24.12.2014 Views

Mektup-Ankara-Kasim-2014

Mektup-Ankara-Kasim-2014

Mektup-Ankara-Kasim-2014

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı<br />

Bağırsaklarına Kolonizasyonu<br />

Sepiyolitin Kanatlı<br />

Beslemede Kullanımı<br />

Yumurtacı ve Broilerlerde<br />

Karaciğer Yağlanması<br />

Türk Kanatlı Eti Sektör’ü<br />

İhracatta Dünyada<br />

İlk 3’e Oynuyor<br />

Koli Enfeksiyonlarında<br />

Patogenez<br />

facebook.com/tavder • twitter.com/tavder


Tylan Premix ile<br />

Rahat Solunum,<br />

Yüksek Performans<br />

Optimum Mikoplazma Kontrolü<br />

ile Daha Sağlıklı Tavuklar<br />

Yüksek Kazanım<br />

Yapılan Yatırımın<br />

Geri Dönüşü<br />

Tylan ® is a trademark for Elanco’s brand of tylosin. Elanco ® and the diagonal color bars are trademarks of Eli Lilly and Company.<br />

© May 2002/February 2009 Elanco Animal Health. © Image chicken: Fotolia/Marty Kropp. (PO0903)<br />

Granül<br />

Şimdi Arınma<br />

Süresi 0 gün!<br />

Elanco Hayvan Sağlığı<br />

Lilly İlaç Ticaret Ltd. Şirketi<br />

Kuşbakışı Caddesi No.4<br />

Rainbow Plaza Kat.3<br />

Altunizade 34662 Istanbul<br />

0216 554 00 00<br />

www.elanco.com<br />

Daha fazla bilgi için lütfen Elanco<br />

temsilcinizle görüşünüz.<br />

BİLEŞİMİ: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks açık kahverenkli, akışkan, granüler bir üründür. Her kg’da 250 g tilosin aktivitesine eşdeğer tilosin fosfat bulunur. Taşıyıcı olarak soya unu içerir. FARMAKOLOJİK ÖZELLİKLERİ: Tilosin,<br />

fermentasyon yoluyla Streptomyces fradiae kültüründen elde edilen makrolit grubu bir antibiyotiktir. Bakterilerde 50-S ribosomal alt birime bağlanarak bakteri gelişimini durdurur. Antibakteriyel spektrumunda Mikoplazma spp., gram pozitif<br />

ve bazı gram negatif mikroorganizmalar bulunur. Ağız yoluyla verildikten sonra emilen tilosin BOS hariç, tüm vücut kesimlerine etkili yoğunlukta geçer. Vücutta pek değişime uğramadan başlıca safra ve kısmen de idrarla atılır. KULLANIM<br />

SAHASI / ENDİKASYONLARI: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tavuklarda duyarlı bakteriler tarafından meydana getirilen solunum yolu enfeksiyonları ile nekrotik enteritten korunma ve tedavi amacıyla kullanılır. UYGULAMA ŞEKLİ VE<br />

DOZU: Veteriner hekim tarafından başka şekilde tavsiye edilmediği takdirde, şu şekilde kullanılır: Kronik Solunum Yolu Hastalığı: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tavuklarda 800 ppm (3.2 kg Tylan G 250/ton yem) dozunda ve 5 gün süreyle<br />

yem içerisinde kullanılır. Uygulama, 4 hafta sonra 2 gün süreyle tekrarlanır. Nekrotik Enterit: Nekrotik enterit’e karşı, 50-150 ppm (0.2-0.6 kg Tylan G 250/ton yem) dozunda 7 gün süreyle uygulanır. Yemin tamamına katılmadan önce, Tylan<br />

G 250 Veteriner İlaçlı Premiks’in 20-50 kg yemle ön karışıma tabi tutulması önerilir. İSTENMEYEN ETKİLER: Tilosin güvenli bir madde olup, belirtilen dozlarda kullanılması durumunda herhangi bir yan etki görülmez. İLAÇ ETKİLEŞİMLERİ:<br />

Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks fenikoller, linkozamidler ve diğer makrolit grubu antibakteriyellerle eş zamanlı olarak uygulanmamalıdır. GIDALARDA İLAÇ KALINTI UYARILARI: İlaç kalıntı arınma süresi (i.k.a.s.): Kalıntı arınma süresi et ve<br />

yumurta için “0” (sıfır) gündür. KONTRAENDİKASYONLARI: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tek tırnaklı hayvanların yemlerine karıştırılmamalı ya da bu hayvanlara direkt olarak verilmemelidir. GENEL UYARILAR: Kullanmadan önce ve<br />

beklenmeyen bir etki görüldüğünde veteriner hekime danışınız. Çocukların ulaşamayacağı yerlerde bulundurunuz. Gıda maddelerinden uzakta bulundurunuz. Ambalajı hasarlı olan ürünleri satın almayınız ve kullanmayınız. UYGULAYICININ<br />

ALMASI GEREKEN ÖNLEMLER VE HEKİMLER İÇİN UYARILAR: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks’in deri ile teması irritasyona yol açabilir. Ürünün kullanımı sırasında maske, koruyucu eldiven ve elbise giyilmelidir. Uygulama sonrasında<br />

eller yıkanmalıdır. Deri ile temas durumunda, ilgili yerler yıkanmalıdır. Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks yeme karıştırılmak üzere formüle edildiğinden, direkt olarak hayvanlara verilmemelidir. MUHAFAZA ŞARTLARI VE RAF ÖMRÜ: Raf<br />

ömrü, imal tarihinden itibaren 24 aydır. Açılmış ambalajdaki ve yem içindeki raf ömrü 3 aydır. Işıktan koruyunuz. +25 ˚C altında muhafaza edilmelidir. TİCARİ TAKDİM ŞEKLİ: 25 kg’lık kraft kağıt torbalarda. PERAKENDE SATIŞ YERİ: Veteriner<br />

hekim reçetesiyle eczanelerde ve veteriner muayenehanelerinde satılır (VHR). PROSPEKTÜSÜN ONAY TARİHİ: 04.11.2008 TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI RUHSAT TARİH-NO: 08.04.2004 – 9/843 RUHSAT SAHİBİNİN ADI VE<br />

ADRESİ: Lilly İlaç Ticaret Ltd. Şti. Kuşbakışı Cad. No:4, 34662 Altunizade / İstanbul İMAL YERİNİN ADI VE ADRESİ: Eli Lilly & Company Ltd., Speke Operations Fleming Road Liverpool L24 9LN, İngiltere. Seri No.(Batch No), Üretim Tarihi<br />

(Date of Manufacturing) ve Son Kullanma Tarihi (Expiry Date) için torbanın ön yüzünün alt kısmına bakınız. ® Tylan G 250, Eli Lilly and Company’nin tescilli ticari markasıdır.


Başyazı<br />

Başyazı<br />

Sevgili Dostlar<br />

Dünyada ve Türkiye de yaşanan zorluklar doğal olarak<br />

tavukçuluk sektörünü de etkilemiştir. Bununla<br />

birlikte krizleri aşma konusunda çok yetenekli ve<br />

tecrübeli olan tavukçuluk sektörü bunların üstünden<br />

felerek <strong>2014</strong> yılını büyüme ile tamamlayacak bir gelişme<br />

içerisindedir. Irak pazarında düşüşler olmasına<br />

rağmen Rusya pazarı giderek büyümektedir. Rusya ya<br />

ihracatın bütün piliç yanında parça ve özellikle de<br />

MDM olması konuyu daha cazip bir konuma getirmektedir.<br />

Konu MDM olduğunda bunun Türkiye sınırları<br />

içerisinde tüketiminin yasak olması son derece ilginç<br />

olmaktadır. Dünyada sosis üretiminde bu ürünü kullanılmaktadır<br />

ve doğrusu da budur. Beyaz sektöründe<br />

üretimin % 85 sektörün büyük ortakları tarafından<br />

ve son derece modern makineler kullanılarak gerçekleştirilmektedir.<br />

Bu entegreler ürünlerinde kemik<br />

olmadığını da taahhüt etmektedirler. Hal böyleyken<br />

doğrudan tüketilen etlerin çok ince MDM düzeyinde<br />

kıyılıp sosis yapımında kullanılması son derece gereksiz<br />

ve lüks bir uygulama olmaktadır.<br />

Hızla büyüyen tavukçuluk sektörünün önündeki bir<br />

diğer problem de kanatlı mezbaha yan ürünlerinin<br />

kanatlı karma yemlerinde kullanımına getirilecek<br />

yasaktır. AB ülkelerinde aynı türden olmayan mezbaha<br />

yan ürünleri unlarının tekrar karma yemlere<br />

katılması ve bu değerli ürünlerin heder edilmemesi<br />

konusunu sıklıkla tekrar gündeme getirilmektedir.<br />

Böyle dönemde Türkiye de kanatlı rendering ürünlerine<br />

getirilmeye çalışılan bu yasaklamanın tekrar<br />

gözden geçirilerek ötelenmesinde yarar vardır.<br />

Kanatlı sektörünün en önemli sorunlarından biri de<br />

salmonella konusudur. Salmonella yalnız Türkiye nin<br />

değil tüm dünyanın üzerinde hassasiyetle durduğu bir<br />

gıda kirliliği bir halk sağlığı açmazıdır. Bu konuda ilk<br />

aşamanın kanatlı eti ürünlerinde salmonellanın sıfır<br />

seviyelerine çekmek olamayacağı çok açıktır. Önceliğin<br />

mevcut durumun belirlenmesi ve daha sonra salmonella<br />

azaltma programlarının devreye sokulması<br />

şeklinde bir sıralamayla sürdürülmesi daha akıllıca<br />

olacaktır. Şimdilerde uygulanmakta olan örnek alma<br />

ve salmonella saptanmasında sonuç bellidir ve üreticiler<br />

sürekli ceza ödemektedirler. Cezanın çözüm<br />

getirmediği de çok açıktır. Anlamlı bir çözüm olması<br />

için AB ülkelerinde uygulanan salmonella önleme ve<br />

azaltılma programların ülkemizde de Gıda Tarım ve<br />

Hayvancılık Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektör<br />

işbirliğinin sağlanmasıyla yürütülmelidir.<br />

Beyaz et tüketimine ilişkin eksik ve yanlış bilgiler<br />

medyada yerbulmayı sürdürmektedir. Kendi konularında<br />

maalesef başarılı olamayan kimi “uzmanlar”lar,<br />

bilimsel verilere dayanmayan açıklamalarla kamu<br />

oyunu meşgul etmekte, yanlış yönlendirmektedirler.<br />

Bu açıklamaların daha çok “tahsilli kesim” de<br />

tereddüt yaratması da son derece ilginçtir. Konunun<br />

resmi otorite tarafından elealınarak kamu spotları<br />

hazırlanması ve bu spotların tv kanallarının prime<br />

time süreçlerinde yayınlanması sektöre moral vermektedir.<br />

Yine bu çerçevede Gıda Tarım ve Hayncılık<br />

Bakanlığının üst düzey yöneticilerinin başta Sayın<br />

Bakan Dr. M. Mehdi Eker olmak üzere yaptıkları açıklamalar<br />

tüketiciye güven vermektedir.<br />

Veteriner hekimlere ihtisas yolunun önündeki engellerin<br />

kaldırılması da son derece olumlu bir gelişmedir.<br />

Resmi ve özel sektörünü ihtiyaç duyduğu uzman<br />

veteriner hekimleri sahada önemli görevler beklemektedir.<br />

Bu çerçevede veteriner fakültelerinin de<br />

gelişen dünya konjonktürüne uygun olarak lisansüstü<br />

müfredat programının yeniden gözden geçirmelerinde<br />

yarar olduğunu önemle vurgulamamız gerekir.<br />

Değerli dostlar unutulmamalıdır ki hızla büyüyen gerek<br />

dünya ve gerekse Türkiye nüfusunun hayvansal<br />

protein ihtiyacını karşılayacak tek bir evcil hayvanımız<br />

vardır, o da broiler piliçlerdir. Kısa sürede,<br />

en az yemi tüketerek, en hızlı büyümeyi sürdürecek,<br />

bunu yaparken de çevreye, hayvan haklarına ve halk<br />

sağlığına en uygun üretimin yapılabileceği tek hayvan<br />

soyu vardır o da broiler piliçlerdir. Bu nedenle<br />

broiler piliçlerle kavga etmek, üretimi baltalamak<br />

yerine, gerçek bilgileri doğru kaynaklardan öğrenmenin,<br />

daha fazla piliç üretmenin ve daha fazla beyaz<br />

et tüketmenin önünü açmalı, engelleri kaldırmalıyız.<br />

Prof. Dr. Ahmet ERGÜN<br />

Başkan<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 1


Yerel Süreli Yayın<br />

Veteriner Tavukçuluk Derneği’nin yayın organıdır.<br />

Yılda 4 kez 3 ayda bir yayımlanır.<br />

Veteriner Tavukçuluk Derneği<br />

Adına Sahibi<br />

Prof. Dr. Ahmet ERGÜN<br />

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />

Prof. Dr. U. Tansel ŞİRELİ<br />

Yayın Kurulu<br />

Prof. Dr. Mehmet AKAN<br />

Prof. Dr. Erol ŞENGÖR<br />

Dr. Serdar ERTAŞ<br />

Uzman Vet. Hek. Mücteba BİNİCİ<br />

Vet. Hek. Ekrem T. YÜCESAN<br />

İdare Yazışma Adresi<br />

İrfan Baştuğ Caddesi No: 26/3 Dışkapı / ANKARA<br />

Tel: 0312 517 25 65 • Faks: 0312 517 25 65<br />

Banka Hesapları<br />

REKLAM GELİRLERİ<br />

Türkiye İş Bankası<br />

Dışkapı Şubesi 4206 932790<br />

IBAN No: TR 1500064 00000 142060932790<br />

ÜYE AİDATLARI<br />

Türkiye İş Bankası<br />

Dışkapı Şubesi 4206 917468<br />

IBAN No: TR 0400064 00000 142060917468<br />

Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.<br />

Alıntı Yapılamaz.<br />

Grafik Tasarım ve Baskı<br />

Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti.<br />

Çatal Sok. 11/A Maltepe/ <strong>Ankara</strong><br />

Tel: 229 92 65 • Fax: 229 92 65<br />

www.elmateknikbasim.com<br />

elma@elmateknikbasim.com.tr<br />

Basım Tarihi: 30.11.<strong>2014</strong><br />

2 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı Bağırsaklarına Kolonizasyonu<br />

PARATİFOİD SALMONELLA SEROTİPLERİNİN<br />

KANATLI BAĞIRSAKLARINA KOLONİZASYONU<br />

Arş. Gör. Nurdan KARACAN*<br />

*<strong>Ankara</strong> Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, <strong>Ankara</strong><br />

E-Mail: nurdankaracan@hotmail.com<br />

1. GİRİŞ<br />

2.1. Konağa Giriş<br />

Salmonella cinsinin S. enterica ve bongori olmak<br />

üzere iki türü vardır. S. enterica yaklaşık 2600 farklı<br />

serotipe sahiptir. S. enterica subsp. enterica’ya ait<br />

serotipler; insan ve sıcak kanlı hayvanlarda, gıda<br />

kaynaklı infeksiyonlara (sistemik infeksiyonlar ve enterite)<br />

sebep olan Salmonella infeksiyonlarının yaklaşık<br />

% 99’unu oluşturmaktadır (29). S. Typhimurium<br />

ve S. Enteritidis ile kontamine yumurta ve kanatlı<br />

etlerinin tüketilmesi, insanlarda infeksiyona neden<br />

olmakta ve bu yönüyle zoonotik önemi de bulunmaktadır<br />

(4).<br />

Salmonella serotipleri, kanatlılarda; sistemik ve<br />

gastrointestinal infeksiyon olmak üzere iki tip infeksiyona<br />

sebep olmaktadır. S. Gallinarum ve S.<br />

Pullorum gibi konak spesifik serotipler, kanatlılarda<br />

önemli mortaliteyle seyreden sistemik infeksiyonlar<br />

oluşturmaktadırlar (26). S. Typhimurium ve S. Enteritidis<br />

başta olmak üzere diğer parataifoid serotipler,<br />

geniş konak spektrumuna sahiptir ve kanatlılarda<br />

çoğunlukla enterite sebep olmaktadırlar (4).<br />

2. PATOGENEZ<br />

İnsan ve hayvanlarda genellikle kontamine yiyecekler<br />

vasıtasıyla ağız yoluyla alınan Salmonella serotipleri;<br />

kanatlı sindirim sisteminden geçmek ve<br />

midenin asit ortamında canlı kalmak zorundadır.<br />

Salmonella serotipleri; asit toleransı olarak adlandırılan,<br />

asit ortama karşı yanıt oluşturan kompleks<br />

bir adaptif sisteme sahiptir. Düşük pH ortamında hayatta<br />

kalan Salmonella serotipleri ince bağırsak ve<br />

sekuma ulaştıktan sonra bağırsağın epitel ve immun<br />

sistem hücre hattını geçer, enterosit ya da M hücreleriyle<br />

kontakt kurarak kolonizasyon için bağırsak<br />

mikroflorasıyla yarışır (7).<br />

2.2. Konak Hücreye Adezyon ve İnvazyon<br />

Salmonella serotiplerinin gastrointestinal sisteme<br />

kolonize olması için, enterosit ya da M hücrelerine<br />

Cobb 500 Infovet ad 21/01/2013 09:06 Page 2<br />

Tavukların sindirim sistemi, memeli hayvanlardan<br />

oldukça farklıdır. Bu farklılık bazı Salmonella serotiplerinin,<br />

kanatlı sindirim sistemine kolonize olması<br />

ve uzun süre sindirim sisteminde kalmasına neden<br />

olur. Ağız yoluyla alınan besin maddeleri ve su, yemek<br />

borusundan geçerek kursağa gelir ve burada geçici<br />

olarak depolanır. Kursağın devamında, ön mide<br />

(bezsel mide) ve kaslı mide (taşlık) olmak üzere iki<br />

bölümden oluşan mide bulunmaktadır. Mideden sonra;<br />

duodenum, jejenum ve ileumdan oluşan ince bağırsak<br />

ve devamında sekum (kör bağırsak, iki adet)<br />

ve kolondan oluşan kalın bağırsak gelir ve kloaka<br />

ile sonlanır (12). Kanatlı bağırsağının anatomik yapısı<br />

histolojik/fizyolojik özellikleri, bazı Salmonella<br />

serotiplerinin kolonizasyonunu veya adaptasyonunu<br />

kolaylaştırmaktadır.<br />

cobb-vantress.com<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 3


Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı Bağırsaklarına Kolonizasyonu<br />

adeze olması gerekir (7). Fimbrial adezinlerin; invazyonun<br />

başlangıç basamağı olan, konak hücreye<br />

tutunma aşamasına katkı sağladıkları bilinmektedir<br />

(9). Adezinlerin yanı sıra T3SS-1 (Tip 3 Sekresyon<br />

Sistemi-1) de konak hücreye tutunmada aracılık etmektedir<br />

(16). Bağırsak epiteline tutunan Salmonella<br />

serotipleri, T3SS-1’i eksprese eder. Salmonella<br />

serotiplerinin konak hücreyle kontak kurmasıyla aktive<br />

olan T3SS-1, bakteri stoplazması ile konak hücre<br />

membranı arasında moleküler bir kanal gibi işlev<br />

görür. Bu kanal ile bakteri toksinleri, SipA/B/C/D,<br />

SopA/B/D/E/E2 gibi efektör proteinler ve 20’den<br />

fazla yapısal ve regülatör protein transfer edilir. Bu<br />

proteinler, konak hücre sinyallerini değiştirip hücre<br />

yapısında değişikliklere sebep olarak bakterinin hücre<br />

içine alınmasına ve konak hücrede gen ekspresyonunun<br />

değişmesine sebep olurlar (7).<br />

İnvazyon, ayrıca epidermal üreme faktör reseptörü<br />

aracılığıyla araşidonik asit metabolizmasını aktive<br />

eder. 5-lipoxygenase enzimi lökotrienlerde araşidonik<br />

aside dönüşür. Bu da membran permeabilitesini<br />

arttırarak diyareyle sonuçlanan sıvı birikimine sebep<br />

olur. Lökotrienler, Ca 2+ kanallarını da kontrol ederler<br />

ve hücre içi Ca 2+ birikimine sebep olurlar. Bu da<br />

aktin polimerizasyonunu uyararak, bakterinin internalizasyonuna<br />

ve Salmonella içeren vakuollerin<br />

(SCV) oluşmasına sebep olur (3). Olgunlaşan SCV’ler<br />

bağırsak lümen hattından bazal membrana göç ederek<br />

fagolizozomal yıkımdan kaçarlar. Böylece sistemik<br />

infeksiyon ve intraselüler patogenezden sorumlu<br />

olurlar (7).<br />

2.3. İmmun Yanıt<br />

Salmonella serotiplerinin hücre duvarında bulunan<br />

lipit A; toll benzeri reseptör (TLR)-4’ü, flagellin ise<br />

TLR-5’i stimüle ederek sitokinler aracılığıyla konak<br />

immun sisteminin uyarılmasını sağlarlar (1). SPA-<br />

1’den kodlanan SipA ve SopA bağırsaklarda transepiteliyal<br />

nötrofil göçünün başlamasında rol oynamaktadır.<br />

Bu proteinler sayesinde kemotaktik maddelerin<br />

ekspresyonu artar ve lamina propriaya göç eden nötrofil<br />

ve makrofajlar Salmonella serotiplerini fagosite<br />

ederler. Salmonella serotipleri, SipB efektör protein<br />

ve caspase-1 aktivasyonu ile makrofaj hücre ölümünü<br />

başlatır. Sonrasında IL-1b salgılanmasıyla yangısal<br />

reaksiyon artar, böylece nötrofiller yangısal hücre<br />

kümeleriyle beraber epitel yüzeye göç ederler ve<br />

intestinal lümene çıkarlar. Bu da bazal membrandan<br />

epitelin ayrılması, intestinal lümene sıvı sekresyonu<br />

ve diyareyle sonuçlanır (21).<br />

2.4. Dendiritik Hücre ve Makrofajlarda Yaşama<br />

Az sayıda olguda Salmonella serotipleri konak hücrede<br />

çoğalır, immun yanıttan kaçar, invaziv ve sistemik<br />

bir infeksiyon yapabilir. Bu durum; Salmonella serotipleri,<br />

makrofaj ya da dendiritik hücrelere (gezici<br />

fagosit) invaze olursa gerçekleşir (7). Bakteri makrofajlar<br />

tarafından fagosite edilmelerine karşın öldürülemezler,<br />

hatta hücre içinde ürer ve vücuda bu<br />

hücreler vasıtasıyla yayılırlar. Hücre içindeki sayıları<br />

artınca makrofaj parçalanır, serbest kalan bakteri<br />

başka bir hücreyi infekte eder (5). Dendiritik hücreler<br />

lenfoid ve lenfoid olmayan dokularda yaygın<br />

şekilde bulunduğundan, Salmonella serotiplerinin<br />

konak vücuduna hızlı şekilde yayılmasına olanak sağlar<br />

(7).<br />

3. VİRÜLENS FAKTÖRLERİ<br />

Genel olarak Salmonella serotiplerinin hayvan ve insanlarda<br />

infeksiyon yapabilmesi; konak savunmasını<br />

nötralize eden ve konak savunmasından kaçabilmeyi<br />

sağlayan virulens genlerinin kodlama ve eksprese<br />

edilmesine bağlıdır. Bunlar da patojenite adaları,<br />

virulens plazmidleri, toksinler, flagella, adezin gibi<br />

virülens faktörleri ile ilişkilidir (7).<br />

3.1. Salmonella Patojenite Adaları<br />

Bakteriyel patojenlerin genetik yapılarının analizi;<br />

patojenite adaları olarak tanımlanan, çoğunlukla<br />

kromozomlar üzerinde yer alan virülens gen kümelerini<br />

ortaya çıkarmıştır (19). Salmonella serotiplerinin<br />

konağa adaptasyonu, hücre içinde çoğalması,<br />

hücrede yaşaması ve ekstraintestinal yayılımında rol<br />

oynayan genler aynı zamanda bakterinin virülens düzeyini<br />

de belirlemektedir ve Salmonella serotipleri<br />

genomu üzerinde bulunan patojenite adacıklarına<br />

‘Salmonella Patojenite Adaları’ denmektedir (25).<br />

3.1.1. Salmonella Patojenite Adası - 1: Yapısal,<br />

efektör ve regülatör proteinleri transloke eden<br />

T3SS-1’i kodlayan 40-kb’lık bir DNA bölgesinden oluşur.<br />

S. Enterica ve S. Bongori’nin tüm serotiplerinde<br />

bulunmaktadır. İntestinal salmonelloziste kademeli<br />

inflamatuvar yanıtın ve epitel hücrelere invazyonun<br />

başlangıç basamağında önemli role sahip olduğu ortaya<br />

konmuştur (27).<br />

3.1.1.1. Tip III Sekresyon Sistemi - 1 (T3SS-1): Konak<br />

hücre sitoplazmasına bakteriyel virülens proteinlerinin<br />

direk aktarılmasını sağlayan, konak hücre<br />

fonksiyonunu modifiye etmek için geliştirilmiş, özelleşmiş<br />

bir virülens aracıdır (19).<br />

T3SS-1; konak hücreye invazyona ek olarak, inflamatuvar<br />

yanıt ve intestinal salgının başlatılmasında büyük<br />

rol oynar (31). SopB ve SopE1/E2; Rho GTPase,<br />

CDC42 (cell division control protein) ve Rac1’i aktive<br />

4 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı Bağırsaklarına Kolonizasyonu<br />

ederek, hücre aktininin düzenlenmesi, makropinositozis<br />

ve bakteriyel internalizasyonu sağlar. SipA, polimerizasyon<br />

için gerekli olan aktin monomerlerinin<br />

konsantrasyonunu düşürerek, konak hücreye invazyonu<br />

kolaylaştırır. Diğer iki efektör protein olan SopA<br />

ve SopD’nin polarize epitel hücrelere invazyon için<br />

yaptığı katkının mekanizması anlaşılamamıştır. SipB,<br />

bu efektör proteinler için bir aktarıcı olarak işlev<br />

görmenin yanı sıra; makrofaj hücre ölümüne sebep<br />

olan efektör olarak da görev yapar (17).<br />

3.1.2. Salmonella Patojenite Adası - 2: spiC gen<br />

ürünleri, Salmonella serotipleri içeren fagozomların<br />

fagolizozomal yapıya dönüşmesini önlemektedir. Bu<br />

genin eksprese edilmesi sistemik infeksiyonun oluşması<br />

ve bakterinin makrofaj içerisinde çoğalmasında<br />

önemlidir (25).<br />

3.1.2.1. Tip III Sekresyon Sistemi – 2 (T3SS-2):<br />

Makrofajlardaki Salmonella serotiplerinin hücre<br />

içinde yaşamasını sağlayarak sistemik infeksiyonun<br />

oluşmasından sorumludur. T3SS-2 ile aktarılan efektör<br />

proteinler; SCV’lerle endositik yolun birleşmesini,<br />

NADPH oksidaz yerleşimini ve fagozomal membranda<br />

oksiradikal formasyonu engeller (32).<br />

3.1.3. Salmonella Patojenite Adası - 3: Bu adadan<br />

kodlanan temel virülens faktörü, Salmonella serotiplerinin<br />

hem hücre içinde hem de makrofajlarda<br />

canlı kalabilmesini sağlayan yüksek affiniteli Mg 2+<br />

alım sistemidir (MgtCB) (25).<br />

3.1.4. Salmonella Patojenite Adası - 4: SPA-4’ün<br />

taşıdığı 6 adet gen, siiA/B/C/D/E/F proteinlerini<br />

kodlar (15). SPA-4 sitokin sekresyonunda rol oynar,<br />

hücrede apoptozise neden olur ve etkenin makrofajlarda<br />

canlı kalmasını sağlayan proteinleri kodlayan<br />

genleri içerir (25).<br />

3.1.5. Salmonella Patojenite Adası - 5: SPA-1 ve<br />

SPA-2 tarafından kodlanan T3SS için gerekli efektör<br />

proteinlerin üretiminden sorumlu olduğu düşünülmektedir<br />

(23).<br />

3.1.6. Salmonella Patojenite Adası - 6: Bu adaya<br />

Salmonella kromozomal adacığı (SCI) da denmektedir.<br />

S. Typhimurium suşlarında SCI lokusu yok edildiğinde,<br />

etkenin yaptığı sistemik infeksiyonda bir<br />

değişiklik olmazken, hücre kültüründe invazyonun<br />

gerçekleşmediği görülmüştür (10).<br />

3.1.7. Salmonella Patojenite Adası - 7: En büyük<br />

patojenite adası olarak da bilinmektedir. SPA-7, sadece<br />

S. Typhi, S. Dublin ve S. Paratyphi C’de bulunur.<br />

Bu adacık tarafından kodlanan Vi antijeni; tifo sırasında<br />

ateşin yükselmesine neden olmaktadır (24).<br />

3.1.8. Salmonella Patojenite Adası - 8: Bu adacığın<br />

S. Typhi, S. Cholerasuis ve S. Paratyphi A’da bulunduğu<br />

bildirilmiştir (25). SPA-8’de yer alan virülens<br />

faktörleri, bakteriyosin genlerinin sentezlediği bakteriyosinlerdir<br />

(10).<br />

3.1.9. Salmonella Patojenite Adası – 9: T1SS ve RTX<br />

(repeats-in-toxin) benzeri toksini kodlayan genleri<br />

içermektedir (25).<br />

3.1.10. Salmonella Patojenite Adası - 10: Virülens<br />

faktörü olarak Sef fimbriya proteinlerini kodlar, ayrıca<br />

kriptik bakteriyofajı da barındırmaktadır (10).<br />

3.1.11. Salmonella Genomik Adası - 1: Çoklu antibiyotik<br />

direncinin yayılması, integronları içeren<br />

mobil elementler yoluyla olur. 4 integron sınıfından;<br />

Salmonella serotipleri arasında en yaygın olarak görülen<br />

tip, sınıf 1 integronlardır. Sınıf 1 integronlar,<br />

Salmonella genomik adası-1 üzerinde bulunmaktadır<br />

(14).<br />

3.1.12. Yüksek Patojenite Adası: Yüksek patojenite<br />

adası, demir alımı için gerekli olan siderofor biyosentezi<br />

için 12 adet geni içerir ve S.enterica’da<br />

bulunmaktadır (18).<br />

3.2. Alternatif Sigma Faktör Σ s (Rpos) Regülatörü<br />

Salmonella serotiplerinin infeksiyon yapabilmeleri<br />

için; safra tuzu, oksijen azlığı, antimikrobiyal peptidlerin<br />

varlığı, bağırsak mikroflorası, lizozomal enzimler,<br />

hidrojen peroksit, reaktif oksijen radikalleri<br />

ve immun sisteminin diğer elemanları gibi birçok<br />

olumsuz durumla başa çıkmaları gerekmektedir (25).<br />

Durma fazının başlangıcında; RpoS regülatörünün indüklenmesiyle,<br />

çok sayıdaki RpoS’ya bağlı düzenleyiciler<br />

aktive olarak olumsuz koşullarda bakterinin<br />

hayatta kalmasında önemli rol oynamaktadır (11).<br />

3.3. Adaptif Aside Tolerans<br />

Normalde bakteri, orta düzeyde asidik ortama (pH:5)<br />

maruz kaldığında yanıt olarak 50’den fazla gen eksprese<br />

eder. Bu genlerin ürünleri sayesinde bakteri<br />

daha asidik ortama (pH:3) adapte olur ve canlılığını<br />

sürdürür (2). RpoS, PhoP/Q, ve Fur gibi genel regülatör<br />

proteinler bu olaylar sırasında önemli rol<br />

oynarlar. Aside toleranslı türlerin daha yüksek patojeniteye<br />

sahip olması nedeniyle aside tolerans yanıtı<br />

önemli virülens faktörlerinden biri olarak kabul edilmektedir<br />

(22,23).<br />

3.4. Plazmidler<br />

Plazmidler, ekstrakromozomal DNA molekülleridir ve<br />

adaptasyon, antibiyotik direnci ve virülens faktörleri<br />

gibi çok sayıda fonksiyon için gerekli genleri kodlarlar<br />

(8). Virülens plazmidleri; sistemik infeksiyonun<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 5


Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı Bağırsaklarına Kolonizasyonu<br />

başlatılması için gereklidir, infeksiyonun bağırsak fazında<br />

rolü net olarak bilinmemektedir. Spv (Salmonella<br />

virülens plazmidi), retiküloendoteliyal sistemde<br />

bakteriyel üreme için gerekmektedir. Fimbrial<br />

operon (pef), konjugal transfer geni (traT) ve rck ile<br />

rsk gibi diğer plazmid lokusları; fimbria biyosentezi<br />

ve serum direnci gibi, infeksiyon sürecinin diğer aşamalarında<br />

rol oynayabilir (20).<br />

3.5. Toksinler<br />

Salmonella serotiplerinin patojenitesine endotoksin<br />

ve ekzotoksinler de katkıda bulunur (7). Ekzotoksinler,<br />

sitotoksin ve enterotoksin olmak üzere iki<br />

alt gruba ayrılırlar. Sitotoksinler (verotoksin) memeli<br />

hücrelerini öldürme yeteneğine sahiptirler. Salmonella<br />

serotiplerinin dış membranı olan LPS’in lipit<br />

A parçası; endotoksin özelliğindedir ve hem in vivo<br />

hem vitro ortamlarda çeşitli yanıtlar oluşturur (28).<br />

Ayrıca LPS’in intestinal adezyon ve kolonizasyondaki<br />

rolü; hücre membran stabilitesine karışması, safra<br />

tuzlarına direnç ve hücre yüzey hidrofobluğu ile de<br />

ilişkilendirilmektedir (1).<br />

S. Cholerasuis, Enteritidis ve Typhi’ nin ısı labil tripsin-duyarlı<br />

bir toksin; S. Enteritidis, S. Kapemba ve<br />

S. Thompson’ ın da Shigella dysenteriae-1 benzeri<br />

bir sitotoksin sentezlediği bildirilmiştir (28). Bir diğer<br />

ekzotoksin olan ve slyA geni tarafından kodlanan<br />

salmolizin ile stn geninin kodladığı enterotoksin de;<br />

S. Typhi, Typhimurium ve Enteritidis’te identifiye<br />

edilmiştir (7).<br />

3.6. Flagella<br />

Salmonella serotiplerinin çoğunda onlara hareket<br />

yeteneği kazandıran flagella organeli bulunmaktadır.<br />

Flagellaya sahip olmayan, hareketsiz serotipler<br />

S. Gallinarum ve S. Pullorum’ dur. Her iki biyotipin<br />

genomları üzerinde, faz 1 flagellin proteinini kodlayan<br />

fliC geni gösterilmiş olmasına rağmen; faz 2<br />

flagellin proteinini eksprese eden fliB geni saptanamamıştır<br />

(28).<br />

Flagellin (flagellar flamentleri oluşturan temel yapısal<br />

protein) kuvvetli bir antijenik yapıdır ve konak<br />

immun yanıtını uyarır (6). Flagellalı Salmonella serotiplerinin<br />

çoğunda görülen flagellin varyasyonu, konak<br />

savunma sisteminden kaçmayla ilgilidir (28). S.<br />

Typhimurium’un faz 2 flagellini, faz 1 flagellin kadar<br />

kuvvetli değildir. Bu da flagellar faz variyasyonunun,<br />

konak inflamasyonunu baskılayabilecek bir mekanizma<br />

olabileceğini düşündürmektedir (6).<br />

3.7. Adezinler<br />

Adezin; bakterinin hücreye tutunmasını sağlayan,<br />

bakteri yüzeyinde bulunan yapılardır. Adeziv yapılar,<br />

fimbrial ve non-fimbrial adezinler olmak üzere<br />

iki ana gruba ayrılır. Salmonella adezinlerinin büyük<br />

kısmını fimbrial adezinler grubu oluşturmaktadır.<br />

Fimbrial adezinlerin fonksiyonu öncelikle, konak<br />

hücredeki spesifik reseptörlere bağlanarak tutunmayı<br />

sağlamaktır. Non-fimbrial adezinler ise; T1SS’den<br />

sekrete edilen adezinler ve T5SS olarak da adlandırılan<br />

adezinlerdir (30).<br />

Her bir Salmonella serotipi tek bir fimbrial operon<br />

kombinasyonunu barındırır (13). Her bir fimbrial<br />

operon çoklu genler içerir (8-11) ve bu genler fimbrin<br />

(fimbria proteini) kodlarlar (7).<br />

4. SONUÇ<br />

Salmonella serotiplerinin patogenezini ve konak<br />

spektrumunu etkileyen faktörler oldukça karmaşıktır.<br />

Bu durum; konağın bağışıklık durumu, spesifik<br />

patojen yanıtı ve intestinal mikroflora ile etkileşim,<br />

bakteri genetiği ve gen ekspresyonu gibi değişkenlerle<br />

ilişkilidir. S. Enteritidis, güçlü bir inflamatuvar<br />

yanıt oluşturarak sistemik yayılım gösteremezken;<br />

daha zayıf bir başlangıç immun yanıtı oluşturan S.<br />

Gallinarum ise, sistemik tavuk tifosuna sebep olmaktadır<br />

(7). Salmonella serotiplerinin patogenezinin<br />

daha iyi anlaşılması; insan ve hayvanlarda salmonellozisin<br />

önlenmesi, sağaltımı, yeni ilaç ve aşı geliştirilmesi<br />

açısından önemlidir.<br />

KAYNAKLAR: Yazarından temin edilebilir.<br />

6 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Daha fazlasını alın.<br />

Kârlı bir hayvansal üretim için iyi öğelerden fazla<br />

sayıda olması gibisi yoktur. Biolys®, AMINOProx®<br />

ve AMINOFootprint® büyüyerek sınırları aşan ürün<br />

ve servis portföyüne katılıyor.<br />

Siz neyi seçeceğinizi bilirsiniz.<br />

Daha fazla bilgi<br />

için yandaki kodu<br />

telefonunuzun<br />

QR okuyucusu ile<br />

taratınız.<br />

www.evonik.com/feed-additives<br />

feed-additives@evonik.com


Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı<br />

SEPİYOLİTİN KANATLI BESLEMEDE KULLANIMI<br />

Kübra UZUNOĞLU 1 Sakine YALÇIN 2<br />

1: Hava Kuvvetleri Komutanlığı, <strong>Ankara</strong><br />

2: <strong>Ankara</strong> Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, <strong>Ankara</strong>.<br />

E-Mail: kubrazngl@gmail.com, syalcin@ankara.edu.tr<br />

Kil minerallerden olan sepiyolit, lifli yapısı ve iç kristal<br />

kanalları ile karakterize edilmiş sulu bir magnezyum<br />

silikattır (Si 12<br />

Mg 8<br />

O 30<br />

(OH 2<br />

) 4<br />

(OH) 4<br />

.8H2O). Ülkemizde<br />

sepiyolit başlığı altındaki ticari killer lületaşı ve<br />

sepiyolitik kil olmak üzere iki ayrı grupta değerlendirilmektedir<br />

(Can, 1992).<br />

Dış görünüşü deniz köpüğünü andırdığı için Meerschaum<br />

olarak bilinen lületaşı α-sepiyolit olarak da<br />

adlandırılmıştır (Fersman, 1913). Lületaşı ülkemizde<br />

özellikle Eskişehir yöresinde ve Konya-Yunak civarında<br />

bulunmakta olup, genellikle süs eşyası, biblo veya<br />

pipo yapımında kullanılmaktadır.<br />

Sepiyolitik kil ise küçük, yassı ve yuvarlak partiküller<br />

veya amorf agregalar halinde oluşan tabakalı sepiyolit<br />

tipi olup ß-sepiyolit olarak da bilinir (Sarıiz ve<br />

ark., 1992). ß -sepiyolit, oluşumu, bileşimi, özellikleri<br />

ve kullanım alanı ile α-sepiyolitten farklıdır. Bu<br />

tip sepiyolit ‘sanayi sepiyoliti’ veya ‘tabakalı sepiyolit’<br />

ya da ‘sedimanter sepiyolit’ olarak da tanınmaktadır<br />

(Sabah ve ark., 1998). Daha çok Eskişehir-Sivrihisar<br />

ve Mihalıççık-Yunus Emre yörelerinde<br />

rastlanmaktadır, ayrıca Çanakkale, Bursa, Kütahya<br />

ve Isparta’da bulunmaktadır (Can, 1992; DPT, 2001).<br />

Türkiye’de farklı maden kaynaklarından çıkarılan<br />

çeşitli sepiyolit numunelerinin kimyasal bileşimi<br />

Tablo 1’de gösterilmektedir (Ece ve Çoban, 1994, Çınar<br />

ve ark., 2009, Galan ve Singer, 2011). Sepiyolitte<br />

başlıca esansiyel oksitler SiO 2<br />

ve MgO’dir. Dünyadaki<br />

sepiyolitler içerisinde Eskişehir madenlerinden elde<br />

edilen sepiyolitin saflık düzeyinin yüksek olduğu, kalitesinin<br />

yüksek olduğu bildirilmiştir (Galan ve Singer,<br />

2011). Düşük düzeyde MgO içeren sepiyolitler<br />

ise Al 2<br />

O 3<br />

ve Fe 2<br />

O 3<br />

bakımından zengindir.<br />

Sepiyolitin Kullanım Alanları<br />

Sepiyolit minerali özelliklerine göre Tablo 2’de gösterildiği<br />

şekilde farklı endüstriyel alanlarda kullanılmaktadır<br />

(Galan, 1996).<br />

Tablo 2. Sepiyolitin mineral özelliklerine kullanımı<br />

A. Sorptif özelliğine dayalı sorptif amaçlı kullanım:<br />

Hayvan altlığı: düşük ağırlıkta olması, yüksek düzeyde sıvı ve<br />

koku emiciliği<br />

Tarım ve böcek ilaçları taşıyıcısı<br />

İlaç sanayinde<br />

Atık su arıtma sistemlerinde,<br />

Karbonsuz kopya kağıtları ve sigara filtrelerinde,<br />

Deterjan ve temizlik maddelerinde<br />

B. Katalitik özelliğine dayalı katalitik amaçlı kullanım:<br />

Katalizör taşıyıcı<br />

C. Reolojik özelliğine dayalı reolojik amaçlı kullanım:<br />

Toprak düzenleyici<br />

Tohum kaplama maddesi<br />

Gübre süspansiyonlarında<br />

Hayvan beslemede<br />

İlave katkı taşıyıcı<br />

Gres kalınlaştırıcı<br />

Kozmetiklerde<br />

Asfalt kaplamalarında<br />

Sondaj çamuru<br />

Kauçuk sanayi<br />

D. Diğer Uygulamalar:<br />

Seramik üretiminde<br />

Lif takviyeli çimento üretiminde<br />

Otomotiv sanayinde (boyalarda)<br />

Tablo 1. Türkiye’de çeşitli maden kaynaklarına ait sepiyolit numunelerinin ortalama kimyasal bileşimi, %<br />

Sepiyolit numuneleri SiO 2<br />

Al 2<br />

O 3<br />

Fe 2<br />

O 3<br />

MgO CaO Na 2<br />

O K 2<br />

O TiO 2<br />

1 60.23 0.72 2.05 24.16 0.15 0.04 0.06 0.05<br />

2 57.03 0.31 0.15 24.75 0.54 0.14 0.15 0.06<br />

3 55.32 2.15 1.33 21.81 0.59 0.41 0.29 0.12<br />

4 59.01 0.88 0.50 24.24 0.13 0.13 0.04 0.01<br />

5 51.29 1.37 0.58 22.57 0.26 0.09 0.21 0.08<br />

6 56.95 1.05 0.93 23.35 2.45 0.11 0.41 0.15<br />

8 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


ÇAGDAS YÖNTEMLER<br />

PİLİÇ ÜRÜNLERİ<br />

İLERİ İŞLENMİŞ ÜRÜNLER<br />

ŞARKÜTERİ ÜRÜNLERİ<br />

YUMURTA


Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı<br />

Sepiyolitin Yem Katkı Maddesi Olarak Kullanımı<br />

Sepiyolit (E562) Avrupa Birliğinde tüm hayvan türleri<br />

için bağlayıcı, topaklanmayı önleyici ajan ve pıhtılaşma<br />

sağlayıcı olarak onaylandırılmıştır (EFSA, 2013).<br />

Katkı maddesi olarak sepiyolit hayvan besleme alanında<br />

teknolojik ve besleyici olarak kullanıldığı gibi<br />

çevreyi ve hayvan refahını olumlu yönde etkilemesi<br />

amacıyla da kullanılabilmektedir. Sepiyolit peletlemede<br />

enerji maliyetini azalttığı, pelet dayanıklılığını<br />

artırdığı, karma yem üretim ve taşınması süresince<br />

tozluluğu azalttığı için ve ayrıca iyi bir premiks<br />

taşıyıcısı, kekleşmeyi önleyici ve preservatif olması<br />

nedeniyle iyi bir teknolojik katkı maddesidir. Ayrıca<br />

absorpsiyon/adsorpsiyon özelliklerine sahiptir, diare<br />

enfeksiyonlarını önlerler ve toksik değillerdir, besin<br />

madde sindirim ve emilimini artırarak performansı<br />

olumlu yönde etkilerler (Galan, 1996; Onorato ve<br />

ark., 2013).<br />

Sepiyolitin Pelet Yem Üretiminde Kullanımı<br />

Sepiyolit yem içerisindeki diğer maddeleri bağladığından<br />

yüksek dayanıklılık ve sertlikte pelet oluşturmakta,<br />

pelet soğudukça ve nem kaybettikçe de<br />

dayanıklılık ve sertlikde artış daha fazla olmaktadır.<br />

Sepiyolitin yüksek yağlı karma yemlerde kullanılmasının<br />

bir yararı da pelet kalitesinin bozulmadan<br />

karma yemlere yüksek düzeyde yağ ilavesine olanak<br />

sağlamasıdır. Bu durum yem üretimi, taşınması ve<br />

yemliklere dağıtılması süresince tozumanın azalmasına<br />

yol açtığından hayvan performansında da artış<br />

sağlanmaktadır. Ayrıca pelet diskinde üretimi artırmakta,<br />

peletleme için enerji maliyetini azaltmaktadır<br />

(Angulo ve ark., 1995; Castaing, 1989; Castaing,<br />

1994; Onorato ve ark., 2013). Sepiyolit besin maddelerinin<br />

taşınmasını kolaylaştırır, yağ bakımından zengin<br />

pelet yemlerin kalitesini artırmaktadır (Angulo<br />

ve ark., 1995).<br />

Bir yem fabrikasında etlik piliç yemine miksere % 1<br />

sepiyoliti (Exal T, Tolsa Turkey, Türkiye) ilave ederek<br />

yaptığımız bir denemede pelet üretiminde saatte<br />

%13 düzeyinde artış, pelet dayanıklılığında (PDI değerinde)<br />

%3.4 artış sağlanmıştır, pelet yemde tutulan<br />

nem miktarında ise %1 artış görülmüştür (Tablo 2).<br />

Tablo 2. Pelet etlik piliç yemi üretiminde karıştırıcıya<br />

sepiyolit ilavesinin pelet dayanıklılığı, pelet yemde<br />

nem tutulumu ve pelet üretim kapasitesi üzerine etkisi<br />

PDI<br />

(%)<br />

Pelet yemde nem<br />

tutulumu (%)<br />

Kontrol 89.41 - 17.5<br />

Sepiyolit katkılı 92.41 1.01 19.8<br />

Üretim<br />

(ton/saat)<br />

10 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı<br />

Sepiyolitin Kekleşmeyi Önleyici Etkisi<br />

Karma yemlere ilave edilen vitaminler, mineraller<br />

ve antibiyotikler gibi katkı maddeleri için sepiyolit<br />

ideal bir taşıyıcıdır. Yem unsurlarının ayrılmasını<br />

önlediğinden homojenizasyonu sağlayıcı bir özelliğe<br />

sahiptir. Sepiyolitin katyon değişim kapasitesinin<br />

düşük olmasından dolayı iyi bir premiks taşıyıcısıdır.<br />

Kimyasal olarak inert bir madde olması yüksek<br />

kimyasal stabiliteye sahip olduğundan yemdeki aktif<br />

maddelerle interaksiyonunu önlemektedir (Onorato<br />

ve ark., 2013).<br />

Sepiyolitin Preservatif Etkisi<br />

Sepiyolit, yem hammaddelerinin depolanması süresince<br />

istenmeyen mikrobiyolojik olayların gelişimini<br />

önlemektedir (Pontes Pontes ve ark., 1995: Bocuzzi<br />

ve ark., 2011).<br />

Broyler Rasyonlarında Sepiyolit Kullanımının Performans<br />

Üzerine Etkisi<br />

Broyler karma yemlerinde sepiyolit kullanımının performans<br />

üzerine etkisi Tablo 3’de görülmektedir.<br />

Karma yemlerde %1.5 düzeyinde sepiyolit kullanımının<br />

broylerlerde içeriğin sindirim kanalından geçiş<br />

süresini uzattığı bildirilmiştir (Tortuero ve ark.,<br />

1992). Bununla birlikte sepiyolit kullanımının mide,<br />

karaciğer, dalak, kalp ve pankreas ağırlığı veya bağırsak<br />

uzunluğu üzerine bir etkisinin olmadığı gözlenmiştir<br />

(Tortuero ve ark., 1992). Kanatlı rasyonlarına<br />

sepiyolit ilavesinin, büyüme performansı ve karkas<br />

kalitesini artırdığı da kaydedilmiştir (Parisini, 1993).<br />

Ouhida ve ark. (2000c) mısır-arpa-buğdaya dayalı<br />

karma yemlerle beslenen broylerlerde enzim<br />

(β-glukanaz ve arabinoksilanaz) ilavesinin jejunum<br />

ve ileum viskositesini azalttığı, sepiyolit (%2 Exal,<br />

Tolsa-İspanya) ilavesinin ise jejunum viskositesini<br />

azalttığı bildirilmiştir. Her iki katkı maddesinin de<br />

besin madde sindirilebilirliğinde özellikle yağ sindirilebilirliği<br />

ve azot dengesinde artış sağladığı gözlenmiştir.<br />

Sepiyolit ilavesinin, içeriğin ince barsakta<br />

kalış süresini 8 dakika artırırken, sepiyolitin enzim<br />

ile birlikte ilavesinin 20 dakika artırdığı kaydedilmiştir<br />

(Ouhida ve ark., 2000b). Ayrıca sepiyolit (%2<br />

Exal) ilavesinin yem tüketimi ve yemden yararlanma<br />

oranını etkilemediğini, dışkıda pürin baz (adenin ve<br />

guanin) indeksi kullanılarak belirlenen mikrobiyel<br />

konsantrasyonun daha düşük olduğu bildirilmiştir<br />

(Ouhida ve ark., 2000a).<br />

Eser ve ark. (2011) rasyonlara %0, 0.5 ve 1 düzeylerinde<br />

sepiyolit ilavesinin karkas özellikleri, performans<br />

ve bazı kan parametreleri üzerine etkilerini<br />

araştırdıkları bir çalışmada 204 adet günlük civciv ile<br />

üç grup oluşturmuşlardır. Sepiyolit katkısının kontrol<br />

grubuna göre daha yüksek canlı ağırlığı sağladığı,<br />

yem tüketimi, yemden yararlanma, karkas randımanı<br />

ile taşlık, karaciğer, kalp, dalak ve bursa Fabricus<br />

relatif ağırlıklarında herhangi bir farklılık oluşturmadığını<br />

kaydetmişlerdir. Sepiyoliti %1 düzeyinde<br />

içeren karma yemle beslenen grupta abdominal yağ<br />

miktarının, serum kolesterol ve trigliserit düzeylerinin<br />

diğer gruptakilere göre daha düşük olduğu belirtilmiştir.<br />

Yalçın ve ark (2013a) karma yemlere % 0, 1 ve 2<br />

düzeyinde sepiyolit (Exal T, Tolsa Turkey-Türkiye)<br />

ilavesinin broylerlerde büyüme performansı ve bağırsak<br />

histomorfolojisi üzerine etkilerini belirlemek<br />

için 6 haftalık bir deneme yapmışlardır. Sepiyoliti %1<br />

düzeyinde kapsayan karma yemi tüketen grupta deneme<br />

sonu canlı ağırlık ve altı haftalık canlı ağırlık<br />

Krallara layık!<br />

Bluefarm ® , içme suyu ve sprey yolu ile yapılan aşı uygulamalarındaki aşı<br />

solüsyonu için ölümcül etkisi olan ağır metalleri bağlar, her seviyedeki<br />

kloru nötralize eder. Bluefarm ® orijinal formülü sayesinde kanatlı aşı<br />

uygulamalarında dünya profesyonellerinin krallara layık tercihidir.*<br />

* Bluefarm 85 farklı ülkede güvenle kullanılmaktadır.<br />

ISO 9001:2000<br />

bluefarm.com.tr<br />

12 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı<br />

artışı kontrol grubuna kıyasla daha yüksek bulunmuştur.<br />

Yem dönüşüm oranı %1 sepiyolit katkısıyla olumlu<br />

yönde etkilenmiştir. Bir kg canlı ağırlık artışı için<br />

tüketilen yem miktarı %1 ve %2 sepiyolitli gruplarda<br />

kontrol grubuna kıyasla %4.7 ve %1.8 daha az bulunmuştur.<br />

Karma yemlere sepiyolit katkısı duodenum<br />

villus yüksekliğini artırmıştır. Yalçın ve ark (2013b)<br />

ise aynı denemede karma yemlere %2’ye kadar sepiyolit<br />

ilavesinin karkas randımanı, karkas özellikleri<br />

ve göğüs eti kalitesini olumsuz etkilemeden abdominal<br />

yağı önemli ölçüde azalttığını kaydetmişlerdir<br />

Ayed ve ark. (2011) broyler karma yemlerine %0, 0.5,<br />

1 ve 2 düzeylerinde sepiyolit ilavesi yapıldığında sepiyolit<br />

düzeyi arttıkça performansta artış olduğunu<br />

gözlemişlerdir. Denemede karma yemlere %2 sepiyolit<br />

ilavesi ile canlı ağırlık ve canlı ağırlık kazancında<br />

%11’lik artış sağlanırken toplam yem tüketimi %6 ve<br />

bir kg canlı ağırlık artışı için tüketilen yem miktarı<br />

ise %15 düzeyinde azalmıştır. Karma yeme sepiyolit<br />

ilavesinin mortalite oranı ve karkas randımanı üzerine<br />

etkisi görülmemiştir.<br />

Sepiyolitin Yumurta Verimi ve Yumurta Kalitesi<br />

Üzerine Etkileri<br />

Yumurta tavuğu karma yemlerinde sepiyolit kullanımının<br />

performans üzerine etkisi Tablo 3’de görülmektedir.<br />

nin 22 hafta süreyle yem tüketimi, yumurta verimi,<br />

yumurta ağırlığı ve yemden yararlanmayı etkilemediğini<br />

gözlemişlerdir. Rasyonlarda %1 düzeyinde sepiyolit<br />

kullanılmasıyla yumurta kırılma mukavemeti<br />

(P


DÜN<br />

PFIZER<br />

HAYVAN<br />

SAĞLIĞI<br />

BUGÜN<br />

ZOETİS<br />

HAYVANLAR İÇİN<br />

SAĞLIK İÇİN<br />

SİZİN İÇİN


Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı<br />

lışmada Mızrak ve ark.(<strong>2014</strong>) aflatoksin kapsayan<br />

yemlere %1.5 ve %3 düzeylerinde sepiyolit ilavesinin<br />

yumurta tavuklarında performans üzerinde yararlı<br />

etkileri olabileceğini kaydetmişlerdir.<br />

Sepiyolitin Besin Maddelerinin Sindirimine Etkileri<br />

Sepiyolit yem maddelerinin sindirim kanalında kalma<br />

süresini artırıp, endojen enzimlerin yağların,<br />

karbonhidratların ve proteinlerin sindiriminde daha<br />

etkili olmasını sağlayarak, bu besin maddelerinin<br />

emilimini artırmaktadır (Tortuero ve ark., 1992; Ouhida<br />

ve ark., 2000a; Ayed ve ark., 2011).<br />

Sepiyolitin Kanatlı Refahı Üzerine Etkileri<br />

Dışkı yüksek düzeyde amonyak emisyonuna bağlı<br />

ayak dermatitisine ve solunum patolojisine yol açtığından<br />

hayvan sağlığını ve refahını tehlikeye sokmaktadır.<br />

Ayrıca atmosferi, yüzey suyunu ve yer altı<br />

suyunu kontamine ettiğinden ekosisteme zarar vermektedir.<br />

Sepiyolitin azot atılımını azaltmasından dolayı dışkıdaki<br />

amonyak miktarını azalttığı altlık kalitesini iyileştirdiği,<br />

kümesteki kokuyu azalttığı kaydedilmiştir<br />

(Onorato ve ark., 2013).<br />

Sonuç<br />

Yüksek poroziteye ve yüzey alanına, kuvvetli absorpsiyon<br />

kapasitesine sahip, yapısı oldukça stabil olup<br />

kimyasal olarak inert bir madde olan sepiyolitin kanatlı<br />

rasyonlarına ilavesi karma yemlerde toz kaybını<br />

azaltmakta, pelet dayanıklılığını ve kalitesini, besin<br />

madde sindirimini ve dışkı kıvamını artırmaktadır.<br />

Bu nedenlerden dolayı sepiyolit kanatlı performansı<br />

ve refahını olumlu yönde etkileyebilmektedir. Ayrıca<br />

Türkiye’nin sepiyolit rezervleri bakımından zengin<br />

olması, sepiyolit kalitesinin yüksek olması ve çok<br />

farklı kullanım alanlarına da sahip olması önem taşımaktadır.<br />

Gastrointestinal sistem hastalıklarına bağlı<br />

kayıpların önlenmesi veya en az seviyeye indirilmesi,<br />

bu hastalıklara bağlı performans kaybının önlenmesi<br />

ve yüksek karkas randımanı elde edilmesi kanatlı<br />

yetiştiriciliğinin temel amaçlarındadır. Sepiyolitin<br />

kanatlılarda etkilerini ve etki mekanizmalarını tam<br />

olarak belirleyebilmek için kanatlı yetiştiriciliğinde<br />

kullanımına yönelik olarak daha fazla araştırma yapılmasına<br />

ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Kaynaklar yazarlarından temin edilebilir.<br />

16 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Yumurtacı ve Broilerlerde Karaciğer Yağlanması<br />

YUMURTACI VE BROİLERLERDE<br />

KARACİĞER YAĞLANMASI<br />

*Arş. Gör. Oğuz Berk GÜNTÜRKÜN<br />

*<strong>Ankara</strong> Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları AD<br />

E-Mail: o.b.gunturkun@gmail.com<br />

Kanatlılarda Lipit Metabolizması<br />

Lipitler, kanatlılarda ince bağırsaklara kadar yapılarında<br />

fazla bir değişiklik olmadan taşınmaktadırlar.<br />

Tüketilen yem maddelerinin doudenuma ulaşması<br />

ile kolesistokinin hormonu salınımı olmaktadır. Bu<br />

hormon safra kesesinin kasılarak pankreatik salgının<br />

bağırsaklara ulaşmasını sağlar. Trigliseritler pankreatik<br />

lipazın etkisi ile hidrolize uğrayarak monogliserit,<br />

digliserit ve serbest yağ asitilerini şekillendirmektedirler.<br />

Monogliseritler ve uzun zincirli doymamış yağ<br />

asitleri konjuge safra tuzları ile birleşmeleri sonucu<br />

miselleri oluşturmaktadırlar. Miseller düşük polariteye<br />

sahip yağ asitlerinin ve yağda çözünebilen<br />

vitaminlerin sindirim için çözünmesini mümkün kılmaktadırlar.<br />

Doymuş yağ asitleri ise düşük polariteye<br />

sahip olmalarından dolayı daha az misel oluşturma<br />

kapasitesine sahiptirler. Uzun zincirli doymamış yağ<br />

asitlerinin misel oluşturma kapasitesi daha yüksek<br />

olduğu için doymuş yağ asitleri ile karıştırıldıklarında<br />

bu yağ asitlerinin emilmesinde sinerjistik bir etki<br />

ortaya çıkmaktadır (Ferreira, 1999). Bazı bitkisel<br />

yağların farklı yaştaki kanatlılarda sindirilebilirlikleri<br />

Tablo 1’de verilmiştir.<br />

Monogliseritler ve serbest yağ asitleri enterositlere<br />

alınmalarından sonra tekrar esterefiye edilmekte<br />

ve serbest veya esterefiye kolestrol, lipoprotein ve<br />

fosfolipidler ile kombine edilmektedirler. Bu işlem<br />

sonunda lipoproteinler, şilomikronlar veya portomikronlar<br />

oluşmaktadır. Kanatlılarda bağırsak lenfatik<br />

sistemi çok gelişmemiş olduğundan lipoproteinler direkt<br />

olarak portal dolaşıma dahil olmaktadır. Kanatlılarda<br />

çok düşük yoğunluktaki lipoproteinler (VLDL)<br />

memelilere göre daha fazla önem ihtiva etmektedir.<br />

VLDL’lerin önemi özellikle yumurtlama döneminde<br />

ön plana çıkmaktadır. Bu yapılar yumurtaya lipitlerin<br />

taşınmasında önemli göreve sahiptirler. Yumurta sarısına<br />

dahil olmayan ya da karaciğerde değerlendirilmeyen<br />

trigliseritler ise kalp, kas gibi diğer dokularda<br />

kullanılmakta veya adipoz dokuda depolanmaktadır<br />

(Escribano, 1991).<br />

Tüketilen yemde bulunan lipitlerin absorpsiyonu ya<br />

da taşınması esnasında yağ asiti kompozisyonu açısından<br />

bir değişiklik oluşmamaktadır. Bu nedenle<br />

kanatlılara rasyon ile sağlanan yağ asitlerinin kompozisyonu<br />

ile vücutta depolanan yağ asitlerinin kompozisyonu<br />

benzerlik göstermektedir. Trigliseritler,<br />

karbonhidratların sindirimi sonucu elde edilen glikozdan<br />

da sentezlenebilmektedir. Bu yol ile sentezlenen<br />

yağlar ise genellikle yüksek oranda palmitik<br />

asit, stearik asit ve oleik asit içermektedirler. Rasyonda<br />

yağ bulunması karaciğerde karbonhidratlardan<br />

yağ sentezlenmesi olayını sınırlandırmaya yardımcı<br />

olmaktadır.<br />

Karaciğerde Lipoprotein Sentezi ve<br />

Sekresyonu<br />

Memelilerde olduğu gibi kanatlılarda da yağ asitlerinin<br />

de novo sentezi rasyonda bulunan karbonhidratlardan<br />

asetil-CoA’nın tedarik edilmesine bağımlı bir<br />

olaydır. Memelilerde lipogenezisin şekillendiği ana<br />

nokta adipoz dokular iken kanatlılarda yağ sentezi<br />

ana olarak karaciğerde şekillenmektedir (Pearce,<br />

Tablo 1. Kanatlılarda Yaşa Göre Bazı Bitkisel Yağların Sindirilebilirlikleri<br />

Yağ 3. - 4. Hafta Yaş 8 Haftadan Büyük<br />

Asit Yağ (Soya) 88 93<br />

Asit Yağ (Mısır) 90 92<br />

Mısır Yağı 84 95<br />

Soya Yağı 96 96<br />

Kaynak: Leeson ve Summers, 2001.<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 17


Yumurtacı ve Broilerlerde Karaciğer Yağlanması<br />

1997). Lipogenezis olayında insülin hormonu yağ asiti<br />

sentezinden sorumlu olan malat dehidrogenaz (MD)<br />

ve fatty acid synthase (FAS) enzimlerinin aktivitesini<br />

uyarmaktadır. Yumurtacı tavuklarda yumurta oluşumu<br />

için gerekli olan lipit üretiminin sağlanabilmesi<br />

adına östrojen tarafından karaciğer önemli ölçüde<br />

uyarılmaktadır. Karaciğerde gerçekleşen de novo yağ<br />

sentezinin ana ürünü trigliseritlerdir. Trigliseritlerin<br />

yanı sıra kolestrol ve fosfolipitler de karaciğerde<br />

sentezlenmektedir.<br />

Çok düşük yoğunluktaki lipoprotein (VLDL) ve yüksek<br />

yoğunluktaki lipoprotein (HDL) karaciğerde sentezlenip<br />

buradan çevre dokulara salgılanmaktadır. Bu<br />

lipoproteinlerin ihtiva ettiği özel proteinler (apolipoproteinler)<br />

de yine karaciğer tarafından sentezlenmektedir.<br />

Yapılan çalışmalar insülinin hem de<br />

novo lipogenezisi hem de VLDL sentezini arttırdığını<br />

bildirmiştir. Tiroksin ve glukagon ise ters yönde etki<br />

göstermektedir.<br />

Karaciğerde Steatozis<br />

Kanatlılarda lipogenezisin, lipoproteinlerin sentez<br />

ve sekresyon kapasitesini aşması halinde gözlenen<br />

durumdur. Bu durum özellikle yumurtacı tavuklarda<br />

östrojen tarafından lipogenezisin artması ve VLDL<br />

sekresyonundaki yetersizlik ile şekillenmektedir.<br />

Yapılan çalışmalarda rasyonun biyotin ile desteklenmesinin<br />

hastalık bulgularını kısmi olarak hafifletilebileceği<br />

bildirilmiştir. Hastalığın oluşumunu önlemek<br />

amacı ile rasyonda bulunması gereken biyotin seviyesinin<br />

rasyonun protein ve yağ içeriği gibi farklı<br />

değişkenlere bağlı olduğu öne sürülmektedir. Rasyonlarda<br />

uygun protein ve yağ oranının sağlanması<br />

durumunda hastalığın önlenmesi için gerekli biyotin<br />

seviyesi hayvanın gelişimi için ihtiyaç duyulan seviye<br />

ile karşılanabilmektedir. Ancak rasyonda bulunan<br />

protein ve yağ seviyesinde gözlenebilecek düşüşlerin<br />

sendromun engellenebilmesi için ihtiyaç duyulan biyotin<br />

miktarında artışa neden olabileceği ileri sürülmüştür.<br />

Biyotin, glikoneogeziste önemli rol oynayan<br />

pirüvat karboksilaz enziminin görevini yerine getirmesi<br />

için gereklidir. Bununla birlikte lipogenezisten<br />

sorumlu olan acetyl-CoA karboksilaz enziminin etkinliği<br />

için de biyotine ihtiyaç duyulmaktadır. Rasyonda<br />

yağ seviyesinin azalmasına bağlı olarak daha fazla<br />

lipogenezise ihtiyaç duyulmakta ve acetyl-CoA karboksilaz<br />

enzim aktivitesi artmaktadır. Bu durumda<br />

aktiviteleri için biyotine ihtiyaç duyan bu enzimler<br />

arasında biyotin için yarış oluşabileceği bildirilmiştir.<br />

Rasyonda bulunan yağ ve protein seviyesinin dengesizliğine<br />

bağlı olarak sendromun şekillenmesini engelleyebilecek<br />

biyotin seviyesi bu şekilde farklılık<br />

göstermektedir. Sendromdan etkilenmiş hayvanlardan<br />

elde edilen böbrek ve karaciğer ile sağlıklı bir<br />

hayvandan elde edilen böbrek ve karaciğer yapıları<br />

Resim 1’de gösterilmektedir.<br />

Kanatlılarda karaciğerde yağ depolanmasındaki artışa<br />

bağlı olarak gözlenen ve ticari olarak da önem<br />

ihtiva eden iki farklı sendrom bulunmaktadır. Bunlar<br />

yağlı karaciğer ve böbrek sendromu ile yağlı karaciğer<br />

hemorajik sendromudur.<br />

Yağlı Karaciğer ve Böbrek Sendromu<br />

Sendrom genel olarak broilerlerde gözlenmektedir.<br />

Gözlenme sıklığı 3-5 hafta yaşta artmaktadır. Sendromun<br />

şekillendiği hayvanlarda nekropside büyümüş<br />

ve solgun karaciğer gözlenmektedir. Histopatolojik<br />

incelemede karaciğer, böbrek ve kalpte yüksek düzeyde<br />

yağ infiltrasyonuna rastlanmaktadır. Herhangi<br />

bir dokuda yangısal ya da dejenaratif bir değişiklik<br />

tespit edilememiştir. Hastalığın oluşumunda beslemenin<br />

yanı sıra yemleme yönetiminde oluşan aksaklıklar,<br />

kümes sıcaklığı gibi birden çok yönetimsel<br />

faktörün de etkisinden bahsedilmiştir. Bu yazıda beslenme<br />

ile ilgili kısımlar ele alınacaktır.<br />

Resim 1: Yağlı karaciğer ve böbrek sendromundan etkilenmiş<br />

bir hayvanda sendromdan etkilenmiş böbrek ve<br />

karaciğer sol tarafta gözükmektedir.<br />

Kaynak: Photographic Encylopedia of Australian Poultry Diseases<br />

Yağlı Karaciğer Hemorajik Sendromu<br />

Daha çok yumurtacı tavuklarda gözlenen hastalık ilk<br />

olarak Couch tarafından 1956 yılında tanımlanmıştır.<br />

Bundan itibaren ABD (Ringer ve Sheppard, 1963;<br />

Nesheim ve ark., 1969; Wolford ve ark., 1971; Harms<br />

ve ark., 1972), Birleşik Krallık (Anon, 1965), Almanya<br />

(Greuel ve Hartfiel, 1968), Kanada (Bragg ve ark.,<br />

18 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Yumurtacı ve Broilerlerde Karaciğer Yağlanması<br />

1973), Fransa (Brugere-Picoux ve Brugere, 1974) gibi<br />

ülkelerde hastalık ‘yağ distrofisi’, ‘yağlı dejenerasyon’<br />

ve ‘karaciğer hemorajik sendromu’ gibi farklı<br />

isimlerle tespit edilmiştir.<br />

Sendrom genel olarak verimin yüksek olduğu dönemlerde,<br />

yüksek verimli hayvanlarda gözlenmekte ve<br />

verimde hızlı düşüş ve bunu takiben ani ölümlerle<br />

seyretmektedir. Nekropside karaciğer genişlemiş<br />

ve solgun-sararmış bir görünüme sahiptir. Ölümler<br />

karaciğer kapsülünün yırtılması ile oluşan kanamanın<br />

vücut boşluğuna akması ile şekillenir. Genellikle<br />

hastalık ilerlemeden önce de karaciğerde küçük<br />

hemorajik odaklar belirlenmektedir. Sendromdan<br />

etkilenmiş bir hayvadan elde edilmiş ve çok odaklı<br />

hemorajilerin gözlendiği karaciğer Resim 2 de görülmektedir.<br />

Hastalığın oluşum mekanizmasında beslenme,<br />

çevresel faktörler ve genetiğin rol oynadığı<br />

bildirilmektedir. Bu yazıda beslenmeye bağlı faktörlerden<br />

bahsedilecektir.<br />

Resim 2: Kanatlı karaciğerinde yağ birikimi ve multifokal<br />

hemorajiler<br />

Kaynak: Richard M. Jakowski, Tufts University<br />

Yağlı Karaciğer Sendromunun Oluşum Mekanizması<br />

Yumurta oluşumu için yüksek düzeyde lipide ihtiyaç<br />

duyulmaktadır ve bu lipitler genellikle ovülasyondan<br />

birkaç gün önce sentezlenmektedir (Klasing, 1998).<br />

Yumurtlayan bir tavuk günde yem tüketimi ile yaklaşık<br />

olarak 3 g yağ tüketmesine rağmen ortalama bir<br />

yumurta sarısı yaklaşık olarak 6 g yağ içermektedir<br />

(Griminger, 1986). Lipit ihtiyacının karşılanması için<br />

yumurtacı tavukların karaciğerlerinde yağ sentezinin<br />

gerçekleşmesi oldukça önemlidir.<br />

Kanatlılarda ihtiyaç halinde lipitler 3 farklı kaynaktan<br />

tedarik edilmektedir. Bu kaynaklar rasyonda<br />

bulunan karbonhidratlardan yağ asiti sentezlenmesi<br />

ile elde edilenler, yağ dokularda bulunan yağlar ve<br />

rasyon ile alınan yağlardır. Ovulasyonun başlangıcında<br />

östrojen etkisi altında karaciğerde yumurta sarısı<br />

lipitleri sentezlenmektedir ve oluşan bu lipitler dolaşım<br />

yoluyla ovidukta gönderilmektedirler (Speake<br />

ve ark., 1998). Çok düşük yoğunluktaki lipoproteinler<br />

(VLDL) lipitleri tavuğun karaciğerinden oosite<br />

taşıyan ana lipoproteinlerdir ve kurutulmuş yumurta<br />

sarısının %60’nı oluşturmaktadırlar (Speake ve ark.,<br />

1998). Vitallogenin de karaciğerde sentezlenen lipitleri<br />

karaciğerden oositlere taşıyan bir diğer lipoproteindir.<br />

Vitallogenin ise kurutulmuş yumurta sarısının<br />

yaklaşık olarak %24’nü oluşturmaktadır. VLDL<br />

formundaki triaçilgliserol sekresyonu stearoyl-CoA<br />

desaturaz olarak isimlendirilen, doymuş yağ asitlerini<br />

tekli doymamış yağ asitlerine çeviren enzim aktivitesine<br />

bağımlıdır. Bu enzim aktivitesi ile plazma<br />

VLDL seviyesi arasında korelasyon tespit edilmiştir<br />

(Legrand ve Harmier, 1992). Yağ asitleri içerisinde<br />

oleik asitin C18:1 (n-9), lipoprotein formunda triaçilgliserollerin<br />

salgılanmasını sağlayan en etkin yağ<br />

asiti olduğu da bildirilmektedir (Davis ve Boogaerts,<br />

1982). İn-vitro ortamdaki karaciğer hücrelerinde<br />

oleik asit VLDL sentezini stimüle etmiştir (Moberly<br />

ve ark., 1990).<br />

Lipoproteinler yağ dokuya ulaştıklarında lipitlerin<br />

adipositlere transferi lipoprotein lipaz enzimi etkisinde<br />

gerçekleşmektedir. Eğer bu enzimin fonksiyonu<br />

inhibe edilirse hiperlipidemi gözlenmektedir ve<br />

sonuç olarak yağlı karaciğer şekillenir. Sterese bağlı<br />

olarak şekillenen ACTH ve glukagon salınımı lipoprotein<br />

lipaz aktivitesini düşürmektedir. Yağlı karaciğer<br />

hemorajik sendromunun gelişiminde beslenmenin<br />

yanı sıra farklı yönetimsel sorunların da rolü olduğu<br />

bildirilmiştir. Bu yazıda sendrom besleme yönü ile<br />

ele alınacaktır.<br />

Besleme ve Yağlı Karaciğer Hemorajik Sendromu<br />

Yağlı hemorajik karaciğer sendromunun besleme<br />

açısından tek yönlü bir nedeni tespit edilememiştir.<br />

Yapılan çalışmalar sendromun beslemeye bağlı olarak<br />

çok faktörlü değişkenler ile şekillenebileceğini<br />

bildirmiştir. Günümüzde sendromun ortaya çıkışında<br />

besleme ile ilişkili olarak ön plana çıkan çeşitli<br />

faktörlerin başında rasyonun enerji seviyesi ve bu<br />

yemi tüketen hayvanlardaki enerji dengesi ön plana<br />

çıkmaktadır. Ayrıca kullanılan rasyonun enerjisinin<br />

hangi besin maddeleri tarafından oluşturulduğunun<br />

da önemli olduğunu belirten çalışmalar vardır. Beslemede<br />

kullanılan yemlerin mikotoksinler ile bu-<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 19


Yumurtacı ve Broilerlerde Karaciğer Yağlanması<br />

laşık olması da beslemeye bağlı olarak sendromun<br />

gözlenmesine neden olabilecek önemli etkenlerden<br />

biri olarak belirtilmektedir. Rasyonda bulunan besin<br />

maddelerinin bazılarının eksik olmasının da sendromun<br />

ortaya çıkmasına neden olabileceği tespit edilmiştir.<br />

Rasyon Enerji Seviyesi ve Yağlı Karaciğer Hemorajik<br />

Sendromu<br />

Yapılan çalışmalarda yüksek karbonhidrat ve enerji<br />

içeriğine sahip rasyonları tüketen hayvanlarda karaciğer<br />

yağ miktarının arttığı bildirilmiştir (Barton,<br />

1967; Wolford ve Polin, 1974). Ayrıca hepatik lipogenezisin<br />

yağ tüketimi ile azaldığı ve rasyonlara yağ ilavesi<br />

ile yağ asidi sentezinin baskılandığı bildirilmiştir<br />

(Weiss ve ark., 1967; Pearce, 1968; Leveille ve ark.,<br />

1975). Hepatik lipogenezisin rasyonun esansiyel yağ<br />

asitlerince (linoleic ve araşidonik) fakir olması sebebi<br />

ile de artabileceği bildirilmiştir (Edwards, 1967;<br />

Hopkins ve Nesheim, 1967). Enerji seviyesi ve farklı<br />

enerji kaynaklarının karaciğer yağlanmasına olan etkisinin<br />

araştırıldığı bir çalışma (Zhang ve ark., 2008)<br />

rasyonun enerji seviyesindeki artışın karaciğer yağ<br />

oranını arttırdığı bildirilmiştir. Aynı çalışmada rasyon<br />

içerisindeki enerjinin farklı kaynaklardan sağlanmasının<br />

karaciğer yağlanması üzerine nasıl bir etki yarattığı<br />

gözlenmiştir. Buna göre aynı enerji seviyesine<br />

sahip iki farklı rasyondan biri ana enerji kaynağı olarak<br />

mısır nişastasını kullanmaktadır, diğer rasyonda<br />

ise enerjinin bir kısmı yağ katkısı ile tedarik edilmiştir.<br />

Yağ oranı arttırılmış olan rasyon ile beslenen<br />

gruptaki hayvanlarda yüksek oranda nişasta ile beslenen<br />

grupta bulunan hayvanlara göre karaciğer yağ<br />

oranı daha düşük seviyede belirlenmiştir.<br />

Rasyonda kullanılan yağın kökeninin de karaciğer<br />

yağlanması ile ilişkisi bulunmaktadır. Yüksek oranlarda<br />

(%8) kullanılan don yağı ve kolza yağının karaciğer<br />

yağlanmasına önemli ölçüde neden olabileceği bildirilmektedir<br />

(Bragg ve ark., 1972). Aynı çalışmada<br />

rasyona eklenen soya yağı ve ayçiçeği yağının yüksek<br />

dozlarda bile karaciğerde yağ birikimini önlediği bildirilmektedir.<br />

Mikotoksinler ve Yağlı Karaciğer Hemorajik<br />

Sendromu<br />

Lipitler fizyolojik bozukluklar ya da toksik etkenler<br />

sebebi ile karaciğerde birikebilmektedir. Yapılan çalışmalarda<br />

aflatoksin ile bulaşık yem tüketen kanatlılarda<br />

karaciğerde yağ tutulumunun arttığı ve karaciğerin<br />

renginde sararmalar gözlendiği bildirilmiştir<br />

(Garlich, 1971; Merkley ve ark., 1987, Siloto ve ark.,<br />

2013). Araştırmacılar yemlerin aflatoksin ile bulaşık<br />

olmasının karaciğer lipit sentezi ve bu lipidlerin çevre<br />

dokulara taşınmasını inhibe ettiğini bildirmiştir<br />

(Smith, 1963; Huff ve ark., 1975; Aravind ve ark.,<br />

2003).<br />

Besin Maddesi Eksiklikleri<br />

Genel olarak yağlı karaciğer hemorajik sendromu<br />

oluşumunda ilk olarak anılan besin maddeleri lipotrofik<br />

özelliğe sahip olanlardır. Kolinin haricinde yine<br />

kolin sentezinde etkinliği bilinen metiyonin, folik<br />

asit ve vitamin B 12<br />

gibi besin maddelerinin de sendromun<br />

oluşumunda rol oynayabileceği düşünülmektedir.<br />

Rasyonda bulunan aminoasitler apolipoprotein<br />

sentezi için gerekli olan seviyenin altında ise karaciğerde<br />

yağ depolanması şekillenebilmektedir (Marion<br />

ve Edwards, 1962; Flores ve ark., 1970). Bahsedilen<br />

bu besin maddelerinin yağlı karaciğer sendromunun<br />

önlenmesi ya da tedavisi amacı ile kullanımı üzerine<br />

yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar alınmıştır (Griffith<br />

ve ark., 1969; Jensen ve ark., 1974; Wolford ve<br />

Polin, 1975).<br />

Kanatlıları sürü bazında etkileyebilen ve nedeni birden<br />

fazla faktöre bağlı olan yağlı karaciğer sendromu<br />

ticari olarak üreticileri büyük zarara uğratmaktadır.<br />

Özellikle yüksek verimli hayvanlarda ani verim<br />

düşüşlerine ve ölümlere neden olması sendromun<br />

önemini daha da arttırmaktadır. Sendromun oluşumunda<br />

besleme göz önünde bulundurulduğunda kanatlılarda<br />

enerji dengesinin iyi kurulmasının önemi<br />

fark edilmektedir. Gereğinden daha yüksek enerji<br />

içeren yemlerle beslenen hayvanlarda hastalık oluşumu<br />

daha sık görülmektedir. Eşit enerjiye sahip rasyonlar<br />

ile yapılan çalışmalarda ise enerji içeriğinin<br />

bir kısmının yağlardan sağlandığı yemler ile yapılan<br />

besleme uygulamalarında karaciğerde yağ birikimi<br />

daha az şekillenmektedir. Bu bağlamda yemlerde<br />

bulunan enerjinin bir kısmının yağ ilavesi ile sağlanması<br />

karaciğerde yağ birikimini önleme açısından<br />

olumlu etki yaratmaktadır. Yemlerin mikotoksinler<br />

ile bulaşık olması veya spesifik bazı besin maddelerinin<br />

eksik olması da sendromun beslemeye bağlı<br />

olarak oluşmasına neden olan faktörler arasında sıralanmaktadır.<br />

Besleme açısından sendromun oluşmasını<br />

engellemek için besleme stratejisinin uzun<br />

vadeli olarak dikkatli bir şekilde yürütülmesi gerektiği<br />

sonucu ortaya çıkmaktadır.<br />

20 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Basın Bülteni<br />

Kanatlı Eti Sektörü’nün 2025 ihracat hedefi 2,6 milyar dolar<br />

TÜRK KANATLI ETİ SEKTÖR’Ü İHRACATTA<br />

DÜNYADA İLK 3’E OYNUYOR<br />

Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği<br />

(BESD-BİR), TÜİK verilerine göre <strong>2014</strong> yılının<br />

8 aylık döneminde kanatlı sektörü üretiminin geçen<br />

yılın aynı dönemine göre yüzde 5,8 oranında<br />

artarak 1.275.000 tona ulaştığını açıkladı. Temmuz<br />

ayında Rusya’ya başlayan piliç eti satışının<br />

katkısıyla yükselen ihracat <strong>2014</strong> yılının ilk 10 ayında<br />

357.545 ton olarak gerçekleşti. Türk ekonomisi<br />

için önemli sektörlerden biri olan Kanatlı Eti<br />

Sektörü’nün hedefi piliç eti üretimini 2025 yılında<br />

3,35 milyon tona çıkarmak. Küresel oyuncu olma<br />

potansiyeline sahip olan sektörün 2025 yılı<br />

ihracat hedefi ise 2,6 milyar dolar.<br />

Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği<br />

(BESD-BİR) geçtiğimiz günlerde yayınladığı Piliç<br />

Eti Sektör Raporu <strong>2014</strong>’ün sonuçlarını kamuoyu ile<br />

paylaşmak üzere 06 Kasım Perşembe günü Wyndham<br />

Grand Otel’de bir toplantı düzenledi. Toplantıda<br />

konuşan BESD-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Sait<br />

KOCA ve BESD-BİR Yönetim Kurulu Üyesi Nezih GEN-<br />

CER; Türkiye piliç eti sektörünün değerlendirmesini<br />

yaparak sektörün dünyadaki ve Türkiye’deki mevcut<br />

durumunu paylaştı, gelecek dönem hedeflerini açıkladı.<br />

2013 yılında piliç eti üretimi 1990 yılına göre<br />

11 kat, 2000 yılına göre 2,7 kat arttı<br />

1970’li yıllarda aile işletmeciliği şeklinde<br />

gerçekleştirilen tavuk eti üretiminin 1990’lı yıllarda<br />

yapılan yatırımlarla gelişmeye başladığını belirten<br />

Dr. Sait KOCA; “Bu gelişmeye paralel olarak üretim<br />

de artış gösterdi ve 1990 yılında 162.569 ton olan<br />

piliç eti üretim miktarı 2000 yılında 662.096 tonla<br />

4,1 katına, 2013 yılında 1.791.000 ton ile 11 katına<br />

ulaştı. 2013 yılının piliç eti üretimi 2000 yılına göre<br />

2,7 katına ulaşmış oldu. <strong>2014</strong> yılında da büyümesini<br />

sürdüren kanatlı eti üretimi, TÜİK verilerine<br />

göre <strong>2014</strong> yılının ilk 8 ayında geçen senenin aynı<br />

dönemine göre yüzde 5,8 oranında artış göstererek<br />

1.275.000 ton olarak gerçekleşti. Ülkemizdeki piliç<br />

eti üretiminin yüzde 95’i entegrasyona sahip firmalar<br />

tarafından gerçekleştiriliyor. Ülkemiz nüfusunun<br />

sağlıklı beslenebilmesi için büyük önem taşıyan piliç<br />

eti üretiminin 2025 yılında 3,35 milyon tona ulaşmasını<br />

ve daha çok kişinin güvenilir bir protein kaynağı<br />

olan tavuğa ulaşmasını hedefliyoruz.” dedi.<br />

Türkiye’de kişi başı piliç eti tüketimini 2 katına<br />

çıkarmak mümkün; bunun için devlet desteği<br />

önemli<br />

Türkiye’de üretime paralel olarak tüketimin de arttığını<br />

belirten Dr. KOCA sözlerine şöyle devam etti:<br />

“Toplam piliç eti tüketiminde Türkiye’nin çok gerilerde<br />

olduğunu görüyoruz. 2012 yılında Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nde 43,2 kg, Brezilya’da 42,7 kg olan<br />

kişi başına piliç eti tüketimi Türkiye’de sadece 19,4<br />

kg. Alışkanlıklardan dolayı ülkemizde hindi eti tüketimi<br />

belirli bir düzeyin üzerine çıkamıyor. Domuz<br />

eti tüketimimiz yok. Sektör olarak, toplumumuzun<br />

beyaz et tüketimini artırmayı ve önemli bir protein<br />

kaynağı olan tavuk etinin daha çok kişi tarafından<br />

daha çok miktarda tüketilmesini hedefliyoruz. Sektörümüzün<br />

hedefi Türkiye piliç eti tüketimini 2025<br />

yılında 25,6 kg’a çıkarmak. Devletten alacağımız<br />

teşvik ve desteklerle bu miktarın 40 kg’ları bulması<br />

mümkün. Sektör olarak bu kapasiteye sahibiz, ülkemiz<br />

de bu potansiyeli taşıyor. Bu doğrultuda, Gıda,<br />

Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın “Kırsal Kalkınma<br />

Yatırımları Hibe Programı’’ kapsamında kümes yapımına<br />

destek vermesini olumlu bir gelişme olarak<br />

karşılıyoruz. Ancak tüketimin artırılması konusunda<br />

da Devletimize bir dizi görevler düştüğüne inanıyoruz.’’<br />

<strong>2014</strong> yılında ihracatta parlayan yıldız Rusya<br />

Türkiye’nin kanatlı eti ihracatı 2008 yılında kazandığı<br />

ivme ile son 6 yıldır düzenli olarak artış gösteriyor.<br />

Irak, Türk Cumhuriyetleri, Suriye, Libya, Suudi Arabistan,<br />

İran, Çin ve son aylarda satış yapılmaya başlanan<br />

Rusya’nın ihracat açısından önem taşıyan ülkeler<br />

olduğunu belirten Dr. Sait KOCA: “<strong>2014</strong> yılının 10<br />

aylık döneminde toplam 357.545 tonluk ihracat gerçekleştirdik.<br />

<strong>2014</strong> yılı sonunda 450 bin ton ihracat ve<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 21


Basın Bülteni<br />

725 milyon Amerikan Doları döviz girdisi bekliyoruz.<br />

Burada en büyük payı Irak alıyor. Kısa bir süre önce<br />

satış yapmaya başladığımız Rusya ise hem potansiyeli<br />

hem de lojistik açıdan oldukça önemli bir pazar.<br />

Rusya’nın batılı ülkelerin ekonomik ve ticari yaptırımlarına<br />

cevap olarak AB, ABD, Kanada, Avustralya<br />

ve Norveç’ten gıda ithalatını 1 yıllığına durdurması<br />

lojistik bakımdan büyük avantajı olan Türkiye’nin<br />

lehine oldu ve Rusya piliç eti dahil olmak üzere diğer<br />

gıda ürünlerinin ithalatı için yönünü Türkiye’ye<br />

çevirdi. Rusya’ya beyaz et satışı için gerekli izinler<br />

bulunmasına rağmen ambargo kararından önce senenin<br />

ilk 6 ayında 52 ila 185 ton arasında değişen<br />

miktarlarda gerçekleşen ihracatımız, Temmuz ayında<br />

550 tona, Ağustos ayında 2.300 tona, Eylül ayında<br />

5.900 tona ulaştı. Ekim ayında ise 5.700 tonluk ihracat<br />

gerçekleştirildi. Sektör olarak Rusya’dan 2015<br />

yılı için 150 bin tonluk kota talep ettik. Sektörümüz<br />

kapasite, altyapı ve teknik birikim ile bu üretimi<br />

rahatlıkla karşılayabilecek seviyede. Hedefimiz ambargo<br />

kalksa dahi Rusya pazarında kalıcı olmak. Bunun<br />

için önümüzde iyi bir fırsat var ve bunu kısa<br />

zamanda doğru bir strateji ile değerlendirmek için<br />

çalışmalar yapıyoruz.” dedi<br />

Türk Kanatlı Eti Sektörü’nün 2025 ihracat hedefi<br />

2,6 milyar dolar<br />

Sektörde AB mevzuatlarına eşdeğer, hatta AB ülkeleri<br />

standartlarının üstünde üretim yapıldığını belirten<br />

Dr. KOCA, potansiyel ihracat pazarlarının önemli bir<br />

kısmına yakın olmanın sektöre büyük avantaj sağladığını,<br />

ürünlerin lezzet ve kalitesi ile de ihracatta<br />

fark yaratıldığını belirtti. Dünya pazar durumunu da<br />

dikkate alarak koydukları hedef doğrultusunda, 2025<br />

yılında sektörün ihracatının yaklaşık 1,37 milyon ton<br />

karşılığında 2,6 milyar dolar olarak gerçekleşmesini<br />

beklediklerini ve Türk Kanatlı Eti Sektörü’nün ihracatta<br />

dünyada ilk 3’te yer alabilecek potansiyeli<br />

olduğunu belirten Dr. KOCA en büyük ihracat hedeflerinin<br />

Avrupa Birliği ve Japonya olduğunu vurguladı.<br />

Önemli pazarlardan biri konumunda olan Çin’e yapılan<br />

ihracatla ilgili de bilgi veren Dr. KOCA: “İhracatta<br />

diğer önemli bir gündemimiz de Çin. Çin’e yasal<br />

onay süreci gerçekleşmediğinden, dolaylı yoldan<br />

yani aracılarla ihracat yapıyoruz. Bu da sektörün,<br />

dolayısıyla ülkenin yıllık 22 milyon USD kaybetmesi<br />

anlamına geliyor.” dedi.<br />

Piliç Eti Sektörü’nün büyümesi sektörün etrafındaki<br />

ekosistemin de büyümesi demek<br />

Toplantıda konuşan BESD-BİR Yönetim Kurulu Üyesi<br />

Nezih GENCER de Piliç Eti Sektörü’ndeki büyümenin<br />

Türk ekonomisi için büyük önem taşıdığını belirtti.<br />

Gencer: “Türkiye Piliç Eti Sektörü sürekli büyüyen,<br />

ihracatını hızlı bir şekilde artıran, yoğun istihdam<br />

sağlayan ve tarımı destekleyen yapısıyla Türk ekonomisine<br />

önemli ölçüde katma değer sağlayan sektörlerden<br />

biri. Kanatlı sektöründe, hammadde üreticisi<br />

çiftçi, sektörle ilgili esnaf, yem, ilaç-aşı, yan sanayi,<br />

nakliye, pazarlama dalları dahil yaklaşık 600 bin kişi<br />

çalışıyor. Bu kişilerin ortalama 4 kişilik bir aileye<br />

sahip oldukları varsayılırsa sektörden geçimini sağlayan<br />

kişi sayısının yaklaşık 2,4 milyona ulaştığını<br />

söyleyebiliriz. 76 milyon nüfusa sahip ülkemizde<br />

2,4 milyon kişinin bir sektörden geçimini sağlaması<br />

çok önemli bir gösterge. Sektörümüzün büyümesiyle<br />

birlikte sektöre destek veren diğer sektörler yani<br />

ekosistem de büyüyor. Emek yoğun bir sektör olması<br />

nedeniyle üretimin artması, istihdamın artması<br />

ve köyden kente göçün azalması anlamına geliyor.<br />

Sektörümüz, aile çiftçiliği gibi yaratılacak yeni iş<br />

imkânları ile kırsal kalkınmaya da önemli bir katkı<br />

sağlayacaktır. Bugün sektörde üretim yapan 14.000<br />

adetin üzerinde kayıtlı etlik piliç kümesi bulunuyor.<br />

Bu kümes sahipleri, sektörde uygulanan başarılı<br />

“sözleşmeli yetiştiricilik” modeli ile sürekli üretim<br />

yapabiliyor, sürekli gelir elde edebiliyor.“ şeklinde<br />

konuştu.<br />

Dünya kanatlı eti sektöründe küresel oyuncu<br />

olacak kapasitemiz var<br />

2025 yılında toplam kanatlı eti üretiminin yaklaşık<br />

3,6 milyon tona ulaşmasını ve bunun 2,3 milyon tonunun<br />

iç pazarda tüketileceğini öngördüklerini belirten<br />

Dr. Sait Koca sektörün gelecek hedeflerini de<br />

paylaştı. Dr. Sait KOCA: “Sektörümüz her geçen gün<br />

büyüyor. Dünya pazar durumunu da dikkate alarak<br />

hem ihracatta hem de iç tüketimde hedefler koyduk.<br />

AB, Japonya, Mısır, Pakistan gibi girilmedik pazarlara<br />

girmek konusunda çalışmalarımızı yoğun bir<br />

şekilde sürdüreceğiz. Çoğunluğu Müslümanlardan<br />

oluşan bir ülke olmamız diğer Müslüman ülkelere<br />

satış konusunda büyük avantaj sağlıyor, bu avantajı<br />

fırsata çevireceğiz. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik<br />

Arap Emirlikleri’ne yaptığımız ihracatı belirgin<br />

bir biçimde artıracağız. Devletimizin sağlayacağı<br />

teşvik ve desteklerle sektörümüzün hedefimizin<br />

üzerinde büyümesi ve dünya kanatlı eti sektöründe<br />

küresel oyuncu olması mümkün. O zaman sektörle<br />

birlikte tüm ekosistemin büyüyeceği bir ortam sağlanmış<br />

olacak. Sektör bu potansiyeli taşıyor.” dedi.<br />

22 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4


Koli Enfeksiyonlarında Patogenez<br />

KOLİ ENFEKSİYONLARINDA<br />

PATOGENEZ<br />

E.coli, başta sindirim sisteminin alt kısmı ve sekumlar<br />

olmak üzere, kanatlının sindirim sisteminde devamlı<br />

olarak bulunan bir bakteridir. Bununla birlikte,<br />

koliseptisemiyle en yaygın biçimde ilişkili olan E.coli<br />

suşları gırtlağın arka kısmındaki farinkste ve trakeanın<br />

üst kısmında kontamine tozun solunmasıyla bulunur.<br />

E.coli hayvanın vücudunu üst solunum yolundan başlayarak<br />

istila eder ve bu durum bölgedeki savunma<br />

mekanizmalarını bozan etkenlerle kolay hale getirilir.<br />

Bu faktörlere trakeayı içten saran mikroskopik<br />

tüy ya da siliumların görev yapmasını engelleyen siliostatik<br />

viruslar (örneğin enfeksiyöz bronşitis ve kanatlı<br />

pneumovirusu) örnek verilebilir. Benzer bir etki<br />

amonyak gazının makrofajları - hayvanın savunma<br />

sisteminin bir parçası olan büyük hücreler- baskılayıcı<br />

etkisi kadar siliumlara etkisiyle de oluşur. Bu makrofajlar,<br />

istila eden mikroorganizmalar gibi yabancı<br />

maddeleri içine çekip yok eder. E.coli invazyonu aynı<br />

zamanda yüksek düzeyde toz, yüksek sıcaklıklar ve<br />

hipovitaminoz A gibi diğer stres faktörleri karşısında<br />

hayvanın direnci azaldığında görülür.<br />

Koenfeksiyon ajanları klinik tabloyu etkiler. Örneğin<br />

enfeksiyöz bronşitis virusu ya da Mycoplasma gallisepticum<br />

dahil olduğunda solunum belirtileri daha<br />

belirgin olabilir ve ikinci durumda, ve hindilerin ka-<br />

E.coli solunum yolu mukozasını geçtikten sonra<br />

hayvanın vücudunda kan akımı vasıtasıyla yayılır ve<br />

farklı iç organlarda lezyonlara yol açar. Akut vakalar<br />

haricinde bu lezyonlar benzer şekilde fibrin oluşumuyla<br />

ilişkilidir, bu yüzden fibrinli perikarditis, fibrinli<br />

perihepatitis gibi durumlarla karşılaşırız.<br />

KLİNİK TABLO<br />

Koliseptisemi broiler ve hindilerde her yaşta görülebilir,<br />

ancak damızlık hayvanlarda yumurtlama öncesi<br />

daha yaygındır.<br />

Etkilenen broiler sürüsü tipik şekilde durgunlaşır ve<br />

iştah kaybından sonra hayvanlar durgun, ilgisiz ve<br />

karışık tüylü bir hal alır. Solunum stresi yaygın olarak<br />

görülür. Morbidite değişken olup mortalite genelde<br />

%5’ten daha azdır fakat bazı durumlarda kayda değer<br />

ölçüde yüksek olabilir.<br />

Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4 MEKTUP ANKARA 23


Koli Enfeksiyonlarında Patogenez<br />

natlı pneumovirus’unda (hindi rhinotracheitis virusu),<br />

şişmiş infraorbital sinuslar görülür.<br />

Bir sürüde koliseptisemiyi takiben, vücut büyüklüğünün<br />

birörnekliği kaybolmuştur, çünkü hayvanlar<br />

ölmez ancak kardiyak fonksiyonu ve bu yüzden de<br />

büyümeyi etkileyen kronik restriktif fibrinöz perikarditis<br />

gibi hastalık sonuçları (sekel) kalır. Böyle<br />

hayvanlar işleme tesisinde dışarıda bırakılır ya da<br />

reddedilir.<br />

Bazı durumlarda eklem enfeksiyonunun (artritis) sonucu<br />

olarak kronik topallık ortaya çıkar.<br />

POST MORTEM BULGULAR<br />

Karkaslarda tipik olarak yüksek vücut ısısı vardır,<br />

öyle ki septisemiye bağlı olarak dehidre ve renksizdirler.<br />

İç kısımda vücudun ana organları büyümüş ve<br />

tıkanmıştır, bu yüzden hepatomegali (büyümüş karaciğer),<br />

splenomegali (büyümüş dalak) ve tıkalı akciğer<br />

ve böbreklere rastlarız.<br />

Tipik olarak bazı organlarda beyaz fibrinli bir tabaka<br />

görürüz ve bu fibrinli perikarditis, fibrinli peritonitis<br />

ve fibrinli hava kesesi yangısı olarak görülür, ki buna<br />

akciğerlerin yüzeyindeki fibrinli plörezi eşlik eder.<br />

E.coli karaciğer, dalak, akciğerler, kalpteki kan ve<br />

kemik iliğinden izole edilebilir. Kalpteki kandan<br />

alındığında üreme o kadar saf ve diffuzdur ki agar<br />

üzerine yayıldığında primer kültürde antibiyogram<br />

gerçekleştirilebilir, bu sayede E.coli etkeninin hangi<br />

antibiyotiğe duyarlı olduğu gibi önemli bilgileri elde<br />

etmede zaman kazanılmış olur.<br />

TEDAVİ VE KONTROL<br />

Birçok durumda bu vaka antibiyotik tedavisine yanıt<br />

verecektir fakat birçok ülkede broilerleri giderek<br />

azalan yaşta kesime göndermek ve kanatlı üretiminde<br />

antibiyotik kullanımını en aza indirme isteği<br />

bunun eskiden olduğundan daha az cazip bir teklif<br />

olduğu anlamına gelmektedir. Buna ek olarak, furazolidon,<br />

furaltadon ve enrofloksasin birçok ülkede<br />

mevcut değildir ya da kullanımları sıkı bir şekilde<br />

denetlenmektedir.<br />

Koliseptisemiyi tedavi ederken zaman önem taşımaktadır<br />

bu yüzden antibiyotik seçimi genelde çiftliğin<br />

geçmişine bağlıdır ve yapılan seçimi onaylamak<br />

için antibiyogram birkaç gün sonra tekrar edilir. Tedavi<br />

ertelendikçe işleme tesisinde reddedilme ve/<br />

veya dışarıda bırakılmanın görülme olasılığı artar. Bu<br />

bağlamda hastalığı çiftlikte erken teşhis edip tedaviyi<br />

mümkün olduğunca erken başlatmak konusunda<br />

çiftlik çalışanlarını eğitmek gerekir.<br />

Bu da kontrol stratejisinin belkemiğinin, önleme olduğu<br />

anlamında gelir. Bu, hastalıksız hayvanları iyi<br />

kaynaklardan almak ve temiz barınaklara yerleştirmek<br />

ve daha sonra oluşan sürünün strese maruz<br />

kalmadığından emin olmakla gerçekleşir. Bu da havalandırma<br />

gibi iyi çevre idaresiyle mümkün olur.<br />

E.coli nedenli enfeksiyonlarının oluşturduğu kayıpları<br />

azaltmak için solunum sistemi enfeksiyonlarının<br />

çıktığı günlerden önce havalandırmanın arttırılması,<br />

tedavide yararlı sonuçlar verebilir.<br />

Koliseptisemi enfeksiyonunu tetikleyebilecek viral<br />

solunum yolu enfeksiyonlarını aşıyla kontrol altına<br />

almanın önleme stratejisinin önemli bir parçası olduğu<br />

ortadadır. Dünyanın bazı yerlerinde E.coli aşıları<br />

sorun tekrarladığında başarıyla kullanılmaktadır.<br />

24 MEKTUP ANKARA Yıl: <strong>2014</strong> Cilt: 12 Sayı: 4

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!