07.06.2013 Views

Özveri Dergisi İslam ve Yaşlılık Sorunu

Özveri Dergisi İslam ve Yaşlılık Sorunu

Özveri Dergisi İslam ve Yaşlılık Sorunu

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Öz<strong>ve</strong>ri</strong> <strong>Dergisi</strong><br />

<strong>İslam</strong> <strong>ve</strong> <strong>Yaşlılık</strong> <strong>Sorunu</strong><br />

Prof. Dr. Faruk BEŞER<br />

Sakarya Üni<strong>ve</strong>rsitesi İlahiyat Fakültesi<br />

A.Yaşlılığın tanımıyla ilgili değerlendirmeler<br />

B.Problemin Halihazırdaki Durumu,<br />

C.Yaşlılığın Anlamı<br />

D.Semavi Dinlerin Yaşlılığa <strong>ve</strong> Yaşlılara Bakışı:<br />

a.Kitab-ı Mukaddes’te yaşlılık.<br />

E.<strong>İslam</strong>’ın yaşlılığa Bakışı<br />

a.Genel olarak<br />

b.Bireysel Görevler Açısından <strong>Yaşlılık</strong><br />

c.Aile Anlayışı <strong>ve</strong> yaşlılar<br />

d.Akrabalık İlişkileri <strong>ve</strong> Yaşlılar<br />

e.Toplumun Görevleri Açısından Yaşlılar<br />

f.Devletin Görevleri Açısından yaşlılar<br />

F.Sonuç<br />

A.Yaşlılığın tanımıyla ilgili değerlendirmeler<br />

Günümüzde yaşlılık denince akla bir tek oluş gelmez. Kronolojik, biyolojik, fizyolojik, fonksiyonel <strong>ve</strong> duygusal<br />

yaşlılıklardan sözedilir. Ya da daha kategorik bir bakışla yaşlılık, kronolojik <strong>ve</strong> biyolojik olmak üzere ikiye ayrılır.<br />

Birincisi ile belli bir yıl yaşamış olma, ikincisi ile ise insan bedenin doğal olarak fonksiyonlarını kaybetmeye<br />

başlaması kastedilir. Hangisi olursa olsun, günümüzde yaşlılığa dair yazılanlarda ortak olan özellik, yaşlılığın<br />

bütünüyle olumsuz bir durum/risk olarak görülmesidir. Çünkü, hangi çeşidiyle olursa olsun yaşlanma, yaşlının<br />

kendisi için gittikçe artan dünya nimetlerinden artık yeterince yararlanamaması, yakınları <strong>ve</strong> devlet için ise safi<br />

ekonomik zarar demektir. Oysa modern bilim <strong>ve</strong> teknolojinin; hayatı çok kolaylaştırdığı, akla hayale gelmedik<br />

nimetlerle donatarak yaşamaya değer kıldığı kabul edilir.<br />

B.Problemin halihazırdaki durumu,<br />

Denebilir ki, modernitenin en büyük handikabı, insanların hala yaşlanmaya devam ediyor olmaları <strong>ve</strong> buna<br />

henüz bir çare bulunamamış olmasıdır. Oluşmasına kendisinin de katkıda bulduğu gelişmelerden <strong>ve</strong><br />

nimetlerden bir gün yararlanamaz hale gelmek, insan için cehenneme denk bir akıbet olsa gerektir. Böylece<br />

modernizm cennetini dünyada kurmaya çalışırken, cehennemini de yine adeta burada <strong>ve</strong> kendi elleriyle<br />

kurmaktadır. Parası, evi, maddi imkanları bulunmasına rağmen insanın ahir ömründe tek başına kalması,<br />

yaşlılar yurdunda ardiyeye atılmış bir nesne haline gelmesi, ya da evinde yapayalnız yaşarken yine tek başına<br />

ölmesi <strong>ve</strong> ancak, kokusu komşularını rahatsız edince kendisinden haberdar olunup, bir naylona sarılarak<br />

götürülmesi, insan için en korkunç son <strong>ve</strong> modernizmin de en büyük günahı <strong>ve</strong> en sevimsiz yüzü olsa gerektir.<br />

Bu gün gelişmiş ülkelerde yaşlılar için gereken her türlü maddi imkan hazırlanmıştır <strong>ve</strong> daha da<br />

hazırlanmaktadır. Yaşlılara özel arabalar, yol kenarlarında <strong>ve</strong> binalarda yumuşak platformlar, özel tuvaletler,<br />

fizik imkanlarla donatılmış bakımevleri <strong>ve</strong> benzeri her şey. Bunlar bir yönüyle elbette takdire şayan hizmetlerdir.<br />

Ancak bu hizmetlerde bile modernizmin doğurduğu aşırı bireyciliğin izlerini görmek mümkündür. Çünkü bunların<br />

hepsinin anlamı, nihayet yaşlıya, “al sana her şey, kendin pişir kendin ye <strong>ve</strong> bize fazla yük olma” demekten<br />

ibarettir. Oysa yaşlı için planlanmış özel bir asansörden çok daha iyisi, onu ayağa kaldıramasa dahi, elinden<br />

tutan sıcak bir insan elidir. Buna karşılık mevcut medeniyetin yüzü yaşlılara karşı çok soğuktur <strong>ve</strong> kahredicidir.<br />

Çünkü yaşlı olmayanlar onların gözü önünde <strong>ve</strong> onların oluşturduğu imkanlarla hayatlarını yaşamaktadırlar.<br />

Onların kazandıklarını, kendilerine hiç saygı duymayan başkaları yemektedir. Bakımevlerinde işi gereği onlarla<br />

ilgilenen hizmetliler ise bu moral ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktırlar.<br />

Yaşlılara ya da sakatlara hizmet <strong>ve</strong>ren araç <strong>ve</strong> gereçler artmakta <strong>ve</strong> her geçen gün gelişmektedir. Hatta<br />

yaşlılarla ilgili yeni bilim dalları ortaya çıkmaktadır. Ancak yaşlılar da her geçen gün bunlara daha muhtaç hale<br />

gelmektedirler. İnsanın <strong>ve</strong> onun oluşturacağı manevi atmosferin yerine fiziki araç <strong>ve</strong> gereçler ikame<br />

edilmektedir. Ama insanî ilginin yerini hiçbir şey alacak gibi gözükmemektedir.<br />

Modern <strong>ve</strong> rasyonel/hesabî medeniyetin nimetlerinden daha çok yararlanabilmek için, insanların aile<br />

meşgalelerinden <strong>ve</strong> çocuk bakmanın sıkıntılarından uzak kalmaları da elbette daha rasyonel/hesabi olacaktır.


Modern nimetlerin arttığı ülkelerde doğum oranındaki düşme eğilimi de artmaktadır <strong>ve</strong> bunun böyle sürmesi<br />

halinde doğal olarak yaşlı nüfusun oranı da yükselmektedir. Bundan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür:<br />

Bolluk <strong>ve</strong> refahın artması, insan neslinin tükenmesini sonuç <strong>ve</strong>rmektedir. Öte yandan doğum <strong>ve</strong> ölüm<br />

hızlarındaki azalmalar da yaşlı nüfusun oranını artırmaktadır. “Kırsaldan kentlere süren göçler yaşlının<br />

statüsünü değiştirmekte, kentteki teknoloji, toplumsal yapı, kültürel değerlerin farklılığı <strong>ve</strong> hareketlilik, yaşlıyı<br />

modası geçmiş <strong>ve</strong> eskimiş yapmaktadır.” Bu durum toplumdaki değerlerin de değişmesine yol açmakta, bunun<br />

doğal sonucu olarak da yaşlı-genç çatışması oluşmakta <strong>ve</strong> kuşaklar arasındaki iletişim gittikçe zayıflamaktadır.<br />

Zaten geçmişi referans kabul etmeyen modernizmin yaşlılara değer <strong>ve</strong>rmesi bir çelişki olurdu.<br />

Diğer yönden modern bilim ortalama ömrün uzamasına çalışırken, modernizm ise yaşlıları yalnızlığa itiyor <strong>ve</strong><br />

paradoksal bir sonuç ortaya çıkıyor. Yapılan araştırmalar günümüzde yaşlıların başta gelen problemlerinin<br />

şunlar olduğunu gösteriyor:<br />

1.Psikolojik Problemler: içine kapanma, yalnızlık hissi, ölümden <strong>ve</strong> gelecekten korkma.<br />

2.Sağlık Problemleri: bedensel güçlerin azalması, hastalıkların artması, zihinsel güçlerin gerilemesi.<br />

3.Ekonomik problemler: maddi gelirin <strong>ve</strong> gücün azalması, sağlık harcamalarına duyulan ihtiyaç.<br />

Yaşlılığın ıstıraplarını azaltmanın bir yolu olarak bu gün pek çok insanî tedbirlerin yanında, ötenazi gibi çareler<br />

de gündeme gelmiş <strong>ve</strong> Hollanda gibi bazı ülkelerde, halkın çoğunluğunun tepkisine rağmen, uygulamaya<br />

konmuş bulunmaktadır. İnsanlar tarafından kabul görmesi için bunun adına “şefkat ölümü” diyenler de vardır.<br />

Hollanda’dan sonra, 2002 Eylül ayından itibaren ötenaziyi cezalandırmayan ikinci ülke Belçika olmuştur. Bunun<br />

bir bakıma benzeri olan bir uygulama da, hayatından ümit kesilen yaşlılara ilaç <strong>ve</strong>rilmemesi <strong>ve</strong> uygulanmakta<br />

olan tedavinin sonlandırılmasıdır.<br />

C.Yaşlılığın Anlamı<br />

Günümüzde gelişmişlik kavramı çok yönlü <strong>ve</strong> yeniden ele alınmalıdır. Gerçek anlamdaki bir gelişme, doğal<br />

olanla çatışmayan, onunla at başı giden gelişmedir. Bütüncül bir dünya görüşü, insanın ömrünü her safhasıyla<br />

<strong>ve</strong> asıl olarak ele almalıdır. Yaşlanmak doğal bir olgudur. Ama modern akıl bunun önüne geçilmesinin mümkün<br />

olmadığını kabul etme eğiliminde gözükmediği gibi, insan ömrünün doğal aşamalarından biri olduğunu da kabul<br />

eder gibi gözükmüyor.<br />

Oysa mikro kozmozdan makro kozmoza kadar her şeyde yaşlanmaya benzer bir süreç gözlemleniyor. Bir<br />

günlük zaman diliminde sabahın erken saatleriyle bir doğuş, kuşlukla bir gençlik, öğlede bir olgunluk <strong>ve</strong><br />

durulma, ikindilerde bir tezgah kapatma hazırlığı, akşamla yuvaya dönüş <strong>ve</strong> nihayet gece ile bu sürecin<br />

kapatılması <strong>ve</strong> yarın için istirahata çekilme yaşayan insanoğlu, aynı süreci bunun bir büyütülmüş haliyle ilk<br />

bahar, yaz, son bahar <strong>ve</strong> kış oluşumlarıyla da yaşamaktadır. Ardından bunun da bir büyütülmüş hali olan<br />

çocukluk, gençlik, olgunluk <strong>ve</strong> yaşlılık halleri gelir. Nereye kadar gittiğini bilmediğimiz galaksiler aleminde bu<br />

durum devam etmekte <strong>ve</strong> bilinen en geniş güneş sisteminin zamanına göre dünyamızda yaşayan bir insanın<br />

ömrü ortalama 8 saniyedir. Bunların da ötesindeki devri daim ise elbette bilinen bu gezegenlerle ilgili olan aynı<br />

safhaların sona ermesiyle olacaktır. Zaman da muhtemelen bu belirtilerin bizde oluşturduğu yanılsamadan<br />

ibarettir. Bunun böyle olduğunu anlamak da yine son derece rasyonel sayılmalıdır. Çünkü çarşambanın gelişi<br />

perşembeden bellidir. Ondan sonra zaman yanılsamasının ortadan kalkacağı <strong>ve</strong> artık bu devri daimin<br />

olmayacağı bir hayat beklenebilir. İşte yaşlılığın ortadan kalkması da ancak o zaman mümkün olabilecektir.<br />

Çok ilginçtir ki, insan ömrüyle ilgili olan süreçte bebeklik <strong>ve</strong> yaşlılık gibi iki acizlik dönemi bulunur. Bebeklik<br />

dönemi yaşlılığa göre daha muhtaç <strong>ve</strong> daha aciz olunan bir safhadır ama insanların bebeğe olan ihtimamları,<br />

yaşlıya olan ihtimamlarından çok daha fazla <strong>ve</strong> çok daha içtendir. Bu elbette bir yönüyle insanın doğasını<br />

yansıtır ama aynı zamanda onun doğasındaki bencilliğe de işaret eder. Çünkü insanın çocuktan beklentileri<br />

vardır, buna karşılık yaşlılık ise rasyonel olarak safi zarardır. Ama bu noktada dini akıl devreye girebilirse<br />

yaşlılığın da başka bir doğumun başlangıcı olduğu anlaşılabilir <strong>ve</strong> ondan sonraki beklentilerin de bu süreçler<br />

arasındaki geometrik büyümeye paralel faydalar getirebileceği anlaşılabilir. O zaman çocuğa karşı duyulan<br />

doğal <strong>ve</strong> duygusal ilgi, yaşlıya karşı iman <strong>ve</strong> dinî akılla oluşacak ilgiye, hatta sevgiye dönüşebilir.<br />

“İnsan peşin olanı ister” <strong>ve</strong> onun rasyonalitesi en nihayet insan ömrünü baz alır. Oysa burada bile şöyle bir akıl<br />

yürütme yapılabilir: İnsanoğlu en keyifli ömrünü bebeklikte yaşar. En güzel giysileri orada giyer. En güzel<br />

gıdaları orada tüketir. Zira, anne sütünden daha yararlı bir gıda henüz üretilmiş değildir. En fazla ihtimamı yine<br />

orada görür. Demek ki, bütün bunlar onun aklının, bilgisinin <strong>ve</strong> gücünün ürünü değillerdir. Sonra ayaklarının<br />

üzerine durmaya başladığı andan itibaren sıkıntıları da başlar. Nihayet bedensel gücü artar, bilgisi çoğalır,<br />

tecrübesi gelişir, dünyayı <strong>ve</strong> yaşamayı öğrenir <strong>ve</strong> artık anlayarak yaşama <strong>ve</strong> yaşadığının keyfine varma zamanı<br />

gelir ama bunların beraberinde çok ilginç bir gelişme daha gerçekleşmektedir: Yaşlanmak <strong>ve</strong> akıl, bilgi, tecrübe<br />

<strong>ve</strong> muhakeme gücünün artmasıyla ne yapacağını çok iyi öğrendiği dünyayı artık yaşayamaz <strong>ve</strong> ondan zevk<br />

alamaz hale gelmek. İşte bu varoluşsal gerçek bile aslında dünyanın, bütün güzelliklerin tüketileceği bir yer<br />

olmadığını göstermektedir. Öyleyse bütüncül bir felsefe, insanoğlunu sadece kabre kadar götürüp, oradan geri


dönen bir anlayış olmamalıdır. Bu sadece dinî aklın bir öngörüsü değil, saf ya da salt aklın da bir kabulüdür.<br />

Ancak “Hep peşin olanı isteyen insanın” bundan ötesini bekleme sabrı da yoktur. Çünkü “insan çok aceleci bir<br />

varlıktır”. Bunun bir anlamı da elbette, bu noktada duyguların akla galebe çalmasıdır. İşte bundan öte artık dinî<br />

aklın devreye girmesi zorunludur <strong>ve</strong> bunun böyle olduğunu salt akıl da bulabilir.<br />

D.Semavi Dinlerin Yaşlılığa <strong>ve</strong> Yaşlılara Bakışı:<br />

Semavî dinler insanı, uzun ömrüne göre bütüncül olarak düşündükleri için, onun sadece dünyadaki çıkarlarını<br />

bildirmekle yetinmemiş, onu daha sonrasına hazırlamayı hedeflemişledir. İhtiyarlık bir tükenme olmadığı gibi,<br />

ölüm de bir yokolma değildir. Aksine ihtiyarlık, dünyaya bakan bir yönüyle dahi bir bilgi <strong>ve</strong> tecrübe birikimidir. Bu<br />

sebeple yaşlılığı bir bitiş olarak gören modern sosyal gü<strong>ve</strong>nlik anlayışı yaşlılar için bu yönüyle bir ıstıraptır.<br />

İnsanın gücü azalabilir, bedeni bazı işlevlerini yapamaz hale gelebilir, başka insanlara muhtaç olabilir, ama<br />

bütün bu olumsuzluklarla beraber insan hep ileriye bakabilirse, her takvim bitişiyle, sona biraz daha yaklaşmış<br />

olma endişesinden de kurtulabilir. Bu sebeple yaşlılığı herkes için belli bir yerden başlatmak, iki açıdan<br />

sakıncalı olsa gerektir: 1.İnsan bu sebeple psikolojik olarak kendini güçsüz sayar, her geçen gün bitmekte<br />

olduğunu düşünür. 2.Herkes aynı yaşta ihtiyarlamaz. Bazı insanlar 50 yaşlarında iş göremez hale gelirken,<br />

bazıları 80 yaşında tezgahın başında çalışıyor olabilirler.<br />

Yapılan istatistikler günümüz insanının ihtiyarlıkta korktuğu şeyleri şöyle sıralıyor: 1.Ölüm 2.Güçsüz düşmek<br />

3.Terkedilmişlik. 4.Bunama.<br />

Oysa dindar bir insanın bunların en az ikisinden hiç korkmaması, diğer ikisini ise mesele edecek kadar büyük<br />

görmemesi mümkündür. Onun için ölüm bir yok oluş değildir, aksine dünya sıkıntılarından kurtulma <strong>ve</strong> bu sıkıcı<br />

imtihan yerini terk etme <strong>ve</strong> hakedişlerini almanın başlangıcıdır. Güçsüz düşme, kaçınılmaz bir son olmakla<br />

beraber, böyle bir ömre dek imanla ulaşmanın manevi avantajları da vardır. Bunama ise, dini bütün insanlarda,<br />

diğerlerine göre daha az görülen bir hastalıktır. Çünkü bunamanın sebeplerinden birisi de, sözü edilen<br />

durumlardan korkudur.<br />

a.Kitab-ı Mukaddes’te yaşlılık.<br />

Her üç semavi dinin asılları da aynı olduğu için, insan ömrünü öbür alem merkezli <strong>ve</strong> bir bütün olarak görmede,<br />

yaşlanmanın bir bitiş değil, bilgi <strong>ve</strong> tecrübe birikimi olduğuna işaret etmede, farklı tonlarda da olsa, aileye vurgu<br />

yapmada hepsi aynı yolu izlerler.<br />

İncil ihtiyarlığın birikim <strong>ve</strong> tecrübe dönemi olduğuna vurgu yapar. Gerçi burada sanki ihtiyarlığın da yine ihtiyar<br />

olmayanlara yarayan bir hazine olması öne çıkarılır <strong>ve</strong> yine gençlerin yararı söz konusu edilir gibidir. Bunda da<br />

tabiatıyla gizli bir dünyevileşme eğiliminden söz edilebilir. Bununla birlikte yaşlılara, bir insan olarak ihtimam<br />

gösterilmesini söyleyen İncil ayetleri de vardır. Yaşlılar da saygın bir yaşam sürmelidirler.<br />

Tevrat’ta yaşlılara <strong>ve</strong> yaşlılığa İncil’e göre daha çok atıf bulunmaktadır. Yaşlıların bilgeliğine, deneyimlerine<br />

ağırlıklı olarak vurgu yapılırken, onlara ihtimam gösterilmesine de aynı derecede dikkat çekilir <strong>ve</strong> görünen o ki,<br />

Tevrat’taki yaşlı, İncil’deki yaşlıdan hem daha bilge bir kişiliğe, hem da daha saygın bir konuma sahiptir.<br />

E.<strong>İslam</strong>’ın yaşlılığa Bakışı<br />

a.Genel olarak<br />

Kur'ân-ı Kerim’de insanın yaradılışı safhalarına sık sık işret edilir <strong>ve</strong> yaşlılık dönemini ifade etmek için “şeyh”<br />

(çoğ. Şuyûh) kelimesi kullanılır. ‘Şeyh’, sadece yaşlı demek değildir; o aynı zamanda saygın, bilge <strong>ve</strong> örnek<br />

insandır. İnsanoğlu önce zayıf <strong>ve</strong> muhtaç bir varlık olarak dünyaya gelir, ardından güçlü bir yaşa, sonra tekrar<br />

güçsüz bir döneme ulaştırılır. Ondan sonra da bu süreç devam edecektir. <strong>Yaşlılık</strong>, bir şeyhûhet/bilgelik dönemi<br />

olmakla beraber, yaşlı insan gerekli ihtimamı görmezse ömrün en rezili <strong>ve</strong> bilgili iken, hiçbir şey bilmez hale<br />

gelme dönemi de olabilir. Ama bu durumu anlatan kelime yaşlının kendisinden çok, ona bakması gerekenleri<br />

muhatap alır <strong>ve</strong> ilgilerini tahrik eder özelliktedir. Çocukların ebe<strong>ve</strong>ynlerine iyi bakmaları <strong>ve</strong> kırıcı<br />

davranmamaları, onların Allah’a şirk koşmamanın hemen ardından gelen yükümlülükleridir. Bunun tevazu <strong>ve</strong><br />

onlar için hayır dualarla da sürdürülmesi gerekir. Bu talep sıralamasında hukukî, ahlakî <strong>ve</strong> dinî yaptırımların her<br />

üçüne birden işaret bulunduğu açıktır. Ebe<strong>ve</strong>yn hangi inanca mensup olursa olsun, bu ihtimam onların hakkıdır.<br />

Ne var ki, onlar da çocuklarını Allah’a şirk koşmaya zorlayamazlar.<br />

İnsanı güçsüz bırakması bakımından menfi yönü olan bir olgu olmakla beraber ihtiyarlık, <strong>İslam</strong>’da her yönüyle<br />

bir tehlike/risk olarak görülmez. Olumsuz görülmesi, bireyi güçsüz <strong>ve</strong> dolayısıyla da kendine <strong>ve</strong> ailesine<br />

bakamaz hale getirebilme özelliğinden dolayıdır. Bunların yanında yaşlılık bir düşünme <strong>ve</strong> kendine gelme<br />

imkanıdır. Eğer insanların hayatlarında yaşlılık bulunmasaydı <strong>ve</strong> hayatlarının sonuna kadar hep genç<br />

kalsalardı, hatalarının muhasebesini yapmayı düşünemeyebilirlerdi. Bu yönüyle yaşlılık, ebedi hayat olan öbür<br />

aleme bir hazırlık <strong>ve</strong> toparlanma imkanı sayılmaya değer. <strong>İslam</strong> bilirken bilemez hale gelme /bunama safhasını


“ömrün en perişanı” olarak sayarken, aynı zamanda bu safhaya ulaşan insanların kazanma şanslarını<br />

sürdürebilme imkanlarının devam ettiğini de bildirir: “İnsan ömrün en perişanına ulaşıp, bilirken bilmez hale<br />

gelince, Allah onun önceden yaptığı hayırlarını yazmaya devam eder, ama yaptığı kötülükleri bağışlar” “Hayırlı<br />

insan, ömrü uzun <strong>ve</strong> eylemleri güzel olan insandır. Ama kötü insan da ömrü uzun olduğu halde eylemleri kötü<br />

olan insandır.” “<strong>Yaşlılık</strong>tan ağaran saç müslüman insanın yüzündeki nurdur. Artık kim nur istemiyorsa onları<br />

yolsun”<br />

Oysa modern sosyal siyaset anlayışında yaşlılık safi bir sosyal risktir <strong>ve</strong> iyi tarafı hiç yoktur. Konunun bu<br />

yönüne daha önce değinmiştik. Burada ele alacağımız şey ise sadece olumsuz tarafı ele alındığında İslâm’ın<br />

yaşlılık olayını hesaba katması, çaresiz bırakmaması, ahlakî <strong>ve</strong> dini yaptırımlara sahip tedbirler yanında, hukukî<br />

yaptırımlarla da problemi halletmeyi hedeflemesidir.<br />

Kurânı Kerim Arapça olmasına rağmen o, Arapça’da yaşlılık <strong>ve</strong> yaşlı insan için kullanılan “Heram” <strong>ve</strong> “Herim”<br />

kelimelerinin köküne <strong>ve</strong> türevlerine yer <strong>ve</strong>rmez. Buna karşılık iş göremez kadar yaşlanmış insanlardan dört ayrı<br />

yerde “şeyh” kelimesiyle söz eder. Bunun sebebi şu olabilir: Etimolojik açıdan “heram” kelimesinde, zayıflık,<br />

güçsüzlük <strong>ve</strong> iktidarsızlık anlamı vardır ki, insanları bu vasıfla vasıflamak, taltif yerine horlayıcı <strong>ve</strong> kırıcı bir ifade<br />

biçimidir. “Şeyh” kelimesi ise hürmeti, tecrübeyi, görmüş geçirmişliği, bilgeliği <strong>ve</strong> marifeti akla getirir ki, diğerinin<br />

aksine bunun tazim <strong>ve</strong> ilgiyi anlattığı açıktır. Bununla beraber yaşlılığın bir ileri devresi vardır ki, kişi orada<br />

manevî ihtiyacı olan saygı <strong>ve</strong> ilgi görmeyi dahi düşünemeyecek <strong>ve</strong> öncelikle fiziki ihtiyaçlarının giderilmesi<br />

gereken bir konumdadır.<br />

Hadislerde tehlike olarak gösterilen yaşlılık da işte bu, ömrün en perişan anı olsa gerektir. Bir hadiste: “insanı<br />

hezeyana düşüren <strong>ve</strong> bunaklaştıran ihtiyarlık” tehlikesine dikkat çekilir <strong>ve</strong> bu gelmezden öce insanların<br />

bizzat kendileri bir şeyler yapmaya çağrılır. Zaten söz konusu ayetlerde de bu dönem için, “bilirken bilmez<br />

hale gelme” yani bunama, açıkça zikredilir. Şu halde <strong>İslam</strong>’da bu dönemin tehlike, hem de önemli bir tehlike<br />

olarak görüldüğü açıktır.<br />

Hz. Peygamber’in hadisleri, Kur'ân-ı Kerim’deki temel prensipleri açar <strong>ve</strong> işin pratiğini gösterir:<br />

Biz onun Allah’a sığındığı konulardan birinin ihtiyarlık/heram olduğunu biliyoruz.<br />

Ebe<strong>ve</strong>yni, ya da onlardan biri çocuklarının yanında ihtiyarlık dönemlerine ulaşır da, çocukları onlar sebebiyle<br />

cenneti kazanamazlarsa çok kötü bir kayıp yaşamış olurlar. Küçüklerine şefkat <strong>ve</strong> sevgi, büyüklerine saygı<br />

göstermeyenler <strong>İslam</strong> ahlakı üzere değillerdir. Malından babasının kendisine sormadan aldığını Hz.<br />

Peygamber’e şikayet eden birisine o: “ısrar etme! Çünkü sen de, senin malın da babanındır” uyarısında<br />

bulunmuştur. Annesini sırtına alarak Kâbe’yi tavaf ettiren bir genç, Hz. Peygamber’e, bu yaptığımla onun<br />

hakkını ödeyebildim mi diye sorduğunda: “Hayır, asla! Hatta o sana hamile iken karnında onu tekmenle bir kez<br />

rahatsız edişinin hakkını bile ödemiş olamazsın” cevabını <strong>ve</strong>rmiştir. Benzer soruyu bir genç Hz. Ömer’e de<br />

sormuştur: “Annem yatalak. O beni küçükken taşıdığı gibi, şimdi ben de onu sırtımda taşıyorum, hatta<br />

tuvaletine <strong>ve</strong> benzeri ihtiyaçlarına sırtımda götürüyorum, hakkını ödemiş olur muyum?” Hz. Ömer şu cevabı<br />

<strong>ve</strong>rmiştir: “Hayır! Çünkü o seni taşırken senin için uzun bir ömür arzuluyordu, sen ise onun bu gün yarın<br />

ölmesini bekliyorsun”. Hz. Peygamber şöyle söylemiştir: “Genç bir insan yaşlı birisine ihtimam gösterirse,<br />

yaşlandığında Allah da ona ihtimam gösterecek birisini nasip eder”<br />

<strong>İslam</strong>’da yaşlılara ihtimam gösterecek olanlar sadece onların çocukları değildir. Bu ihtimam halkaları insanın<br />

doğasına konan karabet motivi ile en yakından uzaklara doğru açılarak devam eder. Son halka devletin<br />

kucaklayıcılığıdır. Kişinin kendi çocuklarının ardından “yakın akrabası” gelir. Çünkü insanın çocuğu hiç<br />

bulunmayabilir, bulunsa da imkanları açısından bu ihtimamı gösteremeyecek durumda olabilir, ya da bunu<br />

ahlaki yetersizliği sebebiyle gösteremeyebilir. Yakın akrabanın ardından uzak akraba <strong>ve</strong> onun ardından da<br />

komşular gelir. Komşu komşusundan sorumludur. “Komşusu açken tok sabahlayan <strong>İslam</strong> ahlakı üzere değildir”.<br />

Bu ihtimam kaynaklarının hepsi elbette hukuki yaptırıma sahip değildir <strong>ve</strong> yaşlıların bakımı da sadece ahlaki <strong>ve</strong><br />

vicdani yaptırımlara bırakılamayacak kadar önemlidir. Ama tek başına hukuki düzenleme <strong>ve</strong> yaptırımların da<br />

buna kafi gelmediği bu günün açık bir gerçeğidir. Bu sebeple olacak ki, benzeri pek çok konuda olduğu gibi bu<br />

konuda da <strong>İslam</strong>’ın her iki saikı birden devreye soktuğu anlaşılmaktadır. Hatta ahlaki <strong>ve</strong> dini saikları ayrı ayrı<br />

kabul edecek olursak <strong>İslam</strong>’ın hukuku, ahlakı (vicdanı) <strong>ve</strong> dini inancı birer saik olarak kabul ettiği çok açıkça<br />

görülür. Ayrıca bu kabil şeylerde bir tek yaptırıma gü<strong>ve</strong>nmektense, pek çok yönü bulunan insanoğlu için, bu<br />

yönlere hitap eden bütün yaptırımları devreye sokmak en akıllıca davranış olsa gerektir. Dinî, vicdanî <strong>ve</strong> ahlakî<br />

yaptırımların her birerlerinin, meselenin halli için birkaç puan katkıda bulunması problemi epeyce kolaylaştırır <strong>ve</strong><br />

hukuka çok az bir iş kalmış olur.<br />

e.Bireysel Görevler Açısından <strong>Yaşlılık</strong><br />

<strong>İslam</strong>’da asıl olan kişinin kendisine yeterli olması <strong>ve</strong> başkalarına yük olmamasıdır. İnsanoğlu Rabbine<br />

kavuşuncaya dek didinmek üzere yaratılmıştır. Herkes için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Bu durum<br />

ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong> çocuklar açısından böyle olduğu gibi, devlet <strong>ve</strong> bireyler açısından da böyledir. Bir <strong>İslam</strong> ülkesinde


hukukun buyrukları farz, yasakları haram diye isimlenirken, bireyin hukukun karışmadığı ahlak alanında da<br />

farzlar <strong>ve</strong> yasaklar vardır <strong>ve</strong> ahlaki alandaki farzlar <strong>ve</strong> haramlar hukuki alandakilerden daha az önemli değildir.<br />

Beslenme ile ilgili özel alana hukuk karışmaz, ama <strong>İslam</strong>’ın sigara, alkol <strong>ve</strong> zararlı maddeleri alınmasını<br />

yasakladığı bilinmektedir. Yiyecek <strong>ve</strong> içeceklerle ilgili düzenlemeler yaşlılar için sağlık açısından<br />

azımsanmayacak bir avantaj doğurur <strong>ve</strong> yaşlılığın toplam yükünü birkaç puan düşürebilir. Çünkü sağlıklı olanla<br />

olmayan, ihtimama aynı derecede gereksinim duymaz. Tedavi olmak <strong>ve</strong> beden sağlığına dikkat etmek aynı<br />

zamanda dini bir emirdir. Bütün Müslümanların şu hususlulara dikkatleri çekilir: “Beş şeyden önce beş şeyi<br />

fırsat bilin: Ölümden önce hayatı, hastalanmadan önce sağlığı, meşgul olmadan önce boş zamanı,<br />

ihtiyarlamadan önce gençliği, muhtaç düşmeden önce zenginliği”<br />

Dua, ibadet, şükür, kadere rıza, te<strong>ve</strong>kkül gibi ahlaki değerlerle yetişen insanın, olaylardan <strong>ve</strong> risklerden<br />

etkilenmesi diğerleri gibi olmayacaktır.<br />

Bu ek desteklere, <strong>İslam</strong>’ın evliliğe bakışını dahi ekleyebiliriz. Evlilik kutsal yönü bulunan bir kurumdur, bir<br />

ibadettir <strong>ve</strong> kişinin Allah huzuruna evli olarak gitmesi çok daha güzeldir. Evliliğin tabii amacı, nesli sürdürmek<br />

olmakla beraber, Kur'ân-ı Kerim’de asıl vurgu yapılan yönü, onun sükun, sevgi <strong>ve</strong> şefkat üreten bir kaynak<br />

oluşudur. Bu özelliklerle birlikte sadakat, evliliği sürmesinin en önemli etkenidir. Yaşlılığın yüklerini hafifleten en<br />

etkili unsurun böyle bir hayat arkadaşı olduğunu düşünürsek, evlilik anlayışının yaşlılık problemine etkisini çok<br />

daha rahat anlayabiliriz. Hatta diyebiliriz ki, bu ila<strong>ve</strong> kurumlar sebebiyle bu gün Türk yaşlısı, bütün maddi<br />

imkansızlıklara <strong>ve</strong> sosyal gü<strong>ve</strong>nceden mahrumiyetine rağmen, batılı hemcinslerinden çok daha şanslı<br />

konumdadır. Cennetin kapısı görülerek saygı <strong>ve</strong> sevgi ortamında içilen sıcak bir çorba, bütün maddi imkanlara<br />

rağmen, köpeğin sadakatine sığınmaktan çok daha iyi olsa gerektir.<br />

c.Aile Anlayışı <strong>ve</strong> Yaşlılar<br />

İster hukuki olsun, isterse vicdani <strong>ve</strong> dini olsun, yaşlılara gösterilecek ihtimamın mekanı <strong>ve</strong> sağlıklı olarak<br />

uygulanabileceği yer öncelikle ailedir. Bu sebeple aile güçlendirilmeden yaşlılara tam anlamıyla ihtimam<br />

gösterilmesi mümkün gözükmemektedir. Dini duyarlılık olmadan da ailenin güçlendirilemeyeceği anlaşılmış<br />

olmalıdır. Çünkü aile, bireyler arasında bir bakıma manevi bir hiyerarşinin bulunmasını <strong>ve</strong> onların bu hiyerarşi<br />

içerisinde birbirlerine karşı sorumlu olmalarını gerektirir. Aşırı bireycilik ise herkesi herkesten bağımsız bir varlık<br />

haline getirmektedir. Ebe<strong>ve</strong>ynin çocuğa göre nispi bir üstünlüğünün bulunduğunu söyleyen sadece dindir.<br />

Manevi bir arka plan <strong>ve</strong>rilmeden ailenin devamlı olamadığı da bir gerçektir. Aile adeta Allah’ın temsil edildiği bir<br />

yuvadır. Bu özelliğiyle ailenin, hukuk kurallarının düzenleyemeyeceği kadar aşkın bir yönü de vardı. Bu sebeple<br />

<strong>İslam</strong> geleneğinde aileyi düzenleyen kurallar öncelikle ahlak kurallarıdır <strong>ve</strong> onların pörsüdüğü yerde ancak<br />

hukuk devreye girer. Sevginin, şefkatin <strong>ve</strong> sükunun yaşanarak öğrenilebileceği yegane okul da ailedir. Böyle bir<br />

ailede eşler sadece cinsellik saikıyla bir araya gelmiş değillerdir. Bu sebeple de cinsel işlevselliğin bitmesiyle de<br />

beraberlik sona ermez.<br />

Dinî-ahlaki değerler üzerine kurulan bir ailede, ebe<strong>ve</strong>yn yaşlanınca “moruk” olmaz, “bal nene” ya da “büyük<br />

baba” olur. Karı kocanın bağımsız bir evleri olabilir, tercih edilen de budur, ancak “aile” kurumu doğal olarak<br />

öncelikle karı-kocadan oluşurken, ikinci halkada kocanın <strong>ve</strong> daha sonra da kadının ebe<strong>ve</strong>ynini de içine alır.<br />

Kadının ebe<strong>ve</strong>yninin ikinci derecede olması görecelidir <strong>ve</strong> onlar da kendi erkek çocuklarına göre birinci<br />

derecededirler. Böylece yeni nesil büyük baba <strong>ve</strong> büyük annenin deneyimlerinden yararlanırken, onlar da<br />

muhtaç olmadıkça çocuklarına yük olmazlar <strong>ve</strong> kendi ayakları üzerine dururlar.<br />

Yaşlılar için böyle bir şans kendi çocukları dışındaki yakınlarıyla da, hatta hiç yakını olmayan tanıdıkları <strong>ve</strong><br />

komşularıyla da vardır. Ne var ki, bu şans merkezden uzaklaştıkça azalan <strong>ve</strong> daha zayıf hale gelen yaptırımlara<br />

sahiptir. Ama yine de dindar olmayan toplumlara göre vardır. Çünkü bir insana, bir yaşlıya bakma,<br />

azımsanmayacak dini <strong>ve</strong> vicdani yaptırımlara sahiptir. Az da olsa bunu kabullenecek aileler bulunabilir. Bu<br />

kabulde dindar birisi için sevap kazanma duygusu ila<strong>ve</strong> bir etkiye sahip olacaktır. Bununla birlikte devlet, huzur<br />

evlerinde her bir yaşlı için harcadığı meblağın çok daha azını böyle ailelere <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> bunu madden de teşvik<br />

ederse, bu iş için önemli bir mesafe kat edilmiş olur, kimsesiz yaşlılar da aile ortamında yaşama şansı<br />

yakalamış olurlar. Yaşlılara aile ortamını kazandırmanın muhtemelen daha kestirme bir yolu bile bulunabilir <strong>ve</strong><br />

bu harcamayı onları kendi evlerinde bakmak isteyen gönüllülere <strong>ve</strong>rmek suretiyle ayrıca istihdam sahası da<br />

açmış olur. Zaten yaşlılarla ilgili olarak yapılması gereken her şeyi üstlenen üniter kurumların olmasını<br />

beklememek gerekir. Farklı ihtiyaçları karşılama misyonu bulunan kurumlar birbirlerini tamamlarlar <strong>ve</strong> böylece<br />

asıl olan hukuki kurumlara çok az bir yük kalmış olur.<br />

Böyle bir aile anlayışının mimariye <strong>ve</strong> özellikle de ev düzenine yansımaması da mümkün değildir. Ancak<br />

yüzyıllardır <strong>İslam</strong> medeniyeti özgünlüğünü yitirmiş <strong>ve</strong> kimlik oluşturmada katkısı bulunan kültür <strong>ve</strong> sanattaki bu<br />

detayları fark edemez hale gelmiştir. Böyle bir anlayışa göre hazırlanacak ev planında pek ala, temel ihtiyaçları<br />

karşılayacak donanımda bir ebe<strong>ve</strong>yn odası bulunabilir. Bakıma muhtaç hale gelen yaşlılar böylelikle sürekli aile<br />

ortamının manevi havasını yaşayabilme şansını yakalarlar. Ama daha önce de değindiğimiz gibi, bunu hukuki<br />

düzenlemeler <strong>ve</strong> tek başına vicdan başaramaz.


d.Akrabalık İlişkileri <strong>ve</strong> Yaşlılar<br />

Kur'ân-ı Kerim anne baba hukuku üzerinde ısrarla durur. Bunu anlatan naslara daha önce işaret ettik. Bununla<br />

birlikte en yakından en uzağına kadar akrabanın insanlar üzerinde hakkı vardır <strong>ve</strong> insanoğlunun yakınlarına<br />

ilgisi doğal dürtülerle de desteklenmiştir. Rahim (akrabalık) ilişkilerini koparanlara cennet haram olur. Allah’ın<br />

kurulmasını istediği ilişkileri kesenler fasıktırlar. Kişinin babasının dostu olanlar dahi, sırf bu dostluğun<br />

korunması adına onun ilgisine layıktırlar.<br />

e.Toplumun Görevleri Açısından Yaşlılar<br />

<strong>İslam</strong>’da yaşlılık riskinin hafifleticileri bireysel tedbirlerden başlamak üzere, ailevi, toplumsal <strong>ve</strong> devletin<br />

görevleri olarak devam eder. Yaşlı, kendi yakını olmayanlardan da saygı görmelidir. “Müslüman bir yaşlıya<br />

ikramda bulunmak, Allah’ı yüce bilmenin bir belirtisidir.” “Küçüklerine şefkat, büyüklerine saygı göstermeyenler<br />

<strong>İslam</strong> milletinden olamazlar”<br />

<strong>İslam</strong> birbirinin mahremi olmayan kadın <strong>ve</strong> erkeğin ten temaslarını <strong>ve</strong> buna bağlı olarak tokalaşmalarını<br />

yasaklarken, bazı görüşlere göre yaşlıları bundan istisna eder. En önemli ibadeti olan namazın tam <strong>ve</strong> kâmil<br />

ifasının, onun cemaatle kılınması olduğu bilinmektedir. Cemaate imamlık/önderlik edecek kişi bunun için en<br />

el<strong>ve</strong>rişli/en ehil kişi olmalıdır. Ehliyeti belirleyen özelliklerin başında bilginin <strong>ve</strong> yapacağı işe muktedir olmanın<br />

geldiği açıktır. Ancak bu öncelikli özelliklerde eşit olanlarda aranacak ila<strong>ve</strong> özellik yaşlılıktır. Bu hiyerarşik<br />

belirlemede hem tecrübeye, hem de yaşlılığa bir değer atfedilmiş olduğu bellidir. Karşılaştıklarında<br />

müslümanların birbirlerine esenlik duası olarak selam <strong>ve</strong>rmeleri dini <strong>ve</strong> ahlaki bir görevdir <strong>ve</strong> selam <strong>ve</strong>rmede de<br />

bir saygı sıralaması vardır. Bu sıralamaya göre, genç olan yaşlı olana selam <strong>ve</strong>rmelidir. Bir saygı ifadesi olarak<br />

insanın insana ayağa kalkması bazen hoş karşılanmaz <strong>ve</strong> bunda insanın tanrılaşması <strong>ve</strong> ceberut olması<br />

tehlikesi görülür. Ancak bu tehlike, ayağa kalkandan çok, kendisi için ayağa kalkılmasını isteyenle ilgilidir. Böyle<br />

bir talep <strong>ve</strong> arzu yoksa, sadece saygı amacıyla bazı insanlar için ayağa kalkmak hoş karşılanmıştır <strong>ve</strong> bunların<br />

başında yaşlılar gelir.<br />

Bütün <strong>İslam</strong> milletlerinde yaşlılar için kullanılan kelimelerden birisi ‘büyüğümüz/büyüklerimiz’ ifadesidir <strong>ve</strong><br />

bunlarda saygıya, sevgiye <strong>ve</strong> ihtimama atıfta bulunulduğu açıktır. Bazı dillerde insanların toplum içindeki<br />

göreceli durumlarını ifade eden saygı unvanları vardır <strong>ve</strong> bunların başında elbette anne-baba, büyük anne<br />

büyük baba gelir. Bunlar muhtemelen bütün dillerde bulunmaktadır. Ama müslüman milletlerde belki de sırf<br />

<strong>İslam</strong>î bir edep olarak başka unvanlar da vardır. Mesela Türkçe’de ‘anne’nin yanında, ‘ana’ kelimesi ila<strong>ve</strong> bir<br />

saygıyı anlatır <strong>ve</strong> saygı <strong>ve</strong> sevgide bir derinliğe <strong>ve</strong> içtenliğe işaret eder. “Bal anne”, ya da “bal nene” unvanları<br />

da aynıdır <strong>ve</strong> bunların pek çok dilde bulunmadığı bilinmektedir. Bir yaşlı için elbette terkedilmiş biri olmakla, bal<br />

anne olmak arasında kıyaslanmayacak farklar vardır. Bunda elbette, sadece yaşlı bir kadın olmak yerine,<br />

anneliğe bir göndermede de bulunulmuş olabilir. Keza, ‘abi/ağabey’, ‘abla’ unvanları da böyledir. ‘Amca, teyze,<br />

dayı, hala’ gibi unvanlar belki bütün dillerde vardır ama bunların gerçek yakını olmayanlar için sadece bir saygı<br />

ifadesi olarak kullanılması muhtemelen Türkçe’ye hastır.<br />

Bütün insanlar için kötü sözler söylemek ahlaken kötüdür, ama büyüklere kötü söylenmiş olması daha da<br />

kötüdür.<br />

f.Devletin Görevleri açısından yaşlılar<br />

Bir <strong>İslam</strong> ülkesindeki yaşlıların, geçmişleri ne olursa olsun, sosyal gü<strong>ve</strong>nlikleri devletin en başta gelen görevleri<br />

arasındadır. Bu aslında devletten önce toplumun görevidir ama ahlaka <strong>ve</strong> vicdana bırakılmayacak bir konu<br />

olduğu için toplum adına bu görevi devlet yerine getirir. Bunun için önceden çalışmış olmaları, ya da<br />

olmamaları, pirim yatırmış olup olmamaları, müslüman olup olmamaları fark etmez. Yaşlıların nafakası öncelikle<br />

kendi furuları üzerinedir. Bu bir yönüyle onların dini <strong>ve</strong> ahlaki görevleri arasındadır. Ancak devlet bunu sadece<br />

onların vicdanlarına bırakmamış <strong>ve</strong> uygulamasını kendi üzerine almıştır.<br />

Yaşlıların çocukları üzerinde, evlendirme dahil, <strong>ve</strong>layet hakları vardır.<br />

Emeklilik gibi insanı işe yaramaz ilan eden bir uygulama yerine her yaşa <strong>ve</strong> güce göre iş bulunup, çalışmayı<br />

sürekli kılmak daha el<strong>ve</strong>rişli olur. Bu doğrultuda meslekler ihdas edilebilir. Böylece yaşlılar hem işe yaramazlık<br />

psikolojisinden kurtulurlar, hem de üretime katkıda bulunurlar, tecrübelerinden de yararlanılmış olur.<br />

Oyun, eğlence <strong>ve</strong> sigaradan uzak, yaşlılar kıraathanesi olabilir. Gelip çalışan yaşlılar için çeşitli el sanatlarının<br />

yapıldığı iş merkezleri kurulur, yaptıkları her iş başına ücret alırlar, devam zorunluluğu olmaz. Böylece hem bir<br />

iş yapıp para alma, hem de ataletten kurtulma avantajı yaşarlar.<br />

F.Sonuç:


<strong>Yaşlılık</strong> doğal sürecin bir parçasıdır <strong>ve</strong> yaşlılık sorunu, insanoğlu için söz konusu olacak bütün aşamaların bir<br />

bütün olarak hesaba katılmasıyla halledilebilir.<br />

Bu gün bu sorun modern dünyanın en önemli sorunları arasındadır <strong>ve</strong> maddi refahın artmasıyla ters orantılı<br />

olarak da büyümektedir. Yaşlılara bakacak kurumların gelişmesi <strong>ve</strong> her geçen gün yeni donanımlar<br />

kazanmaları sevindiricidir, ancak insanoğlunun manevi/moral ihtiyaçları, yaşlandıkça daha da artmaktadır.<br />

Aile kurumu bu sorunun çözümü için en önemli kurumdur <strong>ve</strong> aileyi ayakta tutan en büyük etken de dindir.<br />

Çünkü ailenin manevi bir arka planı vardır. Bu arka plandan soyutlanan aile olsa olsa karşılıklı çıkarlara dayalı<br />

bir birliktelik olur. Bu çıkarlar bitince de birliktelik sona erer. Yaşlılar için öncelikli olan elbette kendi aileleridir.<br />

Dinin bunu destekleyen etkileri vardır, ancak kendi aileleri bulunmayan yaşlılar için dahi aile ortamında hizmet<br />

imkanları bulunabilir. <strong>İslam</strong>’ın öğretileri <strong>ve</strong> yaşanan gelenek bunu çok kolaylaştıracaktır.<br />

Bunların yanında, gıda rejimi, evliliğe bakış, komşuluk anlayışı gibi kültürel değerler yaşlılık sorununun halli için<br />

birer ila<strong>ve</strong> kurumlar gibidirler.<br />

“<strong>Yaşlılık</strong>: <strong>Yaşlılık</strong>, zaman faktörüne bağlı olarak kişinin değişen çevreye uyum sağlama gücü ile organizmanın<br />

iç <strong>ve</strong> dış etmenler arasında denge sağlama potansiyelinin azalmasıdır. (4. Uls.Sos.Hiz. Konf. 1995: 231.).<br />

Kronolojik <strong>Yaşlılık</strong>: Neugarten, yaşlılığı kronolojik olarak üç bölüme ayırmıştır: Genç yaşlı (65-74), orta yaşlı<br />

(75-84), <strong>ve</strong> yaşlı yaşlı (85-90) (Koşar,1996:4.). Biyolojik <strong>Yaşlılık</strong>: Yaşlanmaya bağlı olarak insan vücudunun<br />

yapı <strong>ve</strong> fonksiyonlarında meydana gelen değişikliklerdir. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.). Fizyolojik <strong>Yaşlılık</strong>:<br />

Biyolojik yaşlılığa bağlı olarak ortaya çıkan kişisel <strong>ve</strong> davranışsal değişikliklerdir. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.).<br />

Duygusal <strong>Yaşlılık</strong>: Kişinin kendini yaşlı hissetmesine bağlı olarak yaşam görüşü <strong>ve</strong> yaşam şeklinin<br />

değişmesidir. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.). Fonksiyonel <strong>Yaşlılık</strong>: Aynı yaşta olan bireylerle karşılaştırıldığında<br />

toplum içinde fonksiyonlarının devam ettirilememesi. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.)”. Ahmet KISACIK. SİVAS İL<br />

MERKEZİNDE İKAMET EDEN 60 YAŞ VE ÜZERİ YAŞLILARIN DEMOGRAFİK, EKONOMİK, SOSYAL,<br />

SAĞLIK VE DUYGUSAL DURUMLARI http://www.sosyalhizmetuzmani.org/yasliarastirmasi.htm 02.01.2006<br />

Amerika’da bulunduğum günlerde Pittsburgh’da böyle bir olaya şahit olmuştum <strong>ve</strong> bu durumun orada çokça<br />

vaki olduğunu öğrenmiştim.<br />

Toplumlardaki yaşlı nüfusun <strong>ve</strong> yaşlılık sonucu ortaya çıkan sorunların artışı gerontoloji <strong>ve</strong> geriatri alanlarını<br />

ortaya çıkarmıştır. "Gerontoloji" yaşlılığı bütün yönleriyle inceleyen bir bilim dalı, "Geriatri" ise yaşlının sağlığı <strong>ve</strong><br />

tedavisine yönelik bir tıp ihtisas alanıdır. Tıp gibi sosyal hizmet de öteden beri yaşlılık alanı <strong>ve</strong> yaşlılarla<br />

ilgilenmektedir. (Bkz. Kısacık, Ahmet, adı geçen araştırma)<br />

http://www.sosyalhizmetuzmani.org/yasliarastirmasi.htm 02.01.2006<br />

Bkz. Hilalî, Sadüddin Misad. Kadıyyetü’l-müsinnîn el-kibâr el-muâsıra wa ahkâmuhumu’l-hâssa fi’l-fıkhi’l-İslâmî:<br />

Dirase fikhiyye mukarane. Kuwait Uni<strong>ve</strong>rsity. 2002. s. 73<br />

“ Belçikalı doktorlar, bundan böyle evinde ötenazi isteyen hastalar için ötenazide kullanılan enjeksiyon aleti <strong>ve</strong><br />

ölümü gerçekleştiren ilaçları içeren <strong>ve</strong> “Kit” diye anılan seti, eczanelerden temin edebileceklerdir. Le Soir<br />

Gazetesi’nin haberine göre, ötenazi için gerekli malzemelerden oluşan kutunun fiyatı 60 Euro civarındadır.<br />

Doktorlar, kullanmadıkları ilaç <strong>ve</strong> malzemeleri eczanelere geri iade etmek mecburiyetindedir. ” ( 18 Nisan 2005<br />

http://www.zenit.org/french/)<br />

Bazı Kur'ân ayetleri, öbür alemde insanların en zinde <strong>ve</strong> en güzel yaşlarında olarak tekrar yaratılacaklarına<br />

işaret eder. Bkz. Vakıa, 56/35-37<br />

Mevlana’nın şu dizeleri bunu anlatır: “Beni mezara koyunca ‘el<strong>ve</strong>da!’ demeye kalkışma; Mezar cennet<br />

topluluğunun perdesidir. Sana batmak görünür ama o doğmadır, parlamadır. Mezar, hapis görünür ama o canın<br />

hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya! Doğmayı da seyret. Güneş’le Ay’a batmaktan ne zarar gelir ki?...<br />

Yere hangi tohum ekildi de bitmedi, yeşermedi? Niçin insan tohumuna gelince bitmeyecek, yetişmeyecek<br />

zannına kapılıyorsun?... Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, âriflerin gönüllerindedir mezarımız<br />

bizim”. Hz. Ali’ye nispet edilen bir sözünde o: “İnsanlar uykudadırlar, ancak ölünce uyanırlar” demiştir. Necip<br />

Fazıl Kısakürek de ölüm <strong>ve</strong> mezar için şöyle der: “Mezar, mezar zıtların kenetlendiği nokta / Mezar, mezar,<br />

varlığa yol <strong>ve</strong>ren geçit, yokta… Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık / Ebedi gençliğin taht kurduğu yer,<br />

mezarlık. Ebedi gençlik ölüm, desen kimse inanmaz / Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz” (Sonsuz<br />

Hayata Yolculuk. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Mezarlıklar Müdürlüğü Yayını. Ty)<br />

Bkz. Elç.14: 23 İmanlılar için her kilisede* ihtiyarlar* seçtiler. Dua <strong>ve</strong> oruçla* onları, inandıkları Rab'be emanet<br />

ettiler. / Elç.15: 2 Pavlus'la Barnaba bu adamlarla bir hayli çekişip tartıştılar. Sonunda Pavlus'la Barnaba'nın,<br />

başka birkaç kardeşle birlikte Yeruşalim'e gidip bu sorunu elçiler <strong>ve</strong> ihtiyarlarla* görüşmesi kararlaştırıldı. /<br />

Elç.15: 6 Elçilerle ihtiyarlar bu konuyu görüşmek için toplandılar. / Elç.15: 22 Bunun üzerine bütün inanlılar


topluluğuyla* elçiler <strong>ve</strong> ihtiyarlar*, kendi aralarından seçtikleri adamları Pavlus <strong>ve</strong> Barnaba'yla birlikte<br />

Antakya'ya göndermeye karar <strong>ve</strong>rdiler. Kardeşlerin önde gelenlerinden Barsabba denilen Yahuda ile Silas'ı<br />

seçtiler. / Elç.16: 4 Kent kent dolaşarak Yeruşalim'deki elçilerle ihtiyarların* aldığı kararları imanlılara iletiyor,<br />

bunlara uymalarını istiyorlardı. / 1.Ti.5: 17 Topluluğu iyi yöneten ihtiyarlar*, özellikle Tanrı sözünü duyurup<br />

öğretmeye emek <strong>ve</strong>renler iki kat saygıya layık görülsün. / 1.Pe.5: 5 Ey gençler, siz de ihtiyarlara bağımlı olun.<br />

Hepiniz birbirinize karşı alçakgönüllülüğü kuşanın. Çünkü, "Tanrı kibirlilere karşıdır, Ama alçakgönüllülere<br />

lütfeder."<br />

Ti.5: 1-2 Yaşlı adama*fx* çıkışma, babanmış gibi yol göster. Genç erkeklere kardeşinmiş gibi, yaşlı kadınlara<br />

annenmiş gibi, genç kadınlara tam bir yürek temizliğiyle kız kardeşinmiş gibi yol göster.<br />

Tit.2: 2 Yaşlı erkeklere ölçülü, ağırbaşlı, sağduyulu olmalarını buyur. İmanda, sevgide <strong>ve</strong> sabırda sağlam<br />

olsunlar. / Tit.2: 3 Aynı şekilde yaşlı kadınlar saygın bir yaşam sürmeli. İftiracı, şaraba tutsak olmamalı; iyi olanı<br />

öğretmeli.<br />

Bkz. Yas.32: 7 "Eski günleri anımsayın; Çoktan geçmiş çağları düşünün. Babanıza sorun, size anlatsın,<br />

Yaşlılarınız size açıklasın. YASANIN TEKRARI. Rut.4: 14 O zaman kadınlar Naomi'ye, "Bugün seni yakın<br />

akrabasız bırakmamış olan RAB'be övgüler olsun. Doğan çocuğun ünü İsrail'de yayılsın" dediler. Rut.4: 15 "O<br />

seni yaşama döndürecek, yaşlılığında doyuracak. Çünkü onu, seni se<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> senin için yedi oğuldan bile daha<br />

değerli olan gelinin doğurdu." Eyüp.12: 12 Bilgelik yaşlılarda, Akıl uzun yaşamdadır.<br />

Bkz. Lev.19: 32 "'Ak saçlı insanların önünde ayağa kalkacak, yaşlılara saygı göstereceksin. Tanrın'dan<br />

korkacaksın. RAB benim. LEVİLİLER. Yas.28: 49-50 "RAB uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu -dilini<br />

bilmediğiniz bir ulusu, yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu- birden çullanan bir kartal<br />

gibi başınıza getirecek. Yşa.3: 5 İnsan insana, komşu komşuya haksızlık edecek. Genç yaşlıya, Sıradan adam<br />

onurlu kişiye Hayasızca davranacak. Yşa.47: 6 Halkıma öfkelenmiş, Mirasım olduğu halde onu bayağılaştırıp<br />

Eline teslim etmiştim. Ama sen onlara acımadın, Yaşlılara bile çok ağır bir boyunduruk yükledin. Ağıtlar.4: 16<br />

RAB kendisi dağıttı onları, Artık yüzlerine bakmayacak. Kâhinleri saymadılar, yaşlılara acımadılar. Ağı.5: 12<br />

Önderler ellerinden asıldı, Yaşlılar saygı görmedi.<br />

Örnek olarak bkz. Ğâfir, 40/68: “Sizi topraktan, sonra bir spermden, sonra yapışkan bir et parçasından yaratan,<br />

ardından başkasına muhtaç bir bebek kılan, sonra en güçlü ömrünüze ulaştıran, ardından da ihtiyarlığa erdiren<br />

Allah’tır”<br />

er-Rûm 30/54<br />

“Ömrün en rezili”, en kötüsü demektir. <strong>İslam</strong>’da insanın yaşlanması bir şeref <strong>ve</strong> Allah’ın affına bir sebep<br />

olduğuna göre, ömrün en kötüsü, en ileri yaşlar demek olamaz. Aksine, ayetin devamından da anlaşılacağı<br />

üzere bu, insanın bilirken bilemez hale gelmesidir. Ömrün en rezil olmasının birinci sebebi budur. Ancak sadece<br />

bu da ömrün en rezil olması için yeterli olmasa gerektir. Çünkü bebek de hiçbir şey bilmemektedir ama onun<br />

ömrü, en kötü ömür değildir. Bu sebeple “ömrün en rezili” bilirken bilemez olmakla beraber, kimselerden yardım<br />

<strong>ve</strong> ihtimam görmez hale gelmek olmalıdır.<br />

Nahl, 16/70<br />

İsrâ 17/23-24<br />

Lokman, 31/15<br />

İbn Hacer el-Askalanî, el-Hısâlü’l-mükeffira, I/98 (Sahih)<br />

Beğavî, Şerhu’s-sünne, VII/319<br />

Nasıruddin el-Elbânî, Silsiletü’l-ahâdisi’s-sahiha. No: 1244<br />

Bkz. K. Kasas 28/23; Hûd 11/ 72; Yûsuf 12/78; Ğâfir 40/67<br />

Tirmizî, züht 3; Hâkim IV/516<br />

Buharî, cihad 25; Müslim, zikr 49, 75; Nesâi, istiaze 39; ayrıca Bkz. Suyutî, age. II/124, 125, 127, 152, 153


Buhari, el-birr <strong>ve</strong>’ssıla; Müslim, el-âdâb<br />

Tirmizî, el-birr <strong>ve</strong>’s-sıla, Ebu Davûd, edeb<br />

İbn Mâce, ticarât<br />

Bezzâr<br />

Tirmizî, el-birr <strong>ve</strong>’s-sıla<br />

İbn Hacer, el-Kavlü’l-müsedded, I/24<br />

İnşikâk 84/6<br />

Necm 53/39<br />

Elbanî, Sahîhu’l-Câmi’, No: 1762<br />

Elbanî, Sahîhu’t-Terğîb, No: 3355<br />

“ Yaşlıya evinde hizmet <strong>ve</strong>rmek amacıyla SHÇEK 1994 yılında bakacak kimsesi olmayan yaşlılara kendi<br />

evlerinde eğitimli yardımcılarla bakma olanağını sağlayan bir projeyi uygulamaya koymuştur. İl Sosyal Hizmet<br />

Müdürlüğü tarafından yürütülen <strong>ve</strong> henüz sadece Ankara, İstanbul, İzmir'de uygulanan bu projenin<br />

yaygınlaştırılması öngörülmektedir. ” http://www.sosyalhizmetuzmani.org/yasliarastirmasi.htm 02.01.2006<br />

Birkaç yıl önce Hollanda’da tanıştığım bir Türk mühendis, <strong>İslam</strong>î değerlerden hareketle böyle bir proje üzerinde<br />

çalıştığını, “Kanguru Ev tipi” dediği bu ev tipinin Hollandalıların çok dikkatini çektiğini <strong>ve</strong> bu sebeple basının<br />

adeta ilgi odağı haline geldiğini bana anlatmıştı.<br />

Elbânî, Sahîhu’t-terğîb, No: 2532<br />

Bakara 2/26-27<br />

Bkz. Müslim, es-Sahîh, No: 2552<br />

Bkz. Ne<strong>ve</strong>vî, Riyadu’s-salihîn, No: 173<br />

Bkz. Elbanî, Daîfut-Terğîb, No: 1393<br />

Hilalî, a.g.e. s. 47-48<br />

Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 120 vd<br />

Hilâlî, a.g.e. s. 139-142<br />

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Karşısında insanların el pençe divan durmalarından hoşlanan kişi,<br />

cehennemdeki yerine hazır olsun”. “Acemlerin yaptıkları gibi, birbiriniz için yüceltici tarzda ayağa kalkmayın”<br />

Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 142<br />

Karş. Hilâlî, a.g.e. s. 132<br />

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “En büyük günahlardan birisi, insanın kendi anne babasına lanet okuması (diğer<br />

rivayette: sövmesi) dır. Dediler ki, ey Allah elçisi! Kişi kendi annesine babasına lanet okur mu (diğer rivayette:<br />

sö<strong>ve</strong>r mi)?. Cevap olarak: “Kişi başkasının annesine babasına sö<strong>ve</strong>r, bu sebeple onlar da onun annesine<br />

babasına sö<strong>ve</strong>rler. Böylece kişi kendi annesine babasına kendi sövmüş olur. (Diğer rivayette: insanlara sataşır,<br />

onlar da onun annesine babasına kötü söylerler...) (Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 148 vd)<br />

Bkz. İbn Hazm, el-Muhalla VI/156.


<strong>İslam</strong>’ın en temel sosyal gü<strong>ve</strong>nlik kurumu olan zekatın hedef aldığı riskler konusunda Hz. Ömer'in <strong>ve</strong> onu<br />

izleyenlerin görüş <strong>ve</strong> uygulaması, çok kapsamlıdır <strong>ve</strong> gayr-ı müslimleri de içine alır: O gördüğü yaşlı bir<br />

dilencinin yahudi olduğunu öğrendikten sonra bu hale düşmesinin sebebini sormuş <strong>ve</strong> teklif edilen cizye,<br />

cevabını alınca adamı elinden tutup evine götürmüş, ona bir miktar para <strong>ve</strong>rmiş, sonra da Beytülmalın<br />

hazinedarına şunları söylemiştir: “Bu adama <strong>ve</strong> benzerlerine bakın! Vallahi biz bu adama insaflı davranmadık.<br />

Gençliğinde cizyesini aldık. Sonra ihtiyarladı diye böyle perişan bırakmamız doğru olmaz” dedi. Sonra da Hz.<br />

Ömer ondan <strong>ve</strong> benzerlerinden cizye denen <strong>ve</strong>rgiyi kaldırdı. ( Ebu Yusuf, Kitabu’l harâc s. 136 )<br />

Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 195<br />

© 2005- T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi - Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!