You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
d e r g i s i<br />
2147-642Bizbiriz<br />
Sayı: 4-5<br />
Mayıs - Haziran 2013<br />
ISSN:<br />
“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek<br />
kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”<br />
<strong>ÜÇ</strong> <strong>AYLARIN</strong><br />
<strong>FAZİLETLERİ</strong> <strong>VE</strong><br />
<strong>MÜBAREK</strong><br />
<strong>GECELER</strong><br />
Bizbiriz Dergisi<br />
1
EDİTÖRDEN<br />
Gariban bir vatandaşın kapısına iki araba yanaşıyor.<br />
Kadınlı erkekli on kişi arabadan iniyor<br />
ve ekibin başındaki muhtar kapıyı çalıyor. Komşular,<br />
hane sahibinden önce tedirgin oluyor.<br />
Hane sahibi ise kapıyı açarken titremeye<br />
başlamış durumda. Gözleri kucağımızı dolduran<br />
“ON HAFTA SOHBETLERİ” kitaplarına ve BİZ-<br />
BİRİZ DERGİSİ’ne takılınca bir anda rahatlıyor ve<br />
bizi içeriye buyur ediyor.<br />
BİZBİRİZ DERNEĞİ gönülleri olarak her hafta<br />
bir mahalledeyiz. Mahalle muhtarının eşliğinde<br />
ihtiyaç sahibi ailelere karınca kaderince destek<br />
olmak amacıyla hareket ediyoruz. Maddi anlamda,<br />
karınları doyuracak kadar yardımda bulunabiliyor<br />
muyuz bilmiyorum ama gönülleri<br />
doyurmanın daha çok gayretindeyiz. Abdullah<br />
Murad ŞÜKRÜOĞLU (ks) Hocamızın sohbetlerinden<br />
oluşan kitapların, bedene şifa, gönle cila,<br />
ruha gıda olacağından hiç şüphemiz yok. Yeter<br />
ki, gönül ehlinin eline geçsin. İncileri bataklığa<br />
dökmemek de ayrı bir hassasiyetimiz. Bu ziyaretlerimizde,<br />
dergimizi de kitapların yanında bir<br />
özet gibi sunuyoruz, gönül ehillerine…<br />
* * *<br />
Kitap ve dergi çalışmaları tarihe düşülen<br />
nottur. Nesillere hitap eder. Kağıda yazılan, ekrana<br />
yazılandan muteberdir. Kağıt; cömerttir,<br />
her daim bereketini gösterir. Vefalıdır, ihanet<br />
etmediğin sürece seni terk etmez. Kağıda hor<br />
davranmazsan, üzerine emanet ettiğini korumaktan<br />
vaz geçmez.<br />
BİZBİRİZ Dergisi ve ON HAFTA SOHBETLE-<br />
Rİ ile tarihe notlar düşmenin azmindeyiz. Onu<br />
koruyacak, bedelini ödeyecek ve hakkını teslim<br />
edecek gönüllere ulaşması için gayret ediyoruz<br />
ki, sadaka-i cariye özelliğini yitirmesin. Kim, bu<br />
sayfalardan bir ilim öğrenir ve hayatına tatbik<br />
ederse o ve onun evlatlarının ömrünce hasenatımızın<br />
devam edeceğine inanmışız bir kere.<br />
Aksamalara hedef olsak da durmak ve vaz geçmek<br />
yok. Dergimizin neşriyatına devam ediyoruz.<br />
Ama siz değerli okurlarımızdan da destek<br />
bekliyoruz. Dergimizin bedeli, okumak ve hayata<br />
tatbik etmektir. Lütfen bu dergi elinize geçtiği<br />
andan itibaren bedelini ödemeye başlayın ki<br />
biz de neşriyat azmimizi yitirmeyelim.<br />
* * *<br />
Dostlar bu sayıda kalemlerini üç ayların faziletini,<br />
bereketi, feyzini ve iştiyakını anlatmak<br />
için kağıtla buluşturdular. Allah (c.c) hepsinden<br />
razı olsun. Her hareketleri kendilerine ve ailelerine<br />
hasenat olarak dönsün. Rabbim yazanları,<br />
gönderenleri, baskıya hazırlayan ve basanları<br />
ve elbette okuyup hayatına tatbik edenleri<br />
korktuklarından emin eylesin, umduklarına nail<br />
eylesin.<br />
Biz sözü uzatıp, değerli dostların anlamlı<br />
yazıları ile buluşmanızı geciktirmeyelim. Allah<br />
(c.c) yar ve yardımcımız olsun derken sözü Rasululllah<br />
(sav) Efendimiz duası ile bağlayalım:<br />
“Allahım, Recep ve Şaban aylarını bizler<br />
için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır”<br />
(Amin)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Bizbiriz Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Genel Yayın Koordinatörü<br />
Kadir Aydın<br />
Editör<br />
Duran Toklucu<br />
Grafik – Tasarım<br />
Yasin Candan<br />
Fotoğraf<br />
Bahadır Aktaş<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Samet Dünsöz<br />
Yayın Kurulu<br />
Ali Haydar<br />
Eslem Ercan<br />
Faruk Kul<br />
Ebubekir Onhan<br />
Selman Bahar<br />
Safa Ak<br />
Ayşe Tunç<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı Tarihi<br />
Haziran 2013<br />
Baskı<br />
Erman Ofset<br />
Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit.<br />
Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı,<br />
şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon,<br />
infografik ve makalelerin elektronik<br />
ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı<br />
Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />
Yayın Türü<br />
Aylık, yaygın süreli yayın<br />
Bizbiriz Derneği<br />
Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />
Turgutoğlu Sokak No:9<br />
Meram / KONYA<br />
Tel : 0 (332) 353 27 00<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />
3
İstiâze ve<br />
Besmelenin<br />
Tefsiri<br />
6<br />
Kültürel<br />
Çöküş<br />
10<br />
Surelerden<br />
12<br />
Fıkıh<br />
14<br />
Hadis<br />
17<br />
Siyer-i Nebi<br />
18<br />
Tasavvuf<br />
22<br />
Üç Ayların<br />
Faziletleri ve<br />
Mübarek<br />
Geceler<br />
31<br />
Aşk<br />
35<br />
Sahabe-i Güzin<br />
36
Müslüman<br />
Bilimadamları<br />
41<br />
İlm-ü Hal<br />
44<br />
“Toprağı<br />
Kaybedilmiş<br />
Kubbe: Gönül<br />
Dünyamız”<br />
49<br />
‘Sınır’sız<br />
Kardeşlikler...<br />
51<br />
Arapça<br />
Rabca’ya<br />
Götürür<br />
53<br />
Haydar<br />
56<br />
İlginç Bilgiler<br />
57<br />
Altın oran:<br />
Evrenin<br />
Matematiği<br />
58<br />
Üstad Necip<br />
Fazıl<br />
60<br />
Tarih’te Mayıs<br />
62
İstiâze ve<br />
Besmelenin Tefsiri<br />
Hamide ERBAY<br />
Beşiktaş İlçe Vaizi<br />
İstiâzeninAnlamı:<br />
Kur’an-ı Kerim okumaya başlamadan<br />
önce istiâze etmek, Allah-u Teâla’nın<br />
emridir. Nahl Sûresi’nin 98. ayetinde şöyle<br />
buyrulmaktadır: “Kur’an okuduğun zaman<br />
kovulmuş şeytândan Allah’a sığın. ”Sözlükte<br />
“sığınmak, korunmak” anlamındaki “avz”<br />
kökünden türeyen istiâzenin terim anlamı,<br />
her türlü kötülükten korunabilmek için sözle<br />
Allah’ın yardım ve himayesini istemektir.<br />
Bunun için eûzu, maâzallah (Allah’a sığınırım),<br />
neûzubillah (Allah’a sığınırız) ibareleri<br />
kullanılır. Aynı kökten türeyen taavvüz de aynı<br />
anlamdadır. 1<br />
Şeytân kelimesi Arap dilinde “şatn”<br />
kökünden gelmekte olup, hayırdan uzak olan<br />
anlamına gelmektedir. Hakk’a başkaldırıp<br />
o dergâhtan kovulduğu için İblis’e şeytân<br />
denilmiştir.<br />
Er-racîm ise, taşlamak anlamındaki “rcm”<br />
kökünden sıfattır. Taşlanmış, kovulmuş<br />
anlamındaki racîm, Allah’ın huzurundan<br />
kovulan şeytanın sıfatı olmuştur. 2<br />
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadislerde İstiâze:<br />
Kur’an-ı Kerim’de istiâze Allah lafzı<br />
1 ”İstiâze”md.,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi<br />
(TDVİA), c.XXIII, s.318.<br />
2 Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.I, s.71.<br />
ile yedi, rab ile sekiz, rahmân ismi ve cin<br />
kelimesiyle birer defa olmak üzere onyedi<br />
ayette geçmektedir. Bu ayetlerde Hz. Nuh<br />
bilmediği şeyi istemekten (Hud 11/7), Hz.<br />
Yusuf kendisine şehvetle yaklaşan kadından<br />
ve kardeşleriyle arasında cereyan eden<br />
olaylarda hata yapmaktan(Yusuf 12/23,79),<br />
Hz. Musa(a.s.) kavmine karşı alaycı tavır<br />
takınmaktan (Bakara 2/67), ve âhirete<br />
inanmayan kibirlilerle (Mümin40/27), onların<br />
düşmanlıklarından (Duhan 44/20), Allah’a<br />
sığınmışlar ve onun yardımını istemişlerdir.<br />
Hz. Peygamber’e de, başta şeytânların<br />
vesveseleriyle kalpleri kin dolu olanlardan<br />
ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın<br />
âyetleri hakkında tartışanların kötü niyet ve<br />
davranışlarından olmak üzere çeşitli şerlerden<br />
istiâzede bulunması emredilmiştir(Araf7/200;<br />
Nahl 16/98;Mü’minûn 23/97-98; Mümin<br />
40/56; Fussilet 41/36;Felak 113/1-5;Nas 114/1-<br />
6). Kur’an’da ayrıca İmran’ın zevcesinin (Al-i<br />
İmran3/36) ve kızı Meryem’in (Meryem19/18)<br />
istiâzelerinden söz edilmektedir. Cin suresinin<br />
6. ayetinde ise, insanlardan bazılarının bir<br />
kısım cinlere sığındıkları bildirilmiş ve bunun<br />
doğru olmadığı belirtilmiştir.<br />
İstiâze konusuna hadislerde de genişçe<br />
yer verilmiştir. Bu hadislerde Hz. Peygamber<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
6
ütün kötü sıfatlardan, fayda vermeyen<br />
işlerden, şeytanın vesvesesinden, dünya ve<br />
ahirette insana eziyet veren şeylerden Allah’a<br />
sığınmış, bu maksatla daha çok İhlas, Felak<br />
ve Nâs sûrelerini okumuş, bunu ashabına da<br />
tavsiye etmiştir. 3<br />
İstiâze Lafızları:<br />
İstiâze, Kur’an’dan bir âyet değildir. Hz.<br />
Peygamber’den gelen en kuvvetli rivayete<br />
göre istiâze sözü: “Eûzu billahi mine’şşeytâni’r-racîm(Kovulmuş<br />
şeytandan Allah’a<br />
sığınırım)” ifadesidir. Başka bir rivayete göre<br />
de Peygamberimiz “Eûzubillahi’s-semii’lalimimine’ş-şeytâni’r-racîmiminhemzihi<br />
ve<br />
nefhihi ve nefesihi(Şeytan’ın aldatmacasından,<br />
üfürmesinden ve okumasından herşeyi bilen<br />
ve işiten Allah’a sığınırım)” derdi. Hadisin<br />
metninde geçen “hemz” ölüm ve boğulmayla,<br />
“nefh” kelimesi kibirle, “nefs” kelimesi şiirle tefsir<br />
edilmiştir. 4 Özellikle sabah namazının ardından<br />
yapılan Kur’an tilavetlerine “Eûzubillahi’s-semîi’lalimimine’ş-şeytâni’r-racîm”<br />
diyerek başlamak<br />
İslam ülkelerinde gelenek halini almıştır. Bu<br />
geleneğin oluşması, sabah vakitlerinde Haşr<br />
sûresinin son üç ayetini sözü edilen istiâze ile<br />
başlayarak okumanın fazileti hakkında rivayet<br />
edilen hadise dayanmaktadır.(Müsned, III:50,<br />
V:26; Ebu Davut, “Salat”,123; Tirmizi “Mevakıt”,<br />
65; “Sevabü’l-Kur’an”, 22). 5<br />
İstiâzenin hükmü:<br />
“Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş<br />
şeytândan Allah’a sığın” (Nahl 16/98)<br />
mealindeki ayette geçen emirden vücûb<br />
hükmünü çıkaranlar varsa da âlimlerin<br />
çoğunluğu bunun müstehap olduğu ve Kur’an<br />
okumaya başlamadan önce istiâze yapılmasının<br />
daha isabetli olacağı görüşündedir. Namaz<br />
dışında Kur’an okunurken dinleyici varsa<br />
istiâzenin aşikâre yapılması gerekir, zira bu<br />
husus kıraâtin sesli olacağının ilan edilmesi<br />
anlamına gelir. Hanefi mezhebine göre<br />
birinci rekâtte Fatiha sûresinden önce istiâze<br />
okumak sünnettir. Namazda istiâze Hanefi ve<br />
Hanbeli mezheplerine göre birinci rekâtte, Şafi<br />
mezhebine göre her rekâtte sünnettir. Malikiler<br />
3 “İstiâze”md.,TDVİA, c.XXIII, s.318.<br />
4 Süleyman Ateş, a.g.e.,s.71., İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı<br />
Kerim Tefsiri, c.II, s.25.<br />
5 “İstiâze” md.TDVİA, c.XXIII, s.318.<br />
ise, bunu farz namazlarda mekruh görmekle<br />
birlikte nafile namazlarda gizli okunmak<br />
kaydıyla sünnet kabul ederler. Cemaatle<br />
kılınan namazlarda imam uyan kişinin istiâzede<br />
bulunması gerekmez. Çünkü istiâze namaz için<br />
değil, Kur’an okumak içindir. İmam Şâfi’nin,<br />
aşikâre okunan namazlarda istiâzenin sesli<br />
ve sessiz olarak iki şekilde yapılabileceğini<br />
söylemesine karşılık, Ebu Hanife ve Ahmed b.<br />
Hanbel sessiz okunmasını tercih etmişlerdir. 6<br />
İstiâzenin Hikmeti:<br />
‘Eûzu’nun hikmeti, izin isteme ve kapıyı<br />
çalmaktır. Çünkü hükümdarlardan birinin<br />
kapısına gelen kişi, onun izni olmadan içeri<br />
giremez. Aynı şekilde Kur’an okumak isteyen<br />
kişi, dost ile söyleşmeye başlamak istemektedir.<br />
Bunun için temiz bir dile muhtaçtır. Dil fuzûli<br />
söz, malâyani ile kirlenir, istiâze ile temizlenir.<br />
Marifet ehli demişler ki: Bu kelime Allah’a<br />
yaklaşanların vasıtası, Allah’tan korkanların<br />
sarıldığı ip, suçluların başvuracağı nokta,<br />
felakete düşenlerin dönüş yeri, muhiplerin<br />
rahatlama mahallidir. Besmelenin istiâzeden<br />
sonraya bırakılmasının sebep ve hikmeti,<br />
kalbi güzel şeylerle süslemeye başlamadan<br />
önce, mâsivâdan temizlemek, Allah’tan başka<br />
her şeyden yüz çevirmek, Allah’a dönmek ve<br />
yönelmektir. 7<br />
Besmelenin Anlamı:<br />
Besmele (Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla),<br />
Arapçada menhût bir isim ve mastardır.<br />
İslam’dan önce Araplar işlerine bazen “bismi’l-<br />
Lâtve’l-Uzzâ” diye putlarının adıyla, bazen<br />
de “bismikellâhümme” diye başlarlardı. Neml<br />
sûresindeki besmele âyeti (27/30) nâzil<br />
olduktan sonra, Hz. Peygamber hep bu ibareyi<br />
kullanmış, besmelenin yazıldığı ilk satıra başka<br />
hiçbir şeyin yazılmamasını emretmiştir. 8<br />
‘Bâ’ Edatı: Bâ edatının asıl anlamı<br />
“yapıştırmak”tır. Hakiki her ilmin bir tek konusu<br />
vardır. Kur’an-ı Kerîm’in konusunun Allah ile<br />
âlem ve özellikle de insanlık âlemi arasındaki<br />
ilişki ve münasebeti bildirmekten ibaret<br />
olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin<br />
başındaki bâ edatı (be harfi) bu ilişkiyi ortaya<br />
koymakta ve kulun yaratanından yardım<br />
6 “İstiâze md”, TDVİA, c. XXIII, s. 319.<br />
7 İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyân<br />
8 “Besmele md.”, TDVİA, c. V, s.530.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
7
isteyerek hep ona bağlı kalışını ifade etmektedir.<br />
Arapça cümle yapısı itibariyle “bâ”nın ilgili<br />
bulunduğu gizlenmiş bir fiil vardır. Bu besmele<br />
ile başlanacak herhangi bir fiildir. Allah’tan<br />
yardım dileyerek başlıyorum veya okuyorum,<br />
yahut Allah adına okuyorum gibi. 9<br />
İsm: Yükseklik anlamındaki “sümüvv”den<br />
gelir. İsm, varlıklara ad olan kelimeye denir.<br />
Allah: Hak ilahın zât ismi ve özel ismidir. 10<br />
Kur’an, “er-Rûhu’l-Emîn’in Hz. Peygamber’in<br />
kalbine düşürdüğü vahy-i ilâhidir. Kur’an’ın<br />
sûreleri besmele ile başlar. İlk inen vahiyde Alak<br />
sûresinde, “rabbinin adıyla oku” buyurulmaktadır.<br />
O halde besmele şu anlamı ifade eder: “Ey<br />
Muhammed rahmân ve râhîm Allah’ın adına oku.<br />
Bu söz senin sözün değil, O’nun sözüdür. Sen bu<br />
sözü kendi adına değil,<br />
Allah adına söylüyorsun,<br />
Allah adına insanlara<br />
duyuruyorsun.” 11<br />
Er-Rahmân: Yalnız<br />
Allah için kullanılan bir<br />
isim olan er-Rahmân,<br />
zât ismi değil sıfat<br />
ismidir. Tam anlamıyla<br />
Türkçe karşılığı yoktur.<br />
“Rahm” ve “rahmet”<br />
kökünden türemiş,<br />
çok merhametli, çok<br />
rahmet sahibi manasına<br />
gelen bir sıfattır.<br />
Rahmân’ın rahmeti ezeli<br />
rahmettir. Bu bakımdan<br />
bu rahmet, iyiye de<br />
kötüye de; mümine de<br />
kafire de şamildir. Allah’ın her şeyi yaratması,<br />
Rahmân’lığının rahmetinden ileri gelmektedir.<br />
Bu fıtrî rahmetten uzak kalan hiçbir şey yoktur.<br />
Er-Rahîm: Yüce Allah’ın sıfatlarından biridir,<br />
çok merhametli anlamına gelir. Rahmân ismi<br />
gibi özel isim olmayıp, Allah’tan başkası için<br />
de kullanılır. Yüce Allah’ın Rahmân oluşu<br />
ezele (başlangıcı olmayışa), Rahîm oluşu “lâ<br />
yezâle” (ölümsüzlüğe) göredir. Yaratılanlar,<br />
Rahmân ismiyle başlangıçtaki rahmetinden,<br />
Rahîm ismiyle de sonuçta meydana gelecek<br />
9 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.38.<br />
10 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e.,c.I, s.38-39.<br />
11 Süleyman Ateş, a.g.e., c. I, s.73.<br />
merhametinden doğan nimetler içinde büyürler<br />
ve ondan faydalanırlar. Bu sebeple, Rahmân,<br />
bütün mahlukatı rahmetiyle yaratıp besleyen;<br />
Rahîm, âhirette müminlere lütfuyla cennet,<br />
kafirlere de adaletiyle azab edendir, diye tefsir<br />
edilmiştir. 12<br />
Besmeleden Çıkan Hükümler: Mushaf-ı<br />
Şerifte iki tür besmele vardır. Biri Nem lsûresinin<br />
30. ayetinde geçen besmeledir (Mektub<br />
Süleyman’dandır ve Rahmân ve Rahîm Allah’ın<br />
adıyla başlamaktadır). Bu besmelenin Neml<br />
sûresinin ayetinin bir parçası olduğu açıktır. 13<br />
Diğeri ise, Tevbe sûresi dışında, sûre<br />
başlarında yazılan ve sûreleri birbirinden ayıran<br />
besmeledir. Bu 113 besmelenin sûrelerden bir<br />
ayet mi, yoksa başlı başına bir Kur’an ayeti mi<br />
olduğu konusu tefsir ve<br />
usûl ilminde tartışmalı<br />
bir mesele olmuştur ki,<br />
bilhassa iman, namaz<br />
ve kırâat konularıyla<br />
ilgilidir. Birinci görüşe<br />
göre bu besmelelerden<br />
hiçbiri Kur’an ayeti<br />
değildir. Bu görüş İmam<br />
Malik hazretlerine aittir.<br />
Bu sebeple Malikîler<br />
namazda besmeleyi<br />
okumazlar. İkinci görüşe<br />
göre her biri başında<br />
bulunduğu sûreden bir<br />
ayettir. Bundan dolayı<br />
namazda okunması<br />
farzdır ve yüksek sesle<br />
okunur. Bu görüş İmam<br />
Şâfi’ye aittir. Üçüncü<br />
görüşe göre, sûrelerin başındaki besmele<br />
başlıbaşına bir âyet olarak Kur’an’dan’dır. Bu görüş<br />
Hanefi mezhebine aittir. Hanefiler besmeleyi<br />
müstakil bir âyet olarak kabul ettikleri için,<br />
Fâtiha’dan önce gizli olarak besmele çekmenin<br />
sünnet olduğu görüşündedirler. 14<br />
Besmelenin yerine göre farz, vacip, sünnet,<br />
haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. Enâm<br />
sûresinin 121. ayetinde “üzerlerinde Allah’ın<br />
adı anılmayan hayvanların etinden yemeyin” ve<br />
12 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I, s.49-51.<br />
13 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I,s.36.<br />
14 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 36-37.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
8
Mâide sûresinin 4. ayetinde de “yetiştirdiğiniz<br />
avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de<br />
yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın” buyrulduğu<br />
için, hayvan keserken ve av üzerine hayvanı<br />
gönderirken veya silahı çekerken besmele<br />
çekmek farzdır. Mushaf yazarken Tevbe sûresi<br />
dışındaki sûrelerin başına besmele yazmak<br />
da farzdır. Namaz dışında Kur’an okumaya<br />
başlarken sûrenin başında eûzu besmele<br />
çekmek âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet,<br />
sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden<br />
başlanırsa menduptur. Tevbe sûresiyle tilâvete<br />
başlayan ise yalnız eûzu okumakla yetinir,<br />
besmele çekmez. İslamın yaygın muaşeret<br />
kurallarından biri de yemek yemeye başlarken<br />
besmele çekmektir. Konu ile ilgili hadiste<br />
belirtildiği üzere eğer başında unutulursa<br />
hatırlandığı zaman “ başında ve sonunda Allah’ın<br />
adıyla anlamında” (bismillahifievvelihi ve âhirihi)<br />
demek sünnettir(Ebu Davud, “Et’ime”, 15; Tirmizi,<br />
“Et’ime”, 47).<br />
Neml sûresinin<br />
30. ayetinde yer alan<br />
besmele sebebiyle<br />
fakihlerin çoğunluğu<br />
“cünüp ve hayız<br />
olan Kur’an’dan<br />
bir şey okuyamaz”<br />
(İbnMâce, Tahâret,<br />
105, Tirmizi, Tahâret,<br />
9 8 ) m e â l i n d e k i<br />
hadisine dayanarak<br />
bu durumda olanların Kur’an okumak maksadıyla<br />
besmele çekmelerini haram saymışlar, dua ve<br />
senâ maksadıyla okunmasında ise bir mahzur<br />
görmemişlerdir. 15<br />
Lutûf ve ihsanı ile herkesi ve her şeyi kuşatan<br />
Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerîm’i indirirken, ilahî ismini<br />
öne almak suretiyle başlamanın kutsal edebini<br />
öğrettiği gibi, besmele düsturunu her şeyin<br />
anahtarı olarak ihsan ederek, İslam ümmetinin<br />
bütün iş ve ihtiyaçlarının başında iktibas<br />
edecekleri ve uyacakları kıymetli bir gelenek<br />
kılmıştır. Nitekim Resul-i Ekrem de hadis-i<br />
şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Besmele her<br />
kitabın anahtarıdır”, “Besmele ile başlamayan<br />
her mühim iş sonuçsuz kalır”. Mutlaka Allah (c.c.)<br />
ismi ile başlamayan her iş O’nun yüce huzuruna<br />
15 “Besmele” md.,TDVİA, c. V, s.531.<br />
sunulamaz, sonuçsuz ve tamamlanmamış olarak<br />
kalır. 16<br />
Abdullah Murat Şükrüoğlu hocamız<br />
sohbetlerinde asıl önemli olanın, istiâze ve<br />
besmelenin manalarını değil mahiyetini anlamak<br />
ve hayata tatbik etmek olduğunu vurgulayarak<br />
bizi şu şekilde uyarmaktadır:<br />
Eûzu’yu anlamak, Bismillahirrahmânirrâhim’i<br />
yaşamaktır.Eûzu “sığınırım”;billahi “O<br />
Allah’a”;mine’ş-şeytan “şeytandan”;racîm<br />
“taşlanmış, horlanmış, kovulmuş” şeytandan,<br />
kötü ve kötülükler yapan, kötü ve kötülüklere<br />
davet eden nefsimin şerrinden, Hak ve hakikate<br />
davet edilince riyakârlık yaparım düşüncesi<br />
içerisine girip de “Yaptıklarımla dediklerim<br />
birbirini tutmuyor, o zaman köşeye çekileyim”<br />
diyenin şerrinden. Sığınmanın ne olduğunu<br />
bilmeyen, nereye sığındığını bilmeyen bir<br />
insanın Eûzü demesi kadar abes, desturun<br />
ne anlama geldiğini<br />
bilmeden, mahiyetini<br />
bilmeden insanlara destur<br />
demesi kadar abes bir<br />
durum yoktur. Elbette<br />
kelime manalarını değil,<br />
mahiyetini anlamaktır asıl<br />
olan. Hayata tatbik etmek<br />
için anlamaktır. Evvelki<br />
âlimlerden bir tanesinin<br />
ölüm vakti geliyor, sekerâta<br />
yatıyor. Has talebesini<br />
çağırıyor;<br />
Evladım ! Elli senemi istiâzeyi anlatarak<br />
geçirdim, vefatımdan sonra halefim sensin, sen<br />
de Bismillahirrahmânirrahîm’i anlat bu kalan<br />
zümreye, diyor.<br />
Ne âlim bıkmış elli sene Eûzü’yü anlatmaktan;<br />
ne de cemaat bıkmış Eûzü’yü dinlemekten.<br />
Elli sene sonra talebesine şunu söylemekte:<br />
“En iyi anlayan sensin, bundan sonra anlat<br />
Bismillahirrâhmanirrâhîm’i bu kalan arkamızdaki<br />
zümreye!.<br />
Yüce rabbimiz bize ve bütün mü’min din<br />
kardeşlerimize anlamayı, anlatmayı, hayatımıza<br />
tatbik etmeyi nasib eylesin. Âmin. 17<br />
16 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 61.<br />
17 Abdullah Murat Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,c. 3, s. 12-<br />
13.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
9
KÜLTÜREL ÇÖKÜŞ<br />
SELMAN BAHAR<br />
Eğer Müslümanlar güçlü bir devletin çatısı<br />
altında İslam’ı yaşamak istiyorlarsa, her<br />
yazımızda değinmeye özen gösterdiğimiz<br />
üzere kendileri önce güzel Müslümanlar<br />
olacaklar. Sonra çevrelerine yayacaklar ve<br />
devletlerinin kültürünü İslamlaştıracaklar.<br />
Fakat tam tersine kültürümüzün nadide<br />
güzelliklerini kaybetmeye, İslam’ın güzelliklerini<br />
ötesine itmeye başlayan bir nesil<br />
yetişmekte. Bu durumun devamındaki<br />
tehlike sonraki nesillerin yozlaşmış, değerleri<br />
boşalmış bir kültür yaşadıklarını bile<br />
anlayamayacak hale gelmesidir.<br />
Dünya tarihi dile getiriyor; insanlığın,<br />
gelişmişlik serüveninin zirvesine varıp düşüşe<br />
geçeceği eşiğe yaklaştığını, kulak verip<br />
dinleyebilene. Unutulan coğrafyaların,<br />
bırakın teknolojik imkânlardan yoksunluğunu<br />
hala teknoloji kelimesinden bi haber<br />
olduğunu unutan “gelişmiş” medeniyetler<br />
var. 20. Yüzyılda büyük savaşlardan ideolojik<br />
ve ekonomik kârlarla ayrıldığını düşünüp<br />
zararını küçük devletlerin sırtına yükleyen<br />
“büyük” devletler var. Hissettiğimiz<br />
tedirginlik, gelişmiş devletlerin gelişmişlik<br />
ve modernleşme çizgisinde evrensel hoşgörüyü<br />
kaybetmeye ve medeniyetler arasındaki<br />
çekişmenin şiddetli –bazen soğuk<br />
bazen sıcak her halükarda can yakıcı- savaşlar<br />
haline dönüşmesine zemin hazırlamasının<br />
meydana getirdiği tedirginliktir.<br />
Son yüzyılda iki farklı kültürü simgeleyen<br />
Avrupa ve İslam devletlerinin yaptığı<br />
bütün faaliyetlerinin sadece dünyaya zarar<br />
vermek olduğu düşüncesi acı ve doğru<br />
bir tespit. Artık Doğu-Batı çekişmesinin<br />
Dünya siyaset ve sosyal hayatına hırs, öfke<br />
ve ölümcül rekabetten başka bir şey katamadıkları<br />
aşikâr bir tablo olarak gözler<br />
önündedir. Avrupa yalancı zaferlerle kendini<br />
şımartırken; Doğu bu zaferlerin yalanına<br />
inanarak kendilerini nefret gölgesine<br />
itmekteler. Nefret gölgesinde perçinlenen<br />
sinirler bir kıvılcımda alev topu olmakta<br />
ve Batıya ulaşamadan kendi içlerinde patlamaktadır.<br />
Bu durum sadece İslam devletlerinin<br />
manevi havasını kaybetmesine<br />
değil, azalan maneviyatla beraber İslam<br />
halklarının sosyal yaşamlarında ahlaki<br />
çöküntülere neden oluyor. İman mefhumunu<br />
yanlış algılamış olmak; imanın bize<br />
önce bireysel sonra kitlesel güzel getiriler<br />
sağlamasından öte hayatımızdaki muhabbeti,<br />
hoşgörüyü, saygıyı ve onurlu bir<br />
yaşam adına gereken bütün erdem yüklü<br />
özellikleri kaybettiriyor.<br />
Şöyle denebilir ki; eğer “Amerika ve İsrail<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
10
gibi anti-İslamist altyapıya sahip büyük<br />
güçler! İslam üzerinde oynadıkları oyunlarda<br />
hiç mi başarılı olmadılar, onların hiç<br />
mi suçu yok?” diye sorarsanız “Muhakkak ki<br />
İslam devletlerinin yaşadığı bunalımda dış<br />
etkenlerin payı var.” deriz. Ama eğer Irak’ta<br />
bir Sünni, Şii mahallesine üstünde bombayla<br />
gidip onlarca canı katledebiliyorsa<br />
ve iç mihraklar bu Sünni kişiye “kahraman,<br />
şehit, Allah’ın direnişçisi” diyerek övgüler<br />
yağdırabiliyorsa burada büyük bir sorun<br />
vardır. Bu sıkıntının müsebbibi İslam ahlak<br />
ve şuurunu zamanla kaybedip, kendini yozlaşmaktan<br />
kurtaramayan Müslümanlardan<br />
her biridir.<br />
Bizler Müslüman olarak en kötü<br />
Müslüman’ın en iyi kâfirden hayırlı olduğunu<br />
anlayamamışız demektir. Bizler ne<br />
olursa olsun zulme karşı farklı renkler olarak<br />
birleşemiyorsak, kolayca farklılıklarımızı<br />
kullanarak bizi oyuna getiriyorlar demektir.<br />
Hâlbuki insanın, hele de Müslüman ise<br />
tek gayesi şuurlu, ahlaklı ve onurlu bir şekilde<br />
yaşamını bitirmesi değil midir?<br />
İnanç mefhumu kötü niyetli insanlar elinde<br />
hafife alınmayacak kadar tesirli bir silah<br />
haline dönüşebilirken, biz Müslümanların<br />
en çokta imanımızı ihmal etmemizin neresi<br />
şuurlu bir yaşamdır? Müslümanları<br />
birbirine kırdırmanın en etkili yolu İslam<br />
ahlakını yozlaştırmakken, bizlerin en çokta<br />
yanlış anlaşılmış “modernizm” kisvesi altında<br />
Batılılaşma çabamızın neresi ahlaklı bir<br />
yaşamdır? Dünyalık zaferlerin telaşı içinde<br />
körelttiğimiz manevi saadet arayışımızın<br />
neresinde onurlu bir yaşamın izi vardır?<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızdan<br />
Allah razı olsun çok güzel söylemiş;<br />
“Hele bakın şu dünya düzenine,<br />
Kim neyi nasıl cehennem etmiş kendine.<br />
İnsanoğlu cehennem eder dünyayı kendi<br />
kendine”<br />
İntikamın iki belirgin sebebi vardır; kin<br />
ve ego… Kin sakıncalı ve hoşgörüyü yıkan<br />
keskin bir hastalıktır. Ego biraz daha masum<br />
görülebilir. Fakat her halükarda ikisi de<br />
zalim bir insan haline dönüştürür intikam<br />
peşinde koşan insanı. Tek istisna ise kendi<br />
geçmişimizle yarışıp hatalarımızı düzeltmek<br />
için kendi kendimize giriştiğimiz intikamdır.<br />
Başka her türlü dünyalık rekabet<br />
bizde kin ve öfkeye sebep olacak ve her<br />
zaman için daha fazlasına göz diktirecek bir<br />
ahlaksızlığa sürükleyecek.<br />
Bunu devletler bazında düşünemez miyiz?<br />
Düşünmek zorundayız. Eğer gerçekten<br />
vatanperver olduğunu kabul edecekse bir<br />
insan önce İslam’ca düşünecek. Diyecek<br />
ki “Benim devletimin zulümle, kibirle, can<br />
yakmayla ne işi ola? Tek işi daha huzurlu sokaklar<br />
inşa etmek, selam verdiğimde önyargısız<br />
selamımın alındığı sokaklar… Benim<br />
devletimin işi İslam’ın rahatça ve her İslami<br />
âdetin özgürce yaşandığı şehirler inşa etmek.<br />
Bir ucunda yaşanan felaketi dindirmeye<br />
diğer ucunun canla başla koştuğu<br />
bir vatan inşa etmek benim devletimin işi.<br />
Benim devletimin başka topraklarda gözü<br />
olmamalı. Bu yüzden benimde başkasının<br />
ekmeğinde gözüm olmamalı.”<br />
Bizim daha iyi yaşama çabamız diğer insanların<br />
hakkını gasp etmemize sebep oluyorsa<br />
bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir.<br />
Başka coğrafyalarda zulmün gölgesinde<br />
yaşamak zorunda bırakılmış kardeşlerimizi<br />
unutuyorsak hak ve hukuku bilmiyoruz<br />
demektir. Biz bütün Müslümanların iyiliği<br />
için çabalayacağız, eğer çabalayamıyorsak<br />
kötü insanlar olmaya başlamışız demektir.<br />
İnsanlara İslam’ın Nuru’nu ulaştırmaya çalışacağız.<br />
Biz kendimizden başlarsak dillendirmeye<br />
halkalanarak dağılacak salih niyetimiz<br />
çevremize. Böylece ne kötü insanlar<br />
gibi vicdanı ardımıza atmış olacağız ne de<br />
bir Müslüman’ın gözyaşını kanına akıtacağız.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
11
SURELERDEN<br />
İhlas Suresi<br />
S.GÜLSOY<br />
“Sığınırım Allah’a, kovulmuş şeytandan”<br />
“Rahman Rahim olan Allhah’ın adıyla”<br />
1 - De ki; O Allah bir tektir.<br />
2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç,<br />
fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.)<br />
3 - Doğurmadı ve doğurulmadı.<br />
4 - O ‘na bir denk de olmadı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
12
İhlas suresi, Kur’an’ın 112. suresidir. Mekke<br />
döneminde nazil olmuştur. Kur’an’daki en kısa<br />
surelerden biridir. Bu sure İslam dininin temeli<br />
olan “Allah’ın birliği (tevhit)” ilkesini en güzel, en<br />
özlü bir şekilde açıklar.<br />
RAHMAN <strong>VE</strong> RAHİM OLAN ALLAHIN<br />
ADIYLA<br />
İhlas ne demektir?<br />
İhlas, samimi olmak, dine içten bağlanmak,<br />
dinin esaslarını sırf Allah rızası için uygulamak,<br />
her türlü hurafe ve batıl inançlardan samimiyetle<br />
arınmaktır.<br />
Câbir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:<br />
Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kim her gün<br />
elli defa İhlâs sûresini okursa, kıyâmet gününde<br />
kabrinden şöyle çağrılır: ‘Kalk, ey Allâh’ı öven kişi,<br />
cennete gir!” 1<br />
KUR’ÂN’IN <strong>ÜÇ</strong>TE BİRİNE MUÂDİL BİR SÛRE<br />
Ubeyy bin Ka‘b, Ömer bin Hattâb, EbûMes‘ûd<br />
el-Ensarî, Simâk, Enes bin Mâlik ve Ebû Eyyûbi’l-<br />
Ensârî (radıyallâhüanhüm) tarafından rivâyet<br />
edilen bir hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v)<br />
Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Herhangi bir<br />
akşam İhlâs sûresini okuyan, o gece Kur’ân’ın<br />
üçte birini okumuş olur” 2<br />
Buhârî’nin (r.h)Ebû Saîdi’l-Hudrî’den (r.a),<br />
Müslim’in (r.h) Ebudderdâ’dan (r.a) rivâyet ettiklerine<br />
göre Resûlüllah Efendimiz(s.a.v):<br />
- Kur’ân’ın üçte birini bir gecede okumak size<br />
güç gelir mi? diye sordu. Ashâb-ı kirâm:<br />
- Buna hangimizin gücü yetebilir, yâ<br />
Rasûlellah? Dediler.<br />
Resûlüllah (s.a.v) Efendimiz:<br />
- İhlâs sûresi (Kul hüvellâhüehad) Kur’ân’ın<br />
üçte birine denktir, buyurdu.<br />
1 Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, 2/781<br />
2 Tirmizî, Sünen, Fedâilü’l-Kur’ân, 2<br />
Müslim’de yer alan Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivâyetinde<br />
ise, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v), kendilerine<br />
Kur’ân’ın üçte birini okuyacağını bildirerek<br />
ashâbını toplar İhlâs sûresini okur ve hücre-i<br />
saâdetine girer Bir süre sonra çıkar ve:<br />
-“Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım demiştim<br />
Dikkat ediniz! Bu sûre, Kur’ân’ın üçte birine<br />
muâdildir” buyurur.<br />
Ashâb-ı kiramdan Muâviye bin Muâviye el-<br />
Müzenî (r.a) Medine’de vefât etmişti. O sırada<br />
Tebük’te bulunan Resûlüllah Efendimize (s.a.v)<br />
Cebrâil (a.s) haber verdi ve cenâze namazını<br />
kılmayı isteyip istemediğini sordu Resûlüllah<br />
Efendimizin (s.a.v) “Evet” cevabı üzerine,<br />
Müzenî’nin (r.a) cenâzesi Resûlüllah’ın önüne getirildi<br />
Resûlüllah Efendimiz, arkasında her biri 70<br />
bin melekten teşekkül eden iki safla birlikte cenaze<br />
namazını kıldı Sonra Resûlüllah Efendimiz<br />
(s.a.v) , merhûmun bu mazhariyete nasıl ulaştığını<br />
sordu Cebrâil (a.s):<br />
- İhlâs sûresini sevmesi; otururken, (yanları<br />
üzerine) yatarken, yürürken, dururken her hâl ü<br />
kârda onu okuması sayesinde! cevabını verdi 3<br />
KUR’ÂN-I KERİM’İN GÜNLÜK HAKKI<br />
Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s) hazretleri<br />
de, Kur‘ân-ı Kerim ve İhlâs-ı Şerif’le alâkalı<br />
olarak buyurmuşlardır ki:<br />
“Her gün hakk-ı Kur‘ân (Kur‘ân-ı Kerim’in günlük<br />
hakkı) 200 âyettir; elli İhlâs-ı Şerif okunursa,<br />
Kur‘ân-ı Kerim’in hakkı ödenmiş olur Buna riâyet<br />
eden, bu vesîle ile dünyada hiç bir sıkıntı görmez,<br />
rızkı da geniş olur.”<br />
3 Aliyyü’l-Karî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 2, 355<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
13
FIKIH<br />
Avret<br />
AYŞE TUNÇ<br />
Denizde, hamamda, kaplıcada, “Hepimiz erkeğiz veya hepimiz<br />
kadınız” diyerek, erkek erkeklerin yanında, kadın kadınların yanında<br />
tesettürsüz rahatça durabiliyorlar, bunun hükmü nedir? İzah eder<br />
misiniz?<br />
Değerli Kardeşim, öncelikle islamda, kadın<br />
ve erkeğin avretini izah etmek gerekir.<br />
Şöyle ki;<br />
بِسْ مِ اللّٰهِ الرَّحْ مٰنِ الرَّحيِمِ<br />
قُلْ لِلْمُؤْمِنيِنَ يَغُضُّ وا مِنْ اَبْصَ ارِهِمْ وَيَحْ فَظُوا<br />
فُرُوجَ هُمْ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْ اِنَّ اللّٰهَ خَ بيِرٌ بِمَا<br />
يَصْ نَعُونَ ﴿٣٠﴾ وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُ ضْ نَ<br />
مِنْ اَبْصَ ارِهِنَّ وَيَحْ فَظْنَ فُرُوجَ هُنَّ وَلاَ يُبْديِنَ<br />
زِينَتَهُنَّ...<br />
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan<br />
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış<br />
onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki,<br />
Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.<br />
﴾30) Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini<br />
haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.<br />
(Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna,<br />
zînet (yer)lerini göstermesinler. “<br />
Avret, insan vücudunda başkası tarafından<br />
görülmesi haram sayılan yerlerdir. “Avret”<br />
kelimesi Kur’ân-ı Kerimde terim olarak iki ayette<br />
geçer. Birincisi, “Mü’min kadınlara söyle<br />
gözlerini sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını<br />
korusunlar, görünmesi zaruri olan yerler<br />
dışında ziynetlerin açmasınlar; ancak kocalarına,<br />
babalarına, kocalarının babalarına,<br />
oğullarına, kendi kardeşlerine, kardeşlerinin<br />
oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara,<br />
köle ve hizmetçilerine, erkeklikten<br />
kesilmiş yaşlılara ve kadınların avretlerinden<br />
habersiz çocuklar müstesnadır. Gizledikleri<br />
ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını da yere<br />
vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tövbe edin ki<br />
felaha eresiniz” 1 ayetinde geçmektedir. İkinci<br />
de “Ey iman edenler! Hizmetçileriniz ve sizin<br />
henüz buluğa ermeyen çocuklarınız odalarınıza<br />
girecekleri zaman üç vakit sizden izin<br />
istesinler. Sabah namazından önce, öğle sıcağında<br />
odanıza çekildiğiniz zaman ve yatsı<br />
namazından sonra… Bu üç vakit sizin avret<br />
vaktinizdir. Bu üç vaktin dışında izin istemelerine<br />
gerek yoktur” 2 ayetinde geçmektedir.<br />
Bu ayetlerde avret kelimesi başkalarının görmesi<br />
yasak olan bölgelerin açık bulunabileceği vakitler<br />
olarak geçmektedir.<br />
Avret ikiye ayrılır. Birincisi, Kur’ân-ı Kerimde<br />
“Sev’e” olarak geçen kadın ve erkek cinsel organları<br />
anlamındadır. 3 Maide Suresinde de örtmek<br />
ve kapatmak anlamında “sev’e” kelimesi kullanılmıştır.<br />
4 Buna “Avret-i Galiz” denir. Bir insanın<br />
nikâhlı eşi dışında kimseye gösteremeyeceği<br />
avretidir.<br />
İkincisi, Cinsel organların dışında nerelerin<br />
1 (Nur, 24:31)<br />
2 (Nur, 24:58)<br />
3 (Â’raf, 7:20, 22, 26, 27; Taha, 20:121)<br />
4 (Mâide, 5:31)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
14
avret olduğu hususu Rasulullah’ın (s.a.v) hadislerinde<br />
düzenlenmiştir. Rasulullah (s.a.v) erkekler<br />
için gerek namaz kılmak ve ibadet etmek gerekse<br />
namaz dışında evde ve toplum içinde avret<br />
olan ve örtünmesi gereken yerleri belirlemiştir.<br />
Hadislere göre erkekler için avret olan ve örtülmesi<br />
gereken yerleri göbeği ile diz kapağı<br />
arasıdır. Kadınlar için Rasulullah’ın (s.a.v) avret<br />
olarak belirlediği yerler yüz, el ve ayak dışındaki<br />
bütün bedendir (Ayak tartışmalıdır). Kadınlar gerek<br />
ibadet ve namaz için gerekse evinden çıktığı<br />
zaman yabancılar, yani nikâhı düşen ve nâ-mahrem,<br />
yani kendisine nikâhı haram olanlar dışında<br />
el ve yüz dışında bütün bedeni avret sayılır ve<br />
örtünmesi gerekir.<br />
Birde, kadının kadına ve erkeğin erkeğe<br />
karşı avreti konusu vardır ki şöyledir:<br />
Erkeğin erkeğe karşı avreti: Resûl-i Ekrem<br />
(s.a.v)’in: “Müslüman erkeğin uyluğu (diz kapağı<br />
ile kalçası arası) avrettir.” buyurmaktadır. 5 Hanefi<br />
fûkahası, erkeğin göbeği<br />
ile diz kapağı arası avrettir,<br />
diz kapağı da dahildir<br />
derken, diğer üç mezhebe<br />
göre diz kapağı avret<br />
değildir.<br />
Resûlullah (s.a.v) Hz.<br />
Huzeyfe (r.a)’i mescidde<br />
dizi açık olarak görünce:<br />
- “ Dizini açma! Çünkü<br />
orası avrettir” buyurmuştur.<br />
6 Öyle ki Resul-i Ekrem<br />
(s.a.v) diğer bir Hadis-i Şeriflerinde de:<br />
“Avret yerinizi açmayınız (yalnız iken de açmayınız).<br />
Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler<br />
(melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara<br />
saygılı olunuz”. 7<br />
Ümm-i Seleme diyor ki, Meymûne ile birlikte<br />
Resûlullahın yanında idik. İbn-i Ümm-i Mektûm<br />
izin isteyip içeri girdi. Resûlullah bunu görünce<br />
bize:<br />
-Perde arkasına çekiliniz! buyurdu.<br />
-O âmâ değil midir? Bizi görmez dedim.<br />
-Sizde mi körsünüz? Onu görmez misiniz? buyurdu.<br />
8 (Yâni, o kör ise de, siz kör değilsiniz ya,<br />
buyurdu.)<br />
Kadının kadına karşı avreti: Diz kapağı ile<br />
göbeği arasıdır. Kadın kadına da olsa bu kısma<br />
bakamaz haramdır, çünkü avret-i galizdir. Ancak<br />
Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi,<br />
Hıristiyan vs..) bir kadına karşı avreti hususunda<br />
muhtelif görüşler ortaya konulmuştur. Şöyle ki;<br />
Âyet-i Kerîme’de geçen “kendi kadınları” tabirini,<br />
Müslüman kadınlar manasına ele alan ûlema,<br />
Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi,<br />
Hristiyan vs.) kadınlara vücudunu göstermesi<br />
haramdır demiştir.<br />
Hz.Ömer(r.a)ın görevlisi Ebû Ubeyde b. el-<br />
Cerrâh’a yazdığı emir mektubunda:<br />
-“Haber aldığıma göre, gayrı müslim vatandaşların<br />
(zimmîlerin) kadınları, Müslüman kadınlarla<br />
beraber hamamlara giriyorlarmış. Bunu<br />
yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmî bir kadın,<br />
Müslüman bir kadının avretine bakamaz” diye<br />
emir vermiş.<br />
Ebû Ubeyde de bunu yürürlüğe koymuş ve:<br />
“Avret yerinizi açmayınız<br />
(yalnız iken de açmayınız). Çünkü<br />
yanınızdan hiç ayrılmayan<br />
kimseler (melekler) vardır. Onlardan<br />
utanınız ve onlara saygılı<br />
olunuz”.<br />
-”Hangi kadın özrü<br />
olmaksızın, sırf yüzünü<br />
parlatmak amacıyla<br />
hamama giderse, yüzlerin<br />
aklanacağı günde<br />
Allah onun yüzünü<br />
kara eylesin!” diye ilân<br />
etmiştir. 9<br />
Kadının “Kendi<br />
Kadınlarına” göre avreti,<br />
erkeğin erkeğe göre<br />
avreti gibidir, yani<br />
göbeği ile dizkapağı<br />
arasından ibarettir. Ancak İmam Azam’ dan bir<br />
rivayete göre, kadının “Kendi Kadınları” na göre<br />
avreti de, mahremi olan erkeklere göre avreti gibidir,<br />
karnını ve sırtını da gösteremez. 10<br />
Rasulullah Efendimiz (s.a.v) hamam konusunda<br />
şöyle buyurur:<br />
Câbir’den (r.a) rivâyete göre, Resûlullah (s.a.v)<br />
şöyle buyurdu: “Allah’a ve ahiret gününe inanan<br />
kimse peştamalsız hamama girmesin. Allah’a ve<br />
ahiret gününe inanan hanımını hamama sokmasın.<br />
Allah’a ve ahiret gününe inanan üzerinde<br />
içki içilen masalara oturmasın.” 11<br />
Ebû’l Melîh el Hüzelî’den (r.a) rivâyete göre,<br />
Hıms ve Şam halkından bazı kadınlar Âişe’nin yanına<br />
girdiler, Âişe onlara şöyle dedi:<br />
5 (Müsned, III, 478)<br />
6 (Sünen-i Tirmizi)<br />
7 (Eşi’at-ül-Lemeât)<br />
8 (imam-ı Ahmed ve Tirmüzî ve Ebû Dâvüd)<br />
9 (Kurtubî )<br />
10 (Zeylaî, Tebyîn VI/18.)<br />
11 (Tirmizi)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
15
-Siz öyle kadınlarsınız ki hamamlara gidiyorsunuz.<br />
Ben ise Resûlullah (s.a.v)’dan şöyle derken<br />
işittim: -“Herhangi bir kadın, kocasının evinden<br />
başka bir yerde elbisesini çıkarırsa Rabbiyle arasındaki<br />
haya perdesini yırtmış olur.” 12<br />
Ya’lâ’ dan rivayet olunduğuna göre;<br />
Resulullah (s.a.v) kırda peştamalsız olarak yıkanan<br />
bir adam görmüş ve minbere çıkıp Allah’a<br />
hamd ve senada bulunduktan sonra:<br />
-”Muhakkak ki Aziz ve Celîl olan Allah utangaçtır,<br />
(ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve örtünmeyi<br />
sever, biriniz yıkandığı zaman örtünsün”<br />
buyurmuştur. 13<br />
Abdurrahman b. Ebî Saîd el-Hudrînin) babasından<br />
rivayet olunduğuna göre; Rasulullah<br />
12 (Ebû Dâvûd, Hamam, Tirmizi, edeb 43; ibn-i mâce edeb 38:<br />
Dârimi, islizan 23; Ahmed b. Hanbel 4l. 173. 199 267.362)<br />
13 (Ebû Davud vitr 23: Nesâi. gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224)<br />
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:<br />
“Erkek erkeğin avret yerine bakamaz. Kadın<br />
da kadının avret yerine bakamaz. (Aralarında bir<br />
engel olmadan) bir erkek bir elbise içerisinde diğer<br />
bir erkeğin tenine dokunamaz. Kadın da bir<br />
elbise içerisinde diğer bir kadının tenine dokunamaz.<br />
14<br />
Kaynaklarda yer alan ayet ve hadislerden de<br />
anlaşıldığı üzere, kadın ve erkeğin, hamama,<br />
kaplıcalara ve denize gitmesi caiz görülmemiş,<br />
yasaklanmıştır. Günümüzde bazı kimselerin yaptıkları<br />
gibi sere serpe yıkanmak, kadın kadınayız<br />
veya erkek erkeğeyiz diye fütursuzca hamama,<br />
kaplıcalara veya denize girmek, gösterilmesi haram<br />
yerlerini açmak kesinlikle yasaktır, haramdır.<br />
Hamamda, kaplıcada ve denizde bulunup ta başkalarının<br />
avret yerlerine bakmak da haramdır.<br />
14 Müslim Hayz/78, Nikâh/123, 124)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
16
HADİS<br />
اُدْعُو اللهَ وَ اَنْتُمْ مُوقِنُونُ بِالْاِ جَ ابَةِ وَاعْلَمُوا اَأنَّ اللهَ تَعَالَى<br />
لاَ يَسْ تَجِ يبُ دُعَاءًا مِنْ قَلْبٍ غَافِلِ لَاهِ<br />
Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, Muhamed Mustafa (s.a.v) buyuruyor ki;<br />
“Allah’a dua ediniz fakat kabul olacağına inanarak, biliniz ki, Allah-u Teala<br />
gafil olan kalbin duasını kabul etmez.”<br />
Allah’a dua edin, kabul olacağına inanarak.<br />
Yalnız, başka şeyle, faydasız amelle, faydasız kültürle,<br />
faydasız bilgiyle veyahut şüphe içerisinde<br />
Allah’a dua edilirse, Allah (c.c.) duayı kabul etmez.<br />
Ayet-i celile de Rabbül Alemin öyle buyuruyor;<br />
“Duanız olmasa ne işe yararsınız?”<br />
Allah’ın Rasulü (s.a.v) de diyor ki;<br />
“Kabul olmayan duadan Rabbim sana sığınırım.”<br />
Allah Rasulü (s.a.v), kabul olmayacak duadan<br />
sana sığınırım derken, biz sanki emir erimiz veyahut<br />
bir hizmetkarımız varmış da emrediyormuşuz<br />
gibi dua ediyoruz. Getirmese ben de onu<br />
yapmam dercesine, ibadetler edersek veyahut<br />
kalbimiz dünyayla meşgul, dünyalıkla meşgul<br />
iken yaptığımız dualar.<br />
Aman ya rabbi! Ben sana şu ibadeti yapıyorum,<br />
sende bana şunu ver, der gibi dualar edersek<br />
Allah (c.c.)onu size verir. Lakin sizin yüzünüzü<br />
kendisinden başka bir yere çevirir bunu da bilin.<br />
İnsanların okuduğu birçok dua vardır. Bin salat-ı<br />
terficiye okur yahut salat-ı tüncina okur veyahut<br />
kırk tane ya-sin okur yada bin Yasin okur hatmeder.<br />
Allah’ın melekleri o kulun yanına gelir, o kul<br />
‘Allah (c.c.) Allah (c.c.) dese, Allah’ın melekleri<br />
onu kuşatır. Allah ‘da;‘ lebbeyk’ der. Lakin kalbine<br />
bakar, dünyalıkla meşgul, bu işi nasıl yapsam, nasıl<br />
iş bulacağım gibi şeylerle meşgul. Böyle dua<br />
edenin duasına icabet edilmez. Allah (c.c) ‘lebbeyk’<br />
dediydi lakin kalbin meşgul. Dilin diyor ki<br />
Allah’ım ver. Ne verecek ‘lebbeyk’ diyor istediğini<br />
söylemiyorsun. O havalede 40 tane ya-sin okumuşsun,<br />
çok mu önemli Allah (c.c.) için okunmayan<br />
hiçbir şeyde hayır yoktur. Ancak Allah (.c.c.)<br />
için okursun, Allah (c.c.) için ibadet edersin.<br />
İsteyin diyor Allah sınırsız isteyin ama kalbi<br />
meşgul aklı meşgul olarak değil. İmam-ı Ali gibi,<br />
huzura durduğunda kırk hale girecek, Allah’ı<br />
görüyor olduğunun bilincine varacak. Ben görmüyorum<br />
Allah’ı ama Allah beni görüyor. Ben<br />
duymuyorum Allah’ı ama Allah (c.c.) beni duyuyor<br />
diyen insanın duasına tez icabet edilir.<br />
Allah’a hüsnü niyet içinde yapılan dualar tez kabul<br />
edilir. Sen hangisini kabul edersen onu seç.<br />
Küfür içinde de yaptığın dua kabul olur. Lakin<br />
Allah (c.c.) sırf sana verir, kendisinden uzaklaştırır.<br />
İbadetinden uzaklaştırır, sevdiği insanlardan<br />
uzaklaştırır. Verir sana dünyalığı verir ama ahretliği<br />
sevenleri, Allah (c.c.)kendi sevdiklerini size<br />
sevdirmez.<br />
Gel duanı şeksiz şüphesiz et. Allah –u Teala<br />
dualarının karşılığını verecek. Mutlaka verecek.<br />
Gönüllerinizi oyalamadan, ellerinizi açtığınızda<br />
Allah’ın sizi duyduğunu gördüğünü bilin. Çünkü<br />
Allah muhakkak ki işiten ve görendir. 1<br />
1 ON HAFTA SOHBETLERİ 2. CİLT<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
17
SİYER-İ NEBİ<br />
M. DİKKATLİ<br />
ما اجمل راع راعنا<br />
BİZİM ÇOBANIMIZ NE GÜZEL !<br />
Gül Goncası ömrünün 10. Yılları içindeyken<br />
geçimi sıkıntılanan amcasına yardım etmek<br />
için izin istedi. Efendimiz (s.a.v) bu konuda ki<br />
ısrarları sonucunda amcasına destek olmaya,<br />
hem onun hem de Kureyşlilerin koyunlarını<br />
dolaştırıp, otlatmaya başlamıştı.<br />
Böylece hem amcasına yardım etmiş hem<br />
de koyunlarla gün boyu dolaşırken âlemi tefekkür<br />
etmeye başlamıştı. Üstelik bu vazife<br />
sayesinde toplumun içinde bulunduğu cahiliye<br />
hayatlarından uzakta kalıyordu. Çobanlık<br />
Araplar arasında sıradan bir meslek değil aksine<br />
zengin çocuklarının da yaptığı bir işti.<br />
Ayrıca çobanlık birçok peygamberin de uğraştığı<br />
derin bir meslekti.<br />
“Herkes ne için yaratılmışsa onun için<br />
çalışır yahut kendisi için kolaylaştırılıp hazırlanan<br />
şey için çalışır.” 1<br />
Rasul-i Ekrem konu üzerine söyledikleri bu<br />
hadisi şerifte insanların uğraşlarının misyonları<br />
ile orantılı olduğunu, yapılan işlerin ileriye<br />
yönelik bir hazırlık görevi taşıdığını aktarmaktadır.<br />
Nübüvvet vazifesi verildikten sonra sahabeleriyle<br />
bir gün Merruzzahran mevkiinde<br />
beraberce misvak ağacının yemişini topluyorlardı.<br />
O aydınlık sima, sadru’ş- şifa Efendimiz<br />
(s.a.v) sahabelerine şöyle buyurdu;<br />
“Siz bu yabani yemişlerin karalarını tercih<br />
ediniz. Çünkü onun siyahı en lezzetlisidir!”<br />
O gül cemalin muhatabında ki Sahabeler,<br />
merak ve hayret içinde;<br />
- “Ya Rasulallah !..” “Bu yemişin iyisini<br />
1 el-Buhari, 82 kader 2, (VII, 211).<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
18
kötüsünü çobanlar bilir. Siz de koyun güttünüz<br />
mü?” dediler.<br />
Nebi’yi Ekrem Efendimiz (s.a.v) hasretinden<br />
çatlayan gönüllerin, görme muradıyla yananların,<br />
hasretine düşenlerin derdine deva gülümsemesiyle;<br />
“Hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmemiş<br />
olsun!” 2 Cevabını verdiler.<br />
Peygamberlik ile çobanlık arasında benzerliklerin<br />
çokluğundan bahsetmiş nice âlimler.<br />
Zira çoban sürüsünü ne yapar? Elinden geldiğince<br />
sürüyü zorlar. Peygamberler de ahrette<br />
rahat etmesi adına ümmetlerini dünyadayken<br />
zorlar. Şu süslü görünen dünya çukuruna ayağımız<br />
kaymasın diye binbir zahmetle doğru yola<br />
iletmeye çalışır. Yine Peygamberler koyunların<br />
sorumluluklarını üstlenerek ümmetlerinin işleri<br />
hakkında, yöneticilik ve idare sanatı gibi konularda<br />
tecrübe edinirler. Koyunlarla bulunarak<br />
onlara karşı merhamet, vakar, hilm ve hoşgörü<br />
duyguları gelişir. Koyunun tabiatı gereği davranışlarına<br />
sabır ve anlayış<br />
artar. Sürülerini zarar<br />
verici hayvanat ve hırsız<br />
cinsinden düşmanlarından<br />
korumak için sabrederler.<br />
Hayvanların<br />
farklılıklarını, zayıflıklarını,<br />
bir arada yaşamaya<br />
olan ihtiyaçlarına rağmen<br />
aralarında ki şiddetli<br />
çatışmaları görerek<br />
ümmeti anlamakta yol<br />
kat ederler. Böylece ümmete<br />
karşı derin bir şefkat,<br />
anlayış noksanlarına karşı şiddetli bir sabır<br />
ve tahammül örneği sergilemek daha mümkün<br />
hale gelir. Çobanlıktan elde edilen bu ön çalışma<br />
neticesinde, ümmetin davranışlarının vereceği<br />
zorluk ve ağırlık bu işe birden bire girenlere göre<br />
daha az olur. Özellikle koyun çobanlığının örnek<br />
verilmesi, koyunun tabiat gereği daha zayıf, bağla<br />
sabitlenmediklerinden dağılmaya daha müsait<br />
olmalarına rağmen emirlere uymasının daha<br />
çabuk oluşunun insanoğlu ile benzerlik göstermesindendir.<br />
Rasul-i Zişan Efendimiz (s.a.v) bu<br />
konuya işaretle;<br />
“Sükûnet ve va kar, ko yun bes le yen ler dedir.”<br />
3 bu yur muş tur.<br />
2 Buhari, Sahih. c. 2, s. 247248; Müslim, Sahih, c. 6, s. 125; İbni-<br />
Mace, Sünen, c. 12, s. 727.<br />
3 (Bu hari, Me na kıb, 1; Müs lim, İman, 84/52)<br />
Peygamberler de ahrette<br />
rahat etmesi adına ümmetlerini<br />
dünyadayken zorlar. Şu süslü<br />
görünen dünya çukuruna<br />
ayağımız kaymasın diye binbir<br />
zahmetle doğru yola iletmeye<br />
çalışır.<br />
Habibi Kibriya Muhammed Mustafa Efendimiz<br />
(s.a.v) inananları dünya ve ahirette rahata, huzura<br />
erdirmek görevinin izlerini daha küçüklüğünden<br />
itibaren dolu dolu taşıyordu, yaşatıyordu.<br />
Yaşamı anlamamız ve insan olmanın sorumluluğuna<br />
varabilmemiz adına bizi aydınlattığı hadis-i<br />
şeriflerinden bir tanesiyle O’nu anlama yolunda<br />
gidelim inşallah;<br />
كُلُّكُمْ رَاعٍ، وَكُلُّكُمْ مَسْ ؤُلٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالْاَأمِيرُ<br />
رَاعٍ وَالرَّجُلُ رَاعٍ عَلَى اَأهْلِ بَيْتِهِ، وَالْمَرْاَأةُرَاعِيَةٌ<br />
عَلَى بَيْتِ زَوْجِ هَا وَوَلَدِهِ فَكُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ<br />
مَسْ ؤُلٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ<br />
İbn Ömer (r.a)’in rivayet ettiğine göre, Nebi<br />
(s.a.v) şöyle buyurdu;<br />
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden<br />
sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır.<br />
Erkek aile halkının çobanıdır. Kadın,<br />
kocasının evi ve çocukları<br />
için çobandır.<br />
Hepiniz çobansınız<br />
ve hepiniz çobanlık<br />
yaptıklarınızdan<br />
sorumlusunuz.” 4<br />
Mevla-yı Zülcelal’in<br />
terbiyesinde bir senelerini<br />
bu şekilde nübüvvete<br />
hazırlık yolunda<br />
koyun gütmekle geçirmişlerdir.<br />
Artık 12 yaşlarının<br />
içinde, akranları arasında<br />
her anlamda seçkin bir genç olan Efendimiz<br />
yalnız çobanlıkta değil ticarette de amcasına yardımcı<br />
olmak istemiş ve hazırlanan Suriye/ Şam<br />
kafilesine onunla birlikte katılmışlardır.<br />
Arazisi tarıma uygun olmayan bu beldede<br />
Kureyşliler hayatlarını ticaretle kazanırdı. Buna<br />
bağlı olarak Peygamber Efendimizin büyük dedesi<br />
Haşim b. Abdimenaf devrinde gerçekleştirilen<br />
ticari anlaşmalar sayesinde Mekkeliler, yaz<br />
aylarında Suriye’ye, kış aylarında ise Yemen ve<br />
Habeşistan’a seyahat ederlerdi. 5<br />
Kervan, uçsuz çöllerin, sıcak ve zorlukla geçen<br />
uzun yolculuğun ardından Busra’ ya vardı ve burada<br />
mola verdi. Busra, Şam ile Kudüs arasında-<br />
4 (Buhari,Nikah,91)<br />
5 İbn Sa’d, Tabakat,I,75; İbn Esir, el-Kamil,II,16.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
19
6<br />
suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı.<br />
Busra panayırının yakınlarında ki manastırda<br />
yaşayan hatırı sayılır rahip Bahira 7 , gelen kervanda<br />
bazı olağandışı durumlar fark ederek bir<br />
ziyafet düzenlemiş ve olayı anlamak üzere kervanı<br />
davet etmişti. Suriye ticaret yolu üzerinde<br />
bulunan bu manastırdan daha önce böyle bir<br />
iltifat ve ilgi görmeyen kafile şaşkınlıkla da olsa<br />
davete icabet etmişti. Gelecek olan Hatem-i<br />
Nebi’ nin özellik ve alametlerini bilen bilge rahip<br />
gelenler içinde aradığı nuru, nübüvvet kokusunu<br />
bulamamanın hayal kırıklığıyla, ‘Kervan içerisinden<br />
yemeğe katılmayan kimse var mı?’ diye<br />
sorar. Herkesin geldiğini, yalnızca küçük bir çocuğun<br />
eşyaları beklemek için bırakıldığını öğrenen<br />
Bahira, O’nun da getirilmesi için ısrarcı olur.<br />
Mukaddes kitapları incelemiş, Kur’an-ı Kerim’ de<br />
belirtildiği ehli kitabın ilim verilenlerinden 8 olan<br />
Bahira, Nur-i Cenan Efendimiz (s.a.v)’i görmesiyle<br />
hayran olmuş, aradığını bulmuştu. Efendimiz<br />
(s.a.v)’e sorduğu sorulardan aldığı cevaplar karşısında<br />
kanaati kuvvetlenmiş,<br />
emin olmuştu.<br />
Amcası Ebu Talib’le görüşerek;<br />
“Yeğenini hemen<br />
memleketine geri götür.<br />
Onu Yahudilerden<br />
koru. Vallahi, Yahudiler<br />
çocuğu görüp, benim<br />
fark ettiklerimi fark<br />
ederlerse ona kötülükte<br />
bulunurlar. Çünkü<br />
senin bu yeğenin ileride<br />
büyük şan ve nam<br />
kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür.” 9<br />
Bahira’ nın bu uyarıları üzerine Ebu Talib, yolculuğun<br />
geri kalan kısmından vazgeçerek mallarını<br />
orada sattı ve yeğeni ile birlikte Mekke’ye<br />
döndü. 10<br />
Muhbir-i sadık Efendimiz (s.a.v) küçük yaşta<br />
sorumluluk almış, amcası Ebu Talib ile yaptığı bu<br />
ilk seyahatte ticaret ve insan ilişkileri adına birçok<br />
şey öğrenmiştir. On yedi yaşlarında bulunduğu<br />
yıllarda da amcaları Zübeyr ve Abbas ile bir tica-<br />
6 Şam’ın 90 km. güneyinde, Eski Şam da denilen mevki.<br />
7 Arami dilinde “seçilmiş” manasına gelen Bahira kelimesini unvan<br />
olarak alan bu rahibin asıl adı, Circis veya Sercis’tir. Avrupalı<br />
tarihçiler, “Serciyus” derler. Bir Yahu di alimi iken, sonraları Hıristiyanlığı<br />
kabul etmiştir.(İbn Hişam, Sire, c. 1,s.191,dipnot 1); Fayda,<br />
Mustafa, “Bahira”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1991, IV, 486.<br />
8 Bakara diye meşhur sure/ 146.<br />
9 Tabakat, 1/153-155; Ensab, 1/96-98; Taberi, 1/194-195.<br />
10 İbn Sa’d,I,155.;Ensab, 1/97.<br />
Kendisine insanlar içinde<br />
ki duruşu, ticaret alanında<br />
ki doğruluğu ve dürüstlüğü<br />
sebebiyle güvenilir kişi<br />
manasında “El-emin” lakabı<br />
verilmişti.<br />
ret kafilesiyle beraber Yemen’e gidip gelmiştir. 11<br />
Kendisine insanlar içinde ki duruşu, ticaret<br />
alanında ki doğruluğu ve dürüstlüğü sebebiyle<br />
güvenilir kişi manasında “El-emin” lakabı verilmişti.<br />
Rabbi Rahim’in şefkat kanadıyla büyüyen<br />
Muhammed’ül Emin Efendimiz (s.a.v) cahiliye<br />
çamurundan uzakta büyümüş, zamanın ve insanların<br />
kötülüklerinden de emin bir şekilde<br />
yetişmiştir. Hayatında hiç içki içmemiş, putlara<br />
tapmamış, putlar için yapılan törenlere katılmadığı<br />
gibi onlar adına kesilen etlerden de hiç yememiştir.<br />
Tertemiz soyuyla, tertemiz büyüyen bu<br />
Güzeller Güzeli Ümmetin Efendisi (s.a.v)’e cahiliye<br />
adetleri hiç çekici gelmemiştir. Rasul- i Ekrem<br />
(s.a.v) o günlere ait bu durumu Hz. Ali (kr)’ nin<br />
rivayetiyle şöyle anlatmışlardır;<br />
“Ben, ca hi li ye in san la rı nın yap tık la rı bir şe yi<br />
yap ma ya iki de fa te şeb büs et miş tim. An cak Allah<br />
be ni on lar dan mu hafa za bu yur du.<br />
Bir ge ce, Mek ke’nin yu ka rı ta rafla rın da, Kureyş<br />
li bir kaç genç le<br />
ko yun la rı mı zı ot la tı yorduk.<br />
Ar ka da şı ma:<br />
“Eğer ko yun la rı ma<br />
ba kar san, ben de di ğer<br />
genç ler gi bi Mek ke’ye<br />
gi dip ge ce soh bet le ri ne<br />
ka tı la yım.” de dim.<br />
Ar ka da şım:<br />
Olur, na sıl is ter sen<br />
öy le yap! de di.<br />
Bu nun üze ri ne yo la<br />
çık tım. Mek ke’ye yaklaş<br />
tı ğım za man, def,<br />
ka val ve ıs lık ses le ri işit tim.<br />
“Bu ne dir? Di ye sor dum.<br />
Fa lan er kek ile fi lân ka dın ev le ni yor! de di ler.<br />
He men otu ra rak o ta ra fa doğ ru bak ma ya<br />
baş la dım. O es na da Al lah ku lak la rı ma bir ağırlık<br />
ver di ve ora cık ta uyu ya kal dım. Al lah’a ye min<br />
ede rim ki, gü neş üze ri me do ğun ca ya ka dar uyana<br />
ma dım. He men dö nüp ar ka da şı mın ya nı na<br />
gel dim.<br />
- Ne yap tın? di ye sor du.<br />
- “Hiç bir şey ya pa ma dım!” de dim ve ba şımdan<br />
ge çen le ri ona an lat tım.<br />
Baş ka bir ge ce, ay nı şey te ker rür et ti. Ben yi ne<br />
Mek ke’ye ge ce soh be ti için git ti ğim de Al lah-u<br />
Te ala ta ra fın dan üze ri me çö ken ağır lık la gü neş<br />
11 Tarih-i Din-i İslam, 2/33.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
20
do ğun ca ya ka dar uyu ya kal dım. Dö nüp ar ka daşı<br />
mın ya nı na gel dim.<br />
Rab bim be ni pey gam ber lik le şe reflen di rince<br />
ye ka dar bun la rın ha ri cin de, hiç bir kö tü şe ye<br />
mey let me dim!” 12<br />
Bulunduğu beldenin kuraklığından beter kurutan<br />
cahiliye batağından, çölünden daha yakıcı<br />
karmaşasından Allah-u Teala’ nın himayesinde,<br />
O’nun serinliğinde ve derininde huzur bulmuş,<br />
iyiden başka bir şey bilmemiş, hayırdan başkasına<br />
meyletmemiştir.<br />
Dünya denilen kör kuyudan, su yerine kargaşa<br />
dolu bu çukurdan ancak iman ile çıkılacağını<br />
göstermiştir. Vahiy suyuna hazırlanan beden<br />
kabı en safi haliyle muhafaza edilmiştir.<br />
FETRETTEN, KARGAŞADAN İYİ ÇÖL MÜ OLUR!<br />
İMAN ÇÖL ORTASINDA, ELİNİZE GEÇMİŞ<br />
VAHİY SUYUDUR. 13<br />
RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ<br />
Efendimiz (s.a.v)’in saçı<br />
Şemailin ilk bölümünde Nübüvvetin genel bir<br />
sınırı çizildikten sonra detaya geçilmiş, Mübarek<br />
Başlarından başlanarak sırasıyla devam edilmiştir.<br />
Bu başlık altında saç tıraşları ile saç tarama<br />
şekli bahis edilecektir.<br />
Tirmizi, tarihçi Ebu Said ve muhaddis Ebu<br />
Davud bu meseleye derli toplu en geniş yer veren<br />
müelliflerdir. Eldeki yazılı vesikalara göre Hz.<br />
Muhammed Mustafa (s.a.v)’in saç biçimi en kısa<br />
şekli kulak yumuşağına kadar olup, en uzun şekli<br />
de omuzlarına dokunur derecede olacak şekilde<br />
3 türlü ifade edilmiştir.<br />
Bu ifadelerden birkaç örneğe bakarsak;<br />
Enes b. Malik anlatıyor;<br />
“Hazreti Peygamber’ in saçları, kulaklarının<br />
orta hizasına kadar uzamıştı.”<br />
Hz. Aişe validemiz aktarıyor;<br />
“Ben ve Rasulullah Efendimiz (s.a.v) bir kapta<br />
boy abdesti alırdık. Rasulullah’ ın mübarek saçları,<br />
omuzlarına değmiyordu ama kulak yumuşaklarını<br />
geçiyordu.”<br />
Bera b. Azib anlatıyor;<br />
“Peygamber Efendimiz, orta boylu idi.<br />
Omuzları da genişçeydi. Saçları ise, kulak yumuşaklarını<br />
döğerdi.”<br />
12 (İbn-i İs hak, s. 58-59; İbn-i Ke sir, el-Bi daye, II, 292)<br />
13 Sadırdan Satıra Sohbetler, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz<br />
Derneği Yay. 2013/ Konya.<br />
Katade naklediyor: Enes b. Malik (ra)’ e;<br />
- “Hz. Peygamber’in mübarek saçları nasıl idi?”<br />
diye sordum.<br />
- “Kıvırcık da değildi, düz de değildi. Saçları ise<br />
kulak yumuşaklarına kadar ulaşıyordu.” Dedi.<br />
Bu kaynaklardan anlaşıldığı üzere mübarek<br />
saçları hac ve umre zamanları 14 dışında ustura<br />
traşlı değil, uzun şekildedir.<br />
Hatta Ümmü Hani’ 15 nin rivayet ettiği bir hadis-i<br />
şerifte;<br />
“Rasulullah Efendimiz Mekke’ye geldiklerinde<br />
evimize teşrif etmişlerdi. Bu sırada mübarek başları<br />
dört belikli (örgülü) idi.”<br />
Mekke’ nin fethinde Efendimiz (s.a.v)’in mübarek<br />
saçlarının dört belik halinde örülü olduğu<br />
rivayet edilmiş. Fakat Ümmü Hani dışında başka<br />
hiçbir sahabe tarafından tespit edilmeyen bu<br />
saç şekli genel uygulamalardan değildir. 60 yaşını<br />
geçmiş olan Resul-i Ekrem’in fetih esnasında<br />
neden böyle ördüğü konusunda herhangi bir<br />
yorum kaydedilmemiştir.<br />
Saç tarama şekilleriyle ilgili İbn-i Abbas (ra)’ın<br />
rivayetine bakarsak;<br />
“Hazreti Peygamber, saçlarını mübarek alınları<br />
üzerine salıverirlerdi. Zira puta tapan müşrikler,<br />
saçlarını önden ikiye ayırarak sağa- sola<br />
sarkıtırlar; ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudiler<br />
de ayırmadan alınlarının üzerine salarlardı.<br />
Rasulullah Efendimiz ise hakkında bir emir gelmeyen<br />
hususlarda, - müşriklere benzememek<br />
için- ehl-i kitabın adetlerine uymayı severlerdi.<br />
Fakat sonraları, bu adetlerini değiştirerek, saçlarını<br />
önden ayırdılar ve bir daha alınları üzerine<br />
salmadılar.”<br />
Bu metinden anlaşıldığına göre Hz.<br />
Muhammed (s.a.v)’ in devr-i saadetlerinde Hicaz<br />
bölgesinde iki türlü saç tarama biçimi moda<br />
idi. Ehl-i kitap olanlar, kaküllerini önlerine düz<br />
tararlardı. O günün putperestleri ise perçemlerini<br />
ortadan ikiye ayırarak yanlara bırakırlardı.<br />
Efendimiz (s.a.v)’ in yalnızca ahlak ve davranışlarda<br />
değil, kılık- kıyafet gibi dış disiplin konularında<br />
gösterdiği titizlik ile toplumda saç tarama<br />
şeklinde üçüncü bir grup oluşmuştur. 16<br />
14 Daha geniş bilgi için; İbnSa’d, Tabakat, II,98.<br />
15 Ebu Talib’in kızı olup, Hz. Ali (kr)’in kız kardeşidir. Kocası<br />
Hübeybe b. EbiVehb müslüman olmayı kabul etmediği için<br />
kendisi Mekke’nin fethine kadar Müslümanlığını açıklayamamıştır.<br />
Mekke fethedilince kocası Necran’a kaçmıştır. Resul-i Ekrem<br />
Efendimiz fetih sırasında onun evinde misafir olmuştur.<br />
16 Buhari, el- Camiu’s-Sahih, IV, 166.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
21
TASAVVUF<br />
Tasavvuf,<br />
İnsan İlmidir...<br />
Z.BİLMEN<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
22
Biz şeriatın ne bir milim dışında, ne bir milim<br />
içindeyiz.<br />
Biz şeriatın tam orta yerindeyiz.<br />
Tasavvuf, maddenin mana yönü, zahir olan<br />
şeriatın batın yönüdür. Dinin özüdür. Tüm mutasavvıfların<br />
hemfikir olduğu bu hakikat, hadim-i<br />
Rasul (s.a.v) Abdullah Murad Şükrüoğlu Hoca<br />
efendinin sadrından yukarıdaki beyitle satıra dökülür.<br />
Tasavvufa göre bâtın ilmi İslâm’ dan ayrı ve<br />
onun dışında bir ilim değil dir. Bu ilim esasen<br />
nasların derîn ve ince manalarından ibaret<br />
olup Rasulullah (asm) tarafından bazı sahâbîlere<br />
öğretil miştir. Nitekim onun sırdaşı -sâhibü<br />
sırri’n-nebî- Huzeyfe<br />
b. Yemân’a bazı sırlar<br />
tevdi ettiği, ayrıca<br />
Ebû Hüreyre’nin, “Hz.<br />
Rasul’den iki ilim öğrendim;<br />
birini yaydım,<br />
öbürünü saklı tuttum,<br />
onu da yaysaydım<br />
başımı keserlerdi.”<br />
dediği ri vayet edilir. 1<br />
Rasulullah (asm)’in dinde<br />
fakih olması için dua<br />
ettiği İbn Abbas’ın ilminin<br />
de bâtın ilmi olduğu<br />
söylenir.<br />
Cüneyd-i Bağdadî,<br />
Hz. Musa (a.s)’ın Hızır’-<br />
dan öğrendiği “ledün<br />
ilmi” ile Hz. Ali’nin<br />
(r.a) bildiği bâtın ilmi nin aynı şey olduğunu söyler.<br />
Serrâc’a göre Kur’an’ın, hadisin ve İslâm’ın<br />
da za hir ve bâtını vardır. Geniş anlamıyla “şe riat<br />
ilmi” bu ikisini de ihtiva eder. Bu sebeple ehl-i<br />
tasavvuf, “zahire aykırı düşen her şey bâtıldır”<br />
il kesini düstur edinmiş, şeriatı tasavvufun<br />
mihenk taşı kabul etmiştir. Tasavvuf, şeriatı inkar<br />
etmez. Ancak ve ancak isbat eder. Sırat-ı müstakim<br />
üzere sabit eyler.<br />
Rasulullah (asm)’ın varisleri bu ledün yahut<br />
batın ilmine sahiptirler. Gereken kimselere, gerektiği<br />
kadarını verirler. Çünkü,<br />
1 Buhârî, “ilim”, 42<br />
LEDÜN İLMİ ALANLAR,<br />
Bayezid Bistami : ‘Ne zaman<br />
gönlümden dünya düşüncesi<br />
geçse abdest, ahret düşüncesi<br />
geçse gusül yaparım. Zira dünya<br />
hadestir; yani sonradan olmadır<br />
ve pistir ve de ona ilişkin düşünce<br />
de hadestir. Ahret yeri ise gaybet<br />
yeri, yani kendinden geçme<br />
mahallidir. O halde ahretten de<br />
zevk almak cünüplüktür. Ne dünya<br />
ne ahret; sadece hak!<br />
HEM SATIRDAN HEM SADIRDAN OKURLAR. 2<br />
Şeriatin özünü, hikmetlerini; ibadetlerin asıl<br />
amacı olan kulluk bilincini en etkili şekilde, bizzat<br />
yaşayarak ifade ederler. Baştan ayağa kul<br />
kesilirler. Batınlarında Allah-u Teâla’nın aşkı kaynayan,<br />
zahirlerinde ise başı semaya ulaşan dağ<br />
gibidirler. Siz hiç bir dağın namaz kıldığını, bulutlara<br />
değen başının haşyetullah içinde rükuya<br />
vardığını gördünüz mü? Allah dostlarıyla namaz<br />
kılanlar, bu Hak namazına şahit olurlar.<br />
Allah erleri aynı membadan, Muhammedi<br />
Kevser’den sulandıkları için asırlar değişse de<br />
sözleri birbirini tamamlar. Yunus Emre (rh);<br />
Kusurla gelen, kusurla<br />
gider’.<br />
‘Bir kez gönül yıktın<br />
ise, Bu kıldığın namaz<br />
değil.<br />
Yetmiş iki millet<br />
dahi, Elin yüzün<br />
yumaz değil’ derken,<br />
Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu (ks), asrımızda<br />
şöyle söyler;<br />
‘Gül deren, gülde<br />
kusura bakmaz.<br />
Dost isteyen, dostta<br />
kusura bakmaz.<br />
Hak abdesti almadan,<br />
namaz kılınmaz.<br />
Nedir Hak abdesti? Madden ve manen temizlenmenin<br />
hakikati nedir? “Her işi ehline sorunuz”<br />
ayet-i kerimesi düsturunca Allah-u Teala’yı irfan<br />
derecesinde tanıyan ariflerden dinleyelim cevabını.<br />
Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks)<br />
şöyle tanımlar tahareti ve abdesti;<br />
‘Taharetin hakikati, kalbini Müslümanlar<br />
hakkında ki kötü fikirlerden temizlemektir.<br />
Hak abdesti ise, batıldan, hurafelerden,<br />
Kur’an’la ve sünnetle arınmaktır.’ 3<br />
2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />
3 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
23
Kalp fitne, fesat ile; ruh ve akıl, dinde olmayan<br />
şeylerle kirlenmişken, bunları kula emanet<br />
eden Rabbin huzuruna nasıl varılır? Oysaki<br />
Muhammed Mustafa(s.a.v) kudsi bir hadisinde<br />
şöyle buyurur;<br />
“Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat<br />
kalplerinize ve işlerinize bakar.” 4<br />
Abdestten maksat ilahi huzura çıkıp niyazda<br />
bulunmak için hazırlık yapmaktır. Hallac-ı Mansur<br />
(rh) idam edileceği zaman önce ayakları kesildi.<br />
Hallac ayaklarından akan kanı alıp yüzüne ve ellerine<br />
sürdü. Neden böyle yapıyorsun diyenlere<br />
cevap verdi: ‘Abdest alıyorum. Aşk abdesti. Aşkta<br />
kılınacak namazın abdesti kanla alınırsa ancak o<br />
zaman sahih olur. Ciğer kanıyla abdest alınmazsa,<br />
aşk müftüsüne göre namaz sahih olmaz.’<br />
Bayezid Bistami : ‘Ne zaman gönlümden dünya<br />
düşüncesi geçse abdest, ahret düşüncesi geçse<br />
gusül yaparım. Zira dünya hadestir; yani sonradan<br />
olmadır ve pistir ve de ona ilişkin düşünce<br />
de hadestir. Ahret yeri<br />
ise gaybet yeri, yani<br />
kendinden geçme mahallidir.<br />
O halde ahretten<br />
de zevk almak cünüplüktür.<br />
Ne dünya<br />
ne ahret; sadece hak!<br />
Hatem-i Esam’a<br />
soruldu: Namazı nasıl<br />
kılıyorsun? Cevap verdi:<br />
‘Vakti gelince hem<br />
dış abdestimi hem de<br />
iç abdestimi alırım.<br />
Dışımı su, içimi tevbe<br />
ile yurum.’<br />
وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَ هِدْتُمْ عَلَيْنَا قَالُوا اَأنْطَقَنَا<br />
اللَّهُ الَّذِي اَأنْطَقَ كُلَّ شَ يْ ءٍ وَهُوَ خَ لَقَكُمْ اَأوَّلَ<br />
مَرَّةٍ وَاإِلَيْهِ تُرْجَ عُونَ<br />
Tasavvuf, insan ilmidir. Âlemden<br />
sıyrılarak kendi rûhunda<br />
derinleşen insan, hikmet ve hakîkatler<br />
sarayının kapısına ulaşır.<br />
Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu<br />
gerçek îmânın yolu olarak yaşayanlar,<br />
hakîkî mutasavvıflardır.<br />
“Derilerine: “Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?”<br />
derler. “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu.<br />
Sizi önce yaratan O’dur ve O’na döndürülüyorsunuz”<br />
cevabını verirler.” 5<br />
GÖREN GÖZLERE, İŞİTEN KULAKLARA,<br />
BİLEN DİMAĞLARA,<br />
DÜNYADA DERİLERİMİZ SES <strong>VE</strong>RİR.<br />
ONU ANCAK HAL LİSANINDAN ANLAYANLAR<br />
BİLİR. 6<br />
İnsanın bedeni, tüm azaları günahlarının en<br />
yakın şahididir. Çünkü bizatihi onlarla günah işler,<br />
hata eder. Her bir uzvun günahı kendi işlevine<br />
göredir. Abdest alırken her uzvu için işlevine<br />
göre tevbe eder, af diler. Kul besmele ile Allah’ın<br />
yardımını dileyerek abdeste başlar. Ağıza ve buruna<br />
su verirken insan şöyle düşünür veya duâ<br />
eder: “Allah’ım, adını anmak ve senin kitabını<br />
okumak için bana yardımcı ol. Cehennem kokusunu<br />
uzaklaştırıp bana cennetin kokusunu koklat.”<br />
Yüzünü yıkarken: “Mevlâm, senin dostlarının<br />
yüzleri ağaracağı gün<br />
yüzümü ağart, o sırada<br />
benim yüzümü kara çıkarma.”<br />
der.<br />
Sağ kolunu yıkarken:<br />
“Allah’ım, beni defteri<br />
sağ taraftan verilenlerden<br />
eyle, hesabımı kolay<br />
kıl.” Sol kolunu yıkarken<br />
“Allah’ım beni, defteri sol<br />
taraftan verilenlerden<br />
eyleme.” der.<br />
Başını meshederken:<br />
“Ya İlâhî rahmetin beni bürüsün, üzerime feyzini<br />
ve bereketini indir, senden başka hiçbir kimsenin<br />
gölgesinin bulunmayacağı yerde beni Arş’ın<br />
gölgesinde gölgelendir.” der.<br />
Kulaklarını meshederken: “Allah’ım, beni söz<br />
dinleyip sözün en güzeline uyanlardan kıl, iyilerle<br />
birlikte cennete çağıran sesi işitmemi nasip et”<br />
diye der.<br />
Boynunu silerken: “Allah’ım beni cehennemden<br />
âzat et, boynuma mahcupluk zinciri geçirme.”<br />
der.<br />
Ayaklarını yıkarken: “Rabbim, ayağımı doğru<br />
yolda, sâbit kıl, beni senin yolundan ayırma.” der.<br />
4 Müslim,, birr, 32,33; İbn Mâce, zühd<br />
5 Fussilet/21<br />
6 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
24
Daha sonra kelime-i şehadet getirip şöyle niyazda<br />
bulunur: “Ya Rabbi, tövbemi kabul et, zira<br />
Sen tövbeleri kabul edensin. Beni pişmanlık duyanlardan<br />
ve tertemiz olanlardan kıl, iyi kullarının<br />
arasına kat. Beni çokça şükreden, sabreden<br />
ve Seni ananlardan eyle.”<br />
Su nasıl maddî kirleri temizliyorsa, tövbe de<br />
manevî kirleri yok eder. Abdest dışı temizler, tevbeyle<br />
akıtılan gözyaşı ise içi temizler. Şemseddin<br />
Sivasi’nin ifade ettiği gibi:<br />
“Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak.<br />
Pâdişah konmaz sarâya hâne ma’mûr<br />
olmadan”. 7<br />
Yar’dan gayrısını gönül evinden sürüp, çıkarmadıkça,<br />
iki dünyada Yar’imiz olan Allah-u Teala<br />
nazar etmez. Ancak böyle bir abdestle Hak namazı<br />
için huzurun kapıları açılır.<br />
Namazı sandılar eğil<br />
eğil kalk.<br />
Hani huzur, hani<br />
huşu, bir düşün bak.<br />
Oysa;<br />
Namaz; huzur-u kalp<br />
ile yönelmek Mevlaya,<br />
Ruh ile uruç etmektir<br />
cemalullaha. 8<br />
İlimler ikiye ayrılır;<br />
Tüm namazlar tek bir namaz için, miraç<br />
edilecek namaz için kılınır. Varlığın da yokluğun<br />
da yok olduğu sidretü-l müntehanın ötesine<br />
geçen miracın sahibi Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (asm) efendimiz şöyle buyuruyor;<br />
“Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin<br />
namazı gibi namaz kıl.” 9 Çık dünyadan ve seni<br />
dünyaya bağlayan her şeyden; geç cennetten<br />
ve cehennemden; var Hakkın huzuruna. Namaz<br />
madde âleminden, mana âlemine; görünür, şehadet<br />
âleminden, gayb âlemine yürümektir,<br />
dünyaya veda etmektir. Böylesi bir salat için zahir-batın<br />
bütün şartları yerine getirir.<br />
Hadesten ve necasetten taharet: Hak ve haki-<br />
kat abdestini alarak maddi ve manevi kirlerden<br />
ve pisliklerden arınmaktır.<br />
Setr-i avret: Bütün ayıplarını, günahlarını, sırlarını<br />
setreden, örten bir Rabbi olduğunu bilip,<br />
O’na sığınmak ve içinin içini bilen Rabbinin huzuruna<br />
çıktığını bilmektir.<br />
İstikbal-i kıble: Kıble tarafına doğru yönelmektir.<br />
Hani derler ya; Döndüm kıbleye, kıblem<br />
Kabe’ye. Kabe, beytullah yani Allah’ın evi.<br />
Mübarek Sunullahi Gayyibi (ks);<br />
Ey maksadı Kabe olan,<br />
1-Kesbi İlim; okuyarak, yazarak,<br />
dinleyerek kişinin gayreti<br />
sonucu elde ettiği, kazandığı<br />
ilim.<br />
2-Vehbi İlim; Allah-u Teala’nın<br />
dilediği kullarına katından lutfettiği<br />
ilim. Buna ilm-i ledün de<br />
denir.<br />
Kabe benem, Hac bendedir, diyerek bize şu<br />
hadis-i şerifin hakikatini anlatır;<br />
“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın arşıdır.”<br />
10<br />
Namazda kıblesi Kabe’ye yönelen kişi,<br />
insani ilişkilerinde kulun<br />
kalbinin Allah-u<br />
Teala’nın kulda nazar<br />
ettiği tek yer olduğunu<br />
bilmeli ve gönle<br />
yönelmelidir. İnançlıinançsız<br />
tek bir kulun<br />
dahi gönlünü incitmekten<br />
kaçınmalıdır. Kabe<br />
taştandır, onu insanlar<br />
yapar. Lakin gönül Hak<br />
Teala’nın kudret elinden<br />
sudur etmiştir. Mevlânâ<br />
Celâleddin Rumi (rh) ise:<br />
‘Bir kez gönül yıkmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha<br />
kötüdür’ der.<br />
Vakit: Zahirde her namazı farz olan vakit<br />
içerisinde eda etmenin batınen çok derin manaları<br />
vardır. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:<br />
“Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” 11<br />
Bu hadis-i şeriften Hatemül-Enbiya olan<br />
Muhammed Mustafa (s.a.v)’in geldiği zamanı<br />
insanlığın ikindi vaktine benzeterek, insanlığın<br />
ömrünü bir gün kabul etmiştir. Buradan yola<br />
çıkarak diyebiliriz ki; İnsanın ömrü de bir güne<br />
benzer.<br />
7 Bk. Büyük Türk Klâsikleri (Ötüken Söğüt), IV, 328<br />
8 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />
9 İbni Mace, Hakim, Beyhaki<br />
10 K. Hafâ: 2/130<br />
11 Ahmed bin Hanbel. İlel.sh. 89<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
25
Sabah namazı; insanın doğuşunu temsil eder.<br />
Öğle namazı; ergenlik ve gençlik çağını, ikindi<br />
namazı; en verimli olduğu orta yaş, kırk yaşını,<br />
akşam namazı; ömür güneşinin batmaya yöneldiğini,<br />
ihtiyarladığını, yatsı namazı; günün yani<br />
ömrün bitip, görünen âlemin sona erip, ahret<br />
âleminin başladığını anlatır.<br />
Niyet: her namazın vaktiyle beraber farzının<br />
veya sünnetinin belirtildiği niyet, her daim huzurda<br />
olma bilinci olup, ahrete yönelme, yüzünü<br />
âlemlerin Rabbine çevirmektir.<br />
İftitah tekbiri: Namaza başlarken Allah-u<br />
Teala’yı birleyerek iki elimizi kulak hizasına götürmektir.<br />
Eller Kabe-i Muazzama’da Hacerül<br />
Esved’in karşısındaymış gibi öne uzatılır ve;<br />
اَللهُ اَكْبَرُ كَبيِراً وَالْحَ مْدُ لِلَّهِ كَثيِراً وَسُبْحاَنَ<br />
اللهِ بُكْرَةً وَاَصيِلاً<br />
diyerek istilam edilir. Sağ el zahiri, dünyayı<br />
temsil eder; sol el ise, batını, ahreti temsil eder.<br />
Böylece ellerimizi öne itelemekle hem dünya ve<br />
arzularını hem de ahret ve arzularını iteler, ellerimizi<br />
kaldırarak da bu ikisini arkamıza atarız.<br />
Çünkü namazda mekan ve zaman kavramı kalkar.<br />
Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddî<br />
düşünceleri, kısacası Hak’tan gayri her şeyi elimin<br />
tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ’nın huzuruna<br />
çıkıyorum, der. Ne dünya vardır artık ne<br />
ahret. Yalnız Allah Azze ve Celle vardır. O yüzden<br />
“Namaz müminin miracıdır”.<br />
Arkasından eller bağlanır. Sağ el sol elin üzerine<br />
örtülür. Aynı zamanda zahiri ifade eden sağ<br />
el, batını ifade eden sol eli örtmüştür.<br />
Kıyam: NAMAZ; RUH FOTOĞRAFINIZIN<br />
ŞEKİLLENDİĞİ KARANLIK ODANIZDIR. 12<br />
“Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde<br />
beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirden<br />
pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz<br />
böyledir, günahları siler süpürür.” 13<br />
12 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar<br />
13 Müslim, Mesacid, 283<br />
NAMAZDA SANIK SANDALYESİNDESİN.<br />
HAKİM-Ü ZÜ’L-CELAL’E HESAP<br />
<strong>VE</strong>RMEKTESİN. 14<br />
Kul kıyama durduğu vakit, Hakimler Hakimi<br />
Allah-u Teala’nın huzurunda hesap verir. Bir sanık<br />
gibi ellerini bağlar, suçunu, aczini itiraf eder.<br />
Muhasebe günü gelmeden önce kendini muhasebe<br />
eder. Mihrab, harb edilen yer demektir.<br />
Namazdaki insan, bir cengin içindedir. Nefsinin<br />
bütün çirkinlikleri gözler önünde iken Rabbine<br />
sığınır. Karanlık odasında ruhunun fotoğrafı, ortaya<br />
çıkar tüm çıplaklığıyla.<br />
وَكَفَى بِنَفْسِ كَ الْيَوْمَ حَ سيِبَا<br />
–“Hesap görücü olarak bugün sana nefsin,<br />
yeter.” 15 ayeti sanki o an ona okunmaktadır.<br />
Adeta şöyle der;<br />
ŞAHİT OLARAK YETERSİN SEN, SANA.<br />
GAYRISINI ŞAHİT ARAMA! 16<br />
Kıraat: kulun Sahibi- zül Celal’le konuşmasıdır.<br />
İlk okunan dua; Sübhanneke duası. “Sübhâneke”<br />
kelimesinin anlamı “Allahım seni tesbih ve tenzih<br />
ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün” demektir.<br />
Daha sonra “Fâtiha” suresi okunur. Bir kudsi<br />
hadiste Yüce Allah şöyle buyurur:<br />
“Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla kendi<br />
aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun<br />
istediği onundur.” der ve şöyle devam eder: Kul<br />
“Elhamdü lillâhi Rabbi’l’âlemîn” dediği zaman,<br />
Allah: “Kulum beni senâ etti” der. Kul: “Mâliki yevmiddîn”<br />
dediği zaman, “Kulum beni övdü” der.<br />
Kul “İyyakena’budu ve iyyakenestain” dediği zaman:<br />
Allah: “Bu kulumla benim aramdadır ve kulumun<br />
istediği hakkıdır” der. Kul: “İhdine’ssırâta’lmüstakîm<br />
sırâtallezine en’amte aleyhim gayri’lmağdubi<br />
aleyhim ve le’ddallîn” dediği zaman<br />
Allah: “İşte bu kulumundur ve kulumun istediği<br />
hakkıdır” buyurdu.” 17 Fatiha suresi ile kul; ‘Ya<br />
Rabbi! Bana kulluk etme gücünü veren Sensin,<br />
hamd sanadır. Beni nimet verdiklerinden eyle’<br />
diyerek dua etmektedir.<br />
Rüku: Aliyyül Hamid, Azizül Hakim olan<br />
14 Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g.e<br />
15 İsra/14<br />
16 Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g.<br />
17 Müslim, Salât, 37<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
26
Allah’ın huzurunda saygı ve tazim ile boyun<br />
eğmektir. Boyun kişinin hürriyetini ifade eder.<br />
Kur’an-ı Kerim’de kadın köleyi hürriyetine kavuşturmak<br />
için تَحْ ريِرُ‘ ’رَقَبَةٍ denilir. Kadın köle<br />
demek olan ra-ka-be Arapça’da boyun anlamındadır.<br />
Rükuya eğilen kişi de boynunu efendisinin<br />
önünde eğerek, ‘ben senin kölenim’, sahibim,<br />
Rabbim Sen’sin demektedir.<br />
Sücud: Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine<br />
göre Resûlullah (sav)şöyle buyurdu:<br />
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir.<br />
İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın”. 18<br />
Secde; sidretü’l müntehanın ötesine geçmektir.<br />
Secde insanın nefis mekanının, alnının yere<br />
değmesidir. ‘Topraktan geldik, toprak olacağız’<br />
demektir. Fizik olarak ta bir nevi topraklanmadır<br />
secde. İçteki nefsi, şeytani kötü elektriği temiz ve<br />
temizleyici toprakla gidermektir. İnsanın Adem<br />
olmasıdır. Sözlükte Adem kelimesi “yokluk, hiçlik,<br />
varlığın zıddı ve varlığın yaratılmasından önceki<br />
hal” demektir. Yani kul, yegane var olan Vacid<br />
Allah-u Teala’nın huzurunda fani olur. Tüm benliğinden<br />
soyunur da O’nun varlığında hiç olur.<br />
Tahiyyat: Uzun miraç yolculuğunun sonunda<br />
Hak Teala ile Habib-i Kibriya (asm) efendimiz arasında<br />
olan muhabbeti dinleme, dinlenme, aşkla<br />
demlenmedir. Tahiyye duası ile mü’min,<br />
اَلتَّحِ يَّاتُ لِلهِ وَالصَّ لَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ<br />
“Bütün kavlî (tahiyyat), bedenî (salâvat) ve<br />
malî (tayyibât) ibadetler Allah’a mahsustur.” diyerek,<br />
önce Allah’a selâm ve saygılar sunmaktadır.<br />
Ardından Rasulullah (sav)’e hitaben<br />
اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَأيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْ مَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ<br />
“Ey Rasulüm! Selâm ile birlikte Allah’ın rahmeti<br />
ve bereketi sana olsun.” demektedir. Bundan<br />
sonra mü’min kendisi ve ibadette bulunan kardeşleri<br />
için Allah’a karşı yapılan vazifenin fayda<br />
ve tesirlerini Rabbinin koruyup sağlaması ümidiyle<br />
bizlik şuuru içinde<br />
اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّ الِحِ ينَ<br />
«Selâm bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine<br />
olsun.» şeklindeki duasıyla tahiyye ve<br />
selâmı bütün salih kullara gönderir. Böylece<br />
mü’min, dualarının kabul edilmesi ümidiyle<br />
diğer mü›minleri de ibadetine katarak onları<br />
da bu samimi duaya ortak etmiş olmaktadır.<br />
Bundan sonra mü’min,<br />
اَأشْ هَدُ اَأنْ لَا اإِلَهَ اإِلَّا اللهُ وَاَأشْ هَدُ اَأنَّ مُحَ مَّدًا<br />
عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ<br />
“Şahadet ederim ki Allah’tan başka hakiki<br />
mabud yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz.<br />
Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve rasulüdür.”<br />
diyerek, nimet verenin Allah olduğuna şehadet<br />
ederek, O’nun sonsuz nimetlerine kavuşmakta<br />
ve bu nimetlere ulaşmaya vesile olanın<br />
da Efendimiz olduğunu hatırlayıp içten gelerek<br />
Allah’ın tek ve eşsiz ilâh olduğuna şehadetini ilan<br />
eder. 19<br />
“İşte onlar her daim namazdadırlar”. 20 Her an<br />
huzurda olduğunu, bir an dahi olsa Allah’tan gafil<br />
olmanın huzursuzluğunu ruhlarında hissederler.<br />
Basir ve Semi’ olan Allah-u Teala’ya karşı haya<br />
içinde ve istiğfar halindedirler.<br />
Alnı secde görenin,<br />
Gönlü gam görmez.<br />
Bu yazıyı sohbetlerinden derlediğimiz<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) Hocaefendi;<br />
‘Efendim, Hak namazı kılmak için ne yapmak<br />
gerekir’ diyen talebesine şu kısa lakin konunun<br />
özünü hatırlatan şu cevabı verir;<br />
-Önce namaza kalkmak gerek!<br />
حَ يَّ عَلَى الصَّ لاَةِ حَ يَّ عَلَى الفَلاَحٍ<br />
Allah’ım! Ömrümüzün kalan kısmını, geçen<br />
.kısmından hayırlı eyle! Amin<br />
فِى اَمَانِ اللهِ<br />
18 Müslim, Salât 215, Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 78.<br />
19 Kurtubî, el-Cami Liahkâmi’l-Kur’ân<br />
20 Mearic /23<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
27
Bizbiriz Dergisi<br />
28
Bedenin sıhhati, namazdır<br />
Ruhun miracı, duadır.<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu
Ayın<br />
Sohbeti<br />
VarisÜn-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />
<strong>ÜÇ</strong> <strong>AYLARIN</strong> <strong>FAZİLETLERİ</strong> <strong>VE</strong><br />
<strong>MÜBAREK</strong> <strong>GECELER</strong><br />
“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek<br />
kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”<br />
İnsanlar, dünyevi işlere kendilerini bazen<br />
çok fazla kaptırıyorlar ve uhrevi görevlerini<br />
ikinci plana itiyorlar. Zamanın normal seyri<br />
sırasında aynı meşguliyetlerle devam eden<br />
hayat sıradanlaşıyor, hatta sıkıcı olmaya<br />
başlıyor. Allah-u Teala hem manevi hayattan<br />
uzaklaşmamızı önlemek, hem de sıradanlaşan<br />
zamana ve hayata manevi bir canlılık katmak<br />
için bazı ay, hafta ve günlere özel bir değer<br />
atfetmiştir.<br />
Allah, zaman içinde özel ve değerli anlar<br />
yaratmıştır. Bunlar, bayram günleri ve geceleri,<br />
Cuma geceleri, üç aylar diye adlandırdığımız<br />
Recep, Şaban ve Ramazan ayı ve Kandil<br />
geceleridir. Üç aylar mevsimi aynı zamanda<br />
kandiller mevsimidir.<br />
Beş kandil gecesinin dördü üç aylar içerisinde<br />
yer alır.<br />
Üç aylarda yer alan kandiller:<br />
Regaib Kandili: Recep ayının ilk Cuma<br />
gecesidir<br />
Miraç Kandili: Recep ayının 27. gecesi ve<br />
Efendimizin miraca çıkması olayıdır.<br />
Berat Kandili: Şaban ayının 15.gecesidir<br />
Kadir gecesi: Ramazan ayının 27. gecesidir<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v),<br />
üç aylar girince şu duayı yaparmış;<br />
اَللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَ بَ وَشَ عْبَانَ<br />
وَبَلِّغْنَا رَمَضَ انَ<br />
“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek<br />
kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.” Amin.<br />
Üç Aylar ve Kandiller Muhasebe Ayıdır<br />
Allah-u Teala’ ya yakınlığım nasıl? Onun<br />
istediği bir kul olabildim mi? Beni ondan<br />
uzaklaştıran kötü alışkanlıklarım var mı? Her an<br />
ölüm gelecek olsa buna ne kadar hazırlıklıyım?<br />
Ahretimi mamur edecek bir hazırlığım var mı?<br />
sorularının sorulduğu, nefsin hesaba çekildiği<br />
aylardır üç aylar.<br />
İşte bakın, bir sene boyunca geçtiğiniz sırat!<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
31
İlk önce Mevlid kandili, doğduk; ardından<br />
Regaib, sevdik, meylettik; sonra Miraç, yüceldik,<br />
uruç ettik; ondan sonra Beraat; geçmişimizden<br />
azat olduk ve Kadir, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın<br />
kudretinden geleceğimizi istedik. Bundan sonra<br />
bayram eder de insan, dilinden düşürmez;<br />
Ama Sen!!! Hepsinden b-i habersen, Mevlid’te<br />
tevhit tohumunu gönlüne ekmediysen, Regaib’te<br />
besleyip, büyütmediysen, Miraç’ta yücelere<br />
erdirmediysen, Beraat’te azat edilmediysen,<br />
Kadir’de kıymetini istemediysen, Hak ve Hakikat<br />
bayramına eremezsin.<br />
Receb Ayı<br />
Receb, tazim ve saygı anlamına gelir, İslam<br />
öncesi Araplar Receb ayına ayrı bir ehemmiyet<br />
verirler, saygı gösterir ve şanını yüceltirlerdi.<br />
Receb ayı gelince kılıçlar kınına sokulur,<br />
oklar torbalarına yerleştirilir, derin ve kanlı<br />
husumetlerin üzerine geçici de olsa bir sükûnet<br />
örtüsü çekilirdi. Artık o gürültülü ve korkunç<br />
çöller tatlı bir huzurun baharına dalar, her taraf<br />
bir güven ve selâmet sahasına dönerdi. Öyle ki,<br />
bu ayda bir kimse babasının katiline rastlasa bile<br />
başını kaldırıp kaşına bakmazdı. Bu aya “sağır<br />
ay”denilmesi de sükûnet mevsimi olmasındandır.<br />
Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı<br />
da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine,<br />
bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu<br />
ay duymamakta, mü’minlerin sadece ibadet ve<br />
sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı<br />
Hak mü’min kullarının bu ayda işlemiş oldukları<br />
günahları bağışlamaktadır.<br />
İslâmiyet gelince de Receb ayına mahsus olan<br />
saygı devam ettirildi. Bilhassa Regaib ve Mi’rac<br />
gibi tecellilerle şereflendirildi.<br />
Receb ayın, “recm ayı” da denir. Buna göre,<br />
mü’minlerin eziyet ve zahmet vermemesi için<br />
şeytanlar bu ayda taşlanır, kovulup uzaklaştırılır.<br />
Receb ayına “mutahhar” denmesinin sebebi,<br />
bu ayı oruçlu geçirenlerin günah ve hatalarından<br />
temizlenip paklanmasıdır. Receb ayının Nebiler<br />
tarihinde ayrı bir yeri vardır. Meselâ, Nuh (a.s) ve<br />
kavmi Receb ayında gemiye binmiş ve tufandan<br />
kurtulmuşlardır.<br />
Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan<br />
ayından iki ay öncesidir. Fazileti bakımından ayrı<br />
bir yeri vardır. Regaib ve Mi’rac gibi mübarek<br />
geceleri içinde bulundurması faziletini daha<br />
da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur’ân’da haram aylar<br />
olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman<br />
Receb ayına sağır denmesinin<br />
bir başka anlamı da şöyle ifade<br />
edilir: Bu ayın bereketi hürmetine,<br />
bu ayda işlenen günah ve hataları<br />
manen bu ay duymamakta,<br />
mü’minlerin sadece ibadet ve<br />
sevaplarına şahitlik etmektedir.<br />
Böylece Cenab-ı Hak mü’min<br />
kullarının bu ayda işlemiş oldukları<br />
günahları bağışlamaktadır.<br />
kalplerdeki yerini bir kat daha artırmıştır.<br />
“Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri,<br />
ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram<br />
(hürmetli) olan aylardır.” (Haram aylar, Receb,<br />
Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) 1<br />
“Recep ayı Allah’ın ayı, Şaban benim ayım,<br />
Ramazan da ümmetimin ayıdır.” 2<br />
“Receb ayında Allah-u Teala’ya çok istiğfar<br />
edin; çünkü Allah-u Teala’nın, Receb ayının her<br />
vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır.<br />
Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak<br />
Receb ayında oruç tutanlar girer.” 3<br />
“Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez;<br />
Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi,<br />
Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.” 4<br />
“Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak<br />
Receb ayında oruç tutanlar girer.” 5<br />
“Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün<br />
ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana,<br />
Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.” 6<br />
“Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün<br />
oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı<br />
mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.” 7<br />
1 İbni Cerir<br />
2 Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/423<br />
3 Deylemi<br />
4 İ.Asakir<br />
5 Miftahü’l-Cenne<br />
6 Gunye<br />
7 Taberani<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
32
Çünkü bu ayda özellikle<br />
mağfiret boldur. Bu ayda,<br />
halkın kan dökmesine mani<br />
vardır. Bu ayda, Allah-u Teala,<br />
Peygamberlerinin tövbelerini<br />
kabul buyurmuştur. Allah-u<br />
Teala bu ayda, peygamberlerini<br />
düşmanlarından korumuştur. Bir<br />
kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse,<br />
Allah-u Teala üç şeyi onun için<br />
gerekli kılar. Şöyle ki, Geçmiş<br />
günahlarının tümünü bağışlar.<br />
Kalan ömrünün temiz geçmesini<br />
temin eder. Büyük huzura çıkılan<br />
kıyamet gününün susuzluğundan<br />
da onu emin kılar<br />
“Allah-u Teala, Receb ayında oruç tutanları<br />
mağfiret eder.” 8<br />
“Allah-u Teala Receb ayında hasenatı kat<br />
kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl<br />
oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç<br />
tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün<br />
tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana,<br />
Allah-u Teala istediğini verir. 15 gün oruç<br />
tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu”<br />
der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de<br />
gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip<br />
oradakilere oruç tutmalarını emretti.” <br />
Yukarıda ki hadis-i şeriflerden anlaşıldığı<br />
üzere Recep ayında oruç tutmak pek faziletlidir.<br />
Çünkü Rasulullah (s.a.v) efendimiz bu ayda<br />
oruç tutmuştur. Bazı yıllarda tamamına yakınını<br />
oruçlu geçirmiş, bazı yıllarda da az bir kısmını<br />
oruçlu geçirmiştir.<br />
-“Recep ayı, Allah’ın ayıdır; Şaban ayı, benim<br />
ayımdır, Ramazan ayı ise ümmetimin ayıdır”.<br />
Recep ayının niçin Allah’ın ayı olduğu<br />
sorulduğunda;<br />
-“Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu<br />
ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda,<br />
Allah-u Teala, Peygamberlerinin tövbelerini<br />
kabul buyurmuştur. Allah-u Teala bu ayda,<br />
peygamberlerini düşmanlarından korumuştur.<br />
Bir kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah-u<br />
Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki,<br />
8 Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani<br />
Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar. Kalan<br />
ömrünün temiz geçmesini temin eder. Büyük<br />
huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan<br />
da onu emin kılar.”<br />
Rasulullah (s.a.v)’e sorarlar;<br />
“Ya Rasulullah! Recep ayının tümünü oruçlu<br />
geçirmeye gücüm yetmez.<br />
-“O halde, ilkinden bir gün, ortasından<br />
bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle<br />
ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun.<br />
Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir” <br />
Recep Ay’ın da yapılan dualar kabul edilir,<br />
günahlar affedilir. Bu ayda günah işleyenin<br />
mükafatı da, cezası da kat kat olur. Hz. Hüseyin<br />
(r.a) anlatır;<br />
Kabe’yi tavaf ederken yanık sesle Allah-u<br />
Teala’ya dua eden birinin sesini işittik. Babam<br />
bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir<br />
kimse idi. Ancak sağ tarafı felç olmuş, kurumuş,<br />
hareketsiz idi. Ona:<br />
-Sen kimsin, durumun ne böyle? dedim. O<br />
kimse dedi ki:<br />
-Adım Menazil. Ben çalgı çalmak, şarkı<br />
söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın<br />
ünlülerinden bir gençtim. Hep nefsin arzularımın<br />
peşinde koştum. Recep ve Şaban Ay’larında bile<br />
bu günahlara devam ederdim, Salih ibadetler<br />
işleyen babam beni bu günahlardan kurtarmaya<br />
çalışırdı. Bana ‘Allah-u Teala’nın azabı şiddetlidir,<br />
bir anda kahredebilir, kötü arkadaşlardan<br />
vazgeç, kötü işleri bırak, melekler bu aylarda<br />
senden şikayet ediyorlar’ dedi. Nasihate hiç<br />
tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp,<br />
döverek susturdum. ‘Beytullah’ a gidip şerrinden<br />
kurtulmak için Allah-u Teala’dan yardım<br />
dileyeceğim’ dedi babam. Bir hafta oruç tutup,<br />
Kabe’ye giderek;<br />
– Ey Rabbim! Mazlumların ahını yerde<br />
bırakmazsın, bu ayda bu mübarek yerlerde<br />
yapılan duaları reddetmezsin. Hakkımı<br />
oğlumdan al, onu felç et, diye dua etti.<br />
Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu.<br />
Beni gören ‘baba bedduasına uğramış kişi’ derdi.<br />
Hz. Hüseyin (r.a);<br />
-Baban bu hale ne dedi, buyurdu.<br />
-Babamdan özür diledim, onun da babalık<br />
şefkati galip gelerek, beni bağışladı. Beddua<br />
ettiği yerde bu sefer şifa bulmam için hayır<br />
dua etmek üzere deve ile gelirken devenin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
33
ürkmesiyle babam düşüp, öldü. Şimdi çaresizim.<br />
Üzüntülü ve kırık kalple bu aylarda oruç tutup,<br />
geceleri ibadet ediyorum, dedi.<br />
Hz. Ali (r.a) gence dua etti, Recep Ay’ının<br />
da bereketiyle bu dua Allah kabul etti ve o<br />
felçliye şifa verdi.<br />
Yine eski kavimlerden bir hanım, Kudüs’te<br />
Mescid-i Aksa’nın günlük temizliğini yaparmış.<br />
Recep Ay’ı girince on iki sefer İhlas Suresi’ni<br />
okuyarak temizlermiş. Rabbü zü’l-Celal Hz. bazı<br />
kullarına ölümünü muştular. Bu kadına da vefat<br />
edeceği müjdelenince oğluna diyor ki:<br />
-Oğlum ben Hakk’a yürüdüğüm zaman, beni<br />
kefenle değil de Recep Ay’ını saygı ve tazim ile<br />
geçirdiğim üstümdeki elbiseyle defnet.<br />
Ve hanım vefat ediyor. Vefatından sonra<br />
oğlu annesinin vasiyetini tutmuyor, bir kefen<br />
alıyor ve kefenle annesini defnediyor. O gece<br />
oğlunun rüyasına gelen anne:<br />
-Evladım, sana hakkım haram olsun.<br />
Sen benim vasiyetimi tutmadın, elbisemle<br />
defnetmedin, deyip gözden kayboluyor.<br />
Can hıçkırıklarıyla uyanan genç, ertesi<br />
gün hemen kabristana koşup annesinin kabrini<br />
açıyor. Annesinin orada olmadığını görüyor.<br />
Lakin şehitler ölmez, bedenleri çürümez. Ve ne<br />
yapacağını bilemiyor. Ertesi gün tekrar rüyasında<br />
bir ses;<br />
-O bize döndü, onun duvağı gelinliğiydi,<br />
diyor.<br />
Regaip Kandili<br />
Regaib Nedir? Regaib, arapça bir kelimedir<br />
ve “re-ğa-be” kökünden gelmektedir. “Re-ğabe”,<br />
kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek,<br />
arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde<br />
etmek için çaba sarf etmek demektir. “Reğîb”<br />
kelimesi ise, “reğabe”’den türemiş olan bir<br />
isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan,<br />
taleb edilen şey demektir. Müennesi, “reğîbe”dir.<br />
“Reğîbe”nin çoğulu da “reğâib” dir. Kelime olarak<br />
“Regâib”in aslı budur.<br />
Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi<br />
denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler<br />
vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki<br />
kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli<br />
oluyor. Allah-u Teala, bu gecede, müminlere,<br />
ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye<br />
hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua<br />
kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere,<br />
sayısız sevaplar verilir.<br />
Regaip Kandilinde Yapılması Müstehab<br />
Tesbihat<br />
300 Salavat-ı şerife,<br />
101 Fatiha-i şerife,<br />
101 İhlas-ı şerife,<br />
101 Kadir suresi<br />
Hizb-i Muhammed (s.a.v) kitabımızın günlük<br />
evradın son salavatınının ilk 5 salavatı 101 defa,<br />
geri kalan salavatlar 33’er defa okunur.<br />
Recep Ayına saygı ve tazimi arttırın.<br />
İbadetlerinizi arttırın. İhlas Suresi’ni çok okuyun.<br />
Fatiha- ı Şerife’yi, Ya-sin, Tebareke, Nebe surelerini<br />
çok okuyun, namazlarınızı Kur’an’ı hatmederek<br />
kılın.<br />
Recep Ayı’na tazim eden muhakkak ki tazim<br />
görür. İnşallah Rabbü zü’l- Celal Hz. bizi ve<br />
bütün kardeşlerimizi, inanan mü’minleri affetsin.<br />
Rabbim Bir Ramazan Ayı’nda ağzımız oruçlu,<br />
dilimiz dualı ve zikirli, Hak aşkıyla kendimizden<br />
geçerek, şehadet ederek aşk ve muhabbetle<br />
kendine kavuşanlardan eylesin. Amin.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
34
AŞK<br />
Söyletme sen dilimi,<br />
Gönlüm yalnız, seni bilsin.<br />
Ayır bedenimden ruhumu,<br />
Ruhum huzur-u hakkı bilsin.<br />
Aşka doymaz bir kere tadan,<br />
Aklı fikri bir yana koyan.<br />
Görünmez gözüne cümle cihan,<br />
Hem dünyada, ahirette olan.<br />
Aşığın alası yok,<br />
Gözünde karası yok,<br />
Rabbe karşı niyazı çok,<br />
Cennet Cehennem tasası yok.<br />
Âşık oldu rabbine,<br />
Dünya görünmez gözüne,<br />
Yürür gider ateş üstüne,<br />
Hem korkusu, tasası yok.<br />
Âşık olmak muradı,<br />
İstemez şanı nişanı,<br />
Yaktı aşkın çırası,<br />
Gözünde gayrısı yok..<br />
Aşktır Mekke’ de doğan,<br />
Tüm kâinata yayılan,<br />
Aşktır Adem’ in alnında olan,<br />
Alemi bir anda nura boğan,<br />
Aşktır Muhammed (s.a.v)’i habibullah yapan<br />
ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU
SAHABE-İ GÜZİN<br />
Burak Çınar<br />
(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />
Hz. Ali (r.a)<br />
Resulullah’ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü<br />
halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş’ten<br />
Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib’tir. Künyesi<br />
Ebu’ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası),<br />
lâkabı Haydar; ünvanı Emîru’l-Mü’minin’dir. Ayrıca<br />
‘Allah’ın Arslanı’ ünvanıyla da anılır.<br />
Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah’ın yanında<br />
büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir.<br />
Hz. Hatice’den sonra müslümanlığı ilk<br />
kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi<br />
bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz<br />
şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını<br />
anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu.<br />
Mekke döneminde her zaman Resulullah’ın yanındaydı.<br />
Kâbe’deki putları kırmasını şöyle anlatır:<br />
“Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe’ye gittik. Resul-u<br />
Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim<br />
zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi,<br />
beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem<br />
ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe’nin üzerinde<br />
bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put<br />
düştü, parça parça oldu. Resulullah’ın omuzlarından<br />
indim. İkimiz geri döndük.” (Ahmed b. Hanbel,<br />
Müsned, I, 384).<br />
Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve<br />
hakkı tebliğ etmek hususunda Allah’u Teâlâ’dan<br />
emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî<br />
emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla<br />
alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali<br />
(r.a.)’ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını<br />
davet etti. Resulullah yemekten sonra:<br />
“Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve<br />
bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.<br />
İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum<br />
olarak bana bey’at edecek” dedi. Yalnız Ali (r.a.)<br />
kalktı ve orada Resulullah’a onun istediği sözlerle<br />
bey’at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, “Karde-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
36
şimsin ve vezirimsin “ diyerek Hz. Ali’yi taltif etti.<br />
Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde<br />
bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere<br />
Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah’ın yatağını<br />
da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz.<br />
Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak<br />
onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle<br />
Peygamber’e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır.<br />
Hz. Ali, Peygamberimiz’in kendisine bıraktığı emanetleri<br />
sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret<br />
etti. Medine’de de Hz. Peygamber’in devamlı yanında<br />
bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud’da<br />
gâzî oldu. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif<br />
kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek<br />
Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek,<br />
Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı.<br />
Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler’le<br />
teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı<br />
Velid b. Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû<br />
Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun<br />
hasmını da öldürdü. Kendisine “Allah’ın Arslanı” lâkabı<br />
ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir<br />
de deve verildi.<br />
Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in<br />
kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber<br />
kıydı. O zamana kadar Resulullah’la oturan Hz. Ali<br />
nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz.<br />
Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.<br />
Hicret’in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman<br />
okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların<br />
üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de<br />
yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun<br />
öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe<br />
gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber’in içine düştüğü<br />
hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın<br />
da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden<br />
yaralanarak gazi oldu.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
37
Uhud savaşından sonra Hz. Ali “Benu Nadr” Yahudilerinin<br />
hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan<br />
savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali<br />
kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur<br />
savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh<br />
şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi<br />
yazmaya şöyle başladı: “Bismillâhirrahmânirrahîm<br />
. Muhammed Resulullah....” Ancak müşrikler<br />
bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, “Resulullah”<br />
yerine “Muhammed b. Abdullah” yazmasını Hz. Ali’ye<br />
söylemiş fakat Hz. Ali “Resulullah” ifadesinin yazımında<br />
ısrar etmiştir.<br />
Hz. Ali Mekke’nin fethi sırasında yine sancaktardı.<br />
“Keda” mevkiinden Mekke’ye girdi. Mekke kan<br />
dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte<br />
Kâbe’deki bütün putları kırdılar.<br />
Mekke’nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b.<br />
Velid’i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile<br />
ya cehaleti, ya da bedevî<br />
olmalarından, “müslüman<br />
olduk” anlamındaki “eslemna”<br />
kelimesi yerine “sabbena”<br />
dediği için Hâlid b.<br />
Velid hiddetlendi ve onlarla<br />
harp etti. Hz. Peygamber<br />
olayı duyunca çok üzüldü.<br />
Hz. Ali’yi bu hatayı telâfi ile<br />
görevlendirdi. Hz. Ali Benu<br />
Huzeyme’ye giderek öldürülenlerin<br />
diyetini ödeyip<br />
mağdur olanların zararlarını<br />
telâfi etmişti.<br />
Huneyn gazasında müslümanlar<br />
bir ara bozulup<br />
dağıldılar. Sayıları binleri<br />
bulduğu halde içlerinden<br />
ancak birkaç kişi sabredip<br />
dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül<br />
etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla<br />
İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını<br />
sağladı.<br />
Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine<br />
çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i beytin muhafazası için<br />
Medine’de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için<br />
müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: “Musa’ya<br />
göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez<br />
misin?” dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.<br />
Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah<br />
Hz. Ali’yi Mekke’ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin<br />
artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini<br />
bildirdi.<br />
Resulu Ekrem hicretin<br />
9. yılında Tebük seferine<br />
çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i<br />
beytin muhafazası için<br />
Medine’de bıraktı, ancak<br />
bu sefere katılamadığı için<br />
müteessir oldu. Bunun<br />
üzerine Resulullah: “Musa’ya<br />
göre Harun ne ise, sen<br />
bana karşı o olmak istemez<br />
misin?” dedi. Ali, bu iltifattan<br />
çok memnun oldu.<br />
Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev<br />
yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali “Bu çok güç bir iş”<br />
dedi. Resulullah da “Ya Rabb, Ali’nin dili tercümanı,<br />
kalbi hidayet nurunun memba olsun” diye dua edince,<br />
Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, kısa süren<br />
irşadları sayesinde Yemen’in bütün Hemedan kabilesi<br />
müslüman oldu.<br />
Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların<br />
başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği<br />
sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile<br />
meşgul idi.<br />
Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle<br />
ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev<br />
yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet<br />
başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra<br />
heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki<br />
adaydan biri oldu.<br />
Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde<br />
idarî tutumdan<br />
pek memnun olmamakla<br />
birlikte İslâm devletinin<br />
muhtelif vilâyetlerinden<br />
gelen şikayetleri hep Hz.<br />
Osman’a bildirmiş ve ona<br />
hâl çareleri teklif etmişti. Hz.<br />
Osman’ı muhasara edenleri<br />
uzlaştırmak için elinden gelen<br />
gayreti sarfetti.<br />
Hz. Osman’ın şehâdetinden<br />
sonra İslâm’ın ileri gelen<br />
şahsiyetleri ona bey’at<br />
ettiler. Ancak onun bu dönemi<br />
Allah’ın bir takdiri olarak<br />
son derece karışık bir<br />
dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde<br />
hâlledilmesi gereken<br />
bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar<br />
Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti<br />
bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda<br />
büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.<br />
Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman<br />
b. Mülcem tarafından sabah namazına<br />
giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.<br />
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yanında<br />
bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin<br />
ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah’ın tabiri ile<br />
“ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi.<br />
Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için<br />
büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla<br />
dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi<br />
ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
38
Medine’de duruma hakim olup yönetimi tam olarak<br />
eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir<br />
okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved<br />
ed-Düeli’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdurrahman<br />
esSülemi’ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik<br />
görevini Kümeyl b. Ziyâd’a verdi. Arap edebiyatı<br />
konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b.<br />
esSamit, ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirdi. Devlet<br />
yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza<br />
gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma<br />
ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.<br />
Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece<br />
titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında<br />
gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz<br />
etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe’de<br />
görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında<br />
tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici<br />
ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği<br />
konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.<br />
1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin.<br />
Onlara bir canavar<br />
gibi davranmayın ve onları<br />
azarlamayın .<br />
2. Müslüman olsun<br />
olmasın herkese aynı<br />
davranın. Müslümanlar<br />
kardeşleriniz, müslüman<br />
olmayanlar ise sizin gibi<br />
bir insandır.<br />
3. Affetmekten utanmayın.<br />
Cezalandırmada<br />
acele etmeyin. Emriniz<br />
altında bulunanların hataları<br />
karşısında hemen<br />
öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .<br />
4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür<br />
davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.<br />
5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet<br />
etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden<br />
sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.<br />
6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan<br />
ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri<br />
tercih edin.<br />
Üzerinde farz namaz borcu<br />
olan kimse, kazasını kılmadan<br />
nafile kılarsa boş yere zahmet<br />
çekmiş olur. Bu kimse, kazasını<br />
ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun<br />
nafile namazlarını kabul etmez.<br />
7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.<br />
8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri<br />
için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.<br />
9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve<br />
bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.<br />
10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap<br />
verin.<br />
11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize<br />
kendilerini inandırın .<br />
12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden<br />
dönmeyin.<br />
13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken<br />
önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına<br />
izin vermeyin.<br />
14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu<br />
azaltır, hayat standardını artırır.<br />
15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır<br />
ve bir servet gibi korunmalıdır.<br />
16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere<br />
bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız<br />
onları incitmesin, onlara kötü davranmasın.<br />
Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç<br />
duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına<br />
engel olmayın .<br />
17. Kan dökmekten<br />
kaçının, İslâm’ın hükümlerine<br />
göre öldürülmesi<br />
gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.<br />
Hz. Ali bütün bu emirleri<br />
kendi nefsinde eksiksiz<br />
uygulayan bir halifeydi.<br />
Beş yıllık halifeliği çok<br />
önemli olaylarla, savaş ve<br />
sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere<br />
karşı sonuna kadar<br />
doğru yoldan sabırla mücadele<br />
etmek istedi sonunda<br />
şehid oldu.<br />
Hz. Ali İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü<br />
o, Resulullah’ın daima yanında bulunmuştu.<br />
Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz.<br />
Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti.<br />
Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı:<br />
“Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah<br />
ile Peygamber’in tekzip edilmesini ister misiniz?”<br />
(Buhârî, İlim) demiştir.<br />
Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, Muhsin<br />
adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları<br />
oldu.<br />
Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva<br />
sahibi ve son derece cömertti. Medine’de müslümanların<br />
durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir<br />
hizmetçi almaya karar verip, Resulullah’a gitti. Resulullah<br />
kızıyla damadının arasına girerek: “Ben size<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
39
hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken<br />
otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah,<br />
otuzüç kere de Subhanallah deyin” buyurdu. Yine bir<br />
gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi<br />
sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi,<br />
onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen<br />
bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini<br />
verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime<br />
indi: “şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan<br />
içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir<br />
kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir<br />
günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine,<br />
yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın<br />
rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür<br />
beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu<br />
bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz’ derler.<br />
Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık<br />
ve sevinç verir.” (İnsan, 5/11)<br />
Hz. Ali’nin “Zülfikâr” adı verilen meşhur bir kılıcı<br />
vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali’ye Resulullah<br />
tarafından hediye edilmişti.<br />
Hz. Ali’nin cömertliği,<br />
insanîliği, Resulullah’a olan<br />
yakınlığıyla edindiği büyük<br />
manevî miras onu yüzyıllardır<br />
halk inançlarında<br />
destani bir kişiliğe büründürmüştür.<br />
Bir gün onun<br />
dört dirhemi vardı. Birini<br />
açıktan, birini gizliden birini<br />
gündüz, birini de gece infak<br />
etti ve hakkında şu ayet-i<br />
kerime indi: “Mallarını gece<br />
ve gündüz, gizli ve açık olarak<br />
infak edenler. Onlar için<br />
Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.”<br />
(el-Bakara, 2/274).<br />
Hz. Ali’nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı<br />
hadis-i şerifler: “Günah işleyen biri pişman olur, abdest<br />
alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse<br />
Allah’u Tealâ Nisâ suresinde ‘Biri günah işler veya kendine<br />
zulmeder sonra pişman olup Allah’u Teâlâ’ya istiğfar<br />
ederse Allah’u Teâlâ’yı çok merhametli ve af ve<br />
mağfiret edici bulur’ buyurmaktadır.”<br />
“Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını<br />
kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur.<br />
Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun<br />
nafile namazlarını kabul etmez. “<br />
“Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin<br />
bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı,<br />
orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. “<br />
Amellerin en zoru<br />
üçtür. Bunlar; nefsin<br />
hakkını verebilmek,<br />
her halde Allah’u<br />
Teâlâ’yı hatırlayabilmek,<br />
kardeşine bol bol ikramda<br />
bulunabilmektir.<br />
Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali’ye buyurdu: “ Ya Ali,<br />
altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın<br />
mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? “ Hz. Ali dedi:<br />
“Altıyüzbin nasihat isterim.” Peygamberimiz buyurdu:<br />
“Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş<br />
olursun: 1. Herkes nafilelerle meşgul olurken<br />
sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri<br />
sünnetleri, müstehapları ifa et. 2. Herkes dünya ile<br />
meşgul olurken sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla. İslâm’a<br />
uygun yaşa; İslâm’a uygun kazan; İslâm’a uygun harca.<br />
3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi<br />
ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol. 4. Herkes<br />
dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.<br />
5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın<br />
rızasını gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; hakka<br />
yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara. 6. Herkes çok amel<br />
işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına<br />
dikkat et.”<br />
Hz. Ali buyurdu: “Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz,<br />
kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.”<br />
“Cahil, bilmediğini sormaktan<br />
utanmasın. Âlim,<br />
içinden çıkamayacağı bir<br />
meselede en iyisini Allah’u<br />
Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.”<br />
“İnsanın yaslanıp Rabbini<br />
bildikten sonra ölmesi,<br />
küçükken ölüp hesapsız<br />
Cennet’e girmesinden daha<br />
hayırlıdır. “<br />
“Kul ümidini yalnız<br />
Rabbi’ne bağlamalı ve yalnız<br />
günahları kendini korkutmalıdır.<br />
“<br />
“Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin<br />
isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi<br />
hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. “<br />
“Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını<br />
verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek,<br />
kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. “<br />
“Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır.“<br />
“Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu<br />
olanıdır.”<br />
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. “<br />
Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak<br />
İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan<br />
sahabelerdendir .<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
40
MÜSLÜMAN<br />
BİLİMADAMLARI<br />
FARUK KUL<br />
Ebu’l-Velîd Muhammed Ibn-i Ahmed Ibn-i<br />
Muhammed Ibn-i Rüşd 1126’da Kurtuba’da<br />
doğdu. Ailesi fıkıh sahasındaki derin bilgisiyle<br />
tanınıyordu, babası ile dedesi Endülüs<br />
başkadılığı (Kâdıu’l-kudât) gürevinde bulunmuşlardı.<br />
Bu dindar sülale ona İslami araştırmalarda<br />
yüksek bir seviyeye ulaşma fırsatı<br />
verdi. Bir alimden aldığı derslerle Kur’an ,tefsir,<br />
hadis, fıkıh arap dili ve edebiyatına dair<br />
ilimleri öğrenen İbn-i Rüşd, babasından Malikilerin<br />
kitabı Muvatta’yı okuyarak ezberledi.<br />
Ayrıca matematik, fizik, astronomi, mantık,<br />
felsef ve tıp gibi sahalarda ilmî araştırmalarını<br />
sürdürdü. (El-Ehvani, 1990, s.163-64).<br />
İbn-i Rûşd siyasal şartların oldukça karışık<br />
olduğu bir ortamda yaşadı. Düşünür Murâbıtların<br />
hükümranlığı sırasında doğmuştu<br />
ve hanedan 1148’de Kurtuba’yı ele geçirecek<br />
olan Muvahhidler tarafından 1147’de<br />
Marrâkuş’ta devrilmişti.<br />
Ebû Yakûb emir olduğu zaman İbn Rüşd’e,<br />
Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm<br />
aleminde hemen hemen hiç<br />
bir öğrencisi yàhut halefi<br />
olmamıştır. Hatta O’nun<br />
münekkitleri bile yok denecek<br />
kadar azdır. İbn-i Teymiye<br />
(öl. 1327) istisna edildiğinde,<br />
onlardan hiç biri İbn-i Sina’nın<br />
büyük münekkidi Gazâlî<br />
mesâbesinde değ’ildi.<br />
Aristo’nun eserlerine şerhler yazmasını emretti.<br />
Marrâkuşî’nin verdiği bilgilere göre İbn<br />
Rüşd emirle tanışmasını şöyle anlatır:<br />
“Müminlerin emiri Ebû Ya’kûb’un huzuruna<br />
çıktığımda, onu Ebu Bekr İbn-i Tufeyl<br />
ile başbaşa buldum. Ebû Ya’kûb ailem ve<br />
cedlerimden bahisle beni övmeye başladı.<br />
Mü’minlerin Emiri’nin bana söylediği ilk şey<br />
filozofarın görüşüne gönderme yaparak şu<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
41
oldu:’Felekler hakkında ne dersin? Kadîm midir?<br />
Yaratılmış mı?’ Beni bir korku ve bocalama<br />
sardı... Fakat Mü’minlerin emiri benim bu<br />
korku ve bocalayışımı anlayışla karşılayıp İbn<br />
Tufeyl’e döndü ve Aristo, Eflatun ve öteki filozofların<br />
fikirlerini zikrederek bana sorduğu<br />
soru hakkında onunla konuşmaya başladı...”<br />
(zikr:El-Ehvani, 1990, s.165)<br />
Böylece İbn-i Rüşd Aristo’nun eserlerine<br />
şerhler yazmaya aşladı. Bu onun “Şarih” ünvanını<br />
almasını sağladı ve Ortaçağ Avrupa’sında<br />
da bu özelliğiyle tanındı.( El-Ehvani, s.165)<br />
İbn-i Rüşd, Emir tarafından İşbiliye’ye kadı<br />
olarak atandı. Düşünür hayatının bu bölümünde<br />
resmi görevin yanında Aristo felsefesiyle<br />
de yoğun şekilde ilgilenmeye başladı. Önce<br />
Aristo felsefesinin özünü ve esasını bulmak ve<br />
sonra da bunu şerh ve tefsir etmek için araştırmalara<br />
koyuldu. O sene Aristo’nun Kitabu’1-<br />
hayávan’ını telhis etti. 1171’ de ise terfi ederek<br />
Kurtuba’ya kadı tayin edildi. On seneden<br />
fazla bu görevde kaldı. Aristo’nun kitaplarını<br />
búrada şerh etti. 1182’de Emir onu Merakeş’e<br />
çağırdı ve Baştabiblik görevine getirdi. Daha<br />
sonra kadı’l-kudat görevi ile tekrar Kurtuba’ya<br />
gönderildi.<br />
Emir Yusuf’un vefatından sonra onun yerine<br />
geçen Emir Yayub b. Mansur da İbn-i Rüşd’e<br />
itibar gösterdi. Ancak daha sonra çekemeyen<br />
çevrelerin israrlı baskıları üzerine İbn-i Rüşd<br />
Yahudilerle meskün bir kasaba olan Elisana’ya<br />
sürüldü<br />
İbn-i Rüşd’ün sürgündéki hayatı çok sürmemiş,<br />
İşbiliÿe’nin ileri gélénlérinden bir grubun<br />
İbn-i Rüşd hakkında ricaları üzerine, Emir<br />
yaptığına pişman olmùş, onu affetmiş, ancak<br />
bu hadiseden çok geçmeden İbn-i Rüşd<br />
1198 yılında vefat etmiştir.(Uludağ,1985, s.15<br />
vd;Fahri, 1987, s.215)<br />
İbn-i Rüşd ölümünden sonra İslam dünyasından<br />
ziyade Batı’da tanındı. Düşünür<br />
yeni felsefesiyle Batı’da “İbn-i Rüşdcü Latin<br />
Okulu”nun kurulmasına ortam hazırladı. XII.<br />
yüzyılların sonlarına doğru Aristoculuğun<br />
Avrupa’da canlanmasıyla birlikte İbn-i Rüşd<br />
kısa zamanda Yahudi ve Hristiyanlar arasında<br />
şüphe götürmez bir lider olarak kabul edildi.<br />
Musa b. Meymûn (Maimonides öl: 1204)<br />
ve öğrencisi Yusuf b. Yahûda tarafından ona<br />
duyulan büyük saygı, O’nun önde gelen bir<br />
Aristo müfesiri olarak Yahudiler arasında şöhretini<br />
sağlamlaştırdı. XII. yüzyılın bitiminden<br />
önce İbn-i Rüşd’ün eserleri, felsefï kültürleri,<br />
Renán’ın ifadesiyle “İslam kültürünün yansımasından<br />
başka bir şey olmayan” Yahudi<br />
âlimlerce Arapça olarak okunuyordu. Bununla<br />
birlikte XIII. yüzyılın başlarında Yahudilerin<br />
Prene’lerin ötesine ve Ákdeniz sahili boyunca<br />
dağılması O’nun eserlerinin Ibranice’ye tercüme<br />
edilmesini geréktirdi. Moses ben Tibbon,<br />
Jacob ben Abba Mari, Simeon Anatoli, Solomon<br />
ben Joseph ben Job, Zeráchia ben Isaac<br />
ve Joseph ben Machis O’nun XIII. yüzyıllardaki<br />
en tanınmış mütercimleridir; Calonymus ben<br />
Calonymus, Calónymus ben Todros ve Samuel<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
42
en Judah ben Meshullan O’nun XIV.yy’daki<br />
mütercimleri arasındadırlar. XIV.yy’ın belirgin<br />
bir özelliği İbn-i Rüşd’ün şerhleri üzerinde<br />
tam bir süper şerh dalgasının yükselmesidir.<br />
Yahudilerle Hristiyanlar arasında kültürel<br />
bağların yakınlığı ve Batı Avrupa’da<br />
İbranice’nin óldukça yaygın olárak biliniyor<br />
olması sebebiyle, Roger Bacon (öl:1294) ve<br />
Raymond Martin (öl : 1284’ten sonra)’in durumlarında<br />
görüldüğü gibi genellikle Ibranice<br />
yoluyla Arapça felsefi eserlerin Lâtincé’ye<br />
tercüme edilmesi XIII.yy’ın başlarında yúksekce<br />
bir seviyeye ulaşmıstı. 1217-1230 yılları<br />
arasında Michael te Scot, İbn-i Rüşd’ün<br />
eserlerinden çoğunu Lâtince’ye tercüme<br />
etti. Öte yandan Hermann the German<br />
1240-1256 yılları arasında Poetica ve Ethica<br />
Nicomachea’nın özetlerini çevirdi. Toplam<br />
olarák İbn-i Rüşd’ün otuz sekiz şerhinden 15<br />
tanesi Arapça’dán Lâtince’ye XIII. asırda tercüme<br />
edildi.<br />
Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm aleminde hemen<br />
hemen hiç bir öğrencisi yàhut halefi<br />
olmamıştır. Hatta O’nun münekkitleri bile<br />
yok denecek kadar azdır. İbn-i Teymiye (öl :<br />
1327) istisna edildiğinde, onlardan hiç biri<br />
İbn-i Sina’nın büyük münekkidi Gazâlî mesâbesinde<br />
değ’ildi..Ne var ki O’nun Batı’daki<br />
münekkitleri parlak bir galaksi teşkìl ederler<br />
: Máimonides, Siger de Brabant, Moses ben<br />
Tibbon, Levi ben Gerson; AIbert the Great,<br />
St. Thomas Aquinas bazılarıdır.(Fahri,1987,<br />
s.215 vd)<br />
Onun İslam felsefesiyle ilgili en önemli<br />
eseri İmam-ı Gazali’nin Tahafütü’l-Felasifesine<br />
karşı yazdığı Tehafütu’t-Tehafüt ve genellikle<br />
kendisinin tevhid anlayışını ortaya koyduğu<br />
Faslu’l-Makal ile el-Keşf an minhaci’l<br />
edille adlı risalaeleridir.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
43
ilm-ü hal<br />
GUSL<br />
بِسْ مِ اللهِ الرَّحْ مَنِ الرَّحيِمِ<br />
يَا اَأيُّهَا الَّذِينَ اآمَنُوا اإِذَا قُمْتُمْ اإِلَى الصَّ لَاةِ فَاغْسِ لُوا<br />
وُجُوهَكُمْ وَاَأيْدِيَكُمْ اإِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَ حُوا<br />
بِرُءُوسِ كُمْ وَاَأرْجُلَكُمْ اإِلَى الْكَعْبَيْنِ وَاإِنْ كُنْتُمْ<br />
جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَاإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَ ىٰ اَأوْ عَلَىٰ سَ فَرٍ اَأوْ<br />
جَ اءَ اَأحَ دٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَائِطِ اَأوْ لَامَسْ تُمُ النِّسَ اءَ<br />
فَلَمْ تَجِ دُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَ عِيدًا طَيِّبًا فَامْسَ حُوا<br />
بِوُجُوهِكُمْ وَاَأيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْ عَلَ<br />
عَلَيْكُمْ مِنْ حَ رَجٍ وَلَٰ كِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ<br />
نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْ كُرُونَ<br />
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman<br />
yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza<br />
mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı<br />
yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak<br />
temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız<br />
veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten)<br />
gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide<br />
bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir<br />
toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi<br />
meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi<br />
bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz<br />
yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister<br />
ki şükredesiniz.” 1<br />
Sözlükte gusül (gasl ve gusl) “bir şeyi su ile yıkamayı”,<br />
fıkıh ilminde ise “bütün vücudun temiz<br />
1 el-Mâide 5/6<br />
AYŞE TUNÇ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
44
su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmî temizlik<br />
işlemi”ni ifade eder. Fıkıhta abdeste küçük temizlik,<br />
abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik<br />
(hades-i asgar), gusle büyük temizlik, guslü gerektiren<br />
hallere de büyük kirlilik (hades-i ekber)<br />
denilir. Guslün Türkçe’deki bir başka adı da boy<br />
abdestidir.<br />
Kur’an’da “Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin”<br />
buyrularak cünüplük halinden kurtulmak<br />
için guslün gerekliliği bildirilmiş, ayrıca,” Sana,<br />
kadınların aybaşı hali hakkında da sorarlar, de<br />
ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır)”. Aybaşı halinde<br />
iken kadınlardan el çekin, temizlenmelerine<br />
kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri<br />
zaman, Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın.<br />
Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever,<br />
temizlenenleri de sever” 2 ayeti mucibince<br />
de, hayzın (ay hali) kadınlar için mazeret hali olduğu<br />
belirtilerek gusledip temizleninceye kadar<br />
onlarla cinsel ilişki kurulma sı yasaklanmıştır.<br />
Cünüplük hali ile kadınların hayız ve nifas kanlarının<br />
kesilmesi halinde guslün gerekli olduğu<br />
ve bunun nasıl yapılması gerektiği hususuna<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in söz<br />
ve uygulamaları da muhakkak ki önemli açıklamalar<br />
getirmiştir.<br />
Abdest gibi gusül de esasen hükmî temizlenme<br />
ve arınma vasıtasıdır. Böyle olmakla birlikte<br />
bunların maddî ve manevi temizlenmeyi de sağladığı,<br />
ayrıca birçok tıbbî yararlar içerdiği de inkâr<br />
edilemez. Guslün insan sağlığı açısından önemi<br />
ve yararı Doğulu ve Batılı ilim adamlarınca ayrı<br />
ayrı dile getirilmiş, boy abdesti temizliği müslüman<br />
milletlerin belirgin özelliği, İslâm medeniyetinin<br />
beden temizliğine ve sağlığına verdiği<br />
önemin âdeta simgesi olmuştur. Gusül ile hayız,<br />
nifas ve cünüplük halinin vücutta bırakabileceği<br />
maddî bir kalıntı ve bulaşıklar iyice temizlenmiş<br />
olur. Ayrıca gusül, cünüplük halinin vücutta yol<br />
açacağı yorgunluk ve gevşekliği giderme, be-<br />
2 “(el-Bakara 2/222)<br />
dende yeni bir denge kurma, kan dolaşımını düzene<br />
koyma ve kişiyi hükmî kirlilikten kurtararak<br />
ibadet atmosferine hazırlama gibi beden ve ruh<br />
sağlığı açısından birçok yararı içinde barındırır.<br />
Buna ilâve olarak, bilinebilen veya bilinemeyen<br />
birçok hikmet ve fayda taşıdığı inancıyla Allah’ın<br />
bu emrini yerine getiren mümin, Allah’a kayıtsız<br />
şartsız itaat etmenin haz ve sevabına kavuşur.<br />
GUSLÜ GEREKTİREN DURUMLAR<br />
Esasen guslün sebebi hükmî kirliliktir. Bu sebeple<br />
hükmî kirlilik hali sayılan cünüplük, hayız<br />
ve nifas halleri guslü gerektiren üç temel<br />
sebeptir. Bu sebeplerden dolayı gusül farzdır,<br />
bir de şehid olmayan müslüman bir ölüye gusül<br />
aldırılması, İslâm toplumuna yüklenen kifâî bir<br />
farzdır. Ancak bu üç durumun (cünüplük, hayız,<br />
nifas) büyük kirlilik olarak anılması, bu durumdaki<br />
kimselerin dinen necis sayıldığı anlamına<br />
gelmez. Mümin necis olmaz. Hatta müşriklerin<br />
necis olduğu meâlindeki âyet de 3 onların hükmî<br />
kirliliklerine işaret olarak anlaşılmıştır. Bu sebepledir<br />
ki, cünüp olan, hayız ve nifas gören kimselerin<br />
hükmî kirliliği, onların namaz, tilâvet secdesi,<br />
Kâbe’yi tavaf, Kur’an’ı eline alma ve Kur’an<br />
okuma, mescide girme gibi belirli ibadetleri veya<br />
ibadetle yakından ilgili fiilleri yapmak için gerekli<br />
ruhî ve mânevî hazırlığa sahip olmadıkları anlamına<br />
gelir.<br />
a) Cünüplük<br />
Fıkıh dilinde cünüplük (=cenâbet), cinsî münasebet<br />
veya ihtilam ve benzeri bir yolla meninin<br />
gelmesi (inzal) sebepleriyle meydana gelen<br />
ve belirli ibadetlerin yapılmasına engel olan hükmî<br />
kirlilik halinin adıdır.<br />
İhtilam; uyku ya da uyanıklık hâlinde, bakmak<br />
veya düşünmek yolu ile vücuttan “menî” denilen<br />
sıvının gelmesi durumudur.<br />
İhtilam, sadece erkeklere mahsus bir hâl de-<br />
3 (et-Tevbe 9/28)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
45
ğildir. Kadın da ihtilâm olabilir. Ümmü Seleme<br />
(r.a)’dan şöyle dediği nakledilmiştir:<br />
“Enes’in annesi Ümmü Süleym dedi ki:<br />
-Ey Allâh’ın elçisi! Allah, hakkın söylenmesinden<br />
hayâ etmez. İhtilâm olduğu zaman kadının<br />
gusletmesi gerekir mi?”<br />
Rasulü Ekrem (s.a.v):<br />
-Evet, yaşlık görürse gerekir.” buyurdu.<br />
Bunun üzerine orada bulunan Ümmü Seleme<br />
Vâlidemiz:<br />
-Kadın da ihtilam olur muymuş?” diye sordu.<br />
Rasulü Ekrem (s.a.v):<br />
-Hay Allah iyiliğini versin. Kadın ihtilam olmazsa,<br />
peki çocuğu ona nasıl benzer ki?” buyurdular.<br />
4<br />
Meni ; şehvetin artmasıyla (doyuma ulaşmasıyla)<br />
cinsel uzuvdan basınçla dışarı çıkan yoğun<br />
sıvının adıdır. Cinsiyet uzvundan meni dışında<br />
gelebilen iki çeşit sıvı daha vardır, bunlar mezi<br />
ve vedi’dir. Mezi; cinsel duygu, heyecan, tenle<br />
temas vb. sonunda meni değil de daha az, açık<br />
renkli, yapışkan ve fışkırmayan bir sıvıdır (Bu sıvının<br />
kadınlardan gelenine ise “kazi” denir); meziden<br />
dolayı gusül gerekmez, yalnızca abdest<br />
alınır.<br />
Rasulullah (s.a.v) bu hususta da şöyle buyurur:<br />
“Mezide abdest, menide gusül vardır.” 5<br />
Ancak mezinin gelmesi ile abdest bozulacağı<br />
için kişi avret mahallini yıkar ve abdest alır.<br />
Nitekim Rasulü Ekrem (s.a.v) mezi için:<br />
“Herhangi birinizin idrar yolundan mezi gelirse,<br />
avret yerini yıkasın ve namaz için abdest alsın.”<br />
buyurmuştur. 6<br />
Vedi ise; İdrardan sonra veya başka zaman-<br />
4 (Buhârî; 130 , Müslim;236)<br />
5 (Şevkânî, Neylü’l Evtâr, I, 218)<br />
6 (Muvattâ, Taharet 53; Buhârî, Gusl, 13)<br />
larda cinsel etkilenme, haz, uyanma sözkonusu<br />
olmadan gelen açık renkli, fışkırmayan, yapışkan<br />
ve az miktardaki sıvıya denir, bu da yalnızca abdesti<br />
bozar.<br />
Meni gelsin veya gelmesin cinsî münasebet<br />
sonunda kadın da erkek de cünüp olur.<br />
Cünüplüğe yol açan cinsî münasebetin ölçüsü<br />
ve başlangıç sınırı, erkeklik organının sünnet kısmının<br />
duhulü iledir. Erkek veya kadından şehvetle<br />
(cinsî zevk vererek) meninin gelmesi cünüplüğün<br />
ikinci sebebidir. Meninin uyku halinde veya<br />
uyanıkken, iradî ya da gayri iradî gelmesi sonucu<br />
değiştirmez. Şâfiîler hariç fakihlerin çoğunluğu,<br />
cünüplük için meninin şehvetle gelmesini şart<br />
gördüklerinden, ağır kaldırma, düşme, hastalık<br />
gibi sebeplerle meninin gelmesini cünüplük sebebi<br />
saymazlar. Şafiilerde ise meninin şehvetle<br />
gelmesi şart değildir.<br />
Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında<br />
veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır:<br />
Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu hatırlıyorsa,<br />
gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup<br />
olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşımaz.<br />
Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde,<br />
yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde<br />
durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının<br />
şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele<br />
İmam Ebû Yusuf’a göredir, İmamı Azam ile İmam<br />
Muhammed’e göre, gelen akıntının mezi olduğunu<br />
anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat<br />
meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa,<br />
gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da budur.<br />
Onun için fetva buna göredir. 7<br />
Cünüp olan erkek idrarını yapmadan veya<br />
uyumadan önce yıkansa ve namaz kılsa, daha<br />
sonra kendisinden menî kalıntısı gelse Ebu<br />
Yusuf’un aksine, Ebû Hanife ve Muhammed’e<br />
göre yeniden yıkanması gerekir. Fakat ittifakla,<br />
kıldığı namazı iade etmesi gerekmez. Ancak<br />
7 Ömer Nasuhi Bilmen/ilmihal<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
46
idrarını yaptıktan veya biraz yürüdükten veya<br />
uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek menî<br />
guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda, o menî<br />
yerinden şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur.<br />
Yine bir kadın, yıkandıktan sonra, kocasının menisi<br />
çıkacak olsa yeniden yıkanması gerekmez 8<br />
Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan<br />
uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa,<br />
gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması<br />
gerekmez.<br />
Cünüp olan kimsenin yapamayacağı işler;<br />
farz veya nâfile herhangi bir namaz kılması,<br />
tilâvet secdesi yapması, Kâbe’yi tavaf etmesi,<br />
Mushaf’ı eline alması, camiye girmesi ve orada<br />
bulunması câiz görülmez. Bu kimseler dua ve<br />
zikir maksadıyla besmele çekip Fâtiha, İhlâs gibi<br />
sûre ve âyetleri okuyabilirler. Cünüp kimsenin bu<br />
halini herhangi bir farz namazın ifası vaktine kadar<br />
geciktirmesi ve bu arada yeme içme de dahil<br />
beşerî ve sosyal faaliyetlerini sürdürmesi fıkhen<br />
câiz ise de bir an önce cünüplükten kurtulması,<br />
bunun için de ilk fırsatta boy abdesti alması, değilse<br />
cinsel organını, el ve ağzını yıkaması tavsiye<br />
edilmiştir. 9<br />
b) Hayız ve Nifas<br />
Hayız (ay başı) ve nifas (loğusalık) kanlarının<br />
kesilmesiyle veya bu iki hal için öngörülen âzami<br />
sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur. Bu süreyi<br />
aşan kanamalar özür hali (istihâze) sayıldığından<br />
bu tür kanamanın sona ermesi halinde gusül gerekmez.<br />
Hayız ve nifas halindeki kadının hükmü cünüp<br />
kimseninki gibidir. Ayrıca bu durumdaki<br />
kadınların cinsel ilişkide bulunması haramdır 10 ,<br />
oruç tutması da câiz değildir. Kadınlara mahsus<br />
haller ve bunların fıkhî hükmü daha sonraki konularda<br />
izah edilecektir.<br />
8 (el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 14; İbn Âbidin, Reddü’l Muhtar, İstanbul<br />
1984, I, 159 vd.)<br />
9 İsam<br />
10 (el-Bakara 2/222)<br />
Yeni müslüman olmuş bir kimsenin sırf bu sebeple<br />
gusletmesi Mâlikî ve Hanbelî fakihlerine<br />
göre vâcip, Hanefî ve Şâfiîler’e göre ise mendup<br />
bir davranıştır. Cünüp ise gusletmesinin gerekliliğinde<br />
ittifak vardır. İslâm dinine giren kimsenin<br />
bu sebeple guslü, geride kalan mânevî kirlilikten<br />
ve günahlardan arınıp yeni bir hayata tertemiz<br />
başlangıç anlamını taşır.<br />
Gusül almanın sünnet ve müstehap olduğu<br />
durumlar; cuma ve bayram namazları öncesinde,<br />
hac veya umre niyetiyle ihrama girerken<br />
ve Arafat’ta vakfe için gusletmek sünnet, cenaze<br />
yıkama, hacamat olmak, Mekke ve Medine’ye<br />
girme, Berat ve Kadir gecelerini ihya etmeyi isteme,<br />
husuf ve kusuf namazı kılma, yağmur duasına<br />
çıkma,yoldan gelme, bir toplantıya katılma,<br />
yeni elbise giyme, bir günahtan tövbe etme gibi<br />
çeşitli sebep ve durumlarda gusletmek de müstehap<br />
görülmüştür. 11<br />
GUSLÜN FARZLARI<br />
Gusül, ilgili âyette de 12 işaret edildiği gibi bütün<br />
vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde tamamen<br />
yıkanmasından ibarettir. Bunda bütün<br />
fakihlerin ittifakı vardır. Ancak Hanefî ve Hanbelî<br />
mezhebinde ağız ve burnun içi gusülde bedenin<br />
dış kısmından sayılmıştır. Böyle olunca Hanefi<br />
mezhebinde guslün;<br />
1- Ağza su almak (mazmaza).<br />
2- Burna su çekmek (istinşak).<br />
3- Bütün vücudu yıkamak.<br />
şeklinde üç farzından söz edilir. Lakin talim<br />
için ayrı ayrı sayıldığında on birdir. Buna göre:<br />
4- Açılmasında zorluk olmayan, sünnet edilmemiş<br />
kabuğun içini yıkamak.<br />
5- Göbeğin içini yıkamak.<br />
6- Kapanmamış olan küpe deliğinin içini yıka-<br />
11 Nimet-i İslam<br />
12 (el-Mâide 5/6)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
47
mak.<br />
7- Erkeklerin örgülü saçlarını çözüp içini yıkaması,<br />
kadının eğer su örgünün köküne sirayet<br />
ediyorsa, örgülü saçı çözmesi gerekli değildir.(<br />
Hanbelîler hayız ve nifas sebebiyle gusül için örgünün<br />
çözülüp saçın yıkanmasını gerekli görür.)<br />
8- Sakal sık dahi olsa cildi yani diplerini yıkamak.<br />
9- Bıyığın diplerini yıkamak.<br />
10- Kaşların altını yıkamak.<br />
11- Kadınlarda ferç ve makadın, erkeklerde ise<br />
makadın normal oturuş halinde dışta kalan kısmının<br />
yıkanması, farzdır. 13<br />
Mâlikî ve Şâfiîler ile Şîa’dan Caferîler’e göre<br />
ağız ve burnun içini yıkamak sünnettir. Gusülde<br />
niyet Hanefîler’e göre sünnet, diğer mezheplere<br />
göre farzdır. Mâlikîler’e göre vücudu ovalamak<br />
ve ve gusül işlemlerinin arasını açmamak da guslün<br />
farzlarındandır.<br />
Gusül mutlak su denilen nehir, pınar, kuyu,<br />
deniz, kaynak ve yağmur suları ile yapılır. Gusül<br />
esnasında, bedendeki yara üzerinde sargı varsa<br />
bakılır; şayet yıkama yara için zararlı olmayacaksa<br />
sargı çözülüp yıkanır, değilse sargı üzerine<br />
meshedilir.<br />
Ayrıca deri üzerinde olup suyun deriyle temasını<br />
önleyen ve izâlesinde (temizlenmesinde)de<br />
güçlük bulunan boya ve benzeri maddeler, gusle<br />
mani değildir. Bu sebeple vücudun maddî temizliğini<br />
imkân ölçüsünde ve sabun kullanarak<br />
yaptıktan sonra deri üzerinde kalıp, suyun deriye<br />
ulaşmasına mani olan boyacının tırnağı üzerindeki<br />
boya, rençberin tırnağındaki kir vs. gusle<br />
mani değildir.<br />
GUSLÜN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI<br />
İbadetlerin ifası, bir mezhebin belirlediği<br />
13 Nurul İzah<br />
farz çizgisinin altına düşmediği müddetçe kişiyi<br />
prensip olarak sorumluluktan kurtarırsa da, mademki<br />
ibadetler Allah’ın rızâsını kazanmak, ona<br />
kulluğumuzu ve bağlılığımızı en iyi şekilde arz<br />
etmek için yapılır, o halde ibadetlerin mümkün<br />
olduğu ölçüde bütün farz, sünnet ve âdâbıyla<br />
yapılması gerekir.<br />
Guslün Sünnetleri ve Adabı:<br />
1- Besmele ve niyet ile başlamak,<br />
2- Öncelikle elleri ve avret yerini yıkamak,<br />
3- Bedenin herhangi bir yerinde kir ve pislik<br />
varsa onu gidermek,<br />
4- Namaz abdesti gibi abdest almak,<br />
5- Abdestten sonra önce üç defa başa, sonra<br />
sağ, sonra sol omuza su dökmek,<br />
6- Sonra diğer uzuvları yıkamak, her defasında<br />
bedeni iyi ovuşturmak,<br />
7- Her âzayı üçer defa yıkamak,<br />
8- Suyun kullanımında aşırı davranmamak,<br />
9- Avret yerlerini örterek yıkanmak,<br />
10- Gusül esnasında konuşmamak,<br />
11- Gusülden sonra çabucak giyinmek,<br />
guslün belli başlı sünnet ve âdâbındandır.<br />
Abdestin âdâbı sayılan diğer güzel davranışlar<br />
gusül için de geçerlidir. Lakin gusülde, abdestten<br />
farklı olarak kıbleye dönülmez ve dua okunmaz,<br />
mekruhtur. 14<br />
Yazımızın son cümlesini Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu (k.s) söylüyor;<br />
TAHARETİ OLMAYANIN ABDESTİ OLMAZ.<br />
ABDESTİ OLMAYANIN NAMAZI OLMAZ. NAMAZI<br />
OLMAYANIN DİNİ OLMAZ…<br />
14 Nurul İzah<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
48
TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:<br />
“GÖNÜL DÜNYAMIZ 1 ”<br />
Ebubekir ONHAN<br />
Hep merak etmişimdir, Mehmet Akif<br />
ERSOY’a bu satırları yazdıran sebebi.<br />
“...<br />
Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem,<br />
Dili yok kalbimin bundan ne kadar bizarım.<br />
Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa,<br />
Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa....”<br />
Varlık içinde yokluk, gurbet içinde gurbet<br />
yaşadığımız şu günlerde belki daha fazla<br />
geçmişin muhasebesini yapmak lazım.<br />
Asırlardır üzerimize serpilen ölü toprağını<br />
bir kenara atıp, ufuklar ötesine uzanan sahralarda<br />
dolaşmak lazım bir kere daha. Ansızın<br />
bedenimizi okşayan yağmurun farkına<br />
varmak için, belki biraz daha fazla hissetmeliyiz<br />
gönüller arası meltem seyrini. Bir kere<br />
daha denemeliyiz, yalnızlıklar koğuşunun<br />
parmaklıkları arkasından çıkıp, buhar buhar<br />
akmakta olan Asr-ı Saadet damlacıkları arasında<br />
gezinmeyi. Belki de peşinden koşmayı<br />
bırakmalıyız dünyevi hislerin; sonra aynaya<br />
bakıp halimizi tahayyül ederek Üstad’ın<br />
dediği gibi :<br />
“Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;<br />
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.<br />
Yerinde mi acep ölü ve mezar<br />
Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?<br />
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?<br />
Ses demir, su demir ve ekmek demir...<br />
İstersen demirde muhali kemir,<br />
Ne gelir elden kader bu emir...<br />
Garip pencerecik, küçük, daracık;<br />
Dünya ya kapalı, Allah’a açık.”<br />
Tekrar etmeliyiz hakikati...<br />
Bir önceki sayımızda “Toprağı kaybedilmiş<br />
kubbe: Gönül Dünyamız” ismi altında gözlere<br />
ve gönüllere bir nebze de olsa seyr<br />
ettiğimiz acizane hakikat olarak gördüğüm<br />
önemli hususları, birazda şekva haliyle hem<br />
sizlerin gönüllerine hem de dünya haline<br />
tercüman olmaya çalışmıştım. Biz, “Kanayan<br />
Yaramız: Müslüman Coğrafyası” derken<br />
aslında geçmişin ve geleceğin muhasebesini<br />
yapmaya davet ediyoruz. Birlik içinde<br />
beraberlik içinde ruh ve mana itibariyle<br />
inkisara uğramayan bir fikriyatın; mazluma<br />
Eren, Zalime Mucahit olma yolunda binlerce<br />
başın tereddütsüz feda edileceği Davay-ı<br />
Nübüvvet’i ve Nam-ı Celili Muhammed’i<br />
(s.a.v) soluk soluk bütün bedenlerde teneffüs<br />
ettirebilme, islamı yeryüzünde bütün<br />
uzak ve uzaklaşmış gönüllere uğramasını<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
49
kendisine gaye kabul etmiş gönül insanlarının<br />
bir arada kardeşlik şuuruyla yaşamanın,<br />
tasada ve kıvançta bir olmanın zuhurunu<br />
ifade etmeye çalışıyoruz. Bizlik şuuru ile;<br />
Asr-ı Saadetin o güzel esintisini geçmişten<br />
alıp geleceğe uzatan bir tertemiz eli tutmayı<br />
anlıyoruz ve anlatmaya ömrümüz vefa gösterirse<br />
devam edeceğiz. Yıllar var ki hasret<br />
namzeden sineleri göremedik. Yaşantımız<br />
hüsran içerisinde enelik şuuruyla geçmekte<br />
iken sadece tesirsiz müeyyidelerde bulunmakla<br />
yetindik. Suların arkında yatak yaparak<br />
aktığı şu günlerde yine ayrılığı ve ayrı<br />
kalmayı kendimize şiar edindik.<br />
Sorumuzun cevabını artık verelim ve birlikte<br />
analiz etmeye çalışalım. Mehmet Akif<br />
sadece bir örnek. Ve tertemiz bir örnek. Sadi<br />
Şiraziler, Nedimler, Bakiler, Fuzuliler, Yaman<br />
Dedeler... Ve ismini sayamadığım tertemiz<br />
gönüller...<br />
Kıymetli dostlar, yanık gönüllerden ses hep<br />
aynı çıkmaktadır. Tek bir fark var o da söylemlerin<br />
farklı farklı, anlamların aynı kapının<br />
kilidi olmasıdır. Bu husus bile bizim zaman<br />
zaman geçmişin ve geleceğin muhasebesini<br />
yapmamıza yeterlidir.<br />
Muhterem Büyüğümüz Abdullah Murat<br />
Sukruoglu; ben ve benim gibi hayırsız iki üç<br />
kardeşimizle sohbet halkalarında ne zaman<br />
bulunsak hep söylediği, dile getirdiği, bir iki<br />
önemli husus var. Kerbela ve Kanayan Yaramız<br />
Müslüman Coğrafyası. Çözümünü de<br />
konuyu etraflıca analiz ettikten sonra buyuruyorlar:<br />
“Kardeşlik... Kardeşler arasındaki<br />
bağlılık...” Bir iki hafta kadar önce mübarek<br />
sohbetlerinden ayrı kaldık bu sebepten<br />
dolayı. Kendileri kardeşlik konusunda insanların<br />
adeta et ve kemik gibi bir arada bulunmalarını<br />
şiddetle istiyor ve tavsiye buyuruyorlar:<br />
“ Sadırdan satıra, kulaktan akıla nur olur<br />
dolaşır;<br />
Ruhta ilim amelle birleşince kılıcı gülleştirir,<br />
Ümmeti birleştirir...”<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
50
‘SINIR’SIZ<br />
KARDEŞLİKLER...<br />
Ümmü HARAM<br />
Euzubillahimineşşeytanirracim<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
Ziyaret ettiğimiz her aile, çaldığımız her<br />
kapı belleğimizde bir iz bırakıyor. Bu kapıların<br />
ardında yaşanan hayatların gönül yakanları,<br />
yürek burkanları, hayrette bırakanları,<br />
ibretlik olanları var. Hazinelerle ölçülemeyecek<br />
kıymetteki götürdüğümüz kitaplarımıza<br />
ve gönül dolusu samimiyetimize karşılık, bir<br />
tebessüm, birkaç damla gözyaşı, hayır duaları<br />
ve gönüller dolusu muhabbet buluyoruz.<br />
Karşılığını yalnızca Allah’tan (c.c.) bekleyerek<br />
uzattığımız eller hiç<br />
boş dönmüyor Biiznillah.<br />
Aldığımız dersler ise cabası<br />
Elhamdülillah. Rabbimiz<br />
amellerimizi boşa çıkartmasın,<br />
Amin.<br />
Sarı ışıklar yayan sokak<br />
lambalarının aydınlığında<br />
ilerliyoruz. Erkek kardeşlerimiz<br />
bize yol gösteren<br />
mahalle muhtarıyla birlikte<br />
önümüzde, bizde hanım<br />
kardeşlerimizle daha<br />
geride yürüyoruz. Muhtar<br />
babacan tavırlarıyla gideceğiz<br />
aileler hakkında bilgiler<br />
veriyor. Aramızda hayli mesafe olmasına<br />
rağmen akşamın sessizliğinde sesler bize rahatlıkla<br />
ulaşıyor. Muhtar Filipinli bir aileden<br />
bahsederken, karanlık bir çıkmaz sokağa giriyoruz.<br />
Tek katlı, müstakil bir evin bahçe kapısını<br />
çalıyor muhtar amca. Bir yandan da ev sahibesi<br />
hanımı ismiyle çağırıyor. Orta yaşın üstünde<br />
bir hanım açıyor kapıyı. Muhtarla bir<br />
şey konuşuyorlar. Bu arada eşim bizi bilgilendiriyor.<br />
Ziyaret edeceğimiz ev kapısını çaldığımız<br />
evin arkasındaymış. Aile<br />
Filipinlerden Türkiye’ye gelirken<br />
hanımın kocası vefat<br />
etmiş. kadın iki kız çocuğu<br />
ile kalmış. Bize kapıyı açan<br />
teyze bahçesindeki iki odalı<br />
eve o hanımla çocuklarını<br />
bedelsiz olarak Allah<br />
(c.c.) rızası için yerleştirmiş.<br />
Etraftan gelen yardımlarla<br />
geçiniyorlarmış. Hanım<br />
memleketinde yüksekokul<br />
okumuş, bilgili bir kültürlü<br />
bir hanımmış.<br />
Hikaye hepimizin ilgisini<br />
çekiyor. Denizler, dağlar<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
51
aşarak Türkiye’ye gelirken, eşini ebedi hayata<br />
uğurlayan sonrada Konya’nın ücra bir mahallesinde<br />
iki çocuğuyla hayat mücadelesi veren<br />
bu kahraman kadını merak ediyoruz.<br />
Ev sahibesi hanım, yanımıza yaklaşıyor.<br />
Selamlaşıp tanışıyoruz. Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Hoca’nın talebeleri olduğumuzu, Bizbiriz<br />
Derneği çatısı altında hizmet verdiğimizi<br />
anlatıyor, Hocamızın kitaplarından takdim<br />
ediyoruz. Hanımda memnuniyetini ifade<br />
ediyor. Bizi evinin yanındaki dar yoldan arka<br />
taraftaki eve doğru götürüyor. Tek katlı müştemilatın<br />
önünde duruyoruz. Geldiğimizden<br />
haberdar edilmiş olsa gerek, ev sahibesi bizi<br />
büyük bir muhabbetle kapıda karşılıyor.Arkasında<br />
iki küçük kız çocuğu ile siyahi bir<br />
hanım... Biri altı, diğeri yedi yaşında. Kıvırcık<br />
saçları, karası kapkara, beyazı bembeyaz<br />
gözleri ilkten cezbediyor girenleri... Annesi<br />
bizim selamımıza mukabele edip bizi karşılarken,<br />
onlar şaşkınlık içinde çevreyi süzüyorlar.<br />
Onlarında başını okşayıp sevgimizi gösteriyoruz.<br />
Pespembe dudakları tebessümle<br />
açılırken tenlerinin esmerliğine inat inci gibi<br />
ışıldayan bembeyaz dişleri görünüyor. Öyle<br />
tatlılar ki insan gözlerini alamıyor.<br />
Aklımıza altı yaşında, Ebva’da annesini<br />
defnedip Ümmü Eymen’le Mekke’ye dönen,<br />
babasını zaten hiç görmemiş Allah’ın Rasulü<br />
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) geliyor.<br />
Bu yetimlerin başlarını bütün yüreğimiz parmaklarımızın<br />
ucundaymış gibi okşuyoruz.<br />
Meryem ve Fatma anneleri ile vatanlarından<br />
çok uzakta hısımsız, akrabasız... Kimsesizlerin<br />
kimsesi olan Allah’a tam bir tevekkül<br />
içindeler... Gerçek kardeşliğin din kardeşliği<br />
olduğunun şuurundalar... Rasulullah (s.a.v)<br />
Farisli Selman’a (r.a.) ‘’Selman ehli beyttendir.”<br />
buyuruyor ya; akrabalık için kan bağı gerekmiyor,<br />
kardeşlik için aynı karında büyümek,<br />
aynı babadan olup, aynı anadan doğmak gerekmiyor.<br />
Rabbimiz Hucurat diye şöhret bulmuş sure-i<br />
celilede ‘’Ancak Müminler kardeştir.’’ buyurmuyor<br />
mu? İşte sözün bittiği yer...<br />
Dilimizi çat pat konuşabilen dünyanın neredeyse<br />
öbür ucundan kalkıp gelmiş, rengi<br />
başka, ırkı başka ama aynıyız. Biriz, kardeşiz,<br />
Adem (a.s.)’ın, Nuh (a.s.)’ın çocuklarıyız. Bir<br />
Allah’a inanmış, bir vücudun azaları olmuşuz.<br />
Öyle bir muhabbet akıyor ki bakışlarımızdan...<br />
Konuşuyor, halleşiyoruz bakışlarımızla.<br />
Gözlerden dökülen birkaç damla o andaki<br />
duygu yoğunluğunun en saf hali...<br />
Yardımımızı ve kitaplarımızı takdim ediyoruz.<br />
Bize mukabele olarak hayır duaları<br />
ediyorlar. Muhabbetle uğurlanıyoruz. Dünya<br />
tatlısı iki karabiberi ve annelerini Allah’a<br />
emanet edip bir başka adrese doğru yola çıkıyoruz.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
52
ARAPÇA RABCA’YA<br />
N. HADRA<br />
GÖTÜRÜR<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
53
MUTTASIL ZAMİRLER<br />
CEMİ TESNİYE MÜFRED<br />
هُمْ<br />
onların<br />
هُمَا<br />
ikisinin<br />
هُ<br />
Onun<br />
MÜZEKKER<br />
هُنَّ<br />
onların<br />
هُمَا<br />
ikisinin<br />
هَا<br />
Onun<br />
MÜENNES<br />
كمُ<br />
Sizlerin<br />
كُمَا<br />
ikinizin<br />
كَ<br />
Senin<br />
MÜZEKKER<br />
كُنَّ<br />
Sizlerin<br />
كُمَا<br />
ikinizin<br />
كِ<br />
Senin<br />
MÜENNES<br />
نَا<br />
Bizim<br />
نَا<br />
Bizim<br />
يَ<br />
Benim<br />
ORTAK<br />
Muttasıl zamirler<br />
Kelimenin sonuna bitişir ve aitlik anlamı katar<br />
Örnek<br />
Benim kitabım<br />
Onun okulu<br />
Onun evi<br />
Bizim kalemimiz<br />
Sizin çantanız<br />
Onların defteri<br />
كِتَا بِي<br />
مَدْرَسَتُهُ<br />
بَيْتُهَا<br />
قَلَمُنَا<br />
حَقِيبَتُكُمْ<br />
دَفْتَرُهُمْ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
54
وَسَائِلُ النَّقْلِ Ulaşım Araçları<br />
Araba<br />
سَيَّارَةٌ<br />
Bisiklet<br />
دَرَّاجَةٌ<br />
Gemi<br />
سَفِينَةٌ<br />
Motosiklet<br />
دَرَّاجَةٌ نَارِيَّةٌ<br />
Otobüs<br />
حَافِلَةٌ<br />
Tren<br />
قِطَارٌ<br />
Uçak<br />
طَائِرَةٌ<br />
Vapur<br />
بَاخِرَةٌ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
55
HAYDAR<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
56<br />
Bir anda dışarıdan bir patlama sesi geldi ve çatışma çıktı.Komutan ne olduğunu anlamamıştı.Peçeliyi<br />
yakalamaya gelmişti, tam yakaladım diye sevinirken peçeli tarafından<br />
baskına uğramıştı.Peçeli küffarı bir bir yere seriyordu.Allah Allah nidalarından korkan<br />
israil askerleri kaçarken birbirlerine kaçın ordu geliyor diye bağırıyorlardı.Tek başına bir<br />
ordu gibi saldırıyordu peçeli.Ve sani geçen gün yaralanan o değil sanki hiç bir şey olmamış<br />
gibi hareketleri kusursuzdu.<br />
İlk patlama sesinden beri ağzını açmayan komutan ilk kez konuşuyordu:<br />
-Geri çekiliyoruz! Zaten yer yer kaçan askerler bunu duyunca arkalarına bakmadan<br />
kaçmaya başladılar.<br />
……………<br />
Haydar kanlar içinde baygın yerde yatıyordu.Peçeli içeri girip Haydarın kendine gelmesini<br />
sağladıktan sonra dışarıdan yardım çağırdı.Yasir Amca ve diğer komşular yardıma<br />
geldiler.Yasir amcanın gözünde yaş ‘’benim yüzümden kıydılar yiğidime’’ diye ağlıyordu.<br />
eçeli halkın geldiğini görünce her zaman ki gibi ortadan kaybolmuştu.<br />
Bir taraftan birkaç kişi Haydarın yarasını sarıyordu ama kalabalığın arkasından gelen<br />
sesler Yasir Amcayı sinir etmeye yetmişti.<br />
-Ben demiştim bu Türkden Peçeli falan olmaz diye ne zaman bizimle savaştı da şimdi<br />
bizim için savaşacak.<br />
Bir diğeri:<br />
-Baksana adamlar tekme tokat dövdü elini kaldıramadı.Allahdan gerçek peçeli geldi<br />
kurtuldu.diyorlardı.Bunları duyan Yasir Amca ‘’Bir yararınız yok konuşmayan bari’’ diye kızarak<br />
kalabalığı kovaladı.<br />
……………<br />
Aradan geçen bir hafta Haydarın dinlenmesine yardımcı olmuştu.Günler sonra dükkanı<br />
açmak için erken kalkmış kahvaltısını hazırlarken kapı çalınmaya başladı.Kapıyı açan<br />
Haydar hem sevinç hem şaşkınlıktan tutula kaldı.Gelen tek dostu,kardeşi,ne zaman dara<br />
düşse hemen oracıkta biten Muhammeddi.Muhammet Türkiyeden arkadaşı idi ergenlik<br />
dönemlerinde hep beraber güreşirlerdi ama yenişemezlerdi.Muhammedde Haydar<br />
gibi kimse tarafından sırtı yere getirilememiş bir yiğitti.Tek yenemediği Haydardı.Haydarı<br />
öyle şaşkın görünce ‘’kardeşim tanıyamadın mı?’’diyerek sarıldı…<br />
Hasret gideren iki arkadaş beraber dükkana geçtiler.Haydar:’’Ne zaman geldin kardeşim<br />
‘’ diye sorunca Muhammet biraz afallayıp ‘’Daha dün geldim kardeşim’’ diye cevap<br />
verdi.Buna bir anlam veremeyen Haydar gelen müşteri ile ilgilenmek için ayağa kalkmişti<br />
ama Muhammeti gören müşteri ‘’Ooo kardeş geleli bir hafta oldu Haydara baskın<br />
yapılmadan bir gün önce gelmiştin nerelerdesin sen’’ diye siteme başladı.Konuşmalar<br />
geçerken Haydarın tek düşündüğü ‘’Muhammedin kendisine niye yalan söylediği idi…
İlginç Bilgiler<br />
Haz. Ahmet NAVRUZ<br />
Hamamböcekleri<br />
yaklaşık olarak 250<br />
milyon yıldır yaşadıkları<br />
halde hiçbir değişime<br />
uğramamışlardır.<br />
Hapşırdığınız zaman,<br />
kalbiniz de dâhil olmak üzere bütün<br />
vücut fonksiyonlarınız bir an için durur.<br />
Hapşırırken Burnu ya da Ağzı Kapamak,<br />
Felce Neden Oluyor.<br />
Havuca rengini karoten verir.<br />
astım hastasıdır.<br />
Günümüzde, evlenenlerin<br />
yüzde ellisi<br />
boşanmaktadır.<br />
Hawaii alfabesinde<br />
sadece 12 harf bulunmaktadır.<br />
Her 25 kişiden biri<br />
Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.<br />
İleri doğru bir adim atıldığında, insan<br />
vücudundaki 54 kas çalışır.<br />
1.3kg’dır.<br />
İnsan elinde, en yavaş<br />
uzayan tırnak başparmağınki,<br />
en hızlı<br />
uzayan tırnak ise orta<br />
parmağınkidir.<br />
İnsan vücudundaki<br />
en güçlü kas dildir.<br />
İnternetin yıllık büyüme<br />
yüzdesi 314.000’dir.<br />
Kangurular geri geri yürüyemezler.<br />
Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kaşı harekete<br />
geçirmek gerekiyor.<br />
Kelebekler ayaklarıyla<br />
tat alırlar.<br />
Kıta isimlerinin<br />
hepsi ayni harfle başlayıp<br />
ayni harfle biter.<br />
Kirli kar, temiz kardan daha kolay erir.<br />
Kopeklerin ter bezleri ayaklarındadır.<br />
Kutup ayıları solaktır.<br />
İnciler sirkede erir.<br />
İnek sütünün pH<br />
değeri 6’dır.<br />
İnsan beyninin %<br />
80’i sudur.<br />
İnsan<br />
ortalama<br />
beyninin<br />
ağırlığı<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
57
ALTIN ORAN:<br />
EVRENİN<br />
MATEMATİĞİ<br />
ESLEM ERCAN<br />
Evrende görebileceğimiz tüm nesne ve<br />
varlıkların parçaları arasında bir uyumun<br />
olduğunu ve binlerce yıldır hiç değişmediği<br />
saptandığı için Allah’ın matematik sistemi<br />
olarak bilinen bağıntıya “altın oran”<br />
denilmektedir. Sanatta ve matematikte çok<br />
kez karşılaşabileceğimiz bu oran, aslında<br />
basit bir kural üzerine oturtulmuştur. Fakat<br />
gözlemleyebildiğimiz bütün varlık aleminde<br />
bu oranın geçerli ve tutarlı olarak göze<br />
çarpması, insanları şaşkına çevirecek kadar<br />
ciddi bir sistemi ortaya koyuyor. Evrenin<br />
var oluşundan bu yana tutarlı olarak bütün<br />
varlıklarda 1,618’e karşılık gelen bir oranın<br />
bulunması, dünyaca ünlü matematikçilerin<br />
de hayranlıkla incelediği ve kendi<br />
çalışmalarında kullandıkları bir konu alanı<br />
olmuştur.<br />
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri,<br />
evrendeki düzeni keşfetme güdüsü de<br />
var olmuştur. Geçen on binlerce yıl içinde<br />
yapılan tüm çalışmalar, evrenin alelâde bir<br />
düzen içinde yaratılmadığını, hâlâ insan<br />
aklının alamayacağı kadar sistematik<br />
bir ölçü içerisinde yaratıldığını ortaya<br />
koymuştur. Evrenin bu sistemi, kuşkusuz<br />
sayılar üzerine oturtulmuştur. Var olan her<br />
şey, bir sayıya karşılık gelmektedir. Dil bilimi<br />
bile matematiksel kurallar sayesinde gelişim<br />
göstermektedir. Ve biz bu sayıları, daha çok<br />
gündelik matematik hesaplamalarında,<br />
ölçüp tartmada, mühendislikte ve bunun<br />
gibi basit konular üzerinde incelemeye<br />
çalışıyoruz. Felsefi boyutta düşünüldüğünde,<br />
varoluşun ve doğa yasalarının temelinde de<br />
bu sayılar bulunmaktadır. Bu anlamda evrene<br />
hâkim olan sayıların yasası, kuşkusuz Allah’ın<br />
matematik düzenini ortaya koyacaktır. İşte<br />
bu düzeni görmemizi sağlayacak anahtar,<br />
altın orandır…<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
58
İlk olarak kimler tarafından keşfedildiği<br />
bilinmese de, Mısırlıların ve Yunanlıların<br />
bu konu üzerinde yapmış oldukları bazı<br />
çalışmalar olduğu görülmektedir. Öklid,<br />
milattan önce 300’lü yıllarda yazdığı<br />
“elementler” adlı tezinde “ekstrem ve önemli<br />
oranda bölmek” olarak altın oranı ifade<br />
etmiştir. Mısırlıların keops piramidinde,<br />
Leonardo da Vinci’nin “İlahi Oran” adlı<br />
çalışmada sunduğu resimlerde ve aşağıda<br />
onlarcası sayılacak nesne ve çalışmalarda<br />
kullanıldığı bilinen altın oran, “Fibonacci<br />
Sayıları” olarak da bilinmektedir. Orta Çağ’ın<br />
en ünlü matematikçisi olan İtalyan kökenli<br />
Leonardo Fibonacci, birbiri arasında ardışık<br />
ilişki ve olağanüstü bir oran bulunduğunu<br />
iddia ettiği sayıları keşfetmiştir. Evrendeki<br />
muhteşem düzenle birebir örtüşen bu sayıları<br />
keşfetmesi nedeniyle, altın orana da adının<br />
ilk iki harfi olan “Fi” (Φ) sayısı denilmiştir.<br />
İnsan başta olmak üzere bütün canlılar<br />
âlemi de bir düzen içerisinde var olmakta<br />
ve yaşamlarını devam ettirmektedirler.<br />
Dünyamızdaki bütün doğal olaylar belli<br />
bir düzen ve intizam içerisinde oluşmakta,<br />
gelişmekte ve devam etmektedir. Yeryüzünde,<br />
denizlerde ve atmosferde bir düzenin varlığı<br />
müşahede edilmekte, canlı varlıkların da<br />
yine belirli yasalar çerçevesinde hiçbir<br />
aksama olmadan yüzdükleri, yürüdükleri ya<br />
da uçabildikleri görülmektedir. Düşünebilen<br />
herkesin rahatlıkla gördüğü bu düzen bizlere<br />
her şeyin arkasındaki bir düzenleyicinin<br />
varlığını haber vermektedir.<br />
Dünyanın değişik kültürlerinde yetişen<br />
insanlar çeşitli şekillerde bu düzeni ve<br />
estetiği dile getirmekte, onunla ilgili felsefî,<br />
edebî veya dinî eserler yazmaktadır. İnsan<br />
benzer duygular içerisinde yaşadığı dünyayı<br />
algılamış ve içi aşk dolu kitaplar kaleme<br />
almıştır. Bir şairin şiiriyle, ressamın resmiyle<br />
ya da mimarın eseriyle duygulanan İnsan,<br />
Tanrı’nın sanatı karşısında da heyecanını<br />
gizlememiş ve daima hayranlığını ifade<br />
etmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi<br />
birçok ateist dahi karşılaşmış olduğu bu<br />
heyecanla inkârdan vazgeçmiş ve Tanrı’nın<br />
varlığına kanaat getirmiştir. Yine âlemdeki<br />
mevcut intizam ve estetikten hareketle pek<br />
çok filozof da mutlak ateizmin mümkün<br />
olmadığı düşüncesine ulaşmıştır.<br />
Teleolojik kanıtın önemle üzerinde<br />
durduğu konu evrendeki düzen, intizam,<br />
canlı ve cansız varlıklarda görülen gaye ve<br />
amaçlılıktır. Aralarında Kindî (v. 866) , Farabî<br />
(v. 950), İbn Sînâ (v. 1037), Gazzâlî (V. 1111)<br />
ve İbn Rüşd (1126- 1198) gibi Müslüman<br />
düşünürlerle, R. Tennant (1866-1957) ve W.<br />
Paley (1743-1805) gibi Hıristiyan düşünürlerin<br />
bulunduğu pek çok kişi bu kanıtı iki şekilde<br />
ele almış ve Tanrı’nın varlığını ispatlamaya<br />
çalışmışlardır:<br />
Filozoflar bu kanıt çerçevesinde birinci<br />
olarak evrendeki gaye ve nizamdan yola çıkmış<br />
ve Tanrı’nın varlığına ulaşmışlardır. Bazan<br />
da Tanrı’nın varlığından ve niteliklerinden<br />
hareket ederek evrendeki düzen, gaye ve<br />
güzelliği açıklama yoluna gitmişlerdir. Yani<br />
onlar her fırsatta ya âlemin nizamından ve<br />
intizamından bahsederek Tanrı’nın varlığına<br />
gitmiş ya da Tanrı’nın inayetini, adaletini,<br />
cömertliğini ve güzelliğini anlatırken sözü<br />
evrenin yapısına getirmiş ve görüşlerini bu<br />
yolla açıklamaya çalışmışlardır.(49)<br />
Meselâ Kindî âlemdeki varlıklarda bir<br />
düzen, âhenk, irtibat, güzellik ve amaç<br />
bulunduğunu dile getirmiştir.(50) Kindî’ye<br />
göre evrenin mükemmel yapısı, düzeni,<br />
parçalarının birbiriyle olan ahenkli irtibatı,<br />
her şeyin iyiyi koruyacak, kötüyü yok<br />
edecek tarzda düzenlenmesi, ilim sahibi bir<br />
düzenleyicinin varlığının en iyi işaretidir.<br />
Fârâbî ve İbn Sina da eserlerinde evrenin<br />
düzenine ve güzelliğine işaret etmişlerdir.<br />
Fârâbî’ ye göre Tanrı, âlemin düzenleyicisidir.<br />
Evren de bu ilâhî düzenin eseri olarak vardır.<br />
Bu nizamda da ilâhî adalet tecelli ettiği için<br />
orada adaletsizlik söz konusu değildir. Yine<br />
Gazzâlî’ ye göre Tanrı evrende hiçbir şeyi boşu<br />
boşuna yaratmamıştır. İnsan vücudundaki<br />
azaların birbirine bağımlı ve uyumlu olması<br />
gibi evrendeki her şeyde bir uyum ve ahenk<br />
söz konusudur. Dolayısıyla önemli olan şey<br />
evrene ibretle bakmak ve bütün varlıklardaki<br />
hikmeti görmektir.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
59
ÜSTAD<br />
NECİP FAZIL<br />
26 Mayıs 1904’te, Perşembe günü sabaha karşı,<br />
İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Babası o sırada hukuk<br />
öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa’da âzâ<br />
mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hâkimliği görevlerinde<br />
bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Girit<br />
muhacirlerinden bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ailenin<br />
tek çocuğu idi. Ailesi ona “Ahmet Necip” adını verdi.<br />
Necip adını, babasının büyükbabası Necip Efendi’den aldı.<br />
Aslen Maraşlı bir ailenin çocuğudur. Kayıtlı bir şecereyle,<br />
Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine<br />
dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya<br />
olan Dulkadiroğulları’na bağlı ‘Kısakürekler’ soyuna<br />
mensuptur.<br />
Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, dedesi Mehmet<br />
Hilmi Efendi’den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaslarındayken<br />
ondan öğrendi. Ağır ve ciddi hastalıklarla dolu bir<br />
çocukluk geçirdi. Çocukluk yıllarında geçirdiği bu hastalıkları<br />
pek çok şiirinde dile getirmiştir.<br />
Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar<br />
Büyükdere’de Emin Efendi isimli bir hocanın işlettiği mahalle<br />
mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti.<br />
Fransız Papaz ve Kumkapı’da ki Amerikan kolejinin ardından<br />
Serasker Riza Pasa yalısındaki Rehber-i Ittihad mektebine<br />
verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca,<br />
bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve seferberlik<br />
sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün<br />
ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne<br />
Mektebi’nde bitirdi.<br />
1916 yılında, Mekteb-i Fünunu Bahriyey-i Şahane’ye, bugünkü<br />
adı ile Deniz Harp Okulu’na imtihanla girdi. Beş yıl<br />
öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet<br />
Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış<br />
isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce hayatının<br />
Necip Fazıl’a göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım<br />
Hikmet Ran aynı okulda iki sınıf üstte öğrenci idi.<br />
Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’ndeki öğrencilik döneminde<br />
şiirle ilgilenmeye başladı, tek nüsha elle yazılmış “Nihal”<br />
isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine<br />
başladı. Okulda iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron<br />
Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini<br />
orijinal dilden okuma imkânını buldu. Ahmet Necip olan<br />
adının “Necip Fazıl” olması bu okulda gerçekleşti. Bahriye<br />
Mektebi’nde üç yıllık öğrenimini tamamladıktan sonra<br />
ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmedi ve okuldan ayrıldı.<br />
İstanbul’un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum’daki<br />
dayısının yanına giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok<br />
genç yaşta olan babasını kaybetti. 1921 yılında İstanbul<br />
Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi’ne girdi.<br />
Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Ahmet<br />
Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştı. Yakup<br />
Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde<br />
ilk şiirlerini yayımladı. 1924 yılında Maarif Vekâleti’nin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
60
Avrupa ülkelerine eğitim hayatlarının devamı için gönderilecek<br />
lise ve Darülfünun öğrencileri arasında ilk grup<br />
için açtığı sınavda gösterdiği başarı sonucu, üniversitedeki<br />
eğitimini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi.<br />
Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi (1924). Bu<br />
okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanıştı.<br />
Paris’te bohem bir yaşam sürdü, kumar sevdasına tutuldu.<br />
Bir yılın sonunda bursu kesildi ve yurda dönmek zorunda<br />
kaldı.<br />
Paris’teki bohem hayatına bir süre İstanbul’da da devam<br />
etti. 1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı.<br />
O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalıştı.<br />
1934 tarihi, Necip Fazıl yaşamında ve eserlerinde bir<br />
dönüm noktası oldu. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm<br />
Arvâsî hazretleri ile tanıştı. Ahmet Arvâsî ile Eyüp<br />
Sultan’daki Pierre Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi<br />
Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet<br />
dönüşümü yaşadı. Ahmet Arvasi ile tanışmasını kendisine<br />
milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan<br />
sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı.<br />
Arvâsî ile tanışmasından sonra yaşadığı derin fikir buhranın<br />
ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli<br />
eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazdı (1935). Müslümanlık<br />
ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser,<br />
Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan<br />
sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü<br />
halde halkın ilgisini çekmedi. 1936’da bir kültür –sanat<br />
dergisi olan “Ağaç Mecmuası”’nı çıkarmaya başladı. İlk sayısı<br />
14 Mart 1936’da Ankara’da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan<br />
sonra İstanbul’da çıkarılmaya başladı. Dergi, spirütalist<br />
özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı<br />
Tarancı gibi önemli edebiyatçılardan katı sağlanmaktaydı.<br />
Büyük ölçüde İş Bankası tarafından finanse edilen derginin<br />
yayın hayatı 16 sayı sürdü.<br />
Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal<br />
tavrını ve Türk modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan<br />
faaliyetlerine başlamıştır. Muhalefet anlayışını ifade eden<br />
araç, 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığı “Büyük Doğu”<br />
dergisidir. Büyük Doğu, o dönemde çıkarılan tek İslamcı<br />
dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının<br />
da yer aldığı dergide daha sonra değişik takma adlarla Necip<br />
Fazıl’ın yazdığı yazılar egemen olmuştur. Necip Fazıl’ın<br />
takma isimlerinden bazıları şunlardır: B.A.B, İstanbul Çocuğu,<br />
BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu, Ahmet Abdülbaki,<br />
Abdinin Kölesi, HA.A.KA, Adı değmez, Bankacı, Be-De,<br />
Prof. Ş.Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Dedektif X Bir…<br />
Büyük Doğu çıktığı günden itibaren çeşitli nedenler ileri<br />
sürülerek birçok defa kapatıldı ve Necip Fazıl hakkında birçok<br />
soruşturma açıldı. Hatta bu soruşturmalar sonucu dara düşen<br />
Necip Fazıl geçimini sağlamak için evindeki tüm eşyaları<br />
satmak zorunda kaldı.<br />
Sanatçı, 28 Haziran 1949’da Büyük Doğu Cemiyeti’ni<br />
kurdu. 1950’de derneğin ilk şubesi Kayseri’de açıldı. Necip<br />
Fazıl’ın 1951’deki mahkûmiyet kararı ile ilgili hastaneden<br />
aldığı tecil raporunun süresinin dolduğu sırada 22 Mayıs<br />
1952’de “Malatya Hadisesi” meydana geldi. O gün Vatan<br />
gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman<br />
Malatya’da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Necip<br />
Fazıl, Hüseyin Üzmez’i azmettirmekle suçlandı. 1951’deki<br />
mahkumiyeti sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezasını çekerken<br />
“Maskenizi Yırtıyorum” başlıklı bir broşür yayımlayarak<br />
1943’ten beri başına gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile<br />
ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptı (11 Aralık<br />
1952). [3] Malatya hadisesi davası halen devam etmekte<br />
olduğundan 1951 mahkûmiyeti ile ilgili cezası dolduktan<br />
sonra bir süre daha tutuklu kaldı. Malatya Davası’ndan<br />
suçsuz bulununca 1953 yılını Aralık ayında serbest kaldı.<br />
1957’de çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay<br />
4 gün daha hapis yattı.<br />
Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal,<br />
sonra Son posta gazetelerinde yazarlığa başladı.<br />
1963-1964’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinde<br />
konferanslar verdi. 1965’te “B.D. Fikir Kulübü”nü<br />
kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarını<br />
sürdürdü; bazı eserlerini gazetelerde tefrika etti.<br />
1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e Büyük<br />
Doğu Yayınevi’ni kurdurdu.‘’Esselâm” isimli<br />
manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli<br />
yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına<br />
başladı 23 Kasım 1975’te Milli Türk Talebe<br />
Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle<br />
bir “Jübile” tertiplendi. 1976’da, dergikitap<br />
şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek<br />
“Rapor”ları, 1978’de de SON DEVRE Büyük Doğu<br />
dergisini çıkardı. 26 Mayıs1980’de Türk Edebiyat<br />
Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” ve 1982 yılında<br />
yayınlanan “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu”<br />
isimli eseri münasebetiyle de “Yılın Fikir ve Sanat<br />
Adamı” seçildi<br />
12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl’ın ilk şiir<br />
kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri<br />
MEB’in ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta<br />
yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında<br />
aylarca kapalı gişe sahnelendi. Paris dönüşü<br />
yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir<br />
kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz<br />
otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı<br />
Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü.<br />
Bir çok kişi tarafından da çok sevilen şair “Üstad<br />
Necip Fazıl Kısakürek”, olarak anılmaya başlandı.<br />
Necip Fazıl, Yaşar Nâbi tarafından, “bir mısrası<br />
Türk milletini ihya etmeye yeter” denilerek övülmüştür.<br />
Üstad Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te evinde<br />
hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan<br />
Mezarlığı’nda toprağa verildi.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
61
Tarih’te Mayıs<br />
Haz. A.Kadir AYDIN<br />
3<br />
3 Mayıs 1481’de, Fatih Sultan Mehmet<br />
vefat etti.<br />
3 Mayıs 1920’de, TBMM’nin ilk kabinesi<br />
kuruldu.<br />
6 Mayıs 1955’te, bestekâr ve müzik<br />
bilgini Hüseyin Sadettin Arel<br />
6<br />
öldü. İstanbul’da doğan Arel, Mehmet<br />
Emin Efendi’nin oğlu, adliye<br />
nazırlığı yapan kazasker Ali Haydar<br />
Arsebük’ün kardeşidir. Hukuk öğrenimi<br />
görmüştür. Adliye nezaretinde<br />
çevirmenlik, mektubi müdürlüğü, deniz ticaret<br />
mahkemesinde yargıçlık (1909), Makedonya illerinde<br />
adliye müfettişliği, ceza işleri müdürlüğü, adliye<br />
müsteşarlığı (1911), Şurayı Devlet üyeliği (1913),<br />
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (1915), Şurayı<br />
Devlet Tanzimat Dairesi Başkanlığı (1915) yaptı. Şurayı<br />
Devlet kaldırılınca avukatlığa başladı. 1910’da<br />
Washington’da toplanan Uluslar arası Hukuk Kongresine<br />
Osmanlı Devleti’nin delegesi olarak katıldı. Fransızca,<br />
İngilizce, Almanca, Arapça, Farsça bilen Arel,<br />
1908’de Şehbal adlı dergiyi, 1939-1940’ta da aylık<br />
Türklük dergisini yayımladı.<br />
10<br />
10 Mayıs 1795’te, Halıcıoğlu’nda ilk<br />
topçuluk okulumuz Mühendishanei<br />
Berri Hümayun” açılmıştır. Bu okul,<br />
III. Selim devrinin en hayırlı teşebbüslerinden<br />
biridir. Yeniçeri ocağının<br />
kaldırılmasından sonra Mühendishane<br />
daha çok önem kazanmıştır.<br />
10 Mayıs 1799’da, Fransızlar Akka Kalesi’ne saldırıya<br />
geçtiler.<br />
11<br />
11 Mayıs 1876’da, Sadrazam Mahmut<br />
Nedim Paşa’nın vükela meclisinden<br />
çıkarttığı bir kararla İstanbul’da<br />
ve taşrada basılan gazetelere sansür<br />
konmuştur. Bizde basına konan ilk<br />
sansür budur. Ondan önce, ileri fikirleri<br />
çekemeyen devlet cihazı, Şinasi<br />
ve Namık Kemal gibi inkılâpçı simaların faaliyetine<br />
set çekmek istemişse de sansür konmamış, yani yayınlar<br />
basılmadan önce bir tetkike tabi tutulmamıştır.<br />
11 Mayıs 1897’de, Gazi Ethem Paşa’nın Yunanlıları<br />
mağlup ettiği zafer yaşanmıştır.<br />
11 Mayıs 1920’de, Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul<br />
Hükümeti tarafından idama mahkum edildiler.<br />
11 Mayıs 1954’te, Sait Faik Abasıyanık öldü.<br />
Adapazarı’nda doğdu. Türk öykücülüğünün en önde<br />
gelen kişilerinden birisidir. Liseyi İstanbul ve Bursa’da<br />
okudu. Babasının isteği üzerine Lozan’a iktisat öğrenimi<br />
için gitti (1931), daha sonra Grenoble’a (Fransa)<br />
geçerek 3 yıl orada kaldı. Dönüşünde öğretmenlik ve<br />
muhabirlik yaptı. Hatta bir ara ticarete bile atıldı; ama<br />
yaşamı boyunca hep edebiyatla uğraştı.<br />
12 Mayıs 1868’de, Galatasaray Lisesi<br />
12<br />
kuruldu.<br />
12 Mayıs 1881’de, Bordo Antlaşması<br />
ile Tunus, Fransızların hÂkimiyeti<br />
altına girmişti. Uzun yıllar Osmanlı<br />
İmparatorluğu’na bağlı olarak yaşayan bu Müslüman<br />
ülke, 19. yüzyıl içinde pek karışık bir tarih yaşamıştır.<br />
Fransa, Tunuslu bazı kabilelerin Cezayir topraklarına<br />
girerek beş Fransız askerini öldürmesini bahane ederek<br />
30000 kadar bir kuvvetle yürüyerek Tunus Beyini<br />
bu antlaşmayı imzaya mecbur etmiştir.<br />
13<br />
14<br />
13 Mayıs 1915’te, Seddülbahir savaşları<br />
olmuştur.<br />
14 Mayıs 1560’ta, Türk donanması<br />
Celbe önlerinde büyük bir deniz<br />
savaşı kazanmıştır. Sabahın erken<br />
saatlerinde Piyale Paşa merkeze,<br />
Kurdoğlu Ahmet Paşa sağ kanada,<br />
Midilli Beyi Mustafa Bey sol kanada<br />
kumanda ederek adaya doğru yürümeye<br />
başlamıştı. Türk denizcilerinin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
62
her zamanki kahramanca savaşı karşısında düşman<br />
kuvvetleri tarumar olmuştu.<br />
15 Mayıs 1812’de, Ruslarla Bükreş<br />
15<br />
Antlaşmasını imzalamıştık. Eflak ve<br />
Buğdan işlerini bahane eden Ruslar,<br />
Tuna üzerine yürümüşler ve Bükreş’e<br />
girmişlerdi. Alemdar Mustafa Paşa,<br />
Tertköy’deki meydan muharebesini<br />
kazanmış, fakat bu sırada iç işlerimiz<br />
karışmış ve padişahlar değişmiş ve Alemdar da şehit<br />
olmuştu. İmzaya mecbur olduğumuz bu antlaşma ile<br />
Prut suyu hudut sayılmıştır.<br />
22<br />
22 Mayıs 1955’te, Nene Hatun öldü.<br />
Kadın kahramanlarımızdan birisidir.<br />
1877-1878 Türk-Rus savaşı sırasında<br />
Erzurum şehrinin savunmasına katılmış,<br />
Aziziye Tabyası’nda, diğer kadın<br />
ve erkeklerle beraber kahramanca<br />
çarpışmıştır. 1955 yılında Yılın Annesi”<br />
seçilmiştir.<br />
23<br />
23 Mayıs 1944’te, ressam Şevket Dağ<br />
öldü. Şevket Dağ, daha çok cami resimleriyle<br />
tanınmıştır. Birçok uluslar<br />
arası ödül kazanmıştır.<br />
15 Mayıs 1919’da, İzmir işgal edildi.<br />
17 Mayıs 1880’de, devlet adamı şair<br />
17<br />
Ziya Paşa öldü. Ziya Paşa, 1825’te<br />
İstanbul’da doğmuştu. İstibdada<br />
karşı savaştı, Tanzimat devri yazarlarının<br />
siyasi ve sosyal düşüncelerini<br />
paylaştı. Abdülmecit’in sarayında<br />
katip olan Ziya Paşa, Abdülaziz padişah<br />
olunca, sadrazam Ali Paşa yüzünden saraydan<br />
uzaklaştırıldı ve İstanbul dışında çeşitli yerlere atandı.<br />
İstibdada karşı kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ne<br />
girdi. Bu öğrenilince 1867’de Namık Kemal ile Paris’e<br />
kaçtı. Avrupa’da Türkçe gazeteler çıkardı. Siyasi ve<br />
sosyal düşüncelerini savunan Terkib-i Bend” adlı eserini<br />
yazdı. Rousseau’dan Emile” çevirisini yaptı. II. Abdülhamit<br />
tahta çıkınca, devrin anayasasının hazırlanmasına<br />
katıldı. Milletvekili seçileceği lafları üzerine,<br />
zaten Meşrutiyetten korkan Abdülhamit tarafından<br />
Suriye ve Adana valiliklerine uzaklaştırıldı ve orada<br />
öldü. Eserleri Külliyat-ı Ziya Paşa” ismiyle birkaç defa<br />
yayımlanmıştır. Çevirilerini (en önemlisi Moliere’in<br />
Tartuffe’ü) çoğu basılmıştır.<br />
19<br />
19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal<br />
Samsun’a çıktı.<br />
25 Mayıs 1807’de, Kabakçı Mustafa<br />
25<br />
isyanı meydana gelmiştir. Osmanlı<br />
tarihinde padişah III. Selim’in tahttan<br />
indirilmesiyle sonuçlanmış bir<br />
isyandır. III.Selim’in başlattığı Nizamı<br />
Cedit ıslahatı, çıkarları elden giden<br />
bazı kimselerin ve Yeniçerilerin işlerine<br />
gelmemiştir. 28 Mayıs’ta III. Selim Nizam-ı Cedit’i<br />
resmen kaldırmak zorunda bırakıldı. 29 Mayısta da<br />
Topal Ataullah Efendi’nin fetvasıyla tahttan indirildi<br />
ve sonra da öldürüldü.<br />
25 Mayıs 1895’te, Ahmet Cevdet Paşa öldü. Ünlü Tarih-i<br />
Cevdet” ve Kısas-ı Enbiya” eserlerinin yazarı olan<br />
Türk devlet adamı, bilgini ve tarihçisidir. İlk adliye<br />
nazırıdır. Fuat Paşa ile birlikte yazmaya başladıkları<br />
Kavaid-i Osmaniye” adlı ilk Osmanlı grameri ni daha<br />
sonra tek başına tamamlamıştır.<br />
25 Mayıs 1957’de, Mahmut Kemal İnal öldü. Tanınmış<br />
bir tarihçimizdir.<br />
26<br />
26 Mayıs 1512’de, Sultan II. Bayezid<br />
öldü. Sekizinci Osmanlı Padişahıdır.<br />
Fatih Sultan Mehmet’in Gülbahar<br />
Hatun’dan olan oğludur. Fatih’ten<br />
sonra Osmanlı padişahlarının en bilgini<br />
olarak bilinir.<br />
20 Mayıs 1878’de, 16. Osmanlı padişahı<br />
II. Osman tahtan indirilmiş ve<br />
20<br />
Yedikule zindanlarına götürülerek<br />
feci bir şekilde öldürülmüştür. Tarihe<br />
adı Genç Osman diye geçen bu talihsiz<br />
hükümdar inkılap ve yenileşme<br />
hareketlerine bir başlangıçtır. Henüz 18 yaşında iken,<br />
ileri düşüncelerinin kurbanı olmuştur.<br />
21<br />
21 Mayıs 1556’da, Zigetvar kuşatması<br />
yapıldı.<br />
29<br />
31<br />
29 Mayıs 1453’te, Fatih Sultan Mehmet<br />
İstanbul’u feth etti.<br />
31 Mayıs 1601’de, Tiryaki Hasan Paşa<br />
komutasındaki küçük bir Türk kuvveti,<br />
kendisinden en az 15 defa büyük<br />
bir orduya karşı koyarak Kanije<br />
Zaferi’ni kazanmıştır.<br />
Kaynak tarih portalı<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
63