Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Din Sosyolojisi - Anadolu Üniversitesi
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
geldiğini, dolayısıyla iyi bir toplum düzeninin kurulabilmesi için, ilkin dinsizlikle<br />
savaşmak ve bunun için de birçok devletin yaptığı gibi, dinsizlik<br />
aleyhinde kanunlar çıkarmak gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre, dinsizliği<br />
önlemek için kanun çıkarmak da yeterli değildir. Çünkü, dinsizliğin asıl<br />
sebebi maddi değil, manevidir, halktan değil filozoflardan kaynaklanmaktadır.<br />
Böylece o, dinsizliğe götüren materyalist felsefeye karşı, spiritualist bir<br />
felsefe kurmak gerektiğini belirterek, düşünce tarihinde ilk olarak sağlam bir<br />
İlahiyat (Teoloji) sistemi kurmaktadır. Eflatun’a göre, bu İlahiyatın ilk işi;<br />
Tanrı’nın varlığını ispat etmek, ikincisi Tanrı’nın insanlarla ilgilendiğini, hiç<br />
kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağını göstermek, üçüncü olarak da;<br />
Tanrıların bir takım yalvarmalarla ve hediyelerle kazanılamayacağını, herkesin<br />
kendi hareketlerinden sorumlu olduğunu anlatmaktır.<br />
Böylece Eflatun, dinde, inanç, amel, eğitim ve yaptırımın önemini anlatmakta<br />
ve bunların bir toplumun var olma, yaşama şartlarından biri olduğunu<br />
belirtmektedir. Eflatun’un din-toplum ilişkilerini çeşitli yönlerden ayrıntılı bir<br />
şekilde incelemesi, din sosyolojisinde tarihsel anlamda gerçek bir öncü olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
Sosyolojinin öncülerinden hatta ilk kurucularından biri olarak kabul edilen<br />
Aristo’nun din üzerine görüşleri daha çok metafizik ve psikolojik temellere<br />
dayanmaktadır. <strong>Din</strong> ve toplum ilişkileri konusuna ise genel sosyolojik görüşlerinden<br />
başka bir şey söylememektedir.<br />
Hıristiyan Ortaçağı<br />
Hıristiyanlık, doğuşu ve geniş Roma topraklarına yayılışı ile birlikte, kendini<br />
anlamak ve anlatmak istediği zaman, Yunan felsefesinin, özellikle Helenistik<br />
dönemin ünlü iki felsefi akımı olan Stoacılık ve Yeni Eflatunculuğun yardımına<br />
başvurmuştur. <strong>Din</strong>in inanç sistemini felsefi bir şekilde açıklamak ihtiyacından<br />
Hıristiyan Teolojisi doğmuştur. Böylece bütün Ortaçağ boyunca,<br />
din bilgisi ve din bilimi aşağı yukarı Teoloji’den ibaret kalmıştır. Dolayısıyla,<br />
bu dönemin, toplum anlayışlarında da Hıristiyan Teolojisi’nin baskın rol oynadığı<br />
açıkça görülmektedir.<br />
Bu dönemin toplum görüşlerinin çerçevesini biri mistik, diğeri de skolâstik<br />
iki dünya görüşü oluşturmaktadır. Bu dönemde ideal toplum örneği<br />
“görünmeyen âlem”dir. İçinde yaşadığımız âlem gölgeden ibarettir ve geçicidir.<br />
Çünkü, sonsuz ve mükemmel topluma ancak öteki âlemde kavuşulabilir.<br />
Şimdi de bu dönemin iki ünlü temsilcisinin görüşlerine bakabiliriz.<br />
Saint Augustin (354–430) “Tanrı Sitesi” adlı eserinde Ortaçağ Hıristiyan<br />
dünyasındaki mistik görüşün esaslarını anlatmaktadır. Ona göre, içinde<br />
yaşadığımız bu dünya toplumları (siteleri) gelip geçicidirler. Buna karşılık<br />
görünmeyen, değişmeyen ve sonsuz olan öbür âlemdeki mükemmel site, gerçek<br />
sitedir. Ancak, bu site yere indirilebilir. İnsan ideal sitenin hemşerisi<br />
olabilir. Tanrının emirlerine uyan ve sevgisini kazanan kişi Tanrı sitesinin<br />
hemşerisi demektir ve O’nun sofrasında yemek yer.<br />
Akinaslı Saint Thomas (1225–1274) ise, skolâstik dünya görüşü ve toplum<br />
anlayışının esaslarını ortaya koyduğu “İlahiyat Mecmuası” adlı eserinde;<br />
toplumun temeli ve düzeni olan kanunları aklın ilkelerinden çıkarmakta ve<br />
skolâstik düşünce ile aklın kurallarını İncil’in emirleri ile uzlaştırmaya çalışmaktadır.<br />
15