />

nitelikte bulmayan Anayasa mahkemesi, aynı Kanunun 1992 yılında tekrar<br />

önüne gelmesi üzerine, bu kısıtlamayı bazı hak ve özgürlüklerin durdurulması<br />

493 E. 1971/31, K. 1972/5, KT. 15-16.02.1972, AMKD, Sayı: 10, s.232.<br />

494 Türkiye’de günlük gazeteler 13.06.1952 tarih ve 5953 sayılı “Basın Mesleğinde<br />

Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun”un 20.<br />

maddesini değiştiren 19.02.1954 tarih ve 6253 sayılı Kanunla, Ramazan Bayramının ikinci<br />

ve üçüncü günleriyle Kurban Bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri günlük<br />

gazetelerin yayımı yasaklanmıştır. Resmi Gazete, Tarih: 19.02.1954, Sayı: 8638. Bu<br />

günlerde gazete yayın hakkı her ilde gazetecilerin bulundukları meslek kuruluşlarından basın<br />

kartı sahibi üyesi en fazla olana aitti. Yasa koyucunun gazetecilerin gerçek tatillerinin<br />

gazetelerin çıkmadığı günlerde olacağı düşüncesinden hareketle koyduğu bu yasak,<br />

gazetecilerin meslek kuruluşlarının desteklenmesi gibi bir amacıda içinde barındırmaktaydı.<br />

Çünkü günlük gazetelerin çıkmadığı bu beş gün içinde, gazete çıkarma hakkını elinde<br />

bulunduran dernekler, satıştan ve ilândan elde edilen gelire de sahip olmaktaydı. Geniş bilgi<br />

için bkz. TURHAN, Mehmet: “Gazeteler ve Bayram” (Bir Anayasa Mahkemesi Kararının<br />

Düşündürdükleri), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ocak-Aralık 1993,<br />

Cilt: 48, No:1-4, s.197-208.<br />

495 E. 1978/54, K. 1979/9, KT. 08.02.1979, AMKD, Sayı: 17, s.63.<br />

134


olarak görmüştür 496 . Anayasa Mahkemesinin, ondört yıl sonra görüşünü<br />

tamamen değiştirerek, bu hükmü olağanüstü bir durum söz konusu<br />

olmaksızın olağan dönemler için bazı hak ve özgürlüklerin kullanılmasını<br />

askıya aldığı için Anayasanın 2 ve 15. maddelerine aykırı bularak iptal etmesi<br />

yerinde olmuştur. Çünkü hangi nedenle olursa olsun, bir derneğe ya da<br />

meslek kuruluşuna tekel vermek demokrasilerde savunulamaz 497 . Ayrıca,<br />

gazete çalışanlarının dinlenme hakkı gerekçe gösterilerek, basın<br />

özgürlüğünün sınırlandırılası kabul edilemez.<br />

Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin, “basın özgürlüğünün<br />

özünün ne olduğu” ve “hangi kısıtlamaların bu özü tahrip ettiği” konusunda<br />

tutarlı ve istikrarlı bir tavrı yoktur. Anayasa Mahkemesinin Kararları<br />

incelendiğinde genellikle konjonktüre bağlı olarak basın özgürlüğünün özünü<br />

belirlemeye çalıştığı görülür. Bu yaklaşım tarzı ise, Anayasa Mahkemesinin<br />

kuruluş amacına ve misyonuna uygun değildir.<br />

Anayasa Mahkemesinin diğer temel hak ve özgürlükler konusunda<br />

takındığı pozitivist tutumu basın özgürlüğüne yaklaşımında da ortaya<br />

koymaktadır. Bunun en açık örneğini 5680 sayılı Basın Kanununun 31.<br />

maddesinin 498 Anayasanın düşünce, basın ve bilim özgürlüğünü düzenleyen<br />

17, 20, 21, 22, 24. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle açılan iptal<br />

davasında göstermiştir. Anayasa Mahkemesi, yabancı memleketlerde<br />

basılan ve yayımlanan eserlerle ilgili olarak, Anayasada açık ya da kapalı<br />

herhangi bir hükmün bulunmadığını, bu konunun düzenlenmesinin kanuna ve<br />

kanun koyucuya bırakıldığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi pozitivist<br />

yaklaşımını daha da abartarak kanun koyucunun, yabancı memleketlerde<br />

basılan gazete, dergi, kitap ve benzeri eserlerin yurdumuza ne şekilde ve<br />

hangi şartlar altında sokulabileceğini belirlerken ve bu hususta gerekli<br />

gördüğü yasakları koyarken Anayasanın temel hak ve özgürlüklerle ilgili<br />

496 E. 1992/36, K. 1993/4, KT. 20.01.1993, AMKD, Sayı: 29, Cilt: 1, s.219-220.<br />

497 TURHAN, Mehmet: a.g.m., s.208.<br />

498 5680 sayılı Basın Kanununun 31. maddesi, “Yabancı memleketlerde çıkan basılmış<br />

eserlerin Türkiye’ye sokulması veya dağıtılması Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanabilir. Bu<br />

gibi basılmış eserlerin, Bakanlar Kurulundan acele karar alınmak üzere, İçişleri Bakanlığınca<br />

karardan evvel dağıtılmaları yasaklanabileceği gibi, dağıtılmış olanlar da toplattırılabilir.<br />

Yasaklanmış olmasına rağmen bunları Türkiye’ye bilerek sokanlar, dağıtanlar veya bu gibi<br />

eserleri kısmen veya tamamen iktibas ederek yayanlar… hapis ve…ağır para cezası ile<br />

cezalandırılırlar.” hükmünü içermekteydi.<br />

135


hükümlerini göz önünde bulundurmak mecburiyetinde olmadığı gibi<br />

Anayasanın 11. maddesinde yazılı bulunan temel hak ve özgürlüklerin özünü<br />

kanuna karşı dahi koruyan kayıtlarla da bağlı olmadığını ileri sürmüştür 499 .<br />

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Anayasa Mahkemesi, gerek<br />

düşünce özgürlüğü gerekse düşünce özgürlüğünü tamamlayan ve onun<br />

kullanılmasını sağlayan bir özgürlük olarak nitelediği basın özgürlüğü ile ilgili<br />

sınırlandırmaların Anayasaya uygunluk denetimini yaparken, bu özgürlükleri,<br />

çoğulcu bir yaklaşımla farklı düşüncelerin açıklanması ve muhalefet etme<br />

hakkının tanındığı bir serbesti olarak değil, mevcut düzene ve Anayasaya<br />

uygun düşüncelerin açıklanması şeklinde değerlendirmektedir.<br />

En önemli görevi Anayasanın üstünlüğünü korumak olan Anayasa<br />

Mahkemesinin bu görevini yerine getirirken Anayasada yer alan hükümleri<br />

esas alması doğaldır. Muhakkak ki, Anayasada yer alan ve çoğulculukla<br />

uyuşmayan hükümlerin değiştirilmesi Anayasa koyucunun görevidir. Ancak,<br />

Anayasa Mahkemesi denetim görevini yaparken yoruma açık olan hükümleri<br />

uygularken mevcut düzenden yana değil özgürlüklerden yana bir tavır<br />

takınması gerekir. Anayasa Mahkemesinin göstermesi gereken bu yaklaşımı,<br />

anayasa yargısının kuruluş amacı ve meşruiyetinin kaynağı olan temel hak<br />

ve özgürlüklerin korunmasına da uygun olur. Aksi bir yaklaşım, anayasa<br />

yargısının kuruluş amacıyla, evrensel hukuk ilkeleriyle, insan hak ve<br />

özgürlüklerini düzenleyen uluslararası sözleşmelerle ve bu özgürlüklerin<br />

fonksiyonları ile bağdaştırılamaz. Çünkü bu özgürlüklerin temelinde<br />

çoğulculuk ve muhalefet etme hakkı yatmaktadır.<br />

Anayasa Mahkemesinden beklenen böyle bir yaklaşımın pozitif<br />

dayanakları da mevcuttur. Çünkü Anayasada sınırlı hak anlayışını yansıtan<br />

ve devletin ideolojik tarzda yorumlanmasına yol açabilecek hükümlerin<br />

yanında; çoğulculuğa ve sınırlı iktidara işaret eden, hukuk devleti, demokratik<br />

devlet ve insan haklarına saygılı devlet gibi ifadelerde yer almaktadır 500 .<br />

Bunlar görmezden gelinerek, sadece Anayasanın ideolojik tercihlerini<br />

499 E. 1963/170, K. 1963/178, KT. 05.07.1963, AMKD, Sayı: 1, s.373-374.<br />

500 SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, s.31.<br />

136


yansıtan hükümler doğrultusunda karar verildiğinde, Anayasaya uygunluk<br />

denetiminin yerini rejimin temel tercihlerine uygunluk denetimi alır 501 .<br />

501 SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, s.32.<br />

137


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

DİĞER MEVZUATIMIZDA VE UYGULAMADA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN<br />

GEÇİRDİĞİ EVRELER VE BUGÜNKÜ DURUMU<br />

I. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEM<br />

A) Matbaanın Türkiye’ye Girişi ve İlk Basım Yayım Hareketleri<br />

Matbaanın icadından sonra, bu sanat birçok Avrupa kentiyle birlikte<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’a da çok gecikmeden<br />

girmiştir 502 . 1492 yılında İspanya’dan Türkiye’ye göç eden Museviler arasında<br />

matbaacıların da bulunduğu, bunların İstanbul’da bir matbaa kurdukları,<br />

tarihçiler tarafından belirtilmektedir 503 . Musevîlerden sonra Ermenilerin ve<br />

Rumların da matbaalar kurdukları ve bu matbaalarda dinî eserlerin yanı sıra,<br />

gramer ve tarih kitapları bastıkları bilinmektedir 504 . Buna rağmen 19. yüzyılın<br />

ikinci yarısına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda ciddî bir yayımcılıktan ve<br />

kurumsallaşmış bir yapıdan söz etmek pek mümkün değildir.<br />

Türkiye'de yayımcılığın tarihi, 1727 yılında kurulan İbrahim<br />

Müteferrika Matbaası'nda, 1729 yılında basılan ilk kitap olan “Vankulu Lûgatı”<br />

ile başlar 505 . Bu tarihten Tazminat’ın ilânına kadar(1729-1839) 434 kitap<br />

basıldığı hesaplanmıştır 506 . Bu da göstermektedir ki Osmanlı<br />

502 Matbaanın Osmanlı İmparatorluğu’na icadından çok sonra girdiği iddiası tamamen gerçek<br />

dışı olup, bu durum Türkler tarafından matbaanın kurulması tarihi ile karıştırılmaktadır.<br />

503 Geniş bilgi için bkz. KOLOĞLU, Orhan: Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, Pozitif<br />

Yayınları, İstanbul, 2006, s. 13; GALANTİ, Avram: a.g.e., s.9; GERÇEK, Selim Nüzhet:<br />

a.g.e., s.26; BALKANLI Remzi: a.g.e., s.19; ERSOY, Osman: a.g.e., s.18 vd.; ERTUĞ,<br />

Hasan Refik: a.g.e., s. 87 vd.; İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s.149 vd.<br />

504 Bkz. ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s.92. Matbaayı Osmanlı İmparatorluğu topraklarına ilk<br />

sokan Musevî matbaacılar, Padişah II. Beyazıt döneminde İstanbul’da yirmi civarında<br />

İbranice eser basmışlardır. Bu eserlerin birçoğunun kapağında İbranice “Sultan Bayezid’in<br />

gölgesi altında basılmıştır” cümlesi vardır. GALANTİ, Avram: a.g.e., s.112.<br />

505 Ebu Nasr İsmail bin Hammad el-Cevherî tarafından yazılan Arapça-Türkçe bir sözlük olan<br />

bu eser, basıldığı tarihte hayatta bulunmayan Mehmed bin Mustafa el- Vanî tarafından<br />

Türkçeye çevrilmiştir. İki yılda basımı tamamlanan bu eser bin nüsha olarak basılmıştır.<br />

İbrahim Müteferrika Matbaasında basılan diğer eserler için bkz. ERSOY, Osman: a.g.e.,<br />

s.37 vd.; KABACALI, Alpay: a.g.e., s.21 vd.; CARLESON, Edvard: İbrahim Müteferrika<br />

Basımevi ve Bastığı İlk Eserler, Yayına Hazırlayan: Mustafa AKBULUT, Türk Kütüphaneciler<br />

Derneği Yayınları:11, Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara, 1979.<br />

506 BAYSAL, Jale: Müteferrika’dan Birinci Meşrutiyete Kadar Osmanlı Türklerinin Bastıkları<br />

Kitaplar, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1968, s. 29-41.<br />

138


İmparatorluğu’nda yayımcılık ve basımcılık, yüzyılı aşkın bir sürede ancak<br />

emekleme dönemine gelebilmiştir 507 .<br />

Basım sanatının 1492 yılında Osmanlı ülkesine girmiş olmasına<br />

rağmen, gazete yayımcılığı bu tarihten çok daha sonra başlamıştır.<br />

Türkiye’de ilk gazeteyi Fransız Devrimi’nden hemen sonra Fransızlar<br />

çıkarmışlardır. Bu gazete, İstanbul’da Fransız elçiliği basımevinde basılan ve<br />

1795 yılında Fransızca olarak yayımlanan “Bulletin de Nouvelles” isimli<br />

gazetedir 508 . İlk Türkçe gazete ise, 1828 yılında yayımlanan “Vakayi-i<br />

Mısriye”dir 509 . Bu gazeteleri, 1831 yılında yayımlanmaya başlanan<br />

İmparatorluğun resmî gazetesi niteliğindeki “Takvim-i Vekayi” 510 ve 1840<br />

yılında William Churchill isimli bir İngiliz tarafından yayımlanmaya başlanan<br />

yarı resmî nitelikteki “Ceride-i Havadis” gazeteleri takip etmiştir 511 .<br />

Devlet desteği olmaksızın özel teşebbüs tarafından kurulan ilk Türk<br />

gazetesi olan “Tercüman-ı Ahval” ise, 1860 yılında yayımlanmaya<br />

başlanmıştır. Aynı zamanda ilk fikir gazetesi olan bu gazetenin<br />

yayımlanmasını sağlayan Agâh Efendi ile Şinasi’nin basın tarihimizde özel bir<br />

yeri vardır 512 . Şinasi tarafından çıkartılan “Tasvir-i Efkar” ve William Churchill<br />

tarafından çıkartılan “Rûzname-i Ceride-i Havadis” bu dönemde yayımlanmış<br />

507 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.53.<br />

508 ALEMDAR, Korkmaz: İstanbul (1875-1964) – Türkiye’de Yayınlanan Fransızca Bir<br />

Gazetenin Tarihi, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları No:117, Ankara, 1978,<br />

s.4, Kalite Matbaası; EBÜZİYA, Ziyad: “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe Dili Dışındaki<br />

Basını”, Türkiye’de Yabancı Dilde Basın, İstanbul Üniversitesi Yayınları No:3342, İstanbul,<br />

1985, s.37-38. Bu gazete, kuruluş tarihinden de anlaşılacağı gibi, Fransız Devriminin<br />

heyecanını yansıtmak ve Devrimin amaçlarını Osmanlı ülkesindeki Fransızlara ve Türklere<br />

anlatmak amacıyla kurulmuştur. Bkz. GİRİTLİ, İsmet: “Türkiye’de Fransızca ve İngilizce<br />

Dilinde Yayınlanan Gazeteler”, Türkiye’de Yabancı Dilde Basın, İstanbul Üniversitesi<br />

Yayınları No:3342, İstanbul, 1985, s.129. Osmanlı İmparatorluğunda yayımlanan yabancı<br />

gazetelerin çoğu Fransızca’dır. Fransa’nın 16. yüzyıldan itibaren Doğu Akdeniz ülkeleriyle<br />

kurduğu önemli ticarî ilişkiler o dönemde Fransızca’ya yaygın kullanım alanı sağlamıştır. Bu<br />

nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nda yayımlanan gazeteler hangi devletin ya da azınlığın<br />

yayın organı olursa olsun genellikle Fransızca’yı kullanmaktaydılar. ALEMDAR, Korkmaz:<br />

a.g.e., s.4.<br />

509 Yakın zamanlara kadar ilk Türkçe gazetenin 1831’de yayımlanan Takvim-i Vakayi olduğu<br />

sanılmaktaydı. Oysa yapılan son araştırmalar ilk Türkçe gazetenin Vakayi-i Mısriye olduğunu<br />

göstermiştir. Geniş bilgi için bkz. KOLOĞLU, Orhan: İlk Gazete İlk Polemik: Vakayi-i<br />

Mısriye’nin Öyküsü ve Takvim-i Vakayi ile Tartışması, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Ankara,<br />

1989. Takvim-i Vakayi için bkz. YAZICI, Nesimi: Takvim-i Vekayi – Belgeler, Gazi<br />

Üniversitesi Yayın No: 32, Ankara, 1983.<br />

510 YAZICI, Nesimi: a.g.e., s.51.<br />

511 Bu gazete hakkında geniş bilgi için bkz. ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., 162-164.<br />

512 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.64.<br />

139


diğer gazetelerdir. Yine bu dönemde “Vakayi-i Tıbbiye”, “Mecmua-i Fünûn”,<br />

“Mir’at”, “Mecmua-i İber-i İntibah” ve “Ceride-i Askeriye” isimli dergiler de<br />

yayımlanmıştır 513 .<br />

Tanzimat’ın ilânıyla birlikte başlayan Batılılaşma hareketlerinin<br />

sonucu olarak Batı’daki gelişmelerden haberdar ve farklı sosyal ve kültürel<br />

ihtiyaçlara sahip aydınların ortaya çıkması; eğitim alanında girişilen bazı<br />

yeniliklerin kitap, gazete ve dergi gibi basılı araçları zorunlu kılması basın<br />

alanındaki gelişmeyi tetiklemiştir. Bu yıllarda sayıları artmaya başlayan<br />

yayımcıların matbaalarında basılan kitap, gazete ve dergiler, belirli bir okur<br />

kitlesi yaratarak, 1860'tan sonra gelişecek bir yayım dünyasının temelini<br />

oluşturmuştur. Bu dönemde yayımcılığı düzenlemek amacıyla önce bazı<br />

iradeler çıkarılmış, daha sonra da matbaa açmak, kitap ve dergi basmak için<br />

belirli kurallar getiren hukuksal düzenlemeler yapılmıştır.<br />

B) Cumhuriyet Öncesi Dönemde Basın Özgürlüğü<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1864 yılına kadar basın özgürlüğünün<br />

hukukî ve objektif herhangi bir sınırı yoktu. İdare istediği zaman gazete<br />

çıkarılmasına izin verir, istediği zaman bu izni kaldırır ve gazeteyi<br />

kapatabilirdi 514 . İdarenin gazeteler üzerindeki bu keyfiyeti, İmparatorlukta<br />

siyasî gazetecilikten çok edebi gazeteciliğin gelişmesine yol açmıştır. Bu<br />

nedenledir ki, ilk gazetecilerin büyük çoğunluğu aynı zamanda ilk<br />

edebiyatçılarımızdandır 515 .<br />

Cumhuriyet öncesi dönemde, basını dolaylı da olsa ilgilendiren ilk<br />

513 Geniş bilgi için bkz. ERTUĞ, Hasan Refik: a.g.e., s. 178-189.<br />

514 Nitekim Tercüman-ı Ahvalin yayımlarından rahatsız olan idare bu gazeteyi geçici bir<br />

süreyle kapatmıştır. Basın tarihimizin ilk kapatma vakası olarak tarihe geçen bu olayı 28<br />

Mayıs 1861 tarihli Ceride-i Havadis gazetesinde çıkan şu haberden öğreniyoruz: “Tercümanı<br />

Ahval adlı gazetenin yazarı yetkisinin dışında hareket ettiğinden, kendisi Babıâli'ye<br />

çağırılarak matbaasının kapattırıldığının resmen tebliğ olunduğu haber alınmıştır.” İki hafta<br />

süren bu kapatmadan sonra yayıma yeniden başlayan Tercüman-ı Ahval gazetesinin ilk<br />

sayısında şu yazı görülmektedir: “Elimizde olmayan nedenlerle birkaç gün gecikmeden sonra<br />

Babıali'nin izniyle Tercüman-ı Ahval yine çıkıyor. Vah vah Ceride-i Havadis'in umduğu<br />

özgürlüğün tadı pek uzun sürmedi.” İSKİT, Server R.: Hususi İlk Türkçe Gazetemiz,<br />

Tercüman-ı Ahval ve Agah Efendi, Ulus Basımevi, Ankara, 1937, s.35.<br />

515 Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gazetecilik tarihimiz kadar edebiyat<br />

tarihimizin de önemli isimleridirler. İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları,<br />

s.55.<br />

140


hukukî düzenleme 1857 tarihli Matbaalar Nizamnamesidir 516 . Bu<br />

Nizamnamede, matbaa açmak isteyenlere durumları incelendikten sonra,<br />

eğer sakınca görülmezse, matbaa açabileceklerine dair bir belge<br />

verileceği(m.1-2); matbaaların basacakları her türlü kitapların ve risalelerin<br />

basılıp yayımlanabilmesinin, ülke ve devlet için hiçbir sakınca<br />

taşımadıklarının tespit edilmesine ve bu durumun tutanakla sadrazamlık<br />

makamına sunulup izin alınmasına bağlı olduğu (m.3); ülke ve devletçe<br />

zararlı olan kitap ve risaleleri bastırmaya cesaret edenlerin, bastıkları şeylere<br />

derhal el konulacağı(m.7); Nizamnameye aykırı davrananların ise,<br />

matbaalarının kapatılacağı ve buna cesaret edenlerin de suçluluk<br />

derecelerine göre, Ceza Kanununda gösterilen ceza ile<br />

cezalandırılacağı(m.9) belirtilmekteydi 517 .<br />

1857 tarihli Matbaalar Nizamnamesi aynı zamanda bir sansür<br />

nizamnamesi niteliğindedir 518 . Ancak bu sansür nizamnamesi gazeteler ve<br />

dergilerden ziyade, kitaplar düşünülerek hazırlanmıştır. Çünkü<br />

Nizamnamenin yürürlüğe girdiği tarihte resmî ve yarı resmî nitelikte olan<br />

“Takvim-i Vekayi”, “Ceride-i Havadis” ve “Vakayi-i Tıbbiye”den başka Türkçe<br />

gazete ve dergi bulunmamaktaydı.<br />

Cumhuriyet öncesi dönemde basını ve basın özgürlüğünü<br />

doğrudan ilgilendiren ilk düzenleme ise 1864 tarihli Matbuat<br />

516 Latin harflerle yazılmış Nizamname metni için bkz. KUDRET, Cevdet: a.g.e., s.103 vd.<br />

517 Bu Nizamnamede belirtilen Ceza Kanunu, aynı zamanda doğrudan doğruya basını<br />

ilgilendiren ilk yasaklamaların yer aldığı 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunudur. Bu<br />

Kanunun 137. maddesinde, izinsiz matbaaların kapatılacağı ve bunları işletenlerin para<br />

cezasına çarptırılacağı; 138. maddesinde, İmparatorluğun menfaatini ihlâl ve icra kuvvetini<br />

temsil edenlerle tebaanın aleyhine gazete, kitap vs. yayımlayanlara para cezası verilmesinin<br />

yanında, matbaalarının da geçici ya da sürekli olarak kapatılabileceği; 139. maddesinde,<br />

genel ahlâka aykırı olan yazı, resim ve tasvir basan, bastıran ve yayımlayan kimselere para<br />

ve hapis cezası verilebileceği; 213. maddesinde ise, afiş ve yayın yoluyla, başkalarına asılsız<br />

isnatta bulunanların cezalandırılacağı belirtilmekteydi. Bu Kanun 1810 tarihli Fransız Ceza<br />

Kanunu’nun bir çevirisidir. 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu, 1926 yılına kadar 68<br />

yıl yürürlükte kalmıştır. Geniş bilgi için bkz. GÖKÇEN, Ahmet: Tanzimat Dönemi Osmanlı<br />

Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza Müeyyideleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1987.<br />

518 Her ne kadar sansür hükümleri içerse de bu Nizamname basın özgürlüğü tarihimiz<br />

açısından önemlidir. Çünkü süreli ve süresiz yayınlar için zorunlu bir vasıta olan matbaalar,<br />

ilk kez bu Nizamname ile genel ve objektif kurallara bağlanmıştır. ERTUĞ, Hasan Refik:<br />

a.g.e., s.193.<br />

141


Nizamnamesidir 519 . Bu Nizamnamenin birinci kısmında; siyasî ve idarî nitelik<br />

gösteren basılı eserlerin yayımının hükûmetin iznine tâbi olduğu ve bu iznin<br />

her zaman geri alınabileceği(m.1), gazete çıkarabilmek için en az otuz<br />

yaşında olmak gerektiği(m.3), her gazetenin sorumlu bir müdürünün<br />

olacağı(m.4), hükûmet tarafından gazetelere gönderilecek yazıların ve bir<br />

gazetede bir şahsın adı belirtilerek veya ima yoluyla bir yazı yayımlanmışsa o<br />

şahıs tarafından cevap gönderildiği taktirde bu cevabın, ücretsiz olarak<br />

yayımlanacağı(m.8) belirtilmekteydi.<br />

Nizamnamenin ikinci kısmında suçlar ve bu suçlar için öngörülen<br />

cezalar düzenlenmekteydi 520 . Nizamnamenin cezaî hükümlerinin yer aldığı<br />

bu kısımda, basın suçları için suçun niteliğine bağlı olarak para cezası, hapis<br />

cezası, yayımın geçici olarak durdurulması ve gazetenin kapatılması olmak<br />

üzere dört farklı yaptırım uygulanabilmekteydi.<br />

Matbuat Nizamnamesiyle basın özgürlüğü tam anlamıyla<br />

gerçekleştirilmese de, önceden idarenin iki dudağı arasında yürütülen basın<br />

faaliyeti, bu Nizamnameyle hukukî ve objektif kurallara bağlanmıştır.<br />

Bu Nizamnamenin yürürlüğe girmesiyle birlikte basında ciddî bir<br />

canlanma söz konusu olmuş, yeni birçok gazete ve dergi kurulmuştur. Yeni<br />

kurulan bu gazetelerin bazıları hükûmete karşı muhalif bir tutum takınmış ve<br />

özgürlük talebinde bulunmuştur 521 . Bu durumdan rahatsız olan hükûmet,<br />

519 Bu Nizamname, Padişah tarafından 15 Kasım 1864 tarihinde onaylanmış ve 1 Ocak 1865<br />

tarihinde tebliğ edilerek yürürlüğe konulmuştur. Latin harflerle yazılmış metin için bkz. İSKİT,<br />

Server R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri, Matbuat Umum Müdürlüğü, İstanbul, 1939, s. 691-<br />

695. İlk basın kanunu diyebileceğimiz bu düzenleme, III.Napolyon’un basını kontrol altına<br />

almak amacıyla 1852’de hazırlattığı Fransız Basın Kanunundan uyarlanmış ve 1909 yılına<br />

kadar yürürlülükte kalmıştır. İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s.202.<br />

520 Bu kısımda düzenlenen suçlardan bazıları şunlardır: Ruhsatsız gazete çıkarmak(m.10);<br />

gazetenin imzalı sayısını ilgili devlet dairesine göndermemek(m.11); hükûmetten gönderilen<br />

resmî yazıları yayımlamamak(m.12); devletin iç güvenliğini bozacak suçlardan birinin icrası<br />

için bazı kişileri kışkırtmak(m.13); genel adaba ve millî ahlâka aykırı yazılar<br />

yayımlamak(m.14); Padişah ve ailesini tahkir eden ve hükümranlık haklarına saldırı<br />

sayılabilecek yazılar yayımlamak(m.15); bakanlara dokunacak yazılar yayınlamak(m.16);<br />

dost ve müttefik hükümdarlara dokunacak yazılar yayımlamak(m.17); meclisleri,<br />

mahkemeleri ve devletçe kurulacak kurulları kötüleyen yazıları yayımlamak(m.19); devlet<br />

memurları aleyhine yazı yazmak(m.20); yabancı büyük elçileri, orta elçileri,<br />

maslahatgüzarları kötülemek(m.21); halkı kötülemek(m.22); yanlış haber yayımlamak(m.26).<br />

521 Özellikle Muhbir isimli gazete özgürlükçü yazılar yayımlaması ile ve hükûmete karşı<br />

muhalefetiyle dikkat çekmekteydi.1867 yılında İstanbul’da yayıma başlayan bu gazete 32.<br />

sayısında yer alan ve Ali Suavi tarafından kaleme alınan Belgrad Kalesi’nin Sırplara terk<br />

edilmesi meselesiyle ilgili bir yazı üzerine kapatılmıştır. Bunun üzerine İngiltere’ye kaçan Ali<br />

Suavi 31 Ağustos 1867 tarihinde Le Mukhbır adı ile gazeteyi yeniden çıkarmıştır. Gazetenin<br />

142


1867 yılında Matbuat Nizamnamesinin hükümlerini yok sayan ve hükûmete<br />

basınla ilgili idarî tedbirler alabilmek yetkisi tanıyan “Âlî Kararname”yi<br />

yayımlamıştır 522 . Kararnamenin sonunda, hükûmete tanınan yetkinin geçici<br />

olduğu, Kararnameyi yaratan şartların ortadan kalkması hâlinde<br />

Kararnamenin de yürürlülükten kalkacağı belirtilmiştir. Ancak Kararname<br />

uzun yıllar yürürlükte kalarak basın özgürlüğünü tamamen ortadan<br />

kaldırmıştır 523 .<br />

Kararnamenin idareye tanıdığı tüm yetkilere rağmen, basın<br />

susturulamamış ve hükûmeti rahatsız etmeye devam etmiştir. Bunun üzerine,<br />

1876 yılında çıkartılan başka bir Kararnameyle basına ön denetim<br />

zorunluluğu getirilmiştir 524 . Gazetecilerin Kararnameye karşı gösterdiği yoğun<br />

tepkiler çabuk sonuç vermiş ve ön denetim iki gün sonra kaldırılmıştır 525 .<br />

Ancak bu tepkilerin basın özgürlüğü için yarattığı rüzgar sadece ön denetimi<br />

kaldırmakla kalmamış, basın özgürlüğünün anayasal düzeyde tanınmasına<br />

da yol açmıştır. Türk toplumunun ilk yazılı Anayasası olarak kabul edilen<br />

1876 Anayasasının 12. maddesinde yer alan “Matbuat kanun dairesinde<br />

serbesttir.” hükmü bunun bir göstergesidir 526 .<br />

ilk sayısında şu cümle yer almıştır: “Muhbir, doğru söylemek yasak olmayan bir memleket<br />

bulur yine çıkar”. CANATAK, A. Mecit: Muhbir Gazetesinin Sistematik Tahlili, Yüzüncü Yıl<br />

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış<br />

Yüksek Lisans Tezi, Van, 1995, s.1; Geniş bilgi için bkz. TÜTENGİL, Cavit Orhan: “Yeni<br />

Osmanlılar”dan Bu Yana İngiltere’de Türk Gazeteciliği (1867-1967), İstanbul Üniversitesi<br />

Yayınlarından No:1395, İstanbul, 1969, s. 31 vd.<br />

522 Latin harflerle yazılmış Kararname metni için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat<br />

Rejimleri, s.696.<br />

523 1909 yılına kadar yürürlükte kalan bu Kararnameden sonra Muhbir, Ayine-i Vatan, Utarit,<br />

İstikbal, Hülasat-ül Efkar, Şark, Hayal, Hadika, Basiret, İbret, Diyojen, Çıngıraklı Tatar,<br />

İbretname-i Alem geçici ya da sürekli olarak kapatılan gazete ve mecmualardan bazılarıdır.<br />

İNUĞUR, M. Nuri:a.g.e., s.206; KABACALI, Alpay: a.g.e., s.85-88.<br />

524 Latin harflerle yazılmış Kararname metni için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat<br />

Rejimleri, s.698.<br />

525 Kararnameyi yayımladığı sayısında Basiret gazetesi, "Bugün makinemiz kırılmış<br />

olduğundan gazetemiz bu biçimde yayınlanmıştır.", diye büyük bir uyarı koyarak birinci, ikinci<br />

ve üçüncü sayfaları beyaz bırakmış, yalnız dördüncü sayfasına ilânları basmıştır. Sabah<br />

gazetesi başyazarı Şemsettin Sami'nin, bu ön denetimi kınamak için uyguladığı yöntem ise,<br />

sonraları çok kullanılacaktır. Şemsettin Sami gazeteyi, ön denetimin çıkardığı yerleri boş<br />

bırakarak yayımlamıştır. Böylece okuyucu, ön denetimin neleri makasladığını görmüştür.<br />

İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s.253.<br />

526 1876 Anayasasının ilânından sonra yeni bir basın kanunu hazırlanmaya başlanmıştır. Bu<br />

çalışmaların sonunda ortaya çıkan 1877 tarihli Matbuat Kanunu, II. Abdülhamit tarafından<br />

yürürlüğe konulmamıştır. Bu Matbuat Kanunu, dört ana bölüm ve 51 maddeden<br />

oluşmaktaydı. birinci bölüm, basımevlerinin kuruluşu ve işleyişiyle ilgili hükümleri; ikinci<br />

bölüm, gazeteler ve süreli yayınlara ilişkin hükümleri; üçüncü bölüm, basın yoluyla işlenecek<br />

143


Anayasanın ilânıyla birlikte yepyeni bir dönemin başladığını<br />

zanneden basın özgürlüğü taraftarları, yanıldıklarını anlamak için çok<br />

beklemek zorunda kalmamışlardır. Basın özgürlüğünün anayasal düzeyde<br />

tanınmasını sağlayan, ancak basınla yıldızı hiç barışmayan II. Abdülhamit, ilk<br />

olarak 1876 Anayasasının 36. maddesine dayanarak 527 1877 yılında<br />

çıkardığı bir Kararname ile ülkede sıkıyönetim ilân etmiş; 528 daha sonra ise,<br />

halkın parlamento hayatı için henüz hazır olmadığı gerekçesiyle, 14 Şubat<br />

1878 tarihinde Meclis-i Umumi’yi kapatarak yeni bir dönem açmıştır. Bu<br />

dönemin en önemli özelliklerinden birisi de, kurulan sansür sistemiyle basım<br />

ve yayım faaliyetlerinin çok sıkı bir denetime tâbi tutulmuş olmasıdır 529 .<br />

Bu dönemde, basını susturmak ve gazetelerin muhalefetini<br />

bertaraf etmek için kurulmuş olan sansür sistemi dışında başka yöntemlerden<br />

de yararlanılmıştır. Örneğin, gazetelere çeşitli ödenekler sağlanmış ve ga-<br />

zetecilere nişanlar verilmiştir. Bu durumdan faydalanmak isteyen bazı<br />

açıkgöz ve şantajcı gazeteciler, aleyhte yazı yazmak tehdidiyle para sızdırma<br />

yoluna dahi gitmişlerdir 530 .<br />

suçlar ve bunlara verilecek cezaları; dördüncü bölüm ise, davalara bakacak mahkemeleri ve<br />

duruşma usullerini belirlemekteydi. Latince harflerle yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server<br />

R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri, s.699-706.<br />

527 1876 Anayasasının 36. maddesine göre, meclislerin açık olmadığı zamanlarda<br />

Anayasaya aykırı olmamak kaydıyla Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararların kanun<br />

hükmünde olduğu belirtilmekteydi.<br />

528 Bu Kararnamenin 6. maddesinde, askerî hükûmetin zihinleri kurcalayıcı yayım yapan<br />

gazeteleri derhal kapatabileceği belirtilmekteydi.<br />

529 II.Abdülhamit, basını sansüre tâbi tutmak konusunda herhangi özel bir kanun, ya da<br />

nizamname yayınlatmamıştır. Sansürü görünüşte sadece kitaplarla basılı evrakı kapsayan<br />

Matbaalar Nizamnameleriyle birlikte 1876 Anayasasının kendisine vermiş olduğu yetkiye<br />

dayanarak çıkartmış olduğu Sıkıyönetim Kararnamesiyle yürütmüştür. KUDRET, Cevdet:<br />

a.g.e., s.36. Yukarıda değindiğimiz 1857 tarihli Matbaalar Nizamnamesinin 3. maddesi<br />

matbaaların basacakları her türlü kitap ve risaleler için sansür öngörmekteydi. Bu hüküm<br />

1888 yılında, 1857 tarihli Nizamnamenin yerine yürürlüğe giren Matbaalar<br />

Nizamnamesinde(m.19) ve 1895 yılında yürürlüğe giren Matbaalar Nizamnamesinde de<br />

karşımıza çıkmaktadır(m.21). II. Abdülhamit döneminde, bazı sözcüklerin kullanılması<br />

yasaklanmıştır. Grev, suikast, ihtilâl, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilâk, kargaşalık, hal’,<br />

Makedonya, Girit, Kıbrıs, Yıldız kelimeleri bunlardan bazılarıdır. İSKİT, Server: Türkiye’de<br />

Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.100.<br />

530 Örneğin, Tercüman-ı Hakikat, Saadet, Levand Herald, Moniteur Oriental, Byzantis, La<br />

Turquie, İstanbul ve Tarik gazetelerine Padişahın iradesiyle hazineden 30.000 -100.000<br />

kuruş arasında yardım yapılmıştır. İNUĞUR, M. Nuri: a.g.e., s. 267. Gazeteciler bu tür<br />

yolsuzluklara öyle alışmışlardı ki, finansman bakımından darboğaza giren bazı Jön Türk<br />

gazeteleri, önce muhalif yazılarını artırırlar, sonra da Sarayla pazarlığa otururlar, yüksek bir<br />

meblağa gazeteyi satarak basımını durdururlardı. Buradan elde ettikleri yüksek miktarlardaki<br />

parayla yeni bir gazete daha çıkarıyorlardı. Yine yurt dışına kaçan Jön Türkler de birtakım<br />

gayri ciddî ve blöften ibaret olan muhalif gazeteler çıkarıp, o ülkedeki Osmanlı temsilciliği ile<br />

144


II. Abdülhamit ile basın arasındaki bu mücadele 1908 yılına kadar<br />

sürmüştür. 1908’de yeniden yürürlüğe konulan 1876 Anayasasının basınla<br />

ilgili olan 12. maddesi, “Matbuat kanun dairesinde serbesttir, hiçbir veçhile<br />

kablettab teftiş ve muayeneye tâbi tutulamaz” biçiminde değiştirilerek;<br />

maddenin 1876 tarihli Kanunu Esasi’de yer alan ifadesine “sansür yasağı”<br />

eklenmiştir 531 .<br />

II. Meşrutiyet'in ilânıyla birlikte Osmanlı basını o güne kadar<br />

görülmeyen bir canlılığa kavuşmuştur. II. Meşrutiyet’in ilânından sonraki ilk<br />

bir buçuk ayda gazete imtiyazı alanların sayısı iki yüzü geçmiştir. Sayıları gün<br />

geçtikçe daha da artan bu gazete ve dergiler bir fikri kabul ettirmek, intikam<br />

almak ve şantaj yapmak gibi gayelerle çıkarılmış; fakat hiçbirisi yaşayamamış<br />

ve büyük çoğunluğunun ömrü birkaç nüsha sonra veya ilk sayıyla birlikte<br />

sona ermiştir 532 .<br />

II. Meşrutiyetin ilânıyla birlikte oluşan belirsizlik ortamında, her çeşit<br />

yayın için sansür kendiliğinden kalktığı gibi, yayım sonrası bir denetim de söz<br />

konusu değildi. Böyle bir durum özgürlük değil, anarşi ortamı yaratmıştır 533 .<br />

Basındaki bu anarşi ortamına son vermek amacıyla 1909 yılında, 1881 tarihli<br />

Fransız Basın Kanununu örnek alınarak hazırlanan Matbuat Kanunu<br />

yürürlüğe konulmuştur 534 . Hükûmete gazete ve dergi kapatma yetkisi verdiği<br />

için siyasal amaçlı kullanıma açık olan bu Kanun, birçok değişiklik geçirerek<br />

1931 yılına kadar yürürlükte kalmıştır 535 .<br />

Sadece siyasî mevkutelerin tâbi olduğu bu Kanununda 536 bir<br />

yandan basına geniş özgürlük vermek, bir yandan da zararlı yayımları<br />

pazarlığa oturuyorlardı. HANİOĞLU, M. Şükrü: ”Jön Türk Basını” Tanzimat’tan Cumhuriyete<br />

Türkiye Ansiklopedisi, Cilt III, , İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 45. Basının, şantaj ve<br />

benzeri yollarla maddî çıkar elde etmesi, II. Abdülhamit döneminden önce de olagelmiş<br />

hadiselerdendir. Bu dönemden önce de basın, hem Osmanlı Devleti'nden hem de<br />

Türkiye’de ihale peşinde koşan Avrupalı bankerlerden ya da Galata sarraflarından maddî<br />

çıkar elde etmiştir. KOLOĞLU Orhan: “II. Abdülhamid’in Basın Karşısındaki Açmazı”, Tanzimat’tan<br />

Cumhuriyete, Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 84.<br />

531<br />

DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.7.<br />

532<br />

İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.144.<br />

533<br />

İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.143.<br />

534<br />

Latif harflerle yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri,<br />

s.707-714.<br />

535<br />

KABACALI, Alpay: a.g.e., s.140.<br />

536<br />

Bu Kanun siyasî ve siyasî olmayan mevkuteleri birbirinden ayırmış ve siyasî olmayan<br />

mevkutelerin yayımının bu Kanuna tâbi olmadığı belirtmiştir(m.34).<br />

145


önlemek kaygısı bir arada görülmektedir 537 . Bu Kanunda; her gazete ve süreli<br />

yayının bir sorumlu müdürünün olacağı(m.1), kısıtlı olmayan, sahtekârlık,<br />

dolandırıcılık ve emniyeti suiistimal gibi kötü ahlâklı olduğunu gösteren bir<br />

fiilden mahkûm olmamış ve yirmi bir yaşını doldurmuş bulunan her Osmanlı<br />

vatandaşının gazete ve süreli yayının sorumlu müdürü olabileceği(m.2),<br />

gazete veya süreli yayın çıkarmak isteyenlerin gazete ve süreli yayının<br />

unvanı, nerede ve hangi dilde yayımlanacağı gibi bilgileri içeren bir<br />

beyanname vermek zorunda oldukları(m.3), suç içerikli yayınlardan dolayı<br />

sorumlu müdürün, makaleyi yazanın, basanın, satanın ve dağıtanın sorumlu<br />

olacağı, gazete sahibinin ise sadece zarar ve ziyandan sorumlu<br />

olacağı(m.11), bir kişi aleyhine yapılan yayıma karşı, aleyhindeki yazının iki<br />

katından fazla olmamak üzere gönderdiği cevabın ve hükûmetin gerçek dışı<br />

gördüğü yayımlar hakkındaki düzeltme yazılarının yayımlanacağı(m.21)<br />

belirtilmiştir.<br />

Bu Kanunla; resmî heyetlerin ve mahkemelerin gizli oturumlardaki<br />

konuşmalarını yayımlamak(m.13), Osmanlı ülkesinde tanınmış dinlere,<br />

mezheplere veya unsurlardan birine, delile dayalı ilmî ve felsefî açıklamalar<br />

dışında, yayın yoluyla hakaret etmek(m.16), halkı suç işlemeye kışkırtan<br />

yazılar yayımlanmak(m.17), basın yoluyla şantaj yaparak çıkar<br />

sağlamak(m.18), asılsız haber ve bilgilerle bir kişiyi suçlamak(m.19) ve genel<br />

ahlâka aykırı yazı ve resim basmak(m.20) yasaklanmıştır.<br />

Kanunun 23. maddesinde, 17. maddenin ihlâli hâlinde dava sonucu<br />

beklemeksizin ilgili gazetenin, güvenliğin korunması amacıyla hükûmet<br />

tarafından kapatılabileceği; ancak yargılama sonucunda sorumlu müdürün<br />

beraat etmesi hâlinde, gazetenin kapatılmasından dolayı uğranılan zarar için<br />

sorumlu müdürün tazminat talep edebileceği hükme bağlanmıştır 538 .<br />

1909 Matbuat Kanunuyla aynı tarihte kabul edilen Matbaalar<br />

Kanunuyla matbaalar eskiden kendilerine yükletilen ağır yükümlülüklerden<br />

537<br />

İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.157; İNUĞUR, M. Nuri:<br />

a.g.e., s.318.<br />

538<br />

Bu Kanunun ilginç maddelerinden birisi, Padişaha hakareti düzenlemektedir. Bu<br />

maddede, Padişaha basın yoluyla hakaret edenler üç aydan üç seneye kadar hapis<br />

cezasına çarptırılacağını belirtilmekteydi. Bu madde, hakaret edilmediği taktirde Padişahın<br />

da eleştirilebileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İSKİT, Server: Türkiye’de<br />

Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.158.<br />

146


kurtulmuşlardır. Bu Kanunda, her Osmanlı vatandaşının bir beyanname<br />

vererek matbaa açabileceği ve matbaalarda basılacak eserlerin hiçbir yere<br />

gösterilmek zorunluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir 539 .<br />

II. Meşrutiyet Anayasasında ilân edilen ve 1909’da yapılan<br />

değişiklikle pekiştirilen özgürlükler, söz konusu Anayasanın yürürlüğe girdiği<br />

tarihten yaklaşık bir yıl sonra, 31 Mart Olayı ile birlikte sıkıyönetim ilân<br />

edilerek askıya alınmıştır. 31 Mart Olayının bastırılmasından sonra ilân edilen<br />

sıkıyönetim, Birinci Dünya Savaşı öncesi içte ve dışta ortaya çıkan<br />

gelişmelerle birlikte sürekli bir niteliğe bürünmüş ve zamanla diğer<br />

özgürlüklerle birlikte, basın ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün de<br />

tamamen ortadan kalkmasına yol açmıştır 540 .<br />

539 İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.158.<br />

540 DANIŞMAN, Ahmet: a.g.e., s.7. Bu dönemde Matbuat Kanununda yapılan ve basın<br />

özgürlüğünü yakından ilgilendiren başlıca değişiklikler şunlardır: 1)3 Mart 1912 tarihli geçici<br />

Kanunla, 1909 tarihli Matbuat Kanununun 2. maddesi değiştirilmiştir. Bu değişikliğe göre, bir<br />

gazetenin sorumlu müdürü olabilmek için aranan şartlara ek olarak yüksek öğrenim görmüş<br />

olmak veya yedi yıllık idadi(lise dengi okul) diplomasına sahip olmak şartı da getirilmiştir.<br />

Ayrıca bu değişiklikle siyasî gazete ve mevkute imtiyazı almak için belli bir miktar paranın<br />

depozito olarak yatırılması zorunlu hâle getirilmiş ve askerlerin yazı yazmaları<br />

yasaklanmasıdır. Latin harflerle yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat<br />

Rejimleri, s.716. 2)16 Şubat 1913 tarihli geçici Kanunla, asıl kanunun 20. maddesi<br />

değiştirilerek genel edep ve ahlâk kurallarına aykırı yazı ve resimlerin yayımlanması<br />

yasaklanmıştır. Latin harflerle yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat<br />

Rejimleri, s.718. 3) 9 Mart 1913 tarihinde 1909 tarihli geçici Kanunla, mebusların ve ayan<br />

meclisi üyelerinin siyasî gazete sorumlu müdürü olmaları yasaklanmıştır. Çarşılarda,<br />

sokaklarda gazete, kitap vs. satmak isteyenlerin polise ikametgâhlarını bildirmeleri zorunlu<br />

hâle getirilmiştir. Osmanlı unsurları arasında nifak ve kin doğuran, halkı askerlik hizmetinden<br />

soğutan veya kanunun suç saydığı fiilleri öven yayınlar suç sayılmıştır. Latin harflerle<br />

yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri, s.719. 4) 9 Kasım<br />

1913 tarihli geçici Kanunla, asıl Kanunun 23. maddesi değiştirilerek devletin iç ve dış<br />

güvenliğini bozabilecek biçimde yayım yapan gazetelerin Bakanlar kurulu (Meclisi Vükela)<br />

kararıyla geçici olarak kapatılabileceği düzenlenmiştir. Latin harflerle yazılmış metin için bkz.<br />

İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri, s.723. Gerçi Kanunun ilk hâlinde de<br />

hükûmetin böyle bir yetkisi vardı. Ancak bu geçici kapatma yargıya götürülebiliyordu ve<br />

sorumlu müdür beraat ederse haksız kapatmadan dolayı tazminat talep edilebiliyordu. 5) 25<br />

Ağustos 1914 tarihli geçici Kanunla, Kanunun 33. maddesi değiştirilerek askerî sansür<br />

memurlarını tarafından yayımına izin verilenler dışında ordu hareketleriyle ilgili haberler<br />

yazılamayacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca bu hükme aykırı hareket edilmesi hâlinde yayın<br />

sahibi veya sorumlu müdür yayımlanan haberin kaynağını açıklamaya mecbur<br />

tutulmuşlardır. Latin harflerle yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat<br />

Rejimleri, s.724.<br />

147


Özgürlüğü<br />

II. CUMHURİYET DÖNEMİ<br />

A) Cumhuriyetin İlk Yıllarında ve Tek Parti Döneminde Basın<br />

Millî Mücadelenin kazanılmasından sonra, İstanbul İtilaf<br />

Devletlerince boşaltılmış ve 25 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet<br />

Meclisi İcra Vekilleri Heyeti bir Kararname yayımlayarak, uzun yıllar süren<br />

sıkıyönetimi ve sansürü ortadan kaldırmış ve basını yeniden özgürlüğüne<br />

kavuşturmuştur 541 . Cumhuriyetin ilânından yaklaşık altı ay sonra yürürlüğe<br />

konulan 1924 Anayasasının, “Matbuat kanun dairesinde serbesttir ve neşir<br />

edilmeden evvel teftiş ve muayeneye tâbi değildir” ifadesini içeren 77.<br />

maddesi ile de basın özgürlüğü Anayasal güvenceye bağlanmıştır.<br />

Sansürün kaldırıldığı ve basın özgürlüğünün anayasal güvenceye<br />

bağlandığı bu yeni dönemde, iktidar yanlısı basın organları yanında muhalif<br />

basın organları da yayımlanma olanağı bulmuştur. Ancak bu durum fazla<br />

uzun sürmemiştir. Şeyh Sait Ayaklanmasını takiben, 4 Mart 1925 tarihinde<br />

Takrir-i Sükûn Kanununun kabul edilmesiyle sansür geri dönmüştür.<br />

Hükûmete Cumhurbaşkanının onayıyla memleketin sosyal düzenini, huzur ve<br />

barışını, güvenlik ve asayişini bozmaya yönelen her türlü teşkilâtı, girişimleri<br />

ve yayınları yasaklama ve sanıkları İstiklâl Mahkemelerine verme yetkisi<br />

tanıyan bu Kanunun 7. maddesi, basın özgürlüğünü tek başına ortadan<br />

kaldırmaya yetmiştir.<br />

Basının eleştirilerinden rahatsız olan iktidar, aradığı fırsatı bu<br />

Kanunla bularak, ülkedeki bütün muhalefetle birlikte muhalif basını da<br />

susturmuştur 542 .<br />

Şeyh Sait Ayaklanmasıyla birlikte isyan noktasında sıkıyönetim ilân<br />

edilerek, 3 Mayıs 1925 tarihinde 1846 numaralı Kararname yayımlanmış ve<br />

541 “İdarei Örfiyenin ve Sansürün İlgasına Dair TBMM İcra Vekilleri Hey’eti Kararnamesi”,<br />

Kabul Tarihi: 7 Ekim 1923, Yayım Tarihi: 25 Ekim 1923, Resmî Ceride No: 37. Latin harflerle<br />

yazılmış metin için bkz. İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri, s.729.<br />

542 GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet, s.1; Takrir-i<br />

Sükûn Kanunu ile birlikte başta Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklâl, Sayha, Sebil-ür Reşat,<br />

Aydınlık, Orak-Çekiç,Tok Söz, Tanin ve Vatan olmak üzere birçok gazete ve dergi<br />

kapatılmıştır.Bkz. GÜZ, Nurettin: Türkiye’de Basın İktidar İlişkileri, s.173.<br />

148


u Kararnameye özel Talimatname hazırlanmıştır. Bu Talimatnamenin 15. ve<br />

16. maddeleri konumuz bakımından önemlidir. Bu maddelerde, sıkıyönetim<br />

bölgesi dahilinde yayımlanan gazetelerin basım öncesi sansüre tâbi<br />

olduğu(m.15) ve sıkıyönetim bölgesine dışardan ithal olunacak gazetelerin ve<br />

diğer yayınların sansürce görüldükten sonra tevzi edileceği(m.16)<br />

belirtilmiştir 543 . Bu Kararnameyle sıkıyönetim bölgelerindeki basın ve<br />

haberleşme denetim altına alınmıştır. Ayrıca kapatılan gazetelerin<br />

yöneticilerinin İstiklâl Mahkemeleri tarafından tutuklanması ve yargılanması,<br />

basın üzerinde yeteri derecede korku havası yaratmış ve muhalif gazete ve<br />

dergileri tamamen susturmuştur 544 .<br />

Basın özgürlüğünü yakından ilgilendiren ve hâlen yürürlükte olan<br />

“Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu” yine bu dönemde kabul<br />

edilmiştir 545 . Bu Kanun, Ceza Kanunundaki “müstehcen ve hayâsızca<br />

yayınlar” dışında olup da on sekiz yaşından küçüklerin maneviyatı üzerine<br />

zararlı etkide bulunacağı anlaşılan yayınların sınırlanmasına ilişkindir(m.1) 546 .<br />

Kanuna göre, bir eserin sınırlandırılabilmesi için, kurulacak yetkili kurulun o<br />

eserin küçükler için muzır(zararlı) nitelik taşıdığına karar vermesi(m.2) ve bu<br />

eserlerin üzerine “tahdidata tâbidir” damgasının vurulması gerekmekteydi.<br />

Damgalanan eserlerin açık sergilerde satılması, dükkanlarda teşhir edilmesi,<br />

gazetelerde, dergilerde, el ve duvar ilânlarıyla veya başka şekillerde ilân<br />

edilmesi, kitapçılar tarafından küçüklere gösterilmesi ve satılması<br />

yasaklanmıştı(m.4).<br />

543 İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.248.<br />

544 GÜZ, Nurettin: Türkiye’de Basın İktidar İlişkileri, s.174. Takrir-i Sükûn döneminde basın<br />

sıkı bir denetim altındaydı, telefonla gazetelerin başyazarlarına emirler verilmekte, en ufak<br />

bir hata yüzünden gazeteler haftalarca kapatılmakta, sorumlular mahkemeye verilerek<br />

cezalandırılmaktaydı. Bkz. SERTEL, Zekeriya: Hatırladıklarım, 3. Baskı, , Gözlem Yayıncılık,<br />

İstanbul, 1977, s.191-192.<br />

545 12 Eylül 1923 tarihinde Cenevre’de, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu devletlerce<br />

imzalanan “Mugayiri Edep ve Hayâ Yayının Tedavülü ve Ticareti Hakkındaki Sözleşme”,<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1 Haziran 1926 tarih ve 886 numaralı Kanunla kabul<br />

edilmiştir. İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s. 252-254. Daha sonra<br />

bu Sözleşmeye uygun olarak 21 Haziran 1927 tarihinde “Küçükleri Muzır Neşriyattan<br />

Koruma Kanunu” kabul edilmiştir.<br />

546 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.122.<br />

149


Takrir-i Sükûn Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra susan<br />

muhalif basın, 1929 yılından itibaren yeniden sesini yükseltmeye başlamış 547<br />

ve 1930 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün izni ve bilgisi ile kurulan Serbest<br />

Cumhuriyet Fırkası ile birlikte kendisine siyasî zeminde de destek bulmuştur.<br />

Bu dönemin muhalif basını bir yandan iktidarın icraatlarını eleştirirken, diğer<br />

yandan iktidar yanlısı basının sert eleştirilerine, hatta hakaretlerine hedef<br />

olmaktaydı 548 . Muhalif basından rahatsız olan iktidar, basını denetim altına<br />

almak ve muhalif basını susturmak amacıyla 1881 sayılı Matbuat Kanununu<br />

hazırlamıştır 549 .<br />

1881 sayılı Matbuat Kanununun bu amacını, gazete ve dergi sahibi<br />

olmak isteyenlerde aranan şartların düzenlendiği 12. maddesi açıkça ortaya<br />

koymaktadır. Bu maddeye göre, gazete veya dergi sahiplerinin yirmi yaşını<br />

doldurmuş, yüksek okullardan veya lise ile dengi okullardan mezun olmuş ve<br />

vatan, Millî Mücadele, Cumhuriyet ve inkılâp aleyhinde bulunup da herhangi<br />

bir mahkeme ve divan tarafından mahkûm edilmemiş olmaları<br />

gerekmekteydi. Madde, en büyük mülkîye memuruna gazete ve dergi<br />

kapatma yetkisi veren 18. maddeyle birlikte, siyasal iktidara muhalif basını<br />

susturmak için ciddî bir koz vermiştir. Yine, söz konusu düzenlemenin,<br />

dönemin şartları ve eğitim düzeyi dikkate alındığında, gazete sahibi olmayı<br />

zorlaştırdığı; iktidar yanlısı basın tarafından Millî Mücadele aleyhine<br />

çalışmakla ve hainlikle suçlanan muhalif gazetecilerin bu madde kapsamına<br />

sokulmalarına olanak sağladığı görülmektedir 550 .<br />

Bu Kanunun gazetecilerin en çok belini büken, şikayetlere neden<br />

olan, basın özgürlüğünü yok eden ve siyasal eleştiri hakkını hiç düzeyine<br />

547 Yarın, Yılmaz ve Son Posta bu dönemde iktidara muhalefet eden basın organlarının<br />

başında gelmektedir. GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet,<br />

s.10.<br />

548 Bu dönemde iktidar yanlısı basın, iktidara yapılan eleştirileri kendisine yapılmış kabul<br />

ederek iktidar adına muhalif basına cevap vermekteydi. İktidar yanlısı basın organlarının<br />

başında gelen Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Mahmut Saydam, Falih Rıfkı Atay ve Yakup<br />

Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi Abalıoğlu tarafından yazılan<br />

yazılar bu bakımdan dikkat çekicidir. Geniş bilgi için bkz. GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet<br />

Fırkası Sonrası Basında Muhalefet, s. 9 vd.<br />

549 On dokuz sene yürürlükte kalan, bu süre zarfında birçok kez değiştirilen ve aynı zamanda<br />

matbaalara ilişkin hükümler de içeren 1881 sayılı Matbuat Kanunu 8 Ağustos 1931 tarihinde<br />

1867 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.<br />

550 GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet, s.134.<br />

150


indiren düzenlemesi 50. maddesinde yer almıştır. Bu maddede, memleketin<br />

genel siyasetine dokunacak yayımdan dolayı İcra Vekilleri Heyeti kararı ile<br />

gazetelerin veya dergilerin geçici olarak tatil edilebileceği ve bu şekilde<br />

kapatılan bir gazetenin sorumlularının kapatma süresince başka bir isimle<br />

gazete çıkaramayacakları belirtilmekteydi. Bir gazetenin yayıma devam<br />

edebilmesini, “memleketin genel siyaseti” gibi belirsiz bir kavrama tâbi<br />

tutarak, yürütme gücünün eline vermiş olan böyle bir hükmün varlığı ile basın<br />

özgürlüğünün hiçbir şekilde bağdaştırılamayacağı açıktır 551 .<br />

1881 sayılı Matbuat Kanununun yürürlüğe girmesinden hükûmetin<br />

öngördüğü amaç hasıl olmuş ve muhalif basın ortadan kalkmıştır. Önce,<br />

Yarın gazetesi kapanmış 552 , ardından diğer bir muhalif ses olan M. Zekeriya<br />

Sertel Son Posta gazetesinden ayrılmıştır. M. Zekeriya Sertel’in ayrılmasına<br />

yeni Matbuat Kanununun 12. maddesi ile getirilen “gazete sahibi olabilmek<br />

için vatan, Millî Mücadele, Cumhuriyet ve inkılâp aleyhinde bulunup da<br />

herhangi bir mahkeme ve divan tarafından mahkûm olmamak” şartı neden<br />

olmuştur 553 . Böylece iktidarı eleştirebilecek ve iktidar yanlısı basınla<br />

tartışabilecek gazete ve gazeteci kalmamıştır 554 .<br />

1936 yılında, Türk Ceza Kanununun “Devletin Şahsiyeti Aleyhinde<br />

Cürümler” kısmında yer alan hükümlerinde, 1930 tarihli faşist İtalyan Ceza<br />

Kanunu örnek alınmak suretiyle, kapsamlı bir değişiklik yapılmıştır 555 . 142.<br />

maddenin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle, “Memleket dahilinde içtimai<br />

bir zümrenin, diğerleri üzerinde tahakkümünü şiddet kullanmak suretiyle tesis<br />

etmek veya içtimai bir zümreyi şiddet kullanarak ortadan kaldırmak veya<br />

551 DÖNMEZER, Sulhi: a.g.e., s.165.<br />

552 Yarın gazetesinin yayım hayatını durdurmasında Matbuat Kanunu ile birlikte başka<br />

olayların da etkisi olmuştur. Bunlardan birincisi Kayseri Valisi Suat Bey ve eski savcı Rıfat<br />

Bey hakkında yayınlanan bir yazı nedeniyle Yarın gazetesinin sorumlu müdürü Tevfik Bey’in<br />

1 yıl 8 ay hapse mahkûm edilmesi ve gazete sahibi Arif ORUÇ’un da tazminata mahkûm<br />

edilmesidir. TUNCAY Mete: a.g.e., s.280; İkincisi, Arif ORUÇ’un iktidar yanlısı basının<br />

kendisini devamlı hedef göstermesi sonucu, bu tür yayınlardan etkilenen iki genç tarafından<br />

dövülmesidir. 4 Ağustos 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu olayı “Vatan Haini Arif Dün İki<br />

Gençten Dayak Yedi” başlığı ile vermiştir. Tüm bu olanlara yeni Matbuat Kanununun<br />

yürürlüğe girmesi de eklenince Yarın gazetesi için en akılcı yolun kapanmak olduğu ortaya<br />

çıkmıştır. GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet, s.138-139.<br />

553 M.Zekeriya SERTEL, Resimli Ay isimli dergide yayınladığı “Hapishanede İdama Mahkûm<br />

Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler” başlıklı yazıdan dolayı İstiklâl Mahkemesi<br />

tarafından mahkûm edilmişti. GÜZ, Nurettin: Türkiye’de Basın İktidar İlişkileri, s.190-191.<br />

554 GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet, s.139.<br />

555 Resmî Gazete, Tarih: 23.06.1936, Sayı:3337<br />

151


memleket dahilinde teşekkül etmiş iktisadî veya içtimai nizamları şiddet<br />

kullanarak devirmek, yahut memleketin siyasî ve hukukî herhangi bir<br />

nizamını yıkmak için propaganda yapan kimse”nin cezalandırılacağı hükme<br />

bağlanmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle de “millî<br />

hissiyatı sarsıcı veya zayıflatıcı propaganda” yasaklanmıştır 556 . Yine 159.<br />

madde değiştirilerek, “Türklüğü, Büyük Millet Meclisini, Cumhuriyeti,<br />

Hükûmetin manevî şahsiyetini ve Devletin silâhlı kuvvetlerini veya adliyenin<br />

manevî şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif etmek” suç sayılmıştır.<br />

1938 yılında kabul edilen 3531 sayılı Kanunla 557 Türk Ceza<br />

Kanununun yeniden değiştirilmiş ve 142. maddede yer alan “şiddet<br />

kullanarak” ifadesi metinden çıkarılmıştır.<br />

Aynı yıl, 1881 sayılı Matbuat Kanunu 15.07.1938 tarihli ve 3518<br />

sayılı Kanunla değiştirilmiş 558 ve basın özgürlüğü tamamen ortadan<br />

kaldırılmıştır. Bu değişiklikle; siyasî gazete ve dergi çıkaracakların bir teminat<br />

mektubu vermeleri şart koşulmuş 559 ve her türlü gazete ve dergi yayımı için<br />

ruhsatname alma mecburiyeti getirilmiş, en büyük mülkîye amirine, gazete<br />

veya dergi çıkarmak isteyen kişinin kanunun aradığı şartları taşıyıp<br />

taşımadığını tahkik ederek, duruma göre ruhsatname verme yetkisi<br />

verilmiş 560 , gazete veya dergi sahibi olmak için aranan yaş sınırı yirmi bire<br />

çıkarılmış ve maddeye “suişöhret ashabından bulunmamak” gibi subjektif<br />

yeni bir şart eklenmiş, intihar olaylarının yanında okullarda ve fakülte ve<br />

enstitülerde disiplini bozacak mahiyetteki olayların da yayımlaması gazetenin<br />

yayımlandığı yerin en büyük mülkîye amirinin iznine tâbi kılınmıştır 561 .<br />

Basın özgürlüğünü ortadan kaldıran bu değişikliklerden yaklaşık iki<br />

yıl sonra, İkici Dünya Savaşının da etkisiyle Matbuat Kanunu yeniden<br />

556 Geniş bilgi için bkz. ÖZEK, Çetin: 141-142, Ararat Yayınevi, İstanbul, 1968, s.122.<br />

557 Resmî Gazete, 16.07.1938, Sayı:3961.<br />

558 Resmî Gazete, Tarih:15.07.1938, Sayı:3960.<br />

559 Siyasî gazete ve derginin çıkarılacakları yere bağlı olarak, bu teminat mektubunun miktarı<br />

500 liradan 5000 liraya kadar değişmekteydi. Dönemin şartlarına göre yüksek olan bu<br />

bedeller, malî durumu güçlü olmayanların gazete çıkarmalarını olanaksız hâle getirmiştir.<br />

TOPUZ, Hıfzı: a.g.e., s.167.<br />

560 Böylece kimin gazete ve dergi çıkaracağına idare karar verir hâle gelmiştir.<br />

561 Türkiye’de gençlik ve öğrenci olaylarının olmadığı bir dönemde böyle bir düzenlenmenin<br />

yapılmasını anlamak çok güçtür. TOPUZ, Hıfzı: a.g.e., s.167.<br />

152


değiştirilmiştir 562 . Bu değişiklikle 30. maddeye “millî hisleri inciten veya bu<br />

maksatla millî tarihi yanlış gösteren yazıları yayımlayanların”<br />

cezalandırılacağını belirten bir fıkra eklenmiştir. Böylece tarihin “resmî görüş”<br />

dışında yorumlanması yasaklanmıştır 563 .<br />

1938 ve 1940 yıllarında Basın Kanununda yapılan ve basın<br />

özgürlüğünü tamamen ortadan kaldıran değişikliklerden sonra, birçok<br />

gazeteci hapse atılmış ve birçok gazete ve dergi defalarca kapatılmıştır 564 .<br />

B) Çok Partili Dönemin İlk Yıllarında Basın Özgürlüğü<br />

Yıllarca tek parti yönetiminde, İkinci Dünya Savaşı boyunca da<br />

sıkıyönetim rejiminde yaşayan Türk halkının, savaştan sonra esen rüzgarın<br />

da etkisiyle, özgürlük ve demokrasi talebi çeşitli şekillerde kendini<br />

göstermeye başlamıştı. Ayrıca İkinci Dünya Savaşının galiplerine<br />

demokrasiye geçileceği konusunda söz verilmişti 565 . Bu doğrultuda öncelikle<br />

Matbuat Kanunu kapsamlı bir değişikliğe tâbi tutulmuştur.<br />

Matbuat Kanununun 50. maddesi 18.06.1946 tarihli ve 4935 sayılı<br />

Kanunla 566 değiştirilerek, Kanunun ilk hâlinde yer alan “memleketin genel<br />

siyasetine dokunabilecek yayım” kıstası kaldırılmış ve onun yerine “Türk<br />

Ceza Kanununun ikinci kitabının birinci babının birinci ve ikinci<br />

bölümlerinde 567 yazılı cürümlerin yayım yoluyla işlenmesi hâlinde gazete ve<br />

derginin, ancak mahkemece bir aydan iki yıla kadar kapatılabileceğine karar<br />

verilebileceği” hükme bağlanmıştır. Böylelikle, Kanunun ilk hâlinde yer alan<br />

ve basın özgürlüğünü tek başına bile ortadan kaldırabilecek elastiki bir kriter<br />

yerine, daha objektif ve somut bir kriter getirilmiştir. Ayrıca bu değişiklikle<br />

562 Resmî Gazete, Tarih: 06.05.1940, Sayı: 4501.<br />

563 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.138.<br />

564 1939-1945 yılları arasında günlük gazete koleksiyonlarının taranması suretiyle hazırlanan<br />

bir tabloya göre Cumhuriyet 5, Tan 12.08.1944 tarihinden itibaren süresiz olmak üzere 7,<br />

Vatan 30.09.1944 tarihinden itibaren süresiz olmak üzere 9, Tasviri Efkar 30.09.1944<br />

tarihinden itibaren süresiz olmak üzere 8, Vakit 2, Yeni Sabah 3, Akbaba 4, Son Posta 4,<br />

Haber 2 kez kapatılmıştır. KOÇAK, Cemil: “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Basını”, Tarih ve<br />

Toplum, Cilt:6, Sayı:35, İletişim Yayınları, Kasım 1986, s.30.<br />

565 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.150-151.<br />

566 Resmî Gazete, Tarih:18.06.1946, Sayı: 6336.<br />

567 125.-163. maddelerin yer aldığı bu bölümlerde “Devletin Arsıulusal Şahsiyetine Karşı<br />

Cürümler” ile “Devlet Kuvvetleri Aleyhinde Cürümler” düzenlenmektedir.<br />

153


gazete kapatma yetkisi İcra Vekilleri Heyetinden alınarak mahkemelere<br />

verilmiştir 568 . Yaklaşık üç ay sonra, 20.09.1946 tarihinde kabul edilen 4955<br />

sayılı Kanunla 569 Matbuat Kanununda çok kapsamlı bir değişiklik daha<br />

yapılmış ve ruhsatname alınması, teminat mektubu verilmesi ve gazete<br />

çıkarmak için aranan eğitim şartı kaldırılmıştır.<br />

14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanarak iktidara gelen Demokrat<br />

Parti, basın özgürlüğünün sağlanmasını programına aldığından, Tek Parti<br />

Döneminde sürekli baskı altında yaşayan basından büyük destek<br />

görmüştür 570 . Demokrat Parti, verdiği bu söz doğrultusunda hazırlıklara<br />

girişmiş ve önceki dönemde başlayan çalışmalardan da faydalanarak yeni bir<br />

basın kanunu hazırlamıştır. Nihayet, 1881 sayılı Matbuat Kanununu bütün<br />

ekleriyle birlikte ortadan kaldıran 5680 sayılı Basın Kanunu 15.07.1950<br />

tarihinde kabul edilmiştir 571 .<br />

5680 sayılı Basın Kanunu önceki kanunlara göre daha<br />

özgürlükçüdür. Bu Kanunla birlikte, 1881 sayılı Kanunla kurulan güdümlü<br />

basın anlayışı terkedilmiş ve hükûmetin basın üzerindeki denetimi<br />

kaldırılmıştır. Kanunun basına ve basın özgürlüğüne bakışını göstermesi<br />

bakımından, 1. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve basın özgürlüğünü<br />

temel bir ilke olarak kabul edildiğini gösteren “basın serbesttir” ifadesi<br />

önemlidir.<br />

Basılmış eserlerle bunların yayımını düzenleyen bu Kanunda;<br />

yayımlanmak üzere tabı aletleriyle basılan veya sair her türlü vasıtayla<br />

çoğaltılan yazılar ve resimler gibi eserler “basılmış eser”(m.2); bunların<br />

568 Resmî Gazete, Tarih: 18.06.1946, Sayı: 6336.<br />

569 Resmî Gazete, Tarih: 24.09.1946, Sayı: 6416.<br />

570 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.164<br />

571 Resmî Gazete, Tarih: 24.07.1950, Sayı: 7564. İkisi geçici olmak üzere, toplam 46<br />

maddeden oluşan 5680 sayılı Basın Kanununda matbaalara ilişkin herhangi bir hükme yer<br />

verilmemiştir. Kanun koyucu matbaaları 24 Temmuz 1950 tarih ve 5681 sayılı Matbaalar<br />

Kanunuyla ayrıca düzenlemiştir. Halen yürürlükte olan ve 9 maddeden oluşan bu Kanuna<br />

göre matbaa kurulması izne bağlı değildir. Ancak matbaa açılmadan önce kurulacağı yerin<br />

en büyük mülkîye amirine bir beyanname verilir(m.1). Yine bu Kanuna göre tabiler(matbaa<br />

açanlar), cemiyet ve aile münasebetlerine taalluk eden ve ticaret ve sanat işlerine münhasır<br />

bulunan davetiyeler, ilan, formül, sirküler, kartvizitler, yalnız seçim yerini ve zamanını<br />

gösteren kağıtlar ve adayların adlarını bildiren rey pusulaları gibi basılar dışında bastıkları<br />

eserlerden ikişer nüshasını basmanın sona erdiği günün çalışma saati içinde, bulundukları<br />

yerin Cumhuriyet Savcısı ile en büyük mülkîye amirine vermeye mecbur tutulmuşlardır(m.4).<br />

154


herkesin görebileceği veya girebileceği yerlerde gösterilmesi, asılması,<br />

dağıtılması, dinletilmesi, satılması veya satışa sunulması “yayım”<br />

(m.3/2)olarak tanımlanmıştır. Yine bu Kanunda gazeteler, haber ajansları<br />

yayımları ve belli aralıklarla yayımlanan diğer bütün basılmış eserler “süreli<br />

yayın” 572 (m.3/1) olarak adlandırılmıştır. Her süreli yayının yazı işlerini fiilen<br />

idare eden bir sorumlu müdürü bulunacağını belirten Kanun, sorumlu müdür<br />

için Türkçe okur-yazar olma dışında herhangi bir öğrenim şartı<br />

aramamıştır(m.5) 573 .<br />

Bu Kanunla, süreli yayın çıkarma izne tâbi tutulmamış(m.8), süreli<br />

yayın çıkaracak kişilerin yayını çıkaracakları yerin en büyük mülkî amirine bir<br />

beyanname vermeleri yeterli görülmüştür(m.9).<br />

Kanun, basın yoluyla işlenen suçlardan dolayı, suç oluşturan yazıyı<br />

yazan veya resmi yapan kimseyle birlikte süreli yayının sorumlu müdürünü<br />

de sorumlu tutmuştur(m.16/1). Söz konusu kişilerin eser sahibinin işlemiş<br />

olduğu suçun cezasıyla cezalandırılmaları, adeta aksi kanıtlanamaz bir iştirak<br />

faraziyesi yaratmaktadır. Bir başka ifadeyle, bu kişilerin suç teşkil eden eserin<br />

yayımı bakımından kastî ya da taksirli bir davranışlarının olup olmadığı<br />

araştırılmadan, kusurlu oldukları varsayılmaktadır 574 . Basın yoluyla işlenen<br />

suçlardan doğacak maddî ve manevî zararlardan ise, cezaen sorumlu<br />

olanlarla birlikte, süreli yayının sahibi de müteselsilen sorumlu<br />

tutulmuştur(m.17).<br />

Kanunun 19. maddesi cevap ve düzeltme hakkını düzenlemiştir.<br />

Buna göre, bir şahsın haysiyet ve şerefine dokunan veya menfaatini bozan<br />

ya da kendisi ile ilgili gerçeğe aykırı yayım yapan süreli yayında, o şahsın<br />

imzasıyla gönderilecek cevap ve düzeltmeyi süreli yayının sorumlu müdürü<br />

aynen ve tamamen yayımlamaya mecburdur(m.19/1). Kanunda cevap ve<br />

düzeltmenin, yirmi satırdan az olan yazılarda en fazla yirmi satır, daha uzun<br />

572 Gazeteler, haber ajansları yayımları ve belli aralıklarla yayımlanan diğer bütün basılı<br />

eserler bu Kanunda “mevkute” olarak isimlendirilmiştir.<br />

573 Bu Kanuna göre, sorumlu müdür için aranan ve 5. maddede gösterilen şarların tamamını<br />

süreli yayın sahibi de taşımak zorundaydı. Süreli yayın sahibi küçük veya tüzel kişi ise,<br />

bunların kanunî temsilcileri de aynı şartları taşımaları gerekmekteydi(m.7).<br />

574 SÖZÜER, Adem: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, 1. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul,<br />

1996, s.129.<br />

155


yazılarda ise ilişkin olduğu yazının cevap verenle ilgili miktarından uzun<br />

olamayacağı belirtilmiştir(m.19/3-4).<br />

Kanunun 20-34 maddelerinin yer aldığı bölümde cezaî hükümler<br />

düzenlenmiştir. Kanun hafif para cezası, ağır para cezası ve hapis olmak<br />

üzere üç çeşit ceza öngörmüştür. Hapis cezaları işlenen suça göre 15<br />

günden 1 yıla kadar değişmekteydi.<br />

Kanunen evlenmeleri yasaklanmış kişiler arasındaki cinsel<br />

ilişkilerle ilgili haber ve yazılarla birlikte, intihar vakaları hakkında haber<br />

çerçevesini aşan ve okuyanları etki altında bırakacak mahiyetteki yazı ve<br />

resim yayımlamak, bu Kanunun yasaklarından(m.32-33) bazılarıdır.<br />

Bu Kanunla basın suçları ile ilgili davalar için, yargılama sürecinin<br />

kısa tutulmasına yönelik bazı usul hükümleri getirilerek, gazeteciler yıllarca<br />

süren davalardan ve kırtasiyecilikten kurtarılmıştır.<br />

Yine bu dönemde çıkarılan 5953 sayılı “Basın Mesleğinde<br />

Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında<br />

Kanun” 575 ile basın çalışanlarına sendika kurabilme, sosyal sigortalardan<br />

575 Resmî Gazete, Tarih: 20.06.1952, Sayı:8140. Basın çalışanlarının tatil yapmalarını<br />

sağlamak amacıyla kanun koyucu 5953 sayılı bu Kanunun 20. maddesini 09.02.1954 tarih<br />

ve 6253 sayılı Kanunla değiştirerek, Ramazan Bayramının ikinci ve üçüncü günleriyle<br />

Kurban Bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri günlük gazetelerin yayımını<br />

yasaklamıştır. Bu günlerde gazete yayın hakkı her ilde gazetecilerin bulundukları meslek<br />

kuruluşlarından basın kartı sahibi üyesi en fazla olana aitti. TURHAN, Mehmet: a.g.m.,<br />

s.197. Kanun koyucunun gazetecilerin gerçek tatillerinin gazetelerin çıkmadığı günlerde<br />

olacağı düşüncesinden hareketle koyduğu bu yasak, gazetecilerin meslek kuruluşlarının<br />

desteklenmesi gibi bir amacıda içinde barındırmaktaydı. Çünkü günlük gazetelerin çıkmadığı<br />

bu beş gün içinde, gazete çıkarma hakkını elinde bulunduran dernekler, satıştan ve ilândan<br />

elde edilen gelire de sahip olmaktaydı. TURHAN, Mehmet: a.g.m., s.198. 5953 sayılı<br />

Kanunun 20. maddesi Anayasa Mahkemesinin önüne iki kez gelmiştir. İlk iptal başvurusu<br />

Anayasa Mahkemesinin 08.02.1979 tarihli kararıyla reddedilmiş ve bu düzenleme<br />

Anayasaya uygun bulunmuştur. Mahkeme, bu hükmü, düşünceyi açıklama özgürlüğü, basın<br />

ve haber alma özgürlüğü açısından incelemiş ve getirilen sınırlamanın kamu yararına<br />

dayanması, yılın sadece beş gününü kapsaması, düşünce ve kanıların bu süre içinde<br />

bayram gazetelerinde ve başka iletişim araçlarıyla açıklanabilmesi, yasaklamanın<br />

düşüncenin kendisine değil, yayım aracına ilişkin bulunması bakımlarından Anayasaya aykırı<br />

bulmamıştır. E.1978/54, K.1979/9, KT.08.02.1979, AMKD, Sayı: 17, s.61-63. Anayasa<br />

Mahkemesinin, düşüncenin kendisine değil, yayın aracına ilişkin olan yasağı düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğüne ve basın özgürlüğüne aykırı görmemesi, bu özgürlükler açısından<br />

kabul edilemez bir gerekçedir. Aynı konu Anayasa Mahkemesinin önüne 1992 yılında tekrar<br />

gelmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi, on dört yıl sonra görüşünü tamamen değiştirerek, bu<br />

hükmü olağanüstü bir durum söz konusu olmaksızın olağan dönemler için bazı hak ve<br />

özgürlüklerin kullanılmasını askıya aldığı için Anayasanın 2 ve 15. maddelerine aykırı<br />

bularak iptal edilmiştir. E.1992/36, K.1993/4, KT. 20.01.1993, Resmî Gazete, 19.03.1993<br />

Sayı:21529, s.21. Anayasa Mahkemesinin bu kararı yerinde olmuştur. Çünkü hangi nedenle<br />

olursa olsun, bir derneğe ya da meslek kuruluşuna tekel vermek demokrasilerde<br />

156


yararlanma, işverenin gazeteciyle yazılı iş anlaşması yapma zorunluluğu,<br />

haftalık tatil ve yıllık ücretli izin gibi birtakım sosyal haklar tanınmıştır.<br />

Demokrat Parti iktidarının ilk yılları basının mutlu olduğu bir<br />

dönemdir. Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın “basının altın devri” olarak<br />

nitelendirdiği 576 bu dönemde gazete ve dergiler kapatılmamış, gazeteciler<br />

mahkûm edilmemiş, gazetecilerle hükûmet arasında yakın ilişkiler<br />

kurulmuştur. Ancak bu dönem çok uzun sürmemiş; basında Demokrat<br />

Partinin icraatları aleyhine yazıların artmaya başlaması üzerine, Demokrat<br />

Parti de diğer tüm iktidarların benimsediği yolu izleyerek basın özgürlüğünü<br />

sınırlandırmaya çalışmıştır.<br />

Bu amaçla ilk olarak 09.03.1954 tarihinde, 6334 sayılı “Neşir<br />

Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” 577 kabul<br />

edilmiştir. Bu Kanunun 1. maddesiyle basın yoluyla her ne şekilde olursa<br />

olsun namus, şeref veya haysiyete tecavüz edilmesi veya hakarette<br />

bulunulması, itibar kıracak veya maddî zarar verebilecek bir hususun isnat<br />

edilmesi, izinsiz olarak özel veya ailevî hayatın teşhir edilmesi, tecavüz,<br />

hakaret, isnat veya teşhire maruz bırakılacağından bahisle tehditte<br />

bulunulması 578 ; 3. maddesiyle ise, Devletin siyasî ve malî itibarını sarsacak<br />

ve toplumu telaşlandıracak yalan haber veya belgelerin yayımlanması suç<br />

sayılmıştır.<br />

Ancak bu Kanunu önemli kılan, aynı zamanda Ceza Kanununda<br />

kovuşturması şikayete bağlı suç olarak sayılan bu durumları cezalandırması<br />

değil, Cumhuriyet savcılarına 1. maddede sayılan suçlar nedeniyle doğrudan<br />

kovuşturma açma yetkisi vermesidir 579 .<br />

1956 yılında bu Kanunun 1 ve 3. maddeleri tekrar değiştirmiştir 580 .<br />

Bu değişiklikle, “kanunda tasrih edilen haller haricinde resmî sıfatı haiz<br />

savunulamaz. TURHAN, Mehmet: a.g.m., s.208. Ayrıca, gazete çalışanlarının dinlenme<br />

hakkı gerekçe gösterilerek, basın özgürlüğünün sınırlandırılası kabul edilemez.<br />

576<br />

YALMAN, Ahmet Emin: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt 4(1945-1970),<br />

Rey Yayınları, İstanbul, 1970, s.298<br />

577<br />

Resmî Gazete, Tarih: 17.03.1954, Sayı: 8660.<br />

578<br />

Maddenin son fıkrası, bu cürümlerin resmî sıfatı haiz olanlar aleyhinde sıfat veya<br />

hizmetlerinden dolayı işlenmesini ağırlaştırıcı neden saymıştır.<br />

579<br />

Nitekim bu Kanun yürürlüğe girdikten sonra gazetelere karşı binlerce kavuşturma<br />

yapılmıştır. TOPUZ, Hıfzı: a.g.e., s.196.<br />

580<br />

Resmî Gazete, Tarih: 08.06.1956, Sayı: 9327.<br />

157


olanları küçük düşürmeyi hedef tutan veya bunlar aleyhinde istihkar ve<br />

istihfaf hissi telkin edebilecek yahut müphem ve suizannı davet eyleyebilecek<br />

mahiyette neşriyatta bulunmak”; “suiniyetle veya maksadı mahsusa müstenit<br />

olarak neşriyatta bulunmak”; “ resmî makam, merci, heyet, teşekkül veya<br />

resmî sıfatı haiz olanlar aleyhine tahrik edici mahiyette neşriyatta bulunmak”<br />

suç sayılmıştır.<br />

Bu suçlar, içerdiği elâstiki ve belirsiz unsur ve ibareler nedeniyle,<br />

haberlerin yorumlanmasını ve eleştiri hakkının kullanılmasını zorlaştırıcı<br />

nitelikteydi. Çünkü bu tür hükümler genellikle bir tereddüt hâli yaratır; bu hâl<br />

ise özgürlüklerden yararlanmayı engeller ve eleştiri hakkını fiilen daraltmış<br />

olur 581 .<br />

Tek başına dahi basın özgürlüğünü yok edebilecek nitelikteki bu<br />

hükümlerle yetinmeyen siyasal iktidar, Basın Kanununu da değiştirmiştir 582 .<br />

6733 sayılı Kanunla yapılan bu değişiklikle; sorumlu müdür,<br />

mevkute sahibi ve muhabir olabilmek için aranan koşullar ağırlaştırılmış, 583<br />

basın yoluyla işlenen suçlardan dolayı ceza sorumluluğunun kapsamı<br />

genişletilmiş, 584 cevap ve düzeltme yazılarının yayımlanması ağır koşullara<br />

bağlanmış 585 ve Basın Kanununun 30. maddesine “Türk Ceza Kanununun<br />

581 DÖNMEZER, Sulhi:a.g.e., s.178.<br />

582 Resmî Gazete, Tarih: 08.06.1956, Sayı: 9327.<br />

583 Bu Kanunla sorumlu müdür olmak için aranan okur-yazar olmak şartı yerine, asgari lise<br />

mezunu olmak şartı getirilmiş; sorumlu müdür ya da mevkute sahibi olabilmek için aranan<br />

“ağır hapis, beş seneden fazla hapis cezalarından biriyle hükümlü olmamak” şartı “ağır<br />

hapis, taksirli suçlar hariç olmak üzere altı aydan fazla hapis cezasıyla mahkum olmamak”<br />

şeklinde değiştirilmiştir. 5680 sayılı Kanunda sorumlu müdür ya da mevkute sahibi olmaya<br />

engel kabul edilen suçlara suç tasnii, resmî mercileri iğfal, iftira, yalan şahitlik ve yalan yere<br />

yemin, müstehcen ve hayâsızca neşriyat ve fuhşa tahrik suçları da eklenmiştir. Ayrıca bu<br />

Kanunla, mevkutelerde çalışan muhbir veya muhabirler için de 5. maddenin 3. bendinde yer<br />

alan “Türkiye’de ikametgâh sahibi olmak ve devamlı oturmak” dışındaki tüm şartları taşıma<br />

zorunluluğu getirilmiştir. Oysa, Kanunun ilk hâlinde bu görevleri yerine getirebilmek için 18<br />

yaşını bitirmiş olmak yeterli kabul edilmişti.<br />

584 Bu değişiklikle basın yoluyla işlenen suçlardan dolayı, sorumlu müdürlüğü kabul etmemiş<br />

mevkute sahibi ile yazıyı bilfiil yazmasa da yazıya konu olan haber, havadis veya vesikaları<br />

verenler de sorumlu tutulmuştur. Yine aynı maddede yapılan değişiklikle sorumlu müdür,<br />

mevkutelerde suç teşkil eden ve müstear ad ile veya imzasız yahut remizli imza veya<br />

mahsus bir işaretle yayımlanan yazı, resim, haber, havadis veya vesika sahiplerinin açık<br />

hüviyetlerini talep hâlinde, 24 saat içinde Cumhuriyet savcısına bildirmeye mecbur<br />

tutulmuştur. Oysa, Kanunun ilk şeklinde sadece belli cürümler için böyle bir mecburiyet söz<br />

konusuydu.<br />

585 “Cevap ve düzeltme hakkı” başlığını taşıyan 19. maddenin başlığını “cevap ve tekzip<br />

hakkı” olarak değiştiren bu Kanunla; cevap ve tekzibin günlük gazetelerde, alındığının ertesi<br />

günü ve diğer mevkutelerde bu müddet gözetilmek şartı ile ilk çıkacak nüshada aynı sayfa ve<br />

158


141. ve 142. maddeleri ve neşir yoluyla veya radyo ile yahut toplantılarda<br />

işlenen bazı cürümler hakkındaki kanun hükümlerinin tatbiki suretiyle<br />

mahkumiyet hâlinde bir aydan üç aya kadar mevkutenin neşriyatının tatilini<br />

de karar verilir” fıkrası ile “neşriyatı tatil edilen mevkutenin sahip veya<br />

mesulleri tatil müddeti içerisinde başka bir adla mevkute çıkaramazlar” fıkrası<br />

eklenmiştir. Yine bu değişiklikle, haber çerçevesini aşan ve okuyanları etki<br />

altında bırakacak intihar olaylarını ve olaya ilişkin resimlerin yayımını<br />

yasaklayan 32. madde genişletilerek memleket ahlâkını, aile düzenini<br />

bozacak veya cürüm işlemeye teşvik veya tahrik edecek şekilde heyecan<br />

uyandıracak ayrıntılı açıklama ile gerçek ya da hayalî olayları hikaye ve tasvir<br />

etmek de yasaklanmıştır.<br />

Yapılan bu değişikliklerle basın üzerindeki baskı alabildiğince<br />

artmış, birçok gazete kapatılmış ve birçok gazeteci mahkûm edilmiştir 586 .<br />

Basın tarihimizde “Pulliam Davaları” olarak adlandırılan davalar bu dönemde<br />

görülmüştür 587 .<br />

Çıkartılan bu Kanunlardan sonra muhalefetini daha da arttıran<br />

basını susturmak amacıyla yeni bir adım daha atan hükümet, muhalefeti ve<br />

bir kısım basını askerî ayaklanma ve kargaşa tezgahlamakla suçlayarak,<br />

muhalefetin ve bir kısım basının faaliyetleriyle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak<br />

sütunda ve aynı mahalden başlanmak üzere aynı punto harflerle, cevap veya tekzibi<br />

mucibolan yazı için başlıklar yapılmış veya resimler konulmuş ise, cevap ve tekzibi gönderen<br />

şahıs tarafından tespit edilecek başlıkların ve resimlerin de aynı büyüklükte yayımlanacağı,<br />

cevap ve tekzipler mevkute ile birlikte, ilgilinin bulunduğu yer Cumhuriyet savcılığına<br />

verileceği, Cumhuriyet savcısının, en geç 24 saat içerisinde, cevap veya tekzibin Kanunun<br />

aradığı şartları taşıyıp taşımadığını inceleyeceği ve savcılığının vereceği kararın kesin<br />

olacağı hükme bağlanmıştır.<br />

586<br />

Sadece 1959-1960 yılları arasında 26 gazeteci için mahkûmiyet kararı verilmiştir.<br />

KABACALI, Alpay: a.g.e., s.177<br />

587<br />

Eugen Pulliam isimli Amerikalı bir gazeteci Türkiye’yi tanıtmak ve Başbakanla görüşmek<br />

üzere Türkiye’ye gelmişti. Başbakan tarafından görüşme isteği kabul edilen bu gazeteciye üç<br />

gün bekledikten sonra, Başbakanın vapurla İzmir’e gideceği, davetli olarak onun da gelmesi,<br />

vapurda kendisiyle görüşeceği bildirildi. Ertesi gün güvertede Başbakanla karşılaşan Pulliam,<br />

görüşme gün ve saatini beklediğini söyledi. Başbakan ise böyle bir görüşmeden haberi<br />

olmadığını belirtti. Pulliam, ABD’ye dönünce Türkiye ve hükûmet aleyhinde iki sert yazı<br />

yayımladı. Bu yazılar, Vatan, Dünya ve Ulus gazeteleriyle Kim, Akis ve Altı Ok dergilerinde<br />

yayımlandı. Bunun üzerine bu yayınların hepsi için dava açıldı. Basın tarihinde “Pulliam<br />

Davaları” olarak geçen bu davalar sonucunda Şahap Balcıoğlu, Naim Tirali, Selami Akpınar<br />

on altışar ay, Ahmet Emin Yalman On beş ay on altı gün hapse mahkûm edilmiştir. Ayrıca bu<br />

nedenle Akis ve Kim dergileriyle Vatan gazetesi birer ay, Ulus gazetesi ise iki ay<br />

kapatılmıştır. KABACALI, Alpay: a.g.e., s.177-178.<br />

159


amacıyla bir Meclis tahkikat encümeninin kurulmasını istemiştir 588 . Bu teklifi<br />

benimseyen TBMM, 27.04.1960 tarihinde 7468 sayılı “Türkiye Büyük Millet<br />

Meclisi Tahkikat Encümenlerinin Vazife ve Salâhiyetleri Hakkında Kanun”u 589<br />

çıkarmıştır. Bu Kanuna göre, on beş TBMM üyesinden oluşan komisyon,<br />

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Askerî Muhakeme Usulü Kanunu, Basın<br />

Kanunu ve diğer kanunlarda Cumhuriyet savcılarına, sorgu hâkimlerine, sulh<br />

hâkimlerine ve askerî adlî amirlere tanınmış olan tüm yetkilere sahip<br />

olabilecek, yayın yasağı koyabilecek, süreli ve süresiz yayınların<br />

toplatılmasına karar verebilecek, süreli yayınları ve matbaaları kapatabilecek<br />

ve her türlü siyasal eylem ve çalışmaları durdurabilecekti(m.2).<br />

Ancak olağanüstü yetkilerle donatılmış olan Tahkikat Encümeninin<br />

ömrü fazla uzun sürmemiştir. Çünkü 27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silâhlı<br />

Kuvvetleri yönetime el koyarak bir dönemi sona erdirmiştir.<br />

C) 1960 – 1980 Yılları Arasında Basın Özgürlüğü<br />

27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silâhlı Kuvvetleri adına yönetime el<br />

koyan Milli Birlik Komitesi, antidemokratik kanunların belirlenmesi amacıyla<br />

hukukçulardan oluşan bir komisyon kurmuştur.<br />

Komisyonun basın özgürlüğünü engelleyen kanunlara ilişkin<br />

yaptığı çalışmalar üzerine, ilk olarak 12.10.1960 tarihinde Resmî Gazetede<br />

yayımlanan 94 sayılı Kanunla 590 ; 6334 sayılı “Neşir Yoluyla veya Radyo ile<br />

İşlenecek Bazı Cürümler Hakkındaki Kanun” ile 6732 sayılı “Neşir Yoluyla<br />

veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkındaki Kanunun Adı ile Bazı<br />

Maddelerinin Tadiline ve Bir Madde İlavesine Dair Kanun” yürürlükten<br />

kaldırılmıştır.<br />

İkinci olarak, 5680 sayılı Basın Kanunu 1960 tarih ve 143 sayılı<br />

Kanunla 591 kapsamlı bir değişikliğe tâbi tutulmuştur. Bu değişiklikle Basın<br />

588<br />

Geniş bilgi için bkz. TOPUZ, Hıfzı: a.g.e., s.208-209; KABACALI, Alpay: a.g.e., s.181-<br />

187.<br />

589<br />

Resmî Gazete, Tarih: 28.04.1960, Sayı:10491.<br />

590<br />

Resmî Gazete, Tarih: 12.10.1960, Sayı: 10627.<br />

591<br />

Resmî Gazete, Tarih: 05.12.1960, Sayı: 10672.<br />

160


Kanununa 6733 sayılı Kanunla getirilen ve basın özgürlüğünü yok eden<br />

hükümler kaldırılmış ve büyük oranda Kanunun ilk hâline geri dönülmüştür.<br />

Bu Kanunla aynı gün kabul edilen 144 sayılı “Türk Ceza<br />

Kanununun 481. Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun” 592 ile “ispat<br />

hakkı” tanınarak, bu hakkın kullanılma koşulları belirlenmiştir. Bu değişiklikle,<br />

ispat hakkı tanınan durumlarda eğer isnat ispat olunur veya bundan dolayı<br />

isnatta bulunan şahıs mâhkum edilirse sanık hakkındaki davanın ve cezanın<br />

düşeceği; isnat ispat edilemediği taktirde ise, Türk Ceza Kanununun ilgili<br />

maddelerindeki cezaların yarı oranında arttırılarak uygulanacağı hükme<br />

bağlanmıştır. Bu değişiklikten önce, bir memurun veya kamu hizmeti gören<br />

bir kimsenin veya bir işadamının herhangi bir yolsuzluğunu yazan gazeteci,<br />

iddiasını ispatlayabilecek durumda olsa dahi, cezaî bir yaptırımla karşı<br />

karşıya kalabilmekteydi.<br />

Nihayet, 09.07.1961 tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin yeni<br />

Anayasası kabul edilmiştir 593 . 1961 Anayasasında, 1960 öncesi uygulamalar<br />

dikkate alınarak, basın özgürlüğü ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Anayasa<br />

koyucunun bu tavrı basın özgürlüğünü sağlamaktan ziyade, kendisini<br />

destekleyen ve önceki yönetime savaş açan basına diyet ödeme isteğinin bir<br />

tezahürüdür. Bunun en açık göstergesi, Milli Birlik Komitesinin 1962 seçimleri<br />

öncesi getirdiği 38 sayılı “Anayasa Nizamını, Millî Güvenlik ve Huzuru Bozan<br />

Bazı Fiiller Hakkında Kanun” 594 ile muhalif basının yeniden baskı altına<br />

alınmasıdır. Bu Kanunun 1. maddesinde 27 Mayıs 1960 Devrimini söz, yazı,<br />

haber, havadis, resim, karikatür veya diğer araç ve şekillerde, yersiz, haksız<br />

veya gayrimeşru gösterenlerin veya üstü kapalı da olsa matûfiyeti belli olacak<br />

şekilde böyle göstermeye çalışanların; bu Devrimin neticesi olarak Yüksek<br />

Adalet Divanınca veya sair kaza mercilerince verilmiş ve kesinleşmiş olan<br />

karar ve hükümleri, söz, yazı, haber, havadis, resim, karikatür veya sair<br />

vasıta ve suretlerle kötüleyenlerin veya üstü kapalı da olsa matûfiyeti belli<br />

olacak şekilde kötülemeye çalışanların veya mahkûm edilenlerin<br />

mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerini yahut şahıslarını övenler veya<br />

592 Resmî Gazete, Tarih: 05.12.1960, Sayı: 10672<br />

593 Resmî Gazete, Tarih: 20.07.1961, Sayı: 10859.<br />

594 Resmî Gazete, Tarih: 07.03.1962, Sayı: 11053.<br />

161


neticelenmiş hazırlık, ilk, son tahkikat veya infaz safhalarıyla ilgili resim,<br />

hatırat, röportaj yayanlar veya beyanat verenlerin; 27 Mayıs 1960 Devrimini<br />

yersiz, haksız veya gayrimeşru gösterecek surette, feshedilmiş Demokrat<br />

Partinin iktidarını övenler veya müdafaa edenlerin bir yıldan beş yıla kadar<br />

ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları belirtilmekteydi.<br />

İtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesinin önüne gelen bu Kanunun 1.<br />

maddesinin Anayasanın düşünce özgürlüğünü düzenleyen 20. maddesine<br />

aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, herkesin istediği gibi<br />

düşünmekte serbest olduğunu, kişinin iç aleminin kanunun her çeşit<br />

müdahalesi dışında olduğunu, ancak kişinin iç aleminde mutlak ve sınırsız<br />

olan düşünce ve kanaat özgürlüğünün, toplum hayatını ilgilendirdiği andan<br />

itibaren hukukun ve kanunun sahasına girdiğini ve toplumsal yaşayışın<br />

gerektirdiği bazı sınırlamalara bağlanmasının zorunlu olduğunu belirterek<br />

itirazı reddetmiştir 595 .<br />

Aynı hüküm Anayasa Mahkemesinin önüne tekrar gelmiş 596 ve<br />

Mahkeme, basın özgürlüğünün de mutlak ve sınırsız olmadığını, geniş halk<br />

kitlelerinin düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan basının özgür olması,<br />

toplumun huzur ve selâmetini ve Devletin güvenliğini ihlâl edebilecek<br />

mahiyetteki beyanların ve yazıların cezasız bırakılması demek olmayıp,<br />

sadece basının önceden kayıtlama ve kısıntıya tâbi tutulmaması demek<br />

olduğunu, sosyal görevini yerine getirmesi için basının özgür olması kadar<br />

sorumluluk şuuru ile hareket etmesinin de gerektiğini, sorumluluk şuurundan<br />

yoksun bir basının, her sorumsuz kuvvet gibi er geç soysuzlaşacağını ve<br />

toplum hayatını sarsan ve millî güvenliği tehlikeye düşüren bir kuvvet hâline<br />

geleceğini belirterek itirazı tekrar reddetmiştir 597 .<br />

Kanun yürürlüğe girdikten sonra birçok gazeteci hakkında dava<br />

açılmış, birçok gazeteci ve yazar tutuklanmıştır. İktidar, muhalif basına karşı<br />

595 E.1963/16, K.1963/83, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı:1, s.199.<br />

596 İtiraz başvurusuna konu olan olay, Son Havadis gazetesinin 31.08.1962 günlü sayısında<br />

yayımlanan “Beraberliği Sağlamakta Halâ mı Tereddüt” başlıklı yazıda, 27 Mayıs Devrimi,<br />

komünist tahrikle yapılmış gibi gösterilmek suretiyle 38 sayılı Kanunun 1. maddesine aykırı<br />

hareket edildiği iddiasıyla gazetenin sorumlu müdürü hakkında kamu davası açılmasıdır.<br />

597 E. 1963/17, K.1963/84, KT. 08.04.1963, AMKD, Sayı:1, s.217-218.<br />

162


yine kendini korumaya almıştı; tek değişen şey ise, baskı yapan ve baskıya<br />

maruz kalan düşüncelerin yer değiştirmesi olmuştur 598 .<br />

Türk Ceza Kanununun 141, 142, ve 163. maddeleri üzerindeki<br />

tartışmalar da bu dönemde başlamıştır 599 . Özellikle, müesses nizamı yıkıcı<br />

fikir ve hareketlerin propagandasını 600 yasaklayan 142 ve 163. maddeleri ihlâl<br />

ettikleri gerekçesiyle birçok gazeteci hakkında dava açılmıştır.<br />

141 ve 142. maddelerin birinci bentlerinin Anayasaya aykırı olduğu<br />

gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde dava açılmış, 601 ancak Anayasa<br />

Mahkemesi davayı reddetmiştir 602 . Anayasa Mahkemesi, iptal konusu<br />

598 Bu Kanun 15.05.1969 tarihinde kabul edilen 1182 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmıştır.<br />

Resmî Gazete, Tarih: 30.05.1969, Sayı: 13210.<br />

599 1930 tarihli İtalyan Faşist Ceza Kanununun 270 ve 272. maddelerinden dilimize çevrilerek<br />

mevzuatımıza konulmuş ve sonra birkaç kez değiştirilmek suretiyle tartışılan şekle gelen 141<br />

ve 142. maddelerin 1 numaralı bentleri o dönemde şu şekildeydi: “Sosyal bir sınıfın diğer<br />

sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya<br />

veya memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini<br />

devirmeye matuf cemiyetleri her ne suretle ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül<br />

edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu<br />

hususta yol gösterenler(…) cezalandırılır.(m.141/1); Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar<br />

üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket<br />

içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek veya Devlet<br />

siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda<br />

yapan kimse (…) cezalandırılır.(m.142/1)”. Bu maddelerin önceki hâllerinde “şiddet<br />

kullanmak” suçun unsurlarından biriydi. 1938 yılında 3531 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle<br />

her iki maddede de yer alan “şiddet kullanarak” ifadesi kaldırılarak suçun oluşması için<br />

şiddet unsuru aranmamaya başlanmıştır. Resmî Gazete, Tarih: 16.07.1938, Sayı: 3961. Bu<br />

değişiklikle “şiddet kullanmak” ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmiştir. Aynı maddelerde<br />

1949 yılında 5435 sayılı Kanununla yapılan değişiklikle her iki maddeye “her ne suretle<br />

olursa olsun” ifadesi eklenmiştir. Yine aynı Kanunla 163. madde değiştirilerek “…lâikliğe<br />

aykırı olarak içtimai veya iktisadî veya siyasî veya hukukî temel nizamlarını kısmen de olsa<br />

dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasî menfaat veya şahsi nüfuz temin ve<br />

tesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes sayılan şeyleri alet<br />

ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak veya telkinde bulunmak” suç<br />

sayılmıştır. Resmî Gazete, Tarih:16.06.1949, Sayı: 7234. Bu değişikliklerle düşünceyi<br />

açıklama özgürlüğü dolayısıyla basın özgürlüğü tamamen ortadan kaldırılmıştır.1951 yılında<br />

5844 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ise her iki maddeye “Devletin siyasî ve hukukî<br />

nizamlarını topyekûn yok etmek gayesini güden”, “Devletin tek bir fert veya bir zümre<br />

tarafından idare edilmesini hedef tutan”, “kamu haklarını ırk mülâhazası ile kısmen veya<br />

tamamen kaldırmayı hedef tutan” gibi yeni bentler eklenerek maddelerin kapsamları<br />

genişletilmiştir. Resmî Gazete, Tarih: 11.12.1951, Sayı: 7979.<br />

600 Yargıtay bir şeyin propagandasının yapılması için birden fazla kişiye söylenmesini yeterli<br />

görmüştür. 4.CD., E.10962, K.12241, KT. 30.12.1950. Dolayısıyla fiilin basın yoluyla<br />

işlenmesi hâlinde propaganda sayılacağı açıktır. Ayrıca bu durum kanunda şiddet sebebi<br />

sayılmıştır.<br />

601 Bu davayı, Türk Ceza Kanununun 5844 sayılı Kanunla değişik 141/1. ve 142/1.<br />

maddelerinin Anayasa’nın, temel ilkelerine, belli maddelerine ve 65. maddesi gereği İnsan<br />

Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin yine belli maddelerine açıkça<br />

aykırı olduğu gerekçesiyle, Türkiye İşçi Partisi açmıştır.<br />

602 E.1963/173, K.1965/40, KT. 26.09.1965, AMKD, Sayı:4, s.239-299.<br />

163


maddelerin içerdiği hükümlerden “…sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar<br />

üzerinde tahakkümünü tesis etmeğe...” hükmünü, Anayasanın da sınıf<br />

tahakkümünü yasakladığı; “…devletin siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn<br />

yok etme…” hükmünü, anarşizmi yasakladığı; “…sosyal bir sınıfı ortadan<br />

kaldırmaya…ve memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal temel<br />

nizamlardan herhangi birini devirmeğe…” hükmünü, komünizmi benimseyen<br />

cemiyetler kurulmasını ve bu konularda propaganda yapılmasını yasakladığı<br />

gerekçesiyle Anayasaya uygun bulmuştur.<br />

Kitap çevirilerinden ve gazete ve dergilerde çıkan yazılardan<br />

dolayı, bu maddelere dayanılarak açılan davaların büyük bir kısmı, “12 Mart<br />

Dönemi”nde mâhkumiyetle sonuçlanmış, birçok gazeteci ve çevirmen<br />

cezaevine konulmuştur 603 .<br />

12 Mart 1971 tarihinde kuvvet komutanlarının radyoda<br />

okutturdukları ve tarihe “12 Mart Muhtırası” olarak geçen yazı ile Türkiye<br />

Cumhuriyeti ve basın için yeni bir dönem başlamıştır. 13.05.1971 tarihinde<br />

kabul edilen 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu 604 ile basın yeniden denetim<br />

altına alınmıştır. Bu Kanunun 3. maddesinin (c) fıkrasında, sıkıyönetim<br />

komutanının, sıkıyönetim bölgesindeki genel güvenlik ve kamu düzeninin<br />

gerektirdiği hâllerde “Söz, yazı resim, film ve sesle yapılan her türlü yayım,<br />

haberleşme, mektup, telgraf ve sair mevkuteleri kontrol etmek; gazete, dergi<br />

kitap ve diğer yayımların basım ve yayımını kayıtlamak ve bunlar üzerine<br />

sansür koymak veya Sıkıyönetim bölgesine sokulmasını yasaklamak;<br />

Sıkıyönetim Komutanlığınca veya neşri yasaklanan kitap, dergi, gazete,<br />

broşür, afiş gibi bilcümle matbu evrakı basan matbaaları kapatmak" yetkisine<br />

haiz olduğu belirtilmiştir.<br />

Anayasa Mahkemesi, önüne iptal istemiyle gelen bu Kanunu,<br />

“…sıkıyönetim komutanına gazete, dergi, kitap ve diğer yayınlar üzerinde<br />

sansür koyma yetkisi verilmesi, Anayasada belirlenen sıkıyönetim kavramının<br />

öngördüğü zorunluluklar çerçevesinde kalan bir tedbirdir. Basın hürriyetini<br />

sınırlamanın çeşitli yolları ve aşamaları vardır. Sansür de sadece bu yol ve<br />

aşamalardan bir tanesidir. Belirli durumlarda basın hürriyetinin<br />

603 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.195-196.<br />

604 Resmî Gazete, Tarih: 15.05.1971, Sayı:13837.<br />

164


sınırlanmasına cevaz veren Anayasa hükmü o sınırlamalar içinde sansürün<br />

de yer alabileceğini öngörmüş demektedir gerekçesiyle; aynı fıkrada yer alan<br />

matbaaları kapatma yetkisi konusunda ise, Anayasa Mahkemesi bunun<br />

sıkıyönetim ilânını zorunlu kılan bir ortamda basımevlerinin olumsuz, zararlı,<br />

yıkıcı faaliyetleri, ağır ve tehlikeli durumlara, Devlet ve millet bünyesinde<br />

geniş ölçüde tahribata yol açabileceği için böyle bir olağanüstü kanuni<br />

tedbirin el altında bulundurulması zorunludur” gerekçesiyle Anayasaya uygun<br />

bulmuştur 605 .<br />

20 Eylül 1971 tarihinde kabul edilen 1488 sayılı Kanunla, 606 1961<br />

Anayasasının birçok hükmüyle birlikte basın özgürlüğünü güvence altına<br />

almaya yönelik hükümleri de değiştirilmiştir. Anayasanın 22. maddesinde<br />

yapılan değişiklikle, maddenin basın ve haber alma özgürlüğünün hangi<br />

şartlarda sınırlanabileceğini düzenleyen 3. fıkrasına “…Devletin ülkesi ve<br />

milleti ile bütünlüğünü, kamu düzenini, millî güvenliği ve millî güvenliğin<br />

gerektirdiği gizliliği…” hükmü; gazete ve dergilerin toplatılmasını düzenleyen<br />

5. fıkrasına “…Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, milli güvenliğin,<br />

kamu düzeninin veya genel ahlâkın korunması bakımından gecikmede<br />

sakınca bulunan hâllerde de, kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle<br />

toplatılabilir. Toplatma kararını veren yetkili merci, bu kararını en geç 24 saat<br />

içinde mahkemeye bildirir. Mahkeme bu kararı en geç üç gün içinde<br />

onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.” hükmü eklenmiştir. 22.<br />

maddenin gazete ve dergilerin kapatılmasını düzenleyen 6. fıkrası tamamen<br />

değiştirilerek yerine “Türkiye’de yayımlanan gazete ve dergiler, millî<br />

güvenliğe, kamu düzenine, genel ahlâka, insan hak ve hürriyetlerine dayanan<br />

millî, demokratik, lâik ve sosyal Cumhuriyet ilkelerine veya Devletin ülkesi ve<br />

milletiyle bölünmezliği temel hükmüne aykırı yayımlardan mahkûm olma<br />

hâlinde mahkeme kararıyla kapatılabilir” hükmü getirilmiştir.<br />

Gerçekleştirilen bu Anayasa değişikliğiyle, “devletin ülkesi ve<br />

milletiyle bütünlüğü”, “kamu düzeni”, “millî güvenlik ve millî güvenliğin<br />

gerektirdiği gizlilik” gibi genel, belirsiz ve her yöne çekilebilecek ifadelerle<br />

basın özgürlüğünün sınırları daraltılmıştır. Ayrıca, gazete ve dergilerin<br />

605 E.1971/31, K.1972/5, KT. 15-16.02.1972, AMKD, Sayı:10, s.176-177.<br />

606 Resmî Gazete, Tarih: 22.09.1971, Sayı: 13964.<br />

165


toplatılması konusunda hâkimlerin yanında gecikmesinde sakınca bulunan<br />

hâllerde “kanunun açıkça yetkili kıldığı merci” sıfatıyla, savcılar da yetkili<br />

kılınmıştır. Basın özgürlüğünün sınırlarını son derece daraltan bu hükümlerin<br />

herhangi bir kanunda değil de Anayasada yer alması durumun vahametini<br />

daha da arttırmıştır.<br />

Basının sürekli baskı altında tutulduğu bu dönemde, birçok<br />

gazeteci değişik nedenlerle tutuklanmış ve mahkûm olmuştur 607 . Bu<br />

dönemde sıkıyönetim, 39 kez gazete kapatma cezası vermiştir 608 .<br />

1973 yılının Ekim ayında yapılan genel seçimlerle birlikte “12 Mart<br />

Dönemi” sona ermiştir. Yeni dönemde gerek Basın Kanununda, gerekse<br />

Anayasanın basınla ilgi hükümlerinde kayda değer bir değişiklik<br />

olmadığından 609 hukukî anlamda basın özgürlüğü açısından hiçbir şey<br />

değişmemiştir. Gerçi, gazeteciler önceki dönemde olduğu gibi mâhkum<br />

edilmiyor, gazeteler kapatılmıyordu; ancak bu durumun hukuksal bir garantisi<br />

de yoktu 610 . Basını ve basın özgürlüğünü ilgilendiren düzenlemelerde önemli<br />

hiçbir değişiklik olmadığı hâlde, gazeteler ve gazeteciler üzerindeki baskının<br />

biraz olsun azalması Anayasa, Türk Ceza Kanunu ve Basın Kanununda yer<br />

alan ve yukarıda eleştirdiğimiz belirsiz hükümlerin konjonktüre bağlı olarak<br />

istenildiği yöne çekilerek yorumlanabileceğinin en açık göstergesidir.<br />

607<br />

Turhan Dilligil, Doğan Koloğlu, Can Yücel, Mehmet Emin Bozarslan, Şiar Yalçın, Ahmet<br />

Hamdi Dinler, Yaşar Uçar, Mete Dural, Abdullah Nefes, Erdoğan Berktay, Mümtaz Soysal,<br />

Sabri Yılmaz, Çetin Atlan, Osman S. Arolat, Abdülkadir Billurcu, Nihal Atsız bu dönemde<br />

mahkûm olan gazetecilerden ve yazarlardan bazılarıdır. KABACALI, Alpay: a.g.e., s.206-<br />

207.<br />

608<br />

Bkz. Uluslararası Hukukçular Birliği Türkiye Raporu 1971-1973, Çev.İnce PEHLİVAN,<br />

İstanbul, 1973, s.56.<br />

609<br />

Bu dönemde basın özgürlüğünü yakından ilgilendiren en önemli değişiklik, 15.05.1979<br />

tarihinde 2231 sayılı Kanunla yapılmıştır. Resmî Gazete, Tarih: 15.05.1979, Sayı: 16638. Bu<br />

değişiklikle basın yoluyla işlenen suçlardan dolayı cezaî sorumluluk yeniden düzenlenerek<br />

sorumlu müdürler için verilen hürriyeti bağlayıcı cezaların para cezasına çevrileceği ve<br />

sorumlu müdürler için emniyet gözetimi altında bulundurma cezası verilemeyeceği; süreli<br />

yayınlarda müstear adla veya imzasız ya da remizli imza ile yayımlanan yazı, resim veya<br />

karikatür sahiplerinin adlarını sorumlu müdürün bildirmek zorunda olmadığı; sahibi belli<br />

olmayan bu tür yayınlardan dolayı sorumluluğun sorumlu müdüre ait olacağı ve sorumlu<br />

müdürün, rızası dışında yayımlanan yazı, resim ve karikatürlerden dolayı sorumlu<br />

tutulamayacağı hükme bağlanmıştır.<br />

610<br />

Bu dönemin en belirgin özelliği, gazeteciler hakkında pek çok dava açılmasına karşın, bu<br />

davaların mahkûmiyetle sonuçlanmamış olmasıdır. KABACALI, Alpay: a.g.e., s. 209.<br />

166


D) 1980 – 2000 Yılları Arasında Basın Özgürlüğü<br />

12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silâhlı Kuvvetleri “emir komuta zinciri<br />

içinde ve emirle” yönetime el koymuştur. Yayımlanan (1) numaralı bildiriyle,<br />

Parlâmento ve Hükûmet feshedilmiş, Parlâmento üyelerinin dokunulmazlığı<br />

kaldırılmış, bütün yurtta sıkıyönetim ilân edilmiştir 611 . Bir hafta sonra ise,<br />

Sıkıyönetim Kanununun 3. maddesi değiştirilerek, Sıkıyönetim Komutanlığına<br />

basına ve haberleşmeye sansür koyma yetkisi verilmiştir 612 .<br />

Bu dönemde basının ve basın özgürlüğünün durumu diğer ara<br />

dönemlerden farklı olmamıştır Sıkıyönetim tarafından denetlenen basına<br />

“hoşa gitmeyen” yazılar için sık sık uyarılar gönderilmiş, birçok gazete ve<br />

dergi toplatılmış ya da kapatılmış 613 , gazeteciler ve yazarlar gözaltına<br />

alınmış, tutuklanmış, 12 Eylül öncesi açılmış davaların büyük bir kısmı<br />

mahkûmiyetle 614 sonuçlanmıştır 615 .<br />

Millî Güvenlik Konseyi, Sıkı Yönetim Kanunuyla basın üzerinde<br />

oluşturduğu baskıyı, 07.01.1981 tarihinde 2370 sayılı Kanunla 616 Türk Ceza<br />

Kanunun 311 ve 312. maddelerini değiştirerek genele yaymıştır. Bu Kanunla<br />

bir suçun işlenmesini alenî olarak tahrik eden kimsenin cezalandırılacağını<br />

belirten 311. madde değiştirilmiş; tahrikin, her türlü kitle haberleşme araçları,<br />

611 SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.128-129.<br />

612 Kanunun 3. maddesinin (c) bendi şu şekilde değiştirilmiştir: “Söz, yazı, resim, film ve<br />

sesle yapılan her türlü yayım, haberleşme, mektup, telgraf ve sair mersuleleri kontrol etmek,<br />

gazete, dergi, kitap ve diğer yayınların basımını, yayımını, dağıtımını, birden fazla<br />

bulundurulmasını veya taşınmasını veya sıkıyönetim bölgesine sokulmasını yasaklamak<br />

veya sansür koymak; sıkıyönetim komutanlığınca basımı, yayımı ve dağıtılması yasaklanan<br />

kitap, dergi, gazete, broşür, afiş, bildiri, pankart, plak, bant gibi bilcümle evrakı, yayın ve<br />

haberleşme araçlarını toplatmak, bunları basan matbaaları, plak ve bant yapım yerlerini<br />

kapatmak.” Resmî Gazete, Tarih: 21.09.1980, Sayı 17112. Millî Güvenlik Konseyi 28 Aralık<br />

1982 tarihinde Sıkıyönetim Kanununun bu maddesinin bu bendine “müsaderesine karar<br />

verilmemekle birlikte, sıkıyönetim komutanlığınca sahiplerine iadesinde sakınca görülenlerin<br />

imhası için gerekli önlemleri almak; yayına yeni girecek gazete ve dergilerin çıkarılmasını<br />

izne bağlamak.” hükmünü ekleyerek gazete ve dergi çıkarmayı da izne bağlamıştır. Resmî<br />

Gazete, Tarih: 30.12.1982, Sayı: 17914.<br />

613 Cumhuriyet, Tercüman, Milli Gazete, Güneş, Günaydın, Tan, milliyet, Hürriyet gazeteleri<br />

kapatılan gazetelerden; Sesimiz, Yeni Gündem kapatılan dergilerden bazılarıdır. KABACALI,<br />

Alpay: a.g.e., s.219.<br />

614 Yapılan bir araştırmaya göre, 12 Eylül 1980 – 12 Mart 1984 arasında soruşturma ve<br />

kovuşturmaya uğrayan, gözaltına alınan, dava açılan, tutuklanan gazeteci, yayıncı, yazar ve<br />

sanatçı sayısı 181; mahkûm edilen gazeteci, yazar ve sanatçı sayısı 82’dir. Basın’80-84,<br />

Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayını, Ankara, 1984, s.197-230.<br />

615 KABACALI, Alpay: a.g.e., s.210; TOPUZ, Hıfzı: a.g.e., s.256-260.<br />

616 Resmî Gazete, Tarih:19.01.1981, Sayı: 17216.<br />

167


ses kayıt bantları, plak, film, gazete, mecmua veya sair araçlarla yapılması<br />

ağırlaştırıcı sebep sayılmış ve 312. maddeye, özellikle 1990’lı yılların sonu ile<br />

2000’li yılların başında çok fazla tartışılan “Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya<br />

bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse (…)<br />

cezalandırılır” fıkrası eklenmiştir.<br />

Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri<br />

Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanından<br />

oluşan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri 18 Eylül 1980 tarihinde, milletin kayıtsız<br />

şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine dayalı yeni bir<br />

anayasa için çalışacakları konusunda içtikleri andı 617 yerine getirmek için<br />

hazırlattıkları Anayasa Tasarısı 7 Kasım 1982 tarihinde halkoylamasına<br />

sunulmuş ve halk tarafından %91.37 oranında “evet” oyuyla kabul edilerek<br />

yeni bir dönem başlamıştır 618 .<br />

1982 Anayasasının 177. maddesi Anayasanın yürürlüğe girişi<br />

bakımından kademeli bir sistem kabul etmiştir 619 . Bu maddeye göre, “Bu<br />

Anayasa, halkoylaması sonucu kabul edilip Resmî Gazetede yayımlanması<br />

ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olur ve aşağıda gösterilen istisnalar ile bu<br />

istisnaların yürürlüğe girmesine ait hükümler dışında bütünüyle yürürlüğe<br />

girer.” Maddede bahsedilen istisnalardan biri “basın ve yayımla ilgili<br />

hükümler” idi. Maddenin devamında basın ve yayımla ilgili hükümlerin, yeni<br />

kanunları çıkarıldığında veya mevcut kanunlarda değişiklik yapıldığında ve<br />

her hâlde en geç Türkiye Büyük Millet Meclisi göreve başladığında yürürlüğe<br />

gireceği belirtilmiştir.<br />

Anayasanın basın özgürlüğüyle ilgili hükümleri doğrultusunda<br />

Basın Kanunu değiştirilmeden basın özgürlüğünü yakından ilgilendiren<br />

Olağanüstü Hal Kanunu kabul edilmiştir. 25.10.1983 tarihinde kabul edilen<br />

2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununda 620 basınla ilgili düzenlemeler de yer<br />

almıştır. Bu Kanunun 11. maddesinde, olağanüstü hâl ilânında; genel<br />

güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının<br />

617 SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.129.<br />

618 Resmî Gazete, Tarih: 09.11.1982, Sayı: 17863.<br />

619 ÖZBUDUN, Ergun: a.g.e., s.45.<br />

620 Resmî Gazete, Tarih: 27.10.1983, Sayı: 18204.<br />

168


yaygınlaşmasını önlemek amacıyla, gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar<br />

ilânı ve benzerlerinin basılmasının, çoğaltılmasının, yayımlanmasının ve<br />

dağıtılmasının; bunlardan olağanüstü hâl bölgesi dışında basılmış veya<br />

çoğaltılmış olanların bölgeye sokulmasının ve dağıtılmasının<br />

yasaklanabileceği veya izne bağlanabileceği; basılması ve yayımı<br />

yasaklanan kitap, dergi, gazete, broşür, afiş ve benzeri matbuatın<br />

toplatılabileceği; söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü bantları ve sesle<br />

yapılan her türlü yayımın denetlenebileceği, gerektiğinde kayıtlanabileceği<br />

veya yasaklanabileceği düzenlenmiştir.<br />

Yine aynı Kanunun 25. maddesinde, özel maksatla kamunun telaş<br />

ve heyecanını doğuracak şekilde asılsız, mübalağalı havadis ve haber yayan<br />

veya nakledenlerin, fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca (…) hapis ve<br />

(…) liradan az olmamak üzere ağır para cezasıyla cezalandırılacakları<br />

belirtilmiştir. Bu suçların basın ve yayın organları vasıtasıyla işlenmesi ise<br />

şiddet sebebi sayılmıştır 621 .<br />

Olağanüstü Hal Kanununun yürürlüğe girmesinden yaklaşık yirmi<br />

gün sonra, 1982 Anayasasının basın ve yayınla ilgili hükümlerine uygun<br />

olarak, 5680 sayılı Basın Kanununda 13.11.1983 tarih ve 2950 sayılı<br />

Kanunla 622 çok kapsamlı bir değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikle sorumlu<br />

müdür olmak için aranan şartlar ağırlaştırılmış, 623 para ve hapis cezalarının<br />

miktarları arttırılmış, zamanaşımı süreleri iki katına çıkarılmış, 1979 yılında<br />

2231 sayılı Kanunla kabul edilen “sorumlu müdürler için verilen hürriyeti<br />

bağlayıcı cezaların para cezasına çevrileceği ve haklarında emniyet gözetimi<br />

altında bulundurma cezası verilemeyeceği” hükmünün, kanunla yasaklanmış<br />

herhangi bir dilde yayım yapılması hâlinde uygulanmayacağı belirtilmiş ve<br />

Kanuna beş ek madde ilave edilmiştir 624 . Bu ek maddelerle yayınların<br />

621<br />

Bu maddede yer alan “özel maksatlar” ifadesi her türlü yoruma açık elastiki bir nitelik<br />

taşımaktadır.<br />

622<br />

Resmî Gazete, Tarih: 13.11.1983, Sayı: 18220.<br />

623<br />

5680 sayılı Basın Kanununun sorumlu müdür olabilmek için aranan şartları düzenleyen 5.<br />

maddesinin üçüncü fıkrasının (6) numaralı bendinde sayılan suçlara; zimmet, ihtilas, irtikap,<br />

rüşvet, istimal ve istihlak kaçakçılığı suçu dışındaki kaçakçılık suçlarından veya bu<br />

Kanununun ek birinci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar 623 ile bu suçlara tahrik ve<br />

teşvik suçu da eklenmiştir.<br />

624<br />

Ek Madde 1. “Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının Birinci Babının 1, 2 ve 4 üncü<br />

fasıllarında veya 311 veya 312 nci maddelerinde yazılı suçları veya Devlete ait gizli bilgileri<br />

169


dağıtımının önlenmesine ve toplatılmasına, basım aletlerinin müsaderesine<br />

olanak verilmiştir.<br />

Bu Kanunla basın özgürlüğü adına olumlu sayılabilecek<br />

değişiklikler de yapılmıştır. Cevap ve tekzip hakkını düzenleyen 19. maddede<br />

yapılan değişiklikle, maddenin birinci fıkrasında yer alan “menfaatini bozan”<br />

ifadesi kaldırılarak cevap ve tekzip hakkını doğuran yayının neler olabileceği<br />

daha somut hâle getirilmiş, cevap veya düzeltme yazısının Cumhuriyet<br />

ihtiva eden her türlü mevkute veya mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eserlerin<br />

dağıtımı, eserlerin basıldığı yerdeki sulh ceza hâkiminin kararı ile ve gecikmesinde sakınca<br />

bulunan hâllerde ise bu yerdeki Cumhuriyet savcısının yazılı kararıyla önlenebilir.<br />

Cumhuriyet savcılığı, bu kararını en geç yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkimine bildirir.<br />

Hâkim en geç kırk sekiz saat içinde kararın onaylanıp onaylanmaması hakkında karar verir.<br />

Yukarıdaki fıkrada sayılan suçlar ile Türk Ceza Kanununun 426 ve 428 inci maddelerindeki<br />

suçları veya 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda veya 6187 sayılı<br />

Vicdan ve Toplanma Hürriyetinin Korunması Hakkında Kanunda yer alan suçları ve Devlete<br />

ait gizli bilgileri ihtiva eyledikleri iddiasıyla aleyhlerine soruşturma veya kovuşturmaya<br />

geçilmiş, her türlü basılmış eserlerin toplatılmasına, soruşturma safhasında sulh ceza<br />

hâkimince, kovuşturma safhasında görevli mahkemece karar verilebilir. Ancak, soruşturma<br />

safhasında gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcılığı da toplatma<br />

kararını yazılı olarak verebilir. Cumhuriyet savcılığı, bu kararını en geç yirmi dört saat içinde<br />

sulh ceza hâkimine bildirir. Hâkim en geç kırk sekiz saat içinde kararın onaylanıp<br />

onaylanmaması hakkında karar verir. Kararın onaylanmaması hâlinde toplatma kararı<br />

hükümsüz sayılır. Bu fıkra hükmüne göre verilen kararlar, o yer Cumhuriyet savcılığınca tüm<br />

Cumhuriyet savcılıklarına en seri vasıta ile bildirilir.Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının<br />

Birinci Babının 1, 2 ve 4 üncü fasıllarında veya 312. maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçların<br />

basın yoluyla işlenmeleri sebebiyle mahkûmiyet hâlinde, faillerden bir veya birkaçına ait<br />

olmaları şartıyla suçu ihtiva eden basılmış eserlerin basımında kullanılan makineler ile diğer<br />

basım aletlerinin müsaderesine de karar verilir.”<br />

Ek Madde 2. “Basın yoluyla işlenen ve ek birinci maddenin üçüncü fıkrasında yazılı suçlarla<br />

millî güvenliğe ve genel ahlaka aykırı davranışlardan mahkumiyet hâllerinde, suç teşkil eden<br />

yazının yayınlandığı mevkutenin üç günden bir aya kadar kapatılmasına da mahkemece<br />

karar verilebilir. Kapatılan mevkutenin açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın<br />

yasaktır. Bunlar sulh ceza hâkiminin kararıyla toplatılır. Birinci fıkraya göre kapatılmasına<br />

karar verilen mevkutenin yayınına kapatılma süresinde devam edenler veya o mevkutenin<br />

açıça devamı niteliğini taşıyan yeni mevkute çıkaranlar bir aydan altı aya kadar hapis ve yüz<br />

bin liradan üç yüz bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar.”<br />

Ek Madde 3. “Basılmış eserlerin müsaderesi hakkında mahkemece verilip kesinleşmiş<br />

kararlar, mahkemenin duyurusu ve Cumhuriyet savcılığının bildirimi ile Resmî Gazetede<br />

derhal yayınlanır.”<br />

Ek Madde 4. “Ek birinci madde gereğince dağıtımın tedbir yoluyla mahkeme kararı veya<br />

gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcılığının verdiği kararın mahkemece<br />

onaylanması suretiyle önlendiği ve bu sebeple neşir gerçekleşmediği hallerde, kanunun asıl<br />

suçlar için öngördüğü cezaların üçte biri hükmolunur. Türk Ceza Kanununun 64 ve 65 inci<br />

maddeleri gereğince suça iştirak ettiklerinin sabit olması hali dışında mevkutelerin sorumlu<br />

müdürleri hakkında on altıncı madde hükümleri uygulanır.”<br />

Ek Madde 5. “Türkiye’de yabancı dilde yayımlanan mevkutelerin sorumlu müdürlerinin, o dili<br />

bilmesi zorunludur.”<br />

170


savcısı yada sulh ceza yargıcına değil, sorumlu müdüre gönderileceği hükme<br />

bağlanarak, Kanununun ilk hâlindeki düzenlemeye geri dönülmüştür 625 .<br />

1980 – 1990 yılları arası dönemde basın özgürlüğüyle ilgili olarak<br />

en çok tartışılan konulardan birisi de 1927 tarih ve 1117 sayılı Küçükleri<br />

Muzır Neşriyattan Koruma Kanununda, 06.03.1986 tarihinde 3266 sayılı<br />

Kanunla 626 yapılan değişikliktir. Bu değişiklikle, Türk Ceza Kanununun 426.<br />

maddesiyle yasaklanan “müstehcen yayın” kavramıyla “küçüklerin maneviyatı<br />

üzerinde muzır” kavramı eşanlamlı gibi kullanılarak kavram kargaşası<br />

yaratılmıştır 627 . Ayrıca, bu Kanunla bir yayının on sekiz yaşından küçükler<br />

için muzır olduğu hakkında karar verecek olan kurulun üyelerinin atanma<br />

şekli değiştirilerek, siyasal iktidara bağımlı hâle getirilmiştir.<br />

Kanunun en ilginç hükmü ise, bu kurulun Kanunla kendisine verilen<br />

görevlere ilaveten, Türk Ceza Kanununun 426, 427 ve 428. maddelerinde<br />

tanımlanan suçlarla 628 ilgili olarak yargı organlarına resmî bilirkişilik yapmakla<br />

görevli olduğunun belirtilmesidir(m.2).<br />

1117 sayılı Kanunda değişiklik yapan 3266 sayılı Kanunun bazı<br />

maddelerinin Anayasanın “düşünce ve kanaat özgürlüğü”nü düzenleyen 25.<br />

ve “basın özgürlüğü”nü düzenleyen 28. maddelerine aykırı olduğu<br />

gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Anayasa<br />

Mahkemesi, kurulun yapısının basın özgürlüğünü zedelediği iddiasının, bu<br />

kurulu oluşturan üyelerin çoğunluğunun kamu personeli olmaları dolayısıyla,<br />

iktidarın beklentileri ve istekleri doğrultusunda karar verme zorunda<br />

625 19. maddede yapılan diğer değişikliklerin hepsi olumlu olmamıştır. Söz konusu Kanunla<br />

cevap veya düzeltmenin zamanında yayımlanmaması durumunda başvurulan yargılama<br />

süreci ile ilgili süreler uzatılmış ve cevap veya düzeltme yazısının miktarı arttırılmıştır.<br />

26.05.1988 tarihinde cevap ve tekzip hakkını düzenleyen 19. madde tekrar değiştirilmiş,<br />

cevap ve düzeltme yazısının sorumlu müdüre gönderilme süresi üç aydan iki aya, sulh ceza<br />

hakimine başvurma süresi otuz günden yirmi güne, sulh ceza hakiminin karar verme süresi<br />

yedi günden iki güne, verilen karara karşı itiraz süresi beş günden dört güne ve asliye ceza<br />

hakiminin karar verme süresi beş günden iki güne indirilmiştir. Resmî Gazete,<br />

Tarih:26.05.1988, Sayı: 19823.<br />

626 Resmî Gazete, Tarih:12.03.1986, Sayı: 19045.<br />

627 1117 sayılı Kanunun ilk hâlinden de anlaşılacağı üzere “küçüklerin maneviyatı üzerine<br />

muzır” etki yaratılacağı anlaşılan yayınlarla, çocukların düşünsel ve ruhsal gelişmesine<br />

engel olabilecek yayınlar kastedilmiştir. Ayrıca bu tür yayınlar damgalanarak Kanunda<br />

öngörülen şekilde satılabilmekteydiler. Oysa “müstehcen yayınlar”ın ticareti, teşhiri, nakli vs.<br />

yasaktı.<br />

628 Türk Ceza Kanununun 426. maddesinde “müstehcen hareketler”, 427. maddesi<br />

“müstehcen şey yazma ve yayınlama”, 428. maddesi ise, “müstehcen Şarkı; haysiyete<br />

dokunacak şekilde matbua satışı” yasaklamaktaydı.<br />

171


kalabilecekleri varsayımına dayandığını; varsayımların ise Anayasaya<br />

aykırılık nedenleri olamayacaklarını, bu kurulun kararlarına karşı ise idarî<br />

yargı yolunun açık olduğunu belirterek iptal istemini bu madde yönünden<br />

reddetmiştir 629 .<br />

1990’lı yıllarda Türkiye’de siyaset, ekonomi, eğitim, dış politika ve<br />

özgürlükler gibi birçok şeyin en temel belirleyicisi bölücü terör faaliyetleri<br />

olmuştur. Türkiye’nin birçok konudaki tutum ve pratiğini belirleyen terör<br />

faaliyetleri ve bu faaliyetlere karşı verilen mücadele, diğer birçok temel hak<br />

ve özgürlükle birlikte basın özgürlüğünü de olumsuz bir şekilde etkilemiştir.<br />

Bu bağlamda Olağanüstü Hal Kanununda yapılan değişiklikler dikkat<br />

çekicidir:<br />

İlk olarak 09.04.1990 tarih ve 413 sayılı KHK ile Olağanüstü Hal<br />

Kanunun 630 (e) bendine “Bölgedeki faaliyetleri yanlış aksettirmek veya gerçek<br />

dışı haber ve yorumlar yapmak suretiyle bölgedeki kamu düzeninin ciddî<br />

şekilde bozulmasını veya bölge halkının heyecanlanmasını yahut güvenlik<br />

kuvvetlerinin görevlerini gereği gibi yerine getirmelerini engelleyecek şekilde<br />

yayınlanan her türlü basılmış eser hakkında, bunların bölge dışında basılmış<br />

olup olmadığına bakılmasızın, Olağanüstü Hal Bölge Valisinin teklifi üzerine<br />

İçişleri Bakanınca yukarıda belirtilen tedbirleri almak, gerektiğinde bunları<br />

basan matbaayı kapatmak” alt bendi eklenmiştir.<br />

Ancak bu Kararname çok kısa bir süre sonra, 09.05.1990 tarihinde<br />

kabul edilen 424 sayılı “Şiddet Olaylarının Yaygınlaşması ve Kamu Düzeninin<br />

Ciddî Şekilde Bozulması Sebebine Dayalı Olağanüstü Halin Devamı<br />

Süresince Alınacak İlave Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname” 631<br />

ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak 413 sayılı KHK’da yer alan bu alt bent 424<br />

sayılı KHK’nın 1. maddesinin (a) bendinde, “Bölgedeki faaliyetleri yanlış<br />

aksettirmek veya gerçek dışı haber ve yorumlar yapmak suretiyle bölgedeki<br />

kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasına veya bölge halkının<br />

heyecanlanmasına neden olacak veya güvenlik kuvvetlerinin görevlerini<br />

gereği gibi yerine getirmelerini engelleyecek şekilde yayımlanan her türlü<br />

629 E.1986/12, K.1987/4, KT.11.02.1987, AMKD, Sayı:23, s.74-75.<br />

630 Resmî Gazete, Tarih: 10.04.1990, Sayı: 20488.<br />

631 Resmî Gazete, Tarih. 10.05.1990, Sayı: 20514.<br />

172


asılmış eser hakkında Olağanüstü Bölge Valisinin teklifi veya görüşü<br />

alınarak İçişleri Bakanınca bunların bölge içinde veya dışında basılmış olup<br />

olmadığına bakılmaksızın; basılmalarını, çoğaltılmalarını, yayınlanmalarını ve<br />

dağıtılmalarını süreli veya süresiz yasaklamak, gerektiğinde bunları basan<br />

matbaaları kapatmak.” şeklinde yer almıştır.<br />

Bu hükmün, basın özgürlüğüne ilişkin temel hukuk ilkeleri ve<br />

Anayasa hükümleriyle bağdaştırılması mümkün değildir. Bu Kararnameyle<br />

ister Olağanüstü Hal Bölgesi mücavir illeri içinde, ister dışında olsun, valinin<br />

teklifiyle İçişleri Bakanınca eserlerin basılmasının, çoğaltılmasının,<br />

yayımlanmasının ve dağıtılmasının yasaklanabileceği; gerektiğinde bunları<br />

basan matbaaların kapatılabileceği öngörülmüştür. Bu Kararnameyle basma,<br />

çoğaltma, dağıtma, yayımlama yasağı ve matbaayı kapatma yetkisi<br />

olağanüstü hal bölgesi dışına taşırılarak, bölge dışındaki yayınlara da teşmil<br />

edilmiştir. Ayrıca, bu hükümde yer alan “kamu düzeninin bozulması”, “halkın<br />

heyecanlanması”, “güvenlik kuvvetlerinin görevlerini gereği gibi yerine<br />

getirmelerini engelleme” gibi ifadeler oldukça belirsiz ve istenilen yöne<br />

çekilebilecek niteliktedir. Örneğin, “Bölücüler …Köyünü basıp üç vatandaşı<br />

öldürdüler” haberi dahi o köy halkının heyecanlanmasına neden olacağından,<br />

ilgili gazete için Kararnamenin öngördüğü yasakların işletilmesini mümkün<br />

kılar 632 .<br />

Bu hüküm 424 sayılı KHK’yi yürürlükten kaldıran 15.12.1990<br />

tarihinde kabul edilen 430 sayılı “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Olağanüstü<br />

Halin Devamı Süresince Alınacak İlave Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde<br />

Kararname”nin 633 1. maddesinin (a) bendinde şu şekilde yer almıştır:<br />

“Olağanüstü Hal Bölge Valisi veya olağanüstü hal bölgesindeki il valisi<br />

bölgedeki faaliyetleri yanlış aksettirmek veya gerçek dışı haber ve yayınlar<br />

yapmak suretiyle bölgedeki kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasına veya<br />

bölge halkının heyecanlanmasına neden olacak veya güvenlik kuvvetlerinin<br />

görevlerini gereği gibi yerine getirmelerini engelleyecek şekilde yayınlanan<br />

her türlü basılmış eserin; kitap, dergi gazete, broşür, afiş ve benzeri<br />

632<br />

KILIÇOĞLU, Ahmet: “424 Sayılı ‘Basın Özgürlüğü’nü Kısan Kararname”, Cumhuriyet,<br />

7.06.1990, s.2.<br />

633<br />

Resmî Gazete, Tarih: 16.12.1990, Sayı: 20727.<br />

173


matbuatın basılmasını, çoğaltılmasını, yayınlanmasını ve dağıtılmasını,<br />

bunların olağanüstü hal bölgesi dışında basılmış veya çoğaltılmış olanların<br />

bölgeye sokulmasını ve dağıtılmasını yasaklar veya izne bağlar; basılması ve<br />

neşri yasaklanan kitap, dergi gazete, broşür, afiş ve benzeri matbuayı<br />

toplatmakla beraber bu gibi tedbirlerin yetersiz kalması hâlinde, Olağanüstü<br />

Hal Bölge Valisinin teklifi üzerine ve görüşünü almak suretiyle İçişleri Bakanı;<br />

bu yayınların bölge içinde veya dışında basılmış olup olmadığına<br />

bakılmaksızın, yayınlarının durdurulması veya yayından kaldırılması için<br />

sahip ve/veya yayın sorumlularına yazılı ihtarda bulunur; buna rağmen<br />

yayına ve dağıtıma devam edilmesi hâlinde, basılmalarını, çoğaltılmalarını,<br />

yayınlanmalarını veya dağıtılmalarını süreli veya süresiz yasaklayabilir,<br />

gerektiğinde bunları basan matbaaları on güne kadar, tekerrüründe ise bir<br />

aya kadar kapatabilir.”<br />

430 sayılı KHK’nın bu bendini Anayasa Mahkemesi, “…maddenin<br />

(a) bendi olağanüstü hal bölgesi dışında basılan yayınlar hakkında da bölge<br />

içinde basılmış olanlar gibi sınırlamalar ve yaptırımlar getirmektedir.<br />

Olağanüstü hal yurdun bir bölgesinde ilân edilmişse, olağanüstü hal KHK’leri<br />

ile yapılan düzenlemelerin bu bölge dışına taşmaması gerekir. Bu koşulu<br />

taşımayan KHK’ler olağanüstü hal KHK’leri olarak kabul edilemezler. Bunlar<br />

olağan KHK sayılabilirler. Ancak, bu durumda da bu kural, bir yetki yasasına<br />

dayanmadığından iptal edilmesi gerekir. Kaldı ki, konu bakımından da<br />

kararnamenin bu hükmü ‘Kişinin Hakları ve Ödevleri’ bölümünden ‘Basın<br />

Hürriyeti’ni düzenlemektedir ki, buna Anayasa’nın 91. maddesinin birinci<br />

fıkrasına göre olanak yoktur. Bu nedenler karşısında, 430 sayılı KHK’nin 1.<br />

maddesinin (a) bendi Anayasa’nın 91. maddesine aykırıdır. Olağanüstü hal<br />

ilân edilmeyen bölgelerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ancak<br />

yasayla olur. Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer<br />

alan temel haklar kişi haklan ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan<br />

siyasal haklar ve ödevler olağan KHK’lerle düzenlenemez. Bu ilke temel hak<br />

ve özgürlüklerin sınıflandırılmasının sınırının en asgari kriterini oluşturur. O<br />

halde, özgürlükleri sınırlandırırken bu ilkeye uymamak Anayasa’ya aykırılık<br />

oluşturacaktır. Bu nedenlerle bendin olağanüstü hal bölgesi dışına taşan<br />

174


ölümü Anayasa’nın 7. maddesine de aykırıdır.Olağanüstü hal ilân<br />

edilmeyen yerlerde olağanüstü hal KHK’lerini uygulamak Anayasamızın 2.<br />

maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında insan haklarına saygılı devlet<br />

ilkesine de aykırılık oluşturur…” gerekçeleriyle iptal etmiştir 634 .<br />

Bu dönemde basın özgürlüğü adına yaşanan belki de olumlu tek<br />

gelişme, 12.04.1991 tarihinde kabul edilen 3713 sayılı “Terörle Mücadele<br />

Kanunu” 635 ile kırk yıla yakın bir süreden beri tartışılan ve basın özgürlüğünü<br />

de yakından ilgilendiren Türk Ceza Kanununun 141, 142 ve 163.<br />

maddelerinin yürürlükten kaldırılması olmuştur. Ancak bu durum uygulamada<br />

düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü adına çok şeyi değiştirmemiş; bu<br />

maddeleri ikame edebilecek başka maddeler özgürlükleri kısıtlayıcı şekilde<br />

yorumlanarak, mahkûmiyetlerin devam etmesi sağlanmıştır. Bu anlamda, 141<br />

ve 142. maddenin kaldırılması ile ortaya çıkan boşluk Terörle Mücadele<br />

Kanununun 8. maddesiyle; 636 163. maddenin kaldırılması ile ortaya çıkan<br />

boşluk ise, 312. madde ile doldurulmuştur.<br />

Terörle Mücadele Kanunu basın ve basın özgürlüğü ile ilgili<br />

hükümler de içermekteydi. Bu Kanunun basın özgürlüğünü ilgilendiren<br />

maddelerinden kanaatimizce en önemlisi “Devletin Bölünmezliği Aleyhinde<br />

Propaganda” başlığını taşıyan 8. maddesiydi. Bu maddeye göre, “Hangi<br />

yöntem, ve maksat ve düşünceyle olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti<br />

Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan<br />

yazılı ve sözlü propaganda ile… yapılamaz… propaganda suçunun 5680<br />

634 E. 1991/6, K. 1991/20, KT.03.07.1991. Resmî Gazete, Tarih: 08.03.1992, Sayı: 21165.<br />

635 Resmî Gazete, Tarih: 12.04.1991, Sayı: 20843.<br />

636 Terörle Mücadele Kanununda basını ve basın özgürlüğünü ilgilendiren başka maddeler<br />

de yer almaktaydı. Bu Kanunun 6. maddesine göre, “İsim ve kimlik belirterek veya<br />

belirtmeyerek kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör<br />

örgütleri tarafından suç işleneceğine veya terörle mücadelede görev almış kamu<br />

görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar ve yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef<br />

gösterenler (…) cezalandırılır.” 7. maddeye göre ise, “…bu Kanunun 1 inci maddesi<br />

kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların<br />

faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler (…) cezalandırılır. Yukarıdaki fıkra uyarınca<br />

meydana getirilen örgüt mensuplarına yardım edenlere ve örgütle ilgili propaganda<br />

yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca (…) cezalandırılır.” Her iki maddedeki<br />

suçlar 5680 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtasıyla<br />

işlenmesi hâlinde ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir önceki ay<br />

ortalama satış miktarının, mevkute niteliğinde bulunmayan basılı eserler ile yeni yayına giren<br />

mevkuteler hakkında ise, en yüksek tirajlı günlük mevkutenin bir önceki ay ortalama satış<br />

tutarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir.<br />

175


sayılı Basın Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkuteler vasıtasıyla<br />

işlenmesi hâlinde, ayrıca sahiplerine de mevkute bir aydan az süreli ise, bir<br />

önceki ay ortalama satış miktarının; mevkute niteliğinde bulunmayan basılı<br />

eserler ile yeni yayına giren mevkuteler hakkında ise, en yüksek tirajlı günlük<br />

mevkutenin bir önceki ay ortalama satış tutarının yüzde doksanı kadar ağır<br />

para cezası verilir…”. Anayasa Mahkemesi, gerek bu maddede gerekse 6 ve<br />

7. maddelerde yer alan “…mevkute niteliğinde bulunmayan basılı eserler ile<br />

yeni yayına giren mevkuteler hakkında ise, en yüksek tirajlı günlük<br />

mevkutenin bir önceki ay ortalama satış tutarının…” ifadesini iptal etmiştir 637 .<br />

30.10.1995 tarihinde yayımlanan 4126 sayılı Kanunla 638 Terörle<br />

Mücadele Kanununun 8. maddesi değiştirilmiştir. Bu değişiklikle maddeden<br />

“hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” ifadesi çıkarılmış ve ceza<br />

miktarı azaltılmıştır 639 . Ayrıca Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği ve yukarıda<br />

belirttiğimiz ifadenin yerine “…birinci fıkrada belirtilen propaganda suçunun<br />

ikinci fıkrada yazılı mevkuteler dışında basılı eser ve sair kitle iletişim araçları<br />

sahipleri hakkında… cezası hükmolunur…” fıkrası getirilmiştir 640 . Yine bu<br />

değişiklikle, fiillerin radyo ve televizyonlar vasıtasıyla işlenmesi hâlinde<br />

mahkemece ilgili radyo ve televizyon kuruluşunun bir günden on beş güne<br />

kadar yayımının durdurulmasına karar verilebileceği de düzenlenmiştir.<br />

12 Eylül Askerî Müdahalesinden sonra basın üzerinde kurulan<br />

baskı, sivil yönetime geçilmesine rağmen 90’lı yılların sonuna kadar devam<br />

etmiştir. Bunun en büyük nedeni, otorite-özgürlük dengesinde otoriteye<br />

ağırlık veren 1982 Anayasası ile “ara rejim” ve “geçiş dönemi”nde 641 kabul<br />

637 Anayasa Mahkemesinin 31.03.1992 tarih ve E.1991/18, K. 1992/20 sayılı kararı için bkz.<br />

Resmî Gazete, Tarih: 27.01.1993, Sayı: 21478.<br />

638 Resmî Gazete, Tarih: 30.10.1995, Sayı: 22448.<br />

639 Maddenin ilk hâlinde 2 yıldan 5 yıla kadar ağır hapis cezası öngörülmüşken, yapılan bu<br />

değişiklikle 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.<br />

640 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesi 15.07.2003 tarihli ve 4928 sayılı<br />

“Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile yürürlükten kaldırılmış; 7.<br />

maddesinin ikinci fıkrası ise 30.07.2003 tarihli ve 4962 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik<br />

Yapılması ve Vakıflara Vergi Muafiyeti Tanınması Hakkında Kanun” ile şu şekilde<br />

değiştirilmiştir: “Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım edenlere<br />

veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda<br />

yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve (…) ağır<br />

para cezası verilir.”<br />

641 6 Kasım 1983 seçimleriyle birlikte demokratik düzene dönülmüş olmakla birlikte, 1982<br />

Anayasası geçici hükümleriyle, siyasal hayatın tam normalleşmesi açısından bir geçiş<br />

176


edilen kanunlardır. Yapılan araştırmalara göre sadece 1980-1990 yılları<br />

arasında basın aleyhine 2000’in üstünde dava açılmış; bu davalarda yaklaşık<br />

3000 gazeteci, yazar, sanatçı ve yayımcı sanık olarak yargılanmış; çıkan<br />

yazılarla gazete ve dergilerin kapatılmasına neden olan yazı işleri<br />

müdürlerine toplam 5000 yıldan fazla hapis cezası verilmiştir 642 .<br />

12 Eylül Askeri Müdahalesinin ve “geçiş dönemi”nin ürünü olan ve<br />

-diğer birçok özgürlükle birlikte- basın özgürlüğünü de ortadan kaldıran, 1982<br />

Anayasasının, Türk Ceza Kanununun, Terörle Mücadele Kanununun ve<br />

Basın Kanununun bazı hükümlerinin değiştirilebilmesi için aranan rüzgar,<br />

1999 yılının Aralık ayında yapılan ve Türkiye’ye Avrupa Birliğine tam üyelik<br />

statüsü verilen Helsinki Zirvesi sonrasında yakalanmıştır.<br />

E) Helsinki Zirvesi Sonrası Dönemde Basın Özgürlüğü<br />

1959 yılında Türkiye’nin resmî ortaklık başvurusuyla başlayan 643 ve<br />

inişli çıkışlı bir seyir izleyen Türkiye - Avrupa Birliği ilişkileri, 1999 yılının<br />

Aralık ayında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye Avrupa Birliğine<br />

tam üyelik statüsü verilmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır 644 . Bu yeni<br />

dönemde Türkiye, Katılım Ortaklığı Belgesinde 645 belirtilen Kopenhag siyasî<br />

dönemi öngörmüştür. Anayasanın kabul ve ilânından sonra, Millî Güvenlik Konseyi<br />

Başkanının Cumhurbaşkanı sıfatını kazanması(Geçici Madde 1); Meclis toplanıp göreve<br />

başladıktan sonra Millî Güvenlik Konseyinin, altı aylık süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyi<br />

hâline dönüşmesi (Geçici Madde 2); 12 Eylül öncesi siyasal partilerin bazı yöneticileri ve<br />

parlâmenterleri hakkında çeşitli derecelerde siyasal faaliyet yasakları getirilmesi (Geçici<br />

Madde 4) ve Anayasa değişiklikleri için altı yıl boyunca Cumhurbaşkanının denetim yetkisinin<br />

daha geniş tutulması (Geçici Madde 9) bu durumu gözler önüne sermektedir. ÖZBUDUN,<br />

Ergun: a.g.e., s.45-48.<br />

642 TOPUZ, Hıfzı: a.g.e., s.273.<br />

643 Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğuna, kuruluşundan bir yıl sonra, Temmuz 1959’da,<br />

Yunanistan’ın ardından “ortak üye” olmak için başvurmuştur. Ancak, Yunanistan’ın 1961<br />

yılında ortaklık anlaşmasını imzalamasına karşılık, Türkiye’nin Topluluk ile ilişkileri 1960<br />

askerî darbesiyle sekteye uğradığından başvurumuzdan yaklaşık dört yıl sonra 12 Eylül<br />

1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile yeniden başlamıştır. DARTAN, Muzaffer:<br />

“Türkiye ve Avrupa Birliği İlişkileri ve Gümrük Birliği”, Tüm Yönleriyle Türkiye- AB İlişkileri,<br />

Editörler: Mustafa AYKAÇ - Zeki PARLAK, Elif Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002, s.93.<br />

644 DARTAN, Muzaffer: a.g.m., s.93.<br />

645 Avrupa Birliği üyesi ülkelerin dışışleri bakanlarından oluşan Avrupa Birliği Genel İşler<br />

Konseyi, 4 Aralık 2000 tarihinde Brüksel’de yaptığı toplantıda, Katılım Ortaklığı Belgesine<br />

son şeklini verdi. Türkiye’nin üyelik hazırlıkları için gerekli öncelik alanlarının belirlendiği bu<br />

belgede, Avrupa Birliği mevzuatının kanunlara meczinin tek başına yeterli olmadığı, ayrıca<br />

Avrupa Birliğinin uyguladığı standartlarda uygulanmasının güvence altına alınmasının da<br />

gerekli olduğu hatırlatılmıştır.<br />

177


ve ekonomik kriterleriyle 646 belirlenen standartları yakalamak, mevzuatını<br />

Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlaştırmak ve uyumlaşmış mevzuatın<br />

uygulanması için yeterli idarî kapasiteyi oluşturmak yükümlülüğü altına<br />

girmiştir. Bu tarihten sonra Türkiye’de iktidara gelen hükûmetler bu<br />

yükümlülükleri yerine getirmek amacıyla “Uyum Yasaları” adı altında önce<br />

Anayasada daha sonra ise birçok kanunda değişiklik yapmışlardır.<br />

Anayasada yapılan değişiklikler bir önceki bölümde ele alındığından 647 , bu<br />

bölümde sadece çalışma konumuz olan basın özgürlüğüyle ilgili yasal<br />

değişiklikler incelenecektir.<br />

2. Basın Özgürlüğü İle İlgili Kanunlarda Yapılan Değişiklikler<br />

b) 5680 sayılı Basın Kanununda Yapılan Değişiklikler<br />

Avrupa Birliği uyum sürecinde 5680 sayılı Basın Kanunu birçok kez<br />

değişikliğe tâbi tutulmuştur 648 . Özgürlük alanlarının genişletilmesi için yasal<br />

altyapının hazırlandığı bu süreçte, 5680 sayılı Basın Kanununda yapılan<br />

646 Kopenhag Kriterleri, Avrupa Birliğine üye olmak isteyen Avrupa Devletlerinin yerine<br />

getirmesi gereken siyasal, hukuksal, idarî, ekonomik ve yapısal koşulları ifade eder.<br />

Herhangi bir Avrupa Birliği anlaşmasında yer almayan bu kriterler, Doğu Avrupa’ya doğru<br />

genişleme kararı bağlamında 1993 yılında Kopenhag’da toplanan Avrupa Konseyi tarafından<br />

saptanmıştır. Kopenhag kriterleri üç ana başlık altında toplanmıştır: 1) Siyasî Kriterler:<br />

Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlık haklarını güvence altına alan<br />

kurumların oluşturulmasıdır. 2) Ekonomik Kriterler: İşleyen ve aynı zamanda Avrupa Birliği<br />

içinde rekabetçi baskılara ve diğer piyasa güçlerine dayanabilecek bir serbest piyasa<br />

ekonomisinin varlığıdır. 3) Avrupa Birliği Mevzuatının Benimsenmesi Kriteri: Siyasî,<br />

ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerinin<br />

yerine getirilebilmesi kapasitesine sahip olmaktır. DARTAN, Muzaffer: a.g.m., s.140-142.<br />

647 Bkz. s.82 vd.<br />

648 Katılım Ortaklı Belgesinin imzalanmasından sonra 1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın<br />

Kanunu; 4748, 4756, 4771 ve 4778 sayılı kanunlarla dört kez değiştirilmiştir. 4748 sayılı<br />

Kanunla; 5680 sayılı Basın Kanununun Ek 1. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ile Ek 2.<br />

maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları değiştirilmiş ve Ek 1. maddenin üçüncü fıkrası<br />

yürürlükten kaldırılmıştır. Resmî Gazete, Tarih: 09.04.2002, Sayı: 24721. 4756 sayılı<br />

Kanunla; 5680 sayılı Basın Kanununun 16. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi,<br />

17, 19, 20, 29 ve 41. maddesi değiştirilmiş ve Basın Kanununa bir ek madde ilave edilmiştir.<br />

Ancak 4756 sayılı Kanunla yapılan en önemli değişiklik para cezalarının fahiş oranlarda<br />

arttırılmasıdır. Bu değişiklikten sonra para cezalarında alt limit 100 TL’den 1.000.000.000<br />

TL’ye, üst limit 30.000.000 TL’den 100.000.000.000TL’ye çıkarılmıştır. Resmî Gazete, Tarih:<br />

21.05.2002, Sayı: 24761. 4771 sayılı Kanunla; 5680 sayılı Basın Kanununun 5. maddesinin<br />

üçüncü fıkrasının (6) numaralı bendi, 21, 22, 24, 25, 30, 33, ve 34. maddesi değiştirilmiştir.<br />

Resmî Gazete, Tarih: 09.08.2002, Sayı: 24841. 4778 sayılı Kanunla ise, 5680 sayılı Basın<br />

Kanununa bir fıkra eklenmiştir. Resmî Gazete, Tarih: 11.01.2003, Sayı:24990.<br />

178


değişiklikler her zaman Avrupa Birliği uyum sürecinin öngördüğü özgürlük<br />

alanlarının genişletilmesi amacına hizmet etmemiştir. Örneğin 4756 sayılı<br />

Kanunla 649 5680 sayılı Basın Kanununun öngördüğü para cezaları aşırı<br />

derecede arttırılmıştır. Bir milyar ile yüzeli milyar arasında değişen para<br />

cezaları karşısında basının ve basın çalışanlarının özgürlük alanının<br />

genişletildiğinden bahsedilemez. Çünkü bu kadar yüksek para cezaları ile<br />

karşı karşıya kalabileceğini düşünen basın çalışanlarının, yüksek cezaların<br />

yarattığı “korkutucu etki” sebebiyle inandıkları haberleri dahi yazmaktan<br />

çekinecekleri çok yüksek bir ihtimaldir.<br />

4756 sayılı Kanunla para cezalarını kabul edilemez oranda arttıran<br />

siyasî iktidar, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden yaklaşık altı ay sonra,<br />

basına karşı tavrını değiştirmiş ve 4778 sayılı Kanunla, 650 5680 sayılı Basın<br />

Kanununun 15. maddesine “mevkute sahibi, mesul müdür ve yazı sahibi<br />

haber kaynaklarını açıklamaya zorlanamaz” hükmünü ekleyerek, basın<br />

özgürlüğünün en temel ilkelerinden biri olan “haber kaynaklarının gizliliği”<br />

ilkesini yasal koruma altına almıştır.<br />

Siyasî iktidarın bu tavır değişikliği, yaklaşık elli dört yıl yürürlükte<br />

kalan ve defalarca değiştirilen 5680 sayılı Basın Kanununu yürürlükten<br />

kaldıran, 5187 sayılı yeni Basın Kanununda da kendini açıkça göstermiştir.<br />

b) 5187 Sayılı Basın Kanunu<br />

09.06.2004 tarihinde kabul edilen ve 26.06.2004 tarihinde yürürlüğü<br />

giren, 32 madde ve 2 geçici maddeden oluşan 5187 sayılı Basın Kanunu,<br />

5680 sayılı Basın Kanununa göre daha kısa bir kanundur 651 .<br />

Kanunun 1. maddesinde, bu Kanunun basılmış eserlerin basımı ve<br />

yayımını kapsadığı belirtilmiştir. Konuyla ilgili bazı terimlerin tanımının<br />

yapıldığı 2. maddede basılmış eserin, “Yayımlanmak üzere her türlü basım<br />

araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri<br />

649 Resmî Gazete, Tarih: 21.05.2002, Sayı: 24761.<br />

650 Resmî Gazete, Tarih: 11.01.2003, Sayı: 24990.<br />

651 5680 sayılı Kanun 44 madde, 10 ek madde ve 5 geçici maddeden oluşuyordu.<br />

179


eserler ile haber ajansı yayınlarını 652 ”; yayımın ise, “basılmış eserin herhangi<br />

bir şekilde kamuya sunulmasını” ifade ettiği belirtilmiştir. Yayınlar süreli 653 ve<br />

süresiz 654 olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Eski Kanundaki “mevkute”<br />

sözcüğünün karşılığı olan süreli yayınlar ise, yaygın 655 , bölgesel 656 ve yerel<br />

yayınlar 657 olmak üzere üçe ayrılmıştır.<br />

Kanunun 3. maddesinin birinci fıkrasında basının özgür olduğu, bu<br />

özgürlüğün; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma<br />

haklarını içerdiği belirtilmiştir. Madde gerekçesinde, Anayasanın 28.<br />

maddesinde yer alan “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü karşısında<br />

böyle bir düzenlemenin ilk bakışta gereksizmiş gibi görülebileceği; ancak bu<br />

Kanunun söz konusu amaca yönelik bir anlayışla düzenlendiğini vurgulamak<br />

amacıyla böyle bir hükme yer verildiği ifade edilmiştir 658 . Maddenin ikinci<br />

fıkrası, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun<br />

gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının<br />

ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak<br />

bütünlüğünün korunması, devlet sırlarının açıklanmasının veya suç<br />

işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması<br />

amacıyla sınırlandırılabileceğini hükme bağlamıştır.<br />

Yeni Basın Kanununda, 1982 Anayasasının basın özgürlüğünün<br />

sınırlandırılmasını düzenleyen 26. maddesinin ikinci fıkrasındaki,<br />

“Cumhuriyetin temel nitelikleri”, “özel ve aile hayatlarının yahut kanunun<br />

652 Basılmış eser tanımına uymayan haber ajansı yayınları da bu Kanunun uygulanması<br />

açısından basılmış eser sayılmıştır. Bir eserin basılmış eser sayılabilmesi ve bu Kanun<br />

hükümlerine tâbi olabilmesi için maddede belirtilen vasıtalarla basılmış veya çoğaltılmış<br />

olması yeterli değildir, ayrıca bu basma ve çoğaltmanın yayımlamak amacıyla<br />

gerçekleştirilmiş olması da gerekir. Bu itibarla özel olarak saklamak veya bulundurmak<br />

amacıyla bastırılan eserler bu Kanuna tâbi değildir. Bu durum madde gerekçesinde açıkça<br />

belirtilmiştir. Madde gerekçesi için bkz. ÇETİN, Erol: a.g.e., s. 42.<br />

653 5187 sayılı Kanunun 2. maddesinde süreli yayınlar, belli aralıklarla yayımlanan gazete,<br />

dergi gibi basılmış eserler ile haber ajansları yayınları olarak tanımlanmıştır.<br />

654 5187 sayılı Kanunun 2. maddesinde süresiz yayınlar, belli aralıklarla yayımlanmayan<br />

kitap, armağan gibi basılmış eserler olarak tanımlanmıştır.<br />

655 Yaygın Süreli Yayın: Tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle basılan ve her<br />

coğrafi bölgede en az bir ilde olmak üzere, ülkenin en az yüzde yetmişinde yayımlanan süreli<br />

yayın ile haber ajanslarının yayınlar.<br />

656 Bölgesel Süreli Yayın: Tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından basılan ve en az üç komşu<br />

ilde veya en az bir coğrafi bölgede yayımlanan süreli yayınlar.<br />

657 Yerel Süreli Yayın: Tek bir yerleşim biriminde yayımlanan süreli yayınlar ile haftada bir<br />

veya daha uzun aralıklarla yayımlanan yaygın ve bölgesel yayınlar.<br />

658 Madde gerekçesi için bkz. ÇETİN, Erol: a.g.e., s. 45.<br />

180


öngördüğü meslek sırlarının korunması”, “suçluların cezalandırılması”,<br />

ifadeleri hiç yer almamış; “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez<br />

bütünlüğünün korunması” ifadesi ise “toprak bütünlüğünün korunması”<br />

şeklinde yer almıştır. Bu da, basın özgürlüğünün hangi nedenlerle<br />

sınırlandırılabileceğinin, Anayasanın 26. maddesinden ziyade Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin “Kullanılması görev ve sorumluluk<br />

yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde<br />

olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin<br />

korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi,<br />

sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli<br />

kalması gereken haberlerin yayınlanmasına engel olunması veya yargı<br />

gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı<br />

biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir” hükmü esas<br />

alınarak belirlendiğini göstermektedir.<br />

5187 sayılı Basın Kanununun 5. maddesinde, her süreli yayının bir<br />

sorumlu müdürünün bulunacağı belirtilmiş 659 ve sorumlu müdür olabilmek için<br />

aranan şartlar düzenlenmiştir. Buna göre, sorumlu müdür olabilmek için;<br />

onsekiz yaşını bitirmiş olmak, Türkiye’de yerleşim yeri sahibi olmak ve<br />

devamlı oturmak, en az ortaöğretim veya dengi bir eğitim kurumundan<br />

mezun olmak, kısıtlı veya kamu hizmetlerinden yasaklı olmamak ve yüz<br />

kızartıcı suçlardan mahkûm olmamak şartları birlikte aranmaktadır. Ayrıca<br />

karşılıklılık koşulu ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar da sorumlu<br />

müdür olabilmektedirler 660 .<br />

Bu Kanuna göre, gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve<br />

kuruluşları süreli yayın sahibi olabilirler(m.6/1). Oysa 5680 sayılı Basın<br />

Kanununda süreli yayın sahibi olabilmek için, sorumlu müdür olabilmek için<br />

659 Bu Kanunda sorumlu müdürlerin “yazı işlerini fiilen idare” etmesi şartı aranmamıştır.<br />

Bunun nedeni madde gerekçesinde “...5680 sayılı Kanunda yer alan ‘yazı işlerini fiilen idare<br />

eden’ kişi olma şartı, süreli bir yayının sorumlu müdürlüğünü üstlenmiş kişinin, yazı işlerini<br />

fiilen idare etmediğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulmasını bertaraf etmek...” olarak<br />

açıklanmıştır. Madde gerekçesi için bkz. ÇETİN, Erol: a.g.e., s.48-49.<br />

660 Bu Kanunla, 5680 sayılı Basın Kanununa göre sorumlu müdür olabilmek için aranan 21<br />

yaş şartı 18’e indirilmiş ve Türk vatandaşı olma şartı karşılıklılık koşuluyla kaldırılmıştır. Yine<br />

bu Kanunla 5680 sayılı Basın Kanununda sorumlu müdür olabilmek için tahdidi olarak<br />

sayılan birçok suçtan hüküm giymemiş olmak şartı kaldırılmış, onun yerine kısıtlı ve kamu<br />

hizmetlerinden yasaklı olmama ve yüz kızartıcı suçlardan hüküm giymeme şartları<br />

getirilmiştir.<br />

181


aranan şartlardan lise tahsili hariç tüm şartların taşınması gerekmekteydi.<br />

Artık süreli yayın sahibi olabilmek için Türk vatandaşı olmaya, Türkiye’de<br />

oturmaya, belli bir yaşın üstünde olmaya, bazı suçlardan hüküm giymemiş<br />

olmaya, okur-yazar olmaya gerek yoktur.<br />

Süreli yayınların çıkarılması için, eski Kanundan farklı olarak en<br />

büyük mülkî amirliğe değil, yönetim yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet<br />

Başsavcılığına bir beyanname verilmesini yeterli gören(m.7/1) bu Kanunla<br />

basımcı 661 , bastığı her türlü yayının imzalı iki nüshasını da dağıtım veya<br />

yayımın yapıldığı gün, mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmekle<br />

yükümlü tutulmuştur(m.10/1) 662 .<br />

5187 sayılı Basın Kanununun en çok tartışılan maddelerinden birisi<br />

cezaî sorumluluğun 663 düzenlendiği 11. maddesidir. Bu maddeye göre, “Süreli<br />

ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur. Süreli<br />

yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza<br />

ehliyetine sahip bulunmaması 664 ya da yurt dışında bulunması nedeniyle<br />

Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir<br />

suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi<br />

hâllerinde, sorumlu müdür ve yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni,<br />

editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili<br />

sorumludur. Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı<br />

olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması hâlinde, bundan<br />

doğan sorumluluk yayımlatana aittir. Süresiz yayınlarda eser sahibinin belli<br />

olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da<br />

yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek<br />

661 5187 sayılı Basın Kanununun 2. maddesinde basımcı, “Bir eseri basım araçları ile basan<br />

veya diğer araçlarla çoğaltan gerçek veya tüzel kişi” olarak tanımlanmıştır.<br />

662 Yürürlükten kaldırılan 5680 sayılı Basın Kanununda sadece süreli yayınların teslimi<br />

zorunlu olduğu hâlde, 5187 sayılı Basın Kanununda bu zorunluluk süreli olmayan yayınlar<br />

için de kabul edilmiştir.<br />

663 Basın suçlarında ceza sorumluluğu sistemleri için bkz. İÇEL, Kayıhan: a.g.e., s.240-244.<br />

664 Eski 5680 sayılı Kanunda yer verilmeyen bu koşulda, ceza ehliyetinin “yayın sırasında”<br />

bulunmaması aranmıştır. Nitekim basın suçu, yayım anında oluşmaktadır. Suçun<br />

işlenmesinden sonra ceza ehliyetinin ortadan kalkması bir yargılama şartı olduğu için, dava<br />

açılmasına engel bir durum değildir. Örneğin akıl hastalığı durumunda dava açılabilmekte ve<br />

fakat yargılama yapılamamaktadır. Dolayısıyla gerçekleşmesi zor bir ihtimal olmakla,<br />

beraber eser sahibinin sonradan akıl hastası olması hâlinde, dava açılabileceği için ikinci<br />

basamaktaki kişilerin ceza sorumluluğuna gidilemeyecektir.<br />

182


cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahûm olduğu<br />

cezaya etki etmemesi hâllerinde yayımcı; yayımcının belli olmaması veya<br />

basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında<br />

olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması hâllerinde ise basımcı sorumlu<br />

olur.”<br />

5187 sayılı Kanunda açıkça belirtilmiş olmasa bile, süreli<br />

yayınlarda sorumlu müdürün, süresiz yayınlarda ise yayımcının temel<br />

fonksiyonu düşünsel içeriği yayımdan önce kontrol etmek ve suç<br />

oluşturabilecek yayım yapılmasını önlemektir. Sorumlu müdür ve yayımcı,<br />

suç oluşturan düşünsel içerik üzerindeki denetim görevini yerine getirmede<br />

gereken dikkat ve özeni göstermeyerek bunun yayımlanması nedeniyle<br />

sorumlu tutulmaktadır 665 .<br />

Oysa 5187 sayılı Basın Kanununa göre, süreli yayınlarda sorumlu<br />

müdürün, süresiz yayınlarda ise yayımcı ve basımcının suç oluşturan eserin<br />

yayınlanmasından dolayı sorumlu tutulabilmeleri için taksir derecesinde<br />

kusurlu olup olmadıkları araştırılmamakta; hatta kusursuz olarak hareket<br />

etmiş olmaları sorumlulukları bakımından önem taşımamaktadır. Fiilin iradî<br />

olması ve fiil ile netice arasında maddî nedensellik bağının bulunması<br />

sorumluluk için yeterli görülmektedir 666 . Bu bağlamda, 5187 sayılı Kanunun<br />

11. maddesindeki düzenlemenin objektif sorumluluk sistemi öngördüğü<br />

söylenebilir.<br />

Kanaatimizce, 11. maddede öngörülen sorumluluk sistemi; ceza<br />

hukukunda hâkim olan “kusur sorumluluğu” ilkesi ve bu ilkenin zorunlu bir<br />

gereği olan “ceza yaptırımının failin kusuru ile orantılı olması” ilkesi ile birlikte<br />

“ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesini güvence altına alan Anayasanın 38.<br />

maddesine de aykırıdır. 667<br />

665<br />

ÖZEK, Çetin: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İstanbul Ü. Yayınları No. 1795, İstanbul<br />

1972, s. 155-156.<br />

666<br />

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: a.g.e, s. 164; ÖZEN, Muharrem: a.g.e., s. 286, SÖZÜER, Adem:<br />

a.g.e., s. 103.<br />

667<br />

Ayrıca, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunun 20. maddesinde ceza sorumluluğunun şahsi<br />

olduğu, hiç kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulamayacağı belirtilirken; genel hüküm<br />

niteliğini taşıyan 23. madde ile kusur sorumluluğu ilkesi benimsenmiş ve objektif sorumluluk<br />

sistemi tamamen terkedilmiştir bkz. ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s. 279-341.<br />

183


Önerilen sorumluluk sistemi doğrultusunda kanunen sorumlu<br />

tutulan kişilerin fiillerinin bağımsız olarak belirlenmesi, ceza hukukunda hâkim<br />

olan kanunilik ilkesi gereği, yaptırımının da bağımsız olarak belirlenmesini<br />

gerektirmektedir. Oysa, 5187 sayılı Kanunun 11. maddesinde, kanunen<br />

sorumlu oldukları belirtilen kişilerin, eser sahibinin işlediği suçun cezası ile<br />

cezalandırılmaları öngörülmüştür. Bu ise, kasten işlenen suçtan taksirle yahut<br />

kusursuz olarak sorumlu tutulmak gibi kusurluluk ilkesine aykırı bir sonucun<br />

ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla denetim görevinin kusurlu<br />

olarak yerine getirilmemesi fiilinin karşılığı olarak, eser sahibinin işlediği -yani<br />

düşünsel içeriğin oluşturduğu- suçun cezasından bağımsız bir başka yaptırım<br />

belirlenmelidir; 668 denetim görevini yerine getirmede herhangi bir kusurun<br />

bulunmadığı durumda ise ceza sorumluluğuna gidilmemelidir. Bir başka<br />

ifadeyle, bu kişilerin denetim görenini yerine getirmede kusurlu olup<br />

olmadıkları araştırılmalıdır. Böyle bir düzenleme, taksir varsayımını bertaraf<br />

edeceği gibi, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine de uygun olacaktır 669 .<br />

5187 sayılı Basın Kanununda eser sahibi, “Süreli veya süresiz<br />

yayının içeriğini oluşturan yazıyı veya haberi yazan, çeviren veya resmî ya da<br />

karikatürü yapan” kimse olarak tanımlanmaktadır(m.2/ı). Bu tanım karşısında,<br />

yazı ya da habere kaynak oluşturan haber, beyanat ve belge verenlerin bu<br />

maddeye göre cezalandırılmaları olanaksızdır. Bunların yazı veya haberi<br />

yazanla birlikte sorumlu tutulabilmeleri, ancak Türk Ceza Kanununun iştirak<br />

hükümleri çerçevesinde söz konusu olabilir 670 .<br />

5187 sayılı Basın Kanununa göre, “Süreli yayın sahibi, sorumlu<br />

müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil haber kaynaklarını açıklamaya ve<br />

bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz.”(m.12). Bu hüküm, 5680 sayılı<br />

Kanunun 15. maddesine 02.01.2003 tarihinde 4778 sayılı Kanun ile konmuş<br />

olan son fıkra hükmü ile paralellik arz etmektedir. Ancak eski Kanundan farklı<br />

668 ÖZEK, Çetin: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 423; ÖZEN, Muharrem: a.g.e., s.<br />

341-342. Yazarlara göre, bunun tek istisnası, anonimlik hakkının kullanılması durumunda<br />

kabul edilmelidir. Kanunen sorumlu tutulan kişinin, eser sahibinin kim olduğunu bildirmekten<br />

kaçınması halinde, eser sahibinin işlediği suçun cezası ile cezalandırılması yerinde bir çözüm<br />

olacaktır.<br />

669 ÖZEK, Çetin: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu s. 421; ÖZEN, Muharrem: a.g.e., s. 341.<br />

670 ÇETİN, Erol: a.g.e., s.60.<br />

184


olarak, haber kaynaklarını açıklamaya zorlanamayacak kişilerin, tanıklıktan<br />

da çekinebileceklerini belirtmektedir.<br />

Hukukî sorumluluğun düzenlendiği 13. maddeye göre, “Basılmış<br />

eser yoluyla işlenen fiillerden doğan maddî ve manevî zararlarda dolayı süreli<br />

yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, süresiz yayınlarda<br />

ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması hâlinde ise basımcı<br />

müştereken ve müteselsilen sorumludur.”(m.13/1). 5187 sayılı Basın<br />

Kanununda, yürürlükten kaldırılan 5680 sayılı Basın Kanununun aksine,<br />

süreli yayınlar için “sorumlu müdürün”, süresiz yayınlar için “satanın” ve<br />

“dağıtanın” hukukî sorumluluğu kabul edilmemiştir.<br />

5187 sayılı Basın Kanununun, 5680 sayılı Basın Kanunundan<br />

“cevap ve düzeltme hakkı”nın düzenlenmesi bakımından da ayrılmıştır<br />

Her şeyden önce cevap ve düzeltme yazısının miktarı ve içeriği<br />

azaltılmıştır. 5680 sayılı Basın Kanununda cevap yazısı, ilgili yazının iki<br />

katından fazla olamayacağı belirtilmişken, 5187 sayılı Basın Kanununda ilgili<br />

yazıdan uzun olamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca 5680 sayılı Basın Kanununda<br />

cevap veya düzeltmeyi gerektiren yazı için başlık yapılmış veya resimler<br />

konulmuş ise, cevap ve düzeltmede tespit edilecek başlık veya resmin de<br />

yayınlanması gerekmekteydi. Oysa yeni Kanunda böyle bir hükme yer<br />

verilmemiştir.<br />

Ayrıca 5680 sayılı Basın Kanunda cevap ve düzeltme hakkını<br />

doğuran sebeplerden sayılan “…kendine hakaret edilmesi veya sövülmesi ya<br />

da gerçeğe aykırı hareket, düşünce ve söz izafesi suretiyle, açık veya kapalı<br />

şekilde bir mevkutede yayın yapılması hâlinde…” ifadesi yeni Kanunda yer<br />

almamıştır. 5187 sayılı Basın Kanununda bu gereksiz ifadenin yer almaması<br />

isabetli olmuştur. Çünkü kaldırılan bu ifade kapsamında değerlendirilebilecek<br />

bir yayının, aynı zamanda o kişinin şeref ve haysiyetini ihlâl edici ya da<br />

gerçeğe aykırı yayın niteliği taşıyacağı çok açıktır.<br />

5187 sayılı Basın Kanununda, düzeltme ve cevabın<br />

yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu<br />

müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin on milyar liradan yüz elli<br />

milyar liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılacağı; ağır para cezasının,<br />

185


ölgesel süreli yayınlarda yirmi milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda elli<br />

milyar liradan az olamayacağı; sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı<br />

olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmemesinden yayın<br />

sahibinin, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte<br />

müteselsilen sorumlu olacağı; düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması<br />

veya Kanunun öngördüğü şekilde yayımlanmaması hâllerinde hâkimin<br />

ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı<br />

yüz binin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar<br />

verebileceği hükme bağlamıştır(m.18). 5187 sayılı Basın Kanununun 28.<br />

maddesine göre, bu Kanunda öngörülen suçlar için hükmedilen para<br />

cezalarının hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilemeyeceğine dair hükmün<br />

istisnalarından biri 18. maddedeki bu suçtur 671 .<br />

5187 sayılı Basın Kanunu ile bir taraftan cevap ve düzeltme<br />

yazısının miktarı ve içeriği azaltılırken, diğer taraftan bu hakkın<br />

kullanılmasının engellenmesi durumunda çok ağır yaptırımlar getirilmiştir. Bu<br />

madde ile öngörülen para cezaları bir gazetenin ya da derginin kapatılmasına<br />

yol açabilecek ölçülerdedir. Özellikle yerel ya da bölgesel süreli yayınların bir<br />

ya da birkaç defa bu para cezalarına çarptırılmaları yayım hayatlarını<br />

sürdürmelerini imkânsız hâle getirebilir.<br />

Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim<br />

kararına uyulmaması nedeniyle sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı<br />

olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın<br />

sahibinin de birlikte ve müteselsilen sorumlu tutulması ceza hukukunun en<br />

temel ve evrensel ilkelerinden biri olan ve 1982 Anayasasının 38.<br />

maddesinde de yer alan “cezaların şahsiliği” ile bağdaşmadığı açıktır. Bu<br />

durum işçisinin işlediği bir suçtan dolayı işvereninin hapse atılması ile aynı<br />

şeydir. Cezanın para niteliğinde olması bu durumu değiştirmez. 5187 sayılı<br />

Basın Kanunun çok istisnaî hâller dışında cezaî sorumluluk yüklemediği ve<br />

yüklemek istemediği bir kişiyi, başkaları aleyhinde hükmedilmiş bir cezanın<br />

ödenmesinden sorumlu tutması, bu Kanunun benimsediği sorumluluk<br />

sistemiyle de çelişiklik göstermektedir.<br />

671 Diğer istisna ise, 5187 sayılı Basın Kanununun 22. maddesinde düzenlenen “basılmış<br />

eserleri engelleme, tahrip ve bozma” suçudur.<br />

186


5187 sayılı Basın Kanunuyla, hazırlık soruşturmasının<br />

başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının<br />

açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya<br />

mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini<br />

yayımlamak; görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar,<br />

bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa<br />

yayımlamak(m.19); cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber<br />

vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte<br />

olan yazı ve resim yayımlamak(m.20); süreli yayınlarda Türk Medeni<br />

Kanununa göre evlenmeleri yasaklanmış olan kimseler 672 arasındaki cinsel<br />

ilişkiyle ilgili haberlerde bu kişilerin, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 414,<br />

415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436. maddelerinde yazılı cürümlere 673<br />

ilişkin haberlerde mağdurların ve on sekiz yaşından küçük olan suç faili veya<br />

mağdurlarının, kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak<br />

şekilde yayın yapmak(m.21) suç sayılmıştır.<br />

5187 sayılı Basın Kanunu ile 5680 sayılı Basın Kanununda yasak<br />

yayınları içerisinde belirtilen intihar olaylarına, cinsel saldırı ve cinayetler de<br />

eklenmiştir. Madde metninden de anlaşılacağı üzere cinsel saldırı, cinayet<br />

ve intihar olaylarına ilişkin haberlerin sadece verilmiş biçimi sınırlandırılmıştır.<br />

Dolayısıyla okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte olmamak<br />

şartıyla bu olaylarla ilgili haberlerin verilmesi ve resimlerin yayımlanması bu<br />

suçu oluşturmayacaktır.<br />

5680 sayılı Basın Kanunu ile evlenmeleri yasak olan kimseler<br />

hakkında cinsel ilişkilere dair haber ve yazılar mutlak olarak yasaklandığı<br />

hâlde, 5187 sayılı Basın Kanununda bu ilişkilerler ilgili haber ve yazı<br />

yazılması değil, bu kişilerin kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol<br />

672 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 129. maddesine göre, “üstsoy ile altsoy”, “kardeşler”,<br />

“amca”, “dayı”, “hala”, “teyze”, “kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa<br />

bile eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu ile altsoyu”, “evlat edinene ile evlatlığın veya bunlardan<br />

biri ile diğerinin altsoyu ve üstsoyu” arasında evlenme yasağı vardır.<br />

673 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 414. maddesinde “Mefruz Cebirli Irza Geçme”, 415.<br />

maddesinde “Mefruz Cebirle Irz ve Namusa Tasaddi”, 416. maddesinde “Zorla Irza Tecavüz,<br />

Zorla Irza Geçme ve Tasaddi, Zorla Irza Tasaddi, Reşit Olmayanda Rızaen Cinsel<br />

Münasebet”, 421. maddesinde “Söz Atma-Sarkıntılık”, 423. maddesinde “Evlenme Vaadiyle<br />

Kızlık Bozma”, 429. maddesinde “Zorla Kadın Kaçırma;Alıkoyma”, 430. maddesinde<br />

“Küçüğü Kaçırma; Alıkoyma”, 435. maddesinde “Fuhuşa Teşvik”, 436. maddesinde “Kadın<br />

Ticareti” suçları düzenlenmiştir.<br />

187


açacak şekilde yayım yapılması yasaklanmıştır. Ayrıca yeni Kanundaki bu<br />

yasak sadece süreli yayınlar için söz konusudur. Süresiz yayınlarda, örneğin<br />

bir kitapta böyle bir yayım yapılması suç oluşturmayacaktır 674 .<br />

5187 sayılı Basın Kanununun 23. maddesine göre, “Süreli<br />

yayınların dağıtımını yapan kişiler, kendilerinden dağıtımı istenen yayınları,<br />

dağıtımını yaptıkları diğer yayınlar için aldıkları satış fiyatı, tiraj ve sayfa<br />

sayısına göre belirlenen dağıtım ücretini aşmayacak bir bedel karşılığında,<br />

dağıtmakla yükümlüdürler… Süreli yayınları perakende olarak satışa sunan<br />

gerçek veya tüzel kişiler, aynı anda diledikleri kadar dağıtım şirketiyle anlaşıp<br />

diledikleri yayınları satabilirler. Hiç kimse, bu kişilere, rakip yayınları satmama<br />

yükümlülüğü getiremez ve bu yayınları satmama koşuluna bağlı olan veya bu<br />

sonucu doğuracak edimlerde bulunamaz”.<br />

El koymanın, dağıtım ve satış yasağının düzenlendiği 5187 sayılı<br />

Basın Kanununun 25. maddesi, 5680 sayılı Basın Kanunun aynı konuyu<br />

düzenleyen ek 1. maddesinden ayrılmaktadır. Buna göre, “Soruşturma için<br />

sübut vasıtası olarak her türlü basılmış eserin en fazla üç adedine<br />

Cumhuriyet savcısı, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kolluk el<br />

koyabilir. Soruşturma veya kovuşturmanın başlatılmış olması şartıyla<br />

25.7.1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında<br />

Kanunda, Anayasanın 174 üncü maddesinde yer alan inkılap kanunlarında,<br />

765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, 153<br />

üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarında, 155 inci maddesinde, 311<br />

inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, 312 nci maddesinin ikinci ve<br />

dördüncü fıkralarında, 312/a maddesinde ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı<br />

Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarında<br />

öngörülen suçlarla ilgili olarak basılmış eserlerin tamamına hâkim kararıyla el<br />

konulabilir. Hangi dilde olursa olsun Türkiye dışında basılan süreli veya<br />

süresiz yayın ve gazetelerin ikinci fıkrada belirtilen suçları içerdiklerine dair<br />

kuvvetli delil bulunması hâlinde, bunların Türkiye'de dağıtılması veya satışa<br />

sunulması, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine sulh ceza hâkiminin<br />

kararı ile yasaklanabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet<br />

674 ÇETİN, Erol: a.g.e., s.79.<br />

188


Başsavcılığının kararı yeterlidir. Bu karar en geç yirmidört saat içinde hâkimin<br />

onayına sunulur. Kırksekiz saat içinde hâkim tarafından onaylanmaması<br />

hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığının kararı hükümsüz kalır”.<br />

Yeni Basın Kanununun uygulamada sorun yaratabilecek<br />

maddelerinden birisi, basılmış eserlere el konulmasının ve bunların<br />

dağıtımının ve satışının engellenmesinin düzenlendiği bu maddesidir.<br />

“Soruşturma veya kovuşturmanın başlatılmış olması şartıyla 25.7.1951 tarihli<br />

ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda,<br />

Anayasanın 174 üncü maddesinde yer alan inkılap kanunlarında, 765 sayılı<br />

Türk Ceza Kanununun 146 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, 153 üncü<br />

maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarında, 155 inci maddesinde, 311 inci<br />

maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, 312 nci maddesinin ikinci ve<br />

dördüncü fıkralarında, 312/a maddesinde ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı<br />

Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarında<br />

öngörülen suçlarla ilgili olarak basılmış eserlerin tamamına hâkim kararıyla”<br />

el konulabileceği; “Hangi dilde olursa olsun Türkiye dışında basılan süreli<br />

veya süresiz yayın ve gazetelerin ikinci fıkrada belirtilen suçları içerdiklerine<br />

dair kuvvetli delil bulunması halinde, bunların Türkiye'de dağıtılması veya<br />

satışa sunulması, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine sulh ceza<br />

hâkiminin...Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet<br />

Başsavcılığının kararı” ile yasaklanabileceği hükümlerini içeren maddenin<br />

ikinci ve üçüncü fıkraları birbiriyle çelişmektedir. İkinci fıkrada, basılmış<br />

eserlerin tamamına el konulabilmesi için, gecikmesinde sakınca bulunsa dahi<br />

hâkim kararı aranırken 675 , üçüncü fıkrada Türkiye dışında basılan ve<br />

Türkiye’de dağıtılan eserlerin dağıtılmasının veya satışa sunulmasının<br />

yasaklanması için -gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda- Cumhuriyet<br />

Başsavcılığının kararı yeterli görülmüştür. Yine, maddenin düzenleniş<br />

675 Oysa 5680 sayılı Basın Kanununun Ek 1. maddesine göre, gecikmesinde sakınca<br />

bulunan hâllerde Cumhuriyet savcılığı da her türlü basılmış eserin dağıtımının önlenmesine<br />

veya toplatılmasına karar verebilmekteydi. 5187 sayılı Basın Kanunu hangi hâllerde basılmış<br />

eserlere el konulacağı konusunda da farklı bir düzenlemeye gitmiştir. Her şeyden önce 5680<br />

sayılı Basın Kanununda yer alan “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî<br />

güvenliğin, kamu düzeninin ve genel ahlâkın korunması, suç işlenmenin önlenmesi…” ifadesi<br />

kaldırılmış onun yerine daha somut bir yöntem benimsenerek hangi hâllerde hâkim kararıyla<br />

basılmış eserlere el konulacağı kanun ve madde bazında tek tek sayılmıştır.<br />

189


içiminden el koymanın tüm basılı eserler için, dağıtım ve satış yasağının ise<br />

sadece, Türkiye dışında basılan ve Türkiye’de dağıtılan eserler için söz<br />

konusu olduğu anlaşılmaktadır. Uygulamada sıkıntılar yaratabilecek olan bu<br />

maddelerdeki çelişkilerin giderilebilmesi için gerekçede de yeterli bir açıklık<br />

yoktur.<br />

5680 sayılı Basın Kanununun ek 1. maddesinde yer alan, basılmış<br />

eserlerin basımında kullanılan makineler ile diğer basım aletlerinin müsadere<br />

edilebileceğini öngören hükmüne, yeni Basın Kanunu yer vermemiştir. Bu<br />

durum 07.05.2004 tarihinde kabul edilen ve Anayasanın bazı maddelerini<br />

değiştiren 5170 sayılı Kanunla 676 , Anayasanın “Basın araçlarının korunması”<br />

başlığını taşıyan 30. maddesine eklenen, “kanuna uygun şekilde basın<br />

işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti<br />

olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten<br />

alıkonulamaz.” hükmüne de uygundur.<br />

Gerek 1961 Anayasasında, gerekse 1982 Anayasasında yer alan<br />

“Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır” hükmü, her<br />

iki Anayasa koyucunun da bu özgürlüğün sağlanması konusunda Devlete<br />

birtakım yükümlülükler yüklediğini göstermektedir. Basın sektöründe son<br />

yıllarda ortaya çıkan teknik gelişmeler, tekelleşmeler ve medya - sermaye<br />

ilişkileri bu yöndeki düşünceleri çok daha geçerli hâle getirmiştir. Bu anlayışın<br />

bir sonucu olarak devletin görevlerinden biri de, basın özgürlüğünün fiilen<br />

ortadan kalkmasına neden olan sadece belirli sermaye ve nüfuz gruplarının<br />

yararlanabildiği sınırlı bir özgürlük hâline gelmesini önlemek olmalıdır 677 . Aksi<br />

taktirde hukuken var olan bu özgürlük, fiilen kullanılan ve varolan bir özgürlük<br />

olmaktan çıkar.<br />

5187 sayılı Basın Kanunu devlete karşı basın özgürlüğünü büyük<br />

oranda sağlasa da bu özgürlüğü tehdit eden diğer odaklara karşı herhangi bir<br />

tedbir öngörmemektedir. Yaklaşık yüzeli yıllık basın tarihimizde, bu özgürlüğü<br />

en çok ihlâl eden yapının devlet olduğu gerçeği göz ardı edilmeksizin,<br />

özellikle 80’li yıllardan sonra, sektörün geçirdiği dönüşümün bir sonucu<br />

olarak, bu özgürlüğü tehdit eden başka yapılar da ortaya çıkmıştır. Belki de<br />

676 Resmî Gazete, Tarih: 22.05.2004, Sayı: 25469.<br />

677 SOYSAL, Mümtaz: Anayasaya Giriş, s.86 .<br />

190


u yapıların basın özgürlüğüne verdiği zarar devletin verdiği zarardan çok<br />

daha büyüktür. Sektörün dünyada ve Türkiye’de geçirdiği bu dönüşüm<br />

dikkate alınmadan bir basın kanununun hazırlanması Anayasanın kanun<br />

koyucuya yüklediği görevle de çelişmektedir. Yeni dönem, basının sadece<br />

devlet karşısında değil; çıkar grupları, güç odakları, sermaye kuruluşları ve<br />

aynı zamanda başka sektörlerde faaliyet gösteren medya patronları<br />

karşısında da özgürlük problemi yaşayacağını göstermektedir. Oysa 5187<br />

sayılı Basın Kanununda bu tehlikeler görmezden gelinmiştir. Yaklaşık yüz elli<br />

yıllık basın tarihimizin en demokratik Basın Kanunu olan 5187 sayılı bu<br />

Kanunun en büyük zaafı budur.<br />

2. Ceza Kanunlarında Yapılan Değişiklikler<br />

5187 sayılı Basın Kanununun 1. maddesinde bu Kanunun<br />

amacının, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemek<br />

olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün<br />

kullanılmasına ilişkin sınırları çizen başka kanunlar da vardır. Özellikle<br />

ülkemiz açısından, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu<br />

içerdikleri hükümler itibariyle basın özgürlüğünün sınırlarını belirleyen<br />

kanunların başında gelir. Bu kanunlar irdelenmeden Türkiye’de basın<br />

özgürlüğü konusunda yapılacak bir çalışma eksik olur. Bu nedenle,<br />

çalışmamızda Avrupa Birliği uyum sürecinde 765 sayılı eski Türk Ceza<br />

Kanunu ve Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişiklikleri ve 765 sayılı<br />

Türk Ceza Kanununu yürürlükten kaldıran 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun<br />

basın özgürlüğüyle ilgili olan hükümlerini ele alacağız.<br />

a) 765 Sayılı Türk Ceza Kanununda Yapılan Değişiklikler<br />

Katılım Ortaklığı Belgesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin<br />

10. maddesi doğrultusunda, düşünceyi açıklama özgürlüğünün anayasal ve<br />

yasal güvencelerinin sağlanması kısa vadeli hedefler içerisinde sayılmıştır.<br />

Özellikle, şiddet içermeyen düşünce açıklamalarının hapis cezası ile<br />

191


cezalandırılmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle uyuşmadığına<br />

vurgu yapan Katılım Ortaklığı Belgesi doğrultusunda harekete geçen siyasî<br />

iktidar; birçok sanatçı, yazar, siyasetçi, gazeteci ve düşünürün<br />

mahkûmiyetine dayanak oluşturan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 312 ve<br />

159. maddelerini değiştirmekle işe başlamıştır.<br />

19.02.2002 tarihinde yayımlanan 4744 sayılı Kanunla 678 “Halkı;<br />

sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa<br />

açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis ve... ağır para<br />

cezasıyla cezalandırılır. Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek<br />

bir şekilde yapıldığı taktirde faile verilecek ceza üçte birden yarıya kadar<br />

arttırılır.” hükmünü içeren Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin ikinci<br />

fıkrası “Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı<br />

birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa<br />

veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis<br />

cezası verilir.” şeklinde değiştirilmiştir.<br />

Bu maddede yapılan en önemli değişiklik, fıkraya “kamu düzeni için<br />

tehlikeli olabilecek bir şekilde” ifadesinin eklenmesidir. Gerçi, maddenin<br />

önceki hâlinde suçun nitelikli şekli için “umumun emniyeti için tehlikeli<br />

olabilecek bir şekilde” ifadesi kullanılmıştı; ancak suçun basit şekli için böyle<br />

bir şart aranmamıştı. Bu değişiklikten sonra “kamu düzeni için tehlikeli<br />

olabilecek bir şekilde” yapılmış olmayan tahrikler suç sayılamayacaktır. Bu da<br />

değişiklikten önceki 312. maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer<br />

alan fiilin suç olmaktan çıktığını göstermektedir 679 .<br />

312. maddenin 680 önceki şekli hem soyut hem de somut tehlikeyi<br />

cezalandırırken, yeni şekli ise sadece somut tehlikenin cezalandırılmasına<br />

olanak sağlamıştır. Ancak bir beyanın ne zaman kin ve düşmanlığa tahrik, ne<br />

zaman sert bir eleştiri olduğunu ve bunun kamu düzeni için bir tehlike<br />

678 Resmî Gazete, Tarih: 19.02.2002, Sayı: 24676.<br />

679 SANCAR, Türkan Yalçın: “Türk Ceza Kanunu’nun 159. ve 312. Maddelerinde Yapılan<br />

Değişikliklerin Anlamı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 52, Sayı: 1,<br />

Ankara, 2003, s. 97.<br />

680 312. maddenin ikinci fıkrası ile ilgili geniş bilgi için bkz. GÖKÇEN, Ahmet: Halkı Kin ve<br />

Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü (TCK m. 312/2) , Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları,<br />

Ankara, 2001.<br />

192


oluşturup oluşturmadığını belirleyecek olan yargı organıdır 681 . 312. maddenin<br />

yeni hâlinin düşünceyi açıklama özgürlüğüne bir rahatlık ve genişleme<br />

sağlayıp sağlamayacağını da yargı pratiği belirleyecektir. Yargının<br />

“özgürlükleri daraltıcı yorum” yapma gibi bir tutum takınması hâlinde, normla<br />

uygulama arasındaki uçurum daha da açılabilecektir. Bunun tersi bir tutumla<br />

ve daha dinamik bir yorumla yargı, maddede sözü edilen tehlikenin “açık ve<br />

mevcut” olmasını da arayarak tehlikeyi somutlaştırabilir ve Batı<br />

standartlarında bir düşünce özgürlüğünün sağlanması yolunda önemli bir<br />

adım atabilir. Bu adım, demokratik bir toplumda yaşama hakkına sahip olan<br />

insanımızın, söyleyeceği sözün ya da yazacağı yazının suç olup olmadığı<br />

noktasında, neredeyse paranoyaya varan kaygılarını bertaraf edecek ve<br />

özgürlük bilincini hızlandıracaktır 682 .<br />

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, İstanbul’da basılan ve tüm ülkede<br />

satışa sunulan bir gazetede yayımlanan “Çocuklarımıza Sahip Çıkalım”<br />

başlıklı yazının yazarı hakkında verilen mahkûmiyet kararını, “açık ve mevcut<br />

tehlike” kriterini esas alarak bozması, bu anlamda atılmış olumlu bir<br />

adımdır 683 .<br />

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu yazıda kullanılan kimi sözcük ve<br />

ifadelerin, tartışılmaz bir değer olarak Anayasa’da Cumhuriyetin temel<br />

nitelikleri arasında kabul edilip, “tüm zamanların doğrusu ve değiştirilemezi”<br />

olarak benimsene gelen lâiklik ilkesiyle çelişir mahiyette ölçülere ulaştığını;<br />

ancak, çağdaş kurumlara dönük, şiddet içermeyen ve şiddet kışkırtıcılığı<br />

bulunmayan açıklamaların düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi<br />

681 SANCAR, Türkan Yalçın: a.g.m., s.99.<br />

682 SANCAR, Türkan Yalçın: a.g.m., s.99.<br />

683 Milli Gazetenin, 11.9.2001 günlü nüshasının 12. sayfasında yayımlanan Selahattin Aydar<br />

imzalı, “Çocuklarımıza Sahip Çıkalım” başlıklı ve “… yakın tarihimizde dinsizliğin revaçta<br />

olduğu bir dönemin yaşandığı, bu dönemde dindarlara manevî işkenceler yapıldığı, çocuk ve<br />

gençlerin Kur’an okumalarının engellendiği, Allah diyenlere hakaretler edildiği, hatta Kur’anı<br />

müslümanların elinden nasıl alırız planlarının bile yapıldığı, aynı zihniyetin bugün de 8 yıllık<br />

temel eğitimi millete dayatmak, imam hatip okullarının sayısını azaltmak ve Kur’an<br />

kurslarında 12 yaşından küçük çocukların okumasını engellemek suretiyle faaliyetini<br />

sürdürmekte olduğu, İslâma karşı ittifak yapan bu fesat ve dinsizlik komiteleri ile onları<br />

destekleyenlerin “küfür ehli” bulunduğu, istikbalin yalnız ve yalnız İslamiyetin olacağı…”<br />

içerikli yazı üzerine, yazar hakkında İstanbul 6. Devlet Güvenlik Mahkemesinde, halkı din<br />

farklılığı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçundan dava açılmış ve yazarın<br />

TCK.nun 312/2-son ve 59. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına<br />

karar verilmiştir. Yargıtay 8. Ceza Dairesince onanan bu karar daha sonra Yargıtay Ceza<br />

Genel Kurulu tarafından 23.11.2004 tarihinde oy çokluğu ile bozulmuştur.<br />

193


gerektiğini 684 ; “suç ve cezada kanunilik” ilkesi uyarınca kanun koyucunun,<br />

cezaî yaptırıma bağlamadığı bir eylemin, ülke koşulları dikkate alınarak,<br />

zorlamalı yorumlarla cezalandırılmasının kuvvetler ayrılığı sistemini zedeler<br />

mahiyette olacağını; 685 söz konusu yazının Türk Ceza Kanununun 312.<br />

maddesinin ikinci fıkrasındaki suç öğelerini taşımadığını, yasanın sınırlı<br />

olarak tanımladığı farklılıkları kin ve düşmanlığa sevk edecek nitelik ve<br />

niceliğe ulaşmadığını, şiddet çağrısı içermediğini, kamu düzenini bozucu<br />

mahiyete varmadığını, düşünce ve ifade özgürlüğünün istisnasını teşkil eden<br />

kapsama dahil olmadığını, bu nedenle sanığın eyleminde suç teşkil eden bir<br />

hal görülmediğini; 686 Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin ikinci fıkrasında<br />

düzenlenen suçun oluşması için halkın devlete karşı değil, birbirine karşı<br />

kamu düzenini bozacak bir şekilde kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi<br />

gerektiğini; bu madde ile korunan hukuksal değerin “devlet düzeni” değil,<br />

“kamu düzeni” olduğunu; Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin “kamu<br />

düzeni aleyhine cürümler” arasında düzenlendiğini, bu maddede 06.02.2002<br />

tarih ve 4744 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle söz konusu metne “halkı<br />

birbirine karşı” ibaresi eklenmek suretiyle bu hususa açıklık kazandırıldığını;<br />

çağdaş demokratik ceza hukukunun soyut tehlikeyi değil, somut tehlikeyi suç<br />

hâline getirdiğini, değişik maksatlarla yapılan açıklamaları, gerçek unsurları<br />

itibarıyla belirlenmiş bir tehlikeyi ortaya çıkarmaları hâlinde cezalandırdığını,<br />

bu yaklaşımın Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin geliştirdiği<br />

“açık ve mevcut tehlike” kriterine de uygun olduğunu belirterek 312.<br />

maddenin ve benzeri hükümler içeren maddelerin nasıl anlaşılması ve<br />

yorumlanması gerektiği konusunda mahkemelere yol göstermiştir.<br />

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu kararından yaklaşık bir ay sonra,<br />

benzer içeriğe sahip bir başka yazıdan 687 dolayı, önceki kararıyla taban<br />

684 YCGKK., E. 2004/8-130, K. 2004/206, KT. 23.11.2004, YKD, Cilt: 31, Sayı: 3, Mart 2005,<br />

s. 440.<br />

685 YCGKK., E. 2004/8-130, K. 2004/206, KT. 23.11.2004, YKD, Cilt: 31, Sayı: 3, Mart 2005,<br />

s. 441.<br />

686 YCGKK., E. 2004/8-130, K. 2004/206, KT. 23.11.2004, YKD, Cilt: 31, Sayı: 3, Mart 2005,<br />

s. 442.<br />

687 Tüm ülkede satışa sunulan yaklaşık 30.000 tirajlı bir gazetede köşe yazarlığı yapan<br />

Mehmet Şevket Eygi, “Din Düşmanlığı Terörü” başlığını taşıyan ve söz konusu gazetede<br />

15.11.2000 günü yayımlanan yazısında özetle şu görüşleri dile getirmiştir: “...Dünyanın hiçbir<br />

medenî, ileri, sağlıklı, hukuklu ülkesinde dinsiz ve şirret bir azınlığın, o ülkede hakim olan<br />

194


tabana zıt bir başka karar vermiştir 688 . Yargıtay Ceza Genel Kurulu sonraki<br />

kararında, önceki kararın Kurulun yerleşik görüşünü yansıtmadığını ve içtihat<br />

niteliği taşımadığını 689 , söz konusu yazının halkın bir kesimini diğer kesimine<br />

karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa ve kin<br />

beslemeye açıkça tahrik ettiğini belirterek sanık hakkında verilen mahkûmiyet<br />

kararını onamıştır.<br />

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, bir önceki kararıyla çelişen bu<br />

kararını da “açık ve mevcut tehlike” kriterine dayandırması ilginçtir 690 . Bu<br />

karar ve Amerika Yüksek Mahkemesinin “McCarthyizm” olarak adlandırılan<br />

komünist düşmanlığının hâkim olduğu dönemde verdiği kararlar, düşünce<br />

özgürlüğü taraftarlarından bazılarının kutsal bir değer gibi sahip çıktıkları<br />

“açık ve mevcut tehlike” kriterinin, aslında zannedildiği kadar güçlü bir<br />

koruma sağlamadığını ve istendiğinde özgürlükleri sınırlandırmak için de<br />

kullanılabileceğini göstermektedir.<br />

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bu çelişkisinde, bir önceki kararının<br />

kamuoyunda ve medyada yoğun bir şekilde tartışılmasının ve söz konusu<br />

karara imza atan hâkimlerin Lâiklik, Cumhuriyetçilik ve Atatürkçülük<br />

kavramlarıyla barışık olmadığına ilişkin yorumlar yapılmasının etkili olduğu<br />

kanaatindeyiz. Bunun en açık göstergesi, önceki kararda olumlu oy kullanan<br />

üç hâkimin bu yeni karara katılarak tam tersi bir tutum takınmalarıdır.<br />

Yargının bağımsızlığı konusunda insanları şüpheye sevk edebilecek bu<br />

dine ve dinlere savaş açtığı, saldırdığı, hakaretler savurduğunu göremezsiniz. Böyle bir<br />

gerilik ve medeniyetsizlik bize, bazı üçüncü dünya ülkelerine mahsustur. Milletin dinine,<br />

imanına, inandığı gibi yaşamak hürriyet ve hakkına karşı gelenler halk yığınlarını devletten<br />

soğutmak ve böylece, dolaylı bir şekilde Türkiye’nin temellerini dinamitlemek, ülkeyi<br />

çökertmek istiyorlar... İslâm’a ve Müslüman halka düşmanlık yapanların hepsi sabetaycıdır<br />

demiyorum ama onların içinde çok militan, çok azılı, çok ileri giden Selânik dönmeleri<br />

vardır...Türkiye’de siyasal İslam varmış ve bu bir tehlikeymiş. Siyasal Masonluk, siyasal<br />

Sabetaycılık, siyasal dinsizlik, siyasal ilhad oluyor da siyasal İslâm niçin<br />

olmayacakmış?...Devletin temel nizamlarının masonluk, dinsizlik, ateizm, Rotaryenlık,<br />

Lionsçuluk, sabetaycılık üzerine oturtmak maksadıyla propaganda yapmak, faaliyette<br />

bulunmak serbest, ama Müslümanlar’ın İslâmi hükümleri hayata hâkim kılmak için<br />

çalışmaları yasak. Böyle hürriyet, böyle demokrasi olur mu?...Müslümanların başlarına gelen<br />

felaketlerin asıl sebebi din sömürüsü yapılmasıdır... Dinsizlere en büyük kozu bu sefiller ve<br />

sürüngenler vermiştir...” Millî Gazete, 15.11.2000, s.2.<br />

688<br />

YCGKK., E. 2004/8-201, K. 2005/30, KT.15.03.2005.<br />

689<br />

YCGKK., E. 2004/8-201, K. 2005/30, KT.15.03.2005, YKD., Cilt: 31, Sayı: 7, Temmuz<br />

2005, s.1069.<br />

690<br />

YCGKK., E. 2004/8-201, K. 2005/30, KT.15.03.2005, YKD., Cilt: 31, Sayı: 7, Temmuz<br />

2005, s.1090 vd.<br />

195


çelişki, yargının basın ve yayın organlarında çıkan haberlerin ve yorumların<br />

etkisinde kaldığının da açıkça ortaya koymaktadır.<br />

765 sayılı Türk Ceza Kanununun 312. maddesini değiştiren 4744<br />

sayılı Kanunla 159. maddede de değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikle,<br />

maddenin birinci fıkrasında düzenlenen “Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet<br />

Meclisini, Hükûmetin manevî şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin askerî veya<br />

emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adliyenin manevî şahsiyetini alenen<br />

tahkir ve tezyif etmek“ suçu için öngörülen “bir seneden altı seneye kadar<br />

ağır hapis cezası”, “bir seneden üç seneye kadar hapis cezası” olarak;<br />

maddenin üçüncü fıkrasındaki “Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına veya Büyük<br />

Millet Meclisi kararlarına alenen sövmek” suçu için öngörülen “15 günden 6<br />

aya kadar hapis ve 100 liradan 500 liraya 691 kadar ağır para cezası”, “15<br />

günden 6 aya kadar hapis” cezası olarak değiştirilmiştir.<br />

159. maddeyle ilgili üzerinde asıl durulması gereken değişiklik, 4771<br />

sayılı Kanunla maddeye “Birinci fıkrada sayılan organları veya kurumları<br />

tahkir ve tezyif kastı bulunmaksızın, sadece eleştirmek maksadıyla yapılan<br />

yazılı, sözlü veya görüntülü düşünce açıklamaları cezayı gerektirmez.”<br />

fıkrasının eklenmesidir.<br />

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir uzantısı olan eleştiri hakkının<br />

kullanıldığı bir durumda “tahkir ve tezyif”ten söz edilemeyeceği apaçık<br />

ortadayken, kanun koyucunun böyle bir düzenleme yapması teknik açıdan<br />

anlamsızdır. Bununla birlikte söz konusu değişiklik, eleştiri hakkının<br />

kullanıldığı pek çok durumda bu maddenin devreye sokulduğu ve düşünce<br />

özgürlüğünün önüne bir engel olarak konulduğu konusunda, uygulamayla<br />

ilgili çok ciddî bir soruna işaret etmektedir 692 .<br />

30.07.2003 tarihinde 4963 sayılı Kanunla bu fıkra tekrar<br />

değiştirilerek, “birinci fıkrada sayılan organları veya kurumları” ve “yazılı,<br />

sözlü veya görüntülü” ifadeleri fıkra metninden çıkarılmış; “tahkir ve tezyif<br />

kastı bulunmaksızın” ibaresi “tahkir, tezyif ve sövme kastı bulunmaksızın”<br />

şeklinde değiştirilmiştir.<br />

691 Bu cezalar 28.07.1999 tarihinde kabul edilen 4421 sayılı Kanunla 23580 misli<br />

arttırılmıştır. Resmî Gazete, Tarih:01.08.1999, Sayı: 23773.<br />

692 SANCAR, Türkan Yalçın: a.g.m., s.93-96.<br />

196


) 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve Basın Özgürlüğü<br />

01.03.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, yürürlükten<br />

kaldırıldığı, 01.06.2005 tarihine kadar altmıştan fazla kanunla değiştirilmiş ve<br />

yeknesaklığını yitirmişti. Yapılan değişikliklerle, suç teorisine ve ceza<br />

hukukuna ilişkin temel prensiplerle bağdaşmayan hükümler Kanuna<br />

konulmuştu. Örneğin, bazı suç tanımlarına konulan “eylem başka bir suçu<br />

oluştursa bile ayrıca” 693 veya “suç daha ağır bir cezayı gerektirse bile ayrıca”<br />

şeklindeki ifadeler, bir fiilden dolayı kişinin iki defa cezalandırılabilmesinin<br />

yolu açılmıştı 694 . Yine, belli birtakım hukukî değerlerin korunmasına yönelik<br />

olarak Kanunda yer verilen suç tanımları arasında uygulamada zaman<br />

zaman karışıklıklara sebebiyet veren ahenksizlik mevcuttu. Örneğin “hürriyeti<br />

tahdit” suçunun çeşitli amaç ve saiklerle işlenmesi ayrı suçlarmış gibi<br />

düzenlenmişti 695 .<br />

Bütün bu olumsuzluklar, yeni bir ceza kanunu hazırlanması<br />

ihtiyacını ortaya çıkarmış ve uzun bir hazırlık sürecinden sonra 5237 sayılı<br />

Türk Ceza Kanunu 696 kabul edilmiştir.<br />

Bu Kanunda yer alan birçok hüküm, basın ve basın özgürlüğüyle<br />

ilgilidir. Yaptığımız bir incelemede yeni Türk Ceza Kanununun 6, 116, 124,<br />

125, 126, 127, 131, 132, 134, 140, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 220, 226,<br />

237, 239, 267, 269, 277, 285, 286, 288, 299, 301, 304, 305, 318, 323, 327,<br />

329, 330, 334 ve 336. maddelerinin basın ve basın özgürlüğü ile ilgili<br />

hükümler içerdiğini tespit ettik.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Tanımlar” başlığını taşıyan 6.<br />

maddesinde basın ve yayın yolu ile deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel<br />

ve elektronik kitle iletişim araçlarıyla yapılan yayımların anlaşılacağı<br />

belirtilmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun benimsediği bu tanımın bizim<br />

693 Bkz. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu m.264/7, m.536/1-2, m.537/1-2-3<br />

694 Anayasa Mahkemesi, bir fiilden dolayı failin bir defadan fazla cezalandırılmasına olanak<br />

sağlayan Türk Ceza Kanununun 536. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarını Anayasaya aykırı<br />

bulmamıştır. E.1980/1, K.1980/25, KT. 19.04.1980, AMKD, Sayı: 18, s. 137.<br />

695 Hürriyeti tahdit suçunun temel şekli, Kanunun 179. maddesinde düzenlenmişti. Buna<br />

karşılık hürriyeti tahdit fiilinin “şehvet hissi veya evlenme maksadıyla” işlenmesi 429. ve 430.<br />

maddelerde düzenlenmişti.ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s. 6-7.<br />

696 Resmî Gazete, Tarih: 12.10.2004, Sayı: 25611.<br />

197


çalışma konumuzu ilgilendiren gazete, dergi, kitap gibi basılıp çoğaltılan<br />

eserleri de kapsadığı ortadadır.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu gibi,<br />

bir suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesini çoğu zaman suçun nitelikli şekli<br />

olarak düzenlemiştir. Ancak, eski Kanun bir suçun basın ve yayın yoluyla<br />

işlenmesi durumunda, genellikle verilecek cezanın bir misli arttırılacağını,<br />

yeni Kanun ise genellikle yarısı oranında arttırılacağını kabul etmiştir 697 .<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu gibi<br />

basın yoluyla en fazla işlenen suçlardan biri olan hakaret suçları için ispat<br />

hakkına yer vermiştir. Kanunun 127. maddesine göre, “İsnat edilen ve suç<br />

oluşturan fiilin ispat edilmiş olması hâlinde kişiye ceza verilmez. Bu suç<br />

nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı<br />

verilmesi hâlinde, isnat ispatlanmış sayılır. Bunun dışındaki hallerde isnadın<br />

ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının<br />

anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikayetçinin ispata razı<br />

olmasına bağlıdır.” Görüldüğü üzere yeni Türk Ceza Kanunu isnat edilen fiilin<br />

içeriğinin suç oluşturması, isnat edilen fiilin ispatında kamu yararı bulunması,<br />

hakarete maruz kalan mağdurun isnat edilen fiilin ispatına razı olması olmak<br />

üzere üç hâlde ispat hakkını tanımıştır 698 .<br />

Bu düzenleme; kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı görev<br />

ve hizmetin yerine getirilmesi ile ilgili isnatta bulunulması, isnadın ispatında<br />

kamu yararının bulunması ve mağdurun ispata razı olması olmak üzere üç<br />

hâlde faile ispat hakkı tanıyan Anayasanın 39. maddesine de uygundur 699 .<br />

Bununla birlikte yeni Türk Ceza Kanunu Anayasadan farklı olarak, isnat<br />

697<br />

08.07.2005 tarihinde yayımlanan 5377 sayılı Kanunla yeni Türk Ceza Kanununda<br />

değişiklik yapılmış ve bazı suçların basın-yayın yoluyla işlenmesini ağırlaştırıcı bir neden<br />

olarak kabul eden hükümlerden bazıları madde metinlerinden çıkartılmıştır. Bu değişiklikle<br />

84, 125, 288, 299, 304 ve 305. maddelerde yer alan ve suçun basın ve yayın yolu ile<br />

işlenmesini ağırlaştırıcı neden sayan hükümler madde metinlerinden çıkartılmıştır. Resmî<br />

Gazete, Tarih: 08.07.2005, Sayı: 25869. Ancak 132, 134, 218, 220, 226, 285 ve 318.<br />

maddelerde düzenlenen suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halen ağırlaştırıcı bir<br />

neden olarak kabul edilmektedir.<br />

698<br />

SOYASLAN, Doğan: Ceza Hukuku Özel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Yetkin<br />

Yayınları, Ankara, 2005, s.260.<br />

699<br />

Anayasanın 39. maddesi faile; kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı görev ve<br />

hizmetin yerine getirilmesi ile ilgili isnatta bulunulması, isnadın ispatında kamu yararının<br />

bulunması ve mağdurun ispata razı olması olmak üzere üç hâlde ispat hakkı tanımıştır.<br />

198


edilen fiilin suç olması hâlinde de ispat hakkı tanımaktadır. Oysa<br />

Anayasamıza göre, ispat hakkının tanınması için isnat edilen fiilin suç olması<br />

değil, isnadın kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı, bu görev ve<br />

hizmetin yerine getirilmesi ile ilgili olması gerekmektedir.<br />

Her ne kadar madde gerekçesinde yer alan “...kabul edilen sisteme<br />

göre, isnadın doğruluğunun ispat edilebilmesi için, isnadın bir suç vakasına<br />

ilişkin olması gerekir. Yani kişiye belli bir suçu işlediğinden bahisle hakaret<br />

edilmiş olması gerekir...” 700 ifadesinden ilk bakışta ispat hakkının sadece bir<br />

suç isnadı durumunda tanındığı sonucuna ulaşılsa da; maddenin ikinci<br />

cümlesinde yer alan “Bunun dışındaki hallerde...” ifadesi ispat isteminin<br />

kabulünün suç vakasına ilişkin olmayan durumlarda da tanındığını<br />

göstermektedir. Ancak bu hâllerde ispat hakkının tanınabilmesi, fiilin<br />

ispatında kamu yararı bulunmasına ya da mağdurun bu hakkı faile<br />

tanımasına bağlıdır.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “haberleşmenin gizliliğini ihlâl”<br />

suçunu düzenleyen 132. maddesi ile “kişiler arasındaki konuşmaların<br />

dinlenmesi ve kayda alınması” suçunu düzenleyen 133. maddesi, basını ve<br />

basın özgürlüğünü yakından ilgilendirmektedir. Bu maddelere göre, kişiler<br />

arasındaki haberleşmelerin içeriğinin basın ve yayın yolu ile<br />

yayımlanması(m.132/4), kişiler arasındaki alenî olmayan konuşmaların,<br />

taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinlenmesi veya<br />

bunların bir ses alma cihazıyla kaydedilmesi(m.133/1) suç sayılmıştır.<br />

Teknik gelişmelerin çok gerisinde kalan eski Kanununa göre,<br />

“haberleşme hürriyetini/gizliliğini bozma” suçlarının oluşması için bir kimsenin<br />

kendisine gönderilmiş olmayan mektubu, telgrafı veya kapalı bir zarfı açması<br />

ya da kendisine gönderilmiş olsa bile gönderenin rızası dışında bunları<br />

yayımlaması ve açıklaması gerekmekteydi(m.195). Teknolojik gelişmeler<br />

dikkate alındığında haberleşmenin gizliliğini tam olarak sağlamaktan çok<br />

uzak olan bu düzenlemelerin terk edilmesi yerinde olmuştur.<br />

Yeni Türk Ceza Kanununun konuyu düzenleyen 132. maddesinde<br />

telgraf ve mektupla haberleşmenin neredeyse terk edildiği günümüzde,<br />

700 Madde Gerekçesi için bkz. ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s.859.<br />

199


vasıtalar belirtilmeden “kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliği” gibi genel bir<br />

ifadenin kullanılması yerinde olmuştur. Nitekim madde gerekçesinde, kişiler<br />

arasındaki haberleşmenin ne şekilde yapıldığının suçun oluşumu açısından<br />

önemli olmadığı açıkça belirtilmiştir 701 .<br />

Eski Kanunda yer almayan; kişiler arasındaki alenî olmayan<br />

konuşmaların, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle<br />

dinlenmesini veya bunların bir ses alma cihazı ile kaydedilmesini suç sayan<br />

133. maddedeki düzenleme ile son yıllarda Türkiye’de basın ve yayın<br />

organlarınca çok fazla başvurulan, haberleşmenin ve özel hayatın gizliliği gibi<br />

hakları zedeleyen bir yöntemin önüne geçilmek istenmektedir. Bu maddede<br />

dikkat çeken husus, kişiler arasındaki alenî olmayan konuşmaların<br />

taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinlenmesi ve kayda<br />

alınması yoluyla elde edildiği bilinen bilgilerden yarar sağlanması, bunların<br />

başkalarına verilmesi, diğer kişilerin bilgi edinmelerinin temin edilmesi fiili ile<br />

konuşmaların içeriğinin basın ve yayın yoluyla yayımlanması fiili için aynı<br />

cezaî yaptırımın öngörülmesi arasındaki çelişkidir. Suçun basın ve yayın<br />

yoluyla işlenmesi, ulaştığı kitle dikkate alındığında, konuşmaların içeriğini<br />

belirli olmayan ve birden fazla kişi tarafından algılanabilir kılmaktadır. Bu<br />

nedenle genellikle suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesini ağırlaştırıcı bir<br />

neden olarak kabul eden yeni Türk Ceza Kanunu burada da daha ağır bir<br />

cezaî yaptırım öngörmeliydi. Bu durum madde gerekçesinde “Bu konuşma<br />

içeriklerinin basın ve yayın yoluyla yayımlanması, daha ağır ceza ile<br />

cezalandırılmayı gerektirmektedir.” 702 ifadesiyle dile getirildiği halde madde<br />

metninde tersi bir anlayış benimsenmiştir. Bu aynı zamanda, suçun basın<br />

yayın yoluyla işlenmesini çoğu zaman cezayı arttırıcı bir neden olarak gören<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun sistematiğine de aykırıdır.<br />

Yeni Türk Ceza Kanununun 134. maddesi özel hayatın gizliliğinin<br />

ihlâlini yaptırıma bağlamıştır. Buna göre, “kişilerin özel hayatının gizliliğini<br />

ihlâl eden kimse, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile<br />

cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlâl<br />

edilmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz”. Maddenin ikinci<br />

701 Madde Gerekçesi için bkz. ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s.864.<br />

702 Madde Gerekçesi için bkz. ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s.866.<br />

200


fıkrası suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesini suçun nitelikli unsuru olarak<br />

kabul etmiş ve cezanın yarı oranında arttırılacağını hükme bağlamıştır.<br />

Türk Ceza Kanununun “haberleşme özgürlüğü”, “özel hayatın<br />

gizliliği” ve “konut dokunulmazlığı” haklarını korumak amacıyla getirdiği bu<br />

yeni düzenlemeler İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin “Hiç kimse, özel hayatı,<br />

ailesi, konutu veya yazışması konularında keyfi karışmalara, şeref ve<br />

şöhretine karşı saldırılara maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma ve<br />

saldırılara karşı kanunla korunmaya hakkı vardır”(m.12), Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesinin “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve<br />

haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir”(m.8/1), 1982<br />

Anayasasının “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini<br />

isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine<br />

dokunulamaz”(m.20), “Kimsenin konutuna dokunulamaz”(m.21), “Herkes,<br />

haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır”(m.22)<br />

hükümlerine uygundur. Eski Türk Ceza Kanunu tarafından herhangi bir<br />

yaptırıma bağlanmayan özel hayata yönelik müdahalelerin, yeni Ceza<br />

Kanunu ile suç olarak tanımlanması olumlu bir gelişmedir. Ancak, birçok<br />

uluslararası belgede ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında<br />

tanımlanmaktan kaçınılan “özel hayat” kavramından ne anlaşılacağı<br />

mahkemelerce somut olayın özelliğine göre, belirlenmesi gereken bir<br />

husustur. Mahkemeler bu belirlemeyi yaparken Avrupa İnsan Hakları<br />

Mahkemesinin kararlarını dikkate almalı; kamuya mal olmuş kişilerin özel<br />

hayatı ile sıradan vatandaşların özel hayatı arasında bir ayrıma gitmelidir.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Kamu Barışına Karşı Suçlar”<br />

başlığını taşıyan bölümünde düzenlenen suçların bir kısmı basın özgürlüğü<br />

için ciddî sakıncalar taşımaktadır. Bu bölümde düzenlenen “suç işlemeye<br />

tahrik”, “suçu ve suçluyu övme”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve<br />

aşağılama”, “kanunlara uymamaya tahrik” ve “suç işlemek amacıyla örgüt<br />

kurma” suçları basın özgürlüğü ile yakından ilgilidir ve bu suçlar basın yoluyla<br />

işlenmeye elverişlidir.<br />

201


Bu suçların bir kısmı tehlike suçu niteliğindedir ve suçun<br />

tamamlanabilmesi için tahrik konusu suçların işlenmesi şart değildir 703 .<br />

Tehlike suçları, soyut ve somut tehlike suçları olmak üzere ikiye<br />

ayrılmaktadır.<br />

Soyut tehlike suçlarında fiilin icrası yeterli olup, bunun dışında<br />

suçun konusu üzerinde gerçekten bir tehlikenin meydana gelip gelmediğinin<br />

tespit edilmesine gerek yoktur. Bu nedenle, soyut tehlike suçlarında hâkim,<br />

suçun konusu bakımından somut bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığını<br />

araştırmayacaktır 704 . 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda düzenlenen “suç<br />

işlemeye tahrik” soyut tehlike suçuna örnek olarak verilebilir.<br />

Somut tehlike suçlarında ise, fiilin icrası yeterli olmayıp, bu fiilin<br />

suçun konusu bakımından somut bir tehlike meydana getirip getirmediği<br />

hâkim tarafından araştırılmalıdır 705 . 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 216.<br />

maddesinde düzenlenen “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” ve<br />

217. maddesinde düzenlenen “kanunlara uymamaya tahrik” suçları somut<br />

tehlike suçlarına örnek olarak verilebilir. Eski Türk Ceza Kanununun 312.<br />

maddesinde de yer alan bu iki suç yeni Türk Ceza Kanununda farklı bir<br />

şekilde düzenlenmiştir.<br />

Her şeyden önce, eski Kanunun 312. maddesinin birinci fıkrasında<br />

yer alan ve halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kişinin cezalandırılacağını<br />

düzenleyen hüküm “kanunlara uymamaya tahrik” adı altında farklı bir<br />

maddede(m.217) düzenlenerek “halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik”<br />

suçundan ayrılmıştır 706 . “Kanunlara uymamaya tahrik” suçu, eski Türk Ceza<br />

Kanununda soyut tehlike suçu olarak düzenlenmişken yeni Türk Ceza<br />

Kanununda maddeye “kamu barışını bozmaya elverişli olması” ifadesi<br />

eklenerek somut tehlike suçu hâline getirilmiştir.<br />

703<br />

ÖZGENÇ, İzzet- ŞAHİN, Cumhur: Uygulamalı Ceza Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve<br />

Genişletilmiş 3. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001, s. 131; CENTEL, Nur- ZAFER,<br />

Hamide- ÇAKMUT, Özlem: Türk Ceza Hukukuna Giriş, Üçüncü Bası, Beta Yayınları,<br />

İstanbul, 2005, s.261.<br />

704<br />

ÖZGENÇ, İzzet- ŞAHİN, Cumhur: a.g.e., s.131.<br />

705<br />

CENTEL, Nur- ZAFER, Hamide- ÇAKMUT, Özlem: a.g.e., s.263; ÖZGENÇ, İzzet-<br />

ŞAHİN, Cumhur: a.g.e., s.132.<br />

706<br />

Bu suç 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 215. maddesinde düzenlenmiştir.<br />

202


Halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik suçunu düzenleyen 312.<br />

maddenin ikinci fıkrası ise, yeni Türk Ceza Kanununun 216. maddesinin<br />

birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, “Halkın sosyal sınıf,<br />

ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini,<br />

diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu<br />

nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması<br />

hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.(m.216/1)<br />

Kanun koyucu “halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik suçunu”<br />

düzenlerken, Amerika Yüksek Mahkemesinin geliştirdiği ve Avrupa İnsan<br />

Hakları Mahkemesinin de bazı kararında yer verdiği “açık ve mevcut tehlike”<br />

kriteri madde metnine koyarak suçu somutlaştırmaya çalışmıştır 707 .<br />

Dolayısıyla neyin kamu güvenliği açısından açık ve mevcut bir tehlike niteliği<br />

taşıdığı belirlenirken de Amerika Yüksek Mahkemesinin ve Avrupa İnsan<br />

Hakları Mahkemesinin kararları dikkate alınmalıdır.<br />

216. maddenin ikinci fıkrası, halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk,<br />

din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamayı;<br />

216. maddenin üçüncü fıkrası ise halkın bir kesiminin benimsediği dinî<br />

değerleri alenen aşağılamayı, “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması”<br />

hâlinde, suç saymıştır. Üçüncü fıkrada düzenlenen suç için aranan “kamu<br />

barışını bozmaya elverişlilik” kriterinin ikinci fıkrada düzenlenen suç için<br />

aranmaması Kanunun bir eksikliğidir. Çünkü ikinci fıkra da üçüncü fıkra gibi,<br />

“kamu barışını” koruma amacına hizmet etmektedir. Madde gerekçesindeki<br />

“Bu fıkrada, kamu barışını korumak amacıyla halk kesimlerinin alenen<br />

aşağılanması, suç olarak tanımlanmıştır.” 708 ifadesi bunu açıkça ortaya<br />

koymaktadır. Benzer bir hüküm 1909 tarihli Matbuat Kanununda da vardır.<br />

Bu Kanunun 16. maddesine göre, Osmanlı ülkesinde tanınmış dinlere,<br />

707 Amerika Yüksek Mahkemesinin kullandığı “açık ve mevcut tehlike” kriteri, 5237 sayılı Türk<br />

Ceza Kanununda, “açık ve yakın tehlike” kavramı olarak benimsenmiştir. Kanun<br />

hazırlanırken metne “mevcut” sözcüğünün konulması yönünde verilen önergen reddedilmiş<br />

ve böylece “açık ve mevcut tehlike” ile “açık ve yakın tehlike” kavramlarının aynı olmadığı<br />

örtülü bir biçimde ortaya konulmuştur. Nitekim düzenleme ile değişiklik önergesi<br />

karşılaştırılır ve açıklama yapılırken, “yakın” ve “mevcut” sözcüklerinin aynı anlama geldiğinin<br />

belirtilmesine karşın, “zaten tehlike mevcutsa, suç teşekkül etmiş demektir” denilerek somuta<br />

indirgendiğinde dolaylı olarak farklılığa işaret edilmiştir. YALVAÇ, Gürsel: Yeni Türk Ceza<br />

Kanunu, Adalet Yayınları, Ankara, 2004, s.398-399.<br />

708 Fıkra gerekçesi için bkz. ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s. 964.<br />

203


mezheplere veya unsurlardan birine yayın yoluyla hakaret edilmesi suç<br />

sayılmıştır. Ancak dinler ve mezhepler hakkındaki delile dayalı ilmî ve felsefî<br />

açıklamalar hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmiştir. Oysa 5237<br />

sayılı Türk Ceza Kanununun ilk hâlinde bu fıkralardaki suçlar için böyle bir<br />

hukuka uygunluk sebebi kabul edilmemişti. 08.07.2005 tarihinde yayımlanan<br />

5377 sayılı Kanunla 709 , söz konusu bölümde düzenlenen suçlar için geçerli<br />

olan “ortak hüküm”de yapılan değişiklikle, haber verme sınırlarını aşmayan<br />

ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağı<br />

kabul edilerek bu eksiklik giderilmiştir.<br />

“Kamu barışına karşı suçların” düzenlendiği bu bölümdeki<br />

hükümler, basın özgürlüğü açısından birçok sorunu da beraberinde<br />

getirmektedirler. Örneğin, nelerin tahrik ya da alenen aşağılama olarak kabul<br />

edileceği nasıl belirlenecektir? Halkın bir kesiminin kendisini aşağılanmış<br />

hissetmesi yeterli midir? Bu hükümlerle koruma altına alınan dinî değerler<br />

nelerdir? Bu bağlamda satanistleri ya da satanizmi kötüleyen bir yazı suç<br />

oluşturacak mıdır? Türbanlı öğrenciler için “sıkma baş”, Aleviler için<br />

“kızılbaş”, İbranî kökenlilerin bir kısmı için “dönme” gibi sözcüklerin<br />

kullanılması ya da hayvanların kurban edilmesinin vahşet olarak<br />

nitelendirilmesi halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerlerin aşağılanması<br />

olarak değerlendirilebilir mi?<br />

Bu soruların cevaplarını yargı pratiği belirleyecektir. Ancak bu<br />

düzenlemelerin düşünceyi açıklama özgürlüğü ve basın özgürlüğü açısından<br />

sorun yaratabilecek potansiyel taşıdıkları ortadadır.<br />

Eski Türk Ceza Kanununun 1991 tarihinde yürürlükten kaldırılan<br />

142. maddesine benzer bir hüküm 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununun<br />

220. maddesinin sekizinci fıkrasında yer almıştır. Bu fıkrayla, kanunun suç<br />

saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgütün veya amacının<br />

propagandasının yapılması suç sayılmıştır. Bu suçun basın ve yayın yoluyla<br />

işlenmesi ise suçun nitelikli şekli olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme 142 ve<br />

163. maddeleri de kapsayan, ancak onlardan daha geniş bir içeriğe sahiptir.<br />

Çünkü, sosyal bir sınıfın diğerleri üzerinde tahakkümünü kurmak veya sosyal<br />

709 Resmî Gazete, Tarih: 08.07.2005, Sayı: 25869.<br />

204


ir sınıfı ortadan kaldırmak veya ülke dahilinde teşekkül etmiş iktisadî ve<br />

sosyal düzenleri devirmek amacıyla ya da devletin sosyal ve iktisadî veya<br />

siyasî veya hukukî temel nizamlarının kısmen de olsa dinî esas ve inançlara<br />

uydurmak amacıyla örgüt kurulması mevcut kanunlar tarafından da suç<br />

sayılmaktadır(TCK 309 vd.). Dolayısıyla ülkede mevcut düzeni devirip onun<br />

yerine komünist düzen ya da dinî esaslara dayalı düzen kurmak isteyen bir<br />

örgütün varlığı hâlinde, bu düşüncelerden herhangi birini benimseyen bir<br />

kişinin yazacağı bir kitaptan dolayı bu örgütün amacının propagandasını<br />

yaptığı gerekçesiyle mahkûm edilmesi hiç de zor değildir. Benzer hükümler<br />

içeren Terörle Mücadele Yasasının 8. ve eski Türk Ceza Kanununun 142 ve<br />

163. maddelerinden dolayı birçok gazetecinin davalarla karşılaştığı ve<br />

mahkûm edildiği unutulmamalıdır. Bu maddenin istendiği taktirde düşünceyi<br />

açıklama ve basın özgürlüğünü yok edecek şekilde yorumlanması çok<br />

kolaydır.<br />

765 sayılı eski Türk Ceza Kanununun 426, 427 ve 428.<br />

maddelerinde, halkın ar veya haya duygularını inciten veya cinsi arzuları<br />

tahrik eden ve istismar eden genel ahlâka aykırı her türlü kitap, gazete, dergi,<br />

makale, varaka, ilân, resim, tasvir, plak, afiş, pankart, televizyon ve teyp<br />

bantları, fotoğraf, sinema veya projeksiyon filmleri yasaklanmıştır. 5237 sayılı<br />

yeni Türk Ceza Kanununun 226. maddesi aynı yasağı müstehcen görüntü,<br />

yazı veya sözlerin basın ve yayın yoluyla yayınlanmasını suç sayarak<br />

benimsemiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu müstehcen görüntü, yazı ve<br />

sözlerin yasak olduğunu belirtmekle yetinmiş, bu kavramı tanımlama yoluna<br />

gitmemiştir. Oysa eski Kanunda müstehcen yayın, “halkın ar veya haya<br />

duygularını inciten veya cinsî arzuları tahrik ve istismar eder nitelikte genel<br />

ahlaka aykırı” yayın olarak tanımlanmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun<br />

bir müstehcenlik tanımı yapmaması yerinde olmuştur. Çünkü müstehcenlik<br />

anlayışı toplumdan topluma değiştiği gibi, aynı toplum içinde toplumsal<br />

değerlere bağlı olarak da değişebilir. Bir yayının müstehcen olup olmadığı<br />

tespit edilirken, yayının yapıldığı dönemin sosyal ve kültürel düzeyi, failin<br />

205


saiki ve o eseri okuyan, dinleyen ve izleyen kişiler üzerinde yarattığı etkiler<br />

dikkate alınmalıdır 710 .<br />

Yeni Kanunda müstehcen içeriklerin hangi vasıtalarda yer<br />

almasının suç teşkil edeceği, tek tek belirtilmeden görüntü, yazı ve sözler<br />

şeklinde daha geniş bir ifadenin benimsemesi teknolojinin büyük bir hızla<br />

geliştiği ve yeni vasıtaların her an ortaya çıkabileceği düşünüldüğünde<br />

yerinde olduğu söylenebilir.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununda “fiyatlar etkileme” suç<br />

sayılmıştır(m.237). Buna göre, işçi ücretlerinin veya besin veya malların<br />

değerlerinin artıp eksilmesi sonucunu doğurabilecek bir şekilde ve bu<br />

maksatla yalan haber yaymak suç sayılmaktadır. Basın ve yayınla ilgili<br />

herhangi bir hüküm içermeyen bu maddenin günümüz basın ve yayın<br />

kuruluşları dikkate alındığında, basını yakından ilgilendirdiği anlaşılır. Basın<br />

ve yayın kuruluşlarının büyük bir kısmını elinde bulunduran kişilerin, basın<br />

dışı sektörlerde de iş yaptıkları dikkate alındığında, diğer faaliyet alanlarında<br />

rakiplerini etkileyen ve kendi firmalarını onların firmaları karşısında avantajlı<br />

hâle getiren yayımlarda bulundukları bir vakadır. Örneğin, kırmızı et işine<br />

girmiş bir basın ve yayın kuruluşu sahibinin, gazetesini ya da sahip olduğu<br />

diğer kitle iletişim araçlarını kullanarak “yediğimiz tavuklar hormonlu” diye bir<br />

haber yapması tavuk tüketimini, dolayısıyla da tavuk fiyatlarını etkileyeceği<br />

ortadadır. Bu hükmün, bu tür faaliyetleri de yasaklaması yerinde olmuştur.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 267. maddesiyle basın ve yayın<br />

yoluyla, “işlemediğini bildiği hâlde”, hakkında soruşturma ve kovuşturma<br />

başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir<br />

kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmek suç sayılmıştır. Eski Ceza<br />

Kanununun 285. maddesinde düzenlenen “iftira” suçu, sadece kovuşturma<br />

makamlarına ihbar ve şikayet yoluyla doğrudan bildirim hâlinde<br />

gerçekleşmekteydi. Bu dönemde iftira suçunun basın ve yayın yoluyla<br />

işlenebilen bir suç olarak öngörülmemesi, doktrin tarafından eleştirilen bir<br />

710 “Müstehcenlik” kavramı çalışmamızın birinci bölümünde detaylı olarak incelenmiştir. Bkz.<br />

s.71 vd.<br />

206


konuydu 711 . Gazetede yer alan bir haber nedeniyle Cumhuriyet savcısının<br />

kamu adına harekete geçmesi ve masum bir vatandaş hakkında ceza<br />

kovuşturması başlatması sıklıkla karşılaşılan bir durumdu. Ancak bu gibi<br />

hâlleri eski Türk Ceza Kanununun 285. maddesine göre, cezalandırmak<br />

mümkün değildi. Çünkü, gazetede yer alan bir yazı dolayısıyla savcılığın<br />

kovuşturma açması, ihbar veya şikâyet yetkili mercie doğrudan<br />

yapılmadığından iftira suçunu oluşturmamaktaydı 712 . 5237 sayılı Türk Ceza<br />

Kanunu, basın ve yayın yoluyla, “işlemediğini bildiği hâlde”, bir kişi hakkında<br />

soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî yaptırım uygulanmasını<br />

sağlamak için hukuka aykırı fiili isnat etmeyi de iftira suçu olarak<br />

nitelendirmiştir. “iftira” suçunun basın ve yayın yoluyla işlenebileceğinin de<br />

madde metnine konulması önemlidir 713 . Herhangi bir basın ve yayın<br />

organında yer alan yalan bir haberle bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat<br />

edildiği taktirde, mağdur Basın Kanunundan kaynaklı cevap ve düzeltme<br />

hakkını kullanabileceği gibi, yalan haberi yapan hakkında bu madde hükmü<br />

de uygulanabilecektir.<br />

Basını ilgilendiren bir başka hüküm 277. maddede yer almaktadır.<br />

Bu maddeye göre, bir davanın taraflarından birinin veya bir kaçının veya<br />

sanıkların veya davaya katılanların, mağdurların leh veya aleyhinde, yargı<br />

görevi yapanları her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye<br />

teşebbüs etmek suç sayılmaktadır. Yine aynı Kanunun 288. maddesine göre,<br />

bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle<br />

711 YENİDÜNYA, A. Caner: İftira Suçu (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1997, s.67-68.<br />

712 ARTUK, Mehmet Emin- GÖKÇEN, Ahmet-YENİDÜNYA, A. Caner: 5237 sayılı Kanuna<br />

Göre Hazırlanmış Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yeniden Gözden Geçirilmiş 6. Bası, Turhan<br />

Kitabevi, Ankara, 2005, s.739-740.<br />

713 Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 267 sayı ve 14.04.2005 tarihli “4. Ceza Dairesinin Görevine<br />

Giren Suçlara İlişkin Olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki Kimi Maddeler Hakkında<br />

Öne Sürülen Görüş ve Öneriler” başlıklı yazısında; “iftira suçunun basın, yayın yoluyla<br />

işlenmesi mümkün değildir. Hakaret ve iftira suçu karıştırılmıştır. Basın ve yayın yoluyla<br />

kişilere maddî vakıa isnadında bulunulması eylemleri iftirayı değil, hakaret suçunu oluşturur.”<br />

denilerek aksi bir görüş benimsenmiştir. Ancak, her iftira aynı zamanda hakaret suçunu da<br />

oluşturduğundan, iftira suçu ile hakaret suçu arasında özel bir ilişki vardır. Eylemin hakaret<br />

değil de iftira olarak nitelendirilmesinin nedeni, iftira teşkil eden fiilin mağdurun sadece şeref<br />

ve haysiyetini incitmekle kalmayıp, aynı zamanda onu adlî ya da idarî bir takibata maruz<br />

bırakmasıdır. Nasıl ki, iftira suçu ihbar ve şikâyet yolu ile gerçekleştiğinde hakaret suçu ile<br />

karıştırılmamakta ise, basın ve yayın yoluyla işlendiğinde de karıştırılmayacaktır. ARTUK,<br />

Mehmet Emin- GÖKÇEN, Ahmet-YENİDÜNYA, A. Caner: a.g.e., s.740.<br />

207


sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları<br />

etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunmak suç<br />

sayılmaktadır. Bu maddede Anayasanın 138. maddesinde ifadesini bulan<br />

“yargı bağımsızlığı” ve Anayasanın 28. maddesinde ifadesini bulan “basın<br />

özgürlüğü” birbiriyle çatışmaktadır. Kanun koyucu bu maddeyle basın<br />

özgürlüğü karşısında yargı bağımsızlığına öncelik tanımıştır. Bu hüküm<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin ikinci fıkrasında basın<br />

özgürlüğünün sınırlarından birisi olarak kabul edilen “yargı gücünün otorite ve<br />

tarafsızlığının sağlanması” hükmüyle de uyum içerisindedir. Ancak bu suçun<br />

oluşabilmesi için “özel kast” aranmaktadır. “Etkilemek amacıyla” sözü bunun<br />

ifadesidir.<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 301. maddesine göre,<br />

Türklüğü 714 , Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye<br />

Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî ve emniyet<br />

teşkilatını alenen aşağılamak suçtur. Eski Kanunun 159. maddesinde yer<br />

alan benzer hükümden farklı olarak, suçun oluşması için maddede<br />

sayılanların “tahkir ve tezyif” edilmesi değil, “aşağılanması” yeterlidir.<br />

159. maddeyle hükûmetin ve adliyenin manevî şahsiyetinin alenen<br />

tahkir edilmesi suç sayılmışken, 301. maddede “manevî şahsiye” ifadesine<br />

yer verilmemiş, hükûmetin veya adliyenin alenen aşağılanması yeterli<br />

görülmüştür. Yine, 159. maddenin korumasından yararlanan “bakanlıklar”<br />

301. madde ile koruma dışında bırakılmıştır.<br />

“Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz”<br />

hükmünü içeren maddenin son fıkrasına rağmen, bu madde tek başına<br />

düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü ortadan kaldırabilecek niteliktedir.<br />

Bu hüküm karşısında bir basın yayın organında yer alabilecek herhangi bir<br />

eleştirinin, Türkiye Büyük Millet Meclisini, hükûmeti, askerî veya emniyet<br />

kuvvetlerini aşağıladığı ileri sürülebilir. Çünkü “Aşağılama” kavramı, “tahkir ve<br />

tezyif” kavramından daha geniş ve belirsiz bir kavramdır. “Tahkir ve tezyif”<br />

714 Madde gerekçesinde; Türklük kavramından ne anlaşılması gerektiği şu şekilde ifade<br />

edilmiştir: “...Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere<br />

has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk Milleti<br />

kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları<br />

da kapsar.” Madde gerekçesi için bkz. ÖZGENÇ, İzzet: a.g.e., s.1083.<br />

208


kavramının yerine “aşağılama” kavramının kullanılması sadece bir<br />

Türkçeleştirme problemi değildir. Eğer kanun koyucunun böyle bir amacı<br />

olsaydı 341. maddede de “tahkir” sözcüğünün yerine “aşağılama” sözcüğünü<br />

kullanırdı. Geniş değişikliklere tâbi tutulan yeni Türk Ceza Kanununun 341.<br />

maddesinde yer alan “tahkir” sözcüğünün değiştirilmeden bırakılması da<br />

kanun koyucunun bu niyetini açıkça ortaya koymaktadır.<br />

Değişik kesimlerden bir çok kişi ve hukukçu tarafından eleştirilen<br />

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, içerdiği birçok hüküm dikkate alındığında<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğü ve onun özel bir türü olan basın özgürlüğü<br />

açısından geri bir adım olarak değerlendirilebilir. Yukarıda olumsuz yönde<br />

eleştirdiğimiz hükümlerin dışında Kanunun içerdiği muğlak kavram ve ifadeler<br />

de basın özgürlüğü adına ciddî riskler taşımaktadır. Kanunda kullanılan<br />

“aşağılama”, “Türklük”, “bağımsızlığı zayıflatmak”, “hasmane hareket”, “temel<br />

millî yarar” gibi soyut kavramların ve ifadelerin içeriği siyasî, sosyal ve<br />

ekonomik tercihlere göre değişebilir niteliktedir. Kanun koyucunun mümkün<br />

olduğu kadar kullanmaktan kaçınması gereken bu tür kavram ve ifadeler<br />

haberlerin yorumlanmasını ve eleştiri hakkının kullanılmasını zorlaştırır.<br />

Çünkü bu tür hükümler genellikle, bir tereddüt hâli yaratır; bu hâl ise<br />

özgürlüklerden yararlanmayı engeller ve eleştiri hakkını fiilen daraltmış<br />

olur 715 .<br />

Düşünceyi açıklama özgürlüğü ve basın özgürlüğü adına atılan bir<br />

diğer geri adım da Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişikliklerdir.<br />

c) Terörle Mücadele Kanununda Yapılan Değişiklikler<br />

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, yürürlüğe girdiği 12.04.1991<br />

tarihinden bu yana tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Kanun,<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğüne getirdiği sınırlar, güvenlik güçlerine tanıdığı<br />

geniş yetkiler, getirdiği infaz sistemi ve yargılama yöntemleri ile dikkatleri<br />

üzerine çekmiştir. Bu nedenle de Avrupa Birliği uyum sürecinde hazırlanan<br />

24.03.2001 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye<br />

715 DÖNMEZER, Sulhi:a.g.e., s.178.<br />

209


Ulusal Programı 716 başlığını taşıyan 2001/2129 sayılı Bakanlar Kurulu<br />

kararında, Terörle Mücadele Kanunu değiştirilecek kanunların başında<br />

sayılmıştır.<br />

Ulusal Programın, “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” başlığını taşıyan<br />

bölümünde, ifade özgürlüğünün Avrupa Birliği müktesebatı ile Avrupa Birliği<br />

üyesi ülkelerin uygulamaları ışığında geliştirilmesine önem ve öncelik<br />

verileceği; Anayasa ve diğer mevzuattaki ilgili hükümlerin, Avrupa İnsan<br />

Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi çerçevesinde toprak bütünlüğünün ve<br />

ulusal güvenliğin korunmasını da öngören kriterler ile lâik ve demokratik<br />

Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını ve millî birliği koruma kriterleri temelinde<br />

gözden geçirileceği; bu anlayış doğrultusunda Terörle Mücadele Kanununun<br />

7 ve 8. maddelerinin değiştirilmesinin de planlandığı belirtilmiştir.<br />

12. 04.1991 tarihinde kabul edilen ve aynı gün Resmî Gazete’de<br />

yayımlanarak yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunun özellikle 7 ve 8.<br />

maddeleri, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü önünde yarattığı engeller<br />

nedeniyle uzun süre tartışılmıştır. Bu tartışmalara bir son vermek ve Ulusal<br />

Program çerçevesinde düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü önündeki<br />

engelleri kaldırmak amacıyla önce, “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve<br />

milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü<br />

propaganda” suçunu cezalandıran 8. madde yürürlükten kaldırılmış 717 ; daha<br />

sonra 7. maddenin ikinci fıkrasına “şiddet veya diğer terör yöntemlerine<br />

başvurmayı teşvik edecek şekilde” ifadesi eklenerek 718 madde, Avrupa İnsan<br />

Hakları Mahkemesinin düşünceyi açıklama özgürlüğü için öngördüğü “şiddet<br />

içeren ifadeler yasaklanabilir” ilkesiyle uyumlu hâle getirilmiştir.<br />

11 Eylül 2001 tarihide New York ve Washington eyaletlerinde, 7<br />

Temmuz 1995 tarihinde Londra’da, 11 Mart 2004 tarihinde Madrid’de<br />

gerçekleşen terör saldırıları, Batı’nın teröre 719 ve terörle mücadeleye<br />

716 Resmî Gazete, Tarih: 24.03.2001, Sayı: 24352<br />

717 Resmî Gazete, Tarih: 19.07.2003, Sayı: 25173.<br />

718 Resmî Gazete, Tarih: 07.08.2003, Sayı: 25192.<br />

719 “Terör” sözcüğü, “şaşırtma, ürkütme, yıldırma” anlamına gelen Latince “terrere”<br />

sözcüğünden türetilmiştir. ZAFER, Hamide: Sosyolojik Boyutuyla Terörizm, Beta Yayınları,<br />

İstanbul, 1999, s.1. Bununla birlikte “terör” sözcüğünün uluslararası düzeyde kabul görmüş<br />

ortak bir tanımı yoktur. Bir ülkenin terör olarak nitelediği bir duruma, başkaları şiddet, isyan,<br />

gerile savaşı, bir etnik grubun kurtuluş mücadelesi ya da düşük yoğunlukta savaş<br />

210


yaklaşımını derinden etkilemiştir. Bu saldırıların etkisiyle terörle mücadeleyi<br />

daha etkin bir şekilde yürütmek amacıyla çeşitli ülkelerde peşi sıra yeni<br />

kanunlar kabul edilmiş ya da mevcut kanunlar sertleştirilmiştir. Ülkemizde de<br />

son zamanlarda tırmanan terör olaylarına paralel olarak, güvenlik güçlerinden<br />

gelen talepler doğrultusunda Terörle Mücadele Kanununda değişiklikler<br />

yapılmıştır 720 .<br />

2003 yılında yapılan değişikliklerle düşünceyi açıklama ve basın<br />

özgürlüğü adına elde edilen kazanımlar, bu talepleri karşılamak ve terörle<br />

daha etkin bir mücadele yapmak amacıyla hazırlanan 5532 sayılı Kanunla,<br />

2006 yılında geri alınmıştır.<br />

5532 sayılı Kanunla, “İsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek<br />

kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör<br />

örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev almış<br />

kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayımlayanlar veya bu<br />

yolla kişileri hedef gösterenler... Terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını<br />

basanlar veya yayımlayanlar... Bu Kanunun 14 üncü maddesine aykırı olarak<br />

muhbirlerin hüveyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar...” için ağır para<br />

cezası öngören Terörle Mücadele Kanununun 6. maddesi değiştirmiş ve söz<br />

konusu suçlar için “bir yıldan üç yıla kadar” hapis cezası getirilmiştir. Yine<br />

aynı maddede yapılan değişiklikle, bu suçların basın ve yayın yoluyla<br />

işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak<br />

etmemiş olan sahiplerinin ve yayın sorumlularının da cezalandırılacağı<br />

hükme bağlanmıştır.<br />

diyebilmektedir. TACAR, Pulat Y.: Terör ve Demokrasi, Birinci Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara,<br />

1999, s.30. Bununla birlikte Avrupa Konseyinin 13 Haziran 2002 tarihli Cenevre Kararında<br />

“terör fiilleri” şu şekilde tanımlanmıştır: “Bireylerin hayatını ve fiziksel bütünlüğünü hedef<br />

alan saldırılarda bulunmak, adam kaçırmak ya da rehin almak, ulaşım haberleşme ve altyapı<br />

sistemlerine saldırarak kamu kurumlarına zarar vermek, uçak-gemi ya da her türlü ulaşım<br />

aracını kaçırmak, silâh, patlayıcı madde, nükleer, kimyasal ya da biyolojik silâhların<br />

üretimine, nakledilmesine, satılmasına katkıda bulunmak, tehlikeli maddelerin kullanımını<br />

serbest bırakmak, yangın çıkarmak, sel gibi doğal afetlerin oluşumuna neden olmak, doğal<br />

kaynakları insan hayatını tehdit edecek duruma dönüştürmek, su dağıtımını çökertmek ya da<br />

bu fiillerin herhangi birini yapmakla tehdit etmek.” Kararın İngilizce metnine<br />

(27.<br />

06.2006) internet adresinden ulaşılabilir. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere şiddet terörün<br />

ayrılmaz bir parçasıdır.<br />

720 METİN, Yüksel: “Terörle Mücadele ve İnsan Hakları”, Hukukî Perspektifler Dergisi, Sayı:5,<br />

Aralık 2005, s.118-119.<br />

211


Önceki hâliyle dahi Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi<br />

tarafından mahkûm edilmesine yol açan bu maddedeki suçlar için öngörülen<br />

yaptırımın ağır para cezasından hapis cezasına çevrilmesinin, başarılı ve<br />

sorunsuz bir düzenleme olduğunu söylemek mümkün değildir 721<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin; yetkilerin kötüye kullanılması<br />

durumunda toplumunun, kötüye kullanılan yetkinin içeriği ile birlikte yetkilerini<br />

kötüye kullanan kişilerin isimlerini de bilme hakkı olduğu 722 ve mülakat<br />

yapılan kişinin terör örgütünün lideri olmuş olmasının tek başına ifade<br />

özgürlüğünün sınırlanması için yeterli olmadığı, bir mülakatın bir devlet<br />

politikasına ciddî eleştiriler getiriyor olmasının ve ülkenin bir bölümündeki bir<br />

problemin kaynağı veya sorunları hakkında, tek taraflı bir görüş aktarıyor<br />

olmasının ifade özgürlüğünü sınırlamak için yeterli olmadığı 723 gerekçeleriyle,<br />

maddeye dayanılarak verilen mahkûmiyetleri Sözleşmeye aykırı bulan<br />

kararları ortadayken, bu maddenin söz konusu kararlar doğrultusunda<br />

değiştirilmesi yerine, maddede öngörülen suçlar için yaptırımın ağır para<br />

cezasından hapis cezasına çevrilmesi, Türkiye’nin Ulusal Programla çizdiği<br />

hedefleriyle uyuşmamaktadır.<br />

5532 sayılı Kanunla Terörle Mücadele Kanununun 7. maddesi de<br />

değiştirilmiştir. “Terör örgütünün propagandası”nın 724 yapılmasını suç sayan,<br />

bu maddenin ikinci fıkrası, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü ile<br />

yakından ilgilidir. Bu Kanunla, 2003 yılında yapılan değişiklikle maddeye<br />

eklenen “şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek<br />

şekilde” ifadesinin madde metninden çıkartılarak salt propagandanın<br />

yasaklanması, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü adına atılmış bir geri<br />

adımdır. Ancak, terör örgütünün propagandasını yasaklayan bu hükmün,<br />

721 METİN, Yüksel: a.g.m., s.130.<br />

722 Sürek v. Türkey (No:2), 24122/94, 08.07.1999,§ 39.<br />

723 Sürek and Özdemir v. Türkey, 23927/94-24277/94, 08.07.1999, § 61.<br />

724 Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısında yer alan,<br />

“örgütün amacının propagandası” ifadesinin, gelen yoğun eleştiriler üzerine madde<br />

metninden çıkartılması ise yerinde olmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220.<br />

maddesinin sekizinci fıkrasında da yer alan bu ifade, düşünceyi açıklama ve basın<br />

özgürlüğünü ortadan kaldırabilecek şekilde yorumlanmaya elverişlidir ve terör örgütüyle<br />

hiçbir bağı olmayan ve şiddeti bir yöntem olarak benimsemeyen kişilerin de<br />

cezalandırılmasına olanak sağlar niteliktedir.<br />

212


terörün tanımını yapan Kanunun 1. maddesi 725 ile birlikte düşünüldüğünde,<br />

şiddete veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik etmeyen düşünce<br />

açıklamalarını yasakladığını söylemeye olanak yoktur. Uygulamada aksi bir<br />

anlayışın benimsenmesinin, Avrupa Birliği uyum sürecinde 6. Uyun Paketiyle<br />

2003 yılında yürürlükten kaldırılan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin<br />

ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesiyle uyumlu olmadığı için<br />

Türkiye’nin yüklü tazminat ödemesine sebep olan Terörle Mücadele<br />

Kanununun 8. maddesinin geri getirilmesi anlamına geleceği; böyle bir<br />

durumun ise, ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma<br />

iradesinin sorgulanmasına yol açacağı aşikardır.<br />

Bir yandan terörizmle mücadele ederken, diğer yandan çağdaş<br />

demokratik toplum düzenine ulaşmak için, şiddeti vasıta kılmayan<br />

düşüncelerin açıklanması özgürlüğünü önündeki engeller kaldırılmalıdır. Bu<br />

nedenle hem devletin maddî düzenini korumak hem de düşünceyi açıklama<br />

özgürlüğünü sağlamak ve bu iki değer arasında bir denge kurmak çağdaş<br />

demokratik toplumun amaçlarındandır.<br />

Ulusal ve Uluslararası mahkemelerin hak ve özgürlüklerle ilişkili<br />

olarak yaptıkları denetim esnasında sıkça başvurdukları temel kriterlerin<br />

başında “ölçülülük ilkesi” gelmektedir. Bu ilke özgürlükleri sınırlamada<br />

başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını;<br />

sınırlamada başvurulan aracın, sınırlama amacı açısından gerekli olmasını<br />

ve amaçla aracın ölçüsüz bir oran içinde bulunmamasını ifade eder. Terörle<br />

mücadelede de gözetlenmesi gereken bu ilke hem kanun koyucuya hem de<br />

kanunları uygulayanlara yön göstermelidir. Kanun koyucu Terörle Mücadele<br />

Kanununda değişiklik yaparken, bu değişiklikler hak ve özgürlükleri<br />

sınırlandırıcı nitelikte ise, Anayasa gereği ölçülülük ilkesine uymak<br />

zorundadır. Aynı şekilde bu kanunları uygulayan makamlar, özellikle kolluk<br />

kuvvetleri, kanunların uygulanması esnasında ölçülülük ilkesine aykırı<br />

725 “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit<br />

yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal,<br />

lâik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü<br />

bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini<br />

zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek,<br />

Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte<br />

mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”<br />

213


davranmamalıdır 726 . Bu anlamda basın da kendi üzerine düşen sorumluluğu<br />

yerine getirmeli; haberleri, düşünceleri ve bilgileri teröristlerin amacına<br />

yardımcı olmayacak şekilde sunmalıdır 727 .<br />

726 METİN, Yüksel: a.g.m., s.131-132.<br />

727 TACAR, Pulat Y.: a.g.e., s.249.<br />

214


SONUÇ<br />

Çağdaş özgürlükçü demokrasilerde, gerçek anlamda demokratik<br />

bir devletin tüm toplumsal ve siyasal güçlerin katkısıyla gerçekleşebileceği;<br />

devlet yönetimini elinde bulunduranların, toplumsal ve siyasal güçler<br />

tarafından sürekli olarak denetlenmesiyle sağlıklı bir demokratik düzenin<br />

kurulabileceği kabul edilir. Bu bağlamda özgürlükçü demokrasilerde seçimler,<br />

kuvvetler ayrılığı, yasama ve yürütme organının denetlenmesi, siyasî partiler,<br />

sendikalar, meslek kuruluşları, dernekler ve vakıflar büyük önem<br />

taşımaktadır. Bununla birlikte demokratik bir toplumda, devlet yönetimini<br />

elinde bulunduranların denetlenmesinde en önemli faktör kamuoyudur.<br />

Kamuoyunun gerek oluşmasında, gerekse açıklanmasında en büyük rolü<br />

oynayan ise, -diğer kitle iletişim araçlarıyla birlikte- basındır. Bu anlamda<br />

basın hem, haber, düşünce ve bilgileri yorumlayarak ve değerlendirerek<br />

kamuoyunun oluşmasında etkili olur; hem de, siyasal iktidarı sürekli<br />

gözetleyerek ve eleştirerek özgürlükler için ciddî bir koruma sağlar. Avrupa<br />

İnsan Hakları Mahkemesinin basın için kullandığı “toplumun bekçi köpeği”<br />

ifadesiyle vurgulanmak istenen onun bu fonksiyonudur.<br />

Basının ve diğer kitle iletişim araçlarının, yönetimi elinde<br />

bulunduranları denetlemek dışında eğlendirme, bilgilendirme, kültür sunumu<br />

ve siyasallaştırma gibi fonksiyonları da vardır. Kitle iletişim araçlarının bu<br />

fonksiyonları kullanılarak bireylerin eğlence anlayışının, tüketim<br />

alışkanlıklarının, siyasal tercihlerinin ve değer yargılarının değiştirilmesi<br />

mümkündür. Basının bireyler üzerindeki bu etkisinin fark edilmesi onun<br />

taliplilerinin de değişmesine yol açmıştır. Eskiden daha çok gazetecilerin ve<br />

yazarların ilgi duyduğu ve yatırım yaptığı bu sektör günümüzde büyük oranda<br />

dev şirketlerin faaliyet alanları içerisinde yer almaktadır. Basının yaşadığı bu<br />

dönüşüm onu tarihsel misyonundan da uzaklaştırmıştır. Artık basın,<br />

özgürlükleri koruyan, haksızlıklar karşısında duran ve haksızlık yolsuzluk<br />

yapanları deşifre eden özelliğini yitirmiş yeni sahiplerinin menfaatleri ve<br />

ilişkileri doğrultusunda çalışan istediği haksızlığı gören, istediğini örten bir<br />

silâh haline dönüşmüştür.<br />

215


Basının yaşadığı bu dönüşüm ona verilen özgürlüğün geri alınması<br />

ve yeniden sansürle baskı altına alınmasını haklı gösteremez. Burada<br />

devlete düşen görev basının bir silâh gibi kullanılmasını ve başka değerleri<br />

tehdit eder hâle gelmesini engellenmek, bu bağlamda gerekli yasal<br />

düzenlemeleri yapmak, basın özgürlüğüne tanınan sınırlar aşıldığında<br />

saldırının kaynağının basın olup olmadığına bakılmaksızın gerekli<br />

yaptırımları uygulamak olmalıdır. Ancak bu yapılırken basın özgürlüğü ile<br />

sınırları arasındaki hassas denge korunmalıdır. Tekelleşmeyi önlemek,<br />

basında çoğulculuğu sağlamak ve bu özgürlüğün başka özgürlük ve hakları<br />

yok etmesini önlemek adına bu kuruma ve mensuplarına tanınması gereken<br />

özgürlük alanı yok edilmemelidir. Özellikle ülkemiz gibi demokrasinin tüm<br />

kurumlarıyla tam olarak yerleşmediği ülkelerde bu dengeyi korumak çok<br />

zordur. Nitekim yaklaşık yüz elli yıllık basın tarihimiz, bu dengenin basın<br />

özgürlüğü aleyhine işlediğini gösteren örneklerle doludur.<br />

Türk basın tarihi incelendiğinde, basına tanınan özgürlük alanının<br />

belirlenmesinde, “basın özgürlüğü”nün bir değer olarak kabul edilmesinden<br />

ziyade, siyasal iktidarla basın arasındaki ilişkilerin belirleyici olduğu görülür.<br />

Basının, iktidarla aynı dili konuştuğu dönemlerde özgür olması, iktidarı<br />

eleştirdiği dönemlerde ise özgürlüğünün elinden alınması bu durumu açıkça<br />

ortaya koymaktadır. Bunun en temel nedeni Türkiye’de basının masum bir<br />

kitle iletişim aracı olarak değil, siyasî bir misyonun temsilcisi olarak<br />

algılanmasıdır. Siyasî tarihimizin basın tarihimizle çakıştığı dönemlerde<br />

ortaya çıkan hemen hemen tüm önemli siyasî gelişmelerden sonra, basın<br />

özgürlüğü ile ilgili kanunların değiştirilmesi bu algının bir sonucudur. Tüm<br />

önemli siyasî gelişmelerde basının başat rol oynaması, onun siyasî bir<br />

misyonunun olduğu konusunda bir fikir uyandırsa da, başlangıçta<br />

desteklediği kişileri ya da iktidarları sonradan acımasızca eleştirmesi ve hatta<br />

onların iktidardan uzaklaştırılmalarına yol açması bu fikri tekzip etmektedir.<br />

Elbetteki muhabirleri, yazarları, sahipleri insan olan basının; siyasî, sosyal,<br />

ekonomik ve kültürel olaylar hakkında bir düşüncesi olacaktır. Ancak bu her<br />

zaman olaylara siyasî iktidarla aynı pencereden bakacağı anlamına<br />

gelmemelidir. Her konuda siyasî iktidarla aynı fikri paylaşan bir basının,<br />

216


çağdaş demokrasilerde kendisine verilen en önemli görevlerden biri olan<br />

toplumun ve özgürlüklerin koruyuculuğu görevini hakkıyla yerine getirmesi de<br />

mümkün değildir.<br />

Türkiye’de basın özgürlüğünün Batı standartlarına ulaşabilmesi için<br />

her şeyden önce bu algı değiştirilmeli ve basının da siyasî, sosyal, ekonomik<br />

ve kültürel olaylar hakkında bir düşüncesinin olabileceği; bu düşüncesinin her<br />

zaman siyasî iktidarın düşüncesiyle örtüşmeyebileceği kabul edilmelidir. Bu<br />

algı değişmediği takdirde basın özgürlüğünün sağlanmasına yönelik olarak<br />

yapılacak anayasal ve yasal değişikliklerin hiçbiri kalıcı olmayacaktır. Avrupa<br />

Birliği uyum sürecinde, 1950 tarih ve 5680 sayılı Basın Kanununu yürürlükten<br />

kaldıran, 2004 tarih ve 5187 sayılı Basın Kanunuyla basın özgürlüğü adına<br />

atılan olumlu adımın, 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza<br />

Kanunuyla ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda 2006 yılında yapılan<br />

değişikliklerle geri alınması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.<br />

Basının potansiyel bir suçlu olarak görülmesine yol açan bu<br />

algının, kanunları yorumlayarak özgürlüklerin somut sınırlarını belirleyen<br />

yargıya sirayet etmesi ise, durumun vahametini daha da arttırmaktadır.<br />

Yargının birçok kararında kendisini gösteren bu algı kanun koyucunun<br />

özgürlükler adına atacağı olumlu adımları da boşa çıkarmaktadır. Nitekim,<br />

2002 yılında 765 sayılı eski Türk Ceza Kanununun çok fazla tartışılan ve<br />

birçok gazeteci, yazar ve aydının mahkûmiyetine dayanak oluşturan 312.<br />

maddesinde yapılan olumlu değişiklikler yargıda bu algının yarattığı<br />

önyargıya çarparak anlamsızlaşmıştır.<br />

Yukarıdaki açıklamalar açıkça ortaya koymaktadır ki; basın<br />

özgürlüğü adına yaşanan olumsuzlukların ortadan kaldırılabilmesi ve Batı<br />

standartlarında bir düşünce özgürlüğünün sağlanabilmesi her şeyden önce,<br />

kanun koyucunun basına yönelik olumsuz algısından sıyrılıp bu özgürlüğün<br />

önündeki anayasal ve yasal engellerin kaldırılmasına ve yargının da daha<br />

özgürlükçü bir yorumla kanun koyucunun iradesine uygun olarak soyut<br />

yasaları somut olaylara uygulamasına bağlıdır. Basın özgürlüğünden<br />

yararlananların, neredeyse paranoyaya varan kaygıları ancak, atılacak böyle<br />

bir adımla bertaraf edilebilir ve özgürlük bilincini hızlandırılabilir.<br />

217


KAYNAKÇA<br />

AKAD, Mehmet- DİNÇKOL(VURAL), Bihterin: Genel Kamu Hukuku, Der<br />

Yayınları, İstanbul, 2000.<br />

ALEMDAR, Korkmaz: İstanbul (1875-1964) – Türkiye’de Yayınlanan<br />

Fransızca Bir Gazetenin Tarihi, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi<br />

Yayınları No:117, Ankara, 1978.<br />

ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: “2001 Yılı Anayasa Değişikliklerinin Temel Hak<br />

ve Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında Getirdiği Yeni Boyut”, Anayasa Yargısı,<br />

Anayasa Mahkemesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen<br />

Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002, Anayasa Mahkemesi<br />

Yayını, Ankara, 2002, Cilt: 19, s. 141-176.<br />

Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, Cilt: 19.<br />

ANDERSON, David A.: “Freedom of the Press”, Texax Law Review,<br />

Volume: 80, Number: 3, 2002, s.429-530.<br />

ANDERSON, Stanley V.: “Public Access to Government Files in Sweden”,<br />

The American Journal of Comparative Law, Volume:21, 1973, s.419-473.<br />

ARSLAN, Zühtü: “İfade Özgürlüğünün Sınırlarını Yeniden Düşünmek: ‘Açık<br />

ve Mevcut Tehlike’nin Tehlikeleri”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24,<br />

Ankara, 2001, s.14-22.<br />

ARSLAN, Zühtü: “Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlanması: Anayasanın 13.<br />

Maddesi Üzerine Bazı Düşünceler”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 27,<br />

Ankara 2002, s.19-30.<br />

ARSLAN, Zühtü: ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü,<br />

Liberal Düşünce Topluluğu, Ankara, 2003.<br />

ARTUÇ, Mustafa: 5237 Sayılı Gerekçeli, Karşılaştırmalı, Tablolu Türk Ceza<br />

Kanunu, Kartal Yayınevi, Ankara, 2004.<br />

ARTUK, Mehmet Emin- GÖKÇEN, Ahmet-YENİDÜNYA, A. Caner: 5237<br />

sayılı Kanuna Göre Hazırlanmış Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yeniden<br />

Gözden Geçirilmiş 6. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2005.<br />

ATAAY, Aytekin: Şahıslar Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Yenilenmiş<br />

Üçüncü Bası, İstanbul Üniversitesi Yayınları No:2095, İstanbul, 1978.<br />

BAGDIKIAN, Ben H.: The Media Monopoly, 6. Baskı, Beacon Press, Boston,<br />

Massachusetts, 2000.<br />

218


BALKANLI, Remzi: Mukayeseli Basın ve Propaganda, Resimli Posta<br />

Matbaası, Ankara, 1961.<br />

BARBİER, Frederic- LAVENİR, Catherine Bertho: Diderot’dan İnternete<br />

Medya Tarihi, I. Baskı, Çev. Kerem EKSEN, Okyanus Yayınları, İstanbul,<br />

2001.<br />

BARRY, Norman P.: “Hukukî ve Siyasî Açıdan İfade Hürriyeti”, Çev. Özlem<br />

YILMAZ, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl:7, Sayı:27, Ankara, 2002, s. 5-14.<br />

Basın’80-84, Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayını, Ankara, 1984.<br />

BAYSAL Jale: Müteferrika’dan Birinci Meşrutiyete Kadar Osmanlı Türklerinin<br />

Bastıkları Kitaplar, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi,İstanbul, 1968.<br />

BEKTAŞ, Arsev: Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, Bağlam Yayıncılık,<br />

İstanbul, 1996.<br />

BEYDOĞAN, T. Ayhan: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türk<br />

Hukukunda Siyasî İfade Hürriyeti, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları,<br />

Ankara, 2003.<br />

BRENNAN, David J.: “The Defence of Truth and Defamation Law Reform”,<br />

Monash University Law Review, Volume:20, 1994, s.151-171.<br />

CAN, Osman: “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırla Açısından<br />

Neler Değişti”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24, Anakara, 2001, s.89-<br />

116.<br />

CANATAK, A. Mecit: Muhbir Gazetesinin Sistematik Tahlili, Yüzüncü Yıl<br />

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı,<br />

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 1995.<br />

CARLESON, Edvard: İbrahim Müteferrika Basımevi ve Bastığı İlk Eserler,<br />

Yayına Hazırlayan: Mustafa AKBULUT, Türk Kütüphaneciler Derneği<br />

Yayınları:11, Ankara, 1979.<br />

CARROLL, Thomas F.: “Freedom of Speech and of the Press in War Time<br />

the Espionage Act”, Michigan Law Review, Volume: XVII, No:8, 1919, s.621-<br />

665.<br />

CENTEL, Nur- ZAFER, Hamide- ÇAKMUT, Özlem: Türk Ceza Hukukuna<br />

Giriş, Üçüncü Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2005.<br />

COMPAINE, Benjamin M.- GOMERY Douglas: Who Owns The Media?,<br />

Competition and Concentration in the Mass Media Industry, Third Edition,<br />

Lawrence Erlbaum Associates, Publishers, Mahwah- New Jersey, London,<br />

2000.<br />

219


CROSMAN, Ralph L.: “The Legal and Journalistic Significance of the Trial of<br />

John Peter Zenger”, Rocky Mountain Law Review, Volume:10, 1937-1938,<br />

s.258-268.<br />

ÇAĞLAR, Bakır- ÇAVUŞOĞLU, Naz: “Parti Kapatma Davalarında Mermer-<br />

Mozaik İkilemi”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 1999,<br />

Cilt: 16, s.143-187.<br />

ÇEÇEN, Anıl: İnsan Hakları, Genişletilmiş Üçüncü Basım, Savaş Yayınları,<br />

Ankara, 2000.<br />

ÇETİN, Erol: Açıklamalı-İçtihatlı Basın Hukuku, 2. Baskı, Seçkin Yayınları,<br />

Ankara, 2004.<br />

DANIŞMAN, Ahmet: Basın Özgürlüğünün Sağlanması Önlemleri, Devletin<br />

Basın Karşısındaki Aktif Tutumu, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek<br />

Okulu Yayınları No:1, Ankara, 1982.<br />

DARTAN, Muzaffer: “Türkiye ve Avrupa Birliği İlişkileri ve Gümrük Birliği”,<br />

Tüm Yönleriyle Türkiye- AB İlişkileri, Editörler: Mustafa AYKAÇ - Zeki<br />

PARLAK, Elif Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002, s.93-157.<br />

DAVİDOW, Robert P.- O’BOYLE, Michael: “Obscenity Laws in England And<br />

the United States: A Comparative Analysis”, Nebraska Law Review,<br />

Volume:56, 1977, s.249-288.<br />

DEL RUSSO, Alexander D.: “Freedom of the Press and Defamation:<br />

Attacking the Bastion of New York Times Co. v. Sullivan”, St. Louis University<br />

Law Journal, Volume: 25, 1981-1982, s. 501-541.<br />

DİNÇKOL (VURAL), Bihterin: 1982 Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa<br />

Mahkemesi Kararlarında Laiklik, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1992.<br />

DOCHERTY, Bonnie: “Defamation Law: Positive Jurisprudence”, Harvard<br />

Human Rights Journal, Volume:13, 2000, s.263-287.<br />

DOEHRING, Karl: Genel Devlet Kuramı (Genel Kamu Hukuku), Sistematik<br />

Bir Yaklaşım, Yeniden Düzenlenmiş İkinci Baskısından Çev. Ahmet MUMCU,<br />

İnkılâp Kitabevi, Ankara, 2002.<br />

DOĞAN, İlyas: “Yönetilenlere Katılım Yollarının Kısıtlanması Güçlü Devlet<br />

Anlamına Gelir mi?”, İdari Usul Kanunu Hazırlığı Uluslararası Sempozyumu,<br />

Bildiriler, 17-18 Ocak 1998, Ankara, Kitabı Yayına Hazırlayanlar: Gürol<br />

BANGER- Gürsel ÖZKAN, T.C. Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1998, s.130-<br />

143.<br />

DÖNMEZER, Sulhi: Basın ve Hukuku, Genişletilmiş ve Yeniden Gözden<br />

Geçirilmiş Dördüncü Bası, İstanbul Üniversitesi Yayınları No:2213, İstanbul,<br />

1976.<br />

220


EBÜZİYA, Ziyad: “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe Dili Dışındaki Basını”,<br />

Türkiye’de Yabancı Dilde Basın, İstanbul Üniversitesi Yayınları No:3342,<br />

İstanbul, 1985, s.29-45.<br />

EMERSON, Thomas I.: “The Right of Privacy and Freedom of the Press”,<br />

Harvard Civil Rights-Civil Liberties Law Review, Volume:14, No:2, 1979,<br />

s.329-360.<br />

ERDOĞAN, Mustafa: “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü<br />

Bir Perspektif”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24, Ankara, 2001 s. 8-<br />

13.<br />

ERDOĞAN, Mustafa: Anayasal Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), 2.<br />

Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1997.<br />

ERDOĞAN, Mustafa: Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, Genişletilmiş 2.<br />

baskı, Liberte Yayınları, Ankara 2000.<br />

EREM, Faruk: Türk Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Cilt: IV, Üçüncü Baskı,<br />

Seçkin Kitabevi, Ankara, 1985.<br />

ERSOY, Osman: Türkiye’ye Matbaanın Girişi ve İlk Basılan Eserler, Ankara<br />

Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayımları:129, Ankara, 1959.<br />

ERTUĞ, Hasan Refik: Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, Birinci Cilt,İstanbul<br />

Üniversitesi Yayını No: 1492, İktisat Fakültesi Yayını No:265, Gazetecilik<br />

Enstitüsü Yayını No:12, İstanbul, 1970.<br />

FORKOSCH, Morris D.: “Freedom of the Pres:Croswell’s Case”, Fordham<br />

Law Review, Volume:33, 1964-1965, s.415-448.<br />

GALANTİ, Avram: Türkler ve Yahudiler, Türkçeleştirilmiş Üçüncü Baskı,<br />

Gözlem Yayınları, İstanbul, 1995.<br />

GERÇEK, Selim Nüzhet: Türk Matbaacılığı, Müteferrika Matbaası, İstanbul<br />

Devlet Basımevi, İstanbul, 1939.<br />

GİRİTLİ İNCEOĞLU, Yasemin: Uluslararası Medya, 1. Bası, Beta Yayınları,<br />

İstanbul, 2000.<br />

GİRİTLİ, İsmet: “Türkiye’de Fransızca ve İngilizce Dilinde Yayınlanan<br />

Gazeteler”, Türkiye’de Yabancı Dilde Basın, İstanbul Üniversitesi Yayınları<br />

No:3342, İstanbul, 1985, s.129-135.<br />

GÖKÇE, Birsen: “2001 Yılında Yapılan Anayasa Değişikliklerinin Sosyal<br />

Ekonomik ve Siyasal Yönden Değerlendirilmesi”, Anayasa Yargısı, Anayasa<br />

Mahkemesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen<br />

Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002, Anayasa Mahkemesi<br />

Yayınları, Cilt: 19, s.534-548.<br />

221


GÖKÇEN, Ahmet: Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü (TCK m.<br />

312/2), Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2001.<br />

GÖKÇEN, Ahmet: Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu<br />

Kanunlardaki Ceza Müeyyideleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,<br />

İstanbul, 1987.<br />

GÖLCÜKLÜ, Feyyaz: Haberleşme Hukuku, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi<br />

Yayınları No:292, Ankara, 1970.<br />

GÖZE, Ayferi: Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Genişletilmiş 7. Baskı,<br />

İstanbul, Beta Yayınları, 1995.<br />

GÖZLER, Kemal: “3 Ekim 2001 Tarihli Anayasa Değişikliği:Bir Abesle İştigal<br />

Örneği”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü<br />

Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002,<br />

Anayasa Mahkemesi Yayınları, Cilt: 19, s.326-354.<br />

GÖZLER, Kemal: “Anayasa Değişikliğinin Temel Hak ve Hürriyetlerin<br />

Sınırlandırılması Bakımından Getirdikleri ve Götürdükleri: Anayasanın<br />

13’üncü Maddesinin Yeni Şekli Hakkında Bir İnceleme ”, Ankara Barosu<br />

Dergisi, Sayı:2001/4, Yıl: 59, s.53-67.<br />

GÖZLER, Kemal: Anayasa Değişikliği Gerekli mi? 1982 Anayasası İçin Bir<br />

Savunma, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2001.<br />

GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Birinci Baskı, Ekin<br />

Kitabevi Yayınları, Bursa, 2000.<br />

GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref- GÖLCÜKLÜ, Feyyaz A.: Avrupa İnsan Hakları<br />

Sözlşemesi ve Uygulaması, 11. Ek Protokola Göre Hazırlanıp Genişletilmiş<br />

5. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2004.<br />

GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Anayasa Hukuku, Güncelleştirilmiş 11. Bası,<br />

Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2003.<br />

GÜNEŞ, Bilal: Üniversiteler İçin Bilgisayar, Dos İşletim Sistemi ve Basic<br />

Programlama Dili, Birinci Baskı, Gazi Büro Kitabevi, Ankara, 1998.<br />

GÜZ, Nurettin: Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet ve<br />

1931 Matbuat Kanunu, Gazi Üniversitesi Yayın No.184, Ankara, 1993.<br />

GÜZ, Nurettin: Türkiye’de Basın- İktidar İlişkileri(1920-1927), Gazi<br />

Üniversitesi Yayın No.166, Ankara, 1991 .<br />

HABERMAS, Jürgen: “Siyasal Katılım Kendi Başına Bir Değer mi?”, Çev.<br />

Tanıl BORA, Toplum ve Bilim, Sayı: 27, 1984, s. 37-71.<br />

222


HAFNER, Katie- IYON, Matthew: İnternet Tarihi, Sihirbazların Gecelediği<br />

Yer, Çev. Sinem YAZICIOĞLU, Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2000.<br />

HAKYEMEZ, Yusuf Şevki: Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası,<br />

Seçkin Yayınları, Ankara, 2000.<br />

HALPERN, Harold M.: “Note:Defamation via Television Ad Lib; and Slander<br />

Distinctions”, Buffalo Law Review, Volume:VI, 1956-1957, s.325-328.<br />

HANİOĞLU, M. Şükrü: ”Jön Türk Basını” Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye<br />

Ansiklopedisi, Cilt III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.45.<br />

HANSON, Harold R.: “New York Times v. Sullivan: The Public Official and<br />

the Public Figure”, Albany Law Review, Volume:30, 1966, s.316-325.<br />

HAZLETT, Thomas W.-SOSA, David W.: “Chillling the Internet Lessons<br />

from FCC Regulation of Radio Broadcasting”, Michigan Telecommunications<br />

and Technology Law Review”, Volume:4, 1997-1998, s. 35-68.<br />

HELVACI, Serap: Türk ve İsviçre Hukuklarında Kişilik Hakkını Koruyucu<br />

Davalar (MK md.24/a fıkra I/ İMK md. 28/a fıkra I), Beta Yayınları, İstanbul,<br />

2001.<br />

HOLDSWORTH, W. S.: “Press Control and Copyright in the 16th and 17th<br />

Centuries”, Yale Law Journal, Volume: XXIX, 1919-1920, s.841-858.<br />

HOUDEK, Frank G.: “Constitutional Limitations on Libel Actions: A<br />

Bibliography of New York Times v. Sullivan and its Progeny, 1964-1984”,<br />

(COMM/ENT), Hastings Journal of Communications and Entertainment Law,<br />

Volume:6, 1983-1984, s.447-479.<br />

İÇEL, Kayıhan: Kitle Haberleşme Hukuku, Yenilenmiş Beşinci Bası, Beta<br />

Yayınları, İstanbul, 2001.<br />

İÇİMSOY, Oğuz: “İdari Belgelere Erişim Hakkı: Bilgi Edinme Özgürlüğü<br />

Kanunları”, Bilgi Edinme Özgürlüğü, Yayına Hazırlayanlar: Yaşar TONTA –<br />

Ahmet ÇELİK, Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Merkezi Yayınları:21,<br />

Ankara, 1996, s. 46-54.<br />

İNUĞUR, M. Nuri: Basın ve Yayın Tarihi, 5. Basım, Der Yayınları, İstanbul,<br />

2002.<br />

İSKİT, Server R.: Hususi İlk Türkçe Gazetemiz, Tercüman-ı Ahval ve Agah<br />

Efendi, Ulus Basımevi, Ankara, 1937.<br />

İSKİT, Server R.: Türkiye’de Matbuat Rejimleri, Matbuat Umum Müdürlüğü,<br />

İstanbul, 1939.<br />

İSKİT, Server: Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Başvekâlet Basın<br />

ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınlarından:2, Ankara, 1943.<br />

223


JELLİNEK, Georg: L’Etat modern et son droit, (Traduction française par<br />

Georges Fardis), Paris, M.Giard&E.Briére, 1913.<br />

KABACALI, Alpay: Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü,<br />

Birinci Baskı, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları:29, İstanbul, 1990.<br />

KABOĞLU, İbrahim Ö.: Özgürlükler Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve<br />

Genişletilmiş 6. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2002.<br />

KAPANİ, Münci: Kamu Hürriyetleri, Yedinci Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara,<br />

1993.<br />

KEETON, W. Page: “Defamation and Freedom of the Press”, Texas Law<br />

Review, Volume: 54, 1975-1976, s.1221-1259.<br />

KILIÇOĞLU, Ahmet: “424 Sayılı ‘Basın Özgürlüğü’nü Kısan Kararname”,<br />

Cumhuriyet, 7.06.1990, s.2.<br />

KILIÇOĞLU, Ahmet: Şeref Haysiyet ve Özel Hayata Basın Yoluyla<br />

Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi<br />

Yayınları No:466, Ankara, 1982.<br />

KILKELLY, Ursula: Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı,<br />

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin<br />

Kılavuz, İnsan Hakları El Kitabı, No:1, İlk Baskı, Avrupa Konseyi İnsan<br />

Hakları Genel Müdürlüğü, Council of Europe, 2001, F-67075 Strasbourg<br />

Cedex.<br />

KOÇAK, Cemil: “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Basını”, Tarih ve Toplum,<br />

Cilt:6, Sayı:35, İletişim Yayınları, Kasım 1986, s.29-34.<br />

KOLOĞLU Orhan: “II. Abdülhamid’in Basın Karşısındaki Açmazı”, Tanzimat’tan<br />

Cumhuriyete, Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul,<br />

1985, s.82-84.<br />

KOLOĞLU, Orhan: İlk Gazete İlk Polemik: Vakayi-i Mısriye’nin Öyküsü ve<br />

Takvim-i Vakayi ile Tartışması, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Ankara, 1989.<br />

KOLOĞLU, Orhan: Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, Pozitif Yayınları,<br />

İstanbul, 2006.<br />

KUDRET, Cevdet: Abdülhamit Devrinde Sansür, Birinci Baskı, Milliyet<br />

Yayınları, Ankara, 1977.<br />

KUTTEN, Joseph: “Radio Defamation-Libel or Slander”, Washington<br />

University Law Quarterly, Volume: XXIII, 1937-1938, s.262-270.<br />

LUNDSGAARDE, Henry P.: “Privacy: An Antropological Perspective on the<br />

Right to be Let Alone”, Houston Law Review, Volume: 8, 1970-1971, s.858-<br />

875.<br />

224


MCKAIG, Dianne Louise: “Public İnterest as a Limitation of the Right to<br />

Privacy”, Kentucky Law Journal, Volume:41, 1952-1953, s.126-133.<br />

METİN, Yüksel: “Terörle Mücadele ve İnsan Hakları”, Hukukî Perspektifler<br />

Dergisi, Sayı:5, Aralık 2005, s. 118-132.<br />

METİN, Yüksel: Ölçülülük İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku<br />

İncelemesi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002.<br />

Meydan Larousse, Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, Meydan Yayınları, Cilt:<br />

10.<br />

MILL, John Stuart: Hürriyet (Essay on Liberty), Çev. Osman DOSTEL, İkinci<br />

Basılış, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1963.<br />

MILLER, Arthur: Cadı Kazanı, Milli Eğitim Basımevi, Çev. Sabahattin<br />

EYÜBOĞLU ve Vedat GÜNYOL, Millî Eğitim Bakanlığı Modern Tiyatro<br />

Eserleri Serisi:87, İstanbul, 1962.<br />

MILLER, Mark Crispin: “What’s Wrong With This Picture?”, The Nation, 7<br />

January 2002, (24.04.2005), s.1-2.<br />

MILLS, Robert W.: “Radio, Television and the Right of Privacy, Journal of<br />

Broadcasting, Volume: 13, 1968-1969, No:1, s.51-62.<br />

NICHOLSON, Marlene Arnold: “Mclibel: A Case Study in English<br />

Defamation Law”, Wisconsin Internatioanal Law Journal, Volume:18, 2000,<br />

s.1-144.<br />

NİŞANYAN, Sevan: Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçenin Etimolojik<br />

Sözlüğü, Gözden Geçirilmiş 2. Basım, Adam Yayınları, İstanbul, 2004.<br />

OPPENHEIMER, Walter D.: “Television and the Right of Privacy”, Journal of<br />

Broadcasting, Volume:1, 1956-1957, s.194-201.<br />

ÖZBUDUN, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı,<br />

Yetkin Yayınları, Ankara, 1998.<br />

ÖZDEMİR, Sadi: Medya Emperyalizmi ve Küreselleşme, Timaş Yayınları,<br />

İstanbul, 1998.<br />

ÖZEK, Çetin: 141-142, Ararat Yayınevi, İstanbul, 1968.<br />

ÖZEK, Çetin: Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına, 1. Baskı, Alfa<br />

Yayınları, İstanbul, 1999.<br />

ÖZEK, Çetin: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İstanbul Ü. Yayınları No.<br />

1795, İstanbul 1972.<br />

225


ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 2381,<br />

İstanbul, 1978.<br />

ÖZEL, Sibel: Uluslararası Alanda Medya ve İnternette Kişilik Hakkının<br />

Korunması, Seçkin Yayınları, Anakara, 2004.<br />

ÖZEN, Muharrem: Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, US-A Yayıncılık,<br />

Ankara, 1998.<br />

ÖZER, Attila: Gerekçeli ve 1961 Anayasası ile Mukayeseli 1982 Anayasası,<br />

İkinci Baskı, Lazer Ofset, Ankara, 1996.<br />

ÖZGENÇ, İzzet- ŞAHİN, Cumhur: Uygulamalı Ceza Hukuku, Gözden<br />

Geçirilmiş ve Genişletilmiş 3. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001.<br />

ÖZGENÇ, İzzet: Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Genel Hükümler, Seçkin<br />

Yayınları, Ankara, 2005.<br />

ÖZHAN, Hacı Ali-ÖZİPEK, Bekir Berat: Yargıtay Kararlarında İfade<br />

Hürriyeti, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003.<br />

ÖZİPEK, Bekir Berat: Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, Liberal<br />

Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003.<br />

ÖZSUNAY, Ergun: Gerçek Kişilerin Hukukî Durumu, İstanbul Üniversitesi<br />

Yayınları No:2610, İstanbul, 1979.<br />

ÖZTAN, Bilge: Medenî Hukukun Temel Kavramları, 3. Bası, Turhan Kitabevi<br />

Hukuk Yayınları, Ankara, 1998.<br />

ÖZTAN, Bilge: Şahsın Hukuku, Hakiki Şahıslar, 10. Bası, Turhan Kitabevi<br />

Hukuk Yayınları, Ankara, 2001.<br />

ÖZTÜRK, Bahri: “Türk Ceza Kanunu Öntasarısı ve Hayatın Gizli Alanına ve<br />

Özel Hayata Karşı Suçlar”, Manisa Barosu Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 22, Temmuz<br />

1987, s.32-59.<br />

ÖZTÜRK, Bahri-ERDEM, Mustafa R.-ÖZBEK, Veli Ö.: Ceza Hukuku, Genel<br />

Hükümler ve Özel Hükümler(Kişilere ve Mala Karşı Suçlar), TCK Tasarısı’na<br />

Göre Gözden Geçirilmiş ve Yasadaki Değişiklikler İşlenmiş 3. Bası, Turhan<br />

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2004.<br />

RAMONET, Ignacio: Medyanın Zorbalığı, Çev. Aykut DERMAN, Om<br />

Yayınları, İstanbul, 2000.<br />

ROBERTSON, A.H.- MERRILLS, J.G.:Human Rights in Europe a Study of<br />

the European Convention on Human Rights, Third Edition, Manchester<br />

University Press, 1993.<br />

226


SADURSKI, Wojciech: İfade Özgürlüğü ve Sınırları, Çev. M. Bahattin<br />

SEÇİLMİŞOĞLU, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2002.<br />

SAĞLAM, Fazıl: “2001 Yılı Anayasa Değişikliğinin Yaratabileceği Bazı<br />

Sorunlar ve Bunların Çözüm Olanakları”, Anayasa Yargısı, Anayasa<br />

Mahkemesi’nin 40. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen<br />

Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2002, Anayasa Mahkemesi<br />

Yayını, Ankara, 2002, Cilt: 19, s.288-310.<br />

SAĞLAM, Fazıl: Temel Hakların Sınırlanması ve Özü, Ankara Üniversitesi<br />

Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları:506, Ankara, 1982.<br />

SANCAR, Mithat: “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, İletişim Yayınları,<br />

İstanbul, 2000.<br />

SANCAR, Türkan Yalçın: “Türk Ceza Kanunu’nun 159. ve 312.<br />

Maddelerinde Yapılan Değişikliklerin Anlamı”, Ankara Üniversitesi Hukuk<br />

Fakültesi Dergisi, Cilt: 52, Sayı: 1, Ankara, 2003, s. 89-99.<br />

SCHAUER, Frederick: İfade Özgürlüğü, Felsefî Bir İnceleme, Çev. M.<br />

Bahattin SEÇİLMİŞOĞLU, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara,<br />

2002.<br />

SERTEL, Zekeriya: Hatırladıklarım, 3. Baskı, Gözlem Yayıncılık, İstanbul,<br />

1977.<br />

SEZER, Duygu: Kamu Oyu ve Dış Politika, Ankara Üniversitesi Siyasal<br />

Bilgiler Fakültesi Yayınları No:339, Ankara, 1972.<br />

SHİENTAG, Bernard L.: “From Seditious Libel to Freedom of the Press”,<br />

Brooklyn Law Review, Volume: XI, Number:2, 1942, s.125-154.<br />

SOYASLAN, Doğan: Ceza Hukuku Özel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 5.<br />

Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005.<br />

SOYSAL, Mümtaz: “Temel Nitelikleriyle 1961 ve 1982<br />

Anayasaları(Karşılaştırmalı)”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını,<br />

Ankara, 1984, Cilt: 1, s.9-20.<br />

SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Dokuzuncu Baskı,<br />

Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1992.<br />

SOYSAL, Mümtaz: Anayasaya Giriş, Genişletilerek İkinci Yayınlanış, Ankara<br />

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:271, Ankara, 1969.<br />

SÖZÜER, Adem: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, 1. Baskı, Alfa<br />

Yayınları, İstanbul, 1996.<br />

SUNAY, Reyhan: Anayasa Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti, Birinci<br />

Basım, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003.<br />

227


SUNAY, Reyhan: Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade<br />

Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları,<br />

Ankara, 2001.<br />

ŞEN, Ersan: Devlet ve Kitle İletişim Araçları Karşısında Özel Hayatın Gizliliği<br />

ve Korunması, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1996.<br />

TACAR, Pulat Y.: Terör ve Demokrasi, Birinci Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara,<br />

1999<br />

TANÖR, Bülent-YÜZBAŞIOĞLU, Necmi: 1982 Anayasasına Göre Türk<br />

Anayasa Hukuku, 6. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2004.<br />

TEZİÇ, Erdoğan: “Türkiye’de Siyasal Düşünce ve Örgütlenme Özgürlüğü”,<br />

Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 1990, Cilt: 7, s.29-46.<br />

TEZİÇ, Erdoğan: Anayasa Hukuku, Yedinci Bası, Beta Yayınları, İstanbul,<br />

2001.<br />

TOKGÖZ, Oya: Temel Gazetecilik, 5. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2003.<br />

TOPUZ, Hıfzı: II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Birinci Basım,<br />

Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.<br />

TRAGER, Robert- DİCKERSON, Dona L.: Freedom of Expression in the 21<br />

st Century, Pine Forge Press , California, 1999.<br />

TUNCAY, Mete: T.C.’nde Tek- Partili Yönetim’in Kurulması (1923-1931), 2.<br />

Basım, Cem Yayınları, İstanbul, 1989.<br />

TURHAN, Mehmet: “Gazeteler ve Bayram” (Bir Anayasa Mahkemesi<br />

Kararının Düşündürdükleri), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi<br />

Dergisi, Ocak-Aralık 1993, Cilt: 48, No:1-4, s.197-208.<br />

Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, 10. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları:549,<br />

Ankara, 2005.<br />

TÜTENGİL, Cavit Orhan: “Yeni Osmanlılar”dan Bu Yana İngiltere’de Türk<br />

Gazeteciliği (1867-1967), İstanbul Üniversitesi Yayınlarından No:1395,<br />

İstanbul, 1969.<br />

Uluslararası Hukukçular Birliği Türkiye Raporu 1971-1973, Çev.:İnce<br />

PEHLİVAN, İstanbul, 1973.<br />

USLUATA, Ayseli: İletişim, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İletişim Yayınları, İstanbul,<br />

[tarih yok].<br />

UYGUN, Oktay: 1982 Anayasası’nda Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel<br />

Rejimi, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1992.<br />

228


UYGUN, Oktay: Demokrasinin Tarihsel, Felsefi ve Ahlaki Boyutları, İnkılâp<br />

Kitabevi, İstanbul, 2003.<br />

ÜZELTÜRK, Sultan: 1982 Anayasası ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine<br />

Göre Özel Hayatın Gizliliği Hakkı, 1. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2004.<br />

VAN DER BERG, John: “Should There be a Crime of Defamation?”, South<br />

African Law Journal, Volume:106, 1989, s.276-291.<br />

VICK, Douglas W.-MACPHERSON, Linda: “Anglicizing Defamation Law in<br />

the European Union”, Virginia Journal of International Law, Volume:36, 1995-<br />

1996, s.933-999.<br />

WARREN, Samuel D.- BRANDEIS, Louis D.: “The Right to Privacy”,<br />

Harvard Law Review, Volume: IV, No: 5, 1980, s.193-220.<br />

WOLFSON, Nicholas: “Eroticism, Obscenity, Pornography and Free<br />

Speech”, Brooklyn Law Review, Volume:60, 1994-1995, s.1037-1067.<br />

WORKMAN, Russell D.: “Balancing the Right to Privacy and the First<br />

Amendment”, Houston Law Review, Volume:29, 1992, s.1059-1089.<br />

YALMAN, Ahmet Emin: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt<br />

4(1945-1970), Rey Yayınları, İstanbul, 1970.<br />

YALVAÇ, Gürsel: Yeni Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınları, Ankara, 2004,<br />

s.398-399.<br />

YANCHUKOVA, Elena: “Criminal Defamation and Insult Law:An<br />

İnfringement on the Freedom of Expression in European and Post-<br />

Communist Jurisdiction”, Columbia Journal of Transnational Law, Volume:<br />

41, 2002-2003, s. 861-894.<br />

YAZICI, Nesimi: Takvim-i Vekayi – Belgeler, Gazi Üniversitesi Yayın No: 32,<br />

Ankara, 1983.<br />

YENİDÜNYA, A. Caner: İftira Suçu (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1997.<br />

YOKUŞ, Sevtap: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve 1982<br />

Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yayınları,<br />

Ankara, 2002.<br />

YÜRÜŞEN, Melih: “Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında Düşünmek”,<br />

Liberal Düşünce Topluluğu Dergisi Yıl:6, Sayı:24, Ankara 2001, Liberal<br />

Düşünce Topluluğu, s.23-40.<br />

YÜZBAŞIOĞLU, Nemci: Türk Anayasa Yargısında Anayasallık Bloku,<br />

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1993.<br />

229


ZABUNOĞLU, Yahya Kâzım: (Bir Hukuk ve Siyasal Bilim Problemi Olarak)<br />

Devlet Kudretinin Sınırlandırılması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi<br />

Yayınları No:185, Ankara, 1963.<br />

ZAFER, Hamide: Sosyolojik Boyutuyla Terörizm, Beta Yayınları, İstanbul,<br />

1999.<br />

ZELEZNY, John D.: Communications Law, Liberties, Restraints, and the<br />

Modern Media, Second Edition, Wadsworth Publishing Company, Belmont,<br />

1997<br />

ZEVKLİLER, Aydın- ACABEY, M.Beşir- GÖKYAYLA, K.Emre: Medeni<br />

Hukuk, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Baskı, Seçkin Yayınları,<br />

Ankara, 2000.<br />

ZILLIOĞLU, Merih: İletişim Bilgisi, 8. Baskı, Anadolu Üniversitesi Yayın No:<br />

739, Eskişehir, 2003.<br />

230


ÖZET<br />

Basın özgürlüğü genel olarak, haberlerin, düşüncelerin, yorumların,<br />

tahlillerin, eleştirilerin serbestçe basılması, yayımlanması ve dağıtılması<br />

olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda basın özgürlüğü; haberlere ve<br />

düşüncelere ulaşmak, haberleri ve düşünceleri yorumlamak, analiz<br />

edebilmek ve eleştirebilmek, haberleri ve düşünceleri basabilmek ve<br />

dağıtabilmek haklarını içerir.<br />

Diğer tüm özgürlükler gibi düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve<br />

onun özel bir türünü oluşturan basın özgürlüğünün de birtakım sınırları vardır.<br />

Bunlar: “Başkalarının şöhret ve haklarının korunması”, “devletin ve toplumun<br />

korunması” ve “ahlâkın korunması” olmak üzere üç kategori altında<br />

toplanabilir.<br />

Basın özgürlüğü Türkiye’de, yukarıda belirtilen sınırların ötesinde<br />

yakın zamanlara kadar ciddî Anayasal ve yasal engellerle karşı karşıyaydı.<br />

Ancak Avrupa Birliği uyum sürecinde gerçekleştirilen Anayasal ve yasal<br />

değişiklikler bu özgürlüğün alanını kısmen de olsa genişletmiştir. Bu anlamda<br />

5187 sayılı Basın Kanunu olumlu bir örnektir. Ancak Basın Kanunu ile elde<br />

edilen kazanımlar yaklaşık bir yıl sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Ceza<br />

Kanunu ve 18.07.2006 tarihinde değiştirilen 3713 sayılı Terörle Mücadele<br />

Kanunu ile geri alınmıştır. Bununla birlikte hâlen devam eden Avrupa Birliği<br />

uyum sürecinde genel olarak özgürlükler adına, özel olarak ise basın<br />

özgürlüğü adına olumlu gelişmeler yaşanmaktadır.<br />

Ancak özgürlükler adına sağlanan bu olumlu gelişmelerin<br />

düşünceyi açıklama özgürlüğüne bir rahatlık ve genişleme sağlayıp<br />

sağlamayacağını yargı pratiği belirleyecektir. Bu anlamda yargıya düşen en<br />

önemli görev, daha özgürlükçü bir yorumla, insanımızın neredeyse<br />

paranoyaya varan kaygılarını bertaraf etmektir. Yargının atacağı bu adım<br />

hem özgürlük bilincini hızlandıracak, hem de Batı standartlarında bir düşünce<br />

özgürlüğünün sağlanması yolunu açacaktır.<br />

231


SUMMARY<br />

In general, freedom of press is defined as printing, publishing and<br />

distributing news, thoughts, comments, analysis and critics freely. Within this<br />

regard, freedom of press includes reaching news and thoughts and being<br />

able to comment, analyze and criticize, print and distribute them.<br />

Like all other freedoms, freedom of expression and freedom of<br />

press as a special branch of freedom of expression have some limits. These<br />

limits can be defined under three categories as “protection of reputation and<br />

rights of other people”, “safeguarding state and society” and “protection of<br />

public morals”. In Turkey, until recent years, freedom of press has confronted<br />

with serious constitutional and legal hindrances beyond the limits mentioned<br />

above. However, the Constutional and legal amendments realized in the<br />

process of harmonization with the European Union have expanded the area<br />

of this freedom even partially. Press Law no. 5187 is an example of it.<br />

However, acquisitions obtained with the Press Law have been taken back<br />

with the new Penal Code no. 5237 which has become in force after one year<br />

of the Press Law and with the Anti-Terrorism Law no. 3713 amended on<br />

18.07.2006. In spite of this fact, within the ongoing process of harmonization<br />

with the European Union, some developments have occurred in the field of<br />

freedoms in general and freedom of press in particular.<br />

However, it will be the practice of judiciary which will define if<br />

these developments realized in the name of freedoms can provide relief and<br />

enlargement to the freedom of expression. In this respect, the most important<br />

task of judiciary is removing the anxiety of our people which is sometimes<br />

close to paranoia with a more libertarian interpretation. This stance of<br />

judiciary will both accelarate development of the conscious of freedom and<br />

pave the way for the provision of freedom of expression in Western<br />

standarts.<br />

232

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!