You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
CİHANNÜMA<br />
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3<br />
MART 2015<br />
Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği
CİHANNÜMA<br />
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
Yıl:2 Sayı:3<br />
Üç ayda bir elektronik olarak yayınlanmaktadır: http://www.cihannuma.org/<br />
Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği Adına Sahibi:<br />
Mustafa ŞEN<br />
Yayın Koordinatörü<br />
Bilal EREN<br />
Editör<br />
Hakan AYDIN<br />
Editör Yardımcısı<br />
Osman UTKAN<br />
Yayın Komisyonu<br />
Ömer Faruk YÜCE<br />
Adnan ÇELİK<br />
Muhammed Selman DÖNMEZ<br />
Grafik Tasarım<br />
Mustafa BOSTANCI<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni ülkemizde ve dünyada ağırlıklı<br />
olarak dış politikaya ilişkin gelişmeleri yorumlamak, tartışma konuları hakkında kamuoyunu<br />
bilgilendirmek, güncel gelişmeleri Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği üyelerine<br />
aktarmak ve diğer araştırma ve uygulama birimleriyle paylaşmak amacıyla yayınlanmaktadır.<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nde yer alan yazılar ve görüşler<br />
tamamen yazarlarına aittir. Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği’nin resmi<br />
görüşünü yansıtmamaktadır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />
İLETİŞİM<br />
Mustafa Kemal Mah. 2133 Sk. No:11/10 Çankaya / Ankara<br />
Tel: 0312 219 81 93<br />
Faks: 0312 219 81 94<br />
www.cihannuma.org<br />
www.twitter.com/cihannumader<br />
www.facebook.com/cihannumader<br />
E-posta: cihannumadisiliskilerebulten@gmail.com
CİHANNÜMA<br />
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
ÖZETLER...........................................................................................................................................................................4<br />
ABSTRACTS......................................................................................................................................................................6<br />
MEDYATİK ORYANTALİZM: KÜLTÜREL SÖMÜRGECİLİK.............................................................................8<br />
Yusuf KAPLAN<br />
BOSNA’DA YÜZYILLIK DRAM..................................................................................................................................14<br />
Hüseyin YORULMAZ<br />
MISIR’DA DARBENİN SÜRDÜRÜLEMEZ EKO-POLİTİĞİ..............................................................................22<br />
Can ACUN<br />
DİJİTAL AKTİVİZM.......................................................................................................................................................32<br />
Bilal EREN, Öğr. Gör.<br />
YAZIM KURALLARI......................................................................................................................................................34<br />
DUYURU / TEŞEKKÜR
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
ÖZETLER<br />
MEDYATİK ORYANTALİZM: KÜLTÜREL<br />
SÖMÜRGECİLİK<br />
Yusuf KAPLAN<br />
Çağımız, medya çağı. Medya çağı’nı,<br />
“pornografi” çağı olarak da adlandırabiliriz.<br />
Burada “pornografi”den kastettiğim şey, algı<br />
kapılarının kapanmasıdır. Algı kapılarının<br />
kapanmasına yol açan şey, bizatihî medyalar<br />
ve bu medyaların dili, izleyiciyle kurdukları<br />
ilişki biçimleridir: Medya çağı, iletişim<br />
araçları olarak doğan medyaların, Stuart<br />
Hall’ün yerinde tanımlamasıyla, “mücadele<br />
mahalli”ne (site of struggle) dönüşmesiyle<br />
birlikte, medyaları, iletişim araçları olmaktan<br />
uzaklaştırdı. Kitleleri, estetik yöntemlerle<br />
ayartan “pornografi” araçlarına dönüştürdü.<br />
Medyalar, artık Habermas’ın deyişiyle, küresel<br />
güç odaklarıyla, ekonomik-siyasî-kültürel çıkar<br />
çevrelerinin, karmaşık/dolayımlı yöntemlerle<br />
güçlerini ve çıkarlarını, hem meşrûlaştırdıkları<br />
hem de pekiştirdikleri “iktidar-kurma<br />
araçları”na dönüştü. Ve geldiğimiz noktada<br />
yeni-sömürgeciliğin akademik oryantalizme<br />
rahmet okutacak keşif kollarına dönüştü. O<br />
yüzden medya çağında iletişimsizlik en büyük<br />
sorun.<br />
BOSNA’DA YÜZYILLIK DRAM<br />
Hüseyin YORULMAZ<br />
20. yüzyılın sonunda yaşanan kanlı savaş,<br />
Boşnaklar için tarihlerindeki en ağır bir<br />
hesaplaşma oldu. Demokrasi, insan hakları,<br />
hümanizm gibi kavramların yüceltildiği<br />
bir zamanda başlarına gelen musibetlere<br />
inanamadılar. Bu çağda bu olur mu diye<br />
düşündüler önce. Üstelik Avrupa’nın arka<br />
bahçesi olarak adlandırılan Balkanlar’ın orta<br />
yerinde vuku buldu bütün bunlar. Dünyanın<br />
gözü önünde gerçekleşti. Batı’nın bazen<br />
sessiz kalarak bazen de yardımcı olarak Sırp<br />
ve Hırvatlarla elbirlik yok etmek istedikleri,<br />
tahammül edemedikleri bu kimlik, aksine o<br />
toprakların yeşil çuha örtüsünde farklı bir tona<br />
bürünerek daha bir sahibini buldu. Boşnaklar<br />
başlarına gelenlerin sırf bu kimliklerinden<br />
ötürü olduğunun farkına vardılar. Çetnikler<br />
ve Ustaşalar onların diline ve soyuna<br />
bakmaksızın “Siz Türk ve Müslümansınız!” diye<br />
saldırıyorlardı. Çünkü haklı olarak yüzyılların<br />
uygulaması ile Boşnaklığı, Türklükle ve<br />
Müslümanlıkla eşitliyorlardı.<br />
MISIR’DA DARBENİN SÜRDÜRÜLEMEZ<br />
EKO-POLİTİĞİ<br />
Can ACUN<br />
Mısır’da halkın büyük bir kısmını Mübarek’e<br />
karşı ayaklandıran ve 25 Ocak 2011 Devrimine<br />
götüren sebeplerin başında siyasi unsurların<br />
yanı sıra, sosyo-ekonomik problemler ve gelir<br />
dağılımı adaletsizliği gelmekteydi. Tahrir<br />
Meydanını dolduran milyondan fazla gösterici<br />
“ekmek, özgürlük, sosyal adalet, insanlık onuru”<br />
sloganları atarak devrimi başlatmışlardı.<br />
Fakat zamanla bu büyük beklentiler daha<br />
da büyük bir öfkeye dönüşmekte gecikmedi.<br />
Karşılanamaz beklentiler, medyanın büyük<br />
4
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
bir kısmını kontrol eden seküler-liberal<br />
muhalefet ile fülul tarafından Cumhurbaşkanı<br />
Muhammed Mursi’ye karşı kanalize edilerek<br />
halk desteğini kaybetmesine neden olurken,<br />
darbenin asgari şartlarını da olgunlaştırmış<br />
oldu. Ancak, darbe aktörleri ateşledikleri bu<br />
öfke ile şimdi kendileri yüzleşmek durumunda<br />
kaldılar. Bir devrim olarak lanse edilen 3<br />
Temmuz Darbesi, beklemediği ölçüde bir<br />
direniş ile karşı karşıya kalınca Mısır kaos<br />
ve şiddet sarmalına sürüklendi. Körfez<br />
ülkelerinden gelen astronomik rakamdaki<br />
yardımlara rağmen, günü kurtarmaktan öte<br />
bir ekonomik planları olmadığı anlaşılan<br />
darbe aktörleri, Mursi döneminden çok daha<br />
büyük bir kriz ile karşı karşıya kaldılar.<br />
arasındaki yazışmaları, yıkılmaz ABD imajını,<br />
gizli ilişkileri görebiliyoruz. Diğer yandan<br />
farklı görüşlerde olanlar da var; Stanford<br />
Üniversitesi’nden Evgeny Morozov’a göre<br />
“sosyal ağların rolü abartılıyor ve bahsedildiği<br />
kadar etkisi yok. Devrim falan yok. 2009’da<br />
İran’daki seçimlerde de bir twitter devrimi<br />
gerçekleşmişti ancak başarısız oldu. Neden?<br />
Twitter o dönemde yeterince popüler değil<br />
miydi?”<br />
DİJİTAL AKTİVİZM<br />
Bilal EREN<br />
İnternet henüz “internet” olmadan önce<br />
Pentagon ile birkaç üniversite arasında bir<br />
proje iken “ARPANET” Projesinde çalışan<br />
akademisyen ve öğrenciler BBS’lerde bir<br />
yandan bilim kurgu ve siber-punk muhabbeti<br />
yapıyor diğer yandan kriptolu bilginin<br />
özgür dolaşımını savunuyor ve “hacktivist”<br />
faaliyetler yürütüyorlardı. Yani bir anlamda<br />
“dijital aktivizm” yapıyorlardı. “Dijital<br />
aktivizm”, yani siyasal pratiklerin enformasyon<br />
ağlarında uygulanışı son dönemin önemli<br />
fenomenlerinden biri. İnsanlar kendilerini<br />
sanal olarak Tahrir, Gezi, Frankfurt<br />
meydanlarında gösteriyor, Facebook’ta<br />
politik gruplara katılıyor, Youtube’da videolar<br />
paylaşıyor ve Twitter’da anlık gelişmeleri<br />
aktarıyor. Veya Dijital Aktivizm <strong>say</strong>esinde<br />
Wikileaks’in yayınladığı belgeleri, hükümetler<br />
5
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
ABSTRACTS<br />
MEDIATIC ORIENTALISM: CULTURAL<br />
EXPLOITATION<br />
Yusuf KAPLAN<br />
We are living in an age of media. We can define<br />
the media age as the “age of pornography”,<br />
as well. The term “pornography” implies the<br />
closing of perception channels. What closes<br />
our perception are the media themselves<br />
and the language they use and the types of<br />
relationships they build with the viewers:<br />
as the media which once emerged as<br />
communication tools turned out to become<br />
“the sites of struggle”, in Stuart Hall’s accurate<br />
conceptualization, the media age alienated<br />
media from being communication tools. It<br />
transformed them into tools of “pornography”<br />
enticing masses by aesthetical means. The<br />
media, in Habermas’ <strong>say</strong>ing, have turned into<br />
“hegemonic tools” whereby global power elites<br />
and economical-political-cultural interest<br />
groups both legitimize and corroborate their<br />
powers and interests through complicated<br />
and vicarious means and methods. And at<br />
the current state, they have become means<br />
of patrol for new-exploitation far worse than<br />
academic orientalism. Therefore the lack of<br />
communication in the age of media is the<br />
biggest problem.<br />
A DRAMA of CENTURY IN BOSNIA<br />
Hüseyin YORULMAZ<br />
The bloody war which took place through the<br />
end of 20th century was the most grievous<br />
revenge for the Bosnians. They couldn’t believe<br />
that they were having these calamities in the<br />
very middle of an era in which such concepts as<br />
democracy human rights and humanism were<br />
glorified. Firs,t they asked themselves how<br />
that could happen in that age. Furthermore,<br />
all these happened at the very center of<br />
Balkans known as the backyard of Europe.<br />
And it happened just in front of the world.<br />
This identity, which the West couldn’t stand<br />
and tried to demolish not only by remaining<br />
indifferent, but also by allying with Serbians<br />
and Croatians, once again found its owner in<br />
a different tone under its green broadcloth<br />
as the things got worse for the attackers. The<br />
Bosnians realized that these were happening<br />
to them just because of this identity of theirs.<br />
Chetniks and Ustashas were attacking them<br />
<strong>say</strong>ing that “they were Muslims” regardless<br />
of their language and kinship. Because they<br />
were rightfully associating being Bosnian with<br />
being Turkish and Muslim.<br />
THE UNSUSTANTAINABLE SOCIO-POLITICS<br />
OF QOUPD’ETAT IN EGYPT<br />
Can ACUN<br />
Among the most forthcoming reasons behind<br />
the public rebellion against Mubarak and 25th<br />
Jan. 2011 Revolution are political factors along<br />
with socio-economical problems and income<br />
inequalities. More than a million demonstrators<br />
gathering at the Tahrir square started the riot<br />
shouting slogans like “bread, freedom, social<br />
justice, human pride”. However, it didn’t take<br />
long for these expectations to turn into an<br />
even larger hatred. Unattainable expectations<br />
were used as a matter of opposition against<br />
6
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
the President Muhammed Mursi by the<br />
secular-liberal opposition circles controlling<br />
most of the media along with fülul (remnants<br />
of the old regime) thereby cultivating the<br />
minimum conditions for coupd’etat. However,<br />
the actors of the coup were then faced with the<br />
challenge to stand up to the hatred they once<br />
provoked. Introduced as an evolution, the 3rd<br />
July Coup faced with an unexpected resistance<br />
thus dragging Egypt into a chaotic and violent<br />
turmoil. In spite of astronomic amount of aids<br />
coming from Gulf countries, the actors of coup<br />
proved themselves unable to devise a wellestablished<br />
financial plan rather than saving<br />
the day and faced with a lot worse crisis when<br />
compared to the Mursi era.<br />
indestructable image of the U.S. and hidden<br />
connections. On the other hand, there are<br />
some others with different views; according<br />
to Evgeny Morozov from Stanford University<br />
“the role of social networks are exaggerated<br />
and they don’t have such an impact. There is<br />
no such thing as revolution. There was once a<br />
Twitter revolution during the 2009 election in<br />
Iran, but it failed. Why? Wasn’t Twitter popular<br />
enough then?”<br />
DIGITAL ACTIVISM<br />
Bilal EREN<br />
Once when Internet was not the Internet it<br />
is now, when it was just a network among<br />
Pentagon and a few universities, academicians<br />
and students working under the “ARPANET”<br />
Project were talking about science-fiction and<br />
cyber-punks over the BBS and also defending<br />
the free flow of cyrpted information as well<br />
as sustaining their “hacktivist” activities. In a<br />
way they were doing “digital activism”. “Digital<br />
activizm”, the practice of making policy<br />
on information networks, is a significant<br />
phonemenon of recent times. People can<br />
virtually demonstrate themselves as if they<br />
were in Tahrir, Gezi or Frankfurt squares, join<br />
in political groups in Facebook, share videos on<br />
Youtube and post instant messages on Twitter.<br />
Thanks to Digital Activism, it’s now possible to<br />
monitor the documents posted by Wikileaks,<br />
correspondences between governments,<br />
7
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
MEDYATİK ORYANTALİZM: KÜLTÜREL SÖMÜRGECİLİK<br />
Yusuf KAPLAN<br />
Araştırmacı-Yazar<br />
Çağımız, medya çağı. Medya çağı’nı,<br />
“pornografi” çağı olarak da adlandırabiliriz.<br />
Burada “pornografi”den kastettiğim şey, algı<br />
kapılarının kapanmasıdır.<br />
Algı kapılarının kapanmasına yol açan şey,<br />
bizatihî medyalar ve bu medyaların dili,<br />
izleyiciyle kurdukları ilişki biçimleridir: Medya<br />
çağı, iletişim araçları olarak doğan medyaların,<br />
Stuart Hall’ün yerinde tanımlamasıyla,<br />
“mücadele mahalli”ne (site of struggle)<br />
dönüşmesiyle birlikte, medyaları, iletişim<br />
araçları olmaktan uzaklaştırdı. Kitleleri, estetik<br />
yöntemlerle ayartan “pornografi” araçlarına<br />
dönüştürdü. O yüzden Jean Baudrillard,<br />
Irak işgali sırasında, “Irak’ta savaş olmadı.<br />
Tanık olduğumuz şey, ayartıcı bir medyatik<br />
gösteri”ydi, demişti.<br />
Medyalar, artık Habermas’ın deyişiyle, küresel<br />
güç odaklarıyla, ekonomik-siyasî-kültürel çıkar<br />
çevrelerinin, karmaşık/dolayımlı yöntemlerle<br />
güçlerini ve çıkarlarını, hem meşrûlaştırdıkları<br />
hem de pekiştirdikleri “iktidar-kurma<br />
araçları”na dönüştü. Ve geldiğimiz noktada<br />
yeni-sömürgeciliğin akademik oryantalizme<br />
rahmet okutacak keşif kollarına dönüştü. O<br />
yüzden medya çağında iletişimsizlik en büyük<br />
sorun. Bu yazıda, medyatik oryantalizmin<br />
nasıl yeni/kültürel sömürgeciliğin keşif<br />
koluna dönüştüğünü çeşitli açılardan ve<br />
medeniyetler tarihine açılarak, derin nefes<br />
alarak tartışacağım.<br />
Modernliğin bütün dünyaya çeki düzen<br />
vermeye başladığı üç yüzyıldan bu yana başka<br />
bir dünyanın eşiğine fırlatıldık, bütün insanlık<br />
olarak. Batı uygarlığının modernlikle birlikte<br />
geliştirdiği meydan okuma, medeniyetlerin,<br />
dinlerin, toplumların, hatta bir toplum içindeki<br />
etnik azınlıkların birbirleriyle ilişkilerini alt<br />
üst etti. Sadece birbirleriyle değil, birbirlerinin<br />
zihinleriyle, kültürleriyle, hatta kendileriyle,<br />
kendi kültürleriyle ilişkilerini de tepe taklak<br />
etti.<br />
Yaşayan en büyük tarihçi, William McNeill<br />
medeniyetlerin tarih boyunca birbirleriyle<br />
karşılaşma-buluşma biçimlerini incelerken,<br />
ilk kez Batı tecrübesiyle birlikte medeniyetler<br />
arasındaki ilişkilerin mahiyet değiştirdiğine<br />
dikkat çeker. Batı tecrübesi’nin ilk “küresel”<br />
örneği olarak Grek tecrübesini görür. Ve<br />
yaptığı tespit bu yazıda söyleyeceğimiz her<br />
şeyin şimdiden neden tartışılması gerektiğini<br />
de gösteren, gözler önüne seren bir tespittir.<br />
Şöyle der McNeill: Greklerin dünya sahnesine<br />
çıkmaları, dünyanın dengesini değiştirmiştir.<br />
İşte her türlü oryantalizm biçimlerinin<br />
kökenlerini, pagan uygarlığın biricik örneğini<br />
oluşturan Grek ve Roma tecrübelerinin<br />
başka kültürlerle, dinlerle ve medeniyetlerle<br />
kurdukları ilişki biçimlerinde bulabiliriz.<br />
Kısa Bir Medeniyetler Tipolojisi<br />
Geliştirdiğim üçlü medeniyetler tipolojisinin<br />
üçüncüsünü oluşturan pagan uygarlığın tarih<br />
8
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
sahnesine çıkış biçimi ve diğer medeniyetlerle<br />
karşılaşma biçimleri, hem genelde Batı<br />
uygarlığının diğer medeniyetlerle neden<br />
yıkıcı ilişkiler kurduğu meselesinin hem de<br />
özelde oryantalizm sorununun anlaşılmasında<br />
önemli ipuçları sunabilir bize.<br />
1-Vahiy Medeniyeti<br />
Çok özlü bir şekilde özetlemek gerekirse, birinci<br />
tip medeniyetler, vahiy medeniyetleridir:<br />
Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e (sav) kadar<br />
süregelen vahiy medeniyetinin yolculuğu, iki<br />
temel sütun üzerinde/n yükselir: Birincisi asıl<br />
/ yaratıcı ruh; ikincisi de usûl / kurucu iradedir.<br />
Medeniyetimizin bu iki kurucu ilkesini tevhid<br />
akidemizin iki temel sütununda görebiliriz:<br />
Ulûhiyet Sütunu ve Nübüvvet Sütunu. Bu<br />
iki sütun, Fussilet sûresinin 53. âyetinde<br />
zikredilen enfüs ve âfâk yolculuklarında nefis<br />
bir şekilde karşılığını bulur. Asıl / yaratıcı ruh,<br />
vahiy tarafından oluşturulur ve dikey eksene<br />
denk gelir. Dikey eksen, hakikatin özünü<br />
sunar bize. Dikey eksen eşittir enfüs’tür. Usûl<br />
/ kurucu irade ise, peygamberler tarafından<br />
oluşturulur ve yatay eksene denk gelir. Yatay<br />
eksen eşittir âfâk’tır. Ancak usûl’ün kaynağı,<br />
asıl’dır. Asıl yani vahiy, hakikatin özüne nasıl<br />
ulaşabileceğimizin ilkelerini sunarken; usûl<br />
yani bizatihî Hz. Peygamber (sav), hakikatin<br />
özünün nasıl söze ve hayata dökülebileceğinin<br />
yöntemini sunar bize.<br />
Vahiy / asıl, hakikatin dil’ini; usul / Hz.<br />
Peygamber de hakikatin hayat hâline gelmesini<br />
mümkün kılacak üstdili oluşturur. Dil, din’in<br />
hayat sunması; üstdil ise dinin hayat olması ve<br />
herkese hayat sunmasıdır. Başka bir ifadeyle,<br />
din’in dayandığı “dil”, hayat’ın hakikatinin ve<br />
hakikatin hayatının hayat kaynağıdır. Üstdil /<br />
Hz. Peygamber (dolayısıyla Sünnet-i Seniyye)<br />
ise, dinin hayatiyet kaynağıdır. Özetle, Vahiy,<br />
Mekke sürecinde Müslüman “dil”i, şahsiyeti,<br />
idraki, kısaca çağrı’yı inşa eder; Medine<br />
süreci’nde yer’ini bulur, çağ’ını kurar. İkisinin<br />
toplamı bize medeniyeti verir. Medeniyet,<br />
Sünnet-i Seniyye’de tezahür eder, ete kemiğe<br />
bürünür. Hayatiyetini yani üstdilini, usulünü,<br />
yer’ini, Medine’sini yitiren bir din, hayat’ını,<br />
dil’ini, idrakini, çağrı’sını, Mekke’sini de<br />
yitirmekten kurtulamaz.<br />
2-Kadîm Medeniyet/ler<br />
İkinci tür medeniyet tipi, “hikmet”<br />
geleneklerine dayalı kadîm medeniyet tipidir:<br />
Dünyanın doğu coğrafyasında Hinduizm,<br />
Budizm, Taoizm, Şintoizm ve Konfüçyanizm;<br />
Batı coğrafyasında ise kadim Afrika ve Amerika<br />
medeniyetleri bu ikinci tür medeniyetlerin<br />
başlıca örnekleridir. Bu medeniyetler, yalnızca<br />
kozmos’u, fizikötesi dünyayı / dikey ekseni<br />
eksene alırlar ve fizik dünyayı / yatay ekseni<br />
ihmal ederler. Yani hikmet geleneklerine<br />
dayalı medeniyetler tek boyutludur.<br />
3-Pagan Uygarlık/lar<br />
Üçüncü tip “medeniyet”ler pagan uygarlıklardır.<br />
Bunlar da, fizik dünyayı / yatay ekseni<br />
eksene alırlar ve fizikötesi dünyayı, insanın iç<br />
dünyasını, ruhunu imha ederler. Bu uygarlıklar<br />
da tek boyutludur. Pagan tecrübeler, ifrat /<br />
abartı (bu dünyanın abartılması); hikmet<br />
tecrübeleri ise tefrit / göz ardı (bu dünyanın<br />
göz ardı edilmesi) ekseninde var olmaya<br />
çalışırlar.<br />
Oysa vahiy medeniyetleri, hem fizik, hem de<br />
fizikötesi dünyayı mezceden, çok boyutlu<br />
medeniyetlerdir. O yüzden vahiy medeniyetleri<br />
kozmos fikrine dayanır ve denge esastır. Bu<br />
dünya ile öte dünya arasında, fizik dünya<br />
ile fizikötesi dünya arasında, ruh ile beden<br />
arasında, öz ile söz arasında, dil ile üstdil,<br />
enfüs ile âfâk arasında, dikey eksen’le yatay<br />
9
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
eksen arasında, çağrı ile çağ arasında “Mekke<br />
süreci” ile “Medine süreci” arasında dengeli<br />
ilişkiler kurulur. Biri ötekini yok etmez. Aksine,<br />
birinin varlığı ötekinin de teminatıdır. Nasıl<br />
ruh olmadan beden olmazsa, aynı şekilde fizik<br />
olmadan da metafizik olmaz, var olamaz.<br />
Oryantalizmin Kökenleri<br />
İşte pagan uygarlıkların bu temel yapılarından<br />
ötürü, diğer medeniyetlerle kurduğu<br />
ilişkiler, aslında oryantalizmin de kaynağını<br />
oluşturmuştur. Pagan uygarlıkların yapıları,<br />
salt epistemolojiye yani kuru bilgi’ye ve<br />
bilgilenmeye; dolayısıyla çatışmaya; hikmet<br />
geleneklerinin yapıları salt fenomenolojiye<br />
/ şahsî tecrübeye; yani “hiçliğe”; vahiy<br />
medeniyetinin yapıları ise “varoluş”a (hakkal-yakîn’e<br />
/ ontolojiye) dayalıdır.<br />
Pagan uygarlıklar, salt fizik gerçekliği eksene<br />
aldıkları için, pagan toplumların oluşum süreci<br />
oryantalizmin tarihî ve kültürel kökenlerini<br />
anlamak bakımından oldukça önemlidir.<br />
Burada üstad Bediüzzaman’ın imajinatif<br />
terminolojisini kullanarak tartışmayı<br />
sürdürecek olursak... Pagan toplumlar,<br />
mülk âlemi üzerinde verilen mücadelenin<br />
sonucudur. Önce ekonomik mülk ele geçirilir;<br />
sonra bu ekonomik mülk, askerî mülk’e<br />
dönüştürülür. Antik Yunan’da kolonilerin,<br />
antik Roma’da ise garnizonların kurulması<br />
bu şekilde gerçekleşmiştir. Askerî mülkü ele<br />
geçiren koloniler, diğer kolonilerle çatışırlar ve<br />
onlar üzeriden egemenlik / melik’lik kurarlar.<br />
Girit’te Mikenler ve Minoslarla başlayan,<br />
Greklerde kıvamını bulan pagan uygarlığın<br />
diğer medeniyetlerle ilişki biçimi iki<br />
temel strateji üzerinden işleyegelmiştir:<br />
Önce asimilasyon / eritme; sonra da eğer<br />
asimilasyon başarısızlıkla sonuçlanırsa<br />
eliminasyon’a / yok etme’ye başvurma.<br />
Greklerde, Romalılarda, Avrupalılarda ve en<br />
son Amerikan tecrübesinde gördüğümüz<br />
başkalarıyla ilişki kurma biçimi sırasıyla bu iki<br />
strateji üzerinden gerçekleşegelmiştir.<br />
Oryantalizmin Görünümleri<br />
Buradan oryantalizme giriş yapabiliriz yavaş<br />
yavaş. Oryantalizm, bir öteki icat ederek,<br />
kendi varlığını meşrûlatırma, böylelikle<br />
kendi kimliğini öteki üzerinden icat etme<br />
çabasıdır. Oryantalizmin zihninin dili, Avrupamerkezciliktir:<br />
Her şeye, Avrupa-dışındaki<br />
bir olguya ya da dünyalara, dinlere, kültürlere<br />
ve medeniyetlere de yalnızca Avrupalı<br />
gözlüklerle, perspektiflerle bakma çabasıdır<br />
bu.<br />
Daha masumane görünen oryantalizm tanımı<br />
şöyledir: Başka kültürleri inceleyerek, o<br />
kültürlerin bilgisine ve birikimlerine ulaşmak;<br />
o kültürleri Avrupa-merkezci zihin kalıplarıyla<br />
silbaştan kodlamak, formatlamak; böylelikle<br />
tanınamaz hâle getirmektir oryantalizm.<br />
Başka bir deyişle, bir öteki icat etmek ve bu<br />
öteki’ni, neyse o olarak değil, Avrupalıların<br />
işine nasıl geliyorsa öyle resmetmek, tasvir<br />
ve tarif etmek, dolayısıyla büsbütün tahrif<br />
edilmiş, tamamıyla hayal mahsulü bir öteki<br />
olarak icat etmektir.<br />
Burada oryantalizmin mantığı ikili karşıtlıklar<br />
üzerinden işler / işletilir: Merkez-çevre; uygarbarbar;<br />
Batı-diğerleri; efendi-köle; gelişmişgelişmemiş;<br />
ileri-gerikalmış vesaire.<br />
Önce sözümona akademide başlayan<br />
oryantalizm, daha sonra başta resim sanatı<br />
olmak üzere bütün sanatlara ve bu arada<br />
sinema, gazete ve televizyona da aynen sirayet<br />
10
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
etmiştir. Oryantalizm, Cemil Meriç’in deyişiyle,<br />
sömürgeciliğin keşif kolu değildir sadece; aynı<br />
zamanda, keşfedilmemiş kıtaların, dünyaların,<br />
hakikatlerin üzerinin de ayartıcı yöntemlerle<br />
sonsuza dek örtülmesi çabasıdır.<br />
Batı’daki oryantalizm projesi, yalnızca diğer<br />
kültürlerin ve medeniyetlerin kontrol ve<br />
kolonize edilmesinde önemli bir öncükolu<br />
işlevi görmekle kalmamış; daha önemlisi<br />
de, bütün diğer dinlerin ve medeniyetlerin<br />
hakikatlerinin neyse o olarak görülebilme,<br />
neyse o olarak keşfedilebilme ve neyse o<br />
olarak yeni koridorlar açabilme imkânlarını<br />
da iptal etmiştir.<br />
Bu açıdan, sömürgeciliğin keşif kolu olma<br />
çabası, aslında masumane bir çaba olarak<br />
bile görülebilir. Oryantalizm projesinin asıl<br />
tehlikeli yanını, başka kültürleri Avrupamerkezci,<br />
dolayısıyla seküler perspektiflerle<br />
tahrif etme, tarümar etme, tanınamaz hâle<br />
getirme yanını göremiyoruz maalesef.<br />
Oryantalist proje, başka dinlere, medeniyetlere<br />
ve kültürlere sahici, sahih şekillerde nüfûz<br />
edebilme imkânlarını berhava etmiş, yok<br />
etmiştir. Eğer oryantalizm iyi tanınamaz ve<br />
tuzakları iyi görülemezse, başka dinlerin ve<br />
medeniyetlerin insanlığa kendi aslî dinamikleri<br />
ve kendi özgün usûlleri açısından esaslı şeyler<br />
sunabilme imkânları hiçbir zaman mümkün<br />
olmaz, olamaz.<br />
Medyatik Oryantalizm: Yeni-Sömürgecilik<br />
Oryantalizm, günümüzde klasik / akademik<br />
evresini çoktan tamamladı: Şu an medyatik<br />
oryantalizm olarak adlandırdığım,<br />
birincisinden daha tehlikeli, birincisine<br />
rahmet okutacak ürpertici bir dil kullanan<br />
yeni bir oryantalizmle karşı karşıyayız.<br />
Klasik oryantalizm, açık sömürgecilik ve<br />
açık-emperyalizm döneminin çocuğuydu. Şu<br />
an açık-sömürgecilik de, açık-emperyalizm<br />
de fiilen bitti. Yeni-sömürgecilik ve yeniemperyalizm<br />
olarak adlandırabileceğimiz yeni<br />
bir oryantalizm biçiminin tam ortasındayız.<br />
Yeni-oryantalizm, kültürel sömürgecilik veya<br />
kültürel emperyalizm biçiminin motorudur. Ve<br />
başlıca araçları da gazete, televizyon ve sinema<br />
gibi kitlesel ve küresel “iletişim” araçlarıdır. Bu<br />
araçlar, gerçekte iletişim araçları değil, iletişimi<br />
imkânsızlaştıran, buharlaştıran, insanlık<br />
tarihinde en büyük iletişimsizlik sorununun<br />
yaşanmasına yol açan güç ve hâkimiyet kurma;<br />
kurulan hâkimiyeti pekiştirme ve yayma<br />
araçlarıdır.<br />
İşte yeni-oryantalizm, bu noktada, bu araçlar<br />
/ medyalar vasıtasıyla, eski sömürgeciliğin<br />
ve eski emperyalizmin gördüğü işlevleri,<br />
daha örtük, daha görünmez, daha ayartıcı ve<br />
bütün bu nedenlerden ötürü de daha tehlikeli<br />
şekillerde Batı uygarlığının, Batılı seküler<br />
duyma, düşünme, yaşama biçimlerinin<br />
kodlarını küreselleştirmekte ve derinlemesine<br />
yaymakta tam anlamıyla “gizli silahlar” olarak<br />
kullanılıyor.<br />
Bu gerçeği cins bilim felsefecisi Paul Feyerabend,<br />
özlü bir dille çok güzel özetlemiştir: “Batı<br />
uygarlığı, dünya üzerinde kurduğu hâkimiyeti<br />
iki şeye borçludur: Reklâm / medya ve silah.”<br />
Sonuç: Medyatik Oryantalizmle Nasıl<br />
Mücadele Edilmeli?<br />
Medyatik oryantalizm olarak tarif ettiğim<br />
yeni-oryantalizmle mücadele edebilmek<br />
11
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
klasik oryantalizmle mücadele etmekten daha<br />
da zorlaşmıştır. Ama yeni-oryantalizmle başa<br />
çıkabilmek için iki temel öneride bulunmak<br />
istiyorum.<br />
Birincisi, mevcut bütün medyalarda toplumun<br />
bütün kesimlerine ve bütün dünyaya hitap<br />
edebilecek ölçekte varlık gösterebilmek.<br />
Özellikle sinema ve televizyonda bu anlamda<br />
çok büyük boşluk var; hem Türkiye’de, hem de<br />
İslâm dünyasında.<br />
yol alabilmemizin yolu, kendi asıl’larımız<br />
doğrultusunda kendi medyalarımızı,<br />
medyalarımızın dilini kurmaktan geçer.<br />
Mevcut çatışmacı, seküler medyalarla bir yere<br />
gidemeyiz. Kendi ayağımıza kurşun sıkmış<br />
oluruz sadece.<br />
Medyada varlık gösteremediğimiz, ardından<br />
bu medyaları dönüştüremediğimiz sürece<br />
bu dünyada varlık gösteremeyeceğimizi,<br />
varlığımızı sürdürmekte bile zorlanacağımızı<br />
henüz tam anlamıyla idrak edebildiğimizi<br />
söyleyemeyiz.<br />
İşin ilginç tarafı şu: Medyada varlık göstermek<br />
ve medyayı kendi aslî dinamiklerimiz / dilimiz<br />
ve usullerimiz / üstdilimiz doğrultusunda<br />
dönüştürmek arızî bir çabadır. Sadece medyada<br />
yapılacak işlere bel bağlayamayız: Çünkü<br />
medyanın diline, seküler Batı uygarlığının<br />
çatışmacı, nesneleştirici, hiçleştirici, narkoz<br />
etkisi yapıcı, uyuşturucu dili hükümfermâdır.<br />
Asıl yapılması gereken iş, ikinci “iş”tir: Dünyaya<br />
vahyin ekseninde işleyen kendi medeniyet<br />
fikrimizi sunabilmektir. Din, hayat kaynağıysa;<br />
medeniyet, dinin hayatiyet kaynağıdır.<br />
Hayatiyetini yitirmiş bir dinin, hayat’ını idame<br />
ettirebildiğinden sözedilemez.<br />
Dolayısıyla, medya bir medeniyet meselesidir.<br />
Her medeniyet kendi medyasını kendi<br />
dünya ve hayat tasavvuru çerçevesinde<br />
geliştirir. Bizim de yeni-sömürgecilik olarak<br />
tanımladığım medyatik oryantalizmle<br />
mücadele edebilmemizin ve kendi medeniyet<br />
dünyamızın inşasına doğru sahici bir şekilde<br />
12
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
13
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
BOSNA’DA YÜZYILLIK DRAM<br />
Hüseyin YORULMAZ<br />
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürü<br />
“Biz dünyanın en karmaşık insanlarıyız. Tarih,<br />
bize yaptığı şakayı hiç kimseye yapmamıştır.<br />
Düne kadar olduğumuzu bugün unutmak<br />
istiyoruz. Benimsenmemiş, kopmuş, şaşkın bir<br />
halde yarı yolda kalakalmışız. Gidecek yerimiz<br />
de kalmadı artık. Tıpkı göl olmak için çok<br />
küçük, toprağın içmesi içinse çok büyük olan,<br />
bir taşma sonucu ana nehirden kopan bir dere<br />
gibiyiz. Ceddimiz ve gözden düşme suçluluğu<br />
yüzünden duyduğumuz belirsiz bir utancın<br />
etkisi altında geriye bakmak istemediğimiz,<br />
ileride de bir şey göremediğimizden, herhangi<br />
bir karar almak korkusu içinde zamanı<br />
durduruyoruz. Kardeşlerimiz gibi, göçmenler<br />
de bizimle alay ediyorlar. Bizse, gurur ve<br />
nefretimizle övünüyoruz. Muhafazakâr olmaya<br />
çalışırken, kendimizi öyle bir yitirdik ki, artık<br />
ne olduğumuzu kendimiz bile bilmiyoruz. Bu<br />
ölü halimizi sevmiş olmamız ve bu durumdan<br />
kurtulmak istemeyişimizden ötürüdür<br />
mutsuzluğumuz. Oysa her şeyin olduğu gibi,<br />
bu sevginin de ödenmesi gereken bir bedeli<br />
vardır.” 1<br />
Bosna’nın yetiştirdiği ünlü romancı Mehmed<br />
Selimoviç, Osmanlı’nın Bosna topraklarından<br />
ayrıldıktan sonra Boşnakların yaşadığı<br />
coğrafyanın ve tarihin doğal bir sonucu<br />
olarak içine düştüğü atmosferi özetleyen bu<br />
veciz sözleri, bir Mevlevî şeyhi olan Ahmed<br />
Nureddin’le konuşan Hasan’a söyletir. Sanki<br />
yüzyıllık tarihin bir özeti gibidir. Gerçekten<br />
de Balkanlar hakkında kalem oynatan<br />
bazı tarihçilerin “barut fıçısı”, bazılarının<br />
“kaynayan kazan” olarak tanımladığı bölgenin<br />
olaylardan etkilenen en mazlum halkı<br />
Boşnaklardır. Osmanlı’nın bölgeden zoraki<br />
olarak çekilmesiyle birlikte en çok onlar<br />
yerlerinden edilmiş, Yugoslavya döneminde<br />
ikinci sınıf vatandaş yerine konularak en çok<br />
onlar sarsılmıştır. Balkan mozayiğinin rengi<br />
diğerlerinden daha ön plana çıkan bu milleti,<br />
uzun yıllar kimliklerinden bile mahrum olarak<br />
yaşamış, gelişmelerden ister istemez en çok<br />
onlar zarar görmüşlerdir.<br />
Selimoviç’in kişisel hayatından Boşnakların<br />
yazgısını okumaya devam edelim. Ünlü<br />
romancının kaleme aldığı “Derviş ve Ölüm’ü<br />
Neden Yazdım, Nasıl Yazdım?” yazısında<br />
şöyle anlatılır başından geçen trajik hadise:<br />
“1944 yılı sonlarında Partizan ve Tuzla Askerî<br />
Bölge Komutanlığı’nda subay olan en büyük<br />
ağabeyim, üçüncü Kolordu Askerî Mahkemesi<br />
kararıyla kurşuna dizildi. Şehirdeki afişlerde,<br />
Şevki Selimoviç’in, Halk Malları Genel<br />
Müdürlüğü’nün deposundan bir yatak, bir<br />
dolap, sandalye ve buna benzer ufak tefek<br />
şeyler çaldığı için idama mahkûm olduğu<br />
ilân edilmişti. Sanık, meşhur bir Partizan<br />
ailesinden olduğu için karar da bu denli sert<br />
olmuştu. Böylece devrime karşı ailemizin<br />
derin bağlılığı ve hayranlığı aleyhimize döndü<br />
ve biz uğrunda mücâdele verdiğimiz devrimin<br />
kurbanları olduk. İdama mahkûm olan<br />
ağabeyim, bütün eşyaları Hırvat militanlar<br />
tarafından talan edilmiş boş bir evde, bir şans<br />
eseri olarak esir kampında hayatta kalabilmiş<br />
14
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
olan hanımının Tuzla’ya dönüşünü bekliyordu.<br />
Şevki’nin idam edildiğini duyduğum zaman<br />
şok oldum. Hiçbir şey yapmadan elim kolum<br />
bağlı günlerce yattım ve sadece durmaksızın<br />
ağladım. Birkaç gün sonra ağabeyimi idama<br />
götüren Gizli Polis Örgütü’nün şoförü bana<br />
ondan bir haber getirdi. Şevki idamdan önce<br />
son derece sakinmiş. ‘Benim suçsuz olduğumu<br />
Meşa’ya (Mehmed) söyle’ demiş. Onun suçsuz<br />
olduğunu biliyordum, hatta hâkimler de başka<br />
türlü düşünmüyorlardı. Şoför onun nereye<br />
gömüldüğünü bana söyleyemedi. Halen de<br />
onun mezarının nerede olduğunu bilmiyorum.<br />
Bu inanılmayacak derecede kör ve aptalca<br />
düzenlenmiş olay, ailemin bütün fertlerinin<br />
hayatında bir dönüm noktası oldu: Hepimiz<br />
hiç beklenmeyen şeylerle karşı karşıya<br />
olduğumuzu fark ettik.” (Derviş ve Ölüm, s.<br />
5–6)<br />
Yukarıya bir paragrafını aldığımız Derviş ve<br />
Ölüm romanında anlatılan olayın, yazarının<br />
hayatıyla da doğrudan doğruya bir ilgisi vardır.<br />
Zaten Selimoviç bu romanını da etkisinden<br />
kurtulamadığı bu olay üzerine yazmaya başlar<br />
ve 1966 yılında yayımlar. Romandaki Mevlevî<br />
şeyhi kendi doğruları üzerinde kurulu mesut<br />
dünyasında yaşarken ve olaylar karşısında<br />
hep seyirci kalırken, hiç beklenmedik bir<br />
anda kardeşinin öldürülmesiyle karşı karşıya<br />
kalır. Ve birden dünyası kararır, umduğunu<br />
bulamayarak onun için her şey alt-üst olur.<br />
Bir anda çekilmez hale gelen hayat onu kaçtığı<br />
şeylerle adeta hesaplaşmaya zorlar. Bu kez<br />
öfkeye kapılıp isyan duygularının kabarmaya<br />
başladığı görülür.<br />
Selimoviç’in romanındaki veya kişisel<br />
hayatındaki bu önemli anekdot, aynı zamanda<br />
Boşnakların hayatıyla ve kaderiyle de doğru<br />
orantılıdır demek mümkün. Kitabın satır<br />
aralarından bu milletin bir dönem çektiği<br />
acıları ve sıkıntıları okuyabiliriz.<br />
Bir Uyanışın Tarihi<br />
Mehmed Selimoviç’in kişisel olarak yaşadığı bu<br />
olay kendisi ve ailesi için bir “dönüm noktası”<br />
olurken, son yüzyıl boyunca yaşadıkları ve<br />
başlarına gelenler dolayısıyla da Müslüman<br />
Boşnaklar için bir uyanışın, silkinişin<br />
başlangıcı olmuştur. Partizan’ın Selimoviç<br />
ailesine yaptığı ile Avrupa dünyasını arkasına<br />
alan Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı<br />
arasında pek çok noktada paralellik vardır.<br />
Osmanlı’dan sonra Bosna’nın uzun yıllar<br />
baskıcı rejimler tarafından yönetildikten<br />
sonraki uyanışını ve Boşnakların dirilişini,<br />
Selimoviç’in yazdıklarının satır aralarında<br />
buluyoruz. Sırplar ve Hırvatlar, Boşnaklar’ın<br />
Müslüman oluşunu tarih boyunca hiçbir<br />
zaman içlerine sindirememiştir. Laik<br />
Boşnaklar, Mareşal Tito zamanında Partizan<br />
üyesi olsalar bile, Osmanlı’nın mayaladığı<br />
onların kimliğini aileleri ve isimleri ele<br />
veriyordu. Zaman zaman isimlerini “nötr” hale<br />
getirseler dahi, anne ve babalarının kimlikleri<br />
bu sefer karşılarına çıkıyordu. Olmadı,<br />
vicdanları rahatsız ediyordu onları. Şunu da<br />
belirtmek gerek ki, Müslümanlığını yüksünen<br />
bazı Boşnaklar’ın Türklere tariz olarak, “Bizim<br />
Müslümanlığımıza sebep sizsiniz, keşke<br />
sebep olma<strong>say</strong>dınız!” diyenleri için de durum<br />
değişmedi. Sırf Hırvat ve Sırp kanı taşımadığı<br />
için her zaman potansiyel suçlu olarak<br />
görüldüler. Yaşanan son savaşta, Boşnak-Sırp<br />
veya Boşnak-Hırvat evliliklerinin bitmesini<br />
ve çoğunun cinâyetle sonuçlanmasını başka<br />
neyle izah edebiliriz.<br />
Müslüman Boşnakların yüzyıllardır heterojen<br />
bir yapı içerisinde yaşadıkları coğrafyada<br />
hasımları ile zaman zaman kanlı bir şekilde<br />
hesaplaştıkları bilinmektedir. 20. yüzyılın<br />
sonunda yaşanan kanlı savaş, Boşnaklar için<br />
tarihlerindeki en ağır bir hesaplaşma oldu.<br />
15
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
Demokrasi, insan hakları, hümanizm gibi<br />
kavramların yüceltildiği bir zamanda başlarına<br />
gelen musibetlere inanamadılar. Bu çağda<br />
bu olur mu diye düşündüler önce. Üstelik<br />
Avrupa’nın arka bahçesi olarak adlandırılan<br />
Balkanlar’ın orta yerinde vuku buldu bütün<br />
bunlar. Dünyanın gözü önünde gerçekleşti.<br />
Evet, herkesin gözü önünde meydana<br />
gelen bu savaşta Boşnaklar “Müslüman”<br />
kimliklerinin bilincine erdiler. Batı’nın bazen<br />
sessiz kalarak bazen de yardımcı olarak Sırp<br />
ve Hırvatlarla elbirlik yok etmek istedikleri,<br />
tahammül edemedikleri bu kimlik, aksine o<br />
toprakların yeşil çuha örtüsünde farklı bir tona<br />
bürünerek daha bir sahibini buldu. Boşnaklar<br />
başlarına gelenlerin sırf bu kimliklerinden<br />
ötürü olduğunun farkına vardılar. Çetnikler<br />
ve Ustaşalar onların diline ve soyuna<br />
bakmaksızın “Siz Türk ve Müslümansınız!”<br />
diye saldırıyorlardı. Çünkü haklı olarak<br />
yüzyılların uygulaması ile Boşnaklığı,<br />
Türklükle ve Müslümanlıkla eşitliyorlardı.<br />
Bosnalı Müslümanlara karşı yapılan bu zulüm<br />
ve işkence sadece son savaşta yapılanla sınırlı<br />
değil kuşkusuz. Yugoslavya döneminde de,<br />
hatta Osmanlı çekildikten sonra bölgeyi işgal<br />
eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu<br />
devrinde de aynı zulüm ve işkencelere<br />
defalarca maruz kaldıkları görülmüştür.<br />
Bunu, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı<br />
tarafından yayımlanmış 2 son dönem Osmanlı<br />
belgelerinden de periyodik olarak gün gün<br />
takip edebiliriz.<br />
Bosnalı Müslümanların yetiştirdiği, siyasi<br />
sıfatından daha çok düşünür yönüyle de öne<br />
çıkan Rusmir Mahmudçehajiç’in bu konudaki<br />
düşünceleri, Boşnakların yaşadıkları bölgede<br />
nasıl çetin bir sınavla karşı karşıya olduklarını<br />
gösteriyor bize: “Bosna, asırlar süren<br />
trajedisi içinde -insanoğlunun kökleşmiş<br />
iyimserliği <strong>say</strong>esinde gelecekte yok olacağını<br />
ümit ettiğimiz- şer kuvvetlerinin kurbanı<br />
olmuştur. Dünyanın geleceği, Bosna’nın<br />
emsâli bulunmayan çok yönlü ruhanî<br />
kimliğini oluşturan etkenlerin ve ilkelerin<br />
gücüne bağlıdır. Bu ilkelerin farkında olmak,<br />
birçok insan için şu anda çok dar ve çok uzak<br />
görünen ‘dar kapı’yla özdeştir. Bu kapı, o kadar<br />
uzaktadır ki yolu bulmamızı sağlayan izler<br />
çok belirsizdir. Diğer seçenek, yokuş aşağı<br />
inen ‘geniş yol’dur. Fakat yücelere tırmanan<br />
dar yolun farkında olan ve varlıklarını her bir<br />
zerresi ile ona adamış bulunan küçük bir grup,<br />
Bosna’nın geleceğinin teminatıdır.” 3<br />
1991–92 yıllarında Bosna-Hersek<br />
Hükûmetinde başbakan yardımcısı olarak<br />
görev yapan ve daha sonra Saraybosna<br />
Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan<br />
Mahmudçehajiç soğukkanlı düşünen, olayların<br />
sıcaklığına kapılıp fevrî hareket etmeyen<br />
bir düşünür. 20. yüzyılın sonunda ülkesinde<br />
yaşanan savaşın nasıl çıktığını ve çıkartıldığını<br />
satır aralarına kadar bütün ayrıntısıyla<br />
bilmesine rağmen, o yine de -çoğu sağduyulu<br />
Müslüman Boşnak aydını gibi- “paradoks”<br />
olarak tanımladığı Bosna’daki farklı unsurların<br />
birlikte yaşamasına taraftardır: Bosna ve<br />
Boşnak siyasetinin yaşaması için gerekli<br />
şartın, Sırplar ve Hırvatlarla kurulacak diyalog<br />
olması büyük bir paradokstur. Bosna’daki<br />
Sırpların ve Hırvatların, Bosna ve Boşnak<br />
karşıtı planlar doğrultusunda kullanılıyor<br />
olmaları, onların dışlanmasını gerektirmez.<br />
Eğer onları dışlarsak, Boşnak siyasetini ‘kan<br />
ve toprak’ siyasetine indirgemiş oluruz.<br />
Boşnakların kimliklerine, İslâm’dan kaynak<br />
bulmaları gerektiği sonucuna varabiliriz; bu<br />
kaynak, İslâm’ın farklılık içindeki birliğe güç<br />
vermesini sağlayan bir stratejidir. Birlik içinde<br />
farklılığı kabul etmek, Boşnakların İslâm’la ve<br />
Bosna’yla olan bağlarını zayıflatmaz. Aksine<br />
gelenekler arasındaki ilişkinin farkında olmak,<br />
Boşnak maneviyatının temelini teşkil eder.<br />
16
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
İslâm karşıtı, Bosna ve Boşnak karşıtı güçlere<br />
karşı koymak için en iyi yoldur. Boşnak kimliği<br />
-kendine ihanet etmeden- Sırp ve Hırvat millî<br />
ideolojilerinin yansıması olamaz. Tamamen<br />
tepkisel bir Boşnak anlayışı, birbirinden<br />
farksız üç ideoloji arasındaki çatışmada en<br />
güçsüz kahramanı yaratarak bütünüyle tarihe<br />
karışacaktır. 4<br />
Bosna’da savaştan sonra, Aliya İzzetbegoviç’in<br />
başını çektiği ve Mahmudçehajiç’in de dile<br />
getirdiği heterojen yapı içerisinde birlikte<br />
yaşama düşüncesi oldukça geniş taraftar<br />
bulmuştur denebilir. Savaş yıllarıyla ilgili<br />
notlarını kitaplaştıran Doktor Kerim Luçareviç<br />
de, Saraybosna’nın dört yıl boyunca dünya<br />
güçleri tarafından tecrit edildiği ve buna<br />
rağmen yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Sırp<br />
ve Hırvatlarla aynı toprakları paylaşarak<br />
yaşamaya devam edeceklerini söyler ve<br />
Bosna’da “herkesin kendine göre bir şarkı”<br />
bulabileceğini ifade eder: Saraybosna çok<br />
pencereli, her penceresinde Bosna ile ilgili<br />
bir şarkı söyleyen genç kızların bulunduğu<br />
ve dünyadaki herkesin kendine göre bir<br />
şarkı bulabileceği geniş uzun bir evdir.<br />
Alifakoviç’ten küçük Aliya’yı anlatan, hatta<br />
İspanyol Musevileri hakkında şarkılar da var.<br />
Doğu ve Batı Saraybosna’da buluşmaktadır. Bu<br />
uzun evin pencerelerinde şarkı söyleyen ne<br />
kadar kız varsa, Saraybosna’yı anlatan kalın<br />
tarih kitaplarında da o kadar <strong>say</strong>fa vardır. 5<br />
Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi ve Aliya’nın<br />
mücâdele arkadaşı Münir Gavrankapetanoviç<br />
ise, yaşanan son savaşı Boşnaklar için var<br />
olmak veya yok olmak savaşı olarak görür.<br />
Muazzam bir askerî gücü durdurarak bir<br />
mucize gerçekleştiğini söyleyen yazar “Savaş<br />
Günlüğü”nde şunları kaydeder: Boşnakların<br />
direnişi düşmanlarında şaşkınlık ve korku<br />
oluşturdu. Dünya ise hayretler içinde kaldı.<br />
Bütün teşhis ve tesbitler Bosna’nın çok yakında<br />
tamamen çökeceğini söylerken, nasıl oldu da<br />
Boşnaklar direnebildiler? Hâlbuki o arada<br />
hem düşmanımız hem de dünya gözlemcileri,<br />
kendi adını tesbit etmeye hiç ara vermemiş<br />
şerefli bir milletin yaşadığı Bosna’ya en kritik<br />
anlarda dahi yardımını esirgemeyecek Allah’ın<br />
var olduğu temel gerçeğini unutmuşlardı. Tüm<br />
bunlara istinaden Müslüman Boşnak milletinin<br />
olup bitenlerden ebedî bir ders alması<br />
gerekir. Bütün ümitlerimizi, kurtuluşumuzu<br />
ve geleceğimizi Allah’ın birliğine inanmakla<br />
ve insan soyunun ancak bununla var<br />
olabileceğini, en yüce ahlâkî değerleri<br />
yaşamakla kazanabileceğini bilmemiz<br />
lâzımdır. Boşnaklar bağımsız, hür, demokrat,<br />
federal, çok dinli, çok uluslu modern Bosna-<br />
Hersek Cumhuriyet devleti arzulamaktadırlar.<br />
Bu ideal ve şartlardan başka seçenek yoktur. 6<br />
Bakir Tanoviç yazdığı kitaplarla, yönettiği<br />
filmlerle ve politikacı yönü ile tanınan<br />
Boşnakların yetiştirdiği önemli bir figür. Savaş<br />
yıllarında Aliya ile düşmana karşı omuz omuza<br />
mücâdele eden yaşayan önde gelen aydınlardan<br />
biri. Kendisi ile yapılmış bir konuşmada<br />
Bosna’da gerçekleşmesini istediği bir hayâli<br />
anlatıyor: Boşnaklar, 20. yüzyıl boyunca<br />
farklı şekillerde dinlerinden vazgeçmeye,<br />
kimliklerini değiştirmeye zorlandılar. Sırp,<br />
Hırvat, Hıristiyan olmaya ya da yok olmaya.<br />
Bunu, Avusturya İmparatorluğu’ndan<br />
Yugoslavya’ya kadar tüm rejimler farklı<br />
metodlarla yaptılar. Bugün buna teslimiyet<br />
gösteren pek çok insan var. Belki başka bir<br />
neslin gerçekleştireceği şey benim isteğim,<br />
bazı Boşnaklarda kendi Boşnak milliyetine<br />
ve İslâm kimliğine inancın geri dönmesidir.<br />
Hıristiyan Batı ve onların İslâm fobilerinin<br />
baskılarına inat Bosna’da var olabilmemizdir. 7<br />
Kim bilir, Tanoviç ve savaşı en acımasızca<br />
yaşamış daha nice Müslüman Boşnak aydının<br />
hayâli gün gelir gerçekleşir!<br />
17
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
Son savaşta yaşanan trajik olayları, üç yıldan<br />
fazla bir zaman Avrupa’nın kendi bahçesinde<br />
akla hayâle gelmedik ölüm makinelerinin<br />
işletilmesini, Bosnalı Müslümanların önde<br />
gelenleri bir “ibret” olarak değerlendiriyor.<br />
Bilhassa yetmiş yıllık Yugoslavya döneminde<br />
dejenere olmuş kendi kimliklerine dönme ve<br />
değerlerine sahip çıkma bakımından “hayırlı”<br />
olarak da görüyorlar.<br />
Direniş Mucizesi<br />
Aliya 1992–95 savaşını anlatırken, hafızalarda<br />
hep diri kalacak olan şeyin, özet olarak halkın<br />
gösterdiği “direniş mucizesi” olduğunu söyler.<br />
Ayrıca Avrupa’nın en donanımlı dördüncü<br />
büyük ordusunu durdurmayı başardıklarını,<br />
aynı zamanda özgür toprakların azami bir<br />
bölümünü, büyük şehirlerin ekseriyetini<br />
savunduklarını, 65 askerî fabrikada silah<br />
imâl ettiklerini, kendilerine uygulanan silah<br />
ambargosunu delerek bunların büyük bir<br />
kısmını İslâm ülkelerinden olmak üzere<br />
dışarıdan temin ettiklerini ifade eder. “Biz<br />
savaşta kuşatma altında ateşle imtihanı zaferle<br />
bitiren bir halk olduğumuzu gösterdik” diyen<br />
Aliya, Boşnakların yazdığı direniş destanına<br />
bütün dünyanın hayran kaldığını anlatır.<br />
Kendi milletinin bu çağda büyük bir özgüvenle<br />
karşılaştığı zorluğun üstesinden geldiğini,<br />
tarihî sınavı başararak güneşin altında hak<br />
ettiği yeri aldığını söyler. Boşnaklara biçilen<br />
“steril, renksiz, kokusuz ve tatsız” bir kimliği<br />
boşa çıkardıklarını belirterek “Müslüman<br />
Boşnak” kimliğinin içini doldurduklarını da<br />
ilâve eder.<br />
Büyük savaşçı bu arada zamanın hafızasına<br />
işlenen çileleri, verilen zahmetleri de<br />
unutmaz; bunları her platformda yüksek sesle<br />
dile getirmeye çalışır: Sadece Saraybosna’da<br />
10 binden fazla insan ölmüş ve bunların 1300<br />
kadarı çocuktur. Savaş esnasında şehirde<br />
bulunanlar aylarca dışarı çıkamayarak<br />
günışığına hasret yaşamışlardır. Üç kış<br />
boyunca gök gürültüsü ve şimşeklere karışan<br />
bomba ve kurşun seslerini birlikte duymuş ve<br />
birbirinden ayırmakta zorlandıkları zamanlar<br />
olmuştur. Bu millet sonunda üç buçuk yıl süren<br />
kâbus gibi bir hayatın karanlığından mucizevî<br />
bir şekilde çıkmayı başarmıştır.<br />
Savaş başladığında Boşnakların Sırplara<br />
ancak birkaç ay dayanabileceği, ondan sonra<br />
bir varlık gösteremeyerek teslim olacakları<br />
hesap ediliyordu. Ancak bu millet teslim<br />
bayrağını çekmedi ve tüm dünya bir milletin<br />
dirilişine tanıklık etti. Aliya savaş esnasında<br />
gördüğü tahribatı anlatırken, Bosna-Hersek’in<br />
başına şimdiye kadar başka toplumların<br />
başına gelmeyen, belki de bin yılda sadece<br />
bir kere gelen birçok şey geldi, der. Geçmiş<br />
zaman hafızasını yoklamaya çalışır. Ülkede<br />
her şeyin alt üst olduğunu, adeta taş üstünde<br />
taş kalmadığını anlatır. Öyle ki artık Bosna’nın<br />
önceki durumunda olmadığını, eski haline<br />
geleceğini de zannetmediğini söyleyerek bunu<br />
“güzel bir kadın” istiaresiyle tasvir ettiğini<br />
görürüz: “Ben çok güzel bir kadın tanıdım.<br />
Gerçekten çok güzel olan bu kadın bir araba<br />
kazası geçirdi. Bugün artık o kadının o güzel<br />
yüzü yok. Bosna’nın güzel yüzü de artık<br />
olmayacak. Sadece izler, yara bere içinde<br />
deforme olmuş bir yüz. Ancak bin senede<br />
bir defa gerçekleşen bir şey bizim başımıza<br />
geldi. Dünya bunu bilmek zorundadır. Bunlar<br />
burada, Bosna’da oldu, hem de Avrupa’nın tam<br />
ortasında.”<br />
Bosna’nın “güzel yüzü”, ülkesine âşık Aliya’nın<br />
gözleri önünde adeta bir mum gibi erir. İçi<br />
sızlar, üzülür ama elinden bir şey gelmez.<br />
Başına gelenleri “takdir-i ilâhî” olarak görür.<br />
Kadere inanan bir insan olduğu için elinden<br />
geleni yapar, gerisini Allah’a havale eder. Buna<br />
rağmen hiçbir zaman yılgınlık gösterip pes<br />
18
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
etmez. Bütün bunları ülke ve millet olarak<br />
ayağa kalkışın ve uzun yürüyüşün şartları<br />
olarak kabul eder. Topraklarının düşman<br />
işgalinden kurtarılması için açılacak tüm<br />
kapıları zorlamaktan çekinmez. Savaşın ilk<br />
aylarında bir gün Aliya, Bosanski Brod’un<br />
düştüğü haberini alır. O gün Hırvatistan’ın<br />
başkenti Zagrep’tedir ve devlet başkanı<br />
Tujman’la görüşmektedir. Duyduğu haberi<br />
doğrulamak için gece yarısı arabasının kör<br />
ışığında dolambaçlı ve tehlikeli yollardan<br />
giderek Brod’da bulur kendini. Hemen<br />
yanındaki Slavonski Brod’da kasvetli bir<br />
ortamda iki şehrin başkanı ile âcil bir görüşme<br />
gerçekleştirir. Aynı gecenin sabah sekizinde<br />
tekrar Zagreb’e dönerek Tujman’ın kapısına<br />
dikilir. Gece boyunca hiç uyumamıştır ve<br />
Hırvat lider Bosnalı mevkidaşını karşısında<br />
traşsız ve pejmürde halde görünce önce bir<br />
şaşırır. Sonra bir kere daha şaşırır: Durumun<br />
ciddiyetini anlayan Hırvat lider, Brod’un<br />
düşmeyeceğini ve o anda derhal bin kişilik bir<br />
kuvvet göndereceği sözünü vermek zorunda<br />
kalır.<br />
Savaşın ilk adımlarında Hırvatların, Bosna-<br />
Hersek’le ilgili olarak deklare edilmemiş<br />
gizli bir planı vardı ve bunu sinsi bir şekilde<br />
uygulama alanına koymak istiyorlardı:<br />
Bosna-Hersek’i Boşnak Müslümanlarla<br />
beraber Sırplara karşı savunup sonuçta<br />
Hırvatistan’a bağlama düşüncesi. Daha<br />
doğrusu bu toprakları, Hırvatistan’ın kendi<br />
içinde özerk bir eyaleti olarak görüyorlardı.<br />
Boşnakların bağımsız bir devlet olmasını<br />
onlara yakıştıramıyorlardı. Sonuçta istedikleri<br />
gibi bir durum ortaya çıkmayınca, yani<br />
Boşnaklar özgürlük ve bağımsızlık türküsünü<br />
söylemekten asla taviz vermeyince, Müslüman<br />
halk bu sefer karşılarında Sırplarla beraber<br />
Hırvatları da buldu. Bu durum, Boşnaklar için<br />
iki cepheli savaş anlamına geliyor ve zor bir<br />
süreç başlıyordu.<br />
Müslümanlar söz konusu olunca, Katoliklerle<br />
Ortodokslar arasındaki tarihî düşmanlık bir<br />
tarafa itildi ve oklar arkası arkasına Boşnaklar<br />
üzerine çevrildi. Aliya, savaşın ayak seslerinin<br />
yeni yeni duyulmaya başladığı sıralarda<br />
Tujman’a yazdığı bir mektupta sanki olacakları<br />
önceden hissediyordu: “Bosna-Hersek’in<br />
dostları arasında en önde geleni Hırvatistan ve<br />
Hırvat halkıdır. Benim ülkem her şeye rağmen<br />
bu dostluğa inanmaya ve onun gereklerini<br />
yerine getirmeye devam edecektir. Lütfen<br />
yolumuz üzerindeki engelleri kaldırmak için<br />
nüfûzunuzu kullanın; kullanın ki ilişkilerimiz<br />
ülkelerimiz arasındaki dostane ilişkiler<br />
ve işbirliği mutabakatıyla uyumlu olarak<br />
gelişebilsin.”<br />
Bu iyi niyet temennilerine rağmen Hırvat<br />
lider tabii ki sessiz kalır ve hiç cevap vermez;<br />
uzatılan dostluk elini havada bırakır. Bu da<br />
Hırvatların Müslümanlara karşı ne kadar<br />
içten pazarlıklı ve önyargılı olduğunu gösterir.<br />
Aliya bütün bu olup bitenler karşısında<br />
toplantılarda ve özel sohbetlerinde yaptığı<br />
konuşmalarda, Bosna-Hersek’in, hiç kimsenin<br />
dininden, ulusundan ya da politik görüşünden<br />
ötürü zulme uğramayacağı bir ülke olacaktır<br />
teminatını verir.<br />
İslâm: Uğrunda Yaşamaya Değer Olan Şey<br />
Üç buçuk yıl süren savaş esnasında yaşananlar<br />
konusunda Aliya hatıralarında yer yer<br />
hayretini dile getirmekten çekinmez ve her<br />
ne kadar muhtemel bir savaşa karşı halkımı<br />
uyarsam da, Sırpların Müslümanlara karşı bir<br />
katliama başvuracaklarını hiç beklemiyordum,<br />
der. İçinde yaşadığı zaman ve mekândan<br />
dolayı bunu beklemiyordu. Çünkü üzerinde<br />
bulunduğu coğrafya Avrupa, yaşadığı zaman<br />
19
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
ise 20. yüzyılın sonuydu. İnsan hakları,<br />
demokrasi, hümanizm, barış, hoşgörü en<br />
fazla tedavülde olan kavramlardı ve sakız gibi<br />
çiğnenip atılamaz diye düşünülüyordu.<br />
Nahif yapılı, duygu ve düşüncesini her ne<br />
pahasına olursa olsun hasbî bir şekilde ilân<br />
etmekten çekinmeyen Aliya İzzetbegoviç,<br />
aslında olacakları tahmin ediyordu.<br />
Kurmaylarıyla konuşmasında içten içe savaş<br />
için uzun soluklu bir hazırlık yapıyordu.<br />
Cephedeki askerlerinin moralini bozmamak<br />
için bunu zaman zaman konuşmalarının<br />
satır aralarında da dile getirir. Düşmanın<br />
elini güçlendirmek için de onlara koz vermek<br />
istemez. Çünkü karşısında, Çetniklerin ve<br />
Ustaşaların arkasında bir dağ gibi duran<br />
yekpâre bir Batı dünyası vardır.<br />
20. asrın son yıllarında meydana gelen<br />
Bosna Savaşı’nda olup bitenleri Avrupa ve<br />
Amerika sadece seyretmekle yetindi. Aliya<br />
İzzetbegoviç’e göre bu savaşta “Batı dünyası<br />
kendi ilkelerine ihanet etmiştir.” Bosna-<br />
Hersek’te tüm dünyanın gözleri önünde tam<br />
anlamıyla bir soykırım gerçekleştirilmiştir.<br />
Başta Avrupa olmak üzere sağır dünya bu<br />
soykırımı üç yıl boyunca görmezden gelip,<br />
Avrupa’nın kalbinde yaşanan katliama<br />
duyarsız kalarak sadece seyretmiştir. Aliya<br />
aslında bütün bunları tahmin ediyordu.<br />
Ediyordu ve “bizim için hazırlanan şey, bundan<br />
çok daha zor ve çok daha korkunçtu” görüşünü<br />
dile getiriyordu. Müslümanların destanî<br />
mücâdelesi ve direnişi <strong>say</strong>esinde hesaplar<br />
boşa çıkarıldı. Avrupa’nın bu duyarsızlığı ve<br />
vurdumduymazlığı Boşnak Müslümanları<br />
atalete sevk etmez, aksine yaşama azmini<br />
kamçılayarak her türlü güç şartlar altında<br />
hayata tutunmaya çalıştıkları görülür.<br />
Bütün bu gelişmelere rağmen Aliya halkının<br />
direnişini bir “mucize” olarak adlandırır ve<br />
savaşın en yoğun zamanlarında, “tünelin<br />
sonunda uzakta bir ışığın” göründüğünü<br />
söyler. En ufak bir barış görüşmesine bile<br />
umut bağlamaya çalışır. Zira düşmanın devasa<br />
gücü karşısında kendi maddî güçsüzlüğünün<br />
farkındadır. Tevekkül ve imanından başka bir<br />
dayanağı yoktur. Avrupa’da, Amerika’da ve<br />
İslâm ülkelerinde yapılan toplantılara katılarak<br />
bu umudu uluslararası semalarda aradığı<br />
görülür. Şehirlerin bombalandığı, yüz binlerce<br />
insanın mülteci olarak başka ülkelere sığındığı<br />
bir zamanda, Aliya, olup bitenleri uçan kuşa<br />
bile şikâyette bulunur. NATO Genel Sekreteri<br />
Manfred Werner’e savaşın ortalarında yazdığı<br />
bir mektupta, Saraybosna’daki cehennemin<br />
700 günden fazla bir zaman sürdüğünü söyler<br />
ve insanları öldüren ve ibadethaneleri, okul<br />
ve hastaneleri yıkan Sırp ölüm makinesinin<br />
durdurulmasının zamanı gelmiş de geçiyor<br />
bile, der. Bu kurtarıcı nefesi Batı dünyasında<br />
görmediği gibi, adı “İslâm” olan ülkelerde de<br />
bulamaz.<br />
Sırp ve Hırvat saldırıları devam ederken<br />
umutların tükendiği ve dünyanın büründüğü<br />
ölüm sessizliği karşısında İzzetbegoviç’e, BH<br />
Ajansı’nda çalışan Kemal Müftiç şu soruyu<br />
yöneltir:<br />
- “Bosna için adalet aramak üzere yurt<br />
dışına seyahat ediyorsunuz. Beklentileriniz<br />
nelerdir?”<br />
Çaresizliğin her taraftan kuşattığı Bilge Adam<br />
ne cevap versin bu soruya! Oysa o anda umutlu<br />
konuşmayı, karşısındaki muhabiri memnun<br />
edecek cevap vermeyi ne kadar çok isterdi!<br />
Verdiği cevap, çaresiz bir liderin uluslararası<br />
sularda boşuna kulaç attığını gösteriyor:<br />
- “Kendimi, çölde su aramak üzere yola çıkmış<br />
susuz bir adam gibi hissediyorum.” Bu cevap,<br />
sağır dünyanın hakikate soğuk duvarlarını<br />
zorlayan ve uluslararası görüşmelerden<br />
umudunu kesmiş bir liderin serzenişidir.<br />
20
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Aliya’nın tarih sahnesindeki misyonu umutların<br />
tükendiği, her şeyin bitmiş gibi göründüğü<br />
bir noktada başlamış oluyordu aslında: “Ben<br />
bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi<br />
dünyadaki İslâm davasının bir neferi olarak<br />
telakki ediyorum ve son günüme kadar da<br />
böyle hissedeceğim. Çünkü İslâm benim<br />
için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı;<br />
dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir<br />
gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için<br />
onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim<br />
inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan<br />
her şeyin adıdır.” 8<br />
Görüldüğü gibi ondaki direnişin temeli<br />
muhkem bir inanca dayanmaktadır. Bir<br />
röportajında, zorluklar karşısında dayanma<br />
gücünü anlatırken, “Kur’an, imtihan ve<br />
sıkıntıların insanı güçlü kıldığını bize<br />
öğretiyor” der. Yine Kutsal Kitabımız, keza<br />
sıkıntıların sonrasında da ferahlığın geldiğini<br />
anlatır ve buna samimiyetle inandığını söyler.<br />
Aliya cephede askerlerine moral verirken,<br />
“Canlarınızı karşılık vererek koruyun”<br />
anlamındaki âyet-i kerimeyi örnek vererek<br />
duygu ve düşüncelerini dile getirir. Ardından<br />
da, bu dünyanın hâlâ içinde güçlülerin<br />
yasalarının hüküm sürdüğü bir bataklıktan<br />
ibaret olduğunu belirtir. Rahat yaşamak üzere<br />
sizi serbest bırakmaları için güçlü olmak<br />
zorundasınız, diye ilâve eder.<br />
(3) Rusmir Mahmudçehajiç, Benim Güzel<br />
Bonsam (Çev. Zeynep Özbek), s. 54, İstanbul<br />
2004.<br />
(4) Benim Güzel Bosnam, s. 140–141<br />
(5) Kerim Luçareviç, Saraybosna Savaşı (Çev.<br />
Enver-Sezin İbrahimkadiç), s. 279, İstanbul<br />
2001.<br />
(6) Münir Gavrankapetanoviç, Direnen<br />
Saraybosna (Çev. Ataullah Sadak), s. 104–105,<br />
İstanbul 1998.<br />
(7) Tezkire, Sayı 42, Şubat-Mart-Nisan 2006<br />
Ankara.<br />
(8) Tarihe Tanıklığım, s. 49–50.<br />
SONNOTLAR<br />
(1) Mehmed Selimoviç, Derviş ve Ölüm, (Çev.<br />
Mahmut Kıratlı), s. 428–29, İstanbul 2001.<br />
(2) Bosna-Hersek ile İlgili Arşiv Belgeleri<br />
(1516-1919), Ankara 1992, 692 s.<br />
21
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
MISIR’DA DARBENİN SÜRDÜRÜLEMEZ EKO-POLİTİĞİ<br />
Can ACUN<br />
Araştırmacı, SETA Dış Politika Direktörlüğü<br />
Giriş<br />
Mısır’da halkın büyük bir kısmını Mübarek’e<br />
karşı ayaklandıran ve 25 Ocak 2011 Devrimine<br />
götüren sebeplerin başında siyasi unsurların<br />
yanı sıra, sosyo-ekonomik problemler ve gelir<br />
dağılımı adaletsizliği gelmektedir. 85 milyonluk<br />
ülkede kişi başı gelir cari fiyatlarla ancak 2,700<br />
doları bulurken 1 , küreselleşmenin sağladığı<br />
mobilizasyon ve konvensiyonel/sosyal<br />
medyadaki gelişimin getirdiği olanaklarla<br />
diğer ülke vatandaşlarının refah içindeki yaşam<br />
tarzları Mısırlıları iyi yönetilmedikleri bilincine<br />
götürmüştür. Ülkedeki düşük gelir, bunun adil<br />
olmayan dağılımının yanı sıra her tarafı saran<br />
rüşvet ve yolsuzluklar Mısır standartları ile<br />
değerlendirildiğinde dahi kabul edilemez<br />
seviyeye gelmiştir. 2 Ulaşım, enerji, hastane ve<br />
eğitim altyapısı ise çok kötüdür. Tüm bunların<br />
yanı sıra Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in<br />
oğlu aracılığı ile oluşturduğu bir ekonomik<br />
imparatorluk ve Kahire burjuvazisinin<br />
gösterişli yaşam tarzı halkı patlama noktasına<br />
getirirken, küresel gıda emtialarının artışıyla<br />
%50’ye 3 varan yoksulluk oranı ile birlikte<br />
milyonlarca insan sokaklara dökülmüştür.<br />
Tahrir meydanını dolduran milyondan fazla<br />
gösterici “ekmek, özgürlük, sosyal adalet,<br />
insanlık onuru” sloganları atarak bir devrim<br />
başlatmıştır. Nihayetinde Kahire’de mezar<br />
evlerde kalmak zorunda kalan yüz binlerce<br />
insan, günlük bir dolar gelirin altına var olmaya<br />
çalışan milyonlarca işçi sınıfı, ürettikleri ile<br />
geçinme zorluğu yaşayan çiftçiler ve büyük<br />
çoğunluğu işsiz olan gençler 25 Ocak Devrimi<br />
ile umut tazelediler ve büyük beklentiler<br />
oluşturdular. Diğer sosyo-kültürel siyasi<br />
beklentilerinin yanı sıra ekonomik açından<br />
da hayatlarına devrim ile birlikle sihirli bir<br />
değneğin dokunacağını ve kısa sürede refah<br />
içinde bir hayata sahip olabileceklerini<br />
düşündüler. Ancak bu büyük beklentiler<br />
daha da büyük bir öfkeye dönüşmekte<br />
gecikmedi ve özellikle de medyanın büyük<br />
bir kısmını kontrol eden seküler-liberal<br />
muhalefet ile fülul tarafından Cumhurbaşkanı<br />
Muhammed Mursi ve İhvana karşı kanalize<br />
edildi. Aslında 25 Ocak 2011 sonrası ülkenin<br />
idaresi Yüksek Askeri Konsey’in eline<br />
geçmiş ve Cumhurbaşkanlığına Mursi’nin<br />
oturduğu tarihe kadar da bu bir buçuk yıllık<br />
dönemde popülist bir şekilde yönetilmişti.<br />
Ülkede oluşan güvenlik sıkıntıları ile turizm<br />
ve yabancı yatırımlarda ciddi gerilemeler<br />
oluşurken, Mareşal Tantavi liderliğinde<br />
askerler devlet sübvansiyonlarına bağımlı<br />
ekonomide herhangi bir yapısal reformdan<br />
kaçınarak popülist uygulamalara girmiş,<br />
maaşlar artırılmış, rüşvet ve yolsuzluklara dair<br />
en ufak bir hamle dahi gerçekleştirilmemiştir.<br />
Merkez Bankası döviz rezervleri Mübarek’in<br />
devrilmesinden sonraki bir buçuk yıllık<br />
Yüksek Askeri Yönetim döneminde 32 milyar<br />
dolar seviyesinden, 13 milyar dolara kadar<br />
düşerken, GSYH büyüme rakamı da yüzde<br />
22
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
2 bandına inmiştir. Turizmde bu dönemde<br />
dibe çakılmaktan kurtulamamıştır. Asker bu<br />
politikaları ile hem ülke ekonomisinin ciddi bir<br />
kısmını kontrol eden kendi iktisadi krallığını<br />
muhafaza etmek isterken aynı zamanda<br />
Mısır kamuoyundaki <strong>say</strong>gınlığını koruyarak,<br />
kendinden sonraki sivil yönetime de bilinçli<br />
bir şekilde adeta bir enkaz devretmiştir.<br />
“1952 Hür Subaylar Devrimi ile aslında tüm<br />
Mısır’ın sahibi haline gelen generaller, zaman<br />
içerisinde yarı liberal kapitalist yapının yeni<br />
şartlarına adapte olarak farklı bir ekonomik<br />
imtiyaz alanı oluşturdular. Görece düşük<br />
vergi ve ücretsiz istihdam kabiliyeti ile sahip<br />
oldukları şirketlere avantaj üretip, kapitalist<br />
sistem içerisinde yer aldılar. Emlak alım<br />
satımları başta olmak üzere enerji, elektronik,<br />
temizlik, eğlence, gıda ve ağır sanayi sektöründe<br />
faaliyet gösteriyorlar. Bu anlamda, Mısır’da<br />
alelade bir alışveriş merkezinde askeri kıyafetli<br />
çalışanların temizlik malzemesi sattığını ya<br />
da bir bilardo salonunda fiş kestiğini görmek<br />
mümkün. Türkiye’deki karşılığı ile söyleyecek<br />
olursak, onlarca ‘OYAK’ ve ‘Ordu Pazarı’ Mısır’ı<br />
sarmış durumda. Mısır Ordusu’nun yönettiği<br />
ekonominin büyüklüğünü tam olarak<br />
bilmek mümkün değil. Uluslararası basın ve<br />
Mısır’daki yaygın söylemle, ordunun GSYH’nın<br />
%25-40’ını kontrol ettiği düşüncesi bir efsane<br />
görüntüsü veriyor ancak GSYH’nın anlamlı bir<br />
kısmının ordu tarafından kontrol edildiği de<br />
bir gerçek” 4<br />
Mursi Dönemi Mısır Ekonomisi<br />
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi seçim<br />
atmosferinde ekonomiye dair büyük sözler<br />
vermiş olsa da devraldığı enkazın içinden<br />
çıkamamış ve devrimden sonra her geçen gün<br />
kötüleşen ekonomide tam olarak bir iyileşme<br />
sağlayamamıştır. İhvan’ın uzun bir dönem<br />
boyunca Mısır için bir reçete olarak sunduğu<br />
Nahda İktisadi Kalkınma Projesi 5 hayata<br />
geçirilemezken, bürokrasiden gelen direnç<br />
ve yargı marifetiyle vaad edilen reformlar da<br />
engellenmiştir. Mursi’nin seçildiği günden<br />
itibaren sokak eylemselliği ile icra edilen büyük<br />
gösteriler ve grevler ekonomik verileri iyice<br />
kötüleştirmiştir. Reformların gerçekleşmemesi<br />
yüzünden IMF ile görüşülen standby anlaşması<br />
bir türlü hayata geçirilememiş ve Mısır’ın<br />
hayati derecede ihtiyaç duyduğu uluslararası<br />
piyasalardan kredi temini için duyulan IMF<br />
çıpasından 4.7 milyar dolarlık yardımdan<br />
mahrum kalınmıştır. ABD ve AB de devrim<br />
sonrası demokratik sistemini oturtmaya<br />
çabalayan Mısır’a sırtını dönmüş ve daha önce<br />
vaat edilen yardımlarda bulunmamışlardır.<br />
Mursi döneminde Mısır ekonomisi Katar ve<br />
Türkiye’nin finansal yardımları ile ancak bir<br />
nebze olsun ayakta durabilmiştir. 6<br />
Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanlığı ve<br />
Hişam Kandil’in Başbakanlığı döneminde<br />
bütçe açıkları %13’ü geçmiş, işsizlik ve<br />
enflasyon artmaya devam etmiştir. Bu<br />
dönemde özellikle turizmde bir iyileşme<br />
olmuşsa da artan gösteriler ve kaos sebebiyle<br />
turizm de tekrardan olumsuz etkilenmeye<br />
başlamıştır. Mübarek döneminde ellerinde<br />
bulundurdukları imtiyazlarla kartelleşen ve<br />
Kahire Burjuvazisini oluşturan Sawiris gibi<br />
aileler de Mursi’yi yıpratmak adına yatırımlarını<br />
durdurmuş, servetlerinin bir kısmını<br />
yurtdışına çıkartarak ülkede döviz sıkıntısının<br />
oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. 7 Muhalif<br />
unsurlar Mursi’yi ayrıca devleti ve iktisadi<br />
alanı İhvanlaştırmakla suçlamışlar, ülke<br />
kaynaklarının her geçen gün İhvan tarafından<br />
domine edildiği ve devlet bürokrasisinin<br />
İhvan mensupları tarafından işgal edildiği<br />
propagandasını yaparak oluşan öfkeyi<br />
iyice artırmışlardır. Mısır’da Mursi’ye karşı<br />
yapılacak darbenin şartlarının olgunlaşması<br />
adına harekete geçen muhalif pozisyonlar<br />
23
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
3 Temmuz 8 darbe gününe yaklaşıldığı bir<br />
dönemde ise sabotajlar gerçekleştirerek<br />
ülkede sık sık elektrik kesintilerine, tüp gaz<br />
ve benzin kuyruklarının oluşmasına sebebiyet<br />
vermeye başlamıştır.<br />
Nihayetinde Mısırda sıradan halkın en temel<br />
beklentisi olan ekonomik iyileşme ve refah<br />
düzeyindeki artışın sağlanamamış olması<br />
Mursi’ye yönelik oluşan öfkenin en büyük<br />
sebeplerinden birisini oluşturmuştur. Darbe<br />
dizaynını yapanlar ekonomik sıkıntıların<br />
sebebini Cumhurbaşkanı Mursi’nin kötü<br />
yönetimi ve devletin İhvanlaşması gibi<br />
göstermiş ve medya aracılığı ile oluşan öfkeyi<br />
Mursi’yi yıpratmak için kullanmışlardır.<br />
Ancak Mursi’ye karşı dizayn edilen bu<br />
ekonomik araçsallaştırma ile şimdi darbe<br />
aktörleri kendileri yüzleşmek durumunda<br />
kalmaktadırlar. Darbenin ardından Körfez’den<br />
gelen yardımlara rağmen ülke ekonomisi her<br />
geçen gün daha kötüye gitmekte ve şimdi<br />
sorumlu tutulacak bir Mursi ve İhvan yönetimi<br />
de mevcut olmadığından öfke ile bizzat<br />
yüzleşmiş durumdadırlar.<br />
Darbe Sonrası Krize Sürüklenen Mısır<br />
Ekonomisi<br />
Darbe koalisyonunu teşkil eden pozisyonlar<br />
devrim diye sundukları bu yeni döneme<br />
karşı ciddi bir direnişin oluşamayacağını<br />
hesaplamışlar ve siyasi-iktisadi yol haritalarını<br />
da buna göre belirlemişlerdi. Askerin<br />
müdahalesi, Mursi’nin devrilmesi sürecinde<br />
Körfez ülkelerinin büyük ekonomik yardımları,<br />
Muhammed Baraday gibi liberal liderlerin<br />
katkıları ve Batı ülkelerinin desteğiyle alınacak<br />
krediler ile kısa süre içerisinde “devrim” hem<br />
kurumsallaşacak hem de iktisadi açından<br />
görece bir başarı elde edilerek siyasi ve<br />
iktisadi normalleşme sağlanacaktı. Hatta<br />
yeni oluşturulan Biblavi Hükümetinde Ziad<br />
Bahaddin gibi isimlerin tercih edilmesiyle<br />
ABD Hükümetinin yönlendirmesi ile de<br />
talepleri yumuşatılmış bir biçimde bir IMF<br />
standby anlaşması yapılması hedefleniyor<br />
gözüküyordu. 9<br />
Ancak darbeye karşı geniş bir koalisyonla<br />
birlikte beklenmeyen bir ölçekte mukavemet<br />
oluşunca tüm bu hesaplar geçersiz kaldı.<br />
Gösteriler sürdükçe asker ve polis marifetiyle<br />
şiddet kullanılması ve katliamlar yaşanması<br />
darbe koalisyonunu dağıtıp uluslararası<br />
desteği de zedelerken, zaten kötü durumda<br />
olan Mısır ekonomisini tam bir krize sürükledi.<br />
Sabotajların bitmesi ve Körfez ülkelerinin<br />
12 milyar dolarlık yardım açıklaması ile ilk<br />
günlerde pozitif bir dalga oluşmuş olsa da<br />
gösteri ve şiddet dalgasının her geçen gün ülke<br />
sathına yayılması ile bu algı tamamen dağıldı.<br />
General Sisi’nin darbeyi ilan etmesinin hemen<br />
ardından Katar dışındaki Körfez ülkeleri<br />
desteklerini açıklarken, Suudi Arabistan,<br />
Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt toplam 12<br />
milyar dolarlık yardım yapacakları vaadinde<br />
bulundular. Suudi Arabistan bir kısmı kredi,<br />
deposit ve petrol yardımından oluşan 5 milyar<br />
dolarlık bir paket açıklarken, BAE 3 milyar<br />
dolarlık Kuveyt ise 4 milyar dolarlık bir paket<br />
açıkladı. Bu yardımlarla birlikte 14 milyar<br />
dolar civarında seyreden Merkez Bankası<br />
döviz rezervleri 18.8 milyar dolara çıkarken 10 ,<br />
Mursi iktidarının son dönemlerinde yükselişe<br />
geçmiş olan dolar da göreceli olarak düşmeye<br />
başlamıştı. Ancak ilerleyen aylarla birlikte<br />
büyük bir dış açık veren Mısır ekonomisi,<br />
Katar’dan alınan yardımların iade edilmeye<br />
başlanması ile birlikte turizm gelirleri ve<br />
doğrudan yabancı yatırımları da kaybedince<br />
tekrardan hızlı bir şekilde döviz kaybı<br />
yaşayarak rezervlerini eritmeye başladı ve<br />
Cüneyh 11 yabancı para birimlerine karşı değer<br />
kaybetti. 12 Rezervler 2013 Ekim ayında 18.5<br />
milyar dolara düşerken, 2013 Kasım ayında<br />
24
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
ise 824.4 milyon dolar daha gerileyerek<br />
17.7 milyar dolara düşmüş durumda. Piyasa<br />
beklentileri rezervlerin daha da düşeceğini<br />
öngörüyor. 13 Körfez ülkelerinden gelen<br />
yardımların tükenmeye başlaması ile darbe<br />
hükümetinin Geçici Başbakanı Biblavi<br />
yanındaki Ekonomiden sorumlu Bakanlardan<br />
oluşan bir heyet ile yaptığı Birleşik Arap<br />
Emirlikleri ziyaretinde Mısır’ın yeni yardım<br />
talebini gündeme getirdi. BAE Mısır’a daha<br />
önce açıkladığı 3 Milyar dolarlık yardımın<br />
yanı sıra 1.9 milyar dolarlık yeni bir yardım<br />
vaadinde bulundu. Kredi şeklindeki yardımın<br />
bir kısmı petrol olarak sağlanacakken<br />
diğer kısmının ise nakit olarak verilmesi<br />
kararlaştırıldı. 14 Ancak bu yeni yardım ilanına<br />
rağmen BAE Başbakan Yardımcısı Mansur<br />
bin Zayid el Nahyan’ın“Arap ülkeleri sonsuza<br />
kadar Mısır’a yardım yapmaya devam edemez,<br />
Mısır ekonomisini düzeltmek için inovatif ve<br />
yaratıcı çözümler bulmalıdır” açıklaması darbe<br />
ekonomisinin Körfez’den gelen dış desteğinin<br />
daha ne kadar sürdürülebileceği hususunda<br />
önemli soru işaretleri yaratmış durumda.<br />
Mısır ekonomisinin döviz rezervi açığından<br />
çok daha büyük bir sorunu ise bir türlü<br />
kapatılamayan bütçe açıklarıdır. Mübarek<br />
dönemi de dâhil olmak üzere Mısır çok<br />
uzun bir dönemdir ciddi bir bütçe açığı ile<br />
karşı karşıyadır. 25 Ocak devrimi ile birlikte<br />
Askeri yönetim döneminde GSYH’nın %10’u<br />
mertebesine ulaşan açık, Mursi döneminde<br />
daha da artmış ve nihayetinde 2012–2013<br />
mali yılında 239.9 milyar Cüneyhe ulaşarak<br />
GSYH’nın %13.8’ine kadar yükselmiştir. 15<br />
Yaklaşık 35 milyar dolara tekabül eden bu<br />
rakam Mısır adına sürdürülebilir olmaktan<br />
çok uzaktır. Mursi ve Hişam Kandil hükümeti<br />
döneminde sübvansiyon sisteminin akıllı kart<br />
ile rasyonelleştirilmesi ve vergi reformu ile<br />
bütçe açığının %9 bandına düşürülebilmesi<br />
için bir program hazırlanmış ancak darbe<br />
ile birlikte bu paket uygulanmayarak rafa<br />
kaldırılmıştır. Biblavi Hükümeti yaptığı<br />
açıklamada 2013–2014 yılında %3.8’lik<br />
büyüme rakamları ile birlikte bütçe açığını<br />
%10 olarak ön gördüklerini açıklarlarken,<br />
bu rakamların nasıl tutturulacağına yönelik<br />
bir açıklamada bulunulmamıştır. Bütçe açığı<br />
2013/14 yılı finansal dönemi ilk 4 ay için<br />
75.5 milyar Cüneyhe (10.8 milyar dolar)<br />
yükselmiş durumdadır. Bu bir yıl önceki aynı<br />
döneme göre %5’lik bir artışı göstermektedir.<br />
Hükümetin bu yılki beklentisi ise toplamda<br />
GSYH’nın %9’luk kısmına tekabül gelen 27<br />
milyar dolarlık bir açıktır ancak hedeflenen<br />
bu rakamların tutturulması hiç bir şekilde<br />
mümkün gözükmemektedir.<br />
Kötü yönetim, yolsuzluklar, yapısal sorunlar,<br />
kayıt dışı ekonomi ve sübvanseye sistemi devlet<br />
bütçesini yönetilemez bir noktaya getirmiştir.<br />
Ülkede oransal olarak vergi gelirleri düşmeye<br />
devam ederken 16 20 milyar doları geçen bir<br />
rakamla Mısır bütçesinin yaklaşık %20’si<br />
doğrudan enerji ve gıda sübvansiyonlarına<br />
harcanmakta, sübvansiyonlarla çok düşük<br />
fiyatlara satılan benzin, mazot, elektrik gibi<br />
ürünler verimsiz bir şekilde tüketilerek<br />
israf edilmektedir. Mursi-Kandil döneminde<br />
sübvansiyon sisteminin rasyonelleştirilmesi<br />
adına adımlar atılmış ancak darbe<br />
atmosferinden ötürü hayata geçirilememiştir.<br />
Cemal Abdul Nasır dönemine kadar uzanan<br />
ucuz enerji ve gıda ürünlerine karşı çoğunluğu<br />
fakirlik sınırı altında yaşayan Mısır halkının<br />
büyük bir hassasiyeti vardır. 1977 yılında o<br />
dönemin İsrail’e karşı zafer kazanan Başkanı<br />
imajına rağmen Enver Sedat tarafından<br />
sübvanseye sistemini kaldırmaya yönelik bir<br />
reform girişimi, geniş çaplı ekmek isyanına<br />
dönüşmüş, bu isyan karşısında reform kararı<br />
hemen geri çekilmiştir. Bu anlamda halk<br />
25
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
nezdindeki popülaritesini muhafaza etmek<br />
isteyen darbe yönetimi sübvansiyon sisteminde<br />
köklü bir reforma gitmek istememekte, günü<br />
kurtaracak çerçevede borçlanarak yoluna<br />
devam etmek istemektedir.<br />
Yine devlette aşırı istihdam, verimsizlik ve<br />
yolsuzlukların önlenmesine dair darbe sonrası<br />
göreve getirilen Biblavi Hükümetinin her hangi<br />
bir adım atması şimdiye kadar söz konusu<br />
olmamıştır. Mısır Worldwide Governance ve<br />
Transeperancy International göstergelerinde<br />
son sıralarda yer almaktadır. 17 Sübvansiyon<br />
sistemi de yolsuzlukların artmasına sebebiyet<br />
vermektedir. Devletin sübvanse ettiği<br />
petrol, doğal gaz, un gibi temel ürünler kara<br />
bor<strong>say</strong>a nakledilmekte ve satılmaktadır. 18<br />
Devlet kademesinde verimsiz bir şekilde 6<br />
milyondan fazla memurun istihdam edilmesi<br />
bütçe açıklarına hizmet etmeye devam<br />
ederken, Biblavi Hükümeti döneminde memur<br />
alımları hız kazanarak bütçede büyük bir yük<br />
oluşturmaya devam etmiştir.<br />
Mısır GSYH’sının anlamlı bir kısmını<br />
elinde tutan, bütçesi bizzat Yüksek Askeri<br />
Konsey tarafından belirlenen Ordu’nun<br />
harcamaları denetlenememekte iken yeni<br />
hazırlanan Anayasa’da da Ordu’nun bütçesi<br />
ve harcamalarına dair geniş bir özerk alan<br />
yaratılarak her hangi sivil bir denetim<br />
mekanizması oluşturulmamaktadır. 19 Bütçe<br />
açığına dair yapılan projeksiyonlarda siyasi<br />
uzlaşı ile demokrasinin tekrardan rayına<br />
oturtulmadığı ve kapsamlı bir reform hayata<br />
geçirilmediği takdirde bütçe açığının gelecek<br />
mali yılda %15.3’e ulaşacağı ve hükümetin<br />
para basımını artırıp ya içerinden borçlanarak<br />
büyük oranda enflasyona neden olacağı ya da<br />
yine ciddi miktarda Körfez yardımına ihtiyacı<br />
olacağı hesaplanmaktadır. Her halükarda<br />
devletin borçluluk oranı hızlı bir şekilde<br />
artmaya devam ederek adım adım iflas<br />
statüsüne doğru gitmeye devam etmektedir.<br />
Kamu Borcu ve Enflasyon<br />
25 Ocak Devrimi sonrası süreçte Mısır iç<br />
ve dış kamu borç stokları hızlı bir şekilde<br />
artmaya devam etmiştir. Mısır Merkez Bankası<br />
verilerine göre 2013 Mart ayı itibariyle Kamu<br />
İç Borç stoku 1.5 trilyon Cüneyh’e ulaşmış<br />
durumdayken bunun Gayri Safi Milli Hasıla’ya<br />
oranı ise %82 bandına tekabül gelmektedir. İç<br />
ve Dış toplam borçluluk ise GSYH’nın %96.7<br />
seviyesine ulaşmıştır.<br />
Mısır devlet bütçe açığının artarak devam<br />
etmesi yıllık 35 milyar bandını aşarak<br />
GSYH’nın %14’ünü geçmesi, her yıl devlet<br />
borçluluk oranın hızlı bir şekilde artmaya<br />
devam edeceğini göstermektedir. Büyüme<br />
rakamları ise 25 Ocak Devriminden beri<br />
%2’ler seviyesinin üstüne çıkamamaktadır.<br />
Uzun süredir çoğu yerel bankanın %30’luk<br />
limiti aşmış olduğundan yeterli miktarda<br />
borçlanamayan Mısır hazinesi, bütçe açığını<br />
finanse edebilmek adına yoğun bir şekilde<br />
para basımını artırmış durumdayken,<br />
ekonomik büyüme olmamasına rağmen ciddi<br />
bir enflasyon artışına neden olmaktadır. Mısır<br />
bir stagflasyon sarmalına sürüklenmektedir.<br />
Maliye Bakanlığı verilerine göre sadece Ağustos<br />
ayında 10 milyar Cüneyh ($1.45 milyar) para<br />
basılmıştır. Mısır’ın kredi derecelendirme<br />
kuruluşları nezdinde çöp statüsünde olan<br />
notları da uluslararası bankacılık ve fonlama<br />
sisteminden borçlanmasını engellemekte<br />
ve ülkelerden doğrudan kredi ya da<br />
yardım talebinde bulunmasını beraberinde<br />
getirmektedir.<br />
Enflasyon rakamları resmi rakamlarda<br />
da hızla artmaya başlamıştır. Mısır resmi<br />
istatistik kurumu CAPMAS verilerine göre<br />
Ekim’de %10.44 olan oran Kasım ayı itibariyle<br />
26
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
%12.97’ye ulaşmış durumdadır. 20 Yapılan<br />
alternatif hesaplamalarda ise gerçek oranın en<br />
az %20 civarında olduğu düşünülmektedir. 21<br />
Temel gıdaların fiyatları da hızlı bir şekilde<br />
artmaktadır. Olağan üstü hal ve sokağa çıkma<br />
yasağı alışkanlıkları ekonomiyi olumsuz yönde<br />
etkilerken, Hükümet meyve-sebze ve tahıl<br />
fiyatlarını sabit tutmaya çalışsa da başarılı<br />
olunabilmiş değildir.<br />
Büyüme ve İşsizlik<br />
Mısır GSYH’sı 2012–13 arasında %2.3’lük<br />
bir büyüme performansı yakalamıştı. Ancak<br />
CAPMAS’ın yine aynı tarih aralığındaki nüfus<br />
artış hızını %2.6 olarak açıklaması, Mısır’da kişi<br />
başı gelirin düşmeye devam ettiğini göstermiş<br />
oldu. Çok genç bir nüfus yoğunluğuna sahip<br />
Mısır, yüksek doğurganlık hızı ile birlikte<br />
büyük bir nüfus artış hızına sahip. Mısır’ın<br />
her yıl 2 milyondan fazla nüfusu artarken,<br />
çalışacak yaşa bundan daha fazlası dâhil oluyor.<br />
CAPMAS’ın16 Kasım’da yayınlanan verilerine<br />
göre Mısır sathında ulusal işsizlik oranı<br />
%13.4’e ulaşmış durumda. İşsizlik bir önceki<br />
çeyrekte %11.3 iken 2010 yılında ise sadece<br />
%8.9’du. CAPMAS’a göre toplam iş gücü 27.2<br />
milyon iken, 2010’dan bugüne %4.2’lik bir<br />
artış söz konusu. Toplam işsizliğin %70.8’ini<br />
gençler oluşturuyor. İş gücüne katılım oranı<br />
ise sadece %48. Bir önceki çeyrekte bu rakam<br />
%49.5 idi. 22 Mısır’da bir çok uzman tarafından<br />
gerçek işsizliğin resmi rakamların çok üstünde<br />
olduğu da değerlendiriliyor. Özellikle genç<br />
işsizliğin ulaştığı rakamlar Mısır adına yeni bir<br />
gençlik isyanının patlak vermesinin muhtemel<br />
olduğunu gösteriyor. Ülke mevcut sosyoekonomik<br />
durumu dahi muhafaza edebilmek<br />
adına büyüme rakamlarını nüfus artış hızının<br />
üzerinde tutmak zorunda. Ancak darbe<br />
sonrası oluşan siyasi kriz ülkeyi iktisadi açıdan<br />
da her geçen gün daha fazla içinden çıkılmaz<br />
bir çöküşe doğru sürüklüyor. Darbe sonrası<br />
Biblavi Başbakanlığında oluşturulan geçici<br />
Mısır Hükümeti 2013–14 dönemi büyüme<br />
rakamını %3.5 civarında ön görmüş olsa da<br />
bunun mevcut konjonktürde sağlanabilmesi<br />
pek mümkün gözükmüyor ve hatta mevcut<br />
%2’lik bandın dahi korunabilmesi sürpriz<br />
olacaktır.<br />
Turizm<br />
3 Temmuz’da yaşanan darbe ardından 14<br />
Ağustos’ta Rabia ve Nahda Meydanları katliamı<br />
ve çatışma ortamı sonrasında Mısır’da Turizm<br />
sektörüne de çok ağır darbe vurdu. 23 Darbe<br />
aktörleri Mısır GSYH’sında %10’na tekabül<br />
gelen bir ölçeğe sahip olan ve milyonlarca<br />
Mısırlıya istihdam sağlayan sektörün ayakta<br />
kalabilmesi için büyük gayret sarf etseler<br />
de açıklanan resmi rakamlar sektörün içine<br />
düştüğü krizden kolay kolay çıkamayacağını<br />
gösterir niteliktedir. Turizm Bakanı Hişam<br />
Zuzu yaptığı açıklamada 14 Ağustos sonrası<br />
dönemde Mısır’da yabancı turist <strong>say</strong>ısının<br />
%80 oranında düştüğünü söylemesi bunu bir<br />
nevi teyit etmiştir. 24<br />
14 Ağustos’ta Rabia ve Nahda Meydanlarında<br />
yaşanan katliamlar ve ardından tezahür eden<br />
çatışma ortamı ile Mısır’a turist gönderen birçok<br />
ülke vatandaşlarının Mısır’ı ziyaret etmemesi<br />
içi seyahat uyarıları yayınlamışlardır. Mısır’ın<br />
çatışma atmosferinden görece uzak Şarm-el<br />
Şeyh ve Hurgada gibi güvenli alanlarında dahi<br />
turizm durma noktasına gelirken, otellerin<br />
büyük bir kısmı kapalı durumdadır. Turizm<br />
Bakanlığı Mursi döneminde İran ile daha önce<br />
yapılan turizm anlaşmasının güvenlik kaygıları<br />
ile iptal edildiği açıklanmıştır. 25 2010 yılında<br />
14 milyon kişi ve 12.5 milyar dolar getiri<br />
rakamına ulaşarak zirve noktasına ulaşan<br />
turizmde, 2011 devrimi ile birlikte ülkenin<br />
27
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
içine düştüğü kaos durumu ciddi gerilemelere<br />
neden olmuştu. 2012 döneminde tekrar<br />
toparlanma içerisine giren sektör, darbeden<br />
sonra 2013 yılını da büyük bir kayıpla<br />
geçirecekken, siyasi bir uzlaşı sağlanamadığı<br />
takdirde 2014 senesi de benzer şekilde<br />
gerçekleşme eğilimindedir. Mısır’ın yurtdışı<br />
döviz gelirlerinde çok önemli bir yere sahip<br />
sektörünün çöküşü ülke döviz rezervlerini de<br />
doğrudan etkilemektedir. Ayrıca milyonlarca<br />
Mısırlının istihdam edildiği sektörün çöküşü<br />
büyük krizlere neden olabilecektir. Sektörün<br />
toparlanması ise Mısır’da siyasi istikrarın<br />
sağlanıp çatışma ve kaos ortamının tamamen<br />
bitirilmesine bağlı gözükürken, bu şartların<br />
sağlanması dahilinde bile uzun bir dönem<br />
daha Mısır’ın uluslararası imajının düzelmesi<br />
zor gözükmektedir. Turizm sektöründe çalışan<br />
ve dolaylı yönden bu sektörden faydalanan<br />
kesimlerde mevcut darbe aktörlerine yönelik<br />
tepki oluşmaya başlamıştır.<br />
Reel Sektör ve Kamu Şirketleri<br />
Yaşanan çatışma ve kaos ortamı ile olağanüstü<br />
hal ve sokağa çıkma yasağı 26 reel piya<strong>say</strong>ı<br />
da ciddi anlamda etkilerken; birçok küçük,<br />
orta ve büyük işletme de ciddi iktisadi<br />
zorluk içerisine girmiş durumda. Endüstri<br />
ve Ticaret Bakanı Münir Fekhri Abdul Nur<br />
790 adet büyük fabrikanın faaliyetlerini<br />
devam ettirebilmek adına devlet yardımı<br />
başvurusunda bulunduğunu açıklarken,<br />
fabrikaların %84’ünün finansal yardıma<br />
ihtiyacı olduğunu vurgulayan Bakan bazı<br />
teknik sebeplerin ve güvenlik koşullarının<br />
fabrikalar üzerinde negatif etkiye sebep<br />
olduğunu ifade etmektedir. Eylül ayında<br />
devletten yardım isteyen fabrika adedi 613<br />
iken Ekim ile birlikte <strong>say</strong>ı 790’a yükselmiş<br />
durumda. 27 İnsan Kaynakları Bakanı Kemal<br />
Ebu Eisa ise geçici süreyle 4,500 fabrikanın<br />
kapatıldığını açıkladı. Biblavi Hükümeti zor<br />
durumda olan fabrikaların üretime devam<br />
edebilmesi adına 71 milyon dolarlık acil<br />
yardım yapılması kararı aldı, ancak bu rakam<br />
yeterli olmaktan çok uzak gözükmektedir.<br />
Fabrikaların kapanmaya başlaması ve çok<br />
<strong>say</strong>ıda fabrikanın üretim yapamayacak hale<br />
gelip devlet yardımına başvuruyor olması<br />
işsizliği hızlı bir şekilde artırırken, Mısır’ın<br />
ekonomik açıdan artan bir şekilde krizin içine<br />
sürüklendiğini göstermektedir.<br />
Mısır’da yaşanan siyasi ve iktisadi krize<br />
paralel işçi grevleri de her geçen gün<br />
yoğunlaşmaktadır. Mısır Demir ve Çelik<br />
Şirketi’nin on binden fazla çalışanı greve<br />
giderken, Asfur Kristial ve Mahalla Tekstil<br />
Şirketi gibi devasa şirketlerde on binlerce<br />
işçi düşük maaş ve kötü çalışma ortamları ve<br />
ödenmeyen bonuslar için grev yapmaktadır. 28<br />
Ülke ekonomisi grevler ile sarsılırken, özellikle<br />
kamu şirketleri genel bütçe açıklarına dâhil<br />
olmayan ama nihayetinde Hazine tarafından<br />
üstlenilmesi gerekecek olan çok büyük zararlar<br />
açıklamaktadırlar. Sivil Havacılık Bakanı<br />
Abdul Aziz Fadıl yaptığı açıklamada ülkenin<br />
bayrak taşıyıcısı Mısır Havayollarının mevcut<br />
koşullarda çok zor şartlar altında faaliyetlerini<br />
sürdürdüğünü ve büyük finansal bir krizin<br />
içinde olduğunu söylemiştir. 6.5 milyar<br />
Cüneyh (940 milyon dolar) zararda olduğunu<br />
açıkladığı şirketin, uluslararası kreditörlere<br />
1.5 milyar dolar civarında borcu olduğunu da<br />
ifade etmiştir. 29 Mısır Hava Yolları gibi birçok<br />
kamu şirketinin de yine büyük zararlar içinde<br />
olduğu bilinmektedir.<br />
Sonuç<br />
“Ekmek, özgürlük, sosyal adalet, insanlık<br />
onuru” sloganı ile başlayan Tahrir Devrimi’nin<br />
üzerinden üç yıl geçti, ancak Mısırlılar<br />
bugün devrim öncesinden de çok daha ağır<br />
ekonomik ve sosyal şartlar altında yaşamlarını<br />
28
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
sürdürmeye çalışmaktalar. Yolsuzluklar,<br />
verimsizlik, kötü yönetim ve sübvansiyonlar<br />
sebebi ile GSYH’nın %14’üne kadar ulaşan<br />
bütçe açığı, azalan vergi gelirleri, sıfıra yaklaşan<br />
büyüme oranları ve artan enflasyon Mısırı her<br />
geçen gün geriye dönülemez şekilde ekonomik<br />
açından iflas noktasına sürüklemektedir.<br />
Ülkede yeterli grip aşısı bulunmadığından<br />
çocuklar ölmekteyken, doktorlar bu duruma<br />
isyan edip greve gitmektedirler. Elektrik<br />
kesintileri olağan bir hali yansıtmaktadır.<br />
Tüp gaz kuyruklarında saatler tüketilirken,<br />
okullar bakımsızlıktan harabe durumundadır.<br />
Yüz binlerce insan Kahire’de mezarlıklarda<br />
yaşamaya çalışmaktadır. Kaos ve şiddet<br />
görüntüsü turistleri uzaklaştırırken, ülkenin<br />
en temel gelir kaynaklarından olan turizm<br />
bitme noktasına gelmiş durumdadır. Sermaye<br />
fakiri olan Mısır’a Körfez dışında anlamlı<br />
miktarda uluslararası yatırım gelmemektedir.<br />
Reel sektör can çekişirken, milyonlarca genç<br />
işsizin öfkesi ise her geçen gün daha fazla<br />
artmaktadır.<br />
Onlarca yılın getirdiği yapısal sorunlara,<br />
darbe sonrası kaos ve çatışma hali eklenmiş<br />
durumdadır. 85 milyonu geçen nüfusu ile<br />
Mısır adım adım iktisadi açıdan iflas noktasına<br />
doğru sürüklenmektedir. 3 Temmuz’dan beri<br />
gerçekleşen kitlesel gösteriler, siyasi ve iktisadi<br />
normalleşmeyi engellemektedir. Darbeye karşı<br />
silahlı direniş ise her geçen gün daha fazla<br />
etkinlik kazanarak ülke sathına yayılmaktadır.<br />
Ensar, Beytil Makdis gibi örgütlenmeler Sina<br />
yarım-adasında doğal gaz boru hatlarına<br />
sabotajlar düzenleyerek ülkenin doğal gaz<br />
ihraç etmesini engellerlerken aynı zamanda<br />
bölgedeki fabrikaların üretim yapmasının da<br />
önüne geçmekteler. Darbeye karşı oluşturulan<br />
silahlı direniş turizmin yanı sıra ülkenin en<br />
önemli gelir kaynaklarından olan Süveyş<br />
Kanalını da tehdit eder duruma gelmiştir.<br />
Darbe yönetimi Körfez ülkelerinden gelen<br />
cömert yardımlarla ayakta kalmaya çalışsa da<br />
sosyo-ekonomik göstergeler mevcut durumun<br />
orta vadede sürdürülemeyeceğini açık bir<br />
şekilde göstermektedir. Ortalama Mısırlı’nın<br />
karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntılar<br />
darbenin ilk günlerindeki halk desteğini her<br />
geçen gün aşındırmaktadır.<br />
Nihayetinde çatışma ve kaos ortamını<br />
bitirecek normalleşme adımları, Mısırın<br />
içinde bulunduğu sürdürülemez iktisadi<br />
krizden çıkmasının ön şartı olarak önümüzde<br />
durmaktadır. Krizden çıkmanın reçetesi,<br />
siyasi bir normalleşme ile ulusal mutabakat<br />
hükümeti kurularak istikrarlı, öngörülebilir<br />
bir atmosferde ülkenin yapısal sorunlarına<br />
dair reformlar yapmaktan geçmektedir.<br />
Siyasi normalleşmenin sağlanması ise darbe<br />
yönetiminin karşıtları ile siyasi bir uzlaşı<br />
sağlayarak yeni bir yol haritası oluşturmasına<br />
bağlıdır. Mısır’da toplumsal karşılığı olan hiç<br />
bir siyasi unsurun sistem dışına itilmediği<br />
bir normalleşme sonrası ancak istikrarın<br />
sağlanabileceği ve Mısır’ın ihtiyacı olan<br />
yapısal ekonomik reformların yapılabileceği<br />
görülmektedir.<br />
SONNOTLAR<br />
(1) Dünya Bankası Mısır Verileri: http://data.<br />
worldbank.org/indicator/NY.GNP.PCAP.CD/<br />
countries/EG-XQ-XN?display=graph<br />
(2) Stephan Roll, Egypt’s Business Elite after<br />
Mubarek, SWP, Eylül 2013.<br />
(3) Overview on the modern history of<br />
Egyptian economy, Egypt State Information<br />
Service, 2013.<br />
(4) Mısır Ordusunun İktisadi Krallığı, Can<br />
29
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
Acun | 26 Nisan 2013.<br />
(5) Nahda Kalkınma Projesi İhvan-ı Müslimin tarafından Mısır’ın iktisadi kalkınması için geliştirilmiş<br />
ve Muhammed Mursi tarafından Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında da kullanılmıştır. Detaylı<br />
bilgi için bkz: http://www.ikhwanweb.com/article.php?id=29932<br />
(6) Mursi iktidarı boyunca Türkiye ve Katar toplamda Mısır’a 8 milyar doların üstünde iktisadi<br />
yardımda bulunmuşlardır.<br />
(7) Muhammed Mursi 30 Haziran Muhtırasından sonra yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında 38<br />
aileden bahsederek Mısır’ın tüm iktisadi kaynaklarını sömüren bu aileler ile mücadele edeceğini<br />
ifade etmiştir.<br />
(8) “Büyük Halk Toplulukları Mursi’ye Karşı Sokakları Doldurdu”<br />
), Masravi, 01 Temmuz 2013. (<br />
(9) “Biblavi Hükümeti Belli Oldu. 6 Bakan Şeref ve Genzuri Hükümeti’nde Görev Yaptı, 4 Bakan<br />
Kandil İle”<br />
El Yevm Sabi, 16 Temmuz 2013.<br />
(10) “Egypt’s Foreign Reserves Rise to $18.8billion,” Aswat Masriya, 6 Ağustos 2013.<br />
(11) Mısır para birimi.<br />
(12) Körfez ülkelerinden gelen yardımlarla kara borsada 7,5 Cüneyh’e kadar çıkan ABD doları 7<br />
dolar seviyesine inmişti ancak kısa bir süre sonra Merkez Bankası rezervlerinin erimesi ile 7,5<br />
seviyelerine gelmiş durumda.<br />
(13) Ekonomist ve eski IMF danışmanlarından Fahri el-Fiki Yum el-Seba Gazetesine verdiği bir<br />
demeçte Mısır Merkez bankası döviz rezervlerinin düşmeye devam edeceğini öngördüğünü söylüyor.<br />
(14) UAE <strong>say</strong>s increasing aid to Egypt to total of $4.9 billion, Reuters, 26 Ekim 2013.<br />
(15) Finans Bakanlığı açıklaması http://www.egyptindependent.com/news/ministry-financetotal-budget-deficit-le2399bn<br />
(16) Mısır Hazine Bakanlığı’nın Genel Ekonomik Görünüm Raporuna göre 2013–2014 mali yılı<br />
Temmuz-Aralık dönemi vergi gelirleri %6.6 azalmıştır.<br />
(17) Worldwide Governance Indicators Mısır’ı yolsuzlukla mücadelede ve hesap verilebilirlikte en<br />
düşük kategori içinde değerlendirmiştir. Corruption Perceptions Index 2013’de ise 114. sırada yer<br />
almaktadır.<br />
30
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
(18) Eski Petrol Bakanı Osama Kemal’e göre enerji piyasasının %20’si karaborsada işlem<br />
görüyor ve kaçak durumda.<br />
(19) Karşılaştırmalı 2012 ve 2014 Mısır Anayasaları, Abdullah Aydoğan Kalabalık, SETA, 16<br />
Ocak 2014.<br />
(20) Mısır Merkez Bankası verisi: http://www.cbe.org.eg/NR/rdonlyres/FC987D68-4925-<br />
448E-A768-56338AC7A6D1/2139/CPI_pressreleaseNov2013_E.pdf<br />
(21) Cato Enstitüsü ve Johns Hopkins Üniversitesi, TheTroubledCurrencies Project, Mısır’da<br />
gerçek enflasoyunu %21 olarak hesaplıyor. http://www.cato.org/research/troubledcurrencies-project<br />
(22) CAPMAS. http://www.capmas.gov.eg/Pepo/labour_e.pdf<br />
(23) “Mısır’da Olağanüstü Hal ve Yüzlerce Ölü ve Yaralı” ,<br />
El Hurra, 14 Ağustos 2013.<br />
(24) CBC kanalına mülakat veren Zuzu Temmuz ve Ağustos 14’e kadar düşüşün % 45 olduğunu<br />
açıklarken 14 Ağustos’tan sonra düşüşlerin çok daha yüksek bir noktaya ulaştığını söyledi. Zuzu<br />
yine şimdiye kadar Turizm gelirlerinde milyar dolardan daha fazla bir kayıp olduğunu açıkladı.<br />
Tourism slumps 80% since August: Tourism Minister, Daily News Egypt / September 30, 2013.<br />
(25) Cumhurbaşkanı Mursi döneminde İran ile siyasi normalleşme çabalarının bir ayağı olarak<br />
karşılıklı turizmin başlatılması kararı alınmış ve İran’dan bir turist kafilesi Mısır’ı ziyaret etmişti.<br />
Ancak özellikle Selefi pozisyonlar buna çok sert tepki göstermişlerdi.<br />
(26) “İhvan Yöneticilerinin Kendi Aralarındaki Konuşmalarının Dinlenmesinin Ardından<br />
Olağanüstü Hal İlan Edildi”<br />
El Arabiya, 14 Ağustos 2013.<br />
(27) 790 factories seeking state help to resume operations in Egypt: Minister, Ahram Online,<br />
Tuesday 1 Oct 2013.<br />
(28) Workers at Egyptian Iron&Steel Company go on strike, el-Ahram, 3 Aralık 2013.<br />
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/3/12/88098/Business/Economy/Workers-at-<br />
Egyptian-Iron--Steel-company-go-on-stri.aspx<br />
(29) Min. of Aviation: Egypt Air losses hit 6.5 billion EGP, Youm el-Seba, 18 Kasım 2013.<br />
31
İÇİNDEKİLER<br />
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
DİJİTAL AKTİVİZM<br />
Bilal EREN, Öğr. Gör.<br />
M.Sc. Bilgi<strong>say</strong>ar Mühendisi, Marmara Üniversitesi<br />
twitter.com/erenbilal<br />
“İlk ciddi enformasyon savaşı başladı.<br />
Savaş alanı Wikileaks, sizler de ordularsınız.” / J.P.Barlow<br />
Genel anlamda “eylemcilik” veya “aktivizm”,<br />
toplumsal değişme ya da politik değişiklik<br />
meydana getirmek için kasıtlı bir biçimde<br />
yapılan eylem olarak tanımlanabilir. Bu eylem,<br />
tartışmalarda taraflardan birini desteklemek<br />
ya da muhalefet etmektir.<br />
Aktivizm kelimesi sıklıkla protesto veya<br />
muhaliflik ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır,<br />
ancak aktivizm <strong>say</strong>ısız politik yönlendirmede<br />
yer bulabilir ve geniş bir biçim yelpazesi<br />
içinde oluşabilir. Örnekleri, bir gazeteye ya<br />
da politikacıya bir mektup yazmaktan, politik<br />
kampanyadan, ekonomik aktivizmden (tercih<br />
edilen şirketleri desteklemek veya boykot<br />
etmek gibi), toplantılardan, blog yazmaktan,<br />
sokak yürüyüşlerinden, grevlere ve hatta<br />
gerilla taktiklerine kadar çeşitli şekillerde<br />
olabilir. Daha keskin çelişkili durumlarda,<br />
yorumlayanın aktivistin yaptıklarını<br />
destekleyip desteklememesine bağlı olarak<br />
bir kesim tarafından özgürlük savaşçısı diye<br />
adlandırılanlar, karşı kesim tarafından terörist<br />
olarak tanımlanabilmektedir.<br />
Bazı durumlarda aktivizmin protesto ya da<br />
karşı koymayla hiçbir ilişkisi yoktur: Örneğin,<br />
kimi dinî, feminist ya da etyemez aktivistler<br />
hükümetin yasaları değiştirmesini sağlamak<br />
yerine doğrudan insanları davranışlarını<br />
değiştirmeye ikna etmeye çalışırlar. Kooperatif<br />
hareketi, kooperatif ilkelerine uygun yeni<br />
kurumlar oluşturmaya çalışır ve genellikle ne<br />
lobi ne de siyasi protesto yapar.<br />
Wikipedia’ya göre aktivizm tanımını aldıktan<br />
sonra bu eylemciliğin “dijital” hali nasıl oluyor?<br />
Burada ilk önce internetin ortaya çıkış<br />
serüvenini ve çıktığı atmosferi iyi anlamak<br />
lazım…<br />
İnternet henüz “internet” olmadan önce<br />
Pentagon ile birkaç üniversite arasında bir<br />
proje iken “ARPANET” Projesinde çalışan<br />
akademisyen ve öğrenciler BBS’lerde (Bulletin<br />
Board System) bir yandan bilim kurgu ve<br />
siber-punk muhabbeti yapıyor diğer yandan<br />
kriptolu bilginin özgür dolaşımını savunuyor<br />
ve “hacktivist” faaliyetler yürütüyorlardı. Yani<br />
bir anlamda “dijital aktivizm” yapıyorlardı.<br />
İnternetin başından beri işin içinde olan<br />
ve bu ortamın ilk sivil inisiyatiflerinden<br />
Elektronik Ufuklar Vakfı’nın (EFF) kurucusu<br />
John Perry Barlow, daha 1996’da “Siber<br />
mekânın bağımsızlık bildirgesi”ni yayınlamış<br />
ve devletlere “burada istenmiyorsunuz” diye<br />
seslenmişti. Şimdi ise bu çağrıları Anonymous<br />
yapıyor.<br />
Bu örneklerden yola çıkarak internet doğası<br />
gereği, global, gayri merkezi, dağıtık, sınır<br />
aşan, gerçek zamanlı, kesintisiz, etkileşimli<br />
32
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ<br />
ARAŞTIRMA BÜLTENİ<br />
SAYI 3 - MART 2015<br />
İÇİNDEKİLER<br />
bir iletişim ortamı olduğu, herhangi bir<br />
devletin yönetimine tabi olmadığı için,<br />
örgütlenme bakımından geçmişteki baskın<br />
iletişim biçimlerine kıyasla aktivizm için çok<br />
daha fazla imkan sunuyor. Bu nedenle “dijital<br />
aktivizm”, yani siyasal pratiklerin enformasyon<br />
ağlarında uygulanışı son dönemin önemli<br />
fenomenlerinden biri. İnsanlar kendilerini<br />
sanal olarak Tahrir, Gezi, Frankfurt<br />
meydanlarında gösteriyor, Facebook’ta<br />
politik gruplara katılıyor, Youtube’da videolar<br />
paylaşıyor ve Twitter’da anlık gelişmeleri<br />
aktarıyor. Veya Dijital Aktivizm <strong>say</strong>esinde<br />
Wikileaks’in yayınladığı belgeleri, hükümetler<br />
arasındaki yazışmaları, yıkılmaz ABD imajını,<br />
gizli ilişkileri görebiliyoruz.<br />
oldu. Neden? Twitter o dönemde yeterince<br />
popüler değil miydi?”<br />
Sosyal ağların etkisi Morozov’un dediği gibi çok<br />
güçlü olmayabilir, toplumun örgütlenmesinde<br />
başka faktörler ön planda olabilir. Ancak bir<br />
gerçek var ki, o da sosyal ağların gücü üzerine<br />
toplumlarda kolektif bir bilinç yaratıldığı.<br />
Artık herkes internetin siyasi hareketlerde<br />
önemli bir aktör olduğunu düşünüyor.<br />
Buradan hareketle dünya tıklayarak daha iyi<br />
bir yer olur mu? Buna inananların <strong>say</strong>ısı hiç de<br />
az değil…<br />
Bu gizli ilişkilere örnek olarak; 2008 yılında<br />
CNN, CNBC gibi dev medya kuruluşlarının<br />
katılımıyla New York’ta dijital aktivizm<br />
paneli düzenlenmişti. Tony Cartalucci’nin<br />
belirttiği üzere bu panele 6 Nisan Hareketi<br />
ve Genç Hareketler İttifakı da katılmıştı. Genç<br />
Hareketler İttifakı’nın en büyük sponsoru ise<br />
Google. Google, ayrıca Mısır’daki devrimin<br />
de temsilcisi oldu. Vael Gonim, Google’ın<br />
Ortadoğu temsilcisi ve Mısır halkına topluluk<br />
içinde seslenen isim. Medyaya Mısır hakkında<br />
gerekli bütün demeçleri veren de yine o.<br />
Wikileaks ile Google arasında da bir bağlantı<br />
var: Ben Laurie, Google’ın veri güvenlik uzmanı<br />
ve Wikileaks’in danışma kurulu direktörü.<br />
Yani siyasi hükümetlerin politik stratejilerini<br />
kamuoyuyla paylaşan kurumun bir üyesi,<br />
aynı zamanda dünyanın en büyük kapital<br />
şirketlerinden birine hizmet veriyor.<br />
Diğer yandan farklı görüşlerde olanlar da var;<br />
Stanford Üniversitesi’nden Evgeny Morozov’a<br />
göre “sosyal ağların rolü abartılıyor ve<br />
bahsedildiği kadar etkisi yok. Devrim falan<br />
yok. 2009’da İran’daki seçimlerde de bir<br />
twitter devrimi gerçekleşmişti ancak başarısız<br />
33
YAZIM<br />
KURALLARI<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma<br />
Bülteni’ne gönderilecek yayınların yazım ve yayınlanma<br />
kuralları aşağıda belirtilmiştir.<br />
1. Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni<br />
ülkemizde ve dünyada ağırlıklı olarak dış politikaya ilişkin<br />
gelişmeler ve tartışma konularıyla ilgili araştırma-inceleme,<br />
kısa bilimsel çalışma ve derleme tarzında hazırlanmış özgün<br />
yazıları yayınlar.<br />
2. Bülten, yılda 4 kez yayınlanır.<br />
3. Bir yazının bültende yayınlanabilmesi için daha önce başka<br />
bir dergide yayınlanmamış veya başka bir dergiye yayınlanmak<br />
üzere gönderilmemiş olması gerekir. Bu şartları taşımayan<br />
yazıların yayınlanması Bülten yönetimi tarafından yayına uygun<br />
görülmesiyle mümkün olabilmektedir.<br />
4. Bültenin dili Türkçedir.<br />
5. Yayınlanmak üzere gönderilen çalışmalar kaynaklar dâhil<br />
5000 kelimeyi geçmemelidir.<br />
6. Yazılar, MS Word, “Times New Roman” yazı tarzında, 12<br />
pt kullanılarak, 1.5 satır aralıklı yazılmalıdır.<br />
7. Yazılarda giriş, materyal ve metot, bulgular, tartışma ve sonuç<br />
bölümlemesi aranmaz ancak yazılar uygun bölümlere ayrılmalı<br />
başlıklar büyük harflerle yazılmalıdır.<br />
8. Her bir yazıya 200 kelimeyi aşmayacak ve metni<br />
yansıtacak şekilde özet bir paragraf eklenmelidir.<br />
9. Yazarlar kaynak gösterimi konusunda kendi çalışmalarında<br />
kullandıkları gösterim metodunu kullanabilirler.<br />
10. Yazarların unvanı ve görev yeri dipnotta gösterilmelidir.<br />
11. Yazılar e-posta ile cihannumadisiliskilerebulten@gmail.<br />
com adresine e-posta mesajına eklenerek gönderilmelidir.<br />
34
DUYURU / TEŞEKKÜR<br />
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nin<br />
bu <strong>say</strong>ısına katkı sunan tüm araştırmacılarımıza teşekkür ederiz.<br />
Araştırma Bültenimizin muhtemel katkılarla zenginleşmesi ve yayın<br />
hayatına güçlenerek devam etmesi platform üyelerimizin özellikle de<br />
akademisyenlerimizin makale ve yazılarını göndermelerine, güncel<br />
araştırmalarından edindikleri bilgileri paylaşmalarına bağlıdır.<br />
Lütfen tüm yorumlarınızı ve katkılarınızı aşağıdaki e-posta adresine<br />
gönderiniz: cihannumadisiliskilerebulten@gmail.com