nisan 2009 - Sahil Güvenlik KomutanlıÄı - Türk Silahlı Kuvvetleri
nisan 2009 - Sahil Güvenlik KomutanlıÄı - Türk Silahlı Kuvvetleri
nisan 2009 - Sahil Güvenlik KomutanlıÄı - Türk Silahlı Kuvvetleri
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
İÇİNDEKİLER<br />
2008 Yılı Faaliyet Özeti |6| Limanlar |8| Türk Boğazlarından Geçiş Rejimine Bir Bakış |12|<br />
Bir Zamanlar Süngerciydik |20| <strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı |30| TCSG-310 ve<br />
TCSG-311’in <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı Ailesine Katılışı |34| Romanya-Ukrayna Arasında Deniz<br />
Alanlarının Sınırlandırılması ve Türkiye’ye Etkileri |36| Deniz Kirliliği Tespiti İçin Yeni Bir Teknoloji:<br />
Popeie Şamandırası |40|En Değerli Kaynak İnsan Kaynakları |44| Davetsiz Misafirler|50|Tarihin<br />
20<br />
BİR ZAMANLAR SÜNGERCİYDİK<br />
“Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiç bir çaba<br />
onlarınkinden daha zor değildir. ”İ.S III. yüzyılda yaşamış ünlü<br />
tarihçi Oppianus bu sözleri... DEVAMI 20’DE...<br />
8<br />
LİMANLAR<br />
Liman kelimesinin İngilizce karşılığı port veya harbor/harbour/<br />
haven’dır. Ancak gerçekte, port ve harbour farklı anlamları ifade<br />
etmesine karşın çoğunlukla karıştırılmaktadır. Bu yüzden, port kelimesi<br />
dilimizde yaygın olarak kullanılmaktadır... DEVAMI 8’DE...<br />
SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ<br />
Nisan <strong>2009</strong> • Sayı: 7 • Dört ayda bir yayımlanır.<br />
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın<br />
ISSN: 1307-4253<br />
YAYIN SAHİBİ VE GENEL<br />
YAYIN YÖNETMENİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı adına<br />
Personel Başkanı<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. Tufan ACIOĞLU<br />
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ<br />
VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />
SG Yb. Ahmet KENDİR<br />
GENEL YAYIN KOORDİNATÖR<br />
YARDIMCISI<br />
SG Bnb. Engin KUNTAY<br />
YAYIN İNCELEME KURULU<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. Mehmet KIRTAŞ<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. Ahmet GÜR<br />
SG İk. Yzb. Burak ERTOK<br />
Svl. Me. Suna ERTEKİN<br />
Svl. Me. Türkan COŞKUN<br />
Svl. Me. Eda ÜNLÜ
Gördüğü Son Centilmen Savaş ‘‘Çanakkale’’ |54| Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong> Dayanışma Vakfı |62| Yasak<br />
İfade ve Sorgu Yöntemleri |64| Türkçe’si Varken Türkçe’sini Kullanmak Gerek |70| Stres ve Stresle<br />
Başa Çıkma |76| Atatürk ve Türk Milliyetçiliği |82| Ziyaretler ve Etkinlikler |86| Karikatür<br />
|94| Fıkra Köşesi |95| Go |96| Briç |97| Bulmaca |98| Sudoku |98| Türkçemizi Doğru<br />
Kullanalım |98|<br />
54<br />
TARİHİN GÖRDÜĞÜ SON CENTİLMEN<br />
SAVAŞ ‘‘ÇANAKKALE’’<br />
44<br />
EN DEĞERLİ KAYNAK<br />
İNSAN KAYNAKLARI<br />
İnsan, tarih boyunca canlıların en değerlisi olarak kabul görmüş ve dünyaya<br />
yön veren, çevresini ve kendisini olumlu veya olumsuz değiştirebilen tek<br />
canlı olmuştur... DEVAMI 44’TE...<br />
On ay süren bu “Tarihin Gördüğü Son Centilmen Savaş”ta artık<br />
sıradanlaşan ölüm kavramının, nasıl bir oyunmuşçasına olağan<br />
karşılandığını, 20’li yaşlarında burada... DEVAMI 54’TE...<br />
GRAFİK TASARIM<br />
SG İda. Üçvş. Serkan SÖNMEZ<br />
Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN<br />
REKLAM KOORDİNATÖRÜ<br />
SG İk. Kd. Bnb. Ayhan SALAR<br />
(0312) 416 45 05<br />
YÖNETİM MERKEZİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10<br />
Bakanlıklar/ANKARA<br />
BASIM YERİ<br />
Anadolu Yayıncılık<br />
Süleyman Bey Sk. No: 31/10<br />
Maltepe/ANKARA<br />
Telefon : (0312) 417 50 50 Telefon : (0312) 230 83 45<br />
Belgegeçer : (0312) 417 28 45 Belgegeçer : (0312) 230 83 46<br />
Internet : www.sgk.tsk.mil.tr Internet : www.anadoluyayincilik.com<br />
E-posta : sgdergisi@sgk.tsk.mil.tr BASIM TARİHİ : 15.04.<strong>2009</strong><br />
ÖNEMLİ NOT<br />
Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf,<br />
harita, illüstrasyon ve konuların<br />
her hakkı saklıdır. Kaynak<br />
gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />
Dergideki yazılar yazarlarının özel<br />
fikirlerini kapsar.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
görüşünü yansıtmaz.<br />
KÜNYE
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
2008 YILI FAALİYET ÖZETİ<br />
[ Hazırlayan ] Serkan SÖNMEZ | S.G. İda. Üçvş.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı, denizlerimizin korunması ve güvenliğinin sağlanması maksadıyla 24 saat<br />
kesintisiz olarak hizmet etmekte, mavi vatan denizlerimizin gelecek nesillere temiz, güvenli ve kaynakları<br />
tükenmemiş olarak bırakılabilmesi için vatandaşlardan gelecek her türlü desteğe büyük bir önem vermektedir.<br />
6<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
ARAMA KURTARMA<br />
Denizde can ve mal koruma kapsamında, icra edilen<br />
515 arama kurtarma operasyonunda 7160 kişinin<br />
hayatı kurtarılmıştır. Ayrıca, denizde ve adalarda<br />
yaşadıkları sağlık problemleri nedeniyle zor durumda<br />
kalan 69 kişi ilgili sağlık birimlerine ulaştırılmıştır.<br />
DENİZ KİRLİLİĞİ<br />
Kirletilen denizlerimizin temizlenmesinin çok zor, yok edilen kaynakların geri döndürülmesinin ise<br />
imkansız olduğu bilincinden hareketle, deniz kirliliği kapsamında yapılan görevlere büyük bir önem veren<br />
komutanlığımız unsurları tarafından yetki sahamız içinde ve dışında toplam 163 adet deniz kirliliği tepit<br />
edilmiştir. Komutanlığımız, icra ettiği görevlerde denizi kirlettiği tespit edilen 38 deniz vasıtasına 145.193<br />
TL idari para cezası uygulamıştır. Bunun yanı sıra ilgili mevzuat gereğince ve sosyal sorumluluk bilinciyle <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığı unsurları tarafından 2008 yılında komutanlığımızın sorumluluk sahasının dışında tespit<br />
edilen 125 deniz kirliliğinden, 52’si Denizcilik Müsteşarlığına, 33’ü Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına ve<br />
40’ı Çevre ve Orman İl Müdürlüklerine bildirilmiştir.
YASA DIŞI GÖÇ<br />
Yasa dışı göçü önleme faaliyetleri kapsamında icra edilen<br />
400 olayda, 7.570 yasa dışı göçmen yakalanmıştır.<br />
Yakalanan yasa dışı göçmen sayısında önceki yıla göre %57<br />
artış olduğu görülmüştür. Ayrıca yasa dışı göç olayına karışan<br />
107 kişi adli makamlara sevk edilmiştir.<br />
YASA DIŞI SU ÜRÜNLERİ AVCILIĞI<br />
Denizlerimizin sahip olduğu ekonomik değerlerin<br />
korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması<br />
kapsamında 20.061 balıkçı teknesi kontrol edilmiş,<br />
bunlardan yasa dışı su ürünleri avcılığı yaptığı tespit edilen<br />
1.050 tekne/kişiye 1.357.048 TL ceza kesilmiştir.<br />
KAÇAKÇILIK<br />
Kaçakçılıkla mücadele faaliyetleri kapsamında icra edilen<br />
45 operasyonda, 269 ton kaçak akaryakıt ele geçirilmiştir.<br />
Kaçak akaryakıt miktarında bir önceki yıla oranla %4<br />
artış, olay sayısında %42 azalma olduğu görülmüştür.<br />
Ayrıca 8 kg 250 g kokain, 17 kg 215 g eroin ve 21<br />
kg 254 g esrar ele geçirilmiştir.<br />
7<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
2692 Sayılı <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı Kanunu kapsamında, denizlerimizde kanunların temsilcisi ve<br />
takipçisi olan <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı tarafından 2008 yılında denizde toplam 40.988 tekne/deniz<br />
aracı kontrol edilmiş ve bunlardan yasa dışı faaliyette bulunduğu tespit edilen 4.382 tekne/deniz aracı<br />
savcılıklara sevk edilmiştir.
8<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
LİMANLAR<br />
[ Hazırlayan ] Yalçın ERTUNA | (E) Tümamiral<br />
Liman algılaması, tarih boyunca değişiklik göstermiş<br />
ve her çağda düşünürlerin, şairlerin ve yazarların<br />
da önemli konusu olmuştur. Konuya, bunlardan<br />
birkaçını ifade ederek başlamak istiyorum.<br />
- Hangi limana gideceğini bilmiyorsan rüzgar sana<br />
yardım etmez.” (Lucius Annaeus Seneca, Romen<br />
Düşünürü MÖ:5-MS:65)<br />
- Liman, hayat mücadelesinin yarattığı beden ve ruh<br />
sağlığını, huzura dönüştüren cazip ve hoş bir yerdir.”<br />
(Charles Baudelaire, Fransız Şair, 1821–1867)<br />
-“Liman, gemilerin ve mürettebatının evidir.” (İtalyan<br />
gemi sahibi Emanuele Grimaldi)<br />
- Liman, esas olarak fırsatlara, hayallere, cazibeye, yer<br />
küresinde beşeri faaliyetleri birleştiren bir kapıya ve<br />
denizlerin harika dünyasına açılan bir boşluktur.” (Loyola<br />
de Palacıo, Avrupa Ulaştırma Komisyon Üyesi)<br />
Liman kelimesinin İngilizce karşılığı port veya<br />
harbor/harbour/haven’dır. Ancak gerçekte, port<br />
ve harbour farklı anlamları ifade etmesine karşın<br />
çoğunlukla karıştırılmaktadır. Bu yüzden, port<br />
kelimesi dilimizde yaygın olarak kullanılmaktadır.<br />
Port; gemilerin kabulünü ve yükün transferini<br />
sağlayan insan yapımı bir tesistir. Rıhtımları,<br />
iskeleleri, mendirekleri ve kreynli kızakları içerebilir.<br />
Keza, yükün depolanması için ambar ve depolar<br />
ile yükün denizden uzak yerlere transferi için<br />
demiryolları, karayolları veya boru hatları gibi nakil<br />
sistemlerine de sahip olabilir.<br />
Horbour ise; gemilerin hava şartlarından
arınabildikleri bir yer olup insan yapımı veya doğal<br />
olabilir. İnsan yapımı, mendirek veya dalgakırana<br />
sahip olacaktır. Doğal olanın büyük bir kısmı kara<br />
ile çevrilidir. Ulusal ve uluslararası mevzuatlarımız<br />
da ifade edilen liman tanımlamaları incelendiğinde<br />
farklılıklar gösterdiği görülmektedir.<br />
Ulusal mevzuatlarımızdan;<br />
• 21.01.2004 tarih ve 25682 sayılı “Gemilerden Atık<br />
Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” Md.4’te<br />
Liman; Tersaneler, marinalar ve yat limanları ile<br />
balıkçı ve gezinti tekneleri de dahil olmak üzere tüm<br />
gemilerin muhtelif faaliyetlerinde kullanılabilmeleri<br />
amacı ile inşa edilmiş ve donatılmış deniz ve kıyı<br />
yapılarını,<br />
• Denizcilik Müsteşarlığınca hazırlanan, “Deniz<br />
Emniyeti Kanun Tasarısı” Md.3’te, Liman Tesisi;<br />
Münhasıran limancılık hizmetlerinin yerine<br />
getirilmesi amacıyla kurulmuş, yolcu ve yük<br />
hareketinin gerçekleştirildiği rıhtım, iskele,<br />
mendirek, şamandıra, platform, yat limanı ve balıkçı<br />
barınağı gibi tesisler ile bunlara bitişik ve bütünleşik<br />
diğer daimi tesisler,<br />
• <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığınca hazırlanan “Deniz<br />
Güvenliği Kanunu Taslağı” Md.3’te Liman; Gemi<br />
ve deniz araçlarına liman hizmetleri verilmek<br />
üzere kurulmuş, mendirek içinde kalan her türlü<br />
tesis ve alan ile demir yerlerini, ifade eder şeklinde<br />
tanımlanmıştır.<br />
Uluslararası mevzuatlardan;<br />
• 10.12.1982 tarihli Birleşmiş Milletler “Deniz<br />
Hukuku Sözleşmesi” Md.11’de, Limanlar;<br />
Karasularını sınırlandırmak bakımından liman<br />
sisteminin ayrılmaz bir parçasını oluşturan en<br />
dışarıdaki daimi liman tesislerinin kıyının bir<br />
parçasını teşkil ettiği kabul edilir. Kıyı açıklarındaki<br />
tesis ve suni adalar daimi liman tesisleri olarak<br />
telakki edilmeyecektir.<br />
• Avrupa Birliği mevzuatına göre Liman; Esas olarak<br />
gemilerin kabulü, yüklenmesi ve boşaltılması,<br />
yükün depolanması, depolanan malların dağıtımı ve<br />
yolcuların bindirilmesi ve indirilmesine ve bu iş için<br />
uygun çalışma ve teçhizatına sahip bir deniz ve kara<br />
parçasıdır şeklinde ifade edilmiştir.<br />
Eski çağlarda liman, esas itibariyle gemilerin,<br />
denizdeki çeşitli tehlikelere karşı barınabileceği<br />
emniyetli ve güvenli bir yer olarak görülmüştür.<br />
Daha sonra ticaretin artması ile liman kentleri<br />
ortaya çıkmış ve limanlar, gemilere emniyetli ve<br />
güvenli bir yer olarak işlevini sürdürmesi yanında,<br />
çeşitli endüstriyel faaliyetlerin yürütüldüğü ve<br />
son derece teknik bilgiye sahip, son teknolojiyi<br />
kullanabilen personeli ile bir uzmanlık alanının<br />
merkezi haline gelmiştir.<br />
Genelde aynı ülkede de olsa iki limanın birbirine<br />
benzediği söylenemez. Limanlar arasındaki bu<br />
farklılıklar, limanın, coğrafi karakteristiği ile trafiğin<br />
tipi ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Buna göre<br />
limanlar; balıkçı limanları yanında, kent ve ada<br />
limanları, haliç, nehir ağzı limanları, büyük ölçekli<br />
ve küçük mahalli limanlar, endüstriyel limanlar,<br />
taşımacılık limanları, kruvaziyer ve feri limanları<br />
olarak sınıflandırılmaktadır.<br />
Limanlardaki bu farklılıklar, aynı zamanda<br />
onların güçlerini de yansıtmaktadır. 23 Avrupa<br />
Birliği ülkesinde 1000’in üzerinde değişik liman<br />
mevcuttur. Bu limanlar, yılda ortalama 2 milyon<br />
gemi, 3,5 milyar ton yük ve 350 milyon yolcu<br />
trafiğine sahiptir. Bunun tahmini ekonomik<br />
değeri ise 111 milyar euro’dur. İlaveten çeşitli<br />
sektörlerde 2,5 milyon insana iş imkanı<br />
9<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Cenova Limanı<br />
10<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
yaratılmaktadır. Ayrıca limanlar insanlara,<br />
balıkçılık boş zaman değerlendirme ve eğlence<br />
gibi faaliyetleri için de bir imkan yaratmaktadır.<br />
Bir liman işletmesi, çok çeşitli ve değişik faaliyet<br />
alanlarının bir bütününü teşkil eder. Diğer<br />
bir değişle, liman faaliyetleri; liman işçileri,<br />
terminal operatörleri, gemi sahipleri, gemi<br />
acenteleri, gemi komisyoncuları, ihracatçılar,<br />
yükleme operatörleri, pilotlar, motorcular,<br />
gemi inşacılar, gemi onarım timleri, yakıt<br />
acenteleri, atık toplayıcılar, liman devleti kontrol<br />
görevlileri, gümrük memurları, liman polisleri,<br />
bankacılar, sigortacılar, deniz avukatları<br />
gibi çok geniş meslek grupları tarafından<br />
yürütülmektedir. Görüleceği üzere bu yapı ile bir<br />
liman kendine özgü bir kasaba görünümündedir.<br />
Cenova-İTALYA<br />
Bu bağlamda modern bir liman;<br />
• Süratli, emniyetli ve güvenli liman hizmetleri<br />
veren,<br />
• Gemilere teknik yardım sağlayacak deniz trafik<br />
kontrol sistemlerine sahip,<br />
• Terörizm, yasadışı göç ve diğer suç içeren<br />
faaliyetleri önlemeye yönelik imkan ve kabiliyeti<br />
olan,<br />
• Yolcuların, personelin, gemilerin, liman<br />
tesislerinin ve yükün güvenliğini sağlayabilen,<br />
limanlardır.<br />
Limanlar her zaman ülkelerin refah ve zenginliğinin<br />
dinamosu olmuştur. Geçmişte olduğu gibi bugün de<br />
denize kıyısı olan ülkeler sahip oldukları limanlar<br />
ölçüsünde gelişmişledir. Bunu önemseyen ve liman<br />
alt yapılarını güçlendiren ülkeler günümüzün deniz<br />
gücüne sahip ülkeleri konumuna gelmiştir.<br />
Bu kapsamda, ülkemiz limanlarına da genel hatları<br />
ile bakıldığında; Denizcilik Müsteşarlığı kayıtlarına<br />
göre, Karadeniz’de 32, Marmara ve boğazlarda 95,<br />
Ege’de 19 ve Akdeniz’de 24 olmak üzere toplam<br />
170 adet çeşitli büyüklükte ve amaçla kullanılan<br />
liman ve iskele mevcuttur. Bu limanların, 6’sı tüzük,<br />
13’ü yönerge ve 42’si yönetmelikle işletilmektedir.<br />
Mevcut limanlarımızdan, ancak birkaçı yukarıda<br />
ifade edilen modern liman özelliğine sahiptir.<br />
Mevcut limanlarımızdan kruvaziyer liman olararak<br />
tanımlanacak tek liman ise Kuşadası Limanı’dır.<br />
İstanbul Karaköy, İzmir, Antalya ve Alanya limanları<br />
da sınırlı olarak kullanılmaktadır.
Kuşadası<br />
Dünya da en hızlı büyüyen bir sektör olan kruvaziyer<br />
endüstrisinin alt yapısını oluşturan kruvaziyer<br />
limanların önemi üzerinde de durmak gerekir.<br />
Kruvaziyer endüstrisi alanında Dünya Turizm<br />
Organizasyonu (WTO) verilerine bakmak bu konuda<br />
yeterli bir fikir verecektir. 2006 yılı verilerine göre,<br />
dünya genelinde seyahat eden turist sayısı 842<br />
milyon’dur. Bu miktarın, % 7’si, deniz yolunu tercih<br />
etmiştir. Yine, Business Research Economic Advisors<br />
(BREA) 2006 Yılı Çalışma Raporuna göre, kruvaziyer<br />
endüstrisinin ABD ekonomisine olan katkısı 17,6<br />
milyar, Akdeniz çanağında 18 milyar dolar’dır.<br />
Türkiye’nin bu sektörden aldığı pay ise sadece<br />
720.000 milyon dolar’dır. Bunun da en önemli<br />
nedeni bu alandaki limanlarımızın yetersizliği ve<br />
limansızlıktır. Bir örnek vermek gerekirse, 2000<br />
yolcu ve 950 mürettebatlı bir kruvaziyer geminin<br />
liman harcaması ortalama olarak 322.700 dolar’dır.<br />
Tek başına bu değer bile denizcilik sektörünün ülke<br />
ekonomisine olan katkısının bir göstergesidir.<br />
Bu arada, ülkemizin ilk “kalkış ve varış (Homeport)”<br />
özelliğine sahip kruvaziyer, mega yat ve yat<br />
liman projesi çalışmalarının sürdürülüyor<br />
olması memnuniyet verici bir gelişmedir. Anılan<br />
liman, İstanbul Kazlıçeşme’de yapılacaktır.<br />
UNESCO tarafından “2010 yılı Dünya Başkenti”<br />
ilan edilen merkez konumundaki İstanbul, bu<br />
anlamda bir liman ile bu sektörün ve zincirin en<br />
önemli halkalarından birini oluşturmaya aday<br />
gösterilmektedir. Sözü edilen yatırıma ilişkin<br />
Ataport Liman Projesi, 12 yolcu gemisinin aynı<br />
anda yanaşabilme ve 200 mega yat ile 800 yat<br />
bağlama kapasitesine sahip olacaktır. Buna<br />
bağlı olarak da 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6/c<br />
maddesinde tanımlanan “ülke tanıtımı ve imajını<br />
üst seviyeye çıkaracak” biçimdeki “Kruvaziyer ve<br />
Mega Yat Limanı Kıyı Turizmi Tesisleri”de bu proje<br />
kapsamında ele alınacaktır. Ülkemize kazandırılacak<br />
bu önemli projenin bir an önce tamamlanması tek<br />
dileğimizdir.<br />
Makaleme gemicilik operetinin, gemilerin selametle<br />
bir limana avdet etmelerinin mutluluğunu yansıtan<br />
mısraları ile bitirmek istiyorum.<br />
“Gemimiz limana avdetle kalplere neşeler doluyor, çekilen<br />
meşakkatler hepsi birden unutuluyor”<br />
11<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Kuşadası Limanı
12<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
TÜRK BOĞAZLARINDAN<br />
GEÇİŞ REJİMİNE<br />
BİR BAKIŞ<br />
[ Hazırlayan ] Yavuz GEÇİM | S.G. Yb.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge<br />
Komutanlığının sorumluluk sahasında<br />
bulunan ve görev yoğunluğunun büyük bir<br />
kısmını teşkil eden İstanbul ve Çanakkale<br />
boğazları, askeri literatürde kısaca ‘‘Türk<br />
boğazları‘‘ olarak isimlendirilmektedir.<br />
13<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
14<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Türk boğazlarının önemi; insanların ticaret yollarını<br />
kullanmasıyla başlamış olup, günümüzde de<br />
giderek artan bir ivme içerisindedir. Özellikle dünya<br />
petrol rezervlerinin büyük bir kısmının bulunduğu<br />
Karadeniz’den diğer denizlere doğru olan ham petrol<br />
taşımacılığının artış göstermesi, bu konuda yaşanan<br />
tecrübeler ve sahildar ülkelerin konu ile ilgili yeni<br />
arayışlar içinde olması, Bulgaristan ve Romanya’nın<br />
AB’ye üyeliklerinin tamamlanması ile birlikte<br />
yaşanan veya yakın zamanda yaşanması beklenen<br />
gelişmeler, Türk boğazlarının öneminin artmasına<br />
yol açmıştır.<br />
Makalenin geriye kalan kısımlarında, İstanbul ve<br />
Çanakkale boğazları ifadesi yerine, Türk boğazları<br />
ifadesi kullanılacaktır.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge<br />
Komutanlığına atandıktan sonra, geçen<br />
zaman içince sık sık denizcilik konularında<br />
katıldığım toplantılar, gerekse Türk boğazlarında<br />
karşılaştığımız sorunlar, beni genel bir eksiklik<br />
olarak tespit ettiğim Türk boğazlarının hukuki<br />
statüsü konusunda araştırma yapmaya zorlamıştır.<br />
Konu ile ilgili olarak yaptığım incelemeler<br />
sonucunda, önümüze çıkan en büyük ve en<br />
temel kaynak olarak 20 Temmuz 1936 tarihinde<br />
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ve bazılarının<br />
bugün mevcut olmadığı 10 ülke tarafından<br />
imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi göze<br />
çarpmaktadır.<br />
Şimdi sizlere konu ile ilgisi olduğuna inandığım bazı<br />
ifadeleri tanımlamak ve bu ifadeler arasında hukuki<br />
açıdan ne gibi farklar bulunduğuna dair görüşlerimi<br />
ve düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım. İlk<br />
olarak sık sık karşımıza çıkan zararsız geçiş ve<br />
uğraksız geçiş ifadelerini ele almak istiyorum.<br />
ZARARSIZ GEÇİŞ-UĞRAKSIZ GEÇİŞ FARKI<br />
Türk boğazlarından geçmeden, Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin diğer karasularından geçiş<br />
yapacak gemiler eğer Türk limanlarından birine<br />
uğramayacak, Türk limanlarından birinden yük<br />
almayacak ve limanlardan birine yük bırakmayacak<br />
ise; uluslararası hukuka göre temelde zararsız geçiş<br />
yapıyor veya bu hakkını kullanıyor demektir. Eğer<br />
geminin Türk boğazlarından geçişi söz konusu<br />
ise, durum zararsız geçişten çıkıp, uğraksız geçişe<br />
dönmektedir.<br />
Şimdi kısaca zararsız geçiş hakkını tarif etmeye<br />
çalışalım:<br />
• Yabancı bir limandan kalkarak uluslararası
sularda seyreden, seyrinin bir bölümünde geçici<br />
olarak Türk kara sularına giriş-çıkış yapan, bu<br />
esnada zararsız geçiş hakkını kullanan ve tekrar<br />
uluslararası sulara çıkarak yabancı bir ülkenin<br />
limanına giden ticaret gemilerini kapsar.<br />
• 1958 Cenevre Sözleşmesine göre zararsız geçiş,<br />
“Yabancı bir geminin deniz ulaşımını sağlamak<br />
amacıyla bir devletin karasularından, kıyı<br />
devletine zarar vermeden serbestçe geçmesi”<br />
olarak tanımlanmaktadır.<br />
• Zararsız geçişin ihlal edildiği durumlar, aşağıda<br />
belirtilmiştir:<br />
• <strong>Sahil</strong>dar devletin egemenliğine, toprak<br />
bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı tehdide<br />
veya kuvvete başvurulması veya BM Antlaşmasında<br />
belirtilen uluslar arası hukuk ilkelerine aykırı diğer<br />
herhangi bir durumda bulunulması,<br />
• Herhangi bir tip silahla deneme ve manevralar<br />
yapılması,<br />
• <strong>Sahil</strong>dar devletin savunmasına veya güvenliğine<br />
zarar verecek şekilde bilgi toplanması,<br />
• Her türlü uçağın uçurulması, güverteye indirilmesi<br />
veya gemiye alınması,<br />
• Her türlü askeri makinelerin uçurulması, güverteye<br />
indirilmesi veya gemiye alınması,<br />
• <strong>Sahil</strong>dar devletin gümrük, maliye, sağlık veya göç<br />
konularındaki kanun ve kurallarına aykırı şekilde<br />
mal, para ve kişilerin gemiye alınması veya gemiden<br />
çıkartılması,<br />
• Bilerek ve isteyerek ağır kirlenmeye sebebiyet veren<br />
fiillerde bulunulması,<br />
• Balık avlama faaliyetlerinde bulunulması,<br />
• Araştırma ve ölçüm faaliyetlerinde bulunulması,<br />
• <strong>Sahil</strong>dar devletin herhangi bir haberleşme<br />
sisteminin veya diğer herhangi bir deniz teçhizat<br />
veya tesisinin işleyişini engelleyecek her türlü<br />
faaliyette bulunulması olarak sayılabilir.<br />
Yukarıdaki maddelerden birini veya birkaçını<br />
birden ihlal eden geminin zararsız geçiş hakkı sona<br />
erdirilir ve zararsız geçiş hakkını kullandığı ülkenin<br />
kanunlarına göre işlem yapılır. Kısaca zararsız<br />
geçiş; gemilerin kısa rotalardan seyir yaparak karşı<br />
devlete herhangi bir zarar vermeden geçiş yapmaları<br />
konusunda tanınmış bir haktır.<br />
Bu tip gemilerin uluslararası sularda olduğu sürece,<br />
bayrak devletinden müsade alınmadan veya kalkış<br />
yaptığı ülkeden başlayarak devam eden bir kaçakçılık<br />
faaliyetine karıştığından emin olunmadan gemiye<br />
müdahale etmek hukuken mümkün değildir.<br />
Bu tip gemiler ile ilgili olarak herhangi bir<br />
arama – kontrol yapılması talep edildiğinde;<br />
geminin zararsız geçiş hakkını kullanarak geçici<br />
süre için Türk karasularına gireceği yer ve zaman<br />
tespit edilerek, ilgili Cumhuriyet Savcısının talebi<br />
vasıtasıyla alınacak mahkeme kararına istinaden<br />
gemi sadece bu bölgede ve zamanda durdurabilir ve<br />
gemi aramaya tabi tutulabilir.<br />
Ancak, sonuçları bakımından çok sağlam bir<br />
istihbarat veya benzer bilgi olmadan gemiye<br />
müdahale etmenin, bayrak devleti ile ilgili<br />
bazı sıkıntılar doğurabileceği göz önünde<br />
bulundurulmalıdır.<br />
Montreux Sözleşmesine Bir Bakış<br />
Şimdi de; geminin Türk boğazlarından geçmesi<br />
söz konusu olduğunda, tabi olacağı rejimi kısaca<br />
inceleyelim:<br />
Yabancı bir limandan kalkarak, belirli kurallar ve<br />
sınırlamalar dahilinde Türk karasularını zararsız<br />
geçiş hakkını ve Türk boğazlarıyla Marmara<br />
Denizi’nden transit geçiş yapmak suretiyle,<br />
Montreux Sözleşmesi ile verilen uğraksız geçiş<br />
hakkını kullanarak yabancı bir limana giden ticaret<br />
gemileridir. Uğraksız geçiş; her yıl Türk boğazları<br />
ve Marmara Denizi’nden transit geçen on binlerce<br />
ticaret gemisi demektir.<br />
Uğraksız geçiş yapan gemiler ile ilgili, Türkiye<br />
Cumhuriyeti’ni ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını<br />
bağlayıcı hükümler barındıran en büyük faktör,<br />
20 Temmuz 1936 yılında imzalanan Montreux<br />
Boğazlar Sözleşmesidir. Sözleşmeye imza koyan<br />
devletler, aşağıda olduğu gibidir:<br />
• Bulgaristan<br />
• Fransa<br />
• Büyük Britanya<br />
• İrlanda<br />
• Hindistan<br />
• Japonya<br />
• Romanya<br />
15<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
16<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
• Türkiye<br />
• Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği<br />
• Yugoslavya<br />
Montreux Sözleşmesinin, Türk boğazlarından<br />
geçecek ticaret gemileri ile ilgili 2’nci maddesi<br />
şöyledir:<br />
Madde 2 : Barış zamanında ticaret gemileri, gündüz<br />
ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, 3’üncü madde<br />
hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite)<br />
olmaksızın, boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım)<br />
tam özgürlüğünden yararlanacaklardır.<br />
Bu madde de bahse konu madde 3 ise şöyledir:<br />
Madde 3 : Ege Denizi’nde ya da Karadeniz’den<br />
boğazlara giren her gemi, uluslararası sağlık kuralları<br />
çerçevesinde Türk yasalarıyla konulmuş olan sağlık<br />
denetimi için, boğazların girişine yakın bir sağlık<br />
istasyonunda duracaktır. Bu denetim, bir temiz<br />
sağlık belgesi ya da işbu maddenin 2’nci fıkrasındaki<br />
hükümlerin kapsamına girmediklerini doğrulayan<br />
bir sağlık bildirisi gösteren gemiler için, gündüz ve<br />
gece, olabilen en büyük hızla yapılacak ve bu gemiler<br />
boğazlardan geçişleri sırasında başka hiçbir duruş<br />
zorunda bırakılmayacaklardır.<br />
İçinde veba, kolera, sarıhumma, lekeli humma<br />
(typhus exanthématique) ya da çiçek hastalığı<br />
olayları bulunan ya da yedi günden az bir süre önce<br />
bu hastalıklar bulunmuş olan gemilerle, bulaşık bir<br />
limandan beş kez yirmi-dört saatten az bir süreden<br />
beri ayrılmış olan gemiler, Türk makamlarının<br />
gösterebilecekleri sağlık koruma görevlilerini gemiye<br />
almak üzere, sağlık istasyonunda duracaklardır. Bu<br />
yüzden, hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır; sağlık<br />
koruma görevlileri boğazların çıkısında bir sağlık<br />
istasyonunda gemiden indirileceklerdir.<br />
Yine aynı sözleşmede, “Bu gemiler, boğazların<br />
bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken,<br />
Türk makamlarınca, alınması işbu sözleşmesinin<br />
1 sayılı ekinde öngörülen vergilerden ve harçlardan<br />
başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç<br />
alınmayacaktır” hükmü bulunmaktadır.<br />
Boğazlar genel deyimiyle belirtilen Çanakkale<br />
Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı’ndan<br />
geçişi ve gemilerin gidiş-gelişini tarif etmektedir.<br />
Karadeniz Boğazı olarak isimlendirilen<br />
mevki, 1930’lu yıllarda İstanbul Boğazı için<br />
kullanılmaktaydı.<br />
Montreux Sözleşmesinin özünü Seyrüsefer<br />
Serbestisi (mare liberum) oluşturmaktadır. Mare<br />
Liberum ilkesi, 16. yy’da Hollandalı Hugo GROTIUS<br />
tarafından ortaya atılmış ve savunulmuştur.<br />
Evrenselleşmesi de çok uzun zaman almış<br />
mücadeleler sonucudur. Mare Liberum; denizde<br />
seyir yapan gemilerin, kimin karasuyunda olursa<br />
olsun, seyrüsefer özgürlüğünden yararlanacağını<br />
söyler. Bu ilke doğrultusunda ticaret gemileri,<br />
dünya denizlerinde herhangi bir formaliteye tabi<br />
olmaksızın, gece-gündüz demeden, serbestçe<br />
–ancak zararsız olmak koşuluyla–duraksız ve<br />
uğraksız seyir yapabilme hakkına sahiptir. Bu<br />
serbesti, sözleşme tarihlerinde dünyada uygulanan<br />
bir seyir normudur. Gemilerin sözleşmenin<br />
imzalandığı tarihlerde nispeten küçük boyda ve<br />
tonajda olmaları ve deniz kazalarının günümüzde<br />
olduğu kadar büyük tehdit oluşturmaması,<br />
seyrüsefer serbestisini işler kılmaktadır.<br />
II. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen taşımacılık<br />
anlayışı, bunun körüklediği büyüyen gemi tonajı<br />
ve bu yüzden facia boyutu ortaya koyabilen<br />
deniz kazaları, çevre bilincinin de zorlamasıyla<br />
bu serbestiye zararsız olma koşulu eklemiştir.<br />
(Bu husus, 1958 ve 1982 Deniz Hukuku<br />
Sözleşmelerinde açık olarak belirtilmiştir.)<br />
1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi ile uluslararası<br />
hukuk alanında ilk kez boğazlarda ‘‘Transit Geçiş<br />
Rejimi’’ kabul edilmiştir. Burada bahse konu transit<br />
gemi açıklaması şöyledir: Transit Gemi; bölgede<br />
bir limana uğramaksızın geçen gemi anlamında<br />
olup, Montreux Sözleşmesinde transit sözcüğü,<br />
‘‘Uğraksız’’ anlamında kullanılmıştır.<br />
Transit rejimi, detaylı olarak incelendiğinde zararsız<br />
geçişe göre gemilere daha geniş haklar tanıyan,<br />
yükümlülüklerini daha daraltan, dolayısıyla kıyı<br />
devletin yetkilerini biraz daha kısıtlayan bir seyir<br />
normudur. Bu sebepten milli menfaatlerimiz<br />
açısından transit geçiş yerine uğraksız geçiş ifadesini<br />
kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.<br />
1998 yılında yayımlanan Türk boğazları Deniz Trafik<br />
Düzeni Tüzüğü’ne göre uğraksız geçişin ortadan<br />
kalkacağı durumlar aşağıdaki şekilde belirtilmiştir:<br />
• 48 saati aşacak şekilde geminin demirlemesi,<br />
• Türk boğazlarında çatma, karaya oturma, başka bir<br />
deniz kazasına karışma gibi tehlike sebepleriyle,<br />
• Mevzuat gereğince gemi hakkında Türk idari ya
da adli mercilerince araştırma, soruşturma ya da<br />
kovuşturma yapılması gereken hallerde,<br />
• İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçerken<br />
kaza, arıza, zorunlu demirleme gibi durumlarda<br />
uğraksız geçiş bozulmaktadır.<br />
Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı uğraksız<br />
geçişi bozulan bir gemiye çıkmak, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
görevleri kapsamında belge kontrolü yapmak hukuki<br />
açıdan mümkün olmaktadır. Ancak uğraksız geçişi<br />
bozulmayan bir gemiyi durdurmak, durdurulmasını<br />
talep etmek ve gemiye çıkarak arama-kontrollerde<br />
bulunmak; uluslararası hukuka uygun olmamasına<br />
rağmen, mahkemelerden alınacak yazılı arama<br />
kararları ile suç unsurunun tespiti veya kesin delil<br />
oluşturulması durumunda gemi arama/kontrole tabi<br />
tutulabilir.<br />
Dışişleri Bakanlığının Boğazlardan Transit<br />
Geçen Gemilere Yapılacak Müdahalenin Esasları<br />
konulu genelgesine göre; “Türk karasuları içinde<br />
olmak kaydı ile İstanbul ve Çanakkale boğazları<br />
çıkışında transit geçişi başlamadan/transit geçişi<br />
tamamlandığında gemiye müdahale edilebilir.<br />
Emniyet, hava şartları vb. mücbir sebeplerle, bu<br />
müdahaleler boğaz içinde yapılabilir” hükmü<br />
bulunmakta olup, bu hüküm kolluk kuvvetlerine<br />
avantaj sağlamaktadır. Bu husus ile ilgili yakın<br />
zamanda yaşanan bir örneği sizlerle paylaşmak<br />
istiyorum.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının talebine istinaden;<br />
mahkemeden alınan bir arama kararı olmadan,<br />
sadece gemi kaptanının rızası ile Türk karasuları<br />
içerisinde bulunmuş bir gemi, 24 Ekim 2007<br />
tarihinde Çanakkale Bölgesi’nde <strong>Sahil</strong> Güvenlik botu<br />
tarafından belge kontrolüne tabi tutulmuştur.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı tarafından<br />
24 Temmuz 2007 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe<br />
giren “Aramalar” konulu daimi emre göre; Türk<br />
boğazlarından uğraksız geçiş yapan gemiler,<br />
zorunlu gereksinimlerini karşılamak üzere Trafik<br />
Kontrol Merkezinden izin almak şartıyla tüzükte<br />
belirtilen demirleme yerlerinde ilgili kuruluşların<br />
gözetimi altında serbest pratika almaksızın 48 saat<br />
kalabilirler. Ancak; bu süre 48 saati aştığı takdirde,<br />
uğraksız geçişleri bozulmuş sayılır.<br />
Konu ile ilgili bir diğer örneği sizlere aktarmak<br />
istiyorum. İstanbul Boğazı’na güneyden girmek<br />
için sıra bekleyen bir gemi, 25 Ekim 2007 tarihinde<br />
48 saatlik bekleme süresini bilerek bozduğu için<br />
17<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
18<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
uğraksız geçişi bozulmuş, durum İstanbul Gemi<br />
Trafik Hizmetleri Genel Müdürlüğü (GTHGM)<br />
tarafından da teyit edilmiş ve gemi 26 Ekim<br />
2007 tarihinde <strong>Sahil</strong> Güvenlik botu tarafından<br />
arama-kontrole tabi tutulmuştur.<br />
Limanlarımıza Gelen Gemilerin Durumu<br />
Şimdi de sizlere başka bir durumu izah etmeye<br />
çalışacağım. Bu örneğimizdeki gemi; Türk<br />
karasularından zararsız geçiş yaparak veya Türk<br />
boğazlarının birinden geçerek bir Türk limanına<br />
gelen gemilerden birisi olsun.<br />
Bu gemiler, Türk karasularına girdikten itibaren<br />
uluslararası uğraksız geçiş hakkı gibi ilave haklar<br />
elde edemeyeceklerinden, Türk karasuları içerisinde<br />
veya Türk limanlarından birine aborda olmayı<br />
müteakip, <strong>Sahil</strong> Güvenlik görevleri kapsamında icra<br />
edilecek kontrol ve denetime (belge kontrolü gibi)<br />
tabidir.<br />
Ancak; Türk karasuları içinde veya limanlarından<br />
birinde bulunan ticaret gemisinde arama<br />
yapılabilmesi için, mahkeme kararı veya Cumhuriyet<br />
Savcısının yazılı emri alınmalı, savcıya ulaşılamaması<br />
durumunda bot komutanlığınca yazılı arama emri<br />
düzenlenerek arama faaliyeti icra edilmeli, sonuçları<br />
en seri vasıta ile savcılığa bildirilmelidir. (<strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığı Daimi Emri SGDE-701/1)<br />
Yabancı bir ticaret gemisinin, uluslararası suları<br />
kullanarak Türk boğazlarından birini geçerek,<br />
Marmara Denizi içerisindeki bir limana intikal<br />
etmesi, Madde 4’te bahse konu uğraksız geçiş<br />
hakkını bu gemiye kazandırmaz. Uğraksız geçiş<br />
hakkı, topyekun olarak her iki Türk boğazını ve<br />
Marmara Denizi’ni kapsar. Bu örnekteki gemi, Türk<br />
karasuları içerisinde uğraksız geçiş hakkını değil,<br />
zararsız geçiş hakkını kullanmaktadır.<br />
Dolayısı ile bu gemi üzerinde Türk karasuları ve<br />
Türk liman sınırları içerisinde Türkiye Cumhuriyeti<br />
hükümranlık hakları kısıtlama olmaksızın<br />
kullanılabilir.<br />
İlginç Bir Örnek<br />
Bu incelemenin son bölümünde, değişik bir faraziye<br />
oluşturmaya ve böyle bir durum ortaya çıktığında<br />
hareket tarzını belirlemeye çalışalım.<br />
Örneğimizdeki gemi bir Türk gemisi, yani Türk<br />
bayraklı bir gemi olsun. Bu gemi yabancı bir<br />
limandan yük almış olsun ve Türk boğazlarından<br />
uğraksız geçiş yaparak (yani Türk limanlarından<br />
birine uğramadan) gene yabancı bir limana intikal<br />
edecek olsun. Türk bayraklı bir geminin, Türk<br />
boğazlarından geçerken, yabancı gemiler gibi<br />
uğraksız geçiş hakkına sahip olup-olamayacağı<br />
hususu uzun süre araştırılmaktadır. Deniz hukuku<br />
uzmanları ile yapılan görüşmelerde ve istişareler<br />
neticesinde; böyle bir durumda uygulanacak<br />
harekat tarzının dayandırılabileceği bir husus tespit<br />
edilememiştir.<br />
Dışişleri Bakanlığında görevli konu uzmanları<br />
tarafından; “Türk bayrağı taşıdığı sürece, bir<br />
geminin Türk boğazlarında geçişi süresince<br />
uğraksız geçiş hakkından bahsedilemeyeceği,<br />
Türkiye Cumhuriyeti olarak (aynı zamanda bayrak<br />
devleti olarak) bu gemi üzerinde her türlü hakka<br />
sahip olduğumuzu, bu hakların sadece boğazlarda<br />
değil, dünyanın her yerinde geçerli olduğu” ifade<br />
edilmiştir.<br />
Kısaca özetlemek gerekirse; Türk bayrağı taşıyan bir<br />
geminin uğraksız geçiş hakkı bulunmamakta olup,<br />
Türk kanunlarının herhangi bir kısıtlama olmaksızın<br />
gemiye uygulanmasında herhangi bir sıkıntı<br />
gözükmemektedir.<br />
Sonuçlar:<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın devamlı olarak<br />
bu ve benzeri örneklerle karşılaşabileceğinden<br />
hareketle, gelecekte kadrolarında Deniz Hukuku<br />
(Deniz Ticaret Hukuku) konusunda uzmanlaşmış<br />
personelin de bulunmasının, faydalı olacağı<br />
değerlendirilmektedir.<br />
Eminim bu durumda; <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
konusunda uzman ve denizde otorite olarak<br />
anılmaya, bu ve benzeri durumlarda kendisine<br />
danışılan bir merkez olmayı bugünkünden daha<br />
fazla hak edecektir.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. 2692 SAYILI SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KANUNU<br />
2. MONTREUX SÖZLEŞMESİ (1936)<br />
3. DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİ (1982)<br />
4. TÜRK BOĞAZLARI DENİZ TRAFİK DÜZENİ TÜZÜĞÜ (1998)<br />
5. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN “BOĞAZLARDAN TRANSİT GEÇEN GEMİLERE YAPILACAK<br />
MÜDAHALENİN ESASLARI” KONULU GENELGESİ,<br />
6. “TÜRK BOĞAZLARI, SON GELİŞMELER ÜSTÜNE BİR DENEME”, GÜNDÜZ AYBAY<br />
7. “TÜRK BOĞAZLARINDAN UĞRAKSIZ GEÇEN YABANCI BANDIRALI GEMİLERİN<br />
TUTUKLANMASI (ARREST) SORUNU HAKKINDA KISA MUHTIRA”, GÜNDÜZ AYBAY
BİR ZAMANLAR<br />
SÜNGERCİYDİK<br />
[ Yazı ve Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN | Sualtı Fotoğrafçısı<br />
20<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Sünger (Agelas oroides). Süngerler Latince’de “porus” denen<br />
deliklerinde birçok küçük canlıya da ev sahipliği yapmaktadırlar.
“Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiç bir çaba onlarınkinden daha zor değildir.”<br />
İ.S III. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi Oppianus bu sözleri Güney Ege Denizi dalgıç ve denizcileri için<br />
söylemiştir. İnsanoğlunun süngeri aslında İsa’dan binlerce yıl önce Ege kıyılarında ya da Akdeniz’de<br />
bulduğuna inanılır. Herhalde ilk keşfedilen sünger, dalgalarla kıyıya ulaşandır. Süngerin yararını<br />
gören insanoğlu onun peşine düşüp, bulunduğu yere yani denizin altına ulaşmakta gecikmemiştir.<br />
O yıllarda sünger, Ege’de, Akdeniz’de hatta Marmara’da bile çıkarmış. Ancak Ege ve Akdeniz süngeri<br />
en makbulüymüş.<br />
21<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Yengeç (Dromia personata) üzerinde taşıdığı<br />
süngerle kendini kamufle etmekte ve böylece güvenli<br />
koruma sağlamaktadır. Sualtında yürüyen bir sarı<br />
sünger görürseniz sakın şaşırmayın.<br />
22<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Yunanlılardan öğrendiğimiz süngerciliğe önce<br />
“gangava” (dipte ağ çekerek) ile başlamışız,<br />
sonrasında “skafandar” (dalgıç gemilerine verilen<br />
ad) ile devam etmişiz. Bir dalgıç her gün ortalama<br />
üç defa dalarmış süngere, derken “Hamız’ı karbon<br />
tesemmümü” yani kanda karbondioksit birikmesi<br />
süngerci diliyle vurgun’la tanışmışız. Her yıl<br />
3-4 kişi kaybeder olmuşuz, çok da sakatlanma.<br />
Aksona (dipte durak yapma) yapmayı öğrenmişiz,<br />
ölümlerimiz, kazalarımız azalmış, İsmet Paşa<br />
zamanında sünger ihracatından takdirnameler<br />
almışız. Süngercilere finansal destek sağlamak<br />
için, 1940’lı yıllarda Ziraat, İş ve Merkez Bankası<br />
biraraya gelerek yarı resmi Süngercilik Türk A.Ş.’ yi<br />
kurmuşlar.<br />
“Hey Bodrum!.. Masmavi gökleri, ışık dolu sokakları,<br />
bembeyaz evleri, hurmaları, frenk incirleriyle<br />
uzaklarda kalıyordu. Acaba ara sıra çakan kara<br />
gözlerle, çiçekli ve rüzgarlı pencerelerle mandalin<br />
esintileri ve darbuka sesleriyle süslenen o yurt<br />
yollarında sağ salim dönüp bir daha yürüyecekler<br />
miydi uzaklaşan denizciler <br />
...Denizciler aralarında yüksek sesle konuşurlarken,<br />
pruvada oturan dalgıç Kara Yusuf, “Susun!” diye<br />
şahadet parmağını dudaklarına götürdü, öteki eliyle<br />
gemi pruvasının iskele açığında, dalga üzerinde<br />
inip kalkan bir beyaz kuşa işaret etti. Kanatlarının<br />
uçları kara, kendi apak büyük bir deniz kuşuydu.<br />
Deniz türküsünü işiten Aliş, büsbütün duygulandı.<br />
Çocuğun denize ilk çıkışıydı o günkü sefer. Aliş’e<br />
Karabatak, “Bu kuşa biz ‘deniz gurbetçisi’ deriz.<br />
Karaya yalnız, yumurtlamak için uğrar. Günlük<br />
güneşlikte de, fırtınada da, çokluk denizde uyur.<br />
Bizdendir haspa. Şimdi yorgundur, uyuyor. Uyurken<br />
onu hiç uyandırmayız, rahat etsin diye” dedi.<br />
Uyurken başını hep kanadının altına alır. Yüreğinde<br />
denizi dinler mi ne Kayıklar deniz gurbetçisinin<br />
yanından hiç çıt etmeden geçtiler…”<br />
Geçenler, kayıklarıyla alacakaranlık sabahında<br />
ilerleyen Bodrumlu süngercilerdi. Doğayla bu kadar<br />
barışık, bir o kadar da uyumlu. “Bir zamanlar’ın”,<br />
süngeri ve süngercileri, Halikarnas Balıkçısı’nın<br />
1930’lu yıllarına ait bu güzel anlatımıyla başlamak<br />
istedik.<br />
Peki nedir sünger <br />
Çok Hücreli Yaşam:<br />
Onları daha yakından tanımaya başlamadan<br />
önce yeryüzündeki yaşamın insanın kafasında<br />
oluşturduğu çok temel bir soru üzerinde bir iki<br />
satır düşünelim. Niye çok hücreli bir yaşam<br />
Yeryüzünde hayat tek hücreli canlılar ile devam
Bu görüntümüz Malezya Sıpadan Adası’ndan. Dünya Mirasına<br />
bırakılan adada geçmişimizde yok ettiğimiz birçok canlıyı<br />
görebilmemiz bugün mümkün.<br />
23<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Kırmızı dal süngeri (Axinella polypoides). Akdeniz ve<br />
Ege’nin sembol süngerlerinden biridir. Farmakoklar<br />
dahil bir çok bilimsel araştırma için kullanılmaktadır.
Sünger (Petrosia ficiformis). Deniz Tavşanı (Discodoris<br />
atromaculata)Bazı deniz tavşanları (nudibranş)süngerlerin<br />
üzerinde yaşamakta ve besinlerini de yaşam alamlarından<br />
sağlamaktadırlar.<br />
24<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
edemezmiydi Daha büyük bir vücuda sahip<br />
olabilmek için yeryüzündeki yaşamın çok hücreli<br />
bir organizasyona yöneldiğini tahmin etmemiz akla<br />
oldukça yatkın geliyor. Milyonlarca yıllık bir süre<br />
ve asla emin olamayacağımız çok değişik koşullar<br />
ilk çok hücrelilerin oluşması için gerekli ortamı<br />
sağlamış olmalı. Bundan sonrası için ise mantık<br />
yürütmek o kadar zor değil. Belli işleri paylaşan bir<br />
topluluk oluşturmuş bu hücreler, şüphesiz büyük<br />
bir avantaja sahip olacaklardı ve böylece sayıları da<br />
zamanla arttı. Zaten daha büyük bir vücuda sahip<br />
olabilmek için bir tek hücrenin büyümesi yeterli<br />
değildi, çünkü hücrenin metabolik aktivitelerini<br />
yürütebilmesi için gerekli olan yüzey-hacim oranı bu<br />
şekilde oldukça bozulmuş oluyordu. Büyük bir vücut<br />
için yalnızca tek bir çözüm vardı; çok hücrelilik.<br />
Süngerler aslında belirgin bir farklılaşmaya (bizim<br />
vücudumuzdaki hücreler gibi) uğramamış hücrelerin<br />
bir araya gelmesi ile oluşan bir hücre kütlesi<br />
olarak da anlatılabilir. Bu sadece süngerlerin vücut<br />
organizasyonunun, evrimin ilerleyen aşamalarındaki<br />
diğer hayvanlarla kıyaslandığında ne kadar basit<br />
kaldığını anlatmak amacıyla kullanılan süngerler,<br />
çok değerli bilgilerin elde edilmesine yardımcı<br />
olmuşlardır. Bu deneylerden birinde farklı renklere<br />
sahip iki sünger hücrelerine kadar parçalanıp aynı<br />
ortam içerisinde karıştırılmışlardır. Belli bir süre<br />
sonra her iki süngerin de kendi hücreleri tarafından,<br />
tekrar oluşturulduğu gözlemlenmiş! Bu deney,<br />
hücre zarında yer alan ve bireye veya türe özgü<br />
proteinlerin, hücrelerin akrabalarını tanımalarına<br />
yardımcı olduğunun oldukça iyi bir kanıtı olarak<br />
kabul edilir.<br />
Süngerler çok hücreli canlıların en basit formlarıdır.<br />
Organları, gerçek dokuları, belirli sinir ve duyu<br />
hücreleri ile hücre dışı sindirim yapabilecek yapıları<br />
yoktur. Bununla beraber bir takım fonksiyonlar için<br />
özelleşmiş birkaç farklı hücre tipi barındırırlar. Ergin<br />
süngerler hareketsizdirler ve özel hücrelerindeki<br />
kamçıların oluşturduğu ufak akıntıların getirdiği<br />
planktonlar ve organik parçacıklar ile beslenirler.<br />
Birçok sünger çok parlak ve göz alıcı renklere<br />
sahiptir. Kırmızı, pembe, mor, sarı ve daha ne<br />
muazzam renkler; şüphesiz süngerler renklerini biz<br />
insanoğlunu hayran bırakmak amacıyla taşımıyor.<br />
Öte yandan bu pigmentasyonun süngerlere ne çeşit<br />
bir avantaj sağladığı halen tam olarak anlaşılabilmiş<br />
değil.<br />
Oldukça Durgun Bir Yaşam<br />
Süngerler latince “delik” anlamına gelen “porus”<br />
kelimesi ile “taşımak” anlamına gelen “ferre”<br />
kelimelerinin birleştirilmesiyle ‘‘Porifera şubesi’’<br />
(Delikliler) olarak adlandırılmışlardır. Fosil kayıtları<br />
600 milyon yıl öncesine kadar uzanmaktadır.<br />
Tüm süngerlerin vücut duvarları, su girişini sağlayan<br />
ufak deliklerin (dermal ostia) yanısıra su çıkışını
sağlayan bir veya birden çok büyük açıklık (oscula)<br />
içerir. Hareketsiz yaşamlarını kendine özgü kanal<br />
sistemleri içerisinde taşıdıkları sudaki besin ve<br />
oksijen ile devam ettirirler. Artık maddeler de aynı<br />
şekilde su yardımı ile su vücuttan uzaklaştırılır. Bu<br />
kanallardaki özel hücreler (choanositler) kamçıları<br />
yardımıyla ufak akıntılar yaratırlar. Vücutları<br />
jelatinimsi bir maktriks içerisine gömülü, kalsiyum<br />
ve silika parçaları ya da spongin adı verilen kallojen<br />
lifleri tarafından sertleştirilen hücrelerden oluşur.<br />
Boyları 0.3 ila 30 cm arasında değişen bireysel<br />
süngerler genellikle bir vazoyu andırır. Koloni<br />
halinde yaşayan süngerler ise birkaç milimetreden<br />
iki metreye kadar büyüyebilirler.<br />
Durgun hayvanlar çok az hareket ettikleri veya<br />
hareketsiz kaldıkları için bir sinir sistemine veya<br />
hareket organlarına ihtiyaç duymazlar. Öyle<br />
gözüküyor ki, süngerler en baştan beri bu tip<br />
özelleşmiş organlara hiç sahip olmamışlardır.<br />
Onlar sadece çok basit, kasılma sağlayıcı sistemlere<br />
sahiptirler ve verilen tepkiler lokal tepkilerdir.<br />
Hücrelerindeki pigmentler sayesinde çok değişik<br />
renkler sergileyen süngerler sudan çıkarıldıklarında<br />
hemen solar ve renklerinin canlılığını yitirirler.<br />
Görsellerimiz arasında yeralan bazı türlere latince<br />
de ‘‘Aplysina aerophoba’’ denir. ‘‘Aerophoba’’ Türkçe<br />
karşılığı olarak “havadan korkan” anlamına gelir.<br />
Yaşadıkları yere göre oldukça farklı vücut formları<br />
sergileyen süngerlerin bazıları dik bir pozisyonda<br />
dallanarak veya loblara ayrılarak görülebilirken,<br />
kimileri kaya yüzeylerini bir kılıf gibi kaplayabilir<br />
yahut kayalara veya kabuklara delikler açabilir.<br />
Su akış hızını düzenlemek, su girişini sağlamak,<br />
besin parçalarını yakalamak ve sindirmek gibi farklı<br />
görevler üstlenmiş çeşitli hücre tipleri barındıran<br />
süngerler, daha gelişmiş hayvanlarda gözlemlenen<br />
ve aynı tip hücreler arası koordinasyon ile oluşan<br />
doku organizasyonuna sahip değildirler.<br />
Süngere destek sağlayan ve kanalların çökmesini<br />
engelleyen iskelet kollojen, silika, spongin veya<br />
kristal kalsiyum karbonattan oluşur. Silika veya<br />
kalsiyum karbonattan oluşturulan iskelet parçaları<br />
türden türe değişik geometriler sergiler.<br />
Bir süngerin tadına bakmak mı<br />
Deniz ekosistemlerinin yaşayan 5000’den fazla<br />
türün yanı sıra 150 kadar su formu barındıran<br />
süngerler bireysel vaya koloniler halinde yaşarlar.<br />
Genel kanaatin aksine tüm denizlerde ve tüm<br />
derinliklerde yaşayabilen süngerlere aşırı tuzlu<br />
sularda bile rastlamak mümkün, larva hali serbestçe<br />
yüzme yetisine sahip olan süngerlerin ergin<br />
formları bir kayaya, kabuğa, mercana veya suya<br />
batmış herhangi bir yüzeye (batıklar gibi) tutunarak<br />
25<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Deniz ekosisiteminde önemli bir konuma sahip<br />
olan süngerlere her yerde rastlamak mümkün.<br />
Üzeri tamamen süngerle kaplı bu kabukluda süngeri<br />
kamuflaj avantajından yeterince yararlanıyor.
Boru kurdu (Serpula vermicularis) sünger<br />
ile birlikte makro kadrajda güzel bir görüntü<br />
oluşturuyor.<br />
Sünger (Sarcotragus foetidus) ve üzerinde<br />
yaşayan saçaklı yıldız görüntümüz<br />
Bodrum’un derinliklerinde kaydedildi.<br />
26<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
yaşamını sürdürür. Bazı dip formları deniz<br />
tabanında veya balçıkta bile yaşayabilir.<br />
Süngerler denizler altındaki ortak yaşamın çok<br />
çeşitli biçimlerini gözler önüne serer. Bir çok yengeç,<br />
deniz tavşanı (nudibranş), deniz yıldızı ve karides<br />
süngerler ile kommensal veya parazitik bir yaşam<br />
içerisindedirler. Büyük süngerler, özellikle birçok<br />
omurgasız tarafından adeta bir apartmanmış gibi<br />
kullanılır. Öte yandan yumuşakça üyeleri, gemi<br />
midyeleri, mercanlar ve hidroidler üzerlerinde<br />
yaşayan sünger türleri görmek de, dünya üzerindeki<br />
yaşamın ne kadar çeşitli ilişki türlerine sahne<br />
olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Süngerler<br />
birçok avcı tarafından pek de lezzetli bulunmayan<br />
bir hayvandır. Bu nedenle bazı yengeçler kamuflaj<br />
veya koruma sağlamak amacıyla bir tutam süngeri<br />
kabuğuna yerleştirir. Süngerlerin avcıları olarak bir<br />
kaç resif balığı gösterilebilir.<br />
Şüphesiz süngerlerin bir grup dünya üzerinde<br />
sürdürdükleri başarılı yaşam hikayelerinin ardında<br />
yatan gerçeklerden birisi de bu hayvanların oldukça<br />
az düşmana sahip olmalarıdır. Detaylı iskelet<br />
yapıları ile itici gelen lezzet ve kokuları birçok<br />
potansiyel avcının bir sünger yemekle, bir ağız<br />
dolusu jelatin içine serpilmiş kıymık yemeyi eş değer<br />
tutmasına yol açmış olmalı.<br />
Farklı Kanal Sistemleri<br />
Sünger türlerinin çoğu kanal sistemlerine göre<br />
üç temel gruba ayrılırlar. Askonoid, sikonoid ve<br />
lökonoid.<br />
Küçük ve tüp şeklindeki askonoid süngerler en<br />
basit organizasyon tipini sergilerler. Su dermal<br />
deliklerden girerek süngerin içindeki geniş açıklığa<br />
dolar ve kamçılı hücreler yardımı ile “oskulum”dan<br />
dışarı atılır.<br />
Sikonoid süngerler askonoidlerin biraz daha büyük<br />
formları olarak gözükürler. Aynı askonoidler<br />
gibi tek bir “oskulum”a ve tüp benzeri bir vücuda<br />
sahiptirler. Yalnız suyun girişte izlediği yol biraz<br />
daha ayrıntılıdır.<br />
Lökonoid organizasyonu en karmaşık ve büyümeye<br />
en uygun sünger yapısıdır. Lökonoidlerin çoğu<br />
büyük koloniler oluşturur ve detaylı kanal<br />
sistemlerine sahiptirler. Süngerlerin çoğu bir vücut<br />
yapısını sergiler. Banyolarımızda kullandığımız<br />
süngerler lökonoid yapı sergilerler.<br />
Su Pompaları<br />
Süngerlerin başlıca besin kaynağı su kütlesi<br />
içerisinde asılı kalan ve kanal sistemleri ile<br />
vücutlarına taşıdıkları parçacıklardır. Çürüyen<br />
parçacıklar, planktonik organizmalar ve bakteriler
herhangi bir seçime tabi tutulmaksızın tüketilir.<br />
Sindirim tamamen hücreler içerisinde gerçekleşir.<br />
Suda çözünmüş organik materyal süngerlerin<br />
besin kaynağının önemli bir kısmını teşkil eder.<br />
Süngerlerin yaşama şekilleri göz önüne alındığında<br />
bu canlıların hayatlarının tamamen vücutlarından<br />
geçen su akıntılarına bağlı olduğunu görüyoruz.<br />
10 cm boyunda ve 1 cm çapında bir lökonoid<br />
sünger günde 20 litreden fazla suyu filtre ederken<br />
büyüdükçe bir süngerin günde 1500 litre kadar su<br />
pompalaması da bu gerçeği olduğu gibi yansıtıyor.<br />
Üreme Şekilleri<br />
Tüm süngerler hem eşeyli hem de eşeysiz üreme<br />
kabiliyetine sahiptirler. Kimi bireyler hem erkek<br />
hem de dişi cinsiyeti aynı vücutta taşırken, diğerleri<br />
yalnız dişi veya yalnız erkek cinsiyetine sahiptirler.<br />
Eşeyli üreme erkek bireylerin hareketli spermlerinin<br />
dişinin yumurtasını sünger hücrelerinin bulunduğu<br />
jelatinimsi matriks içerisinde döllenmesi sonucu<br />
gerçekleşir. Burada gelişerek kamçılı birer larva<br />
haline gelen zigotlar, annelerinden ayrılarak su<br />
akıntılarına kapılır, bir müddet yüzdükten sonra<br />
hayatlarının geri kalan kısmını geçirecekleri sert<br />
bir zemin bulup tutunur ve burada gelişimlerini<br />
tamamlayıp ergin birer sünger olurlar.<br />
Süngerlerin gevşek ve vücut organizasyonları,<br />
yaralanan veya kaybedilen vücut parçalarının<br />
reaksiyonu ve aseksüel (eşeysiz) üreme için<br />
uygun bir zemin hazırlar. Vücudun dışına bakan<br />
yüzeylerinde oluşturulan tomurcukların serbest<br />
kalarak başka bireyler meydana getirmesi veya<br />
ayrılmadan büyüyerek bir sünger kolonisini<br />
oluşturması, süngerlerde eşeysiz üremenin<br />
ana hatlarını teşkil eder. Dış tomurcuklara ek<br />
olarak, bazı tatlı su süngerleri iç tomurcuklarda<br />
oluşturabilirler. Bir kapsül içerisinde depolanan bu<br />
inaktif hücreler, kuraklık ve don gibi elverişsiz doğa<br />
koşullarında oluşturulur ve uygun şartların geri<br />
gelmesi ile birlikte kapsülden dışarı salınarak yeni<br />
bireyler meydana getirirler.<br />
Bir Zamanlar Süngerciydik<br />
Günümüzde birçok değişik formu bulunduran altı<br />
sünger türü ekonomik değere sahiptir. Bu süngerler<br />
sert iskelet elementlerini içermezler. Akdeniz<br />
süngerleri en yumuşak ve en kaliteli olanlarıdır.<br />
Ve artık nesli tehlike altında olup, avcılığı<br />
yasaklanmıştır. Yasaklamada 1985 yılında yaşanan<br />
ve “sünger vebası” olarak da adlandırılan hastalığın<br />
büyük etkisi olmuştur. Yok olma sınırındaki sünger,<br />
beraberinde süngerciliğin de sonunu getirmiştir.<br />
Rengarenk tirhandil süngerci teknelerimiz de,<br />
ilkbaharın gelişiyle başlayan o tatlı telaş da yoktur<br />
27<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Lahos (Epinephelus costae). Sualtında zaman<br />
zaman orfoz ve lahos türlerinin süngerlerin<br />
o yumuşak dokusu üzerinde dinlendiklerine<br />
tanık olmuşuzdur.
Aksona Mehmet<br />
28<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Sarı dal sünger’in Latince adı “havadan korkan” anlamına<br />
gelir. (Aplysina aerophoba) Sudan çıkarıldığında içerdiği<br />
protein yapısındaki maddelerin oksitlenmesi sonucu kısa<br />
süre içinde siyahlaşır.Bu nedenle bu isimi almıştır.<br />
artık. Ünlü tarihçi Heredot’un doğum yeri olan ve<br />
kitaplarında süngeri ile anlatılan Halikarnassos<br />
(Bodrum) bugün ‘‘Aksona Mehmet’’ gibi son<br />
süngercileri bağrına basmaktadır.<br />
Mancorna bir zamanlar sünger avcılarına verilen bir<br />
isimdi. İçinde birçok anlam taşır. Aksona Mehmet’in<br />
gelmiş geçmiş, yüregi sevgi dolu Mancornalar’a<br />
atfettiği mısralarını tüm süngercilerin anısına<br />
birlikte paylaşalım istedik.<br />
“Karamanya’nın ve Ege’nin mavi derinliklerinde sarı<br />
yosunlarız biz.<br />
Sarı yosunların arasında sarı altına dönüşen siyah<br />
incileriz biz.<br />
Sünger gözeneklerinde hayat dolu hücreleriz biz.<br />
Kızgın güneşin altında bir yudum su gibi sevgi dolu<br />
yürekleriz biz.<br />
Koylarında, kumsallarında, kaya üstlerinde nice<br />
mezarlar bıraktık biz.<br />
Kalendeki burçlarında, köşe taşlarında,<br />
tersanelerindeki ırgat diplerinde, tirhandillerin<br />
bodoslamalarında silinmez izler bıraktık biz.<br />
Karpas’ta, Silifke bangosunda, Anamur’da, Ege’de acı<br />
sularla örselenmiş sevgi dolu yürekler bıraktık biz.<br />
Yüzyıllar evvelden Oppianuslar’ın, Heredotlar’ın<br />
yüreklerinde, Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde<br />
silinmez izler bıraktık biz.<br />
Çanakkale’den, Karpas’a mezar taşları, beyaz<br />
köpüklü dalgalar olmuş nice canlar bıraktık biz.<br />
Biz Mancornalar’ız. Mavi derinliklere yüreklerini<br />
gömmüş büyük ustalardan süzülerek gelir bilgimiz.<br />
Yüreklerimizin derinliklerinde taht kurmuş,<br />
yaşatmaktayız sizleri biz.<br />
Esti yine meltem rüzgarları, doldu yelkenlerimiz.<br />
Adımız Mancorna’dır. Mavi deryaların altında kartal,<br />
üstünde kelebekler gibi uçarız biz.”<br />
Selam Olsun…<br />
KAYNAKLAR :<br />
Jessop N.M.; Zoolog – The Animal Kingdom, McGraw-Hill Inc., 1995<br />
Hickman C.P., Roberts L.S.; Animal Diversity, Wm. C Brown Publishers, 1995<br />
Microsoft Encarta 95<br />
Sualtı Dünyası Ağustos 1996, Özen C. Ceylan T.<br />
Deniz Gurbetçileri, Halikarnas Balıkçısı.<br />
İstanköyaltı Bodrum, Selçuk Erez<br />
29<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
30<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
ÇANAKKALE GRUP KOMUTANLIĞI<br />
[ Hazırlayan] | S.G. Çanakkale Grup Komutanlığı<br />
‘‘Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki,<br />
Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’<br />
M.Kemal ATATÜRK<br />
TARİHÇE<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı<br />
03 Ocak 1994 tarihinde kurulmuş, Mülkiyeti Hazine<br />
Bakanlığına kayıtlı ve Milli Savunma Bakanlığına<br />
tahsisli, Çanakkale ili Eceabat ilçesi Akbaş mevkiinde<br />
bulunan ve daha önce Deniz <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı<br />
bağlısı Mayın Arama ve Tarama Porsun Depo<br />
Komutanlığı olarak kullanılan, kışlada 31 Ocak 1994<br />
tarihinde konuşlanmıştır.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığının<br />
mevcut yerinin konumu itibari ile kent dışında<br />
kalması, ulaşım ve emniyet hususları gibi nedenlerle<br />
Çanakkale içinde uygun bir yere taşınması amacıyla<br />
Kepez Belediyesinden kamulaştırma yolu ile<br />
arazi alınmış ve üzerine S.G. Çanakkale Grup<br />
Komutanlığının ihtiyacı olan tesislerin yapılması<br />
çalışmalarına başlanmıştır. Bu maksatla Çanakkale<br />
Bayındırlık İl Müdürlüğünce çıkılan ihaleye<br />
istinaden inşaat faaliyetleri devam etmektedir.<br />
İnşaatın 2010 yılı başında tamamlanması<br />
planlanmaktadır.<br />
ÇANAKKALE İLİ VE TARİHİ DOKUSU<br />
Çanakkale ili, Türkiye’nin kuzeybatı ve Trakya’nın<br />
güneybatı kısmında Gelibolu Yarımadası ile
Anadolu’nun uzantısı olan Biga Yarımadası üzerinde<br />
9,737 km 2 ’lik bir alanda kurulmuş olup, doğu ve<br />
güneydoğu yönünde Balıkesir, batıda Ege Denizi,<br />
kuzeybatıda Edirne ili, kuzeyde Tekirdağ ili ile<br />
Marmara Denizi tarafından çevrelenmiştir. Adını<br />
verdiği Çanakkale Boğazı’nın iki yanında yer alır.<br />
Coğrafi yönden çok büyük önem taşıyan boğazın<br />
uzunluğu 65 km olup İstanbul Boğazı’nın iki katına<br />
yakındır, genişliği de İstanbul Boğazı’nın iki katıdır.<br />
Çanakkale’de çok az gün vardır ki rüzgarsız geçsin.<br />
Yıllık ortalama rüzgarlı gün sayısı 260’tır. Rüzgar<br />
hızının en fazla olduğu mevsim kış ve sonbahardır.<br />
Hakim rüzgar yönü kuzeydoğudan esen poyraz<br />
rüzgarıdır. Zaman zaman kıble ve lodos rüzgarları da<br />
etkili olmaktadır. Son yıllarda sayıları gittikçe artan<br />
rüzgar enerjisi santralleriyle kentin tükenmeyen<br />
rüzgarı temiz enerjiye dönüşmektedir.<br />
Çanakkale Boğazı Asya ve Avrupa kıtalarını<br />
birbirine bağlayan önemli bir su yolu olduğundan ilk<br />
çağlardan itibaren stratejik bir önem kazanmış ve<br />
tarihin her kesiminde uygarlık açısından etkin bir rol<br />
oynamıştır. Tarihin ilk çağlarından beri insanların<br />
bu bölgede yerleştiği bilinmektedir.<br />
Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, Çanakkale<br />
Boğazı’nın korunmasını sağlamak amacıyla en dar<br />
yerinde karşılıklı iki kıyıya kale inşa ettirmiş; bu<br />
kalelerin Trakya sahilindekine Kilitbahir, Anadolu<br />
sahilindekine de Çanakkalesi veya Fatih Sultan<br />
Mehmet’in oğlu şehzade Mustafa tarafından<br />
inşaa ettirildiği için (1452-1453) Sultaniye<br />
Kalesi denmiştir. Sultaniye Kalesi bugünkü<br />
Çanakkale’nin kuruluşuna başlangıç olmuştur.<br />
Daha sonraki padişahlar da, Çanakkale Boğazı’nın<br />
önemini kavramış ve boğazlar tarih boyunca ülke<br />
savunmasında önemini korumuştur.<br />
Boğaz, I. Dünya Savaşı’nda Türk harp tarihinin<br />
dönüm noktalarının en önemli sahnesi olmuştur.<br />
1914 ve 1918 yılları arasında Çanakkale’nin sahil<br />
ve denizi başka hiçbir toprak parçasında olmayan<br />
bir trajedi yaşamıştır. Boğazın önemi Çanakkale<br />
Savaşları’nda bir kez daha anlaşılmıştır. İngiltere<br />
ve Fransa donanmaları Çanakkale Boğazı’nda feci<br />
bir hezimetin acısını 18 Mart 1915’te yaşayarak<br />
ülkelerine dönmek zorunda bırakılmışlardır.<br />
Çanakkale, tarihe mal olacak zaferlerini<br />
I. Dünya Savaşı sırasında kazanarak, tüm dünyaya<br />
Çanakkale’nin geçilmezliğini ilan etmiştir.<br />
Çanakkale Savaşları, Türk tarihinin gördüğü en<br />
büyük ve onurlu savaşlardan biridir, bu savaştaki<br />
kahramanlıklar daha sonraları Kurtuluş Savaşı’nı<br />
ve devam eden süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />
kuruluşunu ve sonrasını etkilemiştir. Uluslar<br />
31<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
ÇANAKKALE GRUBUZ BİZ<br />
Çanakkale Boğazı’nda çelikten bir irade,<br />
Bölgeye hakim S.G. Botlar her yerde,<br />
Sevdirir denizini Trakyalı’ya, Egeli’ye,<br />
Değildir tek görevi cezalandırmak sadece,<br />
Öncelikle öğretir doğrusunu herkese,<br />
Suçluların korktuğu boğazın tek hakimi,<br />
Deniz sevenlerin en büyük destekçisi,<br />
Tarihi mirasın vazgeçilmez bekçisi,<br />
Çanakkale Grubuz biz şanımız var bölgede,<br />
Ada halkıyla bütünleşmiş,<br />
Öğretileriyle simgeleşmiş,<br />
Yardımlarıyla benimsenmiş,<br />
Çanakkale Grubuz biz.<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
<strong>Sahil</strong>lerde, boğazlarda vazgeçilmez unsursun,<br />
Arama ve kurtarmada en büyük can dostusun,<br />
Her zaman bölgende güven veren bir güçsün,<br />
İnsanlığa denizleri sevdiren kurumsun,<br />
Lisanınla nezaketi kıskandıran olgusun,<br />
Güçlüsün, gücünü alırsın hep ülkenden,<br />
Ülken için verirsin her şeyini hiç düşünmeden,<br />
Varlığın hizmet olur yuva bildiğin denizlerde,<br />
En güzele, en iyiye hiç menfaat gütmeden,<br />
Ne suçlular sever seni,ne de deniz düşmanları,<br />
Lezzet verir sevenlerin sana olan övgüleri,<br />
İsteklidir personelin hep birlikte her göreve,<br />
KEGAK’larınla, SAGET’lerinle, botlarınla her<br />
bölgede.<br />
32<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
kahramanlıklar üzerine inşa edilir. Çanakkale<br />
Savaşları kahramanlık destanlarıyla yüklü, tarihin<br />
gördüğü en büyük olaylardan biridir.<br />
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını<br />
döken kahramanlar, burada bir dost vatanının<br />
toprağındasınız, huzur ve suskunluk içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız.<br />
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen<br />
analar, gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim<br />
bağrımızdadır, huzur içindedirler, huzur içinde<br />
uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten<br />
sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”<br />
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,<br />
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.<br />
Eğil de kulak ver; Bu sessiz yığın,<br />
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.<br />
M. Kemal ATATÜRK<br />
ÇANAKKALE GRUP KOMUTANLIĞI’NIN<br />
SORUMLULUK SAHASI VE GÖREVLERİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı yüreği<br />
denizlerimizin ve insanların güvenliği için atan genç<br />
ve dinamik personeliyle; Çanakkale Boğazı ve Ege<br />
Denizi’nde Yunanistan Deniz Yan Hududu ile Baba<br />
Burnu bölgesine kadar olan sorumluluk sahasında,<br />
değişik üs ve limanda konuşlanmış muhtelif<br />
büyüklükte <strong>Sahil</strong> Güvenlik Botları, <strong>Sahil</strong> Güvenlik ve<br />
Emniyet Timi (SAGET) Botları, Kıyı Sularda Emniyet<br />
Güvenlik ve Arama Kurtarma (KEGAK) Botları ve<br />
Kontrol Botları ile görevlerini icra etmektedir.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığının icra<br />
ettiği görevleri şöyle özetleyebiliriz;<br />
• Sorumluluk sahamızda yer alan bölgemizi,<br />
korumak, güvenliğini sağlamak,<br />
• Denizlerimizde can ve mal emniyetini sağlamak,<br />
• Deniz yolu ile yapılan her türlü kaçakçılık<br />
eylemlerini, yasa dışı göç ve insan kaçakçılığını<br />
önlemek,<br />
• Türk Arama Kurtarma Sahasında, Uluslararası<br />
Arama ve Kurtarma Sözleşmesi ile Ulusal Arama<br />
Kurtarma Yönetmeliği’nde belirtilen esaslar<br />
dahilinde arama kurtarma görevlerini yerine<br />
getirmek ve 3 Numaralı Arama Kurtarma Alt<br />
Merkezi (AKAMER)’ni işletmek,<br />
• Çanakkale Boğazı’nda stratejik deniz nakliyatının<br />
güvenliğini sağlamak,<br />
• Denizde kültür ve tabiat varlıklarını korumak,<br />
• Yasa dışı su ürünleri avcılığını önlemek,<br />
• Yat turizmi faaliyetlerini denetlemek,<br />
• Deniz ve hava araçları ile denizlerdeki tesislerden<br />
kaynaklanan her türlü deniz kirliliğine mani<br />
olmaktır.<br />
Coğrafi yapısı, akıntıları, keskin dönüşleri, değişken<br />
iklim şartları ve yıllık toplam 48.978 gemi geçişi<br />
ile Çanakkale Boğazı, dünyanın önemli doğal su<br />
yollarından biri olmuştur. Stratejik konumu ile<br />
oldukça önemli bu boğazda konuşlanmış olan<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı; deniz<br />
ticareti ve balıkçılık gibi ülke menfaatini destekleyen<br />
faaliyetlerin kontrolünün yanı sıra, sualtı kültürel<br />
varlık ve tarihi eser kaçakçılığı, yasa dışı göç ve deniz<br />
kirliliğinin önlenmesi açısından da <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Kanunu çerçevesinde görevlerini en iyi şekilde<br />
yerine getirmektedir.<br />
‘‘Deniz yetki alanlarında ulusal ve uluslararası<br />
hukuku etkin kılmak, can ve mal güvenliğini<br />
sağlamak’’ misyonunun bilincinde olan <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı, Yüce Önder<br />
Atatürk’ün ilke ve devrimlerini kendine rehber<br />
alan, onun bitmek tükenmek bilmeyen çalışma<br />
azmini ve vatan sevgisini yüreğinin derinliklerinde<br />
besleyen personeli ile denizlerimizde insanların ilk<br />
aklına gelen, korkulan değil sevilen, güven veren<br />
ve saygı duyulan bir komutanlık olma vizyonu<br />
doğrultusunda, mavi vatan denizlerimizin koruyucu<br />
kalkanı olarak 7 gün 24 saat göreve hazırdır.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. www.canakkale.gov.tr<br />
2. www.çanakakale.gen.tr<br />
33<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
34<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
TCSG-310 VE TCSG-311’İN<br />
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI<br />
AİLESİNE KATILIŞI<br />
[ Hazırlayan] Aşkın ÜREDİ | Dz. Yb.<br />
MSB Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile Yonca<br />
Onuk Ortaklığı arasında 19 Kasım 1998 tarihinde<br />
imzalanan sözleşme ve 20 Mayıs 2004 tarihinde<br />
imzalanan protokol gereğince inşa edilen ve<br />
KAAN-33 sınıfı <strong>Sahil</strong> Güvenlik botlarının son ikisi<br />
TCSG-310 ve TCSG-311, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz<br />
Bölge Komutanlığı kuruluşuna alınmışlardır.<br />
TCSG-310 ve TCSG-311’in envantere dahil olmasıyla<br />
süratli <strong>Sahil</strong> Güvenlik botu sayısı 39’a ulaşmıştır.<br />
Teknolojik gelişmelere paralel olarak envanterine<br />
dahil ettiği yeni <strong>Sahil</strong> Güvenlik botları ile daha da<br />
güçlenen <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının en yeni<br />
unsurları olan TCSG-310 ve TCSG-311, 35.69 m<br />
boyunda ve 6,70 m genişliğindedir. Direk başı<br />
yüksekliği 11,1 m olan botların azami sürati<br />
45 deniz mili, iktisadi sürati ise 35 deniz milidir.<br />
Botlar; azami sürat ile 722 mil, iktisadi süratle<br />
819 mil mesafe kat edilmektedir. <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
botlarında 3650 HP gücünde 2 adet MTU marka<br />
16 V 4000 M90 model makine ve 80 KW gücünde<br />
2 dizel jeneratör bulunmaktadır.<br />
115 ton deplasman tonajına sahip olan<br />
TCSG-310 ve TCSG-311, 5 deniz durumuna kadar<br />
görev yapabilmektedir.
Teknesi 14 Ocak 2008 tarihinde kızağa konulan<br />
TCSG–310, 21 Temmuz 2008 tarihinde denize<br />
indirilmiştir.<br />
26 Eylül 2008 tarihinde geçici teslimi yapılan<br />
TCSG–310, 13-31 Ekim 2008 tarihleri arasında<br />
Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezi Komutanlığı<br />
emrinde 3 hafta süreyle intibak eğitimine tabi<br />
tutulmuş ve eğitimleri başarıyla tamamlamıştır.<br />
09 Kasım 2008 tarihinde Bayraklı/İzmir’e intikal<br />
eden TCSG-310’a, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge<br />
Komutanlığınca 10-14 Kasım 2008 tarihleri<br />
arasında <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitimleri verilmiş<br />
ve 14 Kasım 2008 tarihinde harekata hazırlık<br />
henetlemesine tabi tutulmuştur.<br />
TCSG-310, 16 Kasım 2008 tarihinde konuş yeri olan<br />
Marmaris’e intikal ederek göreve başlamıştır.<br />
7 Aralık 2008 tarihinde TCSG-310 tarafından<br />
Yüksel-33 isimli tekne için arama/kurtarma görevi<br />
icra edilmiştir.<br />
TCSG-311’in inşasına ise 19 Mayıs 2008 tarihinde<br />
başlanmış, 20 Ocak <strong>2009</strong> tarihinde geçici kabulü<br />
yapılmıştır. TCSG-311, 02-20 Şubat <strong>2009</strong><br />
tarihleri arasında Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezi<br />
Komutanlığı emrindeki intibak eğitimini başarıyla<br />
tamamlayarak göreve başlamıştır. <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Ege Deniz Bölge Komutanlığınca <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
eğitimleri verilecek olan TCSG-311, Kuşadası’nda<br />
konuşlanarak görevine başlayacaktır.<br />
KAAN-33 sınıfı botların 4’üncü son paketinin ilk<br />
iki botu olan TCSG-310 ve TCSG-311’de daha önce<br />
inşa edilen botlara ilave olarak, köprü üstündeki<br />
tüm koltuklar amortisörlü hale getirilmiş, rüzgar<br />
gülü döner kanatçıklar değiştirilerek sabit sensörlü<br />
sistem getirilmiş, harita masası üzerinde GPS ekranı<br />
ünitesi konmuş, telsizlerin modeli yükseltilmiştir.<br />
TCSG-310 ve TCSG-311’in envantere dahil olmasıyla<br />
Marmaris ve Kuşadası bölgelerindeki süratli bot<br />
ihtiyacı giderilmiş ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
denizlerdeki her türlü arama, kurtarma, kaçakçılık,<br />
deniz kirliliği, yasa dışı su ürünleri avcılığı ile<br />
yasa dışı göçmen kaçakçılığına ani müdahale gücü ve<br />
etkinliği artmıştır.<br />
TCSG-310 ve TCSG-311’e mavi vatan denizlerimizin<br />
koruyucusu olarak başarılar diliyoruz.<br />
35<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
36<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
ROMANYA-UKRAYNA ARASINDA<br />
DENİZ ALANLARININ<br />
SINIRLANDIRILMASI VE<br />
TÜRKİYE’YE ETKİLERİ (1)<br />
[ Hazırlayan ] Güray DEMİR | S.G. Yzb.<br />
Romanya ile Ukrayna arasında deniz alanlarının<br />
sınırlandırılmasında anlaşmazlığa neden olan<br />
Serpents (Yılan) Adası Karadeniz’de, Tuna Nehri’nin<br />
doğu ağzına 35 km mesafede yer almaktadır.<br />
Yaklaşık 1,5 km 2 olan adanın deniz yatağında British<br />
Petrol firmasına Ukrayna tarafından yaptırılan<br />
araştırmalar kapsamında; 1993 yılında yaklaşık<br />
10 milyon ton petrol ve 1 milyar m 3 doğalgaz<br />
bulunmuştur. Bu gelişmeler üzerine Ukrayna’nın<br />
Naftogas ve Chornomornaftogas şirketleri ile<br />
Avustralya’nın OMV firması kurduğu birliktelik<br />
ile petrol çıkarmak için bir imtiyaz anlaşması<br />
imzalamıştır. Romanya’nın en büyük petrol şirketi<br />
Petrom ile Total arasında da benzer bir imtiyaz<br />
anlaşması yapılmıştır. (2)<br />
Serpents Adası 1788 yılında Osmanlı İmparatorluğu<br />
ve Rusya arasında bir deniz savaşına da sahne olmuş<br />
ve savaşın sonucunda Osmanlı İmparatorluğu<br />
Karadeniz’de hakimiyetini hemen hemen bir asır<br />
daha sürdürmüştür. (3)<br />
Ada, 1829’dan 1856’ya kadar Rusların<br />
egemenliğinde kalmış. 1856’da Osmanlı
Serpents Adası<br />
Serpents Adası<br />
egemenliğine geçmiş ve 1877-78 Osmanlı-Rus<br />
Harbi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu adadan<br />
vazgeçmiştir.<br />
1879 yılında Romanya’nın kontrolüne geçen<br />
Serpents Adası II. Dünya Savaşı sırasında çatışma<br />
olmadan Sovyetler Birliği’ne geçmiş ve Romanya ile<br />
SSCB arasında 1948 ve 1961 yıllarında imzalanan<br />
anlaşmalar ile resmen SSCB toprağı olmuştur. 1991<br />
yılında SSCB’nin dağılması ile beraber Serpents<br />
Adası Ukrayna’nın egemenliğine geçmiştir. (4)<br />
Ada da 2007 yılından itibaren Ukraynalı bilim<br />
adamları, <strong>Sahil</strong> Güvenlik personeli ve ailelerinden<br />
oluşan yaklaşık 100 kişilik bir topluluk<br />
yaşamaktadır.<br />
Anlaşmazlık Nedeni ve Tarafların İddiaları:<br />
1991 yılında Ukrayna egemenliğine geçen ada ile<br />
ilgili olarak iki ülke arasında herhangi bir deniz<br />
alanları sınırlandırma anlaşması yapılmamıştır.<br />
Romanya 17 Aralık 1996’da, Ukrayna ise 26 Haziran<br />
1999’da 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku<br />
Sözleşmesini onaylamıştır.<br />
Ada coğrafi olarak oldukça ilginç bir noktada yer<br />
almaktadır. Romanya-Ukrayna kara sınırının<br />
devamında yer alan Serpents eğer ada olarak kabul<br />
edilecek olursa Ukrayna’ya kazandıracağı deniz<br />
alanları ile Romanya’nın deniz alanlarını ciddi<br />
biçimde kısıtlamaktadır. Eğer Serpents’in kayalık<br />
olduğu düşünülecek olursa konumunun önemi<br />
azalmaktadır.<br />
Romanya, Serpents’in Ukrayna’nın uzantısı bir<br />
ada olmadığını sadece bir kayalık olduğunu ve bu<br />
nedenle karasuları haricinde kendisine ait özel bir<br />
deniz alanının olmaması gerektiğini savunmaktadır.<br />
Ukrayna ise, Serpents’in bir ada olduğunu,<br />
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi<br />
(BMDHS)’ni her iki tarafın da onaylamış olmasından<br />
doğan hakların bir gereği olarak Serpents’in kıta<br />
sahanlığına ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)’ye<br />
sahip olması gerektiğini iddia etmektedir.<br />
Romanya ile Ukrayna 1998 yılında Serpents<br />
Adası’nın statüsü ve deniz alanlarının<br />
sınırlandırılması ile ilgili görüşmelere başlamış ve<br />
görüşmelerden 6 yıl boyunca herhangi bir sonuç<br />
alınamamıştır.<br />
Romanya ile Ukrayna arasında 1997 yılında<br />
imzalanan anlaşmada “Taraflar arasında oluşacak bir<br />
sınır sorunu ile ilgili müzakerenin başlamasından<br />
sonra, 2 yıl içerisinde taraflar arasında herhangi<br />
bir anlaşma sağlanamazsa tarafların sorunu<br />
Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’na götürme<br />
hakkı doğacaktır.” hükmünü içeren bir madde<br />
bulunmaktadır. (5) Tarafların iddia ettikleri deniz<br />
sınırları şekil 1’de gösterilmiştir.<br />
Şekil 1 - Tarafların iddia ettikleri deniz sınırları<br />
37<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
38<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
1997 antlaşmasından doğan hakkını kullanan<br />
Romanya 16 Eylül 2004 tarihinde sorunu UAD’a<br />
taşımıştır.<br />
Taraflar UAD tarafından verilecek kararda kıta<br />
sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge için tek bir<br />
hat belirlenmesini talep etmişlerdir.<br />
Davada Romanya tarafından Serpents’in statüsünün<br />
belirlenmesi de talep edilmiş, ada mı yoksa<br />
kaya parçası mı olduğuna UAD’ın karar vermesi<br />
istenmiştir.<br />
Uluslararası Adalet Divanının İncelemesi ve<br />
Karar:<br />
UAD öncelikle Serpents’in bir kayalık değil<br />
ada olduğuna karar vermiştir. UAD Serpents<br />
Adası’nın Ukrayna’nın sahil şekillerinin devamı<br />
olmadığına karar vermiş ve adanın özel durumu<br />
ve konumu nedeniyle ilgili kıyı (relevant coast)<br />
sayılamayacağına karar vermiştir.<br />
Serpents Adası’nın ilgili kıyı olarak alınması<br />
durumunda Ukrayna’nın kazanacağı deniz<br />
alanlarının hakkaniyet ilkesine uygun olmayacağını<br />
belirtmiştir.<br />
Daha sonra taraflarca da onaylanan 1982 Deniz<br />
Hukuku Sözleşmesi gereğince Serpents Adası’nın<br />
12 mil karasuyuna sahip olduğunu teyid etmiştir. (6)<br />
Mahkeme Romanya’nın sahillerinin tamamının<br />
ilgili kıyı olduğuna karar vermiş ve sahil uzunluğu<br />
248 km olarak belirlenmiştir. Ukrayna’nın<br />
sahillerinden şekil 2’de mavi çizgilerle belirtilen<br />
yerleri ilgili kıyı olarak almıştır. Bu uzunlukta<br />
yaklaşık 705 km’dir.<br />
Şekil 2 - Mahkeme tarafından sınırlamaya esas tutulan ilgili kıyılar<br />
Romanya ve Ukrayna’nın ilgili sahil uzunluklarının<br />
oranları mahkemece 1:2.8 olarak saptanmıştır. (7)<br />
UAD dava ile ilgili kesin kararını 03 Şubat<br />
<strong>2009</strong> tarihinde açıklamıştır. UAD tarafından<br />
belirlenen deniz alanları için çizilen sınır şekil 3’te<br />
gösterilmiştir.<br />
Kararda taraf ların talep etmiş olduğu gibi iki<br />
ülkenin kıta sahanlıkları ve MEB’leri tek bir hat ile<br />
ayrılmıştır.<br />
UAD kararını verirken; Karadeniz’in doğal kapalılık<br />
durumunu ve sınırlamanın etkilediği bölgeleri,<br />
tarafların petrol ve gaz imtiyazlarını, balıkçılık<br />
faaliyetlerini ve güvenlik mülahazalarını dikkate<br />
aldığını açıklamıştır.<br />
Şekil 3 - Mahkeme tarafından Romanya-Ukrayna arasında deniz alanları için<br />
belirlenen sınır<br />
UAD’ın kararında öncelikle 1949 yılında Romanya<br />
ve SSCB arasında yapılan anlaşmaya ve 1997<br />
tarihli Romanya-Ukrayna İyi Komşuluk ve İşbirliği<br />
Anlaşmasına atıf yaparak 1 numaralı mevki<br />
belirlenmiştir. Daha sonra 1 numaralı noktadan<br />
2 numaralı noktaya kadar 12 millik yay devam<br />
ettirilmiştir.<br />
Yayın bittiği noktadan itibaren Ukrayna ve<br />
Romanya’nın bitişik olan sınırı nedeniyle<br />
2, 3 ve 4 numaralı noktaları birleştiren hatlar iki<br />
ülkenin bitişik sınırı dikkate alınarak çizilmiştir.<br />
4 numaralı noktadan 5 numaralı noktaya çizilen<br />
hat ise iki ülkenin karşılıklı sınırı dikkate alınarak<br />
belirlenmiştir. 5’inci noktadan sonra çizilen hattın<br />
ucu etkilenebilecek 3’üncü devletlerden dolayı açık<br />
bırakılmıştır.
UAD kararın ardından Romanya ile Ukrayna<br />
arasında oluşan yeni çizgiye göre belirlenen<br />
deniz yetki alanlarının hakkaniyet ilkesine uygun<br />
olduğunu belirtmiştir.<br />
Kararın Değerlendirilmesi ve Türkiye’ye<br />
Etkileri:<br />
UAD davada Serpents Adası’na karasuları haricinde<br />
herhangi bir deniz alanı tanımamıştır. Kararına<br />
gerekçe olarak da, çok küçük adalara geniş<br />
deniz yetki alanları vermenin deniz alanlarının<br />
sınırlandırılmasında orantısızlığa neden olacağını<br />
göstermiştir.<br />
Karardan sonra Romanya Heyet Başkanı Bogdan<br />
Aurescu tarafından verilen karar “eşit ve doğru”<br />
olarak değerlendirilmiş, Ukrayna Dışişleri Bakan<br />
Yardımcısı Konstantin Eliseyev ise kararı “akıllı bir<br />
uzlaşı” olarak nitelemiştir. (8)<br />
Genel olarak Romanya’nın tezine daha yakın bir<br />
karar çıkmış ve Romanya taraflar arasında ihtilafa<br />
neden olan deniz alanlarının %80’ini elde etmiştir.<br />
Davanın kesin kararının açıklanmasından sonra<br />
Ukrayna’da halk tarafından ufak çaplı protesto<br />
gösterileri yapılmıştır. (9)<br />
Davada UAD tarafından Serpents Adası’nın<br />
ilgili kıyı olarak alınmamasının, Türkiye’nin Ege<br />
Denizi’nde sınırlama için esas alınacak “ilgili kıyılar<br />
Türkiye ve Yunanistan’ın anakaralarıdır” tezini<br />
güçlendirdiği, her ada için Münhasır Ekonomik<br />
Bölge ve kıtasahanlığı olması gerektiği tezinin<br />
mümkün olmadığı, Karadeniz’de sadece bir ada<br />
ile ilgili açıklanan kararın, Ege Denizi gibi onlarca<br />
ada ve adacığın bulunduğu bir deniz alanının UAD<br />
tarafından aynı şekilde değerlendirilmeyebileceği,<br />
ancak Doğu Akdeniz’de, Meis Adası’na geniş deniz<br />
yetki alanları talep edilmesinin deniz alanlarının<br />
sınırlandırılmasında orantısızlığa neden olacağı,<br />
değerlendirilmektedir.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. Bu makale Deniz Harp Akademisi Alesta Dergisi Mart <strong>2009</strong> sayısında yayımlanmıştır.<br />
2. www.en.wikipedia.org<br />
3. Yılan Adası Deniz Savaşı, 12 Ağustos 1788.<br />
4. www.londonperspectives.com<br />
5. www.icj-cij.org<br />
6. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 3<br />
7. www.icj-cij.org<br />
8. www.voanews.com<br />
9. www.ntvmsnbc.com<br />
1- Serpents (Yılan) Adası<br />
2- Sivastopol<br />
3- Ukrayna<br />
4- Romanya<br />
39<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
40<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
DENİZ KİRLİLİĞİ TESPİTİ<br />
İÇİN YENİ BİR TEKNOLOJİ:<br />
POPEIE ŞAMANDIRASI<br />
[ Hazırlayan ] Ayşe Esin BAŞKAN | Çevre Yüksek Mühendisi<br />
Çevre sorunları ulusal ve uluslararası ortamda<br />
her geçen gün biraz daha ön plana çıkarak dünya<br />
gündemindeki yerini almaktadır. Pek çok çevre<br />
sorunu sınır tanımayarak sadece yerel veya bölgesel<br />
değil küresel alanda etkilerini göstermekte ve dünya<br />
uluslarının geleceğini büyük ölçüde etkilemektedir.<br />
Küresel ısınma, çölleşme, kuraklık, tarım ve<br />
ormanlık alanların azalması, iklim dengesinin<br />
bozulması, denizlerin yükselmesi, tuzluluğunun<br />
artması, biyolojik çeşitliliğin yok olması ve doğal<br />
kaynaklar üzerindeki baskının artması tüm<br />
insanoğlunun geleceğini tehdit eden başlıca küresel<br />
çevre sorunlarıdır. Nüfusun hızla artması, tüketim<br />
kalıplarının değişmesi ve çevre dostu olmayan<br />
üretim faaliyetleri bu sorunları tetiklemektedir.<br />
Bu sorunların varlığını iyice hissettirmesiyle<br />
beraber, ülkeler ilerleme, kalkınma, doğal<br />
kaynakların etkin kullanımı ve çevrenin korunması<br />
yönünde denge oluşturacak çözüm odaklı strateji<br />
ve politikalarla faaliyetlerini yönlendirmeye<br />
çalışmaktadırlar. Bu noktada çevrenin korunmasının<br />
diğer politika alanlarına yatay biçimde dahil edilmesi<br />
ve yeni yatırımlarının koruma politikaları ile uyumlu<br />
şekilde gerçekleştirilmesinin önemi büyüktür. (1)<br />
Tüm çevresel değerlerin korunmasına yönelik<br />
denizlerin de korunmasına yönelik olarak ulusal<br />
ve uluslararası birçok çalışma, proje ve toplantılar<br />
yapılmakta, sözleşmeler oluşturulmakta ve<br />
ortak stratejiler belirlenerek önlem alınmaya<br />
çalışılmakta ve deniz kirliliği ile etkin mücadele<br />
için yeni yöntemler geliştirilmektedir. Dünya iklim<br />
dengesinin korunmasında oldukça önemli rolü
olan deniz ve okyanusların ekonomik faaliyetler ve<br />
çevre arasında denge korunacak şekilde korunması,<br />
biyolojik çeşitliliğin muhafazası ve gelecek nesillere<br />
aktarımı oldukça önemlidir. Deniz kirliliği tespiti<br />
ve denetimi konusunda hem caydırıcılığı hem<br />
de etkinliği arttırmak üzere özel donanımlı hava<br />
vasıtaları ve uydular gibi teknolojik gelişmelerin<br />
ürünü olan araçlara başvurulmaktadır. (2)<br />
Ancak dünya denizlerinde özellikle kirletici kaynağın<br />
belli olmadığı yayılımlardan (döküntü) kaynaklanan<br />
pek çok deniz kirliliği vakası görülmektedir. Örneğin<br />
Kanada’nın doğu kıyılarında her yıl kirleticinin belli<br />
olmadığı kaynağı belirsiz deniz kirliliği olaylarında<br />
300.000 kuş öldüğü Kanadalı yetkililer tarafından<br />
belirtilmektedir. Araştırmalar, ekosistemin önemli<br />
bir parçası olan kuşların üreme sezonunda yanlış<br />
zamanda ve yerde küçük bir döküntünün bile türler<br />
üzerinde önemli olumsuz etkilere yol açabildiğini<br />
ortaya koymaktadır.<br />
Pek çok çevre ve petrol döküntüsü uzmanı, yasa dışı<br />
boşaltım olaylarının kazara olan döküntülerden<br />
daha fazla zarara yol açtığı ve denizdeki petrol<br />
kaynaklı kirliliğin başlıca kaynaklarından olduğu<br />
konusunu gündeme getirmektedirler. Uzmanlar<br />
bununla birlikte, bu problemin petrol/<br />
yağ içeren atıkların yasa dışı boşaltımının<br />
kanunlara uygun şekilde boşaltımından uygun<br />
maliyete sahip olduğu sürece devam edeceğine<br />
inanmaktadırlar.<br />
Sorunun bir kısmını ise atık yağ alan/boşaltılan<br />
yetersiz sayı veya özellikteki kıyı atık alım tesisleri<br />
ve atık alım gemileri oluşturmaktadır. Fakat bazı<br />
koşullarda yeterli tesis/gemi olsa bile, ek giderler<br />
yüzünden rekabetin hakim olduğu nakliyat<br />
sektöründeki gemiler için problem muhtemelen<br />
devam edecektir. Bazıları için yasa dışı boşaltımla<br />
yapılan tasarruf, yakalanma ve soruşturma geçirme,<br />
ceza alma riskinden daha ağır basmaktadır. Bu<br />
yüzden deniz kirliliği tespiti ile görevli otoriteler<br />
deniz kirliliği ile etkin mücadele için gözetim<br />
ve mevzuata yönelik uygulamaları arttırarak<br />
sürdürmelidirler.<br />
ABD <strong>Sahil</strong> Güvenlik unsurlarınca, özellikle kaynağı<br />
belirsiz deniz kirlilikleri olmak üzere deniz<br />
kirliliğinin tespiti maksadıyla 11’inci Bölgede<br />
görevli bir deniz subayı tarafından geliştirilen<br />
ve POPEIE (Probe for Oil Polution Evidence in<br />
the Environment) olarak isimlendirilen uçak/<br />
helikopterden atılan bir şamandıra geliştirilmiş ve<br />
denemelerden sonra kullanılmaya başlanmıştır.<br />
Bahse konu öncü uygulama ile ABD <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığı 11’inci Bölgesi deniz ortamında<br />
41<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
42<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
oluşan petrol kirliliğini kanıtlama araştırmalarının<br />
geliştirilmesinde oynadığı rol nedeniyle 2005 Miras<br />
Ödülü’ne layık görülmüştür.<br />
Söz konusu cihaz genellikle devriye gezen hava<br />
unsurları tarafından petrolün denize sızmış<br />
olduğuna dair rapor verildiğinde kullanılmaktadır.<br />
Bahse konu şamandıra Kaliforniya’da konuşlu<br />
Interocean System Inc. firması tarafından<br />
geliştirilmiş ve OSSB (Oil Spill Sampling Buoy) olarak<br />
adlandırılmış olup, sonrasında ABD <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığı envanterine girmiştir. (3)<br />
Devriye gezen uçak, deniz yüzeyinde bir petrol/<br />
yağ tabakası tespit edildiğinde veya kirliliğin<br />
yoğun görüldüğü noktalarda olası muhtemel<br />
kirliliklerden numune almak için POPEIE<br />
şamandıralarını taşımaktadır. POPEIE, yağ<br />
tabakasına konuşlandığında pasif ve otomatik olarak<br />
kontaminasyona izin vermeden petrol numunesini<br />
toplamaktadır.<br />
Görevliler tarafından hava geçirmez sandığından<br />
çıkarılarak, atıldığı hava aracının türüne bağlı olarak<br />
25-1000 fit yükseklikte, 80-150 knot hız ile hava<br />
aracından konuşlandırılan POPEIE’de, düzgün<br />
uçuşu güvenceye alan ve şamandıranın suya girmesi<br />
ile birlikte şamandıranın serbestçe yüzebilmesi<br />
için şamandıradan ayrılan suda çözünebilen<br />
mukavva (karton) tüp kullanmaktadır. Şamandıra<br />
suya paraşütle inmektedir. POPEIE’de paraşütün<br />
şamadıradan doğru olarak açılmasını sağlamak için<br />
4.6 metrelik statik bir hat kullanılmaktadır. Ayrıca<br />
herhangi bir alet gerekmemektedir. Şamandıra<br />
koruyucu çantasından çıkarılınca, statik hattaki<br />
kanca açılmakta ve şamandıra uçaktan dışarı<br />
atılmaktadır. Uçak mürettebatı, aynı zaman<br />
diliminde bölgeden geçen gemileri tespit edebilmek<br />
amacıyla, şamandıra atıldığı anda hemen konum ve<br />
zamanı kaydetmektedir. (4)<br />
Şamandıranın emici örnekleme maddesi içeren<br />
kapalı bir numune saklama kavanozu vardır.<br />
Şamandıra suya inince şalter numune alma<br />
işleminin başlamasını sağlamakta ve kapalı olan<br />
numune saklama kavanozu açılmaktadır. Otomatik<br />
numune toplama bölümünde bulunan numune<br />
saklama kavanozunun döndüren motor tarafından<br />
açılmasının ardından numune kavanozunun<br />
kapağında bulunan emici madde ortaya çıkmaktadır.<br />
TFE-fluorocarbondan oluşan bu emici madde, suyu<br />
dışarıda bırakarak hidrokarbonu emmektedir.<br />
Numune kavanozu bir saat boyunca açık durumda<br />
beklemektedir. Bir saat süren numune alma<br />
sürecinin ardından, numune saklama kavanozu<br />
numuneyi sızdırmayacak, kontamine olmayacak
desteklenmekte ve numune alınmasının hemen<br />
ardından sudan alınabildiği gibi iki haftalık<br />
süre içinde de sudan geri alınabilmektedir. (7)<br />
şekilde kapanmakta ve bir kilit mekanizması<br />
harekete geçmektedir. Daha sonra POPEIE’nin<br />
üstüne takılı GPS alıcıları şamandıranın konum<br />
bilgisi ve suyun sıcaklığını tespit etmekte ve bu bilgi<br />
ARGOS Uydu Şebekesi aracılığıyla ilgili görevlilere<br />
iletilmektedir. (5)<br />
Aynı zamanda tabakanın yakınlarında veya çevrede<br />
olan şüpheli deniz vasıtalarından karşılaştırma<br />
amacıyla <strong>Sahil</strong> Güvenlik unsurları tarafından<br />
ilk fırsatta numune alınmakta ve bu numuneler<br />
laboratuara gönderilmektedir. (6) Petrol numunesi<br />
şüpheli deniz vasıtalarından alınan numunelere<br />
karşı parmak izi olarak değerlendirilmektedir.<br />
Söz konusu numunelerin karakteristik parmak<br />
izi karşılaştırması yapılmaktadır. Bunun için gaz<br />
kromotografi ya da kütle spektrofotometresinde<br />
yapılan analizlerle kesin kanıt elde edilmekte ve<br />
numuneler arasında eşleşme görüldüğü takdirde<br />
bu durum soruşturma için kanıt olarak kullanılarak<br />
soruşturmayı başarıya götürmektedir.<br />
Tekrar kullanım için POPEIE yeni hava<br />
konuşlandırma kanatçıkları, temiz bir<br />
numune saklama kavanozu ve gerekli olduğu<br />
durumlarda yeni piller ile donatılıp hava geçirmez<br />
kutusuna yerleştirilerek kullanıma hazır halde<br />
bekletilmektedir. POPEI konuşlandırmadan<br />
sonra alkali piller tarafından iki haftaya kadar<br />
Tabi ki denizleri kirlenmekten ve deniz<br />
biyoçeşitliliğini gelecek nesillerin haklarını dikkate<br />
alarak koruyabilmek için sadece teknolojiden<br />
yararlanmak yetersiz kalacaktır. Denizlerin<br />
uydu, hava araçları ve yüzer unsurlarla kirliliğe<br />
yönelik sürekli izlenmesi, bilgi ve teknolojik<br />
birikimden yararlanılarak yeni ve yardımcı<br />
sistemlerin geliştirilmesi yapılması gereken önemli<br />
faaliyetlerdir. Ancak denizleri korumada sadece<br />
yaptırım mekanizmalarına yönelik çabalar yetersiz<br />
kalacaktır. Bu bilinçle yeterli kapasitede ve sayıda<br />
tüm kıyıları kapsayacak şekilde atık alım tesislerinin<br />
oluşturulması, söz konusu tesislerin ücretlerinin<br />
makul düzeyde tutularak atık vermeye gemilerin<br />
özendirilmesi ve çevreye ilişkin mevzuatın etkin<br />
uygulanabilir şekilde boşluksuz oluşturulması da<br />
önem taşıyan hususlardandır. Ancak en önemlisi<br />
deniz çevresini koruma bilincini arttıracak deniz<br />
kirliliğinin boyutu, insanlara ve en önemlisi<br />
çocuklarımıza etkileri, denizden elde edilen<br />
ekonomik faydaları etkileme düzeyinin dikkat<br />
çekici örneklerle sunulduğu bilgilendirme ve<br />
tanıtım faaliyetlerinin hedef kitlenin belirlenerek<br />
icra edilmesidir. Çocuklara yönelik planlanacak<br />
faaliyetlerle gelecek nesilin bilinç düzeyinin<br />
yükseltilmesine yönelik uzun vadeli ve kalıcı<br />
çalışmalar önem taşımaktadır.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. Başkan, A.E., <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının Deniz Çevresinin Korunmasına Yönelik<br />
Faaliyetleri Konulu Takdim Metni, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı 1. Çevre Semineri, Ankara,<br />
23-24 Aralık 2008<br />
2. Başkan, A.E., Deniz Kirliliğinin Önlenmesi Konusunda Ulusal ve Uluslararası Mevzuat<br />
ile <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının Görevleri ve Yürüttüğü Faaliyetler Konulu Takdim<br />
Metni, Kara <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı Çevre Semineri,<br />
Ankara, 14-15 Haziran 2007.<br />
3. Chase, C.R. ve Sanders, R.W., ‘‘Innovative New Tool in the Fight Against Illegal Discharge<br />
of Oil at Sea’’, Sea Technology Magazine, Amerika Birleşik Devletleri, Eylül 2005.<br />
4. InterOcean Systems Inc.,2004, Probe for Oil Pollution Evidence In The Environment<br />
(POPEI) Technical Manuel Revision B, San Diego, 1-20.<br />
5. InterOcean Systems Inc.,Oil Spill Sampling Buoy (OSSB) General Information Paper, San<br />
Diego.<br />
6. Sanders, R.W. ve Black, Byron, POPEI Şamandırası Tanıtım Sunumu, Amerikan <strong>Sahil</strong><br />
Güvenliği, Amerika Birleşik Devletleri.<br />
7. InterOcean Systems Inc., Brochure of Oil Spill Sampling Buoy (OSSB), San Diego.<br />
43<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
44<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
EN DEĞERLİ KAYNAK<br />
İNSAN KAYNAKLARI<br />
[ Hazırlayan ] Hakan ALP | S.G. Yzb.<br />
İnsan, tarih boyunca canlıların en değerlisi olarak<br />
kabul görmüş ve dünyaya yön veren, çevresini ve<br />
kendisini olumlu veya olumsuz değiştirebilen tek<br />
canlı olmuştur. Çevresini ve kendisini değiştirebilen<br />
insanlar arasından da, insanlık için faydalı işler<br />
yapanlar kalıcı olmuş, yani kazançları uzun vadeli<br />
olmuştur. Ancak aynı insan, özellikle çalışma<br />
hayatında, 18. yüzyıla kadar bir makine gibi<br />
görülmüştür. Çünkü, 18. yüzyılın ikinci yarısında<br />
ortaya çıkan sanayi devrimiyle birlikte, seri üretim<br />
sistemleri devreye girmiş ve bu sistemlerde insanlar<br />
sadece yaptıkları işe göre ücret alan, yani sadece<br />
yaptıkları işlerle değerlendirilen canlılar olarak<br />
görülmeye başlanmıştır. (1) Ayrıca bu dönemde<br />
hakim olan klasik yönetim anlayışına göre, çalışanlar<br />
sorumluluk almaktan kaçan ve yönetilmeyi tercih<br />
eden bir yapıdadır. Bu yapının etkisi ile bu dönemde<br />
yönetim bir bilim olarak görülmeye başlanmış<br />
ve bu gün hala yönetim biliminin duayenleri<br />
olarak bilinen şahıslar ortaya çıkmaya başlamıştır.<br />
Bunlardan Frederick Winslow Taylor, 19. yüzyılın<br />
sonunda Amerika’da bilimsel yönetimin temellerini<br />
atmış, aynı dönemlerde Henry Fayol ise Avrupa’da<br />
yönetimin bilimsel bir olgu olduğunu, öğrenilmesi<br />
ve uygulanması gereken kuralları olduğunu ortaya<br />
koymuştur.<br />
20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ortaya çıkan
• Bordrolar<br />
• Sigorta işlemleri<br />
• İşe giriş/çıkış işlemleri<br />
• Maaş işlemleri<br />
• Yıllık izinler<br />
• Vizite işlemleri<br />
• İş gücü planlaması<br />
• Seçme ve işe alma<br />
• İş analizleri<br />
• İş tanımları<br />
• İş değerlendirmesi<br />
• İş ve zaman etütleri<br />
• Ergonomi<br />
• Performans ölçümü<br />
• Ücret yönetimi<br />
• Kariyer yönetimi<br />
• Motivasyon<br />
• İş tatmini<br />
• Moral<br />
• İletişim<br />
• Liderlik<br />
• Çatışma yönetimi<br />
• Stres yönetimi<br />
sanayi devrimi sonrası ise iş dallarının ve buna bağlı<br />
faaliyetlerin çeşitlenmesi sonucu organizasyonların<br />
yapılarında değişmeler meydana gelirken, buna bağlı<br />
olarak yönetim sistemlerinde devrim niteliğinde<br />
değişimler olmaya başlamıştır. (2) Klasik anlayışın<br />
devamında gündeme gelen Neo-Klasik Yönetim<br />
anlayışı ile birlikte, o güne kadar üzerinde bilimsel<br />
çalışmalar yapılan yönetimin en önemli kaynağı ve<br />
sahibi olan insan faktörü devreye girmiş ve “İnsan<br />
İlişkileri Yönetimi” kavramı gündeme gelmiştir. (3)<br />
Bu kavramın gündeme gelişinden itibaren insan<br />
faktörünün ne kadar önemli olduğu daha iyi<br />
anlaşılmaya başlanmış ve günümüze kadar olan<br />
süreçte önemini arttırarak gündemde kalmaya<br />
devam etmiştir.<br />
İnsan ilişkileri yönetimi, yani günümüzdeki adıyla<br />
“İnsan Kaynakları Yönetimi”, Neo-Klasik Yönetim<br />
anlayışının yerleşmeye başlamasından itibaren<br />
günümüze kadar geçen dönemde evrim geçirerek<br />
sürekli bir gelişim içinde olmuştur. Bu gelişim ve<br />
değişim süresince İnsan Kaynakları Yönetiminin<br />
kapsamının üç temel başlıkta toplandığı<br />
görülmektedir.<br />
İnsan Kaynakları Yönetiminin idari kapsamındaki<br />
işler; kurumlarda rutin olarak sürdürülen,<br />
kurumun hem çalışanlarına hem de devlete karşı<br />
sorumlulukları çerçevesinde yapılması gereken<br />
çalışmalardır.<br />
Teknik kapsamdaki işleri, faaliyetler için gerekli<br />
zaman ve metotların tespit edilmesi, kurumun<br />
ihtiyaç duyduğu ve gelecekte duyacağı insangücü<br />
miktarı ve niteliğinin belirlenmesi, kurumda yapılan<br />
işlerin ve bu işleri yapanların değerlendirilmesi, bu<br />
değerlendirmeye bağlı olarak uygun ücret sisteminin<br />
geliştirilmesi, çalışanların kariyer planlarının<br />
hazırlanması gibi çalışmaları içermektedir.<br />
Son olarak davranışsal kapsamdaki işler ise; örgüt<br />
çalışanlarının motivasyonunu ve morallerini<br />
artırmaya, organizasyon içerisinde sağlıklı bir<br />
iletişimin kurulmasına, çalışan herkesin kurum<br />
amaçlarını benimsemesine ve bu yönde faaliyetlerini<br />
sürdürmesine yönelik çalışmaları içerir. (4)<br />
İnsan Kaynakları Yönetiminin, 20. yüzyılın ikinci<br />
yarısından itibaren günümüze kadar geçirdiği<br />
gelişim süreci, belirtilen üç temel kapsam<br />
çerçevesinde genel olarak üç temel aşamadan<br />
geçmiştir. (5) Bu üç temel aşama, aynı zamanda<br />
egemen olduğu dönemlerde İnsan Kaynakları<br />
Yönetiminin kapsamına ışık tutan üç temel kapsam<br />
ile de paralellik göstermektedir.<br />
Bu üç temel dönemi ve genel hatlarıyla kapsamlarını<br />
şu şekilde belirtilmek mümkündür:<br />
• Personel Yönetimi Dönemi İdari Kapsam<br />
• İnsan Kaynakları Yönetimi Dönemi Teknik<br />
Kapsam<br />
45<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
46<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
• Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi Dönemi<br />
Davranışsal Kapsam<br />
PERSONEL YÖNETİMİ DÖNEMİ<br />
Personel Yönetimi anlayışının yönetim<br />
yaklaşımlarının içinde yerini alması ve personel<br />
departmanlarının kurumlarda kurulmasının çıkış<br />
noktası; iş yerlerinde meydana gelen güvenlik, ücret<br />
ve hayat standartları problemlerinin artmasıdır.<br />
Ancak bu dönemde personel yöneticileri, insan<br />
kaynakları yönetiminin kapsamına giren üç ana<br />
başlıktan sadece idari kapsamın gereklerini yerine<br />
getirmektedirler. Yani bordroların hazırlanması,<br />
sigorta primlerinin takibi, izinler, vizite işlemleri<br />
gibi temel personel ihtiyaçlarının karşılanmasından<br />
ibaretti. Kısaca personel yöneticileri, çalışanların<br />
sadece idari ihtiyaçlarını ve gereklerini yerine<br />
getirmekten sorumluydu.<br />
Personel yöneticileri bu dönemde gerek yetki,<br />
gerekse bilgi olarak çalışanların tüm ihtiyaçlarını<br />
karşılayacak kadar donanımlı olmamalarına<br />
karşın dönemin şartlarına göre çalışanların bir<br />
çok endişesine ve sorununa çare olabilmişlerdir.<br />
Çünkü o zamana kadar çalışanlar, birer makine gibi<br />
görülmekte ve sadece yaptığı işin miktarı ve kalitesi<br />
ile değerlendirilmekteydi. Ürün veya hizmetin<br />
miktar ve kalitesinin arttırılması için teçhizat<br />
ve makinelerin geliştirilmesi veya miktarlarının<br />
arttırılmasının gerektiği düşünülmekte, insan<br />
faktörünün etkisi akla bile gelmemekteydi. Bu<br />
nedenle, mevcut çalışma koşulları ve dönemin<br />
çevresel boyutları da göz önüne alındığında,<br />
çalışanların temel ihtiyaçları ve sorunları ile<br />
ilgilenen bir departman mevcudiyeti bile çalışanlar<br />
için çok önemli bir motivasyon aracı ve büyük bir<br />
gelişim olarak görülmekteydi.<br />
İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ DÖNEMİ<br />
İnsan Kaynakları Yönetimini etkileyen en önemli iki<br />
psikoloji dalının, davranışçılık ve insan ihtiyaçları<br />
hiyerarşisi olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Abraham<br />
Maslow’un insan ihtiyaçları hiyerarşisiyle ilgili<br />
teorisi, İnsan Kaynakları Yönetiminde yeni bir çığır<br />
açmıştır.<br />
İhtiyaçlar hiyerarşisi, çalışanların işletmelerde<br />
değiştirilebilecek birer parça olarak görülmemesi<br />
gerektiğini göstermiş, işverenlerin güçlü ve üretken<br />
bir işgücü oluşturmak için çalışanların güvenlik,<br />
kişisel dışavurum ve iletişim gibi isteklerinin tatmin<br />
edilmesi gerekliliği anlaşılmıştır. (6)<br />
İnsan kaynağının değerli ve kıt bir kaynak olarak
Kişisel tatmin,<br />
Kişisel başarı,<br />
Kişinin potansiyelini<br />
ortaya çıkarması,<br />
Kendini Gerçekleştirme İhtiyaçları<br />
Prestij, başarı, yeterli olmak ve<br />
başkalarınca benimsenip tanınmak<br />
Değer İhtiyaçları<br />
Başkaları ile ilişki kurmak,<br />
kabul edilmek ve bir yere ait olmak<br />
Kendini, Ailesini, Toplumunu<br />
güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetmek<br />
Ait olma ve sevgi ihtiyaçları<br />
Güvenlik İhtiyaçları<br />
Nefes alma, Yeme, İçme, Uyuma, Sevişme<br />
Fizyolojik İhtiyaçlar<br />
düşünülmeye başlanması ve insan kaynakları<br />
yöneticilerinin işletmelerin yönetim takımlarında<br />
strateji belirleyen kadrolarda yer almasıyla birlikte<br />
Personel Yönetimi kavramı yerini, İnsan Kaynakları<br />
Yönetimi kavramına bırakmıştır. (7) Hatta bu<br />
dönemde, insanı kaynak olarak değerlendirmenin<br />
yanlış olacağı düşüncesini savunanlar, “İnsangücü<br />
Yönetimi” kavramını kullanmayı uygun<br />
görmüşlerdir.<br />
Daha yaygın olarak kullanılan İnsan Kaynakları<br />
Yönetiminin geniş bir ifade ile tanımı şu şekilde<br />
yapılabilir;<br />
“Kurumun ihtiyaçları doğrultusunda en uygun<br />
insangücünü, en ekonomik şekilde temin etme, iş<br />
tanımlarını hazırlama, görev-yetki ve sorumluluklarını<br />
belirleme, işleri değerlendirme, çalışanları eğitme ve<br />
geliştirme, kariyerlerini planlama, performanslarını<br />
ölçme, ücretlerini belirleme ve bu bağlamda insangücünü<br />
kurum amaçları doğrultusunda planlama, örgütleme,<br />
yöneltme, koordine etme, kontrol etme ve yine bu<br />
insangücüne her açıdan yatırım yapma konularındaki<br />
çabalardır.” (8)<br />
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Deming,<br />
Juran ve Crosby gibi yönetim gurularının<br />
öncülüğünde tüm dünyaya yayılan Toplam<br />
Kalite Yönetimi felsefesinin, 1980’li yıllarda<br />
popülaritesinin en üst seviyeye çıkmasıyla birlikte<br />
İnsan Kaynakları Yönetimi de önemini ivmeli<br />
şekilde arttırmaya başlamıştır. (9) Çünkü Toplam<br />
Kalite Yönetimi felsefesinin yaygınlaşması ile<br />
birlikte çalışanlar da müşteri olarak tanımlanmaya<br />
başlanmış ve “İç Müşteri” kavramı ortaya çıkmıştır.<br />
Bu kavram ile birlikte bu dönemde İnsan Kaynakları<br />
Yönetiminin kapsamına giren başlıklardan teknik<br />
kapsamın gerekleri de uygulanmaya başlamıştır.<br />
Bu kapsamda; işgücü planlaması, iş analizi, iş<br />
tanımları, iş değerlemesi, hareket ve zaman etütleri,<br />
ergonomi, performans değerlemesi, ücret yönetimi<br />
ve kariyer yönetimi gibi kavramların gerekleri yerine<br />
getirilmeye başlanmıştır. (10)<br />
Böylece Personel Yönetimi anlayışı yerini İnsan<br />
Kaynakları Yönetimine bırakmış ve idari kapsamın<br />
gerekleri yerine getirilmeye devam edilirken, bunun<br />
yanında teknik kapsamın gereklerinin yerine<br />
getirilmesinin önemi anlaşılmış ve uygulanmasıyla<br />
birlikte insan kaynakları departmanları artık<br />
kurumlarda temel departmanlardan bir tanesi haline<br />
gelmeye başlamıştır.<br />
STRATEJİK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ<br />
DÖNEMİ<br />
Yöneticilerin stratejik düşünmesi ve kurumun<br />
vizyoner bir kurum olmasıyla birlikte, İnsan<br />
Kaynakları Yönetimi de “Stratejik İnsan Kaynakları<br />
Yönetimi” olarak adlandırılmaya başlanmıştır.<br />
47<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
48<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Bu yaklaşımda, “yetkinlik” kavramı ön plana<br />
çıkmaktadır. Yetkinlik; bilgi birikimini sentez ile<br />
beceriye dönüştürebilme, bunu davranışlarıyla<br />
destekleme ve sonucunda astlarını geliştirebilme,<br />
analitik düşünebilme ve insan odaklı hale gelme<br />
olarak tanımlanabilir. Yani, ortalama bilgi ve<br />
yeteneğe sahip bir insan, yetkin insan haline<br />
geldiğinde, kendisine başvurulan ve fayda sağlayan<br />
bir kaynak statüsüne geçebilmektedir.<br />
Bu dönemde, artık idari ve teknik kapsamın yanı sıra<br />
davranışsal kapsam gündeme gelmeye başlamıştır.<br />
Bu kapsamda İnsan Kaynakları Yönetimi<br />
departmanlarında; motivasyon, iş tatmini, moral,<br />
iletişim, liderlik, çatışma yönetimi, stres yönetimi<br />
vb. konulara ağırlık verilmeye başlanmıştır. (11)<br />
Çünkü bu etkenlerin insanın performansı üzerinde<br />
çok önemli etkileri olduğu görülmeye başlanmıştır.<br />
Bugün İnsan Kaynakları Yönetimindeki yaklaşımın<br />
amacı, hem kurumsal verimliliği arttırılması,<br />
hem de her çalışanın ihtiyaçlarının azami tatmin<br />
edilmesidir. Yani kurumsal hedef ler ile bireysel<br />
gereksinimler, birbirinden ayrı ve birbirini dışlayıcı<br />
olarak değil, birbirini destekleyecek şekilde<br />
görülmeli ve kurumsal stratejiler bu temel üzerine<br />
inşa edilmelidir.<br />
Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi yaklaşımının<br />
temelindeki ilkeler şöyle özetlenebilir:<br />
• Çalışanlar, eğer doğru bir şekilde yönetilir ve<br />
geliştirilirlerse verimleri artacak ve şirkete uzun<br />
vadeli kazanımlar sağlayacaklardır.<br />
• Çalışanların hem ekonomik, hem sosyal hem de<br />
psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabilecek kurallar,<br />
programlar ve uygulamalar geliştirilmelidir.<br />
• Çalışanların mevcut becerilerini maksimum<br />
seviyede kullanabilecekleri ve kendilerini<br />
eğitebilecekleri bir çalışma ortamı oluşturulması<br />
gereklidir.<br />
• İnsan kaynakları programları uygulanırken hem<br />
kurumun hem de çalışanların hedef leri göz önünde<br />
bulundurulmalıdır.<br />
Sonuç olarak vizyoner kurumlar özü koruyarak<br />
gelişmeyi teşvik etme prensibiyle, en değerli<br />
kaynağının insan kaynağı olduğunun bilincindedir.<br />
(12) Vizyoner kurumlar çalışanlarına değer verir,<br />
onları çalışan olarak değil paydaş olarak görür,<br />
katılımcı ve girişimci olmaları için teşvik eder.<br />
İnsan kaynakları departmanları; çalışanlarına,<br />
yöneticilerin uygun gördüğü, kişisel istekleri ve<br />
beraber çalıştıkları meslektaşlarının uygun gördüğü<br />
kişisel ve mesleki gelişim imkanlarını sağlayarak,<br />
çalışanlarının ve yöneticilerinin gelişmelerini<br />
sağlamakta bir araç olabilmelidir.<br />
Kendi kendini geliştirebilen, kariyerini<br />
yönlendirebilen, yaptığı işten haz ve tatmin duyan,<br />
kendisine değer verildiğini hisseden ve motive olmuş<br />
insanlarla donatılmış, yani en değerli kaynağın insan<br />
olduğunun bilincinde olan kurumların kalıcı ve<br />
sürekli bir başarıyı elde etmesi kaçınılmazdır.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. DOÇ. DR. GÖKSEL ATAMAN, İŞLETME YÖNETİMİ,2. BASKI, İSTANBUL, 2002, S. 60<br />
2. YRD.DOÇ.DR.SALİM ATAY, YÖNETİM DÜŞÜNCE SİSTEM VE SÜREÇLERİ ‘‘İŞLETME<br />
KAVRAMI, AMAÇLARI VE TÜRLERİ’’<br />
3. ATAMAN, S. 106<br />
4. PROF.DR.ŞADİ CAN SARUHAN, DEĞER HEDEFLİ İŞLETMECİLİK, S. 174<br />
5. ‘‘İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN TARİHİ GELİŞİMİ’’, http:/www.insankaynakları.<br />
com. ,02.10.2006<br />
6. MICHAEL LOSEY, BNET RESEARCH CENTER, ‘‘HISTORY OF HUMAN RESOURCE<br />
MANAGEMENT’’,HR MAGAZINE, MARCH 15, 1998, http:/findarticles.com/p/articles<br />
7. SARUHAN, S.172<br />
8. PROF.DR.ŞADİ CAN SARUHAN, ‘‘DEĞER HEDEFLİ İŞLETMECİLİK’’, S.172<br />
9. JANE WHITNEY GIBSON VE CHARLES W.BLACKWELL, NOVA SOUTHEASTERN<br />
UNIVERSITY, DANA V. TESONE, UNIVERSITY OF CENTRAL FLORIDA,’’MANAGEMENT<br />
FADS:HERE YESTERDAY, GONE TODAY’’,SAM ADVANCED MANAGEMENT JOURNAL,<br />
2003, S. 12-17<br />
10. SARUHAN, S.174<br />
11. PROF.DR.ŞADİ CAN SARUHAN, ‘‘DEĞER HEDEFLİ İŞLETMECİLİK’’, S. 174<br />
12. JAMES C. COLLINS, JERRY I. PORRAS, ‘‘KALICI OLMAK, GELECEĞİN GÜÇLÜ<br />
KURUMLARINI YARATMAK’’, ZUHAL ÇİVİ (ÇEV.), 2.BASIM, İSTANBUL: SİSTEM<br />
YAYINCILIK, OCAK 2001, S.281
<strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
İHBAR ve<br />
TALEP HATTI<br />
Her an tetikte olan <strong>Sahil</strong> Güvenlik personeli<br />
çoğu kez hayatlarını tehlikeye atma<br />
pahasına görevini büyük bir özveri ile yerine<br />
getirmektedir. ALO 158’i arayarak <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığına Türkiye’nin her<br />
yerinden 24 saat ÜCRETSİZ ulaşabilirsiniz.<br />
• Denizde tehlikede olanların yardım talepleri,<br />
• Denizi kirleten her türlü eylem,<br />
• Denizden yapılan her türlü kaçakçılık,<br />
• Yasa dışı su ürünleri avcılığı ve dalış,<br />
• Kıyılarımızdan ülkemize yasa dışı giriş ve çıkışlar,<br />
• Denizlerimizde yapılacak terörist eylemlere ilişkin duyumlar,<br />
hakkında ALO 158’i arayabilirsiniz.<br />
ALO 158 <strong>Sahil</strong> Güvenlik Özel Hizmet Telefonu Türkiye’nin her yerinden, her an <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına ulaşabileceğiniz<br />
bir yardım ve ihbar hattıdır. 158 telefon hattı, hem yardım isteklerinin anında <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına ulaşması, hem de<br />
denizlerimizde yapılan kanunsuz eylemlerin ihbar edilmesi amacı ile kurulmuştur.<br />
ALO 158 hattına gelen ihbar ve taleplerinizi değerlendiren <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı personeli, derhal olaylara müdahale edecek ve<br />
güvenliğin sağlanması için gereken tüm tedbirleri alacaktır.<br />
Açık denizden ve yurt dışı aramalarda: +90 312 158 00 00
50<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
DAVETSİZ MİSAFİRLER<br />
[ Hazırlayan ] Yeliz ERYURT KAYA | Su Ürünleri Yüksek Mühendisi<br />
Bir türün yeni bir ortama girişi ya ilk dağılım alanını<br />
genişletmesi veya çeşitli etkenlerle arada herhangi<br />
bir bağlantı olmaksızın diğer bir ortamda gelişmesi<br />
şeklinde gerçekleşebilir. Türlerin yeni bir ortama<br />
girişi veya taşınmasının nedenleri çeşitli insan<br />
faaliyetleri olabildiği gibi bu konuda çeşitli doğal<br />
olaylarda etkilidir. (1)<br />
Denizel ortamda egzotik türler bir ortamdan<br />
başka bir ortama değişik yollarla taşınabilirler:<br />
Akvaryumculuk, denizel ulaşımı, balıkçılık ve yetiştiricilik<br />
etkinlikleri, bilimsel araştırma etkinlikleri, coğrafik<br />
bariyerlerin insan tarafından ortadan kaldırılması<br />
(Süveyş Kanalı) gibi. Bunların içinde en yaygın taşınma<br />
yolu ise gemiler vasıtasıyla olur. Herhangi bir limandan<br />
alınan balast suyu ya da gemi karinasının altına<br />
yapışan (fouling organizma) türler oldukça uzak<br />
mesafelere farklı ekosistemlere taşınırlar. Balast<br />
sularının içinde bentik ve planktonik bitki ve hayvan<br />
türlerinin yumurta ve larvaları bulunmaktadır.<br />
Yapılan bir analizde Japonya’dan Amerika’ya bir<br />
tankerin balast suyu içinde 367 tür canlı taşıdığı<br />
tespit edilmiştir. (2) Bu taşınan canlıların bir kısmı<br />
taşınma süresinde ölürken, bir kısmı da yeni ortama<br />
uyum sağlayamaz ve canlılığını yitirir. Hayatta<br />
kalmayı başaran türler ise, yeni ortamda bir “istilacı<br />
tür” olarak yaşamaya devam edebilirler. Çoğu<br />
zaman, bu türlerin doğal düşmanları da bu yeni<br />
dağılım alanlarında bulunmadığından yayılmaları<br />
daha yoğun ve hızlı olabilmektedir.<br />
Bir bölgeye yerleşen yabancı türler, yerel genetik<br />
değerler için ciddi bir risk oluştururlar. İstilacı<br />
yapıları, veya patolojik tehlikeleriyle, yerel türleri<br />
ciddi bir şekilde tehdit edebilirler. Özellikle de<br />
istilacı ve kolonize olma eğilimindeki türler, doğal<br />
habitatların özgünlüğünü ve çeşitliliğini olumsuz<br />
yönde etkilemektedirler. Çeşitli yollarla taşınan<br />
egzotik türler ortamda doğal düşmanları olmadığı<br />
takdirde hızla üreyerek yeni alanlarında istilacı
durumuna geçer. İstilacı durumuna geçebilmesi<br />
için; türün ekolojik toleransının yüksek olması,<br />
geldiği ortamın biyolojik çeşitliliğinin sınırlı olması<br />
gibi bazı özelliklerin de olması gerekir. Bu anlamda<br />
Karadeniz ve Marmara Denizi hamsi ve midye<br />
popülasyonlarının oldukça yoğun olması sebebiyle<br />
egzotik türler için uygundur. Yakın bir geçmişte<br />
sularımıza gelip yerleşen türlerin başında deniz<br />
salyangozu ‘‘Rapana thomasiana’’ ve çan denizanası<br />
‘‘Mnemiopsis leidyi’’ gelmektedir.<br />
Asya sularından Japon Denizi’nin yerli türü olan<br />
deniz salyangozu Karadeniz’de ilk kez 1946’da<br />
Novorosisk Körfezi’nde rapor edilmiştir. Sonrasında<br />
tüm Karadeniz ve Azak Denizi’ne, 1984’te Ege ve<br />
Akdeniz’e yayılmıştır. (3) Karadeniz’deki midye<br />
popülasyonunun yoğun oluşu ve düşmanlarının<br />
ortamda olmayışı sebebiyle aşırı üreyerek midye<br />
popülasyonlarını tehdit eder hale gelmiştir. Bazı<br />
ülkelerde tüketilen bu türün su ürünleri avcılığını<br />
düzenleyen tebliğle avcılığına ilişkin düzenlemeler<br />
getirilerek bir ihraç ürünü haline gelmiştir.<br />
Ancak ekonomik öneme sahip olmayan türlerin<br />
sayısı da oldukça fazladır. Taraklı bir deniz anası<br />
türü olan Mnemiopsis leidyi 1982’de Amerikan<br />
araştırma gemisiyle Karadeniz’e geldiği tahmin<br />
edilmektedir. Plankton ve balık yumurtaları ile<br />
beslenen bu tür özellikle hamsi yumurtalarını ve<br />
hamsi larvalarının beslendiği kopepod türlerini<br />
tüketerek Karadeniz’de 1988 yılından sonra hamsi<br />
avcılığında ani düşüş yaşanmasına neden olmuştur.<br />
Resmi istatistiklere göre Türkiye’nin Karadeniz’de<br />
avladığı hamsi miktarı 1988’de ki 295 bin ton<br />
değerinden 1989’da 97 bin tona ve 1990’da 66 bin<br />
tona düşmüştür. (4) Bu ani düşüş bilim adamlarını<br />
oldukça endişelendirmiştir. Mnemiopsis leidyi’nin<br />
aşırı çoğalmasını engellemenin tek yolunun bu<br />
türün doğal düşmanının Karadeniz’e getirilmesinin<br />
olduğu düşünülse de daha önce hiç denenmemiş<br />
olan bu durumun etkileri tahmin edilemediğinden<br />
vazgeçilmiştir. Planlanan ancak gerçekleştirilemeyen<br />
bu olay Mnemiopsis leidyi Karadeniz’e getiren<br />
yollardan onun doğal düşmanını da getirmiştir.<br />
Muhtemelen kuzeybatı Atlantik kaynaklı olduğuna<br />
inanılan ‘‘Beroa ovata’’ adı verilen bir başka ktenofor<br />
türü Mnemiopsis üzerinden beslenerek Mnemiopsis<br />
türünün Karadeniz’deki hakimiyetine son verirken,<br />
ekosistemin eski haline dönmesine büyük katkı<br />
sağlamıştır.<br />
İstilacı olarak dağılım gösteren bir başka tür ise<br />
katil yosun olarak bilinen Caulerpa taxifolia’dır.<br />
Akvaryum için güzel ve kolay yaşatılabilir bir tür<br />
olan tropik yosun 1984’te Monaco’da bulunan bir<br />
deniz akvaryumunun deşarj suyuyla Akdeniz’e<br />
giriş yapmıştır. İlk tespit edildiğinde sadece<br />
1 m 2 ’lik bir alanı kaplayan ve o tarihe kadar yayılımcı<br />
özellik göstermeyen tür için herhangi bir önlem<br />
51<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Mnemiopsis leidyi<br />
Caulerpa taxifolia
verilmiştir. Kanalın açılmasından bu yana yüzlerle<br />
ifade edilebilecek tür Akdeniz’e geçmiş ve burada<br />
yeni populasyonlar oluşturmuştur. Yapılan<br />
araştırmalarda Türkiye denizlerinde Kızıldeniz<br />
göçmeni 39 balık türü rapor edilmiştir. (5)<br />
52<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
alınmamıştır. Aradan geçen 6 yıl süresince Caulerpa<br />
taxifolia uyum süreci geçirerek 1990’ların başından<br />
itibaren yayılımını hızla artırmaya başlamıştır.<br />
Doğal ortamında böyle bir etki yapmayan tür önce<br />
Fransa sahillerinde daha sonra da Batı Akdeniz’de<br />
birçok ülkede yayılmaya başlamıştır. Bilim adamları<br />
tarafından türün deniz ortamında hızlı yayılım<br />
göstermesi, akvaryum ortamında genetik yapısının<br />
değişerek çok daha güçlü hale gelmesine ve ortamda<br />
doğal düşmanlarının olmamasına bağlanmıştır.<br />
Gemilerin çapalarında bile kolayca bir yerden bir<br />
yere taşınabilen tür giderek yayılım göstererek<br />
ekosistemi tehdit eder hale gelmiştir. Şu ana kadar<br />
Türkiye kıyılarında tespit edilmemesine karşın<br />
her hangi bir geminin çapasına takılarak taşınma<br />
ihtimali nedeni ile kıyılarımız ciddi tehdit altındadır.<br />
Coğrafik bariyerlerin yapay olarak kaldırılmasıyla<br />
oluşan egzotik tür girişine en güzel örnek Süveyş<br />
Kanalı’dır. 1869‘da açılan kanalın yapımcıları<br />
böyle bir yapının ekosistem üzerinde inanılmaz<br />
etkilerini göz ardı etmişlerdir. Birbirinden oldukça<br />
farklı yapılara sahip olan subtropikal Akdeniz<br />
ve tropikal Kızıldeniz’in birleşmesiyle çeşitli<br />
organizmalar karşılıklı olarak göç etmeye başlamış<br />
ve bu yolla göç ederek Akdeniz’de yayılım gösteren<br />
türlerin tamamına kanalın yapımcısı Ferdinand<br />
de Lesseps anısına “Lessepsiyen Göçmenler” adı<br />
Kızıldeniz göçmenlerinin neden olduğu olumlu<br />
ve olumsuz etkilere verilebilecek çok fazla örnek<br />
olmasına karşın bu yazıda ancak birkaçına<br />
değinilecektir. 1977 yılında İsrail kıyılarından yarı<br />
çapı 1 m’yi bulan Rhopilema nomadica türü lesepsiyan<br />
deniz anası kıyısal sularda metreküpte 25 bireye<br />
ulaşarak balıkçılık, insan sağlığı ve turizm üzerinde<br />
negatif bir etki yaratmıştır. Türkiye kıyılarında ilk<br />
defa 1995 yılında Mersin Körfezi’nde rastlanan bu<br />
göçmen pek çok yüzücünün tıbbi yardım görmesine<br />
neden olmuştur. Paşa barbunu yada Nil barbunu<br />
olarak bilinen Upeneus moluccensis ekonomik<br />
değeri yüksek olan bir tür haline gelmiştir. Fakat<br />
ekonomik bir tür haline gelen Surida undosquamis<br />
(iskarmoz, zurna balığı, Akdeniz mezgiti, lokum<br />
gibi adlarla anılır) türünün popülasyonundaki artış<br />
bu türe aynı ortamda yaşayan diğer balık türlerinin<br />
(örneğin bakalyaro) rekabet sonucu habitatlarının<br />
değişmesine neden olmuştur. (5)<br />
Çeşitli yollarla denizlerimize taşınan türlerle<br />
mücadele etmenin en etkin yolu gemi trafiğinin<br />
ve balast sularının kontrol altına alınmasıdır. Bu<br />
kapsamda; ülkemizde, Denizcilik Müsteşarlığı<br />
tarafından yürütülen “Balast Suyu İle Taşınan<br />
Zararlı Sucul Organizmaların Kontrolü ve<br />
Yönetimi Projesi” yapılan ihale sonucunda<br />
TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine<br />
(TÜBİTAK-MAM) verilmiştir. Çeşitli yollarla<br />
denizlerimize taşınan türlerin olabilecek<br />
etkilerinin önceden tahmin edilmesinde, yapılacak<br />
biyolojik izleme çalışmalarıyla yeni tür girişleri<br />
ve dağılımlarının takip edilmesinin, önemli rol<br />
oynayacağı değerlendirilmektedir.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. CİRİK Ş. 2002. DENİZEL ORTAMLA YABANCI TÜRLERİN TAŞINIP YERLEŞMESİ, E.Ü.<br />
SU ÜRÜNLERİ DERGİSİ CİLT:19,SAYI (3-4)-527<br />
2. BİLİM VE TEKNİK DERGİSİ (B.GÖZCELİOĞLU) HAZİRAN P.7<br />
3. BİLECİK,N 1990. DENİZ SALYANGOZU RAPANA VENOSA’NIN TÜRKİYE’NİN<br />
KARADENİZ SAHİLLERİNDEKİ DAĞILIM VE KARADENİZ BALIKÇILIĞINA ETKİSİ, TOKB<br />
SU ÜRÜNLERİ ARAŞTIRMA ENS.BODRUM<br />
4. DEİ (DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ), 1988-1990 SU ÜRÜNLERİ İSTATİSTİKLERİ.<br />
5. SUALTI DÜNYASI (BİLECİOĞLU, M. VE PULAT, İ) MAYIS 2007 P.8-12
54<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
TARİHİN GÖRDÜĞÜ<br />
SON CENTİLMEN SAVAŞ<br />
“ÇANAKKALE”<br />
[ Hazırlayan ] Hakan ÇELİKCAN | S.G. Alb.<br />
55<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Yayın hayatına başladığı ilk sayısının Nisan<br />
ayına denk gelmesi nedeniyle, ilk <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Dergisi’nde de Çanakkale Savaşları ile ilgili<br />
bir makalem yayımlanmıştı. Bu kez ‘‘herkesçe<br />
bilinmeyen ne olabilir, insanların bu konudaki bilgi<br />
dağarcığına ekleyecek ne bulabilirim’’ dedim.<br />
Sonunda, dünyanın “The Dardanelles Expedition”<br />
diye adlandırdığı Çanakkale Harekatı ile ilgili<br />
değişik konularda derlemelerden oluşan ve pek de<br />
bilinmediğini düşündüğüm aşağıdaki konularda bir<br />
bilgi buketi yapmayı düşündüm.<br />
On ay süren bu “Tarihin Gördüğü Son Centilmen<br />
Savaş”ta artık sıradanlaşan ölüm kavramının, nasıl<br />
bir oyunmuşçasına olağan karşılandığını, 20’li<br />
yaşlarında burada canlarını vermiş yüz binlerce<br />
kahramanın yokluk, açlık, soğuk, korku, merak,<br />
endişe ve bilinmezlikler içinde geçirdiği günlerde<br />
ürettikleri çözümleri, taktikleri, oyunları, kısaca<br />
hangi şartlar altında yaşadıkları konularında<br />
paragraflar sunacağım. Tarihin dehlizlerinde değişik<br />
koridorlara girerek ilginizi çekeceğini umuyorum.<br />
“Yenilmez Armada”da ve bizde kaç gemi vardı;<br />
İstila Ordusu’nun asıl kuvvetinin Limni Adası’nın<br />
Mondros Limanı’nda toplanmasına ve Gökçeada,<br />
Bozcaada ve Skiros adalarında yardımcı üsler<br />
kurulmasına karar verilmiştir. (1) Bölgede toplanan<br />
gemilerin ve donanma gemilerinin dökümü şu<br />
şekildeydi:<br />
56<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
İTİLAF DEVLETLERİ<br />
Zırhlı (Ağır Muharebe Kruvazörü) 36 Ad.<br />
Kruvazör 24 Ad.<br />
Muhrip 50 Ad.<br />
Denizaltı 15 Ad.<br />
Mayın Gemisi 36 Ad.<br />
Nakliye Gemisi 86 Ad.<br />
Uçak Gemisi 2 Ad.<br />
Balon Gemisi 3 Ad.<br />
Hastane Gemisi 2 Ad.<br />
Çıkarma Gemisi<br />
222 Ad.<br />
Onarım (Fabrika) Gemisi 2 Ad.<br />
Su Tankeri 6 Ad.<br />
TOPLAM 484 Adet<br />
TÜRK KUVVETLERİ<br />
Zırhlı (Ağır Muharebe Kruvazörü) 2 Ad.<br />
Kruvazör 6 Ad.<br />
Muhrip 10 Ad.<br />
Torpidobot 17 Ad.<br />
Mayın Gemisi 4 Ad.<br />
Nakliye Gemisi 25 Ad.<br />
Hastane Gemisi 2 Ad.<br />
TOPLAM 66 Adet<br />
Queen Elizabeth<br />
River Clyde
TÜRKLERİN ENVANTERİNDEKİ SAVAŞ GEMİLERİ<br />
MUHAREBE KRUVAZÖRLERİ, MUHRİPLER VE TORPİDOBOTLAR<br />
KARADENİZ GRUBU<br />
MARMARA GRUBU<br />
Yavuz<br />
Midilli<br />
Gökçeada<br />
Hamidiye<br />
Mesudiye<br />
Turgut Reis<br />
Barbaros<br />
Berk-i Efşan<br />
Necm-i Şevket<br />
Sultanhisar<br />
Yarhisar<br />
Berk-i Satvet<br />
Mahmudiye<br />
Reşadiye<br />
Mecidiye<br />
Peleng-i Derya<br />
Taşoz<br />
Zuhaf<br />
İclaliye<br />
Peyk-i Şevket<br />
Muin-i Zafer<br />
Selanik<br />
Alemdar<br />
Nusrat<br />
Burak Reis<br />
İsa Reis<br />
Kemal Reis<br />
İntibah<br />
Samsun<br />
Sakız<br />
Koçhisar<br />
Sivrihisar<br />
Pınarhisar<br />
Musul<br />
Draç<br />
Basra<br />
Tir-i Müjgan<br />
Numune-i Hamiyet<br />
Yadigar-ı Millet<br />
Nur-ül Bahr<br />
Feth-i Bülend<br />
Gayret-i Vataniye<br />
Asar-ı Tevfik<br />
Battı<br />
YENİLMEZ ARMADANIN GEMİLERİ<br />
MUHAREBE KRUVAZÖRLERİ VE MUHRİPLER<br />
Abercrombie Agamemnon Albion Amethyst Ark Royal Arno Askold (Rus)<br />
Aster Bacchante Beagle Beryl Blenheim Bouvet Bulldog<br />
Canning Canopus Charlmagne Chatham Chelmer Colne Cornwall<br />
Cornwallis Darthmouth Doris Dublin E.O.Peterborough Edgar<br />
Egmont Endymion Europa Euryalus Exmouth Foxhouse Gaulois<br />
Glory Goliath Grafton Grampus Grasshopper Hampshire Havelock<br />
Heiotrope Hector Henri-IV Heroic Hibernia Honeysuckle Humber<br />
Hussar<br />
Ji Bu Ki<br />
(Japon)<br />
Implacable Indefeatigable Indomitable Inflexible Irresistable<br />
Jaureguiberry Jean D’Arc Jed Jonquil Kenet Kent L.Treville<br />
Levant London Lord Nelson Louis Lydiard Magnificent Majestic<br />
Manica Mars Melbourne Minerva Minataur Mosquito Ocean<br />
Partridge Phaeton Phlomel Pincher Prn.George Prn.Of Wales Psyche<br />
Pyramus<br />
Queen Racon Raglan Rattlesnake Renard<br />
Elizabeth<br />
Ribble Roberts Russel St.Louis Sapphire Scorpion Scourge<br />
Sir.T.Pidon Suffren Swiftsure Sydney Talbot Theseus Triad<br />
Triumph Usk Venerable Vengeance Wear Wolverine<br />
57<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
DENİZALTILAR<br />
AE-2 E-2 E-14 H-1 Marioette<br />
B-9 E-7 E-15 Joule Turquoise(Müstecip Onb.)<br />
B-11 E-11 E-20 Bernoulli Saphir<br />
Battı Ağır Hasarlı (Savaş Dışı) Ele Geçirildi / Esir Alındı
Katılan kuvvetler ne kadardı,ikmal<br />
malzemeleri ve personel takviyesi nasıl<br />
sağlanıyordu;<br />
Çanakkale Savaşları’nda başlangıç durumu itibarıyla,<br />
Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>ni saymazsak harekatın başladığı<br />
25 Nisan 1915 tarihindeki durum şöyleydi (2):<br />
Türk <strong>Kuvvetleri</strong><br />
Asker : 137.599<br />
(Mayıs 1915 başında kayıp 9.104 iken Temmuz 1915’te<br />
kayıp sayısı 124.000 kişidir)<br />
Müttefik Kuvvetler<br />
İnsan : 75.056<br />
(29’uncu İngiliz Tümeni, İngiliz Dz. P. Tümeni, 2 ANZAC<br />
Kolordusu ve Fransız Sefer Kuvveti)<br />
Kara harekatı boyunca, adeta bir asker değirmeni<br />
haline gelen cephede, her iki taraf da öylesine birlik<br />
takviyeleri yapmışlardır ki katılan insan sayısı<br />
800.000’i geçmemiştir.<br />
58<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Türk <strong>Kuvvetleri</strong><br />
Asker : 350.000<br />
Müttefik Kuvvetler<br />
İngiliz ve Sömürge : 410.000<br />
Fransız : 79.000<br />
Toplam : 489.000<br />
Bu kadar insanın doyurulması, giydirilmesi,<br />
ısınması, barınması büyük problemdi. Başlangıçta<br />
Çanakkale Müstahkem Mevkiinin ikmali doğrudan<br />
Kara savaşı başladığında cepheye en yakın tren yolu<br />
Edirne Uzunköprü’de bitiyordu. Buradan sonra<br />
deve ve öküz kervanlarıyla Gelibolu’ya karadan<br />
intikal başlıyordu ki Saroz Körfezi’ne açık ve yoğun<br />
İtilaf Donanması ateşi altında sadece geceleri<br />
yürünebiliyordu.<br />
Dolayısıyla Marmara Denizi’nden yapılacak deniz<br />
nakliyatı sağlanamazsa Liman Von Sanders’in<br />
ifadesiyle 5’inci Ordu düşman eliyle değil, açlıktan<br />
Bebek İmbisat İntizam Rehber Süreyya Tarabya<br />
Kütahya Dilnişin Hanefiye İhsan Neveser Resan<br />
Sütlüce Tarz-ı Nevin Biga Göksu İkdam Nimet<br />
Hünkar İskelesi Plevne Rüçhan Şihap İnşirah Ceyhan<br />
Emanetullah Rağbet Sultaniye Şükran Ziya İsfahan<br />
Edremit Halep Bandırma Nağra<br />
Denizaltılar tarafından torpido ya da top atışıyla batırılmışlardır.<br />
Harbiye Nezareti Levazım Dairesince sağlanıyordu.<br />
Ayrıca, Çanakkale, Karabiga, Biga, Lapseki,<br />
Bayramiç, Ezine, Ayvacık, Edremit, Burhaniye ve<br />
Bursa’daki Tekalif-i Harbiye (Harp Mükellefiyeti)<br />
Komisyonlarınca 30 günlük yiyecek ve yem ikmali<br />
tamamlanmıştı.<br />
ölürdü. Bu maksatla Şirket-i Hayriye 39 gemisinden<br />
21’ini, Haliç Şirketi mevcut 7 gemisini, Seyr-i Sefain<br />
İdaresi Karadeniz nakliyatından tasarruf edebildiği<br />
tüm gemilerini Marmara lojistik nakliyatında<br />
kullanmıştır. Aynı zamanda asker nakliyesi de<br />
gerektiğinden, 1000’er kişilik kapasiteli vapurlar<br />
asker sevkıyatına tahsis edilmiştir. Marmara lojistik
nakliyatında cephane, asker ve yiyecek taşıyan bu<br />
vapurlar (3):<br />
Denizaltılar tarafından torpido ya da top atışıyla<br />
batırılmışlardır.<br />
Ancak Çanakkale Harekatı boyunca düşman<br />
denizaltıları 10 hat halindeki mayın manialarına<br />
rağmen, boğazı 24 kez geçerek Marmara’ya çıkmış ve<br />
deniz nakliyatımıza önemli zayiatlar verdirmişlerdir.<br />
Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya çıkan ilk<br />
denizaltı Avustralya’nın AE-2 Denizaltısı’dır. (4)<br />
Ancak Sultanhisar torpidobotuyla giriştiği düelloyu<br />
kaybederek, 37 personeli Sultanhisar tarafından esir<br />
alınmış ve 40 33 N–27 10 E mevkiinde batırılmıştır.<br />
Boğazı geçerek Marmara’ya çıkan ve sağ salim geri<br />
dönen ilk denizaltı ise E-14’tür.<br />
Dünya Deniz Harp tarihinde uçaktan atılan ilk<br />
torpido;<br />
Söz hazır denizaltı harekatından açılmışken hemen<br />
belirtmeliyim ki dünya deniz harp tarihinde uçaktan<br />
torpido atışı ilk kez Çanakkale’de yapılmıştır.<br />
Barbaros zırhlısı, Şarköy önlerinde İncir Burnu<br />
3 mil güneyinde demir üzerinde yatarak 5’inci<br />
Orduya deniz top ateş desteği sağlamaktadır.<br />
Mahmut Şevket Paşa Vapuru da Barbaros’u sualtı<br />
taarruzundan korumak için, içi kömür posası<br />
doldurulmuş olarak ona aborda vaziyettedir.<br />
12 Ağustos 1915’te Saros Körfezi’nde bulunan<br />
Ben-My-Chree uçak ve balon ana gemisinden<br />
havalanan bir uçak, 500 m İrtifadan Bolayır’ı<br />
aşarak Şarköy önlerine alçalmış ve Barbaros’a<br />
saldıran E-14 Denizaltısı’na destek sağlamak<br />
maksadıyla 5 m irtifadan bir torpido bırakmıştır.<br />
Bu torpido hedefi vuramasa da dünya deniz harp<br />
tarihine uçaktan atılan ilk torpido olarak geçmiştir.<br />
(5) E-14’ün taarruzlarıyla Mahmut Şevket Paşa<br />
Vapuru vasatından isabet alarak karaya oturmuş,<br />
Barbaros’un topçularının baskısıyla E-14 bölgeden<br />
uzaklaşmıştır.<br />
Osmanlı Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>nin bunca çabası, zaten<br />
kıt olan cephaneyi cepheye yetiştirmek, altın<br />
değerindeki topları gemilerden sökerek kara<br />
bataryası oluşturma çabalarını desteklemek, her gün<br />
eriyen insan sayısını sürekli takviye etmek, yaralıları<br />
tahliye etmek, cepheye yiyecek, giyecek ve yakacak<br />
ulaştırmak içindi. Mart 1915’te Çanakkale’deki<br />
5’inci Ordunun bir günlük beslenmesi (137.599<br />
asker) ve ısınması için ihtiyaç duyulan malzeme<br />
miktarı ise şöyleydi: (6)<br />
Ekmek : 125.000 Ad.<br />
Et : 25.799 Kg.<br />
Kuru Sebze : 16.512 Kg.<br />
Z.Yağı : 2.752 Lt.<br />
Tuz : 4.125 Kg.<br />
Sabun : 1.273 Ad.<br />
Gazyağı : 1.266 Kg.<br />
Odun : 137.599 Kg.<br />
Kömür : 27.519 Kg.<br />
28 Temmuz 1915’te 5’inci Ordunun mevcudu<br />
250.818 askere ulaşmış, dolayısıyla yukarıdaki<br />
1 günlük yiyecek ihtiyacı da iki katına yaklaşmıştır.<br />
Yemekler o günün koşullarına göre çoğunlukla<br />
bakliyata dayanmak suretiyle ve pişirilerek<br />
götürülebilmiştir. Bir ere günlük 3.000 kaloriyi<br />
sağlayacak şekilde yiyecek verilmesine çalışılmış,<br />
buna karşılık taze sebze hemen hemen hiç<br />
verilememiştir. Bu tespitlerden yiyecek<br />
sıkıntısı çekilmediği düşünülmekte ise de, Ordu<br />
Komutanı Liman Von Sanders’in Emir Subayı<br />
Carl Mühlmann’ın anılarında şu açıklama yer<br />
almaktadır. (7)<br />
“Yemeğin hazırlanması ve yapılması son derece ilkeldi.<br />
Sahra mutfağı yoktu. Cephenin çok gerisindeki açık<br />
59<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Nusrat Mayın Gemisi<br />
60<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
mutfak tesislerini düşman gözlerinden gizlemeye<br />
çalışıyorlardı. Siperlerden geçilerek sağlanan uzun taşıma<br />
sonucu yemek çoğu kez koyun etiyle pişirilmiş pirinç<br />
lapası, bulunabilmişse sebze içinde birkaç et parçasından<br />
oluşuyordu. Siperdeki acıkmış savaşçılara soğumuş olarak<br />
ulaştırılabiliyordu. Yeniden ısıtılması ancak karanlık<br />
bastıktan sonra söz konusu olabiliyordu.”<br />
Bu beslenmenin asker üzerindeki etkisi ve bu<br />
duruma komuta heyetinin bulduğu çözümü<br />
ise bir başka yabancı yazar tespitlerinde şöyle<br />
anlatmaktadır. (8)<br />
“Çok miktardaki Türk askeri için erzak temini<br />
güçtü. Bunların günlük yiyeceği kuru ekmek ve<br />
haşlanmış fasulyeden ibaretti. Et ve yağ nadiren<br />
verilebiliyordu. Bu erzakla Türk askeri, kuvvetini<br />
nispeten kaybetmesine ve hastalıklara karşı direnci<br />
azalmasına rağmen, hiç itiraz etmemiş ve görevine<br />
mevcut tüm enerjisiyle devam etmiştir. Öyle<br />
zaman oldu ki komutanlık tarafından günlerce<br />
erzak gönderilememiş ve askerin fazlaca kuvvetten<br />
düşmemesi için iş yaptırılmayıp, uyutulması<br />
emredilmiş, hiç olmazsa böylece istirahatı<br />
sağlanmıştır.”<br />
Elbette, koskoca bir destanı, birkaç sayfada 8–10<br />
paragrafta anlatmak mümkün değildir. Ancak, bu<br />
destanın pek çoğumuz tarafından bilinmediğini<br />
düşündüğüm bazı detaylarını, kütüphanemde<br />
mevcut kitaplarımdan tarayarak sizlerle paylaşmak<br />
istedim. Bir ülkedeki erkek nüfusunun ki ülke<br />
geleceğinin önemli çoğunluğunun kaybedilmesi<br />
pahasına kazanılan bu “Vatan Mücadelesi” zaferinin<br />
tadını ve onurunu yaşayamadan Osmanlı<br />
Yönetiminin aczi sonucu 2,5 sene sonra son noktayı<br />
koyan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes<br />
Antlaşmasının acı maddelerini hepimiz hatırlıyoruz.<br />
Ancak bundan daha da vahim olanı 10 Ağustos 1920<br />
tarihinde Fransa’da imzalanan Sevr Antlaşmasıyla<br />
da yaklaşık 500.000 insanın canına mal olmasına<br />
rağmen zorla yapamadıklarını aynı aciz Osmanlı<br />
Yönetimine masa başında kabul ettirebilmeleridir.<br />
Yeri gelmişken Sevr Antlaşması gereğince müsaade<br />
edilen Osmanlı Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>nin kuvvetini de<br />
sizlere aktarayım :<br />
Md.181. Deniz <strong>Kuvvetleri</strong>ne ait hükümler (9):<br />
• İş bu anlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak,<br />
30 Ekim 1918 Mütarekesi uyarınca, Osmanlı<br />
Devleti, limanlarında gözaltına alınmış tüm savaş<br />
gemilerini Müttefik Devletlere kesin olarak teslim<br />
edilmiş saydığını bildirir.<br />
Bununla birlikte; Türkler balıkçılık ve polis<br />
hizmetleri için sahilleri boyunca, 7 ganbot ve<br />
6 torpidobotu geçmeyecek sayıda gemi bulundurmak<br />
hakkına sahiptir. Bu ganbotlar aşağıdakiler<br />
arasından Müttefik Deniz <strong>Kuvvetleri</strong> Komisyonunca
seçilecektir ve bu gemilerde mevcut torpil kovanları<br />
derhal sökülecektir.<br />
GANBOTLAR<br />
Aydın Reis<br />
Burak Reis<br />
Hızır Reis<br />
Kemal Reis<br />
İsa Reis<br />
Sakız<br />
Preveze<br />
TORPİDOBOTLAR<br />
Sultanhisar<br />
Sivrihisar<br />
Akhisar<br />
Yunus<br />
Musul<br />
Draç<br />
Ganbotlar çapı 77 mm’den küçük 2 top ile makineli<br />
tüfek; Torpidobotlar çapı 77 mm’den küçük 1 top ile<br />
makineli tüfekten oluşan hafif silah taşıyabilirler.<br />
Bu gemilerin hizmet dışına ayrılması durumunda<br />
yerlerine yapılacak olan ganbotlar 600 tonu,<br />
torpidobotlar ise 100 tonu geçemeyecektir.<br />
• Bunların dışında bulunan tüm Osmanlı<br />
gemilerinin silahları, torpido kovanları varsa<br />
mayın ve mayın rayları sökülerek, Müttefik Deniz<br />
<strong>Kuvvetleri</strong> Komisyonuna teslim edilecek, ancak iş bu<br />
gemiler ticaret gemisi olarak kullanılabilecektir.<br />
• Ticaret gemisi maksadıyla dahi olsa denizaltı<br />
yapımı yasaktır.<br />
• Aşağıda sayılan gemiler Osmanlı Ticaret Filosunu<br />
oluşturacaktır.<br />
Reşit Paşa (Ex. Port Antonio)<br />
Tir-i Müjgan (Ex. Pembroke Castle)<br />
Millet (Ex. Seagull)<br />
Giresun (Ex. Warvick Castle)<br />
Akdeniz Vapuru ile 60, 61 ,63 ve 70 sayılı Boğaziçi<br />
yük (arabalı) vapurları. Cephede canla kanla<br />
kazanılan vatan değerlerinden masa başında<br />
böyle acizce vazgeçilmesine 24 Temmuz 1923’te<br />
Lozan’da “hayır” diyen Mustafa Kemal’in, İsmet<br />
Paşa Başkanlığındaki heyetine İngiliz temsilcisi<br />
Lord Curzon’un, Lozan’da iptal edilen her bir Sevr<br />
maddesini kastederek, “Tüm bu reddettiklerinizi<br />
cebime koyuyorum, yarın zamanı geldiğinde birer,<br />
birer çıkarıp size ödettireceğim”(10) demesi Sevr<br />
dosyasının hala açık olduğunu da göstermektedir.<br />
Şimdi bu milletin bir Mustafa Kemal’i, ona inanmış<br />
askerleri ve onun dava arkadaşları ile bu toprakları<br />
“Vatan” bilmiş ve canından aziz saymış evlatları<br />
olmasaydı, sizce Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet<br />
olabilir miydi Ya da hala Osmanlı Devleti diye<br />
bir devlet olabilir miydi Yazımı W.Churchill’in<br />
Atatürk’ün ölümü münasebetiyle söylediği bir sözle<br />
bitirmek istiyorum :<br />
“Böyle bir lider dünyaya 500 yılda bir gelir.<br />
Talihe bakın ki, o lider asrımızda Türklere nasip<br />
olmuştur.”<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. ÇANAKKALE, MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI YAYINLARI, S. 26-27<br />
2. ÇANAKKALE BOĞAZ KOMUTANLIĞI, ÇANAKKALE DENİZ<br />
SAVAŞLARI,DZ.K.K.BASIMEVİ, 2004, S. 254<br />
Hamidiye Kruvazörü<br />
3. KIZILDEMİR M.ORHAN, ŞİRKET-İ HAYRİYE İDARESİ TÜRKİYE DENİZCİLER<br />
SENDİKASI YAYINLARI, S. 147-148<br />
4. ASPINALL C.F, MLITARY OPERATION IN GALLIPOLLI, LONDRA, W.HEINEMANN<br />
1929, S.308<br />
5. BARGUT ŞEMSETTİN, BİRİNCİ DÜNYA HARBİNDE TÜRK DENİZ HAREKATI, DZ.K.K.<br />
BASIMEVİ ANKARA 2000, S.17<br />
6. BİRİNCİ DÜNYA HARBİ İDARİ FAALİYETLERİ VE LOJİSTİK, CİLT X, GNKUR.<br />
YAYINLARI ANKARA 1985, S.258<br />
7. MUHLMANN CARL, BİR ALMAN SUBAYININ ANILARI, TİMAŞ YAYINLARI İSTANBUL<br />
2003-4 BAS., S. 118-119<br />
8. LOREY HERMANN, TÜRK SULARINDA DENİZ HAREKATLARI, CİLT-II, DENİZ<br />
BASIMEVİ-ANKARA 1946, S.117<br />
9. ÖZTÜRK İBRAHİM SADİ, SEVR ANTLAŞMASI TAM METNİ, FARK YAYINLARI,<br />
ANKARA 2007, S. 117<br />
10. ÖZTÜRK İBRAHİM SADİ, A.G.E., S. 11 (SİNAN AYGÜN ÖNSÖZÜ)<br />
61<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ<br />
DAYANIŞMA VAKFI<br />
“Felaket başa gelmeden önce, onu önleme ve<br />
ondan korunma çarelerini düşünmek gerekir.”<br />
[ Hazırlayan ] TSK Dayanışma Vakfı<br />
62<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
VAKFIN AMACI<br />
Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong>nde görevli; subay, astsubay, sivil memur,<br />
uzman jandarma ve uzman erbaşlardan hizmette bulundukları süre<br />
içinde vefat edenlerin eş, çocuk, anne ve babaları ile malul olanların<br />
kendilerine, sosyal ve ekonomik destek sağlamaktır.<br />
YARDIM ÇEŞİTLERİ<br />
• Vefat Yardımı<br />
• Maluliyet Yardımı<br />
• OYAK Emekli Maaş Sistemi Yardımı (OEMS Yardımı )<br />
VEFAT YARDIMI<br />
Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong>nde görevli iken vefat eden personele (vefat<br />
ettiği yıl içinde ve vefat tarihinden önce vakfa bağışta bulunmuş<br />
olma koşulu ile) Vakıf Yönetmeliği esaslarına göre, fiili hizmet yılı<br />
esas alınarak 21.402,00 TL - 53.124,00 TL arasında yapılan yardımdır.<br />
(Tablo – 1).<br />
Örneğin; 1’inci fiili hizmet yılı içinde vefat eden personelin dul eşine,<br />
<strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için; 50.829,75 TL Vefat Yardımına ilaveten,<br />
FİİLİ<br />
HİZMET<br />
YILI<br />
VEFAT YARDIM TUTARI<br />
<strong>2009</strong> YILI VEFAT ve OEMS YARDIMLARI TABLOSU<br />
T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />
durumunda 36.672,20 TL OEMS Yardımı ile birlikte toplam 87.501,95 TL<br />
Vefat ve OEMS Yardımı yapılmaktadır. (Tablo–1).<br />
Benzer şekilde, 1’inci fiili hizmet yılı içinde vefat eden personelin dul<br />
eşine, <strong>2009</strong>’un 2’nci yarıyılı için; 53.124,00 TL Vefat Yardımına ilaveten,<br />
T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />
durumunda, Temmuz <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına<br />
göre OEMS Yardımı yapılacaktır. (Tablo–1).<br />
MALULİYET YARDIMI<br />
Türk Silahlı <strong>Kuvvetleri</strong>nde görevli iken 1, 2, 3 ve 4’üncü dereceden<br />
malul olarak ayrılan personele Vakıf Yönetmeliği esaslarına göre,<br />
bağışta bulunduğu ay ve maluliyet derecesi dikkate alınarak<br />
8.025,75 TL -19.572,00 TL arasında yapılan yardımdır (Tablo–2).<br />
Örneğin; <strong>2009</strong>/1’inci yarıyılı içerisinde; 1’inci veya 2’nci derece malulen<br />
emekli olan personele; <strong>2009</strong> Ocak veya Şubat ayında bağış yaptığı<br />
dikkate alınarak, 18.726,75 TL maluliyet yardımına ilaveten, kendisine<br />
36.672,20 TL OEMS Yardımı ile birlikte toplam 55.398,95 TL Maluliyet ve<br />
OEMS Yardımı yapılmaktadır. (Tablo–2).<br />
OEMS YARDIM TUTARI<br />
VEFAT VE OEMS<br />
YARDIMLARI TOPLAMI<br />
1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL<br />
1 50.829,75 53.124,00 36.672,20 - 87.501,95 -<br />
2 49.492,13 51.726,00 36.672,20 - 86.164,33 -<br />
3 48.154,50 50.328,00 36.672,20 - 84.826,70 -<br />
4 46.816,88 48.930,00 36.672,20 - 83.489,08 -<br />
5 45.479,25 47.532,00 36.672,20 - 82.151,45 -<br />
6 44.141,63 46.134,00 36.672,20 - 80.813,83 -<br />
7 42.804,00 44.736,00 36.672,20 - 79.476,20 -<br />
8 41.466,38 43.338,00 36.672,20 - 78.138,58 -<br />
9 40.128,75 41.940,00 36.672,20 - 76.800,95 -<br />
10 29.427,75 30.756,00 29.427,75 30.756,00<br />
11 28.090,13 29.358,00 28.090,13 29.358,00<br />
12 26.752,50 27.960,00 26.752,50 27.960,00<br />
13 25.414,88 26.562,00 25.414,88 26.562,00<br />
14 24.077,25 25.164,00 24.077,25 25.164,00<br />
15 22.739,63 23.766,00 22.739,63 23.766,00<br />
16 YIL<br />
VE ÜSTÜ<br />
21.402,00 22.368,00 21.402,00 22.368,00<br />
TABLO 1. BİRİNCİ YARIYIL: 1 OCAK <strong>2009</strong> - 30 HAZİRAN <strong>2009</strong> İKİNCİ YARIYIL: 1 TEMMUZ <strong>2009</strong> - 31 ARALIK <strong>2009</strong>
BAĞIŞ<br />
YAPILAN<br />
AYLAR<br />
1. ve 2. NCİ DERECE<br />
MALULİYET YARDIMI<br />
2007 YILI MALULİYET VE OEMS YARDIMI TABLOLARI<br />
1. ve 2. DERECE<br />
OEMS YARDIMI TUTARI<br />
MALULİYET VE OEMS<br />
YARDIMLARI TOPLAMI<br />
1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL 1. YARIYIL 2. YARIYIL<br />
1 OCAK 18.726,75 11.847,50 31.724,29 32.215,63 43.470,54 44.063,13<br />
2 ŞUBAT 18.726,75 11.847,50 31.724,29 32.215,63 43.470,54 44.063,13<br />
3 MART 18.191.70 11.373,60 31.724,29 32.215,63 43.000,69 43.589,23<br />
4 NİSAN 17.656,65 10.899,70 31.724,29 32.215,63 42.530,84 43.115,33<br />
5 MAYIS 17.121,60 10.425,80 31.724,29 32.215,63 42.060,99 42.641,43<br />
6 HAZİRAN 16.586,55 9.951,90 31.724,29 32.215,63 41.591,14 42.167,53<br />
7 TEMMUZ 16.051,50 9.478,00 31.724,29 32.215,63 41.121,29 41.693,63<br />
8 AĞUSTOS 15.516,45 9.004,10 31.724,29 32.215,63 40.651,44 41.219,73<br />
9 EYLÜL 14.981,40 8.530,20 31.724,29 32.215,63 40.181,59 40.745,83<br />
10 EKİM 14.446,35 8.056,30 31.724,29 32.215,63 39.711,74 40.271,93<br />
11 KASIM 13.911,30 7.582,40 31.724,29 32.215,63 39.241,89 39.798,03<br />
12 ARALIK 13.376,25 7.108,50 31.724,29 32.215,63 38.772,04 39.324,13<br />
TABLO 2. BİRİNCİ YARIYIL: 1 OCAK <strong>2009</strong> - 30 HAZİRAN <strong>2009</strong> İKİNCİ YARIYIL: 1 TEMMUZ <strong>2009</strong> - 31 ARALIK <strong>2009</strong><br />
Benzer şekilde <strong>2009</strong>/2’nci yarıyılı içerisinde; 1’inci veya 2’nci derece<br />
malulen emekli olan personele; <strong>2009</strong> Ocak veya Şubat ayında bağış<br />
yaptığı dikkate alınarak, 19.572,00 TL maluliyet yardımına ilave olarak<br />
kendisine Temmuz <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına göre<br />
OEMS Yardımı yapılmaktadır. (Tablo–2).<br />
OYAK EMEKLİ MAAŞ SİSTEMİ (OEMS) YARDIMI<br />
Vefat Halinde OYAK Emekli Maaş Sistemi Yardımı (OEMS) :<br />
Vefat eden personelin dul eşine, T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu<br />
Başkanlığınca maaş bağlanmaması durumunda, dul eşi OEMS’ e dahil<br />
ederek ömür boyu aylık almasını sağlamak amacıyla yapılan yardım<br />
olup, <strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için 36.672,20 TL’dir. 2’nci yarıyılı için OEMS<br />
yardımı TEMMUZ <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına göre<br />
yapılacaktır.<br />
Sonuç olarak, vefat eden 1 yıllık personelin dul eşine, T.C. Sosyal<br />
Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması durumunda,<br />
<strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için toplam 87.501,95 TL. Vefat ve OEMS<br />
Yardımı, 2’nci yarıyılı için ise TEMMUZ <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur<br />
maaş katsayısına göre OEMS yardımı yapılacaktır.(Tablo–1).<br />
Vefat eden personelin dul eşinin OYAK Emeklilik Sistemine (OEMS)<br />
girmesi halinde OEMS yardım tutarı kendisi adına OYAK’a gönderilir.<br />
OYAK Emeklilik Sistemine girmemesi halinde ise dul eşe ödenir.<br />
Maluliyet Halinde OYAK Emekli Maaş Sistemi (OEMS) Yardımı:<br />
Sadece 1’inci ve 2’nci derece malulen emekli olan personelin kendisine<br />
T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />
durumunda, personelin kendisini OEMS’e dahil ederek ömür boyu<br />
aylık almasını sağlamak amacıyla yapılan yardım olup, <strong>2009</strong>’un 1’inci<br />
yarıyılı için 36.672,20 TL’dir. 2’nci yarıyılı için OEMS yardımı Temmuz<br />
<strong>2009</strong>’da belirlenecek memur maaş katsayısına göre yapılacaktır.<br />
(3’üncü ve 4’üncü derece malul personele OEMS yardımı<br />
yapılmamaktadır.)<br />
Sonuç olarak, sadece 1’inci veya 2’nci derece malul personele<br />
T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca maaş bağlanmaması<br />
durumunda, Ocak veya Şubat ayında bağış yaptığı dikkate alınarak<br />
<strong>2009</strong>’un 1’inci yarıyılı için toplam 55.398,95 TL Maluliyet ve OEMS<br />
Yardımı, 2’nci yarıyılı için ise Temmuz <strong>2009</strong>’da belirlenecek memur<br />
maaş katsayısına göre OEMS Yardımı yapılacaktır (Tablo–2).<br />
Malul olan personelin OYAK Emeklilik Sistemine (OEMS) girmesi<br />
halinde OEMS yardım tutarı kendisi adına OYAK’a gönderilir. OYAK<br />
Emeklilik Sistemine girmemesi halinde ise kendisine ödenir.<br />
BAĞIŞÇI SAYISI, BAĞIŞ DURUMU,<br />
HAK SAHİPLERİNE YAPILAN YARDIM<br />
Vakfımıza 2008 yılı içerisinde 164.126 personel bağışta bulunmuştur.<br />
Vakfın faaliyete başladığı 1 Ocak 2000 tarihinden 31 Aralık 2008<br />
tarihine kadar geçen süre içerisinde; personel bağışları tutarı 28,2<br />
milyon TL’dir. 1233 vefat, 645 malul ve 103 OEMS Yardımı olmak üzere<br />
toplam 1878 kişiye yapılan yardım tutarı 26.4 milyon TL’dir.<br />
TANITIM KONFERANSLARI<br />
2008 yılında 12 il’de, 31 birlik ve karargah personeline yönelik 30<br />
tanıtım konferansı icra edilmiştir.<br />
BAĞIŞLARINIZ İÇİN BANKA HESAP BİLGİLERİ<br />
ING BANK Ankara Yenişehir Şb. 279 - 4440444<br />
TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI Ankara Kolej Şb. 204 78 85<br />
TÜRKİYE İŞ BANKASI Ankara Balgat Şb. 04 23 590<br />
YAPI VE KREDİ BANKASI Ankara Balgat Şb. 70038398<br />
TÜRKİYE HALK BANKASI Ankara Küçükesat Şb. 160 00 016<br />
AKBANK Ankara Nenehatun Şb. 501 91 - 6<br />
FİNANSBANK Ankara Necatibey Şb. 123 64 827<br />
TÜRKİYE GARANTİ BANKASI Ankara Cebeci Şb. 629 95 34<br />
63<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
İLETİŞİM BİLGİLERİ<br />
TSK Dayanışma Vakfı Genel Müdürlüğü<br />
Nenehatun Cd. No.55<br />
06700 Gaziosmanpaşa / ANKARA<br />
Tel : (0312) 448 13 11 (pbx)<br />
KILIÇ : 5449-5489<br />
Belgegeçer : (0312) 448 17 70<br />
Internet : www.tskdv.org.tr<br />
E-posta : tskdv@superonline.com
64<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
YASAK İFADE VE SORGU YÖNTEMLERİ<br />
[ Hazırlayan ] Serpil KAPLAN | Hukuk Öğretmeni<br />
Muhakeme makamları, cezai bir uyuşmazlığı<br />
çözebilmek için gerçeği araştırırlar. Bu<br />
araştırmaların sonunda karar verme makamı olan<br />
hakimler bir hükme varırlar. Hakimin hükme<br />
varması, araştırılan maddi meselenin “sabit<br />
görülmesi veya görülmemesi” şeklinde olur.<br />
Hakimin vardığı bu sonuç, taraflar bakımından da<br />
meselenin “ispat edilmesi veya edilmemesi”dir. İşte,<br />
taraflar bakımından “ispat”, hakim bakımından<br />
“sabit görme” ve maddi mesele bakımından “sübut”<br />
denilen faaliyetler için kullanılan vasıtalara “delil”<br />
denilir. (12)<br />
Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşebilmesi ve insan<br />
haklarına uygun bir yargılama yapılabilmesi için<br />
maddi gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla kullanılan<br />
delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmiş<br />
olması gerekir. Hukuk devleti esaslarına uygun<br />
bir ceza muhakemesinde delil elde edilmesi ve<br />
değerlendirilmesi işlemlerine getirilen sınırlamalara<br />
delil yasakları denmektedir. (12) Yasak yöntemler<br />
kullanılmak sureti ile ifade almak ve sorgu yapmak,<br />
ceza hukuku açısından delil elde etme yasakları<br />
içinde yer almaktadır.<br />
Genel manada ifade almayı; suça ilişkin bilgisi<br />
olan kişilerle (mağdur, müşteki, tanık, şüpheli)<br />
kriminal taktik esaslarına göre planlanarak<br />
hazırlanıp yürütülen bir görüşme olarak tanımlamak<br />
mümkündür. İfade alma, kolluk ve savcı tarafından<br />
gerçekleştirilen bir delil toplama işlemidir. Sorgu ise,<br />
şüpheli veya sanığın ifadesinin hakim tarafından<br />
alınmasıdır.<br />
Kişilerin ifadesi, ancak şüphelinin kendi serbest<br />
iradesinin sonucu olarak ortaya çıkabildiği<br />
durumlarda delil olabilir. Bu nedenle, kimi ifade<br />
alma yöntemleri, şüphelinin iradi karar verme ve<br />
iradi davranma hürriyetini ihlal ettikleri takdirde
yasaktırlar. İşte, kişinin iradi davranma hürriyetini<br />
ihlal eden yöntemlere “Yasak İfade ve Sorgu<br />
Yöntemleri” denir. (13)<br />
CMK’nın 148’inci maddesinde “İfade Alma ve<br />
Sorguda Yasak Usuller” konusu ele alınmış ve<br />
ifade alma ve sorguda yasak usullerin neler olduğu<br />
sınırlayıcı olarak değil, sadece örnek niteliğinde<br />
sayılmıştır. Bu nedenle, kanunda anılan hallerin<br />
çoğaltılması mümkündür. Bununla beraber, sayılan<br />
bu usuller birbirinden genellikle kesin olarak<br />
ayrılmamışlardır. Örneğin, kötü davranma ve<br />
işkence iç içe girmiştir; kötü davranmada ağırlıklı<br />
olan nokta bedeni, işkencede ise ruhi saldırı söz<br />
konusu olmaktadır. (4)<br />
CMK’nın 148’inci maddesinin 3’üncü fıkrasında;<br />
“Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş<br />
olsa da delil olarak değerlendirilemez.” şeklinde<br />
düzenleme getirilerek bu tarz alınan ifadeler<br />
hukuken geçersiz sayılmıştır. (4) Bu madde ile,<br />
insan hakları ihlalleri önlenmeye çalışılmış ve kolluk<br />
kuvvetlerinin delil elde etmelerindeki temel ilke<br />
“ne pahasına olursa olsun delil elde etmek” değil,<br />
şüphelinin/sanığın haklarını da ihlal etmeden delil<br />
elde etmek şeklinde gelişmiştir.<br />
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma<br />
Yönetmeliği’nin 23’üncü maddesinde de hukuka<br />
uygun ifade almanın nasıl olması gerektiği 10 bent<br />
halinde sayılmış, yine aynı yönetmeliğin 24’üncü<br />
maddesinde ise yasak ifade alma ve sorgu yöntemleri<br />
şu şekilde düzenlenmiştir: (7)<br />
• Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine<br />
dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü<br />
davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma,<br />
cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma<br />
gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz...<br />
• Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.<br />
• Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş<br />
olsa da delil olarak değerlendirilemez.<br />
• Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade,<br />
hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık<br />
tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.<br />
• Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden<br />
ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında,<br />
bu işlem ancak Cumhuriyet Savcısı tarafından<br />
yapılabilir.<br />
İFADE ALMA VE SORGUDA YASAK USULLER:<br />
Kötü Davranma:<br />
Kötü davranmadan anlaşılan, ifadeyi alanın müessir<br />
fiil şeklinde ortaya çıkabilen davranışıdır. Bu<br />
nedenle sadece cismen eza veya vücudun gerçek<br />
anlamda yaralanması değil, sıhhat ihlaline yönelik<br />
olan, vücuda ve akli sağlığa yönelen bütün tecavüzler<br />
bu kavrama dahildir. (13)<br />
65<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
66<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
İşkence:<br />
İşkence; şüphelinin özgür iradesini ortadan<br />
kaldırmaya yönelik her türlü psikolojik etkileri içerir.<br />
Şüphelinin uzun süre devam eden veya tekrarlanan<br />
bedeni veya ruhi acılara sokulması halinde işkence<br />
mevcuttur.<br />
İşkence, insanlık dışı muamele, aşağılayıcı muamele<br />
ve zor kullanma tehdidi gibi davranışlar baskı<br />
kavramı içinde yer alır. Sadece cismen eza veren<br />
davranışlar değil, vücuda ve akli sağlığa yönelen<br />
bütün tecavüzler baskı kavramına girer.<br />
Zorla İlaç Verme:<br />
Burada söz konusu olan; katı, sıvı, veya gaz<br />
şeklindeki her türlü maddenin insan vücuduna<br />
verilmesidir. Bunların yutturulması, yiyecek veya<br />
içeceklere katılarak verilmesi, solunum, zerk ya da<br />
ovma yoluyla vücuda dahil edilmeleri veya vücudun<br />
açık bir yerinden vücuda sürülmeleri arasında hiçbir<br />
fark yoktur. Bu konuda ilk akla gelebilenler; sarhoş<br />
edici, uyuşturucu, direnme gücünü çözücü, uyku<br />
verici veya uyarıcı ilaç ve benzerleridir.<br />
Kişiye kahve içirilmesi, zindeleştirici ve güçlendirici<br />
ilaçlar verilmesi yasak sorgu yöntemi kapsamına<br />
girmez.<br />
Narkoanaliz:<br />
Zorla ilaç verme şeklinde ortaya çıkan hukuka aykırı<br />
ifade alma yöntemleri arasında, narkoanaliz ya da<br />
gerçek serumu denen uygulama özel bir öneme<br />
sahiptir. Baskın görüş böyle bir yöntemin hukuka<br />
aykırılık teşkil ettiği yönündedir.<br />
Yorma:<br />
Yorma; açıkça iradeyi etkileyecek herhangi bir<br />
vasıta kullanmamakla birlikte; iradi karar verme ve<br />
iradi davranma hürriyetini ciddi biçimde tehlikeye<br />
düşürecek oranda kişiyi yorgun düşürmektir. Yorma<br />
sonucu şüphelinin fiziki ya da ruhi durumu, onun<br />
kendi iradesiyle davranıp karar vermesini imkansız<br />
kılacak şekilde güçsüz düşürülmektedir.<br />
Aldatma:<br />
Soruşturmacının, gerçeği tahrif ederek veya<br />
gizleyerek veya gerçek olmayan hususları gerçekmiş<br />
gibi takdim ederek şüpheliyi hataya sevk eden<br />
her türlü davranışı, aldatma veya hile olarak<br />
isimlendirilebilir.<br />
Şüphelinin ifade verip vermeme, verecekse bunun<br />
şekli; kısaca ifade hürriyetini, ifadesini kendi istediği<br />
şekilde ortaya koyma imkanını etkileyecek her türlü
aldatma hukuka aykırı olacaktır. Bu konuda ifadesi<br />
alınanın kasıtlı olarak ya da dikkatsizlik sonucu<br />
aldatılmış olması arasında da bir ayrım yapılamaz.<br />
Aldatma hukuki soruna veya olaya ilişkin olabilir.<br />
Hukuki soruna ilişkin aldatma; örneğin, şüphelinin<br />
tanık olarak ifadesinin alınacağı, dolayısıyla ifade<br />
vermeye ve gerçeği söylemeye mecbur olduğu,<br />
ithamın konusu suçun sadece bir para cezası<br />
ile cezalandırılacağı, şüphelinin susmasının<br />
suçluluğuna bir delil olabileceği ya da bir ikrarın<br />
mutlaka cezayı hafifletici bir sebep olarak nazara<br />
alınacağı şeklinde hukuki durumu tam yansıtmayan,<br />
hukuki duruma aykırı olan bilgiler verilmesi şeklinde<br />
ortaya çıkabilir. (13)<br />
Olaya ilişkin aldatma da çeşitli şekillerde ortaya<br />
çıkabilir. Örneğin, ifade alınmasını gerektiren<br />
hadisenin değiştirilerek şüpheliye bildirilmesi,<br />
gerçeğe aykırı olarak; şerikin veya şeriklerin ikrarda<br />
bulunduğunun, şeriklerin veya tanıkların onu<br />
suçlayacak yönde ifade verdiklerinin söylenmesi,<br />
aslında şüpheliyi suçlu çıkarmaya yetecek birçok<br />
delile sahip bulunulduğunun belirtilmesi gibi.<br />
Cebir ve Tehditte Bulunma:<br />
Bu kavram; aslında kötü davranma, bazı araçlar<br />
uygulama veya işkence kavramı içerisine de<br />
girmektedir. Burada bedensel cebir ve tehditte<br />
bulunmayı, kişinin vücudu üzerinde doğrudan<br />
doğruya etki doğuran, özellikle vücudun<br />
dokunulmazlığına veya vücut sağlığına zarar veren,<br />
her uygulama şeklinde belirtmek mümkündür.<br />
Tehdit konusu tedbirin gerçekte uygulanıp<br />
uygulanmamasının önemi yoktur; önemli olan, söz<br />
konusu yasal olmayan tedbirin uygulanabileceği<br />
ihtimalinin somut olayda şüphelinin özgür iradesi<br />
üzerinde bir etkiye sahip olmasıdır. (9)<br />
Kanuna Aykırı Menfaat Vaadinde Bulunma:<br />
Hukuka aykırı bir diğer ifade alma yöntemi; kanunen<br />
öngörülmemiş bir menfaat vaadinde bulunmaktır.<br />
Kanunen uygun olmayan menfaat vaadi; kişisel ya<br />
da olaya ilişkin herhangi bir iyileştirme, iyi hale<br />
getirmenin sağlanmasının söz verilmesidir.<br />
Bazı Araçlar Uygulama (Vücuda Yapılan<br />
Bedensel ve Ruhsal Müdahaleler):<br />
Kişinin vücuduna doğrudan etki eden, özellikle<br />
fiziki tamlığı veya sağlamlığı ihlal eden her tedbir bu<br />
kavrama dahildir.<br />
Hukuka aykırı bir ifade alma yöntemi olan vücuda<br />
müdahale bakımından ilk akla gelen yöntem,<br />
yalan makinesi olarak da ifade edilen poligraf<br />
(Lügendetektör) olmaktadır.<br />
CMK’DA YER ALMAYAN YASAK İFADE ALMA<br />
YÖNTEMLERİ<br />
CMK’da yasak ifade ve sorgu yöntemleri tahdidi<br />
olarak sayılmamıştır. Bu nedenle de kanunda yer<br />
almasa da, kişinin özgür iradesini sakatlayarak<br />
ifadesini sakata uğratacak her türlü yöntem<br />
hukuken yasaktır.<br />
Örneğin, hipnoz da tıpkı narkoanalizde olduğu gibi,<br />
hipnotize edilenin bilincini etkileyen veya tamamen<br />
tesirsiz hale getiren psikolojik bir uygulamadır.<br />
Alman hukukunda özgür iradeyi ortadan kaldıran<br />
bir metot olduğu açıkça düzenlenmiş bulunan<br />
hipnozun her derecesi mutlak bir şekilde yasak<br />
sayılmıştır.<br />
YASAK İFADE ALMA YÖNTEMLERİNİN<br />
KULLANILMASININ CEZAİ SONUÇLARI<br />
Kolluk personeli, ceza muhakemesinin amacı olan<br />
maddi gerçeği araştırma görevini yerine getirirken<br />
hukuka aykırı davranmış olabilir. Bu halde, kolluk<br />
personelinin muhatap olacağı ceza, 5237 Sayılı Türk<br />
Ceza Kanunu’nda “İşkence ve Eziyet” başlığı altında<br />
düzenlenmiştir.<br />
67<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
68<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Ayrıca aşağıda belirtilen maddelerde de yasak<br />
ifade alanın hukuka aykırı davranmasının cezai<br />
sonuçlarına ilişkin düzenlemelerde bulunulmuş ve<br />
cezai müeyyideler de ağırlaştırılmıştır: (3)<br />
TCK Madde 94: İşkence; TCK Madde 95: Neticesi<br />
Sebebiyle Ağırlaşmış İşkence; TCK Madde 96: Eziyet;<br />
Madde 106: Tehdit; TCK Madde 108: Cebir; TCK<br />
Madde 109: Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma;<br />
TCK Madde 256: Zor Kullanma Yetkisine İlişkin<br />
Sınırın Aşılması; TCK Madde 257: Görevi Kötüye<br />
Kullanma; TCK Madde 281: Suç Delillerini Yok<br />
Etme, Gizleme veya Değiştirme.<br />
SAHİL GÜVENLİK PERSONELİNİN İFADE<br />
ALIRKEN DİKKAT ETMESİ GEREKEN BAZI<br />
HUSUSLAR<br />
Personelimiz tarafından ifade alınırken, ifade alma<br />
tarzı ile ifade alma esnasında uyulması gereken bazı<br />
hususları şöyle sıralayabiliriz:<br />
• Öncelikle şüpheli veya sanığın kimliği saptanır.<br />
Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru<br />
olarak cevaplandırmakla yükümlü olup bu konuda<br />
susma hakkı yoktur. Şüpheli veya sanık kimliğini<br />
açıklayıncaya kadar kanunda yazılı tedbirler<br />
uygulanır.<br />
• Kendisine yüklenen suç anlatılır.<br />
• Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukuki<br />
yardımından yararlanabileceği, müdafiinin ifade<br />
veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine<br />
bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir<br />
müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde,<br />
kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.<br />
Şüpheli veya sanık müdafii istediğini beyan ederse,<br />
deniz koşullarında müdafi hazır bulundurma<br />
imkanı olmadığı durumlarda, süpheli/sanığın<br />
ifadesi alınmayarak uygun bir limanda müdafi<br />
hazır oluncaya kadar kişinin ifadesinin alınması<br />
geciktirilir ya da Cumhuriyet Savcısının talimatı<br />
doğrultusunda kişi ifadesi alınmadan mevcutlu<br />
olarak savcılığa teslim edilir.<br />
• Yakanalan kişinin yakınlarından istediğine<br />
yakalandığı derhal bildirilir.<br />
• Yüklenen suç hakkında açıklamada<br />
bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.<br />
• Şüpheden kurtulması için somut delillerin<br />
toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi<br />
aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan<br />
kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek<br />
olanağı tanınır.
Bu şekilde hakları hatırlatılarak şüpheli/sanığın<br />
ifadesi alınır. <strong>Sahil</strong> Güvenlik personeli de adli kolluk<br />
personeli olarak yukarıda arz edilen yasak ifade<br />
alma hususundaki tüm kural ve yöntemlere uyarak<br />
ifade alma işlemini tamamlayacaktır. Bu kuralların<br />
ihlallerinin, bizim personelimiz açısından da hukuki<br />
ve cezai sorumluluk gerektirdiği unutulmamalıdır.<br />
Kolluk kuvvetlerinin temel görevi toplumdaki<br />
düzenin, huzurun, barışın, suçsuzluk durumunun<br />
devamını, diğer bir deyişle kamu düzeninin<br />
bozulmamasını sağlamaktır. Kolluk kuvvetlerinin<br />
suç öncesi ve sonrası faaliyetleri sırasında, kişinin<br />
temel haklarından olan vücut dokunulmazlığı,<br />
özel hayatın gizliliği, kişi özgürlüğü, kişi güvenliği<br />
ve konut dokunulmazlığı gibi haklarını ihlal ettiği<br />
sürekli dile getirilmekte olup, hak ihlalleri iddiaları<br />
uluslararası platformlara da taşınmaktadır. İşte,<br />
kanun koyucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu<br />
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile bu<br />
ihlallerin önüne geçilmesi amacıyla düzenlemeler<br />
yapmış olup, kanunlara aykırı davranan kolluk<br />
personeli için de caydırıcı ve cezalandırıcı<br />
kurallar getirmiştir. Yasak ifade alma ve sorgu<br />
yöntemlerinin de kanunda bu şekilde ayrıntılı<br />
biçimde yer almasının nedeni budur. Bu konuda<br />
Ceza Muhakemesi Hukuku’nda mevcut olan<br />
bu düzenlemeleri yerinde bulduğumuzu ve<br />
uygulamaya taşındığı ölçüde, insan hakkı ihlallerinin<br />
önlenebileceğini belirtmeliyiz.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI<br />
2. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ<br />
3. TÜRK CEZA KANUNU<br />
4. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU<br />
5. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KANUNU<br />
6. ADLİ VE ÖNLEME ARAMALARI YÖNETMELİĞİ<br />
7. YAKALAMA GÖZALTINA ALMA VE İFADE ALMA YÖNETMELİĞİ<br />
8. TOROSLU NEVZAT, CEZA HUKUKU GENEL KISIM, SAVAŞ YAYINEVİ, ANKARA, 2005,<br />
S. 135.<br />
9. SAHİL GÜVENLİK OKUL KOMUTANLIĞI, TÜRK CEZA HUKUKU VE CEZA<br />
MUHAKEMESİ HUKUKU DERS KİTABI’’, ANTALYA, 2008,<br />
10. GÖLCÜKLÜ FEYYAZ, GÖZÜBÜYÜK ŞEREF, AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ<br />
VE UYGULAMASI, ANKARA, 1994, S. 166 VD.<br />
11. ERGÜL ERGİN, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ UYGULAMASI, YARGI<br />
YAYINEVİ, ANKARA, 2003, S. 95 .<br />
12. YRD. DOÇ. DR. MAHMUT KOCA, CEZA MUHAKEMESİNDE HUKUKA AYKIRI<br />
DELİLLERİ DEĞERLENDİRME YASAĞI<br />
13. ÖZTÜRK, BAHRİ; ERDEM, RUHAN; CEZA MUHAKEMESİ HUKUKU, SEÇKİN<br />
YAYINCILIK, ANKARA, 2006.<br />
69<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
70<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
TÜRKÇE’Sİ VARKEN<br />
TÜRKÇE’SİNİ KULLANMAK GEREK<br />
[ Hazırlayan ] Hülya KÜÇÜK | Yabancı Dil Öğretmeni<br />
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan en kısa<br />
ve etkili yoldur. İnsanın kendini ifade edebilmesi<br />
ve karşısındakini anlayabilmesi en kolay dil ile<br />
gerçekleşir. İletişimde tek yol olmamakla beraber,<br />
diğer yöntemlerden çok daha kısa ve etkilidir. Dilin<br />
bu özelliği insanlara verilmiş doğal bir yetenek<br />
olmasından kaynaklanır. Örneğin, bir olguyu<br />
konuşarak veya yazarak başkalarına çok rahat<br />
aktarabiliriz. Ancak aynı olguyu resimlerle veya<br />
hareketlerle anlatmaya çalışmanın zorluğu, dilin<br />
insan yaşamı ve iletişimi için ne kadar önemli<br />
olduğunu çok iyi gösterir.<br />
İletişim, bugün tüm dünyada en çok dil aracılığıyla<br />
kurulur. Bundan dolayı dili doğru kullanmak çok<br />
önemlidir. Etkili ve doğru bir iletişimin ilk gereği,<br />
kurallarına uygun olarak kullanılan bir dildir.<br />
Örneğin, anlam karmaşaları ile dolu bir konuşmanın<br />
sağlıklı bir iletişim aracı olması mümkün değildir.<br />
Dili doğru kullanmanın ilk şartı ise dile hakim<br />
olabilmektir. Bu da ancak dilin kurallarını, dil<br />
bilgisini iyi bilmekle gerçekleşir. Etkili ve doğru<br />
iletişim kurmak isteyen bir kişi, dili mutlaka doğru<br />
kullanabilmelidir. Dil üzerinde düşünür ve dili bir<br />
düşünce odağı gibi kabul ederseniz dilin düşünce<br />
yaşamımızı zenginleştireceğini göreceksiniz. Dil<br />
düşüncenin evidir; binlerce yıllık insan zekası<br />
sözcüklerde, deyimlerde, ifade kalıplarında gizlidir.<br />
İnsanlık tarafından bilgilerimizi depolamak için<br />
kullanılan ilk araç dil olmuştur. (3)<br />
Dilin kullanımıyla iletişimin etkinliği arasındaki<br />
paralellik dilin doğru kullanımının önemini
arttırmaktadır. Düşüncelerimizin anlaşılması için<br />
dile hakim olmak, onu iyi tanımak ve kullanmak<br />
durumundayız. Türkçe’yi doğru kullanmanın<br />
gerekliliği bu noktada ortaya çıkmaktadır. Türkçenin<br />
kuralları hiçbir dilde görülmeyecek kadar yalın ve<br />
basittir. Dil öğrenimi, ana dilimiz de dahil olmak<br />
üzere dünyanın en zor bilgi alanlarından birisidir.<br />
Çünkü öğrenilecek unsurlar sonsuzdur. Türkçe diğer<br />
dillere göre büyük bir kurallılık sergilediğinden<br />
göreceli olarak bize büyük kolaylıklar sağlamaktadır.<br />
Ancak Türkçenin bize sağladığı bu kolaylık, dilimizin<br />
aleyhine bir durum yaratmaktadır. Dilimizi doğru<br />
kullanmak için bir çaba göstermemiz gerekmediği<br />
duygusuna kapılıyoruz. (3)<br />
Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen<br />
Atatürk’ün “millet” tanımı içinde dilin çok önemli bir<br />
yeri vardır. Ona göre millet, dil, kültür ve ülkü birliği<br />
ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği<br />
sosyal ve siyasi bir topluluktur. O, bu konudaki<br />
görüşlerini şu şekilde daha açık ifade etmektedir:<br />
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk<br />
milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir.<br />
Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.<br />
Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler<br />
içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını,<br />
menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini<br />
yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu<br />
görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”<br />
Atatürk’ün, Sadri Maksudi’nin “Türk Dili İçin”<br />
isimli eserinin başına yazdığı şu sözleri onun dil<br />
görüşünün en güzel ifadelerindendir: “Milli his ile dil<br />
arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin<br />
olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir.<br />
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki<br />
bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini<br />
korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller<br />
boyunduruğundan kurtarmalıdır.”<br />
Türkçe; tarihi en az 4000 yıl önceye dayanan,<br />
coğrafyası yaklaşık 12 milyon km 2 ‘ lik alanı kapsayan<br />
bir dildir. Türkiye’deki konuşur sayısı 70 milyon<br />
olmakla beraber, dünyadaki konuşur sayısı 200<br />
milyonu aşkındır. UNESCO 1980 yılında yayımladığı<br />
raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın<br />
beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştır. Ancak<br />
UNESCO daha sonraki yıllarda, Türk dil ailesini bir<br />
bütün olarak kabul etmeyerek, her Türk lehçesini<br />
sıralamada ayrı ayrı değerlendirmiş, böylece Türk<br />
dilinin sıralamadaki yeri değişmiştir. (5)<br />
Geçmişte, aşırı bir biçimde Farsça ve Arapçanın<br />
etkisinde yaşanan bin yıllık bir ihmalin 1930-1940<br />
yılları arasında giderilmesiyle ilgili olarak başlatılmış<br />
olan çalışmalar, ne yazık ki on yıl sonra zayıflamış,<br />
son otuz kırk yıl içindeyse Türkçe batının etkisinde<br />
yeniden yabancılaşmaya başlamıştır. Tarih boyunca<br />
71<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
72<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
çeşitli bilim dallarıyla ilgili terimleri Arapça kökenli<br />
kelimelerden türetmeler yaparak karşılayan Osmanlı<br />
aydınları, Türkçe kelime köklerine başvurmayı hiçbir<br />
zaman akıllarına getirmemişlerdi. Bu durum 1920’li<br />
yıllara kadar sürmüştü.<br />
Yusuf Yanç, Türk Dil Kurumu tarafından<br />
ödüllendirilmiş şiiri “Arıyorum”da, Türkçenin<br />
sorunlarından şöyle bahsetmektedir: Karamanoğlu<br />
Mehmet Bey’i arıyorum/ Göreniniz, bileniniz/<br />
Duyanınız var mı/ Bir ferman yayınlamıştı: /<br />
Bu günden sonra, divanda, dergahta,/ Bargahta,<br />
mecliste, meydanda/ Türkçe’den başka dil<br />
konuşulmaya diye!/ Hatırlayanınız var mı/ …/<br />
Tanıtımın “demo”, sunucunun “spiker”,/ Gösteri<br />
adamının “showmen”/ Radyo sunucusunun<br />
“disjokey”/ Hanım ağanın “firstlady” olduğuna/<br />
Şaşıranınız var mı/…/ Toprağımızı, bayrağımızı/<br />
İnancımızı çaldırmayalım derken,/ Dilimizin<br />
çalındığına, talan edildiğine/ Özün el diline<br />
özendiğine/ İçi yananınız var mı/ (8)<br />
Aşık Paşa ise; XIV yy’da , yabancı dillere hayran bir<br />
kitlenin Anadolu topraklarında hüküm sürdüğünü<br />
şu dizelerle göstermektedir:<br />
Türk diline kimse bakmaz idi<br />
Türklere asla gönül akmaz idi<br />
Türk dahi bilmez idi o yolları<br />
İnce yolu, o ulu menzilleri (8)<br />
XIV. ve XV. yy’ da bir eserin Arapça ve Farsça<br />
yazılması bir iftihar, Türkçe yazılması ise bir utanç<br />
sayılmıştır. Taarruzname’yi yazan Sinan Paşa ise<br />
eserinin Türkçe olmasından dolayı okuyucudan af<br />
dilemektedir. (5)
Osmanlı atalarımızda kültürlü sayılmanın yolu,<br />
Arapça ve Farsça bilmekten geçiyordu. Onların<br />
torunları içinse, kültürlü olmak, önce Fransızca<br />
sonra İngilizce bilmek ve bu dillerden apardıkları<br />
kimi sözcükleri konuştuklarının, yazdıklarının<br />
içine serpiştirmekti. İttihat ve Terakki aydınları<br />
“Man Char” ve “Mon Dieu” diyerek, redingot<br />
giyip fötr takarak ne kadar kültürlü olduklarını<br />
gösterme fırsatını yakalamışlardır. Daha sonrakiler<br />
için ise bu sözlerin yerini, “okey, allright” alacaktı.<br />
Televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte, kitle iletişim<br />
araçlarının farklı kültürlerin dilin kirlenmesine<br />
olan etkisinde oynadığı rol açıkça görülmeye<br />
başlanmıştır. Günümüzde yabancı kültürlerin giyim,<br />
müzik, yaşam tarzımız gibi pek çok alanda görülen<br />
etkisi dilimizde de görülmekte; radyo, televizyon,<br />
sinema gibi kitle iletişim araçları bu etkiye<br />
katkıda bulunmaktadır. Sözlerin arasında yabancı<br />
sözcüklerin kullanımı kültürlü olma göstergesi<br />
olarak algılanmaktadır. Televizyon kanalları ve<br />
yayınladıkları magazin programlarının adları<br />
özellikle Türkçe yerine İngilizce’dir. Gazetelerdeki<br />
“Breakfast+Lunch=Brunch” ilanları, sanatçıların<br />
“The Best of…” albümleri, “yan profil”den daha iyi<br />
resim verdiğini söyleyenler, ve konserlerindeki “full<br />
dolu” salonları anlatanlar, “dokunmatik” çamaşır<br />
makineleri, “anti-leke” sistemleri, ve “eko-paket”ler<br />
kimse tarafından yadırganmaz oldu. İngilizce “tele”<br />
ile Fransızca “vole”yi birleştirip “televole” diye<br />
sözcük yapanlar, adeta Türkçe olmasın da ne olursa<br />
olsun diye çaba harcamaktadır. (1)<br />
Günümüzde kıstas yerini ölçüt’e bırakırken batıdan<br />
gelen kriter yayılmaya başladı. Orijinal’i kullanan<br />
özgün’ü öğrenmek istemiyor. Cumhuriyetin ilk<br />
yıllarından yapılan terim çalışmalarında dile<br />
bağdaşık kelimesi kazandırılmıştı, onun yerini<br />
homojen aldı. Kontaminant karşılığı bulaşkan gibi<br />
türetmeler kullanılmaya kullanılmaya unutuldu.<br />
Cankurtaran gözümüzün önünde ambulans<br />
oluverdi. (9)<br />
Türkçe’ye Arapça, Farsça karışması İslamı bir<br />
bütün olarak görme gereğinden ve Türklerin kendi<br />
hevesleriyle olmasına rağmen, bu seferki İngilizce<br />
etkisi kendiliğinden olmamış 40 yıl önce-daha da<br />
belirgini 1953’de- “Türk Milli Eğitimi’ne İngiliz ve<br />
Amerikan gizli teşkilatlarının el atması ve Türk<br />
okullarında eğitim dilinin İngilizce yapılması,<br />
yani birçok dersin Türk hoca tarafından Türk<br />
öğrencisine İngilizce olarak anlatılmasının zorunlu<br />
kılınması hainliği ve garabetiyle meydana gelmiştir.”<br />
(2) Bölümlerinde İngilizce ile öğretim yapılan<br />
üniversiteler, İngilizcenin Türkçe üzerindeki olumsuz<br />
etkisine katkıda bulunan önemli faktörlerden birini<br />
teşkil etmektedir. Türkiye yabancı dille öğretim<br />
yapılan Uganda, Kenya, Tanzanya gibi ülkeler<br />
arasında yer almakta, yabancı dil öğrenimi ile<br />
yabancı dille öğrenim arasındaki önemli farkları göz<br />
ardı etmektedir.<br />
Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR, Türkçe karşısında<br />
aydınların tutumu isimli makalesinde de<br />
yabancı sözcüklerin Türkçe üzerindeki olumsuz<br />
etkisinden söz etmiş; aydınların da bu konudaki<br />
duyarsızlığına değinmiştir. Günümüzde başlıca<br />
sorun batı kökenli kelimelerdir fakat bu bir türlü dile<br />
getirilmemektedir. 1940’larda başlayan bu sürece<br />
duyarsız kalınmakta, yabancı dillerden dilimize giren<br />
yabancı ön ve son ekler, ters kurulan tamlamalar<br />
eleştirilmemektedir.<br />
Günümüzde batı dillerinden giren yabancı<br />
kelimeler tepki çekmiyor. 1940’lı yıllarda başlayan<br />
ve giderek hızını artıran batı kökenli kelimelerin<br />
dile doluşmasına aydınlarımız duyarsız kalıyor.<br />
Yalnızca batı kökenli kelimelerle değil, bu dillerden<br />
geçen yabancı ön ve son ekler, yabancı kelime<br />
gruplarıyla da aydınlarımız ilgilenmiyor. Dilin çeviri<br />
dil olma yoluna girmesine, artık tamlamaların bile<br />
ters kurulduğuna dikkat edilmiyor. Türk aydını<br />
‘‘bugün kar yağsın isterdim’’ örneğinde olduğu gibi<br />
batı dillerinin etkisinde gelişen cümle kalıplarının<br />
giderek yaygınlaştığı üzerinde durmuyor. Batıdan<br />
giren bu tür kelimeleri halkın anlayıp anlamadıkları<br />
ise söz konusu değil. Söz hazinesi iyice daralmış<br />
olan öğrenim çağındaki gençlerin bu tür kelimelerin<br />
akını karşısında sıkıntıya düşmeleri, onları rahatsız<br />
etmiyor. Özellikle terimlerde görülen yabancı<br />
kelime akınının eğitim dilini yabancılaştırdığını<br />
görenler bu gelişme karşısında sessiz kalıyor,<br />
günün birinde eğitim dilini bir yabancı dilde yapma<br />
zorunluluğu doğuracağı hesaba katılmıyor. Biri<br />
doğudan ötekisi batıdan gelen ve aynı anlama gelen<br />
kelimeleri bir arada kullananların konuşmaları<br />
artık yadırganmıyor. Düzelten, tenkit eden de artık<br />
kalmamıştır. ‘‘Antibatı’’ örneğinde olduğu gibi<br />
Türkçe kelimelere batı dillerinden gelen ön ekleri<br />
ekleyenler, yaptığı hatanın farkında değildir. Hatayı<br />
anlatmaya kalktığınızda ikna etmede güçlük çekilir.”<br />
Ulu Önder Atatürk; “ Milli his ile dil arasındaki bağ<br />
73<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
74<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
çok kuvvetlidir. Türk dili, dillerin en zenginlerinden<br />
biridir, yeter ki bu dil, şuurla işlensin” sözleriyle<br />
Türk diline gereken özenin gösterilmesi gerektiğini<br />
belirtmiştir. (6)<br />
“Türkçe’si varken, Türkçe’sini kullanmak gerek”<br />
diyen ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu gençleri,<br />
yayımladıkları “düşün’ce: Yabancı Sözcüklere<br />
Türkçe Karşılıklar” isimli çalışmalarında günümüz<br />
gençlerinin yaygın olarak kullandığı anlaşılması<br />
güç yabancı kaynaklı kelimelere anlamlı Türkçe<br />
karşılık geliştirme çabalarını ortaya koymaktadırlar.<br />
(Örneğin; angaje olmak: bağlanmak, akualand:<br />
su bahçesi, asparagas: uydurma, aranje etmek:<br />
düzenlemek,uyarlamak) (7)<br />
Geldiğimiz bu noktada açıkça görülmektedir<br />
ki; yabancı kültürlerin üzerimizdeki olumsuz<br />
etkisi ve zihin sömürgeciliği, maddi kaynakların<br />
sömürülmesinin etkisini bile geride bırakmaktadır.<br />
Türkçenin öğretim dili olarak kullanılmaması<br />
durumunda yeni kavramlara Türkçe karşılıklar<br />
üretilememesi ve bugünkü etkin durumundan geriye<br />
sürüklenmesi kaçınılmaz bir durumdur. (4)<br />
Yabancı dil ile eğitim ve yabancı dil tutkusunun<br />
önüne geçilmesi, kitle iletişim araçlarının<br />
kontrolünün sağlanıp, dil bilinci ve anadil<br />
sevgisi aşılama yolunda kullanılması, Türk dilini<br />
geliştirme, öz benliğine kavuşturma çabası içindeki<br />
gençlerimizin desteklenmesi her zamankinden<br />
daha çok önem arz etmektedir. Mustafa Kemal’in<br />
“emanet”i Cumhuriyeti ve devrimleri en iyi şekilde<br />
koruyan Türk gençliği şüphesiz ki, diline de sahip<br />
çıkma bilincinde olacaktır.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. HEPÇİLİNGİRLER Feyza, “Türkçe Off” Remzi Kitabevi, Ekim 2001, s.46-48<br />
2. SİNANOĞLU Oktay, “Bir Nev-York Rüyası Bye-bye Türkçe”, Otopsi Yayınevi, s.III & 26<br />
3. “Türkçe’nin Doğru Kullanımı”, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı<br />
Yayınları, 2007, s.1-3<br />
4. “Kültürel Bozulma Türkçenin Doğru ve Etkin olarak kullanımı”, Kara <strong>Kuvvetleri</strong><br />
Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı.<br />
5. Dr. Hatice Şirin USER, “Türkçenin Güzel Kullanılması” Kara <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı<br />
Eğitim ve Doktrin Komutanlığı.<br />
6. Öğ. Bnb. Hülya GEL, “Türkçenin Doğru ve Etkin Kullanılması” Kara <strong>Kuvvetleri</strong><br />
Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı.<br />
7. ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu “Düşün’ce” 2007, s.14-15<br />
8. www.antoloji.com<br />
9. Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR “Dünden Bugüne Türkçe” http://www.tdk.gov.tr<br />
10. http://www.turkoloji.cu.edu.tr “Türk Dili” Mustafa Süreyya Sezgin<br />
11. http://www.anadilim.org<br />
12. Yabancılaşan bilim dilimizdeki ihmaller ve kayıplar / PROF. DR. HAMZA ZÜLFİKAR<br />
http://www.tdk.gov.tr
76<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
STRES VE STRESLE BAŞA ÇIKMA<br />
[ Hazırlayan ] Gamze ÜLKER | Psikolog<br />
“Öfke ile kalkan zararla oturur.”<br />
Stres sözcüğü günümüzde herkesin sıklıkla<br />
kullandığı bir sözcük haline gelmiştir. Çalışan ya<br />
da çalışmayan, öğrenci, emekli, düşük ya da yüksek<br />
sosyo-ekonomik düzeyden veya eğitim düzeyinden<br />
gelen herkesin sıklıkla telaffuz ettiği bu sözcük kitle<br />
iletişim araçları tarafında da devamlı karşımıza<br />
çıkarılmaktadır. Peki nedir herkesin devamlı<br />
bahsettiği “stres”<br />
Stres bireyin kendi duygusal, sosyal ve fiziksel<br />
kaynakları ile baş edebileceğinin üzerinde bir baskı<br />
ile karşılaşması durumu olarak tanımlanmaktadır<br />
(Stres Broşürü, 2008). Bir başka ifadeyle bireyin<br />
kapasitesini zorlayan durumlarla karşı karşıya<br />
kaldığında ortaya çıkan ve çevreye uyumunu<br />
zorlaştıran tepkidir (Yılmaz).<br />
Söz konusu tanımlardan da anlaşıldığı gibi<br />
stresin önemli bir özelliği bireye özgü olmasıdır.<br />
Dolayısıyla yukarıdaki tanımlara ek olarak kişilere<br />
göre değişebilen tanımlar da yapmak mümkündür.<br />
Örneğin bir iş adamı için stres borsadaki<br />
dalgalanmalar olarak tanımlanırken, bir öğrenci<br />
için matematik sınavı olabilmektedir. Bazıları stresi<br />
“etkilenmek istemediği durumlardan etkilenme”<br />
olarak tanımlarken, bazıları “sıkıntı, kaygı, üzüntü<br />
süresinin uzaması” ya da “bir şey yapmak istememe”<br />
şeklinde tanımlayabilmektedir (Şahin, 1988).<br />
Stresi ortaya çıkarması muhtemel durumlar<br />
kişiden kişiye değiştiği gibi, aynı duruma kişilerin<br />
verdiği tepkilerin derecesi de, aralarındaki bireysel<br />
farklar nedeniyle, farklı olmaktadır. Örneğin iş
yoğunluğu bazıları için hayatının en temel stres<br />
kaynağı iken, bir başkasında daha arka sıralarda yer<br />
alabilmektedir.<br />
Stresin gündelik yaşamımızda bu kadar gündeme<br />
gelmesinin nedeni kuşkusuz insan sağlığı ve<br />
performansı üzerinde olumsuz etkiler yapmasıdır.<br />
Ancak stresin, zihinsel ve fiziksel kaynaklarımızı<br />
tüketen olumsuz bir yanı olduğu gibi, kendimizi<br />
keşfetmemize, potansiyelimizi kullanmamıza ve<br />
gelişmemize yardımcı olan bir tarafı da vardır. Ruh<br />
sağlığı çalışanları bir miktar stresin hepimiz için<br />
gerekli hatta yararlı olduğu konusunda görüş birliği<br />
içindedirler. Bu noktada “olumlu stres” düzeyinden<br />
bahsetmek yerinde olacaktır. Stresi genel olarak<br />
varoluş dengemizi bozan durumlar olarak<br />
tanımlamıştık. Dengelerdeki geçici bozulmalar<br />
organizmayı harekete yönlendirir. Sürekli dengede<br />
olmak bir anlamda hareketsizlik (eylemsizlik)<br />
demektir. Diğer bir ifadeyle dengedeki geçici<br />
bozulmalar, sistemi harekete götürmesi sayesinde<br />
sistem canlılığını sürdürür. Örneğin, hiç sınav stresi<br />
yaşamayan bir öğrenci ders çalışmak için gerekli<br />
motivasyonu bulamayabilir ya da işinde yükselmek<br />
isteyen biri kendini geliştirme konusunda bir<br />
miktar stres yaşar ki, bu stres onu çabalamaya<br />
iter. Yeterince arkadaşı olmasını isteyen birini<br />
diğerleriyle iletişim halinde olmaya yönelten yalnız<br />
kalma konusunda yaşadığı stres olabilmektedir<br />
(Şahin, 1988).<br />
Önemli olan stresin yaşamımızda hiç var olmaması<br />
değil, uygun bir düzeyde olmasıdır. Stresle başa<br />
çıkmanın en temel koşulu, bu olumlu düzeyin<br />
üstüne çıktığımız ya da altına düştüğümüz anları ve<br />
durumları fark etmektir.<br />
STRES BELİRTİLERİ NELERDİR<br />
Stresin çeşitli belirtileri mevcuttur. Bu belirtileri üç<br />
başlıkta inceleyebiliriz (Yılmaz):<br />
Fiziksel Belirtiler: Stres yaratan durumlar<br />
karşısında bedenimiz bazı tepkiler verir. Bu<br />
tepkilerin çeşidi ve yoğunluğu kişiden kişiye<br />
değişmekle birlikte gözlenen genel belirtiler<br />
şunlardır: Kalp atışında hızlanma, ellerin terlemesi,<br />
ağzın kuruması, mide ağrıları, kaslarda gerginlik,<br />
baş ağrısı, çarpıntı, sıcak ve soğuk basmaları, ses<br />
titremesi, yorgunluk, yerinde duramama vs…<br />
Psikolojik Belirtiler: Stres yaşayan kişi bir süre<br />
sonra zayıf, güçsüz, her an kötü bir şey olacakmış<br />
duygusunu yaşayan, nedeni belirsiz yoğun bir<br />
endişe duyan, sinirli, çabuk heyecanlanan, kolayca<br />
ağlayan bir kişi durumuna gelebilir. Dikkatini<br />
toplamakta güçlük çekebilir, hafıza sorunları<br />
yaşayabilir, öğrendiği konuları unuttuğu endişesine<br />
kapılabilir. Kolaylıkla yapabileceği işleri yapılamaz,<br />
güç engellere dönüştürerek işleri geciktirme ya da<br />
engelleme eğilimine girebilir.<br />
Davranışsal Belirtiler: Kişinin yaşadığı stres<br />
düzeyi onun gündelik yaşamındaki davranışlarına,<br />
alışkanlıklarına da yansımaktadır. En sık gözlenen<br />
davranışsal belirtiler uykusuzluk ya da aşırı uyuma,<br />
iştahta bozulma, sosyal ortalardan kaçınma,<br />
saldırganlık, sigara ve alkol kullanımında artış,<br />
madde kullanımı şeklinde sıralanabilir.<br />
STRESİN NEDENLERİ NELERDİR<br />
Uzmanlara göre stresin temel olarak üç kaynağı<br />
vardır (Şahin, 1988):<br />
Çevresel Stres Kaynakları: Çevremiz bizi uyum<br />
sağlamamızı gerektiren talepler bombardımanına<br />
tutar. Gürültü, kirlilik, çalışma ortamı, zaman<br />
baskısı vs…<br />
Sosyal Stres Kaynakları: İş yerinde çalışma<br />
arkadaşları ile yaşanan sorunlar, aile ve<br />
arkadaşlardan ayrılma, bulunduğumuz sosyal<br />
77<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
78<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
ortama uyum sağlama, işsizlik, ekonomik<br />
problemler, aile içi geçimsizlikler, ailede ölüm ve<br />
hastalık vb. pek çok faktör sosyal yaşamımızda stres<br />
faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Kişisel Stres Kaynakları: Kendimize güvensizlik,<br />
iletişim becerilerimizi geliştirememe, akademik<br />
başarısızlık, fiziksel durumumuz vs. stres<br />
oluşumunu tetikleyen kişisel faktörler olarak<br />
sıralanabilir.<br />
Gündelik yaşamımızın çoğu iş yaşamında geçtiği<br />
için iş ortamından kaynaklanan stres faktörlerinin<br />
altını çizmek önemlidir. Bu faktörler şu şekilde<br />
sıralanabilir (Şahin, 1988):<br />
Rol belirsizliği: Yaşamda kendimiz için anlamlı<br />
ve tutarlı bir rol bulamamak önemli bir stres<br />
kaynağıdır. Bu durum iş yaşamı dışında da geçerlidir.<br />
Kişinin sevdiği bir mesleği uygulayamaması ya<br />
da kendisini sevilen bir kardeş, öğrenci vs. olarak<br />
görememesi buna örnek verilebilir. Diğer yandan<br />
kişilerin iş ortamında kendisinden beklenenler<br />
konusunda net olamaması da önemli bir stres<br />
faktörüdür.<br />
Kişilerarası çatışmalar: Hangi iş yeri olursa olsun<br />
kişiler arası tartışmalar strese yol açar. Kişilerin<br />
amirleriyle, mesai arkadaşlarıyla yaşadıkları<br />
problemler, kendi iç dünyalarındaki problemlerle<br />
birleştiğinde çözümün zor olduğu bir tablo ortaya<br />
çıkar.<br />
Sorumluluk: Taşıyabileceğimizden çok daha<br />
fazla sorumluluk almamız durumunda aşırı bir<br />
stres altında kalabiliriz. Özellikle diğer insanların<br />
yaşamında önemli etkiler yapabilecek kararları<br />
alma durumunda olmak sürekli bir stres kaynağı<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır. Sizinle birlikte<br />
çalışan elemanların mesleki gelişiminden kendinizi<br />
sorumlu tutuyorsanız ya da işiniz doğası gereği<br />
çok sorumluluk gerektiriyor ama yetkiniz sınırlı<br />
ise yoğun bir stres altına girebilirsiniz. Bunu yanı<br />
sıra ev yaşamınızda sorumlulukların çoğu sizin<br />
üzerinizdeyse bir süre sonra bu durumla baş<br />
etmekte zorlanabilirsiniz.<br />
Yoğun çalışma yükü: Zaman az ve yapılması<br />
gereken iş fazla olduğunda, iş sizde olmayan bilgi<br />
ve beceriler gerektirdiğinde, bazen de işiniz bilgi<br />
ve becerilerinizin çok altında kaldığında stres<br />
yaşayabilirsiniz.<br />
Streste önemli olan bir diğer nokta söz konusu<br />
durumlara ne kadar süreyle maruz kaldığımızdır.<br />
Anlık strese maruz kalmanın etkileri devamlı strese<br />
maruz kalmanın etkilerinden daha hafiftir. En uzun<br />
süre en fazla zararı, en kısa sürede en az zararı ifade<br />
eder. Tabi bu noktada bireysel farklılıkları hiçbir
zaman unutmamamız gerekir. Strese kısa bir süre<br />
maruz kalan bir kişi kişisel özellikleri ve geçmiş<br />
deneyimleri doğrultusunda, uzun süre maruz kalan<br />
kişiden daha fazla etkilenebilir.<br />
Stresi algılama ve baş etmede bireysel faktörler<br />
önemli rol oynamaktadır. Birçoğumuz bizi gerginliğe<br />
iten ve duygusal açıdan sıkıntı veren olaylar ve<br />
insanlar karşısında strese girdiğimizi düşünürüz.<br />
Bunu yaparken de çok önemli bir noktayı gözden<br />
kaçırırız. Kişiden kişiye değişen bazı düşünme<br />
biçimleri yaşam olaylarının olduğundan ağır<br />
algılanması ve sonrasında stres oluşumu ile ilişkili<br />
bulunmuştur. Kişinin kendi kendine yaptığı olumsuz<br />
içerikli konuşmalar zaman geçtikçe otomatikleşir<br />
ve olumlu bir içerikle kolayca yer değiştiremez.<br />
Stres düzeyinizi azaltmak istiyorsanız, bu olumsuz<br />
düşüncelerin farkına varmak çok önemlidir. Bu<br />
düşünce biçimlerinden bazıları şunlardır (Şahin,<br />
1988):<br />
Bir insanın herkes tarafından sevilmesi gerekir:<br />
Birçok kişi sözel olarak dile getirmese bile böyle bir<br />
beklenti içindedir. Bu beklenti kişiyi ilişkilerinde<br />
oldukça hassas bir konuma getirir. Dolayısıyla<br />
yaşadığı en ufak olumsuz deneyimleri, hayal<br />
kırıklıklarını bile sevilmediği yönünde algılayıp stres<br />
kaynağı yapabilir.<br />
Her zaman mükemmel olmak gerekir: Kişinin böyle<br />
bir beklentisi olması halinde tüm başarısızlıklarında<br />
kendini suçlama eğiliminde olur. “Eyvah toplantıya<br />
geç kaldım, zaten hangi işi becerebildim ki…”<br />
Bütün kötü olaylar benim başıma gelir: Kişi<br />
tamamen kendine dönük yaşadığında başkalarının<br />
yaşadıklarını fark etmeyip, kendini yaralamaya<br />
devam edebilir: “Her zaman olumsuz insanlarla<br />
çalışıyorum...”<br />
Olaylar her zaman benim istediğim şekilde<br />
gelişmelidir; bizim dışımızdaki pek çok insan ve<br />
durum yaşamımızda belirleyicidir. Dolayısıyla her<br />
şeyin her zaman bizim istediğimiz gibi gitmesini<br />
beklemek stresi yaşamımıza davet etmek anlamına<br />
gelir.<br />
Yaşamış olduğum terslikler gelecekte de devam<br />
edecek; bazı insanlar yaşadıkları olumsuz olayları<br />
yaşamlarının tümüne genelleme eğilimindedirler.<br />
Kötümser bir bakış açısıyla bir şeylerin<br />
farklılaşabileceğine inanmazlar.<br />
Bir şey ya iyidir ya kötü; dünyayı “siyah ya da<br />
beyaz” olarak algılama eğiliminin bir sonucudur.<br />
Eğer gösterdiğiniz performans tam anlamıyla<br />
kusursuz değilse (ki çoğunlukla mümkün değildir)<br />
başarılarınızı bir tarafa itip kendinizi bütünüyle<br />
başarısız olarak değerlendirirsiniz. “İnsan bir işi en iyi<br />
şekilde yapmayacaksa, hiç başlamasın daha iyi…”<br />
Diğer insanların istediği gibi olmazsam yalnız<br />
kalırım; bu inanç insanların kendi isteklerinden<br />
fedakarlık etmelerine ve yaşamlarını başka<br />
insanların mutlulukları doğrultusunda<br />
sürdürmelerine neden olur.<br />
Yalnız olmak korkunçtur; insan sosyal bir varlıktır<br />
ve başka insanların varlığı dünyamıza renk katar;<br />
ancak her zaman etrafımızda başkalarının olmasını<br />
beklemek pek gerçekçi değildir. Zaman zaman yalnız<br />
kalmak da insana iyi gelebilir.<br />
Başıma gelen olumsuzluklardan her zaman ben<br />
sorumluyum; farklı nedenleri olabileceğini hiç<br />
dikkate almadan, birey diğerlerinin olumsuz<br />
davranışlarının nedenlerini kendine yükleyebilir:<br />
“Selam vermedi, yanlış bir şey mi yaptım acaba…”<br />
İŞ YAŞAMINDA STRES<br />
Gündelik yaşantımızın büyük bölümü iş yerimizde<br />
geçmektedir. Bunun yanı sıra iş hayatı çalışılan<br />
saatlerin ötesinde yaşamın her alanına yayılan bir<br />
etkiye sahiptir. Bireyin işi, onun toplum içerisindeki<br />
yerini, ilişkilerini, kendisine ve ailesine sağladığı<br />
olanakları, zevklerini ve yaşam doyumunu belirler.<br />
Söz konusu nedenlerle iş yerimiz yaşamımızdaki<br />
en önemli stres kaynaklarından biri haline<br />
gelebilmektedir (Stres Broşürü, 2008).<br />
Birçok araştırma sonucu, işyerinde stres yaratan<br />
faktörlerin büyük bölümünün ortak olduğunu<br />
göstermektedir. Bu faktörler şu şekilde sıralanabilir<br />
(Şahin, 1988):<br />
Fiziksel Faktörler: Işık (az ya da çok), sıcaklık<br />
(az ya da çok), gürültü, mahremiyet yoksunluğu,<br />
tehlikeli ve güvenlikten yoksun çevre koşulları…<br />
İlişkiler ile İlgili Faktörler: Saygı gösterilmemesi,<br />
önemsenmeme, iletişim azlığı, destek yoksunluğu,<br />
yıkıcı rekabet…<br />
Görev ve Sorumluluk Alanı ile İlgili Faktörler:<br />
Kişinin görev sınırlarının belirsizliği, çok fazla<br />
sorumluluk, zaman baskısı, hata yapma korkusu,<br />
rolde belirsizlik, rol çatışması, sorumluluklardaki<br />
değişmeler…<br />
79<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
80<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Kariyer Faktörleri: Yetersiz terfi, fazla terfi,<br />
emeklilik…<br />
Örgütsel Faktörler: Monoton iş, vardiya usulü<br />
çalışma, gece işi, fazla mesai, amirin adil ve<br />
destekleyici olmaması, ücret eşitsizlikleri, diğer<br />
yapısal sorunlar…<br />
Diğer Faktörler: Ailevi sorunlar (aile ve işletme<br />
taleplerinin çatışması), maddi güçlükler, kişiler<br />
arası ilişki sorunları, dengesiz beslenme, zararlı<br />
maddelerin (alkol, sigara, kafeinli içecekler, vb.) aşırı<br />
tüketimi…<br />
Kişinin iş yerinde devamlı strese maruz kalması bir<br />
takım belirtileri beraberinde getirir. Bu belirtiler<br />
çeşitlilik göstermekle birlikte genel olarak şu şekilde<br />
özetlenebilir:<br />
• İş performansının düşüklüğü,<br />
• İş kazalarının artması,<br />
• İşe devamsızlığın artması,<br />
• Rekabete karşı koyamama,<br />
• Personel arası dayanışma eksikliği,<br />
• Katılımcılığın azalması,<br />
• Dalgınlık ve unutkanlığın artması,<br />
• Karar vermede yetersiz kalma, en iyi olanı değil<br />
garanti olanı seçme,<br />
• Hatalara karşı vurdumduymaz davranma,<br />
• Sorunlara aşırı duygusal tepki gösterme,<br />
• Kendine ve çevreye güvensizlik,<br />
• Öfke ve kızgınlık duyma,<br />
• Kendini değersiz, yetersiz hissetme,<br />
• Baş edemeyeceğini düşündüğü durumlarda paniğe<br />
kapılma,<br />
• Alkol, sigara kullanımının artması,<br />
Sözü edilen belirtilerden de anlaşıldığı gibi iş<br />
yaşamındaki stres kişide psikolojik ve fiziksel<br />
anlamda ciddi zararlara neden olabilmektedir.<br />
Kişinin yaşam kalitesinin düşmesinin yanı sıra<br />
topluma verdiği zarar da yüksektir.<br />
İş yaşamındaki strese uzun süre maruz kalan ve<br />
bununla baş etmekte zorlanan bireylerde bir süre<br />
sonra tükenme meydana gelebilir. Tükenme;<br />
• Hayattan zevk almama,<br />
• İş stresini her zamankinden daha fazla hissetme,<br />
• Fiziksel aktivite ile açıklanamayacak yorgunluk ve<br />
bitkinlik halleri,<br />
• Umutsuzluk,
• Kolayca öfkelenme<br />
• Bedensel belirtiler (fizyolojik temeli olmayan baş<br />
ağrıları, mide ağrıları vb.) şeklinde ortaya çıkan bir<br />
durumdur.<br />
Yapılan araştırmalar gerek iş yaşamında gerekse<br />
gündelik yaşamında stres yaşamaya yatkın<br />
insanların bir takım ortak özellikleri olduğunu<br />
ortaya koymaktadır. Bu özellikler şu şekilde<br />
sıralanabilir:<br />
• Saldırgan davranışları, düşmanlık duyguları baskın<br />
olanlar,<br />
• Benmerkezci, egoist kişilik özelliği baskın olanlar<br />
• Sürekli rekabet etme, kazanma gereksinimi içinde<br />
olanlar,<br />
• Zamana karşı yarışanlar,<br />
• Kendilerine sıklıkla suçluluk payı çıkaranlar,<br />
• Aşırı duyarlı, duygusal tepkileri önde olanlar,<br />
• Çevre ile ilişkilerinde yetersiz, pasif kalanlar.<br />
Stresle baş etmede daha dayanıklı olan kişilerin<br />
özellikleri ise şunlardır:<br />
• İşlerine ve sosyal hayata daha aktif katılanlar,<br />
• Yaptıkları işten ve katıldıkları sosyal faaliyetlerden<br />
zevk alanlar,<br />
• Mücadele ve değişiklikten zevk alanlar,<br />
• Gelecekle ilgili olumlu beklenti içinde olanlar,<br />
• Kişiliklerinde hoşgörü ve esneklik faktörünü<br />
bulunduranlar,<br />
• Eş ve aile ile olumlu ilişki içinde bulunanlar,<br />
• Yakın çevre ile olumlu duygusal ilişki içinde<br />
bulunanlar,<br />
• Hayatlarını ve çevrelerindeki şartları kontrol<br />
ettiklerine inananlar.<br />
Buraya kadar özetlendiği gibi stresin kişinin yaşamı<br />
üzerinde meydana getirebileceği etki durumdan<br />
duruma ve kişilik özelliklerine göre değişebilmekle<br />
birlikte, önemli olan stresin yaşamımızda hiç var<br />
olmaması değil, uygun bir düzeyde olmasıdır. Stresle<br />
başa çıkmanın en temel koşulu, bu olumlu düzeyin<br />
üstüne çıktığımız ya da altına düştüğümüz anları ve<br />
durumları fark etmektir. Sonraki sayıda stresle başa<br />
çıkmada kullanılan etkili ve hatalı yöntemlere yer<br />
verilecektir.<br />
KAYNAKLAR:<br />
ŞAHİN, N.H. (1998). STRESLE BAŞA ÇIKMA. TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ<br />
YAYINLARI, ANKARA.<br />
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI STRES VE STRESLE MÜCADELE BROŞÜRÜ (2008).<br />
YILMAZ, N. STRES NEDİR HTTP://WWW.SAGMER.HACETTEPE.EDU.TR<br />
81<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
ATATÜRK VE<br />
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ<br />
[ Hazırlayan] Kaya GÜMÜŞ | S.G. İda. Üçvş.<br />
Atatürk’ün Cumhuriyet ile birlikte milli<br />
kimlik olarak seçtiği Türk milliyetçiliği<br />
anlayışı; akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dönük,<br />
demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici,<br />
insani ve barışçıdır. Irkçılıkla, totaliter<br />
faşizmle, komünizmle bağdaşmaz.<br />
Millet gerçeği, günümüzün reddedilemeyen<br />
sosyal ve siyasi gerçeklerindendir. Millet<br />
fikrini reddedip siyaset ve toplum olayına<br />
sınıf açısından bakan totaliter anlayışların<br />
uygulandığı ülkelerde bile, milli duygular<br />
ortadan kaldırılamamıştır. Millet gerçeği<br />
ve milliyet duygusu; milleti inkar eden<br />
ideolojilerden daha güçlü olup manevi<br />
değerleri güçlendiren, insanları kaynaştıran,<br />
kültürü geliştiren, çeşitli milli kültürlerle<br />
dünyayı zenginleştiren, ilerlemeyi ve<br />
çağdaşlaşmayı hızlandıran, hürriyeti koruyan<br />
ve demokrasiyi mümkün kılan yararlı<br />
unsurlardır.<br />
82<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Milletin en kısa tanımı Atatürk’e göre<br />
şöyledir: “Aynı kültürden olan insanlardan<br />
oluşan topluma millet denir.” Ortak kültür,<br />
Atatürk’ün de vurguladığı gibi millet<br />
olabilmek için önemli bir yere sahiptir. Tarih<br />
gösteriyor ki, bazen ortak bir milli kültür<br />
etrafında toplanan bir sosyal grup milleti<br />
ve devleti oluşturmuş, bazen de önce bir<br />
devlet çatısı altında toplanmış, ortak milli<br />
kültür bundan sonra zamanla gelişmiştir.<br />
Her iki durumda da, milletin varlığını ve<br />
bütünlüğünü koruyup sürdürebilmesi<br />
açısından, ortak kültür millet olma açısından<br />
çok önemli bir unsur olup hayati önem<br />
taşımaktadır.<br />
Milleti oluşturan şartları inceleyen Atatürk,<br />
bir toplumun millet olabilmesi için dil, din,<br />
ırk, yurt, ülkü gibi unsurlardan bir kısmının<br />
bir araya gelmesi gerektiğini öne sürmüştür.<br />
Ancak her millet için bunların hepsinin<br />
bir arada bulunmasının mutlaka gerekli<br />
olmadığını da belirtmiştir. Bazı ülkelerde<br />
kök birliği veya dil birliği olmadığı halde,<br />
aynı siyasi çatı altında toplanan, aynı yurtta<br />
yaşayan, ortak bir tarihi mirası paylaşan,<br />
beraber yaşamak hususunda ortak iradeye<br />
sahip olan, ortak amaçları bulunan insanlar<br />
millet olabilmişlerdir. Burada önemli olan;<br />
ortak değerlerin, ortak inanç ve ideallerin,<br />
ortak milli kültürün ve özellikle aynı devlete<br />
ve aynı millete mensup olma duygusunun<br />
korunması ve bunun sürekli geliştirilmesidir.<br />
Atatürkçü milliyetçiliğin en önemli etkeni<br />
Türklük’tür. Atatürk öncelikle Türk milletini<br />
tanımakla işe başlamış, Türklüğün yüce ve<br />
üstün niteliklerini tarihi araştırmalarla,<br />
bilimin ve tecrübenin ışığında değerlendirmiş,<br />
Türklük değerini tarihin içinden çıkartarak<br />
onu adeta abideleştirmiştir.<br />
Milli Mücadele’nin hemen başlangıcında<br />
Atatürk Türklük duygusunu kendisine rehber<br />
alarak Milli Mücadele’yi kazanmak, büyük<br />
davayı başarıya ulaştırmak için Atatürk’ün<br />
“Bu memleket tarihte Türktü, halen Türktür<br />
ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”<br />
ifadesinden anlaşılacağı gibi Türk milletine<br />
inanmış ve güvenmiştir.<br />
Atatürk, 1919 yılından itibaren “milli”<br />
kelimesini; milli mücadele, milli irade, milli<br />
vatan, milli meclis gibi kavramlar içerisinde<br />
bilinçli bir şekilde vurgulamıştır. En önemlisi<br />
ise Türk tarihinde ilk kez sınırları belirsiz<br />
bir Osmanlı İmparatorluğu’nun müdafaası<br />
söz konusu değildir artık. Milli hudut;<br />
yine Atatürk’ün Misak-ı Milli hudutlarını<br />
çizmesiyle gerçekleşmiş olup Atatürk ile<br />
birlikte Türk insanının yaşadığı, sınırları belli<br />
bir milli sınır ortaya çıkmıştır.<br />
Atatürk’ün, milli mücadeleye birlikte<br />
oluşturduğu ve asla taviz vermediği şeylerden<br />
biri ‘‘Misak-ı Milli’’ kavramıdır. Bu kavram<br />
zamanla bizi milli devlete ulaşmamızı<br />
sağlamıştır. Sınırları belirlenmiş bağımsız<br />
bir devletin yapması gereken işlerden birisi<br />
ve en önemlisi bütün vatandaşları için özgür<br />
bir ortam sağlamaktır. Bu özgür ortamın<br />
oluşturulması ise Atatürk’ün Türk milletine<br />
kazandırdığı önemli değerlerden biri olan milli<br />
egemenlik ile sağlanabilir. Bütün dünyada<br />
krallık, komünizm, nazizm, faşizm gibi aile,<br />
kişi, zümre sistemine dayalı egemenliklerin<br />
hakim olduğu bir dönemde milli egemenlik<br />
değerini ortaya koyması; Atatürk’ün Türkiye<br />
Cumhuriyeti’ne kazandırdığı milli devlet ve<br />
milli egemenlik değerlerinin önemini daha<br />
açık olarak meydana çıkarmaktadır.<br />
Atatürk Milli Mücadele’de Türk milliyetçiliğini<br />
izleyerek milli egemenliği gerçekleştirmek<br />
ve her türlü etkiden uzak milli bir<br />
heyetin seçilmesinin gerekliliğini Amasya<br />
Genelgesi’nde belirterek yeni devletin milli<br />
kimliğinin kalıplarını oluşturmuştur.<br />
Milli Mücadele’den hemen sonra Atatürk milli<br />
olmayı ve bilimi esas alarak kurduğu Türkiye<br />
83<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Cumhuriyeti’ni çağdaş bir ülke seviyesine<br />
getirme çabasına girmiştir. Atatürk yine Türk<br />
milliyetçiliğini esas alarak milli kimliğimiz<br />
ve milli karakterimizi, dilimizi, tarihimizi<br />
ve kültürümüzü koruyarak çağdaş uygarlık<br />
seviyesine ulaşılmasını sağlamış ve Türk<br />
milleti bu dönemde milli kimlik ve kişiliğini,<br />
milli benliğini kazanmıştır.<br />
Atatürk’ün Türk toplumuna hedef olarak<br />
gösterdiği milli kültürümüzü çağdaş<br />
medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma hedefi;<br />
toplumu hareketsiz kalmaktan kurtararak<br />
ona bir dinamizm vermiştir. Türk milleti<br />
olarak bu hedefe ulaşmak için yapılacak<br />
şey; gelişmiş ülkeler ve bilim dünyasından<br />
kopmadan, gelişmiş ülkelerin medeniyeti<br />
içinde kaybolup yok olmadan kendi milli<br />
kültürümüzü, kendi medeniyetimizi korumak,<br />
milli kültür ve medeniyetimizi geliştirmek,<br />
çağdaş medeniyetler ile mücadele edebilecek<br />
değerleri ortaya çıkararak demokratik,<br />
laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye<br />
Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatmaktır.<br />
“Atatürkçülük; milli kimlik ve milli benlik içinde,<br />
onlardan asla kopmadan, dilimizi, kültürümüzü<br />
koruyarak, tarihimize sahip çıkarak çağdaş<br />
uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak hedefinde olan<br />
bir çağdaşlaşma hareketidir.”<br />
Atatürkçülük bir ideoloji olarak<br />
düşünülmemelidir. Çünkü Atatürkçülük<br />
ve Atatürk ilkeleri zaman ve şartlara göre<br />
yorumlanabilen, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki<br />
yol gösterici bilimdir” sözlerinin ışığında Türk<br />
milletinin sonsuza kadar çağdaş bir toplum<br />
seviyesine yükselmesini hedefleyen dinamik<br />
amaçlardır. Bu amaçlar ise Türk milletinin<br />
siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel yönden<br />
bağımsızlığının sürdürülmesini sağlayacaktır.<br />
84<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
Bizlere ise Atatürk ilkelerinin yorumlarını<br />
isabetli ve sağlıklı bir şekilde yapabilme görevi<br />
düşmektedir. Atatürkçülüğe karşı bütün<br />
ideolojiler ise belli kalıplar içinde sıkıştırılmış<br />
fikirlerdir. Bu fikirlerin yıkılması, eskimesi,<br />
karşı fikirlerin oluşması mümkündür.<br />
Cumhuriyetimizin 10’uncu yılında Atatürk:<br />
“Ne mutlu Türk’üm diyene!” ifadesini kullanarak<br />
milliyetçiliği ortak yaşama isteğine ve<br />
başka bir konuşmasında Atatürk: “Van’dan,<br />
Diyarbakır’dan Trakya’ya Karadeniz’den Akdeniz’e<br />
kadar, cumhuriyetin milli sınırları içinde kalan<br />
topraklarda yaşayan her fert aynı cevherin<br />
damarlarıdır.” diyerek milliyetçiliği ortak<br />
kültüre dayandırmıştır.<br />
Milliyetçilik ve millilik kavramları; Atatürk’ün<br />
Samsun’a ayak bastığı andan itibaren adım<br />
adım gerçekleştirmek istediği üniter devlet<br />
yapısının temelini oluşturmuştur. Milliyetçilik<br />
esasına dayalı bir milli kimlikle; milli kültür<br />
değerleri içerisinde birbiriyle kaynaşmış<br />
kenetlenmiş bir toplumla milletin ve ülkenin<br />
ihtiyacı olan inkılapları gerçekleştirmiş, bu ülkeyi<br />
çağdaş uygarlık seviyesine getirmiştir.<br />
Atatürk’ün belirlediği ilke ve yaptığı inkılapların<br />
topluma yayılması ve benimsenmesinden<br />
doğan Atatürkçülük; milli kimliğimiz ve milli<br />
benliğimizden kopmadan dilimizi, kültürümüzü<br />
koruyup, tarihimize sahip çıkarak çağdaş<br />
uygarlık düzeyini yakalamaktır. Bu hedefe<br />
varmanın yolu ise Türk milliyetçiliğinden,<br />
Atatürk milliyetçiliğinden geçmektedir.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. GENELKURMAY ASKERİ TARİH VE STRATEJİK ETÜT BAŞKANLIĞI YAYINLARI<br />
ATATÜRKÇÜLÜK KONFERANSLARI-I PROF.CEMALETTİN TAŞKIRAN<br />
SAYFA 131,132,133,134,135,136,137,138<br />
2. ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA<br />
MERKEZİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SUAT İLHAN<br />
SAYFA 57,58,59,60,61,62,63,64,65,66<br />
85<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
RUSYA SINIR BİRLİKLERİ KOMUTANI ORG. VLADIMIR PRONICHEV’İN ZİYARETİ<br />
86<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Rusya Sınır Birlikleri Komutanı Orgeneral Vladimir PRONICHEV <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.
İTALYA SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI KORA. RAIMONDO POLLASTRINI’NİN ZİYARETİ<br />
87<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
İtalya <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Raimondo POLLASTRINI <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
YUNANİSTAN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI KORA. THEODOROS RENTZEPERIS’İN ZİYARETİ<br />
88<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Yunanistan <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Koramiral Theodoros RENTZEPERIS <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.
AZERBAYCAN SAHİL MUHAFAZA REİSİ TUĞG. İLHAM MEHDİYEV’İN ZİYARETİ<br />
TÜRKİYE HARP MALULÜ GAZİLER, ŞEHİT DUL VE YETİMLERİ DERNEĞİNİN ZİYARETİ<br />
Azerbaycan <strong>Sahil</strong> Muhafaza Reisi Tuğgeneral İlham MEHDİYEV <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.<br />
89<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
Türkiye Harp Malulu Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK’i ziyaret<br />
etmiştir.
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMA. ATİLLA KEZEK’İN CEBECİ ASKERİ ŞEHİTLİĞİNİ ZİYARETİ<br />
90<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle Cebeci<br />
Askeri Şehitliğini ziyaret etmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMA. ATİLLA KEZEK’İN CEBECİ ASKERİ ŞEHİTLİĞİNİ ZİYARETİ<br />
ŞEHİT AİLELERİNİN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI ZİYARETİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı şehit mezarlarını ziyaret etmiştir.<br />
91<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle şehit<br />
ailelerini kabul etmiştir.
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
18 MART ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ VE ŞEHİTLER GÜNÜ TÖRENİ<br />
SİVİL MEMUR YEMİN TÖRENİ<br />
92<br />
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında tören icra<br />
edilmiştir.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında görevli sivil memurların yemin töreni icra edilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1’İNCİ ÇEVRE SEMİNERİ<br />
93<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
“<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı 1’inci Çevre Semineri” Ana Ast Komutanlıklar, Deniz <strong>Kuvvetleri</strong> Komutanlığı, Çevre ve Orman<br />
Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığı temsilcilerinin katılımı ile <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında icra edilmiştir.
EĞLENCE<br />
KARİKATÜR<br />
[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | Dz. Kur. Kd. Alb.<br />
94<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
FIKRA KÖŞESİ<br />
İLGİNÇ KAZA<br />
Polise bir ihbar gelir. Temel ile Dursun<br />
kaza yapmıştır. Polis olay yerine<br />
geldiğinde görür ki, arabalar sapa sağlam,<br />
Temel ile Dursun’un agzı burnu dağılmış.<br />
Polis sorar:<br />
- Anlat Temel. Olay nasıl oldu<br />
- Komserum. Hava sisli olduğundan<br />
kafami pencereden çikarmiş öyle<br />
gideydum. Meğersem Tursun da karşidan<br />
öyle geleyirmuş.<br />
EVLENİRKEN NEREDEYDİN<br />
Adamın işi varmış, Ankara’ya gidiyormuş,<br />
tam uçağa binerken kulağında bir ses :<br />
- Binme, bu uçak düşecek!<br />
Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de<br />
bir kurt düşmüş, binmemiş. İkinci uçağı<br />
beklerken kara haber ulaşmış.<br />
- Uçak düştü kurtulan olmadı!<br />
Koşmuş Haydarpaşa’ya, bilet almış, tam<br />
trene binecek, aynı ses kulağında :<br />
- Binme bu trene, raydan çıkacak! Dönmüş,<br />
bakmış yine kimse yok, trene binmemiş,<br />
gelmiş eve, sabah gazeteyi açınca tüyleri<br />
ürpermiş :<br />
- Tren Eskişehir’de raydan çıktı şu kadar<br />
ölü, şu kadar yaralı...Allah’ına şükretmiş,<br />
koşup otobüse bilet almış, tam binerken<br />
yine o ses:<br />
- Bu otobüse binme, freni patlayacak!<br />
Dönmüş yine kimse yok! Dayanamamış,<br />
bağırmış :<br />
- Sen kimsin yahu<br />
- Ben senin iyilik meleğinim! Adam iyice<br />
kızmış.<br />
- Ulan, evlenirken neredeydin.<br />
95<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong>
GO<br />
GO KURALLARI<br />
[ Hazırlayan ] M. Kutay ELDEMİR | Svl. Me.<br />
BAĞLANTI:<br />
A<br />
B<br />
a<br />
1<br />
C<br />
D<br />
E<br />
A : Siyah taş ataride ve beyazın ‘‘a’’noktasına yapacağı hamle onu hapis alabilir.<br />
B : Siyah 1 no’lu hamle ile bu durumdan kurtulabilir. Şekildeki iki taş birbirine bağlıdır.<br />
C : Tahtanın ortasında herhangi bir yerde duran bir taşın 4 açıklığı vardır. Açıklıklar oklarla gösterilmiştir.<br />
D : Birbirine bağlı iki taşın ise 6 açıklığı vardır. Bu da onların daha güçlü olduğunu gösterir.<br />
96<br />
Çapraz Taşlar:<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
A<br />
1<br />
B<br />
2<br />
C<br />
Çaprazda duran iki taş arasında gerçek anlamda bir bağlantı yoktur.<br />
(A) 1’e oynayan siyah öteki taşını atariden kurtarmış olmaz.<br />
(B) Beyaz 2 no’lu hamle ile siyah taşı hapis alabilir.<br />
(C) İşte beyazın hamlesinden sonraki görüntü
BRİÇ<br />
15 ALTIN KURAL [ Hazırlayan ] Engin KUNTAY | S.G. Bnb.<br />
Yer oyununa ilişkin temel sayılan 15 Altın Kuralı incelemeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.<br />
6. KURAL<br />
SA’da rakibin renginde yalnızca bir keser ile ilk bir ya da birkaç eli bağışlamak istiyorsanız<br />
bu renkte el ve yerdeki toplam kağıt sayısını 7 sayısından çıkarın. Sonuç, kaç el bağışlamanız<br />
gerektiğini gösterir.<br />
Rakibin renginde 5 kağıdınız varsa iki el bağışlamalısınız. (7-5=2):6 kağıdınız varsa bir el<br />
bağışlamalısınız; 7 kağıtla hiç bağışlamayın.<br />
K<br />
A D V 10<br />
A 8 4 2<br />
10 6<br />
7 4 3<br />
K<br />
A D V 10<br />
A 4 3<br />
10 6 2<br />
7 4 3<br />
K<br />
A D V 2<br />
9 8 3<br />
10 6<br />
D V 4 2<br />
Örneklerin tümünde<br />
G<br />
R 5 4<br />
R 9 6<br />
A 8 3<br />
R D V 2<br />
G<br />
R 5 4<br />
R 9 2<br />
A 8 3<br />
R D V 2<br />
5 çıkıldı, Doğu ruayı oynadı. Oyununuzu planlayın.<br />
G<br />
7 5 4<br />
R 5<br />
A 8 3<br />
A R 8 7 3<br />
6 kuralı size iki el bağışlamanızı söylemektedir (7-5=2). Başka türlü davranmak için de neden yoktur.<br />
3.eli karo asıyla alın ve trefleri sağlamak için oynayın. Batı beşli karo ile başladıysa ve A Doğuda ise<br />
her şey yolunda gidecektir.<br />
6 kuralı bir el bağışlamanızı söylemektedir. (7-6=1). Kontratınızı yapabilmeniz için bu zorunludur.<br />
İkinci karoyu alın ve treflere girin (yerin onlusuna doğru pik,ruanıza doğru trefl,bu el alınmazsa<br />
valeye doğru yeniden pik, dama doğru trefl,asa doğru R ve V-2’niza doğru trefl). Bu oyun biçimi,<br />
karolar Batıda beşli ve A Doğuda ise size 10 el kazandırır. Ancak ikilide, hiçbir dönüş sizin için<br />
tehlikeli olamayacağından, iki el bağışlamakta yarar vardır. Böyle oynayarak yine 10 el alırsınız ama<br />
Batı dört karo ile başlamışsa yalnızca bir el bağışladığınızda topladığınız el sayısı 9’a düşer. 6 kuralına<br />
göre iki el bağışlamanız, körlerde iki yerine bir keseriniz bulunduğu zaman geçerli değildir.<br />
97<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
6 kuralı iki kez bağışlamanızı söylemektedir ama burada hiç bağışlamamanız gerekir; çünkü Doğunun<br />
kör denemesi halinde tehlike çok büyüktür. Eli asla alın ve pik empasını kaç kez gerekiyorsa yineleyin.<br />
Batıda beşli karo varsa ve A ile R Doğuda ise batabilirsiniz;ancak bu; R’nın Batıda olmasından<br />
çok daha zayıf bir olasılıktır.
EĞLENCE<br />
BULMACA<br />
[ Hazırlayan ] Kaya GÜMÜŞ | S.G. İda. Üçvş.<br />
1<br />
2<br />
3<br />
4<br />
5<br />
6<br />
7<br />
8<br />
9<br />
10<br />
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />
SOLDAN SAĞA<br />
1. Eski Japon hacim ölçüsü...Güzel sanat...Ayak 2. Yazın, Literatür... 3.<br />
Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, Tekin olmayan.... 4. İşaret,Nişan,Bel...<br />
Koku...Kemiklerin toparlak ucu/Kutsal Hint metinlerinin baş ve<br />
sonlarında tekrarlanan mistik hece.... 5. Yatısız okul ya da öğrenci....<br />
6. Yeis, Gam, Vesvese, Küşüm... Kudret, İktidar, Nüfuz.... 7. Ağırkanlı,<br />
Rahatına düşkün.... 8. Asker, Azap,Levent,Sü...Adlan sıfat yapmakta<br />
kullanılan yapım eki/Vietnam krallık hanedanı...Kari.... 9. Akciğer Şüş...<br />
Çadırları, hizmetçileri, sürüleri ve mallarıyla birlikte bir Arap reisinin evi....<br />
10. Yazım... Hastalık anlamında eski sözcük/Rusça’da ‘‘Evet’’... Becerikli,<br />
Eli işe yatkın....<br />
YUKARIDAN AŞAĞI<br />
1. Bir çuval türü... Yürürlükte olan. Geçerli, Cari.... 2. Ateş./Bestelenmiş<br />
her tür şiire batıda verilen genel ad... Istılah,Tabir.... 3. Ağaç dallarının<br />
tomurcuk yeri/ Bir tür çuha...Takan...Batı Samileri’nin en önemli<br />
totemi.... 4. Alfabetik.... 5. Masonluk öğreti kurallarının genel adı...<br />
Asit.... 6. Anadut, Dirgen...Peygamberleri Hud’u dinlemedikleri için Tanrı<br />
tarafından yok edilen kavim.... 7. Bayındır yer, Kalkınmış yöre...Kalça<br />
kemiği,ORE.... 8. Borudan parça almakta kullanılan bağlantı parçası...<br />
Dökme, Akıtma.... 9. İsveç işçi sendikası...Ali,Celil,Ulya, Mübeccel....<br />
10. Kötülüklerden koruyan muska, tılsım gibi şeyler...Yüz çevirme....<br />
SUDOKU<br />
[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda.Astsb.Çvş.<br />
98<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Nisan <strong>2009</strong><br />
ZORLUK<br />
ÇOK ZOR<br />
3<br />
7 1 2 4<br />
4 5 8<br />
6 4 8<br />
2 9 3 7 1 5<br />
5 9 7<br />
6 5 9 1<br />
1 3 6<br />
3 4<br />
Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart<br />
olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve<br />
her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a<br />
rakamların birer kez yer alması gereklidir.<br />
5 7 3 2 1 6 4 9 8<br />
6 9 1 4 8 3 5 2 7<br />
8 4 2 7 5 9 3 6 1<br />
2 6 4 9 7 1 8 5 3<br />
7 3 8 5 4 2 9 1 6<br />
9 1 5 3 6 8 7 4 2<br />
4 8 6 1 3 5 2 7 9<br />
1 5 9 8 2 7 6 3 4<br />
3 2 7 6 9 4 1 8 5<br />
GEÇEN SAYININ<br />
ÇÖZÜMÜ<br />
DİLBİLGİSİ<br />
GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ<br />
TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM [ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı<br />
ahenk<br />
: uyum<br />
iltica etmek : sığınmak<br />
akreditasyon : güvenirliğin onaylanması kapitülasyon : yabancı ayrıcalığı<br />
anorak<br />
: yağmurluk<br />
komünikasyon : iletişim<br />
beraat<br />
: aklanma<br />
mönü<br />
: yemek listesi<br />
dejenerasyon : soysuzlaşma, yozlaşma referandum : halk oylaması<br />
entegrasyon : bütünleşme<br />
sirküler : genelge<br />
harcırah : yolluk<br />
tabldot<br />
: seçmesiz yemek<br />
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />
1 L İ M A N L A M A K<br />
2 I N E O A<br />
3 T E F M E T<br />
4 A D E S A Z A P<br />
5 Y A B A Y A K A<br />
6 F E N H<br />
7 İ T A İ O M A<br />
8 O S Y Ş U R<br />
9 İ S E S D<br />
10 Z A R A T U Ş T R A