17.09.2014 Views

ELMA DENİZ KARAKURT

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

S a y f a | 80<br />

Dağın eteklerinde yaklaşık bir gün boyunca dolanıp durdular, herhangi bir iz, sonuç<br />

çıkarabilecekleri bir işaret arıyorlardı. Buraya kadar gelmişlerdi ama bütünüyle bir bilinmezliğin<br />

karşısındaydılar.<br />

Güneş batmak üzereydi. Bulutlar, kazanların içinde sarıya boyanan yünler gibi renk<br />

değiştiriyordu. İleride Kanak Dağları’nın yamaçlarının dibinde, dışarıya doğru uzanan bir kaya<br />

kitlesinin arasından dev bir yılan gibi çıkıp sürünerek ilerleyen bir uçurum yeryüzünü<br />

derinlemesine onmaz bir yara gibi kesiyor ve yukarıya uzanıp aşılmaz setler kuran dağlarla<br />

yarışırcasına aşağıya doğru yeni bir engel daha oluşturuyordu. Buralar insanın aşamayacağı her<br />

türlü engellerle donatılmış bir bölgeydi adeta.<br />

Uçuruma yaklaşıp sakınarak kenarına vardılar. Dibi görünmüyordu ve zifiri bir karanlık<br />

vardı aşağılarda, demek ki ışığın ulaşamayacağı kadar derindi. Birkaç tane taş attılar, sonra daha<br />

büyük kaya parçaları... Ama en ufak bir ses bile geri dönmüyordu. Bir meşale hazırlayıp yaktılar.<br />

İyice tutuştuktan sonra meşaleyi uçurumdan aşağı bıraktılar, pür dikkat izliyorlardı. Uruk Han;<br />

– Umarım sönmez, dedi.<br />

Meşalenin ışığı küçüldükçe küçülüyordu ama bu söndüğü için değildi, düşmeye devam<br />

ediyordu; küçücük bir nokta gibi kaldı ışık, sonra kayboldu. Aşağıdan tuhaf bir esinti yüzlerine<br />

vuruyordu. Sanki yeraltına, Abra ve Yutpa’nın 154 yaşadığı karanlık denize kadar iniyordu bu<br />

dipsiz çukur. Bir süre ürpererek baktıktan sonra biraz uşaklaşıp yere oturdular ve düşüncelere<br />

daldılar tekrar. Galiba bu kadar yolu boşuna gelmişlerdi ve hiçbir sonuç elde edemeden geri<br />

dönmek zorunda kalacaklardı; hâlbuki o kadar aşıtlar geçmiş, yol tepmişlerdi.<br />

Oturdukları yerden, kenarında söğüt açları bulunan sazlık bir göl görünüyordu.<br />

Kenarlarındaki uzun bacaklı, sivri gagalı balıkçıl kuşları kafalarını suyun içine sokup sallayarak<br />

karıştırıyorlardı bitkilerin aralarını ve çamurlu tabanı; ara sıra başlarını kaldırıp yukarıya doğru<br />

dikerek, yakaladıkları balıkları yutuyorlardı. Biraz içeride sazların ve kamışların azaldığı bir<br />

bölgede yaban kazları yüzüyorlar bazen suya dalıp yeniden çıkıyorlardı, belli ki onlar da<br />

avlanıyorlardı. Balığı bol olmalıydı bu suyun. Gölün başka bir köşesinde kambur sırtını eğerek su<br />

içen bir sırtlan etrafı sinsice izliyor, faydalanabileceği herhangi bir durumun olup olmadığına<br />

bakıyordu. Bu civarda çakallara da rastlanırdı sıklıkla; ellerine geçirdikleri her türlü hayvanı yiyen<br />

köpeğe benzeyen, sivri kulaklı, kır renkli bu acımasız canlıların birkaç gün önce yakalayarak<br />

yedikleri bir ceylanın kemikleri az ilerilerinde yavaş yavaş çevreye dağılmaya başlamıştı bile.<br />

Bir ara uçurumun içerisinden çıkan bir kuş sürüsüne takıldı Uruk’un gözleri. Güvercindi<br />

bunlar; yükselip taklalar atıyorlar, gırtlaklarından kendilerine özgü boğuk sesler çıkarak<br />

ötüyorlardı. Bir erkek, dişinin çevresinde dönerek ona kur yapıyordu. Birkaç tanesi yeniden<br />

karanlıktan içeriye girerek kayboldu, diğerleri havada yaptıkları oyunlarına devam ediyorlardı.<br />

154 Abra ve Yutpa: Yeraltında yaşayan ve ejdere benzeyen devasa iki yılan.<br />

D e n i z K a r a k u r t<br />

<strong>ELMA</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!