29.01.2015 Views

nisan 2009 - Sahil Güvenlik Komutanlığı - Türk Silahlı Kuvvetleri

nisan 2009 - Sahil Güvenlik Komutanlığı - Türk Silahlı Kuvvetleri

nisan 2009 - Sahil Güvenlik Komutanlığı - Türk Silahlı Kuvvetleri

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İÇİNDEKİLER<br />

2008 Yılı Faaliyet Özeti |6| Limanlar |8| Türk Boğazlarından Geçiş Rejimine Bir Bakış |12|<br />

Bir Zamanlar Süngerciydik |20| <strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı |30| TCSG-310 ve<br />

TCSG-311’in <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı Ailesine Katılışı |34| Romanya-Ukrayna Arasında Deniz<br />

Alanlarının Sınırlandırılması ve Türkiye’ye Etkileri |36| Deniz Kirliliği Tespiti İçin Yeni Bir Teknoloji:<br />

Popeie Şamandırası |40|En Değerli Kaynak İnsan Kaynakları |44| Davetsiz Misafirler|50|Tarihin<br />

20<br />

BİR ZAMANLAR SÜNGERCİYDİK<br />

“Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiç bir çaba<br />

onlarınkinden daha zor değildir. ”İ.S III. yüzyılda yaşamış ünlü<br />

tarihçi Oppianus bu sözleri... DEVAMI 20’DE...<br />

8<br />

LİMANLAR<br />

Liman kelimesinin İngilizce karşılığı port veya harbor/harbour/<br />

haven’dır. Ancak gerçekte, port ve harbour farklı anlamları ifade<br />

etmesine karşın çoğunlukla karıştırılmaktadır. Bu yüzden, port kelimesi<br />

dilimizde yaygın olarak kullanılmaktadır... DEVAMI 8’DE...<br />

SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ<br />

Nisan <strong>2009</strong> • Sayı: 7 • Dört ayda bir yayımlanır.<br />

Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın<br />

ISSN: 1307-4253<br />

YAYIN SAHİBİ VE GENEL<br />

YAYIN YÖNETMENİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı adına<br />

Personel Başkanı<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. Tufan ACIOĞLU<br />

GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ<br />

VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

SG Yb. Ahmet KENDİR<br />

GENEL YAYIN KOORDİNATÖR<br />

YARDIMCISI<br />

SG Bnb. Engin KUNTAY<br />

YAYIN İNCELEME KURULU<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. Mehmet KIRTAŞ<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. Ahmet GÜR<br />

SG İk. Yzb. Burak ERTOK<br />

Svl. Me. Suna ERTEKİN<br />

Svl. Me. Türkan COŞKUN<br />

Svl. Me. Eda ÜNLÜ


Gördüğü Son Centilmen Savaş ‘‘Çanakkale’’ |54| Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong> Dayanışma Vakfı |62| Yasak<br />

İfade ve Sorgu Yöntemleri |64| Türkçe’si Varken Türkçe’sini Kullanmak Gerek |70| Stres ve Stresle<br />

Başa Çıkma |76| Atatürk ve Türk Milliyetçiliği |82| Ziyaretler ve Etkinlikler |86| Karikatür<br />

|94| Fıkra Köşesi |95| Go |96| Briç |97| Bulmaca |98| Sudoku |98| Türkçemizi Doğru<br />

Kullanalım |98|<br />

54<br />

TARİHİN GÖRDÜĞÜ SON CENTİLMEN<br />

SAVAŞ ‘‘ÇANAKKALE’’<br />

44<br />

EN DEĞERLİ KAYNAK<br />

İNSAN KAYNAKLARI<br />

İnsan, tarih boyunca canlıların en değerlisi olarak kabul görmüş ve dünyaya<br />

yön veren, çevresini ve kendisini olumlu veya olumsuz değiştirebilen tek<br />

canlı olmuştur... DEVAMI 44’TE...<br />

On ay süren bu “Tarihin Gördüğü Son Centilmen Savaş”ta artık<br />

sıradanlaşan ölüm kavramının, nasıl bir oyunmuşçasına olağan<br />

karşılandığını, 20’li yaşlarında burada... DEVAMI 54’TE...<br />

GRAFİK TASARIM<br />

SG İda. Üçvş. Serkan SÖNMEZ<br />

Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN<br />

REKLAM KOORDİNATÖRÜ<br />

SG İk. Kd. Bnb. Ayhan SALAR<br />

(0312) 416 45 05<br />

YÖNETİM MERKEZİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10<br />

Bakanlıklar/ANKARA<br />

BASIM YERİ<br />

Anadolu Yayıncılık<br />

Süleyman Bey Sk. No: 31/10<br />

Maltepe/ANKARA<br />

Telefon : (0312) 417 50 50 Telefon : (0312) 230 83 45<br />

Belgegeçer : (0312) 417 28 45 Belgegeçer : (0312) 230 83 46<br />

Internet : www.sgk.tsk.mil.tr Internet : www.anadoluyayincilik.com<br />

E-posta : sgdergisi@sgk.tsk.mil.tr BASIM TARİHİ : 15.04.<strong>2009</strong><br />

ÖNEMLİ NOT<br />

Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf,<br />

harita, illüstrasyon ve konuların<br />

her hakkı saklıdır. Kaynak<br />

gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />

Dergideki yazılar yazarlarının özel<br />

fikirlerini kapsar.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

görüşünü yansıtmaz.<br />

KÜNYE


<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

2008 YILI FAALİYET ÖZETİ<br />

[ Hazırlayan ] Serkan SÖNMEZ | S.G. İda. Üçvş.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı, denizlerimizin korunması ve güvenliğinin sağlanması maksadıyla 24 saat<br />

kesintisiz olarak hizmet etmekte, mavi vatan denizlerimizin gelecek nesillere temiz, güvenli ve kaynakları<br />

tükenmemiş olarak bırakılabilmesi için vatandaşlardan gelecek her türlü desteğe büyük bir önem vermektedir.<br />

6<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

ARAMA KURTARMA<br />

Denizde can ve mal koruma kapsamında, icra edilen<br />

515 arama kurtarma operasyonunda 7160 kişinin<br />

hayatı kurtarılmıştır. Ayrıca, denizde ve adalarda<br />

yaşadıkları sağlık problemleri nedeniyle zor durumda<br />

kalan 69 kişi ilgili sağlık birimlerine ulaştırılmıştır.<br />

DENİZ KİRLİLİĞİ<br />

Kirletilen denizlerimizin temizlenmesinin çok zor, yok edilen kaynakların geri döndürülmesinin ise<br />

imkansız olduğu bilincinden hareketle, deniz kirliliği kapsamında yapılan görevlere büyük bir önem veren<br />

komutanlığımız unsurları tarafından yetki sahamız içinde ve dışında toplam 163 adet deniz kirliliği tepit<br />

edilmiştir. Komutanlığımız, icra ettiği görevlerde denizi kirlettiği tespit edilen 38 deniz vasıtasına 145.193<br />

TL idari para cezası uygulamıştır. Bunun yanı sıra ilgili mevzuat gereğince ve sosyal sorumluluk bilinciyle <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığı unsurları tarafından 2008 yılında komutanlığımızın sorumluluk sahasının dışında tespit<br />

edilen 125 deniz kirliliğinden, 52’si Denizcilik Müsteşarlığına, 33’ü Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına ve<br />

40’ı Çevre ve Orman İl Müdürlüklerine bildirilmiştir.


YASA DIŞI GÖÇ<br />

Yasa dışı göçü önleme faaliyetleri kapsamında icra edilen<br />

400 olayda, 7.570 yasa dışı göçmen yakalanmıştır.<br />

Yakalanan yasa dışı göçmen sayısında önceki yıla göre %57<br />

artış olduğu görülmüştür. Ayrıca yasa dışı göç olayına karışan<br />

107 kişi adli makamlara sevk edilmiştir.<br />

YASA DIŞI SU ÜRÜNLERİ AVCILIĞI<br />

Denizlerimizin sahip olduğu ekonomik değerlerin<br />

korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması<br />

kapsamında 20.061 balıkçı teknesi kontrol edilmiş,<br />

bunlardan yasa dışı su ürünleri avcılığı yaptığı tespit edilen<br />

1.050 tekne/kişiye 1.357.048 TL ceza kesilmiştir.<br />

KAÇAKÇILIK<br />

Kaçakçılıkla mücadele faaliyetleri kapsamında icra edilen<br />

45 operasyonda, 269 ton kaçak akaryakıt ele geçirilmiştir.<br />

Kaçak akaryakıt miktarında bir önceki yıla oranla %4<br />

artış, olay sayısında %42 azalma olduğu görülmüştür.<br />

Ayrıca 8 kg 250 g kokain, 17 kg 215 g eroin ve 21<br />

kg 254 g esrar ele geçirilmiştir.<br />

7<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

2692 Sayılı <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı Kanunu kapsamında, denizlerimizde kanunların temsilcisi ve<br />

takipçisi olan <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı tarafından 2008 yılında denizde toplam 40.988 tekne/deniz<br />

aracı kontrol edilmiş ve bunlardan yasa dışı faaliyette bulunduğu tespit edilen 4.382 tekne/deniz aracı<br />

savcılıklara sevk edilmiştir.


8<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

LİMANLAR<br />

[ Hazırlayan ] Yalçın ERTUNA | (E) Tümamiral<br />

Liman algılaması, tarih boyunca değişiklik göstermiş<br />

ve her çağda düşünürlerin, şairlerin ve yazarların<br />

da önemli konusu olmuştur. Konuya, bunlardan<br />

birkaçını ifade ederek başlamak istiyorum.<br />

- Hangi limana gideceğini bilmiyorsan rüzgar sana<br />

yardım etmez.” (Lucius Annaeus Seneca, Romen<br />

Düşünürü MÖ:5-MS:65)<br />

- Liman, hayat mücadelesinin yarattığı beden ve ruh<br />

sağlığını, huzura dönüştüren cazip ve hoş bir yerdir.”<br />

(Charles Baudelaire, Fransız Şair, 1821–1867)<br />

-“Liman, gemilerin ve mürettebatının evidir.” (İtalyan<br />

gemi sahibi Emanuele Grimaldi)<br />

- Liman, esas olarak fırsatlara, hayallere, cazibeye, yer<br />

küresinde beşeri faaliyetleri birleştiren bir kapıya ve<br />

denizlerin harika dünyasına açılan bir boşluktur.” (Loyola<br />

de Palacıo, Avrupa Ulaştırma Komisyon Üyesi)<br />

Liman kelimesinin İngilizce karşılığı port veya<br />

harbor/harbour/haven’dır. Ancak gerçekte, port<br />

ve harbour farklı anlamları ifade etmesine karşın<br />

çoğunlukla karıştırılmaktadır. Bu yüzden, port<br />

kelimesi dilimizde yaygın olarak kullanılmaktadır.<br />

Port; gemilerin kabulünü ve yükün transferini<br />

sağlayan insan yapımı bir tesistir. Rıhtımları,<br />

iskeleleri, mendirekleri ve kreynli kızakları içerebilir.<br />

Keza, yükün depolanması için ambar ve depolar<br />

ile yükün denizden uzak yerlere transferi için<br />

demiryolları, karayolları veya boru hatları gibi nakil<br />

sistemlerine de sahip olabilir.<br />

Horbour ise; gemilerin hava şartlarından


arınabildikleri bir yer olup insan yapımı veya doğal<br />

olabilir. İnsan yapımı, mendirek veya dalgakırana<br />

sahip olacaktır. Doğal olanın büyük bir kısmı kara<br />

ile çevrilidir. Ulusal ve uluslararası mevzuatlarımız<br />

da ifade edilen liman tanımlamaları incelendiğinde<br />

farklılıklar gösterdiği görülmektedir.<br />

Ulusal mevzuatlarımızdan;<br />

• 21.01.2004 tarih ve 25682 sayılı “Gemilerden Atık<br />

Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” Md.4’te<br />

Liman; Tersaneler, marinalar ve yat limanları ile<br />

balıkçı ve gezinti tekneleri de dahil olmak üzere tüm<br />

gemilerin muhtelif faaliyetlerinde kullanılabilmeleri<br />

amacı ile inşa edilmiş ve donatılmış deniz ve kıyı<br />

yapılarını,<br />

• Denizcilik Müsteşarlığınca hazırlanan, “Deniz<br />

Emniyeti Kanun Tasarısı” Md.3’te, Liman Tesisi;<br />

Münhasıran limancılık hizmetlerinin yerine<br />

getirilmesi amacıyla kurulmuş, yolcu ve yük<br />

hareketinin gerçekleştirildiği rıhtım, iskele,<br />

mendirek, şamandıra, platform, yat limanı ve balıkçı<br />

barınağı gibi tesisler ile bunlara bitişik ve bütünleşik<br />

diğer daimi tesisler,<br />

• <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığınca hazırlanan “Deniz<br />

Güvenliği Kanunu Taslağı” Md.3’te Liman; Gemi<br />

ve deniz araçlarına liman hizmetleri verilmek<br />

üzere kurulmuş, mendirek içinde kalan her türlü<br />

tesis ve alan ile demir yerlerini, ifade eder şeklinde<br />

tanımlanmıştır.<br />

Uluslararası mevzuatlardan;<br />

• 10.12.1982 tarihli Birleşmiş Milletler “Deniz<br />

Hukuku Sözleşmesi” Md.11’de, Limanlar;<br />

Karasularını sınırlandırmak bakımından liman<br />

sisteminin ayrılmaz bir parçasını oluşturan en<br />

dışarıdaki daimi liman tesislerinin kıyının bir<br />

parçasını teşkil ettiği kabul edilir. Kıyı açıklarındaki<br />

tesis ve suni adalar daimi liman tesisleri olarak<br />

telakki edilmeyecektir.<br />

• Avrupa Birliği mevzuatına göre Liman; Esas olarak<br />

gemilerin kabulü, yüklenmesi ve boşaltılması,<br />

yükün depolanması, depolanan malların dağıtımı ve<br />

yolcuların bindirilmesi ve indirilmesine ve bu iş için<br />

uygun çalışma ve teçhizatına sahip bir deniz ve kara<br />

parçasıdır şeklinde ifade edilmiştir.<br />

Eski çağlarda liman, esas itibariyle gemilerin,<br />

denizdeki çeşitli tehlikelere karşı barınabileceği<br />

emniyetli ve güvenli bir yer olarak görülmüştür.<br />

Daha sonra ticaretin artması ile liman kentleri<br />

ortaya çıkmış ve limanlar, gemilere emniyetli ve<br />

güvenli bir yer olarak işlevini sürdürmesi yanında,<br />

çeşitli endüstriyel faaliyetlerin yürütüldüğü ve<br />

son derece teknik bilgiye sahip, son teknolojiyi<br />

kullanabilen personeli ile bir uzmanlık alanının<br />

merkezi haline gelmiştir.<br />

Genelde aynı ülkede de olsa iki limanın birbirine<br />

benzediği söylenemez. Limanlar arasındaki bu<br />

farklılıklar, limanın, coğrafi karakteristiği ile trafiğin<br />

tipi ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Buna göre<br />

limanlar; balıkçı limanları yanında, kent ve ada<br />

limanları, haliç, nehir ağzı limanları, büyük ölçekli<br />

ve küçük mahalli limanlar, endüstriyel limanlar,<br />

taşımacılık limanları, kruvaziyer ve feri limanları<br />

olarak sınıflandırılmaktadır.<br />

Limanlardaki bu farklılıklar, aynı zamanda<br />

onların güçlerini de yansıtmaktadır. 23 Avrupa<br />

Birliği ülkesinde 1000’in üzerinde değişik liman<br />

mevcuttur. Bu limanlar, yılda ortalama 2 milyon<br />

gemi, 3,5 milyar ton yük ve 350 milyon yolcu<br />

trafiğine sahiptir. Bunun tahmini ekonomik<br />

değeri ise 111 milyar euro’dur. İlaveten çeşitli<br />

sektörlerde 2,5 milyon insana iş imkanı<br />

9<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Cenova Limanı<br />

10<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

yaratılmaktadır. Ayrıca limanlar insanlara,<br />

balıkçılık boş zaman değerlendirme ve eğlence<br />

gibi faaliyetleri için de bir imkan yaratmaktadır.<br />

Bir liman işletmesi, çok çeşitli ve değişik faaliyet<br />

alanlarının bir bütününü teşkil eder. Diğer<br />

bir değişle, liman faaliyetleri; liman işçileri,<br />

terminal operatörleri, gemi sahipleri, gemi<br />

acenteleri, gemi komisyoncuları, ihracatçılar,<br />

yükleme operatörleri, pilotlar, motorcular,<br />

gemi inşacılar, gemi onarım timleri, yakıt<br />

acenteleri, atık toplayıcılar, liman devleti kontrol<br />

görevlileri, gümrük memurları, liman polisleri,<br />

bankacılar, sigortacılar, deniz avukatları<br />

gibi çok geniş meslek grupları tarafından<br />

yürütülmektedir. Görüleceği üzere bu yapı ile bir<br />

liman kendine özgü bir kasaba görünümündedir.<br />

Cenova-İTALYA<br />

Bu bağlamda modern bir liman;<br />

• Süratli, emniyetli ve güvenli liman hizmetleri<br />

veren,<br />

• Gemilere teknik yardım sağlayacak deniz trafik<br />

kontrol sistemlerine sahip,<br />

• Terörizm, yasadışı göç ve diğer suç içeren<br />

faaliyetleri önlemeye yönelik imkan ve kabiliyeti<br />

olan,<br />

• Yolcuların, personelin, gemilerin, liman<br />

tesislerinin ve yükün güvenliğini sağlayabilen,<br />

limanlardır.<br />

Limanlar her zaman ülkelerin refah ve zenginliğinin<br />

dinamosu olmuştur. Geçmişte olduğu gibi bugün de<br />

denize kıyısı olan ülkeler sahip oldukları limanlar<br />

ölçüsünde gelişmişledir. Bunu önemseyen ve liman<br />

alt yapılarını güçlendiren ülkeler günümüzün deniz<br />

gücüne sahip ülkeleri konumuna gelmiştir.<br />

Bu kapsamda, ülkemiz limanlarına da genel hatları<br />

ile bakıldığında; Denizcilik Müsteşarlığı kayıtlarına<br />

göre, Karadeniz’de 32, Marmara ve boğazlarda 95,<br />

Ege’de 19 ve Akdeniz’de 24 olmak üzere toplam<br />

170 adet çeşitli büyüklükte ve amaçla kullanılan<br />

liman ve iskele mevcuttur. Bu limanların, 6’sı tüzük,<br />

13’ü yönerge ve 42’si yönetmelikle işletilmektedir.<br />

Mevcut limanlarımızdan, ancak birkaçı yukarıda<br />

ifade edilen modern liman özelliğine sahiptir.<br />

Mevcut limanlarımızdan kruvaziyer liman olararak<br />

tanımlanacak tek liman ise Kuşadası Limanı’dır.<br />

İstanbul Karaköy, İzmir, Antalya ve Alanya limanları<br />

da sınırlı olarak kullanılmaktadır.


Kuşadası<br />

Dünya da en hızlı büyüyen bir sektör olan kruvaziyer<br />

endüstrisinin alt yapısını oluşturan kruvaziyer<br />

limanların önemi üzerinde de durmak gerekir.<br />

Kruvaziyer endüstrisi alanında Dünya Turizm<br />

Organizasyonu (WTO) verilerine bakmak bu konuda<br />

yeterli bir fikir verecektir. 2006 yılı verilerine göre,<br />

dünya genelinde seyahat eden turist sayısı 842<br />

milyon’dur. Bu miktarın, % 7’si, deniz yolunu tercih<br />

etmiştir. Yine, Business Research Economic Advisors<br />

(BREA) 2006 Yılı Çalışma Raporuna göre, kruvaziyer<br />

endüstrisinin ABD ekonomisine olan katkısı 17,6<br />

milyar, Akdeniz çanağında 18 milyar dolar’dır.<br />

Türkiye’nin bu sektörden aldığı pay ise sadece<br />

720.000 milyon dolar’dır. Bunun da en önemli<br />

nedeni bu alandaki limanlarımızın yetersizliği ve<br />

limansızlıktır. Bir örnek vermek gerekirse, 2000<br />

yolcu ve 950 mürettebatlı bir kruvaziyer geminin<br />

liman harcaması ortalama olarak 322.700 dolar’dır.<br />

Tek başına bu değer bile denizcilik sektörünün ülke<br />

ekonomisine olan katkısının bir göstergesidir.<br />

Bu arada, ülkemizin ilk “kalkış ve varış (Homeport)”<br />

özelliğine sahip kruvaziyer, mega yat ve yat<br />

liman projesi çalışmalarının sürdürülüyor<br />

olması memnuniyet verici bir gelişmedir. Anılan<br />

liman, İstanbul Kazlıçeşme’de yapılacaktır.<br />

UNESCO tarafından “2010 yılı Dünya Başkenti”<br />

ilan edilen merkez konumundaki İstanbul, bu<br />

anlamda bir liman ile bu sektörün ve zincirin en<br />

önemli halkalarından birini oluşturmaya aday<br />

gösterilmektedir. Sözü edilen yatırıma ilişkin<br />

Ataport Liman Projesi, 12 yolcu gemisinin aynı<br />

anda yanaşabilme ve 200 mega yat ile 800 yat<br />

bağlama kapasitesine sahip olacaktır. Buna<br />

bağlı olarak da 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6/c<br />

maddesinde tanımlanan “ülke tanıtımı ve imajını<br />

üst seviyeye çıkaracak” biçimdeki “Kruvaziyer ve<br />

Mega Yat Limanı Kıyı Turizmi Tesisleri”de bu proje<br />

kapsamında ele alınacaktır. Ülkemize kazandırılacak<br />

bu önemli projenin bir an önce tamamlanması tek<br />

dileğimizdir.<br />

Makaleme gemicilik operetinin, gemilerin selametle<br />

bir limana avdet etmelerinin mutluluğunu yansıtan<br />

mısraları ile bitirmek istiyorum.<br />

“Gemimiz limana avdetle kalplere neşeler doluyor, çekilen<br />

meşakkatler hepsi birden unutuluyor”<br />

11<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Kuşadası Limanı


12<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


TÜRK BOĞAZLARINDAN<br />

GEÇİŞ REJİMİNE<br />

BİR BAKIŞ<br />

[ Hazırlayan ] Yavuz GEÇİM | S.G. Yb.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge<br />

Komutanlığının sorumluluk sahasında<br />

bulunan ve görev yoğunluğunun büyük bir<br />

kısmını teşkil eden İstanbul ve Çanakkale<br />

boğazları, askeri literatürde kısaca ‘‘Türk<br />

boğazları‘‘ olarak isimlendirilmektedir.<br />

13<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


14<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Türk boğazlarının önemi; insanların ticaret yollarını<br />

kullanmasıyla başlamış olup, günümüzde de<br />

giderek artan bir ivme içerisindedir. Özellikle dünya<br />

petrol rezervlerinin büyük bir kısmının bulunduğu<br />

Karadeniz’den diğer denizlere doğru olan ham petrol<br />

taşımacılığının artış göstermesi, bu konuda yaşanan<br />

tecrübeler ve sahildar ülkelerin konu ile ilgili yeni<br />

arayışlar içinde olması, Bulgaristan ve Romanya’nın<br />

AB’ye üyeliklerinin tamamlanması ile birlikte<br />

yaşanan veya yakın zamanda yaşanması beklenen<br />

gelişmeler, Türk boğazlarının öneminin artmasına<br />

yol açmıştır.<br />

Makalenin geriye kalan kısımlarında, İstanbul ve<br />

Çanakkale boğazları ifadesi yerine, Türk boğazları<br />

ifadesi kullanılacaktır.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge<br />

Komutanlığına atandıktan sonra, geçen<br />

zaman içince sık sık denizcilik konularında<br />

katıldığım toplantılar, gerekse Türk boğazlarında<br />

karşılaştığımız sorunlar, beni genel bir eksiklik<br />

olarak tespit ettiğim Türk boğazlarının hukuki<br />

statüsü konusunda araştırma yapmaya zorlamıştır.<br />

Konu ile ilgili olarak yaptığım incelemeler<br />

sonucunda, önümüze çıkan en büyük ve en<br />

temel kaynak olarak 20 Temmuz 1936 tarihinde<br />

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ve bazılarının<br />

bugün mevcut olmadığı 10 ülke tarafından<br />

imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi göze<br />

çarpmaktadır.<br />

Şimdi sizlere konu ile ilgisi olduğuna inandığım bazı<br />

ifadeleri tanımlamak ve bu ifadeler arasında hukuki<br />

açıdan ne gibi farklar bulunduğuna dair görüşlerimi<br />

ve düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım. İlk<br />

olarak sık sık karşımıza çıkan zararsız geçiş ve<br />

uğraksız geçiş ifadelerini ele almak istiyorum.<br />

ZARARSIZ GEÇİŞ-UĞRAKSIZ GEÇİŞ FARKI<br />

Türk boğazlarından geçmeden, Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin diğer karasularından geçiş<br />

yapacak gemiler eğer Türk limanlarından birine<br />

uğramayacak, Türk limanlarından birinden yük<br />

almayacak ve limanlardan birine yük bırakmayacak<br />

ise; uluslararası hukuka göre temelde zararsız geçiş<br />

yapıyor veya bu hakkını kullanıyor demektir. Eğer<br />

geminin Türk boğazlarından geçişi söz konusu<br />

ise, durum zararsız geçişten çıkıp, uğraksız geçişe<br />

dönmektedir.<br />

Şimdi kısaca zararsız geçiş hakkını tarif etmeye<br />

çalışalım:<br />

• Yabancı bir limandan kalkarak uluslararası


sularda seyreden, seyrinin bir bölümünde geçici<br />

olarak Türk kara sularına giriş-çıkış yapan, bu<br />

esnada zararsız geçiş hakkını kullanan ve tekrar<br />

uluslararası sulara çıkarak yabancı bir ülkenin<br />

limanına giden ticaret gemilerini kapsar.<br />

• 1958 Cenevre Sözleşmesine göre zararsız geçiş,<br />

“Yabancı bir geminin deniz ulaşımını sağlamak<br />

amacıyla bir devletin karasularından, kıyı<br />

devletine zarar vermeden serbestçe geçmesi”<br />

olarak tanımlanmaktadır.<br />

• Zararsız geçişin ihlal edildiği durumlar, aşağıda<br />

belirtilmiştir:<br />

• <strong>Sahil</strong>dar devletin egemenliğine, toprak<br />

bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı tehdide<br />

veya kuvvete başvurulması veya BM Antlaşmasında<br />

belirtilen uluslar arası hukuk ilkelerine aykırı diğer<br />

herhangi bir durumda bulunulması,<br />

• Herhangi bir tip silahla deneme ve manevralar<br />

yapılması,<br />

• <strong>Sahil</strong>dar devletin savunmasına veya güvenliğine<br />

zarar verecek şekilde bilgi toplanması,<br />

• Her türlü uçağın uçurulması, güverteye indirilmesi<br />

veya gemiye alınması,<br />

• Her türlü askeri makinelerin uçurulması, güverteye<br />

indirilmesi veya gemiye alınması,<br />

• <strong>Sahil</strong>dar devletin gümrük, maliye, sağlık veya göç<br />

konularındaki kanun ve kurallarına aykırı şekilde<br />

mal, para ve kişilerin gemiye alınması veya gemiden<br />

çıkartılması,<br />

• Bilerek ve isteyerek ağır kirlenmeye sebebiyet veren<br />

fiillerde bulunulması,<br />

• Balık avlama faaliyetlerinde bulunulması,<br />

• Araştırma ve ölçüm faaliyetlerinde bulunulması,<br />

• <strong>Sahil</strong>dar devletin herhangi bir haberleşme<br />

sisteminin veya diğer herhangi bir deniz teçhizat<br />

veya tesisinin işleyişini engelleyecek her türlü<br />

faaliyette bulunulması olarak sayılabilir.<br />

Yukarıdaki maddelerden birini veya birkaçını<br />

birden ihlal eden geminin zararsız geçiş hakkı sona<br />

erdirilir ve zararsız geçiş hakkını kullandığı ülkenin<br />

kanunlarına göre işlem yapılır. Kısaca zararsız<br />

geçiş; gemilerin kısa rotalardan seyir yaparak karşı<br />

devlete herhangi bir zarar vermeden geçiş yapmaları<br />

konusunda tanınmış bir haktır.<br />

Bu tip gemilerin uluslararası sularda olduğu sürece,<br />

bayrak devletinden müsade alınmadan veya kalkış<br />

yaptığı ülkeden başlayarak devam eden bir kaçakçılık<br />

faaliyetine karıştığından emin olunmadan gemiye<br />

müdahale etmek hukuken mümkün değildir.<br />

Bu tip gemiler ile ilgili olarak herhangi bir<br />

arama – kontrol yapılması talep edildiğinde;<br />

geminin zararsız geçiş hakkını kullanarak geçici<br />

süre için Türk karasularına gireceği yer ve zaman<br />

tespit edilerek, ilgili Cumhuriyet Savcısının talebi<br />

vasıtasıyla alınacak mahkeme kararına istinaden<br />

gemi sadece bu bölgede ve zamanda durdurabilir ve<br />

gemi aramaya tabi tutulabilir.<br />

Ancak, sonuçları bakımından çok sağlam bir<br />

istihbarat veya benzer bilgi olmadan gemiye<br />

müdahale etmenin, bayrak devleti ile ilgili<br />

bazı sıkıntılar doğurabileceği göz önünde<br />

bulundurulmalıdır.<br />

Montreux Sözleşmesine Bir Bakış<br />

Şimdi de; geminin Türk boğazlarından geçmesi<br />

söz konusu olduğunda, tabi olacağı rejimi kısaca<br />

inceleyelim:<br />

Yabancı bir limandan kalkarak, belirli kurallar ve<br />

sınırlamalar dahilinde Türk karasularını zararsız<br />

geçiş hakkını ve Türk boğazlarıyla Marmara<br />

Denizi’nden transit geçiş yapmak suretiyle,<br />

Montreux Sözleşmesi ile verilen uğraksız geçiş<br />

hakkını kullanarak yabancı bir limana giden ticaret<br />

gemileridir. Uğraksız geçiş; her yıl Türk boğazları<br />

ve Marmara Denizi’nden transit geçen on binlerce<br />

ticaret gemisi demektir.<br />

Uğraksız geçiş yapan gemiler ile ilgili, Türkiye<br />

Cumhuriyeti’ni ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını<br />

bağlayıcı hükümler barındıran en büyük faktör,<br />

20 Temmuz 1936 yılında imzalanan Montreux<br />

Boğazlar Sözleşmesidir. Sözleşmeye imza koyan<br />

devletler, aşağıda olduğu gibidir:<br />

• Bulgaristan<br />

• Fransa<br />

• Büyük Britanya<br />

• İrlanda<br />

• Hindistan<br />

• Japonya<br />

• Romanya<br />

15<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


16<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

• Türkiye<br />

• Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği<br />

• Yugoslavya<br />

Montreux Sözleşmesinin, Türk boğazlarından<br />

geçecek ticaret gemileri ile ilgili 2’nci maddesi<br />

şöyledir:<br />

Madde 2 : Barış zamanında ticaret gemileri, gündüz<br />

ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, 3’üncü madde<br />

hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite)<br />

olmaksızın, boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım)<br />

tam özgürlüğünden yararlanacaklardır.<br />

Bu madde de bahse konu madde 3 ise şöyledir:<br />

Madde 3 : Ege Denizi’nde ya da Karadeniz’den<br />

boğazlara giren her gemi, uluslararası sağlık kuralları<br />

çerçevesinde Türk yasalarıyla konulmuş olan sağlık<br />

denetimi için, boğazların girişine yakın bir sağlık<br />

istasyonunda duracaktır. Bu denetim, bir temiz<br />

sağlık belgesi ya da işbu maddenin 2’nci fıkrasındaki<br />

hükümlerin kapsamına girmediklerini doğrulayan<br />

bir sağlık bildirisi gösteren gemiler için, gündüz ve<br />

gece, olabilen en büyük hızla yapılacak ve bu gemiler<br />

boğazlardan geçişleri sırasında başka hiçbir duruş<br />

zorunda bırakılmayacaklardır.<br />

İçinde veba, kolera, sarıhumma, lekeli humma<br />

(typhus exanthématique) ya da çiçek hastalığı<br />

olayları bulunan ya da yedi günden az bir süre önce<br />

bu hastalıklar bulunmuş olan gemilerle, bulaşık bir<br />

limandan beş kez yirmi-dört saatten az bir süreden<br />

beri ayrılmış olan gemiler, Türk makamlarının<br />

gösterebilecekleri sağlık koruma görevlilerini gemiye<br />

almak üzere, sağlık istasyonunda duracaklardır. Bu<br />

yüzden, hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır; sağlık<br />

koruma görevlileri boğazların çıkısında bir sağlık<br />

istasyonunda gemiden indirileceklerdir.<br />

Yine aynı sözleşmede, “Bu gemiler, boğazların<br />

bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken,<br />

Türk makamlarınca, alınması işbu sözleşmesinin<br />

1 sayılı ekinde öngörülen vergilerden ve harçlardan<br />

başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç<br />

alınmayacaktır” hükmü bulunmaktadır.<br />

Boğazlar genel deyimiyle belirtilen Çanakkale<br />

Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı’ndan<br />

geçişi ve gemilerin gidiş-gelişini tarif etmektedir.<br />

Karadeniz Boğazı olarak isimlendirilen<br />

mevki, 1930’lu yıllarda İstanbul Boğazı için<br />

kullanılmaktaydı.<br />

Montreux Sözleşmesinin özünü Seyrüsefer<br />

Serbestisi (mare liberum) oluşturmaktadır. Mare<br />

Liberum ilkesi, 16. yy’da Hollandalı Hugo GROTIUS<br />

tarafından ortaya atılmış ve savunulmuştur.<br />

Evrenselleşmesi de çok uzun zaman almış<br />

mücadeleler sonucudur. Mare Liberum; denizde<br />

seyir yapan gemilerin, kimin karasuyunda olursa<br />

olsun, seyrüsefer özgürlüğünden yararlanacağını<br />

söyler. Bu ilke doğrultusunda ticaret gemileri,<br />

dünya denizlerinde herhangi bir formaliteye tabi<br />

olmaksızın, gece-gündüz demeden, serbestçe<br />

–ancak zararsız olmak koşuluyla–duraksız ve<br />

uğraksız seyir yapabilme hakkına sahiptir. Bu<br />

serbesti, sözleşme tarihlerinde dünyada uygulanan<br />

bir seyir normudur. Gemilerin sözleşmenin<br />

imzalandığı tarihlerde nispeten küçük boyda ve<br />

tonajda olmaları ve deniz kazalarının günümüzde<br />

olduğu kadar büyük tehdit oluşturmaması,<br />

seyrüsefer serbestisini işler kılmaktadır.<br />

II. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen taşımacılık<br />

anlayışı, bunun körüklediği büyüyen gemi tonajı<br />

ve bu yüzden facia boyutu ortaya koyabilen<br />

deniz kazaları, çevre bilincinin de zorlamasıyla<br />

bu serbestiye zararsız olma koşulu eklemiştir.<br />

(Bu husus, 1958 ve 1982 Deniz Hukuku<br />

Sözleşmelerinde açık olarak belirtilmiştir.)<br />

1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi ile uluslararası<br />

hukuk alanında ilk kez boğazlarda ‘‘Transit Geçiş<br />

Rejimi’’ kabul edilmiştir. Burada bahse konu transit<br />

gemi açıklaması şöyledir: Transit Gemi; bölgede<br />

bir limana uğramaksızın geçen gemi anlamında<br />

olup, Montreux Sözleşmesinde transit sözcüğü,<br />

‘‘Uğraksız’’ anlamında kullanılmıştır.<br />

Transit rejimi, detaylı olarak incelendiğinde zararsız<br />

geçişe göre gemilere daha geniş haklar tanıyan,<br />

yükümlülüklerini daha daraltan, dolayısıyla kıyı<br />

devletin yetkilerini biraz daha kısıtlayan bir seyir<br />

normudur. Bu sebepten milli menfaatlerimiz<br />

açısından transit geçiş yerine uğraksız geçiş ifadesini<br />

kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.<br />

1998 yılında yayımlanan Türk boğazları Deniz Trafik<br />

Düzeni Tüzüğü’ne göre uğraksız geçişin ortadan<br />

kalkacağı durumlar aşağıdaki şekilde belirtilmiştir:<br />

• 48 saati aşacak şekilde geminin demirlemesi,<br />

• Türk boğazlarında çatma, karaya oturma, başka bir<br />

deniz kazasına karışma gibi tehlike sebepleriyle,<br />

• Mevzuat gereğince gemi hakkında Türk idari ya


da adli mercilerince araştırma, soruşturma ya da<br />

kovuşturma yapılması gereken hallerde,<br />

• İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçerken<br />

kaza, arıza, zorunlu demirleme gibi durumlarda<br />

uğraksız geçiş bozulmaktadır.<br />

Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı uğraksız<br />

geçişi bozulan bir gemiye çıkmak, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

görevleri kapsamında belge kontrolü yapmak hukuki<br />

açıdan mümkün olmaktadır. Ancak uğraksız geçişi<br />

bozulmayan bir gemiyi durdurmak, durdurulmasını<br />

talep etmek ve gemiye çıkarak arama-kontrollerde<br />

bulunmak; uluslararası hukuka uygun olmamasına<br />

rağmen, mahkemelerden alınacak yazılı arama<br />

kararları ile suç unsurunun tespiti veya kesin delil<br />

oluşturulması durumunda gemi arama/kontrole tabi<br />

tutulabilir.<br />

Dışişleri Bakanlığının Boğazlardan Transit<br />

Geçen Gemilere Yapılacak Müdahalenin Esasları<br />

konulu genelgesine göre; “Türk karasuları içinde<br />

olmak kaydı ile İstanbul ve Çanakkale boğazları<br />

çıkışında transit geçişi başlamadan/transit geçişi<br />

tamamlandığında gemiye müdahale edilebilir.<br />

Emniyet, hava şartları vb. mücbir sebeplerle, bu<br />

müdahaleler boğaz içinde yapılabilir” hükmü<br />

bulunmakta olup, bu hüküm kolluk kuvvetlerine<br />

avantaj sağlamaktadır. Bu husus ile ilgili yakın<br />

zamanda yaşanan bir örneği sizlerle paylaşmak<br />

istiyorum.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının talebine istinaden;<br />

mahkemeden alınan bir arama kararı olmadan,<br />

sadece gemi kaptanının rızası ile Türk karasuları<br />

içerisinde bulunmuş bir gemi, 24 Ekim 2007<br />

tarihinde Çanakkale Bölgesi’nde <strong>Sahil</strong> Güvenlik botu<br />

tarafından belge kontrolüne tabi tutulmuştur.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı tarafından<br />

24 Temmuz 2007 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe<br />

giren “Aramalar” konulu daimi emre göre; Türk<br />

boğazlarından uğraksız geçiş yapan gemiler,<br />

zorunlu gereksinimlerini karşılamak üzere Trafik<br />

Kontrol Merkezinden izin almak şartıyla tüzükte<br />

belirtilen demirleme yerlerinde ilgili kuruluşların<br />

gözetimi altında serbest pratika almaksızın 48 saat<br />

kalabilirler. Ancak; bu süre 48 saati aştığı takdirde,<br />

uğraksız geçişleri bozulmuş sayılır.<br />

Konu ile ilgili bir diğer örneği sizlere aktarmak<br />

istiyorum. İstanbul Boğazı’na güneyden girmek<br />

için sıra bekleyen bir gemi, 25 Ekim 2007 tarihinde<br />

48 saatlik bekleme süresini bilerek bozduğu için<br />

17<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


18<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

uğraksız geçişi bozulmuş, durum İstanbul Gemi<br />

Trafik Hizmetleri Genel Müdürlüğü (GTHGM)<br />

tarafından da teyit edilmiş ve gemi 26 Ekim<br />

2007 tarihinde <strong>Sahil</strong> Güvenlik botu tarafından<br />

arama-kontrole tabi tutulmuştur.<br />

Limanlarımıza Gelen Gemilerin Durumu<br />

Şimdi de sizlere başka bir durumu izah etmeye<br />

çalışacağım. Bu örneğimizdeki gemi; Türk<br />

karasularından zararsız geçiş yaparak veya Türk<br />

boğazlarının birinden geçerek bir Türk limanına<br />

gelen gemilerden birisi olsun.<br />

Bu gemiler, Türk karasularına girdikten itibaren<br />

uluslararası uğraksız geçiş hakkı gibi ilave haklar<br />

elde edemeyeceklerinden, Türk karasuları içerisinde<br />

veya Türk limanlarından birine aborda olmayı<br />

müteakip, <strong>Sahil</strong> Güvenlik görevleri kapsamında icra<br />

edilecek kontrol ve denetime (belge kontrolü gibi)<br />

tabidir.<br />

Ancak; Türk karasuları içinde veya limanlarından<br />

birinde bulunan ticaret gemisinde arama<br />

yapılabilmesi için, mahkeme kararı veya Cumhuriyet<br />

Savcısının yazılı emri alınmalı, savcıya ulaşılamaması<br />

durumunda bot komutanlığınca yazılı arama emri<br />

düzenlenerek arama faaliyeti icra edilmeli, sonuçları<br />

en seri vasıta ile savcılığa bildirilmelidir. (<strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığı Daimi Emri SGDE-701/1)<br />

Yabancı bir ticaret gemisinin, uluslararası suları<br />

kullanarak Türk boğazlarından birini geçerek,<br />

Marmara Denizi içerisindeki bir limana intikal<br />

etmesi, Madde 4’te bahse konu uğraksız geçiş<br />

hakkını bu gemiye kazandırmaz. Uğraksız geçiş<br />

hakkı, topyekun olarak her iki Türk boğazını ve<br />

Marmara Denizi’ni kapsar. Bu örnekteki gemi, Türk<br />

karasuları içerisinde uğraksız geçiş hakkını değil,<br />

zararsız geçiş hakkını kullanmaktadır.<br />

Dolayısı ile bu gemi üzerinde Türk karasuları ve<br />

Türk liman sınırları içerisinde Türkiye Cumhuriyeti<br />

hükümranlık hakları kısıtlama olmaksızın<br />

kullanılabilir.<br />

İlginç Bir Örnek<br />

Bu incelemenin son bölümünde, değişik bir faraziye<br />

oluşturmaya ve böyle bir durum ortaya çıktığında<br />

hareket tarzını belirlemeye çalışalım.<br />

Örneğimizdeki gemi bir Türk gemisi, yani Türk<br />

bayraklı bir gemi olsun. Bu gemi yabancı bir<br />

limandan yük almış olsun ve Türk boğazlarından<br />

uğraksız geçiş yaparak (yani Türk limanlarından<br />

birine uğramadan) gene yabancı bir limana intikal<br />

edecek olsun. Türk bayraklı bir geminin, Türk<br />

boğazlarından geçerken, yabancı gemiler gibi<br />

uğraksız geçiş hakkına sahip olup-olamayacağı<br />

hususu uzun süre araştırılmaktadır. Deniz hukuku<br />

uzmanları ile yapılan görüşmelerde ve istişareler<br />

neticesinde; böyle bir durumda uygulanacak<br />

harekat tarzının dayandırılabileceği bir husus tespit<br />

edilememiştir.<br />

Dışişleri Bakanlığında görevli konu uzmanları<br />

tarafından; “Türk bayrağı taşıdığı sürece, bir<br />

geminin Türk boğazlarında geçişi süresince<br />

uğraksız geçiş hakkından bahsedilemeyeceği,<br />

Türkiye Cumhuriyeti olarak (aynı zamanda bayrak<br />

devleti olarak) bu gemi üzerinde her türlü hakka<br />

sahip olduğumuzu, bu hakların sadece boğazlarda<br />

değil, dünyanın her yerinde geçerli olduğu” ifade<br />

edilmiştir.<br />

Kısaca özetlemek gerekirse; Türk bayrağı taşıyan bir<br />

geminin uğraksız geçiş hakkı bulunmamakta olup,<br />

Türk kanunlarının herhangi bir kısıtlama olmaksızın<br />

gemiye uygulanmasında herhangi bir sıkıntı<br />

gözükmemektedir.<br />

Sonuçlar:<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın devamlı olarak<br />

bu ve benzeri örneklerle karşılaşabileceğinden<br />

hareketle, gelecekte kadrolarında Deniz Hukuku<br />

(Deniz Ticaret Hukuku) konusunda uzmanlaşmış<br />

personelin de bulunmasının, faydalı olacağı<br />

değerlendirilmektedir.<br />

Eminim bu durumda; <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

konusunda uzman ve denizde otorite olarak<br />

anılmaya, bu ve benzeri durumlarda kendisine<br />

danışılan bir merkez olmayı bugünkünden daha<br />

fazla hak edecektir.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. 2692 SAYILI SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KANUNU<br />

2. MONTREUX SÖZLEŞMESİ (1936)<br />

3. DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİ (1982)<br />

4. TÜRK BOĞAZLARI DENİZ TRAFİK DÜZENİ TÜZÜĞÜ (1998)<br />

5. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN “BOĞAZLARDAN TRANSİT GEÇEN GEMİLERE YAPILACAK<br />

MÜDAHALENİN ESASLARI” KONULU GENELGESİ,<br />

6. “TÜRK BOĞAZLARI, SON GELİŞMELER ÜSTÜNE BİR DENEME”, GÜNDÜZ AYBAY<br />

7. “TÜRK BOĞAZLARINDAN UĞRAKSIZ GEÇEN YABANCI BANDIRALI GEMİLERİN<br />

TUTUKLANMASI (ARREST) SORUNU HAKKINDA KISA MUHTIRA”, GÜNDÜZ AYBAY


BİR ZAMANLAR<br />

SÜNGERCİYDİK<br />

[ Yazı ve Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN | Sualtı Fotoğrafçısı<br />

20<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Sünger (Agelas oroides). Süngerler Latince’de “porus” denen<br />

deliklerinde birçok küçük canlıya da ev sahipliği yapmaktadırlar.


“Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiç bir çaba onlarınkinden daha zor değildir.”<br />

İ.S III. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi Oppianus bu sözleri Güney Ege Denizi dalgıç ve denizcileri için<br />

söylemiştir. İnsanoğlunun süngeri aslında İsa’dan binlerce yıl önce Ege kıyılarında ya da Akdeniz’de<br />

bulduğuna inanılır. Herhalde ilk keşfedilen sünger, dalgalarla kıyıya ulaşandır. Süngerin yararını<br />

gören insanoğlu onun peşine düşüp, bulunduğu yere yani denizin altına ulaşmakta gecikmemiştir.<br />

O yıllarda sünger, Ege’de, Akdeniz’de hatta Marmara’da bile çıkarmış. Ancak Ege ve Akdeniz süngeri<br />

en makbulüymüş.<br />

21<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Yengeç (Dromia personata) üzerinde taşıdığı<br />

süngerle kendini kamufle etmekte ve böylece güvenli<br />

koruma sağlamaktadır. Sualtında yürüyen bir sarı<br />

sünger görürseniz sakın şaşırmayın.<br />

22<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Yunanlılardan öğrendiğimiz süngerciliğe önce<br />

“gangava” (dipte ağ çekerek) ile başlamışız,<br />

sonrasında “skafandar” (dalgıç gemilerine verilen<br />

ad) ile devam etmişiz. Bir dalgıç her gün ortalama<br />

üç defa dalarmış süngere, derken “Hamız’ı karbon<br />

tesemmümü” yani kanda karbondioksit birikmesi<br />

süngerci diliyle vurgun’la tanışmışız. Her yıl<br />

3-4 kişi kaybeder olmuşuz, çok da sakatlanma.<br />

Aksona (dipte durak yapma) yapmayı öğrenmişiz,<br />

ölümlerimiz, kazalarımız azalmış, İsmet Paşa<br />

zamanında sünger ihracatından takdirnameler<br />

almışız. Süngercilere finansal destek sağlamak<br />

için, 1940’lı yıllarda Ziraat, İş ve Merkez Bankası<br />

biraraya gelerek yarı resmi Süngercilik Türk A.Ş.’ yi<br />

kurmuşlar.<br />

“Hey Bodrum!.. Masmavi gökleri, ışık dolu sokakları,<br />

bembeyaz evleri, hurmaları, frenk incirleriyle<br />

uzaklarda kalıyordu. Acaba ara sıra çakan kara<br />

gözlerle, çiçekli ve rüzgarlı pencerelerle mandalin<br />

esintileri ve darbuka sesleriyle süslenen o yurt<br />

yollarında sağ salim dönüp bir daha yürüyecekler<br />

miydi uzaklaşan denizciler <br />

...Denizciler aralarında yüksek sesle konuşurlarken,<br />

pruvada oturan dalgıç Kara Yusuf, “Susun!” diye<br />

şahadet parmağını dudaklarına götürdü, öteki eliyle<br />

gemi pruvasının iskele açığında, dalga üzerinde<br />

inip kalkan bir beyaz kuşa işaret etti. Kanatlarının<br />

uçları kara, kendi apak büyük bir deniz kuşuydu.<br />

Deniz türküsünü işiten Aliş, büsbütün duygulandı.<br />

Çocuğun denize ilk çıkışıydı o günkü sefer. Aliş’e<br />

Karabatak, “Bu kuşa biz ‘deniz gurbetçisi’ deriz.<br />

Karaya yalnız, yumurtlamak için uğrar. Günlük<br />

güneşlikte de, fırtınada da, çokluk denizde uyur.<br />

Bizdendir haspa. Şimdi yorgundur, uyuyor. Uyurken<br />

onu hiç uyandırmayız, rahat etsin diye” dedi.<br />

Uyurken başını hep kanadının altına alır. Yüreğinde<br />

denizi dinler mi ne Kayıklar deniz gurbetçisinin<br />

yanından hiç çıt etmeden geçtiler…”<br />

Geçenler, kayıklarıyla alacakaranlık sabahında<br />

ilerleyen Bodrumlu süngercilerdi. Doğayla bu kadar<br />

barışık, bir o kadar da uyumlu. “Bir zamanlar’ın”,<br />

süngeri ve süngercileri, Halikarnas Balıkçısı’nın<br />

1930’lu yıllarına ait bu güzel anlatımıyla başlamak<br />

istedik.<br />

Peki nedir sünger <br />

Çok Hücreli Yaşam:<br />

Onları daha yakından tanımaya başlamadan<br />

önce yeryüzündeki yaşamın insanın kafasında<br />

oluşturduğu çok temel bir soru üzerinde bir iki<br />

satır düşünelim. Niye çok hücreli bir yaşam<br />

Yeryüzünde hayat tek hücreli canlılar ile devam


Bu görüntümüz Malezya Sıpadan Adası’ndan. Dünya Mirasına<br />

bırakılan adada geçmişimizde yok ettiğimiz birçok canlıyı<br />

görebilmemiz bugün mümkün.<br />

23<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Kırmızı dal süngeri (Axinella polypoides). Akdeniz ve<br />

Ege’nin sembol süngerlerinden biridir. Farmakoklar<br />

dahil bir çok bilimsel araştırma için kullanılmaktadır.


Sünger (Petrosia ficiformis). Deniz Tavşanı (Discodoris<br />

atromaculata)Bazı deniz tavşanları (nudibranş)süngerlerin<br />

üzerinde yaşamakta ve besinlerini de yaşam alamlarından<br />

sağlamaktadırlar.<br />

24<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

edemezmiydi Daha büyük bir vücuda sahip<br />

olabilmek için yeryüzündeki yaşamın çok hücreli<br />

bir organizasyona yöneldiğini tahmin etmemiz akla<br />

oldukça yatkın geliyor. Milyonlarca yıllık bir süre<br />

ve asla emin olamayacağımız çok değişik koşullar<br />

ilk çok hücrelilerin oluşması için gerekli ortamı<br />

sağlamış olmalı. Bundan sonrası için ise mantık<br />

yürütmek o kadar zor değil. Belli işleri paylaşan bir<br />

topluluk oluşturmuş bu hücreler, şüphesiz büyük<br />

bir avantaja sahip olacaklardı ve böylece sayıları da<br />

zamanla arttı. Zaten daha büyük bir vücuda sahip<br />

olabilmek için bir tek hücrenin büyümesi yeterli<br />

değildi, çünkü hücrenin metabolik aktivitelerini<br />

yürütebilmesi için gerekli olan yüzey-hacim oranı bu<br />

şekilde oldukça bozulmuş oluyordu. Büyük bir vücut<br />

için yalnızca tek bir çözüm vardı; çok hücrelilik.<br />

Süngerler aslında belirgin bir farklılaşmaya (bizim<br />

vücudumuzdaki hücreler gibi) uğramamış hücrelerin<br />

bir araya gelmesi ile oluşan bir hücre kütlesi<br />

olarak da anlatılabilir. Bu sadece süngerlerin vücut<br />

organizasyonunun, evrimin ilerleyen aşamalarındaki<br />

diğer hayvanlarla kıyaslandığında ne kadar basit<br />

kaldığını anlatmak amacıyla kullanılan süngerler,<br />

çok değerli bilgilerin elde edilmesine yardımcı<br />

olmuşlardır. Bu deneylerden birinde farklı renklere<br />

sahip iki sünger hücrelerine kadar parçalanıp aynı<br />

ortam içerisinde karıştırılmışlardır. Belli bir süre<br />

sonra her iki süngerin de kendi hücreleri tarafından,<br />

tekrar oluşturulduğu gözlemlenmiş! Bu deney,<br />

hücre zarında yer alan ve bireye veya türe özgü<br />

proteinlerin, hücrelerin akrabalarını tanımalarına<br />

yardımcı olduğunun oldukça iyi bir kanıtı olarak<br />

kabul edilir.<br />

Süngerler çok hücreli canlıların en basit formlarıdır.<br />

Organları, gerçek dokuları, belirli sinir ve duyu<br />

hücreleri ile hücre dışı sindirim yapabilecek yapıları<br />

yoktur. Bununla beraber bir takım fonksiyonlar için<br />

özelleşmiş birkaç farklı hücre tipi barındırırlar. Ergin<br />

süngerler hareketsizdirler ve özel hücrelerindeki<br />

kamçıların oluşturduğu ufak akıntıların getirdiği<br />

planktonlar ve organik parçacıklar ile beslenirler.<br />

Birçok sünger çok parlak ve göz alıcı renklere<br />

sahiptir. Kırmızı, pembe, mor, sarı ve daha ne<br />

muazzam renkler; şüphesiz süngerler renklerini biz<br />

insanoğlunu hayran bırakmak amacıyla taşımıyor.<br />

Öte yandan bu pigmentasyonun süngerlere ne çeşit<br />

bir avantaj sağladığı halen tam olarak anlaşılabilmiş<br />

değil.<br />

Oldukça Durgun Bir Yaşam<br />

Süngerler latince “delik” anlamına gelen “porus”<br />

kelimesi ile “taşımak” anlamına gelen “ferre”<br />

kelimelerinin birleştirilmesiyle ‘‘Porifera şubesi’’<br />

(Delikliler) olarak adlandırılmışlardır. Fosil kayıtları<br />

600 milyon yıl öncesine kadar uzanmaktadır.<br />

Tüm süngerlerin vücut duvarları, su girişini sağlayan<br />

ufak deliklerin (dermal ostia) yanısıra su çıkışını


sağlayan bir veya birden çok büyük açıklık (oscula)<br />

içerir. Hareketsiz yaşamlarını kendine özgü kanal<br />

sistemleri içerisinde taşıdıkları sudaki besin ve<br />

oksijen ile devam ettirirler. Artık maddeler de aynı<br />

şekilde su yardımı ile su vücuttan uzaklaştırılır. Bu<br />

kanallardaki özel hücreler (choanositler) kamçıları<br />

yardımıyla ufak akıntılar yaratırlar. Vücutları<br />

jelatinimsi bir maktriks içerisine gömülü, kalsiyum<br />

ve silika parçaları ya da spongin adı verilen kallojen<br />

lifleri tarafından sertleştirilen hücrelerden oluşur.<br />

Boyları 0.3 ila 30 cm arasında değişen bireysel<br />

süngerler genellikle bir vazoyu andırır. Koloni<br />

halinde yaşayan süngerler ise birkaç milimetreden<br />

iki metreye kadar büyüyebilirler.<br />

Durgun hayvanlar çok az hareket ettikleri veya<br />

hareketsiz kaldıkları için bir sinir sistemine veya<br />

hareket organlarına ihtiyaç duymazlar. Öyle<br />

gözüküyor ki, süngerler en baştan beri bu tip<br />

özelleşmiş organlara hiç sahip olmamışlardır.<br />

Onlar sadece çok basit, kasılma sağlayıcı sistemlere<br />

sahiptirler ve verilen tepkiler lokal tepkilerdir.<br />

Hücrelerindeki pigmentler sayesinde çok değişik<br />

renkler sergileyen süngerler sudan çıkarıldıklarında<br />

hemen solar ve renklerinin canlılığını yitirirler.<br />

Görsellerimiz arasında yeralan bazı türlere latince<br />

de ‘‘Aplysina aerophoba’’ denir. ‘‘Aerophoba’’ Türkçe<br />

karşılığı olarak “havadan korkan” anlamına gelir.<br />

Yaşadıkları yere göre oldukça farklı vücut formları<br />

sergileyen süngerlerin bazıları dik bir pozisyonda<br />

dallanarak veya loblara ayrılarak görülebilirken,<br />

kimileri kaya yüzeylerini bir kılıf gibi kaplayabilir<br />

yahut kayalara veya kabuklara delikler açabilir.<br />

Su akış hızını düzenlemek, su girişini sağlamak,<br />

besin parçalarını yakalamak ve sindirmek gibi farklı<br />

görevler üstlenmiş çeşitli hücre tipleri barındıran<br />

süngerler, daha gelişmiş hayvanlarda gözlemlenen<br />

ve aynı tip hücreler arası koordinasyon ile oluşan<br />

doku organizasyonuna sahip değildirler.<br />

Süngere destek sağlayan ve kanalların çökmesini<br />

engelleyen iskelet kollojen, silika, spongin veya<br />

kristal kalsiyum karbonattan oluşur. Silika veya<br />

kalsiyum karbonattan oluşturulan iskelet parçaları<br />

türden türe değişik geometriler sergiler.<br />

Bir süngerin tadına bakmak mı<br />

Deniz ekosistemlerinin yaşayan 5000’den fazla<br />

türün yanı sıra 150 kadar su formu barındıran<br />

süngerler bireysel vaya koloniler halinde yaşarlar.<br />

Genel kanaatin aksine tüm denizlerde ve tüm<br />

derinliklerde yaşayabilen süngerlere aşırı tuzlu<br />

sularda bile rastlamak mümkün, larva hali serbestçe<br />

yüzme yetisine sahip olan süngerlerin ergin<br />

formları bir kayaya, kabuğa, mercana veya suya<br />

batmış herhangi bir yüzeye (batıklar gibi) tutunarak<br />

25<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Deniz ekosisiteminde önemli bir konuma sahip<br />

olan süngerlere her yerde rastlamak mümkün.<br />

Üzeri tamamen süngerle kaplı bu kabukluda süngeri<br />

kamuflaj avantajından yeterince yararlanıyor.


Boru kurdu (Serpula vermicularis) sünger<br />

ile birlikte makro kadrajda güzel bir görüntü<br />

oluşturuyor.<br />

Sünger (Sarcotragus foetidus) ve üzerinde<br />

yaşayan saçaklı yıldız görüntümüz<br />

Bodrum’un derinliklerinde kaydedildi.<br />

26<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

yaşamını sürdürür. Bazı dip formları deniz<br />

tabanında veya balçıkta bile yaşayabilir.<br />

Süngerler denizler altındaki ortak yaşamın çok<br />

çeşitli biçimlerini gözler önüne serer. Bir çok yengeç,<br />

deniz tavşanı (nudibranş), deniz yıldızı ve karides<br />

süngerler ile kommensal veya parazitik bir yaşam<br />

içerisindedirler. Büyük süngerler, özellikle birçok<br />

omurgasız tarafından adeta bir apartmanmış gibi<br />

kullanılır. Öte yandan yumuşakça üyeleri, gemi<br />

midyeleri, mercanlar ve hidroidler üzerlerinde<br />

yaşayan sünger türleri görmek de, dünya üzerindeki<br />

yaşamın ne kadar çeşitli ilişki türlerine sahne<br />

olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Süngerler<br />

birçok avcı tarafından pek de lezzetli bulunmayan<br />

bir hayvandır. Bu nedenle bazı yengeçler kamuflaj<br />

veya koruma sağlamak amacıyla bir tutam süngeri<br />

kabuğuna yerleştirir. Süngerlerin avcıları olarak bir<br />

kaç resif balığı gösterilebilir.<br />

Şüphesiz süngerlerin bir grup dünya üzerinde<br />

sürdürdükleri başarılı yaşam hikayelerinin ardında<br />

yatan gerçeklerden birisi de bu hayvanların oldukça<br />

az düşmana sahip olmalarıdır. Detaylı iskelet<br />

yapıları ile itici gelen lezzet ve kokuları birçok<br />

potansiyel avcının bir sünger yemekle, bir ağız<br />

dolusu jelatin içine serpilmiş kıymık yemeyi eş değer<br />

tutmasına yol açmış olmalı.<br />

Farklı Kanal Sistemleri<br />

Sünger türlerinin çoğu kanal sistemlerine göre<br />

üç temel gruba ayrılırlar. Askonoid, sikonoid ve<br />

lökonoid.<br />

Küçük ve tüp şeklindeki askonoid süngerler en<br />

basit organizasyon tipini sergilerler. Su dermal<br />

deliklerden girerek süngerin içindeki geniş açıklığa<br />

dolar ve kamçılı hücreler yardımı ile “oskulum”dan<br />

dışarı atılır.<br />

Sikonoid süngerler askonoidlerin biraz daha büyük<br />

formları olarak gözükürler. Aynı askonoidler<br />

gibi tek bir “oskulum”a ve tüp benzeri bir vücuda<br />

sahiptirler. Yalnız suyun girişte izlediği yol biraz<br />

daha ayrıntılıdır.<br />

Lökonoid organizasyonu en karmaşık ve büyümeye<br />

en uygun sünger yapısıdır. Lökonoidlerin çoğu<br />

büyük koloniler oluşturur ve detaylı kanal<br />

sistemlerine sahiptirler. Süngerlerin çoğu bir vücut<br />

yapısını sergiler. Banyolarımızda kullandığımız<br />

süngerler lökonoid yapı sergilerler.<br />

Su Pompaları<br />

Süngerlerin başlıca besin kaynağı su kütlesi<br />

içerisinde asılı kalan ve kanal sistemleri ile<br />

vücutlarına taşıdıkları parçacıklardır. Çürüyen<br />

parçacıklar, planktonik organizmalar ve bakteriler


herhangi bir seçime tabi tutulmaksızın tüketilir.<br />

Sindirim tamamen hücreler içerisinde gerçekleşir.<br />

Suda çözünmüş organik materyal süngerlerin<br />

besin kaynağının önemli bir kısmını teşkil eder.<br />

Süngerlerin yaşama şekilleri göz önüne alındığında<br />

bu canlıların hayatlarının tamamen vücutlarından<br />

geçen su akıntılarına bağlı olduğunu görüyoruz.<br />

10 cm boyunda ve 1 cm çapında bir lökonoid<br />

sünger günde 20 litreden fazla suyu filtre ederken<br />

büyüdükçe bir süngerin günde 1500 litre kadar su<br />

pompalaması da bu gerçeği olduğu gibi yansıtıyor.<br />

Üreme Şekilleri<br />

Tüm süngerler hem eşeyli hem de eşeysiz üreme<br />

kabiliyetine sahiptirler. Kimi bireyler hem erkek<br />

hem de dişi cinsiyeti aynı vücutta taşırken, diğerleri<br />

yalnız dişi veya yalnız erkek cinsiyetine sahiptirler.<br />

Eşeyli üreme erkek bireylerin hareketli spermlerinin<br />

dişinin yumurtasını sünger hücrelerinin bulunduğu<br />

jelatinimsi matriks içerisinde döllenmesi sonucu<br />

gerçekleşir. Burada gelişerek kamçılı birer larva<br />

haline gelen zigotlar, annelerinden ayrılarak su<br />

akıntılarına kapılır, bir müddet yüzdükten sonra<br />

hayatlarının geri kalan kısmını geçirecekleri sert<br />

bir zemin bulup tutunur ve burada gelişimlerini<br />

tamamlayıp ergin birer sünger olurlar.<br />

Süngerlerin gevşek ve vücut organizasyonları,<br />

yaralanan veya kaybedilen vücut parçalarının<br />

reaksiyonu ve aseksüel (eşeysiz) üreme için<br />

uygun bir zemin hazırlar. Vücudun dışına bakan<br />

yüzeylerinde oluşturulan tomurcukların serbest<br />

kalarak başka bireyler meydana getirmesi veya<br />

ayrılmadan büyüyerek bir sünger kolonisini<br />

oluşturması, süngerlerde eşeysiz üremenin<br />

ana hatlarını teşkil eder. Dış tomurcuklara ek<br />

olarak, bazı tatlı su süngerleri iç tomurcuklarda<br />

oluşturabilirler. Bir kapsül içerisinde depolanan bu<br />

inaktif hücreler, kuraklık ve don gibi elverişsiz doğa<br />

koşullarında oluşturulur ve uygun şartların geri<br />

gelmesi ile birlikte kapsülden dışarı salınarak yeni<br />

bireyler meydana getirirler.<br />

Bir Zamanlar Süngerciydik<br />

Günümüzde birçok değişik formu bulunduran altı<br />

sünger türü ekonomik değere sahiptir. Bu süngerler<br />

sert iskelet elementlerini içermezler. Akdeniz<br />

süngerleri en yumuşak ve en kaliteli olanlarıdır.<br />

Ve artık nesli tehlike altında olup, avcılığı<br />

yasaklanmıştır. Yasaklamada 1985 yılında yaşanan<br />

ve “sünger vebası” olarak da adlandırılan hastalığın<br />

büyük etkisi olmuştur. Yok olma sınırındaki sünger,<br />

beraberinde süngerciliğin de sonunu getirmiştir.<br />

Rengarenk tirhandil süngerci teknelerimiz de,<br />

ilkbaharın gelişiyle başlayan o tatlı telaş da yoktur<br />

27<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Lahos (Epinephelus costae). Sualtında zaman<br />

zaman orfoz ve lahos türlerinin süngerlerin<br />

o yumuşak dokusu üzerinde dinlendiklerine<br />

tanık olmuşuzdur.


Aksona Mehmet<br />

28<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Sarı dal sünger’in Latince adı “havadan korkan” anlamına<br />

gelir. (Aplysina aerophoba) Sudan çıkarıldığında içerdiği<br />

protein yapısındaki maddelerin oksitlenmesi sonucu kısa<br />

süre içinde siyahlaşır.Bu nedenle bu isimi almıştır.<br />

artık. Ünlü tarihçi Heredot’un doğum yeri olan ve<br />

kitaplarında süngeri ile anlatılan Halikarnassos<br />

(Bodrum) bugün ‘‘Aksona Mehmet’’ gibi son<br />

süngercileri bağrına basmaktadır.<br />

Mancorna bir zamanlar sünger avcılarına verilen bir<br />

isimdi. İçinde birçok anlam taşır. Aksona Mehmet’in<br />

gelmiş geçmiş, yüregi sevgi dolu Mancornalar’a<br />

atfettiği mısralarını tüm süngercilerin anısına<br />

birlikte paylaşalım istedik.<br />

“Karamanya’nın ve Ege’nin mavi derinliklerinde sarı<br />

yosunlarız biz.<br />

Sarı yosunların arasında sarı altına dönüşen siyah<br />

incileriz biz.<br />

Sünger gözeneklerinde hayat dolu hücreleriz biz.<br />

Kızgın güneşin altında bir yudum su gibi sevgi dolu<br />

yürekleriz biz.<br />

Koylarında, kumsallarında, kaya üstlerinde nice<br />

mezarlar bıraktık biz.<br />

Kalendeki burçlarında, köşe taşlarında,<br />

tersanelerindeki ırgat diplerinde, tirhandillerin<br />

bodoslamalarında silinmez izler bıraktık biz.<br />

Karpas’ta, Silifke bangosunda, Anamur’da, Ege’de acı<br />

sularla örselenmiş sevgi dolu yürekler bıraktık biz.<br />

Yüzyıllar evvelden Oppianuslar’ın, Heredotlar’ın<br />

yüreklerinde, Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde<br />

silinmez izler bıraktık biz.<br />

Çanakkale’den, Karpas’a mezar taşları, beyaz<br />

köpüklü dalgalar olmuş nice canlar bıraktık biz.<br />

Biz Mancornalar’ız. Mavi derinliklere yüreklerini<br />

gömmüş büyük ustalardan süzülerek gelir bilgimiz.<br />

Yüreklerimizin derinliklerinde taht kurmuş,<br />

yaşatmaktayız sizleri biz.<br />

Esti yine meltem rüzgarları, doldu yelkenlerimiz.<br />

Adımız Mancorna’dır. Mavi deryaların altında kartal,<br />

üstünde kelebekler gibi uçarız biz.”<br />

Selam Olsun…<br />

KAYNAKLAR :<br />

Jessop N.M.; Zoolog – The Animal Kingdom, McGraw-Hill Inc., 1995<br />

Hickman C.P., Roberts L.S.; Animal Diversity, Wm. C Brown Publishers, 1995<br />

Microsoft Encarta 95<br />

Sualtı Dünyası Ağustos 1996, Özen C. Ceylan T.<br />

Deniz Gurbetçileri, Halikarnas Balıkçısı.<br />

İstanköyaltı Bodrum, Selçuk Erez<br />

29<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


30<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

ÇANAKKALE GRUP KOMUTANLIĞI<br />

[ Hazırlayan] | S.G. Çanakkale Grup Komutanlığı<br />

‘‘Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki,<br />

Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’<br />

M.Kemal ATATÜRK<br />

TARİHÇE<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı<br />

03 Ocak 1994 tarihinde kurulmuş, Mülkiyeti Hazine<br />

Bakanlığına kayıtlı ve Milli Savunma Bakanlığına<br />

tahsisli, Çanakkale ili Eceabat ilçesi Akbaş mevkiinde<br />

bulunan ve daha önce Deniz <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı<br />

bağlısı Mayın Arama ve Tarama Porsun Depo<br />

Komutanlığı olarak kullanılan, kışlada 31 Ocak 1994<br />

tarihinde konuşlanmıştır.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığının<br />

mevcut yerinin konumu itibari ile kent dışında<br />

kalması, ulaşım ve emniyet hususları gibi nedenlerle<br />

Çanakkale içinde uygun bir yere taşınması amacıyla<br />

Kepez Belediyesinden kamulaştırma yolu ile<br />

arazi alınmış ve üzerine S.G. Çanakkale Grup<br />

Komutanlığının ihtiyacı olan tesislerin yapılması<br />

çalışmalarına başlanmıştır. Bu maksatla Çanakkale<br />

Bayındırlık İl Müdürlüğünce çıkılan ihaleye<br />

istinaden inşaat faaliyetleri devam etmektedir.<br />

İnşaatın 2010 yılı başında tamamlanması<br />

planlanmaktadır.<br />

ÇANAKKALE İLİ VE TARİHİ DOKUSU<br />

Çanakkale ili, Türkiye’nin kuzeybatı ve Trakya’nın<br />

güneybatı kısmında Gelibolu Yarımadası ile


Anadolu’nun uzantısı olan Biga Yarımadası üzerinde<br />

9,737 km 2 ’lik bir alanda kurulmuş olup, doğu ve<br />

güneydoğu yönünde Balıkesir, batıda Ege Denizi,<br />

kuzeybatıda Edirne ili, kuzeyde Tekirdağ ili ile<br />

Marmara Denizi tarafından çevrelenmiştir. Adını<br />

verdiği Çanakkale Boğazı’nın iki yanında yer alır.<br />

Coğrafi yönden çok büyük önem taşıyan boğazın<br />

uzunluğu 65 km olup İstanbul Boğazı’nın iki katına<br />

yakındır, genişliği de İstanbul Boğazı’nın iki katıdır.<br />

Çanakkale’de çok az gün vardır ki rüzgarsız geçsin.<br />

Yıllık ortalama rüzgarlı gün sayısı 260’tır. Rüzgar<br />

hızının en fazla olduğu mevsim kış ve sonbahardır.<br />

Hakim rüzgar yönü kuzeydoğudan esen poyraz<br />

rüzgarıdır. Zaman zaman kıble ve lodos rüzgarları da<br />

etkili olmaktadır. Son yıllarda sayıları gittikçe artan<br />

rüzgar enerjisi santralleriyle kentin tükenmeyen<br />

rüzgarı temiz enerjiye dönüşmektedir.<br />

Çanakkale Boğazı Asya ve Avrupa kıtalarını<br />

birbirine bağlayan önemli bir su yolu olduğundan ilk<br />

çağlardan itibaren stratejik bir önem kazanmış ve<br />

tarihin her kesiminde uygarlık açısından etkin bir rol<br />

oynamıştır. Tarihin ilk çağlarından beri insanların<br />

bu bölgede yerleştiği bilinmektedir.<br />

Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, Çanakkale<br />

Boğazı’nın korunmasını sağlamak amacıyla en dar<br />

yerinde karşılıklı iki kıyıya kale inşa ettirmiş; bu<br />

kalelerin Trakya sahilindekine Kilitbahir, Anadolu<br />

sahilindekine de Çanakkalesi veya Fatih Sultan<br />

Mehmet’in oğlu şehzade Mustafa tarafından<br />

inşaa ettirildiği için (1452-1453) Sultaniye<br />

Kalesi denmiştir. Sultaniye Kalesi bugünkü<br />

Çanakkale’nin kuruluşuna başlangıç olmuştur.<br />

Daha sonraki padişahlar da, Çanakkale Boğazı’nın<br />

önemini kavramış ve boğazlar tarih boyunca ülke<br />

savunmasında önemini korumuştur.<br />

Boğaz, I. Dünya Savaşı’nda Türk harp tarihinin<br />

dönüm noktalarının en önemli sahnesi olmuştur.<br />

1914 ve 1918 yılları arasında Çanakkale’nin sahil<br />

ve denizi başka hiçbir toprak parçasında olmayan<br />

bir trajedi yaşamıştır. Boğazın önemi Çanakkale<br />

Savaşları’nda bir kez daha anlaşılmıştır. İngiltere<br />

ve Fransa donanmaları Çanakkale Boğazı’nda feci<br />

bir hezimetin acısını 18 Mart 1915’te yaşayarak<br />

ülkelerine dönmek zorunda bırakılmışlardır.<br />

Çanakkale, tarihe mal olacak zaferlerini<br />

I. Dünya Savaşı sırasında kazanarak, tüm dünyaya<br />

Çanakkale’nin geçilmezliğini ilan etmiştir.<br />

Çanakkale Savaşları, Türk tarihinin gördüğü en<br />

büyük ve onurlu savaşlardan biridir, bu savaştaki<br />

kahramanlıklar daha sonraları Kurtuluş Savaşı’nı<br />

ve devam eden süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kuruluşunu ve sonrasını etkilemiştir. Uluslar<br />

31<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


ÇANAKKALE GRUBUZ BİZ<br />

Çanakkale Boğazı’nda çelikten bir irade,<br />

Bölgeye hakim S.G. Botlar her yerde,<br />

Sevdirir denizini Trakyalı’ya, Egeli’ye,<br />

Değildir tek görevi cezalandırmak sadece,<br />

Öncelikle öğretir doğrusunu herkese,<br />

Suçluların korktuğu boğazın tek hakimi,<br />

Deniz sevenlerin en büyük destekçisi,<br />

Tarihi mirasın vazgeçilmez bekçisi,<br />

Çanakkale Grubuz biz şanımız var bölgede,<br />

Ada halkıyla bütünleşmiş,<br />

Öğretileriyle simgeleşmiş,<br />

Yardımlarıyla benimsenmiş,<br />

Çanakkale Grubuz biz.<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

<strong>Sahil</strong>lerde, boğazlarda vazgeçilmez unsursun,<br />

Arama ve kurtarmada en büyük can dostusun,<br />

Her zaman bölgende güven veren bir güçsün,<br />

İnsanlığa denizleri sevdiren kurumsun,<br />

Lisanınla nezaketi kıskandıran olgusun,<br />

Güçlüsün, gücünü alırsın hep ülkenden,<br />

Ülken için verirsin her şeyini hiç düşünmeden,<br />

Varlığın hizmet olur yuva bildiğin denizlerde,<br />

En güzele, en iyiye hiç menfaat gütmeden,<br />

Ne suçlular sever seni,ne de deniz düşmanları,<br />

Lezzet verir sevenlerin sana olan övgüleri,<br />

İsteklidir personelin hep birlikte her göreve,<br />

KEGAK’larınla, SAGET’lerinle, botlarınla her<br />

bölgede.<br />

32<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

kahramanlıklar üzerine inşa edilir. Çanakkale<br />

Savaşları kahramanlık destanlarıyla yüklü, tarihin<br />

gördüğü en büyük olaylardan biridir.<br />

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını<br />

döken kahramanlar, burada bir dost vatanının<br />

toprağındasınız, huzur ve suskunluk içinde uyuyunuz.


Sizler Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız.<br />

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen<br />

analar, gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim<br />

bağrımızdadır, huzur içindedirler, huzur içinde<br />

uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten<br />

sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”<br />

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,<br />

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.<br />

Eğil de kulak ver; Bu sessiz yığın,<br />

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.<br />

M. Kemal ATATÜRK<br />

ÇANAKKALE GRUP KOMUTANLIĞI’NIN<br />

SORUMLULUK SAHASI VE GÖREVLERİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı yüreği<br />

denizlerimizin ve insanların güvenliği için atan genç<br />

ve dinamik personeliyle; Çanakkale Boğazı ve Ege<br />

Denizi’nde Yunanistan Deniz Yan Hududu ile Baba<br />

Burnu bölgesine kadar olan sorumluluk sahasında,<br />

değişik üs ve limanda konuşlanmış muhtelif<br />

büyüklükte <strong>Sahil</strong> Güvenlik Botları, <strong>Sahil</strong> Güvenlik ve<br />

Emniyet Timi (SAGET) Botları, Kıyı Sularda Emniyet<br />

Güvenlik ve Arama Kurtarma (KEGAK) Botları ve<br />

Kontrol Botları ile görevlerini icra etmektedir.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığının icra<br />

ettiği görevleri şöyle özetleyebiliriz;<br />

• Sorumluluk sahamızda yer alan bölgemizi,<br />

korumak, güvenliğini sağlamak,<br />

• Denizlerimizde can ve mal emniyetini sağlamak,<br />

• Deniz yolu ile yapılan her türlü kaçakçılık<br />

eylemlerini, yasa dışı göç ve insan kaçakçılığını<br />

önlemek,<br />

• Türk Arama Kurtarma Sahasında, Uluslararası<br />

Arama ve Kurtarma Sözleşmesi ile Ulusal Arama<br />

Kurtarma Yönetmeliği’nde belirtilen esaslar<br />

dahilinde arama kurtarma görevlerini yerine<br />

getirmek ve 3 Numaralı Arama Kurtarma Alt<br />

Merkezi (AKAMER)’ni işletmek,<br />

• Çanakkale Boğazı’nda stratejik deniz nakliyatının<br />

güvenliğini sağlamak,<br />

• Denizde kültür ve tabiat varlıklarını korumak,<br />

• Yasa dışı su ürünleri avcılığını önlemek,<br />

• Yat turizmi faaliyetlerini denetlemek,<br />

• Deniz ve hava araçları ile denizlerdeki tesislerden<br />

kaynaklanan her türlü deniz kirliliğine mani<br />

olmaktır.<br />

Coğrafi yapısı, akıntıları, keskin dönüşleri, değişken<br />

iklim şartları ve yıllık toplam 48.978 gemi geçişi<br />

ile Çanakkale Boğazı, dünyanın önemli doğal su<br />

yollarından biri olmuştur. Stratejik konumu ile<br />

oldukça önemli bu boğazda konuşlanmış olan<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı; deniz<br />

ticareti ve balıkçılık gibi ülke menfaatini destekleyen<br />

faaliyetlerin kontrolünün yanı sıra, sualtı kültürel<br />

varlık ve tarihi eser kaçakçılığı, yasa dışı göç ve deniz<br />

kirliliğinin önlenmesi açısından da <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Kanunu çerçevesinde görevlerini en iyi şekilde<br />

yerine getirmektedir.<br />

‘‘Deniz yetki alanlarında ulusal ve uluslararası<br />

hukuku etkin kılmak, can ve mal güvenliğini<br />

sağlamak’’ misyonunun bilincinde olan <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı, Yüce Önder<br />

Atatürk’ün ilke ve devrimlerini kendine rehber<br />

alan, onun bitmek tükenmek bilmeyen çalışma<br />

azmini ve vatan sevgisini yüreğinin derinliklerinde<br />

besleyen personeli ile denizlerimizde insanların ilk<br />

aklına gelen, korkulan değil sevilen, güven veren<br />

ve saygı duyulan bir komutanlık olma vizyonu<br />

doğrultusunda, mavi vatan denizlerimizin koruyucu<br />

kalkanı olarak 7 gün 24 saat göreve hazırdır.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. www.canakkale.gov.tr<br />

2. www.çanakakale.gen.tr<br />

33<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


34<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

TCSG-310 VE TCSG-311’İN<br />

SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI<br />

AİLESİNE KATILIŞI<br />

[ Hazırlayan] Aşkın ÜREDİ | Dz. Yb.<br />

MSB Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile Yonca<br />

Onuk Ortaklığı arasında 19 Kasım 1998 tarihinde<br />

imzalanan sözleşme ve 20 Mayıs 2004 tarihinde<br />

imzalanan protokol gereğince inşa edilen ve<br />

KAAN-33 sınıfı <strong>Sahil</strong> Güvenlik botlarının son ikisi<br />

TCSG-310 ve TCSG-311, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz<br />

Bölge Komutanlığı kuruluşuna alınmışlardır.<br />

TCSG-310 ve TCSG-311’in envantere dahil olmasıyla<br />

süratli <strong>Sahil</strong> Güvenlik botu sayısı 39’a ulaşmıştır.<br />

Teknolojik gelişmelere paralel olarak envanterine<br />

dahil ettiği yeni <strong>Sahil</strong> Güvenlik botları ile daha da<br />

güçlenen <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının en yeni<br />

unsurları olan TCSG-310 ve TCSG-311, 35.69 m<br />

boyunda ve 6,70 m genişliğindedir. Direk başı<br />

yüksekliği 11,1 m olan botların azami sürati<br />

45 deniz mili, iktisadi sürati ise 35 deniz milidir.<br />

Botlar; azami sürat ile 722 mil, iktisadi süratle<br />

819 mil mesafe kat edilmektedir. <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

botlarında 3650 HP gücünde 2 adet MTU marka<br />

16 V 4000 M90 model makine ve 80 KW gücünde<br />

2 dizel jeneratör bulunmaktadır.<br />

115 ton deplasman tonajına sahip olan<br />

TCSG-310 ve TCSG-311, 5 deniz durumuna kadar<br />

görev yapabilmektedir.


Teknesi 14 Ocak 2008 tarihinde kızağa konulan<br />

TCSG–310, 21 Temmuz 2008 tarihinde denize<br />

indirilmiştir.<br />

26 Eylül 2008 tarihinde geçici teslimi yapılan<br />

TCSG–310, 13-31 Ekim 2008 tarihleri arasında<br />

Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezi Komutanlığı<br />

emrinde 3 hafta süreyle intibak eğitimine tabi<br />

tutulmuş ve eğitimleri başarıyla tamamlamıştır.<br />

09 Kasım 2008 tarihinde Bayraklı/İzmir’e intikal<br />

eden TCSG-310’a, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge<br />

Komutanlığınca 10-14 Kasım 2008 tarihleri<br />

arasında <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitimleri verilmiş<br />

ve 14 Kasım 2008 tarihinde harekata hazırlık<br />

henetlemesine tabi tutulmuştur.<br />

TCSG-310, 16 Kasım 2008 tarihinde konuş yeri olan<br />

Marmaris’e intikal ederek göreve başlamıştır.<br />

7 Aralık 2008 tarihinde TCSG-310 tarafından<br />

Yüksel-33 isimli tekne için arama/kurtarma görevi<br />

icra edilmiştir.<br />

TCSG-311’in inşasına ise 19 Mayıs 2008 tarihinde<br />

başlanmış, 20 Ocak <strong>2009</strong> tarihinde geçici kabulü<br />

yapılmıştır. TCSG-311, 02-20 Şubat <strong>2009</strong><br />

tarihleri arasında Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezi<br />

Komutanlığı emrindeki intibak eğitimini başarıyla<br />

tamamlayarak göreve başlamıştır. <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Ege Deniz Bölge Komutanlığınca <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

eğitimleri verilecek olan TCSG-311, Kuşadası’nda<br />

konuşlanarak görevine başlayacaktır.<br />

KAAN-33 sınıfı botların 4’üncü son paketinin ilk<br />

iki botu olan TCSG-310 ve TCSG-311’de daha önce<br />

inşa edilen botlara ilave olarak, köprü üstündeki<br />

tüm koltuklar amortisörlü hale getirilmiş, rüzgar<br />

gülü döner kanatçıklar değiştirilerek sabit sensörlü<br />

sistem getirilmiş, harita masası üzerinde GPS ekranı<br />

ünitesi konmuş, telsizlerin modeli yükseltilmiştir.<br />

TCSG-310 ve TCSG-311’in envantere dahil olmasıyla<br />

Marmaris ve Kuşadası bölgelerindeki süratli bot<br />

ihtiyacı giderilmiş ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

denizlerdeki her türlü arama, kurtarma, kaçakçılık,<br />

deniz kirliliği, yasa dışı su ürünleri avcılığı ile<br />

yasa dışı göçmen kaçakçılığına ani müdahale gücü ve<br />

etkinliği artmıştır.<br />

TCSG-310 ve TCSG-311’e mavi vatan denizlerimizin<br />

koruyucusu olarak başarılar diliyoruz.<br />

35<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


36<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

ROMANYA-UKRAYNA ARASINDA<br />

DENİZ ALANLARININ<br />

SINIRLANDIRILMASI VE<br />

TÜRKİYE’YE ETKİLERİ (1)<br />

[ Hazırlayan ] Güray DEMİR | S.G. Yzb.<br />

Romanya ile Ukrayna arasında deniz alanlarının<br />

sınırlandırılmasında anlaşmazlığa neden olan<br />

Serpents (Yılan) Adası Karadeniz’de, Tuna Nehri’nin<br />

doğu ağzına 35 km mesafede yer almaktadır.<br />

Yaklaşık 1,5 km 2 olan adanın deniz yatağında British<br />

Petrol firmasına Ukrayna tarafından yaptırılan<br />

araştırmalar kapsamında; 1993 yılında yaklaşık<br />

10 milyon ton petrol ve 1 milyar m 3 doğalgaz<br />

bulunmuştur. Bu gelişmeler üzerine Ukrayna’nın<br />

Naftogas ve Chornomornaftogas şirketleri ile<br />

Avustralya’nın OMV firması kurduğu birliktelik<br />

ile petrol çıkarmak için bir imtiyaz anlaşması<br />

imzalamıştır. Romanya’nın en büyük petrol şirketi<br />

Petrom ile Total arasında da benzer bir imtiyaz<br />

anlaşması yapılmıştır. (2)<br />

Serpents Adası 1788 yılında Osmanlı İmparatorluğu<br />

ve Rusya arasında bir deniz savaşına da sahne olmuş<br />

ve savaşın sonucunda Osmanlı İmparatorluğu<br />

Karadeniz’de hakimiyetini hemen hemen bir asır<br />

daha sürdürmüştür. (3)<br />

Ada, 1829’dan 1856’ya kadar Rusların<br />

egemenliğinde kalmış. 1856’da Osmanlı


Serpents Adası<br />

Serpents Adası<br />

egemenliğine geçmiş ve 1877-78 Osmanlı-Rus<br />

Harbi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu adadan<br />

vazgeçmiştir.<br />

1879 yılında Romanya’nın kontrolüne geçen<br />

Serpents Adası II. Dünya Savaşı sırasında çatışma<br />

olmadan Sovyetler Birliği’ne geçmiş ve Romanya ile<br />

SSCB arasında 1948 ve 1961 yıllarında imzalanan<br />

anlaşmalar ile resmen SSCB toprağı olmuştur. 1991<br />

yılında SSCB’nin dağılması ile beraber Serpents<br />

Adası Ukrayna’nın egemenliğine geçmiştir. (4)<br />

Ada da 2007 yılından itibaren Ukraynalı bilim<br />

adamları, <strong>Sahil</strong> Güvenlik personeli ve ailelerinden<br />

oluşan yaklaşık 100 kişilik bir topluluk<br />

yaşamaktadır.<br />

Anlaşmazlık Nedeni ve Tarafların İddiaları:<br />

1991 yılında Ukrayna egemenliğine geçen ada ile<br />

ilgili olarak iki ülke arasında herhangi bir deniz<br />

alanları sınırlandırma anlaşması yapılmamıştır.<br />

Romanya 17 Aralık 1996’da, Ukrayna ise 26 Haziran<br />

1999’da 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku<br />

Sözleşmesini onaylamıştır.<br />

Ada coğrafi olarak oldukça ilginç bir noktada yer<br />

almaktadır. Romanya-Ukrayna kara sınırının<br />

devamında yer alan Serpents eğer ada olarak kabul<br />

edilecek olursa Ukrayna’ya kazandıracağı deniz<br />

alanları ile Romanya’nın deniz alanlarını ciddi<br />

biçimde kısıtlamaktadır. Eğer Serpents’in kayalık<br />

olduğu düşünülecek olursa konumunun önemi<br />

azalmaktadır.<br />

Romanya, Serpents’in Ukrayna’nın uzantısı bir<br />

ada olmadığını sadece bir kayalık olduğunu ve bu<br />

nedenle karasuları haricinde kendisine ait özel bir<br />

deniz alanının olmaması gerektiğini savunmaktadır.<br />

Ukrayna ise, Serpents’in bir ada olduğunu,<br />

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi<br />

(BMDHS)’ni her iki tarafın da onaylamış olmasından<br />

doğan hakların bir gereği olarak Serpents’in kıta<br />

sahanlığına ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)’ye<br />

sahip olması gerektiğini iddia etmektedir.<br />

Romanya ile Ukrayna 1998 yılında Serpents<br />

Adası’nın statüsü ve deniz alanlarının<br />

sınırlandırılması ile ilgili görüşmelere başlamış ve<br />

görüşmelerden 6 yıl boyunca herhangi bir sonuç<br />

alınamamıştır.<br />

Romanya ile Ukrayna arasında 1997 yılında<br />

imzalanan anlaşmada “Taraflar arasında oluşacak bir<br />

sınır sorunu ile ilgili müzakerenin başlamasından<br />

sonra, 2 yıl içerisinde taraflar arasında herhangi<br />

bir anlaşma sağlanamazsa tarafların sorunu<br />

Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’na götürme<br />

hakkı doğacaktır.” hükmünü içeren bir madde<br />

bulunmaktadır. (5) Tarafların iddia ettikleri deniz<br />

sınırları şekil 1’de gösterilmiştir.<br />

Şekil 1 - Tarafların iddia ettikleri deniz sınırları<br />

37<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


38<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

1997 antlaşmasından doğan hakkını kullanan<br />

Romanya 16 Eylül 2004 tarihinde sorunu UAD’a<br />

taşımıştır.<br />

Taraflar UAD tarafından verilecek kararda kıta<br />

sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge için tek bir<br />

hat belirlenmesini talep etmişlerdir.<br />

Davada Romanya tarafından Serpents’in statüsünün<br />

belirlenmesi de talep edilmiş, ada mı yoksa<br />

kaya parçası mı olduğuna UAD’ın karar vermesi<br />

istenmiştir.<br />

Uluslararası Adalet Divanının İncelemesi ve<br />

Karar:<br />

UAD öncelikle Serpents’in bir kayalık değil<br />

ada olduğuna karar vermiştir. UAD Serpents<br />

Adası’nın Ukrayna’nın sahil şekillerinin devamı<br />

olmadığına karar vermiş ve adanın özel durumu<br />

ve konumu nedeniyle ilgili kıyı (relevant coast)<br />

sayılamayacağına karar vermiştir.<br />

Serpents Adası’nın ilgili kıyı olarak alınması<br />

durumunda Ukrayna’nın kazanacağı deniz<br />

alanlarının hakkaniyet ilkesine uygun olmayacağını<br />

belirtmiştir.<br />

Daha sonra taraflarca da onaylanan 1982 Deniz<br />

Hukuku Sözleşmesi gereğince Serpents Adası’nın<br />

12 mil karasuyuna sahip olduğunu teyid etmiştir. (6)<br />

Mahkeme Romanya’nın sahillerinin tamamının<br />

ilgili kıyı olduğuna karar vermiş ve sahil uzunluğu<br />

248 km olarak belirlenmiştir. Ukrayna’nın<br />

sahillerinden şekil 2’de mavi çizgilerle belirtilen<br />

yerleri ilgili kıyı olarak almıştır. Bu uzunlukta<br />

yaklaşık 705 km’dir.<br />

Şekil 2 - Mahkeme tarafından sınırlamaya esas tutulan ilgili kıyılar<br />

Romanya ve Ukrayna’nın ilgili sahil uzunluklarının<br />

oranları mahkemece 1:2.8 olarak saptanmıştır. (7)<br />

UAD dava ile ilgili kesin kararını 03 Şubat<br />

<strong>2009</strong> tarihinde açıklamıştır. UAD tarafından<br />

belirlenen deniz alanları için çizilen sınır şekil 3’te<br />

gösterilmiştir.<br />

Kararda taraf ların talep etmiş olduğu gibi iki<br />

ülkenin kıta sahanlıkları ve MEB’leri tek bir hat ile<br />

ayrılmıştır.<br />

UAD kararını verirken; Karadeniz’in doğal kapalılık<br />

durumunu ve sınırlamanın etkilediği bölgeleri,<br />

tarafların petrol ve gaz imtiyazlarını, balıkçılık<br />

faaliyetlerini ve güvenlik mülahazalarını dikkate<br />

aldığını açıklamıştır.<br />

Şekil 3 - Mahkeme tarafından Romanya-Ukrayna arasında deniz alanları için<br />

belirlenen sınır<br />

UAD’ın kararında öncelikle 1949 yılında Romanya<br />

ve SSCB arasında yapılan anlaşmaya ve 1997<br />

tarihli Romanya-Ukrayna İyi Komşuluk ve İşbirliği<br />

Anlaşmasına atıf yaparak 1 numaralı mevki<br />

belirlenmiştir. Daha sonra 1 numaralı noktadan<br />

2 numaralı noktaya kadar 12 millik yay devam<br />

ettirilmiştir.<br />

Yayın bittiği noktadan itibaren Ukrayna ve<br />

Romanya’nın bitişik olan sınırı nedeniyle<br />

2, 3 ve 4 numaralı noktaları birleştiren hatlar iki<br />

ülkenin bitişik sınırı dikkate alınarak çizilmiştir.<br />

4 numaralı noktadan 5 numaralı noktaya çizilen<br />

hat ise iki ülkenin karşılıklı sınırı dikkate alınarak<br />

belirlenmiştir. 5’inci noktadan sonra çizilen hattın<br />

ucu etkilenebilecek 3’üncü devletlerden dolayı açık<br />

bırakılmıştır.


UAD kararın ardından Romanya ile Ukrayna<br />

arasında oluşan yeni çizgiye göre belirlenen<br />

deniz yetki alanlarının hakkaniyet ilkesine uygun<br />

olduğunu belirtmiştir.<br />

Kararın Değerlendirilmesi ve Türkiye’ye<br />

Etkileri:<br />

UAD davada Serpents Adası’na karasuları haricinde<br />

herhangi bir deniz alanı tanımamıştır. Kararına<br />

gerekçe olarak da, çok küçük adalara geniş<br />

deniz yetki alanları vermenin deniz alanlarının<br />

sınırlandırılmasında orantısızlığa neden olacağını<br />

göstermiştir.<br />

Karardan sonra Romanya Heyet Başkanı Bogdan<br />

Aurescu tarafından verilen karar “eşit ve doğru”<br />

olarak değerlendirilmiş, Ukrayna Dışişleri Bakan<br />

Yardımcısı Konstantin Eliseyev ise kararı “akıllı bir<br />

uzlaşı” olarak nitelemiştir. (8)<br />

Genel olarak Romanya’nın tezine daha yakın bir<br />

karar çıkmış ve Romanya taraflar arasında ihtilafa<br />

neden olan deniz alanlarının %80’ini elde etmiştir.<br />

Davanın kesin kararının açıklanmasından sonra<br />

Ukrayna’da halk tarafından ufak çaplı protesto<br />

gösterileri yapılmıştır. (9)<br />

Davada UAD tarafından Serpents Adası’nın<br />

ilgili kıyı olarak alınmamasının, Türkiye’nin Ege<br />

Denizi’nde sınırlama için esas alınacak “ilgili kıyılar<br />

Türkiye ve Yunanistan’ın anakaralarıdır” tezini<br />

güçlendirdiği, her ada için Münhasır Ekonomik<br />

Bölge ve kıtasahanlığı olması gerektiği tezinin<br />

mümkün olmadığı, Karadeniz’de sadece bir ada<br />

ile ilgili açıklanan kararın, Ege Denizi gibi onlarca<br />

ada ve adacığın bulunduğu bir deniz alanının UAD<br />

tarafından aynı şekilde değerlendirilmeyebileceği,<br />

ancak Doğu Akdeniz’de, Meis Adası’na geniş deniz<br />

yetki alanları talep edilmesinin deniz alanlarının<br />

sınırlandırılmasında orantısızlığa neden olacağı,<br />

değerlendirilmektedir.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. Bu makale Deniz Harp Akademisi Alesta Dergisi Mart <strong>2009</strong> sayısında yayımlanmıştır.<br />

2. www.en.wikipedia.org<br />

3. Yılan Adası Deniz Savaşı, 12 Ağustos 1788.<br />

4. www.londonperspectives.com<br />

5. www.icj-cij.org<br />

6. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 3<br />

7. www.icj-cij.org<br />

8. www.voanews.com<br />

9. www.ntvmsnbc.com<br />

1- Serpents (Yılan) Adası<br />

2- Sivastopol<br />

3- Ukrayna<br />

4- Romanya<br />

39<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


40<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

DENİZ KİRLİLİĞİ TESPİTİ<br />

İÇİN YENİ BİR TEKNOLOJİ:<br />

POPEIE ŞAMANDIRASI<br />

[ Hazırlayan ] Ayşe Esin BAŞKAN | Çevre Yüksek Mühendisi<br />

Çevre sorunları ulusal ve uluslararası ortamda<br />

her geçen gün biraz daha ön plana çıkarak dünya<br />

gündemindeki yerini almaktadır. Pek çok çevre<br />

sorunu sınır tanımayarak sadece yerel veya bölgesel<br />

değil küresel alanda etkilerini göstermekte ve dünya<br />

uluslarının geleceğini büyük ölçüde etkilemektedir.<br />

Küresel ısınma, çölleşme, kuraklık, tarım ve<br />

ormanlık alanların azalması, iklim dengesinin<br />

bozulması, denizlerin yükselmesi, tuzluluğunun<br />

artması, biyolojik çeşitliliğin yok olması ve doğal<br />

kaynaklar üzerindeki baskının artması tüm<br />

insanoğlunun geleceğini tehdit eden başlıca küresel<br />

çevre sorunlarıdır. Nüfusun hızla artması, tüketim<br />

kalıplarının değişmesi ve çevre dostu olmayan<br />

üretim faaliyetleri bu sorunları tetiklemektedir.<br />

Bu sorunların varlığını iyice hissettirmesiyle<br />

beraber, ülkeler ilerleme, kalkınma, doğal<br />

kaynakların etkin kullanımı ve çevrenin korunması<br />

yönünde denge oluşturacak çözüm odaklı strateji<br />

ve politikalarla faaliyetlerini yönlendirmeye<br />

çalışmaktadırlar. Bu noktada çevrenin korunmasının<br />

diğer politika alanlarına yatay biçimde dahil edilmesi<br />

ve yeni yatırımlarının koruma politikaları ile uyumlu<br />

şekilde gerçekleştirilmesinin önemi büyüktür. (1)<br />

Tüm çevresel değerlerin korunmasına yönelik<br />

denizlerin de korunmasına yönelik olarak ulusal<br />

ve uluslararası birçok çalışma, proje ve toplantılar<br />

yapılmakta, sözleşmeler oluşturulmakta ve<br />

ortak stratejiler belirlenerek önlem alınmaya<br />

çalışılmakta ve deniz kirliliği ile etkin mücadele<br />

için yeni yöntemler geliştirilmektedir. Dünya iklim<br />

dengesinin korunmasında oldukça önemli rolü


olan deniz ve okyanusların ekonomik faaliyetler ve<br />

çevre arasında denge korunacak şekilde korunması,<br />

biyolojik çeşitliliğin muhafazası ve gelecek nesillere<br />

aktarımı oldukça önemlidir. Deniz kirliliği tespiti<br />

ve denetimi konusunda hem caydırıcılığı hem<br />

de etkinliği arttırmak üzere özel donanımlı hava<br />

vasıtaları ve uydular gibi teknolojik gelişmelerin<br />

ürünü olan araçlara başvurulmaktadır. (2)<br />

Ancak dünya denizlerinde özellikle kirletici kaynağın<br />

belli olmadığı yayılımlardan (döküntü) kaynaklanan<br />

pek çok deniz kirliliği vakası görülmektedir. Örneğin<br />

Kanada’nın doğu kıyılarında her yıl kirleticinin belli<br />

olmadığı kaynağı belirsiz deniz kirliliği olaylarında<br />

300.000 kuş öldüğü Kanadalı yetkililer tarafından<br />

belirtilmektedir. Araştırmalar, ekosistemin önemli<br />

bir parçası olan kuşların üreme sezonunda yanlış<br />

zamanda ve yerde küçük bir döküntünün bile türler<br />

üzerinde önemli olumsuz etkilere yol açabildiğini<br />

ortaya koymaktadır.<br />

Pek çok çevre ve petrol döküntüsü uzmanı, yasa dışı<br />

boşaltım olaylarının kazara olan döküntülerden<br />

daha fazla zarara yol açtığı ve denizdeki petrol<br />

kaynaklı kirliliğin başlıca kaynaklarından olduğu<br />

konusunu gündeme getirmektedirler. Uzmanlar<br />

bununla birlikte, bu problemin petrol/<br />

yağ içeren atıkların yasa dışı boşaltımının<br />

kanunlara uygun şekilde boşaltımından uygun<br />

maliyete sahip olduğu sürece devam edeceğine<br />

inanmaktadırlar.<br />

Sorunun bir kısmını ise atık yağ alan/boşaltılan<br />

yetersiz sayı veya özellikteki kıyı atık alım tesisleri<br />

ve atık alım gemileri oluşturmaktadır. Fakat bazı<br />

koşullarda yeterli tesis/gemi olsa bile, ek giderler<br />

yüzünden rekabetin hakim olduğu nakliyat<br />

sektöründeki gemiler için problem muhtemelen<br />

devam edecektir. Bazıları için yasa dışı boşaltımla<br />

yapılan tasarruf, yakalanma ve soruşturma geçirme,<br />

ceza alma riskinden daha ağır basmaktadır. Bu<br />

yüzden deniz kirliliği tespiti ile görevli otoriteler<br />

deniz kirliliği ile etkin mücadele için gözetim<br />

ve mevzuata yönelik uygulamaları arttırarak<br />

sürdürmelidirler.<br />

ABD <strong>Sahil</strong> Güvenlik unsurlarınca, özellikle kaynağı<br />

belirsiz deniz kirlilikleri olmak üzere deniz<br />

kirliliğinin tespiti maksadıyla 11’inci Bölgede<br />

görevli bir deniz subayı tarafından geliştirilen<br />

ve POPEIE (Probe for Oil Polution Evidence in<br />

the Environment) olarak isimlendirilen uçak/<br />

helikopterden atılan bir şamandıra geliştirilmiş ve<br />

denemelerden sonra kullanılmaya başlanmıştır.<br />

Bahse konu öncü uygulama ile ABD <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığı 11’inci Bölgesi deniz ortamında<br />

41<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


42<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

oluşan petrol kirliliğini kanıtlama araştırmalarının<br />

geliştirilmesinde oynadığı rol nedeniyle 2005 Miras<br />

Ödülü’ne layık görülmüştür.<br />

Söz konusu cihaz genellikle devriye gezen hava<br />

unsurları tarafından petrolün denize sızmış<br />

olduğuna dair rapor verildiğinde kullanılmaktadır.<br />

Bahse konu şamandıra Kaliforniya’da konuşlu<br />

Interocean System Inc. firması tarafından<br />

geliştirilmiş ve OSSB (Oil Spill Sampling Buoy) olarak<br />

adlandırılmış olup, sonrasında ABD <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığı envanterine girmiştir. (3)<br />

Devriye gezen uçak, deniz yüzeyinde bir petrol/<br />

yağ tabakası tespit edildiğinde veya kirliliğin<br />

yoğun görüldüğü noktalarda olası muhtemel<br />

kirliliklerden numune almak için POPEIE<br />

şamandıralarını taşımaktadır. POPEIE, yağ<br />

tabakasına konuşlandığında pasif ve otomatik olarak<br />

kontaminasyona izin vermeden petrol numunesini<br />

toplamaktadır.<br />

Görevliler tarafından hava geçirmez sandığından<br />

çıkarılarak, atıldığı hava aracının türüne bağlı olarak<br />

25-1000 fit yükseklikte, 80-150 knot hız ile hava<br />

aracından konuşlandırılan POPEIE’de, düzgün<br />

uçuşu güvenceye alan ve şamandıranın suya girmesi<br />

ile birlikte şamandıranın serbestçe yüzebilmesi<br />

için şamandıradan ayrılan suda çözünebilen<br />

mukavva (karton) tüp kullanmaktadır. Şamandıra<br />

suya paraşütle inmektedir. POPEIE’de paraşütün<br />

şamadıradan doğru olarak açılmasını sağlamak için<br />

4.6 metrelik statik bir hat kullanılmaktadır. Ayrıca<br />

herhangi bir alet gerekmemektedir. Şamandıra<br />

koruyucu çantasından çıkarılınca, statik hattaki<br />

kanca açılmakta ve şamandıra uçaktan dışarı<br />

atılmaktadır. Uçak mürettebatı, aynı zaman<br />

diliminde bölgeden geçen gemileri tespit edebilmek<br />

amacıyla, şamandıra atıldığı anda hemen konum ve<br />

zamanı kaydetmektedir. (4)<br />

Şamandıranın emici örnekleme maddesi içeren<br />

kapalı bir numune saklama kavanozu vardır.<br />

Şamandıra suya inince şalter numune alma<br />

işleminin başlamasını sağlamakta ve kapalı olan<br />

numune saklama kavanozu açılmaktadır. Otomatik<br />

numune toplama bölümünde bulunan numune<br />

saklama kavanozunun döndüren motor tarafından<br />

açılmasının ardından numune kavanozunun<br />

kapağında bulunan emici madde ortaya çıkmaktadır.<br />

TFE-fluorocarbondan oluşan bu emici madde, suyu<br />

dışarıda bırakarak hidrokarbonu emmektedir.<br />

Numune kavanozu bir saat boyunca açık durumda<br />

beklemektedir. Bir saat süren numune alma<br />

sürecinin ardından, numune saklama kavanozu<br />

numuneyi sızdırmayacak, kontamine olmayacak


desteklenmekte ve numune alınmasının hemen<br />

ardından sudan alınabildiği gibi iki haftalık<br />

süre içinde de sudan geri alınabilmektedir. (7)<br />

şekilde kapanmakta ve bir kilit mekanizması<br />

harekete geçmektedir. Daha sonra POPEIE’nin<br />

üstüne takılı GPS alıcıları şamandıranın konum<br />

bilgisi ve suyun sıcaklığını tespit etmekte ve bu bilgi<br />

ARGOS Uydu Şebekesi aracılığıyla ilgili görevlilere<br />

iletilmektedir. (5)<br />

Aynı zamanda tabakanın yakınlarında veya çevrede<br />

olan şüpheli deniz vasıtalarından karşılaştırma<br />

amacıyla <strong>Sahil</strong> Güvenlik unsurları tarafından<br />

ilk fırsatta numune alınmakta ve bu numuneler<br />

laboratuara gönderilmektedir. (6) Petrol numunesi<br />

şüpheli deniz vasıtalarından alınan numunelere<br />

karşı parmak izi olarak değerlendirilmektedir.<br />

Söz konusu numunelerin karakteristik parmak<br />

izi karşılaştırması yapılmaktadır. Bunun için gaz<br />

kromotografi ya da kütle spektrofotometresinde<br />

yapılan analizlerle kesin kanıt elde edilmekte ve<br />

numuneler arasında eşleşme görüldüğü takdirde<br />

bu durum soruşturma için kanıt olarak kullanılarak<br />

soruşturmayı başarıya götürmektedir.<br />

Tekrar kullanım için POPEIE yeni hava<br />

konuşlandırma kanatçıkları, temiz bir<br />

numune saklama kavanozu ve gerekli olduğu<br />

durumlarda yeni piller ile donatılıp hava geçirmez<br />

kutusuna yerleştirilerek kullanıma hazır halde<br />

bekletilmektedir. POPEI konuşlandırmadan<br />

sonra alkali piller tarafından iki haftaya kadar<br />

Tabi ki denizleri kirlenmekten ve deniz<br />

biyoçeşitliliğini gelecek nesillerin haklarını dikkate<br />

alarak koruyabilmek için sadece teknolojiden<br />

yararlanmak yetersiz kalacaktır. Denizlerin<br />

uydu, hava araçları ve yüzer unsurlarla kirliliğe<br />

yönelik sürekli izlenmesi, bilgi ve teknolojik<br />

birikimden yararlanılarak yeni ve yardımcı<br />

sistemlerin geliştirilmesi yapılması gereken önemli<br />

faaliyetlerdir. Ancak denizleri korumada sadece<br />

yaptırım mekanizmalarına yönelik çabalar yetersiz<br />

kalacaktır. Bu bilinçle yeterli kapasitede ve sayıda<br />

tüm kıyıları kapsayacak şekilde atık alım tesislerinin<br />

oluşturulması, söz konusu tesislerin ücretlerinin<br />

makul düzeyde tutularak atık vermeye gemilerin<br />

özendirilmesi ve çevreye ilişkin mevzuatın etkin<br />

uygulanabilir şekilde boşluksuz oluşturulması da<br />

önem taşıyan hususlardandır. Ancak en önemlisi<br />

deniz çevresini koruma bilincini arttıracak deniz<br />

kirliliğinin boyutu, insanlara ve en önemlisi<br />

çocuklarımıza etkileri, denizden elde edilen<br />

ekonomik faydaları etkileme düzeyinin dikkat<br />

çekici örneklerle sunulduğu bilgilendirme ve<br />

tanıtım faaliyetlerinin hedef kitlenin belirlenerek<br />

icra edilmesidir. Çocuklara yönelik planlanacak<br />

faaliyetlerle gelecek nesilin bilinç düzeyinin<br />

yükseltilmesine yönelik uzun vadeli ve kalıcı<br />

çalışmalar önem taşımaktadır.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. Başkan, A.E., <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının Deniz Çevresinin Korunmasına Yönelik<br />

Faaliyetleri Konulu Takdim Metni, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı 1. Çevre Semineri, Ankara,<br />

23-24 Aralık 2008<br />

2. Başkan, A.E., Deniz Kirliliğinin Önlenmesi Konusunda Ulusal ve Uluslararası Mevzuat<br />

ile <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının Görevleri ve Yürüttüğü Faaliyetler Konulu Takdim<br />

Metni, Kara <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı Çevre Semineri,<br />

Ankara, 14-15 Haziran 2007.<br />

3. Chase, C.R. ve Sanders, R.W., ‘‘Innovative New Tool in the Fight Against Illegal Discharge<br />

of Oil at Sea’’, Sea Technology Magazine, Amerika Birleşik Devletleri, Eylül 2005.<br />

4. InterOcean Systems Inc.,2004, Probe for Oil Pollution Evidence In The Environment<br />

(POPEI) Technical Manuel Revision B, San Diego, 1-20.<br />

5. InterOcean Systems Inc.,Oil Spill Sampling Buoy (OSSB) General Information Paper, San<br />

Diego.<br />

6. Sanders, R.W. ve Black, Byron, POPEI Şamandırası Tanıtım Sunumu, Amerikan <strong>Sahil</strong><br />

Güvenliği, Amerika Birleşik Devletleri.<br />

7. InterOcean Systems Inc., Brochure of Oil Spill Sampling Buoy (OSSB), San Diego.<br />

43<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


44<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

EN DEĞERLİ KAYNAK<br />

İNSAN KAYNAKLARI<br />

[ Hazırlayan ] Hakan ALP | S.G. Yzb.<br />

İnsan, tarih boyunca canlıların en değerlisi olarak<br />

kabul görmüş ve dünyaya yön veren, çevresini ve<br />

kendisini olumlu veya olumsuz değiştirebilen tek<br />

canlı olmuştur. Çevresini ve kendisini değiştirebilen<br />

insanlar arasından da, insanlık için faydalı işler<br />

yapanlar kalıcı olmuş, yani kazançları uzun vadeli<br />

olmuştur. Ancak aynı insan, özellikle çalışma<br />

hayatında, 18. yüzyıla kadar bir makine gibi<br />

görülmüştür. Çünkü, 18. yüzyılın ikinci yarısında<br />

ortaya çıkan sanayi devrimiyle birlikte, seri üretim<br />

sistemleri devreye girmiş ve bu sistemlerde insanlar<br />

sadece yaptıkları işe göre ücret alan, yani sadece<br />

yaptıkları işlerle değerlendirilen canlılar olarak<br />

görülmeye başlanmıştır. (1) Ayrıca bu dönemde<br />

hakim olan klasik yönetim anlayışına göre, çalışanlar<br />

sorumluluk almaktan kaçan ve yönetilmeyi tercih<br />

eden bir yapıdadır. Bu yapının etkisi ile bu dönemde<br />

yönetim bir bilim olarak görülmeye başlanmış<br />

ve bu gün hala yönetim biliminin duayenleri<br />

olarak bilinen şahıslar ortaya çıkmaya başlamıştır.<br />

Bunlardan Frederick Winslow Taylor, 19. yüzyılın<br />

sonunda Amerika’da bilimsel yönetimin temellerini<br />

atmış, aynı dönemlerde Henry Fayol ise Avrupa’da<br />

yönetimin bilimsel bir olgu olduğunu, öğrenilmesi<br />

ve uygulanması gereken kuralları olduğunu ortaya<br />

koymuştur.<br />

20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ortaya çıkan


• Bordrolar<br />

• Sigorta işlemleri<br />

• İşe giriş/çıkış işlemleri<br />

• Maaş işlemleri<br />

• Yıllık izinler<br />

• Vizite işlemleri<br />

• İş gücü planlaması<br />

• Seçme ve işe alma<br />

• İş analizleri<br />

• İş tanımları<br />

• İş değerlendirmesi<br />

• İş ve zaman etütleri<br />

• Ergonomi<br />

• Performans ölçümü<br />

• Ücret yönetimi<br />

• Kariyer yönetimi<br />

• Motivasyon<br />

• İş tatmini<br />

• Moral<br />

• İletişim<br />

• Liderlik<br />

• Çatışma yönetimi<br />

• Stres yönetimi<br />

sanayi devrimi sonrası ise iş dallarının ve buna bağlı<br />

faaliyetlerin çeşitlenmesi sonucu organizasyonların<br />

yapılarında değişmeler meydana gelirken, buna bağlı<br />

olarak yönetim sistemlerinde devrim niteliğinde<br />

değişimler olmaya başlamıştır. (2) Klasik anlayışın<br />

devamında gündeme gelen Neo-Klasik Yönetim<br />

anlayışı ile birlikte, o güne kadar üzerinde bilimsel<br />

çalışmalar yapılan yönetimin en önemli kaynağı ve<br />

sahibi olan insan faktörü devreye girmiş ve “İnsan<br />

İlişkileri Yönetimi” kavramı gündeme gelmiştir. (3)<br />

Bu kavramın gündeme gelişinden itibaren insan<br />

faktörünün ne kadar önemli olduğu daha iyi<br />

anlaşılmaya başlanmış ve günümüze kadar olan<br />

süreçte önemini arttırarak gündemde kalmaya<br />

devam etmiştir.<br />

İnsan ilişkileri yönetimi, yani günümüzdeki adıyla<br />

“İnsan Kaynakları Yönetimi”, Neo-Klasik Yönetim<br />

anlayışının yerleşmeye başlamasından itibaren<br />

günümüze kadar geçen dönemde evrim geçirerek<br />

sürekli bir gelişim içinde olmuştur. Bu gelişim ve<br />

değişim süresince İnsan Kaynakları Yönetiminin<br />

kapsamının üç temel başlıkta toplandığı<br />

görülmektedir.<br />

İnsan Kaynakları Yönetiminin idari kapsamındaki<br />

işler; kurumlarda rutin olarak sürdürülen,<br />

kurumun hem çalışanlarına hem de devlete karşı<br />

sorumlulukları çerçevesinde yapılması gereken<br />

çalışmalardır.<br />

Teknik kapsamdaki işleri, faaliyetler için gerekli<br />

zaman ve metotların tespit edilmesi, kurumun<br />

ihtiyaç duyduğu ve gelecekte duyacağı insangücü<br />

miktarı ve niteliğinin belirlenmesi, kurumda yapılan<br />

işlerin ve bu işleri yapanların değerlendirilmesi, bu<br />

değerlendirmeye bağlı olarak uygun ücret sisteminin<br />

geliştirilmesi, çalışanların kariyer planlarının<br />

hazırlanması gibi çalışmaları içermektedir.<br />

Son olarak davranışsal kapsamdaki işler ise; örgüt<br />

çalışanlarının motivasyonunu ve morallerini<br />

artırmaya, organizasyon içerisinde sağlıklı bir<br />

iletişimin kurulmasına, çalışan herkesin kurum<br />

amaçlarını benimsemesine ve bu yönde faaliyetlerini<br />

sürdürmesine yönelik çalışmaları içerir. (4)<br />

İnsan Kaynakları Yönetiminin, 20. yüzyılın ikinci<br />

yarısından itibaren günümüze kadar geçirdiği<br />

gelişim süreci, belirtilen üç temel kapsam<br />

çerçevesinde genel olarak üç temel aşamadan<br />

geçmiştir. (5) Bu üç temel aşama, aynı zamanda<br />

egemen olduğu dönemlerde İnsan Kaynakları<br />

Yönetiminin kapsamına ışık tutan üç temel kapsam<br />

ile de paralellik göstermektedir.<br />

Bu üç temel dönemi ve genel hatlarıyla kapsamlarını<br />

şu şekilde belirtilmek mümkündür:<br />

• Personel Yönetimi Dönemi İdari Kapsam<br />

• İnsan Kaynakları Yönetimi Dönemi Teknik<br />

Kapsam<br />

45<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


46<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

• Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi Dönemi<br />

Davranışsal Kapsam<br />

PERSONEL YÖNETİMİ DÖNEMİ<br />

Personel Yönetimi anlayışının yönetim<br />

yaklaşımlarının içinde yerini alması ve personel<br />

departmanlarının kurumlarda kurulmasının çıkış<br />

noktası; iş yerlerinde meydana gelen güvenlik, ücret<br />

ve hayat standartları problemlerinin artmasıdır.<br />

Ancak bu dönemde personel yöneticileri, insan<br />

kaynakları yönetiminin kapsamına giren üç ana<br />

başlıktan sadece idari kapsamın gereklerini yerine<br />

getirmektedirler. Yani bordroların hazırlanması,<br />

sigorta primlerinin takibi, izinler, vizite işlemleri<br />

gibi temel personel ihtiyaçlarının karşılanmasından<br />

ibaretti. Kısaca personel yöneticileri, çalışanların<br />

sadece idari ihtiyaçlarını ve gereklerini yerine<br />

getirmekten sorumluydu.<br />

Personel yöneticileri bu dönemde gerek yetki,<br />

gerekse bilgi olarak çalışanların tüm ihtiyaçlarını<br />

karşılayacak kadar donanımlı olmamalarına<br />

karşın dönemin şartlarına göre çalışanların bir<br />

çok endişesine ve sorununa çare olabilmişlerdir.<br />

Çünkü o zamana kadar çalışanlar, birer makine gibi<br />

görülmekte ve sadece yaptığı işin miktarı ve kalitesi<br />

ile değerlendirilmekteydi. Ürün veya hizmetin<br />

miktar ve kalitesinin arttırılması için teçhizat<br />

ve makinelerin geliştirilmesi veya miktarlarının<br />

arttırılmasının gerektiği düşünülmekte, insan<br />

faktörünün etkisi akla bile gelmemekteydi. Bu<br />

nedenle, mevcut çalışma koşulları ve dönemin<br />

çevresel boyutları da göz önüne alındığında,<br />

çalışanların temel ihtiyaçları ve sorunları ile<br />

ilgilenen bir departman mevcudiyeti bile çalışanlar<br />

için çok önemli bir motivasyon aracı ve büyük bir<br />

gelişim olarak görülmekteydi.<br />

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ DÖNEMİ<br />

İnsan Kaynakları Yönetimini etkileyen en önemli iki<br />

psikoloji dalının, davranışçılık ve insan ihtiyaçları<br />

hiyerarşisi olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Abraham<br />

Maslow’un insan ihtiyaçları hiyerarşisiyle ilgili<br />

teorisi, İnsan Kaynakları Yönetiminde yeni bir çığır<br />

açmıştır.<br />

İhtiyaçlar hiyerarşisi, çalışanların işletmelerde<br />

değiştirilebilecek birer parça olarak görülmemesi<br />

gerektiğini göstermiş, işverenlerin güçlü ve üretken<br />

bir işgücü oluşturmak için çalışanların güvenlik,<br />

kişisel dışavurum ve iletişim gibi isteklerinin tatmin<br />

edilmesi gerekliliği anlaşılmıştır. (6)<br />

İnsan kaynağının değerli ve kıt bir kaynak olarak


Kişisel tatmin,<br />

Kişisel başarı,<br />

Kişinin potansiyelini<br />

ortaya çıkarması,<br />

Kendini Gerçekleştirme İhtiyaçları<br />

Prestij, başarı, yeterli olmak ve<br />

başkalarınca benimsenip tanınmak<br />

Değer İhtiyaçları<br />

Başkaları ile ilişki kurmak,<br />

kabul edilmek ve bir yere ait olmak<br />

Kendini, Ailesini, Toplumunu<br />

güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetmek<br />

Ait olma ve sevgi ihtiyaçları<br />

Güvenlik İhtiyaçları<br />

Nefes alma, Yeme, İçme, Uyuma, Sevişme<br />

Fizyolojik İhtiyaçlar<br />

düşünülmeye başlanması ve insan kaynakları<br />

yöneticilerinin işletmelerin yönetim takımlarında<br />

strateji belirleyen kadrolarda yer almasıyla birlikte<br />

Personel Yönetimi kavramı yerini, İnsan Kaynakları<br />

Yönetimi kavramına bırakmıştır. (7) Hatta bu<br />

dönemde, insanı kaynak olarak değerlendirmenin<br />

yanlış olacağı düşüncesini savunanlar, “İnsangücü<br />

Yönetimi” kavramını kullanmayı uygun<br />

görmüşlerdir.<br />

Daha yaygın olarak kullanılan İnsan Kaynakları<br />

Yönetiminin geniş bir ifade ile tanımı şu şekilde<br />

yapılabilir;<br />

“Kurumun ihtiyaçları doğrultusunda en uygun<br />

insangücünü, en ekonomik şekilde temin etme, iş<br />

tanımlarını hazırlama, görev-yetki ve sorumluluklarını<br />

belirleme, işleri değerlendirme, çalışanları eğitme ve<br />

geliştirme, kariyerlerini planlama, performanslarını<br />

ölçme, ücretlerini belirleme ve bu bağlamda insangücünü<br />

kurum amaçları doğrultusunda planlama, örgütleme,<br />

yöneltme, koordine etme, kontrol etme ve yine bu<br />

insangücüne her açıdan yatırım yapma konularındaki<br />

çabalardır.” (8)<br />

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Deming,<br />

Juran ve Crosby gibi yönetim gurularının<br />

öncülüğünde tüm dünyaya yayılan Toplam<br />

Kalite Yönetimi felsefesinin, 1980’li yıllarda<br />

popülaritesinin en üst seviyeye çıkmasıyla birlikte<br />

İnsan Kaynakları Yönetimi de önemini ivmeli<br />

şekilde arttırmaya başlamıştır. (9) Çünkü Toplam<br />

Kalite Yönetimi felsefesinin yaygınlaşması ile<br />

birlikte çalışanlar da müşteri olarak tanımlanmaya<br />

başlanmış ve “İç Müşteri” kavramı ortaya çıkmıştır.<br />

Bu kavram ile birlikte bu dönemde İnsan Kaynakları<br />

Yönetiminin kapsamına giren başlıklardan teknik<br />

kapsamın gerekleri de uygulanmaya başlamıştır.<br />

Bu kapsamda; işgücü planlaması, iş analizi, iş<br />

tanımları, iş değerlemesi, hareket ve zaman etütleri,<br />

ergonomi, performans değerlemesi, ücret yönetimi<br />

ve kariyer yönetimi gibi kavramların gerekleri yerine<br />

getirilmeye başlanmıştır. (10)<br />

Böylece Personel Yönetimi anlayışı yerini İnsan<br />

Kaynakları Yönetimine bırakmış ve idari kapsamın<br />

gerekleri yerine getirilmeye devam edilirken, bunun<br />

yanında teknik kapsamın gereklerinin yerine<br />

getirilmesinin önemi anlaşılmış ve uygulanmasıyla<br />

birlikte insan kaynakları departmanları artık<br />

kurumlarda temel departmanlardan bir tanesi haline<br />

gelmeye başlamıştır.<br />

STRATEJİK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ<br />

DÖNEMİ<br />

Yöneticilerin stratejik düşünmesi ve kurumun<br />

vizyoner bir kurum olmasıyla birlikte, İnsan<br />

Kaynakları Yönetimi de “Stratejik İnsan Kaynakları<br />

Yönetimi” olarak adlandırılmaya başlanmıştır.<br />

47<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


48<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Bu yaklaşımda, “yetkinlik” kavramı ön plana<br />

çıkmaktadır. Yetkinlik; bilgi birikimini sentez ile<br />

beceriye dönüştürebilme, bunu davranışlarıyla<br />

destekleme ve sonucunda astlarını geliştirebilme,<br />

analitik düşünebilme ve insan odaklı hale gelme<br />

olarak tanımlanabilir. Yani, ortalama bilgi ve<br />

yeteneğe sahip bir insan, yetkin insan haline<br />

geldiğinde, kendisine başvurulan ve fayda sağlayan<br />

bir kaynak statüsüne geçebilmektedir.<br />

Bu dönemde, artık idari ve teknik kapsamın yanı sıra<br />

davranışsal kapsam gündeme gelmeye başlamıştır.<br />

Bu kapsamda İnsan Kaynakları Yönetimi<br />

departmanlarında; motivasyon, iş tatmini, moral,<br />

iletişim, liderlik, çatışma yönetimi, stres yönetimi<br />

vb. konulara ağırlık verilmeye başlanmıştır. (11)<br />

Çünkü bu etkenlerin insanın performansı üzerinde<br />

çok önemli etkileri olduğu görülmeye başlanmıştır.<br />

Bugün İnsan Kaynakları Yönetimindeki yaklaşımın<br />

amacı, hem kurumsal verimliliği arttırılması,<br />

hem de her çalışanın ihtiyaçlarının azami tatmin<br />

edilmesidir. Yani kurumsal hedef ler ile bireysel<br />

gereksinimler, birbirinden ayrı ve birbirini dışlayıcı<br />

olarak değil, birbirini destekleyecek şekilde<br />

görülmeli ve kurumsal stratejiler bu temel üzerine<br />

inşa edilmelidir.<br />

Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi yaklaşımının<br />

temelindeki ilkeler şöyle özetlenebilir:<br />

• Çalışanlar, eğer doğru bir şekilde yönetilir ve<br />

geliştirilirlerse verimleri artacak ve şirkete uzun<br />

vadeli kazanımlar sağlayacaklardır.<br />

• Çalışanların hem ekonomik, hem sosyal hem de<br />

psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabilecek kurallar,<br />

programlar ve uygulamalar geliştirilmelidir.<br />

• Çalışanların mevcut becerilerini maksimum<br />

seviyede kullanabilecekleri ve kendilerini<br />

eğitebilecekleri bir çalışma ortamı oluşturulması<br />

gereklidir.<br />

• İnsan kaynakları programları uygulanırken hem<br />

kurumun hem de çalışanların hedef leri göz önünde<br />

bulundurulmalıdır.<br />

Sonuç olarak vizyoner kurumlar özü koruyarak<br />

gelişmeyi teşvik etme prensibiyle, en değerli<br />

kaynağının insan kaynağı olduğunun bilincindedir.<br />

(12) Vizyoner kurumlar çalışanlarına değer verir,<br />

onları çalışan olarak değil paydaş olarak görür,<br />

katılımcı ve girişimci olmaları için teşvik eder.<br />

İnsan kaynakları departmanları; çalışanlarına,<br />

yöneticilerin uygun gördüğü, kişisel istekleri ve<br />

beraber çalıştıkları meslektaşlarının uygun gördüğü<br />

kişisel ve mesleki gelişim imkanlarını sağlayarak,<br />

çalışanlarının ve yöneticilerinin gelişmelerini<br />

sağlamakta bir araç olabilmelidir.<br />

Kendi kendini geliştirebilen, kariyerini<br />

yönlendirebilen, yaptığı işten haz ve tatmin duyan,<br />

kendisine değer verildiğini hisseden ve motive olmuş<br />

insanlarla donatılmış, yani en değerli kaynağın insan<br />

olduğunun bilincinde olan kurumların kalıcı ve<br />

sürekli bir başarıyı elde etmesi kaçınılmazdır.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. DOÇ. DR. GÖKSEL ATAMAN, İŞLETME YÖNETİMİ,2. BASKI, İSTANBUL, 2002, S. 60<br />

2. YRD.DOÇ.DR.SALİM ATAY, YÖNETİM DÜŞÜNCE SİSTEM VE SÜREÇLERİ ‘‘İŞLETME<br />

KAVRAMI, AMAÇLARI VE TÜRLERİ’’<br />

3. ATAMAN, S. 106<br />

4. PROF.DR.ŞADİ CAN SARUHAN, DEĞER HEDEFLİ İŞLETMECİLİK, S. 174<br />

5. ‘‘İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN TARİHİ GELİŞİMİ’’, http:/www.insankaynakları.<br />

com. ,02.10.2006<br />

6. MICHAEL LOSEY, BNET RESEARCH CENTER, ‘‘HISTORY OF HUMAN RESOURCE<br />

MANAGEMENT’’,HR MAGAZINE, MARCH 15, 1998, http:/findarticles.com/p/articles<br />

7. SARUHAN, S.172<br />

8. PROF.DR.ŞADİ CAN SARUHAN, ‘‘DEĞER HEDEFLİ İŞLETMECİLİK’’, S.172<br />

9. JANE WHITNEY GIBSON VE CHARLES W.BLACKWELL, NOVA SOUTHEASTERN<br />

UNIVERSITY, DANA V. TESONE, UNIVERSITY OF CENTRAL FLORIDA,’’MANAGEMENT<br />

FADS:HERE YESTERDAY, GONE TODAY’’,SAM ADVANCED MANAGEMENT JOURNAL,<br />

2003, S. 12-17<br />

10. SARUHAN, S.174<br />

11. PROF.DR.ŞADİ CAN SARUHAN, ‘‘DEĞER HEDEFLİ İŞLETMECİLİK’’, S. 174<br />

12. JAMES C. COLLINS, JERRY I. PORRAS, ‘‘KALICI OLMAK, GELECEĞİN GÜÇLÜ<br />

KURUMLARINI YARATMAK’’, ZUHAL ÇİVİ (ÇEV.), 2.BASIM, İSTANBUL: SİSTEM<br />

YAYINCILIK, OCAK 2001, S.281


<strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

İHBAR ve<br />

TALEP HATTI<br />

Her an tetikte olan <strong>Sahil</strong> Güvenlik personeli<br />

çoğu kez hayatlarını tehlikeye atma<br />

pahasına görevini büyük bir özveri ile yerine<br />

getirmektedir. ALO 158’i arayarak <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığına Türkiye’nin her<br />

yerinden 24 saat ÜCRETSİZ ulaşabilirsiniz.<br />

• Denizde tehlikede olanların yardım talepleri,<br />

• Denizi kirleten her türlü eylem,<br />

• Denizden yapılan her türlü kaçakçılık,<br />

• Yasa dışı su ürünleri avcılığı ve dalış,<br />

• Kıyılarımızdan ülkemize yasa dışı giriş ve çıkışlar,<br />

• Denizlerimizde yapılacak terörist eylemlere ilişkin duyumlar,<br />

hakkında ALO 158’i arayabilirsiniz.<br />

ALO 158 <strong>Sahil</strong> Güvenlik Özel Hizmet Telefonu Türkiye’nin her yerinden, her an <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına ulaşabileceğiniz<br />

bir yardım ve ihbar hattıdır. 158 telefon hattı, hem yardım isteklerinin anında <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına ulaşması, hem de<br />

denizlerimizde yapılan kanunsuz eylemlerin ihbar edilmesi amacı ile kurulmuştur.<br />

ALO 158 hattına gelen ihbar ve taleplerinizi değerlendiren <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı personeli, derhal olaylara müdahale edecek ve<br />

güvenliğin sağlanması için gereken tüm tedbirleri alacaktır.<br />

Açık denizden ve yurt dışı aramalarda: +90 312 158 00 00


50<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

DAVETSİZ MİSAFİRLER<br />

[ Hazırlayan ] Yeliz ERYURT KAYA | Su Ürünleri Yüksek Mühendisi<br />

Bir türün yeni bir ortama girişi ya ilk dağılım alanını<br />

genişletmesi veya çeşitli etkenlerle arada herhangi<br />

bir bağlantı olmaksızın diğer bir ortamda gelişmesi<br />

şeklinde gerçekleşebilir. Türlerin yeni bir ortama<br />

girişi veya taşınmasının nedenleri çeşitli insan<br />

faaliyetleri olabildiği gibi bu konuda çeşitli doğal<br />

olaylarda etkilidir. (1)<br />

Denizel ortamda egzotik türler bir ortamdan<br />

başka bir ortama değişik yollarla taşınabilirler:<br />

Akvaryumculuk, denizel ulaşımı, balıkçılık ve yetiştiricilik<br />

etkinlikleri, bilimsel araştırma etkinlikleri, coğrafik<br />

bariyerlerin insan tarafından ortadan kaldırılması<br />

(Süveyş Kanalı) gibi. Bunların içinde en yaygın taşınma<br />

yolu ise gemiler vasıtasıyla olur. Herhangi bir limandan<br />

alınan balast suyu ya da gemi karinasının altına<br />

yapışan (fouling organizma) türler oldukça uzak<br />

mesafelere farklı ekosistemlere taşınırlar. Balast<br />

sularının içinde bentik ve planktonik bitki ve hayvan<br />

türlerinin yumurta ve larvaları bulunmaktadır.<br />

Yapılan bir analizde Japonya’dan Amerika’ya bir<br />

tankerin balast suyu içinde 367 tür canlı taşıdığı<br />

tespit edilmiştir. (2) Bu taşınan canlıların bir kısmı<br />

taşınma süresinde ölürken, bir kısmı da yeni ortama<br />

uyum sağlayamaz ve canlılığını yitirir. Hayatta<br />

kalmayı başaran türler ise, yeni ortamda bir “istilacı<br />

tür” olarak yaşamaya devam edebilirler. Çoğu<br />

zaman, bu türlerin doğal düşmanları da bu yeni<br />

dağılım alanlarında bulunmadığından yayılmaları<br />

daha yoğun ve hızlı olabilmektedir.<br />

Bir bölgeye yerleşen yabancı türler, yerel genetik<br />

değerler için ciddi bir risk oluştururlar. İstilacı<br />

yapıları, veya patolojik tehlikeleriyle, yerel türleri<br />

ciddi bir şekilde tehdit edebilirler. Özellikle de<br />

istilacı ve kolonize olma eğilimindeki türler, doğal<br />

habitatların özgünlüğünü ve çeşitliliğini olumsuz<br />

yönde etkilemektedirler. Çeşitli yollarla taşınan<br />

egzotik türler ortamda doğal düşmanları olmadığı<br />

takdirde hızla üreyerek yeni alanlarında istilacı


durumuna geçer. İstilacı durumuna geçebilmesi<br />

için; türün ekolojik toleransının yüksek olması,<br />

geldiği ortamın biyolojik çeşitliliğinin sınırlı olması<br />

gibi bazı özelliklerin de olması gerekir. Bu anlamda<br />

Karadeniz ve Marmara Denizi hamsi ve midye<br />

popülasyonlarının oldukça yoğun olması sebebiyle<br />

egzotik türler için uygundur. Yakın bir geçmişte<br />

sularımıza gelip yerleşen türlerin başında deniz<br />

salyangozu ‘‘Rapana thomasiana’’ ve çan denizanası<br />

‘‘Mnemiopsis leidyi’’ gelmektedir.<br />

Asya sularından Japon Denizi’nin yerli türü olan<br />

deniz salyangozu Karadeniz’de ilk kez 1946’da<br />

Novorosisk Körfezi’nde rapor edilmiştir. Sonrasında<br />

tüm Karadeniz ve Azak Denizi’ne, 1984’te Ege ve<br />

Akdeniz’e yayılmıştır. (3) Karadeniz’deki midye<br />

popülasyonunun yoğun oluşu ve düşmanlarının<br />

ortamda olmayışı sebebiyle aşırı üreyerek midye<br />

popülasyonlarını tehdit eder hale gelmiştir. Bazı<br />

ülkelerde tüketilen bu türün su ürünleri avcılığını<br />

düzenleyen tebliğle avcılığına ilişkin düzenlemeler<br />

getirilerek bir ihraç ürünü haline gelmiştir.<br />

Ancak ekonomik öneme sahip olmayan türlerin<br />

sayısı da oldukça fazladır. Taraklı bir deniz anası<br />

türü olan Mnemiopsis leidyi 1982’de Amerikan<br />

araştırma gemisiyle Karadeniz’e geldiği tahmin<br />

edilmektedir. Plankton ve balık yumurtaları ile<br />

beslenen bu tür özellikle hamsi yumurtalarını ve<br />

hamsi larvalarının beslendiği kopepod türlerini<br />

tüketerek Karadeniz’de 1988 yılından sonra hamsi<br />

avcılığında ani düşüş yaşanmasına neden olmuştur.<br />

Resmi istatistiklere göre Türkiye’nin Karadeniz’de<br />

avladığı hamsi miktarı 1988’de ki 295 bin ton<br />

değerinden 1989’da 97 bin tona ve 1990’da 66 bin<br />

tona düşmüştür. (4) Bu ani düşüş bilim adamlarını<br />

oldukça endişelendirmiştir. Mnemiopsis leidyi’nin<br />

aşırı çoğalmasını engellemenin tek yolunun bu<br />

türün doğal düşmanının Karadeniz’e getirilmesinin<br />

olduğu düşünülse de daha önce hiç denenmemiş<br />

olan bu durumun etkileri tahmin edilemediğinden<br />

vazgeçilmiştir. Planlanan ancak gerçekleştirilemeyen<br />

bu olay Mnemiopsis leidyi Karadeniz’e getiren<br />

yollardan onun doğal düşmanını da getirmiştir.<br />

Muhtemelen kuzeybatı Atlantik kaynaklı olduğuna<br />

inanılan ‘‘Beroa ovata’’ adı verilen bir başka ktenofor<br />

türü Mnemiopsis üzerinden beslenerek Mnemiopsis<br />

türünün Karadeniz’deki hakimiyetine son verirken,<br />

ekosistemin eski haline dönmesine büyük katkı<br />

sağlamıştır.<br />

İstilacı olarak dağılım gösteren bir başka tür ise<br />

katil yosun olarak bilinen Caulerpa taxifolia’dır.<br />

Akvaryum için güzel ve kolay yaşatılabilir bir tür<br />

olan tropik yosun 1984’te Monaco’da bulunan bir<br />

deniz akvaryumunun deşarj suyuyla Akdeniz’e<br />

giriş yapmıştır. İlk tespit edildiğinde sadece<br />

1 m 2 ’lik bir alanı kaplayan ve o tarihe kadar yayılımcı<br />

özellik göstermeyen tür için herhangi bir önlem<br />

51<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Mnemiopsis leidyi<br />

Caulerpa taxifolia


verilmiştir. Kanalın açılmasından bu yana yüzlerle<br />

ifade edilebilecek tür Akdeniz’e geçmiş ve burada<br />

yeni populasyonlar oluşturmuştur. Yapılan<br />

araştırmalarda Türkiye denizlerinde Kızıldeniz<br />

göçmeni 39 balık türü rapor edilmiştir. (5)<br />

52<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

alınmamıştır. Aradan geçen 6 yıl süresince Caulerpa<br />

taxifolia uyum süreci geçirerek 1990’ların başından<br />

itibaren yayılımını hızla artırmaya başlamıştır.<br />

Doğal ortamında böyle bir etki yapmayan tür önce<br />

Fransa sahillerinde daha sonra da Batı Akdeniz’de<br />

birçok ülkede yayılmaya başlamıştır. Bilim adamları<br />

tarafından türün deniz ortamında hızlı yayılım<br />

göstermesi, akvaryum ortamında genetik yapısının<br />

değişerek çok daha güçlü hale gelmesine ve ortamda<br />

doğal düşmanlarının olmamasına bağlanmıştır.<br />

Gemilerin çapalarında bile kolayca bir yerden bir<br />

yere taşınabilen tür giderek yayılım göstererek<br />

ekosistemi tehdit eder hale gelmiştir. Şu ana kadar<br />

Türkiye kıyılarında tespit edilmemesine karşın<br />

her hangi bir geminin çapasına takılarak taşınma<br />

ihtimali nedeni ile kıyılarımız ciddi tehdit altındadır.<br />

Coğrafik bariyerlerin yapay olarak kaldırılmasıyla<br />

oluşan egzotik tür girişine en güzel örnek Süveyş<br />

Kanalı’dır. 1869‘da açılan kanalın yapımcıları<br />

böyle bir yapının ekosistem üzerinde inanılmaz<br />

etkilerini göz ardı etmişlerdir. Birbirinden oldukça<br />

farklı yapılara sahip olan subtropikal Akdeniz<br />

ve tropikal Kızıldeniz’in birleşmesiyle çeşitli<br />

organizmalar karşılıklı olarak göç etmeye başlamış<br />

ve bu yolla göç ederek Akdeniz’de yayılım gösteren<br />

türlerin tamamına kanalın yapımcısı Ferdinand<br />

de Lesseps anısına “Lessepsiyen Göçmenler” adı<br />

Kızıldeniz göçmenlerinin neden olduğu olumlu<br />

ve olumsuz etkilere verilebilecek çok fazla örnek<br />

olmasına karşın bu yazıda ancak birkaçına<br />

değinilecektir. 1977 yılında İsrail kıyılarından yarı<br />

çapı 1 m’yi bulan Rhopilema nomadica türü lesepsiyan<br />

deniz anası kıyısal sularda metreküpte 25 bireye<br />

ulaşarak balıkçılık, insan sağlığı ve turizm üzerinde<br />

negatif bir etki yaratmıştır. Türkiye kıyılarında ilk<br />

defa 1995 yılında Mersin Körfezi’nde rastlanan bu<br />

göçmen pek çok yüzücünün tıbbi yardım görmesine<br />

neden olmuştur. Paşa barbunu yada Nil barbunu<br />

olarak bilinen Upeneus moluccensis ekonomik<br />

değeri yüksek olan bir tür haline gelmiştir. Fakat<br />

ekonomik bir tür haline gelen Surida undosquamis<br />

(iskarmoz, zurna balığı, Akdeniz mezgiti, lokum<br />

gibi adlarla anılır) türünün popülasyonundaki artış<br />

bu türe aynı ortamda yaşayan diğer balık türlerinin<br />

(örneğin bakalyaro) rekabet sonucu habitatlarının<br />

değişmesine neden olmuştur. (5)<br />

Çeşitli yollarla denizlerimize taşınan türlerle<br />

mücadele etmenin en etkin yolu gemi trafiğinin<br />

ve balast sularının kontrol altına alınmasıdır. Bu<br />

kapsamda; ülkemizde, Denizcilik Müsteşarlığı<br />

tarafından yürütülen “Balast Suyu İle Taşınan<br />

Zararlı Sucul Organizmaların Kontrolü ve<br />

Yönetimi Projesi” yapılan ihale sonucunda<br />

TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine<br />

(TÜBİTAK-MAM) verilmiştir. Çeşitli yollarla<br />

denizlerimize taşınan türlerin olabilecek<br />

etkilerinin önceden tahmin edilmesinde, yapılacak<br />

biyolojik izleme çalışmalarıyla yeni tür girişleri<br />

ve dağılımlarının takip edilmesinin, önemli rol<br />

oynayacağı değerlendirilmektedir.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. CİRİK Ş. 2002. DENİZEL ORTAMLA YABANCI TÜRLERİN TAŞINIP YERLEŞMESİ, E.Ü.<br />

SU ÜRÜNLERİ DERGİSİ CİLT:19,SAYI (3-4)-527<br />

2. BİLİM VE TEKNİK DERGİSİ (B.GÖZCELİOĞLU) HAZİRAN P.7<br />

3. BİLECİK,N 1990. DENİZ SALYANGOZU RAPANA VENOSA’NIN TÜRKİYE’NİN<br />

KARADENİZ SAHİLLERİNDEKİ DAĞILIM VE KARADENİZ BALIKÇILIĞINA ETKİSİ, TOKB<br />

SU ÜRÜNLERİ ARAŞTIRMA ENS.BODRUM<br />

4. DEİ (DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ), 1988-1990 SU ÜRÜNLERİ İSTATİSTİKLERİ.<br />

5. SUALTI DÜNYASI (BİLECİOĞLU, M. VE PULAT, İ) MAYIS 2007 P.8-12


54<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


TARİHİN GÖRDÜĞÜ<br />

SON CENTİLMEN SAVAŞ<br />

“ÇANAKKALE”<br />

[ Hazırlayan ] Hakan ÇELİKCAN | S.G. Alb.<br />

55<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Yayın hayatına başladığı ilk sayısının Nisan<br />

ayına denk gelmesi nedeniyle, ilk <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Dergisi’nde de Çanakkale Savaşları ile ilgili<br />

bir makalem yayımlanmıştı. Bu kez ‘‘herkesçe<br />

bilinmeyen ne olabilir, insanların bu konudaki bilgi<br />

dağarcığına ekleyecek ne bulabilirim’’ dedim.<br />

Sonunda, dünyanın “The Dardanelles Expedition”<br />

diye adlandırdığı Çanakkale Harekatı ile ilgili<br />

değişik konularda derlemelerden oluşan ve pek de<br />

bilinmediğini düşündüğüm aşağıdaki konularda bir<br />

bilgi buketi yapmayı düşündüm.<br />

On ay süren bu “Tarihin Gördüğü Son Centilmen<br />

Savaş”ta artık sıradanlaşan ölüm kavramının, nasıl<br />

bir oyunmuşçasına olağan karşılandığını, 20’li<br />

yaşlarında burada canlarını vermiş yüz binlerce<br />

kahramanın yokluk, açlık, soğuk, korku, merak,<br />

endişe ve bilinmezlikler içinde geçirdiği günlerde<br />

ürettikleri çözümleri, taktikleri, oyunları, kısaca<br />

hangi şartlar altında yaşadıkları konularında<br />

paragraflar sunacağım. Tarihin dehlizlerinde değişik<br />

koridorlara girerek ilginizi çekeceğini umuyorum.<br />

“Yenilmez Armada”da ve bizde kaç gemi vardı;<br />

İstila Ordusu’nun asıl kuvvetinin Limni Adası’nın<br />

Mondros Limanı’nda toplanmasına ve Gökçeada,<br />

Bozcaada ve Skiros adalarında yardımcı üsler<br />

kurulmasına karar verilmiştir. (1) Bölgede toplanan<br />

gemilerin ve donanma gemilerinin dökümü şu<br />

şekildeydi:<br />

56<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

İTİLAF DEVLETLERİ<br />

Zırhlı (Ağır Muharebe Kruvazörü) 36 Ad.<br />

Kruvazör 24 Ad.<br />

Muhrip 50 Ad.<br />

Denizaltı 15 Ad.<br />

Mayın Gemisi 36 Ad.<br />

Nakliye Gemisi 86 Ad.<br />

Uçak Gemisi 2 Ad.<br />

Balon Gemisi 3 Ad.<br />

Hastane Gemisi 2 Ad.<br />

Çıkarma Gemisi<br />

222 Ad.<br />

Onarım (Fabrika) Gemisi 2 Ad.<br />

Su Tankeri 6 Ad.<br />

TOPLAM 484 Adet<br />

TÜRK KUVVETLERİ<br />

Zırhlı (Ağır Muharebe Kruvazörü) 2 Ad.<br />

Kruvazör 6 Ad.<br />

Muhrip 10 Ad.<br />

Torpidobot 17 Ad.<br />

Mayın Gemisi 4 Ad.<br />

Nakliye Gemisi 25 Ad.<br />

Hastane Gemisi 2 Ad.<br />

TOPLAM 66 Adet<br />

Queen Elizabeth<br />

River Clyde


TÜRKLERİN ENVANTERİNDEKİ SAVAŞ GEMİLERİ<br />

MUHAREBE KRUVAZÖRLERİ, MUHRİPLER VE TORPİDOBOTLAR<br />

KARADENİZ GRUBU<br />

MARMARA GRUBU<br />

Yavuz<br />

Midilli<br />

Gökçeada<br />

Hamidiye<br />

Mesudiye<br />

Turgut Reis<br />

Barbaros<br />

Berk-i Efşan<br />

Necm-i Şevket<br />

Sultanhisar<br />

Yarhisar<br />

Berk-i Satvet<br />

Mahmudiye<br />

Reşadiye<br />

Mecidiye<br />

Peleng-i Derya<br />

Taşoz<br />

Zuhaf<br />

İclaliye<br />

Peyk-i Şevket<br />

Muin-i Zafer<br />

Selanik<br />

Alemdar<br />

Nusrat<br />

Burak Reis<br />

İsa Reis<br />

Kemal Reis<br />

İntibah<br />

Samsun<br />

Sakız<br />

Koçhisar<br />

Sivrihisar<br />

Pınarhisar<br />

Musul<br />

Draç<br />

Basra<br />

Tir-i Müjgan<br />

Numune-i Hamiyet<br />

Yadigar-ı Millet<br />

Nur-ül Bahr<br />

Feth-i Bülend<br />

Gayret-i Vataniye<br />

Asar-ı Tevfik<br />

Battı<br />

YENİLMEZ ARMADANIN GEMİLERİ<br />

MUHAREBE KRUVAZÖRLERİ VE MUHRİPLER<br />

Abercrombie Agamemnon Albion Amethyst Ark Royal Arno Askold (Rus)<br />

Aster Bacchante Beagle Beryl Blenheim Bouvet Bulldog<br />

Canning Canopus Charlmagne Chatham Chelmer Colne Cornwall<br />

Cornwallis Darthmouth Doris Dublin E.O.Peterborough Edgar<br />

Egmont Endymion Europa Euryalus Exmouth Foxhouse Gaulois<br />

Glory Goliath Grafton Grampus Grasshopper Hampshire Havelock<br />

Heiotrope Hector Henri-IV Heroic Hibernia Honeysuckle Humber<br />

Hussar<br />

Ji Bu Ki<br />

(Japon)<br />

Implacable Indefeatigable Indomitable Inflexible Irresistable<br />

Jaureguiberry Jean D’Arc Jed Jonquil Kenet Kent L.Treville<br />

Levant London Lord Nelson Louis Lydiard Magnificent Majestic<br />

Manica Mars Melbourne Minerva Minataur Mosquito Ocean<br />

Partridge Phaeton Phlomel Pincher Prn.George Prn.Of Wales Psyche<br />

Pyramus<br />

Queen Racon Raglan Rattlesnake Renard<br />

Elizabeth<br />

Ribble Roberts Russel St.Louis Sapphire Scorpion Scourge<br />

Sir.T.Pidon Suffren Swiftsure Sydney Talbot Theseus Triad<br />

Triumph Usk Venerable Vengeance Wear Wolverine<br />

57<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

DENİZALTILAR<br />

AE-2 E-2 E-14 H-1 Marioette<br />

B-9 E-7 E-15 Joule Turquoise(Müstecip Onb.)<br />

B-11 E-11 E-20 Bernoulli Saphir<br />

Battı Ağır Hasarlı (Savaş Dışı) Ele Geçirildi / Esir Alındı


Katılan kuvvetler ne kadardı,ikmal<br />

malzemeleri ve personel takviyesi nasıl<br />

sağlanıyordu;<br />

Çanakkale Savaşları’nda başlangıç durumu itibarıyla,<br />

Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>ni saymazsak harekatın başladığı<br />

25 Nisan 1915 tarihindeki durum şöyleydi (2):<br />

Türk <strong>Kuvvetleri</strong><br />

Asker : 137.599<br />

(Mayıs 1915 başında kayıp 9.104 iken Temmuz 1915’te<br />

kayıp sayısı 124.000 kişidir)<br />

Müttefik Kuvvetler<br />

İnsan : 75.056<br />

(29’uncu İngiliz Tümeni, İngiliz Dz. P. Tümeni, 2 ANZAC<br />

Kolordusu ve Fransız Sefer Kuvveti)<br />

Kara harekatı boyunca, adeta bir asker değirmeni<br />

haline gelen cephede, her iki taraf da öylesine birlik<br />

takviyeleri yapmışlardır ki katılan insan sayısı<br />

800.000’i geçmemiştir.<br />

58<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Türk <strong>Kuvvetleri</strong><br />

Asker : 350.000<br />

Müttefik Kuvvetler<br />

İngiliz ve Sömürge : 410.000<br />

Fransız : 79.000<br />

Toplam : 489.000<br />

Bu kadar insanın doyurulması, giydirilmesi,<br />

ısınması, barınması büyük problemdi. Başlangıçta<br />

Çanakkale Müstahkem Mevkiinin ikmali doğrudan<br />

Kara savaşı başladığında cepheye en yakın tren yolu<br />

Edirne Uzunköprü’de bitiyordu. Buradan sonra<br />

deve ve öküz kervanlarıyla Gelibolu’ya karadan<br />

intikal başlıyordu ki Saroz Körfezi’ne açık ve yoğun<br />

İtilaf Donanması ateşi altında sadece geceleri<br />

yürünebiliyordu.<br />

Dolayısıyla Marmara Denizi’nden yapılacak deniz<br />

nakliyatı sağlanamazsa Liman Von Sanders’in<br />

ifadesiyle 5’inci Ordu düşman eliyle değil, açlıktan<br />

Bebek İmbisat İntizam Rehber Süreyya Tarabya<br />

Kütahya Dilnişin Hanefiye İhsan Neveser Resan<br />

Sütlüce Tarz-ı Nevin Biga Göksu İkdam Nimet<br />

Hünkar İskelesi Plevne Rüçhan Şihap İnşirah Ceyhan<br />

Emanetullah Rağbet Sultaniye Şükran Ziya İsfahan<br />

Edremit Halep Bandırma Nağra<br />

Denizaltılar tarafından torpido ya da top atışıyla batırılmışlardır.<br />

Harbiye Nezareti Levazım Dairesince sağlanıyordu.<br />

Ayrıca, Çanakkale, Karabiga, Biga, Lapseki,<br />

Bayramiç, Ezine, Ayvacık, Edremit, Burhaniye ve<br />

Bursa’daki Tekalif-i Harbiye (Harp Mükellefiyeti)<br />

Komisyonlarınca 30 günlük yiyecek ve yem ikmali<br />

tamamlanmıştı.<br />

ölürdü. Bu maksatla Şirket-i Hayriye 39 gemisinden<br />

21’ini, Haliç Şirketi mevcut 7 gemisini, Seyr-i Sefain<br />

İdaresi Karadeniz nakliyatından tasarruf edebildiği<br />

tüm gemilerini Marmara lojistik nakliyatında<br />

kullanmıştır. Aynı zamanda asker nakliyesi de<br />

gerektiğinden, 1000’er kişilik kapasiteli vapurlar<br />

asker sevkıyatına tahsis edilmiştir. Marmara lojistik


nakliyatında cephane, asker ve yiyecek taşıyan bu<br />

vapurlar (3):<br />

Denizaltılar tarafından torpido ya da top atışıyla<br />

batırılmışlardır.<br />

Ancak Çanakkale Harekatı boyunca düşman<br />

denizaltıları 10 hat halindeki mayın manialarına<br />

rağmen, boğazı 24 kez geçerek Marmara’ya çıkmış ve<br />

deniz nakliyatımıza önemli zayiatlar verdirmişlerdir.<br />

Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya çıkan ilk<br />

denizaltı Avustralya’nın AE-2 Denizaltısı’dır. (4)<br />

Ancak Sultanhisar torpidobotuyla giriştiği düelloyu<br />

kaybederek, 37 personeli Sultanhisar tarafından esir<br />

alınmış ve 40 33 N–27 10 E mevkiinde batırılmıştır.<br />

Boğazı geçerek Marmara’ya çıkan ve sağ salim geri<br />

dönen ilk denizaltı ise E-14’tür.<br />

Dünya Deniz Harp tarihinde uçaktan atılan ilk<br />

torpido;<br />

Söz hazır denizaltı harekatından açılmışken hemen<br />

belirtmeliyim ki dünya deniz harp tarihinde uçaktan<br />

torpido atışı ilk kez Çanakkale’de yapılmıştır.<br />

Barbaros zırhlısı, Şarköy önlerinde İncir Burnu<br />

3 mil güneyinde demir üzerinde yatarak 5’inci<br />

Orduya deniz top ateş desteği sağlamaktadır.<br />

Mahmut Şevket Paşa Vapuru da Barbaros’u sualtı<br />

taarruzundan korumak için, içi kömür posası<br />

doldurulmuş olarak ona aborda vaziyettedir.<br />

12 Ağustos 1915’te Saros Körfezi’nde bulunan<br />

Ben-My-Chree uçak ve balon ana gemisinden<br />

havalanan bir uçak, 500 m İrtifadan Bolayır’ı<br />

aşarak Şarköy önlerine alçalmış ve Barbaros’a<br />

saldıran E-14 Denizaltısı’na destek sağlamak<br />

maksadıyla 5 m irtifadan bir torpido bırakmıştır.<br />

Bu torpido hedefi vuramasa da dünya deniz harp<br />

tarihine uçaktan atılan ilk torpido olarak geçmiştir.<br />

(5) E-14’ün taarruzlarıyla Mahmut Şevket Paşa<br />

Vapuru vasatından isabet alarak karaya oturmuş,<br />

Barbaros’un topçularının baskısıyla E-14 bölgeden<br />

uzaklaşmıştır.<br />

Osmanlı Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>nin bunca çabası, zaten<br />

kıt olan cephaneyi cepheye yetiştirmek, altın<br />

değerindeki topları gemilerden sökerek kara<br />

bataryası oluşturma çabalarını desteklemek, her gün<br />

eriyen insan sayısını sürekli takviye etmek, yaralıları<br />

tahliye etmek, cepheye yiyecek, giyecek ve yakacak<br />

ulaştırmak içindi. Mart 1915’te Çanakkale’deki<br />

5’inci Ordunun bir günlük beslenmesi (137.599<br />

asker) ve ısınması için ihtiyaç duyulan malzeme<br />

miktarı ise şöyleydi: (6)<br />

Ekmek : 125.000 Ad.<br />

Et : 25.799 Kg.<br />

Kuru Sebze : 16.512 Kg.<br />

Z.Yağı : 2.752 Lt.<br />

Tuz : 4.125 Kg.<br />

Sabun : 1.273 Ad.<br />

Gazyağı : 1.266 Kg.<br />

Odun : 137.599 Kg.<br />

Kömür : 27.519 Kg.<br />

28 Temmuz 1915’te 5’inci Ordunun mevcudu<br />

250.818 askere ulaşmış, dolayısıyla yukarıdaki<br />

1 günlük yiyecek ihtiyacı da iki katına yaklaşmıştır.<br />

Yemekler o günün koşullarına göre çoğunlukla<br />

bakliyata dayanmak suretiyle ve pişirilerek<br />

götürülebilmiştir. Bir ere günlük 3.000 kaloriyi<br />

sağlayacak şekilde yiyecek verilmesine çalışılmış,<br />

buna karşılık taze sebze hemen hemen hiç<br />

verilememiştir. Bu tespitlerden yiyecek<br />

sıkıntısı çekilmediği düşünülmekte ise de, Ordu<br />

Komutanı Liman Von Sanders’in Emir Subayı<br />

Carl Mühlmann’ın anılarında şu açıklama yer<br />

almaktadır. (7)<br />

“Yemeğin hazırlanması ve yapılması son derece ilkeldi.<br />

Sahra mutfağı yoktu. Cephenin çok gerisindeki açık<br />

59<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Nusrat Mayın Gemisi<br />

60<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

mutfak tesislerini düşman gözlerinden gizlemeye<br />

çalışıyorlardı. Siperlerden geçilerek sağlanan uzun taşıma<br />

sonucu yemek çoğu kez koyun etiyle pişirilmiş pirinç<br />

lapası, bulunabilmişse sebze içinde birkaç et parçasından<br />

oluşuyordu. Siperdeki acıkmış savaşçılara soğumuş olarak<br />

ulaştırılabiliyordu. Yeniden ısıtılması ancak karanlık<br />

bastıktan sonra söz konusu olabiliyordu.”<br />

Bu beslenmenin asker üzerindeki etkisi ve bu<br />

duruma komuta heyetinin bulduğu çözümü<br />

ise bir başka yabancı yazar tespitlerinde şöyle<br />

anlatmaktadır. (8)<br />

“Çok miktardaki Türk askeri için erzak temini<br />

güçtü. Bunların günlük yiyeceği kuru ekmek ve<br />

haşlanmış fasulyeden ibaretti. Et ve yağ nadiren<br />

verilebiliyordu. Bu erzakla Türk askeri, kuvvetini<br />

nispeten kaybetmesine ve hastalıklara karşı direnci<br />

azalmasına rağmen, hiç itiraz etmemiş ve görevine<br />

mevcut tüm enerjisiyle devam etmiştir. Öyle<br />

zaman oldu ki komutanlık tarafından günlerce<br />

erzak gönderilememiş ve askerin fazlaca kuvvetten<br />

düşmemesi için iş yaptırılmayıp, uyutulması<br />

emredilmiş, hiç olmazsa böylece istirahatı<br />

sağlanmıştır.”<br />

Elbette, koskoca bir destanı, birkaç sayfada 8–10<br />

paragrafta anlatmak mümkün değildir. Ancak, bu<br />

destanın pek çoğumuz tarafından bilinmediğini<br />

düşündüğüm bazı detaylarını, kütüphanemde<br />

mevcut kitaplarımdan tarayarak sizlerle paylaşmak<br />

istedim. Bir ülkedeki erkek nüfusunun ki ülke<br />

geleceğinin önemli çoğunluğunun kaybedilmesi<br />

pahasına kazanılan bu “Vatan Mücadelesi” zaferinin<br />

tadını ve onurunu yaşayamadan Osmanlı<br />

Yönetiminin aczi sonucu 2,5 sene sonra son noktayı<br />

koyan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes<br />

Antlaşmasının acı maddelerini hepimiz hatırlıyoruz.<br />

Ancak bundan daha da vahim olanı 10 Ağustos 1920<br />

tarihinde Fransa’da imzalanan Sevr Antlaşmasıyla<br />

da yaklaşık 500.000 insanın canına mal olmasına<br />

rağmen zorla yapamadıklarını aynı aciz Osmanlı<br />

Yönetimine masa başında kabul ettirebilmeleridir.<br />

Yeri gelmişken Sevr Antlaşması gereğince müsaade<br />

edilen Osmanlı Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>nin kuvvetini de<br />

sizlere aktarayım :<br />

Md.181. Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>ne ait hükümler (9):<br />

• İş bu anlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak,<br />

30 Ekim 1918 Mütarekesi uyarınca, Osmanlı<br />

Devleti, limanlarında gözaltına alınmış tüm savaş<br />

gemilerini Müttefik Devletlere kesin olarak teslim<br />

edilmiş saydığını bildirir.<br />

Bununla birlikte; Türkler balıkçılık ve polis<br />

hizmetleri için sahilleri boyunca, 7 ganbot ve<br />

6 torpidobotu geçmeyecek sayıda gemi bulundurmak<br />

hakkına sahiptir. Bu ganbotlar aşağıdakiler<br />

arasından Müttefik Deniz <strong>Kuvvetleri</strong> Komisyonunca


seçilecektir ve bu gemilerde mevcut torpil kovanları<br />

derhal sökülecektir.<br />

GANBOTLAR<br />

Aydın Reis<br />

Burak Reis<br />

Hızır Reis<br />

Kemal Reis<br />

İsa Reis<br />

Sakız<br />

Preveze<br />

TORPİDOBOTLAR<br />

Sultanhisar<br />

Sivrihisar<br />

Akhisar<br />

Yunus<br />

Musul<br />

Draç<br />

Ganbotlar çapı 77 mm’den küçük 2 top ile makineli<br />

tüfek; Torpidobotlar çapı 77 mm’den küçük 1 top ile<br />

makineli tüfekten oluşan hafif silah taşıyabilirler.<br />

Bu gemilerin hizmet dışına ayrılması durumunda<br />

yerlerine yapılacak olan ganbotlar 600 tonu,<br />

torpidobotlar ise 100 tonu geçemeyecektir.<br />

• Bunların dışında bulunan tüm Osmanlı<br />

gemilerinin silahları, torpido kovanları varsa<br />

mayın ve mayın rayları sökülerek, Müttefik Deniz<br />

<strong>Kuvvetleri</strong> Komisyonuna teslim edilecek, ancak iş bu<br />

gemiler ticaret gemisi olarak kullanılabilecektir.<br />

• Ticaret gemisi maksadıyla dahi olsa denizaltı<br />

yapımı yasaktır.<br />

• Aşağıda sayılan gemiler Osmanlı Ticaret Filosunu<br />

oluşturacaktır.<br />

Reşit Paşa (Ex. Port Antonio)<br />

Tir-i Müjgan (Ex. Pembroke Castle)<br />

Millet (Ex. Seagull)<br />

Giresun (Ex. Warvick Castle)<br />

Akdeniz Vapuru ile 60, 61 ,63 ve 70 sayılı Boğaziçi<br />

yük (arabalı) vapurları. Cephede canla kanla<br />

kazanılan vatan değerlerinden masa başında<br />

böyle acizce vazgeçilmesine 24 Temmuz 1923’te<br />

Lozan’da “hayır” diyen Mustafa Kemal’in, İsmet<br />

Paşa Başkanlığındaki heyetine İngiliz temsilcisi<br />

Lord Curzon’un, Lozan’da iptal edilen her bir Sevr<br />

maddesini kastederek, “Tüm bu reddettiklerinizi<br />

cebime koyuyorum, yarın zamanı geldiğinde birer,<br />

birer çıkarıp size ödettireceğim”(10) demesi Sevr<br />

dosyasının hala açık olduğunu da göstermektedir.<br />

Şimdi bu milletin bir Mustafa Kemal’i, ona inanmış<br />

askerleri ve onun dava arkadaşları ile bu toprakları<br />

“Vatan” bilmiş ve canından aziz saymış evlatları<br />

olmasaydı, sizce Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet<br />

olabilir miydi Ya da hala Osmanlı Devleti diye<br />

bir devlet olabilir miydi Yazımı W.Churchill’in<br />

Atatürk’ün ölümü münasebetiyle söylediği bir sözle<br />

bitirmek istiyorum :<br />

“Böyle bir lider dünyaya 500 yılda bir gelir.<br />

Talihe bakın ki, o lider asrımızda Türklere nasip<br />

olmuştur.”<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. ÇANAKKALE, MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI YAYINLARI, S. 26-27<br />

2. ÇANAKKALE BOĞAZ KOMUTANLIĞI, ÇANAKKALE DENİZ<br />

SAVAŞLARI,DZ.K.K.BASIMEVİ, 2004, S. 254<br />

Hamidiye Kruvazörü<br />

3. KIZILDEMİR M.ORHAN, ŞİRKET-İ HAYRİYE İDARESİ TÜRKİYE DENİZCİLER<br />

SENDİKASI YAYINLARI, S. 147-148<br />

4. ASPINALL C.F, MLITARY OPERATION IN GALLIPOLLI, LONDRA, W.HEINEMANN<br />

1929, S.308<br />

5. BARGUT ŞEMSETTİN, BİRİNCİ DÜNYA HARBİNDE TÜRK DENİZ HAREKATI, DZ.K.K.<br />

BASIMEVİ ANKARA 2000, S.17<br />

6. BİRİNCİ DÜNYA HARBİ İDARİ FAALİYETLERİ VE LOJİSTİK, CİLT X, GNKUR.<br />

YAYINLARI ANKARA 1985, S.258<br />

7. MUHLMANN CARL, BİR ALMAN SUBAYININ ANILARI, TİMAŞ YAYINLARI İSTANBUL<br />

2003-4 BAS., S. 118-119<br />

8. LOREY HERMANN, TÜRK SULARINDA DENİZ HAREKATLARI, CİLT-II, DENİZ<br />

BASIMEVİ-ANKARA 1946, S.117<br />

9. ÖZTÜRK İBRAHİM SADİ, SEVR ANTLAŞMASI TAM METNİ, FARK YAYINLARI,<br />

ANKARA 2007, S. 117<br />

10. ÖZTÜRK İBRAHİM SADİ, A.G.E., S. 11 (SİNAN AYGÜN ÖNSÖZÜ)<br />

61<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ<br />

DAYANIŞMA VAKFI<br />

“Felaket başa gelmeden önce, onu önleme ve<br />

ondan korunma çarelerini düşünmek gerekir.”<br />

[ Hazırlayan ] TSK Dayanışma Vakfı<br />

62<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

VAKFIN AMACI<br />

Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong>nde görevli; subay, astsubay, sivil memur,<br />

uzman jandarma ve uzman erbaşlardan hizmette bulundukları süre<br />

içinde vefat edenlerin eş, çocuk, anne ve babaları ile malul olanların<br />

kendilerine, sosyal ve ekonomik destek sağlamaktır.<br />

YARDIM ÇEŞİTLERİ<br />

• Vefat Yardımı<br />

• Maluliyet Yardımı<br />

• OYAK Emekli Maaş Sistemi Yardımı (OEMS Yardımı )<br />

VEFAT YARDIMI<br />

Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong>nde görevli iken vefat eden personele (vefat<br />

ettiği yıl içinde ve vefat tarihinden önce vakfa bağışta bulunmuş<br />

olma koşulu ile) Vakıf Yönetmeliği esaslarına göre, fiili hizmet yılı<br />

esas alınarak 21.402,00 TL - 53.124,00 TL arasında yapılan yardımdır.<br />

(Tablo – 1).<br />

Örneğin; 1’inci fiili hizmet yılı içinde vefat eden personelin dul eşine,<br />

<strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için; 50.829,75 TL Vefat Yardımına ilaveten,<br />

FİİLİ<br />

HİZMET<br />

YILI<br />

VEFAT YARDIM TUTARI<br />

<strong>2009</strong> YILI VEFAT ve OEMS YARDIMLARI TABLOSU<br />

T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />

durumunda 36.672,20 TL OEMS Yardımı ile birlikte toplam 87.501,95 TL<br />

Vefat ve OEMS Yardımı yapılmaktadır. (Tablo–1).<br />

Benzer şekilde, 1’inci fiili hizmet yılı içinde vefat eden personelin dul<br />

eşine, <strong>2009</strong>’un 2’nci yarıyılı için; 53.124,00 TL Vefat Yardımına ilaveten,<br />

T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />

durumunda, Temmuz <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına<br />

göre OEMS Yardımı yapılacaktır. (Tablo–1).<br />

MALULİYET YARDIMI<br />

Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong>nde görevli iken 1, 2, 3 ve 4’üncü dereceden<br />

malul olarak ayrılan personele Vakıf Yönetmeliği esaslarına göre,<br />

bağışta bulunduğu ay ve maluliyet derecesi dikkate alınarak<br />

8.025,75 TL -19.572,00 TL arasında yapılan yardımdır (Tablo–2).<br />

Örneğin; <strong>2009</strong>/1’inci yarıyılı içerisinde; 1’inci veya 2’nci derece malulen<br />

emekli olan personele; <strong>2009</strong> Ocak veya Şubat ayında bağış yaptığı<br />

dikkate alınarak, 18.726,75 TL maluliyet yardımına ilaveten, kendisine<br />

36.672,20 TL OEMS Yardımı ile birlikte toplam 55.398,95 TL Maluliyet ve<br />

OEMS Yardımı yapılmaktadır. (Tablo–2).<br />

OEMS YARDIM TUTARI<br />

VEFAT VE OEMS<br />

YARDIMLARI TOPLAMI<br />

1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL<br />

1 50.829,75 53.124,00 36.672,20 - 87.501,95 -<br />

2 49.492,13 51.726,00 36.672,20 - 86.164,33 -<br />

3 48.154,50 50.328,00 36.672,20 - 84.826,70 -<br />

4 46.816,88 48.930,00 36.672,20 - 83.489,08 -<br />

5 45.479,25 47.532,00 36.672,20 - 82.151,45 -<br />

6 44.141,63 46.134,00 36.672,20 - 80.813,83 -<br />

7 42.804,00 44.736,00 36.672,20 - 79.476,20 -<br />

8 41.466,38 43.338,00 36.672,20 - 78.138,58 -<br />

9 40.128,75 41.940,00 36.672,20 - 76.800,95 -<br />

10 29.427,75 30.756,00 29.427,75 30.756,00<br />

11 28.090,13 29.358,00 28.090,13 29.358,00<br />

12 26.752,50 27.960,00 26.752,50 27.960,00<br />

13 25.414,88 26.562,00 25.414,88 26.562,00<br />

14 24.077,25 25.164,00 24.077,25 25.164,00<br />

15 22.739,63 23.766,00 22.739,63 23.766,00<br />

16 YIL<br />

VE ÜSTÜ<br />

21.402,00 22.368,00 21.402,00 22.368,00<br />

TABLO 1. BİRİNCİ YARIYIL: 1 OCAK <strong>2009</strong> - 30 HAZİRAN <strong>2009</strong> İKİNCİ YARIYIL: 1 TEMMUZ <strong>2009</strong> - 31 ARALIK <strong>2009</strong>


BAĞIŞ<br />

YAPILAN<br />

AYLAR<br />

1. ve 2. NCİ DERECE<br />

MALULİYET YARDIMI<br />

2007 YILI MALULİYET VE OEMS YARDIMI TABLOLARI<br />

1. ve 2. DERECE<br />

OEMS YARDIMI TUTARI<br />

MALULİYET VE OEMS<br />

YARDIMLARI TOPLAMI<br />

1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL<br />

1 OCAK 18.726,75 11.847,50 31.724,29 32.215,63 43.470,54 44.063,13<br />

2 ŞUBAT 18.726,75 11.847,50 31.724,29 32.215,63 43.470,54 44.063,13<br />

3 MART 18.191.70 11.373,60 31.724,29 32.215,63 43.000,69 43.589,23<br />

4 NİSAN 17.656,65 10.899,70 31.724,29 32.215,63 42.530,84 43.115,33<br />

5 MAYIS 17.121,60 10.425,80 31.724,29 32.215,63 42.060,99 42.641,43<br />

6 HAZİRAN 16.586,55 9.951,90 31.724,29 32.215,63 41.591,14 42.167,53<br />

7 TEMMUZ 16.051,50 9.478,00 31.724,29 32.215,63 41.121,29 41.693,63<br />

8 AĞUSTOS 15.516,45 9.004,10 31.724,29 32.215,63 40.651,44 41.219,73<br />

9 EYLÜL 14.981,40 8.530,20 31.724,29 32.215,63 40.181,59 40.745,83<br />

10 EKİM 14.446,35 8.056,30 31.724,29 32.215,63 39.711,74 40.271,93<br />

11 KASIM 13.911,30 7.582,40 31.724,29 32.215,63 39.241,89 39.798,03<br />

12 ARALIK 13.376,25 7.108,50 31.724,29 32.215,63 38.772,04 39.324,13<br />

TABLO 2. BİRİNCİ YARIYIL: 1 OCAK <strong>2009</strong> - 30 HAZİRAN <strong>2009</strong> İKİNCİ YARIYIL: 1 TEMMUZ <strong>2009</strong> - 31 ARALIK <strong>2009</strong><br />

Benzer şekilde <strong>2009</strong>/2’nci yarıyılı içerisinde; 1’inci veya 2’nci derece<br />

malulen emekli olan personele; <strong>2009</strong> Ocak veya Şubat ayında bağış<br />

yaptığı dikkate alınarak, 19.572,00 TL maluliyet yardımına ilave olarak<br />

kendisine Temmuz <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına göre<br />

OEMS Yardımı yapılmaktadır. (Tablo–2).<br />

OYAK EMEKLİ MAAŞ SİSTEMİ (OEMS) YARDIMI<br />

Vefat Halinde OYAK Emekli Maaş Sistemi Yardımı (OEMS) :<br />

Vefat eden personelin dul eşine, T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu<br />

Başkanlığınca maaş bağlanmaması durumunda, dul eşi OEMS’ e dahil<br />

ederek ömür boyu aylık almasını sağlamak amacıyla yapılan yardım<br />

olup, <strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için 36.672,20 TL’dir. 2’nci yarıyılı için OEMS<br />

yardımı TEMMUZ <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına göre<br />

yapılacaktır.<br />

Sonuç olarak, vefat eden 1 yıllık personelin dul eşine, T.C. Sosyal<br />

Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması durumunda,<br />

<strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için toplam 87.501,95 TL. Vefat ve OEMS<br />

Yardımı, 2’nci yarıyılı için ise TEMMUZ <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur<br />

maaş katsayısına göre OEMS yardımı yapılacaktır.(Tablo–1).<br />

Vefat eden personelin dul eşinin OYAK Emeklilik Sistemine (OEMS)<br />

girmesi halinde OEMS yardım tutarı kendisi adına OYAK’a gönderilir.<br />

OYAK Emeklilik Sistemine girmemesi halinde ise dul eşe ödenir.<br />

Maluliyet Halinde OYAK Emekli Maaş Sistemi (OEMS) Yardımı:<br />

Sadece 1’inci ve 2’nci derece malulen emekli olan personelin kendisine<br />

T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />

durumunda, personelin kendisini OEMS’e dahil ederek ömür boyu<br />

aylık almasını sağlamak amacıyla yapılan yardım olup, <strong>2009</strong>’un 1’inci<br />

yarıyılı için 36.672,20 TL’dir. 2’nci yarıyılı için OEMS yardımı Temmuz<br />

<strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına göre yapılacaktır.<br />

(3’üncü ve 4’üncü derece malul personele OEMS yardımı<br />

yapılmamaktadır.)<br />

Sonuç olarak, sadece 1’inci veya 2’nci derece malul personele<br />

T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />

durumunda, Ocak veya Şubat ayında bağış yaptığı dikkate alınarak<br />

<strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için toplam 55.398,95 TL Maluliyet ve OEMS<br />

Yardımı, 2’nci yarıyılı için ise Temmuz <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur<br />

maaş katsayısına göre OEMS Yardımı yapılacaktır (Tablo–2).<br />

Malul olan personelin OYAK Emeklilik Sistemine (OEMS) girmesi<br />

halinde OEMS yardım tutarı kendisi adına OYAK’a gönderilir. OYAK<br />

Emeklilik Sistemine girmemesi halinde ise kendisine ödenir.<br />

BAĞIŞÇI SAYISI, BAĞIŞ DURUMU,<br />

HAK SAHİPLERİNE YAPILAN YARDIM<br />

Vakfımıza 2008 yılı içerisinde 164.126 personel bağışta bulunmuştur.<br />

Vakfın faaliyete başladığı 1 Ocak 2000 tarihinden 31 Aralık 2008<br />

tarihine kadar geçen süre içerisinde; personel bağışları tutarı 28,2<br />

milyon TL’dir. 1233 vefat, 645 malul ve 103 OEMS Yardımı olmak üzere<br />

toplam 1878 kişiye yapılan yardım tutarı 26.4 milyon TL’dir.<br />

TANITIM KONFERANSLARI<br />

2008 yılında 12 il’de, 31 birlik ve karargah personeline yönelik 30<br />

tanıtım konferansı icra edilmiştir.<br />

BAĞIŞLARINIZ İÇİN BANKA HESAP BİLGİLERİ<br />

ING BANK Ankara Yenişehir Şb. 279 - 4440444<br />

TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI Ankara Kolej Şb. 204 78 85<br />

TÜRKİYE İŞ BANKASI Ankara Balgat Şb. 04 23 590<br />

YAPI VE KREDİ BANKASI Ankara Balgat Şb. 70038398<br />

TÜRKİYE HALK BANKASI Ankara Küçükesat Şb. 160 00 016<br />

AKBANK Ankara Nenehatun Şb. 501 91 - 6<br />

FİNANSBANK Ankara Necatibey Şb. 123 64 827<br />

TÜRKİYE GARANTİ BANKASI Ankara Cebeci Şb. 629 95 34<br />

63<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

İLETİŞİM BİLGİLERİ<br />

TSK Dayanışma Vakfı Genel Müdürlüğü<br />

Nenehatun Cd. No.55<br />

06700 Gaziosmanpaşa / ANKARA<br />

Tel : (0312) 448 13 11 (pbx)<br />

KILIÇ : 5449-5489<br />

Belgegeçer : (0312) 448 17 70<br />

Internet : www.tskdv.org.tr<br />

E-posta : tskdv@superonline.com


64<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

YASAK İFADE VE SORGU YÖNTEMLERİ<br />

[ Hazırlayan ] Serpil KAPLAN | Hukuk Öğretmeni<br />

Muhakeme makamları, cezai bir uyuşmazlığı<br />

çözebilmek için gerçeği araştırırlar. Bu<br />

araştırmaların sonunda karar verme makamı olan<br />

hakimler bir hükme varırlar. Hakimin hükme<br />

varması, araştırılan maddi meselenin “sabit<br />

görülmesi veya görülmemesi” şeklinde olur.<br />

Hakimin vardığı bu sonuç, taraflar bakımından da<br />

meselenin “ispat edilmesi veya edilmemesi”dir. İşte,<br />

taraflar bakımından “ispat”, hakim bakımından<br />

“sabit görme” ve maddi mesele bakımından “sübut”<br />

denilen faaliyetler için kullanılan vasıtalara “delil”<br />

denilir. (12)<br />

Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşebilmesi ve insan<br />

haklarına uygun bir yargılama yapılabilmesi için<br />

maddi gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla kullanılan<br />

delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmiş<br />

olması gerekir. Hukuk devleti esaslarına uygun<br />

bir ceza muhakemesinde delil elde edilmesi ve<br />

değerlendirilmesi işlemlerine getirilen sınırlamalara<br />

delil yasakları denmektedir. (12) Yasak yöntemler<br />

kullanılmak sureti ile ifade almak ve sorgu yapmak,<br />

ceza hukuku açısından delil elde etme yasakları<br />

içinde yer almaktadır.<br />

Genel manada ifade almayı; suça ilişkin bilgisi<br />

olan kişilerle (mağdur, müşteki, tanık, şüpheli)<br />

kriminal taktik esaslarına göre planlanarak<br />

hazırlanıp yürütülen bir görüşme olarak tanımlamak<br />

mümkündür. İfade alma, kolluk ve savcı tarafından<br />

gerçekleştirilen bir delil toplama işlemidir. Sorgu ise,<br />

şüpheli veya sanığın ifadesinin hakim tarafından<br />

alınmasıdır.<br />

Kişilerin ifadesi, ancak şüphelinin kendi serbest<br />

iradesinin sonucu olarak ortaya çıkabildiği<br />

durumlarda delil olabilir. Bu nedenle, kimi ifade<br />

alma yöntemleri, şüphelinin iradi karar verme ve<br />

iradi davranma hürriyetini ihlal ettikleri takdirde


yasaktırlar. İşte, kişinin iradi davranma hürriyetini<br />

ihlal eden yöntemlere “Yasak İfade ve Sorgu<br />

Yöntemleri” denir. (13)<br />

CMK’nın 148’inci maddesinde “İfade Alma ve<br />

Sorguda Yasak Usuller” konusu ele alınmış ve<br />

ifade alma ve sorguda yasak usullerin neler olduğu<br />

sınırlayıcı olarak değil, sadece örnek niteliğinde<br />

sayılmıştır. Bu nedenle, kanunda anılan hallerin<br />

çoğaltılması mümkündür. Bununla beraber, sayılan<br />

bu usuller birbirinden genellikle kesin olarak<br />

ayrılmamışlardır. Örneğin, kötü davranma ve<br />

işkence iç içe girmiştir; kötü davranmada ağırlıklı<br />

olan nokta bedeni, işkencede ise ruhi saldırı söz<br />

konusu olmaktadır. (4)<br />

CMK’nın 148’inci maddesinin 3’üncü fıkrasında;<br />

“Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş<br />

olsa da delil olarak değerlendirilemez.” şeklinde<br />

düzenleme getirilerek bu tarz alınan ifadeler<br />

hukuken geçersiz sayılmıştır. (4) Bu madde ile,<br />

insan hakları ihlalleri önlenmeye çalışılmış ve kolluk<br />

kuvvetlerinin delil elde etmelerindeki temel ilke<br />

“ne pahasına olursa olsun delil elde etmek” değil,<br />

şüphelinin/sanığın haklarını da ihlal etmeden delil<br />

elde etmek şeklinde gelişmiştir.<br />

Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma<br />

Yönetmeliği’nin 23’üncü maddesinde de hukuka<br />

uygun ifade almanın nasıl olması gerektiği 10 bent<br />

halinde sayılmış, yine aynı yönetmeliğin 24’üncü<br />

maddesinde ise yasak ifade alma ve sorgu yöntemleri<br />

şu şekilde düzenlenmiştir: (7)<br />

• Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine<br />

dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü<br />

davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma,<br />

cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma<br />

gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz...<br />

• Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.<br />

• Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş<br />

olsa da delil olarak değerlendirilemez.<br />

• Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade,<br />

hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık<br />

tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.<br />

• Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden<br />

ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında,<br />

bu işlem ancak Cumhuriyet Savcısı tarafından<br />

yapılabilir.<br />

İFADE ALMA VE SORGUDA YASAK USULLER:<br />

Kötü Davranma:<br />

Kötü davranmadan anlaşılan, ifadeyi alanın müessir<br />

fiil şeklinde ortaya çıkabilen davranışıdır. Bu<br />

nedenle sadece cismen eza veya vücudun gerçek<br />

anlamda yaralanması değil, sıhhat ihlaline yönelik<br />

olan, vücuda ve akli sağlığa yönelen bütün tecavüzler<br />

bu kavrama dahildir. (13)<br />

65<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


66<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

İşkence:<br />

İşkence; şüphelinin özgür iradesini ortadan<br />

kaldırmaya yönelik her türlü psikolojik etkileri içerir.<br />

Şüphelinin uzun süre devam eden veya tekrarlanan<br />

bedeni veya ruhi acılara sokulması halinde işkence<br />

mevcuttur.<br />

İşkence, insanlık dışı muamele, aşağılayıcı muamele<br />

ve zor kullanma tehdidi gibi davranışlar baskı<br />

kavramı içinde yer alır. Sadece cismen eza veren<br />

davranışlar değil, vücuda ve akli sağlığa yönelen<br />

bütün tecavüzler baskı kavramına girer.<br />

Zorla İlaç Verme:<br />

Burada söz konusu olan; katı, sıvı, veya gaz<br />

şeklindeki her türlü maddenin insan vücuduna<br />

verilmesidir. Bunların yutturulması, yiyecek veya<br />

içeceklere katılarak verilmesi, solunum, zerk ya da<br />

ovma yoluyla vücuda dahil edilmeleri veya vücudun<br />

açık bir yerinden vücuda sürülmeleri arasında hiçbir<br />

fark yoktur. Bu konuda ilk akla gelebilenler; sarhoş<br />

edici, uyuşturucu, direnme gücünü çözücü, uyku<br />

verici veya uyarıcı ilaç ve benzerleridir.<br />

Kişiye kahve içirilmesi, zindeleştirici ve güçlendirici<br />

ilaçlar verilmesi yasak sorgu yöntemi kapsamına<br />

girmez.<br />

Narkoanaliz:<br />

Zorla ilaç verme şeklinde ortaya çıkan hukuka aykırı<br />

ifade alma yöntemleri arasında, narkoanaliz ya da<br />

gerçek serumu denen uygulama özel bir öneme<br />

sahiptir. Baskın görüş böyle bir yöntemin hukuka<br />

aykırılık teşkil ettiği yönündedir.<br />

Yorma:<br />

Yorma; açıkça iradeyi etkileyecek herhangi bir<br />

vasıta kullanmamakla birlikte; iradi karar verme ve<br />

iradi davranma hürriyetini ciddi biçimde tehlikeye<br />

düşürecek oranda kişiyi yorgun düşürmektir. Yorma<br />

sonucu şüphelinin fiziki ya da ruhi durumu, onun<br />

kendi iradesiyle davranıp karar vermesini imkansız<br />

kılacak şekilde güçsüz düşürülmektedir.<br />

Aldatma:<br />

Soruşturmacının, gerçeği tahrif ederek veya<br />

gizleyerek veya gerçek olmayan hususları gerçekmiş<br />

gibi takdim ederek şüpheliyi hataya sevk eden<br />

her türlü davranışı, aldatma veya hile olarak<br />

isimlendirilebilir.<br />

Şüphelinin ifade verip vermeme, verecekse bunun<br />

şekli; kısaca ifade hürriyetini, ifadesini kendi istediği<br />

şekilde ortaya koyma imkanını etkileyecek her türlü


aldatma hukuka aykırı olacaktır. Bu konuda ifadesi<br />

alınanın kasıtlı olarak ya da dikkatsizlik sonucu<br />

aldatılmış olması arasında da bir ayrım yapılamaz.<br />

Aldatma hukuki soruna veya olaya ilişkin olabilir.<br />

Hukuki soruna ilişkin aldatma; örneğin, şüphelinin<br />

tanık olarak ifadesinin alınacağı, dolayısıyla ifade<br />

vermeye ve gerçeği söylemeye mecbur olduğu,<br />

ithamın konusu suçun sadece bir para cezası<br />

ile cezalandırılacağı, şüphelinin susmasının<br />

suçluluğuna bir delil olabileceği ya da bir ikrarın<br />

mutlaka cezayı hafifletici bir sebep olarak nazara<br />

alınacağı şeklinde hukuki durumu tam yansıtmayan,<br />

hukuki duruma aykırı olan bilgiler verilmesi şeklinde<br />

ortaya çıkabilir. (13)<br />

Olaya ilişkin aldatma da çeşitli şekillerde ortaya<br />

çıkabilir. Örneğin, ifade alınmasını gerektiren<br />

hadisenin değiştirilerek şüpheliye bildirilmesi,<br />

gerçeğe aykırı olarak; şerikin veya şeriklerin ikrarda<br />

bulunduğunun, şeriklerin veya tanıkların onu<br />

suçlayacak yönde ifade verdiklerinin söylenmesi,<br />

aslında şüpheliyi suçlu çıkarmaya yetecek birçok<br />

delile sahip bulunulduğunun belirtilmesi gibi.<br />

Cebir ve Tehditte Bulunma:<br />

Bu kavram; aslında kötü davranma, bazı araçlar<br />

uygulama veya işkence kavramı içerisine de<br />

girmektedir. Burada bedensel cebir ve tehditte<br />

bulunmayı, kişinin vücudu üzerinde doğrudan<br />

doğruya etki doğuran, özellikle vücudun<br />

dokunulmazlığına veya vücut sağlığına zarar veren,<br />

her uygulama şeklinde belirtmek mümkündür.<br />

Tehdit konusu tedbirin gerçekte uygulanıp<br />

uygulanmamasının önemi yoktur; önemli olan, söz<br />

konusu yasal olmayan tedbirin uygulanabileceği<br />

ihtimalinin somut olayda şüphelinin özgür iradesi<br />

üzerinde bir etkiye sahip olmasıdır. (9)<br />

Kanuna Aykırı Menfaat Vaadinde Bulunma:<br />

Hukuka aykırı bir diğer ifade alma yöntemi; kanunen<br />

öngörülmemiş bir menfaat vaadinde bulunmaktır.<br />

Kanunen uygun olmayan menfaat vaadi; kişisel ya<br />

da olaya ilişkin herhangi bir iyileştirme, iyi hale<br />

getirmenin sağlanmasının söz verilmesidir.<br />

Bazı Araçlar Uygulama (Vücuda Yapılan<br />

Bedensel ve Ruhsal Müdahaleler):<br />

Kişinin vücuduna doğrudan etki eden, özellikle<br />

fiziki tamlığı veya sağlamlığı ihlal eden her tedbir bu<br />

kavrama dahildir.<br />

Hukuka aykırı bir ifade alma yöntemi olan vücuda<br />

müdahale bakımından ilk akla gelen yöntem,<br />

yalan makinesi olarak da ifade edilen poligraf<br />

(Lügendetektör) olmaktadır.<br />

CMK’DA YER ALMAYAN YASAK İFADE ALMA<br />

YÖNTEMLERİ<br />

CMK’da yasak ifade ve sorgu yöntemleri tahdidi<br />

olarak sayılmamıştır. Bu nedenle de kanunda yer<br />

almasa da, kişinin özgür iradesini sakatlayarak<br />

ifadesini sakata uğratacak her türlü yöntem<br />

hukuken yasaktır.<br />

Örneğin, hipnoz da tıpkı narkoanalizde olduğu gibi,<br />

hipnotize edilenin bilincini etkileyen veya tamamen<br />

tesirsiz hale getiren psikolojik bir uygulamadır.<br />

Alman hukukunda özgür iradeyi ortadan kaldıran<br />

bir metot olduğu açıkça düzenlenmiş bulunan<br />

hipnozun her derecesi mutlak bir şekilde yasak<br />

sayılmıştır.<br />

YASAK İFADE ALMA YÖNTEMLERİNİN<br />

KULLANILMASININ CEZAİ SONUÇLARI<br />

Kolluk personeli, ceza muhakemesinin amacı olan<br />

maddi gerçeği araştırma görevini yerine getirirken<br />

hukuka aykırı davranmış olabilir. Bu halde, kolluk<br />

personelinin muhatap olacağı ceza, 5237 Sayılı Türk<br />

Ceza Kanunu’nda “İşkence ve Eziyet” başlığı altında<br />

düzenlenmiştir.<br />

67<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


68<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Ayrıca aşağıda belirtilen maddelerde de yasak<br />

ifade alanın hukuka aykırı davranmasının cezai<br />

sonuçlarına ilişkin düzenlemelerde bulunulmuş ve<br />

cezai müeyyideler de ağırlaştırılmıştır: (3)<br />

TCK Madde 94: İşkence; TCK Madde 95: Neticesi<br />

Sebebiyle Ağırlaşmış İşkence; TCK Madde 96: Eziyet;<br />

Madde 106: Tehdit; TCK Madde 108: Cebir; TCK<br />

Madde 109: Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma;<br />

TCK Madde 256: Zor Kullanma Yetkisine İlişkin<br />

Sınırın Aşılması; TCK Madde 257: Görevi Kötüye<br />

Kullanma; TCK Madde 281: Suç Delillerini Yok<br />

Etme, Gizleme veya Değiştirme.<br />

SAHİL GÜVENLİK PERSONELİNİN İFADE<br />

ALIRKEN DİKKAT ETMESİ GEREKEN BAZI<br />

HUSUSLAR<br />

Personelimiz tarafından ifade alınırken, ifade alma<br />

tarzı ile ifade alma esnasında uyulması gereken bazı<br />

hususları şöyle sıralayabiliriz:<br />

• Öncelikle şüpheli veya sanığın kimliği saptanır.<br />

Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru<br />

olarak cevaplandırmakla yükümlü olup bu konuda<br />

susma hakkı yoktur. Şüpheli veya sanık kimliğini<br />

açıklayıncaya kadar kanunda yazılı tedbirler<br />

uygulanır.<br />

• Kendisine yüklenen suç anlatılır.<br />

• Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukuki<br />

yardımından yararlanabileceği, müdafiinin ifade<br />

veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine<br />

bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir<br />

müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde,<br />

kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.<br />

Şüpheli veya sanık müdafii istediğini beyan ederse,<br />

deniz koşullarında müdafi hazır bulundurma<br />

imkanı olmadığı durumlarda, süpheli/sanığın<br />

ifadesi alınmayarak uygun bir limanda müdafi<br />

hazır oluncaya kadar kişinin ifadesinin alınması<br />

geciktirilir ya da Cumhuriyet Savcısının talimatı<br />

doğrultusunda kişi ifadesi alınmadan mevcutlu<br />

olarak savcılığa teslim edilir.<br />

• Yakanalan kişinin yakınlarından istediğine<br />

yakalandığı derhal bildirilir.<br />

• Yüklenen suç hakkında açıklamada<br />

bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.<br />

• Şüpheden kurtulması için somut delillerin<br />

toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi<br />

aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan<br />

kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek<br />

olanağı tanınır.


Bu şekilde hakları hatırlatılarak şüpheli/sanığın<br />

ifadesi alınır. <strong>Sahil</strong> Güvenlik personeli de adli kolluk<br />

personeli olarak yukarıda arz edilen yasak ifade<br />

alma hususundaki tüm kural ve yöntemlere uyarak<br />

ifade alma işlemini tamamlayacaktır. Bu kuralların<br />

ihlallerinin, bizim personelimiz açısından da hukuki<br />

ve cezai sorumluluk gerektirdiği unutulmamalıdır.<br />

Kolluk kuvvetlerinin temel görevi toplumdaki<br />

düzenin, huzurun, barışın, suçsuzluk durumunun<br />

devamını, diğer bir deyişle kamu düzeninin<br />

bozulmamasını sağlamaktır. Kolluk kuvvetlerinin<br />

suç öncesi ve sonrası faaliyetleri sırasında, kişinin<br />

temel haklarından olan vücut dokunulmazlığı,<br />

özel hayatın gizliliği, kişi özgürlüğü, kişi güvenliği<br />

ve konut dokunulmazlığı gibi haklarını ihlal ettiği<br />

sürekli dile getirilmekte olup, hak ihlalleri iddiaları<br />

uluslararası platformlara da taşınmaktadır. İşte,<br />

kanun koyucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu<br />

ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile bu<br />

ihlallerin önüne geçilmesi amacıyla düzenlemeler<br />

yapmış olup, kanunlara aykırı davranan kolluk<br />

personeli için de caydırıcı ve cezalandırıcı<br />

kurallar getirmiştir. Yasak ifade alma ve sorgu<br />

yöntemlerinin de kanunda bu şekilde ayrıntılı<br />

biçimde yer almasının nedeni budur. Bu konuda<br />

Ceza Muhakemesi Hukuku’nda mevcut olan<br />

bu düzenlemeleri yerinde bulduğumuzu ve<br />

uygulamaya taşındığı ölçüde, insan hakkı ihlallerinin<br />

önlenebileceğini belirtmeliyiz.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI<br />

2. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ<br />

3. TÜRK CEZA KANUNU<br />

4. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU<br />

5. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KANUNU<br />

6. ADLİ VE ÖNLEME ARAMALARI YÖNETMELİĞİ<br />

7. YAKALAMA GÖZALTINA ALMA VE İFADE ALMA YÖNETMELİĞİ<br />

8. TOROSLU NEVZAT, CEZA HUKUKU GENEL KISIM, SAVAŞ YAYINEVİ, ANKARA, 2005,<br />

S. 135.<br />

9. SAHİL GÜVENLİK OKUL KOMUTANLIĞI, TÜRK CEZA HUKUKU VE CEZA<br />

MUHAKEMESİ HUKUKU DERS KİTABI’’, ANTALYA, 2008,<br />

10. GÖLCÜKLÜ FEYYAZ, GÖZÜBÜYÜK ŞEREF, AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ<br />

VE UYGULAMASI, ANKARA, 1994, S. 166 VD.<br />

11. ERGÜL ERGİN, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ UYGULAMASI, YARGI<br />

YAYINEVİ, ANKARA, 2003, S. 95 .<br />

12. YRD. DOÇ. DR. MAHMUT KOCA, CEZA MUHAKEMESİNDE HUKUKA AYKIRI<br />

DELİLLERİ DEĞERLENDİRME YASAĞI<br />

13. ÖZTÜRK, BAHRİ; ERDEM, RUHAN; CEZA MUHAKEMESİ HUKUKU, SEÇKİN<br />

YAYINCILIK, ANKARA, 2006.<br />

69<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


70<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

TÜRKÇE’Sİ VARKEN<br />

TÜRKÇE’SİNİ KULLANMAK GEREK<br />

[ Hazırlayan ] Hülya KÜÇÜK | Yabancı Dil Öğretmeni<br />

Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan en kısa<br />

ve etkili yoldur. İnsanın kendini ifade edebilmesi<br />

ve karşısındakini anlayabilmesi en kolay dil ile<br />

gerçekleşir. İletişimde tek yol olmamakla beraber,<br />

diğer yöntemlerden çok daha kısa ve etkilidir. Dilin<br />

bu özelliği insanlara verilmiş doğal bir yetenek<br />

olmasından kaynaklanır. Örneğin, bir olguyu<br />

konuşarak veya yazarak başkalarına çok rahat<br />

aktarabiliriz. Ancak aynı olguyu resimlerle veya<br />

hareketlerle anlatmaya çalışmanın zorluğu, dilin<br />

insan yaşamı ve iletişimi için ne kadar önemli<br />

olduğunu çok iyi gösterir.<br />

İletişim, bugün tüm dünyada en çok dil aracılığıyla<br />

kurulur. Bundan dolayı dili doğru kullanmak çok<br />

önemlidir. Etkili ve doğru bir iletişimin ilk gereği,<br />

kurallarına uygun olarak kullanılan bir dildir.<br />

Örneğin, anlam karmaşaları ile dolu bir konuşmanın<br />

sağlıklı bir iletişim aracı olması mümkün değildir.<br />

Dili doğru kullanmanın ilk şartı ise dile hakim<br />

olabilmektir. Bu da ancak dilin kurallarını, dil<br />

bilgisini iyi bilmekle gerçekleşir. Etkili ve doğru<br />

iletişim kurmak isteyen bir kişi, dili mutlaka doğru<br />

kullanabilmelidir. Dil üzerinde düşünür ve dili bir<br />

düşünce odağı gibi kabul ederseniz dilin düşünce<br />

yaşamımızı zenginleştireceğini göreceksiniz. Dil<br />

düşüncenin evidir; binlerce yıllık insan zekası<br />

sözcüklerde, deyimlerde, ifade kalıplarında gizlidir.<br />

İnsanlık tarafından bilgilerimizi depolamak için<br />

kullanılan ilk araç dil olmuştur. (3)<br />

Dilin kullanımıyla iletişimin etkinliği arasındaki<br />

paralellik dilin doğru kullanımının önemini


arttırmaktadır. Düşüncelerimizin anlaşılması için<br />

dile hakim olmak, onu iyi tanımak ve kullanmak<br />

durumundayız. Türkçe’yi doğru kullanmanın<br />

gerekliliği bu noktada ortaya çıkmaktadır. Türkçenin<br />

kuralları hiçbir dilde görülmeyecek kadar yalın ve<br />

basittir. Dil öğrenimi, ana dilimiz de dahil olmak<br />

üzere dünyanın en zor bilgi alanlarından birisidir.<br />

Çünkü öğrenilecek unsurlar sonsuzdur. Türkçe diğer<br />

dillere göre büyük bir kurallılık sergilediğinden<br />

göreceli olarak bize büyük kolaylıklar sağlamaktadır.<br />

Ancak Türkçenin bize sağladığı bu kolaylık, dilimizin<br />

aleyhine bir durum yaratmaktadır. Dilimizi doğru<br />

kullanmak için bir çaba göstermemiz gerekmediği<br />

duygusuna kapılıyoruz. (3)<br />

Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen<br />

Atatürk’ün “millet” tanımı içinde dilin çok önemli bir<br />

yeri vardır. Ona göre millet, dil, kültür ve ülkü birliği<br />

ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği<br />

sosyal ve siyasi bir topluluktur. O, bu konudaki<br />

görüşlerini şu şekilde daha açık ifade etmektedir:<br />

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk<br />

milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir.<br />

Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.<br />

Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler<br />

içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını,<br />

menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini<br />

yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu<br />

görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”<br />

Atatürk’ün, Sadri Maksudi’nin “Türk Dili İçin”<br />

isimli eserinin başına yazdığı şu sözleri onun dil<br />

görüşünün en güzel ifadelerindendir: “Milli his ile dil<br />

arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin<br />

olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir.<br />

Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki<br />

bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini<br />

korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller<br />

boyunduruğundan kurtarmalıdır.”<br />

Türkçe; tarihi en az 4000 yıl önceye dayanan,<br />

coğrafyası yaklaşık 12 milyon km 2 ‘ lik alanı kapsayan<br />

bir dildir. Türkiye’deki konuşur sayısı 70 milyon<br />

olmakla beraber, dünyadaki konuşur sayısı 200<br />

milyonu aşkındır. UNESCO 1980 yılında yayımladığı<br />

raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın<br />

beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştır. Ancak<br />

UNESCO daha sonraki yıllarda, Türk dil ailesini bir<br />

bütün olarak kabul etmeyerek, her Türk lehçesini<br />

sıralamada ayrı ayrı değerlendirmiş, böylece Türk<br />

dilinin sıralamadaki yeri değişmiştir. (5)<br />

Geçmişte, aşırı bir biçimde Farsça ve Arapçanın<br />

etkisinde yaşanan bin yıllık bir ihmalin 1930-1940<br />

yılları arasında giderilmesiyle ilgili olarak başlatılmış<br />

olan çalışmalar, ne yazık ki on yıl sonra zayıflamış,<br />

son otuz kırk yıl içindeyse Türkçe batının etkisinde<br />

yeniden yabancılaşmaya başlamıştır. Tarih boyunca<br />

71<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


72<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

çeşitli bilim dallarıyla ilgili terimleri Arapça kökenli<br />

kelimelerden türetmeler yaparak karşılayan Osmanlı<br />

aydınları, Türkçe kelime köklerine başvurmayı hiçbir<br />

zaman akıllarına getirmemişlerdi. Bu durum 1920’li<br />

yıllara kadar sürmüştü.<br />

Yusuf Yanç, Türk Dil Kurumu tarafından<br />

ödüllendirilmiş şiiri “Arıyorum”da, Türkçenin<br />

sorunlarından şöyle bahsetmektedir: Karamanoğlu<br />

Mehmet Bey’i arıyorum/ Göreniniz, bileniniz/<br />

Duyanınız var mı/ Bir ferman yayınlamıştı: /<br />

Bu günden sonra, divanda, dergahta,/ Bargahta,<br />

mecliste, meydanda/ Türkçe’den başka dil<br />

konuşulmaya diye!/ Hatırlayanınız var mı/ …/<br />

Tanıtımın “demo”, sunucunun “spiker”,/ Gösteri<br />

adamının “showmen”/ Radyo sunucusunun<br />

“disjokey”/ Hanım ağanın “firstlady” olduğuna/<br />

Şaşıranınız var mı/…/ Toprağımızı, bayrağımızı/<br />

İnancımızı çaldırmayalım derken,/ Dilimizin<br />

çalındığına, talan edildiğine/ Özün el diline<br />

özendiğine/ İçi yananınız var mı/ (8)<br />

Aşık Paşa ise; XIV yy’da , yabancı dillere hayran bir<br />

kitlenin Anadolu topraklarında hüküm sürdüğünü<br />

şu dizelerle göstermektedir:<br />

Türk diline kimse bakmaz idi<br />

Türklere asla gönül akmaz idi<br />

Türk dahi bilmez idi o yolları<br />

İnce yolu, o ulu menzilleri (8)<br />

XIV. ve XV. yy’ da bir eserin Arapça ve Farsça<br />

yazılması bir iftihar, Türkçe yazılması ise bir utanç<br />

sayılmıştır. Taarruzname’yi yazan Sinan Paşa ise<br />

eserinin Türkçe olmasından dolayı okuyucudan af<br />

dilemektedir. (5)


Osmanlı atalarımızda kültürlü sayılmanın yolu,<br />

Arapça ve Farsça bilmekten geçiyordu. Onların<br />

torunları içinse, kültürlü olmak, önce Fransızca<br />

sonra İngilizce bilmek ve bu dillerden apardıkları<br />

kimi sözcükleri konuştuklarının, yazdıklarının<br />

içine serpiştirmekti. İttihat ve Terakki aydınları<br />

“Man Char” ve “Mon Dieu” diyerek, redingot<br />

giyip fötr takarak ne kadar kültürlü olduklarını<br />

gösterme fırsatını yakalamışlardır. Daha sonrakiler<br />

için ise bu sözlerin yerini, “okey, allright” alacaktı.<br />

Televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte, kitle iletişim<br />

araçlarının farklı kültürlerin dilin kirlenmesine<br />

olan etkisinde oynadığı rol açıkça görülmeye<br />

başlanmıştır. Günümüzde yabancı kültürlerin giyim,<br />

müzik, yaşam tarzımız gibi pek çok alanda görülen<br />

etkisi dilimizde de görülmekte; radyo, televizyon,<br />

sinema gibi kitle iletişim araçları bu etkiye<br />

katkıda bulunmaktadır. Sözlerin arasında yabancı<br />

sözcüklerin kullanımı kültürlü olma göstergesi<br />

olarak algılanmaktadır. Televizyon kanalları ve<br />

yayınladıkları magazin programlarının adları<br />

özellikle Türkçe yerine İngilizce’dir. Gazetelerdeki<br />

“Breakfast+Lunch=Brunch” ilanları, sanatçıların<br />

“The Best of…” albümleri, “yan profil”den daha iyi<br />

resim verdiğini söyleyenler, ve konserlerindeki “full<br />

dolu” salonları anlatanlar, “dokunmatik” çamaşır<br />

makineleri, “anti-leke” sistemleri, ve “eko-paket”ler<br />

kimse tarafından yadırganmaz oldu. İngilizce “tele”<br />

ile Fransızca “vole”yi birleştirip “televole” diye<br />

sözcük yapanlar, adeta Türkçe olmasın da ne olursa<br />

olsun diye çaba harcamaktadır. (1)<br />

Günümüzde kıstas yerini ölçüt’e bırakırken batıdan<br />

gelen kriter yayılmaya başladı. Orijinal’i kullanan<br />

özgün’ü öğrenmek istemiyor. Cumhuriyetin ilk<br />

yıllarından yapılan terim çalışmalarında dile<br />

bağdaşık kelimesi kazandırılmıştı, onun yerini<br />

homojen aldı. Kontaminant karşılığı bulaşkan gibi<br />

türetmeler kullanılmaya kullanılmaya unutuldu.<br />

Cankurtaran gözümüzün önünde ambulans<br />

oluverdi. (9)<br />

Türkçe’ye Arapça, Farsça karışması İslamı bir<br />

bütün olarak görme gereğinden ve Türklerin kendi<br />

hevesleriyle olmasına rağmen, bu seferki İngilizce<br />

etkisi kendiliğinden olmamış 40 yıl önce-daha da<br />

belirgini 1953’de- “Türk Milli Eğitimi’ne İngiliz ve<br />

Amerikan gizli teşkilatlarının el atması ve Türk<br />

okullarında eğitim dilinin İngilizce yapılması,<br />

yani birçok dersin Türk hoca tarafından Türk<br />

öğrencisine İngilizce olarak anlatılmasının zorunlu<br />

kılınması hainliği ve garabetiyle meydana gelmiştir.”<br />

(2) Bölümlerinde İngilizce ile öğretim yapılan<br />

üniversiteler, İngilizcenin Türkçe üzerindeki olumsuz<br />

etkisine katkıda bulunan önemli faktörlerden birini<br />

teşkil etmektedir. Türkiye yabancı dille öğretim<br />

yapılan Uganda, Kenya, Tanzanya gibi ülkeler<br />

arasında yer almakta, yabancı dil öğrenimi ile<br />

yabancı dille öğrenim arasındaki önemli farkları göz<br />

ardı etmektedir.<br />

Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR, Türkçe karşısında<br />

aydınların tutumu isimli makalesinde de<br />

yabancı sözcüklerin Türkçe üzerindeki olumsuz<br />

etkisinden söz etmiş; aydınların da bu konudaki<br />

duyarsızlığına değinmiştir. Günümüzde başlıca<br />

sorun batı kökenli kelimelerdir fakat bu bir türlü dile<br />

getirilmemektedir. 1940’larda başlayan bu sürece<br />

duyarsız kalınmakta, yabancı dillerden dilimize giren<br />

yabancı ön ve son ekler, ters kurulan tamlamalar<br />

eleştirilmemektedir.<br />

Günümüzde batı dillerinden giren yabancı<br />

kelimeler tepki çekmiyor. 1940’lı yıllarda başlayan<br />

ve giderek hızını artıran batı kökenli kelimelerin<br />

dile doluşmasına aydınlarımız duyarsız kalıyor.<br />

Yalnızca batı kökenli kelimelerle değil, bu dillerden<br />

geçen yabancı ön ve son ekler, yabancı kelime<br />

gruplarıyla da aydınlarımız ilgilenmiyor. Dilin çeviri<br />

dil olma yoluna girmesine, artık tamlamaların bile<br />

ters kurulduğuna dikkat edilmiyor. Türk aydını<br />

‘‘bugün kar yağsın isterdim’’ örneğinde olduğu gibi<br />

batı dillerinin etkisinde gelişen cümle kalıplarının<br />

giderek yaygınlaştığı üzerinde durmuyor. Batıdan<br />

giren bu tür kelimeleri halkın anlayıp anlamadıkları<br />

ise söz konusu değil. Söz hazinesi iyice daralmış<br />

olan öğrenim çağındaki gençlerin bu tür kelimelerin<br />

akını karşısında sıkıntıya düşmeleri, onları rahatsız<br />

etmiyor. Özellikle terimlerde görülen yabancı<br />

kelime akınının eğitim dilini yabancılaştırdığını<br />

görenler bu gelişme karşısında sessiz kalıyor,<br />

günün birinde eğitim dilini bir yabancı dilde yapma<br />

zorunluluğu doğuracağı hesaba katılmıyor. Biri<br />

doğudan ötekisi batıdan gelen ve aynı anlama gelen<br />

kelimeleri bir arada kullananların konuşmaları<br />

artık yadırganmıyor. Düzelten, tenkit eden de artık<br />

kalmamıştır. ‘‘Antibatı’’ örneğinde olduğu gibi<br />

Türkçe kelimelere batı dillerinden gelen ön ekleri<br />

ekleyenler, yaptığı hatanın farkında değildir. Hatayı<br />

anlatmaya kalktığınızda ikna etmede güçlük çekilir.”<br />

Ulu Önder Atatürk; “ Milli his ile dil arasındaki bağ<br />

73<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


74<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

çok kuvvetlidir. Türk dili, dillerin en zenginlerinden<br />

biridir, yeter ki bu dil, şuurla işlensin” sözleriyle<br />

Türk diline gereken özenin gösterilmesi gerektiğini<br />

belirtmiştir. (6)<br />

“Türkçe’si varken, Türkçe’sini kullanmak gerek”<br />

diyen ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu gençleri,<br />

yayımladıkları “düşün’ce: Yabancı Sözcüklere<br />

Türkçe Karşılıklar” isimli çalışmalarında günümüz<br />

gençlerinin yaygın olarak kullandığı anlaşılması<br />

güç yabancı kaynaklı kelimelere anlamlı Türkçe<br />

karşılık geliştirme çabalarını ortaya koymaktadırlar.<br />

(Örneğin; angaje olmak: bağlanmak, akualand:<br />

su bahçesi, asparagas: uydurma, aranje etmek:<br />

düzenlemek,uyarlamak) (7)<br />

Geldiğimiz bu noktada açıkça görülmektedir<br />

ki; yabancı kültürlerin üzerimizdeki olumsuz<br />

etkisi ve zihin sömürgeciliği, maddi kaynakların<br />

sömürülmesinin etkisini bile geride bırakmaktadır.<br />

Türkçenin öğretim dili olarak kullanılmaması<br />

durumunda yeni kavramlara Türkçe karşılıklar<br />

üretilememesi ve bugünkü etkin durumundan geriye<br />

sürüklenmesi kaçınılmaz bir durumdur. (4)<br />

Yabancı dil ile eğitim ve yabancı dil tutkusunun<br />

önüne geçilmesi, kitle iletişim araçlarının<br />

kontrolünün sağlanıp, dil bilinci ve anadil<br />

sevgisi aşılama yolunda kullanılması, Türk dilini<br />

geliştirme, öz benliğine kavuşturma çabası içindeki<br />

gençlerimizin desteklenmesi her zamankinden<br />

daha çok önem arz etmektedir. Mustafa Kemal’in<br />

“emanet”i Cumhuriyeti ve devrimleri en iyi şekilde<br />

koruyan Türk gençliği şüphesiz ki, diline de sahip<br />

çıkma bilincinde olacaktır.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. HEPÇİLİNGİRLER Feyza, “Türkçe Off” Remzi Kitabevi, Ekim 2001, s.46-48<br />

2. SİNANOĞLU Oktay, “Bir Nev-York Rüyası Bye-bye Türkçe”, Otopsi Yayınevi, s.III & 26<br />

3. “Türkçe’nin Doğru Kullanımı”, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı<br />

Yayınları, 2007, s.1-3<br />

4. “Kültürel Bozulma Türkçenin Doğru ve Etkin olarak kullanımı”, Kara <strong>Kuvvetleri</strong><br />

Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı.<br />

5. Dr. Hatice Şirin USER, “Türkçenin Güzel Kullanılması” Kara <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı<br />

Eğitim ve Doktrin Komutanlığı.<br />

6. Öğ. Bnb. Hülya GEL, “Türkçenin Doğru ve Etkin Kullanılması” Kara <strong>Kuvvetleri</strong><br />

Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı.<br />

7. ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu “Düşün’ce” 2007, s.14-15<br />

8. www.antoloji.com<br />

9. Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR “Dünden Bugüne Türkçe” http://www.tdk.gov.tr<br />

10. http://www.turkoloji.cu.edu.tr “Türk Dili” Mustafa Süreyya Sezgin<br />

11. http://www.anadilim.org<br />

12. Yabancılaşan bilim dilimizdeki ihmaller ve kayıplar / PROF. DR. HAMZA ZÜLFİKAR<br />

http://www.tdk.gov.tr


76<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

STRES VE STRESLE BAŞA ÇIKMA<br />

[ Hazırlayan ] Gamze ÜLKER | Psikolog<br />

“Öfke ile kalkan zararla oturur.”<br />

Stres sözcüğü günümüzde herkesin sıklıkla<br />

kullandığı bir sözcük haline gelmiştir. Çalışan ya<br />

da çalışmayan, öğrenci, emekli, düşük ya da yüksek<br />

sosyo-ekonomik düzeyden veya eğitim düzeyinden<br />

gelen herkesin sıklıkla telaffuz ettiği bu sözcük kitle<br />

iletişim araçları tarafında da devamlı karşımıza<br />

çıkarılmaktadır. Peki nedir herkesin devamlı<br />

bahsettiği “stres”<br />

Stres bireyin kendi duygusal, sosyal ve fiziksel<br />

kaynakları ile baş edebileceğinin üzerinde bir baskı<br />

ile karşılaşması durumu olarak tanımlanmaktadır<br />

(Stres Broşürü, 2008). Bir başka ifadeyle bireyin<br />

kapasitesini zorlayan durumlarla karşı karşıya<br />

kaldığında ortaya çıkan ve çevreye uyumunu<br />

zorlaştıran tepkidir (Yılmaz).<br />

Söz konusu tanımlardan da anlaşıldığı gibi<br />

stresin önemli bir özelliği bireye özgü olmasıdır.<br />

Dolayısıyla yukarıdaki tanımlara ek olarak kişilere<br />

göre değişebilen tanımlar da yapmak mümkündür.<br />

Örneğin bir iş adamı için stres borsadaki<br />

dalgalanmalar olarak tanımlanırken, bir öğrenci<br />

için matematik sınavı olabilmektedir. Bazıları stresi<br />

“etkilenmek istemediği durumlardan etkilenme”<br />

olarak tanımlarken, bazıları “sıkıntı, kaygı, üzüntü<br />

süresinin uzaması” ya da “bir şey yapmak istememe”<br />

şeklinde tanımlayabilmektedir (Şahin, 1988).<br />

Stresi ortaya çıkarması muhtemel durumlar<br />

kişiden kişiye değiştiği gibi, aynı duruma kişilerin<br />

verdiği tepkilerin derecesi de, aralarındaki bireysel<br />

farklar nedeniyle, farklı olmaktadır. Örneğin iş


yoğunluğu bazıları için hayatının en temel stres<br />

kaynağı iken, bir başkasında daha arka sıralarda yer<br />

alabilmektedir.<br />

Stresin gündelik yaşamımızda bu kadar gündeme<br />

gelmesinin nedeni kuşkusuz insan sağlığı ve<br />

performansı üzerinde olumsuz etkiler yapmasıdır.<br />

Ancak stresin, zihinsel ve fiziksel kaynaklarımızı<br />

tüketen olumsuz bir yanı olduğu gibi, kendimizi<br />

keşfetmemize, potansiyelimizi kullanmamıza ve<br />

gelişmemize yardımcı olan bir tarafı da vardır. Ruh<br />

sağlığı çalışanları bir miktar stresin hepimiz için<br />

gerekli hatta yararlı olduğu konusunda görüş birliği<br />

içindedirler. Bu noktada “olumlu stres” düzeyinden<br />

bahsetmek yerinde olacaktır. Stresi genel olarak<br />

varoluş dengemizi bozan durumlar olarak<br />

tanımlamıştık. Dengelerdeki geçici bozulmalar<br />

organizmayı harekete yönlendirir. Sürekli dengede<br />

olmak bir anlamda hareketsizlik (eylemsizlik)<br />

demektir. Diğer bir ifadeyle dengedeki geçici<br />

bozulmalar, sistemi harekete götürmesi sayesinde<br />

sistem canlılığını sürdürür. Örneğin, hiç sınav stresi<br />

yaşamayan bir öğrenci ders çalışmak için gerekli<br />

motivasyonu bulamayabilir ya da işinde yükselmek<br />

isteyen biri kendini geliştirme konusunda bir<br />

miktar stres yaşar ki, bu stres onu çabalamaya<br />

iter. Yeterince arkadaşı olmasını isteyen birini<br />

diğerleriyle iletişim halinde olmaya yönelten yalnız<br />

kalma konusunda yaşadığı stres olabilmektedir<br />

(Şahin, 1988).<br />

Önemli olan stresin yaşamımızda hiç var olmaması<br />

değil, uygun bir düzeyde olmasıdır. Stresle başa<br />

çıkmanın en temel koşulu, bu olumlu düzeyin<br />

üstüne çıktığımız ya da altına düştüğümüz anları ve<br />

durumları fark etmektir.<br />

STRES BELİRTİLERİ NELERDİR<br />

Stresin çeşitli belirtileri mevcuttur. Bu belirtileri üç<br />

başlıkta inceleyebiliriz (Yılmaz):<br />

Fiziksel Belirtiler: Stres yaratan durumlar<br />

karşısında bedenimiz bazı tepkiler verir. Bu<br />

tepkilerin çeşidi ve yoğunluğu kişiden kişiye<br />

değişmekle birlikte gözlenen genel belirtiler<br />

şunlardır: Kalp atışında hızlanma, ellerin terlemesi,<br />

ağzın kuruması, mide ağrıları, kaslarda gerginlik,<br />

baş ağrısı, çarpıntı, sıcak ve soğuk basmaları, ses<br />

titremesi, yorgunluk, yerinde duramama vs…<br />

Psikolojik Belirtiler: Stres yaşayan kişi bir süre<br />

sonra zayıf, güçsüz, her an kötü bir şey olacakmış<br />

duygusunu yaşayan, nedeni belirsiz yoğun bir<br />

endişe duyan, sinirli, çabuk heyecanlanan, kolayca<br />

ağlayan bir kişi durumuna gelebilir. Dikkatini<br />

toplamakta güçlük çekebilir, hafıza sorunları<br />

yaşayabilir, öğrendiği konuları unuttuğu endişesine<br />

kapılabilir. Kolaylıkla yapabileceği işleri yapılamaz,<br />

güç engellere dönüştürerek işleri geciktirme ya da<br />

engelleme eğilimine girebilir.<br />

Davranışsal Belirtiler: Kişinin yaşadığı stres<br />

düzeyi onun gündelik yaşamındaki davranışlarına,<br />

alışkanlıklarına da yansımaktadır. En sık gözlenen<br />

davranışsal belirtiler uykusuzluk ya da aşırı uyuma,<br />

iştahta bozulma, sosyal ortalardan kaçınma,<br />

saldırganlık, sigara ve alkol kullanımında artış,<br />

madde kullanımı şeklinde sıralanabilir.<br />

STRESİN NEDENLERİ NELERDİR<br />

Uzmanlara göre stresin temel olarak üç kaynağı<br />

vardır (Şahin, 1988):<br />

Çevresel Stres Kaynakları: Çevremiz bizi uyum<br />

sağlamamızı gerektiren talepler bombardımanına<br />

tutar. Gürültü, kirlilik, çalışma ortamı, zaman<br />

baskısı vs…<br />

Sosyal Stres Kaynakları: İş yerinde çalışma<br />

arkadaşları ile yaşanan sorunlar, aile ve<br />

arkadaşlardan ayrılma, bulunduğumuz sosyal<br />

77<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


78<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

ortama uyum sağlama, işsizlik, ekonomik<br />

problemler, aile içi geçimsizlikler, ailede ölüm ve<br />

hastalık vb. pek çok faktör sosyal yaşamımızda stres<br />

faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Kişisel Stres Kaynakları: Kendimize güvensizlik,<br />

iletişim becerilerimizi geliştirememe, akademik<br />

başarısızlık, fiziksel durumumuz vs. stres<br />

oluşumunu tetikleyen kişisel faktörler olarak<br />

sıralanabilir.<br />

Gündelik yaşamımızın çoğu iş yaşamında geçtiği<br />

için iş ortamından kaynaklanan stres faktörlerinin<br />

altını çizmek önemlidir. Bu faktörler şu şekilde<br />

sıralanabilir (Şahin, 1988):<br />

Rol belirsizliği: Yaşamda kendimiz için anlamlı<br />

ve tutarlı bir rol bulamamak önemli bir stres<br />

kaynağıdır. Bu durum iş yaşamı dışında da geçerlidir.<br />

Kişinin sevdiği bir mesleği uygulayamaması ya<br />

da kendisini sevilen bir kardeş, öğrenci vs. olarak<br />

görememesi buna örnek verilebilir. Diğer yandan<br />

kişilerin iş ortamında kendisinden beklenenler<br />

konusunda net olamaması da önemli bir stres<br />

faktörüdür.<br />

Kişilerarası çatışmalar: Hangi iş yeri olursa olsun<br />

kişiler arası tartışmalar strese yol açar. Kişilerin<br />

amirleriyle, mesai arkadaşlarıyla yaşadıkları<br />

problemler, kendi iç dünyalarındaki problemlerle<br />

birleştiğinde çözümün zor olduğu bir tablo ortaya<br />

çıkar.<br />

Sorumluluk: Taşıyabileceğimizden çok daha<br />

fazla sorumluluk almamız durumunda aşırı bir<br />

stres altında kalabiliriz. Özellikle diğer insanların<br />

yaşamında önemli etkiler yapabilecek kararları<br />

alma durumunda olmak sürekli bir stres kaynağı<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır. Sizinle birlikte<br />

çalışan elemanların mesleki gelişiminden kendinizi<br />

sorumlu tutuyorsanız ya da işiniz doğası gereği<br />

çok sorumluluk gerektiriyor ama yetkiniz sınırlı<br />

ise yoğun bir stres altına girebilirsiniz. Bunu yanı<br />

sıra ev yaşamınızda sorumlulukların çoğu sizin<br />

üzerinizdeyse bir süre sonra bu durumla baş<br />

etmekte zorlanabilirsiniz.<br />

Yoğun çalışma yükü: Zaman az ve yapılması<br />

gereken iş fazla olduğunda, iş sizde olmayan bilgi<br />

ve beceriler gerektirdiğinde, bazen de işiniz bilgi<br />

ve becerilerinizin çok altında kaldığında stres<br />

yaşayabilirsiniz.<br />

Streste önemli olan bir diğer nokta söz konusu<br />

durumlara ne kadar süreyle maruz kaldığımızdır.<br />

Anlık strese maruz kalmanın etkileri devamlı strese<br />

maruz kalmanın etkilerinden daha hafiftir. En uzun<br />

süre en fazla zararı, en kısa sürede en az zararı ifade<br />

eder. Tabi bu noktada bireysel farklılıkları hiçbir


zaman unutmamamız gerekir. Strese kısa bir süre<br />

maruz kalan bir kişi kişisel özellikleri ve geçmiş<br />

deneyimleri doğrultusunda, uzun süre maruz kalan<br />

kişiden daha fazla etkilenebilir.<br />

Stresi algılama ve baş etmede bireysel faktörler<br />

önemli rol oynamaktadır. Birçoğumuz bizi gerginliğe<br />

iten ve duygusal açıdan sıkıntı veren olaylar ve<br />

insanlar karşısında strese girdiğimizi düşünürüz.<br />

Bunu yaparken de çok önemli bir noktayı gözden<br />

kaçırırız. Kişiden kişiye değişen bazı düşünme<br />

biçimleri yaşam olaylarının olduğundan ağır<br />

algılanması ve sonrasında stres oluşumu ile ilişkili<br />

bulunmuştur. Kişinin kendi kendine yaptığı olumsuz<br />

içerikli konuşmalar zaman geçtikçe otomatikleşir<br />

ve olumlu bir içerikle kolayca yer değiştiremez.<br />

Stres düzeyinizi azaltmak istiyorsanız, bu olumsuz<br />

düşüncelerin farkına varmak çok önemlidir. Bu<br />

düşünce biçimlerinden bazıları şunlardır (Şahin,<br />

1988):<br />

Bir insanın herkes tarafından sevilmesi gerekir:<br />

Birçok kişi sözel olarak dile getirmese bile böyle bir<br />

beklenti içindedir. Bu beklenti kişiyi ilişkilerinde<br />

oldukça hassas bir konuma getirir. Dolayısıyla<br />

yaşadığı en ufak olumsuz deneyimleri, hayal<br />

kırıklıklarını bile sevilmediği yönünde algılayıp stres<br />

kaynağı yapabilir.<br />

Her zaman mükemmel olmak gerekir: Kişinin böyle<br />

bir beklentisi olması halinde tüm başarısızlıklarında<br />

kendini suçlama eğiliminde olur. “Eyvah toplantıya<br />

geç kaldım, zaten hangi işi becerebildim ki…”<br />

Bütün kötü olaylar benim başıma gelir: Kişi<br />

tamamen kendine dönük yaşadığında başkalarının<br />

yaşadıklarını fark etmeyip, kendini yaralamaya<br />

devam edebilir: “Her zaman olumsuz insanlarla<br />

çalışıyorum...”<br />

Olaylar her zaman benim istediğim şekilde<br />

gelişmelidir; bizim dışımızdaki pek çok insan ve<br />

durum yaşamımızda belirleyicidir. Dolayısıyla her<br />

şeyin her zaman bizim istediğimiz gibi gitmesini<br />

beklemek stresi yaşamımıza davet etmek anlamına<br />

gelir.<br />

Yaşamış olduğum terslikler gelecekte de devam<br />

edecek; bazı insanlar yaşadıkları olumsuz olayları<br />

yaşamlarının tümüne genelleme eğilimindedirler.<br />

Kötümser bir bakış açısıyla bir şeylerin<br />

farklılaşabileceğine inanmazlar.<br />

Bir şey ya iyidir ya kötü; dünyayı “siyah ya da<br />

beyaz” olarak algılama eğiliminin bir sonucudur.<br />

Eğer gösterdiğiniz performans tam anlamıyla<br />

kusursuz değilse (ki çoğunlukla mümkün değildir)<br />

başarılarınızı bir tarafa itip kendinizi bütünüyle<br />

başarısız olarak değerlendirirsiniz. “İnsan bir işi en iyi<br />

şekilde yapmayacaksa, hiç başlamasın daha iyi…”<br />

Diğer insanların istediği gibi olmazsam yalnız<br />

kalırım; bu inanç insanların kendi isteklerinden<br />

fedakarlık etmelerine ve yaşamlarını başka<br />

insanların mutlulukları doğrultusunda<br />

sürdürmelerine neden olur.<br />

Yalnız olmak korkunçtur; insan sosyal bir varlıktır<br />

ve başka insanların varlığı dünyamıza renk katar;<br />

ancak her zaman etrafımızda başkalarının olmasını<br />

beklemek pek gerçekçi değildir. Zaman zaman yalnız<br />

kalmak da insana iyi gelebilir.<br />

Başıma gelen olumsuzluklardan her zaman ben<br />

sorumluyum; farklı nedenleri olabileceğini hiç<br />

dikkate almadan, birey diğerlerinin olumsuz<br />

davranışlarının nedenlerini kendine yükleyebilir:<br />

“Selam vermedi, yanlış bir şey mi yaptım acaba…”<br />

İŞ YAŞAMINDA STRES<br />

Gündelik yaşantımızın büyük bölümü iş yerimizde<br />

geçmektedir. Bunun yanı sıra iş hayatı çalışılan<br />

saatlerin ötesinde yaşamın her alanına yayılan bir<br />

etkiye sahiptir. Bireyin işi, onun toplum içerisindeki<br />

yerini, ilişkilerini, kendisine ve ailesine sağladığı<br />

olanakları, zevklerini ve yaşam doyumunu belirler.<br />

Söz konusu nedenlerle iş yerimiz yaşamımızdaki<br />

en önemli stres kaynaklarından biri haline<br />

gelebilmektedir (Stres Broşürü, 2008).<br />

Birçok araştırma sonucu, işyerinde stres yaratan<br />

faktörlerin büyük bölümünün ortak olduğunu<br />

göstermektedir. Bu faktörler şu şekilde sıralanabilir<br />

(Şahin, 1988):<br />

Fiziksel Faktörler: Işık (az ya da çok), sıcaklık<br />

(az ya da çok), gürültü, mahremiyet yoksunluğu,<br />

tehlikeli ve güvenlikten yoksun çevre koşulları…<br />

İlişkiler ile İlgili Faktörler: Saygı gösterilmemesi,<br />

önemsenmeme, iletişim azlığı, destek yoksunluğu,<br />

yıkıcı rekabet…<br />

Görev ve Sorumluluk Alanı ile İlgili Faktörler:<br />

Kişinin görev sınırlarının belirsizliği, çok fazla<br />

sorumluluk, zaman baskısı, hata yapma korkusu,<br />

rolde belirsizlik, rol çatışması, sorumluluklardaki<br />

değişmeler…<br />

79<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


80<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Kariyer Faktörleri: Yetersiz terfi, fazla terfi,<br />

emeklilik…<br />

Örgütsel Faktörler: Monoton iş, vardiya usulü<br />

çalışma, gece işi, fazla mesai, amirin adil ve<br />

destekleyici olmaması, ücret eşitsizlikleri, diğer<br />

yapısal sorunlar…<br />

Diğer Faktörler: Ailevi sorunlar (aile ve işletme<br />

taleplerinin çatışması), maddi güçlükler, kişiler<br />

arası ilişki sorunları, dengesiz beslenme, zararlı<br />

maddelerin (alkol, sigara, kafeinli içecekler, vb.) aşırı<br />

tüketimi…<br />

Kişinin iş yerinde devamlı strese maruz kalması bir<br />

takım belirtileri beraberinde getirir. Bu belirtiler<br />

çeşitlilik göstermekle birlikte genel olarak şu şekilde<br />

özetlenebilir:<br />

• İş performansının düşüklüğü,<br />

• İş kazalarının artması,<br />

• İşe devamsızlığın artması,<br />

• Rekabete karşı koyamama,<br />

• Personel arası dayanışma eksikliği,<br />

• Katılımcılığın azalması,<br />

• Dalgınlık ve unutkanlığın artması,<br />

• Karar vermede yetersiz kalma, en iyi olanı değil<br />

garanti olanı seçme,<br />

• Hatalara karşı vurdumduymaz davranma,<br />

• Sorunlara aşırı duygusal tepki gösterme,<br />

• Kendine ve çevreye güvensizlik,<br />

• Öfke ve kızgınlık duyma,<br />

• Kendini değersiz, yetersiz hissetme,<br />

• Baş edemeyeceğini düşündüğü durumlarda paniğe<br />

kapılma,<br />

• Alkol, sigara kullanımının artması,<br />

Sözü edilen belirtilerden de anlaşıldığı gibi iş<br />

yaşamındaki stres kişide psikolojik ve fiziksel<br />

anlamda ciddi zararlara neden olabilmektedir.<br />

Kişinin yaşam kalitesinin düşmesinin yanı sıra<br />

topluma verdiği zarar da yüksektir.<br />

İş yaşamındaki strese uzun süre maruz kalan ve<br />

bununla baş etmekte zorlanan bireylerde bir süre<br />

sonra tükenme meydana gelebilir. Tükenme;<br />

• Hayattan zevk almama,<br />

• İş stresini her zamankinden daha fazla hissetme,<br />

• Fiziksel aktivite ile açıklanamayacak yorgunluk ve<br />

bitkinlik halleri,<br />

• Umutsuzluk,


• Kolayca öfkelenme<br />

• Bedensel belirtiler (fizyolojik temeli olmayan baş<br />

ağrıları, mide ağrıları vb.) şeklinde ortaya çıkan bir<br />

durumdur.<br />

Yapılan araştırmalar gerek iş yaşamında gerekse<br />

gündelik yaşamında stres yaşamaya yatkın<br />

insanların bir takım ortak özellikleri olduğunu<br />

ortaya koymaktadır. Bu özellikler şu şekilde<br />

sıralanabilir:<br />

• Saldırgan davranışları, düşmanlık duyguları baskın<br />

olanlar,<br />

• Benmerkezci, egoist kişilik özelliği baskın olanlar<br />

• Sürekli rekabet etme, kazanma gereksinimi içinde<br />

olanlar,<br />

• Zamana karşı yarışanlar,<br />

• Kendilerine sıklıkla suçluluk payı çıkaranlar,<br />

• Aşırı duyarlı, duygusal tepkileri önde olanlar,<br />

• Çevre ile ilişkilerinde yetersiz, pasif kalanlar.<br />

Stresle baş etmede daha dayanıklı olan kişilerin<br />

özellikleri ise şunlardır:<br />

• İşlerine ve sosyal hayata daha aktif katılanlar,<br />

• Yaptıkları işten ve katıldıkları sosyal faaliyetlerden<br />

zevk alanlar,<br />

• Mücadele ve değişiklikten zevk alanlar,<br />

• Gelecekle ilgili olumlu beklenti içinde olanlar,<br />

• Kişiliklerinde hoşgörü ve esneklik faktörünü<br />

bulunduranlar,<br />

• Eş ve aile ile olumlu ilişki içinde bulunanlar,<br />

• Yakın çevre ile olumlu duygusal ilişki içinde<br />

bulunanlar,<br />

• Hayatlarını ve çevrelerindeki şartları kontrol<br />

ettiklerine inananlar.<br />

Buraya kadar özetlendiği gibi stresin kişinin yaşamı<br />

üzerinde meydana getirebileceği etki durumdan<br />

duruma ve kişilik özelliklerine göre değişebilmekle<br />

birlikte, önemli olan stresin yaşamımızda hiç var<br />

olmaması değil, uygun bir düzeyde olmasıdır. Stresle<br />

başa çıkmanın en temel koşulu, bu olumlu düzeyin<br />

üstüne çıktığımız ya da altına düştüğümüz anları ve<br />

durumları fark etmektir. Sonraki sayıda stresle başa<br />

çıkmada kullanılan etkili ve hatalı yöntemlere yer<br />

verilecektir.<br />

KAYNAKLAR:<br />

ŞAHİN, N.H. (1998). STRESLE BAŞA ÇIKMA. TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ<br />

YAYINLARI, ANKARA.<br />

SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI STRES VE STRESLE MÜCADELE BROŞÜRÜ (2008).<br />

YILMAZ, N. STRES NEDİR HTTP://WWW.SAGMER.HACETTEPE.EDU.TR<br />

81<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


ATATÜRK VE<br />

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ<br />

[ Hazırlayan] Kaya GÜMÜŞ | S.G. İda. Üçvş.<br />

Atatürk’ün Cumhuriyet ile birlikte milli<br />

kimlik olarak seçtiği Türk milliyetçiliği<br />

anlayışı; akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dönük,<br />

demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici,<br />

insani ve barışçıdır. Irkçılıkla, totaliter<br />

faşizmle, komünizmle bağdaşmaz.<br />

Millet gerçeği, günümüzün reddedilemeyen<br />

sosyal ve siyasi gerçeklerindendir. Millet<br />

fikrini reddedip siyaset ve toplum olayına<br />

sınıf açısından bakan totaliter anlayışların<br />

uygulandığı ülkelerde bile, milli duygular<br />

ortadan kaldırılamamıştır. Millet gerçeği<br />

ve milliyet duygusu; milleti inkar eden<br />

ideolojilerden daha güçlü olup manevi<br />

değerleri güçlendiren, insanları kaynaştıran,<br />

kültürü geliştiren, çeşitli milli kültürlerle<br />

dünyayı zenginleştiren, ilerlemeyi ve<br />

çağdaşlaşmayı hızlandıran, hürriyeti koruyan<br />

ve demokrasiyi mümkün kılan yararlı<br />

unsurlardır.<br />

82<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Milletin en kısa tanımı Atatürk’e göre<br />

şöyledir: “Aynı kültürden olan insanlardan<br />

oluşan topluma millet denir.” Ortak kültür,<br />

Atatürk’ün de vurguladığı gibi millet<br />

olabilmek için önemli bir yere sahiptir. Tarih<br />

gösteriyor ki, bazen ortak bir milli kültür<br />

etrafında toplanan bir sosyal grup milleti<br />

ve devleti oluşturmuş, bazen de önce bir<br />

devlet çatısı altında toplanmış, ortak milli<br />

kültür bundan sonra zamanla gelişmiştir.<br />

Her iki durumda da, milletin varlığını ve<br />

bütünlüğünü koruyup sürdürebilmesi<br />

açısından, ortak kültür millet olma açısından<br />

çok önemli bir unsur olup hayati önem<br />

taşımaktadır.<br />

Milleti oluşturan şartları inceleyen Atatürk,<br />

bir toplumun millet olabilmesi için dil, din,<br />

ırk, yurt, ülkü gibi unsurlardan bir kısmının<br />

bir araya gelmesi gerektiğini öne sürmüştür.<br />

Ancak her millet için bunların hepsinin<br />

bir arada bulunmasının mutlaka gerekli<br />

olmadığını da belirtmiştir. Bazı ülkelerde<br />

kök birliği veya dil birliği olmadığı halde,<br />

aynı siyasi çatı altında toplanan, aynı yurtta<br />

yaşayan, ortak bir tarihi mirası paylaşan,<br />

beraber yaşamak hususunda ortak iradeye<br />

sahip olan, ortak amaçları bulunan insanlar<br />

millet olabilmişlerdir. Burada önemli olan;<br />

ortak değerlerin, ortak inanç ve ideallerin,<br />

ortak milli kültürün ve özellikle aynı devlete<br />

ve aynı millete mensup olma duygusunun<br />

korunması ve bunun sürekli geliştirilmesidir.<br />

Atatürkçü milliyetçiliğin en önemli etkeni<br />

Türklük’tür. Atatürk öncelikle Türk milletini<br />

tanımakla işe başlamış, Türklüğün yüce ve<br />

üstün niteliklerini tarihi araştırmalarla,<br />

bilimin ve tecrübenin ışığında değerlendirmiş,<br />

Türklük değerini tarihin içinden çıkartarak<br />

onu adeta abideleştirmiştir.<br />

Milli Mücadele’nin hemen başlangıcında<br />

Atatürk Türklük duygusunu kendisine rehber<br />

alarak Milli Mücadele’yi kazanmak, büyük<br />

davayı başarıya ulaştırmak için Atatürk’ün<br />

“Bu memleket tarihte Türktü, halen Türktür<br />

ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”<br />

ifadesinden anlaşılacağı gibi Türk milletine<br />

inanmış ve güvenmiştir.<br />

Atatürk, 1919 yılından itibaren “milli”<br />

kelimesini; milli mücadele, milli irade, milli<br />

vatan, milli meclis gibi kavramlar içerisinde<br />

bilinçli bir şekilde vurgulamıştır. En önemlisi<br />

ise Türk tarihinde ilk kez sınırları belirsiz<br />

bir Osmanlı İmparatorluğu’nun müdafaası<br />

söz konusu değildir artık. Milli hudut;<br />

yine Atatürk’ün Misak-ı Milli hudutlarını<br />

çizmesiyle gerçekleşmiş olup Atatürk ile<br />

birlikte Türk insanının yaşadığı, sınırları belli<br />

bir milli sınır ortaya çıkmıştır.<br />

Atatürk’ün, milli mücadeleye birlikte<br />

oluşturduğu ve asla taviz vermediği şeylerden<br />

biri ‘‘Misak-ı Milli’’ kavramıdır. Bu kavram<br />

zamanla bizi milli devlete ulaşmamızı<br />

sağlamıştır. Sınırları belirlenmiş bağımsız<br />

bir devletin yapması gereken işlerden birisi<br />

ve en önemlisi bütün vatandaşları için özgür<br />

bir ortam sağlamaktır. Bu özgür ortamın<br />

oluşturulması ise Atatürk’ün Türk milletine<br />

kazandırdığı önemli değerlerden biri olan milli<br />

egemenlik ile sağlanabilir. Bütün dünyada<br />

krallık, komünizm, nazizm, faşizm gibi aile,<br />

kişi, zümre sistemine dayalı egemenliklerin<br />

hakim olduğu bir dönemde milli egemenlik<br />

değerini ortaya koyması; Atatürk’ün Türkiye<br />

Cumhuriyeti’ne kazandırdığı milli devlet ve<br />

milli egemenlik değerlerinin önemini daha<br />

açık olarak meydana çıkarmaktadır.<br />

Atatürk Milli Mücadele’de Türk milliyetçiliğini<br />

izleyerek milli egemenliği gerçekleştirmek<br />

ve her türlü etkiden uzak milli bir<br />

heyetin seçilmesinin gerekliliğini Amasya<br />

Genelgesi’nde belirterek yeni devletin milli<br />

kimliğinin kalıplarını oluşturmuştur.<br />

Milli Mücadele’den hemen sonra Atatürk milli<br />

olmayı ve bilimi esas alarak kurduğu Türkiye<br />

83<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Cumhuriyeti’ni çağdaş bir ülke seviyesine<br />

getirme çabasına girmiştir. Atatürk yine Türk<br />

milliyetçiliğini esas alarak milli kimliğimiz<br />

ve milli karakterimizi, dilimizi, tarihimizi<br />

ve kültürümüzü koruyarak çağdaş uygarlık<br />

seviyesine ulaşılmasını sağlamış ve Türk<br />

milleti bu dönemde milli kimlik ve kişiliğini,<br />

milli benliğini kazanmıştır.<br />

Atatürk’ün Türk toplumuna hedef olarak<br />

gösterdiği milli kültürümüzü çağdaş<br />

medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma hedefi;<br />

toplumu hareketsiz kalmaktan kurtararak<br />

ona bir dinamizm vermiştir. Türk milleti<br />

olarak bu hedefe ulaşmak için yapılacak<br />

şey; gelişmiş ülkeler ve bilim dünyasından<br />

kopmadan, gelişmiş ülkelerin medeniyeti<br />

içinde kaybolup yok olmadan kendi milli<br />

kültürümüzü, kendi medeniyetimizi korumak,<br />

milli kültür ve medeniyetimizi geliştirmek,<br />

çağdaş medeniyetler ile mücadele edebilecek<br />

değerleri ortaya çıkararak demokratik,<br />

laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye<br />

Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatmaktır.<br />

“Atatürkçülük; milli kimlik ve milli benlik içinde,<br />

onlardan asla kopmadan, dilimizi, kültürümüzü<br />

koruyarak, tarihimize sahip çıkarak çağdaş<br />

uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak hedefinde olan<br />

bir çağdaşlaşma hareketidir.”<br />

Atatürkçülük bir ideoloji olarak<br />

düşünülmemelidir. Çünkü Atatürkçülük<br />

ve Atatürk ilkeleri zaman ve şartlara göre<br />

yorumlanabilen, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki<br />

yol gösterici bilimdir” sözlerinin ışığında Türk<br />

milletinin sonsuza kadar çağdaş bir toplum<br />

seviyesine yükselmesini hedefleyen dinamik<br />

amaçlardır. Bu amaçlar ise Türk milletinin<br />

siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel yönden<br />

bağımsızlığının sürdürülmesini sağlayacaktır.<br />

84<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


Bizlere ise Atatürk ilkelerinin yorumlarını<br />

isabetli ve sağlıklı bir şekilde yapabilme görevi<br />

düşmektedir. Atatürkçülüğe karşı bütün<br />

ideolojiler ise belli kalıplar içinde sıkıştırılmış<br />

fikirlerdir. Bu fikirlerin yıkılması, eskimesi,<br />

karşı fikirlerin oluşması mümkündür.<br />

Cumhuriyetimizin 10’uncu yılında Atatürk:<br />

“Ne mutlu Türk’üm diyene!” ifadesini kullanarak<br />

milliyetçiliği ortak yaşama isteğine ve<br />

başka bir konuşmasında Atatürk: “Van’dan,<br />

Diyarbakır’dan Trakya’ya Karadeniz’den Akdeniz’e<br />

kadar, cumhuriyetin milli sınırları içinde kalan<br />

topraklarda yaşayan her fert aynı cevherin<br />

damarlarıdır.” diyerek milliyetçiliği ortak<br />

kültüre dayandırmıştır.<br />

Milliyetçilik ve millilik kavramları; Atatürk’ün<br />

Samsun’a ayak bastığı andan itibaren adım<br />

adım gerçekleştirmek istediği üniter devlet<br />

yapısının temelini oluşturmuştur. Milliyetçilik<br />

esasına dayalı bir milli kimlikle; milli kültür<br />

değerleri içerisinde birbiriyle kaynaşmış<br />

kenetlenmiş bir toplumla milletin ve ülkenin<br />

ihtiyacı olan inkılapları gerçekleştirmiş, bu ülkeyi<br />

çağdaş uygarlık seviyesine getirmiştir.<br />

Atatürk’ün belirlediği ilke ve yaptığı inkılapların<br />

topluma yayılması ve benimsenmesinden<br />

doğan Atatürkçülük; milli kimliğimiz ve milli<br />

benliğimizden kopmadan dilimizi, kültürümüzü<br />

koruyup, tarihimize sahip çıkarak çağdaş<br />

uygarlık düzeyini yakalamaktır. Bu hedefe<br />

varmanın yolu ise Türk milliyetçiliğinden,<br />

Atatürk milliyetçiliğinden geçmektedir.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. GENELKURMAY ASKERİ TARİH VE STRATEJİK ETÜT BAŞKANLIĞI YAYINLARI<br />

ATATÜRKÇÜLÜK KONFERANSLARI-I PROF.CEMALETTİN TAŞKIRAN<br />

SAYFA 131,132,133,134,135,136,137,138<br />

2. ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA<br />

MERKEZİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SUAT İLHAN<br />

SAYFA 57,58,59,60,61,62,63,64,65,66<br />

85<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

RUSYA SINIR BİRLİKLERİ KOMUTANI ORG. VLADIMIR PRONICHEV’İN ZİYARETİ<br />

86<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Rusya Sınır Birlikleri Komutanı Orgeneral Vladimir PRONICHEV <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.


İTALYA SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI KORA. RAIMONDO POLLASTRINI’NİN ZİYARETİ<br />

87<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

İtalya <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Raimondo POLLASTRINI <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

YUNANİSTAN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI KORA. THEODOROS RENTZEPERIS’İN ZİYARETİ<br />

88<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Yunanistan <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Koramiral Theodoros RENTZEPERIS <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.


AZERBAYCAN SAHİL MUHAFAZA REİSİ TUĞG. İLHAM MEHDİYEV’İN ZİYARETİ<br />

TÜRKİYE HARP MALULÜ GAZİLER, ŞEHİT DUL VE YETİMLERİ DERNEĞİNİN ZİYARETİ<br />

Azerbaycan <strong>Sahil</strong> Muhafaza Reisi Tuğgeneral İlham MEHDİYEV <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.<br />

89<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

Türkiye Harp Malulu Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK’i ziyaret<br />

etmiştir.


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMA. ATİLLA KEZEK’İN CEBECİ ASKERİ ŞEHİTLİĞİNİ ZİYARETİ<br />

90<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle Cebeci<br />

Askeri Şehitliğini ziyaret etmiştir.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMA. ATİLLA KEZEK’İN CEBECİ ASKERİ ŞEHİTLİĞİNİ ZİYARETİ<br />

ŞEHİT AİLELERİNİN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI ZİYARETİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı şehit mezarlarını ziyaret etmiştir.<br />

91<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle şehit<br />

ailelerini kabul etmiştir.


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

18 MART ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ VE ŞEHİTLER GÜNÜ TÖRENİ<br />

SİVİL MEMUR YEMİN TÖRENİ<br />

92<br />

18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında tören icra<br />

edilmiştir.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında görevli sivil memurların yemin töreni icra edilmiştir.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1’İNCİ ÇEVRE SEMİNERİ<br />

93<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

“<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı 1’inci Çevre Semineri” Ana Ast Komutanlıklar, Deniz <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı, Çevre ve Orman<br />

Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığı temsilcilerinin katılımı ile <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında icra edilmiştir.


EĞLENCE<br />

KARİKATÜR<br />

[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | Dz. Kur. Kd. Alb.<br />

94<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


FIKRA KÖŞESİ<br />

İLGİNÇ KAZA<br />

Polise bir ihbar gelir. Temel ile Dursun<br />

kaza yapmıştır. Polis olay yerine<br />

geldiğinde görür ki, arabalar sapa sağlam,<br />

Temel ile Dursun’un agzı burnu dağılmış.<br />

Polis sorar:<br />

- Anlat Temel. Olay nasıl oldu<br />

- Komserum. Hava sisli olduğundan<br />

kafami pencereden çikarmiş öyle<br />

gideydum. Meğersem Tursun da karşidan<br />

öyle geleyirmuş.<br />

EVLENİRKEN NEREDEYDİN<br />

Adamın işi varmış, Ankara’ya gidiyormuş,<br />

tam uçağa binerken kulağında bir ses :<br />

- Binme, bu uçak düşecek!<br />

Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de<br />

bir kurt düşmüş, binmemiş. İkinci uçağı<br />

beklerken kara haber ulaşmış.<br />

- Uçak düştü kurtulan olmadı!<br />

Koşmuş Haydarpaşa’ya, bilet almış, tam<br />

trene binecek, aynı ses kulağında :<br />

- Binme bu trene, raydan çıkacak! Dönmüş,<br />

bakmış yine kimse yok, trene binmemiş,<br />

gelmiş eve, sabah gazeteyi açınca tüyleri<br />

ürpermiş :<br />

- Tren Eskişehir’de raydan çıktı şu kadar<br />

ölü, şu kadar yaralı...Allah’ına şükretmiş,<br />

koşup otobüse bilet almış, tam binerken<br />

yine o ses:<br />

- Bu otobüse binme, freni patlayacak!<br />

Dönmüş yine kimse yok! Dayanamamış,<br />

bağırmış :<br />

- Sen kimsin yahu<br />

- Ben senin iyilik meleğinim! Adam iyice<br />

kızmış.<br />

- Ulan, evlenirken neredeydin.<br />

95<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>


GO<br />

GO KURALLARI<br />

[ Hazırlayan ] M. Kutay ELDEMİR | Svl. Me.<br />

BAĞLANTI:<br />

A<br />

B<br />

a<br />

1<br />

C<br />

D<br />

E<br />

A : Siyah taş ataride ve beyazın ‘‘a’’noktasına yapacağı hamle onu hapis alabilir.<br />

B : Siyah 1 no’lu hamle ile bu durumdan kurtulabilir. Şekildeki iki taş birbirine bağlıdır.<br />

C : Tahtanın ortasında herhangi bir yerde duran bir taşın 4 açıklığı vardır. Açıklıklar oklarla gösterilmiştir.<br />

D : Birbirine bağlı iki taşın ise 6 açıklığı vardır. Bu da onların daha güçlü olduğunu gösterir.<br />

96<br />

Çapraz Taşlar:<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

A<br />

1<br />

B<br />

2<br />

C<br />

Çaprazda duran iki taş arasında gerçek anlamda bir bağlantı yoktur.<br />

(A) 1’e oynayan siyah öteki taşını atariden kurtarmış olmaz.<br />

(B) Beyaz 2 no’lu hamle ile siyah taşı hapis alabilir.<br />

(C) İşte beyazın hamlesinden sonraki görüntü


BRİÇ<br />

15 ALTIN KURAL [ Hazırlayan ] Engin KUNTAY | S.G. Bnb.<br />

Yer oyununa ilişkin temel sayılan 15 Altın Kuralı incelemeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.<br />

6. KURAL<br />

SA’da rakibin renginde yalnızca bir keser ile ilk bir ya da birkaç eli bağışlamak istiyorsanız<br />

bu renkte el ve yerdeki toplam kağıt sayısını 7 sayısından çıkarın. Sonuç, kaç el bağışlamanız<br />

gerektiğini gösterir.<br />

Rakibin renginde 5 kağıdınız varsa iki el bağışlamalısınız. (7-5=2):6 kağıdınız varsa bir el<br />

bağışlamalısınız; 7 kağıtla hiç bağışlamayın.<br />

K<br />

A D V 10<br />

A 8 4 2<br />

10 6<br />

7 4 3<br />

K<br />

A D V 10<br />

A 4 3<br />

10 6 2<br />

7 4 3<br />

K<br />

A D V 2<br />

9 8 3<br />

10 6<br />

D V 4 2<br />

Örneklerin tümünde<br />

G<br />

R 5 4<br />

R 9 6<br />

A 8 3<br />

R D V 2<br />

G<br />

R 5 4<br />

R 9 2<br />

A 8 3<br />

R D V 2<br />

5 çıkıldı, Doğu ruayı oynadı. Oyununuzu planlayın.<br />

G<br />

7 5 4<br />

R 5<br />

A 8 3<br />

A R 8 7 3<br />

6 kuralı size iki el bağışlamanızı söylemektedir (7-5=2). Başka türlü davranmak için de neden yoktur.<br />

3.eli karo asıyla alın ve trefleri sağlamak için oynayın. Batı beşli karo ile başladıysa ve A Doğuda ise<br />

her şey yolunda gidecektir.<br />

6 kuralı bir el bağışlamanızı söylemektedir. (7-6=1). Kontratınızı yapabilmeniz için bu zorunludur.<br />

İkinci karoyu alın ve treflere girin (yerin onlusuna doğru pik,ruanıza doğru trefl,bu el alınmazsa<br />

valeye doğru yeniden pik, dama doğru trefl,asa doğru R ve V-2’niza doğru trefl). Bu oyun biçimi,<br />

karolar Batıda beşli ve A Doğuda ise size 10 el kazandırır. Ancak ikilide, hiçbir dönüş sizin için<br />

tehlikeli olamayacağından, iki el bağışlamakta yarar vardır. Böyle oynayarak yine 10 el alırsınız ama<br />

Batı dört karo ile başlamışsa yalnızca bir el bağışladığınızda topladığınız el sayısı 9’a düşer. 6 kuralına<br />

göre iki el bağışlamanız, körlerde iki yerine bir keseriniz bulunduğu zaman geçerli değildir.<br />

97<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

6 kuralı iki kez bağışlamanızı söylemektedir ama burada hiç bağışlamamanız gerekir; çünkü Doğunun<br />

kör denemesi halinde tehlike çok büyüktür. Eli asla alın ve pik empasını kaç kez gerekiyorsa yineleyin.<br />

Batıda beşli karo varsa ve A ile R Doğuda ise batabilirsiniz;ancak bu; R’nın Batıda olmasından<br />

çok daha zayıf bir olasılıktır.


EĞLENCE<br />

BULMACA<br />

[ Hazırlayan ] Kaya GÜMÜŞ | S.G. İda. Üçvş.<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

6<br />

7<br />

8<br />

9<br />

10<br />

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />

SOLDAN SAĞA<br />

1. Eski Japon hacim ölçüsü...Güzel sanat...Ayak 2. Yazın, Literatür... 3.<br />

Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, Tekin olmayan.... 4. İşaret,Nişan,Bel...<br />

Koku...Kemiklerin toparlak ucu/Kutsal Hint metinlerinin baş ve<br />

sonlarında tekrarlanan mistik hece.... 5. Yatısız okul ya da öğrenci....<br />

6. Yeis, Gam, Vesvese, Küşüm... Kudret, İktidar, Nüfuz.... 7. Ağırkanlı,<br />

Rahatına düşkün.... 8. Asker, Azap,Levent,Sü...Adlan sıfat yapmakta<br />

kullanılan yapım eki/Vietnam krallık hanedanı...Kari.... 9. Akciğer Şüş...<br />

Çadırları, hizmetçileri, sürüleri ve mallarıyla birlikte bir Arap reisinin evi....<br />

10. Yazım... Hastalık anlamında eski sözcük/Rusça’da ‘‘Evet’’... Becerikli,<br />

Eli işe yatkın....<br />

YUKARIDAN AŞAĞI<br />

1. Bir çuval türü... Yürürlükte olan. Geçerli, Cari.... 2. Ateş./Bestelenmiş<br />

her tür şiire batıda verilen genel ad... Istılah,Tabir.... 3. Ağaç dallarının<br />

tomurcuk yeri/ Bir tür çuha...Takan...Batı Samileri’nin en önemli<br />

totemi.... 4. Alfabetik.... 5. Masonluk öğreti kurallarının genel adı...<br />

Asit.... 6. Anadut, Dirgen...Peygamberleri Hud’u dinlemedikleri için Tanrı<br />

tarafından yok edilen kavim.... 7. Bayındır yer, Kalkınmış yöre...Kalça<br />

kemiği,ORE.... 8. Borudan parça almakta kullanılan bağlantı parçası...<br />

Dökme, Akıtma.... 9. İsveç işçi sendikası...Ali,Celil,Ulya, Mübeccel....<br />

10. Kötülüklerden koruyan muska, tılsım gibi şeyler...Yüz çevirme....<br />

SUDOKU<br />

[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda.Astsb.Çvş.<br />

98<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />

ZORLUK<br />

ÇOK ZOR<br />

3<br />

7 1 2 4<br />

4 5 8<br />

6 4 8<br />

2 9 3 7 1 5<br />

5 9 7<br />

6 5 9 1<br />

1 3 6<br />

3 4<br />

Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart<br />

olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve<br />

her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a<br />

rakamların birer kez yer alması gereklidir.<br />

5 7 3 2 1 6 4 9 8<br />

6 9 1 4 8 3 5 2 7<br />

8 4 2 7 5 9 3 6 1<br />

2 6 4 9 7 1 8 5 3<br />

7 3 8 5 4 2 9 1 6<br />

9 1 5 3 6 8 7 4 2<br />

4 8 6 1 3 5 2 7 9<br />

1 5 9 8 2 7 6 3 4<br />

3 2 7 6 9 4 1 8 5<br />

GEÇEN SAYININ<br />

ÇÖZÜMÜ<br />

DİLBİLGİSİ<br />

GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ<br />

TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM [ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı<br />

ahenk<br />

: uyum<br />

iltica etmek : sığınmak<br />

akreditasyon : güvenirliğin onaylanması kapitülasyon : yabancı ayrıcalığı<br />

anorak<br />

: yağmurluk<br />

komünikasyon : iletişim<br />

beraat<br />

: aklanma<br />

mönü<br />

: yemek listesi<br />

dejenerasyon : soysuzlaşma, yozlaşma referandum : halk oylaması<br />

entegrasyon : bütünleşme<br />

sirküler : genelge<br />

harcırah : yolluk<br />

tabldot<br />

: seçmesiz yemek<br />

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />

1 L İ M A N L A M A K<br />

2 I N E O A<br />

3 T E F M E T<br />

4 A D E S A Z A P<br />

5 Y A B A Y A K A<br />

6 F E N H<br />

7 İ T A İ O M A<br />

8 O S Y Ş U R<br />

9 İ S E S D<br />

10 Z A R A T U Ş T R A

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!