28.08.2014 Views

ÜÇ AYLARIN FAZİLETLERİ VE MÜBAREK GECELER

Bizbiriz Dergisi 4-5. Sayı

Bizbiriz Dergisi 4-5. Sayı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

d e r g i s i<br />

2147-642Bizbiriz<br />

Sayı: 4-5<br />

Mayıs - Haziran 2013<br />

ISSN:<br />

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek<br />

kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”<br />

<strong>ÜÇ</strong> <strong>AYLARIN</strong><br />

<strong>FAZİLETLERİ</strong> <strong>VE</strong><br />

<strong>MÜBAREK</strong><br />

<strong>GECELER</strong><br />

Bizbiriz Dergisi<br />

1


EDİTÖRDEN<br />

Gariban bir vatandaşın kapısına iki araba yanaşıyor.<br />

Kadınlı erkekli on kişi arabadan iniyor<br />

ve ekibin başındaki muhtar kapıyı çalıyor. Komşular,<br />

hane sahibinden önce tedirgin oluyor.<br />

Hane sahibi ise kapıyı açarken titremeye<br />

başlamış durumda. Gözleri kucağımızı dolduran<br />

“ON HAFTA SOHBETLERİ” kitaplarına ve BİZ-<br />

BİRİZ DERGİSİ’ne takılınca bir anda rahatlıyor ve<br />

bizi içeriye buyur ediyor.<br />

BİZBİRİZ DERNEĞİ gönülleri olarak her hafta<br />

bir mahalledeyiz. Mahalle muhtarının eşliğinde<br />

ihtiyaç sahibi ailelere karınca kaderince destek<br />

olmak amacıyla hareket ediyoruz. Maddi anlamda,<br />

karınları doyuracak kadar yardımda bulunabiliyor<br />

muyuz bilmiyorum ama gönülleri<br />

doyurmanın daha çok gayretindeyiz. Abdullah<br />

Murad ŞÜKRÜOĞLU (ks) Hocamızın sohbetlerinden<br />

oluşan kitapların, bedene şifa, gönle cila,<br />

ruha gıda olacağından hiç şüphemiz yok. Yeter<br />

ki, gönül ehlinin eline geçsin. İncileri bataklığa<br />

dökmemek de ayrı bir hassasiyetimiz. Bu ziyaretlerimizde,<br />

dergimizi de kitapların yanında bir<br />

özet gibi sunuyoruz, gönül ehillerine…<br />

* * *<br />

Kitap ve dergi çalışmaları tarihe düşülen<br />

nottur. Nesillere hitap eder. Kağıda yazılan, ekrana<br />

yazılandan muteberdir. Kağıt; cömerttir,<br />

her daim bereketini gösterir. Vefalıdır, ihanet<br />

etmediğin sürece seni terk etmez. Kağıda hor<br />

davranmazsan, üzerine emanet ettiğini korumaktan<br />

vaz geçmez.<br />

BİZBİRİZ Dergisi ve ON HAFTA SOHBETLE-<br />

Rİ ile tarihe notlar düşmenin azmindeyiz. Onu<br />

koruyacak, bedelini ödeyecek ve hakkını teslim<br />

edecek gönüllere ulaşması için gayret ediyoruz<br />

ki, sadaka-i cariye özelliğini yitirmesin. Kim, bu<br />

sayfalardan bir ilim öğrenir ve hayatına tatbik<br />

ederse o ve onun evlatlarının ömrünce hasenatımızın<br />

devam edeceğine inanmışız bir kere.<br />

Aksamalara hedef olsak da durmak ve vaz geçmek<br />

yok. Dergimizin neşriyatına devam ediyoruz.<br />

Ama siz değerli okurlarımızdan da destek<br />

bekliyoruz. Dergimizin bedeli, okumak ve hayata<br />

tatbik etmektir. Lütfen bu dergi elinize geçtiği<br />

andan itibaren bedelini ödemeye başlayın ki<br />

biz de neşriyat azmimizi yitirmeyelim.<br />

* * *<br />

Dostlar bu sayıda kalemlerini üç ayların faziletini,<br />

bereketi, feyzini ve iştiyakını anlatmak<br />

için kağıtla buluşturdular. Allah (c.c) hepsinden<br />

razı olsun. Her hareketleri kendilerine ve ailelerine<br />

hasenat olarak dönsün. Rabbim yazanları,<br />

gönderenleri, baskıya hazırlayan ve basanları<br />

ve elbette okuyup hayatına tatbik edenleri<br />

korktuklarından emin eylesin, umduklarına nail<br />

eylesin.<br />

Biz sözü uzatıp, değerli dostların anlamlı<br />

yazıları ile buluşmanızı geciktirmeyelim. Allah<br />

(c.c) yar ve yardımcımız olsun derken sözü Rasululllah<br />

(sav) Efendimiz duası ile bağlayalım:<br />

“Allahım, Recep ve Şaban aylarını bizler<br />

için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır”<br />

(Amin)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Genel Yayın Koordinatörü<br />

Kadir Aydın<br />

Editör<br />

Duran Toklucu<br />

Grafik – Tasarım<br />

Yasin Candan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Samet Dünsöz<br />

Yayın Kurulu<br />

Ali Haydar<br />

Eslem Ercan<br />

Faruk Kul<br />

Ebubekir Onhan<br />

Selman Bahar<br />

Safa Ak<br />

Ayşe Tunç<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı Tarihi<br />

Haziran 2013<br />

Baskı<br />

Erman Ofset<br />

Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit.<br />

Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı,<br />

şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon,<br />

infografik ve makalelerin elektronik<br />

ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı<br />

Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />

Yayın Türü<br />

Aylık, yaygın süreli yayın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />

Turgutoğlu Sokak No:9<br />

Meram / KONYA<br />

Tel : 0 (332) 353 27 00<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />

3


İstiâze ve<br />

Besmelenin<br />

Tefsiri<br />

6<br />

Kültürel<br />

Çöküş<br />

10<br />

Surelerden<br />

12<br />

Fıkıh<br />

14<br />

Hadis<br />

17<br />

Siyer-i Nebi<br />

18<br />

Tasavvuf<br />

22<br />

Üç Ayların<br />

Faziletleri ve<br />

Mübarek<br />

Geceler<br />

31<br />

Aşk<br />

35<br />

Sahabe-i Güzin<br />

36


Müslüman<br />

Bilimadamları<br />

41<br />

İlm-ü Hal<br />

44<br />

“Toprağı<br />

Kaybedilmiş<br />

Kubbe: Gönül<br />

Dünyamız”<br />

49<br />

‘Sınır’sız<br />

Kardeşlikler...<br />

51<br />

Arapça<br />

Rabca’ya<br />

Götürür<br />

53<br />

Haydar<br />

56<br />

İlginç Bilgiler<br />

57<br />

Altın oran:<br />

Evrenin<br />

Matematiği<br />

58<br />

Üstad Necip<br />

Fazıl<br />

60<br />

Tarih’te Mayıs<br />

62


İstiâze ve<br />

Besmelenin Tefsiri<br />

Hamide ERBAY<br />

Beşiktaş İlçe Vaizi<br />

İstiâzeninAnlamı:<br />

Kur’an-ı Kerim okumaya başlamadan<br />

önce istiâze etmek, Allah-u Teâla’nın<br />

emridir. Nahl Sûresi’nin 98. ayetinde şöyle<br />

buyrulmaktadır: “Kur’an okuduğun zaman<br />

kovulmuş şeytândan Allah’a sığın. ”Sözlükte<br />

“sığınmak, korunmak” anlamındaki “avz”<br />

kökünden türeyen istiâzenin terim anlamı,<br />

her türlü kötülükten korunabilmek için sözle<br />

Allah’ın yardım ve himayesini istemektir.<br />

Bunun için eûzu, maâzallah (Allah’a sığınırım),<br />

neûzubillah (Allah’a sığınırız) ibareleri<br />

kullanılır. Aynı kökten türeyen taavvüz de aynı<br />

anlamdadır. 1<br />

Şeytân kelimesi Arap dilinde “şatn”<br />

kökünden gelmekte olup, hayırdan uzak olan<br />

anlamına gelmektedir. Hakk’a başkaldırıp<br />

o dergâhtan kovulduğu için İblis’e şeytân<br />

denilmiştir.<br />

Er-racîm ise, taşlamak anlamındaki “rcm”<br />

kökünden sıfattır. Taşlanmış, kovulmuş<br />

anlamındaki racîm, Allah’ın huzurundan<br />

kovulan şeytanın sıfatı olmuştur. 2<br />

Kur’an-ı Kerim’de ve Hadislerde İstiâze:<br />

Kur’an-ı Kerim’de istiâze Allah lafzı<br />

1 ”İstiâze”md.,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi<br />

(TDVİA), c.XXIII, s.318.<br />

2 Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.I, s.71.<br />

ile yedi, rab ile sekiz, rahmân ismi ve cin<br />

kelimesiyle birer defa olmak üzere onyedi<br />

ayette geçmektedir. Bu ayetlerde Hz. Nuh<br />

bilmediği şeyi istemekten (Hud 11/7), Hz.<br />

Yusuf kendisine şehvetle yaklaşan kadından<br />

ve kardeşleriyle arasında cereyan eden<br />

olaylarda hata yapmaktan(Yusuf 12/23,79),<br />

Hz. Musa(a.s.) kavmine karşı alaycı tavır<br />

takınmaktan (Bakara 2/67), ve âhirete<br />

inanmayan kibirlilerle (Mümin40/27), onların<br />

düşmanlıklarından (Duhan 44/20), Allah’a<br />

sığınmışlar ve onun yardımını istemişlerdir.<br />

Hz. Peygamber’e de, başta şeytânların<br />

vesveseleriyle kalpleri kin dolu olanlardan<br />

ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın<br />

âyetleri hakkında tartışanların kötü niyet ve<br />

davranışlarından olmak üzere çeşitli şerlerden<br />

istiâzede bulunması emredilmiştir(Araf7/200;<br />

Nahl 16/98;Mü’minûn 23/97-98; Mümin<br />

40/56; Fussilet 41/36;Felak 113/1-5;Nas 114/1-<br />

6). Kur’an’da ayrıca İmran’ın zevcesinin (Al-i<br />

İmran3/36) ve kızı Meryem’in (Meryem19/18)<br />

istiâzelerinden söz edilmektedir. Cin suresinin<br />

6. ayetinde ise, insanlardan bazılarının bir<br />

kısım cinlere sığındıkları bildirilmiş ve bunun<br />

doğru olmadığı belirtilmiştir.<br />

İstiâze konusuna hadislerde de genişçe<br />

yer verilmiştir. Bu hadislerde Hz. Peygamber<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

6


ütün kötü sıfatlardan, fayda vermeyen<br />

işlerden, şeytanın vesvesesinden, dünya ve<br />

ahirette insana eziyet veren şeylerden Allah’a<br />

sığınmış, bu maksatla daha çok İhlas, Felak<br />

ve Nâs sûrelerini okumuş, bunu ashabına da<br />

tavsiye etmiştir. 3<br />

İstiâze Lafızları:<br />

İstiâze, Kur’an’dan bir âyet değildir. Hz.<br />

Peygamber’den gelen en kuvvetli rivayete<br />

göre istiâze sözü: “Eûzu billahi mine’şşeytâni’r-racîm(Kovulmuş<br />

şeytandan Allah’a<br />

sığınırım)” ifadesidir. Başka bir rivayete göre<br />

de Peygamberimiz “Eûzubillahi’s-semii’lalimimine’ş-şeytâni’r-racîmiminhemzihi<br />

ve<br />

nefhihi ve nefesihi(Şeytan’ın aldatmacasından,<br />

üfürmesinden ve okumasından herşeyi bilen<br />

ve işiten Allah’a sığınırım)” derdi. Hadisin<br />

metninde geçen “hemz” ölüm ve boğulmayla,<br />

“nefh” kelimesi kibirle, “nefs” kelimesi şiirle tefsir<br />

edilmiştir. 4 Özellikle sabah namazının ardından<br />

yapılan Kur’an tilavetlerine “Eûzubillahi’s-semîi’lalimimine’ş-şeytâni’r-racîm”<br />

diyerek başlamak<br />

İslam ülkelerinde gelenek halini almıştır. Bu<br />

geleneğin oluşması, sabah vakitlerinde Haşr<br />

sûresinin son üç ayetini sözü edilen istiâze ile<br />

başlayarak okumanın fazileti hakkında rivayet<br />

edilen hadise dayanmaktadır.(Müsned, III:50,<br />

V:26; Ebu Davut, “Salat”,123; Tirmizi “Mevakıt”,<br />

65; “Sevabü’l-Kur’an”, 22). 5<br />

İstiâzenin hükmü:<br />

“Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş<br />

şeytândan Allah’a sığın” (Nahl 16/98)<br />

mealindeki ayette geçen emirden vücûb<br />

hükmünü çıkaranlar varsa da âlimlerin<br />

çoğunluğu bunun müstehap olduğu ve Kur’an<br />

okumaya başlamadan önce istiâze yapılmasının<br />

daha isabetli olacağı görüşündedir. Namaz<br />

dışında Kur’an okunurken dinleyici varsa<br />

istiâzenin aşikâre yapılması gerekir, zira bu<br />

husus kıraâtin sesli olacağının ilan edilmesi<br />

anlamına gelir. Hanefi mezhebine göre<br />

birinci rekâtte Fatiha sûresinden önce istiâze<br />

okumak sünnettir. Namazda istiâze Hanefi ve<br />

Hanbeli mezheplerine göre birinci rekâtte, Şafi<br />

mezhebine göre her rekâtte sünnettir. Malikiler<br />

3 “İstiâze”md.,TDVİA, c.XXIII, s.318.<br />

4 Süleyman Ateş, a.g.e.,s.71., İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı<br />

Kerim Tefsiri, c.II, s.25.<br />

5 “İstiâze” md.TDVİA, c.XXIII, s.318.<br />

ise, bunu farz namazlarda mekruh görmekle<br />

birlikte nafile namazlarda gizli okunmak<br />

kaydıyla sünnet kabul ederler. Cemaatle<br />

kılınan namazlarda imam uyan kişinin istiâzede<br />

bulunması gerekmez. Çünkü istiâze namaz için<br />

değil, Kur’an okumak içindir. İmam Şâfi’nin,<br />

aşikâre okunan namazlarda istiâzenin sesli<br />

ve sessiz olarak iki şekilde yapılabileceğini<br />

söylemesine karşılık, Ebu Hanife ve Ahmed b.<br />

Hanbel sessiz okunmasını tercih etmişlerdir. 6<br />

İstiâzenin Hikmeti:<br />

‘Eûzu’nun hikmeti, izin isteme ve kapıyı<br />

çalmaktır. Çünkü hükümdarlardan birinin<br />

kapısına gelen kişi, onun izni olmadan içeri<br />

giremez. Aynı şekilde Kur’an okumak isteyen<br />

kişi, dost ile söyleşmeye başlamak istemektedir.<br />

Bunun için temiz bir dile muhtaçtır. Dil fuzûli<br />

söz, malâyani ile kirlenir, istiâze ile temizlenir.<br />

Marifet ehli demişler ki: Bu kelime Allah’a<br />

yaklaşanların vasıtası, Allah’tan korkanların<br />

sarıldığı ip, suçluların başvuracağı nokta,<br />

felakete düşenlerin dönüş yeri, muhiplerin<br />

rahatlama mahallidir. Besmelenin istiâzeden<br />

sonraya bırakılmasının sebep ve hikmeti,<br />

kalbi güzel şeylerle süslemeye başlamadan<br />

önce, mâsivâdan temizlemek, Allah’tan başka<br />

her şeyden yüz çevirmek, Allah’a dönmek ve<br />

yönelmektir. 7<br />

Besmelenin Anlamı:<br />

Besmele (Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla),<br />

Arapçada menhût bir isim ve mastardır.<br />

İslam’dan önce Araplar işlerine bazen “bismi’l-<br />

Lâtve’l-Uzzâ” diye putlarının adıyla, bazen<br />

de “bismikellâhümme” diye başlarlardı. Neml<br />

sûresindeki besmele âyeti (27/30) nâzil<br />

olduktan sonra, Hz. Peygamber hep bu ibareyi<br />

kullanmış, besmelenin yazıldığı ilk satıra başka<br />

hiçbir şeyin yazılmamasını emretmiştir. 8<br />

‘Bâ’ Edatı: Bâ edatının asıl anlamı<br />

“yapıştırmak”tır. Hakiki her ilmin bir tek konusu<br />

vardır. Kur’an-ı Kerîm’in konusunun Allah ile<br />

âlem ve özellikle de insanlık âlemi arasındaki<br />

ilişki ve münasebeti bildirmekten ibaret<br />

olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin<br />

başındaki bâ edatı (be harfi) bu ilişkiyi ortaya<br />

koymakta ve kulun yaratanından yardım<br />

6 “İstiâze md”, TDVİA, c. XXIII, s. 319.<br />

7 İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyân<br />

8 “Besmele md.”, TDVİA, c. V, s.530.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

7


isteyerek hep ona bağlı kalışını ifade etmektedir.<br />

Arapça cümle yapısı itibariyle “bâ”nın ilgili<br />

bulunduğu gizlenmiş bir fiil vardır. Bu besmele<br />

ile başlanacak herhangi bir fiildir. Allah’tan<br />

yardım dileyerek başlıyorum veya okuyorum,<br />

yahut Allah adına okuyorum gibi. 9<br />

İsm: Yükseklik anlamındaki “sümüvv”den<br />

gelir. İsm, varlıklara ad olan kelimeye denir.<br />

Allah: Hak ilahın zât ismi ve özel ismidir. 10<br />

Kur’an, “er-Rûhu’l-Emîn’in Hz. Peygamber’in<br />

kalbine düşürdüğü vahy-i ilâhidir. Kur’an’ın<br />

sûreleri besmele ile başlar. İlk inen vahiyde Alak<br />

sûresinde, “rabbinin adıyla oku” buyurulmaktadır.<br />

O halde besmele şu anlamı ifade eder: “Ey<br />

Muhammed rahmân ve râhîm Allah’ın adına oku.<br />

Bu söz senin sözün değil, O’nun sözüdür. Sen bu<br />

sözü kendi adına değil,<br />

Allah adına söylüyorsun,<br />

Allah adına insanlara<br />

duyuruyorsun.” 11<br />

Er-Rahmân: Yalnız<br />

Allah için kullanılan bir<br />

isim olan er-Rahmân,<br />

zât ismi değil sıfat<br />

ismidir. Tam anlamıyla<br />

Türkçe karşılığı yoktur.<br />

“Rahm” ve “rahmet”<br />

kökünden türemiş,<br />

çok merhametli, çok<br />

rahmet sahibi manasına<br />

gelen bir sıfattır.<br />

Rahmân’ın rahmeti ezeli<br />

rahmettir. Bu bakımdan<br />

bu rahmet, iyiye de<br />

kötüye de; mümine de<br />

kafire de şamildir. Allah’ın her şeyi yaratması,<br />

Rahmân’lığının rahmetinden ileri gelmektedir.<br />

Bu fıtrî rahmetten uzak kalan hiçbir şey yoktur.<br />

Er-Rahîm: Yüce Allah’ın sıfatlarından biridir,<br />

çok merhametli anlamına gelir. Rahmân ismi<br />

gibi özel isim olmayıp, Allah’tan başkası için<br />

de kullanılır. Yüce Allah’ın Rahmân oluşu<br />

ezele (başlangıcı olmayışa), Rahîm oluşu “lâ<br />

yezâle” (ölümsüzlüğe) göredir. Yaratılanlar,<br />

Rahmân ismiyle başlangıçtaki rahmetinden,<br />

Rahîm ismiyle de sonuçta meydana gelecek<br />

9 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.38.<br />

10 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e.,c.I, s.38-39.<br />

11 Süleyman Ateş, a.g.e., c. I, s.73.<br />

merhametinden doğan nimetler içinde büyürler<br />

ve ondan faydalanırlar. Bu sebeple, Rahmân,<br />

bütün mahlukatı rahmetiyle yaratıp besleyen;<br />

Rahîm, âhirette müminlere lütfuyla cennet,<br />

kafirlere de adaletiyle azab edendir, diye tefsir<br />

edilmiştir. 12<br />

Besmeleden Çıkan Hükümler: Mushaf-ı<br />

Şerifte iki tür besmele vardır. Biri Nem lsûresinin<br />

30. ayetinde geçen besmeledir (Mektub<br />

Süleyman’dandır ve Rahmân ve Rahîm Allah’ın<br />

adıyla başlamaktadır). Bu besmelenin Neml<br />

sûresinin ayetinin bir parçası olduğu açıktır. 13<br />

Diğeri ise, Tevbe sûresi dışında, sûre<br />

başlarında yazılan ve sûreleri birbirinden ayıran<br />

besmeledir. Bu 113 besmelenin sûrelerden bir<br />

ayet mi, yoksa başlı başına bir Kur’an ayeti mi<br />

olduğu konusu tefsir ve<br />

usûl ilminde tartışmalı<br />

bir mesele olmuştur ki,<br />

bilhassa iman, namaz<br />

ve kırâat konularıyla<br />

ilgilidir. Birinci görüşe<br />

göre bu besmelelerden<br />

hiçbiri Kur’an ayeti<br />

değildir. Bu görüş İmam<br />

Malik hazretlerine aittir.<br />

Bu sebeple Malikîler<br />

namazda besmeleyi<br />

okumazlar. İkinci görüşe<br />

göre her biri başında<br />

bulunduğu sûreden bir<br />

ayettir. Bundan dolayı<br />

namazda okunması<br />

farzdır ve yüksek sesle<br />

okunur. Bu görüş İmam<br />

Şâfi’ye aittir. Üçüncü<br />

görüşe göre, sûrelerin başındaki besmele<br />

başlıbaşına bir âyet olarak Kur’an’dan’dır. Bu görüş<br />

Hanefi mezhebine aittir. Hanefiler besmeleyi<br />

müstakil bir âyet olarak kabul ettikleri için,<br />

Fâtiha’dan önce gizli olarak besmele çekmenin<br />

sünnet olduğu görüşündedirler. 14<br />

Besmelenin yerine göre farz, vacip, sünnet,<br />

haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. Enâm<br />

sûresinin 121. ayetinde “üzerlerinde Allah’ın<br />

adı anılmayan hayvanların etinden yemeyin” ve<br />

12 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I, s.49-51.<br />

13 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I,s.36.<br />

14 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 36-37.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

8


Mâide sûresinin 4. ayetinde de “yetiştirdiğiniz<br />

avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de<br />

yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın” buyrulduğu<br />

için, hayvan keserken ve av üzerine hayvanı<br />

gönderirken veya silahı çekerken besmele<br />

çekmek farzdır. Mushaf yazarken Tevbe sûresi<br />

dışındaki sûrelerin başına besmele yazmak<br />

da farzdır. Namaz dışında Kur’an okumaya<br />

başlarken sûrenin başında eûzu besmele<br />

çekmek âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet,<br />

sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden<br />

başlanırsa menduptur. Tevbe sûresiyle tilâvete<br />

başlayan ise yalnız eûzu okumakla yetinir,<br />

besmele çekmez. İslamın yaygın muaşeret<br />

kurallarından biri de yemek yemeye başlarken<br />

besmele çekmektir. Konu ile ilgili hadiste<br />

belirtildiği üzere eğer başında unutulursa<br />

hatırlandığı zaman “ başında ve sonunda Allah’ın<br />

adıyla anlamında” (bismillahifievvelihi ve âhirihi)<br />

demek sünnettir(Ebu Davud, “Et’ime”, 15; Tirmizi,<br />

“Et’ime”, 47).<br />

Neml sûresinin<br />

30. ayetinde yer alan<br />

besmele sebebiyle<br />

fakihlerin çoğunluğu<br />

“cünüp ve hayız<br />

olan Kur’an’dan<br />

bir şey okuyamaz”<br />

(İbnMâce, Tahâret,<br />

105, Tirmizi, Tahâret,<br />

9 8 ) m e â l i n d e k i<br />

hadisine dayanarak<br />

bu durumda olanların Kur’an okumak maksadıyla<br />

besmele çekmelerini haram saymışlar, dua ve<br />

senâ maksadıyla okunmasında ise bir mahzur<br />

görmemişlerdir. 15<br />

Lutûf ve ihsanı ile herkesi ve her şeyi kuşatan<br />

Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerîm’i indirirken, ilahî ismini<br />

öne almak suretiyle başlamanın kutsal edebini<br />

öğrettiği gibi, besmele düsturunu her şeyin<br />

anahtarı olarak ihsan ederek, İslam ümmetinin<br />

bütün iş ve ihtiyaçlarının başında iktibas<br />

edecekleri ve uyacakları kıymetli bir gelenek<br />

kılmıştır. Nitekim Resul-i Ekrem de hadis-i<br />

şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Besmele her<br />

kitabın anahtarıdır”, “Besmele ile başlamayan<br />

her mühim iş sonuçsuz kalır”. Mutlaka Allah (c.c.)<br />

ismi ile başlamayan her iş O’nun yüce huzuruna<br />

15 “Besmele” md.,TDVİA, c. V, s.531.<br />

sunulamaz, sonuçsuz ve tamamlanmamış olarak<br />

kalır. 16<br />

Abdullah Murat Şükrüoğlu hocamız<br />

sohbetlerinde asıl önemli olanın, istiâze ve<br />

besmelenin manalarını değil mahiyetini anlamak<br />

ve hayata tatbik etmek olduğunu vurgulayarak<br />

bizi şu şekilde uyarmaktadır:<br />

Eûzu’yu anlamak, Bismillahirrahmânirrâhim’i<br />

yaşamaktır.Eûzu “sığınırım”;billahi “O<br />

Allah’a”;mine’ş-şeytan “şeytandan”;racîm<br />

“taşlanmış, horlanmış, kovulmuş” şeytandan,<br />

kötü ve kötülükler yapan, kötü ve kötülüklere<br />

davet eden nefsimin şerrinden, Hak ve hakikate<br />

davet edilince riyakârlık yaparım düşüncesi<br />

içerisine girip de “Yaptıklarımla dediklerim<br />

birbirini tutmuyor, o zaman köşeye çekileyim”<br />

diyenin şerrinden. Sığınmanın ne olduğunu<br />

bilmeyen, nereye sığındığını bilmeyen bir<br />

insanın Eûzü demesi kadar abes, desturun<br />

ne anlama geldiğini<br />

bilmeden, mahiyetini<br />

bilmeden insanlara destur<br />

demesi kadar abes bir<br />

durum yoktur. Elbette<br />

kelime manalarını değil,<br />

mahiyetini anlamaktır asıl<br />

olan. Hayata tatbik etmek<br />

için anlamaktır. Evvelki<br />

âlimlerden bir tanesinin<br />

ölüm vakti geliyor, sekerâta<br />

yatıyor. Has talebesini<br />

çağırıyor;<br />

Evladım ! Elli senemi istiâzeyi anlatarak<br />

geçirdim, vefatımdan sonra halefim sensin, sen<br />

de Bismillahirrahmânirrahîm’i anlat bu kalan<br />

zümreye, diyor.<br />

Ne âlim bıkmış elli sene Eûzü’yü anlatmaktan;<br />

ne de cemaat bıkmış Eûzü’yü dinlemekten.<br />

Elli sene sonra talebesine şunu söylemekte:<br />

“En iyi anlayan sensin, bundan sonra anlat<br />

Bismillahirrâhmanirrâhîm’i bu kalan arkamızdaki<br />

zümreye!.<br />

Yüce rabbimiz bize ve bütün mü’min din<br />

kardeşlerimize anlamayı, anlatmayı, hayatımıza<br />

tatbik etmeyi nasib eylesin. Âmin. 17<br />

16 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 61.<br />

17 Abdullah Murat Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,c. 3, s. 12-<br />

13.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

9


KÜLTÜREL ÇÖKÜŞ<br />

SELMAN BAHAR<br />

Eğer Müslümanlar güçlü bir devletin çatısı<br />

altında İslam’ı yaşamak istiyorlarsa, her<br />

yazımızda değinmeye özen gösterdiğimiz<br />

üzere kendileri önce güzel Müslümanlar<br />

olacaklar. Sonra çevrelerine yayacaklar ve<br />

devletlerinin kültürünü İslamlaştıracaklar.<br />

Fakat tam tersine kültürümüzün nadide<br />

güzelliklerini kaybetmeye, İslam’ın güzelliklerini<br />

ötesine itmeye başlayan bir nesil<br />

yetişmekte. Bu durumun devamındaki<br />

tehlike sonraki nesillerin yozlaşmış, değerleri<br />

boşalmış bir kültür yaşadıklarını bile<br />

anlayamayacak hale gelmesidir.<br />

Dünya tarihi dile getiriyor; insanlığın,<br />

gelişmişlik serüveninin zirvesine varıp düşüşe<br />

geçeceği eşiğe yaklaştığını, kulak verip<br />

dinleyebilene. Unutulan coğrafyaların,<br />

bırakın teknolojik imkânlardan yoksunluğunu<br />

hala teknoloji kelimesinden bi haber<br />

olduğunu unutan “gelişmiş” medeniyetler<br />

var. 20. Yüzyılda büyük savaşlardan ideolojik<br />

ve ekonomik kârlarla ayrıldığını düşünüp<br />

zararını küçük devletlerin sırtına yükleyen<br />

“büyük” devletler var. Hissettiğimiz<br />

tedirginlik, gelişmiş devletlerin gelişmişlik<br />

ve modernleşme çizgisinde evrensel hoşgörüyü<br />

kaybetmeye ve medeniyetler arasındaki<br />

çekişmenin şiddetli –bazen soğuk<br />

bazen sıcak her halükarda can yakıcı- savaşlar<br />

haline dönüşmesine zemin hazırlamasının<br />

meydana getirdiği tedirginliktir.<br />

Son yüzyılda iki farklı kültürü simgeleyen<br />

Avrupa ve İslam devletlerinin yaptığı<br />

bütün faaliyetlerinin sadece dünyaya zarar<br />

vermek olduğu düşüncesi acı ve doğru<br />

bir tespit. Artık Doğu-Batı çekişmesinin<br />

Dünya siyaset ve sosyal hayatına hırs, öfke<br />

ve ölümcül rekabetten başka bir şey katamadıkları<br />

aşikâr bir tablo olarak gözler<br />

önündedir. Avrupa yalancı zaferlerle kendini<br />

şımartırken; Doğu bu zaferlerin yalanına<br />

inanarak kendilerini nefret gölgesine<br />

itmekteler. Nefret gölgesinde perçinlenen<br />

sinirler bir kıvılcımda alev topu olmakta<br />

ve Batıya ulaşamadan kendi içlerinde patlamaktadır.<br />

Bu durum sadece İslam devletlerinin<br />

manevi havasını kaybetmesine<br />

değil, azalan maneviyatla beraber İslam<br />

halklarının sosyal yaşamlarında ahlaki<br />

çöküntülere neden oluyor. İman mefhumunu<br />

yanlış algılamış olmak; imanın bize<br />

önce bireysel sonra kitlesel güzel getiriler<br />

sağlamasından öte hayatımızdaki muhabbeti,<br />

hoşgörüyü, saygıyı ve onurlu bir<br />

yaşam adına gereken bütün erdem yüklü<br />

özellikleri kaybettiriyor.<br />

Şöyle denebilir ki; eğer “Amerika ve İsrail<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

10


gibi anti-İslamist altyapıya sahip büyük<br />

güçler! İslam üzerinde oynadıkları oyunlarda<br />

hiç mi başarılı olmadılar, onların hiç<br />

mi suçu yok?” diye sorarsanız “Muhakkak ki<br />

İslam devletlerinin yaşadığı bunalımda dış<br />

etkenlerin payı var.” deriz. Ama eğer Irak’ta<br />

bir Sünni, Şii mahallesine üstünde bombayla<br />

gidip onlarca canı katledebiliyorsa<br />

ve iç mihraklar bu Sünni kişiye “kahraman,<br />

şehit, Allah’ın direnişçisi” diyerek övgüler<br />

yağdırabiliyorsa burada büyük bir sorun<br />

vardır. Bu sıkıntının müsebbibi İslam ahlak<br />

ve şuurunu zamanla kaybedip, kendini yozlaşmaktan<br />

kurtaramayan Müslümanlardan<br />

her biridir.<br />

Bizler Müslüman olarak en kötü<br />

Müslüman’ın en iyi kâfirden hayırlı olduğunu<br />

anlayamamışız demektir. Bizler ne<br />

olursa olsun zulme karşı farklı renkler olarak<br />

birleşemiyorsak, kolayca farklılıklarımızı<br />

kullanarak bizi oyuna getiriyorlar demektir.<br />

Hâlbuki insanın, hele de Müslüman ise<br />

tek gayesi şuurlu, ahlaklı ve onurlu bir şekilde<br />

yaşamını bitirmesi değil midir?<br />

İnanç mefhumu kötü niyetli insanlar elinde<br />

hafife alınmayacak kadar tesirli bir silah<br />

haline dönüşebilirken, biz Müslümanların<br />

en çokta imanımızı ihmal etmemizin neresi<br />

şuurlu bir yaşamdır? Müslümanları<br />

birbirine kırdırmanın en etkili yolu İslam<br />

ahlakını yozlaştırmakken, bizlerin en çokta<br />

yanlış anlaşılmış “modernizm” kisvesi altında<br />

Batılılaşma çabamızın neresi ahlaklı bir<br />

yaşamdır? Dünyalık zaferlerin telaşı içinde<br />

körelttiğimiz manevi saadet arayışımızın<br />

neresinde onurlu bir yaşamın izi vardır?<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızdan<br />

Allah razı olsun çok güzel söylemiş;<br />

“Hele bakın şu dünya düzenine,<br />

Kim neyi nasıl cehennem etmiş kendine.<br />

İnsanoğlu cehennem eder dünyayı kendi<br />

kendine”<br />

İntikamın iki belirgin sebebi vardır; kin<br />

ve ego… Kin sakıncalı ve hoşgörüyü yıkan<br />

keskin bir hastalıktır. Ego biraz daha masum<br />

görülebilir. Fakat her halükarda ikisi de<br />

zalim bir insan haline dönüştürür intikam<br />

peşinde koşan insanı. Tek istisna ise kendi<br />

geçmişimizle yarışıp hatalarımızı düzeltmek<br />

için kendi kendimize giriştiğimiz intikamdır.<br />

Başka her türlü dünyalık rekabet<br />

bizde kin ve öfkeye sebep olacak ve her<br />

zaman için daha fazlasına göz diktirecek bir<br />

ahlaksızlığa sürükleyecek.<br />

Bunu devletler bazında düşünemez miyiz?<br />

Düşünmek zorundayız. Eğer gerçekten<br />

vatanperver olduğunu kabul edecekse bir<br />

insan önce İslam’ca düşünecek. Diyecek<br />

ki “Benim devletimin zulümle, kibirle, can<br />

yakmayla ne işi ola? Tek işi daha huzurlu sokaklar<br />

inşa etmek, selam verdiğimde önyargısız<br />

selamımın alındığı sokaklar… Benim<br />

devletimin işi İslam’ın rahatça ve her İslami<br />

âdetin özgürce yaşandığı şehirler inşa etmek.<br />

Bir ucunda yaşanan felaketi dindirmeye<br />

diğer ucunun canla başla koştuğu<br />

bir vatan inşa etmek benim devletimin işi.<br />

Benim devletimin başka topraklarda gözü<br />

olmamalı. Bu yüzden benimde başkasının<br />

ekmeğinde gözüm olmamalı.”<br />

Bizim daha iyi yaşama çabamız diğer insanların<br />

hakkını gasp etmemize sebep oluyorsa<br />

bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir.<br />

Başka coğrafyalarda zulmün gölgesinde<br />

yaşamak zorunda bırakılmış kardeşlerimizi<br />

unutuyorsak hak ve hukuku bilmiyoruz<br />

demektir. Biz bütün Müslümanların iyiliği<br />

için çabalayacağız, eğer çabalayamıyorsak<br />

kötü insanlar olmaya başlamışız demektir.<br />

İnsanlara İslam’ın Nuru’nu ulaştırmaya çalışacağız.<br />

Biz kendimizden başlarsak dillendirmeye<br />

halkalanarak dağılacak salih niyetimiz<br />

çevremize. Böylece ne kötü insanlar<br />

gibi vicdanı ardımıza atmış olacağız ne de<br />

bir Müslüman’ın gözyaşını kanına akıtacağız.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

11


SURELERDEN<br />

İhlas Suresi<br />

S.GÜLSOY<br />

“Sığınırım Allah’a, kovulmuş şeytandan”<br />

“Rahman Rahim olan Allhah’ın adıyla”<br />

1 - De ki; O Allah bir tektir.<br />

2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç,<br />

fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.)<br />

3 - Doğurmadı ve doğurulmadı.<br />

4 - O ‘na bir denk de olmadı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

12


İhlas suresi, Kur’an’ın 112. suresidir. Mekke<br />

döneminde nazil olmuştur. Kur’an’daki en kısa<br />

surelerden biridir. Bu sure İslam dininin temeli<br />

olan “Allah’ın birliği (tevhit)” ilkesini en güzel, en<br />

özlü bir şekilde açıklar.<br />

RAHMAN <strong>VE</strong> RAHİM OLAN ALLAHIN<br />

ADIYLA<br />

İhlas ne demektir?<br />

İhlas, samimi olmak, dine içten bağlanmak,<br />

dinin esaslarını sırf Allah rızası için uygulamak,<br />

her türlü hurafe ve batıl inançlardan samimiyetle<br />

arınmaktır.<br />

Câbir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:<br />

Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kim her gün<br />

elli defa İhlâs sûresini okursa, kıyâmet gününde<br />

kabrinden şöyle çağrılır: ‘Kalk, ey Allâh’ı öven kişi,<br />

cennete gir!” 1<br />

KUR’ÂN’IN <strong>ÜÇ</strong>TE BİRİNE MUÂDİL BİR SÛRE<br />

Ubeyy bin Ka‘b, Ömer bin Hattâb, EbûMes‘ûd<br />

el-Ensarî, Simâk, Enes bin Mâlik ve Ebû Eyyûbi’l-<br />

Ensârî (radıyallâhüanhüm) tarafından rivâyet<br />

edilen bir hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v)<br />

Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Herhangi bir<br />

akşam İhlâs sûresini okuyan, o gece Kur’ân’ın<br />

üçte birini okumuş olur” 2<br />

Buhârî’nin (r.h)Ebû Saîdi’l-Hudrî’den (r.a),<br />

Müslim’in (r.h) Ebudderdâ’dan (r.a) rivâyet ettiklerine<br />

göre Resûlüllah Efendimiz(s.a.v):<br />

- Kur’ân’ın üçte birini bir gecede okumak size<br />

güç gelir mi? diye sordu. Ashâb-ı kirâm:<br />

- Buna hangimizin gücü yetebilir, yâ<br />

Rasûlellah? Dediler.<br />

Resûlüllah (s.a.v) Efendimiz:<br />

- İhlâs sûresi (Kul hüvellâhüehad) Kur’ân’ın<br />

üçte birine denktir, buyurdu.<br />

1 Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, 2/781<br />

2 Tirmizî, Sünen, Fedâilü’l-Kur’ân, 2<br />

Müslim’de yer alan Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivâyetinde<br />

ise, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v), kendilerine<br />

Kur’ân’ın üçte birini okuyacağını bildirerek<br />

ashâbını toplar İhlâs sûresini okur ve hücre-i<br />

saâdetine girer Bir süre sonra çıkar ve:<br />

-“Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım demiştim<br />

Dikkat ediniz! Bu sûre, Kur’ân’ın üçte birine<br />

muâdildir” buyurur.<br />

Ashâb-ı kiramdan Muâviye bin Muâviye el-<br />

Müzenî (r.a) Medine’de vefât etmişti. O sırada<br />

Tebük’te bulunan Resûlüllah Efendimize (s.a.v)<br />

Cebrâil (a.s) haber verdi ve cenâze namazını<br />

kılmayı isteyip istemediğini sordu Resûlüllah<br />

Efendimizin (s.a.v) “Evet” cevabı üzerine,<br />

Müzenî’nin (r.a) cenâzesi Resûlüllah’ın önüne getirildi<br />

Resûlüllah Efendimiz, arkasında her biri 70<br />

bin melekten teşekkül eden iki safla birlikte cenaze<br />

namazını kıldı Sonra Resûlüllah Efendimiz<br />

(s.a.v) , merhûmun bu mazhariyete nasıl ulaştığını<br />

sordu Cebrâil (a.s):<br />

- İhlâs sûresini sevmesi; otururken, (yanları<br />

üzerine) yatarken, yürürken, dururken her hâl ü<br />

kârda onu okuması sayesinde! cevabını verdi 3<br />

KUR’ÂN-I KERİM’İN GÜNLÜK HAKKI<br />

Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s) hazretleri<br />

de, Kur‘ân-ı Kerim ve İhlâs-ı Şerif’le alâkalı<br />

olarak buyurmuşlardır ki:<br />

“Her gün hakk-ı Kur‘ân (Kur‘ân-ı Kerim’in günlük<br />

hakkı) 200 âyettir; elli İhlâs-ı Şerif okunursa,<br />

Kur‘ân-ı Kerim’in hakkı ödenmiş olur Buna riâyet<br />

eden, bu vesîle ile dünyada hiç bir sıkıntı görmez,<br />

rızkı da geniş olur.”<br />

3 Aliyyü’l-Karî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 2, 355<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

13


FIKIH<br />

Avret<br />

AYŞE TUNÇ<br />

Denizde, hamamda, kaplıcada, “Hepimiz erkeğiz veya hepimiz<br />

kadınız” diyerek, erkek erkeklerin yanında, kadın kadınların yanında<br />

tesettürsüz rahatça durabiliyorlar, bunun hükmü nedir? İzah eder<br />

misiniz?<br />

Değerli Kardeşim, öncelikle islamda, kadın<br />

ve erkeğin avretini izah etmek gerekir.<br />

Şöyle ki;<br />

بِسْ‏ مِ‏ اللّٰهِ‏ الرَّحْ‏ مٰنِ‏ الرَّحيِمِ‏<br />

قُلْ‏ لِلْمُؤْمِنيِنَ‏ يَغُضُّ‏ وا مِنْ‏ اَبْصَ‏ ارِهِمْ‏ وَيَحْ‏ فَظُوا<br />

فُرُوجَ‏ هُمْ‏ ذٰلِكَ‏ اَزْكٰى لَهُمْ‏ اِنَّ‏ اللّٰهَ‏ خَ‏ بيِرٌ‏ بِمَا<br />

يَصْ‏ نَعُونَ‏ ﴿٣٠﴾ وَقُلْ‏ لِلْمُؤْمِنَاتِ‏ يَغْضُ‏ ضْ‏ نَ‏<br />

مِنْ‏ اَبْصَ‏ ارِهِنَّ‏ وَيَحْ‏ فَظْنَ‏ فُرُوجَ‏ هُنَّ‏ وَلاَ‏ يُبْديِنَ‏<br />

زِينَتَهُنَّ...‏<br />

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan<br />

sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış<br />

onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki,<br />

Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.<br />

﴾30) Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini<br />

haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.<br />

(Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna,<br />

zînet (yer)lerini göstermesinler. “<br />

Avret, insan vücudunda başkası tarafından<br />

görülmesi haram sayılan yerlerdir. “Avret”<br />

kelimesi Kur’ân-ı Kerimde terim olarak iki ayette<br />

geçer. Birincisi, “Mü’min kadınlara söyle<br />

gözlerini sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını<br />

korusunlar, görünmesi zaruri olan yerler<br />

dışında ziynetlerin açmasınlar; ancak kocalarına,<br />

babalarına, kocalarının babalarına,<br />

oğullarına, kendi kardeşlerine, kardeşlerinin<br />

oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara,<br />

köle ve hizmetçilerine, erkeklikten<br />

kesilmiş yaşlılara ve kadınların avretlerinden<br />

habersiz çocuklar müstesnadır. Gizledikleri<br />

ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını da yere<br />

vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tövbe edin ki<br />

felaha eresiniz” 1 ayetinde geçmektedir. İkinci<br />

de “Ey iman edenler! Hizmetçileriniz ve sizin<br />

henüz buluğa ermeyen çocuklarınız odalarınıza<br />

girecekleri zaman üç vakit sizden izin<br />

istesinler. Sabah namazından önce, öğle sıcağında<br />

odanıza çekildiğiniz zaman ve yatsı<br />

namazından sonra… Bu üç vakit sizin avret<br />

vaktinizdir. Bu üç vaktin dışında izin istemelerine<br />

gerek yoktur” 2 ayetinde geçmektedir.<br />

Bu ayetlerde avret kelimesi başkalarının görmesi<br />

yasak olan bölgelerin açık bulunabileceği vakitler<br />

olarak geçmektedir.<br />

Avret ikiye ayrılır. Birincisi, Kur’ân-ı Kerimde<br />

“Sev’e” olarak geçen kadın ve erkek cinsel organları<br />

anlamındadır. 3 Maide Suresinde de örtmek<br />

ve kapatmak anlamında “sev’e” kelimesi kullanılmıştır.<br />

4 Buna “Avret-i Galiz” denir. Bir insanın<br />

nikâhlı eşi dışında kimseye gösteremeyeceği<br />

avretidir.<br />

İkincisi, Cinsel organların dışında nerelerin<br />

1 (Nur, 24:31)<br />

2 (Nur, 24:58)<br />

3 (Â’raf, 7:20, 22, 26, 27; Taha, 20:121)<br />

4 (Mâide, 5:31)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

14


avret olduğu hususu Rasulullah’ın (s.a.v) hadislerinde<br />

düzenlenmiştir. Rasulullah (s.a.v) erkekler<br />

için gerek namaz kılmak ve ibadet etmek gerekse<br />

namaz dışında evde ve toplum içinde avret<br />

olan ve örtünmesi gereken yerleri belirlemiştir.<br />

Hadislere göre erkekler için avret olan ve örtülmesi<br />

gereken yerleri göbeği ile diz kapağı<br />

arasıdır. Kadınlar için Rasulullah’ın (s.a.v) avret<br />

olarak belirlediği yerler yüz, el ve ayak dışındaki<br />

bütün bedendir (Ayak tartışmalıdır). Kadınlar gerek<br />

ibadet ve namaz için gerekse evinden çıktığı<br />

zaman yabancılar, yani nikâhı düşen ve nâ-mahrem,<br />

yani kendisine nikâhı haram olanlar dışında<br />

el ve yüz dışında bütün bedeni avret sayılır ve<br />

örtünmesi gerekir.<br />

Birde, kadının kadına ve erkeğin erkeğe<br />

karşı avreti konusu vardır ki şöyledir:<br />

Erkeğin erkeğe karşı avreti: Resûl-i Ekrem<br />

(s.a.v)’in: “Müslüman erkeğin uyluğu (diz kapağı<br />

ile kalçası arası) avrettir.” buyurmaktadır. 5 Hanefi<br />

fûkahası, erkeğin göbeği<br />

ile diz kapağı arası avrettir,<br />

diz kapağı da dahildir<br />

derken, diğer üç mezhebe<br />

göre diz kapağı avret<br />

değildir.<br />

Resûlullah (s.a.v) Hz.<br />

Huzeyfe (r.a)’i mescidde<br />

dizi açık olarak görünce:<br />

- “ Dizini açma! Çünkü<br />

orası avrettir” buyurmuştur.<br />

6 Öyle ki Resul-i Ekrem<br />

(s.a.v) diğer bir Hadis-i Şeriflerinde de:<br />

“Avret yerinizi açmayınız (yalnız iken de açmayınız).<br />

Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler<br />

(melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara<br />

saygılı olunuz”. 7<br />

Ümm-i Seleme diyor ki, Meymûne ile birlikte<br />

Resûlullahın yanında idik. İbn-i Ümm-i Mektûm<br />

izin isteyip içeri girdi. Resûlullah bunu görünce<br />

bize:<br />

-Perde arkasına çekiliniz! buyurdu.<br />

-O âmâ değil midir? Bizi görmez dedim.<br />

-Sizde mi körsünüz? Onu görmez misiniz? buyurdu.<br />

8 (Yâni, o kör ise de, siz kör değilsiniz ya,<br />

buyurdu.)<br />

Kadının kadına karşı avreti: Diz kapağı ile<br />

göbeği arasıdır. Kadın kadına da olsa bu kısma<br />

bakamaz haramdır, çünkü avret-i galizdir. Ancak<br />

Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi,<br />

Hıristiyan vs..) bir kadına karşı avreti hususunda<br />

muhtelif görüşler ortaya konulmuştur. Şöyle ki;<br />

Âyet-i Kerîme’de geçen “kendi kadınları” tabirini,<br />

Müslüman kadınlar manasına ele alan ûlema,<br />

Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi,<br />

Hristiyan vs.) kadınlara vücudunu göstermesi<br />

haramdır demiştir.<br />

Hz.Ömer(r.a)ın görevlisi Ebû Ubeyde b. el-<br />

Cerrâh’a yazdığı emir mektubunda:<br />

-“Haber aldığıma göre, gayrı müslim vatandaşların<br />

(zimmîlerin) kadınları, Müslüman kadınlarla<br />

beraber hamamlara giriyorlarmış. Bunu<br />

yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmî bir kadın,<br />

Müslüman bir kadının avretine bakamaz” diye<br />

emir vermiş.<br />

Ebû Ubeyde de bunu yürürlüğe koymuş ve:<br />

“Avret yerinizi açmayınız<br />

(yalnız iken de açmayınız). Çünkü<br />

yanınızdan hiç ayrılmayan<br />

kimseler (melekler) vardır. Onlardan<br />

utanınız ve onlara saygılı<br />

olunuz”.<br />

-”Hangi kadın özrü<br />

olmaksızın, sırf yüzünü<br />

parlatmak amacıyla<br />

hamama giderse, yüzlerin<br />

aklanacağı günde<br />

Allah onun yüzünü<br />

kara eylesin!” diye ilân<br />

etmiştir. 9<br />

Kadının “Kendi<br />

Kadınlarına” göre avreti,<br />

erkeğin erkeğe göre<br />

avreti gibidir, yani<br />

göbeği ile dizkapağı<br />

arasından ibarettir. Ancak İmam Azam’ dan bir<br />

rivayete göre, kadının “Kendi Kadınları” na göre<br />

avreti de, mahremi olan erkeklere göre avreti gibidir,<br />

karnını ve sırtını da gösteremez. 10<br />

Rasulullah Efendimiz (s.a.v) hamam konusunda<br />

şöyle buyurur:<br />

Câbir’den (r.a) rivâyete göre, Resûlullah (s.a.v)<br />

şöyle buyurdu: “Allah’a ve ahiret gününe inanan<br />

kimse peştamalsız hamama girmesin. Allah’a ve<br />

ahiret gününe inanan hanımını hamama sokmasın.<br />

Allah’a ve ahiret gününe inanan üzerinde<br />

içki içilen masalara oturmasın.” 11<br />

Ebû’l Melîh el Hüzelî’den (r.a) rivâyete göre,<br />

Hıms ve Şam halkından bazı kadınlar Âişe’nin yanına<br />

girdiler, Âişe onlara şöyle dedi:<br />

5 (Müsned, III, 478)<br />

6 (Sünen-i Tirmizi)<br />

7 (Eşi’at-ül-Lemeât)<br />

8 (imam-ı Ahmed ve Tirmüzî ve Ebû Dâvüd)<br />

9 (Kurtubî )<br />

10 (Zeylaî, Tebyîn VI/18.)<br />

11 (Tirmizi)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

15


-Siz öyle kadınlarsınız ki hamamlara gidiyorsunuz.<br />

Ben ise Resûlullah (s.a.v)’dan şöyle derken<br />

işittim: -“Herhangi bir kadın, kocasının evinden<br />

başka bir yerde elbisesini çıkarırsa Rabbiyle arasındaki<br />

haya perdesini yırtmış olur.” 12<br />

Ya’lâ’ dan rivayet olunduğuna göre;<br />

Resulullah (s.a.v) kırda peştamalsız olarak yıkanan<br />

bir adam görmüş ve minbere çıkıp Allah’a<br />

hamd ve senada bulunduktan sonra:<br />

-”Muhakkak ki Aziz ve Celîl olan Allah utangaçtır,<br />

(ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve örtünmeyi<br />

sever, biriniz yıkandığı zaman örtünsün”<br />

buyurmuştur. 13<br />

Abdurrahman b. Ebî Saîd el-Hudrînin) babasından<br />

rivayet olunduğuna göre; Rasulullah<br />

12 (Ebû Dâvûd, Hamam, Tirmizi, edeb 43; ibn-i mâce edeb 38:<br />

Dârimi, islizan 23; Ahmed b. Hanbel 4l. 173. 199 267.362)<br />

13 (Ebû Davud vitr 23: Nesâi. gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224)<br />

(s.a.v) şöyle buyurmuştur:<br />

“Erkek erkeğin avret yerine bakamaz. Kadın<br />

da kadının avret yerine bakamaz. (Aralarında bir<br />

engel olmadan) bir erkek bir elbise içerisinde diğer<br />

bir erkeğin tenine dokunamaz. Kadın da bir<br />

elbise içerisinde diğer bir kadının tenine dokunamaz.<br />

14<br />

Kaynaklarda yer alan ayet ve hadislerden de<br />

anlaşıldığı üzere, kadın ve erkeğin, hamama,<br />

kaplıcalara ve denize gitmesi caiz görülmemiş,<br />

yasaklanmıştır. Günümüzde bazı kimselerin yaptıkları<br />

gibi sere serpe yıkanmak, kadın kadınayız<br />

veya erkek erkeğeyiz diye fütursuzca hamama,<br />

kaplıcalara veya denize girmek, gösterilmesi haram<br />

yerlerini açmak kesinlikle yasaktır, haramdır.<br />

Hamamda, kaplıcada ve denizde bulunup ta başkalarının<br />

avret yerlerine bakmak da haramdır.<br />

14 Müslim Hayz/78, Nikâh/123, 124)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

16


HADİS<br />

اُدْعُو اللهَ‏ وَ‏ اَنْتُمْ‏ مُوقِنُونُ‏ بِالْاِ‏ جَ‏ ابَةِ‏ وَاعْلَمُوا اَأنَّ‏ اللهَ‏ تَعَالَى<br />

لاَ‏ يَسْ‏ تَجِ‏ يبُ‏ دُعَاءًا مِنْ‏ قَلْبٍ‏ غَافِلِ‏ لَاهِ‏<br />

Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, Muhamed Mustafa (s.a.v) buyuruyor ki;<br />

“Allah’a dua ediniz fakat kabul olacağına inanarak, biliniz ki, Allah-u Teala<br />

gafil olan kalbin duasını kabul etmez.”<br />

Allah’a dua edin, kabul olacağına inanarak.<br />

Yalnız, başka şeyle, faydasız amelle, faydasız kültürle,<br />

faydasız bilgiyle veyahut şüphe içerisinde<br />

Allah’a dua edilirse, Allah (c.c.) duayı kabul etmez.<br />

Ayet-i celile de Rabbül Alemin öyle buyuruyor;<br />

“Duanız olmasa ne işe yararsınız?”<br />

Allah’ın Rasulü (s.a.v) de diyor ki;<br />

“Kabul olmayan duadan Rabbim sana sığınırım.”<br />

Allah Rasulü (s.a.v), kabul olmayacak duadan<br />

sana sığınırım derken, biz sanki emir erimiz veyahut<br />

bir hizmetkarımız varmış da emrediyormuşuz<br />

gibi dua ediyoruz. Getirmese ben de onu<br />

yapmam dercesine, ibadetler edersek veyahut<br />

kalbimiz dünyayla meşgul, dünyalıkla meşgul<br />

iken yaptığımız dualar.<br />

Aman ya rabbi! Ben sana şu ibadeti yapıyorum,<br />

sende bana şunu ver, der gibi dualar edersek<br />

Allah (c.c.)onu size verir. Lakin sizin yüzünüzü<br />

kendisinden başka bir yere çevirir bunu da bilin.<br />

İnsanların okuduğu birçok dua vardır. Bin salat-ı<br />

terficiye okur yahut salat-ı tüncina okur veyahut<br />

kırk tane ya-sin okur yada bin Yasin okur hatmeder.<br />

Allah’ın melekleri o kulun yanına gelir, o kul<br />

‘Allah (c.c.) Allah (c.c.) dese, Allah’ın melekleri<br />

onu kuşatır. Allah ‘da;‘ lebbeyk’ der. Lakin kalbine<br />

bakar, dünyalıkla meşgul, bu işi nasıl yapsam, nasıl<br />

iş bulacağım gibi şeylerle meşgul. Böyle dua<br />

edenin duasına icabet edilmez. Allah (c.c) ‘lebbeyk’<br />

dediydi lakin kalbin meşgul. Dilin diyor ki<br />

Allah’ım ver. Ne verecek ‘lebbeyk’ diyor istediğini<br />

söylemiyorsun. O havalede 40 tane ya-sin okumuşsun,<br />

çok mu önemli Allah (c.c.) için okunmayan<br />

hiçbir şeyde hayır yoktur. Ancak Allah (.c.c.)<br />

için okursun, Allah (c.c.) için ibadet edersin.<br />

İsteyin diyor Allah sınırsız isteyin ama kalbi<br />

meşgul aklı meşgul olarak değil. İmam-ı Ali gibi,<br />

huzura durduğunda kırk hale girecek, Allah’ı<br />

görüyor olduğunun bilincine varacak. Ben görmüyorum<br />

Allah’ı ama Allah beni görüyor. Ben<br />

duymuyorum Allah’ı ama Allah (c.c.) beni duyuyor<br />

diyen insanın duasına tez icabet edilir.<br />

Allah’a hüsnü niyet içinde yapılan dualar tez kabul<br />

edilir. Sen hangisini kabul edersen onu seç.<br />

Küfür içinde de yaptığın dua kabul olur. Lakin<br />

Allah (c.c.) sırf sana verir, kendisinden uzaklaştırır.<br />

İbadetinden uzaklaştırır, sevdiği insanlardan<br />

uzaklaştırır. Verir sana dünyalığı verir ama ahretliği<br />

sevenleri, Allah (c.c.)kendi sevdiklerini size<br />

sevdirmez.<br />

Gel duanı şeksiz şüphesiz et. Allah –u Teala<br />

dualarının karşılığını verecek. Mutlaka verecek.<br />

Gönüllerinizi oyalamadan, ellerinizi açtığınızda<br />

Allah’ın sizi duyduğunu gördüğünü bilin. Çünkü<br />

Allah muhakkak ki işiten ve görendir. 1<br />

1 ON HAFTA SOHBETLERİ 2. CİLT<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

17


SİYER-İ NEBİ<br />

M. DİKKATLİ<br />

ما اجمل راع راعنا<br />

BİZİM ÇOBANIMIZ NE GÜZEL !<br />

Gül Goncası ömrünün 10. Yılları içindeyken<br />

geçimi sıkıntılanan amcasına yardım etmek<br />

için izin istedi. Efendimiz (s.a.v) bu konuda ki<br />

ısrarları sonucunda amcasına destek olmaya,<br />

hem onun hem de Kureyşlilerin koyunlarını<br />

dolaştırıp, otlatmaya başlamıştı.<br />

Böylece hem amcasına yardım etmiş hem<br />

de koyunlarla gün boyu dolaşırken âlemi tefekkür<br />

etmeye başlamıştı. Üstelik bu vazife<br />

sayesinde toplumun içinde bulunduğu cahiliye<br />

hayatlarından uzakta kalıyordu. Çobanlık<br />

Araplar arasında sıradan bir meslek değil aksine<br />

zengin çocuklarının da yaptığı bir işti.<br />

Ayrıca çobanlık birçok peygamberin de uğraştığı<br />

derin bir meslekti.<br />

“Herkes ne için yaratılmışsa onun için<br />

çalışır yahut kendisi için kolaylaştırılıp hazırlanan<br />

şey için çalışır.” 1<br />

Rasul-i Ekrem konu üzerine söyledikleri bu<br />

hadisi şerifte insanların uğraşlarının misyonları<br />

ile orantılı olduğunu, yapılan işlerin ileriye<br />

yönelik bir hazırlık görevi taşıdığını aktarmaktadır.<br />

Nübüvvet vazifesi verildikten sonra sahabeleriyle<br />

bir gün Merruzzahran mevkiinde<br />

beraberce misvak ağacının yemişini topluyorlardı.<br />

O aydınlık sima, sadru’ş- şifa Efendimiz<br />

(s.a.v) sahabelerine şöyle buyurdu;<br />

“Siz bu yabani yemişlerin karalarını tercih<br />

ediniz. Çünkü onun siyahı en lezzetlisidir!”<br />

O gül cemalin muhatabında ki Sahabeler,<br />

merak ve hayret içinde;<br />

- “Ya Rasulallah !..” “Bu yemişin iyisini<br />

1 el-Buhari, 82 kader 2, (VII, 211).<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

18


kötüsünü çobanlar bilir. Siz de koyun güttünüz<br />

mü?” dediler.<br />

Nebi’yi Ekrem Efendimiz (s.a.v) hasretinden<br />

çatlayan gönüllerin, görme muradıyla yananların,<br />

hasretine düşenlerin derdine deva gülümsemesiyle;<br />

“Hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmemiş<br />

olsun!” 2 Cevabını verdiler.<br />

Peygamberlik ile çobanlık arasında benzerliklerin<br />

çokluğundan bahsetmiş nice âlimler.<br />

Zira çoban sürüsünü ne yapar? Elinden geldiğince<br />

sürüyü zorlar. Peygamberler de ahrette<br />

rahat etmesi adına ümmetlerini dünyadayken<br />

zorlar. Şu süslü görünen dünya çukuruna ayağımız<br />

kaymasın diye binbir zahmetle doğru yola<br />

iletmeye çalışır. Yine Peygamberler koyunların<br />

sorumluluklarını üstlenerek ümmetlerinin işleri<br />

hakkında, yöneticilik ve idare sanatı gibi konularda<br />

tecrübe edinirler. Koyunlarla bulunarak<br />

onlara karşı merhamet, vakar, hilm ve hoşgörü<br />

duyguları gelişir. Koyunun tabiatı gereği davranışlarına<br />

sabır ve anlayış<br />

artar. Sürülerini zarar<br />

verici hayvanat ve hırsız<br />

cinsinden düşmanlarından<br />

korumak için sabrederler.<br />

Hayvanların<br />

farklılıklarını, zayıflıklarını,<br />

bir arada yaşamaya<br />

olan ihtiyaçlarına rağmen<br />

aralarında ki şiddetli<br />

çatışmaları görerek<br />

ümmeti anlamakta yol<br />

kat ederler. Böylece ümmete<br />

karşı derin bir şefkat,<br />

anlayış noksanlarına karşı şiddetli bir sabır<br />

ve tahammül örneği sergilemek daha mümkün<br />

hale gelir. Çobanlıktan elde edilen bu ön çalışma<br />

neticesinde, ümmetin davranışlarının vereceği<br />

zorluk ve ağırlık bu işe birden bire girenlere göre<br />

daha az olur. Özellikle koyun çobanlığının örnek<br />

verilmesi, koyunun tabiat gereği daha zayıf, bağla<br />

sabitlenmediklerinden dağılmaya daha müsait<br />

olmalarına rağmen emirlere uymasının daha<br />

çabuk oluşunun insanoğlu ile benzerlik göstermesindendir.<br />

Rasul-i Zişan Efendimiz (s.a.v) bu<br />

konuya işaretle;<br />

“Sükûnet ve va kar, ko yun bes le yen ler dedir.”<br />

3 bu yur muş tur.<br />

2 Buhari, Sahih. c. 2, s. 247248; Müslim, Sahih, c. 6, s. 125; İbni-<br />

Mace, Sünen, c. 12, s. 727.<br />

3 (Bu hari, Me na kıb, 1; Müs lim, İman, 84/52)<br />

Peygamberler de ahrette<br />

rahat etmesi adına ümmetlerini<br />

dünyadayken zorlar. Şu süslü<br />

görünen dünya çukuruna<br />

ayağımız kaymasın diye binbir<br />

zahmetle doğru yola iletmeye<br />

çalışır.<br />

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa Efendimiz<br />

(s.a.v) inananları dünya ve ahirette rahata, huzura<br />

erdirmek görevinin izlerini daha küçüklüğünden<br />

itibaren dolu dolu taşıyordu, yaşatıyordu.<br />

Yaşamı anlamamız ve insan olmanın sorumluluğuna<br />

varabilmemiz adına bizi aydınlattığı hadis-i<br />

şeriflerinden bir tanesiyle O’nu anlama yolunda<br />

gidelim inşallah;<br />

كُلُّكُمْ‏ رَاعٍ،‏ وَكُلُّكُمْ‏ مَسْ‏ ؤُلٌ‏ عَنْ‏ رَعِيَّتِهِ،‏ وَالْاَأمِيرُ‏<br />

رَاعٍ‏ وَالرَّجُلُ‏ رَاعٍ‏ عَلَى اَأهْلِ‏ بَيْتِهِ،‏ وَالْمَرْاَأةُرَاعِيَةٌ‏<br />

عَلَى بَيْتِ‏ زَوْجِ‏ هَا وَوَلَدِهِ‏ فَكُلُّكُمْ‏ رَاعٍ‏ وَكُلُّكُمْ‏<br />

مَسْ‏ ؤُلٌ‏ عَنْ‏ رَعِيَّتِهِ‏<br />

İbn Ömer (r.a)’in rivayet ettiğine göre, Nebi<br />

(s.a.v) şöyle buyurdu;<br />

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden<br />

sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır.<br />

Erkek aile halkının çobanıdır. Kadın,<br />

kocasının evi ve çocukları<br />

için çobandır.<br />

Hepiniz çobansınız<br />

ve hepiniz çobanlık<br />

yaptıklarınızdan<br />

sorumlusunuz.” 4<br />

Mevla-yı Zülcelal’in<br />

terbiyesinde bir senelerini<br />

bu şekilde nübüvvete<br />

hazırlık yolunda<br />

koyun gütmekle geçirmişlerdir.<br />

Artık 12 yaşlarının<br />

içinde, akranları arasında<br />

her anlamda seçkin bir genç olan Efendimiz<br />

yalnız çobanlıkta değil ticarette de amcasına yardımcı<br />

olmak istemiş ve hazırlanan Suriye/ Şam<br />

kafilesine onunla birlikte katılmışlardır.<br />

Arazisi tarıma uygun olmayan bu beldede<br />

Kureyşliler hayatlarını ticaretle kazanırdı. Buna<br />

bağlı olarak Peygamber Efendimizin büyük dedesi<br />

Haşim b. Abdimenaf devrinde gerçekleştirilen<br />

ticari anlaşmalar sayesinde Mekkeliler, yaz<br />

aylarında Suriye’ye, kış aylarında ise Yemen ve<br />

Habeşistan’a seyahat ederlerdi. 5<br />

Kervan, uçsuz çöllerin, sıcak ve zorlukla geçen<br />

uzun yolculuğun ardından Busra’ ya vardı ve burada<br />

mola verdi. Busra, Şam ile Kudüs arasında-<br />

4 (Buhari,Nikah,91)<br />

5 İbn Sa’d, Tabakat,I,75; İbn Esir, el-Kamil,II,16.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

19


6<br />

suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı.<br />

Busra panayırının yakınlarında ki manastırda<br />

yaşayan hatırı sayılır rahip Bahira 7 , gelen kervanda<br />

bazı olağandışı durumlar fark ederek bir<br />

ziyafet düzenlemiş ve olayı anlamak üzere kervanı<br />

davet etmişti. Suriye ticaret yolu üzerinde<br />

bulunan bu manastırdan daha önce böyle bir<br />

iltifat ve ilgi görmeyen kafile şaşkınlıkla da olsa<br />

davete icabet etmişti. Gelecek olan Hatem-i<br />

Nebi’ nin özellik ve alametlerini bilen bilge rahip<br />

gelenler içinde aradığı nuru, nübüvvet kokusunu<br />

bulamamanın hayal kırıklığıyla, ‘Kervan içerisinden<br />

yemeğe katılmayan kimse var mı?’ diye<br />

sorar. Herkesin geldiğini, yalnızca küçük bir çocuğun<br />

eşyaları beklemek için bırakıldığını öğrenen<br />

Bahira, O’nun da getirilmesi için ısrarcı olur.<br />

Mukaddes kitapları incelemiş, Kur’an-ı Kerim’ de<br />

belirtildiği ehli kitabın ilim verilenlerinden 8 olan<br />

Bahira, Nur-i Cenan Efendimiz (s.a.v)’i görmesiyle<br />

hayran olmuş, aradığını bulmuştu. Efendimiz<br />

(s.a.v)’e sorduğu sorulardan aldığı cevaplar karşısında<br />

kanaati kuvvetlenmiş,<br />

emin olmuştu.<br />

Amcası Ebu Talib’le görüşerek;<br />

“Yeğenini hemen<br />

memleketine geri götür.<br />

Onu Yahudilerden<br />

koru. Vallahi, Yahudiler<br />

çocuğu görüp, benim<br />

fark ettiklerimi fark<br />

ederlerse ona kötülükte<br />

bulunurlar. Çünkü<br />

senin bu yeğenin ileride<br />

büyük şan ve nam<br />

kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür.” 9<br />

Bahira’ nın bu uyarıları üzerine Ebu Talib, yolculuğun<br />

geri kalan kısmından vazgeçerek mallarını<br />

orada sattı ve yeğeni ile birlikte Mekke’ye<br />

döndü. 10<br />

Muhbir-i sadık Efendimiz (s.a.v) küçük yaşta<br />

sorumluluk almış, amcası Ebu Talib ile yaptığı bu<br />

ilk seyahatte ticaret ve insan ilişkileri adına birçok<br />

şey öğrenmiştir. On yedi yaşlarında bulunduğu<br />

yıllarda da amcaları Zübeyr ve Abbas ile bir tica-<br />

6 Şam’ın 90 km. güneyinde, Eski Şam da denilen mevki.<br />

7 Arami dilinde “seçilmiş” manasına gelen Bahira kelimesini unvan<br />

olarak alan bu rahibin asıl adı, Circis veya Sercis’tir. Avrupalı<br />

tarihçiler, “Serciyus” derler. Bir Yahu di alimi iken, sonraları Hıristiyanlığı<br />

kabul etmiştir.(İbn Hişam, Sire, c. 1,s.191,dipnot 1); Fayda,<br />

Mustafa, “Bahira”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1991, IV, 486.<br />

8 Bakara diye meşhur sure/ 146.<br />

9 Tabakat, 1/153-155; Ensab, 1/96-98; Taberi, 1/194-195.<br />

10 İbn Sa’d,I,155.;Ensab, 1/97.<br />

Kendisine insanlar içinde<br />

ki duruşu, ticaret alanında<br />

ki doğruluğu ve dürüstlüğü<br />

sebebiyle güvenilir kişi<br />

manasında “El-emin” lakabı<br />

verilmişti.<br />

ret kafilesiyle beraber Yemen’e gidip gelmiştir. 11<br />

Kendisine insanlar içinde ki duruşu, ticaret<br />

alanında ki doğruluğu ve dürüstlüğü sebebiyle<br />

güvenilir kişi manasında “El-emin” lakabı verilmişti.<br />

Rabbi Rahim’in şefkat kanadıyla büyüyen<br />

Muhammed’ül Emin Efendimiz (s.a.v) cahiliye<br />

çamurundan uzakta büyümüş, zamanın ve insanların<br />

kötülüklerinden de emin bir şekilde<br />

yetişmiştir. Hayatında hiç içki içmemiş, putlara<br />

tapmamış, putlar için yapılan törenlere katılmadığı<br />

gibi onlar adına kesilen etlerden de hiç yememiştir.<br />

Tertemiz soyuyla, tertemiz büyüyen bu<br />

Güzeller Güzeli Ümmetin Efendisi (s.a.v)’e cahiliye<br />

adetleri hiç çekici gelmemiştir. Rasul- i Ekrem<br />

(s.a.v) o günlere ait bu durumu Hz. Ali (kr)’ nin<br />

rivayetiyle şöyle anlatmışlardır;<br />

“Ben, ca hi li ye in san la rı nın yap tık la rı bir şe yi<br />

yap ma ya iki de fa te şeb büs et miş tim. An cak Allah<br />

be ni on lar dan mu hafa za bu yur du.<br />

Bir ge ce, Mek ke’nin yu ka rı ta rafla rın da, Kureyş<br />

li bir kaç genç le<br />

ko yun la rı mı zı ot la tı yorduk.<br />

Ar ka da şı ma:<br />

“Eğer ko yun la rı ma<br />

ba kar san, ben de di ğer<br />

genç ler gi bi Mek ke’ye<br />

gi dip ge ce soh bet le ri ne<br />

ka tı la yım.” de dim.<br />

Ar ka da şım:<br />

Olur, na sıl is ter sen<br />

öy le yap! de di.<br />

Bu nun üze ri ne yo la<br />

çık tım. Mek ke’ye yaklaş<br />

tı ğım za man, def,<br />

ka val ve ıs lık ses le ri işit tim.<br />

“Bu ne dir? Di ye sor dum.<br />

Fa lan er kek ile fi lân ka dın ev le ni yor! de di ler.<br />

He men otu ra rak o ta ra fa doğ ru bak ma ya<br />

baş la dım. O es na da Al lah ku lak la rı ma bir ağırlık<br />

ver di ve ora cık ta uyu ya kal dım. Al lah’a ye min<br />

ede rim ki, gü neş üze ri me do ğun ca ya ka dar uyana<br />

ma dım. He men dö nüp ar ka da şı mın ya nı na<br />

gel dim.<br />

- Ne yap tın? di ye sor du.<br />

- “Hiç bir şey ya pa ma dım!” de dim ve ba şımdan<br />

ge çen le ri ona an lat tım.<br />

Baş ka bir ge ce, ay nı şey te ker rür et ti. Ben yi ne<br />

Mek ke’ye ge ce soh be ti için git ti ğim de Al lah-u<br />

Te ala ta ra fın dan üze ri me çö ken ağır lık la gü neş<br />

11 Tarih-i Din-i İslam, 2/33.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

20


do ğun ca ya ka dar uyu ya kal dım. Dö nüp ar ka daşı<br />

mın ya nı na gel dim.<br />

Rab bim be ni pey gam ber lik le şe reflen di rince<br />

ye ka dar bun la rın ha ri cin de, hiç bir kö tü şe ye<br />

mey let me dim!” 12<br />

Bulunduğu beldenin kuraklığından beter kurutan<br />

cahiliye batağından, çölünden daha yakıcı<br />

karmaşasından Allah-u Teala’ nın himayesinde,<br />

O’nun serinliğinde ve derininde huzur bulmuş,<br />

iyiden başka bir şey bilmemiş, hayırdan başkasına<br />

meyletmemiştir.<br />

Dünya denilen kör kuyudan, su yerine kargaşa<br />

dolu bu çukurdan ancak iman ile çıkılacağını<br />

göstermiştir. Vahiy suyuna hazırlanan beden<br />

kabı en safi haliyle muhafaza edilmiştir.<br />

FETRETTEN, KARGAŞADAN İYİ ÇÖL MÜ OLUR!<br />

İMAN ÇÖL ORTASINDA, ELİNİZE GEÇMİŞ<br />

VAHİY SUYUDUR. 13<br />

RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ<br />

Efendimiz (s.a.v)’in saçı<br />

Şemailin ilk bölümünde Nübüvvetin genel bir<br />

sınırı çizildikten sonra detaya geçilmiş, Mübarek<br />

Başlarından başlanarak sırasıyla devam edilmiştir.<br />

Bu başlık altında saç tıraşları ile saç tarama<br />

şekli bahis edilecektir.<br />

Tirmizi, tarihçi Ebu Said ve muhaddis Ebu<br />

Davud bu meseleye derli toplu en geniş yer veren<br />

müelliflerdir. Eldeki yazılı vesikalara göre Hz.<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v)’in saç biçimi en kısa<br />

şekli kulak yumuşağına kadar olup, en uzun şekli<br />

de omuzlarına dokunur derecede olacak şekilde<br />

3 türlü ifade edilmiştir.<br />

Bu ifadelerden birkaç örneğe bakarsak;<br />

Enes b. Malik anlatıyor;<br />

“Hazreti Peygamber’ in saçları, kulaklarının<br />

orta hizasına kadar uzamıştı.”<br />

Hz. Aişe validemiz aktarıyor;<br />

“Ben ve Rasulullah Efendimiz (s.a.v) bir kapta<br />

boy abdesti alırdık. Rasulullah’ ın mübarek saçları,<br />

omuzlarına değmiyordu ama kulak yumuşaklarını<br />

geçiyordu.”<br />

Bera b. Azib anlatıyor;<br />

“Peygamber Efendimiz, orta boylu idi.<br />

Omuzları da genişçeydi. Saçları ise, kulak yumuşaklarını<br />

döğerdi.”<br />

12 (İbn-i İs hak, s. 58-59; İbn-i Ke sir, el-Bi daye, II, 292)<br />

13 Sadırdan Satıra Sohbetler, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz<br />

Derneği Yay. 2013/ Konya.<br />

Katade naklediyor: Enes b. Malik (ra)’ e;<br />

- “Hz. Peygamber’in mübarek saçları nasıl idi?”<br />

diye sordum.<br />

- “Kıvırcık da değildi, düz de değildi. Saçları ise<br />

kulak yumuşaklarına kadar ulaşıyordu.” Dedi.<br />

Bu kaynaklardan anlaşıldığı üzere mübarek<br />

saçları hac ve umre zamanları 14 dışında ustura<br />

traşlı değil, uzun şekildedir.<br />

Hatta Ümmü Hani’ 15 nin rivayet ettiği bir hadis-i<br />

şerifte;<br />

“Rasulullah Efendimiz Mekke’ye geldiklerinde<br />

evimize teşrif etmişlerdi. Bu sırada mübarek başları<br />

dört belikli (örgülü) idi.”<br />

Mekke’ nin fethinde Efendimiz (s.a.v)’in mübarek<br />

saçlarının dört belik halinde örülü olduğu<br />

rivayet edilmiş. Fakat Ümmü Hani dışında başka<br />

hiçbir sahabe tarafından tespit edilmeyen bu<br />

saç şekli genel uygulamalardan değildir. 60 yaşını<br />

geçmiş olan Resul-i Ekrem’in fetih esnasında<br />

neden böyle ördüğü konusunda herhangi bir<br />

yorum kaydedilmemiştir.<br />

Saç tarama şekilleriyle ilgili İbn-i Abbas (ra)’ın<br />

rivayetine bakarsak;<br />

“Hazreti Peygamber, saçlarını mübarek alınları<br />

üzerine salıverirlerdi. Zira puta tapan müşrikler,<br />

saçlarını önden ikiye ayırarak sağa- sola<br />

sarkıtırlar; ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudiler<br />

de ayırmadan alınlarının üzerine salarlardı.<br />

Rasulullah Efendimiz ise hakkında bir emir gelmeyen<br />

hususlarda, - müşriklere benzememek<br />

için- ehl-i kitabın adetlerine uymayı severlerdi.<br />

Fakat sonraları, bu adetlerini değiştirerek, saçlarını<br />

önden ayırdılar ve bir daha alınları üzerine<br />

salmadılar.”<br />

Bu metinden anlaşıldığına göre Hz.<br />

Muhammed (s.a.v)’ in devr-i saadetlerinde Hicaz<br />

bölgesinde iki türlü saç tarama biçimi moda<br />

idi. Ehl-i kitap olanlar, kaküllerini önlerine düz<br />

tararlardı. O günün putperestleri ise perçemlerini<br />

ortadan ikiye ayırarak yanlara bırakırlardı.<br />

Efendimiz (s.a.v)’ in yalnızca ahlak ve davranışlarda<br />

değil, kılık- kıyafet gibi dış disiplin konularında<br />

gösterdiği titizlik ile toplumda saç tarama<br />

şeklinde üçüncü bir grup oluşmuştur. 16<br />

14 Daha geniş bilgi için; İbnSa’d, Tabakat, II,98.<br />

15 Ebu Talib’in kızı olup, Hz. Ali (kr)’in kız kardeşidir. Kocası<br />

Hübeybe b. EbiVehb müslüman olmayı kabul etmediği için<br />

kendisi Mekke’nin fethine kadar Müslümanlığını açıklayamamıştır.<br />

Mekke fethedilince kocası Necran’a kaçmıştır. Resul-i Ekrem<br />

Efendimiz fetih sırasında onun evinde misafir olmuştur.<br />

16 Buhari, el- Camiu’s-Sahih, IV, 166.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

21


TASAVVUF<br />

Tasavvuf,<br />

İnsan İlmidir...<br />

Z.BİLMEN<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

22


Biz şeriatın ne bir milim dışında, ne bir milim<br />

içindeyiz.<br />

Biz şeriatın tam orta yerindeyiz.<br />

Tasavvuf, maddenin mana yönü, zahir olan<br />

şeriatın batın yönüdür. Dinin özüdür. Tüm mutasavvıfların<br />

hemfikir olduğu bu hakikat, hadim-i<br />

Rasul (s.a.v) Abdullah Murad Şükrüoğlu Hoca<br />

efendinin sadrından yukarıdaki beyitle satıra dökülür.<br />

Tasavvufa göre bâtın ilmi İslâm’ dan ayrı ve<br />

onun dışında bir ilim değil dir. Bu ilim esasen<br />

nasların derîn ve ince manalarından ibaret<br />

olup Rasulullah (asm) tarafından bazı sahâbîlere<br />

öğretil miştir. Nitekim onun sırdaşı -sâhibü<br />

sırri’n-nebî- Huzeyfe<br />

b. Yemân’a bazı sırlar<br />

tevdi ettiği, ayrıca<br />

Ebû Hüreyre’nin, “Hz.<br />

Rasul’den iki ilim öğrendim;<br />

birini yaydım,<br />

öbürünü saklı tuttum,<br />

onu da yaysaydım<br />

başımı keserlerdi.”<br />

dediği ri vayet edilir. 1<br />

Rasulullah (asm)’in dinde<br />

fakih olması için dua<br />

ettiği İbn Abbas’ın ilminin<br />

de bâtın ilmi olduğu<br />

söylenir.<br />

Cüneyd-i Bağdadî,<br />

Hz. Musa (a.s)’ın Hızır’-<br />

dan öğrendiği “ledün<br />

ilmi” ile Hz. Ali’nin<br />

(r.a) bildiği bâtın ilmi nin aynı şey olduğunu söyler.<br />

Serrâc’a göre Kur’an’ın, hadisin ve İslâm’ın<br />

da za hir ve bâtını vardır. Geniş anlamıyla “şe riat<br />

ilmi” bu ikisini de ihtiva eder. Bu sebeple ehl-i<br />

tasavvuf, “zahire aykırı düşen her şey bâtıldır”<br />

il kesini düstur edinmiş, şeriatı tasavvufun<br />

mihenk taşı kabul etmiştir. Tasavvuf, şeriatı inkar<br />

etmez. Ancak ve ancak isbat eder. Sırat-ı müstakim<br />

üzere sabit eyler.<br />

Rasulullah (asm)’ın varisleri bu ledün yahut<br />

batın ilmine sahiptirler. Gereken kimselere, gerektiği<br />

kadarını verirler. Çünkü,<br />

1 Buhârî, “ilim”, 42<br />

LEDÜN İLMİ ALANLAR,<br />

Bayezid Bistami : ‘Ne zaman<br />

gönlümden dünya düşüncesi<br />

geçse abdest, ahret düşüncesi<br />

geçse gusül yaparım. Zira dünya<br />

hadestir; yani sonradan olmadır<br />

ve pistir ve de ona ilişkin düşünce<br />

de hadestir. Ahret yeri ise gaybet<br />

yeri, yani kendinden geçme<br />

mahallidir. O halde ahretten de<br />

zevk almak cünüplüktür. Ne dünya<br />

ne ahret; sadece hak!<br />

HEM SATIRDAN HEM SADIRDAN OKURLAR. 2<br />

Şeriatin özünü, hikmetlerini; ibadetlerin asıl<br />

amacı olan kulluk bilincini en etkili şekilde, bizzat<br />

yaşayarak ifade ederler. Baştan ayağa kul<br />

kesilirler. Batınlarında Allah-u Teâla’nın aşkı kaynayan,<br />

zahirlerinde ise başı semaya ulaşan dağ<br />

gibidirler. Siz hiç bir dağın namaz kıldığını, bulutlara<br />

değen başının haşyetullah içinde rükuya<br />

vardığını gördünüz mü? Allah dostlarıyla namaz<br />

kılanlar, bu Hak namazına şahit olurlar.<br />

Allah erleri aynı membadan, Muhammedi<br />

Kevser’den sulandıkları için asırlar değişse de<br />

sözleri birbirini tamamlar. Yunus Emre (rh);<br />

Kusurla gelen, kusurla<br />

gider’.<br />

‘Bir kez gönül yıktın<br />

ise, Bu kıldığın namaz<br />

değil.<br />

Yetmiş iki millet<br />

dahi, Elin yüzün<br />

yumaz değil’ derken,<br />

Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu (ks), asrımızda<br />

şöyle söyler;<br />

‘Gül deren, gülde<br />

kusura bakmaz.<br />

Dost isteyen, dostta<br />

kusura bakmaz.<br />

Hak abdesti almadan,<br />

namaz kılınmaz.<br />

Nedir Hak abdesti? Madden ve manen temizlenmenin<br />

hakikati nedir? “Her işi ehline sorunuz”<br />

ayet-i kerimesi düsturunca Allah-u Teala’yı irfan<br />

derecesinde tanıyan ariflerden dinleyelim cevabını.<br />

Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks)<br />

şöyle tanımlar tahareti ve abdesti;<br />

‘Taharetin hakikati, kalbini Müslümanlar<br />

hakkında ki kötü fikirlerden temizlemektir.<br />

Hak abdesti ise, batıldan, hurafelerden,<br />

Kur’an’la ve sünnetle arınmaktır.’ 3<br />

2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />

3 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

23


Kalp fitne, fesat ile; ruh ve akıl, dinde olmayan<br />

şeylerle kirlenmişken, bunları kula emanet<br />

eden Rabbin huzuruna nasıl varılır? Oysaki<br />

Muhammed Mustafa(s.a.v) kudsi bir hadisinde<br />

şöyle buyurur;<br />

“Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat<br />

kalplerinize ve işlerinize bakar.” 4<br />

Abdestten maksat ilahi huzura çıkıp niyazda<br />

bulunmak için hazırlık yapmaktır. Hallac-ı Mansur<br />

(rh) idam edileceği zaman önce ayakları kesildi.<br />

Hallac ayaklarından akan kanı alıp yüzüne ve ellerine<br />

sürdü. Neden böyle yapıyorsun diyenlere<br />

cevap verdi: ‘Abdest alıyorum. Aşk abdesti. Aşkta<br />

kılınacak namazın abdesti kanla alınırsa ancak o<br />

zaman sahih olur. Ciğer kanıyla abdest alınmazsa,<br />

aşk müftüsüne göre namaz sahih olmaz.’<br />

Bayezid Bistami : ‘Ne zaman gönlümden dünya<br />

düşüncesi geçse abdest, ahret düşüncesi geçse<br />

gusül yaparım. Zira dünya hadestir; yani sonradan<br />

olmadır ve pistir ve de ona ilişkin düşünce<br />

de hadestir. Ahret yeri<br />

ise gaybet yeri, yani<br />

kendinden geçme mahallidir.<br />

O halde ahretten<br />

de zevk almak cünüplüktür.<br />

Ne dünya<br />

ne ahret; sadece hak!<br />

Hatem-i Esam’a<br />

soruldu: Namazı nasıl<br />

kılıyorsun? Cevap verdi:<br />

‘Vakti gelince hem<br />

dış abdestimi hem de<br />

iç abdestimi alırım.<br />

Dışımı su, içimi tevbe<br />

ile yurum.’<br />

وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ‏ لِمَ‏ شَ‏ هِدْتُمْ‏ عَلَيْنَا قَالُوا اَأنْطَقَنَا<br />

اللَّهُ‏ الَّذِي اَأنْطَقَ‏ كُلَّ‏ شَ‏ يْ‏ ءٍ‏ وَهُوَ‏ خَ‏ لَقَكُمْ‏ اَأوَّلَ‏<br />

مَرَّةٍ‏ وَاإِلَيْهِ‏ تُرْجَ‏ عُونَ‏<br />

Tasavvuf, insan ilmidir. Âlemden<br />

sıyrılarak kendi rûhunda<br />

derinleşen insan, hikmet ve hakîkatler<br />

sarayının kapısına ulaşır.<br />

Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu<br />

gerçek îmânın yolu olarak yaşayanlar,<br />

hakîkî mutasavvıflardır.<br />

“Derilerine: “Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?”<br />

derler. “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu.<br />

Sizi önce yaratan O’dur ve O’na döndürülüyorsunuz”<br />

cevabını verirler.” 5<br />

GÖREN GÖZLERE, İŞİTEN KULAKLARA,<br />

BİLEN DİMAĞLARA,<br />

DÜNYADA DERİLERİMİZ SES <strong>VE</strong>RİR.<br />

ONU ANCAK HAL LİSANINDAN ANLAYANLAR<br />

BİLİR. 6<br />

İnsanın bedeni, tüm azaları günahlarının en<br />

yakın şahididir. Çünkü bizatihi onlarla günah işler,<br />

hata eder. Her bir uzvun günahı kendi işlevine<br />

göredir. Abdest alırken her uzvu için işlevine<br />

göre tevbe eder, af diler. Kul besmele ile Allah’ın<br />

yardımını dileyerek abdeste başlar. Ağıza ve buruna<br />

su verirken insan şöyle düşünür veya duâ<br />

eder: “Allah’ım, adını anmak ve senin kitabını<br />

okumak için bana yardımcı ol. Cehennem kokusunu<br />

uzaklaştırıp bana cennetin kokusunu koklat.”<br />

Yüzünü yıkarken: “Mevlâm, senin dostlarının<br />

yüzleri ağaracağı gün<br />

yüzümü ağart, o sırada<br />

benim yüzümü kara çıkarma.”<br />

der.<br />

Sağ kolunu yıkarken:<br />

“Allah’ım, beni defteri<br />

sağ taraftan verilenlerden<br />

eyle, hesabımı kolay<br />

kıl.” Sol kolunu yıkarken<br />

“Allah’ım beni, defteri sol<br />

taraftan verilenlerden<br />

eyleme.” der.<br />

Başını meshederken:<br />

“Ya İlâhî rahmetin beni bürüsün, üzerime feyzini<br />

ve bereketini indir, senden başka hiçbir kimsenin<br />

gölgesinin bulunmayacağı yerde beni Arş’ın<br />

gölgesinde gölgelendir.” der.<br />

Kulaklarını meshederken: “Allah’ım, beni söz<br />

dinleyip sözün en güzeline uyanlardan kıl, iyilerle<br />

birlikte cennete çağıran sesi işitmemi nasip et”<br />

diye der.<br />

Boynunu silerken: “Allah’ım beni cehennemden<br />

âzat et, boynuma mahcupluk zinciri geçirme.”<br />

der.<br />

Ayaklarını yıkarken: “Rabbim, ayağımı doğru<br />

yolda, sâbit kıl, beni senin yolundan ayırma.” der.<br />

4 Müslim,, birr, 32,33; İbn Mâce, zühd<br />

5 Fussilet/21<br />

6 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

24


Daha sonra kelime-i şehadet getirip şöyle niyazda<br />

bulunur: “Ya Rabbi, tövbemi kabul et, zira<br />

Sen tövbeleri kabul edensin. Beni pişmanlık duyanlardan<br />

ve tertemiz olanlardan kıl, iyi kullarının<br />

arasına kat. Beni çokça şükreden, sabreden<br />

ve Seni ananlardan eyle.”<br />

Su nasıl maddî kirleri temizliyorsa, tövbe de<br />

manevî kirleri yok eder. Abdest dışı temizler, tevbeyle<br />

akıtılan gözyaşı ise içi temizler. Şemseddin<br />

Sivasi’nin ifade ettiği gibi:<br />

“Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak.<br />

Pâdişah konmaz sarâya hâne ma’mûr<br />

olmadan”. 7<br />

Yar’dan gayrısını gönül evinden sürüp, çıkarmadıkça,<br />

iki dünyada Yar’imiz olan Allah-u Teala<br />

nazar etmez. Ancak böyle bir abdestle Hak namazı<br />

için huzurun kapıları açılır.<br />

Namazı sandılar eğil<br />

eğil kalk.<br />

Hani huzur, hani<br />

huşu, bir düşün bak.<br />

Oysa;<br />

Namaz; huzur-u kalp<br />

ile yönelmek Mevlaya,<br />

Ruh ile uruç etmektir<br />

cemalullaha. 8<br />

İlimler ikiye ayrılır;<br />

Tüm namazlar tek bir namaz için, miraç<br />

edilecek namaz için kılınır. Varlığın da yokluğun<br />

da yok olduğu sidretü-l müntehanın ötesine<br />

geçen miracın sahibi Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (asm) efendimiz şöyle buyuruyor;<br />

“Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin<br />

namazı gibi namaz kıl.” 9 Çık dünyadan ve seni<br />

dünyaya bağlayan her şeyden; geç cennetten<br />

ve cehennemden; var Hakkın huzuruna. Namaz<br />

madde âleminden, mana âlemine; görünür, şehadet<br />

âleminden, gayb âlemine yürümektir,<br />

dünyaya veda etmektir. Böylesi bir salat için zahir-batın<br />

bütün şartları yerine getirir.<br />

Hadesten ve necasetten taharet: Hak ve haki-<br />

kat abdestini alarak maddi ve manevi kirlerden<br />

ve pisliklerden arınmaktır.<br />

Setr-i avret: Bütün ayıplarını, günahlarını, sırlarını<br />

setreden, örten bir Rabbi olduğunu bilip,<br />

O’na sığınmak ve içinin içini bilen Rabbinin huzuruna<br />

çıktığını bilmektir.<br />

İstikbal-i kıble: Kıble tarafına doğru yönelmektir.<br />

Hani derler ya; Döndüm kıbleye, kıblem<br />

Kabe’ye. Kabe, beytullah yani Allah’ın evi.<br />

Mübarek Sunullahi Gayyibi (ks);<br />

Ey maksadı Kabe olan,<br />

1-Kesbi İlim; okuyarak, yazarak,<br />

dinleyerek kişinin gayreti<br />

sonucu elde ettiği, kazandığı<br />

ilim.<br />

2-Vehbi İlim; Allah-u Teala’nın<br />

dilediği kullarına katından lutfettiği<br />

ilim. Buna ilm-i ledün de<br />

denir.<br />

Kabe benem, Hac bendedir, diyerek bize şu<br />

hadis-i şerifin hakikatini anlatır;<br />

“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın arşıdır.”<br />

10<br />

Namazda kıblesi Kabe’ye yönelen kişi,<br />

insani ilişkilerinde kulun<br />

kalbinin Allah-u<br />

Teala’nın kulda nazar<br />

ettiği tek yer olduğunu<br />

bilmeli ve gönle<br />

yönelmelidir. İnançlıinançsız<br />

tek bir kulun<br />

dahi gönlünü incitmekten<br />

kaçınmalıdır. Kabe<br />

taştandır, onu insanlar<br />

yapar. Lakin gönül Hak<br />

Teala’nın kudret elinden<br />

sudur etmiştir. Mevlânâ<br />

Celâleddin Rumi (rh) ise:<br />

‘Bir kez gönül yıkmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha<br />

kötüdür’ der.<br />

Vakit: Zahirde her namazı farz olan vakit<br />

içerisinde eda etmenin batınen çok derin manaları<br />

vardır. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:<br />

“Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” 11<br />

Bu hadis-i şeriften Hatemül-Enbiya olan<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v)’in geldiği zamanı<br />

insanlığın ikindi vaktine benzeterek, insanlığın<br />

ömrünü bir gün kabul etmiştir. Buradan yola<br />

çıkarak diyebiliriz ki; İnsanın ömrü de bir güne<br />

benzer.<br />

7 Bk. Büyük Türk Klâsikleri (Ötüken Söğüt), IV, 328<br />

8 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />

9 İbni Mace, Hakim, Beyhaki<br />

10 K. Hafâ: 2/130<br />

11 Ahmed bin Hanbel. İlel.sh. 89<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

25


Sabah namazı; insanın doğuşunu temsil eder.<br />

Öğle namazı; ergenlik ve gençlik çağını, ikindi<br />

namazı; en verimli olduğu orta yaş, kırk yaşını,<br />

akşam namazı; ömür güneşinin batmaya yöneldiğini,<br />

ihtiyarladığını, yatsı namazı; günün yani<br />

ömrün bitip, görünen âlemin sona erip, ahret<br />

âleminin başladığını anlatır.<br />

Niyet: her namazın vaktiyle beraber farzının<br />

veya sünnetinin belirtildiği niyet, her daim huzurda<br />

olma bilinci olup, ahrete yönelme, yüzünü<br />

âlemlerin Rabbine çevirmektir.<br />

İftitah tekbiri: Namaza başlarken Allah-u<br />

Teala’yı birleyerek iki elimizi kulak hizasına götürmektir.<br />

Eller Kabe-i Muazzama’da Hacerül<br />

Esved’in karşısındaymış gibi öne uzatılır ve;<br />

اَللهُ‏ اَكْبَرُ‏ كَبيِراً‏ وَالْحَ‏ مْدُ‏ لِلَّهِ‏ كَثيِراً‏ وَسُبْحاَنَ‏<br />

اللهِ‏ بُكْرَةً‏ وَاَصيِلاً‏<br />

diyerek istilam edilir. Sağ el zahiri, dünyayı<br />

temsil eder; sol el ise, batını, ahreti temsil eder.<br />

Böylece ellerimizi öne itelemekle hem dünya ve<br />

arzularını hem de ahret ve arzularını iteler, ellerimizi<br />

kaldırarak da bu ikisini arkamıza atarız.<br />

Çünkü namazda mekan ve zaman kavramı kalkar.<br />

Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddî<br />

düşünceleri, kısacası Hak’tan gayri her şeyi elimin<br />

tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ’nın huzuruna<br />

çıkıyorum, der. Ne dünya vardır artık ne<br />

ahret. Yalnız Allah Azze ve Celle vardır. O yüzden<br />

“Namaz müminin miracıdır”.<br />

Arkasından eller bağlanır. Sağ el sol elin üzerine<br />

örtülür. Aynı zamanda zahiri ifade eden sağ<br />

el, batını ifade eden sol eli örtmüştür.<br />

Kıyam: NAMAZ; RUH FOTOĞRAFINIZIN<br />

ŞEKİLLENDİĞİ KARANLIK ODANIZDIR. 12<br />

“Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde<br />

beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirden<br />

pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz<br />

böyledir, günahları siler süpürür.” 13<br />

12 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />

13 Müslim, Mesacid, 283<br />

NAMAZDA SANIK SANDALYESİNDESİN.<br />

HAKİM-Ü ZÜ’L-CELAL’E HESAP<br />

<strong>VE</strong>RMEKTESİN. 14<br />

Kul kıyama durduğu vakit, Hakimler Hakimi<br />

Allah-u Teala’nın huzurunda hesap verir. Bir sanık<br />

gibi ellerini bağlar, suçunu, aczini itiraf eder.<br />

Muhasebe günü gelmeden önce kendini muhasebe<br />

eder. Mihrab, harb edilen yer demektir.<br />

Namazdaki insan, bir cengin içindedir. Nefsinin<br />

bütün çirkinlikleri gözler önünde iken Rabbine<br />

sığınır. Karanlık odasında ruhunun fotoğrafı, ortaya<br />

çıkar tüm çıplaklığıyla.<br />

وَكَفَى بِنَفْسِ‏ كَ‏ الْيَوْمَ‏ حَ‏ سيِبَا<br />

–“Hesap görücü olarak bugün sana nefsin,<br />

yeter.” 15 ayeti sanki o an ona okunmaktadır.<br />

Adeta şöyle der;<br />

ŞAHİT OLARAK YETERSİN SEN, SANA.<br />

GAYRISINI ŞAHİT ARAMA! 16<br />

Kıraat: kulun Sahibi- zül Celal’le konuşmasıdır.<br />

İlk okunan dua; Sübhanneke duası. “Sübhâneke”<br />

kelimesinin anlamı “Allahım seni tesbih ve tenzih<br />

ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün” demektir.<br />

Daha sonra “Fâtiha” suresi okunur. Bir kudsi<br />

hadiste Yüce Allah şöyle buyurur:<br />

“Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla kendi<br />

aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun<br />

istediği onundur.” der ve şöyle devam eder: Kul<br />

“Elhamdü lillâhi Rabbi’l’âlemîn” dediği zaman,<br />

Allah: “Kulum beni senâ etti” der. Kul: “Mâliki yevmiddîn”<br />

dediği zaman, “Kulum beni övdü” der.<br />

Kul “İyyakena’budu ve iyyakenestain” dediği zaman:<br />

Allah: “Bu kulumla benim aramdadır ve kulumun<br />

istediği hakkıdır” der. Kul: “İhdine’ssırâta’lmüstakîm<br />

sırâtallezine en’amte aleyhim gayri’lmağdubi<br />

aleyhim ve le’ddallîn” dediği zaman<br />

Allah: “İşte bu kulumundur ve kulumun istediği<br />

hakkıdır” buyurdu.” 17 Fatiha suresi ile kul; ‘Ya<br />

Rabbi! Bana kulluk etme gücünü veren Sensin,<br />

hamd sanadır. Beni nimet verdiklerinden eyle’<br />

diyerek dua etmektedir.<br />

Rüku: Aliyyül Hamid, Azizül Hakim olan<br />

14 Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g.e<br />

15 İsra/14<br />

16 Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g.<br />

17 Müslim, Salât, 37<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

26


Allah’ın huzurunda saygı ve tazim ile boyun<br />

eğmektir. Boyun kişinin hürriyetini ifade eder.<br />

Kur’an-ı Kerim’de kadın köleyi hürriyetine kavuşturmak<br />

için تَحْ‏ ريِرُ‘‏ ‏’رَقَبَةٍ‏ denilir. Kadın köle<br />

demek olan ra-ka-be Arapça’da boyun anlamındadır.<br />

Rükuya eğilen kişi de boynunu efendisinin<br />

önünde eğerek, ‘ben senin kölenim’, sahibim,<br />

Rabbim Sen’sin demektedir.<br />

Sücud: Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine<br />

göre Resûlullah (sav)şöyle buyurdu:<br />

“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir.<br />

İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın”. 18<br />

Secde; sidretü’l müntehanın ötesine geçmektir.<br />

Secde insanın nefis mekanının, alnının yere<br />

değmesidir. ‘Topraktan geldik, toprak olacağız’<br />

demektir. Fizik olarak ta bir nevi topraklanmadır<br />

secde. İçteki nefsi, şeytani kötü elektriği temiz ve<br />

temizleyici toprakla gidermektir. İnsanın Adem<br />

olmasıdır. Sözlükte Adem kelimesi “yokluk, hiçlik,<br />

varlığın zıddı ve varlığın yaratılmasından önceki<br />

hal” demektir. Yani kul, yegane var olan Vacid<br />

Allah-u Teala’nın huzurunda fani olur. Tüm benliğinden<br />

soyunur da O’nun varlığında hiç olur.<br />

Tahiyyat: Uzun miraç yolculuğunun sonunda<br />

Hak Teala ile Habib-i Kibriya (asm) efendimiz arasında<br />

olan muhabbeti dinleme, dinlenme, aşkla<br />

demlenmedir. Tahiyye duası ile mü’min,<br />

اَلتَّحِ‏ يَّاتُ‏ لِلهِ‏ وَالصَّ‏ لَوَاتُ‏ وَالطَّيِّبَاتُ‏<br />

“Bütün kavlî (tahiyyat), bedenî (salâvat) ve<br />

malî (tayyibât) ibadetler Allah’a mahsustur.” diyerek,<br />

önce Allah’a selâm ve saygılar sunmaktadır.<br />

Ardından Rasulullah (sav)’e hitaben<br />

اَلسَّلَامُ‏ عَلَيْكَ‏ اَأيُّهَا النَّبِىُّ‏ وَرَحْ‏ مَةُ‏ اللهِ‏ وَبَرَكَاتُهُ‏<br />

“Ey Rasulüm! Selâm ile birlikte Allah’ın rahmeti<br />

ve bereketi sana olsun.” demektedir. Bundan<br />

sonra mü’min kendisi ve ibadette bulunan kardeşleri<br />

için Allah’a karşı yapılan vazifenin fayda<br />

ve tesirlerini Rabbinin koruyup sağlaması ümidiyle<br />

bizlik şuuru içinde<br />

اَلسَّلَامُ‏ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ‏ اللهِ‏ الصَّ‏ الِحِ‏ ينَ‏<br />

«Selâm bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine<br />

olsun.» şeklindeki duasıyla tahiyye ve<br />

selâmı bütün salih kullara gönderir. Böylece<br />

mü’min, dualarının kabul edilmesi ümidiyle<br />

diğer mü›minleri de ibadetine katarak onları<br />

da bu samimi duaya ortak etmiş olmaktadır.<br />

Bundan sonra mü’min,<br />

اَأشْ‏ هَدُ‏ اَأنْ‏ لَا اإِلَهَ‏ اإِلَّا اللهُ‏ وَاَأشْ‏ هَدُ‏ اَأنَّ‏ مُحَ‏ مَّدًا<br />

عَبْدُهُ‏ وَرَسُولُهُ‏<br />

“Şahadet ederim ki Allah’tan başka hakiki<br />

mabud yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz.<br />

Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve rasulüdür.”<br />

diyerek, nimet verenin Allah olduğuna şehadet<br />

ederek, O’nun sonsuz nimetlerine kavuşmakta<br />

ve bu nimetlere ulaşmaya vesile olanın<br />

da Efendimiz olduğunu hatırlayıp içten gelerek<br />

Allah’ın tek ve eşsiz ilâh olduğuna şehadetini ilan<br />

eder. 19<br />

“İşte onlar her daim namazdadırlar”. 20 Her an<br />

huzurda olduğunu, bir an dahi olsa Allah’tan gafil<br />

olmanın huzursuzluğunu ruhlarında hissederler.<br />

Basir ve Semi’ olan Allah-u Teala’ya karşı haya<br />

içinde ve istiğfar halindedirler.<br />

Alnı secde görenin,<br />

Gönlü gam görmez.<br />

Bu yazıyı sohbetlerinden derlediğimiz<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) Hocaefendi;<br />

‘Efendim, Hak namazı kılmak için ne yapmak<br />

gerekir’ diyen talebesine şu kısa lakin konunun<br />

özünü hatırlatan şu cevabı verir;<br />

-Önce namaza kalkmak gerek!<br />

حَ‏ يَّ‏ عَلَى الصَّ‏ لاَةِ‏ حَ‏ يَّ‏ عَلَى الفَلاَحٍ‏<br />

Allah’ım! Ömrümüzün kalan kısmını, geçen<br />

.kısmından hayırlı eyle! Amin<br />

فِى اَمَانِ‏ اللهِ‏<br />

18 Müslim, Salât 215, Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 78.<br />

19 Kurtubî, el-Cami Liahkâmi’l-Kur’ân<br />

20 Mearic /23<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

27


Bizbiriz Dergisi<br />

28


Bedenin sıhhati, namazdır<br />

Ruhun miracı, duadır.<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu


Ayın<br />

Sohbeti<br />

VarisÜn-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />

<strong>ÜÇ</strong> <strong>AYLARIN</strong> <strong>FAZİLETLERİ</strong> <strong>VE</strong><br />

<strong>MÜBAREK</strong> <strong>GECELER</strong><br />

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek<br />

kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”<br />

İnsanlar, dünyevi işlere kendilerini bazen<br />

çok fazla kaptırıyorlar ve uhrevi görevlerini<br />

ikinci plana itiyorlar. Zamanın normal seyri<br />

sırasında aynı meşguliyetlerle devam eden<br />

hayat sıradanlaşıyor, hatta sıkıcı olmaya<br />

başlıyor. Allah-u Teala hem manevi hayattan<br />

uzaklaşmamızı önlemek, hem de sıradanlaşan<br />

zamana ve hayata manevi bir canlılık katmak<br />

için bazı ay, hafta ve günlere özel bir değer<br />

atfetmiştir.<br />

Allah, zaman içinde özel ve değerli anlar<br />

yaratmıştır. Bunlar, bayram günleri ve geceleri,<br />

Cuma geceleri, üç aylar diye adlandırdığımız<br />

Recep, Şaban ve Ramazan ayı ve Kandil<br />

geceleridir. Üç aylar mevsimi aynı zamanda<br />

kandiller mevsimidir.<br />

Beş kandil gecesinin dördü üç aylar içerisinde<br />

yer alır.<br />

Üç aylarda yer alan kandiller:<br />

Regaib Kandili: Recep ayının ilk Cuma<br />

gecesidir<br />

Miraç Kandili: Recep ayının 27. gecesi ve<br />

Efendimizin miraca çıkması olayıdır.<br />

Berat Kandili: Şaban ayının 15.gecesidir<br />

Kadir gecesi: Ramazan ayının 27. gecesidir<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v),<br />

üç aylar girince şu duayı yaparmış;<br />

اَللَّهُمَّ‏ بَارِكْ‏ لَنَا فِي رَجَ‏ بَ‏ وَشَ‏ عْبَانَ‏<br />

وَبَلِّغْنَا رَمَضَ‏ انَ‏<br />

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek<br />

kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.” Amin.<br />

Üç Aylar ve Kandiller Muhasebe Ayıdır<br />

Allah-u Teala’ ya yakınlığım nasıl? Onun<br />

istediği bir kul olabildim mi? Beni ondan<br />

uzaklaştıran kötü alışkanlıklarım var mı? Her an<br />

ölüm gelecek olsa buna ne kadar hazırlıklıyım?<br />

Ahretimi mamur edecek bir hazırlığım var mı?<br />

sorularının sorulduğu, nefsin hesaba çekildiği<br />

aylardır üç aylar.<br />

İşte bakın, bir sene boyunca geçtiğiniz sırat!<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

31


İlk önce Mevlid kandili, doğduk; ardından<br />

Regaib, sevdik, meylettik; sonra Miraç, yüceldik,<br />

uruç ettik; ondan sonra Beraat; geçmişimizden<br />

azat olduk ve Kadir, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın<br />

kudretinden geleceğimizi istedik. Bundan sonra<br />

bayram eder de insan, dilinden düşürmez;<br />

Ama Sen!!! Hepsinden b-i habersen, Mevlid’te<br />

tevhit tohumunu gönlüne ekmediysen, Regaib’te<br />

besleyip, büyütmediysen, Miraç’ta yücelere<br />

erdirmediysen, Beraat’te azat edilmediysen,<br />

Kadir’de kıymetini istemediysen, Hak ve Hakikat<br />

bayramına eremezsin.<br />

Receb Ayı<br />

Receb, tazim ve saygı anlamına gelir, İslam<br />

öncesi Araplar Receb ayına ayrı bir ehemmiyet<br />

verirler, saygı gösterir ve şanını yüceltirlerdi.<br />

Receb ayı gelince kılıçlar kınına sokulur,<br />

oklar torbalarına yerleştirilir, derin ve kanlı<br />

husumetlerin üzerine geçici de olsa bir sükûnet<br />

örtüsü çekilirdi. Artık o gürültülü ve korkunç<br />

çöller tatlı bir huzurun baharına dalar, her taraf<br />

bir güven ve selâmet sahasına dönerdi. Öyle ki,<br />

bu ayda bir kimse babasının katiline rastlasa bile<br />

başını kaldırıp kaşına bakmazdı. Bu aya “sağır<br />

ay”denilmesi de sükûnet mevsimi olmasındandır.<br />

Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı<br />

da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine,<br />

bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu<br />

ay duymamakta, mü’minlerin sadece ibadet ve<br />

sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı<br />

Hak mü’min kullarının bu ayda işlemiş oldukları<br />

günahları bağışlamaktadır.<br />

İslâmiyet gelince de Receb ayına mahsus olan<br />

saygı devam ettirildi. Bilhassa Regaib ve Mi’rac<br />

gibi tecellilerle şereflendirildi.<br />

Receb ayın, “recm ayı” da denir. Buna göre,<br />

mü’minlerin eziyet ve zahmet vermemesi için<br />

şeytanlar bu ayda taşlanır, kovulup uzaklaştırılır.<br />

Receb ayına “mutahhar” denmesinin sebebi,<br />

bu ayı oruçlu geçirenlerin günah ve hatalarından<br />

temizlenip paklanmasıdır. Receb ayının Nebiler<br />

tarihinde ayrı bir yeri vardır. Meselâ, Nuh (a.s) ve<br />

kavmi Receb ayında gemiye binmiş ve tufandan<br />

kurtulmuşlardır.<br />

Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan<br />

ayından iki ay öncesidir. Fazileti bakımından ayrı<br />

bir yeri vardır. Regaib ve Mi’rac gibi mübarek<br />

geceleri içinde bulundurması faziletini daha<br />

da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur’ân’da haram aylar<br />

olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman<br />

Receb ayına sağır denmesinin<br />

bir başka anlamı da şöyle ifade<br />

edilir: Bu ayın bereketi hürmetine,<br />

bu ayda işlenen günah ve hataları<br />

manen bu ay duymamakta,<br />

mü’minlerin sadece ibadet ve<br />

sevaplarına şahitlik etmektedir.<br />

Böylece Cenab-ı Hak mü’min<br />

kullarının bu ayda işlemiş oldukları<br />

günahları bağışlamaktadır.<br />

kalplerdeki yerini bir kat daha artırmıştır.<br />

“Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri,<br />

ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram<br />

(hürmetli) olan aylardır.” (Haram aylar, Receb,<br />

Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) 1<br />

“Recep ayı Allah’ın ayı, Şaban benim ayım,<br />

Ramazan da ümmetimin ayıdır.” 2<br />

“Receb ayında Allah-u Teala’ya çok istiğfar<br />

edin; çünkü Allah-u Teala’nın, Receb ayının her<br />

vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır.<br />

Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak<br />

Receb ayında oruç tutanlar girer.” 3<br />

“Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez;<br />

Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi,<br />

Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.” 4<br />

“Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak<br />

Receb ayında oruç tutanlar girer.” 5<br />

“Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün<br />

ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana,<br />

Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.” 6<br />

“Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün<br />

oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı<br />

mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.” 7<br />

1 İbni Cerir<br />

2 Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/423<br />

3 Deylemi<br />

4 İ.Asakir<br />

5 Miftahü’l-Cenne<br />

6 Gunye<br />

7 Taberani<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

32


Çünkü bu ayda özellikle<br />

mağfiret boldur. Bu ayda,<br />

halkın kan dökmesine mani<br />

vardır. Bu ayda, Allah-u Teala,<br />

Peygamberlerinin tövbelerini<br />

kabul buyurmuştur. Allah-u<br />

Teala bu ayda, peygamberlerini<br />

düşmanlarından korumuştur. Bir<br />

kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse,<br />

Allah-u Teala üç şeyi onun için<br />

gerekli kılar. Şöyle ki, Geçmiş<br />

günahlarının tümünü bağışlar.<br />

Kalan ömrünün temiz geçmesini<br />

temin eder. Büyük huzura çıkılan<br />

kıyamet gününün susuzluğundan<br />

da onu emin kılar<br />

“Allah-u Teala, Receb ayında oruç tutanları<br />

mağfiret eder.” 8<br />

“Allah-u Teala Receb ayında hasenatı kat<br />

kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl<br />

oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç<br />

tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün<br />

tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana,<br />

Allah-u Teala istediğini verir. 15 gün oruç<br />

tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu”<br />

der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de<br />

gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip<br />

oradakilere oruç tutmalarını emretti.” <br />

Yukarıda ki hadis-i şeriflerden anlaşıldığı<br />

üzere Recep ayında oruç tutmak pek faziletlidir.<br />

Çünkü Rasulullah (s.a.v) efendimiz bu ayda<br />

oruç tutmuştur. Bazı yıllarda tamamına yakınını<br />

oruçlu geçirmiş, bazı yıllarda da az bir kısmını<br />

oruçlu geçirmiştir.<br />

-“Recep ayı, Allah’ın ayıdır; Şaban ayı, benim<br />

ayımdır, Ramazan ayı ise ümmetimin ayıdır”.<br />

Recep ayının niçin Allah’ın ayı olduğu<br />

sorulduğunda;<br />

-“Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu<br />

ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda,<br />

Allah-u Teala, Peygamberlerinin tövbelerini<br />

kabul buyurmuştur. Allah-u Teala bu ayda,<br />

peygamberlerini düşmanlarından korumuştur.<br />

Bir kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah-u<br />

Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki,<br />

8 Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani<br />

Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar. Kalan<br />

ömrünün temiz geçmesini temin eder. Büyük<br />

huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan<br />

da onu emin kılar.”<br />

Rasulullah (s.a.v)’e sorarlar;<br />

“Ya Rasulullah! Recep ayının tümünü oruçlu<br />

geçirmeye gücüm yetmez.<br />

-“O halde, ilkinden bir gün, ortasından<br />

bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle<br />

ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun.<br />

Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir” <br />

Recep Ay’ın da yapılan dualar kabul edilir,<br />

günahlar affedilir. Bu ayda günah işleyenin<br />

mükafatı da, cezası da kat kat olur. Hz. Hüseyin<br />

(r.a) anlatır;<br />

Kabe’yi tavaf ederken yanık sesle Allah-u<br />

Teala’ya dua eden birinin sesini işittik. Babam<br />

bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir<br />

kimse idi. Ancak sağ tarafı felç olmuş, kurumuş,<br />

hareketsiz idi. Ona:<br />

-Sen kimsin, durumun ne böyle? dedim. O<br />

kimse dedi ki:<br />

-Adım Menazil. Ben çalgı çalmak, şarkı<br />

söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın<br />

ünlülerinden bir gençtim. Hep nefsin arzularımın<br />

peşinde koştum. Recep ve Şaban Ay’larında bile<br />

bu günahlara devam ederdim, Salih ibadetler<br />

işleyen babam beni bu günahlardan kurtarmaya<br />

çalışırdı. Bana ‘Allah-u Teala’nın azabı şiddetlidir,<br />

bir anda kahredebilir, kötü arkadaşlardan<br />

vazgeç, kötü işleri bırak, melekler bu aylarda<br />

senden şikayet ediyorlar’ dedi. Nasihate hiç<br />

tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp,<br />

döverek susturdum. ‘Beytullah’ a gidip şerrinden<br />

kurtulmak için Allah-u Teala’dan yardım<br />

dileyeceğim’ dedi babam. Bir hafta oruç tutup,<br />

Kabe’ye giderek;<br />

– Ey Rabbim! Mazlumların ahını yerde<br />

bırakmazsın, bu ayda bu mübarek yerlerde<br />

yapılan duaları reddetmezsin. Hakkımı<br />

oğlumdan al, onu felç et, diye dua etti.<br />

Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu.<br />

Beni gören ‘baba bedduasına uğramış kişi’ derdi.<br />

Hz. Hüseyin (r.a);<br />

-Baban bu hale ne dedi, buyurdu.<br />

-Babamdan özür diledim, onun da babalık<br />

şefkati galip gelerek, beni bağışladı. Beddua<br />

ettiği yerde bu sefer şifa bulmam için hayır<br />

dua etmek üzere deve ile gelirken devenin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

33


ürkmesiyle babam düşüp, öldü. Şimdi çaresizim.<br />

Üzüntülü ve kırık kalple bu aylarda oruç tutup,<br />

geceleri ibadet ediyorum, dedi.<br />

Hz. Ali (r.a) gence dua etti, Recep Ay’ının<br />

da bereketiyle bu dua Allah kabul etti ve o<br />

felçliye şifa verdi.<br />

Yine eski kavimlerden bir hanım, Kudüs’te<br />

Mescid-i Aksa’nın günlük temizliğini yaparmış.<br />

Recep Ay’ı girince on iki sefer İhlas Suresi’ni<br />

okuyarak temizlermiş. Rabbü zü’l-Celal Hz. bazı<br />

kullarına ölümünü muştular. Bu kadına da vefat<br />

edeceği müjdelenince oğluna diyor ki:<br />

-Oğlum ben Hakk’a yürüdüğüm zaman, beni<br />

kefenle değil de Recep Ay’ını saygı ve tazim ile<br />

geçirdiğim üstümdeki elbiseyle defnet.<br />

Ve hanım vefat ediyor. Vefatından sonra<br />

oğlu annesinin vasiyetini tutmuyor, bir kefen<br />

alıyor ve kefenle annesini defnediyor. O gece<br />

oğlunun rüyasına gelen anne:<br />

-Evladım, sana hakkım haram olsun.<br />

Sen benim vasiyetimi tutmadın, elbisemle<br />

defnetmedin, deyip gözden kayboluyor.<br />

Can hıçkırıklarıyla uyanan genç, ertesi<br />

gün hemen kabristana koşup annesinin kabrini<br />

açıyor. Annesinin orada olmadığını görüyor.<br />

Lakin şehitler ölmez, bedenleri çürümez. Ve ne<br />

yapacağını bilemiyor. Ertesi gün tekrar rüyasında<br />

bir ses;<br />

-O bize döndü, onun duvağı gelinliğiydi,<br />

diyor.<br />

Regaip Kandili<br />

Regaib Nedir? Regaib, arapça bir kelimedir<br />

ve “re-ğa-be” kökünden gelmektedir. “Re-ğabe”,<br />

kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek,<br />

arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde<br />

etmek için çaba sarf etmek demektir. “Reğîb”<br />

kelimesi ise, “reğabe”’den türemiş olan bir<br />

isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan,<br />

taleb edilen şey demektir. Müennesi, “reğîbe”dir.<br />

“Reğîbe”nin çoğulu da “reğâib” dir. Kelime olarak<br />

“Regâib”in aslı budur.<br />

Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi<br />

denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler<br />

vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki<br />

kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli<br />

oluyor. Allah-u Teala, bu gecede, müminlere,<br />

ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye<br />

hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua<br />

kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere,<br />

sayısız sevaplar verilir.<br />

Regaip Kandilinde Yapılması Müstehab<br />

Tesbihat<br />

300 Salavat-ı şerife,<br />

101 Fatiha-i şerife,<br />

101 İhlas-ı şerife,<br />

101 Kadir suresi<br />

Hizb-i Muhammed (s.a.v) kitabımızın günlük<br />

evradın son salavatınının ilk 5 salavatı 101 defa,<br />

geri kalan salavatlar 33’er defa okunur.<br />

Recep Ayına saygı ve tazimi arttırın.<br />

İbadetlerinizi arttırın. İhlas Suresi’ni çok okuyun.<br />

Fatiha- ı Şerife’yi, Ya-sin, Tebareke, Nebe surelerini<br />

çok okuyun, namazlarınızı Kur’an’ı hatmederek<br />

kılın.<br />

Recep Ayı’na tazim eden muhakkak ki tazim<br />

görür. İnşallah Rabbü zü’l- Celal Hz. bizi ve<br />

bütün kardeşlerimizi, inanan mü’minleri affetsin.<br />

Rabbim Bir Ramazan Ayı’nda ağzımız oruçlu,<br />

dilimiz dualı ve zikirli, Hak aşkıyla kendimizden<br />

geçerek, şehadet ederek aşk ve muhabbetle<br />

kendine kavuşanlardan eylesin. Amin.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

34


AŞK<br />

Söyletme sen dilimi,<br />

Gönlüm yalnız, seni bilsin.<br />

Ayır bedenimden ruhumu,<br />

Ruhum huzur-u hakkı bilsin.<br />

Aşka doymaz bir kere tadan,<br />

Aklı fikri bir yana koyan.<br />

Görünmez gözüne cümle cihan,<br />

Hem dünyada, ahirette olan.<br />

Aşığın alası yok,<br />

Gözünde karası yok,<br />

Rabbe karşı niyazı çok,<br />

Cennet Cehennem tasası yok.<br />

Âşık oldu rabbine,<br />

Dünya görünmez gözüne,<br />

Yürür gider ateş üstüne,<br />

Hem korkusu, tasası yok.<br />

Âşık olmak muradı,<br />

İstemez şanı nişanı,<br />

Yaktı aşkın çırası,<br />

Gözünde gayrısı yok..<br />

Aşktır Mekke’ de doğan,<br />

Tüm kâinata yayılan,<br />

Aşktır Adem’ in alnında olan,<br />

Alemi bir anda nura boğan,<br />

Aşktır Muhammed (s.a.v)’i habibullah yapan<br />

ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU


SAHABE-İ GÜZİN<br />

Burak Çınar<br />

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />

Hz. Ali (r.a)<br />

Resulullah’ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü<br />

halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş’ten<br />

Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib’tir. Künyesi<br />

Ebu’ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası),<br />

lâkabı Haydar; ünvanı Emîru’l-Mü’minin’dir. Ayrıca<br />

‘Allah’ın Arslanı’ ünvanıyla da anılır.<br />

Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah’ın yanında<br />

büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir.<br />

Hz. Hatice’den sonra müslümanlığı ilk<br />

kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi<br />

bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz<br />

şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını<br />

anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu.<br />

Mekke döneminde her zaman Resulullah’ın yanındaydı.<br />

Kâbe’deki putları kırmasını şöyle anlatır:<br />

“Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe’ye gittik. Resul-u<br />

Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim<br />

zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi,<br />

beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem<br />

ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe’nin üzerinde<br />

bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put<br />

düştü, parça parça oldu. Resulullah’ın omuzlarından<br />

indim. İkimiz geri döndük.” (Ahmed b. Hanbel,<br />

Müsned, I, 384).<br />

Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve<br />

hakkı tebliğ etmek hususunda Allah’u Teâlâ’dan<br />

emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî<br />

emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla<br />

alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali<br />

(r.a.)’ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını<br />

davet etti. Resulullah yemekten sonra:<br />

“Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve<br />

bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.<br />

İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum<br />

olarak bana bey’at edecek” dedi. Yalnız Ali (r.a.)<br />

kalktı ve orada Resulullah’a onun istediği sözlerle<br />

bey’at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, “Karde-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

36


şimsin ve vezirimsin “ diyerek Hz. Ali’yi taltif etti.<br />

Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde<br />

bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere<br />

Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah’ın yatağını<br />

da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz.<br />

Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak<br />

onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle<br />

Peygamber’e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır.<br />

Hz. Ali, Peygamberimiz’in kendisine bıraktığı emanetleri<br />

sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret<br />

etti. Medine’de de Hz. Peygamber’in devamlı yanında<br />

bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud’da<br />

gâzî oldu. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif<br />

kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek<br />

Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek,<br />

Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı.<br />

Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler’le<br />

teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı<br />

Velid b. Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû<br />

Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun<br />

hasmını da öldürdü. Kendisine “Allah’ın Arslanı” lâkabı<br />

ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir<br />

de deve verildi.<br />

Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in<br />

kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber<br />

kıydı. O zamana kadar Resulullah’la oturan Hz. Ali<br />

nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz.<br />

Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.<br />

Hicret’in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman<br />

okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların<br />

üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de<br />

yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun<br />

öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe<br />

gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber’in içine düştüğü<br />

hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın<br />

da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden<br />

yaralanarak gazi oldu.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

37


Uhud savaşından sonra Hz. Ali “Benu Nadr” Yahudilerinin<br />

hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan<br />

savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali<br />

kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur<br />

savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh<br />

şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi<br />

yazmaya şöyle başladı: “Bismillâhirrahmânirrahîm<br />

. Muhammed Resulullah....” Ancak müşrikler<br />

bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, “Resulullah”<br />

yerine “Muhammed b. Abdullah” yazmasını Hz. Ali’ye<br />

söylemiş fakat Hz. Ali “Resulullah” ifadesinin yazımında<br />

ısrar etmiştir.<br />

Hz. Ali Mekke’nin fethi sırasında yine sancaktardı.<br />

“Keda” mevkiinden Mekke’ye girdi. Mekke kan<br />

dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte<br />

Kâbe’deki bütün putları kırdılar.<br />

Mekke’nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b.<br />

Velid’i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile<br />

ya cehaleti, ya da bedevî<br />

olmalarından, “müslüman<br />

olduk” anlamındaki “eslemna”<br />

kelimesi yerine “sabbena”<br />

dediği için Hâlid b.<br />

Velid hiddetlendi ve onlarla<br />

harp etti. Hz. Peygamber<br />

olayı duyunca çok üzüldü.<br />

Hz. Ali’yi bu hatayı telâfi ile<br />

görevlendirdi. Hz. Ali Benu<br />

Huzeyme’ye giderek öldürülenlerin<br />

diyetini ödeyip<br />

mağdur olanların zararlarını<br />

telâfi etmişti.<br />

Huneyn gazasında müslümanlar<br />

bir ara bozulup<br />

dağıldılar. Sayıları binleri<br />

bulduğu halde içlerinden<br />

ancak birkaç kişi sabredip<br />

dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül<br />

etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla<br />

İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını<br />

sağladı.<br />

Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine<br />

çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i beytin muhafazası için<br />

Medine’de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için<br />

müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: “Musa’ya<br />

göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez<br />

misin?” dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.<br />

Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah<br />

Hz. Ali’yi Mekke’ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin<br />

artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini<br />

bildirdi.<br />

Resulu Ekrem hicretin<br />

9. yılında Tebük seferine<br />

çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i<br />

beytin muhafazası için<br />

Medine’de bıraktı, ancak<br />

bu sefere katılamadığı için<br />

müteessir oldu. Bunun<br />

üzerine Resulullah: “Musa’ya<br />

göre Harun ne ise, sen<br />

bana karşı o olmak istemez<br />

misin?” dedi. Ali, bu iltifattan<br />

çok memnun oldu.<br />

Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev<br />

yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali “Bu çok güç bir iş”<br />

dedi. Resulullah da “Ya Rabb, Ali’nin dili tercümanı,<br />

kalbi hidayet nurunun memba olsun” diye dua edince,<br />

Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, kısa süren<br />

irşadları sayesinde Yemen’in bütün Hemedan kabilesi<br />

müslüman oldu.<br />

Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların<br />

başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği<br />

sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile<br />

meşgul idi.<br />

Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle<br />

ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev<br />

yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet<br />

başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra<br />

heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki<br />

adaydan biri oldu.<br />

Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde<br />

idarî tutumdan<br />

pek memnun olmamakla<br />

birlikte İslâm devletinin<br />

muhtelif vilâyetlerinden<br />

gelen şikayetleri hep Hz.<br />

Osman’a bildirmiş ve ona<br />

hâl çareleri teklif etmişti. Hz.<br />

Osman’ı muhasara edenleri<br />

uzlaştırmak için elinden gelen<br />

gayreti sarfetti.<br />

Hz. Osman’ın şehâdetinden<br />

sonra İslâm’ın ileri gelen<br />

şahsiyetleri ona bey’at<br />

ettiler. Ancak onun bu dönemi<br />

Allah’ın bir takdiri olarak<br />

son derece karışık bir<br />

dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde<br />

hâlledilmesi gereken<br />

bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar<br />

Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti<br />

bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda<br />

büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.<br />

Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman<br />

b. Mülcem tarafından sabah namazına<br />

giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.<br />

Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yanında<br />

bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin<br />

ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah’ın tabiri ile<br />

“ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi.<br />

Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için<br />

büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla<br />

dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi<br />

ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

38


Medine’de duruma hakim olup yönetimi tam olarak<br />

eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir<br />

okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved<br />

ed-Düeli’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdurrahman<br />

esSülemi’ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik<br />

görevini Kümeyl b. Ziyâd’a verdi. Arap edebiyatı<br />

konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b.<br />

esSamit, ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirdi. Devlet<br />

yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza<br />

gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma<br />

ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.<br />

Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece<br />

titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında<br />

gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz<br />

etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe’de<br />

görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında<br />

tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici<br />

ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği<br />

konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.<br />

1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin.<br />

Onlara bir canavar<br />

gibi davranmayın ve onları<br />

azarlamayın .<br />

2. Müslüman olsun<br />

olmasın herkese aynı<br />

davranın. Müslümanlar<br />

kardeşleriniz, müslüman<br />

olmayanlar ise sizin gibi<br />

bir insandır.<br />

3. Affetmekten utanmayın.<br />

Cezalandırmada<br />

acele etmeyin. Emriniz<br />

altında bulunanların hataları<br />

karşısında hemen<br />

öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .<br />

4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür<br />

davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.<br />

5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet<br />

etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden<br />

sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.<br />

6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan<br />

ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri<br />

tercih edin.<br />

Üzerinde farz namaz borcu<br />

olan kimse, kazasını kılmadan<br />

nafile kılarsa boş yere zahmet<br />

çekmiş olur. Bu kimse, kazasını<br />

ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun<br />

nafile namazlarını kabul etmez.<br />

7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.<br />

8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri<br />

için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.<br />

9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve<br />

bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.<br />

10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap<br />

verin.<br />

11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize<br />

kendilerini inandırın .<br />

12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden<br />

dönmeyin.<br />

13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken<br />

önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına<br />

izin vermeyin.<br />

14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu<br />

azaltır, hayat standardını artırır.<br />

15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır<br />

ve bir servet gibi korunmalıdır.<br />

16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere<br />

bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız<br />

onları incitmesin, onlara kötü davranmasın.<br />

Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç<br />

duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına<br />

engel olmayın .<br />

17. Kan dökmekten<br />

kaçının, İslâm’ın hükümlerine<br />

göre öldürülmesi<br />

gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.<br />

Hz. Ali bütün bu emirleri<br />

kendi nefsinde eksiksiz<br />

uygulayan bir halifeydi.<br />

Beş yıllık halifeliği çok<br />

önemli olaylarla, savaş ve<br />

sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere<br />

karşı sonuna kadar<br />

doğru yoldan sabırla mücadele<br />

etmek istedi sonunda<br />

şehid oldu.<br />

Hz. Ali İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü<br />

o, Resulullah’ın daima yanında bulunmuştu.<br />

Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz.<br />

Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti.<br />

Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı:<br />

“Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah<br />

ile Peygamber’in tekzip edilmesini ister misiniz?”<br />

(Buhârî, İlim) demiştir.<br />

Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, Muhsin<br />

adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları<br />

oldu.<br />

Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva<br />

sahibi ve son derece cömertti. Medine’de müslümanların<br />

durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir<br />

hizmetçi almaya karar verip, Resulullah’a gitti. Resulullah<br />

kızıyla damadının arasına girerek: “Ben size<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

39


hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken<br />

otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah,<br />

otuzüç kere de Subhanallah deyin” buyurdu. Yine bir<br />

gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi<br />

sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi,<br />

onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen<br />

bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini<br />

verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime<br />

indi: “şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan<br />

içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir<br />

kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir<br />

günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine,<br />

yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın<br />

rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür<br />

beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu<br />

bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz’ derler.<br />

Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık<br />

ve sevinç verir.” (İnsan, 5/11)<br />

Hz. Ali’nin “Zülfikâr” adı verilen meşhur bir kılıcı<br />

vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali’ye Resulullah<br />

tarafından hediye edilmişti.<br />

Hz. Ali’nin cömertliği,<br />

insanîliği, Resulullah’a olan<br />

yakınlığıyla edindiği büyük<br />

manevî miras onu yüzyıllardır<br />

halk inançlarında<br />

destani bir kişiliğe büründürmüştür.<br />

Bir gün onun<br />

dört dirhemi vardı. Birini<br />

açıktan, birini gizliden birini<br />

gündüz, birini de gece infak<br />

etti ve hakkında şu ayet-i<br />

kerime indi: “Mallarını gece<br />

ve gündüz, gizli ve açık olarak<br />

infak edenler. Onlar için<br />

Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.”<br />

(el-Bakara, 2/274).<br />

Hz. Ali’nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı<br />

hadis-i şerifler: “Günah işleyen biri pişman olur, abdest<br />

alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse<br />

Allah’u Tealâ Nisâ suresinde ‘Biri günah işler veya kendine<br />

zulmeder sonra pişman olup Allah’u Teâlâ’ya istiğfar<br />

ederse Allah’u Teâlâ’yı çok merhametli ve af ve<br />

mağfiret edici bulur’ buyurmaktadır.”<br />

“Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını<br />

kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur.<br />

Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun<br />

nafile namazlarını kabul etmez. “<br />

“Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin<br />

bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı,<br />

orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. “<br />

Amellerin en zoru<br />

üçtür. Bunlar; nefsin<br />

hakkını verebilmek,<br />

her halde Allah’u<br />

Teâlâ’yı hatırlayabilmek,<br />

kardeşine bol bol ikramda<br />

bulunabilmektir.<br />

Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali’ye buyurdu: “ Ya Ali,<br />

altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın<br />

mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? “ Hz. Ali dedi:<br />

“Altıyüzbin nasihat isterim.” Peygamberimiz buyurdu:<br />

“Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş<br />

olursun: 1. Herkes nafilelerle meşgul olurken<br />

sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri<br />

sünnetleri, müstehapları ifa et. 2. Herkes dünya ile<br />

meşgul olurken sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla. İslâm’a<br />

uygun yaşa; İslâm’a uygun kazan; İslâm’a uygun harca.<br />

3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi<br />

ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol. 4. Herkes<br />

dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.<br />

5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın<br />

rızasını gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; hakka<br />

yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara. 6. Herkes çok amel<br />

işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına<br />

dikkat et.”<br />

Hz. Ali buyurdu: “Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz,<br />

kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.”<br />

“Cahil, bilmediğini sormaktan<br />

utanmasın. Âlim,<br />

içinden çıkamayacağı bir<br />

meselede en iyisini Allah’u<br />

Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.”<br />

“İnsanın yaslanıp Rabbini<br />

bildikten sonra ölmesi,<br />

küçükken ölüp hesapsız<br />

Cennet’e girmesinden daha<br />

hayırlıdır. “<br />

“Kul ümidini yalnız<br />

Rabbi’ne bağlamalı ve yalnız<br />

günahları kendini korkutmalıdır.<br />

“<br />

“Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin<br />

isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi<br />

hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. “<br />

“Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını<br />

verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek,<br />

kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. “<br />

“Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır.“<br />

“Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu<br />

olanıdır.”<br />

“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. “<br />

Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak<br />

İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan<br />

sahabelerdendir .<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

40


MÜSLÜMAN<br />

BİLİMADAMLARI<br />

FARUK KUL<br />

Ebu’l-Velîd Muhammed Ibn-i Ahmed Ibn-i<br />

Muhammed Ibn-i Rüşd 1126’da Kurtuba’da<br />

doğdu. Ailesi fıkıh sahasındaki derin bilgisiyle<br />

tanınıyordu, babası ile dedesi Endülüs<br />

başkadılığı (Kâdıu’l-kudât) gürevinde bulunmuşlardı.<br />

Bu dindar sülale ona İslami araştırmalarda<br />

yüksek bir seviyeye ulaşma fırsatı<br />

verdi. Bir alimden aldığı derslerle Kur’an ,tefsir,<br />

hadis, fıkıh arap dili ve edebiyatına dair<br />

ilimleri öğrenen İbn-i Rüşd, babasından Malikilerin<br />

kitabı Muvatta’yı okuyarak ezberledi.<br />

Ayrıca matematik, fizik, astronomi, mantık,<br />

felsef ve tıp gibi sahalarda ilmî araştırmalarını<br />

sürdürdü. (El-Ehvani, 1990, s.163-64).<br />

İbn-i Rûşd siyasal şartların oldukça karışık<br />

olduğu bir ortamda yaşadı. Düşünür Murâbıtların<br />

hükümranlığı sırasında doğmuştu<br />

ve hanedan 1148’de Kurtuba’yı ele geçirecek<br />

olan Muvahhidler tarafından 1147’de<br />

Marrâkuş’ta devrilmişti.<br />

Ebû Yakûb emir olduğu zaman İbn Rüşd’e,<br />

Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm<br />

aleminde hemen hemen hiç<br />

bir öğrencisi yàhut halefi<br />

olmamıştır. Hatta O’nun<br />

münekkitleri bile yok denecek<br />

kadar azdır. İbn-i Teymiye<br />

(öl. 1327) istisna edildiğinde,<br />

onlardan hiç biri İbn-i Sina’nın<br />

büyük münekkidi Gazâlî<br />

mesâbesinde değ’ildi.<br />

Aristo’nun eserlerine şerhler yazmasını emretti.<br />

Marrâkuşî’nin verdiği bilgilere göre İbn<br />

Rüşd emirle tanışmasını şöyle anlatır:<br />

“Müminlerin emiri Ebû Ya’kûb’un huzuruna<br />

çıktığımda, onu Ebu Bekr İbn-i Tufeyl<br />

ile başbaşa buldum. Ebû Ya’kûb ailem ve<br />

cedlerimden bahisle beni övmeye başladı.<br />

Mü’minlerin Emiri’nin bana söylediği ilk şey<br />

filozofarın görüşüne gönderme yaparak şu<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

41


oldu:’Felekler hakkında ne dersin? Kadîm midir?<br />

Yaratılmış mı?’ Beni bir korku ve bocalama<br />

sardı... Fakat Mü’minlerin emiri benim bu<br />

korku ve bocalayışımı anlayışla karşılayıp İbn<br />

Tufeyl’e döndü ve Aristo, Eflatun ve öteki filozofların<br />

fikirlerini zikrederek bana sorduğu<br />

soru hakkında onunla konuşmaya başladı...”<br />

(zikr:El-Ehvani, 1990, s.165)<br />

Böylece İbn-i Rüşd Aristo’nun eserlerine<br />

şerhler yazmaya aşladı. Bu onun “Şarih” ünvanını<br />

almasını sağladı ve Ortaçağ Avrupa’sında<br />

da bu özelliğiyle tanındı.( El-Ehvani, s.165)<br />

İbn-i Rüşd, Emir tarafından İşbiliye’ye kadı<br />

olarak atandı. Düşünür hayatının bu bölümünde<br />

resmi görevin yanında Aristo felsefesiyle<br />

de yoğun şekilde ilgilenmeye başladı. Önce<br />

Aristo felsefesinin özünü ve esasını bulmak ve<br />

sonra da bunu şerh ve tefsir etmek için araştırmalara<br />

koyuldu. O sene Aristo’nun Kitabu’1-<br />

hayávan’ını telhis etti. 1171’ de ise terfi ederek<br />

Kurtuba’ya kadı tayin edildi. On seneden<br />

fazla bu görevde kaldı. Aristo’nun kitaplarını<br />

búrada şerh etti. 1182’de Emir onu Merakeş’e<br />

çağırdı ve Baştabiblik görevine getirdi. Daha<br />

sonra kadı’l-kudat görevi ile tekrar Kurtuba’ya<br />

gönderildi.<br />

Emir Yusuf’un vefatından sonra onun yerine<br />

geçen Emir Yayub b. Mansur da İbn-i Rüşd’e<br />

itibar gösterdi. Ancak daha sonra çekemeyen<br />

çevrelerin israrlı baskıları üzerine İbn-i Rüşd<br />

Yahudilerle meskün bir kasaba olan Elisana’ya<br />

sürüldü<br />

İbn-i Rüşd’ün sürgündéki hayatı çok sürmemiş,<br />

İşbiliÿe’nin ileri gélénlérinden bir grubun<br />

İbn-i Rüşd hakkında ricaları üzerine, Emir<br />

yaptığına pişman olmùş, onu affetmiş, ancak<br />

bu hadiseden çok geçmeden İbn-i Rüşd<br />

1198 yılında vefat etmiştir.(Uludağ,1985, s.15<br />

vd;Fahri, 1987, s.215)<br />

İbn-i Rüşd ölümünden sonra İslam dünyasından<br />

ziyade Batı’da tanındı. Düşünür<br />

yeni felsefesiyle Batı’da “İbn-i Rüşdcü Latin<br />

Okulu”nun kurulmasına ortam hazırladı. XII.<br />

yüzyılların sonlarına doğru Aristoculuğun<br />

Avrupa’da canlanmasıyla birlikte İbn-i Rüşd<br />

kısa zamanda Yahudi ve Hristiyanlar arasında<br />

şüphe götürmez bir lider olarak kabul edildi.<br />

Musa b. Meymûn (Maimonides öl: 1204)<br />

ve öğrencisi Yusuf b. Yahûda tarafından ona<br />

duyulan büyük saygı, O’nun önde gelen bir<br />

Aristo müfesiri olarak Yahudiler arasında şöhretini<br />

sağlamlaştırdı. XII. yüzyılın bitiminden<br />

önce İbn-i Rüşd’ün eserleri, felsefï kültürleri,<br />

Renán’ın ifadesiyle “İslam kültürünün yansımasından<br />

başka bir şey olmayan” Yahudi<br />

âlimlerce Arapça olarak okunuyordu. Bununla<br />

birlikte XIII. yüzyılın başlarında Yahudilerin<br />

Prene’lerin ötesine ve Ákdeniz sahili boyunca<br />

dağılması O’nun eserlerinin Ibranice’ye tercüme<br />

edilmesini geréktirdi. Moses ben Tibbon,<br />

Jacob ben Abba Mari, Simeon Anatoli, Solomon<br />

ben Joseph ben Job, Zeráchia ben Isaac<br />

ve Joseph ben Machis O’nun XIII. yüzyıllardaki<br />

en tanınmış mütercimleridir; Calonymus ben<br />

Calonymus, Calónymus ben Todros ve Samuel<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

42


en Judah ben Meshullan O’nun XIV.yy’daki<br />

mütercimleri arasındadırlar. XIV.yy’ın belirgin<br />

bir özelliği İbn-i Rüşd’ün şerhleri üzerinde<br />

tam bir süper şerh dalgasının yükselmesidir.<br />

Yahudilerle Hristiyanlar arasında kültürel<br />

bağların yakınlığı ve Batı Avrupa’da<br />

İbranice’nin óldukça yaygın olárak biliniyor<br />

olması sebebiyle, Roger Bacon (öl:1294) ve<br />

Raymond Martin (öl : 1284’ten sonra)’in durumlarında<br />

görüldüğü gibi genellikle Ibranice<br />

yoluyla Arapça felsefi eserlerin Lâtincé’ye<br />

tercüme edilmesi XIII.yy’ın başlarında yúksekce<br />

bir seviyeye ulaşmıstı. 1217-1230 yılları<br />

arasında Michael te Scot, İbn-i Rüşd’ün<br />

eserlerinden çoğunu Lâtince’ye tercüme<br />

etti. Öte yandan Hermann the German<br />

1240-1256 yılları arasında Poetica ve Ethica<br />

Nicomachea’nın özetlerini çevirdi. Toplam<br />

olarák İbn-i Rüşd’ün otuz sekiz şerhinden 15<br />

tanesi Arapça’dán Lâtince’ye XIII. asırda tercüme<br />

edildi.<br />

Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm aleminde hemen<br />

hemen hiç bir öğrencisi yàhut halefi<br />

olmamıştır. Hatta O’nun münekkitleri bile<br />

yok denecek kadar azdır. İbn-i Teymiye (öl :<br />

1327) istisna edildiğinde, onlardan hiç biri<br />

İbn-i Sina’nın büyük münekkidi Gazâlî mesâbesinde<br />

değ’ildi..Ne var ki O’nun Batı’daki<br />

münekkitleri parlak bir galaksi teşkìl ederler<br />

: Máimonides, Siger de Brabant, Moses ben<br />

Tibbon, Levi ben Gerson; AIbert the Great,<br />

St. Thomas Aquinas bazılarıdır.(Fahri,1987,<br />

s.215 vd)<br />

Onun İslam felsefesiyle ilgili en önemli<br />

eseri İmam-ı Gazali’nin Tahafütü’l-Felasifesine<br />

karşı yazdığı Tehafütu’t-Tehafüt ve genellikle<br />

kendisinin tevhid anlayışını ortaya koyduğu<br />

Faslu’l-Makal ile el-Keşf an minhaci’l<br />

edille adlı risalaeleridir.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

43


ilm-ü hal<br />

GUSL<br />

بِسْ‏ مِ‏ اللهِ‏ الرَّحْ‏ مَنِ‏ الرَّحيِمِ‏<br />

يَا اَأيُّهَا الَّذِينَ‏ اآمَنُوا اإِذَا قُمْتُمْ‏ اإِلَى الصَّ‏ لَاةِ‏ فَاغْسِ‏ لُوا<br />

وُجُوهَكُمْ‏ وَاَأيْدِيَكُمْ‏ اإِلَى الْمَرَافِقِ‏ وَامْسَ‏ حُوا<br />

بِرُءُوسِ‏ كُمْ‏ وَاَأرْجُلَكُمْ‏ اإِلَى الْكَعْبَيْنِ‏ وَاإِنْ‏ كُنْتُمْ‏<br />

جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَاإِنْ‏ كُنْتُمْ‏ مَرْضَ‏ ىٰ‏ اَأوْ‏ عَلَىٰ‏ سَ‏ فَرٍ‏ اَأوْ‏<br />

جَ‏ اءَ‏ اَأحَ‏ دٌ‏ مِنْكُمْ‏ مِنَ‏ الْغَائِطِ‏ اَأوْ‏ لَامَسْ‏ تُمُ‏ النِّسَ‏ اءَ‏<br />

فَلَمْ‏ تَجِ‏ دُوا مَاءً‏ فَتَيَمَّمُوا صَ‏ عِيدًا طَيِّبًا فَامْسَ‏ حُوا<br />

بِوُجُوهِكُمْ‏ وَاَأيْدِيكُمْ‏ مِنْهُ‏ مَا يُرِيدُ‏ اللَّهُ‏ لِيَجْ‏ عَلَ‏<br />

عَلَيْكُمْ‏ مِنْ‏ حَ‏ رَجٍ‏ وَلَٰ‏ كِنْ‏ يُرِيدُ‏ لِيُطَهِّرَكُمْ‏ وَلِيُتِمَّ‏<br />

نِعْمَتَهُ‏ عَلَيْكُمْ‏ لَعَلَّكُمْ‏ تَشْ‏ كُرُونَ‏<br />

“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman<br />

yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza<br />

mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı<br />

yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak<br />

temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız<br />

veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten)<br />

gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide<br />

bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir<br />

toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi<br />

meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi<br />

bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz<br />

yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister<br />

ki şükredesiniz.” 1<br />

Sözlükte gusül (gasl ve gusl) “bir şeyi su ile yıkamayı”,<br />

fıkıh ilminde ise “bütün vücudun temiz<br />

1 el-Mâide 5/6<br />

AYŞE TUNÇ<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

44


su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmî temizlik<br />

işlemi”ni ifade eder. Fıkıhta abdeste küçük temizlik,<br />

abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik<br />

(hades-i asgar), gusle büyük temizlik, guslü gerektiren<br />

hallere de büyük kirlilik (hades-i ekber)<br />

denilir. Guslün Türkçe’deki bir başka adı da boy<br />

abdestidir.<br />

Kur’an’da “Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin”<br />

buyrularak cünüplük halinden kurtulmak<br />

için guslün gerekliliği bildirilmiş, ayrıca,” Sana,<br />

kadınların aybaşı hali hakkında da sorarlar, de<br />

ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır)”. Aybaşı halinde<br />

iken kadınlardan el çekin, temizlenmelerine<br />

kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri<br />

zaman, Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın.<br />

Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever,<br />

temizlenenleri de sever” 2 ayeti mucibince<br />

de, hayzın (ay hali) kadınlar için mazeret hali olduğu<br />

belirtilerek gusledip temizleninceye kadar<br />

onlarla cinsel ilişki kurulma sı yasaklanmıştır.<br />

Cünüplük hali ile kadınların hayız ve nifas kanlarının<br />

kesilmesi halinde guslün gerekli olduğu<br />

ve bunun nasıl yapılması gerektiği hususuna<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in söz<br />

ve uygulamaları da muhakkak ki önemli açıklamalar<br />

getirmiştir.<br />

Abdest gibi gusül de esasen hükmî temizlenme<br />

ve arınma vasıtasıdır. Böyle olmakla birlikte<br />

bunların maddî ve manevi temizlenmeyi de sağladığı,<br />

ayrıca birçok tıbbî yararlar içerdiği de inkâr<br />

edilemez. Guslün insan sağlığı açısından önemi<br />

ve yararı Doğulu ve Batılı ilim adamlarınca ayrı<br />

ayrı dile getirilmiş, boy abdesti temizliği müslüman<br />

milletlerin belirgin özelliği, İslâm medeniyetinin<br />

beden temizliğine ve sağlığına verdiği<br />

önemin âdeta simgesi olmuştur. Gusül ile hayız,<br />

nifas ve cünüplük halinin vücutta bırakabileceği<br />

maddî bir kalıntı ve bulaşıklar iyice temizlenmiş<br />

olur. Ayrıca gusül, cünüplük halinin vücutta yol<br />

açacağı yorgunluk ve gevşekliği giderme, be-<br />

2 “(el-Bakara 2/222)<br />

dende yeni bir denge kurma, kan dolaşımını düzene<br />

koyma ve kişiyi hükmî kirlilikten kurtararak<br />

ibadet atmosferine hazırlama gibi beden ve ruh<br />

sağlığı açısından birçok yararı içinde barındırır.<br />

Buna ilâve olarak, bilinebilen veya bilinemeyen<br />

birçok hikmet ve fayda taşıdığı inancıyla Allah’ın<br />

bu emrini yerine getiren mümin, Allah’a kayıtsız<br />

şartsız itaat etmenin haz ve sevabına kavuşur.<br />

GUSLÜ GEREKTİREN DURUMLAR<br />

Esasen guslün sebebi hükmî kirliliktir. Bu sebeple<br />

hükmî kirlilik hali sayılan cünüplük, hayız<br />

ve nifas halleri guslü gerektiren üç temel<br />

sebeptir. Bu sebeplerden dolayı gusül farzdır,<br />

bir de şehid olmayan müslüman bir ölüye gusül<br />

aldırılması, İslâm toplumuna yüklenen kifâî bir<br />

farzdır. Ancak bu üç durumun (cünüplük, hayız,<br />

nifas) büyük kirlilik olarak anılması, bu durumdaki<br />

kimselerin dinen necis sayıldığı anlamına<br />

gelmez. Mümin necis olmaz. Hatta müşriklerin<br />

necis olduğu meâlindeki âyet de 3 onların hükmî<br />

kirliliklerine işaret olarak anlaşılmıştır. Bu sebepledir<br />

ki, cünüp olan, hayız ve nifas gören kimselerin<br />

hükmî kirliliği, onların namaz, tilâvet secdesi,<br />

Kâbe’yi tavaf, Kur’an’ı eline alma ve Kur’an<br />

okuma, mescide girme gibi belirli ibadetleri veya<br />

ibadetle yakından ilgili fiilleri yapmak için gerekli<br />

ruhî ve mânevî hazırlığa sahip olmadıkları anlamına<br />

gelir.<br />

a) Cünüplük<br />

Fıkıh dilinde cünüplük (=cenâbet), cinsî münasebet<br />

veya ihtilam ve benzeri bir yolla meninin<br />

gelmesi (inzal) sebepleriyle meydana gelen<br />

ve belirli ibadetlerin yapılmasına engel olan hükmî<br />

kirlilik halinin adıdır.<br />

İhtilam; uyku ya da uyanıklık hâlinde, bakmak<br />

veya düşünmek yolu ile vücuttan “menî” denilen<br />

sıvının gelmesi durumudur.<br />

İhtilam, sadece erkeklere mahsus bir hâl de-<br />

3 (et-Tevbe 9/28)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

45


ğildir. Kadın da ihtilâm olabilir. Ümmü Seleme<br />

(r.a)’dan şöyle dediği nakledilmiştir:<br />

“Enes’in annesi Ümmü Süleym dedi ki:<br />

-Ey Allâh’ın elçisi! Allah, hakkın söylenmesinden<br />

hayâ etmez. İhtilâm olduğu zaman kadının<br />

gusletmesi gerekir mi?”<br />

Rasulü Ekrem (s.a.v):<br />

-Evet, yaşlık görürse gerekir.” buyurdu.<br />

Bunun üzerine orada bulunan Ümmü Seleme<br />

Vâlidemiz:<br />

-Kadın da ihtilam olur muymuş?” diye sordu.<br />

Rasulü Ekrem (s.a.v):<br />

-Hay Allah iyiliğini versin. Kadın ihtilam olmazsa,<br />

peki çocuğu ona nasıl benzer ki?” buyurdular.<br />

4<br />

Meni ; şehvetin artmasıyla (doyuma ulaşmasıyla)<br />

cinsel uzuvdan basınçla dışarı çıkan yoğun<br />

sıvının adıdır. Cinsiyet uzvundan meni dışında<br />

gelebilen iki çeşit sıvı daha vardır, bunlar mezi<br />

ve vedi’dir. Mezi; cinsel duygu, heyecan, tenle<br />

temas vb. sonunda meni değil de daha az, açık<br />

renkli, yapışkan ve fışkırmayan bir sıvıdır (Bu sıvının<br />

kadınlardan gelenine ise “kazi” denir); meziden<br />

dolayı gusül gerekmez, yalnızca abdest<br />

alınır.<br />

Rasulullah (s.a.v) bu hususta da şöyle buyurur:<br />

“Mezide abdest, menide gusül vardır.” 5<br />

Ancak mezinin gelmesi ile abdest bozulacağı<br />

için kişi avret mahallini yıkar ve abdest alır.<br />

Nitekim Rasulü Ekrem (s.a.v) mezi için:<br />

“Herhangi birinizin idrar yolundan mezi gelirse,<br />

avret yerini yıkasın ve namaz için abdest alsın.”<br />

buyurmuştur. 6<br />

Vedi ise; İdrardan sonra veya başka zaman-<br />

4 (Buhârî; 130 , Müslim;236)<br />

5 (Şevkânî, Neylü’l Evtâr, I, 218)<br />

6 (Muvattâ, Taharet 53; Buhârî, Gusl, 13)<br />

larda cinsel etkilenme, haz, uyanma sözkonusu<br />

olmadan gelen açık renkli, fışkırmayan, yapışkan<br />

ve az miktardaki sıvıya denir, bu da yalnızca abdesti<br />

bozar.<br />

Meni gelsin veya gelmesin cinsî münasebet<br />

sonunda kadın da erkek de cünüp olur.<br />

Cünüplüğe yol açan cinsî münasebetin ölçüsü<br />

ve başlangıç sınırı, erkeklik organının sünnet kısmının<br />

duhulü iledir. Erkek veya kadından şehvetle<br />

(cinsî zevk vererek) meninin gelmesi cünüplüğün<br />

ikinci sebebidir. Meninin uyku halinde veya<br />

uyanıkken, iradî ya da gayri iradî gelmesi sonucu<br />

değiştirmez. Şâfiîler hariç fakihlerin çoğunluğu,<br />

cünüplük için meninin şehvetle gelmesini şart<br />

gördüklerinden, ağır kaldırma, düşme, hastalık<br />

gibi sebeplerle meninin gelmesini cünüplük sebebi<br />

saymazlar. Şafiilerde ise meninin şehvetle<br />

gelmesi şart değildir.<br />

Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında<br />

veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır:<br />

Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu hatırlıyorsa,<br />

gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup<br />

olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşımaz.<br />

Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde,<br />

yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde<br />

durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının<br />

şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele<br />

İmam Ebû Yusuf’a göredir, İmamı Azam ile İmam<br />

Muhammed’e göre, gelen akıntının mezi olduğunu<br />

anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat<br />

meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa,<br />

gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da budur.<br />

Onun için fetva buna göredir. 7<br />

Cünüp olan erkek idrarını yapmadan veya<br />

uyumadan önce yıkansa ve namaz kılsa, daha<br />

sonra kendisinden menî kalıntısı gelse Ebu<br />

Yusuf’un aksine, Ebû Hanife ve Muhammed’e<br />

göre yeniden yıkanması gerekir. Fakat ittifakla,<br />

kıldığı namazı iade etmesi gerekmez. Ancak<br />

7 Ömer Nasuhi Bilmen/ilmihal<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

46


idrarını yaptıktan veya biraz yürüdükten veya<br />

uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek menî<br />

guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda, o menî<br />

yerinden şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur.<br />

Yine bir kadın, yıkandıktan sonra, kocasının menisi<br />

çıkacak olsa yeniden yıkanması gerekmez 8<br />

Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan<br />

uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa,<br />

gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması<br />

gerekmez.<br />

Cünüp olan kimsenin yapamayacağı işler;<br />

farz veya nâfile herhangi bir namaz kılması,<br />

tilâvet secdesi yapması, Kâbe’yi tavaf etmesi,<br />

Mushaf’ı eline alması, camiye girmesi ve orada<br />

bulunması câiz görülmez. Bu kimseler dua ve<br />

zikir maksadıyla besmele çekip Fâtiha, İhlâs gibi<br />

sûre ve âyetleri okuyabilirler. Cünüp kimsenin bu<br />

halini herhangi bir farz namazın ifası vaktine kadar<br />

geciktirmesi ve bu arada yeme içme de dahil<br />

beşerî ve sosyal faaliyetlerini sürdürmesi fıkhen<br />

câiz ise de bir an önce cünüplükten kurtulması,<br />

bunun için de ilk fırsatta boy abdesti alması, değilse<br />

cinsel organını, el ve ağzını yıkaması tavsiye<br />

edilmiştir. 9<br />

b) Hayız ve Nifas<br />

Hayız (ay başı) ve nifas (loğusalık) kanlarının<br />

kesilmesiyle veya bu iki hal için öngörülen âzami<br />

sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur. Bu süreyi<br />

aşan kanamalar özür hali (istihâze) sayıldığından<br />

bu tür kanamanın sona ermesi halinde gusül gerekmez.<br />

Hayız ve nifas halindeki kadının hükmü cünüp<br />

kimseninki gibidir. Ayrıca bu durumdaki<br />

kadınların cinsel ilişkide bulunması haramdır 10 ,<br />

oruç tutması da câiz değildir. Kadınlara mahsus<br />

haller ve bunların fıkhî hükmü daha sonraki konularda<br />

izah edilecektir.<br />

8 (el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 14; İbn Âbidin, Reddü’l Muhtar, İstanbul<br />

1984, I, 159 vd.)<br />

9 İsam<br />

10 (el-Bakara 2/222)<br />

Yeni müslüman olmuş bir kimsenin sırf bu sebeple<br />

gusletmesi Mâlikî ve Hanbelî fakihlerine<br />

göre vâcip, Hanefî ve Şâfiîler’e göre ise mendup<br />

bir davranıştır. Cünüp ise gusletmesinin gerekliliğinde<br />

ittifak vardır. İslâm dinine giren kimsenin<br />

bu sebeple guslü, geride kalan mânevî kirlilikten<br />

ve günahlardan arınıp yeni bir hayata tertemiz<br />

başlangıç anlamını taşır.<br />

Gusül almanın sünnet ve müstehap olduğu<br />

durumlar; cuma ve bayram namazları öncesinde,<br />

hac veya umre niyetiyle ihrama girerken<br />

ve Arafat’ta vakfe için gusletmek sünnet, cenaze<br />

yıkama, hacamat olmak, Mekke ve Medine’ye<br />

girme, Berat ve Kadir gecelerini ihya etmeyi isteme,<br />

husuf ve kusuf namazı kılma, yağmur duasına<br />

çıkma,yoldan gelme, bir toplantıya katılma,<br />

yeni elbise giyme, bir günahtan tövbe etme gibi<br />

çeşitli sebep ve durumlarda gusletmek de müstehap<br />

görülmüştür. 11<br />

GUSLÜN FARZLARI<br />

Gusül, ilgili âyette de 12 işaret edildiği gibi bütün<br />

vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde tamamen<br />

yıkanmasından ibarettir. Bunda bütün<br />

fakihlerin ittifakı vardır. Ancak Hanefî ve Hanbelî<br />

mezhebinde ağız ve burnun içi gusülde bedenin<br />

dış kısmından sayılmıştır. Böyle olunca Hanefi<br />

mezhebinde guslün;<br />

1- Ağza su almak (mazmaza).<br />

2- Burna su çekmek (istinşak).<br />

3- Bütün vücudu yıkamak.<br />

şeklinde üç farzından söz edilir. Lakin talim<br />

için ayrı ayrı sayıldığında on birdir. Buna göre:<br />

4- Açılmasında zorluk olmayan, sünnet edilmemiş<br />

kabuğun içini yıkamak.<br />

5- Göbeğin içini yıkamak.<br />

6- Kapanmamış olan küpe deliğinin içini yıka-<br />

11 Nimet-i İslam<br />

12 (el-Mâide 5/6)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

47


mak.<br />

7- Erkeklerin örgülü saçlarını çözüp içini yıkaması,<br />

kadının eğer su örgünün köküne sirayet<br />

ediyorsa, örgülü saçı çözmesi gerekli değildir.(<br />

Hanbelîler hayız ve nifas sebebiyle gusül için örgünün<br />

çözülüp saçın yıkanmasını gerekli görür.)<br />

8- Sakal sık dahi olsa cildi yani diplerini yıkamak.<br />

9- Bıyığın diplerini yıkamak.<br />

10- Kaşların altını yıkamak.<br />

11- Kadınlarda ferç ve makadın, erkeklerde ise<br />

makadın normal oturuş halinde dışta kalan kısmının<br />

yıkanması, farzdır. 13<br />

Mâlikî ve Şâfiîler ile Şîa’dan Caferîler’e göre<br />

ağız ve burnun içini yıkamak sünnettir. Gusülde<br />

niyet Hanefîler’e göre sünnet, diğer mezheplere<br />

göre farzdır. Mâlikîler’e göre vücudu ovalamak<br />

ve ve gusül işlemlerinin arasını açmamak da guslün<br />

farzlarındandır.<br />

Gusül mutlak su denilen nehir, pınar, kuyu,<br />

deniz, kaynak ve yağmur suları ile yapılır. Gusül<br />

esnasında, bedendeki yara üzerinde sargı varsa<br />

bakılır; şayet yıkama yara için zararlı olmayacaksa<br />

sargı çözülüp yıkanır, değilse sargı üzerine<br />

meshedilir.<br />

Ayrıca deri üzerinde olup suyun deriyle temasını<br />

önleyen ve izâlesinde (temizlenmesinde)de<br />

güçlük bulunan boya ve benzeri maddeler, gusle<br />

mani değildir. Bu sebeple vücudun maddî temizliğini<br />

imkân ölçüsünde ve sabun kullanarak<br />

yaptıktan sonra deri üzerinde kalıp, suyun deriye<br />

ulaşmasına mani olan boyacının tırnağı üzerindeki<br />

boya, rençberin tırnağındaki kir vs. gusle<br />

mani değildir.<br />

GUSLÜN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI<br />

İbadetlerin ifası, bir mezhebin belirlediği<br />

13 Nurul İzah<br />

farz çizgisinin altına düşmediği müddetçe kişiyi<br />

prensip olarak sorumluluktan kurtarırsa da, mademki<br />

ibadetler Allah’ın rızâsını kazanmak, ona<br />

kulluğumuzu ve bağlılığımızı en iyi şekilde arz<br />

etmek için yapılır, o halde ibadetlerin mümkün<br />

olduğu ölçüde bütün farz, sünnet ve âdâbıyla<br />

yapılması gerekir.<br />

Guslün Sünnetleri ve Adabı:<br />

1- Besmele ve niyet ile başlamak,<br />

2- Öncelikle elleri ve avret yerini yıkamak,<br />

3- Bedenin herhangi bir yerinde kir ve pislik<br />

varsa onu gidermek,<br />

4- Namaz abdesti gibi abdest almak,<br />

5- Abdestten sonra önce üç defa başa, sonra<br />

sağ, sonra sol omuza su dökmek,<br />

6- Sonra diğer uzuvları yıkamak, her defasında<br />

bedeni iyi ovuşturmak,<br />

7- Her âzayı üçer defa yıkamak,<br />

8- Suyun kullanımında aşırı davranmamak,<br />

9- Avret yerlerini örterek yıkanmak,<br />

10- Gusül esnasında konuşmamak,<br />

11- Gusülden sonra çabucak giyinmek,<br />

guslün belli başlı sünnet ve âdâbındandır.<br />

Abdestin âdâbı sayılan diğer güzel davranışlar<br />

gusül için de geçerlidir. Lakin gusülde, abdestten<br />

farklı olarak kıbleye dönülmez ve dua okunmaz,<br />

mekruhtur. 14<br />

Yazımızın son cümlesini Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu (k.s) söylüyor;<br />

TAHARETİ OLMAYANIN ABDESTİ OLMAZ.<br />

ABDESTİ OLMAYANIN NAMAZI OLMAZ. NAMAZI<br />

OLMAYANIN DİNİ OLMAZ…<br />

14 Nurul İzah<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

48


TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:<br />

“GÖNÜL DÜNYAMIZ 1 ”<br />

Ebubekir ONHAN<br />

Hep merak etmişimdir, Mehmet Akif<br />

ERSOY’a bu satırları yazdıran sebebi.<br />

“...<br />

Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem,<br />

Dili yok kalbimin bundan ne kadar bizarım.<br />

Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa,<br />

Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa....”<br />

Varlık içinde yokluk, gurbet içinde gurbet<br />

yaşadığımız şu günlerde belki daha fazla<br />

geçmişin muhasebesini yapmak lazım.<br />

Asırlardır üzerimize serpilen ölü toprağını<br />

bir kenara atıp, ufuklar ötesine uzanan sahralarda<br />

dolaşmak lazım bir kere daha. Ansızın<br />

bedenimizi okşayan yağmurun farkına<br />

varmak için, belki biraz daha fazla hissetmeliyiz<br />

gönüller arası meltem seyrini. Bir kere<br />

daha denemeliyiz, yalnızlıklar koğuşunun<br />

parmaklıkları arkasından çıkıp, buhar buhar<br />

akmakta olan Asr-ı Saadet damlacıkları arasında<br />

gezinmeyi. Belki de peşinden koşmayı<br />

bırakmalıyız dünyevi hislerin; sonra aynaya<br />

bakıp halimizi tahayyül ederek Üstad’ın<br />

dediği gibi :<br />

“Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;<br />

Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.<br />

Yerinde mi acep ölü ve mezar<br />

Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?<br />

Güneşe göç varda kalan biz miyiz?<br />

Ses demir, su demir ve ekmek demir...<br />

İstersen demirde muhali kemir,<br />

Ne gelir elden kader bu emir...<br />

Garip pencerecik, küçük, daracık;<br />

Dünya ya kapalı, Allah’a açık.”<br />

Tekrar etmeliyiz hakikati...<br />

Bir önceki sayımızda “Toprağı kaybedilmiş<br />

kubbe: Gönül Dünyamız” ismi altında gözlere<br />

ve gönüllere bir nebze de olsa seyr<br />

ettiğimiz acizane hakikat olarak gördüğüm<br />

önemli hususları, birazda şekva haliyle hem<br />

sizlerin gönüllerine hem de dünya haline<br />

tercüman olmaya çalışmıştım. Biz, “Kanayan<br />

Yaramız: Müslüman Coğrafyası” derken<br />

aslında geçmişin ve geleceğin muhasebesini<br />

yapmaya davet ediyoruz. Birlik içinde<br />

beraberlik içinde ruh ve mana itibariyle<br />

inkisara uğramayan bir fikriyatın; mazluma<br />

Eren, Zalime Mucahit olma yolunda binlerce<br />

başın tereddütsüz feda edileceği Davay-ı<br />

Nübüvvet’i ve Nam-ı Celili Muhammed’i<br />

(s.a.v) soluk soluk bütün bedenlerde teneffüs<br />

ettirebilme, islamı yeryüzünde bütün<br />

uzak ve uzaklaşmış gönüllere uğramasını<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

49


kendisine gaye kabul etmiş gönül insanlarının<br />

bir arada kardeşlik şuuruyla yaşamanın,<br />

tasada ve kıvançta bir olmanın zuhurunu<br />

ifade etmeye çalışıyoruz. Bizlik şuuru ile;<br />

Asr-ı Saadetin o güzel esintisini geçmişten<br />

alıp geleceğe uzatan bir tertemiz eli tutmayı<br />

anlıyoruz ve anlatmaya ömrümüz vefa gösterirse<br />

devam edeceğiz. Yıllar var ki hasret<br />

namzeden sineleri göremedik. Yaşantımız<br />

hüsran içerisinde enelik şuuruyla geçmekte<br />

iken sadece tesirsiz müeyyidelerde bulunmakla<br />

yetindik. Suların arkında yatak yaparak<br />

aktığı şu günlerde yine ayrılığı ve ayrı<br />

kalmayı kendimize şiar edindik.<br />

Sorumuzun cevabını artık verelim ve birlikte<br />

analiz etmeye çalışalım. Mehmet Akif<br />

sadece bir örnek. Ve tertemiz bir örnek. Sadi<br />

Şiraziler, Nedimler, Bakiler, Fuzuliler, Yaman<br />

Dedeler... Ve ismini sayamadığım tertemiz<br />

gönüller...<br />

Kıymetli dostlar, yanık gönüllerden ses hep<br />

aynı çıkmaktadır. Tek bir fark var o da söylemlerin<br />

farklı farklı, anlamların aynı kapının<br />

kilidi olmasıdır. Bu husus bile bizim zaman<br />

zaman geçmişin ve geleceğin muhasebesini<br />

yapmamıza yeterlidir.<br />

Muhterem Büyüğümüz Abdullah Murat<br />

Sukruoglu; ben ve benim gibi hayırsız iki üç<br />

kardeşimizle sohbet halkalarında ne zaman<br />

bulunsak hep söylediği, dile getirdiği, bir iki<br />

önemli husus var. Kerbela ve Kanayan Yaramız<br />

Müslüman Coğrafyası. Çözümünü de<br />

konuyu etraflıca analiz ettikten sonra buyuruyorlar:<br />

“Kardeşlik... Kardeşler arasındaki<br />

bağlılık...” Bir iki hafta kadar önce mübarek<br />

sohbetlerinden ayrı kaldık bu sebepten<br />

dolayı. Kendileri kardeşlik konusunda insanların<br />

adeta et ve kemik gibi bir arada bulunmalarını<br />

şiddetle istiyor ve tavsiye buyuruyorlar:<br />

“ Sadırdan satıra, kulaktan akıla nur olur<br />

dolaşır;<br />

Ruhta ilim amelle birleşince kılıcı gülleştirir,<br />

Ümmeti birleştirir...”<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

50


‘SINIR’SIZ<br />

KARDEŞLİKLER...<br />

Ümmü HARAM<br />

Euzubillahimineşşeytanirracim<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

Ziyaret ettiğimiz her aile, çaldığımız her<br />

kapı belleğimizde bir iz bırakıyor. Bu kapıların<br />

ardında yaşanan hayatların gönül yakanları,<br />

yürek burkanları, hayrette bırakanları,<br />

ibretlik olanları var. Hazinelerle ölçülemeyecek<br />

kıymetteki götürdüğümüz kitaplarımıza<br />

ve gönül dolusu samimiyetimize karşılık, bir<br />

tebessüm, birkaç damla gözyaşı, hayır duaları<br />

ve gönüller dolusu muhabbet buluyoruz.<br />

Karşılığını yalnızca Allah’tan (c.c.) bekleyerek<br />

uzattığımız eller hiç<br />

boş dönmüyor Biiznillah.<br />

Aldığımız dersler ise cabası<br />

Elhamdülillah. Rabbimiz<br />

amellerimizi boşa çıkartmasın,<br />

Amin.<br />

Sarı ışıklar yayan sokak<br />

lambalarının aydınlığında<br />

ilerliyoruz. Erkek kardeşlerimiz<br />

bize yol gösteren<br />

mahalle muhtarıyla birlikte<br />

önümüzde, bizde hanım<br />

kardeşlerimizle daha<br />

geride yürüyoruz. Muhtar<br />

babacan tavırlarıyla gideceğiz<br />

aileler hakkında bilgiler<br />

veriyor. Aramızda hayli mesafe olmasına<br />

rağmen akşamın sessizliğinde sesler bize rahatlıkla<br />

ulaşıyor. Muhtar Filipinli bir aileden<br />

bahsederken, karanlık bir çıkmaz sokağa giriyoruz.<br />

Tek katlı, müstakil bir evin bahçe kapısını<br />

çalıyor muhtar amca. Bir yandan da ev sahibesi<br />

hanımı ismiyle çağırıyor. Orta yaşın üstünde<br />

bir hanım açıyor kapıyı. Muhtarla bir<br />

şey konuşuyorlar. Bu arada eşim bizi bilgilendiriyor.<br />

Ziyaret edeceğimiz ev kapısını çaldığımız<br />

evin arkasındaymış. Aile<br />

Filipinlerden Türkiye’ye gelirken<br />

hanımın kocası vefat<br />

etmiş. kadın iki kız çocuğu<br />

ile kalmış. Bize kapıyı açan<br />

teyze bahçesindeki iki odalı<br />

eve o hanımla çocuklarını<br />

bedelsiz olarak Allah<br />

(c.c.) rızası için yerleştirmiş.<br />

Etraftan gelen yardımlarla<br />

geçiniyorlarmış. Hanım<br />

memleketinde yüksekokul<br />

okumuş, bilgili bir kültürlü<br />

bir hanımmış.<br />

Hikaye hepimizin ilgisini<br />

çekiyor. Denizler, dağlar<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

51


aşarak Türkiye’ye gelirken, eşini ebedi hayata<br />

uğurlayan sonrada Konya’nın ücra bir mahallesinde<br />

iki çocuğuyla hayat mücadelesi veren<br />

bu kahraman kadını merak ediyoruz.<br />

Ev sahibesi hanım, yanımıza yaklaşıyor.<br />

Selamlaşıp tanışıyoruz. Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Hoca’nın talebeleri olduğumuzu, Bizbiriz<br />

Derneği çatısı altında hizmet verdiğimizi<br />

anlatıyor, Hocamızın kitaplarından takdim<br />

ediyoruz. Hanımda memnuniyetini ifade<br />

ediyor. Bizi evinin yanındaki dar yoldan arka<br />

taraftaki eve doğru götürüyor. Tek katlı müştemilatın<br />

önünde duruyoruz. Geldiğimizden<br />

haberdar edilmiş olsa gerek, ev sahibesi bizi<br />

büyük bir muhabbetle kapıda karşılıyor.Arkasında<br />

iki küçük kız çocuğu ile siyahi bir<br />

hanım... Biri altı, diğeri yedi yaşında. Kıvırcık<br />

saçları, karası kapkara, beyazı bembeyaz<br />

gözleri ilkten cezbediyor girenleri... Annesi<br />

bizim selamımıza mukabele edip bizi karşılarken,<br />

onlar şaşkınlık içinde çevreyi süzüyorlar.<br />

Onlarında başını okşayıp sevgimizi gösteriyoruz.<br />

Pespembe dudakları tebessümle<br />

açılırken tenlerinin esmerliğine inat inci gibi<br />

ışıldayan bembeyaz dişleri görünüyor. Öyle<br />

tatlılar ki insan gözlerini alamıyor.<br />

Aklımıza altı yaşında, Ebva’da annesini<br />

defnedip Ümmü Eymen’le Mekke’ye dönen,<br />

babasını zaten hiç görmemiş Allah’ın Rasulü<br />

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) geliyor.<br />

Bu yetimlerin başlarını bütün yüreğimiz parmaklarımızın<br />

ucundaymış gibi okşuyoruz.<br />

Meryem ve Fatma anneleri ile vatanlarından<br />

çok uzakta hısımsız, akrabasız... Kimsesizlerin<br />

kimsesi olan Allah’a tam bir tevekkül<br />

içindeler... Gerçek kardeşliğin din kardeşliği<br />

olduğunun şuurundalar... Rasulullah (s.a.v)<br />

Farisli Selman’a (r.a.) ‘’Selman ehli beyttendir.”<br />

buyuruyor ya; akrabalık için kan bağı gerekmiyor,<br />

kardeşlik için aynı karında büyümek,<br />

aynı babadan olup, aynı anadan doğmak gerekmiyor.<br />

Rabbimiz Hucurat diye şöhret bulmuş sure-i<br />

celilede ‘’Ancak Müminler kardeştir.’’ buyurmuyor<br />

mu? İşte sözün bittiği yer...<br />

Dilimizi çat pat konuşabilen dünyanın neredeyse<br />

öbür ucundan kalkıp gelmiş, rengi<br />

başka, ırkı başka ama aynıyız. Biriz, kardeşiz,<br />

Adem (a.s.)’ın, Nuh (a.s.)’ın çocuklarıyız. Bir<br />

Allah’a inanmış, bir vücudun azaları olmuşuz.<br />

Öyle bir muhabbet akıyor ki bakışlarımızdan...<br />

Konuşuyor, halleşiyoruz bakışlarımızla.<br />

Gözlerden dökülen birkaç damla o andaki<br />

duygu yoğunluğunun en saf hali...<br />

Yardımımızı ve kitaplarımızı takdim ediyoruz.<br />

Bize mukabele olarak hayır duaları<br />

ediyorlar. Muhabbetle uğurlanıyoruz. Dünya<br />

tatlısı iki karabiberi ve annelerini Allah’a<br />

emanet edip bir başka adrese doğru yola çıkıyoruz.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

52


ARAPÇA RABCA’YA<br />

N. HADRA<br />

GÖTÜRÜR<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

53


MUTTASIL ZAMİRLER<br />

CEMİ TESNİYE MÜFRED<br />

هُمْ‏<br />

onların<br />

هُمَا<br />

ikisinin<br />

هُ‏<br />

Onun<br />

MÜZEKKER<br />

هُنَّ‏<br />

onların<br />

هُمَا<br />

ikisinin<br />

هَا<br />

Onun<br />

MÜENNES<br />

كمُ‏<br />

Sizlerin<br />

كُمَا<br />

ikinizin<br />

كَ‏<br />

Senin<br />

MÜZEKKER<br />

كُنَّ‏<br />

Sizlerin<br />

كُمَا<br />

ikinizin<br />

كِ‏<br />

Senin<br />

MÜENNES<br />

نَا<br />

Bizim<br />

نَا<br />

Bizim<br />

يَ‏<br />

Benim<br />

ORTAK<br />

Muttasıl zamirler<br />

Kelimenin sonuna bitişir ve aitlik anlamı katar<br />

Örnek<br />

Benim kitabım<br />

Onun okulu<br />

Onun evi<br />

Bizim kalemimiz<br />

Sizin çantanız<br />

Onların defteri<br />

كِتَا بِي<br />

مَدْرَسَتُهُ‏<br />

بَيْتُهَا<br />

قَلَمُنَا<br />

حَقِيبَتُكُمْ‏<br />

دَفْتَرُهُمْ‏<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

54


وَسَائِلُ‏ النَّقْلِ‏ Ulaşım Araçları<br />

Araba<br />

سَيَّارَةٌ‏<br />

Bisiklet<br />

دَرَّاجَةٌ‏<br />

Gemi<br />

سَفِينَةٌ‏<br />

Motosiklet<br />

دَرَّاجَةٌ‏ نَارِيَّةٌ‏<br />

Otobüs<br />

حَافِلَةٌ‏<br />

Tren<br />

قِطَارٌ‏<br />

Uçak<br />

طَائِرَةٌ‏<br />

Vapur<br />

بَاخِرَةٌ‏<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

55


HAYDAR<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

56<br />

Bir anda dışarıdan bir patlama sesi geldi ve çatışma çıktı.Komutan ne olduğunu anlamamıştı.Peçeliyi<br />

yakalamaya gelmişti, tam yakaladım diye sevinirken peçeli tarafından<br />

baskına uğramıştı.Peçeli küffarı bir bir yere seriyordu.Allah Allah nidalarından korkan<br />

israil askerleri kaçarken birbirlerine kaçın ordu geliyor diye bağırıyorlardı.Tek başına bir<br />

ordu gibi saldırıyordu peçeli.Ve sani geçen gün yaralanan o değil sanki hiç bir şey olmamış<br />

gibi hareketleri kusursuzdu.<br />

İlk patlama sesinden beri ağzını açmayan komutan ilk kez konuşuyordu:<br />

-Geri çekiliyoruz! Zaten yer yer kaçan askerler bunu duyunca arkalarına bakmadan<br />

kaçmaya başladılar.<br />

……………<br />

Haydar kanlar içinde baygın yerde yatıyordu.Peçeli içeri girip Haydarın kendine gelmesini<br />

sağladıktan sonra dışarıdan yardım çağırdı.Yasir Amca ve diğer komşular yardıma<br />

geldiler.Yasir amcanın gözünde yaş ‘’benim yüzümden kıydılar yiğidime’’ diye ağlıyordu.<br />

eçeli halkın geldiğini görünce her zaman ki gibi ortadan kaybolmuştu.<br />

Bir taraftan birkaç kişi Haydarın yarasını sarıyordu ama kalabalığın arkasından gelen<br />

sesler Yasir Amcayı sinir etmeye yetmişti.<br />

-Ben demiştim bu Türkden Peçeli falan olmaz diye ne zaman bizimle savaştı da şimdi<br />

bizim için savaşacak.<br />

Bir diğeri:<br />

-Baksana adamlar tekme tokat dövdü elini kaldıramadı.Allahdan gerçek peçeli geldi<br />

kurtuldu.diyorlardı.Bunları duyan Yasir Amca ‘’Bir yararınız yok konuşmayan bari’’ diye kızarak<br />

kalabalığı kovaladı.<br />

……………<br />

Aradan geçen bir hafta Haydarın dinlenmesine yardımcı olmuştu.Günler sonra dükkanı<br />

açmak için erken kalkmış kahvaltısını hazırlarken kapı çalınmaya başladı.Kapıyı açan<br />

Haydar hem sevinç hem şaşkınlıktan tutula kaldı.Gelen tek dostu,kardeşi,ne zaman dara<br />

düşse hemen oracıkta biten Muhammeddi.Muhammet Türkiyeden arkadaşı idi ergenlik<br />

dönemlerinde hep beraber güreşirlerdi ama yenişemezlerdi.Muhammedde Haydar<br />

gibi kimse tarafından sırtı yere getirilememiş bir yiğitti.Tek yenemediği Haydardı.Haydarı<br />

öyle şaşkın görünce ‘’kardeşim tanıyamadın mı?’’diyerek sarıldı…<br />

Hasret gideren iki arkadaş beraber dükkana geçtiler.Haydar:’’Ne zaman geldin kardeşim<br />

‘’ diye sorunca Muhammet biraz afallayıp ‘’Daha dün geldim kardeşim’’ diye cevap<br />

verdi.Buna bir anlam veremeyen Haydar gelen müşteri ile ilgilenmek için ayağa kalkmişti<br />

ama Muhammeti gören müşteri ‘’Ooo kardeş geleli bir hafta oldu Haydara baskın<br />

yapılmadan bir gün önce gelmiştin nerelerdesin sen’’ diye siteme başladı.Konuşmalar<br />

geçerken Haydarın tek düşündüğü ‘’Muhammedin kendisine niye yalan söylediği idi…


İlginç Bilgiler<br />

Haz. Ahmet NAVRUZ<br />

Hamamböcekleri<br />

yaklaşık olarak 250<br />

milyon yıldır yaşadıkları<br />

halde hiçbir değişime<br />

uğramamışlardır.<br />

Hapşırdığınız zaman,<br />

kalbiniz de dâhil olmak üzere bütün<br />

vücut fonksiyonlarınız bir an için durur.<br />

Hapşırırken Burnu ya da Ağzı Kapamak,<br />

Felce Neden Oluyor.<br />

Havuca rengini karoten verir.<br />

astım hastasıdır.<br />

Günümüzde, evlenenlerin<br />

yüzde ellisi<br />

boşanmaktadır.<br />

Hawaii alfabesinde<br />

sadece 12 harf bulunmaktadır.<br />

Her 25 kişiden biri<br />

Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.<br />

İleri doğru bir adim atıldığında, insan<br />

vücudundaki 54 kas çalışır.<br />

1.3kg’dır.<br />

İnsan elinde, en yavaş<br />

uzayan tırnak başparmağınki,<br />

en hızlı<br />

uzayan tırnak ise orta<br />

parmağınkidir.<br />

İnsan vücudundaki<br />

en güçlü kas dildir.<br />

İnternetin yıllık büyüme<br />

yüzdesi 314.000’dir.<br />

Kangurular geri geri yürüyemezler.<br />

Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kaşı harekete<br />

geçirmek gerekiyor.<br />

Kelebekler ayaklarıyla<br />

tat alırlar.<br />

Kıta isimlerinin<br />

hepsi ayni harfle başlayıp<br />

ayni harfle biter.<br />

Kirli kar, temiz kardan daha kolay erir.<br />

Kopeklerin ter bezleri ayaklarındadır.<br />

Kutup ayıları solaktır.<br />

İnciler sirkede erir.<br />

İnek sütünün pH<br />

değeri 6’dır.<br />

İnsan beyninin %<br />

80’i sudur.<br />

İnsan<br />

ortalama<br />

beyninin<br />

ağırlığı<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

57


ALTIN ORAN:<br />

EVRENİN<br />

MATEMATİĞİ<br />

ESLEM ERCAN<br />

Evrende görebileceğimiz tüm nesne ve<br />

varlıkların parçaları arasında bir uyumun<br />

olduğunu ve binlerce yıldır hiç değişmediği<br />

saptandığı için Allah’ın matematik sistemi<br />

olarak bilinen bağıntıya “altın oran”<br />

denilmektedir. Sanatta ve matematikte çok<br />

kez karşılaşabileceğimiz bu oran, aslında<br />

basit bir kural üzerine oturtulmuştur. Fakat<br />

gözlemleyebildiğimiz bütün varlık aleminde<br />

bu oranın geçerli ve tutarlı olarak göze<br />

çarpması, insanları şaşkına çevirecek kadar<br />

ciddi bir sistemi ortaya koyuyor. Evrenin<br />

var oluşundan bu yana tutarlı olarak bütün<br />

varlıklarda 1,618’e karşılık gelen bir oranın<br />

bulunması, dünyaca ünlü matematikçilerin<br />

de hayranlıkla incelediği ve kendi<br />

çalışmalarında kullandıkları bir konu alanı<br />

olmuştur.<br />

İnsanlık tarihinin başlangıcından beri,<br />

evrendeki düzeni keşfetme güdüsü de<br />

var olmuştur. Geçen on binlerce yıl içinde<br />

yapılan tüm çalışmalar, evrenin alelâde bir<br />

düzen içinde yaratılmadığını, hâlâ insan<br />

aklının alamayacağı kadar sistematik<br />

bir ölçü içerisinde yaratıldığını ortaya<br />

koymuştur. Evrenin bu sistemi, kuşkusuz<br />

sayılar üzerine oturtulmuştur. Var olan her<br />

şey, bir sayıya karşılık gelmektedir. Dil bilimi<br />

bile matematiksel kurallar sayesinde gelişim<br />

göstermektedir. Ve biz bu sayıları, daha çok<br />

gündelik matematik hesaplamalarında,<br />

ölçüp tartmada, mühendislikte ve bunun<br />

gibi basit konular üzerinde incelemeye<br />

çalışıyoruz. Felsefi boyutta düşünüldüğünde,<br />

varoluşun ve doğa yasalarının temelinde de<br />

bu sayılar bulunmaktadır. Bu anlamda evrene<br />

hâkim olan sayıların yasası, kuşkusuz Allah’ın<br />

matematik düzenini ortaya koyacaktır. İşte<br />

bu düzeni görmemizi sağlayacak anahtar,<br />

altın orandır…<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

58


İlk olarak kimler tarafından keşfedildiği<br />

bilinmese de, Mısırlıların ve Yunanlıların<br />

bu konu üzerinde yapmış oldukları bazı<br />

çalışmalar olduğu görülmektedir. Öklid,<br />

milattan önce 300’lü yıllarda yazdığı<br />

“elementler” adlı tezinde “ekstrem ve önemli<br />

oranda bölmek” olarak altın oranı ifade<br />

etmiştir. Mısırlıların keops piramidinde,<br />

Leonardo da Vinci’nin “İlahi Oran” adlı<br />

çalışmada sunduğu resimlerde ve aşağıda<br />

onlarcası sayılacak nesne ve çalışmalarda<br />

kullanıldığı bilinen altın oran, “Fibonacci<br />

Sayıları” olarak da bilinmektedir. Orta Çağ’ın<br />

en ünlü matematikçisi olan İtalyan kökenli<br />

Leonardo Fibonacci, birbiri arasında ardışık<br />

ilişki ve olağanüstü bir oran bulunduğunu<br />

iddia ettiği sayıları keşfetmiştir. Evrendeki<br />

muhteşem düzenle birebir örtüşen bu sayıları<br />

keşfetmesi nedeniyle, altın orana da adının<br />

ilk iki harfi olan “Fi” (Φ) sayısı denilmiştir.<br />

İnsan başta olmak üzere bütün canlılar<br />

âlemi de bir düzen içerisinde var olmakta<br />

ve yaşamlarını devam ettirmektedirler.<br />

Dünyamızdaki bütün doğal olaylar belli<br />

bir düzen ve intizam içerisinde oluşmakta,<br />

gelişmekte ve devam etmektedir. Yeryüzünde,<br />

denizlerde ve atmosferde bir düzenin varlığı<br />

müşahede edilmekte, canlı varlıkların da<br />

yine belirli yasalar çerçevesinde hiçbir<br />

aksama olmadan yüzdükleri, yürüdükleri ya<br />

da uçabildikleri görülmektedir. Düşünebilen<br />

herkesin rahatlıkla gördüğü bu düzen bizlere<br />

her şeyin arkasındaki bir düzenleyicinin<br />

varlığını haber vermektedir.<br />

Dünyanın değişik kültürlerinde yetişen<br />

insanlar çeşitli şekillerde bu düzeni ve<br />

estetiği dile getirmekte, onunla ilgili felsefî,<br />

edebî veya dinî eserler yazmaktadır. İnsan<br />

benzer duygular içerisinde yaşadığı dünyayı<br />

algılamış ve içi aşk dolu kitaplar kaleme<br />

almıştır. Bir şairin şiiriyle, ressamın resmiyle<br />

ya da mimarın eseriyle duygulanan İnsan,<br />

Tanrı’nın sanatı karşısında da heyecanını<br />

gizlememiş ve daima hayranlığını ifade<br />

etmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi<br />

birçok ateist dahi karşılaşmış olduğu bu<br />

heyecanla inkârdan vazgeçmiş ve Tanrı’nın<br />

varlığına kanaat getirmiştir. Yine âlemdeki<br />

mevcut intizam ve estetikten hareketle pek<br />

çok filozof da mutlak ateizmin mümkün<br />

olmadığı düşüncesine ulaşmıştır.<br />

Teleolojik kanıtın önemle üzerinde<br />

durduğu konu evrendeki düzen, intizam,<br />

canlı ve cansız varlıklarda görülen gaye ve<br />

amaçlılıktır. Aralarında Kindî (v. 866) , Farabî<br />

(v. 950), İbn Sînâ (v. 1037), Gazzâlî (V. 1111)<br />

ve İbn Rüşd (1126- 1198) gibi Müslüman<br />

düşünürlerle, R. Tennant (1866-1957) ve W.<br />

Paley (1743-1805) gibi Hıristiyan düşünürlerin<br />

bulunduğu pek çok kişi bu kanıtı iki şekilde<br />

ele almış ve Tanrı’nın varlığını ispatlamaya<br />

çalışmışlardır:<br />

Filozoflar bu kanıt çerçevesinde birinci<br />

olarak evrendeki gaye ve nizamdan yola çıkmış<br />

ve Tanrı’nın varlığına ulaşmışlardır. Bazan<br />

da Tanrı’nın varlığından ve niteliklerinden<br />

hareket ederek evrendeki düzen, gaye ve<br />

güzelliği açıklama yoluna gitmişlerdir. Yani<br />

onlar her fırsatta ya âlemin nizamından ve<br />

intizamından bahsederek Tanrı’nın varlığına<br />

gitmiş ya da Tanrı’nın inayetini, adaletini,<br />

cömertliğini ve güzelliğini anlatırken sözü<br />

evrenin yapısına getirmiş ve görüşlerini bu<br />

yolla açıklamaya çalışmışlardır.(49)<br />

Meselâ Kindî âlemdeki varlıklarda bir<br />

düzen, âhenk, irtibat, güzellik ve amaç<br />

bulunduğunu dile getirmiştir.(50) Kindî’ye<br />

göre evrenin mükemmel yapısı, düzeni,<br />

parçalarının birbiriyle olan ahenkli irtibatı,<br />

her şeyin iyiyi koruyacak, kötüyü yok<br />

edecek tarzda düzenlenmesi, ilim sahibi bir<br />

düzenleyicinin varlığının en iyi işaretidir.<br />

Fârâbî ve İbn Sina da eserlerinde evrenin<br />

düzenine ve güzelliğine işaret etmişlerdir.<br />

Fârâbî’ ye göre Tanrı, âlemin düzenleyicisidir.<br />

Evren de bu ilâhî düzenin eseri olarak vardır.<br />

Bu nizamda da ilâhî adalet tecelli ettiği için<br />

orada adaletsizlik söz konusu değildir. Yine<br />

Gazzâlî’ ye göre Tanrı evrende hiçbir şeyi boşu<br />

boşuna yaratmamıştır. İnsan vücudundaki<br />

azaların birbirine bağımlı ve uyumlu olması<br />

gibi evrendeki her şeyde bir uyum ve ahenk<br />

söz konusudur. Dolayısıyla önemli olan şey<br />

evrene ibretle bakmak ve bütün varlıklardaki<br />

hikmeti görmektir.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

59


ÜSTAD<br />

NECİP FAZIL<br />

26 Mayıs 1904’te, Perşembe günü sabaha karşı,<br />

İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Babası o sırada hukuk<br />

öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa’da âzâ<br />

mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hâkimliği görevlerinde<br />

bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Girit<br />

muhacirlerinden bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ailenin<br />

tek çocuğu idi. Ailesi ona “Ahmet Necip” adını verdi.<br />

Necip adını, babasının büyükbabası Necip Efendi’den aldı.<br />

Aslen Maraşlı bir ailenin çocuğudur. Kayıtlı bir şecereyle,<br />

Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine<br />

dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya<br />

olan Dulkadiroğulları’na bağlı ‘Kısakürekler’ soyuna<br />

mensuptur.<br />

Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, dedesi Mehmet<br />

Hilmi Efendi’den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaslarındayken<br />

ondan öğrendi. Ağır ve ciddi hastalıklarla dolu bir<br />

çocukluk geçirdi. Çocukluk yıllarında geçirdiği bu hastalıkları<br />

pek çok şiirinde dile getirmiştir.<br />

Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar<br />

Büyükdere’de Emin Efendi isimli bir hocanın işlettiği mahalle<br />

mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti.<br />

Fransız Papaz ve Kumkapı’da ki Amerikan kolejinin ardından<br />

Serasker Riza Pasa yalısındaki Rehber-i Ittihad mektebine<br />

verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca,<br />

bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve seferberlik<br />

sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün<br />

ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne<br />

Mektebi’nde bitirdi.<br />

1916 yılında, Mekteb-i Fünunu Bahriyey-i Şahane’ye, bugünkü<br />

adı ile Deniz Harp Okulu’na imtihanla girdi. Beş yıl<br />

öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet<br />

Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış<br />

isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce hayatının<br />

Necip Fazıl’a göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım<br />

Hikmet Ran aynı okulda iki sınıf üstte öğrenci idi.<br />

Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’ndeki öğrencilik döneminde<br />

şiirle ilgilenmeye başladı, tek nüsha elle yazılmış “Nihal”<br />

isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine<br />

başladı. Okulda iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron<br />

Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini<br />

orijinal dilden okuma imkânını buldu. Ahmet Necip olan<br />

adının “Necip Fazıl” olması bu okulda gerçekleşti. Bahriye<br />

Mektebi’nde üç yıllık öğrenimini tamamladıktan sonra<br />

ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmedi ve okuldan ayrıldı.<br />

İstanbul’un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum’daki<br />

dayısının yanına giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok<br />

genç yaşta olan babasını kaybetti. 1921 yılında İstanbul<br />

Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi’ne girdi.<br />

Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Ahmet<br />

Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştı. Yakup<br />

Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde<br />

ilk şiirlerini yayımladı. 1924 yılında Maarif Vekâleti’nin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

60


Avrupa ülkelerine eğitim hayatlarının devamı için gönderilecek<br />

lise ve Darülfünun öğrencileri arasında ilk grup<br />

için açtığı sınavda gösterdiği başarı sonucu, üniversitedeki<br />

eğitimini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi.<br />

Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi (1924). Bu<br />

okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanıştı.<br />

Paris’te bohem bir yaşam sürdü, kumar sevdasına tutuldu.<br />

Bir yılın sonunda bursu kesildi ve yurda dönmek zorunda<br />

kaldı.<br />

Paris’teki bohem hayatına bir süre İstanbul’da da devam<br />

etti. 1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı.<br />

O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalıştı.<br />

1934 tarihi, Necip Fazıl yaşamında ve eserlerinde bir<br />

dönüm noktası oldu. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm<br />

Arvâsî hazretleri ile tanıştı. Ahmet Arvâsî ile Eyüp<br />

Sultan’daki Pierre Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi<br />

Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet<br />

dönüşümü yaşadı. Ahmet Arvasi ile tanışmasını kendisine<br />

milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan<br />

sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı.<br />

Arvâsî ile tanışmasından sonra yaşadığı derin fikir buhranın<br />

ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli<br />

eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazdı (1935). Müslümanlık<br />

ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser,<br />

Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan<br />

sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü<br />

halde halkın ilgisini çekmedi. 1936’da bir kültür –sanat<br />

dergisi olan “Ağaç Mecmuası”’nı çıkarmaya başladı. İlk sayısı<br />

14 Mart 1936’da Ankara’da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan<br />

sonra İstanbul’da çıkarılmaya başladı. Dergi, spirütalist<br />

özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı<br />

Tarancı gibi önemli edebiyatçılardan katı sağlanmaktaydı.<br />

Büyük ölçüde İş Bankası tarafından finanse edilen derginin<br />

yayın hayatı 16 sayı sürdü.<br />

Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal<br />

tavrını ve Türk modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan<br />

faaliyetlerine başlamıştır. Muhalefet anlayışını ifade eden<br />

araç, 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığı “Büyük Doğu”<br />

dergisidir. Büyük Doğu, o dönemde çıkarılan tek İslamcı<br />

dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının<br />

da yer aldığı dergide daha sonra değişik takma adlarla Necip<br />

Fazıl’ın yazdığı yazılar egemen olmuştur. Necip Fazıl’ın<br />

takma isimlerinden bazıları şunlardır: B.A.B, İstanbul Çocuğu,<br />

BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu, Ahmet Abdülbaki,<br />

Abdinin Kölesi, HA.A.KA, Adı değmez, Bankacı, Be-De,<br />

Prof. Ş.Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Dedektif X Bir…<br />

Büyük Doğu çıktığı günden itibaren çeşitli nedenler ileri<br />

sürülerek birçok defa kapatıldı ve Necip Fazıl hakkında birçok<br />

soruşturma açıldı. Hatta bu soruşturmalar sonucu dara düşen<br />

Necip Fazıl geçimini sağlamak için evindeki tüm eşyaları<br />

satmak zorunda kaldı.<br />

Sanatçı, 28 Haziran 1949’da Büyük Doğu Cemiyeti’ni<br />

kurdu. 1950’de derneğin ilk şubesi Kayseri’de açıldı. Necip<br />

Fazıl’ın 1951’deki mahkûmiyet kararı ile ilgili hastaneden<br />

aldığı tecil raporunun süresinin dolduğu sırada 22 Mayıs<br />

1952’de “Malatya Hadisesi” meydana geldi. O gün Vatan<br />

gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman<br />

Malatya’da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Necip<br />

Fazıl, Hüseyin Üzmez’i azmettirmekle suçlandı. 1951’deki<br />

mahkumiyeti sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezasını çekerken<br />

“Maskenizi Yırtıyorum” başlıklı bir broşür yayımlayarak<br />

1943’ten beri başına gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile<br />

ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptı (11 Aralık<br />

1952). [3] Malatya hadisesi davası halen devam etmekte<br />

olduğundan 1951 mahkûmiyeti ile ilgili cezası dolduktan<br />

sonra bir süre daha tutuklu kaldı. Malatya Davası’ndan<br />

suçsuz bulununca 1953 yılını Aralık ayında serbest kaldı.<br />

1957’de çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay<br />

4 gün daha hapis yattı.<br />

Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal,<br />

sonra Son posta gazetelerinde yazarlığa başladı.<br />

1963-1964’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinde<br />

konferanslar verdi. 1965’te “B.D. Fikir Kulübü”nü<br />

kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarını<br />

sürdürdü; bazı eserlerini gazetelerde tefrika etti.<br />

1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e Büyük<br />

Doğu Yayınevi’ni kurdurdu.‘’Esselâm” isimli<br />

manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli<br />

yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına<br />

başladı 23 Kasım 1975’te Milli Türk Talebe<br />

Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle<br />

bir “Jübile” tertiplendi. 1976’da, dergikitap<br />

şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek<br />

“Rapor”ları, 1978’de de SON DEVRE Büyük Doğu<br />

dergisini çıkardı. 26 Mayıs1980’de Türk Edebiyat<br />

Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” ve 1982 yılında<br />

yayınlanan “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu”<br />

isimli eseri münasebetiyle de “Yılın Fikir ve Sanat<br />

Adamı” seçildi<br />

12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl’ın ilk şiir<br />

kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri<br />

MEB’in ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta<br />

yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında<br />

aylarca kapalı gişe sahnelendi. Paris dönüşü<br />

yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir<br />

kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz<br />

otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı<br />

Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü.<br />

Bir çok kişi tarafından da çok sevilen şair “Üstad<br />

Necip Fazıl Kısakürek”, olarak anılmaya başlandı.<br />

Necip Fazıl, Yaşar Nâbi tarafından, “bir mısrası<br />

Türk milletini ihya etmeye yeter” denilerek övülmüştür.<br />

Üstad Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te evinde<br />

hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan<br />

Mezarlığı’nda toprağa verildi.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

61


Tarih’te Mayıs<br />

Haz. A.Kadir AYDIN<br />

3<br />

3 Mayıs 1481’de, Fatih Sultan Mehmet<br />

vefat etti.<br />

3 Mayıs 1920’de, TBMM’nin ilk kabinesi<br />

kuruldu.<br />

6 Mayıs 1955’te, bestekâr ve müzik<br />

bilgini Hüseyin Sadettin Arel<br />

6<br />

öldü. İstanbul’da doğan Arel, Mehmet<br />

Emin Efendi’nin oğlu, adliye<br />

nazırlığı yapan kazasker Ali Haydar<br />

Arsebük’ün kardeşidir. Hukuk öğrenimi<br />

görmüştür. Adliye nezaretinde<br />

çevirmenlik, mektubi müdürlüğü, deniz ticaret<br />

mahkemesinde yargıçlık (1909), Makedonya illerinde<br />

adliye müfettişliği, ceza işleri müdürlüğü, adliye<br />

müsteşarlığı (1911), Şurayı Devlet üyeliği (1913),<br />

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (1915), Şurayı<br />

Devlet Tanzimat Dairesi Başkanlığı (1915) yaptı. Şurayı<br />

Devlet kaldırılınca avukatlığa başladı. 1910’da<br />

Washington’da toplanan Uluslar arası Hukuk Kongresine<br />

Osmanlı Devleti’nin delegesi olarak katıldı. Fransızca,<br />

İngilizce, Almanca, Arapça, Farsça bilen Arel,<br />

1908’de Şehbal adlı dergiyi, 1939-1940’ta da aylık<br />

Türklük dergisini yayımladı.<br />

10<br />

10 Mayıs 1795’te, Halıcıoğlu’nda ilk<br />

topçuluk okulumuz Mühendishanei<br />

Berri Hümayun” açılmıştır. Bu okul,<br />

III. Selim devrinin en hayırlı teşebbüslerinden<br />

biridir. Yeniçeri ocağının<br />

kaldırılmasından sonra Mühendishane<br />

daha çok önem kazanmıştır.<br />

10 Mayıs 1799’da, Fransızlar Akka Kalesi’ne saldırıya<br />

geçtiler.<br />

11<br />

11 Mayıs 1876’da, Sadrazam Mahmut<br />

Nedim Paşa’nın vükela meclisinden<br />

çıkarttığı bir kararla İstanbul’da<br />

ve taşrada basılan gazetelere sansür<br />

konmuştur. Bizde basına konan ilk<br />

sansür budur. Ondan önce, ileri fikirleri<br />

çekemeyen devlet cihazı, Şinasi<br />

ve Namık Kemal gibi inkılâpçı simaların faaliyetine<br />

set çekmek istemişse de sansür konmamış, yani yayınlar<br />

basılmadan önce bir tetkike tabi tutulmamıştır.<br />

11 Mayıs 1897’de, Gazi Ethem Paşa’nın Yunanlıları<br />

mağlup ettiği zafer yaşanmıştır.<br />

11 Mayıs 1920’de, Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul<br />

Hükümeti tarafından idama mahkum edildiler.<br />

11 Mayıs 1954’te, Sait Faik Abasıyanık öldü.<br />

Adapazarı’nda doğdu. Türk öykücülüğünün en önde<br />

gelen kişilerinden birisidir. Liseyi İstanbul ve Bursa’da<br />

okudu. Babasının isteği üzerine Lozan’a iktisat öğrenimi<br />

için gitti (1931), daha sonra Grenoble’a (Fransa)<br />

geçerek 3 yıl orada kaldı. Dönüşünde öğretmenlik ve<br />

muhabirlik yaptı. Hatta bir ara ticarete bile atıldı; ama<br />

yaşamı boyunca hep edebiyatla uğraştı.<br />

12 Mayıs 1868’de, Galatasaray Lisesi<br />

12<br />

kuruldu.<br />

12 Mayıs 1881’de, Bordo Antlaşması<br />

ile Tunus, Fransızların hÂkimiyeti<br />

altına girmişti. Uzun yıllar Osmanlı<br />

İmparatorluğu’na bağlı olarak yaşayan bu Müslüman<br />

ülke, 19. yüzyıl içinde pek karışık bir tarih yaşamıştır.<br />

Fransa, Tunuslu bazı kabilelerin Cezayir topraklarına<br />

girerek beş Fransız askerini öldürmesini bahane ederek<br />

30000 kadar bir kuvvetle yürüyerek Tunus Beyini<br />

bu antlaşmayı imzaya mecbur etmiştir.<br />

13<br />

14<br />

13 Mayıs 1915’te, Seddülbahir savaşları<br />

olmuştur.<br />

14 Mayıs 1560’ta, Türk donanması<br />

Celbe önlerinde büyük bir deniz<br />

savaşı kazanmıştır. Sabahın erken<br />

saatlerinde Piyale Paşa merkeze,<br />

Kurdoğlu Ahmet Paşa sağ kanada,<br />

Midilli Beyi Mustafa Bey sol kanada<br />

kumanda ederek adaya doğru yürümeye<br />

başlamıştı. Türk denizcilerinin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

62


her zamanki kahramanca savaşı karşısında düşman<br />

kuvvetleri tarumar olmuştu.<br />

15 Mayıs 1812’de, Ruslarla Bükreş<br />

15<br />

Antlaşmasını imzalamıştık. Eflak ve<br />

Buğdan işlerini bahane eden Ruslar,<br />

Tuna üzerine yürümüşler ve Bükreş’e<br />

girmişlerdi. Alemdar Mustafa Paşa,<br />

Tertköy’deki meydan muharebesini<br />

kazanmış, fakat bu sırada iç işlerimiz<br />

karışmış ve padişahlar değişmiş ve Alemdar da şehit<br />

olmuştu. İmzaya mecbur olduğumuz bu antlaşma ile<br />

Prut suyu hudut sayılmıştır.<br />

22<br />

22 Mayıs 1955’te, Nene Hatun öldü.<br />

Kadın kahramanlarımızdan birisidir.<br />

1877-1878 Türk-Rus savaşı sırasında<br />

Erzurum şehrinin savunmasına katılmış,<br />

Aziziye Tabyası’nda, diğer kadın<br />

ve erkeklerle beraber kahramanca<br />

çarpışmıştır. 1955 yılında Yılın Annesi”<br />

seçilmiştir.<br />

23<br />

23 Mayıs 1944’te, ressam Şevket Dağ<br />

öldü. Şevket Dağ, daha çok cami resimleriyle<br />

tanınmıştır. Birçok uluslar<br />

arası ödül kazanmıştır.<br />

15 Mayıs 1919’da, İzmir işgal edildi.<br />

17 Mayıs 1880’de, devlet adamı şair<br />

17<br />

Ziya Paşa öldü. Ziya Paşa, 1825’te<br />

İstanbul’da doğmuştu. İstibdada<br />

karşı savaştı, Tanzimat devri yazarlarının<br />

siyasi ve sosyal düşüncelerini<br />

paylaştı. Abdülmecit’in sarayında<br />

katip olan Ziya Paşa, Abdülaziz padişah<br />

olunca, sadrazam Ali Paşa yüzünden saraydan<br />

uzaklaştırıldı ve İstanbul dışında çeşitli yerlere atandı.<br />

İstibdada karşı kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ne<br />

girdi. Bu öğrenilince 1867’de Namık Kemal ile Paris’e<br />

kaçtı. Avrupa’da Türkçe gazeteler çıkardı. Siyasi ve<br />

sosyal düşüncelerini savunan Terkib-i Bend” adlı eserini<br />

yazdı. Rousseau’dan Emile” çevirisini yaptı. II. Abdülhamit<br />

tahta çıkınca, devrin anayasasının hazırlanmasına<br />

katıldı. Milletvekili seçileceği lafları üzerine,<br />

zaten Meşrutiyetten korkan Abdülhamit tarafından<br />

Suriye ve Adana valiliklerine uzaklaştırıldı ve orada<br />

öldü. Eserleri Külliyat-ı Ziya Paşa” ismiyle birkaç defa<br />

yayımlanmıştır. Çevirilerini (en önemlisi Moliere’in<br />

Tartuffe’ü) çoğu basılmıştır.<br />

19<br />

19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal<br />

Samsun’a çıktı.<br />

25 Mayıs 1807’de, Kabakçı Mustafa<br />

25<br />

isyanı meydana gelmiştir. Osmanlı<br />

tarihinde padişah III. Selim’in tahttan<br />

indirilmesiyle sonuçlanmış bir<br />

isyandır. III.Selim’in başlattığı Nizamı<br />

Cedit ıslahatı, çıkarları elden giden<br />

bazı kimselerin ve Yeniçerilerin işlerine<br />

gelmemiştir. 28 Mayıs’ta III. Selim Nizam-ı Cedit’i<br />

resmen kaldırmak zorunda bırakıldı. 29 Mayısta da<br />

Topal Ataullah Efendi’nin fetvasıyla tahttan indirildi<br />

ve sonra da öldürüldü.<br />

25 Mayıs 1895’te, Ahmet Cevdet Paşa öldü. Ünlü Tarih-i<br />

Cevdet” ve Kısas-ı Enbiya” eserlerinin yazarı olan<br />

Türk devlet adamı, bilgini ve tarihçisidir. İlk adliye<br />

nazırıdır. Fuat Paşa ile birlikte yazmaya başladıkları<br />

Kavaid-i Osmaniye” adlı ilk Osmanlı grameri ni daha<br />

sonra tek başına tamamlamıştır.<br />

25 Mayıs 1957’de, Mahmut Kemal İnal öldü. Tanınmış<br />

bir tarihçimizdir.<br />

26<br />

26 Mayıs 1512’de, Sultan II. Bayezid<br />

öldü. Sekizinci Osmanlı Padişahıdır.<br />

Fatih Sultan Mehmet’in Gülbahar<br />

Hatun’dan olan oğludur. Fatih’ten<br />

sonra Osmanlı padişahlarının en bilgini<br />

olarak bilinir.<br />

20 Mayıs 1878’de, 16. Osmanlı padişahı<br />

II. Osman tahtan indirilmiş ve<br />

20<br />

Yedikule zindanlarına götürülerek<br />

feci bir şekilde öldürülmüştür. Tarihe<br />

adı Genç Osman diye geçen bu talihsiz<br />

hükümdar inkılap ve yenileşme<br />

hareketlerine bir başlangıçtır. Henüz 18 yaşında iken,<br />

ileri düşüncelerinin kurbanı olmuştur.<br />

21<br />

21 Mayıs 1556’da, Zigetvar kuşatması<br />

yapıldı.<br />

29<br />

31<br />

29 Mayıs 1453’te, Fatih Sultan Mehmet<br />

İstanbul’u feth etti.<br />

31 Mayıs 1601’de, Tiryaki Hasan Paşa<br />

komutasındaki küçük bir Türk kuvveti,<br />

kendisinden en az 15 defa büyük<br />

bir orduya karşı koyarak Kanije<br />

Zaferi’ni kazanmıştır.<br />

Kaynak tarih portalı<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

63

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!