02.11.2012 Views

Gencizbiz 4 mail

Gencizbiz 4 mail

Gencizbiz 4 mail

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Darağacında olsak da son sözümüz FENERBAHÇE<br />

İçmeden<br />

Yazamıyorum<br />

GENÇLİK DERGİSİ<br />

Pelin Batu:<br />

Tek Bir<br />

Meslekle<br />

Ömür Geçmez<br />

2012 • SAYI: 4<br />

Eğlenmeyi Nasıl Bilirdiniz?<br />

İnstagram<br />

Fotoğrafçılığı


Merhaba,<br />

Uzun bir aradan sonra “eğlenceli” bir GencizBiz sayısı ile daha birlikteyiz. Yaz döneminin<br />

araya girmesiyle uzak kaldığınız GencizBiz renkli bir geri dönüşle selamlıyor gençleri.<br />

Yoğun bir çalışma, eğitim öğretim döneminin ardından gelen yaz mevsimi hepimiz<br />

için dinlenme, eğlence, seyahat mevsimi olarak hayatımızda yer ediyor. Özellikle tatil<br />

anlayışımız tamamen “eğlence”” odaklı…<br />

İş hayatı ve okul dışında kalan vaktimizi ise “biraz kafa dağıtmak” için eğlenerek geçiriyoruz.<br />

Peki nedir bu eğlenmek? Nitelikli eğlence diye bir şey var mıdır? Eğlenirken aynı<br />

zamanda öğrenmek zorunda mıyız? Gençler ve yetişkinler arasındaki eğlence anlayışlarının<br />

birbirinden farkı ne? İnsan ne yapınca eğlenir, eğlenme klişeleri nelerdir? Bunun<br />

gibi sorular çoğaltılabilir elbet.<br />

İşte bu sayıda “Yar Bana Bir Eğlence” dosyasıyla eğlence anlayışımız üzerine yoğunlaştık.<br />

Ve dosyamız, röportajlarımızla zihinlerde ne var ne yok yokladık.<br />

Dosyayı ele alan Gülizar Sönmez, “Eğlenmeyi Nasıl Bilirdin” diye soruyor bize. Üstün<br />

Dökmen ve Melek Arslanbenzer’in uzman görüşleriyle tamamlanan dosyada modern eğlenme<br />

biçimiyle geçmişin bir diyalektiği yapılıyor.<br />

Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise “Gürültülü Müzik Eğlenememenin Çığlığıdır” başlıklı yazısında<br />

küçük şeylerden mutlu olmakla insanın eğlenmeyi öğrenebileceği vurgusunu yapıyor.<br />

Eğlence dosyasının yanısıra Pelin Batu ile yaptığımız röportajı zevkle okuyacağınızı<br />

düşünüyoruz. Sosyal medya köşemizde ise bu sayıda tadına doyulmaz bir konuyu, twitter<br />

“journalist ve photographer”lerini inceliyor. Özellikle sosyal medya ile yaygınlaşan<br />

fotoğrafçılık ve vatandaş gazeteciliği, ve sosyal medya kullanıcılarının bu sıfatlar üzerinden<br />

kendilerini konumlandırmaları M. Zübeyir Koçulu’nun kaleminden okuyucuyla<br />

buluşuyor.<br />

Serbest Kürsü köşemizin konuğu ise uzun zamandır köşesine çekilen ve Meksika Sınırı<br />

programıyla yeniden ekranlara dönen İs<strong>mail</strong> Kılıçarslan… Kılıçarslan’la hem yeni programını<br />

hem de gençlerle ilgili gözlemlerini, eğlenceyi konuştuk.<br />

Eğlenceli bir eğlence dosyası okumanız bu sayının keyfini çıkarmanız dileğiyle…<br />

İsmihan ŞİMŞEK<br />

İmtİyaz Sahİbİ<br />

Mustafa Kara<br />

yayın Danışmanı<br />

Hasan Ekmen<br />

yayın yönetmenİ<br />

İsmihan Şimşek<br />

yayın Kurulu<br />

Ayşe Şahinboy Doğan<br />

M. Zübeyir Koçulu<br />

Gülizar Sönmez<br />

Ersin Çelik<br />

Halit Ömer Camcı<br />

muhabİrler<br />

Ayşegül Duman<br />

Pınar Hilal Balta<br />

Bünyamin Uzuncan<br />

GrafİK&taSarım<br />

Origami Reklam<br />

0544 792 91 93<br />

aDreS<br />

Burhaniye Mah. Genç<br />

Osman Sk. No:13<br />

P.K. 34676 Üsküdar /<br />

İstanbul<br />

telefon<br />

0216 557 71 98<br />

maıl<br />

gencizbiz@gencizbiz.biz<br />

baSKı<br />

Dergah Ofset<br />

0212 489 33 33


18<br />

Eğlenmeyi<br />

Nasıl<br />

Bilirdin?<br />

2 SAYI 4<br />

4<br />

Pelin Batu:<br />

Tek Bir Meslekle<br />

Ömür Geçmez<br />

Çok iyi hocalarımız vardı<br />

ama öğrencilerin çoğu<br />

oturup not tutmaya<br />

alışmışlar. Yani gidip de<br />

bir şeyi sorgulamak, bu<br />

kaynakta sorun olabilir mi<br />

diye ya da aynı dönemde<br />

yazmış kişileri sorgulama<br />

gibi bir güdüleri yoktu.<br />

içindekiler<br />

30<br />

İs<strong>mail</strong> Kılıçarslan:<br />

Yavaşlayın!<br />

Televizyon beni kendi<br />

realitemden, kendi<br />

gerçekliğimden,<br />

kendi inançlarımdan<br />

uzaklaştırmaya başladı.<br />

Bende televizyondan<br />

uzaklaşmayı tercih<br />

ettim.<br />

22<br />

Anne Ben<br />

Profesyonel Oldum<br />

Modern algı kolaycılığı<br />

kodluyor zihinlere. Hep<br />

daha kolaya, daha pratiğe<br />

sürüklenirken, kaliteli ve<br />

kalıcı işler yapmak sönük<br />

bir hedef olarak kalıyor.<br />

Çıraklık veya amatörlük<br />

gençler için mahcubiyet<br />

meselesi.


8<br />

10<br />

12<br />

14<br />

24<br />

26<br />

Gençler, Eğlenin Ama<br />

Eylenmeyin!<br />

O kadar fazla imkâna ve seçeneğe<br />

sahipsiniz ki, neredeyse yüz yüze<br />

iletişim kuracak, sohbet edecek,<br />

dostluk, arkadaşlık kuracak<br />

vaktinizin kalmadığını yakinen<br />

tanıdığım genç kardeşlerimin<br />

hayatında görüyor ve biliyorum.<br />

Gürültülü Müzik<br />

Eğlenememenin Çığlığıdır<br />

Pamuk Prenses'in<br />

Adaleti<br />

Amerika’nın postmodern<br />

uyarlaması “Pamuk<br />

Prenses ve Avcı” masalın<br />

değişmez argümanlarına<br />

bağlı kalarak ancak<br />

muhtevası fantastik film<br />

formatına dönüştürülerek<br />

tekrar seyir halini almış.<br />

Bebelere Balon<br />

Entellere Oyuncak<br />

İnstagram<br />

Fotoğrafçılığı<br />

Yeni nesil<br />

fotoğrafçılık...<br />

Avrupa'da Eğitimin Gözdesi: VİYANA<br />

Darağacında Olsak da<br />

SON SÖZÜMÜZ FENERBAHÇE<br />

34<br />

36<br />

38<br />

40<br />

44<br />

46<br />

48<br />

50<br />

Yılın Bu Mevsiminde:<br />

İGUANALAR<br />

3 Kuruşa Öğrence Sefası<br />

KISA FİLM<br />

Bir Göçmen Hikayesi<br />

TEZAT TV<br />

İçmeden Yazamıyorum<br />

BİLİŞİM<br />

GENÇLİK AJANDASI<br />

SAYI 4<br />

3


AKTÜEL<br />

4 SAYI 4<br />

GÜLİZAR SÖNMEZ<br />

Bakma Sağına Soluna,<br />

Sana Soruyorum;<br />

Eğlenmeyi<br />

Nasıl Bilirdin?<br />

Yağ satar, bal satardık. Hızımızı alamaz döner döner<br />

dönerdik... Yorulmaz üstüne bir de köşe kapmaca yarışına<br />

girer, ilk mızıkçıdan sonra onu oyundan atmak<br />

yerine başka bir heyecana geçerdik. Mahallenin en afilisi<br />

olma şansını sadece elindeki renkli topa bağlı olan çocuğa<br />

oyunun en kıdemlisi olmayı teklif ederek yakar topla<br />

renk toplardık. Her sokağın bir köşesinde tebeşirlerle yere<br />

kazınmış seksek çizgileri bulunur, akşamlar saklambaç için<br />

üzerimize çekilen lacivert bir perde olurdu. Aklımızdan<br />

bile geçmezdi gece yataklarımıza yattığımızda ne kadar<br />

eğlendiğimizi düşünmek yorgunluktan.


Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda<br />

daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının<br />

biraz daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini<br />

başka mahalleden kurtarma heyecanı vardı ya da<br />

başka mahallenin güzeline gönül verme... Bisiklet<br />

turları başlardı uzun uzun... Ve illa kahvede<br />

oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük<br />

adamlar olduk” keyfi...<br />

BİZ BÜYÜDÜK VE GERİDE KALDI SEKSEK<br />

SEKEREKTEN...<br />

Sonra büyüdük. Büyümekle geride kaldı tüm bu çocuk<br />

oyunları. Biz artık bir çınarın altında yaşıtlarımızla, biraz<br />

kısık sesle konuşulacak önemli konuların en jantili lafını<br />

eden kişisi olduk. Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda<br />

daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının biraz<br />

daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini başka mahalleden<br />

kurtarma heyecanı vardı ya da başka mahallenin güzeline<br />

gönül verme... Ve illa bisiklet turları başlardı uzun uzun...<br />

Ve illa kahvede oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük<br />

adamlar olduk” keyfi...<br />

“HEY GİDİ GEÇMİŞ GÜNLER” İÇ GEÇİRMESİ<br />

DEğİL MESELE<br />

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” düsturu ile aktı<br />

zaman yeni her şey yeniledi zevklerimizi. Her dönemin<br />

kendi iyisi vardır, buna binaen kötü olmadı değişen. Çok<br />

mutlu idik bugün mutsuzuz değil mesele... “Hey gidi geçmiş<br />

günler” iç geçirmesi de değil.<br />

Kitaplar, dergiler, diziler, sokaktan geçen amcalar, okul<br />

gezileri hep bir şeyler olurdu, eğlenmek ve genç olmak<br />

için. Sonra yetmemeye başladı her şey... Sahip olduklarımız<br />

sahip olmak isteyeceğimiz başka bir şey için adım<br />

olmaya başladı.<br />

Aliya İzzetbogoviç, Doğu-Batı Arasında İslam kitabında,<br />

tüketen ve değişen insanın çıkmazını “durmadan yeni yeni<br />

ihtiyaçlar yaratmak, fuzuli şeylere ihtiyaç duyurmak suretiyle<br />

uygarlık insan ve tabiat arasındaki madde alışverişini<br />

yoğunlaştırmaya çalışmaktadır. Elde etmek için üretmek,<br />

israf etmek için elde etmek...“bu şekilde anlatıyor. Devamlı<br />

değişen devamlı ihtiyaç haline gelen yaşam şekilleri,<br />

ihtiyaçlar, sözler... Ve hepsi sahip olmakla bizi mutluluğa<br />

yaklaştıracak inancı.<br />

Mesele; bugün “paraşütle atlarken mi eğlenmiş oluyoruz,<br />

Facebook’ta yazdığımız uzun cümledeki beğeni sayısı ile<br />

mi?”<br />

SAYI 4<br />

5


AKTÜEL<br />

MESELE, “NE YAPINcA EğLENİR Kİ İNSAN?”<br />

MESELESİ<br />

Mesele, “Ne yapınca eğlenir ki insan?” meselesi... Kulakları<br />

sağır edecek bir müzikle bütün gece tepinmekten<br />

biriyle dalga geçmeye, kedilerin kuyruğuna teneke bağlamaktan<br />

komik bir film seyretmeye kadar herkes için 50 bin<br />

çeşit anlama gelebilecek eylem sıralayabiliriz “eğlenmeyi”<br />

anlatmak için. Ya da birçok kişi çocukluk der; tenekeleri<br />

akledenin eğlenme şekline.<br />

Eğlenmek hiçbir tanım karşısında tam karşılık bulamıyor<br />

nedense. Belki de bir kaç şeyin bir araya gelmesinden de<br />

oluşabilir; Adrenalin, sevgi, başarı, muhabbet, ego tatmini...<br />

“Zamanın nasıl geçtiğini anlamamak” yeterli bir ölçüt müdür<br />

eğlendim diye bilmek için?<br />

Önceden planlanarak yapılabilecek bir şey değildir belki<br />

de eğlenmek. Hatta ne kadar planlı programlı olsa o kadar<br />

aksaklık yaşanır, “güzel olması” isteği hep “daha mükemmeli<br />

vardır” düşüncesini getirir beraberinde.<br />

Eğlenmek, bir kaç insan görmek, bir şeyler yemek, içmek<br />

midir ya da satranç tahtası başında veziri sağa mı sola mı<br />

oynatacağını dakikalarca uzun bakışlar eşliğinde düşünmek<br />

midir? Bir yere gitmek ile eğlenmek eş anlamlı mı?<br />

6 SAYI 4<br />

Genç; doğal davranan, iç kaynaklarıyla (yetenek,<br />

ilgi alanları) dış kaynakları, dünyadaki<br />

olanakları eşleştirebilen kişidir. Her yaşta genç<br />

olunur.<br />

Çağ değişmiştir, yeni eğlence tarzları ortaya<br />

çıkmıştır.300 sene önce sörf yapmak ya da paraşütle<br />

atlamak hayal bile edilemiyordu ancak<br />

bugün eğlence için yaygın olarak yapılıyor. Her<br />

çağ yeni eğlenceler getirmiştir.<br />

Bu değişikliklere rağmen bir araya gelmek, birlikte<br />

yiyip içmek gibi klasik eğlenceler asla bitmez.<br />

Ancak yenileri bunlara eklenir.<br />

HER YAŞTA GENÇ OLUNUR<br />

ÜSTÜN DÖKMEN (AKADEMİSYEN - PSİKOLOG)<br />

Sosyal Paylaşımla Eğlenmeye Duyguların<br />

Karşı Ama...<br />

Sosyal medya üzerinden bir şeyler paylaşılarak<br />

ya da oradan görüşerek eğlenmeye, vakit geçirmeye<br />

duygularım karşı ancak aklım doğru<br />

olduğunu söylüyor. Çünkü medeniyet geliştikçe<br />

yeni eğlence türleri ortaya çıkacaktır. Her çağ<br />

kendi eğlencesini de getirir.<br />

Teknolojik gelişmelere ve onun getirdiği eğlence<br />

türlerine uyum sağlayanlar (teslim olan değil,<br />

uyum sağlayan) yarına kalacaktır.


Veya bir yerlere giderek kendilerini eğlenmeye mi şartlandırıyor,<br />

insanlar? Yoksa bize dayatılmış eğlence anlayışının<br />

bir ürünü mü tüm yaptıklarımız? Eğlence anlayışı çok<br />

sığ kalıplar içerisinde mi?<br />

İsmet Özel, “Modern zamanlar, insanların değil, kalabalıkların<br />

mutluluğunu düşünür' der. Eğlenmiş ve eğlenerek<br />

mutlu olmak başkalarının mutlu olması ile doğrudan irtibatlı<br />

bağımlı hale mi girdi?<br />

..LAR... LAR... LAR... EğLENcE DİYE BİR ŞEY VAR<br />

Modern zaman insanı şimdilerde “aynı”lığa karşı çıkarak,<br />

modernizmin yarattığı tüm söylemleri sorgulama, yıkma<br />

ve yeniden inşa etme peşinde. Post modernizm, modern<br />

insanın çalkantılarına ve çelişkilerine dair yeni bir sığınma<br />

alanı yaratı. Bu alanda eleştirme, karşı çıkma, farklı olma,<br />

alabildiğine serbestlik, özgürlük...<br />

Hep bir ağızdan şarkı söylemeler, bir masanın başında ellerde<br />

telefon muhabbet etmek yerine twitleşmeler birbirine<br />

twitler göstererek kahkahalar atmalar, sinemada haşarı<br />

çocuk olduğunu kanıtlamak “bak aman da ne özgüven<br />

sahibiyim” deyu mısır atmacalar, kim ne diyor rahatsız<br />

oluyor diye düşünmeden şakalaşmalar, bir masa etrafında<br />

en sıkıcı konulardan dünyayı kurtarmalar, sigara üstüne<br />

sigara yakmalar, en manzaralı bir sandalye kapıp bol bol<br />

uzaklara bakmalar, kitap üstüne kitap bitirmeler, pc başında<br />

chat yapmalar... lar... lar... lar ... Eğlence diye bir<br />

şey var mı? Eğlence denilen şey aslında kültürle bütünleş-<br />

EğLENMENİN VE GENÇ OLMANIN BENcİLcE BİR TARAFI VARDIR<br />

MELEK ARSLANBENZER (PSİKOLOG-PSİKODrAMATİST-YAZAr)<br />

Eğlenmek ve genç olmak iç içe kavramlar olarak<br />

anılırlar genellikle. Eğlenmek hareketle de<br />

iç içedir ve kendine yönelik bir eylemdir. Eğlenmenin<br />

ve genç olmanın bencilce bir tarafı<br />

da vardır çoğu zaman. Bunu olumsuz manada<br />

kullanmıyorum. “Ahlaksızlık boyutuna ulaşıp<br />

başkalarına zarar vermediği sürece insanların<br />

bencil olmaya ve sadece kendilerini eğleyecek<br />

şeyler yapmaya da hakları vardır” diye düşünüyorum.<br />

Eğlenmenin Sınırları Nettir...<br />

Eğlenmenin şekline şemaline gelince; bu toplumdan<br />

topluma ve zamana göre farklılık gösteren<br />

bir şey. Bu dönemin gençlerinin çokça takip<br />

ettiği ve ilgilendiği şeyler bundan 10 sene<br />

önce belki de kimsenin ilgilisini çekecek şeyler<br />

değildi. 10 yıl önce insanları eğlendiren şeyler<br />

tiğinde anlamını bulmuyor mu? Mesela sinemaya gitmek<br />

eğlence mi kültür mü?<br />

ÇALIŞINcA EğLENMİŞ OLUNAMIYOR MU?<br />

Boş geçirilen zaman mı eğlenmek, çalışarak eğlenilmez mi<br />

örneğin.<br />

Eğlenmek denilince hep akla “boş geçirilen zaman” gelir.<br />

‘Çalışmayı işkence, dinlenmeyi eğlence ile özdeşleştiren<br />

tuhaf bir geleneğimiz var. Hâlbuki tam tersi, kederli insanı<br />

avutan, sıkıntıları dağıtan ve insana yaşamı zenginleştiren<br />

hazlar veren şeyin 'çalışmaktır’ diye anlatır Peyami Sefa...<br />

BAKMA SAğINA SOLUNA, SANA DİYORUM!<br />

Evet, evet... Siz işte şimdi bu cümleyi okuyan arkadaş...<br />

Sana diyorum... Bakma sağına soluna... Tamam, o diğer<br />

masadaki eleman şen kahkahalar atıyor, evet senden daha<br />

çok arkadaşı var yanında, evet evet eğleniyor gözlerinin<br />

içi gülüyor... Ben seni soruyorum, sen de sor kendine bir<br />

defa; “eğleniyor muyum?”<br />

Demem o ki, hasılı kelam... Çalışırken, yürürken, bakarken,<br />

dinlerken, yemek yerken, kitap okurken, film izlerken,<br />

konuşurken, ibadet ederken eğlenmiyorsanız bir kez<br />

daha gözden geçirin derim içinde bulunmayı seçtiğiniz<br />

durumları. İnsan gülen varlıktır efendim. Ne güzel güler<br />

hem de. “Vay ki gençtim” demeden bir gülüverin.<br />

bugün artık çok fazla insanı gülümsetmiyor ya<br />

da eğlendirmiyor. Dolayısıyla bugün sosyal paylaşım<br />

sitelerinde insanların bir şeyler paylaşıp<br />

bunlara gülüyor ya da bunlarla eğleniyor olmalarını<br />

yadırgamıyorum.<br />

Bu dönemin eğlenme kültürü de bu. Önemli<br />

olan ahlak sınırını doğru çizebilmektir. İslam<br />

eğlenmenin sınırını net bir şekilde çiziyor aslında.<br />

Kimsenin kalbini kırmamak, incitmemek<br />

ve yalan söylememektir esas olan. İnsanların<br />

kusurlu taraflarıyla alay etmeyi ve eğlenmeyi<br />

Peygamber efendimiz lanetlemiştir. Şaka yapmak<br />

için bile olsa yalan söylememek yine çok<br />

net sınırlardan biridir. Bu sınırları koruyarak<br />

eğlenmek insanın hem ruhunu besler, hem de<br />

geçirgenliğini arttırır. Bu sınırları aşmak ya da<br />

korumak dün de mümkündü bugün de mümkün.<br />

SAYI 4<br />

7


O kadar fazla imkâna<br />

ve seçeneğe sahipsiniz<br />

ki, neredeyse yüz<br />

yüze iletişim kuracak,<br />

sohbet edecek, dostluk,<br />

arkadaşlık kuracak<br />

vaktinizin kalmadığını<br />

yakinen tanıdığım<br />

genç kardeşlerimin<br />

hayatında görüyor ve<br />

biliyorum.<br />

8 SAYI 4<br />

Mustafa Kara<br />

Anlaşılıyor ki, her<br />

zaman olduğu gibi<br />

dediğine göre, bu genç<br />

kardeşimizin hayatı<br />

hep böyle geçiyordu. Ve<br />

anlaşılıyor ki, yaşamakta<br />

olduğumuz modern<br />

zamanların eğlence<br />

anlayışı maalesef buydu.<br />

Televizyon izlemek,<br />

internette gezinmek ve<br />

alış-veriş merkezinde<br />

dolaşmak…<br />

Gençler,<br />

Eğlenin Ama<br />

Eylenmeyin!<br />

İnsan kırklı yaşlardan sonra hayatı daha bir özenli, daha bir dikkatli<br />

yaşamak istiyor.<br />

Yaş kemale erip iş yoğunluğu artınca serbest zaman azalıyor ve<br />

ister istemez daha planlı, daha seçici olma ihtiyacı hissediyor insan...<br />

Daha açık ifade edeyim; insan büyüyünce zamana hükmetmek ve her<br />

dakikasını gönlünce yaşamak istiyor. Bir yandan işle güçle uğraşıp<br />

hedeflerine ulaşmaya çalışırken, bir yandan da eğlenmek ve hayatı<br />

farkına vararak yaşamak istiyor. Ancak bu o kadar da kolay olmuyor.<br />

Hele “internet çağı” olarak addedilen günümüzde âdeta “haz” ve “hız”<br />

yarışına dönen hayatı gönlümüzce yaşamak epeyce dikkat ve gayret<br />

gerektiriyor.<br />

Eminim ki sizler böyle düşünmüyorsunuz. Gençliğin verdiği enerji ve<br />

bu çağın sizlere sunduğu imkânlar dünyasında hayatı biraz daha karmaşık<br />

yaşıyorsunuz gibi geliyor bana. Elbette her çağın kendine özgü<br />

bir yaşam biçimi var ve sizler de çağınıza göre yaşıyorsunuz.<br />

Eğlenmeden beslenmeye, giyim kuşamdan, okumaya yazmaya kadar<br />

pek çok alanda yepyeni imkânlara, farklı farklı alışkanlıklara sahipsiniz.<br />

O kadar fazla imkâna ve seçeneğe sahipsiniz ki, neredeyse yüz<br />

yüze iletişim kuracak, sohbet edecek, dostluk, arkadaşlık kuracak vaktinizin<br />

kalmadığını yakinen tanıdığım genç kardeşlerimin hayatında<br />

görüyor ve biliyorum.<br />

Bunları düşündükçe aklımdan şu sorular geçiyor: Acaba gençler hayatlarını<br />

gönüllerince yaşayabiliyor mu diyorum bazen… Bir yandan<br />

gelecek hayalleri kurarken, aynı zamanda mutlu olabiliyorlar mı? Ya<br />

da bir bakıma, “hayat bir eğlence” ise, eğleniyor, eğlenmeyi biliyorlar<br />

mı? Daha da önemlisi, eğlenirken öğreniyor; büyüdüklerinde işlerine<br />

yarayacak tecrübeler biriktiriyor, hatıralar devşiriyorlar mı diye merak<br />

ediyorum.<br />

Aslında bir miktar biliyorum. Üsküdar Gençlik Merkezi’nde, yüzlerce<br />

sosyal ve kültürel faaliyetlere katıldığınızı hatta bizzat kendinizin<br />

gerçekleştirdiğini; çoğunlukla konserlerde, gezilerde, spor salonlarında<br />

hep bir arada olduğunuzu biliyorum. Karşılaşıyor, selamlaşıyoruz.<br />

Ancak merak ettiğim başka bir şey…


Bakın, taze bir hatıramı anlatayım:<br />

Geçen ramazan bayramından sonra genç bir kardeşimle<br />

sohbet ettik.<br />

Bayramının nasıl geçtiğini sorduğumda verdiği cevaba çok<br />

şaşırdım.<br />

O genç kardeşimizin bayramı eğlencesi, vaktinin büyük<br />

çoğunluğunu internette geçirmek, biraz televizyon izlemek,<br />

bir de kendi ifadesiyle, “her zaman olduğu gibi, alışveriş<br />

merkezinde vakit geçirmek”ti.<br />

Peki, “Arkadaşlarınla bayramlaşıp, onlarla vakit geçirmeyi<br />

düşünmedin mi?” diye sordum: “İnternette sohbet ettik”<br />

dedi.<br />

Öyle anlaşılıyordu ki, ne “sevinç, mutluluk, paylaşmak<br />

vs… anlamına gelen bayramdan keyif alıyordu, ne de<br />

bayram boyunca gerçekleştirdiği etkinliklerden… İstediği<br />

gibi bir gençlik, olması gereken gibi bir hayat yaşamadığı<br />

veya yaşayamadığı açıkça anlaşılıyordu halinden.<br />

Anlaşılıyor ki, her zaman olduğu gibi dediğine göre, bu<br />

genç kardeşimizin hayatı hep böyle geçiyordu. Ve anlaşılıyor<br />

ki, yaşamakta olduğumuz modern zamanların eğlence<br />

anlayışı maalesef buydu. Televizyon izlemek, internette<br />

gezinmek ve alış-veriş merkezinde dolaşmak…<br />

Evet, bunlar çağımızın imkânları ve sizlere sundukları…<br />

Ancak, özellikle bir bayram gününde bile, sizleri birbirinizden<br />

bu denli uzaklaştıracak kadar oyalaması normal<br />

mi? Bu bir hayat tarzı, eğlenme biçimi olmaktan ziyade<br />

bir bağımlılık durumu değil mi?<br />

SOSYAL MEDYA FAYDALIDIR, FAKAT…<br />

Elbette, yerinde ve zamanında çağın imkânlarından yararlanacağız.<br />

Tabi ki, teknoloji hayatımızı kolaylaştıracak.<br />

Bizlere bir şeyler öğretecek, geleceğimize ışık tutacak<br />

TV programları da izleyeceğiz; internet ortamında, paralel<br />

yeni dünyada neler olup bitiyor ondan da haberdar<br />

olacağız. Normal hayatımızda ulaşamayacağımız şeylere<br />

Facebook’tan, Youtube’dan ulaşacak ve arkadaşlarımızla<br />

paylaşacağız. Biliyorsunuz, ben de bu yeni dünyaya yabancı<br />

değilim. Hatta yapılan değerlendirmelerde sosyal<br />

medyayı en sık kullanan siyasetçilerden de birisiyim. Zaman<br />

zaman bu sanal mecralar üzerinden görüştüğümüz de<br />

oluyor.<br />

Ancak sevgili gençler;<br />

Bu mecralar bizleri sosyal ortamımızdan, ailemizden, arkadaşlarımızdan<br />

koparmamalı, koparamamalı… Birbirimizle<br />

iletişimimizi koparacak kadar, özellikle sevinçlerimizi,<br />

mutluluğumuzu; derdimizi, kederimizi… Kısaca her şeyimizi<br />

paylaştığımız ailelerimizle bağımızı koparacak kadar<br />

bize yakın olmamalı, vaktimizi almamalı diye düşünüyorum.<br />

Tabi sizlere internet kullanma kılavuzu sunacak değilim<br />

sizlere. Sizler teknolojiyi benden daha iyi biliyorsunuz.<br />

Ancak bir ağabeyiniz olarak, hayat hakkında sizlere birkaç<br />

tavsiyede bulunmayı bir borç biliyorum.<br />

BİR HİKâYENİZ OLSUN<br />

Hayat öğrenmek, öğretmek; çalışmak, mücadele etmek,<br />

başarmak ve mutlu olmak üzerine kuruludur. Her insanın<br />

farklı yetenekleri, ilgi alanları var. Hayatınıza değer katacak,<br />

serbest zamanlarınızı anlamlandıracak uğraşlarınız<br />

olmalı… Bir şeyler yapmalısınız ki, hem kendinizi geliştirebilin,<br />

hem de arkadaşlarınızla, dostlarınızla ve diğer insanlarla<br />

bir araya geldiğinizde paylaşacak bir meziyetiniz,<br />

anlatacak bir hikâyeniz olabilsin. Hele hele muhakkak bir<br />

enstrümanınız olsun. ruhunuzu dinlendirecek, stresinizi<br />

alacak güzel bir sanat dalıyla ilgilenin ve uzman oluncaya<br />

kadar da üzerinde çalışın.<br />

Sanat dalı demişken, hani bir türkümüz var;<br />

“Geçti dost kervanı, eyleme beni” der ya; adımlarınızı bilinçli<br />

atmaz ve vaktinizi iyi değerlendirmezseniz, dost kervanı<br />

da, gençliğiniz de geçer gider.<br />

O halde “gün bugündür” deyin. İleride bir gün geriye dönüp<br />

baktığınızda, gülümseyebileceğiniz bir şekilde yaşayın.<br />

Eğlenin ama eylenmeyin!<br />

SAYI 4<br />

9


AKTÜEL<br />

Prof. Dr. Nevzat Tarhan<br />

Psikiyatrist<br />

Gürültülü Müzik<br />

Eğlenememenin<br />

Çığlığıdır<br />

Eğlence bir ihtiyaçtır. İnsanın 24 saatinin -uyku hariç-<br />

%20’sinden fazla eğlence kişinin psikolojik doğasına<br />

aykırıdır. Bir insan için günün %20’sinde eğlenmesi,<br />

eğlence doygusu için yeterlidir. Kişilerin eğlenmek dışında<br />

başka sorumlulukları da vardır. Gençlere sorumluluk ve<br />

özgürlük dengesinin öğretilmesi lazım. Bilgisayar karşısında<br />

özgür, istediği gibi oynuyor. Böyle gençlere “özgürsün<br />

ama hakların ve sorumluluğun var” şeklinde bir eğlence<br />

algısı öğretilmesi lazım. Özgürlük ve sorumluluk sınırını<br />

öğrettiğimiz zaman, eğlenmenin de sınırını öğretmiş<br />

oluruz.<br />

MUTLULUğU BELLİ ŞARTLARA BAğLI OLMADAN<br />

MUTLU OLMAYI BEcEREBİLMELİ İNSAN<br />

Eğlence de sınır önemli. Nasıl bir ilacı ilaç yapan dozudur.<br />

En ufak bir ilaç dozu aşınca zehir oluyor, eğlence de<br />

böyledir. Bunun gibi eğlencenin de dozu arttığı zaman<br />

zararlı oluyor, hiç olmuyorsa bile kişiyi mutsuz ediyor.<br />

Eğlence duygu paylaşımı olmalı. Kişinin mutluluğunun<br />

sadece “belli şartlar olursa mutlu olur”a bağlanması düşüncesi<br />

yerine kişi belli şartlar olmadan kendi kendine de<br />

mutlu olup eğlenebilmeli, bunu yapmayı öğrenebilmeli.<br />

Kişi sıradan şeylerden zevk almayı, küçük şeylerle mutlu<br />

10 SAYI 4<br />

Kişi sıradan şeylerden zevk almayı,<br />

küçük şeylerle mutlu olmayı<br />

öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek<br />

yerine kendini değiştirmeyi<br />

öğrenebilirse işte o zaman<br />

eğlenebilir. Sıradan şeyler bile<br />

eğlenceli olur; bir çay içmek, araba<br />

kullanmak, arkadaşı ile oturup<br />

havdan sudan konuşmak...<br />

olmayı öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek yerine kendini<br />

değiştirmeyi öğrenebilirse işte o zaman eğlenebilir. Sıradan<br />

şeyler bile eğlenceli olur; bir çay içmek, araba kullanmak,<br />

arkadaşı ile oturup havdan sudan konuşmak... İlla<br />

gidip hızlı/gürültülü müzik ile eğlenmesi gerekmiyor. O<br />

gürültülü müzik kişinin orgazma ulaşamamasının çığlığıdır.<br />

Zevk konusunda aşırı hırslı olan, orgazmik bir zevk hedefleyen<br />

kimse normal şartlarda buna ulaşamıyor. Hedeflerini<br />

yüksek tutunca ona ulaşmak için gürültülü, yüksek<br />

müzik yöneliyor. O an gürültülü müzik narkozite ediyor<br />

ve geçici bir “mutlu gibi oluyor” ama o gürültü, çılgınlık<br />

olmadığı zaman kötü hissediyor kendini. İlk etki ile zevk<br />

alıyor ama bitince hemen geçiyor. O olmayınca devamlı<br />

eğlence ihtiyacı doğuyor, sürekli istiyor. “Hızlı yaşantım<br />

olsun da, gürültülü müzik olsun da, çılgın eğlence olsun<br />

da eğleneyim” diye bir zihinsel düşünce oluşuyor. Bu düşünce<br />

popüler kültürün hatası. Popüler kültür eğlenmeyi<br />

bunlara odaklıyor.<br />

Aslında “ideal eğlenme” kişinin küçük şeylerden mutlu olmayı,<br />

basit sıradan şeylerden zevk alabilmeyi öğrenebilmesidir.<br />

4 mevsimde çiçek açan bitkiler gibi bunları öğrenen<br />

insan da her şartta eğlenir. Böyle olunca dış etkenlere<br />

bağlı olmayan kendi iç nedenleriyle, sahip olduğu şeylerle


Gençler özgürlüklerini hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve<br />

hoyratlık var. Zaman yönetimini öğrenmelerine engel oluyor<br />

bu durum. Birileri ile konuşurken, araba kullanırken, bir<br />

muhabbet ortamında otururken elinde telefon mesaj, twit<br />

atıyor. Bunu da beceri marifet gibi görüyor.<br />

eğlenmeyi başarabilmiş oluyor. Hollywood kültürünün bize<br />

öğrettiği yüksek müzik ile eğlenmek yerine küçük şeylerle<br />

eğlenebilmeyi, mutlu olabilmeyi başarabilir, sağlıklı hale<br />

getiririz.<br />

HEM SMS/TwİT ATIP, TV İZLEYİP, AYNI ANDA<br />

İPODLA MÜZİK DİNLEYEN GENÇLER<br />

Eğlence sadece teknoloji değil bir kulağında ipod ‘la müzik<br />

dinleyen, diğer elinde telefonla sms atan, gözü de televizyona<br />

bakan bir genç profili var. Ama bu 1-2 yıl sürüp<br />

geçiyor. Yeni ilgi alanları geliştirmek gerekir böyle gençler<br />

için. İnterneti, teknolojiyi, bilgisayarı tek ilgi alanı olarak<br />

görmesini engellemek, nitelikli zaman geçirme, alternatif<br />

kültürel paylaşımlar bulunarak sanal ortamın tuzaklarından<br />

kurtulmuş olur. Teknolojiyi tek seçenek olarak sunmamak<br />

lazım. Alternatif eğlence alanları düzenlemek lazım.<br />

YENİ TEKNOLOJİNİN KÜLTÜRÜ<br />

OLUŞTURULMALI<br />

Bu yeni teknolojini kültürü oluşmadı, oluşturulması lazım.<br />

Sosyologların ve psikologların çalışmalar yaparak sonuçlar<br />

çıkarması gerekiyor. Bu gibi alanlara “kişinin hayatının ...<br />

% ne kadar saat ayırması sağlıklı, ... % ne kadar ayırırsa<br />

sosyalliğe faydalı, kişinin psikolojisini, ilişkilerini ne<br />

derece bozuyor” bunların bilimsel ölçütlerle belirlenmesi<br />

gerekiyor. Bu yapılamadığı için gençler özgürlüklerini<br />

hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve hoyratlık var. Zaman<br />

yönetimini öğrenmelerine engel oluyor bu durum. Birileri<br />

ile konuşurken, araba kullanırken, bir muhabbet ortamında<br />

otururken elinde telefon mesaj, twit atıyor. Bunu da<br />

beceri marifet gibi görüyor.<br />

SAYI 4<br />

11


SİNEMA OKŞAN DEDE<br />

Pamuk Prenses’in<br />

ADALETİ<br />

Pamuk Prenses’in acımasız üvey anne karşısındaki mağduriyeti<br />

her jenerasyonca bilinen bir masaldır. Torundan<br />

toruna aktarılan öykü, cazibesini her dem korumuştur.<br />

Çeşitli dillerde de filme alınan masal, bir vakitler<br />

bizim ülkemizde de okunmaktan çıkıp seyirlik olmuştur.<br />

Zeynep Değirmencioğlu’nun Pamuk Prensesi oynadığı film,<br />

birçoğumuzun belleğinde hala tazedir. Lakin gelin görün<br />

ki Amerika’nın postmodern uyarlaması “Pamuk Prenses ve<br />

Avcı” masalın değişmez argümanlarına bağlı kalarak ancak<br />

muhtevası fantastik film formatına dönüştürülerek tekrar<br />

seyir halini almış.<br />

Pamuk Prenses masalın özünde de olduğu gibi billur güzelliğiyle<br />

ve masumiyetiyle seyircinin kirlenmemiş yanını<br />

alır arkasına hemen. Kötü kraliçe’nin kötülüğüne kılıf uydurulmuş,<br />

çocukken yaşadığı savaş şimdiki erkin sınırsızlığına<br />

dayanak olmuştur. En güzel kan ile yapılan büyü, ona<br />

dünya hâkimiyetinin kapılarını açmıştır. Bütün krallıkları<br />

12 SAYI 4<br />

talan etmiş, bütün kralları güzelliğiyle dize getirmiştir.<br />

Pamuk Prenses’in sadakatine karşılık, onun babasını öldürmüş<br />

ve onu da bir kuleye kapatmıştır.<br />

Daha çocukken aydınlıktan bertaraf edilen prenses, büyüdüğünde<br />

ise kraliçe için bir tehlikedir artık. Ondan daha<br />

güzeldir ve en güzel kan kraliçenin büyüsünü bozar. Kraliçe<br />

bu geçeğin gazabından kendini koruduğunu düşünerek<br />

yaşar hep çünkü ayna ona her dem ondan daha kudretli ve<br />

güzel kimse olmadığını söyler ta ki Pamuk Prenses reşit<br />

olup güzelliği kraliçenin önüne geçene kadar. Ayna ona bu<br />

kaçınılmaz gerçeği söylediği vakit başlar savaş. Kraliçe Pamuk<br />

Prenses’i öldürmek için harekete geçer. Kardeşini onu<br />

öldürmesi için kuleye gönderir ancak Pamuk Prenses cesareti<br />

ve mistik varlıkların yardımı ile kuleden kurtulur. Masalda<br />

da var olan o gizemli ormana kaçar ve yine masalda<br />

da hasıl olan durum devam eder kraliçe Pamuk Prenses’in<br />

peşine bir avcı gönderir onu bulup kalbini sökmesi için.


Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer.<br />

Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar gibi<br />

şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse<br />

Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz onları.<br />

KATİL YEDİ cÜcELER<br />

Ancak masaldan farklı olarak Pamuk Prenses’in saflığı<br />

değildir avcıyı avından vazgeçiren. Avcının bizzat kendi<br />

dirayetidir Pamuk Prenses’e dokunmaması. Bu hengâme<br />

ortasında avcı ile dost olan prenses ormandakilerin onun<br />

karşısında diz çökmesiyle avcının güvenini kazanır giderek.<br />

Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer.<br />

Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar<br />

gibi şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse<br />

Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz<br />

onları.<br />

Ancak doğa’nın Pamuk Prenses karşısındaki saygı duruşuna<br />

tanık olunca onlarda prensesin safında yer almaya başlarlar.<br />

Kraliçe’nin zalimliği karşısında küsüp, kararan yeryüzü<br />

Pamuk Prenses’in merhametiyle ışığını bulacaktır. Zira<br />

Pamuk Prenses’in halkı tetikleyip, savaşmak ve kraliçenin<br />

zulmünden evreni kurtarmak için başlattığı mücadele yerini<br />

bulur. Halkın kendi iradesi ve Pamuk Prenses’in cesur<br />

kalbiyle başlayan savaş kraliçenin büyüsünün en güzel kan<br />

ile bozulmasıyla son bulur. Pamuk Prenses’in adil fikri üstün<br />

gelmiş, kraliçenin sonsuzluğunu yerle bir etmiştir.<br />

PAMUK PRENSES’İN PRENSİ AVcI MIYMIŞ?<br />

Pamuk Prenses masalının bu görsel öğelerle zenginleşen<br />

uyarlaması tabiî ki çok fazla rağbet görmüştür. Her ülke<br />

de olduğu gibi bizim ülkemizde de doldurmuştur salonları.<br />

Yeni bir okuma yapılan masal, şimdiki sinema avantajlarının<br />

desteğiyle sanıldığının aksine cezp etmiştir izleyeni.<br />

Masaldaki prensin prensesi uyandırması romantizmi yine<br />

avcının prensesi uyandırması ile ön kabulleri yıkma adına<br />

iyi sayılacak bir sahne olmuştur. Pamuk Prenses öyle ya<br />

da böyle herkesin zihninde bir yere sahiptir. En başından<br />

beri masumdur ve bu masumiyeti ona kazanç sağlamıştır.<br />

Filmde de yine bu merhametli prenses yönergesinden vazgeçilmemiştir.<br />

İyiler mutlaka kazanır söylemi yine yeniden<br />

şiar edilmiştir.<br />

SAYI 4<br />

13


YAŞAM HALİT ÖMER cAMcI<br />

BEBELERE BALON<br />

ENTELLERE OYUNCAK<br />

İNSTAGRAM FOTOĞRAFÇILIĞI<br />

YENİ MODEL FOTOğRAFÇILIK<br />

İlginç bir yüzyılda yaşıyoruz. Şu da olsa diye temennide<br />

bulunduğumuz birçok şey bazen bizim düşünme hızımızla<br />

paralel bir şekilde kucağımıza düşüyor. Geçmiş<br />

yüzyıl insanları (jule verne’i hayırla yâd ederek) aya gitmeyi,<br />

seksen günde dünyanın etrafında dönmeyi, balonla<br />

uçmayı büyük ve imkansız hayaller olarak hikayeleştirirken<br />

biz bugün dünyanın en uzak yerindeki arkadaşımızla<br />

görüntülü konuşuyor, müzik, resim, çizim, fotoğraf … ne<br />

varsa paylaşabiliyor, yorum yapabiliyor, ‘bekle ben de geliyorum’<br />

diyebiliyoruz.<br />

Facebook, Twetter, ve bissürü şey derken şimdi cep telefonlarımızla<br />

çektiğimiz fotoğrafları paylaşmak fikri üzerinden<br />

huzurlarımıza sunulan ve daha taptaze bir ‘aplikasyon’<br />

iken facebook tarafından akıl almaz paralara satın alınan<br />

instagram’la yüz yüzeyiz. Konuşmaktan çok fotoğraf çekmeyi<br />

ve bunu paylaşmayı esas alan instagram görülmeye<br />

değer tarafları ile gündemimizde. Bu aplikasyonun kullanıcıları<br />

üzerinden sağlam bir okuma yapabiliriz. Kim bu<br />

isimlerini duymadığımız ama yüz binlerce insanın takip<br />

14 SAYI 4<br />

ettiği fotoğrafçılar, bir telefonun ekranında buluşup ne<br />

yapıyorlar, daha bir kez profesyonel bir fotoğraf makinesine<br />

dokunmamışken adları fotoğraf merkezli bir hikâyenin<br />

ortasında durabiliyor, haddizatında hayat nereye gidiyor?<br />

Buyurun buradan okuyun.<br />

HAYATTAN İZLER BIRAKMAK / UMURSANMAK<br />

İnstagram fotoğrafçıları biraz durum raporlayan insanlar<br />

durumundalar. Neredeyim, ne yedim, hava bakın ne kadar<br />

güzel, yanımda kimler var, takılarımı beğendiniz mi? minvalli<br />

soruların cevaplarını içeren fotoğrafları paylaşmayı<br />

adet edinmişler. Köklü bir fotoğraf eğitimine, hayatlarını<br />

feda ederek oluşturdukları bir fotoğrafçılık kariyerine ihtiyaçları<br />

yok. Yapılması gereken sadece fena kalitede olmayan<br />

bir akıllı telefona sahip olmak ve ücretsiz bir uygulama<br />

olan instagramı telefonlarına indirmek. Sonrası kolay.<br />

Çek, ayarla, ‘haştekle’, paylaş. Bazen hiçbir kare fotoğraf<br />

paylaşmamış ama profil görüntüsüne mümkünse sahilde<br />

mayosu ile çekildiği fotoğrafı koymuş bir ‘hanımefendi’yi<br />

on binlerce kişinin takip ettiği oluyor. Takip edilen; büyük,<br />

derin bir suskunluk.


Bİ’ DE BEğENDİRMEK / BEğENMEK<br />

İnstagram’da yapılan aslında beğendiğiniz fotoğrafın üzerine<br />

geldiğinizde iki kez telefonun ekranına dokunmak.<br />

Yani on bin beğeni almış bir fotoğraf dünya yüzünde yirmi<br />

bin kez telefon ekranına dokunulduğunun da belgesi oluyor.<br />

İçerik, dünya kültürel mirasına iz bırakmak, entelektüel<br />

birikim hep bir köşede mahsun, mükedder, unutulmuş<br />

duruveriyor.<br />

Ne bir sergi dolaşmak, ne bir kare fotoğraf baskısı, ne<br />

bültenler, ne söyleşiler. Bir telefon ekranında milyonlarca<br />

insanın dolaştığı ve her ne istiyorsa onu gördüğü büyük,<br />

devasa bir galeri. Galerinin odacıklarını dolaşmaya başladığınızda<br />

saatler geçirmiş ve kayda değer hiçbir şey görememiş<br />

olma ihtimaliniz çok yüksek.<br />

GENÇ KULLANIcILARIN ALIŞKANLIKLARI<br />

İnstagramın istetistik olarak yaş ortalamasını bilmemekle<br />

birlikte biraz hemhal olunca tahmin edilen durum şu:<br />

genel itibari ile 16-24 yaş arası kadın kullanıcıların ter-<br />

cihinin yoğunluğu fark ediliyor. Bu profilde insanların da<br />

çekip paylaştıkları görseller (fotoğraf diyemiyorum) şöyle:<br />

Modacılar: Bazen bir etek, bir bluz, oje, çanta, ayakkabı,<br />

kola-parmağa-boyna takılan bir aksesuar, bazen de bir<br />

model olarak kendi üzerindeki kıyafetler ve takılarla çekilmiş,<br />

paylaşılmış görüntüler.<br />

Sevimli canlı’cılar: Kedi köpek, çiçek- böcek foto-instagramcıları.<br />

Bu model kullanıcılar sevimli kedilere, evde<br />

beslenen köpeklere hayran. Vahşi doğadan, kuşlardan, balıklardan<br />

da araya çekilebilirse görüntüler girebiliyor.<br />

Pasta börekçiler: Bu ekibi tam tahlil edememekle birlikte<br />

zayıf vücutlu olmalarına rağmen sanki o resmini çektikleri<br />

pasta böreği hep onlar yiyor hayatta da başka bir şey yapmıyormuş<br />

gibi olanlar.<br />

wow! cool!’cular: Kim ne çekerse çeksin tepkisi Wow!<br />

Cool!’dan öteye gitmeyenler.<br />

Nerdeyim kiminleyim ne yiyorum ne de güzelim’ciler:<br />

SAYI 4<br />

15


YAŞAM<br />

Evet isimleri uzun oldu ama kendileri kalabalık bir güruh<br />

oldukları için bu uzun ismi de hak ediyorlar! İnstagram’ın<br />

en eğlenceli, en ‘izlenilesi’ ekibi. Şahsen ben de ucundan<br />

kıyısından bu ekibe dâhilim. Çok gezen ve gezdiğini paylaşan<br />

bir topluluk. Su altına dalmış yüzücüler, dağların tepelerine<br />

çıkmış heyecan ve zorluk insanları, en lüks otellerin<br />

tedavisi zor gezme hastaları, Çin Seddi, Piza Kulesi,<br />

Nevyork gökdelencisi milyon tane insan.<br />

OLDUKÇA ABARTILI EFEKTLER<br />

İnstagramı diğer paylaşım ağlarından ayıran en temel<br />

özelliklerden birisi, fotoğrafı doğru kadrajlı çeken her insanın<br />

herhangi bir ‘fotoşop’ programı kullanmadan hazır<br />

efeklerle gerçek üstü görüntülere ulaştırma imkânı olsa<br />

gerek. Yaptığınız şey güzel bir görüntü çekmek ve ha-<br />

16 SAYI 4<br />

zır kalıp efektlere birer kez dokunup test ettikten sonra<br />

fotoğrafın en beğendiğiniz halini paylaşmak. Gözünüzle<br />

baktığınızda o kadar da belirgin olmayan bulutların birden<br />

masmavi gökyüzünde bembeyaz bir halde karşınızda durması,<br />

yüzünde kırışıklıklar olan bir portreyi çektiğinizde o<br />

kırışıkların yeryüzünün ırmakları dağları gibi belirgin bir<br />

hale gelmesi instagramın hazır efektlerinin size küçük bir<br />

hediyesi.<br />

MİLLETLER MİLLİYETLER HERKESLER<br />

İnstagramın en heyecan verici tarafı hayatınız boyunca<br />

hiç tanımadığınız ve muhtemelen de asla görüşmeyeceğiniz<br />

milyonlarca insanla aynı platformu paylaşmanız, onları<br />

takip etme ve takip edilme ihtimaliniz olsa gerek. Çin’den,<br />

Amerika’dan, İskandinav ülkelerinden, Sibirya’nın derin-


liklerinden insanların günlük hayatlarını görebiliyor, kendi<br />

hayatınızın detaylarını onlarla paylaşabiliyorsunuz. Bir<br />

selamlama, ‘naber-nasılsın’ deme hakkını kullanma fırsatı<br />

buluyorsunuz.<br />

TwITTER DA YALAN İNSTAGRAM’DA YALAN /<br />

VAR BİRAZ DA SEN OYALAN!<br />

Yunus Emre çağımızda yaşasaydı sanırım buna benzer bir<br />

dizeyi de bizimle Twitter üzerinden paylaşırdı! Sosyal<br />

paylaşım platformları ilk başta büyük bir cazibe, herkesle<br />

daha dünyada iken buluştuğumuz bir ‘pozitif mahşer’ meydanı<br />

gibi. Tanıdık tanımadık herkes orada. Güzel, ilginç,<br />

sansasyonel ne yaparsak, beğeniyorlar, takip ediyorlar,<br />

hayran kalıyorlar ya da biz öyle zannediyoruz. Şöhret sahi-<br />

bi olmamız için sinema filmlerinde başrol oynamaya ya da<br />

çok ‘çarpıcı’ bir haberin ana karakteri olmaya gerek yok.<br />

Hayat dediğimiz ve bize bir kez sunulan bu zaman aralığını<br />

hoş-beş’le harcamak büyük bir ‘haya(t)l kırıklığı.’ Sosyalleştiğimizi<br />

sanarak kullandığımız ‘sosyal medya’nın bizi<br />

insanlardan, gerçek hayattan, tabiattan, ağaçtan, kuştan<br />

denizden uzaklaştırdığını fark ettiğimizde çok da geç kalmış<br />

olabiliriz. Bir küçük telefon ekranına ya da bilgisayara<br />

bakarak sosyalleştiğimizi zannederken aslında ‘asosyal’,<br />

hemen yanındaki insanla iki cümle kuramayan, tokalaşamayan,<br />

selam veremeyen/alamayan insanlar haline gelmiş<br />

olabiliriz. Yüzyılımızın alışkanlıkları değişiyor ve yeni yüzyılın<br />

bize neler getireceğini tahmin dahi edemiyoruz. En<br />

nihayetinde ‘gerçek ve sonsuz’ hayat bizim sosyalleşirken<br />

büyük ‘kaybımız’ olmasın.<br />

SAYI 4<br />

17


RÖPORTAJ İSMİHAN ŞİMŞEK FOTOğRAFLAR: İSA TERLİ<br />

Pelin Batu:<br />

Tek Bir Meslekle<br />

Ömür Geçmez<br />

Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum ben tarihi. Ancak burada<br />

bile doğru dürüst bir diyalektik olamıyordu. Çok iyi<br />

hocalarımız vardı ama öğrencilerin çoğu oturup<br />

not tutmaya alışmışlar. Yani gidip de bir şeyi<br />

sorgulamak, bu kaynakta sorun olabilir mi diye<br />

ya da aynı dönemde yazmış kişileri sorgulama<br />

gibi bir güdüleri yoktu. Çünkü herkes<br />

genellikle eline diplomasını almak için<br />

okula gidiyor. Bir şeyi sorgulamak, bir şey<br />

eklemek ya da keşfetmek için değil…<br />

Pelin Batu… Genç yaşında birçok başarıya imza atmış,<br />

hem sanatın hem de bilginin hayatın vazgeçilmezleri<br />

olduğunu yaptığı işlerle de kanıtlamış oyuncu,<br />

şair, tarihçi. Hakkında söylenen tüm olumsuz eleştirilerin<br />

yanında takdir de toplayan Batu, yepyeni projelerle<br />

hem kendisini tazeliyor, hem de sevenlerinin önüne hoş<br />

bir çeşni sunuyor. Yeni projesinin çekimleri esnasında bir<br />

araya geldiğimiz Batu ile Karacaahmet Mezarlığı’nda hoş<br />

bir söyleşi gerçekleştirdik.<br />

Öncelikle çekimlerini yaptığınız projeden bahsedelim.<br />

Sinema filmi mi dizi film mi?<br />

İkisi de değil, konulu belgesel. Dramatik bölümleri de<br />

var, 45-50 dakikalık bölümü sinema filmi gibi çekiliyor.<br />

Konusu da 1980 sonrası, aslında bizim jenerasyonumuzun,<br />

sağcı veya solcu, geçmişin savaşlarından<br />

ve politikalarından dolayı mağdur olanların<br />

hikâyesi. Hepsi bir şekilde yaralı... Dolayısıyla<br />

benim karakterim ülkü ocaklarında görev almış<br />

ve o nedenle hapishanede yatmış bir<br />

babanın kızı... Tolga’nın (Güleç) oynadığı<br />

karakter de solcu bir annenin oğlu.<br />

18 SAYI 4


Bu iki karakterin mezarlıkta yolları kesişiyor ve böyle bir<br />

hikâye başlıyor. Ama arada o dönemin mağdurlarıyla röportajlar<br />

var; sosyologlarla, psikologlarla… TrT’de oynayacak,<br />

aynı zamanda festivallere de gönderilecek.<br />

“Kime Göre Neye Göre” programından aldığınız geri dönüşler<br />

nasıl oldu? Her kesimin uç kişileri orada bulunuyor<br />

deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz programla ilgili?<br />

Ben hiç uç olduğunu düşünmüyorum aslında. Bence gaye<br />

de öyle değildi. Başlarken şunu söylediler: “ hiç bağırış<br />

çağırış olmayacak, polemikler olup, farklı göğüslerin çar-<br />

KÜLTÜR VE SANAT ELİT,<br />

LÜKS BİR ŞEY DEğİL<br />

Peki, hem konuk olarak<br />

gittiğiniz programlarda<br />

hem de ev sahipliği yaptığınız<br />

programlarda ‘güzel<br />

olduğu için orada’ gibi donanımınızı<br />

arka plana atan<br />

söylemler çıkıyor. Bundan<br />

rahatsız mısınız?<br />

Belki de bu kendini koruma<br />

mekanizmasıdır ama yıllardır<br />

kendime hep şunu söyledim;<br />

herkesin söylediğine<br />

kafayı takmayı başladığınız<br />

an gerçekten o kakafoniden<br />

kendi sesinizi duymaz hale<br />

geliyorsunuz ve gereksiz sinirleniyorsunuz.<br />

Bunlara çok<br />

fazla prim verip de kendimi<br />

üzülmeye izin vermiyorum.<br />

pışması olmayacak. Adı üstünde ‘Kime Göre Neye Göre’ …<br />

Herkes kendi fikrini istediği gibi konuşsun.” En hoşuma<br />

giden şey de buydu, diğer programlarda muzdarip olduğum<br />

için... Ben de o açıdan çok rahat ediyorum. Tepkiler<br />

de genel olarak çok iyi. Çünkü insanlar özellikle televizyondaki<br />

tartışma programlarında sürekli gerginliğe alıştılar.<br />

Sanki formül olmuş vaziyette; ne kadar çok bağırırsan,<br />

ağzından tükürükler saçarak saldırırsan o kadar başarılı<br />

olursun. Ama hiç de alakası yok. Bence insanlar da bu tür<br />

programlardan sıkıldılar. Zaten hayatın her yerinde gerginlik<br />

var. En azından televizyon seyrederken farklı görüş<br />

görmek ister ama kavga görmek istemiyor bence insanlar.<br />

Bazen programlarda özellikle erkeklerde sizin dediğiniz<br />

mantaliteyi söylemese bile bakışından sezebiliyorum. Mesela<br />

tarih programında da insanlar bana diyordu “çok kötü<br />

davranıyorlar, ne düşünüyorsun?” diye, ben de diyordum<br />

ki; en güzeli aslında olabildiğince sakin davranmak... Çünkü<br />

istedikleri zaten o tepki. Tepki olmayınca istedikleri de<br />

olmuyor.<br />

Hem babanızın mesleği dolayısıyla hem kendiniz birçok<br />

ülke gezdiniz… Başka ülkelerde gündem olan<br />

ancak Türkiye’de gündem olamayan bir kültür-sanat<br />

algısı var. Bu anlamda biz de ne eksik? Neden bizim<br />

gündemimize kültür-sanat yerleşmiyor?<br />

Çünkü kültür-sanat bizim toplumumuzda her zaman bir<br />

lüks olarak görülüyor. Mesela bir tiyatrocu arkadaşım anlatmıştı<br />

bana. Sovyet yıkılmadan önce rusya’ya gidiyorlar.<br />

Tahmin ettiğiniz üzere büyük bir yokluk var. Saatlerce bir<br />

elma alabilmek için kuyruğa giriyorlar. O dönemde dahi<br />

tiyatrolar dolup taşıyor ve sanatçılara çiçek alamıyorlar<br />

pahalı diye… Ama bir elma götürüyorlar. O yaklaşım yani<br />

sanatçıya saygı, bir lüks değil, hayatın bir parçası olduğu<br />

mantalitesi yerleşmiş değil. Bizde sanatçı entel dantel,<br />

SAYI 4<br />

19


RÖPORTAJ<br />

halkından kopuk, soğuk, uzaklarda, ulaşılamayan bir yerlerde<br />

oluyor. Televizyonun hayatımıza bomba gibi düşmesiyle<br />

birlikte hızlı tüketilir, magazinleşmiş, ucuz bir şey<br />

haline geliyor. Dolayısıyla iki uç da birbirinden berbat<br />

şeyler… Ben hep şunu diyorum; insan tabii ki ekmeğini<br />

alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil mi?<br />

Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler<br />

hep kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma<br />

sapan şeylere para harcayıp da bir kitabı fazla görüyorlar.<br />

Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.<br />

Aynı zamanda yazıyorsunuz da. Şiir kitabınız var. Yazarlık<br />

yetenek mi yoksa çalışılarak geliştirilebilir bir<br />

şey mi?<br />

Bir parantez açayım; benim lisede en yakın arkadaşlarımdan<br />

bir tanesi geçen sene buraya geldi. Newyork’ta okudum<br />

ben liseyi. Ona da soruyorlar. Kız fotoğrafçı, aynı<br />

zamanda galerisi var, bazen oyunculuk yapıyor, bir albüm<br />

çıkarıyor. Ama kimse Amerika’da ona “senin mesleğin ne?”<br />

demiyor. Çünkü çağ çok değişti. Ben özellikle üniversiteye<br />

gidip rehber öğretmenliği yaptım. Şu anki jenerasyon,<br />

nasıl iphone’da her şey tık tık geçiyorsa, o kadar hızlılar.<br />

Eskiden algı iki-üç dakikaymış şuanda 40 saniyeye düşmüş<br />

vaziyette. Bu ne demek? Her şey çok hızlı algılanıyor ve<br />

çok hızlı çöpe atılıyor. Meslekler de öyle… Bu bölümde<br />

okudum, ondan sonra bunu yapacağım diye bir şey yok…<br />

Hakikaten dünyada biraz da ekonomik şartlardan dolayı insanlar<br />

daha kaygan bir zeminde olduğu için bir gün bunu<br />

yapıyor, bir gün şunu yapıyor… Ben de çağımın insanı<br />

olduğunu düşünüyorum ve birazcık da o rönesans ruhunun<br />

kaybolmasının yani 20. yüzyılda bize empoze edilen<br />

fabrikadan çıkma insan ürününün değişmesi gerektiğini<br />

düşünüyorum, değişiyor da zaten ister istemez.<br />

SADEcE EğİTİM YETERLİ DEğİL<br />

Şuan bile okulu olmayan meslek alanları gelişti. Sosyal<br />

medya uzmanlığı diye bir şey çıktı. Eğitimleri bir iki<br />

yıl sonra verilmeye başlandı…<br />

Evet. Teknolojiyle çok alakadar değilim ama bir sürü ünlü<br />

twitter yazıcısı var. Bundan ciddi maaşlar alıyorlar. Abdullah<br />

Gül’ün bile profesyonel twitter kullanıcısı var. Evet,<br />

pek çok işle uğraşıyorum ama bu işler birbirini tamamlıyor<br />

diye düşündüm. En önemsediğim şey okulda kalmaktı,<br />

doktoramı yeni bitirdim, okulda ders vermeye devam edeceğim<br />

ama bir diploma parçasına sahip olayım diye değil,<br />

okul bana ilham veriyor diye kaldım. Çünkü hoca olarak hep<br />

öğrenciliğe devam ediyorsunuz. İster istemez yeni şeyler<br />

öğreniyorsunuz, paylaşıyorsunuz. Bu da benim şiirimi bes-<br />

20 SAYI 4<br />

liyor mesela. Ama<br />

şunu da düşünüyorum;<br />

okuduğum<br />

çoğu akademisyenin<br />

edebi eserleri<br />

çok kuru ve<br />

kitabi olabiliyor.<br />

Sanki belli kurallara<br />

uyulmuş, o<br />

kadar iyi biliyorlar<br />

ki formül uygular<br />

gibi yazıyorlar. O<br />

da edebiyatın biraz<br />

kuru olmasına<br />

sebebiyet veriyor.<br />

Bence içten gelen<br />

bir şey bu… Ama<br />

onu törpüleyebilirsiniz,<br />

onu yontabilirsiniz,<br />

daha<br />

düzgün bir hale<br />

getirebilirsiniz.<br />

Eğitim her zaman<br />

insanın duyarlılığını<br />

arttırması ve<br />

farklı tarzları bilmesi<br />

anlamında iyi<br />

bir şey. Ama içeride<br />

bir şey yoksa<br />

da kuru olur. Yazarlık<br />

yetenekle<br />

ilgili ancak bazı<br />

yazarlar vardır ki<br />

hakikaten formu,<br />

tekniği o kadar iyi<br />

kullanır ki… Daha<br />

geçen gün şu an<br />

İngiltere’de en iyi<br />

edebiyat dergilerinden<br />

bir tanesini<br />

çıkaran editör,<br />

aynı zamanda iyi<br />

bir yayınevinin<br />

editörü… O diyor<br />

ki; şu anda o kadar<br />

çok yazar var, o<br />

kadar çok şair var<br />

ki ve dünya artık o<br />

kadar küçüldü ki,<br />

çünkü herkes her-


kesin yazısını çok rahat okuyor internet sayesinde, artık<br />

iyiyi kötüden ayırt etmemiz çok zor. Bence de öyle. Artık<br />

bu bir yetenek mi yoksa belli kuralları çok iyi biliyor da<br />

bunları mı kâğıda döküyor ayırt etmek çok zor. O da ancak<br />

birkaç eserden sonra belli olur. Oyunculukta da aynı<br />

şey söz konusu… Bir diziyle patlarsınız, kendinizi kraliçe<br />

gibi hissedersiniz sonra arkası gelmezse sönüp gidersiniz,<br />

kimse hatırlamaz.<br />

İnternetle ilişkiniz ne düzeyde?<br />

Çok minimal kullanıyorum. Bir sene öncesine kadar<br />

e-<strong>mail</strong>lerime bile cevap vermiyordum. Arkadaşlarıma altı<br />

ay sonra cevap yazıyordum. İşler güçler dolayısıyla e-<strong>mail</strong>i<br />

daha istikrarlı kullanmaya başladım. Sosyal medyayı da hiç<br />

kullanmıyorum. O kadar çok şey var ki oradan oraya zıplaya<br />

zıplaya tavşan gibi vakit geçiyor. Bir de ben ekrandan<br />

okumaktan da sıkılıyorum, gözlerim yanıyor. Uzun bir şey<br />

okuyacaksam basıyorum öyle okuyorum. Ama itiraf edeyim<br />

ki okula çok yardımcı oldu. Kitap ararken hemen sipariş<br />

verebiliyorsun. Ya da Vikipedia’dan bir şeylere bakmak…<br />

EğLENMEK SEVDİKLERİMLE OLMAK DEMEK<br />

Bütün hayatı internette devam eden kişiler var… Hatta<br />

gençler sinemaya gitmeyip internetten indiriyor ve<br />

bu şekilde eğleniyor. Bizim dosya konumuz da gençlerin<br />

eğlence anlayışı üzerine bu sayıda. Sizce eğlenmek<br />

nedir?<br />

Aristo demiş ya “biz sosyal hayvanlarız” diye. Bence<br />

eğlenmek, sosyal olmakla bağlantılı. Film yalnız da seyredilir,<br />

bir yazıdan başka bir yazıya da atlarsınız, ya da<br />

sanal kişiliğinizle istediğinize laf atarsınız, saldırırsınız<br />

vs. bu belki o anda insana iyi hissettirir, sosyal olduğunuzu<br />

sanırsınız ama başka insanlar olmadan, temas olmadan,<br />

göz göze bakmadan sosyallik olamaz. Eğlenmek<br />

de olamaz bana göre… Dolayısıyla benim için eğlenmek<br />

sevindiğim insanlarla güzel yemek yemektir, güzel bir yere<br />

gidip doğanın güzelliğini fark etmektir. Ben bu sene hiç<br />

tatil yapmamıştım, evvelsi gün geldim İstanbul’a ve 4-5<br />

tane arkadaşımla tatile gittim. Orada yüzdüm, o bana göre<br />

en güzel eğlence… Doğanın içinde ve sevdiğin insanlarla<br />

olmak… Öbür türlü soyutlanınca bir süre sonra insan<br />

kendini kandırıyor, yalnız hissetmiyor çünkü. Sürekli bir<br />

iletişim halinde gibi ama sonuçta bir makineyle baş başa<br />

kalıyorsun. Eminim bununla ilgili bilimsel çalışmalar da<br />

çıkacaktır ki sağlıksız da olsa gerek… Ne biliyim gözü<br />

kurutuyordur, diyorlar ya kaktüs koyun radyasyon için…<br />

Boşuna söylenmiyordur bunlar.<br />

Lise ve üniversite dönemindeki gençlerle bir araya geldiğiniz<br />

ortamlar oluşuyor mu? Onlarla ilgili izlenimleriniz<br />

neler? Kendinizle karşılaştıracak olsanız…<br />

Çok farklı… Bence iki tür gençlik var gözlemlediğim. Birisi,<br />

çok vurdumduymaz hatta saldırgan ve terbiyesiz diyebilirim.<br />

Kötülemek istemiyorum, hep gençlere suç bulunuyor<br />

ama hakikaten öyle bir tür var. O da internetin<br />

getirdiği güçle oluyor…<br />

Orada istediği gibi konuşabiliyor ya, sanki gerçek hayatta<br />

da bunu yansıtıyor ama bir taraftan da ona biraz dokunsanız<br />

iskambil kâğıdı gibi devrilecek. Çünkü çoğunlukla<br />

arkasında doğru dürüst bir dayanak yok. Sadece dışa vurum<br />

var.<br />

İnsan tabii ki ekmeğini alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil<br />

mi? Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler hep<br />

kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma sapan şeylere para harcayıp<br />

da bir kitabı fazla görüyorlar. Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.<br />

HELİKOPTER EFEKTİ TÜM AİLELERİ SARDI<br />

Son zamanlarda çocuk merkezli bir aile yapısı var. Bundan<br />

kaynaklı olabilir…<br />

Evet. Zaten bunun bilimsel olarak bir adı var; helikopter<br />

efekti… Aileyi helikopter gibi düşünün çocuğu öyle bir altına<br />

alıyor ki çocuğun etrafına hiçbir şeyi yanaştırılmıyor,<br />

şımartılıyor, istediği veriliyor, çocuk da küstah ve saldırgan<br />

olabiliyor. Ama biraz onunla konuşmaya başlayınca<br />

inanılmaz büyük bir güven zaafı ortaya çıkıyor. En önemli<br />

şey aile… Ben mesela 17-18 yaşında ne isem şu anda<br />

da çok farklı değilim. Çünkü benim ailem hiçbir zaman<br />

beni şımartmadı ve bana hep yetişkin gibi davrandılar. O<br />

nedenle annemle babamla hep arkadaş gibi oldum. Bazı<br />

aileler “şöyle olacaksın, şunu olacaksın” diye empoze ediyor<br />

ya, çoğu insan istemediği şeyi okuyor, istemediği şeyi<br />

yapıyor. O zaman da kişilik gelişmiyor. Ailelerinin istediği<br />

kişiyi olmak zorunda kalmışlar… O nedenle çoğunlukla<br />

aileler suçlu… Bir de ailelerinin daha bilinçli bir şekilde<br />

yetiştirdiği çocuklar var. Bizden çok daha şanslılar. Çünkü<br />

bütün dünya ellerinin altında. Onlar çok daha yaratıcı olabilirler,<br />

istedikleri şeylere ulaşabilirler.<br />

SAYI 4<br />

21


SOSYAL ALEM ZÜBEYİR KOÇULU<br />

21. yüzyıl, teknolojik ve bilimsel gelişmelerle birlikte<br />

toplumsal yönelişin de etkisiyle modern insanı kolaylığa<br />

ya da kolaycılığa alıştıran ‘alternatif’ bir çağ<br />

oldu. Bu çağın algısı, elde edilmek istenen neticeye ulaşmak<br />

için her zaman ‘daha kolay ve pratik’ bir alternatif<br />

bulmak üzerine kurulu. Elbette bu, sanayi ve teknolojinin<br />

ülkelerin ‘güç’ kefesinin temelini oluşturduğu modern<br />

yaşamda hatırı sayılır ilerlemeleri de beraberinde getirdi.<br />

Ancak bu durum, modern toplumun sosyal gelişiminde<br />

bazı olumsuzlukları da yaşamımıza taşıdı.<br />

PHOTOGRAPHER OLMAYANI DÖVÜYORLARMIŞ<br />

Artık kolay elde ediyoruz. Kolay oluyor, oluyor gibi görünüyoruz.<br />

Eskiden, bir mesleğin titrini üzerine yakıştırmak<br />

için, mesleki eğitimi tamamlamanın yanı sıra, o<br />

alanda çalışmalar yapmak şart görülüyordu. Çıraklar kalfa<br />

olmadan ‘usta’ olma iddiasında bulunmuyordu. İnsan iliş-<br />

22 SAYI 4<br />

ANNE BEN<br />

PROFESYONEL OLDUM<br />

Modern algı kolaycılığı<br />

kodluyor zihinlere.<br />

Hep daha kolaya, daha<br />

pratiğe sürüklenirken,<br />

kaliteli ve kalıcı işler<br />

yapmak sönük bir<br />

hedef olarak kalıyor.<br />

Çıraklık veya amatörlük<br />

gençler için mahcubiyet<br />

meselesi. Kendisinin<br />

farkına varan bir<br />

genç için ‘çalışıyorum’<br />

diyerek hedef<br />

koymaktansa, “anne<br />

ben profesyonel oldum”<br />

demek daha cazip.<br />

kilerini küresel ölçütlerle yerelde modelleyerek çarpık bir<br />

sosyalleşmeye kapı aralayan modern algı ise çıraklığı ve<br />

kalfalığı unutturmuş görünüyor. İnsanların çıraklığa harcayacak<br />

vakti yok. Yeni jenerasyonun zihninin şekillenmesinde<br />

şimdiden önemli bir rol üstlenen sosyal medya da<br />

bunu körüklüyor.<br />

Sosyal medya, sosyal gelişimini sağlayamadan ‘görücüye’<br />

çıkan kimi asosyal gençleri kolaycılığa alıştırıyor. İşiyle<br />

öne çıkmak ‘zor’ bir yol. Kolayı var. Üzerine afili bir etiket<br />

giyinerek arz-ı endam etmek oldukça ucuz.<br />

Fotoğrafçılıkla yeni yeni ilgilenmeye başlayan bir<br />

genç, üç-beş amatör çalışmanın akabinde sosyal medyada<br />

kendisini ‘fotoğrafçı’ olarak tanıtmaktan çekinmiyor<br />

örneğin. Bir de bu etiketin İngilizce karşılığını<br />

internetteki kimliğinin yanı başına iliştirince, karşımıza<br />

yep-yeni bir olgu çıkıyor: The Photographer.


Bu olgunun alt branşlarından olan düğün fotoğrafçısı olmak<br />

için ihtiyaç duyulan tek enstrüman, pahalı bir fotoğraf<br />

makinesi mesela. Tarihi bir mekân konsepti ‘kolaylaştıracaktır.’<br />

Eminönü’nde, Balat’ta, saray avlularında bunun<br />

örneklerine çokça rastlayabilirsiniz.<br />

Bir tuşa basarak kolay sonuçlar elde etmek varken, eğitim<br />

sürecini tamamlayarak o işin erbabı olmak, dolambaçlı ve<br />

zor bir yol olarak görülüyor. Üstelik bir işin erbabı olmadan<br />

da çevre oluşturmak, halk ifadesiyle piyasa yapmak<br />

işten bile değil. Sosyal medya ve internet iletişimiyle<br />

amatör işleri arz edip, talebe ulaşmak da kolay artık. Talebin<br />

kalitesi düştükçe, arzın kalitesi de azaldı. Amatörlüğe<br />

yerimiz kalmadı. Artık hepimiz profesyoneliz.<br />

BEN DE YAZARIM, BEN DE JOURNALİST’İM<br />

Aynı şekilde, gençlerin yazı dünyasında –kabul görse de<br />

görmese de- kendilerini göstermenin yolu da basitleşti.<br />

İnternet üzerinden, maliyet ödemeden açtığı kişisel<br />

bir blogda aklından geçenleri yazan bir genç, rahatlıkla<br />

kendisini ‘yazar’ olarak tanıtmaktan çekinmeyebiliyor. Ya<br />

da akla ilk geleni yazmaya ve düşüncenin bedelini ucuza<br />

getirmeye teşvik eden denetimsiz sözlüklerde ‘yazar’ olmayı<br />

bir etiket olarak taşıma çabası içine girebiliyor. Hele<br />

bir de, kontrol mekanizması olgunlaşmamış bir-iki siteye<br />

karaladıklarını yayınlatmayı başarmışsa, karşımıza son<br />

‘model’ bir ‘gazeteci’ etiketiyle dikilebiliyor. Hayırlı olsun:<br />

Kendi çapında bir ‘journalist’ daha sosyal sayfamıza –yüklenmiştir.-<br />

Gerçek hayatta bir karşılığının olup olmamasıyla<br />

kim ilgileniyor ki? Sosyal medyada uzmanlığını bu yolla<br />

tamamlamış onlarca ‘journalist’ ya da ‘yazar’ görebiliyoruz.<br />

KOLAYLIğI ZORDA ARAMAK<br />

Modern bir alışkanlık olarak kolaycılığı eleştirmemiz,<br />

gençlerin cesaretini kırmak ya da önlerini kesmek anlamını<br />

taşımıyor. Aksine, daha kalıcı gerçek bir kimlikle,<br />

tuttukları işlerde derinleşmeleridir gönlümüzden geçen.<br />

Görünüşü önceleyip savrulmaktansa, derinden ve gönülden<br />

bilgece bir üretim anlayışını benimsemek, toplumun<br />

kılcal damarlarını kalıcı olarak besleyecektir. Böylece ataların<br />

ortaya koyduğu yaşamak ve üretmek arasındaki ince<br />

bağa iç geçirip kötü işler üretmeye devam etmekten belki<br />

kurtuluruz.<br />

Eskiler, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” buyurmuşlar.<br />

İsmet Özel’ce söylersek, “Dilce susup, bedence konuşulan<br />

bir çağda/biliyorum kolay anlaşılmayacak” çıraklık<br />

ve kalfalığın mütevazı ama hakiki bir derinliği beslediği,<br />

büyüttüğü. Ama ‘kolay’ın geçici ve aldatıcı rüzgârına kapılmadan,<br />

zor da olsa mücadele vermeye azimli gençlerin<br />

‘zor’ anlaşılana da talip olacağı ümidini taşıyoruz. Çünkü;<br />

Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.<br />

Evet, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.<br />

İstemeye ve çalışmaya talip gençlere zor yollarda kolaylıklar...<br />

SAYI 4<br />

23


EĞİTİM KARİYER MERKEZİ HİcRET AYDOğDU<br />

YENİ BİR EğİTİM ÖğRETİM YILI<br />

DAHA BAŞLADI. ÖZELLİKLE<br />

ÜNİVERSİTE ÖğRENcİLERİ<br />

HARÇLARIN KALDIRILMASI, KATSAYI<br />

SORUNUNUN ORTADAN KALKMASI,<br />

UZAKTAN EğİTİM PROGRAMLARININ<br />

ARTMASI, EK KONTENJANLARIN<br />

AÇILMASIYLA BEREKETLİ BİR YILA<br />

MERHABA DEDİ. YURTDIŞINDA<br />

EğİTİMİNE DEVAM ETMEK İSTEYENLER<br />

TASI TARAğI TOPLAYIP GURBETTEKİ<br />

YENİ YUVALARINA UÇTULAR.<br />

24 SAYI 4<br />

Viyana Üniversitesi<br />

Avrupa’da<br />

Eğitimin Gözdesi;<br />

Her ne kadar kat sayı sorunu ortadan kalksa da yurtdışı<br />

eğitim birçok öğrenci için hala prestijli bir alternatif<br />

olma özelliğini koruyor. Dil öğrenmenin yanı<br />

sıra, üniversitelerin sağladığı olanaklar ve yurtdışında<br />

okumuş olmanın gençlere sağladığı özgüven, tek başına<br />

hayatla mücadele gücü gençlerin önünü açıyor.<br />

Farklı etnik kökenlerden gelen akranları sayesinde yepyeni<br />

hayatlara şahit oluyorlar, tecrübeler birikiyor, hatıralar<br />

çoğalıyor.<br />

Yurtdışında eğitimin adreslerinden biri de Viyana…<br />

Avrupa’nın kültür ve sanat merkezi olan Viyana birçok<br />

öğrenci için eğitimin de merkezi. Özellikle 2000 yılından<br />

sonra katsayı ve başörtü sorunu ile birlikte önce onlarca,<br />

daha sonra yüzlerce öğrenci eğitimleri için Viyana’yı tercih<br />

etti. Anadolu’nun herhangi bir yerinde yaşayıp evladı<br />

İstanbul’da bir üniversite kazanınca ne kadar harcama<br />

yapıyorsa Viyana’da da aynı harcamayı yapacağını gören<br />

aileler de -her ne kadar özlem olsa da- bu alternatifi değerlendirmekten<br />

çekinmediler.<br />

AVUSTURYA’DA EğİTİM ALMAK İÇİN ŞARTLAR<br />

NELER?<br />

Avusturya’da üniversite eğitimi alabilmek için, Türkiye’de<br />

üniversiteyi kazanmış olmak gerekiyor. Dolayısıyla da<br />

Viyana Üniversitesi


Cumhurbaşkanı Gül WONDER'de.<br />

VİYANA<br />

Türkiye’de üniversite giriş sınavı ile 4 yıllık bir fakültede<br />

(özel veya devlet üniversitesi) bir bölüme yerleşmiş olmanız<br />

isteniyor. Türkiye’de yerleştiğiniz bu bölümle eşdeğer<br />

olan aynı bölüme başvurup sadece o bölümden kabul alabiliyorsunuz.<br />

Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de mimarlık<br />

kazanan bir öğrenci, mimarlık dışında başka bir bölüme<br />

yerleşemiyor. Avusturya Avrupa’nın eğitim ücreti en düşük<br />

ülkelerinden biri. Dönemlik 380€ üniversiteye ödenen<br />

okul harcı dışında, bir öğrencinin aylık harcaması, kişiye<br />

göre değişmekte olup 500€ civarında.<br />

Avusturya’nın başkenti Viyana’da; Viyana Üniversitesi,<br />

Viyana Teknik Üniversitesi, Viyana Ekonomi Üniversitesi,<br />

Viyana Tıp Üniversitesi ve Viyana Ziraat Üniversitesi<br />

adı altında 5 devlet üniversitesi mevcut. 1365 yılında<br />

kurulan Viyana Üniversite’sinde sosyal bölümler ağırlıkta<br />

olup bünyesinde 100’e yakın farklı branş bulunuyor. Viyana<br />

Teknik Üniversitesi ve Viyana Ekonomi Üniversitesi<br />

de dünyadaki sayılı üniversiteler arasına girmiş ve kendi<br />

alanlarında uluslararası akreditasyonu yüksek üniversiteler.<br />

Viyana Üniversitesi’nde Güney Asya/Tibet, Budist Dil,<br />

Edebiyat ve İnanışları bölümünden, genetiğe, mantıktan<br />

ekolojiye kadar 100’e yakın bölüm var.<br />

PEKİ, YA TÜRK ÖğRENcİLER?<br />

Türk öğrencilerin yoğun bulunduğu bölümler Uluslararası<br />

İlişkiler ve Siyaset Bilimi, Psikoloji diyebiliriz. Viyana’da,<br />

üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısı her geçen gün artıyor<br />

ve ekseriyeti danışmanlık şirketi kanalıyla bu serüvene<br />

başlıyor. Bu vesileyle gelenler büyük ölçüde Avusturya’nın<br />

öğrenciler için sunduğu yurt ve pansiyonlarda kalıyorlar.<br />

Bir kaç yıl içinde, kendisi ev kiralayıp daha çok Viyanalı<br />

olmaya başlayanlar da epeyce fazla. Öğrenciler okul<br />

eğitimlerinin yanı sıra sosyal ve sanat faaliyetlerinde de<br />

oldukça aktifler. Viyana’daki konserler, sergiler, müzelere<br />

düzenledikleri gezilerin yanı sıra kendileri de bizzat eğitsel<br />

ve sanatsal faaliyetlerin içinde yer alıyorlar. Bu tür<br />

faaliyetleri gerçekleştirebilecekleri yerlerin başında ise bir<br />

Türk öğrenci derneği olan Uluslar arası Öğrenci Derneği<br />

(WONDEr) geliyor.<br />

BALKANLARI TÜRK<br />

AKADEMİSYENLER FETHEDEcEK<br />

12 yıl önce kurulan dernek çok kısıtlı imkanları zorlayarak<br />

bugün Viyana’nın seçkin kurumları arasında yerini almış.<br />

Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da<br />

ziyaret edilen dernek, kurulduğu tarihten itibaren 100'ü<br />

aşkın ilim ve bilim adamını, bakanları ve siyasi parti liderlerini<br />

çeşitli seminerler vermek üzere misafir etmiş. Bu<br />

seminerler öğrencilere Türkiye'den uzak kaldıkları süre<br />

zarfında Avrupa'dan Türkiye'deki olaylara bakışta objektif<br />

bir perspektif kazanmalarına yardımcı olmuş. Öğrenciler<br />

Avrupa ve Avusturya’nın siyasi, kültürel ve ekonomik<br />

yapısını da yine etkin pozisyonlardaki Avusturyalı misafirleri<br />

aracılığıyla ilk ağızdan öğrenme fırsatı bulmuşlar.<br />

12 öğrenciyle başlayan WONDEr serüveni bugün mezun<br />

olanlarla birlikte 1000’i aşkın Türk öğrencinin yuvası konumunda.<br />

Kız ve erkek yurtları bulunan dernek, konferans salonu,<br />

seminer salonu, sinema salonu, fuaye alanı, yemekhane,<br />

mescit, derslikler, kütüphane, toplantı odaları, misafirhane<br />

ve kafeteryadan oluşuyor. Genel merkez öğrencilere<br />

fiziki imkanlar sunmanın yanı sıra bünyesinde kurulan 10’a<br />

yakın dernek ve kulüp faaliyetleri ile öğrencilere gerek öğrenim<br />

alanlarında gerek istedikleri alanda kendilerini geliştirebilecek<br />

imkanlar sunuyor.<br />

WONDEr’in merkezi ve öğrenci yoğunluğu Viyana`da olmasına<br />

rağmen, Bosna Hersek, Almanya, Makedonya, Bulgaristan<br />

ve romanya’da da öğrenci evleri bulunuyor.<br />

WONDEr Balkan coğrafyasına yönelik, Balkan üniversitelerine<br />

akademisyen yetiştirme projesi de başlatmış. Birkaç<br />

öğrenciyle başlayan bu proje bu yıldan itibaren yılda<br />

30 öğrenciyle devam edecek. WONDEr master ve doktora<br />

sürecinde desteklenen bu öğrencilerin, eğitimleri sonrası<br />

kendi bölgelerindeki üniversitelerde akademik camiada<br />

yer edinmelerini büyük ölçüde fırsata dönüştürmeyi hedefliyor.<br />

www.wonder.at<br />

SAYI 4<br />

25


SPOR ÖMER BULUT<br />

DARAĞACINDA OLSAK DA<br />

SON SÖZÜMÜZ<br />

FENERBAHÇE<br />

Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu<br />

yıllarda Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına<br />

emanet, top peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini.<br />

Türk gençler ise sadece imrenmekle yetiniyor.<br />

Bilmiyorlar ki o çayırda nice destanlar yazacaklar, nice<br />

kahramanlar çıkaracaklar, tüm Türkiye'yi, hatta dünyayı<br />

sarsacaklar.<br />

Tüm spor müsabakaları, fakat ille de futbol, rakiplerin varlığına<br />

bağlı bir "taraf"lılık ilkesince zevk ve heyecan veren,<br />

milyonları aynı anda harekete geçiren bir hayat iksiridir.<br />

Bu iksirden içen kendini 90 dakikalığına dünya derdine<br />

kapatır, bir takıma bağlılığın, hiç tanımadığı, kendisine<br />

hiç benzemeyen insanlarla aynı renkler için şarkılar söylemenin<br />

tadını çıkarır. Kimi zaman sahadaki oyunlar için<br />

birlik olursun, kimi zaman saha dışındaki oyunlar için...<br />

Fenerbahçe bir "Cumhuriyet" takımı mıydı yoksa kendisi<br />

bizzat bir cumhuriyet miydi, peki neden diğer kulüpler<br />

böyle nitelendirilemiyordu? Fenerbahçe Spor Kulübü’nün<br />

başkanları hep karizmatik, cesur, iddialı insanlar olmuştur.<br />

Bu da haliyle taraftarın tavrını, söylemlerini, tezahüratlarını,<br />

sloganlarını etkilemiştir. Futbol takımının sahadaki<br />

başarısından çok sarı lacivert formayı taşıyor olması yetmiştir<br />

taraftarı mutlu etmeye. Yoksa hangi ülkede, hangi<br />

takımın taraftarı böylesi bir bağlılıkla kenetlenmiştir ki?<br />

Fenerbahçe taraftarı zor zamanında "bir" olmayı başarmış<br />

ve ikibinli yılların bireysel, bencil insanına bir bayrağa,<br />

bir takıma, bir ülküye, bir inanca kayıtsız, şartsız inanma-<br />

26 SAYI 4<br />

nın nasıl bir şey olduğunu gururla göstermiştir.<br />

Futboldan zerre kadar anlamayanlar bile bunu bilirler: Tribünde<br />

iki renk vardır: Takımın bayrağının renkleri! Stada<br />

girenler yalnız pet şişeleri, bozuk paraları, metal eşyaları<br />

bırakamazlar kapıya, dünya dertleri, geçim sıkıntısı, anne<br />

baba baskısı, eş dırdırı, hastalıklar, sınavlar, mülakatlar,<br />

bunalımlar, uykusuz geceler, işsiz gündüzler... Kapıda öyle<br />

büyük bir yığın vardır ki, kimi beyazdır, kimi pembe, kimi<br />

elindeki tespihini bırakır, kimi pearcing'ini, kiminin dövmeleri<br />

silinir, kiminin alnının yazısı... Kartvizitler, kimlikler,<br />

pasaportlar, diplomalar yakılır, plaketler kırılır... Tek<br />

bir kimlikle girer insan stadın kapısından, maç gününe en<br />

çok yakışan "taraftar" kimliğiyle.<br />

Fenerbahçe'yi diğer kulüplerden ayıran en büyük özelliği<br />

sahip olduğu milyonlarca taraftarıdır. Fenerbahçelilik<br />

yalnızca bir kulübün taraftarı olmak değildir, aynı zamanda<br />

"bir gün mutlaka" düşüncesini bırakmamak, ne kadar<br />

kızsa da başarısızlığı bile sahiplenmek, utanmamak, dik<br />

durmaktır.


KADIKÖY DENİLİNcE<br />

Kadıköy bir İstanbul ilçesi olmaktan öte, sokaklarına, caddelerine<br />

sinmiş Fenerbahçe kokusuyla anılır. Şükrü Saraçoğlu<br />

Stadyumu öyle bir yere kurulmuştur ki, gelene geçene<br />

Kadıköy'ün asıl sahibinin kim olduğunu gösterir.<br />

TÜRKLERİN FUTBOLLA TANIŞTIğI YER: PAPAZIN<br />

ÇAYIRI<br />

Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu yıllarda<br />

Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına emanet, top<br />

peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini. Türk gençler ise<br />

sadece imrenmekle yetiniyor. Bilmiyorlar ki o çayırda nice<br />

destanlar yazacaklar, nice kahramanlar çıkaracaklar, tüm<br />

Türkiye'yi, hatta dünyayı sarsacaklar.<br />

Papazın Çayırı, şimdiki Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın bulunduğu<br />

yerdir. Stad, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kaynakları ile<br />

hayat bulmuştur. Yani her koltuğunda, her tuğlasında, her<br />

bir çim tanesinde taraftarın emeği vardır. O çayırda has-<br />

SAYI 4<br />

27


SPOR<br />

retle, heyecanla yalnızca "seyirci" olmak zorunda kalmış<br />

gençlerin aziz hatırasından mıdır bilinmez, Türk futbolunun<br />

beşiği olmuştur Şükrü Saraçoğlu.<br />

Chelsea'li futbolcu Frank Lampard "Seyirci gerçekten çok<br />

ateşliydi. Karşılaşma boyunca tribünler hiç susmamıştı.<br />

Böyle bir baskı olduğu zaman, hiçbir takımın o stattan<br />

kolay kolay çıkacağını sanmıyorum..." derken masal anlatmıyor,<br />

Kadıköy gerçeklerinden bahsediyordu. Bilen bilir,<br />

Kadıköy dünyanın en zorlu deplasmanlarından biridir.<br />

28 SAYI 4<br />

Fenerbahçe takımını<br />

kendi seyircisi<br />

önünde<br />

izlemenin zevki<br />

bir başkadır.<br />

Çünkü futbolcular<br />

Şükrü Saraçoğluçimlerinde<br />

kendi evinin<br />

koridorlarında<br />

dolanır gibidir.<br />

Ne rakip takımınoyuncularını<br />

gözü görür,<br />

ne formalarının<br />

rengini. Sarı laciverttenbaşkasını<br />

görmez,<br />

taraftarın sesinden<br />

başkasını<br />

duymaz. Maçın<br />

sonucuyla, puan<br />

durumuyla ilgi-<br />

lenmez. Tek seçenek vardır Fenerbahçe için, ki o seçenek<br />

kaderleridir: Galibiyet! Ev sahibi olmanın avantajını en iyi<br />

kullanan futbol kulübü Fenerbahçe'dir. Zira en vefalı, en<br />

ateşli taraftara sahip kulüp de Fenerbahçe'dir.<br />

FENERİUM<br />

Fenerbahçe zor zamanlarını<br />

taraftarın<br />

manevi desteğinin<br />

yanısıra, inkar edilemez<br />

büyüklükteki<br />

maddi desteğiyle atlatmıştır.<br />

Fenerium<br />

mağazası, bırakın bir<br />

spor kulübü markası<br />

olmasını, gerçekten<br />

çok iş yapan bir<br />

tekstil markası haline<br />

gelmiştir. Taraftarlar, aldıkları orijinal ürünlerle kulübün<br />

kalkınmasına epeyce katkı sağlamışlardır.<br />

FENERBAHÇELİLİK<br />

Topsa top, çimense çimen, kramponsa krampon. Futbol<br />

dünyanın her yerinde aynı malzemelerle oynanır, içine biraz<br />

takım ruhu da koydun muydu, Brezilya'dan İtalya'ya<br />

kalite olarak birbirinin aynısı olmasa da fiziki şartlara bakarsak<br />

hepsine "futbol maçı" diyebileceğimiz 90 dakikalık<br />

mücadeledir. Fakat taraftarlık mesaisi 90 dakikalık değildir.<br />

Hele Fenerbahçelilikse konu, doğumhanede başlayıp<br />

kabristanda biten bir hayat hikâyesidir. Fenerbahçeliler,<br />

taraftarlığı stattan çıkarıp caddelere, arabalara, sonra evlerine,<br />

okullarına... Kısacası hayatlarının her anına yayar-


lar. Haftada bir kez tezahürat yapmakla bitmez Fenerbahçelilik,<br />

diğer takımlara karşı haftanın her günü, günün her<br />

saati süren bir savaştır. Futboldan anlayanlar bilir, Fenerbahçe<br />

tek başına tüm takımların rakibidir.<br />

rahmetli İslam Çupi Fenerbahçe için ''Fenerbahçe büyüklüğü<br />

ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür.<br />

Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz"<br />

derken aslında yalnızca bir spor kulübünden ya da onun<br />

taraftarı olmaktan bahsetmiyordu. İşte bu adı konulamaz<br />

diye tabir edilen şey birliktir, ruhtur, kardeşliktir, bir<br />

ülkü uğruna kimliğinden vazgeçmektir.<br />

2012/2013 sezonunun hazırlık antrenmanında<br />

futbolcular üzerinde Aziz Yıldırım'ın<br />

"Unutulmamalıdır ki şimdi bu ulu<br />

çınarın dallarını<br />

budamaya, kırmaya<br />

çalışanlar gün<br />

gelecek güneşi<br />

görmek için yine<br />

bu çınarın tepesine<br />

çıkmak zorunda kalacaklar"<br />

sözünün yazılı olduğu tişörtlerle<br />

sahaya çıktılar. Çınar uluydu, çınar<br />

genişti, köklüydü, çınar o kadar büyüktü<br />

ki birilerinin kendi menfaatleri<br />

için yaptığı savaşın önüne set<br />

olmuştu...<br />

Çınarı kesmeye kimsenin gücü yetmeyecekti<br />

ve çınarsız bir ligin tadı<br />

tuzu olmayacaktı...<br />

SAYI 4<br />

29


SERBEST KÜRSÜ<br />

Neredeydiniz bu kadar zamandır ?<br />

Biraz dinlenmek istedim. Ekrandan, dergilerden, şiirden<br />

epeyce uzak kaldım. İyi de oldu. Bizim medyada yorulmadığımızı<br />

kolay bir iş yaptığımızı sanıyor insanlar dışarıdan<br />

baktıklarında. Hâlbuki medyada bizatihi yer almak çok yorucu<br />

bir şey. Sizi bir tarafıyla çok tüketen bir şey.<br />

Bir de Meksika Sınırı gibi çok zor bir program yapıyorsanız…<br />

Hep onu söyledim; Meksika Sınırı izleyenler için çok<br />

kolay çok faydalı, yapanlar için çok yorucu ve çok zararlı<br />

bir program. Çünkü ne biriktirdiyseniz, emmeye çalışan<br />

bir program. Mesela yeniden başlıyoruz Meksika Sınırı’na.<br />

Peki Meksika Sınırı’nın aynı formatta gideceğini biliyoruz.<br />

Yine kısa bir sürede tüketmeyecek mi ?<br />

Şöyle ki; tükendiğinde bırakmak bedava.<br />

Yeniden dön çağrılarına da, bizi bırakıp nereye gittin çağrılarına<br />

da çok kulak asmıyorum. Neticede bir iş yapıyor-<br />

30 SAYI 4<br />

ŞÖYLEŞENLER: İSMİHAN ŞİMŞEK,<br />

ZÜBEYİR KOÇULU, PINAR HİLAL BALTA<br />

İSMAİL KILIÇARSLAN:<br />

“YAVAŞLAYIN!”<br />

Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice uzaklaştığını hissetmek<br />

insanı çok yoruyor. Beni çok yordu. Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden<br />

uzaklaşmayan bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni kendi<br />

realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan uzaklaştırmaya başladı.<br />

Bende televizyondan uzaklaşmayı tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.<br />

sunuz. En nihayetinde insanların bir buçuk, iki saatini alıyorsunuz.<br />

Sizin ona nasıl hazırlandığınız, ne kadar emek<br />

verdiğiniz hiç kimsenin umurunda değil. Yaptığınız en<br />

küçük hata ekranda görülüyor, dev oluyor. Ve programınız<br />

bittiğinizde, başka bir alternatif için hemen kumandaya<br />

basılıyor. O kadarlık bir şeyden bahsediyoruz. Yani haftada<br />

iki saat, ilgilisiyle sohbet edilen bir program. Dolayısıyla,<br />

Meksika Sınırı’na başlamak da bırakmak da benim için çok<br />

kolay. Yorulursam bırakırım.<br />

Peki Meksika Sınırını bırakmanız ile Gerçek Hayat’ta<br />

yazdığınız son yazının paralelliği var mı ?<br />

Evet. Doğrudan Gerçek Hayat’ta yazdığım o yazıyla ilgili<br />

Meksika Sınırı’nı bırakma sebeplerim. Ben televizyonun insanı<br />

çok fazla dönüştürdüğü, sahici bir karakter olmaktan<br />

çıkardığını düşünüyorum.<br />

İzleyiciler açısından mı ?<br />

Hayır, yapan açısından. İzleyiciler seni gerçek zannediyor.


Onlarla ilgili bir sorun yok. İzleyiciler mesela Fatmagül’ü<br />

de gerçek zannediyor. Yok öyle bir şey halbuki. Fatmagül’de<br />

gerçek değil. Meksika Sınırı’da gerçek değil. Ekrandaki İs<strong>mail</strong><br />

Kılıçaslan’da gerçek değil. Yani hepimiz aldığımız pozisyonlar<br />

üzerinden hayatla hesaplaşıyoruz.<br />

Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice<br />

uzaklaştığını hissetmek insanı çok yoruyor. Beni çok yordu.<br />

Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden uzaklaşmayan<br />

bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni<br />

kendi realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan<br />

uzaklaştırmaya başladı. Bende televizyondan uzaklaşmayı<br />

tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.<br />

Bu dinlenme süreci<br />

iyi geldi dediniz.<br />

Nelere iyi geldi ?<br />

Şuan gençler sosyal<br />

medya üzerinden<br />

sürekli bir<br />

hareketlilik içerisindeler.<br />

Sanırım<br />

gençlerde sizin<br />

yaptığınız gibi dinlenme<br />

evrelerine<br />

ihtiyaç duyuyorlar.<br />

Bu dinlenme<br />

tecrübenizden ne<br />

aktarmak istiyorsunuz<br />

gençlere ?<br />

Yavaşlasınlar…<br />

Kemal Sayar’ın da<br />

bu konu ile ilgili bir<br />

kitabı var. ‘Yavaşla!’<br />

Dünyada şöyle bir<br />

kavram var ‘slow<br />

city’ yavaş şehir,<br />

yavaş yaşayan şehir.<br />

Yani toplu taşıma<br />

araçlarının mesela<br />

50 km’den fazla hız<br />

yapmasının yasak olduğu. Çoğu yerde, yürümek için sokakların<br />

icat edildiği.<br />

Ben mesela twitter denilen meseleye bile isteye dâhil<br />

olmadım. Twitter’ın boşluğu beleşliği çok aşikar. Mail ile<br />

iletişim veya Facebook’ta yorumlardan bir iletişime geçme<br />

durumu dahi Twitter’dan daha sağlıklı. 140 karakter sayınız<br />

var. O karakter sayısıyla dünyayı yorumlamanızı bekliyor<br />

insanlar. Temel mantık çok kısıtlı bir alanda çok yüksek<br />

kabiliyetli laflar edebilmek. Aforizmatik bir şey yani bu<br />

olay.<br />

“HİÇBİR ŞEYİ ÖZETLEYEcEK KADAR APTAL<br />

DEğİLİM”<br />

Mesela 140 karakteri aşıp da göndermeye kalktığında<br />

‘yeterince zeki değilsin’ diye bir uyarı çıkıyor.<br />

Ciddi misin ya? Twitter’a düşman olmam için yeni bir sebep.<br />

Ben, “hiç bir şeyi özetleyecek kadar aptal değilim”<br />

diye cevap verirdim.<br />

Timeline diye bir şey var. Adam sınırı aştığında art arda<br />

yazıyor düşüncelerini ama onu takip eden için öyle<br />

değil. Ana sayfaya onun yazıları düşerken hop salise<br />

farkıyla başka birinin<br />

twiti kaynıyor<br />

araya adam yazıyor<br />

‘Nişantaşı’nda<br />

kahve içiyorum.’<br />

Aslında çok karışık<br />

ve dağınık bir hal<br />

alıyor o zaman da.<br />

kastım bu.<br />

Aslında işte tam<br />

2010’ların işi Twitter.<br />

Çok fazla yoğunlaşmayalım.<br />

Aaa, Mevlana çok<br />

güzel laf etmiş onu<br />

şuradan alalım; aaa,<br />

Elif Şafak kitap çıkarmış<br />

kutlayalım.<br />

Eğlenelim. Bir de<br />

bu arada eşe dosta<br />

Nişantaşı’nda kafedeyim<br />

falan diyelim.<br />

Öyle değil ama !<br />

ORTALIK FİLOZOFTAN GEÇİLMİYOR AMA<br />

DÜŞÜNcE YOK!<br />

Ben mesela bir yerde<br />

yemek yediğimde,<br />

bunu anlatmak<br />

için 10 dk’dan aşağı<br />

bir zamanı kabul etmem.<br />

Yavaşlamadan<br />

Bir de sosyal medya, internet şu an insanların hayatında<br />

edindiği yer ile gençlerin gereksiz bir özgüvene sahip<br />

olmaları sonucunu doğurdu. Ortalık filozoftan geçilmiyor<br />

fakat düşünce yok. Hep ikinci el.<br />

Bugün bir şiir bitirdim. Bak oradan bir dize ‘Bir özgecan<br />

SAYI 4<br />

31


SERBEST KÜRSÜ<br />

değildir Leyla, Olsa olsa ikinci el bir Twitter mesajıdır’ Bana<br />

öyle geliyor bu durum. İkinci el, fazla kullanılmış, yaygınlaşmaya<br />

fazla müsait. Zaman zaman eş dost, Twitter’da<br />

senin şu dizen dolaşıyor diyor. Tedirgin oluyorum. Şimdi<br />

al bir dize, koy. İlk anda iyi gelecektir belki ama ya sonra<br />

? O çöplükte kayboluyor hissi var ya, ikinci ele düşüyor,<br />

yıpranıyor hissi.<br />

Öyle bir şey işte.<br />

İtibar’ın satışı 1500, Twitter<br />

takipçisi 6000. Bu işte bir<br />

yanlışlık var. Hece’nin satışı<br />

1000, Twitter’da takipçisi<br />

55.<br />

KARAcAAHMET<br />

MEZARLIğI’NI GEZİN<br />

Şimdi okullar açılıyor. Yoğun<br />

ders trafiği, öğrenciler<br />

kafelere gidecekler, muhabbet,<br />

sohbet, etkinlikler<br />

vs. Nasıl yavaşlayacaklar?<br />

Yalnızca internet de<br />

değil bu durum. Alışverişte<br />

bile şu an gençler için<br />

bir hız. Markaların peşinde<br />

koşturma.<br />

Mesela Karacaahmet’i dolaştınız<br />

mı hiç? Başından<br />

sonuna kadar, ne kadar da<br />

dolaşırsınız? Durarak. Senin<br />

yaşında ölmüş, birkaç mezar<br />

taşı bulmaya çalışarak, bir<br />

mezar taşında yazan dörtlüğün<br />

anlamı üzerinde biraz<br />

düşünerek, mezar taşlarında<br />

ki imla hatalarını bularak…<br />

Karacaahmet Mezarlığı yavaşlamak için çok iyi bir yerdir.<br />

Ölüm fikri insanı sürekli yavaşlatan bir şeydir. Ölümle haşır<br />

neşir olmak. Mesela günde yirmi dakika; on dakikası Arapçasına,<br />

on dakikası mealine ayırarak Kur’an okumak insanı<br />

yavaşlatır. İnsan istese de istemese de yavaşlar.<br />

Mesela tam bir şey yapacakken, kişinin sabah okuduğu<br />

ayet kafasına tak diye düşer. Mesela marka kovalamak dedin<br />

ya, tam o markayı kovalarken cebindeki parayı arkadaşıyla<br />

paylaşması gerektiğini Kur’an’dan öğreniyor Müs-<br />

32 SAYI 4<br />

lüman. Bu bir yavaşlamadır. Mesela tam biri ile tartışmaya<br />

girecekken, Eyüp peygamberin sabrını hatırlamak; tam<br />

kendinden güçsüz birine hükmedebilecek, eziyet edebilecekken<br />

Hz Ali’yi hatırlayıp bundan vazgeçmek bir yavaşlama<br />

biçimidir. Ancak kaynaklara dönerek yavaşlanacağını<br />

düşünüyorum.<br />

Tahmini 100 bin öğrenci olduğunu varsaysak Üsküdar’da;<br />

bu öğrencilerin elli bini yarım saat Üsküdar Yeni Camii’nin<br />

şadırvanında otursa bu bir yavaşlama göstergesidir.<br />

Mihrimah’ta mesela tespih<br />

satan bir amca var. O amca<br />

ile iki dakika sohbet edebilse<br />

bu bir yavaşlamadır.<br />

Birine selam verse bu bir yavaşlamadır.<br />

Nereye gidiyorsunuz sorusunu<br />

çok sık sorar Allah<br />

Kur’an’da. Niye akıl etmiyorsunuz<br />

? Bütün bunları düşünmek<br />

insana yavaşlamayı,<br />

yavaşlamak huzuru getirir.<br />

EğLENİRKEN GELİŞMEK<br />

DİYE BİR ŞEY YOK<br />

Gençler daha nitelikli vakitler<br />

geçirsinler, okusunlar,<br />

yazsınlar diyoruz.<br />

Birçok genç yavaşlamayı<br />

eğlence dışında tutuyor<br />

aslında. Sürekli bir koşma<br />

ve hız peşindeler. Eğlenmek<br />

diye bir şey var mı,<br />

eğlence nedir o zaman ?<br />

Bediüzzaman Said Nursi'nin<br />

müthiş bir lafı vardır. ‘Helal<br />

daire keyfe kafidir’ der. Dolayısıyla<br />

helal dairede kaldığı<br />

sürece kişi eğlenmekle ilgili hiçbir problemim yok benim.<br />

O helal dairede de apaçık haram olanlar var. Dolaylı<br />

yoldan haram olanlar var.<br />

Aslında adam gibi eğlenmeyi bildiğin zaman insanı olgunlaştıran<br />

bir tarafı bile vardır.<br />

Mesela, dost masaları çok eğlenceli meclislerdir ve insanı<br />

çok eğlendirir. O kadar çok şey konuşulur ki. Biri bir şey<br />

söyler. Başka biri örnekler verir. Başkası birebir olay an-


latır. O ‘kıssa’dır. Sen oradan ‘hisse’ni alırsın. Bütün bunlar<br />

çok eğlenceli bir ortamda da gerçekleşebilir. Ki bence<br />

böylesi daha da iyidir. Benim için ise eğlence; Haşmet<br />

Babaoğlu, Selahattin Yusuf ile oturmaktır. İbrahim Paşalı<br />

da gelirse tadından yenmez. Üç dört saat konuşmak ama<br />

her şeye dair. Kadınlardan tut evrenin yaradılışına kadar.<br />

Çok geniş bir perspektifte kendini hiç kapatmadan konuşmak,<br />

bir taraftan dalganı geçmek, bir taraftan şakalaşmak…<br />

Sinema vs. eğlencedir. Ha bazıları ciddiye alır sanat<br />

olur ama sanat olmadan önceki hali eğlencedir. Bilgisayar<br />

oyunu iyidir. Tavla çok iyidir. Çok severim. İnsan sadece,<br />

misyon sahibi bir yaratık değil. Dinlenecek, nefes alacak,<br />

eğlenecek.<br />

Ben artık eğlenmeyi, ailem ve arkadaşlarımla vakit geçirmek<br />

olarak tanımlıyorum. Ve bu benim yaşımdaki biri için<br />

bu tanım son derece normal. Ama gençler için eğlencenin<br />

başka tanımları var. Konserler mesela. Onlarca ücretsiz<br />

konser ilanı görüyorum ve gidemediğim için üzülüyorum.<br />

Ama Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği çocuk oyunlarına<br />

ya annesi ya ben kızımı götürüyoruz ve bu bizim için ve<br />

bir eğlence oluyor.<br />

Eğlenirken gelişmekten falan bahsetmiyorum. Öyle kişisel<br />

gelişim numaraları yapmaya gerek yok. Eğlenmek eğlenmektir.<br />

Ama o helal daireyi hiç gözden kaçırmamak lazım.<br />

Bir de gençler için en iyi eğlenme metodu. Aslında tehlikeli<br />

bir şey ama bir sevgili edinmektir.<br />

Hayata dair sizi çok geliştirir, yetiştirir. Üstelik aradığınız<br />

eğlenceyi de bulursunuz. Kavga edersiniz, mutlu olursunuz,<br />

sevindirirsiniz, sevinirsiniz, sevilirsiniz, seversiniz,<br />

iyidir yani. Gençlere sevgili bulmayı da öneriyorum.<br />

GÜNDEMDEN UZAK DURMAK LAZIM<br />

Mesela bir genç hem gündemi takip etmek istiyor hem<br />

de yavaşlamak istiyor. Ben yalnızca Türkiye iç siyaseti<br />

ile ilgilenmek istemiyorum. İslam dünyasını takip<br />

edeceğim dese bile bir genç her şey baş döndürücü<br />

bir hızla ilerliyor. Yavaşlamak isteyip, gündem takibi<br />

yapan gençler ne yapacaklar?<br />

Şöyle gündemin ne olduğu ile çok ilgili bu soru. Yani senin<br />

gündemin ne?<br />

Senin gündemin bir dış politika muhabiri gibi dünyadaki<br />

Müslümanlara ne olduğu ise evet bu seni çok yorar. Ama<br />

dünyadaki Müslümanlar niçin böyle konusunda kafa yoracak<br />

bir gündemin varsa, o seni tam tersine yavaşlatır. Dolayısıyla<br />

işin magaziniyle aslını birbirinden ayırmak lazım<br />

‘gündem’ meselesinde.<br />

Mesela ben de gündemi sizin kadar takip ediyorumdur.<br />

Ama nasıl? Sabah geliyorum ofise, çalışmaya başlamadan<br />

önce iki tane internet sitesi açıyorum. Memlekette neler<br />

olmuş ona bakıyorum. Çalışmaya başlıyorum. Daha sonra<br />

dükkânı kapatmadan önce bir kere daha bakıyorum ve<br />

memlekette çok az şey değişmiş oluyor. Memlekette de<br />

dünyada da. Bugün Suriye’de kaç kişinin öldüğü gündemi<br />

takip etmek değil. Bugün Suriye’de niçin insanların öldüğüne<br />

dair kafa patlatmaktır gerçek gündem takibi. Aksi<br />

taktirde o ne dedi, bu ne dedi, Arakan’da bugün ne oldu<br />

Youtube’da dünya Müslümanlarının neler yaptığı ile ilgili belgelere,<br />

bilgilere, görüntülere ulaşabiliyorsun. Fakat dünya Müslümanlarını<br />

izlemeye başlamışken yolculuğunu bir Sezen Aksu şarkısı ile<br />

bitiriyorsan, bu hiçbir işe yaramıyor. Dağılmışlık derken bunu kast<br />

ediyorum.<br />

falan… Buna dalarsan medya sektöründe çalışman gerekir.<br />

Ki bu zaten artık işin olmuş olur. Dolayısıyla gündemden<br />

uzak Allah’a yakın olmak lazım.<br />

Ben bir de son dönemde çok ciddi bir dağılma görüyorum<br />

gençlerde. Her şeyden anlama, her köfteye maydanoz<br />

olma. Bu dağılmışlığın sebebi ne bilmiyorum.<br />

Kitaplar çıkardınız, sinema senaryosu, belgeseller vs<br />

derken heybenizde bir sürü şey birikti. Bundan sonrası<br />

için bu tarz projeler var mı?<br />

Ben hayatımı televizyon yapımcılığıyla, program yapımcılığıyla<br />

ve yönetmenliği ile kazanıyorum. Dolayısıyla yapa<br />

geldiğim standart bir takım televizyon işleri var. Mesela bu<br />

sene TrT Arapça’nın iftar ve sahur programlarını ofisimizde<br />

yaptık. Sinema ile ilgili ise, gerçekten iyi bir senarist<br />

bulabilirsem, kendimden hareketle bir 28 Şubat hikayesi<br />

yazmak, mümkünse onu yönetmek istiyorum.<br />

SAYI 4<br />

33


ABDULLAH KİBRİTÇİ<br />

34 SAYI 4<br />

Yılın Bu<br />

Mevsiminde<br />

İGUANALAR<br />

Oldum olası hayallerden nefret etmişimdir. Çünkü hayaller<br />

sahte bir avuntu olmaktan, bünyeye sakinleştirici bir etki<br />

yapmaktan başka bir işe yaramazlar. Hayal ne “heves” gibi<br />

gelip geçici bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür boyu insanı<br />

sarmalayıp içine işler, ne de “takıntı” gibi aklını tümden<br />

işgal eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan yalancı emzik<br />

gibidir hayaller.


“Hayallerinin peşine düş ve seni götürdüğü yere git” diye<br />

başlar hikaye. Kocaman dünyanın karmaşık metropollerin<br />

kuşatan şehirlerin ortasında sıkışıp kalmış bireyin büyük<br />

renkli hayallerini görürüz ve şahit oluruz uçsuz bucaksız<br />

iç dünyasına. Hayallerimiz olsun isterler hep bizden, bitip<br />

tükenmez sınır tanımaz hayallerimiz. Bazen fakir, bazen<br />

güçsüz, bazen ezilmiş, bazen yalnız insanların arka<br />

sokaklardaki hikayelerini anlatır filmler ve kitaplar,<br />

binlerce kere bıkıp usanmadan. Onların her<br />

şeye rağmen büyük hayalleri vardır ve o<br />

hayalleri sayesinde ulaşırlar bir gün<br />

başarıya.<br />

Hiçbir kadim öğretide “hayal<br />

kurun” diye bir tavsiye olmamasına<br />

rağmen, modern<br />

zamanların modern bilgi<br />

aktarım kaynakları binlerce<br />

kanaldan hayal kurmamız<br />

için bizi uyarır. Batı Medeniyetinin<br />

devasa bütçeli<br />

filmleri, insanı şevkle dolduran<br />

coşturan kitapları küçük<br />

insanların büyük hikayelerini<br />

hayalleri üzerinden anlatır ve<br />

filmin sonunda herkes evine mutlu<br />

döner. Çünkü hayal kurmak mutlu olmanın<br />

kolay yöntemlerinden biridir. Üstelik<br />

kimseye zararı dokunduğu da görülmemiştir.<br />

Ancak daha leziz hayaller kurabilmek için imge dünyamızın<br />

da geniş olması lazım. Evrenin bütün nimetlerinin<br />

sığdırıldığı görsel şölenler bambaşka dünyanın kapılarını<br />

açar bize. Çöl üzerine kurulmuş bir şehir olan Las Vegas’ta<br />

insanların havuzlu bahçeli evlerde yaşadıklarına şahit<br />

olur mesela bir çocuk Hindistan’da, elektrik kesintisinin<br />

Dayısı gibi bir iş<br />

bulabilirse, tır şoförü<br />

olabilirse mesela,<br />

o evlerden bir tane<br />

alabilecektir herhalde?<br />

Neden olmasın ki? Şimdi<br />

bol yıldızlı bir gecede,<br />

uzanıp göğü izlerken<br />

hayaller kurma vaktidir.<br />

Ah evet, hayal kurmak ne<br />

güzeldir!<br />

olmadığı nadir günlerden birinde ailesiyle birlikte on<br />

metrekarelik barakada televizyon izlerken. Dayısı gibi bir<br />

iş bulabilirse, tır şoförü olabilirse mesela, o evlerden bir<br />

tane alabilecektir herhalde? Neden olmasın ki? Şimdi bol<br />

yıldızlı bir gecede, uzanıp göğü izlerken hayaller kurma<br />

vaktidir. Ah evet, hayal kurmak ne güzeldir!<br />

Sömürerek refaha ulaşan Batı aklı, içinde bulunduğu<br />

nimetleri paylaşmak istemediği için onların<br />

hayalleri ile yaşayıp mutlu olmamızı ister.<br />

Siz hayal edersiniz, onlar yaşar.<br />

Ezilen ve sömürülen insanların<br />

kaybolan huzuru dayatılan hayaller<br />

ile yeniden temin edilir.<br />

Hayalleri ile mutlu olanlar<br />

neyi nasıl talep edebilir?<br />

Oldum olası hayallerden<br />

nefret etmişimdir. Çünkü<br />

hayaller sahte bir avuntu<br />

olmaktan, bünyeye sakinleştirici<br />

bir etki yapmaktan<br />

başka bir işe yaramazlar. Hayal<br />

ne “heves” gibi gelip geçici<br />

bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür<br />

boyu insanı sarmalayıp içine işler,<br />

ne de “takıntı” gibi aklını tümden işgal<br />

eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan<br />

yalancı emzik gibidir hayaller.<br />

rüyasını gördüğü fetihlerin planını yapacak, hesaplaşmanın<br />

stratejisini çizecek kafaların şu an nerede olduğu bilinmiyor.<br />

Amerikan filmleri izlemiyorlarsa veya atarlı twitler<br />

atmakla meşgul değillerse bir gün onları görebiliriz.<br />

Ana menüye dönmek için lütfen 1’i tuşlayınız. Teşekkür<br />

ederiz.<br />

SAYI 4<br />

35


ÖĞRENCİ BÜTÇESİ AYŞEGÜL DUMAN PEHLİVANLI<br />

3<br />

Kuruşa<br />

Öğrenci<br />

Sefası<br />

Üsküdar sahil, trafiğin kilitlendiği bir İstanbul sabahında,<br />

denizden gelen esintiyle mahmur. Hafiften<br />

serpiştiren yağmur, rüzgârla birlikte ağaç yapraklarının<br />

tozunu alıyor. Böylesi bir güne uyanmışken, cebinizdeki<br />

öğrenci harçlıklarını ve yeni çektiğiniz bursları en<br />

etkin nasıl kullanabilirsiniz?<br />

Bu sayıda sizlere rengârenk bir etkinlik haritası hazırladık.<br />

İstanbul’un modern sebil özelliğine sahip ayaklı kütüphane<br />

olarak nitelendirilebilecek müzeler, sanat galerileri,<br />

sempozyumlar, festivaller, konferanslar, gençlik merkezleri,<br />

kültür merkezleri ve daha niceleri… Düşünsenize, 1 liraya<br />

otobüse biniyor, 40 kuruşa aktarma yapıyoruz. Neden<br />

evde oturalım ki?<br />

SAHNEDE YERİNİZİ ALDINIZ MI?<br />

Eskiler “Şam yazar, Bağdat tâb eder, İstanbul okur” derlermiş.<br />

İstanbul okumaya, üretmeye, çağı yakalamaya ve<br />

aşmaya devam ediyor. Sahnede yerinizi aldınız mı?<br />

Büyükşehirler tüm dünyada öğrencilere çok farklı yelpazede<br />

ve alternatifte ücretsiz veya düşük bütçelerle yararlanılabilecek<br />

imkânlar sunarlar. Londra’da örneğin, sıkıldığınız<br />

bir gün British Müzesi’ne uğrayarak bilgi ve deneyiminizi<br />

artırabilirsiniz. İstanbul’da ise 20 liraya almış olduğunuz<br />

müze kartınızla Ayasofya Müzesi’nde tarihin derinliklerine<br />

inebilir, Fatih’in ayak sesleri ile dirilebilirsiniz.<br />

36 SAYI 4<br />

Güneşin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği saatlerde İstanbul<br />

Üniversitesi Kütüphanesi’nde veya civarda bulunan<br />

medreselerin butik kütüphanelerinde aklınıza takılan<br />

sorulara cevaplar arayabilirsiniz. Akşamüzeri Yerebatan<br />

Sarnıcı’nda 2 lira ödeyerek tarihin derinliklerinden gelen<br />

hayali su şırıltıları arasında, şiir dinletisi eşliğinde günün<br />

yorgunluğunu atabilirsiniz.<br />

AKADEMİK DÜNYAYA KOMŞUSUNUZ!<br />

Akademik dünyada neler konuşulduğunu mu merak ettiniz?<br />

“Amerikalılar İbn-i Haldun hakkında ne düşünüyor?”<br />

sorusu mu zihninizi kurcaladı? Üsküdar sınırları içinde bir<br />

vakıf üniversitesinde düzenlenen herhangi bir konferansa<br />

ücretsiz olarak katılabilirsiniz.<br />

İSTANBUL’U KEŞFETMEK<br />

İstanbul, fotoğraftan mimariye, tarihten edebiyata, görsel<br />

sanatlardan el sanatlarına veya çok ekstrem teknik alanlardaki<br />

bilgi donanımı edinebileceğiniz bir şehir. İstanbul’da<br />

Japonca-Çince gibi Uzak Doğu dillerini bile öğrenebileceğiniz<br />

mekânlar bulunuyor. Bu anlamda İstanbul, en az bir<br />

New York’tur, bir Londra ve bir Tokyo’dur.<br />

Biz de size İstanbul’un bu yönlerini de içinde barındıran<br />

bir etkinlik haritası hazırladık. Bu haritada neler mi var?<br />

Müzeler, sanat galerileri, sempozyumlar, festivaller, konferanslar,<br />

gençlik ve kültür merkezi etkinlikleri…


Eğer ilk iş olarak bir müze kartı<br />

edinirseniz, müzelerin Kültür ve<br />

Turizm Bakanlığı’na ait ziyaret<br />

mekânlarına bedava girebilirsiniz.<br />

Müze kart öğrenciler için 15 lira ve<br />

bir yıl boyunca geçerli.<br />

MÜZELERDE NE VAR NE YOK?<br />

Araba sevenlere araba, oyuncak sevenlere oyuncak,<br />

tarih sevenlere tarih… Müzelerde her çeşit güzelliği<br />

bulmak mümkün. İşte birkaç müze ve giriş ücretleri:<br />

rahmi M. Koç Müzesi oldukça ilgi çekici bir yer. Müze<br />

birçok bölümden oluşuyor. Müze kart geçerli değil. Ücretleri<br />

2– 6 lira arası değişiyor. Bu müzede dünyaca<br />

ünlü sergileri gezme fırsatı bulabilirsiniz.<br />

Sabancı Müzesi Çarşamba günleri ücretsiz ziyaretçi kabul<br />

ediyor.<br />

Topkapı Sarayı tarih meraklılarını bekliyor. Bu tarihi<br />

sarayın Harem bölümü hariç diğer bölümlerini müze<br />

kartınızla ücretsiz gezebilirsiniz.<br />

Diyelim ki hem ada havası almak hem de edebiyatla<br />

haşır neşir olmak istiyorsunuz. O halde Burgaz adası<br />

tam size göre. Sait Faik ABASIYANIK müzesini mutlaka<br />

görün. Üstelik müzeyi ziyaret etmek ücretsiz.<br />

SEMPOZYUMLAR NEREDE?<br />

Ne, nerede, ne zaman?<br />

Üniversitelerde çok sayıda ücretsiz sempozyum düzenleniyor.<br />

İlgili üniversitelerin internet sitelerinden<br />

etkinlik takvimini takip edebilirsiniz. Üniversite dışı<br />

sempozyumlar için belediye kültür merkezleri ve gençlik<br />

merkezlerini takip edebilirsiniz.<br />

KÜLTÜR MERKEZLERİNDE NELER OLUYOR?<br />

ÜcRETSİZ KURSLAR SİZİ BEKLİYOR!<br />

Kurslar ilginizi mi çekiyor? Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü<br />

tam size göre bir yer. Burada ücretsiz olarak<br />

birçok alanda kurslar veriliyor. İçinde bulunduğumuz<br />

dönemde ön kayıtlar başlamış durumda.<br />

Fiyatları oldukça uygun İSMEK kursları da zengin öğretici<br />

kadrosuyla meraklı öğrencileri bekliyor.<br />

İşte o adreslerden birkaçı<br />

• Caddebostan Kültür Merkezi<br />

• Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi<br />

• Üsküdar Gençlik Merkezi<br />

• Bayrampaşa Gençlik Merkezi<br />

• Beyoğlu Gençlik Merkezi<br />

• Kadıköy Gençlik Merkezi<br />

• Beşiktaş Kültür Merkezi<br />

Fotoğraf: Halit Ömer Camcı<br />

Ücretlilerin yanı sıra ücretsiz sergiler, nadir de olsa<br />

tiyatro oyunları, çeşitli sempozyumlar, seminerler…<br />

Sanatın hemen her dalında sergilenen etkinlikleri bu<br />

merkezlerden izleyebilirsiniz.<br />

Hemen her semtte kendinize uygun etkinlikleri düzenleyen<br />

Kültür Merkezleri veya Gençlik Merkezleri<br />

bulabilirsiniz. Bu merkezleri ziyaret edip, görevlilerle<br />

tanışmanız onları çok memnun edecektir. Böylece, etkinlik<br />

takvimi konusunda yetkililerden bilgi ve broşür<br />

alabilirsiniz.<br />

SAYI 4<br />

37


KISA FİLM ÖMER SAMİ SEVİMLİ<br />

SENARYO<br />

NASIL<br />

YAZILIR?<br />

KISA FİLM ÇEKMEK<br />

İSTİYORSANIZ BUNU<br />

ASLA SENARYOSUZ<br />

YAPAMAZSINIZ. AKSİ<br />

TAKTİRDE KENDİ KENDİNİZİ<br />

OYALADIğINIZ BİR VİDEO<br />

ÇEKİMİ DENEMESİNDEN<br />

ÖTESİNE GİDEMEZSİNİZ.<br />

PEKİ DOğRU VE ÇEKİLEBİLİR<br />

SENARYO NASIL YAZILIR?<br />

Eğer imkanınız kısıtlıysa ve kendi filminizi çekecekseniz,<br />

senaryo yazarken dikkat etmeniz gereken bazı kurallar vardır.<br />

Bunların en başında da o senaryonun çekilebilir olması<br />

gelir. Bir senaryoyu çekilebilir, yani filme dönüştürebilir<br />

hale getirmek için de yapılması gereken ilk şey gereksiz<br />

masraflardan kaçınmaktır. Çünkü hayal gücünün sınırı yoktur.<br />

Bir senaryoya başladığınız zaman sizi durdurabilecek<br />

tek şey yine kendinizdir. Bu yüzden kalabalık bir oyuncu<br />

kadrosu, pahalı ekipmanlar, zor görsel efektler veya çekim<br />

için yüksek bütçe gerektiren pahalı mekanları yazmaktan<br />

bilhassa kaçınmalısınız.<br />

SENARYONUZA ÇOK GÜVENİYORSUNUZ FAKAT<br />

İMKANINIZ KISITLI<br />

Bu durumda yapacaklarınızı yine yaparsınız. Fakat çok<br />

daha fazla emek harcayarak ve uğraşarak sonuca ulaşa-<br />

38 SAYI 4<br />

bilirsiniz. Bu da sizin hevesinizi kaçırabilir ve teslim bayrağını<br />

çekmenize neden olabilir. İşte o zaman kaybetmiş,<br />

başaramamışsınız demektir. Çünkü kısa film hevesle başlar.<br />

Tonlarca ayrıntıyla uğraşıp mükemmel olmasını isterken<br />

bir süre sonra isteğiniz kaçar ve bu projeniz de tıpkı birçoğu<br />

gibi başka baharlara kalabilir.<br />

EN ÖNEMLİ NOKTALARDAN BİRİ GERÇEKÇİ<br />

DİYALOG<br />

Gerçek hayatta asla duyamayacağınız ve Amerikan sinemasının<br />

bize çok uzak olan kültürüyle bezenmiş diyaloglar<br />

filmdeki sıcaklığı ve samimiyeti yok eder. Diyalogların<br />

gerçekçi olması, filmin sıcaklığı ve samimiyetinden uzaklaşmamak<br />

adına yapılan zekice hazırlanmış bir hikaye,<br />

senaryonuzu daha düzgün ve çekilmesi kolay hale getirecektir.


Senaryonuzun formatı özellikle kısa filmde en son düşüneceğiniz<br />

şey olmalı. Oyuncular ve ekibiniz senaryoyu<br />

okuyup anladılarsa sorun yok demektir. Fakat senaryonuzu<br />

profesyonellere ya da yapım şirketlerine gösterecekseniz<br />

Amerikan ya da Fransız tarzı formatlardan birini kullanmalısınız.<br />

Bu konuda da fazla uğraşmanıza gerek kalmaz<br />

çünkü internetten rahatlıkla bu formatları bulup indirebilirsiniz.<br />

Eğer işinizi ciddiye alıyorsanız ve ileride bu sektörde bir<br />

şeyler yapmayı amaçlıyorsanız size tavsiyem şimdiden bu<br />

formatlarda yazarak elinizi alıştırmanız.<br />

Başarılı sinemacı Ahmet Toklu’nun Kültür Bakanlığı ödüllü<br />

bir senaryosunun hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.<br />

EYLÜL’ÜN DÖNÜŞÜ<br />

(Yıl: 1980) Eylül 25 – 26 yaşlarında genç bir gazeteci kızdır.<br />

Askeri darbe olmuş ve çeşitli yasaklar getirilmiştir.<br />

Birçok gazeteci de yazdıkları yazılar ve okudukları kitaplar<br />

nedeniyle hapse atılmıştır. Yüzbaşı Özgür isminde bir<br />

komutan bu eylemlerde sivrilmiştir. Askeri cunta evlerde<br />

sakıncalı bulduğu birçok kitabı toplatmış ve imha etmiştir.<br />

Kendisinin de hapse atılacağını bilen Eylül duygusal<br />

bir bağ kurduğu kitaplarını korumak için onları toprağın<br />

altına saklamaya karar verir. Kitaplarını bir kutunun içene<br />

koyar ve gömer. Kutunun içine bir de not bırakmıştır.<br />

(Yıl: 2010) 1980 darbesi gerçekleştiğinde ön saflarda olan<br />

Özgür, artık emekli albaydır. Bir güvenlik şirketinde müdürlük<br />

yapmaktadır. Darbe olduktan sonra birçok dergi,<br />

gazete, kitabı imha etmiş ve birçok yazara eziyet etmiştir.<br />

Darbe sonrası edindiği güç ile birlikte yasa dışı işlere<br />

karışmış ve karanlık güçlerle işler yapmaya başlamıştır.<br />

Özgüre bir gün bir telefon gelir. Telefondaki kişi elindeki<br />

silahlardan kurtulmasını onları saklamasını söylemektedir.<br />

Özgür bu kişinin söylediklerini yapmak için adamları ile<br />

birlikte sabaha karşı bir ormana gider. Adamlarına silahları<br />

gömmelerini emreder. Kazmaya başlayan adamlar bir<br />

kutu bulurlar. Özgür kutuyu açar ve içindeki kitapları görür.<br />

Aralarında bir de Eylül’ün yazdığı not vardır. “Kötülüğü<br />

karanlığa gömüp aydınlığa ulaşacağınıza şüphem yok”<br />

Hayalleriniz gerçek olsun.<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

6<br />

AHMET YENİLMEZ<br />

İLE KISACA...<br />

KISA FİLM<br />

NE DEDİĞİNİ BİLEN İNSANLARIN<br />

ÇEKİNMEDEN SÖZÜNÜ<br />

SÖYLEYEBİLMESİDİR<br />

METİN ERKSAN<br />

TÜRK SİNEMASI’NDA USTA<br />

DİYEBİLECEĞİMİZ BİRİSİ VARSA<br />

O DA METİN ERKSAN'DIR. NUR<br />

İÇİNDE YATSIN<br />

EKMEK TEKNESİ<br />

HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI.<br />

BİR KEZ YAPILABİLİRDİ BEN DE<br />

O BİRİN İÇİNDE OLDU<br />

EN SEVDİĞİN ROL<br />

TİYATRODA MEHMET AKİF<br />

ERSOY, TELEVİZYONDA CELAL<br />

(EKMEK TEKNESİ)<br />

TİYATRO<br />

HAYATIN AYNASI<br />

MUTLULUK HAYALİ<br />

VADEMİN DOLDUĞUNU<br />

HİSSETTİĞİM AN “DEĞDİ”<br />

DİYEBİLMEK<br />

SAYI 4<br />

39


YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI YUSUF ZÜLKÜFOğLU<br />

Bir Göçmen Hikâyesi<br />

40 SAYI 4<br />

ÜSKÜP’LÜ SABRİYE JALE… HAYATI<br />

BU 2 SAYFAYA SIğMAYAcAK KADAR<br />

BADİRELERDEN GEÇMİŞ, BÜTÜN BUNLARA<br />

RAğMEN YAŞAMA TUTUNMUŞ BİR KADIN.<br />

EŞİ İLE BİRLİKTE BALIKESİR GÖNEN’DE<br />

YAŞIYOR. MEYVE BAHÇELERİNDE YOK<br />

YOK… GEÇİMLERİNİ EMEKLİ MAAŞLARI<br />

VE BU MEYVE BAHÇESİ İLE SAğLAMAYA<br />

ÇALIŞIYORLAR. ÖYLE HİKâYELER VAR Kİ<br />

SABRİYE TEYZEDE, BİR GÜN YAMAcINA<br />

GİDİP DİNLEMEK GEREKİYOR.<br />

ÜSKÜP


Üsküp’ten başlayalım, çocukluktan…<br />

Daha okula gitmiyordum, ablamla babam nohut yolmaya<br />

gidiyorlar, bir yağmur bir şimşek… Babam ablama “Nadire<br />

diyor kaç diyor kutunun arkasına otların arasına” Babam<br />

da kara dikenlerin arkasına gidiyor, bir yıldırım düşüyor,<br />

orada ödü patlıyor. İki-üç gün savrularak, yalpalayarak<br />

gezdi, sonra da yatağa düştü.<br />

Kaç yaşındaydınız?<br />

Ben o zaman okula gitmiyordum, 6 yaşında diyelim. Babam<br />

çok yaşamadı vefat etti. Ortada kaldık. Memlekette<br />

fakirlik diz boyu, nasıl fakir nasıl fakir. Annem ekmek almaya<br />

gidiyor kasabaya ekmek yok.<br />

Türk köyünde yaşıyorsunuz…<br />

Türk köyü Türk…<br />

Annem patates aramaya gidiyor soğan aramaya gidiyor.<br />

Kıtlık vardı. Annem tarladan buğday topluyor, bulgur taşında<br />

çekip un eliyordu. Yaptığı ekmekle karnımızı doyuruyorduk.<br />

Babam garibandı, fakir, konuşma bilmez ama altın gibi<br />

yüreği vardı. Annem biraz daha gözü açıktı, daha çok isteyebilirdi<br />

yardım, babam isteyemiyordu. Bir ekmeği abim,<br />

ablam, ben, kardeşim ve annem ile babam 6 kişi yerdik.<br />

O ekmeği kocaman koparıp bize veriyordu. “Baba be biraz<br />

daha çok ver de karnımızı bir kere doyuralım bir daha<br />

seneye artık yeriz” derdim. Karnımız doymuyor ki ben bir<br />

sene sonra acıkacakmışım diye aklım eriyor. Derken babam<br />

öldü yavrum, annem de ona ilaç almaya gittiydi kasabaya,<br />

geldi babam öldü. Ondan sonra Allah’ım Yarabbi çöktü mü<br />

daha gene fakirlik. Ayağımızda çorap yok, ayakkabı yok,<br />

okul vakti geldi, okula gideceğiz üstte başta bir şey yok.<br />

Yalın ayak, yerde bir karış kar. O ayaklarla karın içine girip<br />

çıkıyoruz. O bir tane kümbete (tenekeden soba) atıyorlardı<br />

tezekleri de onunla ısınıyorduk okuldan çıkana kadar.<br />

Balkanlar hep soğuk, gittim mayısta yine soğuktu…<br />

Okulunu da gördün mü?<br />

Gördüm ama karşıdan, içeri sokmadılar.<br />

Çok çalışkanmışım. Hocanın anlatmasıyla kalkıp parmak<br />

kaldırıp bütün sorularına cevap veriyordum. Öğretmen<br />

“nereden biliyorsun” diye soruyordu. Anlattın ya öğret-<br />

menim” derdim. Müfettişler gelip beni birden ikiye aldı.<br />

Niçin aldıklarını bilemiyorum, Sonra da ikiden alıp üçe<br />

geçirdiler. İkiyi 4 ay mı okudum 5 ay mı okudum bilmiyorum.<br />

Ben 4 senede hemen hemen liseye gittim düşünebiliyor<br />

musun? Oradan beni aldılar Köprülü’ye, lise okudum<br />

orada. Ayakkabı aldılar, pabuç aldılar. Ben zengin aileler<br />

alıyor sanıyordum meğer hükümet alıyormuş Köprülü’de liseyi<br />

okuduktan sonra Üsküp’e götürdüler. Orada okurken<br />

Ohri’ye götürmek istediler ben Türkiye’ye gelmek istedim.<br />

SAVAŞTAN KORKUP GÖÇTÜK<br />

Niye buraya gelmek istediniz?<br />

Bosna gibi olacağız diye…<br />

Savaş çıkacaktı yani?<br />

Annem, “Savaş çıkacak da bizi öldürecekler illaki kendimizi<br />

Türkiye’ye vatanımıza atalım” demişti. Asıl neslimiz<br />

Konya Karaman’dan. Dedelerim Osmanlı zamanında oraya<br />

gitmiş.<br />

Sonra…<br />

Buraya geldikten 2 sene sonra nişanlandım. Tekel’de çalışıyordum.<br />

Tekel’de çalışırken ablam hasta oldu, tütün fabrikası yaramadı<br />

ablama, annem de çıkardı işten, tekstil fabrikasına<br />

soktu. Sonra ben de yanına geçtim.<br />

Nişanlanma hikâyenizi duydum çok ilginç geldi…<br />

Eşim Yusuf beni görüyor, o da nişanlıymış yüzüğü atıyor.<br />

Annesine “ben bir göçmen kızını sevdim haberi yok…” diyor.<br />

Ben hiç bilmiyorum. Gece bekçisiydi. Yolda gidip gelirken<br />

beni görüyor ondan sonra geliyor annemden istiyor.<br />

Ne diyor?<br />

“O gariban ben gariban, verdin verdin, vermedin kaçıracağım<br />

kızını diyor… Bizde kız kaçmaz.<br />

Annem beni kaçırmasın memleketlilerimize<br />

karşı rezil olmayalım diye tamam diyor.<br />

Vereceksin ama nereye veriyorsun?<br />

Evi yok barkı yok. Ama mecbur<br />

verdiler. Altı ay nişanlı<br />

durdum. 17 yaşındaydım.<br />

SAYI 4 41


YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI<br />

Ev yok bark yok demiştiniz. Nasıl evlendiniz?<br />

Onlar da çok fakirdi. Evlerinde kapı bile yoktu. Kartondu<br />

evin kapısı. Ellerim kınalı düğünümüzü yaptık hadi bakalım<br />

daha haftasına tekrar işe. Evlenirken çalıştırmam<br />

demişti ama haftasına gene kaldık aç. Dört tane kaynım<br />

var bir de kaynanam iki de biz. Kayınlarım daha çok küçük.<br />

Toplam yedi nüfus. Bir gece bekçisinin maaşına bakıyoruz.<br />

Annem “Oğlum sen çalıştırmayacaksın ama bırak başlasın”<br />

dedi. Sonra işe girdim başladık çalışmaya, kayınlarım da<br />

büyüdü çalıştılar. Onları evlendirdik, yer aldık ev yaptık el<br />

birliğiyle…<br />

İŞSİZİ YOLDAN ÇEVİRİYORLARDI İŞ VERMEK<br />

İÇİN<br />

Ne zaman bıraktınız çalışmayı?<br />

Bırakmadım ki. Sonraları askeri dikimevine girdim Yavrum,<br />

şimdiki gibi değil, şimdi üniversite mezunu bile<br />

işsiz kalıyor. O zamanlar “senin okuryazarlığın<br />

varmış, bu fabrika daha<br />

çok para veriyor” diye yoldan<br />

çeviriyorlardı. Gittim başladım,<br />

meğer sigortalıymış.<br />

Haberin yok muydu?<br />

Ben sigorta nedir bilmiyorum<br />

ki? Hangi fabrikaya<br />

başlasam bana bir<br />

kart veriyorlar bende eskisini<br />

yırtıyorum. Cemile<br />

abla vardı bir gün baktım<br />

elinde yırttığım kartlardan.<br />

Eski, yarısı yıpranmış. “Bu<br />

yırtık kâğıt elinde ne geziyor?”<br />

diye sorunca “Bununla doktora<br />

çıkacağız bedava bakacak bize” dedi.<br />

Ben yine yenisi verecekler derdindeyim. “Yırt<br />

at yenisini verecekler” diyorum kadına.<br />

“Olur mu sakın yırtıp atma yarın emekli olunca devlet<br />

bana, sana maaş bağlayacak” deyince ben kala kaldım.<br />

Peki nasıl emekli oldun?<br />

Yeni girdiğim fabrikada Yasin Bey vardı bana 10 gün izin<br />

42 SAYI 4<br />

verdi, daha önce çalıştığım fabrikalardan<br />

giriş çıkış kartlarımı topladım,<br />

getirip teslim ettim. Tekel’in verdiği numarayla<br />

da emekli oldum.<br />

Sizin bir de tren hikâyeniz var sanırım…<br />

Köprülü’den buraya geliyoruz. Ablam da orda evlenmişti<br />

küçücük bir kızı var onları da getiriyoruz. Eniştemizden<br />

habersiz.<br />

Kaçırıyorsunuz yani… Neden?<br />

Ablamı bırakmak istemedik. Annem Türkiye’ye yerleşebilmemiz<br />

için bir adamla sahte evlilik yaptı. O adamın vasıtasıyla<br />

geliyoruz zaten. Ablamın kocasına da “biz şimdi<br />

gidelim siz de gelince birleşirsiniz yeniden” dedik. Adam


kabul etmedi, bize inanmıyor ve “kızı alamazsınız” diyor.<br />

Adamı kandırdık kızı kaçırdık neticede. Yakalanmamak için<br />

4-5 durak öteden bindik. Vardar Deresi var onu yüzerek<br />

geçtik. Bindik trene geldik Türkiye’ye.<br />

Burada ilk nereye geldiniz?<br />

Sirkeci’de misafirhaneye geldik. 15 gün kaldık, oradan bizi<br />

aldılar, annemin sahte evlilik yaptığı adamın bir yakınının<br />

yardımıyla ev tuttuk.<br />

KÜPTEKİ ALTINLARI FIRLATIP ATTIK<br />

Trenle yakalanmadan geldiniz yani…<br />

Geldik ama o trende gelirken annem bizi topluyor. Babam<br />

öldü ya hemen ablamı evlendirdi annem. İç güveysi aldılar.<br />

Biz tarlaları sürüyoruz annem süremez, annem zaten<br />

oranın kadın polisiydi. Dayım da komiserdi memleketteyken.<br />

Oradan kaçıp geliyoruz. Trende uyuyoruz tren şefi geldi<br />

arıyor üstümüzü. Eşyalarımızı da arıyor, yatağın içinde<br />

altın var mı yok mu para varsa zaten yırtacak, atacak. Annem<br />

de altınları koymuş küpün dibine, üstüne de tereyağı<br />

donduruyor. Görevli kanmadı “ver ben bakacağım” diyor.<br />

Annem “vermem” diyor. Annem çekiyor kulplarından o çekiyor,<br />

daha Makedonya toprağındayız. Annem “ben bunu<br />

sana vereceğime dedi, belki Hıristiyan da olsa çoban biri<br />

bulur diyerek kaldırdı onu gece vakti camdan aşağı attı.<br />

Küp gitti, o şef de gitti bizim başımızdan. Ne ona yar oldu<br />

o para ne de bize yar oldu. Eğer o paralar buraya gelseydi<br />

benim torunlarım bile rahat edecekti.<br />

Geldikten sonra burada hayat başladı. Beni okut dedim<br />

anneme okutmadı, nişanlıma okut dedim okutmadı, kaldım<br />

cahil. Askeri dikimevinde çok para veriyorlar dediler<br />

aldılar beni oraya oradan emekli oldum. Bugün 32 sene<br />

oldu ben emekliyim çok şükür hamdolsun. Emekli olduktan<br />

sonra o ara hasta oldum, Bakırköy’de yattım.<br />

Psikolojik rahatsızlık mı geçirdin?<br />

Sinir hastalığı geçirdim. Çocuklarımı evde kilitliyorum, bı-<br />

rakıp gidiyorum, işyerinde ağlıyorum, sonunda günde 3<br />

kere bayılıyorum.<br />

Ne kadar kaldın hastanede?<br />

3 ay 20 gün kaldım, çok da tedavi gördüm elektrik tedavisi<br />

filan sağlığıma kavuştum çok şükür. ama doktor dedi ki<br />

eşime “al hanımını bu hanımının sinir damarları incelmiş,<br />

yerine gelmesinin imkanı yok topraklı bir yer alacaksın,<br />

tavuk gibi eşelenecek dedi orda şimdi de eşim parkinson<br />

hastası, felç geçirdi. Ben bakıyorum ona,<br />

işte o zaman aldık Gönen’deki bu yeri.<br />

SAYI 4<br />

43


YAŞAM ZÜBEYİR KOÇULU<br />

İÇMEDEN<br />

YAZAMIYORUM<br />

Yazarlıkla çay içmek arasındaki ilişki, gençler arasında bir efsaneye<br />

dönüştü. Size, yazı yazmaya başlamak için çayı sevmek zorunda<br />

olduğunuzu söyleyen olmadı mı? Çayın kaleminize etkisi hakkında<br />

hiçbirşey bilmiyor musunuz? O halde bu yazıyı okumadan çay<br />

içmeyin, çay içmeden bu yazıyı okumayın...<br />

Türk entelijansiyası için fazlasıyla demli bir konudur<br />

çay ve entelektüellik arasındaki ilişki. Bilindiği gibi<br />

çay, yazı, yazar ve yazmakla en çok ilintilendirilen<br />

içecektir memleketimizde. Nedendir bilinmez, çay ve yazıyı<br />

konu olan onlarca deneme, şiir, öykü, mektup kaleme<br />

alınmıştır şimdiye kadar. Çay bardağıyla kalem, birbirini<br />

tamamlayan, adeta birisi olmadığında diğeri eksik kalan<br />

dostlar gibi muamele görmüştür.<br />

Bu ilişkinin böylesine keskin çizgilerle belirlenmesinde –<br />

çay edebiyatçılarını bir kenara koyarsak- belki de yazarlardan<br />

daha çok okurların payı vardır. Ne dersiniz? Gündüz<br />

pek ortalarda görünmeyen meşhur yazarlar, akşamın<br />

perdesini indirmesiyle dostlarıyla hasbihal edebilmek için<br />

kahvehanelere uğramış, çok mu? Onca mühim mevzunun<br />

hararetine kendilerini kaptırıp, ardı ardına çay bardaklarını<br />

devirmişler, fena mı? Bu sıradan ve gündelik eylemi<br />

romantizmin şizofrenik sınırları içinde ululaştırmanın bir<br />

anlamı var mı?<br />

Durum, Mehmet Akif’lerin, Süleyman Nazifler’in uğrak<br />

yeri olan Beyazıt’taki Küllük kahvehanesinde de böyleydi,<br />

günümüz entelektüel camiasının en meşhur uğrak yeri<br />

44 SAYI 4<br />

At Pazarı’nda da böyle. İnsanlar, akşamları bir iskemleye<br />

oturup çay içerek sohbet etmekten keyif alıyor. Bunların<br />

bir kısmı yazıyor, bir kısmı yazamıyor. Çayın yazıdaki doğurganlığa<br />

katkısı ise uzay bilimcileri tarafından –hâlâ-<br />

araştırılıyor.<br />

SOSYAL MEDYADA ÇAY<br />

Bilime her zaman saygımız vardır. Çayın yazarlığa etkisi<br />

laboratuarlarda ispat edilsin, biz yayın evlerini çay üretimine<br />

teşvik etme noktasında her türlü kampanyaya varız.<br />

Zaten, edebiyat dünyasının gençlerini ortak bir ‘sahifede’<br />

buluşturan ve yeni bir yazın türü olmaya aday ‘sosyal’<br />

medyaya bakacak olursak, yazı yazmak ve çay içmenin birbirinden<br />

ayrılması teklif dahi edilemez maddeler cümlesinden<br />

olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Çay içerken yazı<br />

yazmak veya yazı yazarken çay içmek hakkında atılan bir<br />

milyon twit bulabiliriz, örneğin!<br />

Bu yazı-çay furyası öyle bir hal aldı ki, yazı yazmaya yeni<br />

başlayacak gençler, neredeyse önce kendilerini çay içmeye<br />

alıştırmak zorunda hissediyor. Bir kısım cevval gençlerse,<br />

‘içmeden yazamıyorum’ kıvamına gelmekte hiç zorlanmıyor.


Peki, çay edebiyatı ya da edebiyatın çayı gerçekten bu<br />

kadar vazgeçilmez midir? Yani, çay içmeden yazı yazamaz<br />

mıyız? Elbette ki, hayır. Burada adını ifşa ederek edebiyat<br />

kariyerini baltalamak istemediğim birçok yazar, çay<br />

içmekten hoşlanmıyor. Umarım bu sizde hayal kırıklığına<br />

yol açmamıştır. Hayır, derginizi elinize almadan çayı demlediyseniz<br />

sakın geri dökmeyin diye söylüyorum. İçtiğiniz<br />

ya da içmediğiniz çay, kaleminizin demini, rengini, ağırlığını<br />

değiştirmez. Çay güzel bir içecektir ve dost sohbetlerinde<br />

kuruyan damaklarımız için birebir keyif kaynağıdır.<br />

Yazılarınızın demini değiştirecek enstrümanlar okuduklarınız,<br />

gördükleriniz veya tecrübeleriniz olabilir. Çay ise size<br />

keyif katar. Bedenî ve zihnî yorgunluğu giderir. Sinirleri<br />

uyarır. Mide tembelliğini alır. Hararet yapar. Yeri gelir,<br />

üşüyen elinize sıcak bir dost olur. Ama o kadar.<br />

ÇAYIN YERİNE NE GELİR?<br />

“Yazarın yazdığını oku, yaptığını yapma” demişler. Her<br />

ihtimale karşı yazıya başlamadan 20 dakika önce demlediğim<br />

çayımı yudumlarken, Türkiye’de çay üretiminin ülke<br />

ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum.<br />

Çay tüketimini edebiyat dünyasıyla özdeşleştirenlerin<br />

çay satıcılarıyla bir bağlantısının olup olmadığı<br />

konusunda tereddütteyim. Hele şu çaydanlığın dibini bir<br />

göreyim, 1773 ‘te, çay baronu İngilizlere karşı düzenlenen<br />

Boston’daki Çay Partisi’nin tarihsel izini bile sürebilirim.<br />

Çaya olan bağımlılığımızın Amerikalıların Türk milletine<br />

bir oyunu olup olmadığı konusunda derin araştırmalara<br />

girişebilirim. Yoksa, esnaf lokantalarında yemeğin hemen<br />

ardından mutlaka sorulan “abi çay içer misin” sorusu, kahvaltıyı<br />

çaysız düşünemez hale getirilen halkımıza oynanmış<br />

beynel-milel bir entrika mı?<br />

Ama bundan önce, bize “çay” olanın başka milletlerde ne<br />

olduğu konusu zihnimi kurcalıyor. Öyle ya. Türkler için<br />

“vazgeçilmez” olan çay, farklı kültürlerde mutlaka başka<br />

bir içecek ya da yiyecekle dolduruluyor olmalı.<br />

Madem<br />

çaylarımızı içtik.<br />

Birlikte bir beyin fırtınası<br />

yapalım: Farklı kültürlerin yazarları, ne<br />

yapmadan yazı yazamaz olabilirler?<br />

Japon bir yazar yazısına başlamadan önce özenle<br />

hazırladığı bir porsiyon suşiye -kısık gözlerlebakmadan<br />

ilham kendisine uğramaz belki de.<br />

Güne bir bardak Boşnak kahvesi içmeden başlamayan Boşnak<br />

entelektüel, kahvenin telvesini fazla kaçırarak yazdığı yazıyı<br />

buruşturarak çöpe atar.<br />

Amerikalı bir yazar midesinde hamburger boşluğuyla değil yazı<br />

yazmak, elini kü klavyeye bile sürmez.<br />

Bir Arap şairi felafile selam vermeden, mırrasını ateşe<br />

vurmadan, nargilesini yakmadan şiire durmaz.<br />

Küreselleşen dünyamızı incelerken yerel unsurları<br />

gözardı etmemeliyiz. Evet, itiraf ediyoruz:<br />

Çayın yanında bisküvit veya yerine göre çiğ<br />

köfte poşetini görmeden GencizBiz<br />

ekibini bir masanın etrafında<br />

toplayamazsınız!<br />

ÇAY İÇME REHBERİ<br />

Hayatımızı kolaylaştırıp kolaylaştırmadığına<br />

henüz karar veremediğimiz ‘uzmanlar’ sağolsun,<br />

henüz çayın faydalı bir içecek olup olmadığı<br />

konusunda bile kafamız karışık. İçiyoruz<br />

ama, radyasyon mu yudumluyoruz, yoksa<br />

kansere karşı mı korunuyoruz, hiçbir fikrimiz<br />

yok. Bu kafa karışıklığını gidermek için labarotuvarda<br />

deney yapmaktan çayın keyfini süremeyen<br />

uzmanlara değil, bizzat çay içicilere<br />

danıştık. İşte 9 maddede çay:<br />

• Çay yaprakları fermantasyondan sonra kavrulursa<br />

siyah, önce kavrulursa yeşil çay elde<br />

edilir. Fiyakalı bir yazarın yeşil çayla işi olmaz.<br />

• Çay, eğer abartmadan içilirse bedenî ve zihnî<br />

yorgunluğu alır.<br />

• Sinirleri giderir. Yazı yazarken kalemi kemirmez,<br />

klavyeyi parçalamazsınız.<br />

• Mide tenbelliğini giderir. O kadar çay içerseniz<br />

yanına aparatif almak zorunda kalırsınız.<br />

Köşedeki bakkalı ve simitçileri sevindirirsiniz.<br />

• Çay, damar kireçlenmesini önler. Memleket<br />

meselelerinde damarınıza dokunan ne varsa<br />

bunları diri tutmanızı sağlar. Paşa çayı içenler<br />

bahsimizden hariçtir. Onların çay içtiğine<br />

twitterdan bin şahit getirseniz de kimse inanmaz<br />

zaten.<br />

• Çayı abartacak olursanız çarpıntı yapar. Sinir<br />

bozukluğu, baş ağrısı, mide bulantısı yapabilir.<br />

El titremesi ve uykusuzluğa sebep olur.<br />

İkinci bir sohbet ortamına kadar çaktırmadan<br />

çaydan uzak durmanız gerekir. Bu durumda<br />

çevrenizin çay içememenizi alay konusu yapmayacağından<br />

emin olun.<br />

• Çayı ağır bir ortamda içiyorsanız “benimki<br />

açık olsun” dememeye özen gösterin. Hakkınızda<br />

ne tür dedikoduların çıkacağını kestiremezsiniz.<br />

• Bir dergi veya gazeteye iş başvurusu yapıyorsanız,<br />

“Bi çayınız varsa içeriz” cümlesini<br />

tok bir sesle söylemeniz önerilir. Bu tavır sizi<br />

çay içmeyenlerin bir adım önüne taşıyacaktır.<br />

• Siz siz olun, çay içmeyen insanlarla alış-veriş<br />

yapmayın. Onlara kız vermeyin. Onlara oy<br />

atmayın. Onlarla arkadaş olmayın (Bu madde<br />

Murat Menteş’ten etkilenmiştir).<br />

SAYI 4<br />

45


TEZAT TV ERSİN ÇELİK<br />

Bu Ekran Köye Yol Yapar<br />

Geride bıraktığımız yazı, sezonluk dizileri yazarak uğurlamak<br />

isterdim. Ama yayınladıkları kuşak reklamlarından<br />

daha kalitesiz bu diziler daha az izlendiler. reyting çöplüğüne<br />

boylamış milyonluk projelerin kemiklerini sızlatmanın<br />

bir anlamı yok.<br />

Bu yüzden bu yazın balta girmemiş ekranlarını yazmak<br />

daha doğru olacak..<br />

Konumuz NTV Yeşil Ekran …<br />

NTV’nin birkaç yazdır yaptığı yeşil ekran 2012’de müthişti.<br />

Bir kere o güzelim belgeselleri usta oyuncu Tunceli<br />

Kurtiz’e seslendirtmemişlerdi. Kurtiz’in etkileyici ve<br />

kulaklara dikkat kestiren sesine lafım yok. Ama belgeselde<br />

“Özgürlük kuşların kanadındaki tüylerde saklıdır yeğen…”<br />

minvalinde çıkıyordu. Ezel’deki ramiz Dayı algısı oluşturan<br />

belgesellerin yerine daha çok doğal yapımlarla çıktılar.<br />

Fırtına Deresi’nde yaşayan bir ailenin günlük yaşamını<br />

yine onların oyunculuğuyla ekrana taşıyarak profesyonel-<br />

N’olur Şuşu N’olur!<br />

Seksek, kukla, saklambaç, dokuz taş ve ip atlama gibi<br />

oyunlarla büyüyüp anne baba olan bir önceki nesil çok<br />

dertli çok… Başta da ben. Nedeni ise 2-8 yaş arası çocukları<br />

çekip çeviren Pepee isimli çizgi<br />

film karakteri.<br />

Yıllarca kendi kültürümüzü yansıtan,<br />

çocuklara bu yönde mesajlar<br />

veren çizgi filmlerin olmamasından<br />

şikayet edip durduk. Sonra Ayşe<br />

Şule Bilgiç diye birisi çıkıp ülkemiz<br />

için ciddi anlamda elzem olan<br />

bu sorunu çözdü. Pepee isimli bir<br />

karakteri evlerin ikinci üçüncü çocuğu<br />

yaptı. Çok da iyi oldu. Birebir<br />

yaşayan birisi olarak 2 yaşındaki<br />

kızımda iyi yönde çok etkisini gördük.<br />

“Çişimiz tuvalette” şarkısı ile<br />

çocuk bezine para bağlamaktan kurtulduk örneğin. Fakat<br />

Pepee biraz sorunlu bir çocuk. Sayesinde onun fenome-<br />

46 SAYI 4<br />

likle amatörlüğü büyük bir ustalıkla yansıttı NTV. Karadenizlinin<br />

o sosyete ve menfaat değmemiş kendi halindeki<br />

günlük yaşamını yansıtan bu yayınlar eminim birçok insanın<br />

köy hasretini depreştirmiştir. Hele çekim sonlarındaki<br />

toplu izlemelerdeki utangaç ve şaşkın bakışların yansıması<br />

doyumsuzdu. Büyükşehirlerin betonarme esirleri olan bizler<br />

sanırım bu programları beğenmenin ötesine geçeceğiz.<br />

NTV yaz ekranını bu doğallıkla bir iki yıl daha sürdürürse<br />

“Orda bir köy var uzakta işte ona gidiyorum” akımının lokomotifi<br />

olacak… Öncelikle köy ahalisinin haberi olsun.<br />

ni olan çocuklar da sorunlu olmaya başladı. Neden mi?<br />

Birincisi Pepee çok küsüyor. Bir de mimikleri var, elleri<br />

bağlamalar kafayı dikmeler falan. Çocuğu Pepee izleyen<br />

bir çok aile dostuma sordum şikayetler<br />

aynı: “Pepee küsüyor bizimki<br />

de aynı mimiklerle olur olmaz şeylere<br />

küsüyor. Oflayıp puflamaları da<br />

aynı.” Bir de paylaşmama huyu var<br />

yerli malı çizgi veledin. Sonrasında<br />

ikna olsa da bizim çocuklar bu<br />

kısmını atlıyorlar genellikle. Pepee<br />

biraz daha uyumlu, paylaşımcı çocuk<br />

olmaz ise başka bir sorun daha<br />

çıkacak. Pepee’yi sadece çocuklar<br />

değil haliyle anne babalar da izliyor.<br />

Korkuyorum bu huyu yakında<br />

bizlere de sirayet edecek. Cidden<br />

korkuyorum! Buradan Ayşe Şule<br />

Bilgiç’e sesleniyorum: “N’olur Şuşu Pepee küsmeden oynasın<br />

n‘olur…”


Reytinge de Kalite<br />

Duasına da Muhtaçlar<br />

Biraz geç bir konu oldu ama yazmadan edemedim…<br />

Malum ramazan ayı bu sene de yaza denk geldi. Ama hac<br />

mevsimin Kurban bayramına denk gelmesi gibi sabit olmayacak<br />

bu durum. Şunun şurasında 6 yıl daha yaz orucu<br />

tutacağız. Sonrası Nisan ve Martta doğan güneşin enerjisine<br />

bağlı...<br />

Neyse biz asıl konumuza dönelim; kalite duasına muhtaç<br />

ramazan ekranları… Mübarek ayın verdiği bereketten<br />

olsa gerek, reklam gelirleri tavan yapsa da ekran kalitesi<br />

yerlerde. Kanal 7, STV gibi muhafazakâr kanalların omuzundaki<br />

ramazan yükü her geçen yıl hafifliyor. Fakat geçirdikleri<br />

11 ayın etkisinden çıkamayıp geçirecekleri 11<br />

ayın heyecanına yenilen çoğu kanal; Kanal 7 ve STV’den<br />

kotarma formatlarla çıktı izleyicinin karşısında. ramazan<br />

ekranlarındaki hocalar aynı olunca sorular da son 10 yılda<br />

çıkmışlar arasından seçildi. Bu ramazan da sakız çiğnemek<br />

orucu bozdu, şeker hastaları için “yiyin için keyfinize bakın”<br />

fetvası verildi özetle.<br />

Sahur programları da birbirine girmişken bence aradan iki<br />

kanal sıyrıldı. Genel kategoride de ayrı tutulması gereken<br />

STAr alkışı hak etti. İftar programı türevlerinden olsa da<br />

sahurda yayınladıkları “Hicret Yolu” takdire değerdi, farklıydı,<br />

etkileyiciydi ve izlendi de…<br />

Bir de Kanal D var… “Ben bilmem eşim bilir” yarışmasının<br />

tekrarlarını sahurda vererek yeni yayın dönemine de alt<br />

yapı hazırlamış oldu.<br />

Özetle; mübarek 11 aylar geldi de kurtulduk çoğu saçma<br />

sorular ve aynı fetvalar yağmurundan!<br />

Huzur Veren Reklamlar da Olsa!<br />

Başörtülü dizi karakteri… Siz bu yazıyı okurken malum<br />

diziyi izliyor olacaksınız. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı<br />

kitabı diziye uyarlandı. Ve haliyle romanın başörtülü<br />

başkahramanları da dizide olacak ve yine haliyle başörtülü<br />

bir başrol oyuncusu olacak. Bu bir ilk değil çünkü<br />

yıllar önce Kayseri’deki bir<br />

ailenin yaşantısını anlatan<br />

Hacı dizisinde de başörtülü<br />

karakter vardı ve yarı başrol<br />

sayılırdı. O dizi tartışmaların<br />

göbeğinde sona erdi. Aslına<br />

pek tutmadı. Muhafazakâr<br />

camia da hazzetmemişti zaten.<br />

Şimdi tüm gözler Huzur<br />

Sokağı’ndaki Feyza’da olacak.<br />

Aşkı kadar dini yaşantısıyla<br />

da idol bir karakter<br />

olan Feyza “toplum algısını da değiştirebilir mi” acaba?<br />

Son iki yıldır başörtüsü yasağı konusunda büyük oranda<br />

özgürlük adımları atılsa da birçok alanda ciddi ambargo<br />

devam ediyor. Bunların başında da televizyonlar geliyor.<br />

Mesela TrT başörtülü konuk almakta hala çekimser. Daha<br />

az izlenen tematik kanallarında ekran açıyor. Özel kanallar<br />

ise işin reyting tarafında. En önemlisi de reklam piyasası.<br />

reklam verenler ve o reklamları çeken ajanslar hala daha<br />

başörtülüleri muhatap almıyor,<br />

filmlerinde yer vermiyor.<br />

Açıkçası kendiliğinden<br />

oluşmuş bu kitleyi potansiyel<br />

müşteri saymıyorlar. Ya<br />

da sayıp görmemezlikten<br />

geliyorlar. Hemen her evde<br />

en çok tüketilen ürünlerin<br />

konulu, mahalle ya da ev<br />

yaşantılı reklamlarında bir<br />

başörtülü görememek de bu<br />

ambargonun göstergesi. Huzur Sokağı başörtülü kesime<br />

de muhatap alınma huzuru getirirse… Yani, yaşantıların<br />

normalleşmesini sağlarsa çok huzur verecek bir iş yapmış<br />

olacak.<br />

SAYI 4<br />

47


BİLİŞİM<br />

48 SAYI 4<br />

PINAR HİLAL BALTA<br />

Sosyal Medya’nın Derneği<br />

kuruldu: USMED<br />

Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED), İstanbul<br />

Üsküdar’da kuruldu.<br />

Sosyal medyada etkin e-ticaret uzmanı, sosyal medya<br />

danışmanı, editör, eğitimci, akademisyen, tasarımcı gibi<br />

farklı meslek dallarından kurucuları bir araya getiriyor.<br />

Dernek; yapacağı faaliyetlerle sosyal toplulaşmanın da getireceği<br />

dayanışmayı bilince dönüştürmeyi, sosyal sorumluluk<br />

projelerinin çoğaltılmasını ve yeni medya sahasını<br />

geliştirmeyi amaçlıyor. Dernek, yeni gelişen ve yapılandırılan<br />

sosyal medya alanındaki hak ve özgürlüklerle ilgili<br />

anayasal kazanımlar sağlamak üzere raporlar hazırlayıp<br />

kamuoyuna sunacak.<br />

USMED Genel Sekreteri Salih Çaktı, Türkiye özelinden baş-<br />

Sarı-kırmızılı kulüp, anlaşma çerçevesinde arama motoru<br />

ve internet servis hizmetlerini, ''GSYandex'' markasıyla taraftarlarının<br />

hizmetine sunacak.<br />

Galatasaray, Türkiye'ye bir çok ilki getiren Yandex ile dünyada<br />

benzeri olmayan bir anlaşmaya imza atarak bugünden<br />

itibaren taraftarlarına özel geliştirilmiş bir arama motoru<br />

ve internet portalı sunmaya başlıyor.<br />

layarak tüm dünyada sosyal medya kazanımlarının artmasını,<br />

sosyal medya çalışanlarının teknik yönden desteklenmesi<br />

ve gelişiminin sağlanmasını, hizmet kalitesinin<br />

yükseltilmesini, sosyal medyanın diğer iş kollarıyla entegrasyonun<br />

başarılı bir şekilde planlanmasını hedeflediklerini<br />

kaydetti. Bu kapsamda ilk olarak, Azerbaycan, Mısır,<br />

İtalya, Kanada, Almanya, rusya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde<br />

temsilciler belirleyecek.<br />

Usmed şimdiden, İspanyolca, Arapça, İngilizce ve Türkçe<br />

olmak üzere dört ayrı dilde yayın yapmaya başladı bile!<br />

USMED hakkında daha fazla detaylı bilgiyi www.usmed.<br />

org.tr adresinden edinilebilir.<br />

ABD’den Çin’e şok yasak<br />

veteknoloji.com ‘un haberine göre; Çin’in en büyük Telekom<br />

şirketleri Huawei ve ZTE’nin bazı cihazlara kodlar<br />

yükleyip ABD’ye ilişkin gizli bilgilerin Çin’e gönderilmesini<br />

sağlamakla suçlanıyordu. Bu nedenle, ABD temsilciler<br />

meclisi istihbarat komitesi, bu iki şirketin güvenlik tehdidi<br />

yarattığına karar vererek, şirketlerin ABD’de birleşme ve<br />

Galatasaray Yandex<br />

ile masaya oturdu<br />

Yalçındağ, ''Galatasaray ile ilgili en güncel haberlere, trafik<br />

ve hava durumuyla ilgili anlık bilgilere tek bir sayfadan<br />

ulaşabilecekler.<br />

Aynı zamanda 'galatasaray.org' sitesinde Yandex arama<br />

hizmeti taraftarlara sunulacak. Çok yakında Galatasaray<br />

taraftarlarına 'galatasaray.net' uzantılı e-posta hizmeti de<br />

vermeye başlayacağız'' ifadelerini kullandı.<br />

satın alımlara katılımını yasakladı.<br />

Satışlarının yüzde 4’ünü ABD’de yapan Huawei, dünyanın<br />

en büyük 2. telekom ekipman üreticisi. ZTE ise sıralamada<br />

beşinci. Huawei’nin geçen sene ABD’den elde ettiği gelir<br />

1.3 milyar dolardı.


Google'ın yeni tableti<br />

Nexus 7 piyasada<br />

Asus tarafından üretilen tablet, Android’in 4,1 sürümüne<br />

verilen kod ismi ile Jelly Bean Android sürümüne sahip.1200<br />

x 800 ekran çözünürlüğü, NVDIA 4 çekirdekli<br />

işlemci ' ye sahip. Tablet sadece 340 gram ağırlığında. 10<br />

saate kadar batarya kullanım ve 8 saat hd video izlemeye<br />

imkân veren batarya ya sahip. İki ses çıkış birime sahip.<br />

Samsung’tan Ultra İnce Masaüstü<br />

Samsung All-in-one PC 7 Serisi 23,6” full HD LED ekran<br />

1920 X 1080 çözünürlük, 250 nit parlaklık, 16.7 milyon<br />

renk ve 5ms tepkime süresine sahip olmanın yanısıra, dokunmatik<br />

özellikleri ile de masaüstü PC’lerin alışılagelmiş<br />

monitörlerinden çok daha kullanışlı özellikler sunuyor. 90°<br />

yana yatabilen ekran ve 160° açılı izleme özelliği de kullanıcıların<br />

evlerinde nerede otururlarsa otursunlar hiçbir<br />

ayrıntıyı kaçırmamalarını garanti ediyor. Samsung’un Hızlı<br />

Başlatma “Anında Çalışır Duruma Getirme” özelliği kullanıcıların<br />

açma/kapama düğmesine bastıktan sonra birkaç<br />

saniye içinde bilgisayarda çalışmaya başlamasını mümkün<br />

kılıyor. Yenilikçi karma uyku modu, uyku modunun hızlı<br />

başlatma özelliği ile hazırda beklet modunun dengeli<br />

özelliğini biraraya getiriyor, bu sayede kullanıcılar bilgisayarlarının<br />

yeniden çalışması için 30-60 saniye beklemek<br />

Samsung’un oyun<br />

bilgisayarları : ‘Series 7’<br />

Samsung Series 7 Origin, Alienware ve Asus gibi markaların<br />

laptoplarına meydan okuyor. Dört çekirdekli Core i7-<br />

3610QM işlemci, 16 GB rAM, NVIDIA GeForce GTX 675M<br />

grafikler, 750 GB hard disk ve 1920x1080 piksel çözünürlüğe<br />

sahip 17 inç ekran. 3 GHz işlemci, Intel HM77 çip<br />

setiyle çalışıyor ve Windows 7 Home Premium (64 bit)<br />

ile geliyor. Dıştan bakıldığında siyah, büyük ve parlak bir<br />

kutu olarak tanımlayacağınız laptop özellikleri ve performansıyla<br />

özellikleri oyun severler için güzel bir seçenek.<br />

Tüm özellikleri tam olmasına rağmen, arka kameraya sahip<br />

değil. Google bunun nedeni daha makul bir fiyata satmak<br />

için koymadıklarını belirtti.<br />

Nexus 7′de sadece micro USB ve 3.5 mm kulaklık çıkışı<br />

bulunmaktadır. Yeni iPad'a kıyasla 1 mm daha kalın.<br />

zorunda kalmıyor.All-inone<br />

PC 7 Serisi masaüstü<br />

bilgisayar performansını<br />

en yeni nesil Intel Core<br />

i7/i5/i3 işlemci ile sunuyor.<br />

Bu da en dikkat<br />

gerektiren uygulamaları<br />

kullanırken dahi, internette<br />

daha hızlı gezme<br />

imkanı sunuyor. Yeni seri<br />

ayrıca daha az enerji tüketiyor<br />

ve mobil CPU’lara oranla %15 daha fazla performans<br />

sunuyor.<br />

Klavyesindeki ışıklı yapı oyun bilgisayarlarında alışık olduğumuz<br />

bir durum ve karanlıkta klavyeyi seçebilmenizi<br />

kolaylaştırıyor.17.3 inç ekranın görüntü olarak muhteşem<br />

bir deneyim sunmasının yanında çok iyi bir de ses sistemine<br />

sahip. Ön kısımda 2.0 mega piksel web kamerası var ve<br />

2 USB 3.0, 2 USB 2.0, SD, HDMI girişleri, Wi-Fi, Bluetooth<br />

4.0, Bluray ve ekran kartı girişi yer alıyor. Bataryası ise 2<br />

saat 33 dakika kullanım sunuyor.<br />

SAYI 4<br />

49


GENÇLİK AJANDASI BÜNYAMİN UZUNcAN<br />

Edi, Büdü, Minik Kuş ve Diğerleri<br />

Ziyaretimize Geliyor<br />

Çocukluklarını 80’li ve 90’lı yıllarda yaşayanlar onları<br />

iyi tanır. Diğer bir deyişle o sokağın sakinlerini; Edi’yi,<br />

Büdü’yü, Kırpık’ı, Minik Kuş’u... Susam Sokağı’ndan bahsediyorum;<br />

Susam Sokağı’nın efsane sakinlerinden... Hayal<br />

de olsa bir zamanların en yaşanası sokağından yani. Sizlere<br />

daha fazla nostalji yaşatmadan sadede gelelim, müjdeyi<br />

verelim: Susam Sokağı Live gösteri ekibi 28 Kasım-2 Aralık<br />

tarihleri arasında İstanbul’da olacak. Maslak TİM Show<br />

‘THE 2ND LAw’ OF<br />

MODERN ROcKERS!*<br />

İngiliz rock grubu Muse, altıncı albümleri<br />

‘The 2nd Law’ın dinleyicileriyle buluşacağı<br />

günü bekliyor. Dominic Howard,<br />

Matthew Bellamy ve Chris Wolstenholme<br />

üçlüsünden oluşan grup, yeni albümün piyasaya sürüm tarihi 17<br />

Eylül 2012 olarak belirlenmiş olmasına rağmen çalışmada yer alan<br />

bir şarkıyı Youtube üzerinden yayınladı. ‘Modern rock’ kavramının<br />

temsilcisi olarak gösterilen Muse’un yayınladığı bu şarkının ismi:<br />

Madness. Güney Londra’da 90’lı yılların sonlarında ortaya çıkmış<br />

bir müzik türü olan ‘Dupstepin’ tarzının izleri görünen parça, albüm<br />

hakkında da ip uçları vermekte. Elektronik bir dans müziği<br />

türü olan ‘Dupstepin’e rihanna ve Britney Spears tarafından da<br />

albümlerinde yer verilmişti. *Modern rockçıların İkinci Kuralı<br />

50 SAYI 4<br />

2 KiTAP<br />

O’NUNLA GELDİ<br />

İNSANLIĞIN BAHARI<br />

Ahmed Abd Al waliyy Vincenzo<br />

TİMAŞ YAYINLARI<br />

Hazreti Peygamberi ve yaşadığı dönemi<br />

anlatan onca kitap vardır. Onunla gelen<br />

bahar bir olsa da, bu baharı Güneş başka,<br />

bulutlar başka, ağaçlar başka türlü<br />

anlatacaktır. Yesrib’de Bahar da anlatım<br />

konusunda diğer kitaplardan birazcık farklı. Müslüman Yazar<br />

Vincenzo’nun Türkçe’ye çevrilen kitabı okuyucuya sahabelerden<br />

Zeyd bin Sabit’in ağzından Hazreti Muhammed’i anlatıyor. Yazarın,<br />

‘Batı romanının akıcılığı ve Doğu bilgeliğinin içeriğine haiz’<br />

olarak değerlendirdiği kitap, sekiz yaşındaki Zeyd’in rehberliğinde<br />

İslam’ın ilk yıllarını okuyucuyla buluşturuyor.<br />

2 ALBÜM<br />

Center’da 10 gösteri<br />

yapması beklenen<br />

Susam Sokağı yıllar<br />

sonra yeniden sevenleriyle<br />

buluşmuş<br />

olacak.<br />

LİZBON’A GECE TRENİ<br />

Palcal Mercier<br />

KIRMIZI KEDİ YAYINLARI<br />

Bir insan, küçücük bir kıvılcımla<br />

sahip olduğu herşeyden vazgeçip<br />

bir başka şehre, bir başka insanın<br />

hayatının izini sürmeye gidebilir<br />

mi? Antik diller öğretmeni Raimund<br />

Gregorius’un yaptığı tam<br />

da bu. Duyduğu Portekizce bir kelimenin büyüsüne kapılıp<br />

Lizbon’a uzanan yolculuğunun sonunda Gregorius’u, hakkında<br />

hiçbir şey bilmediği Portekizli bir doktor-yazar olan<br />

Amadeu Prado’nun ilginç yaşam öyküsü karşılar. Prado’nun<br />

hayatında kendini arayan Gregorius, Lizbon’dan sonra da<br />

kendi içine doğru bir yolculuğa çıkacaktır.<br />

MÜZİğİN ‘YALIN’ HALİ<br />

Pop müziğin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında,<br />

saman alevi gibi parlayıp sonrasında<br />

zamana yenik düşmüş birçok isimle<br />

karşılaşılır. Buna rağmen bazıları vardır ki,<br />

yaptığı müzik yıllar geçse de hala dillerdedir.<br />

İşte bu kiselerden birisi de Hüseyin<br />

Yalın; ya da sadece Yalın. 2004 yılında ‘Zalim’ şarkısıyla çıkış yakalayan<br />

ünlü şarkıçı aradan sekiz yıl geçmesine rağmen, birbirinden güzel<br />

eserleriyle adından çokça söz ettiriyor. Bugüne değin çıkardığı ‘Ellerine<br />

Sağlık’, ‘Bir Bakmışsın’, ‘Her Şey Sensin’, ‘Ben Bugün’ ve ‘Anlat Güzel<br />

Mi Oralar’ albümlerinden sonra yeni çıkacak albümü merak konusu<br />

olmuştu. ‘Sen En Güzelsin’ ismiyle piyasa sunulan çalışma Yalın dinleyicilerini<br />

yine hayal kırıklığına uğratmadı. Kasma, Sen En Güzelsin,<br />

Merdiven ve Aşk Şimdi gibi birbirinden güzel on bir parça yer alıyor.


Renklerin Kumaştaki<br />

Dansı: Batik Sanatı<br />

Çerçeveletip duvarınıza<br />

asmak yerine bir<br />

sanat eserini üzerinizde<br />

taşımaya ne<br />

dersiniz? Eğer cevabınız<br />

‘Evet!’ ise Batik<br />

Sanatı ile tanışma<br />

vaktiniz çoktan gelmiş<br />

demektir. Bir kumaş<br />

boyama sanatı<br />

olan Batik, kökeni<br />

yüzyıllar öncesine<br />

dayanan bir tekniktir. Bugünkü Endonezya topraklarına<br />

1500’lü yıllarda yapılan seyehatlerle<br />

keşfedilen bu yöntem, 1800’lü yıllarda Avrupa’da<br />

el sanatları alanına girmiştir. Batik Sanatı’nda<br />

resmedilen motiflerde doğanın güzelliklerinden<br />

esinlenilmiştir. Özellikle cennet kuşları, rengarenk<br />

çiçekler ve kelebekler kumaşları süsleyen,<br />

insanları büyüleyen tasvirler olagelmiştir. Günümüzde<br />

ise motiflerin zenginliği dikkat çekmektedir.<br />

Koşuşturan atlar, filler ve zürafalar kumaşlara<br />

resmedilmekte, adeta kumaşlarda hayat bulmaktadırlar.<br />

Ülkemizde çok da yaygın olmayan bu<br />

sanatı kendi imkanlarınızla ya da nadir olan<br />

kurslardan birine giderek öğrenebilirsiniz. İ.B.B.<br />

Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları-İSMEK bünyesinde<br />

yer alan Batik Sanatı kursunun ayrıntılı<br />

bilgisine"www.ismek.ibb.gov.tr/ism/branslar.<br />

asp?BransCode=14" linkinden ulaşabilirsiniz.<br />

Hat Sanatı: Be’nin<br />

Noktasında İlmi Görmek<br />

Pablo Picasso’nun hat sanatına olan ilgisi bilinir, konuşulur;<br />

hatta, bir zaman Cezayirli bir hattattan dersler<br />

aldığı da rivayet edilir. rivayet edilen bir diğer<br />

şey de İspanyol ressamın bu sanat hakkında söyledikleridir:<br />

“Batı’nın yüzyıllar boyunca üzerinde durup<br />

peşinden koştuğu soyut ifadeyi hattalar asırlar önce<br />

bularak çağın üstüne çıkmış ve en güzel örneklerini<br />

vermişlerdir.” Sakıp Sabancı Müzesi, ‘Kitap Sanatları<br />

ve Hat Koleksiyonu’ sergisiyle ziyaretçilerine tam<br />

da asırlar öncesinde çizilmiş Doğu Medeniyeti’nin bu<br />

muhteşem şaheselerini görme olanağı sunuyor. Ondördüncü<br />

yüzyıl sonlarından yirminci yüzyıla kadar<br />

ünlü hattatların yazdığı Kuran-ı Kerim nüshaları, dua<br />

kitapları, hilyeler; padişah tuğralı fermanlar görülebilecek<br />

eserler arasında yer alıyor. Bunların yanında<br />

hattatların gereçleri de bu sanatın inceliklerine dair<br />

ipuçları veriyor. Pazartesi günleri kapalı olan müze,<br />

diğer günlerde ziyaretçilerini bekliyor. Yazının kutsiyetindeki<br />

sırra ulaşıp, Be’nin noktasındaki ilmi görebilmek<br />

ise okumakla başlıyor.<br />

Vizyon tarihi:<br />

19 Ekim 2012<br />

Yönetmen:<br />

Osman Sınav<br />

Oyuncular:<br />

Kenan İmirzalıoğlu,<br />

Tuğçe Kazaz,<br />

Uslan Çakır,<br />

Altan Erkekli<br />

Süre: ??????<br />

Vizyon tarihi:<br />

24 Ağustos 2012<br />

Yönetmen:<br />

Yimou Zhang<br />

Oyuncular:<br />

Christian Bale,<br />

Paul Schneider<br />

Tong Dawei<br />

Ni Ni<br />

Xinyi Zhang<br />

Shigeo Kobayashi<br />

Süre: 146 dk<br />

İNSAN,<br />

HİKAYESİYLE<br />

YAŞAR<br />

2 FiLM<br />

Uzunca bir hayalin neticesi olan<br />

Uzun Hikaye 19 Ekim’de vizyona<br />

giriyor. Yapımcı ve yönetmen Osman<br />

Sınav’ın yıllardır filme uyarlamak<br />

istediği Mustafa Kutlu’nun<br />

Uzun Hikaye kitabı ete kemiğe<br />

bürünüyor. Senarist Yiğit Gökalp<br />

imzasıyla, Kenan İmirzalıoğlu ve<br />

Tuğçe Kazaz’ın başrolde oynadığı<br />

filmde Bulgaryalı Ali’nin hikayesi<br />

anlatılıyor. 1940’lı yıllardan<br />

1970’li yıllara uzanan hikayede<br />

Ali’nin, sevdalısı Münire’yi kaçırması<br />

ve sonrasında demiryolları<br />

boyunca süren yolculukları konu<br />

ediliyor. Hayata dair umudunu<br />

kaybetmeyen ve erdemlerinden<br />

vazgeçmeyen Ali’nin yaşadığı<br />

çetrefilli zamanlar ise yürek burkuyor.<br />

Bazen hüzün, bazen neşe;<br />

ama daima bir tutkunun var olduğu<br />

Uzun Hikaye, hem okunmaya<br />

hem de seyredilmeye değer<br />

bir eser olarak dikkat çekiyor.<br />

SAVAŞIN ÇİÇEKLERİ<br />

Çinli Yimou Zhang’ın yönetmenliğini<br />

yaptığı Savaşın Çiçekleri,<br />

Japonların 1937’de Çin’de yaptıkları<br />

ve 300 binlere varan insanın<br />

ölümüyle sonuçlanan Nanking<br />

katliamını anlatıyor. Batman filminden<br />

tanıdığımız ünlü oyuncu<br />

Christian Bale’nin başrolde yer<br />

aldığı film savaşın çirkin ve acımasız<br />

yüzünü bir kez daha gözler<br />

önüne seriyor. Normal savaş<br />

filmlerinden oldukça farklı bir<br />

çizgide bulunan filmin psiko-sosyolojik<br />

yönleri de ön planda. Irksal<br />

düşmanlığın hangi boyutlara<br />

varabileceğinin de bir göstergesi<br />

olan Savaşın Çiçekleri’yle aynı<br />

konuyu paylaşan Nanking filmi<br />

de 2007’de vizyona girmişti.<br />

SAYI 4<br />

51

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!