Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Aralık / Ocak / Şubat 2013
Yıl:9 / Sayı 72 Memorial Sağlık Grubu tarafından sizin için hazırlanmıştır. Ücretsizdir.
TÜP BEBEK TEDAVİSİNDE
SON GELİŞMELER
PROSTAT BÜYÜMESİ
TEDAVİSİNDE UROLİFT YÖNTEMİ
MEMORIAL
KAYSERİ’DE
ERKEN DOĞUM
TAHMİN TEDAVİ
KORUNMA ROGRAMI
İNME HAKKINDA
BİLİNMESİ GEREKENLER
İÇİNDEKİLER
4 Yeni Yılda Sağlıklı Bir Kalp İçin İç Dünyanızla Barışın
5 Kış Hastalıkları Kapınızı Çalmasın
6 Doğru Beslenerek Vücut Direncinizi Artırın
7 Kışın Sağlıklı Bir Cilt İçin...
8 Kış Depresyonundan Kurtulabilirsiniz
9 Çocuğunuzu Kış Hastalıklarından Koruyun
10 Memorial Kalitesi Kayseri’de
11 Güncel
12-13 Prostat Büyümesinde Urolift Yöntemi
14 Çalışan Kalpte Bypass Hastaya Konfor Sağlıyor
15 Toplardamarda Pıhtılaşmaya Etkili Çözüm
16-17 El Bileğinden Anjiyo ve Stent Uygulamaları
18 Hıçkırık Ciddi Hastalıkların Belirtisi Olabilir
19 Şehir Yaşamı Metabolik Sendromu Tetikliyor
20 Annesi Oğluna İkinci Kez Hayat Verdi
21 Her 8 Bebekten Biri Erken Doğuyor
22 İnme Hakkında Bilinmesi Gerekenler
23 Boyun Fıtığına Günübirlik Tedavi
24 Çocukluk Çağı Ağrıları Ciddiye Alınmalı
25 Ortopedik Rahatsızlıklarda PRP Tedavisi
26 Hasta Bina Sendromu Plaza Çalışanlarını Tehdit Ediyor
27 10 Soruda Akciğer Kanseri
28-29 Tüp Bebek Tedavisinde Son Gelişmeler
30 Anne Adayları Kış Soğuklarından Etkilenmesin
31 İdeal Kilonuzla Hamile Kalın
32 Polikistik Over Sendromu İle Başa Çıkabilirsiniz
33 İş Hayatında Sağlıklı Beslenerek Obeziteyi Önleyin
34 Obezitenin Cerrahi Tedavisinde Yaşam Tarzı Değişikliği Şart
35 Kolon Kanserine Dönüşmeden Poliplerden Kurtulun
36 Kanser Tedavisi Görmek Anne Olmaya Engel Değil
37 Kendi Kanınızdan Gençlik Aşısı
38 Reflü Kaderiniz Olmasın
39 Kronik Böbrek Hastalığı Riskinden Korunun
40 Burun Tıkanıklığına Lazer Tedavisi
41 Stresli Yöneticiler Geceleri Dişlerini Gıcırdatıyor
42 Çocuğunuzun Öksürük Nöbetlerinin Nedeni Krup Olabilir
43 Astım Çocuğunuzun Yaşamını Kısıtlamasın
44 Organ Bağışı ile Hayata Dönüş İçin Çölden Buzullara
45 Çocuklarda Görülen Göz Hastalıklarına Dikkat!
46-47 Girişimsel Yöntemler Hayat Kurtarabiliyor
48 Güncel
49 Memorial Sağlıklı Yaşam Okulları
19
ŞEHİR YAŞAMI
METABOLİK
SENDROMU
TETİKLİYOR
28-29
TÜP BEBEK
TEDAVİSİNDE
SON
GELİŞMELER
6
Sahibi
Memorial Sağlık Yatırımları A.Ş. adına
Turgut Aydın
Yayın Sorumlusu
Yeliz Soydan ŞENGÜN
Medya ve İletişim Koordinatörü
4
YENİ YILDA
SAĞLIKLI BİR
KALP İÇİN İÇ
DÜNYANIZLA
BARIŞIN
DOĞRU BESLENEREK
VÜCUT DİRENCİNİZİ
ARTIRIN
Yayın Kurulu
Esra Aydemir, Ceren Erdem,Binhan Urfalı,
Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,
Selin Konu, Dilara Bedük, Elif Çetin,
Hatice Yörük, Yılmaz Tarancı
Tasarım Ekibi
Zerrin Sogul, Ceren Yörük, Suna Köse
GENEL SAĞLIK
YENİ YILDA SAĞLIKLI BİR KALP İÇİN
İÇ DÜNYANIZLA BARIŞIN
Prof. Dr. Bingür Sönmez - Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı
2012 yılının son gününe
kadar kalbinizi üzecek
neler yaptıysanız, onları
geride bırakın. Sigara,
alkol, fazla kilolar,
hareketsizlik, stres,
öfke nöbetleri… Yeni
yılda kalbinizi yoran
tüm bu olumsuzlukları
hayatınızdan çıkararak,
sağlıklı yaşamak ve
kalbinizi yenilemek
elinizde.
Sigarayı bırakın
Sigaranın zararlı etkisi, kadınlarda
erkeklere göre daha fazladır. Sigara
kadınlarda, östrojeni parçalayarak erken
menopoz riskinin yanında; kalp ve akciğer
sağlığını da olumsuz etkilediği için mutlaka
bırakılmalıdır. Sigara içen kadın hastaların
kalp ameliyatları sonrası iyileşme süreleri
de uzamaktadır.
Yürüyün
Yeni yılda hareket alışkanlıklarınızı
değiştirin. Asansör yerine merdiven
kullanın. Otobüse bindiyseniz, inmeniz
gereken yerden bir durak önce inip
yürüyün. Eviniz işinize yakın mesafedeyse
aracınızı kullanmayın. Haftada en az
üç kez bir saat yürüyün. Temponuz, 5
kilometreyi 45 dakikada katedecek şekilde
olsun. Soğuk havalarda kalp sağlığınız
için; evde koşu bantı ya da büyük alışveriş
merkezlerinde tempolu yürüyüşü tercih
edin.
Kalbinizi test ettirin
40 yaş üzerinde iseniz ve daha
önce kalbiniz için herhangi bir test
yaptırmadıysanız, EKO ile kalbinizin
durumunu ekrandan izleyerek kalbinizle
tanışın. Efor testi yaptırarak kalbinizin
performansını kontrol ettirin. Yeni yılda;
Total kolesterol, HDL (iyi huylu kolesterol),
LDL (kötü huylu kolesterol), trigliserid
4 Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
ve kan şekeri ölçümünüzü yaptırın.
Ayrıca tansiyonunuzu da düzenli olarak
ölçtürün. Bunları her yıl tekrarlayın.
Aile geçmişinizde kalp hastası varsa,
şişmansanız, diyabet veya yüksek tansiyon
hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız
tüm bu tetkikleri 30 yaşından itibaren
yaptırmalısınız.
Kalbiniz için meditasyon yapın
2013 yılında sizi üzen olaylardan kurtulun.
Barışçı, uzlaşmacı, huzurlu ve stressiz bir
yaşam tarzına başlangıç için yılın birinci
gününü saptayın. Kendi dünyanızla barışın.
Evliyseniz, eşinizle daha uyumlu olmaya
çalışın. Anne babaysanız, çocuklarınızla
daha ılımlı ve uzlaşmacı bir iletişim
kurun. Çok çabuk karar veren, hızlı hızlı
konuşan, merdivenleri birkaç basamak
birden çıkmaya çalışan, çabuk yemek
yiyen, sabırsız biriyseniz (yani A tipi kişilik
iseniz) yavaşlayın. Yeni yılda işinizde hiçbir
zaman, beceri ve olanaklarınızın üst sınırını
zorlamayın.
İşinizi sevin
Bir işin size kazandıracağı şeyin yalnızca
para olmadığını; aynı zamanda bilgi,
gelişim ve mutluluk da getirmesi
gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. İş
ortamının sizin için mümkün olduğu kadar
keyifli hale gelmesi için; kontrolsüz hırs ve
rekabet duygusundan uzak durun. Hırsınızı,
kendinizi geliştirmek ve çalıştığınız şirkete
yararlı olmak için kullanın. Çalışma
masanızı, aşırı kafein tüketimi için
kullanmayın. Ofis egzersizleri yapın ve iş
ortamında da hareketsiz yaşamdan uzak
durun. Ofisinizde kimsenin sigara içmesine
izin vermeyin. Ofiste öğlen yemeklerinde
ekip olarak herkesin sağlıklı beslenmesi için
gayret sarf edin. Herkes sağlıklı beslenirken
bir kişinin bile sağlıksız beslenmesinin tüm
dengeleri bozacağın bilin.
Hayatın sevin
Yeni yıl sizin için “aşk ve sevgi” yılı olsun.
2013’te öncelikle; eşinize, ailenize, işinize
ve ülkenize aşık olun. Çünkü aşık olmak
endorfin hormonu salgılanmasını sağlar ve
kalbe iyi gelir. Endorfin, zevk ve mutluluk
veren bir hormondur. İyi bir aşk hayatı,
kalp sağlığı için çok gereklidir. Mutlu
yaşayabilmek için sağlıklı bir aşk hayatına
ihtiyaç vardır. Düzenli bir aşk hayatı olan
insanların yaşadıkları ortama katkısının
artacağı da kesindir. Aşık olanlarda beyin
tarafından salgılanani “Feniletilamin”
heyecan vererek yaşadıklarımızdan keyif
almamızı sağlar.
YENİ YILDA VÜCUDUNUZU (KALBİNİZİ)
İHMAL ETMEYİN, BEDENİNİZE
(KALBİNİZE) NE VERİRSENİZ ONU
ALIRSINIZ.
KIŞ
KIŞ HASTALIKLARI
KAPINIZI ÇALMASIN
Uz. Dr. Gürkan Yurteri - Memorial Şişli Hastanesi Dahiliye Bölümü
Kış ayları insanların ruhsal dengelerini ve davranışlarını etkilemekle birlikte çeşitli hastalıklara
yakalanmalarını da kolaylaştırır. Bu dönemde soğuk algınlığı, grip ve solunum yolu
enfeksiyonları sık görülen hastalıklardır. Sağlıklı kalmanın yolu ise; güçlü bir bağışıklık sistemine
sahip olmaktan geçmektedir.
Kapalı alanlar enfeksiyon riskini artırıyor
Havaların soğuması, okul ve toplu taşıma araçları gibi kapalı mekanlarda geçirilen zamanın uzaması mikrobik enfeksiyonların görülme
sıklığını artırır. Bu kapalı alanlarda hastalar mikroplarını sağlıklı bireylere kolayca bulaştırabilirler. Soğuk hava vücudumuzun dış dünyayla
bağlantısı olan burun, bademcikler, akciğerler, kulaklar, hazım ve boşaltım organlarımızın savunmasını da azaltır. Nezle ve grip gibi virüs
kaynaklı hastalıklar başta olmak üzere; tüberküloz, zatürre ve üriner sistem enfeksiyonları kış aylarında yoğun görülür.
Soğuk algınlığı ve gribe dikkat!
Sık görülen soğuk algınlığının gripten ayrılması gerekir. Soğuk algınlığı daha çok burun akıntısı, hapşırık, çok yüksek olmayan ateş, hafif bir
boğaz ağrısı, halsizlik şeklinde kendini gösterir. Çoğunlukla kişi ayakta basit birkaç ilaçla bunu atlatabilir. Grip ise daha ağır seyreder. Ciddi
halsizlik, ateş, öksürük, sırt ağrısı nedenidir. Grip, tanının konulduğu ilk 48 saat içinde uygun tedaviye başlandığında rahatlıkla atlatılabilir.
Yapılan önemli hatalardan biri de antibiyotiklerin gereksiz kullanımıdır. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının, sadece %20’sinde antibiyotik
kullanımının gerekli olduğu bilinmelidir. Bazen 3 aya kadar süren kuru öksürük görülebilir. Sigara içenlerde, kronik akciğer rahatsızlığı olan
kişilerde, bağışıklık sistemi zayıf olan hastalarda, geçirilen virüs enfeksiyonu üzerine bakteriyel bir enfeksiyon eklenebilir. Durum ilerlerse
zatürreye kadar gidebilen ciddi sonuçlara neden olur. Zatürrede; yüksek ateş, öksürük, nefes almakla artan göğüs ağrısı, sık nefes alma
gibi belirtiler görülür. Bu durum bazen hastaneye yatmayı gerektirebilir.
Soğuk hava ile birlikte idrar yolu enfeksiyonları artar
Soğukta kalmak bağırsak hareketlerini hızlandırır. Hazmın düzgün yapılamaması sonucunda; karında şişkinlik, sancı ve tuvalete gitme
alışkanlıklarında düzensizlikler ortaya çıkar. Özellikle kadınlarda idrar yolları ve üriner sistem organlarının soğuğa maruz kalması savunma
gücünü azalttığından bu bölgelerin enfeksiyonunda artışlar gözlenir. Sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma ve idrar renginin değişmesi
gibi şikayetler idrar torbasının iltihabını düşündürür. Bu hastalık tedavi edilmediği takdirde mikroplar böbreklere kadar ilerler hatta kana
karışabilir. Ateş, üşüme ve titremeyle yükselir, göğüs ağrısı ortaya çıkar, hastanın genel durumu giderek bozulur. İlerlediği durumlarda
hastanede yatarak tedavi gerektirebilir.
Soğuk havalarda kalp hastalıklarında artış görülür
Kalp soğuk havada, artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla kan pompalar. Bu da oksijen ihtiyacını artırır. Sonuç olarak soğuk
havalarda kalbimizin atış hızında, kan basıncında ve kalbin iş yükünde artma meydana gelir. Ancak kalp hastaları bunu tolere etmekte
zorlanırlar. Bu durum, göğüs ağrısına, tansiyon yükselmesine ve tansiyonun ilaçlarla kontrolünün azalmasına neden olabilir. Bu kişilerin
kayak gibi kış sporlarını yaparken daha dikkatli olması gerekir.
Hastalıklardan korunmak için;
• Genel temizlik kurallarına uyun. Özellikle el temizliğine çok önem verin.
• Her yıl düzenli olarak grip aşısı yaptırın.
• Sigaradan uzak durun.
• Uyku düzeninize dikkat edin.
• Kişisel eşyaları başkaları ile paylaşmamaya özen gösterin.
• Kapalı ve kalabalık mekanlardan uzak durun.
• Kanın akıcılığını artırmak için daha fazla sıvı tüketin.
• Vücudun iş yükünü azaltmak için dengeli ve sağlıklı beslenin.
• Tuz tüketimini azaltın.
• Bilinçsiz ilaç tüketiminden kaçının.
• Şartlara uygun giysiler giyin.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 5
KIŞ
DOĞRU BESLENEREK VÜCUT
DİRENCİNİZİ ARTIRIN
Dyt. Nilay Keçeci – Memorial Suadiye Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Bölümü
Soğuk havalar beraberinde hastalıkları da getiriyor. Kış aylarında ruhsal ve fiziksel yönden
sağlıklı kalmak için doğru beslenerek bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor.
Kışın vücut direncini artırmak için dikkat edilmesi gerekenler
• Kış hastalıklarından koruyucu besinlerin başında mandalina ve portakal gelir.
C vitamini ihtiyacını karşılayabileceğiniz meyveler, yeşil yapraklı sebzeler, özellikle
maydanoz ve yeşil biber ile soğuk havanın olumsuz etkilerini vücudunuzdan
silebilirsiniz.
• Muz, ceviz, badem ve ananas mutluluk hormonu salgılamanıza neden olacak
başlıca besinlerdir. Bu besinler sayesinde kış günlerinin depresif havasından
kurtulup, güneşin sıkça görülmediği bu zamanlarda sürekli yemek düşüncesini
aklınızdan kolayca çıkarabilirsiniz
• Kışın ara öğün tüketmek oldukça önemlidir. Hareketin gittikçe azaldığı bu aylarda
bölgesel olarak kilo alma ve yağlanma oranı artmaktadır. Hayatınıza hareket
katmak, yarım saat bile olsa evde ya da dışarda yapacağınız egzersiz hareketleri
ile hem psikolojik hem de fizyolojik bir rahatlama sağlayabilirsiniz. 3 ana ve 3
ara öğünden oluşan bir menü düzeni, acıkmamak ve fazladan yiyerek kilo alma
problemiyle karşılaşmamak konusunda yardımcı olacaktır.
• Özellikle sebze yemekleri hem hafif hem de besleyici özelliği bakımından kışın
vazgeçilmezleri arasında yer alır. Sebze yemeklerinin içerisinde kullanacağınız
kuru baklagiller demir ve protein alımında yardımcı olurken, farklı tatlar da damak
zevkine hitap edecektir. Yeşil mercimek salatası, nohutlu bamya yemeği vitamin ve
mineral açısından da zengin olan yemeklerin içerisinde yer alır.
• Yazın sıcaklar nedeniyle rahatlıkla tüketilen su genellikle kışın unutulur. Su
vücudun asit ve baz dengesinde, midenin rahat çalışmasında ve kişiye tokluk hissi
uyandırmakta oldukça etkilidir. Fizyolojik olarak kişilerin günde en az 8 bardak
suya ihtiyaçlarının olmasının başlıca nedeni budur. Her yemek öncesi içilecek olan
bir bardak su, hem tokluk hissi verir hem de midenin daha rahat çalışmasına
yardımcı olur.
• Kışın yağ alımı özellikle zeytinyağı ve sıvı yağlardan karşılanmalıdır. Katı yağlar
ileriki dönemlerde damar çevresinde toplanarak kalp ve damar hastalıkları
başta olmak üzere obezite ve pek çok kronik hastalığa davetiye çıkartır. Katı yağ
kullanımı sınırlandırılmalı; fakat diyet süresinde de yağ tüketimi yapılmalıdır.
Vücut, enerjinin büyük kısmını yağdan sağlar ve metabolizmanızın çalışması için de
enerjiye ihtiyaç vardır.
• Kış aylarında kalsiyum alımı da oldukça önemlidir. Her akşam yatmadan önce
içilecek bir bardak süt, kadınlarda ileride yaşanabilecek kemik erimesi riskini
düşürecek, gençlerin kemik ve diş sağlığı üzerine olumlu etki yaratacaktır. Kalp
hastalarının son ara öğünlerinde 1 kase yoğurt ve bir orta boy meyve tüketmeleri
günlük diyetlerinin vazgeçilmezi olmalıdır.
• Kışın sofralarda yer bulacak olan kızartmalar ve kavurmalar yerlerini haşlanmış
etlere ve fırında yemeklere bırakmalıdır. Balık tüketimi haftada 3 günden fazla
olabilir. Bir orta boy balık, derisiz olarak rahatlıkla günlük öğünlerin içerisinde
tüketilebilir. Balık, içerdiği Omega 3 yağları nedeniyle her yaşta sürekli önerilen bir
besindir.
• Kışın ısınmak için bitki çaylarından da faydalanabilirsiniz. 1 fincan rezene ile
gaz sorunundan kurtulmak mümkündür. Bir fincan papatya çayı rahatlamanızı,
bir fincan kuşburnu soğuk algınlığı ve gripten kurtulup bağışıklık sisteminizin
kuvvetlenmesini sağlayacaktır.
6
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KIŞ
KIŞIN SAĞLIKLI BİR CİLT İÇİN
Uz. Dr. Aylin Kuyumcubaşı - Memorial Ataşehir Hastanesi Dermatoloji Bölümü
Kışın cildinizin cansız
ve mat görünmesini
önleyebilirsiniz
Soğuk ortam her zaman cildin daha diri kalmasını
sağlar. Ancak kış aylarında havanın soğuk olması,
havadaki nem oranının yaza göre azalması ve
daha da önemlisi günün neredeyse tamamını
geçirdiğimiz ev ve ofislerin ısıtma sistemi nedeniyle
havasının kuru olması, nemlendirici ihtiyacını biraz
artırabilir. Ayrıca yazdan kalma leke ve pürüzlerin
giderilmesi, dolayısıyla cansız ve mat görünümün
azaltılması için “scrub” tipinde veya “eksfolyatif”
adı verilen maddeleri içeren temizleme ürünleri
veya maskeler kullanılması uygun olacaktır. Bu
tip ürünler, güneş ışınlarının yaza göre oldukça
az olduğu kış döneminde az risk alınarak daha sık
kullanılabilir.
Peeling için en uygun mevsim kış
Kış, peeling uygulamaları için en uygun mevsimdir. Mekanik veya kimyasal şekilde yapılabilir. Mekanik uygulamalar, kişinin evinde kendi
uygulayabileceği cilt temizleyiciler, yüz keseleri, soyucu maskelerin yanı sıra daha derin etki gösterebilecek lazer peeling veya dermabrazyon gibi
doktor kontrolündeki işlemler olabilir. Kimyasal peeling uygulamaları ise; yine çeşitli temizleme ürünleri, çeşitli kremler, ilaçlar yada çeşitli asit
uygulamalarıdır. Her iki tip peeling uygulaması da yüzey soyulması ile birlikte lekeler, izler ve pürüzlerin giderilmesine yardımcı olur ve canlı bir
görünüm sağlar.
Kışın güneş koruyucu kullanmak gerekir mi?
Son yıllarda güneşten korunma bilincinin gelişmesi ile birlikte koruyucu kullanımı yaygınlaşmış ve hatta bazen yararını aşan boyutlara ulaşmıştır.
Aşırı kullanımın en büyük zararı D vitamini üretiminin engellenmesi ve bu eksikliğin getirdiği olumsuz sonuçlardır. Ayrıca birçok kimyasal içeren
koruyucuların kullanılması bazen kimyasal leke oluşumuna yol açmakta ve özellikle yağlı ve akneye meyilli ciltlerde de sivilce oluşumuna neden
olmaktadır. Kışın ultraviyole ışınlarına bağlı deri hastalıkları olan kişiler dışında güneş koruyucu kullanımına ihtiyaç yoktur. Çalışan insanların büyük
bir kısmı günün aydınlık saatlerini kapalı ortamda geçirdiğinden koruyucu kullanımı gereksiz kimyasal maruziyeti yaratabilir.
Sağlıklı bir cilt için doğru beslenme şart
Sağlıklı bir cilt için yaz-kış fark etmeksizin doğru beslenme şarttır. Cildin özellikle bağ dokusu tabakası olarak adlandırılan, cilde dayanıklılık ve
elastikiyetini veren kolajen, elastin gibi lifleri barındıran tabaka çoğunlukla proteinden oluşmaktadır. Özellikle amino asit çeşitliliği ve biyoyararlılığı
yüksek olan hayvansal protein kaynaklarının tüketilmesi önemlidir. Özellikle sigara içen kişilerde yok olan C vitamini gibi bazı vitamin ve gerekli eser
elementleri içeren beslenme şekli uygundur.
Şeker cildin düşmanıdır
Cildin en büyük düşmanı şekerdir. Özellikle diyabeti veya insülin direnci olan hastalarda daha belirgin olmak üzere şekerli ve hızlı emilen karbonhidratlı
gıdaları yoğun tüketen kişilerde, glukoz bağ dokusu tabakasında değişime uğrayarak liflerin katılaşmasına, sonuç olarak cilt elastikiyetinin kaybolmasına
ve sarkmalara neden olur. Kışın özellikle omega 3 ve serbest yağ asitlerince zengin olan kültür üretimi olmayan yağlı balıklar, avokado, ceviz, badem
gibi gıdaların tüketimi daha önem kazanır.
Cilt işlemleri için en uygun mevsim kıştır
Her türlü girişimsel işlem için en uygun olan dönem kıştır. Kışın; dolgu, botoks, kimyasal peeling, mezoterapi, mezolifting, lazer rejuvenasyon, lazer
lifting, fraksilazer ve cerrahi operasyonlar gibi tüm girişimsel tedaviler rahatlıkla uygulanabilir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 7
KIŞ
KIŞ DEPRESYONUNDAN
KURTULABİLİRSİNİZ
Uz. Psikolog Tuba Erzan Kıran- Memorial Etiler Tıp Merkezi
“Kapalı havalarda içimi bir
mutsuzluk kaplıyor, hiçbir
şey yapmak istemiyorum”
diyorsanız, bazen uykunuz
kaçıyor bazen de sürekli
uyumak istiyorsanız, iştahınız
artıyor ya da azalıyorsa
mevsimsel depresyon sorunu
yaşıyor olabilirsiniz.
Güneşle birlikte yaşam enerjiniz azalmasın
Mevsimsel özelliklerin kişilerin iyilik halini olumlu ya da olumsuz şekilde
etkilediği bilinmektedir. Özellikle kış mevsiminde günlerin kısalması,
güneş ışığının azalması, insanların sürekli kapalı ortamda kalması, kişilerin
psikolojilerini olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.
Bununla birlikte kış aylarında birçok kişide uyku ihtiyacı ve iştah artışı
yaşanırken, enerji ve keyif düzeyinde de azalma görülebilir. Bu nedenle
bozukluk olarak ifade edilmese de, kişilerin mevsime bağlı olarak depresif
belirtiler gösterdikleri bilinmektedir. Mevsimsel depresyon; her yıl belirli
dönemlerde özellikle güneş ışınlarının azalmaya başladığı sonbahar-kış
aylarında ortaya çıkan ve ilkbahar döneminde kaybolan, bir takım depresif
belirtilerle kendini gösteren bir bozukluktur. Bu bozuklukta depresyondan
farklı olarak aşırı yorgunluk, uyku süresinde artış, iştah ve kilo artışı gibi
belirtiler dikkati çekmektedir. Mevsimsel depresyon, kış depresyonuna
göre daha az görünse de, yaz aylarında başlayıp sonbaharda düzelen türü
olduğu da bilinmektedir.
Mevsimsel depresyon belirtileri:
• Mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik
• Kendini değersiz hissetme, zaman zaman suçluluk duygusu içine girme
• Uykusuzluk ya da aşırı uyku hali
• Enerji azalması, çabuk yorulma
• İştah azalması veya artması (Daha çok karbonhidratlı yiyeceklere
yönelme)
• Sinirlilik ve karamsarlık
• Konsantrasyon bozuklukları
Her 10 kişiden 3’ü mevsimden olumsuz etkileniyor
Mevsimsel depresyon tanısı konulabilmesi için belirtilerin görüldüğü ve
ortadan kaybolduğu sürecin 2 yıl devamlılık göstermesi gerekmektedir.
Her 10 kişiden 3’ünün kilo, beslenme, uyku, sosyal faaliyet, iyilik hali
ve enerji düzeyi gibi özelliklerinin mevsimsel değişimlerden olumsuz
etkilendiği bilinmektedir.
Mevsimsel depresyonla başa çıkmak için…
• Gün ışığından mümkün olduğunca çok faydalanın.
• Ev ve iş ortamınızı yeteri kadar aydınlatın ve havalandırın.
• Düzenli spor yapın. Haftada 3 gün 30-40 dakika spor, kişinin vücuduna
sağladığı fayda kadar psikolojisi üzerinde de etkilidir. Spora zaman ayırmak
kişinin kendisini daha mutlu hissetmesine yardımcı olmaktadır.
• Uyku düzeninizi korumaya çalışın.
• Sağlıklı ve dengeli beslenin, karbonhidrat ve şeker tüketimini kontrol
altında tutun.
• Destek kaynaklarını harekete geçirin.
• Sosyal yaşama, planlı şekilde zaman ayırın.
Bütün bu sıralanan önlemler kişi üzerinde olumlu bir etki sağlayamadığı
takdirde, daha detaylı değerlendirilmesi için konunun uzmanına
başvurulması gerekmektedir. Uygulanan tedaviler arasında psikiyatrik
destek, psikoterapi ve ışık terapisi yer almaktadır.
8
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KIŞ
ÇOCUĞUNUZU KIŞ
HASTALIKLARINDAN KORUYUN
Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu - Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı
Kış aylarında artış gösteren
hastalıklar en çok çocukları
etkiliyor. Kapalı ve kalabalık
mekanlarda daha fazla vakit
geçirmek, okul ve kreş ortamı
gibi etkenler çocukların daha sık
hastalanmasına neden oluyor.
Kış aylarında çocuklarda sık
görülen hastalıklar
Hastalık yapan mikrop ve mikroorganizmaların
havadaki yoğunluğunun artması, soğuk havadan
dolayı vücudun daha fazla enerji harcayıp yorgun
düşmesi, kapalı ve kalabalık yerlerde iç içe
yaşamak kış aylarında hastalıkların artmasına
neden olan etkenlerdir. Soğuk algınlığı, nezle,
grip, bademcik iltihabı, soluk borusunun iltihabı,
sinüzit, orta kulak iltihabı gibi hastalıklar
kışın çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu
hastalıkların çoğu ayaktan tedavi edilebilmektedir.
Her çocuğun hastalıklara karşı direnç kazanması
için bu hastalıkları geçirmesi gerekmektedir. En
gelişmiş ülkelerde bile 5 yaşın altındaki çocuklar
1 yılda ortalama 6-8 kez hastalanmaktadırlar.
Özellikle kreşe ve okula başlayan çocukların
ilk senelerde daha sık hastalanması doğal bir
durumdur.
Hasta olan anneler bebeklerini
emzirmeye devam etmeli
Anne sütü bugüne kadar koruyuculuğu kanıtlanmış
olan tek ilaçtır. Annenin nezle, burun akıntısı,
hapşırık ve basit ateşlerinin olması anne sütünü
kesmek için bir bahane değildir. Aksine annenin
vücudunda o an bulunan mikroba karsı oluşan
maddeler, anne sütüyle bebeğe geçip, bebeği de
hastalıktan korumaktadır.
Çocuğu hastalıklardan korumak
için ekstra vitamin verilmemeli
Anne ve babaların yaptığı yanlışlardan biri
çocuklarına portakal, mandalina, narenciye gibi
besinlerle aşırı C vitamini verip, hastalıklardan
korumaya çalışmaktır. Yeterli miktarda almak
yararlıdır ama fazla C vitamininin hastalıklardan
koruyucu bir özelliği yoktur. Çocuğun gerektiği
kadar karbonhidrat, protein, süt ve süt ürünleri
ile bol miktarda meyve ve sebze tüketmesi
sağlanmalıdır. A vitamini, selenyum, demir ve
çinko alımı da çok önemlidir. Tüm bu ihtiyaçlar
her türlü doğal besinden karşılanabilmektedir,
fazladan takviye alınmasına gerek yoktur.
Spor yapan çocuklara dikkat!
Ailelerin çocuklarını mevsim normallerine göre giydirmesi gerekmektedir. Çocuğu aşırı
üşütmek, aşırı terletmek ve ona kalın giysiler giydirmekten kaçınılmalıdır. Soğuk kendi
başına hastalık yapmaz ise de soğukta kalıp üşüyen vücut, mikroplardan daha kolay
etkilenmektedir. Yorgunluk da hastalıklara yakalanma riskini artırmaktadır. Yorgun ve
uykusuz olunan dönemlerde daha sık
hasta olunmaktadır. Özellikle spor yapan
çocukların yeterli oranda dinlenmesi ve
beslenmesi gerekmektedir.
Grip aşısı sadece gripten
koruyor
Grip; normal soğuk algınlığı, üst
solunum yolu iltihapları ve nezleden
farklı olarak yılda en fazla 1-2 defa
geçirilebilecek bir hastalıktır. Grip
hastalığı yüksek ateş, yaygın adale
ağrısı yapan ve arkasından da orta kulak
iltihabı, zatürre, beyin iltihabı gibi ağır ve
tehlikeli hastalıklara zemin hazırlayabilen
bir hastalıktır. Bu yüzden 6 aydan
büyük çocuklara grip aşısı yapılmasını
önermekteyiz. Ancak nasıl ki kızamık
aşısı çocuğunuzu suçiçeğinden ya da
menenjitten korumuyorsa; grip aşısının
da soğuk algınlığından ve nezleden
korumadığı gerçeği unutulmamalıdır.
Grip aşısı olan çocuklar bir daha hiç
hastalanmayacak diye düşünmek
yanlıştır.
Bitkisel ilaçların etkinlikleri
kanıtlanmamıştır
Bitkisel ilaçların hastalıklardan koruduğu
bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Bu
ilaçların da yan etkileri olabilmektedir
ve özellikle karaciğere olumsuz etkileri
vardır. Aileler çocuklarını hastalıklardan
korumak için kulaktan dolma bilgilerle,
içeriklerini bilmedikleri bitkisel ilaçları
içirmemelidirler.
Sigara dumanından uzak
tutun
Sigara, çocukların hastalık riskini
artıracağı için sigara dumanından ve
hava kirliliğinden çocukları uzak tutmak
gerekmektedir. Kapalı ve kalabalık yerler de hastalıklar çok çabuk yayılacağından mecbur
kalmadıkça bu ortamlardan çocukları uzak tutmak önemlidir.
Doktora başvurulması gereken durumlar:
• 3 aylık bebekte görülen her ateşlenmede mutlaka doktora gidilmelidir.
• 3 aydan büyük bebeklerde, yüksek ateş, halsizlik, yeterince beslenememe ve ağızdan sıvı
alamama gibi durumlar varsa mutlaka doktora götürülmelidir.
• Çocukta, öksürükle birlikte yüksek ateş ve hışıltının olması, öksürüğün geceleri çocuğu
uykudan uyandırması ve çok sık nefes alıyor olması, çocukları doktora gecikmeden
götürmek için uyarıcı sebeplerdir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 9
GÜNCEL
MEMORIAL KALİTESİ KAYSERİ’DE…
Uğur Genç - Memorial Sağlık Grubu CEO
Türkiye’de kaliteli sağlık
hizmetlerinin öncüsü olan
Memorial Sağlık Grubu;
İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’dan
sonra, şimdi de Kayseri’de…
Her yıl yüz binlerce hastayı sağlığına kavuşturan,
tıbbi, akademik ve teknolojik olanakları ile özel
sağlık sektöründe ilklere imza atan Memorial;
uluslararası mükemmellik anlayışı doğrultusunda
hasta memnuniyeti odaklı kaliteli sağlık hizmetlerini,
Memorial Kayseri Hastanesi ile İç Anadolu Bölgesi’ne
taşıyor. Memorial Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç,
Aralık sonunda hizmete girecek olan Memorial
Kayseri Hastanesi hakkında bilgi verdi.
Sağlıkta Mükemmellik Anlayışı
Ülkemiz sağlık sektörüne kalite ve hizmette mükemmellik anlayışı
getiren grubumuz, Memorial Kayseri Hastanesi’ni bölge hastanesi olarak
konumlandırdı. Kayseri Hastanemiz uluslararası saygın ve güçlü akademik
kadrosu, üstün teknolojisi, modern mimarisi ve dünya standartlarında
etkin hasta bakımı ile İç Anadolu Bölgesi’nin ihtiyacı olan tüm sağlık
hizmetini karşılayacak şekilde tasarlandı.
İleri Teknoloji ve Kaliteli Sağlık Hizmeti...
9. hastanemiz olan Memorial Kayseri Hastanesi; 11 bin metrekarelik alan
üzerine kurulu, toplam 119 yatak kapasitesi, modern mimarisi, üstün
teknolojik donanıma sahip 5 ameliyathanesi ile İç Anadolu Bölgesi’nde
kaliteli sağlık hizmetinin adresi olacak.
Memorial’ın İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’daki hastanelerinde kullandığımız ileri tıp teknolojisi ile donatılan hastanemiz, dünya
standartlarında tanı ve tedavi üniteleri, radyoloji ve anjiyo servisleri ile Kayseri’de fark yaratacak.
Memorial’ın tüm hastanelerinde bulunan PACS sistemi (filmsiz hastane özelliği) Memorial Kayseri’de de bulunuyor. Bu sayede Memorial’in
Türkiye’de bulunan tüm hastaneleri arasında görüntüleme ve laboratuvar sonuçları ile vaka paylaşımları gerçekleştirilerek tıbbi sinerji
yaratılacak. Artık bölge halkının ileri teşhis ve tedavi yöntemleri için, İstanbul ve diğer şehirlere gitmesine gerek kalmayacak.
Kayseri’de Tüp Bebek Merkezi
Memorial Kayseri Hastanemiz ile birlikte eş zamanlı olarak Memorial Kayseri Tüp Bebek Merkezi’ni de hizmete açıyoruz. Yıllardır dünyanın
pek çok ülkesinde referans merkezi olarak kabul edilen Memorial Tüp Bebek deneyimimizi Kayseri’ye taşıyoruz. Kayseri’nin etik, başarı
ve kalite standartları bizimle örtüşen en başarılı kurumu olan “Kayseri Tüp Bebek Merkezi”ni bünyemize kattık. Artık bu merkez Memorial
markası ile çocuk özlemi yaşayan ailelerin yanında olmaya devam edecek.
10
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GÜNCEL
MEMORIAL SAĞLIK GRUBU
GENEL MÜDÜRÜ UĞUR GENÇ’E
YILIN “EN BAŞARILI GENÇ
GENEL MÜDÜRÜ” ÖDÜLÜ
Capital Dergisi tarafından düzenlenen, Türkiye’deki en başarılı genç
genel müdürün belirlendiği “Başarıya Yürüyenler” yarışmasının
birincisi Memorial Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç oldu. ING Bank
Türkiye Genel Müdürü Pınar Abay’ın ikinci, Master Card Güneydoğu
Avrupa Genel Müdürü Mete Güney’in üçüncü olduğu yarışmada
Türkiye’nin en önemli isimleri jüri üyeliği yaptı. Toplam 70 bin oy
kullanılan yarışmada ilk 10 halk oylaması ile belirlendi. Jüri bu 10
adayın başarılarına göre sıralamayı yaparak seçimi tamamladı.
29 Kasım Perşembe günü Esma Sultan Yalısı’nda yapılan ödül töreninde
Memorial Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç’e ödülü, Doğan Holding
Onursal Başkanı Sn. Aydın Doğan tarafından verildi.
Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan,
Memorial Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç
MEMORIAL ATAŞEHİR HASTANESİ’NE
ULUSLARARASI TESCİL
Sağlıkta uluslararası standartları belirleyen Joint Commission International (JCI)
belgesini Türkiye’de ilk alan ve ülkemizde sağlık sektöründe kalitenin öncüsü
olan Memorial’ın, Şişli ve Antalya hastanelerinden sonra Memorial Ataşehir
Hastanesi’nin kalitesi de tescillendi.
Modern mimarisi, ileri teknolojik olanakları, konforlu hasta odaları ve hasta
memnuniyeti odaklı anlayışı ile dünya standartlarında hizmet sunan Memorial
Ataşehir Hastanesi, JCI denetçileri tarafından yapılan değerlendirmenin
sonucunda yüksek başarı ile “JCI Akreditasyon Belgesi”ni aldı.
MEMORIAL
DİYARBAKIR HASTANESİ
1 YAŞINDA
Memorial Diyarbakır Hastanesi hizmete açılışının 1. yılını kutladı.
Seçkin akademik kadrosu, ileri teknolojiye sahip tanı ve tedavi
üniteleri ve modern mimarisi ile sadece Diyarbakır’a değil tüm
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne hizmet veren Memorial Diyarbakır
Hastanesi tüm branşlarda SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur, Devlet
Memurları (SGK) ve özel sağlık sigortalı hastalara hizmet sunuyor.
Memorial Diyarbakır Hastanesi 1 yılını Diyarbakır ve bölge illerde
gerçekleştirilen etkinliklerle kutladı.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 11
GENEL SAĞLIK
PROSTAT BÜYÜMESİNDE UROLIFT
“PROSTAT ASKILAMA” YÖNTEMİ
Prof. Dr. Oğuz Acar - Memorial Şişli Hastanesi Üroloji Bölümü
Prostat büyümesi, erkeklerde 40’lı yaşlarla birlikte doğal seyir gösteren
bir durumdur. İdrar yapmayı zorlaştıran bu sorun, mesanenin tam olarak
boşaltılabilmesi ve böbreklerin zarar görmemesi için mutlaka tedavi edilmelidir.
Prostat askılama (Urolift) yöntemi, prostat büyümesinin tedavisinde günübirlik ve
ameliyatsız bir girişimdir.
Prostata yönelik her cerrahi girişim, prostattan doku çıkarılması veya buharlaştırılması şeklinde gerçekleştirildiği için, prostatın
normal işleyişinde az ya da çok problemler yaratır. Ameliyat sonrası en çok; idrar kaçırma, cinsel fonksiyon bozukluğu
ve kanamadan korkulur. İyi bir cerrahi ameliyatta kanama, idrar kaçırma ve sertleşme problemleri hemen hemen hiç
görülmezken, ameliyat sonrası “kuru orgazm” olarak bilinen, cinsel temasta meninin dışarıya akmak yerine mesaneye kaçması
oldukça sık görülen bir durumdur. Kuru orgazm sorunu, hastaları hem psikolojik ve cinsel açıdan rahatsız eder, hem de çocuk
isteği olanlarda doğal yoldan çocuk sahibi olmak imkansız hale gelir.
12
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
Prostat askılama ile ameliyatsız iyileşme şansı
Prostatın içinden geçen idrar yolu büyümüş prostat nedeniyle sıkışır. Prostat askılama
ile sıkışan bu doku çok küçük klipslerle iki yana asılarak, idrar yolunun genişletilmesi
sağlanır. Bu, pencereyi kapatan perdenin kenarlara doğru asılarak camın görünür hale
gelmesine benzetilebilir.
Cinsel fonksiyonlar tam olarak korunur
Prostat büyümesi 40’lı ve 50’li yaşlarda cerrahi girişim gerektirecek düzeylerde
olduğunda, ameliyat sonrası sorunlar hastayı daha çok etkiler. “Prostat askılama”,
özellikle cinsel fonksiyonlarını tam olarak korumak isteyen 40-65 yaş arası hasta
grubu için ideal bir yöntemdir. Ayrıca özellikle başka hastalıkları nedeniyle kan
sulandırıcı ilaçlar kullanan veya anestezi almayı engelleyecek ciddi hastalıkları
bulunan ileri yaşlı hastalarda da birinci seçenek olarak uygulanabilir. Prostat büyümesi
için ilaç kullanması gereken ancak kimyasal ilaçları hayat boyu kullanmak istemeyen
hastalara da rahatlıkla önerilebilir.
Yaş sınırı yok
Prostat askılama yöntemi, en ileri yaştaki hastalar için bile uygun olan bir yöntemdir.
Ameliyat komplikasyonları beklenmediği için, çok ileri yaşta ve kronik hastalıkları
nedeniyle ameliyat olmasında sakınca bulunan kişilerde de belirli sınırlama olmaksızın
kullanılabilir.
Hastaya konfor sağlar
• Prostat ameliyatında prostattan bir doku çıkarılır yani prostat dokusu çıkarılarak
doku kaybı olur. Bu durum, prostat fonksiyonlarında değişikliklere yol açar. Oysa
askılama yönteminde doku çıkarılmaz dolayısıyla yara oluşturulmaz ve prostat
fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik ortaya çıkmaz. Prostatın dokusu sıkışarak
hacmi bu şekilde küçültülmüş olur.
• Prostat ameliyatlarında hangi yöntem olursa olsun, bir yara oluşturulacağı için bu
yaranın iyileşme sürecini beklemek gerekir. Bu süreç de zaman zaman hastalar için
sıkıntılı olabilmektedir. Askılamada ise bir yara olmayacağı için hem hasta işlemden
hemen sonra fayda görür hem de iyileşmesi beklenmek durumunda kalınan bir yara
oluşmaz.
• Prostat askılama, lokal anestezi altında 15 dakika içinde biten bir işlem iken
ameliyatlar genellikle genel anestezi altında 1 saat süren operasyonlardır.
• Hastanın ameliyattan yarar görmesi için, yaklaşık 15 günlük bir süreye ihtiyaç
duyulurken, askılamada hasta işlemden hemen sonra yarar görmeye başlar.
Ameliyata engel değil
Hastaların, yaşamlarının bir döneminde prostat askılama yaptırmaları, daha
sonra ameliyat olmaya karar verdiklerinde bu isteklerine bir engel teşkil etmez.
İşlem hasta için bir süre sonra yeterli olamayacak hale gelirse, ardından ameliyat
gerçekleştirilebilir. Yani gerektiği takdirde ameliyat her zaman ikinci seçenek olarak
yerinde durur. Prostat askılamanın, ameliyatı yaklaşık 5-10 yıl ötelemesi bile, hayat
kalitesinin 5-10 yıl bozulmadan devam etmesi manasına gelir ki bu durum özellikle
genç hastalar için çok büyük önem arz eder. İlaç kullanımı ile ameliyat arasında bir
“ara formül” özelliği taşıyan askılama yöntemi, bu anlamda hasta için çok önemli,
zaman kazandıran, ilaç kullanımı ve ameliyatın problemlerinden kurtaran bir işlemdir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 13
KALP SAĞLIĞI
ÇALIŞAN KALPTE BYPASS
HASTAYA KONFOR SAĞLIYOR
Op. Dr. Erdem Çetin - Memorial Diyarbakır Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü
“Çalışan kalbe bypass”, kalbi durdurmadan ve hastayı kalp-akciğer pompasına bağlamadan
gerçekleştirilen bir cerrahi yöntemdir.
İşlem sırasında, koroner bypass ameliyatı tamamlanana kadar, kalp damarları içinde kan akımının
devam etmesini sağlayan yöntemler kullanılarak, kalbin yapısının korunması sağlanmaktadır.
Açık kalp ameliyatında oluşabilecek riskleri en aza indirir
Çalışan kalbe bypass ameliyatı sırasında, cerrah özel yöntemler kullanarak, sadece üzerinde çalışacağı kalp bölgesinin hareketlerini azaltır.
Bu sırada kalp, hem vücuda hem de kendisine kan pompalamaya ve yaşam için gerekli fonksiyonu oluşturmaya devam eder. Klasik açık
kalp ameliyatlarından sonra; bilinç bozuklukları, davranış değişiklikleri, böbrek yetersizliği, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, mide ve
bağırsak hareketlerinin azalması gibi düşük kan basıncına bağlı sorunlar gelişebilir. Böylelikle; kalp-akciğer pompasının kullanıldığı ve geçici
olarak kalbin durdurularak devre dışı bırakıldığı “açık kalp ameliyatlarının” olası riskleri en aza indirilir.
Çalışan kalbe bypass için uygun hasta
seçilmeli
Çalışan kalbe bypass işlemi;
• Kalp kasılma fonksiyonları ileri derecede azalmış, kalpakciğer
pompasını tolare edemeyecek hastalarda,
• Daha önceden felç veya geçici iskemik atak (mini-felç)
geçirmiş kişilerde,
• İleri derecede böbrek yetersizliği olanlarda,
• Kronik akciğer hastalığı bulunanlarda,
• Tedavi olan veya tedavi edilmiş kansere yakalanmış
hastalarda,
• 70 yaş ve üstü hastalarda uygulandığında yararlı sonuç
sağlar.
Hastaya ayrıcalık ve konfor sağlar
Çalışan kalbe bypass uygulaması, ameliyat sırasında ve
sonrasında ortaya çıkabilecek riskleri en aza indirir. Bu
işlem;
• Kalp fonksiyonlarının daha iyi korunmasını sağlar.
• Özellikle riskli hastalarda ameliyat başarısını artırır.
• Hastanede kalış süresini azaltır.
• Yoğun bakımda kalış ve solunum cihazına bağlı kalma
süresini azaltır.
• Hastanın ameliyat sonrası iyileşme süresini kısaltır.
• Ameliyat sonrası halsizlik ve iştahsızlık gibi şikayetleri
azaltır.
• Akciğer, böbrek ve karaciğer yetmezliklerinin görülme
ihtimalini en aza indirir.
• Sinirsel-bilinçsel ve davranış bozukluklarının, en ağır
haliyle felç şeklinde ortaya çıkan beyin hasarı riskini azaltır.
• Kalbin kan ihtiyacını en aza indirir.
• Göğüs kesilerinde, enfeksiyon risklerinin azalmasını
sağlar.
14
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KALP SAĞLIĞI
GÜNCEL TEDAVİ YAKLAŞIMLARI İLE
TOPLARDAMARDA PIHTILAŞMAYA ETKİLİ ÇÖZÜM
Op. Dr. Mert Dumantepe - Memorial Ataşehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü
Derin Ven Trombozu (DVT)
vücudun, derin toplardamarları
içerisinde pıhtı oluşumu ile
seyreden bir durumdur. Pıhtılar,
kanın akışkanlığının değiştiği ve
kümeleşmeye eğilimin olduğunu
gösterir.
Yıllık olarak görülme sıklığı
her 10.000 kişide 5-20 hasta
arasında değişmektedir.
Görülme sıklığı 60 yaş
üzerinde %1’ e kadar
yükselmektedir.
Erken Tanı Ciddi
Komplikasyonları Önler
Toplardamarlardaki pıhtı hastalığının akut
döneminde; ağrı, şişlik, kızarıklık gibi
bulgulara rastlanmaktadır. Erken tanı ve
doğru tedavi, ölümcül komplikasyon olan
“akciğer embolisi” ve tekrar eden derin ven
trombozu riskini yüksek oranda engeller.
Hastalığın tedavi sonrası uzun dönem
seyrinde ise; “Post-Trombotik Sendrom”
(PTS) ve “Kronik Venöz Yetmezlik” hayat
kalitesini etkileyen durumlar olarak ortaya
çıkabilir.
Geleneksel Tedavi Pıhtının
Kendisini Eritmez
Toplardamarda pıhtılaşmanın geleneksel
tedavisinde ağız yoluyla kan sulandırıcı
kullanılır. Kan sulandırıcı tedavi, pıhtı
genişlemesini ve embolizasyonu (pıhtıdan
kopan bir parçanın başka organlara
gitmesini) etkin bir şekilde engeller; ancak
pıhtının kendisini eritici etkisi yoktur.
Kan sulandırıcı tedavinin en önemli yan
etkisi, kanamalar olabilir. Bu durum
yaşamı tehlikeye sokacak derecede de
olabilir. Bazen kanama vücudun içerisinde
olabilmektedir. Bunun için bu tedavinin
uygulandığı hastalar düzenli olarak kan
tahlili yaptırarak kanın sulanma oranını
ölçtürmelidirler.
Modern Tıp İle Pıhtı Eritici Çözüm
Modern tıptaki gelişmeler ve kateter
yöntemleri sayesinde erken dönemde
direkt pıhtının içine girilerek, aktif şekilde
pıhtı erimesi sağlanmaktadır. Kapak
harabiyeti gelişmeden önce hastalar
tedavi edilerek “Post Trombotik Sendrom”
gidiş önlenebilmektedir. Bu yöntemler
kateterlerle pıhtıyı eritici ilaçların tıkalı
damara verilmesi, pıhtının kateterler
yoluyla parçalanması ya da direkt
aspirasyon kateterleri ile pıhtının çekilmesini
içermektedir.
Pıhtıların İçine Girilerek Eritilir
“Ultrasonla Hızlandırılmış Kateterle
Trombolitik Tedavi Sistemi” ile direkt
olarak pıhtının içine girip aktif bir şekilde
pıhtı eritme işlemi gerçekleştirilmektedir.
Diğer kateter yollu trombolitik tedavi
yöntemlerinden farklı olarak ultrason
dalgalarının kullanılması, organize olmuş
pıhtı liflerini ayırarak işlemin etkisi
artırmaktadır. Kateter yollu trombolitik
tedavi işlemi sırasında; trombolitik ilacın
direkt pıhtının içine verilmesi ve sistemik
trombolitik tedavide kullanılandan çok
daha az miktarda olması sebebi ile kanama
oranları kıyaslanmayacak derecede
düşüktür.
Akciğer Embolisi Atardamar
Tıkanıklıklarında da Kullanılır
Ultrasonik kateterle trombolitik tedavi işlemi
sadece derin ven trombozlarında değil;
akciğer embolisi, atardamar tıkanıklıkları
ve yapay greft tıkanıklıklarında başarı ile
kullanılmaktadır. Hastaların erken dönemde
tedavi altına alınması çok önemlidir.
Bekledikçe organize olup sertleşen pıhtının
kateter yollu trombolitik tedavisi ile
eritilme şansı günden güne azalmaktadır.
Ultrason dalgalarının trombolitik tedaviye
eklenmesi ile kronik dönemdeki pıhtılarda
da başarı şansı artmaya başlamıştır.
Yeni geliştirilen “Ultrasonla hızlandırılmış
kateterle trombolitik tedavi”, arteriyel ve
venöz tromboz durumlarındaki uygun hasta
gruplarına tecrübeli merkezlerde etkin ve
güvenli bir şekilde uygulanabilen bir tedavi
seçeneğidir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 15
KALP SAĞLIĞI
EL BİLEĞİNDEN ANJİYO VE STENT
SONRASI HASTA SPOR YAPABİLİR
Prof. Dr. Erhan Babalık - Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü
Kasıktan uygulanan anjiyo ve stent sonrası hastaların yaşadığı; en az 6-12 saat
yatakta hareketsiz yatma, hastanede kalma ve aylarca kasık ağrısı çekme korkuları, el
bileğinden yapılan işlemler sonrası tarihe karışıyor.
Basit bir damar muayenesiyle, el bileği uygun olan hastalara uygulanan anjiyo sonrası, hasta
kendi kıyafetleri ile yattığı anjiyo masasından kendi iniyor, bilgisayar kullanabiliyor, ertesi gün iş
yaşamına dönebiliyor ve hatta spor bile yapabiliyor. Kalp damarlarında herhangi bir sorun tespit
edilen hastalara ise; yine el bileğinden stent yapılabiliyor.
El bileğinden anjiyo ve stent uygulayacak olan doktorun deneyimi ise çok önemli. Çünkü el bileği,
hassas yapısı nedeniyle bir kez başarısız olan işleme ikinci bir şans tanımıyor. Bu nedenle doktorun
tecrübesi kadar, bu işlemi tercih ederek sürekli hale getirmesi de başarıyı getiriyor.
El bileği ve kasık damarından işlemin başarıları
El bileğinden anjiyo, nabız ölçülen el bileğindeki damardan girilerek yapılır. Sonuçta elde edilen veriler, kasıktan yapılan işlemle aynıdır.
Kasıktan yapılana göre çok daha kolay bir işlem olduğu için sonuçlarının daha az güvenilir olduğu yönündeki inanış, doğru değildir.
İşlemin yalnızca gidiş yolu farklıdır. Kasıktan yapılan anjiyo ile bilekten yapılan anjiyonun sonuçları tamamen aynıdır. Anjiyo sonrası
gerektiğinde yine el bileğinden stent de yapılmaktadır. El bileğinden yapılan stent işleminin başarısı da kasık damarından yapılan işlemle
tamamen aynıdır.
16
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
El bileğinden anjiyo ve stent hastaya konfor sağlar
Kasıktan yapılan anjiyo sonrası, hastanın 6 saat kadar hastanede kalma ve yatakta hareketsiz yatma zorunluluğu vardır. Çünkü
bölgenin hassas olması nedeniyle kanama riski vardır ve kasık damarı büyük olduğu için o bölgede meydana gelecek kanama,
hayati tehlikeye neden olabilir. Kasıktan yapılan işlem sonrası kanama riski % 1, damar içinde kan toplanma riski ise %10’dur. Bazen
işlemden sonra o damarın anevrizmalaşması sonucu küçük bir onarım da gerekebilir. El bileğinden yapılan anjiyo ve stent işlemleri
sonrası hasta bu tür sorunlarla karşılaşmamaktadır. Bu işlemin en önemli avantajı, iki el bileğinin olmasıdır. Eğer bir bilekte ender de
olsa sorun yaşanırsa, diğer bilekten her iki işlem de rahatlıkla yapılabilir.
El bileğinden anjiyo ve stent sonrası;
• Hasta, kıyafetleri ile yattığı anjiyo masasından kendi iner.
• Hastanın hastanede kalma, 6-12 saat yatakta hareketsiz yatma zorunluluğu ortadan kalkar. Anjiyo ve stent işlemi sonrası hastanın
yatak istirahatine gerek yoktur. Hastanede geçireceği ortalama 2-3 saatlik sürede, oturabilir, gazete okuyabilir, televizyon izleyebilir.
Tuvalete gitmesi için birinin yardımına ihtiyaç duymaz, yatış zorunluluğu olmadığı için sonda takması gerekmez.
• Hasta işlemden bir gün sonra hemen araç ve bilgisayar kullanabilir, yazı yazabilir, koşabilir, spor salonunda rahatlıkla spor yapabilir
hale gelir.
• Hasta, cerrahi müdahale gerektiren durumlardan ve karın içi kanama riskinden korunabilir.
• El bileği, kasık bölgesi gibi hastayı rahatsız eden hassas bir bölge değildir. Bu nedenle işlem sosyokültürel açıdan da hastaya
rahatsızlık vermeden yapılabilir.
• El bileğinden yapılan anjiyo ve gerek görüldüğünde yapılacak stent işlemi, hastaların ameliyat psikolojisinden uzaklaşmalarını
sağlamaktadır. Hasta açısından işlemin kabul edilebilirliğini artırmaktadır.
• Her iki işlem de, hasta kadar doktora da konfor sağlar. İşlem sırasında kasığa bası uygulamak gibi mecburi işlemlere de gerek
kalmaz.
Obez hastalar için daha avantajlı
Özellikle obez hastalarda kasıktan yapılan anjiyo işleminde
kasık ve damar ile ilgili istenmeyen komplikasyonlar
oluşmaktadır. Bunlar, ciddi ve geri dönüşümü zor olan
durumlardır. Yakın zamanda kasık bölgesinden ameliyat
geçiren ya da organ nakli olacak hastalarda, özellikle
karaciğer hastalarının kanda pıhtılaşma sorunları bulunduğu
için kasıktan yapılan anjiyo risk taşımaktadır. Kasıktan anjiyo
sırasında kanama kontrolü sağlanamaması, hasta için hayati
risk taşıyabileceğinden bu hastalar için el bileğinden anjiyo
işlemi daha avantajlıdır.
El bileğinden anjiyo ve stent deneyim gerektirir
El bileğinden anjiyo ve stent yapacak olan doktorun bu
konuda gerekli bilgi ve donanıma sahip olması çok önemlidir.
Çünkü el bileğindeki damar, kasık damarından farklı
özelliklere sahiptir. İşlemin yapılması için öncelikle damarın iyi
tanınması gerekir. Eğer işlem bir kez başarısız olursa, damar
yapısı itibariyle kendini kapatır ve o bölgeden bir kez daha
işlem yapma şansını ortadan kalkar. Bu nedenle el bileğine
hassas yaklaşılmalıdır. Yaklaşık 10 dakika süren anjiyo
sonrası hastaya stent yapılmasına karar verilirse, takılacak
olan stentin süresine göre değişkenlik gösteren bir işlem
yapılmaktadır.
El bileğinde dolaşım sorunu varsa öncelikli alternatif diğer el bileği
El bileğinden stent işlemi sırasında kullanılan malzemeler, hastayı rahatsız etmemesi açısından ileri teknolojiye sahiptir ve konforludur.
El bileğinin damarında ortaya çıkan bir sorun nedeniyle işlemin başarısızlığı durumunda, damar kendini kapatarak o bölgeden yeni bir
işleme izin vermemektedir. Bu nedenle el bileğinden stent, sabır ve deneyim gerektirir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 17
GENEL SAĞLIĞI
HIÇKIRIK CİDDİ HASTALIKLARIN
BELİRTİSİ OLABİLİR
Prof. Dr. Birsel Kavaklı – Memorial Ataşehir Hastanesi Dahiliye Bölümü
Pek çoğumuz gün içinde aniden hıçkırmaya başlayabiliriz. Bazen nefesimizi tutar, bazen
de su içerek bu istemsiz durumdan kurtulmaya çalışırız. Ancak sebepsiz sanılan ve
uzun sürebilen hıçkırıklar beyin ve kalp gibi hayati organlardaki bir hastalığın
habercisi olabilir.
Çok hızlı yemek yemek, aşırı
alkol ve sigara kullanmak
hıçkırığa neden olabilir
Hıçkırık, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu
birbirinden ayıran ve “diyafram” adı verilen
kasın istem dışı kasılmasını takiben ses
tellerinin bulunduğu gırtlak bölgesinin
aniden kapanmasıyla oluşur ve bu sırada
bir `hık` sesi duyulur. Dakikada 10-30 kez
tekrarlayabilen bu kasılmalar diyaframdan
başka kaburgalar arasındaki kaslarda da
saptanabilir. Hıçkırık çoğu zaman kısa
süreli ve zararsızdır, sağlıklı kişilerde
geçici bir rahatsızlık olarak ortaya çıkabilir.
Küçük bebeklerde ve çok hızlı yemek
yiyen, bu sırada hava yutan kişilerde
görülen hıçkırık buna iyi bir örnektir.
Aşırı gülme, gıdıklanma, fazla sigara ve
alkol kullanılması, histeri, hava yutulması
gibi organik bir hastalığa bağlı olmayan
durumlarda da geçici hıçkırık ortaya
çıkabilir.
Sinir sistemi ve mide
rahatsızlıkları ihtimalini göz ardı
etmeyin
Hıçkırık bazen günlerce-haftalarca
kesilmeyip, hastayı ciddi şekilde rahatsız
edebilir ve önemli bir hastalığın belirtisi
de olabilir. Uzun süreli hıçkırıklar hastanın
yemek yemesini, uykusunu, konuşmasını
etkiler. Cerrahi girişim sırasında ve
sonrasında ortaya çıkan hıçkırıklar da
çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Hıçkırığın
merkez sinir sistemi hastalıklarından mide
hastalıklarına kadar çok farklı nedenleri
olabilir.
hıçkırık da geçer. Herkesi zaman zaman
hıçkırık tutabilir ama reflüsü olan hastalarda
daha sık ve uzun süreli görülür. Ancak
her hıçkırık tutan kişinin reflüsü vardır
denemez.
büyümeleri, frenik sinirin travması, aşırı
kalp büyümesi, kalp krizi ve yemek borusu
tıkanıkları bu hastalıkların başlıcalarıdır.
Zatürre ve akciğer zarları arasında sıvı
toplanması da hıçkırığa neden olabilir.
Diyafrağma kasının fıtıkları, karaciğer
tümör ve apseleri, mide kanseri,
dalak enfarktüsü, bağırsak tıkanıklığı,
akut pankreatit gibi hastalıklarda
hıçkırık saptanabilir. Ayrıca, üst batın
operasyonları sonrasında da hıçkırık ortaya
çıkabilir.
Hıçkırığı geçirmek için pratik
öneriler
• Soluk elden geldiğince tutularak,
diyafram yanıltılır ve yeniden normal
soluklanma ritmine dönmesi sağlanır.
• Buzlu su, limon suyu veya sirke içerek,
gırtlaktaki glottis spazmı çözülebilir.
• Meşrubatlar kesinlikle şişeden
içilmemelidir.
• Buruna bir tutam enfiye veya karabiber
çekildiğinde oluşan hapşırık ardından
gelen şok soluklanma, diyafram kaslarını
etkileyerek yeniden normal soluklanma
ritmine dönülmesini sağlar.
• 2-3 adet kesme şeker veya 1 kahve
kaşığı tuz yemek de olumlu sonuç
verebilir.
• Aç karnına birkaç karanfil çiğnemek,
özellikle yaşlılarda iyi sonuç verir.
• Yemek yerken acele edilmemeli ve
konuşulmamalıdır. Genelde yavaş
konuşmaya özen gösterilmelidir.
• Aç karnına sigara kullanılmamalıdır.
• Aşırı gülmekten kaçınılmalıdır.
Reflü ve hıçkırık ilişkisine dikkat!
Hıçkırık; menenjit, beyin içi kanama,
beyin tümörleri ve beyindeki yaşlılıkla ilgili
değişiklikler gibi merkezi sinir sistemini
ilgilendiren hastalıkların bir bulgusu olabilir.
Reflü hastalarında hıçkırık da olabilir. Bu
kişiler uzun süre hıçkırık nöbetine tutulur ve
başka reflü hastalığı belirtisi de göstermez.
Bu hastaların reflüsü tedavi edildiği zaman
18
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
Hıçkırık kalbinizi de işaret ediyor
olabilir
Hıçkırığın farklı nedenleri de bulunmaktadır.
Her iki akciğer arasında kalan ve içinde
kalbin de bulunduğu “mediyasten” ismi
verilen bölgenin hastalıklarında hıçkırık
gelişebilir. Buradaki lenf bezlerinin
tüberküloz, kanser veya başka nedenlerle
Uzmana başvurmanız gerekebilir
Bu yöntemlerle giderilemeyen hıçkırık için
sakinleştiriciler, kas gevşeticiler gibi çeşitli
ilaçlar etkili olabilir. Boyundaki karotis
damarına hekim tarafından masaj yapılması
da denebilir. Geçmediği takdirde hekime
başvurulmalıdır. Durdurulamayan hıçkırık
için son çare frenik sinirin bir anestezik
ilaçla veya cerrahi olarak blokajıdır.
GENEL SAĞLIK
ŞEHİR YAŞAMI METABOLİK
SENDROMU TETİKLİYOR
Uz. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu - Memorial Antalya Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü
Metabolik sendrom tanı kriterleri
Bir kişide şeker hastalığı, şeker yükleme testi ile tespit edilebilen
bozulmuş glukoz (karbonhidrat) toleransı; insülin direncinden en
az biri bulunuyorsa ya da hipertansiyon, kan yağlarında bozulma
(trigliserid yüksekliği veya iyi kolesterol düşüklüğü), karın
bölgesinde obezite (vücut kitle indeksi’nin 30’dan büyük olması
ya da bel çevresinin erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm den
fazla olması) durumlarından da en az ikisinin bulunması metobolik
sendrom tanısının konulmasında önemli kriterlerdir.
Tedavide kilo kaybı önemli
Metabolik sendromda en uygun tedavi yöntemi, kilo kaybı ve
düzenli egzersiz için yaşam tarzının değiştirilmesi, sağlıklı beslenme
ve gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak amacıyla ilaç
tedavisinin başlanmasıdır. % 5-10’luk kilo kaybı bile metabolik
sendromun tüm bileşenlerini kontrol altına alabilir. % 7’lik kilo kaybı
ile birlikte düzenli fiziksel aktivite 4 yıl içinde şeker hastalığı gelişme
riskini % 50 azaltmaktadır.
Beslenmede doğru yağ kullanımı önemli
Metabolik sendromda beslenme tedavisinin amacı; insülin direncini
düzeltmek ve insülin direncine bağlı bozuklukları önlemektir.
Tüketilen total yağ kalorinin %25-35 oranında tutulmalı, bunun
da büyük kısmı zeytinyağı, fındık yağı ve kanola yağı olmalıdır.
Soya, ayçiçeği ve mısırözü yağı daha az oranda tüketilmelidir.
Genetik yatkınlık söz konusu
olsa da, modern kent hayatının
getirdiği hareketsiz yaşam ve
yüksek kalorili beslenme ile tetiklenebilen
metobolik sendrom; insülin direnciyle
başlayan bel bölgesinde yağlanma,
şeker hastalığı, kan yağlarında bozukluk,
hipertansiyon ve koroner kalp hastalığı
gibi hastalıkların birbirine eklenerek
hayatı tehdit edebildiği endokrinolojik
bir bozukluktur. Bu sendrom ayrıca
“insülin direnci sendromu”, “sendrom
x” ve “uygarlık sendromu” olarak da
adlandırılmaktadır. Ülkemizde yapılan bir
araştırmaya göre; 30 yaş ve üzerindeki
9.2 milyon kişide metabolik sendrom
mevcuttur ve koroner kalp hastalığı
geçirenlerin %53’ü aynı zamanda
metabolik sendrom hastasıdır. Ülkemizde
metabolik sendrom görülme sıklığı
erkeklerde %28, kadınlarda ise
%40 gibi oldukça yüksek değerlerdedir.
Omega-3 yağ asitlerinden zengin beslenmeli; yani deniz ürünleri,
fındık, ceviz, badem, keten tohumu yağı tercihen tüketilmelidir.
Karbonhidrat tüketimi toplam kalorinin %45-55’i olmalı ve daha
çok tam tahıllar, meyve ve sebzeler, kuru baklagiller, tahıllı ve
yulaf içeren kahvaltılıklar tercih edilmelidir. Kalorinin kalan kısmı
proteinden alınmalıdır. Tercihen derisiz tavuk, hindi, yağsız et,
yağsız veya düşük yağlı süt ürünleri gibi daha sağlıklı seçenekler
tüketilmelidir.
Aerobik egzersizleri yapılmalı
Düzenli egzersiz insülin direncini düzelterek glukoz, lipid ve kan
basıncı kontrolünü sağlar ve kalp-damar fonksiyonlarını düzeltir.
Metabolik sendromda uygulanması gereken egzersiz modelleri
de; yaşa, cinsiyete, vücut ağırlığına ve hastalıklara göre olmalıdır.
Metabolik sendromlu bireylerde ağırlıklı olarak aerobik egzersiz
modelleri uygulanmalıdır. Aerobik egzersiz örnekleri arasında; hızlı
tempolu yürüyüş, düşük tempolu koşu, bisiklete binme, ip atlama,
merdiven inip çıkma, yüzme sayılabilir. Egzersizin süresi günde
en az 20 dakika, en fazla bir saat (ortalama günde yarım saat)
olmalıdır. Yürüyüş egzersizinde mesafe ve süre giderek artırılmalıdır.
Sabırlı olunmalı ve günlük antrenmanlar uzun bir sürede bir saate
çıkarılmalıdır. İlk hedef tempolu ve düzgün adımlarla bir saat, ikinci
hedef ise bir saatte 5 kilometre yürümek olmalıdır. Üçüncü hedef
kendi yürüyüş rekorunuzu kırmak ve ömür boyu korumaktır.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 19
HAYATIN İÇİNDEN
ANNESİ OĞLUNA İKİNCİ
KEZ HAYAT VERDİ
7 yaşındaki Yiğit Yalçın, doğduğu günden itibaren
karaciğer yetmezliği ile mücadele ediyordu. Henüz 2
aylıkken cilt renginin sarı olması nedeni ile doktora
gittiklerinde hastalığının tanısı konulmuştu. Günleri
hastanede geçiyordu ama onu hiç bir şey anaokuluna
başladığında arkadaşlarının kendisini dışlaması ve diğer
velilerin “Yiğit yüzünden çocuklarımız da hastalanıyor”
demesi kadar üzmedi. Bu yıl ise 1. sınıfa başlayacağı
sırada aniden rahatsızlandı ve karaciğer nakline ihtiyacı
olduğu ortaya çıktı. Yiğit, Memorial Ataşehir Hastanesi
Organ Nakli ve Genel Cerrahi Merkezi Başkanı Prof.
Dr. Yalçın Polat ve ekibinin gerçekleştirdiği başarılı bir
operasyon sayesinde annesinden aldığı karaciğerle
yeniden hayata döndü. Şimdi ise okula gidebilmek
için gün sayıyor.
Yiğit’e karaciğeri ile ikinci kez hayat veren annesi Aysel Orhan nakil ile ilgili duygularını şöyle ifade etti:
“Yiğit, için işimi bıraktım”
Yiğit 2 aylıkken karaciğer yetmezliği olduğunu öğrendik. O an ben ve eşim Oran Yalçın için çok büyük bir yıkım oldu. Çocuğum daha hayata adım
atarken hastalıkla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Zamanla durumu kötüleşince işi bırakmak zorunda kaldım. Yiğit’in daha özenli bir bakıma
ihtiyacı vardı. Karaciğer yetmezliğinin yanı sıra kemik erimesi problemi ortaya çıktı. Hatta bir keresinde evde topla oynarken ayağını kırdı ve aynı
anda iki sağlık sorunu ile mücadele etmek zorunda kaldık. Kemik erimesi yüzünden de ağrıları oluyor, düz yolda 5 dakika yürüyemiyordu.
“Okulda diğer çocuklar tarafından dışlandı”
Yiğit’in eğitiminden geri kalmaması için anaokuluna gönderdik. O, okula koşa koşa gidiyordu; ancak sarılık olduğu için renginden dolayı diğer
çocuklardan farklı duruyordu ve diğer çocukların bakışlarına maruz kalıyordu. Aileler de çok anlayışlı olmadı. Şikayette bulunanlar bile oldu. Yiğit’i
istemediler. Rahatsızlığı artınca da enfeksiyon riskinden koruyabilmek için okula göndermedik. Kuzenlerini gördüğünde hep “ben onlar gibi değilim”
derdi. Yiğit’in çocuklarla iletişimi gerçekten çok kuvvetlidir. Onlarla konuşmak, oynamak için can atıyor. Hatta benden sürekli oyuncaklarını istiyor ve
sokağı çıkıyor. Arkadaşlarına onunla oynamaları için oyuncaklarını veriyor.
“İkinci kez hayat verebilmek ayrı bir mutluluk”
Yiğit bu süre zarfında çeşitli hastanelerde tedavi gördü. Hastalığının farkındaydı. Zamanla artık durumu giderek kötüleşti. Nakil olabileceğini
duyduğumuzda hemen verici oldum. Eşim kilolu olduğu için uyum sağlayamayacağını biliyorduk. Yiğit zaten canımdan bir parçaydı ancak ikinci kez
onu hayata bağlamak bana ayrı bir mutluluk veriyor.
“Kilo alması beni çok mutlu ediyor”
Yiğit 7 yaşında ama ben onun her çocuk gibi düzenli kilo aldığını, büyüdüğünü göremedim. Nakil sonrası hızla iyileşti, günden güne daha da
toparlıyor, kilo alıyor. Kilo alması beni çok mutlu ediyor. Artık iyileşip okula gideceği günleri görmek istiyorum. Bana sürekli polis olacağını söylüyor.
Yakında o günleri de göreceğiz.
Karaciğer naklini gerçekleştiren Prof. Dr. Yalçın Polat
“Yiğit, karaciğer yetmezliği ile 2 aylık iken tanışmış. Bize geldiğinde son evre karaciğer yetmezliğindeydi. Annesi ve babası
verici olmak istedi. Babasının tetkiklerinde karaciğer yağlanması olduğunu gördük, verici olmaya uygun değildi. Daha
sonra annesinin verici olabilmesi için gerekli testler yapıldı. Test sonuçları tüm sistem fonksiyonlarının normal olduğunu;
yani sağlık durumunun verici olmaya uygun olduğunu gösteriyordu. Annesinden alınan karaciğer ile gerçekleşen nakil
sonrası Yiğit sağlığına kavuştu. Yiğit 7 yaşında olmasına rağmen yaşına göre oldukça sosyal bir çocuk. Şu an belirli bir süre
enfeksiyon riski sebebi ile daha dikkatli ve özenli bir bakımı olacak. Ancak kısa bir süre sonra özlemini çektiği okuluna gidip
istediği gibi arkadaşları ile koşup oynayabilecek.”
20
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KADIN SAĞLIĞI
HER 8 BEBEKTEN BİRİ
ERKEN DOĞUYOR
Doç. Dr. Arda Lembet – Memorial Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü
Her yıl 15 milyon bebek
prematüre doğup,
dünyaya erken merhaba
derken, 1 milyonu da
henüz 1 yaşına bile
girmeden hayatını
kaybediyor.
Anne karnında ve yeni
doğan dönemindeki bebek
ölümlerinin önemli nedeni ise
“erken doğum”.
Erken doğum sonrası yenidoğan
kayıpları çok fazla
Türkiye, erken doğum görülme oranı %12 ile
dünya sıralamasında 56. sırada yer almaktadır.
Anne karnındaki ve doğumdan sonraki ilk
ayda (yenidoğan döneminde) olan kayıpların
%70’inden erken doğum sorumludur. 5 yaşına
kadar olan çocuk ölümlerinin %40’ı yenidoğan
döneminde olmaktadır ve burada da ilk
sebep yine erken doğumdur. Tüm 5 yaş altı
ölüm sebeplerinde erken doğum 2. sırada yer
almaktadır.
Bilinçlendirme ve eğitim ile kayıplar
önlenebilir
“Cerebral palsy” rahatsızlığı olan spastik
çocukların %50’sinden, çocukluk çağı
körlüklerinin de %30’undan “prematurite”
sorumludur. Hem ülkemiz hem de tüm dünya
için son derece ciddi olan bu problem; erken
doğumun risk faktörleri, korunma yolları,
tahmin ve tedavi yolları hakkında yapılacak
bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları ile %75
oranında azaltılabilmektedir.
Bebeğinizi bekleyen sıkıntılara hazır
olun
Çok düşük ağırlıklı yani 750 gramın altındaki
bebeklerin yaşama şansları günümüz modern
tıp imkanları ile sağlanabiliyor olsa da; bu grup
bebeklerin bir kısmında ileride okul başarısında
düşüklük, görsel motor fonksiyon bozuklukları
ve çeşitli sosyal uyum bozukluklarının ortaya
çıkabileceği bilinmelidir. Çocukluk çağındaki
nörolojik problemlere bakıldığında bunların
%50’sinden prematüre doğumun sorumlu
olduğu gözükmektedir.
Erken doğumu tetikleyen nedenler
• Rahim içi ve dışı enfeksiyonlar
• Çoğul gebelikler
• Amniyon mayiinin (zarın içindeki sıvı) fazla olması
• Rahmin yapısal anormallikleri
• Rahim iç tabakası içindeki kanamalar
• Genetik faktörler
Anne yaşı 17’nin altında ve 35’in
üzerinde ise dikkat!
Anne yaşının 17’nin altında ya da 35’in
üzerinde olması, önceki doğumun erken
doğum ile sonlanması, vajinal kanama, stres,
düşük sosyoekonomik durum, sigara ve diğer
kötü alışkanlıklar, anne ağırlığının düşüklüğü,
çalışma şartlarının aşırı ağır olması, gebeliğe
eşlik eden iyi kontrol edilmemiş sistemik
hastalıklar (diyabet, kalp, böbrek ve tiroid
hastalıkları vb.), bazı hamilelikte görülen
vajinal ve sistemik enfeksiyonlar erken doğum
için risk oluşturabilmektedir.
Erken doğum tahmin, tedavi ve
korunma programı
“Erken doğum tahmin, tedavi ve korunma”
programı olarak tanımlanan programlar
sayesinde özellikle erken doğum eylemi için
risk taşıyan gebeleri takip ederek, önem
alınabilmektedir. Bu hasta grubunda gebelik
başında ve hatta öncesinde başlatılan
takip protokolünde, hastaya bireysel riskin
değerlendirildiği periyodik ve sık izlem
yöntemini uygulamaktadır. Bu aşamada
hastalar davranışsal, demografik (yaş,
doğum sayısı, önceki gebelik hikayesi, sigara
vb.), beslenme, mevcut gebelik ve biyofizik
(rahim ağzı açıklığı ve ultrasonografik
bulgular) özelliklerine göre gruplandırılıp
değerlendirilmektedir.
Tüm gebeler rahim uzunluğu ölçümü
yaptırmalı
Tüm hamilelik süreçlerinde erken doğumu
tahmin ve engellemede izlenecek yol rahim
uzunluğu ölçümü ile tarama gerçekleştirmektir.
Çünkü erken doğuma giren hastaların yarısında
geçmişinde bir risk faktörü bulunmamaktadır.
Erken doğum önceden bilmek zor
ama imkansız değil
Erken doğumun önceden tahmin edilip
saptanması zordur. Bunun başlıca nedeni
erken doğumun ilk bulgu ve belirtilerinin
normal gebeliklerde de görülebilmesi ve bu
nedenle hastaların şikayetlerinin bir kısmının
yeterince iyi değerlendirilememesinden
kaynaklanmaktadır. Rahim ağzı (serviks)
açıklığının muayene ile değerlendirilmesi,
hastanın ağrılarının sıklığı ve süresi,
ultrasonografik yöntemler, anne kanı ve
amniyon mayi içindeki birtakım biyokimyasal
belirteçler erken doğum tahmininde kullanılan
yöntemler arasındadır. Bu yöntemler ile hem
erken doğum klinik bulguları ortaya çıkmadan
risk grubundaki hastalar saptanabilir hem de
erken doğum eylemi ile başvuran hastaların
tanısı ve ileri değerlendirmesi mümkün
olabilmektedir.
Risk taşımayanlar da erken doğum
yapabilir
Erken doğumun tüm nedenleri bilinmemektedir.
Bu nedenle yüksek risk taşımayan hastalar da
erken doğum yapabilmektedirler. Ancak önceki
gebeliklerin erken doğumla sonlanmaması ve
gebelik izlemi boyunca tetkik, inceleme ve
genel sağlık halinin iyi gittiği durumda bu risk
çok daha aşağı çekilmektedir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 21
GENEL SAĞLIĞI
İNME HAKKINDA
BİLİNMESİ GEREKENLER
Doç. Dr. Yakup Krespi - Memorial Şişli Hastanesi İnme Araştırma ve Rehabilitasyon Ünitesi Başkanı
İnmesiz bir hayat mümkündür.
İnme önlenebilen en önemli
nörolojik hastalıktır.
İnme bulguları nelerdir?
İnme bulguları özellikle bir vücut yarısındaki yüz, kol veya bacakta
uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük, ani başlayan nedeni bilinmeyen
şiddetli baş ağrısı, bilinç bulanıklığı veya bilinç kaybı, bir ya da
iki gözde ani görme kaybı, görme azlığı, konuşma bozukluğu
veya konuşamama, baş dönmesi, dengesizlik şeklinde kendini
gösterebilir. Burada anahtar nokta, belirtilerin aniden ortaya çıkmış
olmasıdır.
İnme tek bir hastalık mıdır?
İnme 3 tipte ortaya çıkar. Bunlar: İskemik inme (beyin damar
tıkanması), hemorajik inme (beyin kanaması) ve subaraknoid
kanamadır (beyin kanaması) Tüm inmelerin %80’i iskemik, %20’si
de kanamaya bağlıdır.
İnmenin risk faktörleri nelerdir?
İskemik inmede değiştirilemeyen risk faktörleri; yaş, cinsiyet, ırk
ve kalıtsal özelliklerdir. İnme genellikle 60 yaş üstü erkeklerde daha
sık görülür. Asıl önemli olan risk faktörleri değiştirilebilir olanlarıdır.
Bunlar kalp krizine yol açan risk faktörleri ile aynıdır. Hipertansiyon,
sigara, şeker hastalığı ve yüksek kolesterol bunların başında yer
almaktadır. İskemik inmenin bu hastalığa özgü diğer risk faktörleri
içinde özellikle kalp hastalıkları gelmektedir. Kalp krizi geçiren veya
ritim bozuklukları olan hastalarda kalbin içinde oluşan pıhtılar beyin
damarlarını tıkayabilir ve iskemik inmeye yol açabilir.
Yetersiz ve dengesiz beslenme, şişmanlık ve fiziksel
aktivite azlığı felç geçirme riskini artırır mı?
Şişmanlık ve fiziksel aktivite azlığı ile gelen metabolik sendrom,
kalp ve beyin damar hastalıkları için en önemli riski oluşturan
durumlardan biridir.
İnme tedavi edilebilen bir hastalık mıdır?
İnme geliştikten sonra erken tanı konulması ve tedaviye başlanması
hayati öneme sahiptir. Damar tıkanıklıklarında en önemli yöntem,
trombolitik (pıhtı çözücü) ilaç tedavisidir. Bu ilaçlardan biri olan
“Rekombinan doku plazminojen aktivatörü” (rTPA) ilk 4,5 saat
içerisinde görülen hastalara toplardamar yoluyla uygulanabilir.
Bazı koşullarda 6 saate kadar da pıhtı çözücü ilaç verilebilir. İlk
4,5 saatten sonra hastaneye başvuran gecikmiş hastalar acilen
anjiyografi laboratuvarına alınır ve kateter yöntemi ile tıkalı
damarlara ulaşır. Daha sonra tıkalı damar içindeki pıhtı, rTPA ile
eritilir veya özellikli birtakım kateterler yardımıyla parçalandıktan
sonra emilerek dışarı alınır. Ülkemizde de yeni uygulanmaya
başlanan çok özel bir yöntem ile tıkalı bölgenin içine özel
stentler ile girilerek, hızlıca damar açıldıktan sonra pıhtı dışarı
çekilip alınmaktadır. Bu yöntem ile tıkalı damarlar %90 oranında
açılabilmektedir.
Zamanında ve doğru merkezde gerçekleşen inme
tedavisinde başarı şansı nedir?
Pıhtı eritici tedavi alan hastanın diğer inme hastalarına göre sakatlık
ve başkalarına bağımlı yaşama riski göreceli olarak %30 azalır. İlk
4,5 saatte pıhtı eritici tedavi alan her 7 hastanın biri tamamen iyileşir.
Tedavi ilk 1,5 saatte yapılmış ise tedavi edilen her 3 hastadan biri
tamamen iyileşmektedir. Tedavi yalnız felci ortadan kaldırmakla sınırlı
değildir. Hasta eski hayatına, işine, ailesine, sosyal faaliyetlerine
geri dönebilir. Hastalara bu tedavi seçeneğini sunabilmek yalnızca
toplumun inme konusunda bilinçlenmesi, bu hastalığı acil ve tedavi
edilmesi mümkün bir durum olarak algılayabilmesi ile mümkün
olacaktır.
İnme Merkezi ne demektir?
İnme geçiren hastanın nerede ve nasıl tedavi ve bakım gördüğü
önemlidir. Pıhtı eritici tedaviden sonra inmeli hastaların tedavisinde
son yıllarda sağlanan en önemli gelişme, hastaların erken dönemde
kalp krizi geçiren hastaların yatırıldığı koroner yoğun bakım
ünitelerine benzer şekilde yapılandırılmış “İnme Üniteleri”nde bakım
ve tedavi gördüklerinde belirgin fayda sağlanmış olmasıdır. Bu
merkezlerde ayrıca hastalara rehabilitasyon olanakları sağlanmakta
ve inmeye yol açan neden saptandıktan sonra gerekli koruyucu
tedavilere başlanmaktadır. Hasta ve ailesine psikolojik destek hizmeti
verilmekte, hastane sonrası tedavi ve rehabilitasyon programı da
hazırlanmaktadır.
Felçli kalmak, günümüzde yeterli tedavi olanaklarından
faydalanamamış olmakla eş anlamlıdır. Doğru zamanda tıkalı damarı
açılan, uygun tıbbi bakım, destek, rehabilitasyon ve inme tekrarından
koruyucu tedavi alan her 3 hastanın 2’si inmesinin
3. ayında bağımsızlığına geri kavuşmaktadır.
22
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
BOYUN FITIĞINA
GÜNÜBİRLİK TEDAVİ
Doç. Dr. Halit Çavuşoğlu - Memorial Şişli Hastanesi Nöroşirürji Bölümü
Boyun fıtığı, hastaların günlük yaşantısını etkileyen ağrılı bir hastalıktır. Boyunda oluşan
fıtıklar, yapısına ve hastanın özelliklerine göre medikal ve cerrahi birçok yöntem ile tedavi
edilebilmektedir.
Boyun fıtığı nasıl ortaya çıkar?
Omurga dikey yönde etki yapan vücut ağırlığı ve dış kuvvetlere karşı
koymanın yanında hareket fonksiyonunu da yürütmek durumundadır.
Bu yüzden sabit kalmak ve hareketli olmak gibi çatışan iki özelliğe
sahip olmalıdır. Bu ikili özellik, omurganın bölümlü yapısı ve omurlar
arasındaki diskler tarafından sağlanır. Diskler dikey yönde, yana eğilme
ve dönme sırasında uygulanan kuvvetleri emerler. İnsanoğlunun iki
ayak üzerindeki duruşu da disk üzerine yansıyan kuvvetleri artırır.
Sonuç olarak omurlar arasındaki diskler yaşla belirginleşmek üzere
her insanda az ya da çok yıpranırlar. Yük emme yetenekleri ve
dayanıklılıkları azalır, fıtıklaşma gelişebilir. Boynumuzun fazla ağırlık
taşımamasına rağmen, hareketli yapısı nedeniyle bozulması ve
disk fıtığı görülme sıklığı yüksektir. Boyun bölgesinde her omur, cismi
hizasından çıkan sinirlerde kola ve sırta yayılarak, bu bölgelerin duyu
ve hareketini sağlar. Omurgalar arasındaki disk dokusunun jelatin
kıvamındaki iç kısmının, daha kuvvetli bir bağ dokusundan oluşan dış
kısmı yırtarak omurilik ve sinirlere bası yapması sonucu boyun fıtığı
ortaya çıkar.
Genç yaşta daha sık görülüyor
Boyun fıtığı omurilik ve sinir köklerini etkileyen, en sık 30 ve 40’lı
yaşlarda rastlanılan hastalık grubudur. Belirtileri fıtığın yerine, hastalığın
süresine ve ciddiyetine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Hastalar
genellikle tek taraflı, kola doğru yayılan bir ağrıdan rahatsızlık duyarlar.
Ağrı parmak uçlarına kadar yayılır ve uyuşma ile beraber olabilir.
Ağrının yayıldığı kolda kuvvet kaybı olabilir. Hastalar ellerine aldıkları
ağır cisimleri yere düşürmekten şikayet ederler. Eğer bası daha da
ilerlerse yürüme güçlüğü ve dengesizlik de oluşur. Hatta hasta idrarını
ve dışkısını tutamaz hale gelir.
Mutlaka doktora başvurun
Ağrı ve uyuşukluğun sıklaşması ve belirli sürede yatak istirahatı
ile geçmemesi durumunda mutlaka bir beyin ve sinir cerrahına
başvurulması gerekir. Detaylı öykü alma ve fiziksel muayenenin önemi
çok büyüktür, sadece bunlarla tanı koymak bile mümkündür. Ama
görüntüleme teknikleri ile de boyun fıtığının varlığını teyit etmek ve
seviyesini saptamak gereklidir. Kesin teşhis için MR çektirilir. Yapılan
muayene ile sinir tahribatına ait bulgular yoksa hastaya mutlak yatak
istirahati, ağrı kesici kullanımı ve fizik tedavi önerilir. Ancak sinir
tahribatına ait bulgular olması ve diğer tedavi yöntemlerinin başarısız
kaldığı durumlarda cerrahi tedavi uygulanır.
Omurganın hareketini korumak çok önemli
Şikayet oluşturan boyun fıtığına yapılan cerrahi tedavinin amacı;
omurilik ve buradan çıkan sinirlerin sıkışıklığını giderirken, birçok
anatomik yapıyı ve boyun omurgasının biyomekanik fonksiyonunu
(yük taşıyabilme ve hareket edebilme) korumaktır. Geleneksel
cerrahi yöntemler geniş alanda normal doku tahribatına neden olur.
Böylece omurilik ve sinir dokusu rahatlatılmakla beraber omurganın
fonksiyonunun bozulmasına yol açar. Sonuçta hastaya ek olarak kafes,
plak-vida vb. ameliyatı yapılmasını zorunlu kılar. Omurganın fıtık
seviyesindeki bölümünü hareketsiz hale getiren bu ameliyat tekniğinin;
süresinin uzun olması, fazla miktarda kan kaybı ve ameliyat sonrası
ağrılı ve uzun iyileşme süreci, yüksek oranda başarısızlık, uzun vadede
diğer disklerde fıtıklaşmalara yol açması bu yöntemlerin dezavantajıdır.
Diğer yandan hareketli bölümü koruma amacıyla geliştirilen disk
protezi de istenileni verememiştir. Uzun dönemde protezlerin hareket
kabiliyetini kaybettikleri izlenmektedir.
Ameliyattan 4 saat sonra taburcu olabilirsiniz
Radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki (MR) gelişmeler boyun
fıtığına yol açan yumuşak ve kemik dokuların ayrıntılı tespitinde
faydalıdır. Mikrocerrahi yönteminde 1,5 cm.lik cilt kesisi yapılır. Doğal
doku planları kullanılarak disk mesafesine girilerek omurilik ve sinir
dokuları rahatlatılır. Omurganın yük taşıyabilme ve hareket edebilme
gücü bozulmadığı için hasta ameliyattan 3 saat sonra yürütülür
ve ameliyattan 4 saat sonra taburcu olabilir. Hastanın boyunluk
kullanmasına gerek kalmaz. Dikiş yoktur, 2 gün sonra pansuman
çıkarılıp banyo yapılabilir. Ameliyat sonrası hastanın oturması, yürümesi,
merdiven inip çıkması serbesttir. Ameliyattan 2 hafta sonra da egzersiz
programı başlatılır. Bu minimal invaziv cerrahi yani girişimsel yöntemle
boyun fıtığı ameliyatlarında alınan sonuçlar son derece başarılıdır. Bu
ameliyat tekniği hastaların çok korktukları diğer ameliyat tekniklerine
oranla; kanamanın olmaması, çok kısa sürede sosyal yaşantıya dönüş
imkanı sağlaması ve ameliyat konforu nedeni ile özelikle önerilmektedir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 23
ÇOCUK SAĞLIĞI
ÇOCUKLUK ÇAĞI AĞRILARI
CİDDİYE ALINMALI
Op. Dr. Kemal Gökkuş – Memorial Antalya Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü
Çocuklarda büyüme çağında görülen bacak ağrıları hangi durumda sadece “büyüme ağrısı” olarak
değerlendirilmeli hangi durumda ciddiye alınmalıdır?
3 - 12 yaş aralığında bulunan çocuklarda sıklıkla görülen büyüme ağrılarının başlıca ayırıcı özellikleri; eklemle
bağlantılı ağrılar olmamaları, aralıklarla gelmeleri, sıklıkla geceleri oluşmaları ve bacaklarda iki taraflı olarak diz ve
çevresinde hissedilmeleri olarak tanımlanabilir.
Büyüme ağrısı basit bir masajla
iyileşebilir
Büyüme ağrılarında uyluk kemiğinin dize
yakın kısmı (alt kısmı) ve incik kemiğinin
dize yakın kısmında (üst kısmı) her iki
bölgede de ağrı hissedilir. Bacaklarda
ve bazen ayak bileğinde de ağrı olabilir.
Büyüme ağrısı selim (iyi davranışta)
karakterde kendi kendini sınırlayan,
çoğu zaman basit masajla ve çocuğa
gösterilecek şefkatle iyileşen ağrılardır.
Çocukları beden eğitimi
derslerinden uzaklaştırmaya
gerek yok
Gergin aile ortamı, sevgisizlik gibi
faktörlerin büyüme ağrılarını tetiklediğini
gösteren bilimsel çalışmalar vardır.
Büyüme ağrılarının tanısı röntgen ve
laboratuvar testleri yapıldıktan sonra
konulmaktadır. Anne ve babaları
rahatlatacak iyi karakterli bir ağrı
olan büyüme ağrılarının tedavisinde
herhangi bir aktivite kısıtlamasına
gerek duyulmamaktadır. Çocuğun
okula gitmesinde ya da beden eğitimi
derslerinden mahrum bırakılmasına gerek
yoktur.
Ağrının diğer önemli
hastalıklardan kaynaklanmadığı
tespit edilmeli
Çoğu zaman basit bir masaj ve çocuğa
gösterilecek şefkat ile iyileşen büyüme
ağrılarının çocuklarda gelişebilecek diğer
bacak ağrılarından ayrıştırılması ise büyük
önem taşımaktadır. Çocuklarda bacak
ağrıları kemik tümörleri ve hematolojik
hastalıkların tümörlerine işaret edebileceği
gibi eklem iltihabı, romatizmal eklem
hastalıklarının tanısında da önemli bir
bulgu olarak değerlendirilmektedir.
Büyüme ağrısını diğer ağrılardan ayrıştırmada çeşitli
kıstaslar bulunmaktadır:
• Büyüme ağrılarında çocuklar sürekli farklı eklem noktalarının ağrılarından yakınabilmektedir.
Eğer ağrı hep aynı noktada ise; bu noktada şişlik, hassasiyet ve aksama söz konusuysa bu
ağrı büyük olasılıkla büyüme ağrısı değildir.
• Ayrıştırmada özellikle dikkat edilmesi gereken bir diğer konu, çocuğun herhangi bir travma
yaşayıp yaşamadığını sorgulamaktır. Örneğin çocuğun parkta oynarken bir yerden düşüp
düşmediği, spor yaparken yaralanıp yaralanmadığı öğrenilmelidir.
• Bazen kalçada femur başında olan büyüme plağından başın kayması (femur başı epifiz
kayması), perthes hastalığı veya kalçanın sinoviti gibi durumlar da dizde yansıyan ağrı yapar.
Ancak bunların tamamında hem öykü farklıdır ve aynı zamanda aksama eşlik eder.
• Kemik tümörleri ve hematolojik hastalıkların tümörlerinin önemli bir kısmı çocukluk çağında
sık görülür. Bu nedenle ayırıcı tanıda mutlaka dışlanmalıdırlar.
• Septik artirit (eklem iltihabı) romatizmal eklem hastalıklarında ise ayırt etmek kolaydır. Bu
hastalıklarda tablo, öykü ve laboratuar testleri ayırt etmede yardımcıdır.
• Yansıyan ağrılar, özellikle kalça ve belden vuran ağrılarda gerçek hastalığın kaynağı
araştırılmalıdır. Bel ve kalça bölgesi dikkatle muayene edilmeli, gerekirse laboratuvar testleri
ve röntgen istenmelidir.
24
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
ORTOPEDİK RAHATSIZLIKLARDA
PRP TEDAVİSİ
Op. Dr. Arda Çınar - Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü
Toplumda özellikle
cilt gençleştirme
işlemi olarak bilinen
PRP (Platelet Rich
Plazma) işlemi,
ortopedik problemlerin
tedavisinde de
kullanılmaktadır.
PRP; diş ve plastik
cerrahi gibi tıbbın farklı
branşlarında tedavi amaçlı
olarak kullanılmasının
yanı sıra; spor ve kas
yaralanmaları gibi pek çok
ortopedik rahatsızlıkta da
ilk tedaviden sonra olumlu
sonuç vermektedir.
PRP kök hücre tedavisi etkisi ile iyileşmeyi hızlandırır
PRP, hastanın kendi kanından özel bir yöntemle elde edilen, içinde birçok büyüme faktörünün bulunduğu plazmanın problemli bölgeye
enjekte edilmesi ile yumuşak doku ve kemik iyileşmesini hızlandıran bir yöntemdir. PRP bir kök hücre tedavisi değildir. Fakat dolaylı
olarak kök hücreler üzerinden çalışılır. Kanda pıhtılaşmadan sorumlu hücreler olan trombositlerin içindeki çeşitli büyüme faktörleri;
tendonlar, kıkırdaklar ve kemiğe uygulandığında iyileşmeyi hızlandırmaktadır.
Ortopedik rahatsızlıkların tümünde kullanılır
Bu tedavi halk arasında kireçlenme olarak da bilinen artroz, tenisçi dirseği, tendon iltihaplanması, topuk dikeni gibi kronik yaralanmalara
uygulanmaktadır. Tüm bunlarla birlikte; kas ve spor yaralanmalarında, cerrahi işlem süreçlerinde ( protez ve el cerrahisi gibi) dokunun
iyileşmesini hızlandırıcı ve uyarıcı etkisinden de faydalanılmaktadır.
Kişinin kendi kanı yan etkiye neden olmaz
Trombositler aynı zamanda doku hasarını ve kemik iyileşmesini sağlayıcı özellikteki büyüme faktörlerini de salgılamaktadır. PRP işlemi;
kıkırdak, kemik ve tendonların kendini yenilemesine yardım ederek, kişinin spora dönüş süresini hızlandırmaktadır. Yaralanan bölgeye
işlem sırasında kişinin kendi kanı verildiği için, diğer enjeksiyon yöntemlerine göre yan etkisi bulunmamaktadır.
İlk uygulamada hastaya yarar sağlar
İşlem lokal anestezi ile ağrısız olarak gerçekleşmektedir. Hasta, ilk seansta işlemden yarar görmeye başlar. Genelde tek uygulama yeterli
olmaktadır. Fakat bazı durumlarda işlem birden fazla tekrarlanabilir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 25
GENEL SAĞLIK
HASTA BİNA SENDROMU PLAZA
ÇALIŞANLARINI TEHDİT EDİYOR
Uz. Dr. Füsun Soysal - Memorial Şişli Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü
K
apalı ofisler ve plazalar artık
hayatımızın değişmez bir parçası.
Yaşamımızın büyük bir bölümünü
geçirdiğimiz ofisler hangi
hastalıklara davetiye çıkarıyor?
Sürekli baş, sırt ve boyun ağrıları,
burun tıkanıklığı, kas spazmları
bunlardan bazıları… Özellikle plazalarda
çalışanlarda sık görülen “Hasta bina
sendromu”, işyeri ortamında görülen en
önemli alerjik hastalıklar arasında yer
alıyor.
Medeniyet alerjiyi tetikledi
Günümüzde “Medeniyet hastalığı” olarak bilinen alerji; kentleşme
ve teknolojinin artması ile yoğunlaşan önemli bir hastalıktır. İş
ortamlarının toplu çalışılan, kapalı ve dar alanlardan oluşması,
açık sahada çalışmaktan ofiste yaşamına dönüş, halı döşemeler,
katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi, ofislerde
kullanılan havalandırma ve ısıtma sistemi gibi faktörler sonucu
alerjik hastalıklar, endüstrileşmiş bölgeler ve kentlerde daha sık
görülmektedir. Özellikle plazalarda çalışanları etkileyen hasta
bina sendromu da, kişinin yaşamını kabusa çevirebilen önemli bir
meslek hastalığıdır.
Plazalarda çalışanların hastalığı: Hasta Bina
Sendromu
Hasta bina sendromu; baş ağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk,
yorgunluk hissi, gözlerde sulanma, kaşınma, kızarıklık, burun
akıntısı, hapşırık, burun tıkanıklığı, boğazda yanma, boğaz
kuruluğu, gıcık şeklinde öksürük, göğüste sıkışma hissi, nefes
darlığı, cilt kuruluğu, ciltte kaşıntılar, burun kanaması, koku ve tat
alma bozuklukları, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerle kendini
gösteren bir hastalıktır.
• Başınız sık sık ağrıyor mu?
• Dikkatinizi yoğunlaştırmakta güçlük mü
çekiyor musunuz?
• Nefes alırken zorlanıyor musunuz?
• Burnunuz sürekli akıyor mu?
• Kendinizi sürekli yorgun mu hissediyorsunuz?
Bu sorulardan ilkinin yanıtını evet olarak verdikten sonra diğerleri için
de en az iki evet’iniz varsa, “Hasta bina sendromu” belirtilerini taşıyor
olabilirsiniz. Teşhisteki en önemli unsur; çalışılan ortamdan uzaklaşılması
halinde belirtilerin ortadan kalmasıdır.
Alerjik bünyeli kişiler risk altında!
Alerjik hastalıklar bazen bir meslek hastalığı şeklinde ve işyeri ortamında
bulunan bir alerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu açıdan
özellikle ofis ortamlarında çalışanlar risk altındadır. Kişinin şikayetlerinin
işe girdikten sonra başlaması, tatil zamanında ise azalması mesleğe bağlı
alerjileri düşündürmelidir. Hasta bina sendromu belirtileri, özellikle alerjik
bünyeli kişilerde ortaya çıkabilir. Çünkü çalışma ortamının uygunsuz
koşulları, hassas bünyeli kişilerde alerjik belirtileri tetikleyici rol oynar.
Çalışma ortamının sıcaklık derecesi önemli
Duvardan duvara halı kullanımının önlenmesi, camlar açılmıyorsa
hava temizleyen cihazlardan yararlanılması, sürekli bilgisayarla çalışan
personelin vardiya saatlerinin ayarlanması gibi önlemler, hasta bina
sendromunun etkilerini azaltmak bakımından önemlidir. Çalışanlar için en
iyi performans, 19-20 derecelik ortam sıcaklığında alınmaktadır.
Çalışma ortamı alerjenlerden arındırılmalı
• Duvarlar ve hava yılda bir kez profesyonel olarak temizlenmelidir.
• Havalandırma sistemi taze havanın bina içinde dolaşımını artırmak için
temizlenip, yenilenmelidir.
• Hava filtresi kullanılmalı, temiz ve kuru olmalıdır. Havadaki nem oranı
asla yüzde 60’tan fazla olmamalıdır.
• İçeri hava alınan bölge yükleme ya da park alanlarından uzak olmalıdır.
• Hava filtreleri düzenli olarak değiştirilmeli; donanım, iyi havalandırılmış
alanlarda bulundurulup kullanılmalıdır.
• Üreticinin belirttiği direktiflere tam olarak uyulmalı, bilgisayarlar her altı
ayda bir hijyenik bilgisayar ve elektronik donanım temizleyicileri tarafından
temizlenmelidir.
26
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
10 SORUDA AKCİĞER KANSERİ
Prof. Dr. Gökhan Kandemir - Memorial Ataşehir Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü
1. Akciğer Kanseri Nedir?
Akciğerlerin birinde ya da her ikisinin
dokusunda, anormal hücrelerin kontrolsüz
büyümeleri ve çoğalması sonucu gelişen kötü
huylu tümörlerdir.
2. Kimlerde Akciğer Kanseri
Görülür?
Akciğer kanseri, dünyada ve ülkemizde
erkeklerde en sık görülen kanser türüdür.
Kadınlarda görülme sıklığı da giderek
artmaktadır. Kanserden ölüm nedenleri
arasında birinci sıradadır. Kalın bağırsak,
meme ve prostat kanseri nedeniyle
yaşamını yitirenlerin toplamından daha
fazla kişi akciğer kanseri nedeniyle hayatını
kaybetmektedir. Yaş ilerledikçe görülme
sıklığı artar. Örneğin; 45 yaş altında nadiren
ortaya çıkarken, genellikle 50-70 yaşlarında
tanı konulmaktadır.
3. Akciğer Kanserinin Farklı
Tipleri Var mıdır?
Bu kanser türü, “küçük hücreli” ve “küçük
hücreli dışı akciğer kanseri” olmak üzere
başlıca iki gruba ayrılır. Büyümesi, yayılması
ve tedavisi hastalık tipine göre farklılık
gösterir. Küçük hücreli akciğer kanseri,
daha hızlı büyüyen ve vücudun diğer
yerlerine daha fazla yayılan türdür ve tüm
akciğer kanserlerinin %20’sini oluşturur.
Bu rahatsızlığın nedeni genellikle sigaradır.
Akciğer kanseri sıklıkla; kemik, karaciğer,
beyin ve böbrek üstü bezlerine yayılım
gösterir.
4. Akciğer Kanserinin Risk
Faktörleri Nelerdir?
Akciğer kanserinin bir numaralı
sebebi olguların %85’inden sorumlu
olan sigaradır. Günde 1 paket
sigara içenlerde akciğer kanseri
riski içmeyenlere göre 20 kat daha
fazladır. Sigaraya başlama yaşı, içme
süresi, içilen sigara sayısı kanser
gelişimini etkiler. Pasif içicilik yani
sigara içilen ortamlarda bulunularak
sigara dumanına maruz kalmak da
akciğer kanseri riskini artırır. Genetik
geçiş, asbest, radon gazı, hava kirliliği
sorumlu tutulan diğer faktörlerdir.
Verem gibi bazı akciğer hastalıkları,
akciğerlere radyoterapi uygulanması
akciğer kanseri riskini artırmaktadır.
İçme sularında yüksek düzeyde
arsenik maddesinin bulunması da akciğer
kanseri riskini artırabilir.
5. Sigara İçmeyenlerde Akciğer
Kanseri Görülür Mü?
Akciğer kanseri sigara içmeyenlerde
de kendini gösterebilir. Tüm akciğer
kanserlerinin %15’i hiç sigara içmemiş
kişilerde görülmektedir.
6. Akciğer Kanserinin En Sık
Görülen Belirtileri Nelerdir?
Hastalığın hiçbir belirtisi olmayabilir. İleri
evrede olanların yaklaşık olarak 4/1’inde
hiçbir belirti olmamaktadır. En sık görülen
belirtileri; nefes darlığı, geçmeyen ve giderek
kötüleşen öksürük, kanlı balgam, iştah
kaybı ve zayıflamadır. Göğüs ağrısı, hırıltılı
solunum, ateş, ses kısıklığı, yüz ve boyunda
şişme, omuz ve kol ağrısı, yutma güçlüğü
görülen diğer belirtileridir.
7. Akciğer Kanseri Nasıl Tedavi
Edilir?
Akciğer kanserinin “cerrahi”, “radyoterapi”,
“kemoterapi” ve “hedefe yönelik tedavi”
olmak üzere 4 tedavi biçimi vardır.
Tedavi; kanserin tipine, tümörün
büyüklüğüne, yerleşimine, yaygınlığına,
hastanın genel durumuna göre belirlenir.
Bu aşamalarda bilgisayarlı tomografi, PET
(Pozitron Emisyon Tomografisi), kemik
sintigrafisi, beyin MR görüntülemesi gibi
birçok test yapılır. Küçük hücre dışı akciğer
kanseri; cerrahi, radyoterapi, kemoterapi,
hedefe yönelik tedavi veya bunların
birlikte uygulanması ile tedavi edilir. Küçük
hücreli akciğer kanserinde esas tedavi
kemoterapidir. Beraberinde radyoterapi de
uygulanmaktadır.
Cerrahi tedavide, tümörün yerine bağlı
olarak akciğerin küçük bir kısmı, bir lobu ya
da bir akciğerin tamamı çıkarılabilir. Kanser
ilaçlarının verilmesi; yani kemoterapi tüm
vücuttaki kanser hücrelerini öldürmek amaçlı
uygulanır. Radyoterapi ise; ışın tedavisi
cerrahiden sonra, bazen cerrahinin yerine
kemoterapi ile birlikte uygulanabilmektedir.
Hedefe yönelik tedavi kanserin büyümesini
ve yaşamasını sağlayan kanser genlerini,
proteinlerini hedefleyen bir tedavidir. Bu tip
tedavi normal hücreleri çok az etkilerken,
kanser hücrelerinin büyümesini ve
yayılmasını engeller.
8. Akciğer Kanseri Erken
Saptanabilir Mi?
Günümüzde düşük doz spiral bilgisayarlı
tomografi gibi görüntüleme tekniklerindeki
ilerlemeler ile akciğer kanserini erken evrede
saptama çalışmaları devam etmektedir.
Akciğer kanseri erken evrelerde başarıyla
tedavi edilebilmektedir.
9. Beslenme Akciğer Kanseri
Riskini Etkiler Mi?
Birçok çalışma günde en az 5 porsiyon
meyve ve sebze yiyenlerin akciğer kanseri
riskinin daha düşük olduğu göstermektedir.
Yüksek doz “beta karoten ve A vitamin”
alanlarda ve özellikle sigara içenlerde kanser
riskinin arttığı da görülmüştür.
10. Akciğer Kanseri
Önlenebilir mi?
Akciğer kanseri önlenebilir bir
hastalıktır. Önlemenin en iyi ve
en basit yolu ise sigara içmemek
ve sigara içilen ortamlardan uzak
durmaktır. Sigarayı bırakmakla
risk azalmaya başlar ve yaklaşık
olarak 10 yıl sonra akciğer kanseri
oluşma riski %50 azalmış olur.
Asbest, radon gazı, hava kirliliği
gibi mesleki ve çevresel faktörlere
maruz kalmamak için de gerekli
önlemler alınması ile akciğer kanseri
önlenebilmektedir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 27
GENEL SAĞLIĞI
TÜP BEBEK TEDAVİSİNDE
SON GELİŞMELER
Prof. Dr. Semra Kahraman - Memorial Şişli Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Başkanı
Ülkemizde her
10 çiftten biri çocuk
sahibi olmakta problem
yaşıyor.
Tıp alanındaki gelişmelere
paralel olarak da tüp bebek
tedavilerinde her geçen gün
yeni umutlar doğuyor.
Aşama Aşama Tüp Bebek Tedavisi
Tüp bebek, erkek spermi ve kadın yumurtasının vücut dışına
alınarak laboratuvar ortamında döllenmesi ve oluşan embriyonun
2-5 gün kültüre edilerek geliştirildikten sonra kadın rahmine transfer
edilmesidir. Bu alanda son yıllarda yaşanan hızlı gelişmeler, geçmişte
çocuk sahibi olmalarına imkansız olarak bakılan birçok çiftin tedavisini
mümkün kılmıştır. Tüp bebek tedavisi için başvuran çiftlerde başlangıç
değerlendirmesi, tanının doğru konulması ve tedavisinin planlanması
açısından ilk ve en önemli aşamalardan biridir. Bunun için infertil
çiftin birlikte görüşmeye alınması, detaylı bir tıbbi hikaye, muayene
ve ultrasonografi ile değerlendirilmesi, temel tetkikler yanında çiftin
özelliklerine göre gerekirse ek testler yardımıyla doğru tedavi yönteminin
ve başarı şansının baştan belirlenmesi ilk aşamayı oluşturur. Modern
infertilite tedavisinde kişiye değil çifte odaklanılmalı, tanı ve tedavi
sürecinde çiftlerin birlikte katılımı sağlanmalıdır. Tüp bebek tedavisinde
çiftlerin başlangıçta alacağı eğitim çok önemlidir. İşlemler hakkında
çiftin bilgilendirilmesi, tedavi planı ve ilaç kullanımının detaylı tarifi
ikinci aşamayı oluşturur. Yaklaşık 7-8 gün sürecek ilaç tedavisi ile
yumurtalıkların uyarılması ve gelişiminin takibi ise üçüncü aşamayı
oluşturur. Bu aşamada ultrasonografi ve hormon tetkikleri ile yumurta
gelişimi yakın monitorize edilir ve doğru zamanda yumurta olgunlaştırıcı
iğne yapılması sağlanır. Daha sonra ise gelişmiş ve olgunlaştırılmış
yumurtaların toplanması gerçekleştirilir. Yumurta toplanması hafif
anestezi (sedasyon) altında ağrısız olarak gerçekleştirilir. Yumurtaların
toplanmasının ardından uygulanan mikroinjeksiyon işlemi ile döllenen
yumurtalar laboratuvarda 2 - 5 gün arasında izlenerek, uygun görülen
zamanda, aralarından en kaliteli olan embriyolar uygun sayıda seçilip
anne rahmine yerleştirilir. Son aşama ise basit bir muayeneye benzeyen
embriyo transferi aşamasıdır.
Tedavide kullanılan ilaç miktarı kişiden kişiye
değişiklik gösterir
Tüp bebek tedavisinde yumurtaları büyütmek için yapılacak olan
hormon tedavisi kişiye göre değişiklik gösterir. Yumurtalık rezervi az
olan kadınlarda tedavi için gerekli olan ilaç dozunun ayarlanması çok
önemlidir. Bu vakalarda yumurtalıkların önceden baskılandığı uzun
tedavi protokolleri yerine kısa süren tedaviler tercih edilmektedir.
Yumurta rezervi az olan kadınlarda eskiden olduğunun aksine daha
düşük hormon dozları tercih edilmektedir. Yüksek doz hormon verilmesi
bu kadınlarda yumurta sayısını artırmakta, tersine yumurta kalitesini
kötü yönde etkilemektedir. Bunun nedeni, yüksek doz hormon
verildiğinde normalde seçilmeyecek, kötü kalitedeki yumurtaların
zorla büyütülmeye çalışılmasıdır. Hafif uyarı (mild) yapılması ile daha
iyi kalitede yumurtaların seçilmesi mümkündür. Son yıllarda yapılan
birçok çalışma bu vakalarda en düşük doz hormon kullanılmasının daha
iyi sonuçlar verdiği yönündedir. Seçilecek tedavi şekli ve ilaç dozunu
etkileyen bir başka faktör de kadının kilosudur. Vücut kitle indeksi
yüksek olan hastalarda verilecek hormon dozunun hafifçe artırılması
gerekecektir. Kilolu kadınlarda düşük doz ilaç verilmesi, yumurta seçimini
geciktirir veya az yumurta seçilmesine yol açar. Kadın yaşının ileri
olması durumunda da tedavi şekli ve dozu değişmektedir. İleri yaştaki
kadınlarda kısa protokollerle birlikte daha yüksek hormon dozlarına
ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak vücut kitle indeksi normal olan ileri yaş (40
yaş üstü) kadınlarda da düşük doz hormon kullanılması son yıllarda daha
çok tercih edilmektedir. Geçmişte yüksek ilaç dozlarıyla yapılan agresif
tedavilerin yerini günümüzde daha az ilaç dozlarıyla yapılan hasta dostu
tedaviler almıştır. “Mild stimulasyon’’ olarak tanımlanan bu tedavilerde
sayı olarak daha az (2-7 adet) ama daha kaliteli yumurta elde edilmesi
amaçlanmaktadır. Geleneksel tedavilere göre daha düşük dozların
kullanılması ile ilaç maliyeti azalmakta, embriyonun endometriuma
(rahim içi dokusu) tutunabilmesi şansı artmaktadır. Rekombinant teknoloji
ile üretilen yeni ilaçlarda yüksek etkinlik ile birlikte, yan etki ve alerjik
reaksiyonların yok denecek kadar azaldığı görülmektedir.
Her başarısız tüp bebek denemesinden sonra
tedavi protokolü ve kullanılan ilaçlar detaylı
değerlendirilmelidir
Tüp bebek uygulamalarında kullanılan belirlenmiş tedavi modelleri
olmakla birlikte kullanılacak ilaç ve protokol seçimi kişiye özel olarak
yapılır. Kişiye özel tedavi modelinde amaç infertil çiftin tıbbi öyküsünden,
önceki tedavilerinden, muayene ve tetkiklerinden elde edilen bilgiler
ışığında o vaka için en uygun ilaç protokolünü seçmektir. Tedavi sırasında
kan hormon düzeyleri ve ultrason ile hasta yakın takip edilerek gerekli
doz ayarlamaları yapılır. Buna rağmen tüp bebek uygulaması istenilen
şekilde sonuçlanmamışsa, tedavi sırasında elde edilen bilgiler gözden
geçirilir. Bir önceki tedavi sırasında seçilen ilaç protokolüne hastanın nasıl
cevap verdiği değerlendirilir. Örneğin hasta, ilaçlara beklenenden daha
hızlı ya da daha yavaş yanıt vermiş olabilir. Bu bilgileri gözden geçirip
bir sonraki denemede ilaç protokollerinde değişiklikler yapılması gerekir.
Ancak başarısız olmuş bir tedavide tek neden kullanılan ilaç protokolü
değildir. Tedavi başarısını etkileyen birçok neden söz konusudur.
28
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
Başarısızlıkla sonuçlanmış tüp bebek
tedavilerinde neler yapılabilir?
• Yüksek Mikroskopik Büyütmeyle Seçilmiş Sperm
Mikroenjeksiyonu (IMSI)
Tüp bebek tedavilerinde spermler mikroenjeksiyon yöntemi ile özel bir
mikroskop altında seçilip, yumurtanın içine enjekte edilmektedir. Bu işlem
sırasında kaliteli embriyo elde edebilmek için iyi kalitede, hareketli ve
şekil olarak normal spermlerin seçilmesi embriyo gelişimini olumlu yönde
etkilemektedir. Klasik olarak mikroenjeksiyon için kullanılan mikroskoplar
spermi 400 kat kadar büyüterek sperm seçimine yardımcı olmaktadır.
Şekil olarak en sağlıklı ve hareketli spermleri seçerek mikroenjeksiyon
yapma işlemi IMSI tekniği olarak adlandırılır. Bu yöntemde özel bir mercek
ve bilgisayar programı kullanılarak sperm 6600 kat büyütülmektedir. Bu
sayede spermin şekli daha iyi değerlendirilmektedir. Özellikle spermin
baş kısmında olan şekil bozuklukları belirlemekte ve baş bölgesi içinde
yer alan DNA hasarı daha iyi tanımlanmaktadır. Hasarın en az olduğu
spermler seçilmekte ve böylece embriyo gelişimini etkileyebilecek DNA’sı
hasarlı spermler bertaraf edilmekte, sadece sağlıklı olanlar seçilerek hem
döllenme ve hem de iyi embriyo gelişimi şansı artırılmalıdır. Bu yöntemi
kullanan embriyologun IMSI işlemi konusunda eğitimli ve deneyimli olması
da önemlidir. Daha sağlıklı ve normal yapılı spermlerin seçilmesiyle gebelik
oranlarında artış mümkündür. Çünkü embriyoların ileri evrelere ulaşması
ve daha iyi embriyo seçilerek gebelik oranını artırmak mümkündür. Bu
yöntem özellikle şiddetli sperm anormallikleri bulunan olgularda tercih
edilmektedir.
• Sürekli Embriyo İzleme Sistemi (Embriyoskop)
Tüp bebek tedavisi sırasında elde edilen
embriyoların laboratuvar koşullarında saklanması ve takip edilmesi
tedavinin en hassas bölümlerinden biridir. Laboratuvar koşullarının
anne rahmindeki koşullara benzerlik göstermesi gerekmektedir. İnsan
vücudundaki sıcaklık koşullarını sağlayan ve anne karnındaki oksijen ve
karbondioksit gibi gazların oranını taklit eden inkübatör denilen cihazlar
kullanılmaktadır. Embriyolar bu cihazlar içeresinde yaklaşık 3 – 5 gün
arasında bekletilmektedir. Burada önemli olan konu, gelişimi en normal
olan embriyoların belirlenmesidir. Embriyolar transfer edilecekleri
güne kadar embriyoskop içinde takip edilmektedir. Embriyo gelişiminin
takibi sırasında bir yandan uygun koşullar sağlanırken, diğer yandan
embriyoların çevresel faktörlerden olumsuz etkilenmemesi için gerekli
önlemler alınmalıdır. Normalde embriyo gelişiminin izlenmesi için belli
aralıklarla embriyolar inkübatör cihazından çıkartılır ve mikroskop altında
incelenerek ve büyüme oranları değerlendirilir. Kısa bir süre de olsa oda
sıcaklığına çıkan embriyolar dış dünya koşullarına maruz kalır. Ancak
embriyoskop ile takip yapıldığında inkübatör içerisine yerleştirilmiş
kameralar ile embriyolar dışarı çıkarılmadan izlenmekte ve dış ortam
koşullarına maruz kalmamaktadır. ‘Embriyoskop’ denilen ‘Dinamik
Embriyo Takip Sistemi’ ile embriyolar en iyi koşularda saklanırken
aynı zamanda devamlı gözlem altında oldukları için hangi embriyonun
büyüme potansiyelinin daha iyi olduğu anlaşılmış olmaktadır. Embriyolar
bölünürken oluşabilecek mitoz bölünme anormallikleri ve bölünme
zamanları kaydedilmekte, normal zamanda ve doğru gelişim evrelerindeki
sıralamaya uygun çoğalmayan embriyoların transfer edilmesi, yerine
normal zamanda ve şekilde bölünme gösterenler seçilerek rahimde
tutunma şansının artırılması amaçlanmaktadır. Embriyoskop daha
önce fark edilemeyen birçok gelişimsel problemlerin tespit edilmesinde
yardımcı olmaktadır. Başka bir deyişle bir embriyonun öz geçmişi çok
daha net görebilmektedir. Embriyoskop yardımıyla en iyi gelişim gösteren
embriyoyu seçmek, gebelik oranlarını artıracağı gibi az sayıda embriyo
transfer ederek çoğul gebelik oranlarını azaltmayı da mümkün kılmaktadır.
• Embriyolarda Tüm Kromozomların Belirlenmesi
(Mikroarray Yöntemi)
Henüz rahim içine transfer edilmemiş implantasyon öncesi embriyolarda
kromozom bozukluklarına sık rastlanmaktadır. Embriyo genetik yapısını
oluşturan kromozomların yarısını anneden diğer yarısını babadan
almaktadır. Ebeveynlerde sayısal veya yapısal kromozom bozukluğu
veya tekrarlayan gebelik kaybı gözlendiğinde tüp bebek tedavi başarısını
arttırmak, gebelik kaybını azaltmak için Preimplantasyon Genetik
Tanı (PGT) yapılabilir. Geçmişte embriyolarda sınırlı sayıda kromozom
bakılabiliyor iken günümüzde yeni geliştirilen mikroarray tekniği ile tüm
kromozomlar değerlendirilebilmektedir. Rahimde tutunma şansı en yüksek
olan embriyolar iyi gelişmiş ve kromozomları normal olan embriyolardır,
array CGH tekniği ile beşinci günde embriyonun hücrelerinden biyopsi
yapılarak genetik incelemeye gönderilir. Aynı gün gelen sonuçlara göre
hem en iyi gelişen hem de kromozomları normal olan embriyolar seçilir.
Bu teknik özellikle 39 yaş ve üzeri tüp bebek yapılan kadınlarda düşük
riskini azaltmak ve Down Sendromu gibi hastalıkları önceden belirlemek
için kullanılmaktadır. Daha önce anomalili bebek doğurmuş veya düşük
yapmış kadınlar için çok avantajlı bir yöntemdir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 29
KADIN SAĞLIĞI
ANNE ADAYLARI
KIŞ SOĞUKLARINDAN ETKİLENMESİN
Op. Dr. Pınar Özalp – Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü
Kış aylarına rastlayan gebelik
dönemi, anne adayının hem
kendisi hem de bebeğinin sağlığı
için dikkatli olmasını gerektiriyor.
Anne adaylarının soğuk havanın
yol açabileceği üst solunum yolu
enfeksiyonlarına karşı tedbirli
olmaması durumunda, anne ve
bebek için ağır seyredebilen bir
tablo oluşabiliyor.
Enfeksiyonlardan korunma yolları bilinmeli
Gebelerin üst solunum yolu enfeksiyonu ortaya çıkmadan önce
gerekli tedbirleri alarak, hastalıklardan korunmak için neler yapılması
gerektiğini bilmesi çok önemlidir. Bunun için, kış aylarında özellikle
kapalı ve kalabalık yerlerde uzun süre bulunmamak gerekir. Kapalı
ortamlar havalandırılmalı, üst solunum yolu enfeksiyonu olan kişilerle
aynı ortamda bulunulmamalı, uygun kıyafet seçimi ile soğuktan
korunarak, dengeli beslenme ile bağışıklık sistemi güçlendirilmelidir.
Eller sıklıkla yıkanmalı, ısınmak için kullanılan soba ve kaloriferler
nedeniyle meydana gelen hava kuruluğunu önlemek için yaşanılan
ortamın havası nemlendirilmelidir. Bütün bu önlemler, üst solunum
yolu enfeksiyonlarından korunmak için alınacak en etkili önlemlerdir.
Enfeksiyon zatürre ve bronşite yol açabilir
Gebede üst solunum yolu enfeksiyonu ortaya çıktığında, buna neden olan virüs nedeniyle bebeğin zarar görmesi beklenmemektedir.
Ancak yüksek ateş yüzünden ilk aylarda düşük ve sonraki aylarda ise erken doğum tehlikesi oluşabilir. Ayrıca gebede üst solunum yolu
enfeksiyonu kontrol altına alınmadığı takdirde, zatürre ve bronşit de yol görülebilir. Bu durumda da gebenin hastaneye yatırılarak tedavi
edilmesi gerekmektedir.
Hastalık ilerlemeden bir doktora başvurmalı
Hastalık belirtileri ilk oluşmaya başladığında yeterli istirahat, bol sıvı almak ve C vitamini içeren gıdaları daha fazla tüketmek faydalı olabilir.
Bütün bunların yapılmasına rağmen ateş, solunum güçlüğü oluşuyorsa veya üst solunum yolu enfeksiyonu gebeliğin son haftalarında
geçirilmekteyse, bebek doğduğunda bebeğe de bulaşma riski olduğundan mutlaka doktora başvurulmalıdır. Gebelikte üst solunum yolu
enfeksiyonu tedavisinde kullanılabilen ilaçlar vardır. Ancak doktora danışılmadan ilaç alınması veya tam tersi uzman doktorun verdiği
tedavinin gebeliğe ve bebeğe zarar verir düşüncesi ile kullanılmaması istenmeyen sonuçlara yol açabilir.
Grip aşısı güvenle yaptırılabilir
Gebeliğin 14. haftadan sonraki bölümü, sonbahar ve kış aylarına rastlıyorsa, grip aşısı yaptırmak da uygun bir korunma yöntemidir. Grip
aşısı canlı virüs içermeyen bir aşı olduğundan gebelerde rahatlıkla uygulanabilir ve %70-90 oranında koruyuculuk sağlar. Grip aşısı üst
solunum yolu enfeksiyonu açısından daha riskli olan gebelere gebelik haftasına bakılmadan ilk 3 ayda da yapılabilir.
30
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
KADIN SAĞLIĞI
İDEAL KİLONUZLA
HAMİLE KALIN
Op. Dr. Asena Ayar - Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü
Hamile kalmaya karar vermeden önce, anne adaylarının ideal kilolarına ulaşmaları çok önemlidir.
Her kadını “Hamile kaldığımda çok kilo alacak mıyım, daha sonra bu kiloları verebilecek miyim?”
sorusuna odaklanır. Oysaki anne adayının ideal kilosunda olması hem anne adayının hem de
doğacak bebeğin sağlığı açısından önemlidir.
Fazla kilo çocuk sahibi olmayı olumsuz etkiliyor
Fazla kilo ile yumurtlama problemleri, kıllanma ve insülin direnci
arasında yakın bir ilişki olduğu ve bunların çocuk sahibi olmayı
olumsuz etkilediği bilinmektedir. Öyle ki; kadında adet düzensizliği ya
da yumurtlama problemleri var ise, sadece kilo vererek ve egzersiz
yaparak adetler düzenlenebilir.
Çok zayıf anne adayları da dikkatli olmalı
Hamilelik döneminde kilo artışına dikkat edilmesi gerektiği gibi;
hamilelikten önce de anne adayının ideal kilosunda olması oldukça
önemlidir. Ancak sadece fazla kilolu anne adayları değil, normalin
altında bir kiloda olan anne adayları da dikkatli olmalıdır. “Aşırı
zayıflık da hamilelik şansını tehlikeye atmaktadır. Ayrıca zayıf
kadınlarda, yetersiz beslenmeye bağlı olarak vitamin ve mineral
eksiklikleri sıklıkla görülür. Bu sebeple, hamile kalmaya karar
vermeden 3 ay ile 1 yıl önce uygun bir beslenme programı ile ideal
kiloya ulaşılmalıdır. Anne adayları, vücut kitle indeksleri 18,5–24,9
kg/m2 arasında, yani normal kiloda hamile kalmalıdır.
Hamilelik döneminde önerilen, tüm temel besin maddelerinden yeterli
ve düzenli alarak ideal beslenme şeklini oluşturmaktır. Proteinler, yağlar,
karbonhidratlar, vitaminler ve mineraller olarak tanımlanan temel gıdalardan
dengeli bir şekilde almak hamilelik sürecinden önemlidir. Besin değeri düşük
gıdaları fazlaca tüketmek, gereksiz kilo almaktan başka bir işe yaramaz.
Uygun beslenme planı için doktorunuzun ya da bu konuda uzman bir
diyetisyenin önerilerinden yararlanmanızda fayda vardır.
Hamilelik döneminde kişiden kişiye değişse de normal kilo alım oranı 10–12
kilo arasında değişir. Ancak bu, anne adayının hamilelik öncesi kilosu ve boyu,
yaşı, daha önce sahip olunan bebek sayısı, iştahı, metabolik bir hastalığının
(diyabet vs.) olup olmadığı, sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleri, günlük
fiziksel aktivitesine göre değişebilir.
İki kişilik yemek gerekmiyor
Hamilelik öncesinde anne adayının ideal kilosunda olması kadar
hamilelik sırasında da kontrollü yemek yemesi ve beslenmesine
dikkat etmesi çok önemlidir. Hamilelik sırasında çok ve tek taraflı
beslenmekten uzak durup, temel besin gruplarından gün içerisinde
yeterli ve dengeli almak gerekir. Üstelik sanılanın aksine ‘iki kişilik’
yemek de gerekmemektedir. Hamilelik sürecinde fazla kilo almayı
engellemek için yapılması gereken ilk şey, hangi besinlerden ne
kadar tüketileceğinin öğrenilmesidir.
Hamilelik öncesi fazla kilolarınızdan kurtulun
Fazla kilolu olarak hamile kalmak;
• Hamilelik sırasında kronik hipertansiyona yakalanma oranını artırır.
• Preeklampsiye (hamilelik zehirlenmesi) yol açabilir.
• Hamilelik şekeri riskini yükseltir.
• Kilolu bebek dünyaya getirme riskini artırır.
• Ölü doğuma neden olabilir.
• Sezaryenle doğum olasılığını artırır.
• Doğum sonrası kanama, alt karın, idrar yolu, yara yeri
enfeksiyonların oluşma riski fazladır.
• Bebekte beyin-omur-omurilik bozuklukları, karın duvarı, kalp
anormallikleri ve birçok başka anormalliklerin görülme olasılıkları
artabilir.
Bu sebeple fazla kilolu anne adaylarına, hamilelik öncesinde yağdan
fakir, liftten zengin diyet uygulayarak ve egzersiz yaparak kilo
vermesi önerilir. Bu diyeti yaparken anne adayının doktorundan ya
da bir beslenme-diyet uzmanından bilgi alması çok önemlidir. Çünkü
bilinçsizce yapılan diyetler gebe kalma şansınızı azaltabilir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 31
KADIN SAĞLIĞI
Polikistik over sendromu
(PKOS), santral sinir
sistemi, hipofiz bezi,
yumurtalıklar, böbreküstü
bezi ve diğer dokular
arasındaki etkileşimlerin
bozulmasına bağlı olarak;
üreme çağındaki kadınlarda
en sık ortaya çıkan endokrin
bozukluktur. Kronik seyreden
ve gelecekte yaşam kalitesini
olumsuz etkileyebilen bir
hastalıktır.
Genetik ve çevresel faktörlerin
etkileşimi ile ortaya çıkmış bir
hastalık olarak değerlendirilebilir.
POLİKİSTİK OVER SENDROMU İLE
BAŞA ÇIKABİLİRSİNİZ
Op. Dr. Nihal Çetin – Memorial Etiler Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü
Anahtar bulgu yumurtlamanın
olmamasıdır
Tipik polikistik overler (çok sayıda kist
içeren over dokusu), uzun süre yumurtlama
olmaması sonrasında oluşmaktadır.
Kadınların %25’inde polikistik overin tipik
ultrasonografi bulguları (overlerde inci tanesi
gibi dizilmiş follikül kistleri) görülmektedir.
Doğum kontrol hapı kullanan kadınların
%14’ünde de bu ultrasonografik bulgu
izlenmektedir. Bu durumda sadece polikistik
over görüntüsü tanı koymada yeterli değildir.
Adet düzensizliği görülüyor
Hastaların doktora başvuru sebebi sıklıkla
adet görmeye başladıkları dönemden
itibaren görülen adet düzensizlikleridir. Adet
düzensizliği, adet aralarının 35 günden uzun
olması veya yılda 10’dan az adet görme
şeklindedir. Hastalığın yakınma ve bulguları
kişiden kişiye çok farklıdır ve zaman içinde
değişim gösterir. PCOS’lu kadınlarda uzun
dönemde; şeker hastalığı, hipertansiyon,
kalp ve damar hastalıkları ile rahim kanseri
görülebilir. Polikistik over sendromu, neden
olduğu şikayetler ve ileride oluşabilecek
sağlık problemleri açısından düzenli kontrol
altında olunması gereken bir hastalıktır.
Uzun süre yumurtlamanın olmaması
şu tablolara neden olabilir:
1. Kısırlık
2. Adet düzensizliği
3. Tüylenme artışı, saç dökülmesi ve akne (sivilce)
4. Rahim kanseri ve muhtemel meme kanseri riskinde artış
5. Kalp-damar hastalıkları riskinde artış
6. İnsülin (kan şekeri kontrolünü sağlayan hormon) artışı mevcut olan kadınlarda
şeker hastalığı riskinde artış
Yaşam tarzınızda değişiklik yapın
Polikistik over sendromu aslında anne karnında başlar. Bu durum, “tutumlu genler hipotezi”
ile açıklanır. Bu kişilerde anne karnında bebek iken gelişme geriliği görülür. Anne karnında
besinlerden ve enerjiden yoksun kalan bebek, doğduktan sonra bu yoksunluk ortadan kalktığında
vücudu bunları tutumlu kullanmaya başlar ve biriktirme alışkanlığı ortaya çıkar. Bu sebeple
obezite görülür. Tedavide kilo kontrolü birinci basamaktır. Bu hastalarda dengeli beslenme
yaşam tarzı olmalıdır. Kilo alımı polikistik over sendromu belirtilerinin şiddetini artırır ve ileriye
dönük sağlık sorunlarının ortaya çıkma riskini artırır. Polikistik over sendromunda sık sık ve ara
ara beslenilmelidir. Bu açlık krizlerini azaltır, vücut yağlanmasını ortadan kaldırır. Bu hastalara,
doymuş yağlardan fakir, glisemik indeksi düşük ve yüksek lif içeren diyet önerilmektedir.
32
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
İŞ HAYATINDA SAĞLIKLI BESLENEREK
OBEZİTEYİ ÖNLEYİN
Dyt. Berna Ertuğ – Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü
Günümüz iş hayatı, masa başında ve bilgisayar
karşısında geçirilen uzun çalışma saatleri, beraberinde
gelen stres ve sık uçak seyahatlerini gerektiriyor.
Bu yaşam tarzı, obezite görülme sıklığının çalışanlar
arasında her geçen gün artmasına neden oluyor.
Olumsuz Beslenme Alışkanlıklarınızın Farkında Olun
Ofis çalışanlarında obezite görülmesinin başlıca nedeni uzun süre hareketsiz, masa başında
oturmaktır. Toplu çalışma alanlarında aralarda atıştırılan abur-cubur besinler, öğle yemeğinin,
masada fast food tarzı yağlı ve kalorili besinlerden oluşan bir mönüden oluşması, su yerine
sürekli çay, kahve, meşrubat tarzı içecekler tüketmek, ofis içerisinde ara öğün bulundurmamak,
toplantıların sık ve uzun saatler alması sonucunda ara veya ana öğünleri atlamak diğer olumsuz
beslenme alışkanlıkları arasında sayılabilir.
İş Hayatında Sağlıklı Beslenme Rehberi
İş hayatında sağlıklı beslenmek için dikkat edilebilecek noktalar şu
şekilde sıralanabilir:
• Sabah güne mutlaka kahvaltıyla başlanmalıdır.
İş stresini azaltmak için gün içinde 5 dakikalık
yürüyüşler yapılmalıdır.
• Öğle yemeği şirkette servis ediliyorsa
karbonhidratlı, ağır gıdalar yerine hafif ve düşük
kalorili yemekler tercih edebilirsiniz. Özellikle
salata ve protein içeren bir besin kişiyi uzun süre
tok tutacak, atıştırmaları engelleyecek ve öğleden
sonra daha verimli çalışmanızı sağlayacaktır.
• Çay, kahve, meşrubat tarzı içecekleri tüketmek
yerine masalarınıza bir sürahi su alınmalı ve bol
bol su tüketilmelidir.
• Çay, kahve yerine bitki çaylarını tercih
edilmelidir. Özellikle stresi azalttığı için rezene,
bağışıklık sistemi içinse adaçayı ve ıhlamur
tüketilmelidir.
• Sık seyahat etmek zorunda olan kişiler kilolarını
korumak ve sağlıklı beslenmek için az ve sık
yemek zorundadır. Yağsız kraker ile ayran, kuru
kayısı, ceviz veya badem, 1 meyve, 1 avuç
leblebi, yarım simit ile peynir, yağsız tost ve
ayran her yerde bulabilecek ve taşınabilecek
pratik besinlerdendir. Bulunulan şehir veya ülke
koşullarına göre her gün 5-6 porsiyon sebze ve
meyve tüketilmelidir.
• Toplantılarda ikram edilen kurabiyeler yerine
yağsız kraker, çeyrek simit, kuru kayısı, ceviz,
peynirli kepekli sandviçler, çiğ sebzeler ve bitki
çayları ile su daha sağlıklı seçimlerdir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 33
GENEL SAĞLIK
OBEZİTENİN CERRAHİ TEDAVİSİNDE
YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ ŞART
Prof. Dr. Kemal Emek - Memorial Antalya Hastanesi Genel Cerrahi Bölüm Başkanı
İleri derecede şişmanlık yani morbid
obezite; Dünya Sağlık Örgütü
tarafından 21. yüzyılın en önemli sağlık
sorunu olarak kabul edilen ve tedavi
edilmesi gereken bir hastalıktır. Kabul
edilmiş en etkili tedavi şekillerinden
biri olan cerrahi yöntemler, ameliyat
sonrasında hastalar için yaşam tarzı
değişikliğini de zorunlu kılmaktadır.
Obezite tedavisinde uygulanan
cerrahi yöntemler ile sadece
şişmanlığın kendisi değil, yol açtığı
diyabet (şeker hastalığı) gibi
metabolik değişiklikler de tedavi
edilebilmektedir.
Vücut kitle
indeksi 35 veya
üzerinde ise dikkat
Bir insanın vücut ağırlığının (kg) boyunun (metre) karesine
bölünmesiyle ortaya çıkan değer, vücut kitle indeksini gösterir.
Bu değer 35 veya daha üzerinde ise ileri derecede obezite
söz konusudur. Merkezi sinir sistemine açlık-tokluk durumunu
bildiren hormonların bozukluğu ya da vücudun bu hormonları
kullanamaması, enerji alımı ve harcamadaki dengesizlik,
fiziksel aktivite azlığı, kalıtım, metabolik bozukluklar, psikolojik
bozukluklar ve bazı ilaçlar olarak sıralanabilecek nedenler aşırı
şişmanlık olarak nitelendirilen obeziteye yol açmaktadır.
Obezite birçok hastalığın ana sebebi
Obezite; başta tip 2 diyabet olmak üzere, kalp damar
hastalıkları (kalp krizi ve damar tıkanması ile seyreden
hastalıklar), hipertansiyon, meme, rahim ve kalın bağırsak
kanserlerinin oluşumunda bir risk faktörüdür. Ayrıca reflü,
varis hastalıkları, safra kesesi taşı, kireçlenme, kadınlarda adet
düzensizlikleri, kısırlık, uyku bozuklukları, depresyon dahil pek
çok hastalık üzerinde etkisi bulunmaktadır.
Obezite ameliyatlarının 3 yöntemi vardır
Cerrahi yöntemler hastalık olarak tanımlanan şişmanlığın en etkili ve
kabul edilmiş tedavi şeklidir. Cerrahi müdahale sadece şişmanlığın değil,
onun yol açtığı diyabet (şeker hastalığı) gibi metabolik değişikliklerin de
ortadan kaldırılmasını sağlamaktadır. Obezite için yapılan ameliyatlarda
3 yöntem izlenmektedir:
• Birinci yöntem, midenin depolama görevinin azaltılmasıdır. Mide bandı
uygulaması ve mide küçültme ameliyatları buna örnektir.
• İkinci yöntem alınan gıdalardan faydalanmayı azaltan bypass
ameliyatlarıdır. İnce bağırsakların bir kısmının devre dışı bırakılması buna
örnek olarak verilebilir.
• Üçüncü yöntem ise her iki işlemin birlikte aynı hastada uygulanmasıdır.
Günümüzde gerek ameliyat sürelerinin kısalığı ve basit olması, gerekse
ameliyat sonrası erken dönem olumsuzlukların daha az olması nedeniyle
birinci grup ameliyatlar daha çok tercih edilmektedir.
Ameliyat sonrası yaşam tarzı değişikliği şart
Hastalık olarak tarif edilen bu ciddi durum ortaya çıkınca hastaların
cerrahiden başka şansları yok denecek kadar azdır. Burada hastaların
bilmesi gereken bir diğer önemli nokta, ameliyattan sonra kendilerini
bambaşka bir hayatın beklediğidir. Yeme alışkanlığının değişmesi, fiziksel
egzersizlerin buna eklenmesi en önemli iki örnektir ve çoğu hasta buna
kısa sürede adapte olmaktadır.
34
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
KOLON KANSERİNE DÖNÜŞMEDEN
POLİPLERDEN KURTULUN
Prof. Dr. Yıldıran Songür - Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü
Fazla kilolar, hareketsizlik, sigara kullanımı
ve kırmızı etin aşırı tüketimi… Tüm bunlar
kolon yani kalın bağırsak kanserinin en önemli
tetikleyicilerindendir. Kalın bağırsak kanserinin
%95’i poliplerden gelişmektedir. Polipler genellikle
hiçbir belirti vermemekte ve vücutta sinsice
çoğalmaktadır. Polip, kalın bağırsak üzerinde oluşan
et beni şeklindeki yapılardır. Bir takım hücrelerin
orada çoğalarak bağırsağın içine doğru çıkıntılar
oluşturmasıdır.
Polipler, herkeste oluşabilir ve genellikle iyi huylu olarak başlar. Her
4 kişiden birinde polip görülür. Genellikle polipler geç dönemde yani
kansere dönüştüğünde belirti vermeye başlar. Poliplerin sadece
küçük bir kısmı kansere dönüşmektedir. Ancak kanserlerin büyük
bir çoğunluğu poliplerden geliştiği için oldukça dikkat edilmesi
gereken bir konudur. Genel nüfusa bakıldığında bu oran %10-15
civarındadır. 50 yaş civarında nüfusun yaklaşık %25’inde değişik
tiplerde polipler görülmektedir. 70 yaş değerlendirildiğinde ise
görülme sıklığı %50’ye yakındır; yani poliplerin görülme sıklığı
yaşla birlikte artmaktadır.
Poliplerin özellikleri;
• Kendi kendine geçmemektedir.
• Genetik özellik taşımaktadır. Birinci
derece akrabalarında kolon kanseri ve
daha önceki tetkiklerinde polip saptanan
hastalar risk grubunu oluştururlar ve bu
hastalar yakın takip gerektirirler.
• Polipler genelde 1cm civarındadır.
2 cm’den büyükleri tehlikeli olabilir ve
çıkarılması gerekmektedir.
• Şiddetli ağrı, bağırsak tıkanıklığı,
kilo kaybı gibi belirtiler genellikle geç
dönemde görülür. Hemoroid ve anüste
fissür (çatlak) gibi problemler benzer
belirtilere sahip olması nedeniyle bazı
hastalarda rektum kanserinin tanı ve
tedavisinde gecikmelere neden olabilir.
Bu belirtiler hem hastaları hem de
nadiren hekimleri yanıltabilir. Genel
olarak 40 yaş ve üzerinde makat
bölgesinden olan kanamalarda rektum
ve kalın bağırsak kanseri olasılığı iyi
araştırılmalıdır.
• Hareketsiz yaşam tarzını benimsemiş
olanlar, aşırı stresli kişiler, sigara ve
alkol kullananlar, obezite hastaları ve
ağırlıklı olarak kırmızı et ile beslenenler
risk altındadır. Ancak posalı gıdalarla
beslenmek, sigara kullanmamak yani
bağırsak hareketlerini düzene sokan
uygulamalar poliplerin oluşumunu
engellemede önemli bir etkendir.
Teşhiste en kesin ve en kısa
yol: Kolonoskopi
Poliplerin erken evrede, kansere
dönüşmeden teşhisinde kolonoskopinin
büyük önemi vardır. Son yıllarda
yapılan çalılşmalarda kolonoskopi
yapılarak poliplerin erken evrede
çıkarılması ile kolon kanserinin büyük
ölçüde engellenebildiği gösterilmiştir.
Bu nedenle 45 yaşından sonra her
erkek ve 50 yaşından sonra her
kadın, dışkıda gizli kan taraması ve
kolonoskopi yaptırmalıdır. Kolonoskopi
sırasında hasta konforuna büyük
önem verilmektedir. Bu nedenle hasta
“bilinçli sedasyon” denilen damardan
hafif bir ağrı kesici ile yarı baygın hale
getirilmektedir. Öncesinde bağırsağın
çeşitli yöntemlerle tamamen boşaltılması
gerekmektedir. Daha sonra fiberoptik
bir kamera ile bağırsağa girilmekte ve
görülen tüm polipler çıkarılmaktadır.
Ancak burada kolonoskopiyi uygulayan
hekimin tecrübesi, kullanılan cihazın
dezenfeksiyonunun ve görüntü kalitesinin
yüksek derecede olması büyük önem
taşımaktadır.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 35
KADIN SAĞLIĞI
KANSER TEDAVİSİ GÖRMEK ANNE
OLMAYA ENGEL DEĞİL
Doç. Dr. Cem Demirel – Memorial Ataşehir Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Direktörü
Kanser Tedavisine Bağlı
Menopoza Giren Kadınlarda
Gebe Kalabilme Şansı
Devam Ettirilebiliyor
Üretkenliği Korumak Önemli
Günümüzde üreme döneminde kansere yakalanmış birçok kadın
bulunmaktadır. Çoğu tedaviden sonra bu hastalıktan kurtulabilmektedir;
ancak gördükleri kemoterapi ve radyoterapi bu kadınlarda üreme
fonksiyonlarının kaybına neden olmaktadır. Çünkü bu tedaviler, üreme
hücrelerinde ve yumurtalıklarda “toksik” etki yapar ve üretkenliğin
kaybedilmesine sebep olabilir. Son 15-20 yılda kanser tedavilerinin
gelişmesi sayesinde artık doktorların amacı, hastayı hastalıktan
kurtarmanın çok ötesine geçmiş durumdadır, tedavinin yarattığı
olumsuz etkilerden hastaların nasıl kurtarılabileceği düşünülmektedir.
Genç yaşta kansere yakalanan kadınlara, kemoterapi ve radyoterapiden
önce, özellikle tüp bebek merkezleri tarafından uygulanan yöntemlerle
üretkenliklerini korumaları ve ileride yumurtalık fonksiyonları
kaybolduğu zaman, çocuk sahibi olma şansı verilebilmektedir. Bu
nedenle kanser teşhisi konulan genç yaştaki kadınların bu yönden
bilgilendirilmeleri ve üreme uzman doktorlarla yönlendirilmeleri
gerekmektedir.
Nasıl Bir Yöntem Uygulanıyor?
Üreme çağındaki kadınların en fazla yakalandığı kanser türü, meme
kanseridir. İleri yaş hastalığı olarak bilinen meme kanseri vakalarının
yüzde 15’i, 40 yaşından önce gerçekleşir. Tedavi sürecinde, cerrahi
müdahale yapılırken ya sadece tümör çıkarılmakta ya da gerekliyse
meme tamamen alınmaktadır. Ardından genellikle altı hafta içinde
kemoterapiye başlanması gerekmektedir. Genç yaşta görülen
kemoterapinin kadının yumurtalarını ortadan kaldırma riski daha
azdır. Ancak yaş 35-38’lere yaklaşıkça bu oran artmaktadır. Görülen
kemoterapiye bağlı olarak, % 15-70 arasında hastada adetten
kesilme, yumurtalıkların tükenmesi, yumurtalık fonksiyonunun kaybı
görülmektedir. Ameliyattan sonraki 6 hafta içinde yumurtalıklar
ilaçlarla çoğaltılmaktadır. Kadın evli ise yumurtaları eşinin spermiyle
laboratuvarda döllenip, embriyo haline getirilip, dondurulup
saklanmaktadır. Evli değilse yumurtalar toplanıp dondurulmaktadır.
Bu işlemler en sık görülen meme kanserine ait örneklerdir. Kadınlarda
ikinci sırada görülen lösemi, lenfoma gibi hematolojik kanserlerde
de uygulanabilmektedir. Bu kanser türlerinin teşhisinden sonra
kemoterapiye kadar olan süreçte kadının üreme fonksiyonunun
korunması için benzer önlemler alınabilmektedir.
Üreme Fonksiyonlarının Korunması Bir Öncelik
Haline Geldi
Kemoterapiden sonra kadın, bir kür kemoterapi görse bile
yumurtalıkları ciddi bir şekilde etkilenebilmektedir. Menopoza
girmese, adetten kesilmese bile üreme potansiyeli ciddi bir şekilde
bozulabilmektedir. Bu yüzden tedavinin kemoterapiden sonra yapılması
mümkün olmamaktadır. Kemoterapinin dozu ne kadar fazlaysa, kadının
yaşı ne kadar ileriyse ve uygulama sayısı ne kadar artarsa, kadının
yumurtalık kaybetme riski o kadar fazla olur. Eskiden birçok hastanın
bu durumu dikkate alınmadan kanser tedavisi uygulandığı için hastalar
üretkenliklerini kaybediyorlardı. Ancak günümüzde kanser hastalarının
tedavi sürecinde, üreme fonksiyonlarının korunması bir öncelik halini
almış ve bu konu daha dikkate alınır hale gelmiştir. Yaşam kalitesinin
önemli bir unsuru çocuk sahibi olabilmek olduğundan bu durum
kadınlar için önem taşımaktadır. Bunun için kanser tedavilerinde en çok
sorulan soru “Kemoterapiden sonra üretkenliğimi kaybedecek miyim?”
olmaktadır. Artık bu işlemler ile kadınların üretkenlikleri korunarak,
yumurtaları ve embriyoları dondurulmakta; bu sayede bebek sahibi
olmaları sağlanmaktadır.
36
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
KENDİ KANINIZDAN
“GENÇLİK AŞI”SI
Uz. Dr. Lütfiye Çoban – Memorial Antalya Hastanesi Dermatoloji Bölümü
Bir ömür boyu genç ve güzel bir cilde sahip olmak
herkesin hayalidir. Yaşlanmayı beklemeden, özellikle
güneş ve sigaraya maruz kalan ciltler için bu süreci
yavaşlatmak çok önemlidir. Cerrahi de dahil olmak
üzere bu amaçla geliştirilen birçok farklı yöntem
olsa da, kişinin kendi kanının yine kendi vücuduna
enjekte edilmesiyle gençleşmeyi sağlayan PRP yöntemi
günümüzün en etkin “gençlik aşısı” olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Kozmetik dermatolojide cilt gençleştirmenin
yanı sıra; yara izleri ile çatlakların giderilmesi
ve saç dökülmesi tedavisinde kullanılan PRP
(Platelet Rich Plasma – Platet Zengini Plazma)
işlemi, vücuda herhangi yabancı madde veya ilaç
vermeden tamamen doğal bir gençleşme sağlar.
PRP ile kollajen ve elastik liflerin yapımı artıyor
PRP kişinin kendisinden küçük bir miktarda kan alındıktan sonra kanın özel bir işlem ile plazmasının ayrıştırılması, daha sonra bu plazmanın
vücuda enjeksiyon yoluyla geri verilmesi işlemi olarak tarif edilir. Elde edilen bu sıvı “plazma platelet” denilen hücrelerden oldukça
zengindir. Vücuttaki temel görevi kanın pıhtılaşmasını sağlamak olan plateletler; içerdikleri büyüme faktörleri sayesinde yara iyileşmesinde
önemli role sahiptir.
PRP birçok farklı alanda da kullanılıyor
Plateletlerin başrol oynadığı bu yöntem tıbbın pek çok branşında kullanım alanı bulmuştur. Diyabet ve varise bağlı iyileşmeyen bacak
yaralarında, tendon yaralanmaları ve tenisçi dirseği gibi tendinitlerde ve diş implantlarından sonra yara iyileşmesi sürecini hızlandırmak
için kullanılmaktadır. Kozmetik dermatolojide ise; cilt gençleştirme, yara izleri, çatlakların giderilmesi ve saç dökülmesi tedavisinde
uygulanmaktadır.
Yaşlanmanın yol açtığı cilt değişiklikleri önleniyor
Yaş ve çevresel faktörler nedeniyle yaşlanan deride gözle görülebilen bir dizi değişiklik olur. Derinin elastikiyeti azalır, kırışıklıklar artar ve
deride sarkmalar meydana gelir. Tüm bunlardan derideki kollajen, elastik liflerdeki azalma ve yapılarındaki bozulma sorumludur. PRP
uygulamaları ile plateletlerin içerdiği büyüme faktörleri sayesinde derideki kollajen ve elastik liflerin yapımının artırılması hedeflenir.
İlk seanstan itibaren cilt güzelleşiyor
Ortalama 3-4 hafta aralıklar ile yapılan 3-4 seanslık uygulama ile vücuda herhangi bir yabancı madde veya ilaç vermeden tamamen doğal
bir gençleşme sağlanır. PRP sayesinde ilk seanslardan itibaren öncelikle cildin kuru ve mat görünümünde düzelme başlar. Takip eden
uygulamalar ile kırışıklarda hafifleme ve cildin elastikiyetinde artış gözlenir.
Yaşlanmayı beklemeyin
PRP, var olan yaşlanma belirtilerini hafifletmenin yanı sıra; süreci de yavaşlatan bir etki gösterir. Bu nedenle yöntem sadece yaşlanma
belirtileri oraya çıkmış kişilere değil; yaşlanma sürecini yavaşlatmak isteyenlere, sigara, güneş gibi cildi en çok yaşlandıran etkenlere maruz
kalan, yetişkin her yaştan kişiye rahatlıkla uygulanabilir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 37
GENEL SAĞLIK
REFLÜ KADERİNİZ OLMASIN
Doç. Dr. Mehmet Dursun – Memorial Diyarbakır Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü
Reflünün toplumdaki
sıklığını kestirmek
mümkün olmamakla
birlikte; haftada 1 kere
reflü şikayetleri olan kişiler
üzerinden değerlendirilme
yapıldığında, toplumun
yaklaşık %2’sinde
görüldüğü söylenebilir.
Reflü hastalığının görülme
sıklığında erkek ve kadın
arasında belirgin bir
farklılık bulunmamaktadır.
Baharatlı ve yağlı gıdalar
reflüyü tetikler
Mideden boğaza doğru yayılan ve daha
çok yemekten sonra oluşan yanma
en sık görülen belirtidir. Baharatlı,
yağlı gıdalar, çikolata, alkol veya taze
sıkılmış meyve suları tüketildiğinde
yakınmalar daha belirgin olur. Mide
içeriğinin ağza gelmesi ve yutma
güçlüğü diğer sık görülen belirtilerdir.
Ağrılı yutkunma, geğirme, hıçkırık,
bulantı ve kusma daha nadir görülen
şikayetlerdir. Reflü hastalığı yemek
borusu, mide ve bağırsak sistemi
dışındaki sistemlerde de belirtilere
yol açabilmektedir. En sık görülen
şikayetler; göğüs ağrısı, astım benzeri
bulgular, boğaz ağrısı, ses kısıklığı,
kronik öksürük ve diş çürükleridir.
Ülsere sebep
olabilir
Endoskopik incelemeyle ve 24 saat
süreyle yemek borusuna gelen
mide asidinin bir cihaz yardımıyla
ölçülmesi ile kişide reflü olup
olmadığı belirlenebilmektedir. Reflüye
bağlı olarak kanama, ülser, yemek
borusunda delinme veya darlık
gelişebilmektedir.
Kanser gelişimi nadir bir durumdur
Halk arasında en korkulan komplikasyon kanser gelişimidir. “Barrettözofagus” denilen
hücresel bir dönüşüm buna zemin hazırlamaktadır. Sıklığı reflülü hastalarda %3-20 arasında
değişmektedir. Bu hastalarda yıllık kanser gelişme sıklığı ise %0,5 dolayındadır. Dolayısıyla
kanser çok sık rastlanan bir durum değildir ama atlanmaması gereken bir problemdir.
Beslenmeye dikkat edilmeli
Bazı hastalar taze sıkılmış meyve sularından, baharatlı yemeklerden, salçalı ürünlerden, kahve,
çay ve gazlı içeceklerden rahatsız olurlar. Bu durumda bu gıdaların tüketilmemesi önerilir.
Obezite de reflüye sebep olabilmektedir. İlaç tedavisinde en sık asit baskılayıcı ilaçlar ve doku
koruyucular kullanılmaktadır. Endoskopik tedavilerde başarı henüz istenilen düzeyde değildir.
Cerrahi tedavi önemsenen bir seçenektir ve başarı oranı yüksektir.
Yaşam stilinizi değiştirin
Yaşam tarzında değişiklik her hastaya önerilmektedir. Yatak başının yükseltilmesi, sıkı ve
dar elbiselerin giyilmemesi, hasta kilolu ise zayıflaması, yemekten sonraki 3 saat boyunca
uzanılmaması önemlidir. Diyet değişikliğine gidilmeli, porsiyon hacimleri azaltılmalı, yağlı
yemeklerden sakınılmalı ve çikolata tüketimi azaltılmalıdır. Bunların dışında; ilaç, cerrahi ve
endoskopik tedavi seçenekleri de bulunmaktadır.
38
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
KRONİK BÖBREK HASTALIĞI
RİSKİNDEN KORUNUN
Doç. Dr. Şehmus Özmen – Memorial Diyarbakır Hastanesi Nefroloji Bölümü
Kronik böbrek hastalığı sık görülen, geç fark edilen, hasta için büyük bir ekonomik yüke neden
olan; bunların yanı sıra doğru yöntemler kullanıldığında tedavi edilebilen bir hastalıktır. Hastaların
şikayetlerinden yola çıkarak kronik böbrek hastalığı teşhisi konulamayabilir. Ancak gece sık idrara
çıkma, böbrek yetmezliği açısından uyarıcı olabilir. Hastalığın tanısı; böbrek ultrasonu, idrar ve kan
testleriyle kolaylıkla konulabilir.
Her 6 kişiden biri kronik böbrek yetmezliği hastası
Ülkemizde 8765 erişkin üzerinde yapılan geniş bir araştırmada,
yaklaşık her 6 kişiden birinde kronik böbrek hastalığı olduğu
tahmin edilmektedir. Bu rakamlar kronik böbrek hastalığı açısından
gelecekte risk altında olduğumuzu göstermekte, böbrek nakli
gerektirecek 5. evrede çok sayıda böbrek yetmezliği hastasıyla
karşılaşma tehlikesini ortaya koymaktadır.
Bazı hastalıklar böbrek yetmezliğini tetikleyebilir
Kronik böbrek hastalığının tetikleyicileri ve nedenleri arasında;
şeker hastalığı, yüksek tansiyon (yaklaşık hastaların yarısı), taş
hastalığı, nefrit, böbrekteki iltihabi hastalıklar, idrar sistemindeki
sorunlar ve kistik böbrek hastalığı sayılmaktadır. Bu nedenler,
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklılık göstermektedir.
Hastanın yaşamını tehdit edebilir
Kronik böbrek hastalığında öncelikli risk, gelecekte diyalize veya
böbrek nakline ihtiyaç duyabilecek böbrek işlevi kaybıdır. Diğer
risk ise kalp hastalıkları ile bağlantılı erken ölümlerdir. Sağlıklı
olduğu düşünülen ancak sonrasında kronik böbrek hastalığı olduğu
saptanan bireylerin; koroner kalp yetmezliği, beyin kanaması,
damar tıkanıklığı ve çevresel (periferik) atardamar hastalıklarının
ölüm oranları böbrek hastalıklarının düzeyine bakılmaksızın normale
göre on kat daha fazladır.
Bol su tüketimi böbrek hastalıklarına karşı
koruyucudur
Kronik böbrek hastalığından korunma ve hastalığın ilerlemesini
önlemede en önemli faktör su tüketimidir. İştahsızlık ve yetersiz
beslenme ile ishal ve kusmaya bağlı sıvı kayıplarına dikkat
edilmelidir. Vücudun susuz kalması önlenmeli ve kaybedilen sıvı
yerine konulmalıdır. Kan basıncı kontrolü en önemli hedeflerden
biridir. Tansiyon düşürücü tedavide, ACE inhibitörü ARB grubu ilaçlar
koruyucu özelliğe sahiptir. Tuz tüketimi azaltılmalıdır. Kan şekeri,
kan yağları ve kansızlığın kontrolü takip edilmelidir. Sigaranın
bırakılması kronik böbrek hastalığının ilerlemesini engelleyen önemli
bir faktördür. Fiziksel aktivite artışı ve vücut ağırlığının kontrolü
diğer alınabilecek önlemlerdir. Kronik böbrek hastalığına yakalanan
veya yüksek risk altındakilerin düzenli olarak nefroloji uzmanı
tarafından izlenmeleri gereklidir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 39
GENEL SAĞLIK
BURUN TIKANIKLIĞINA
LAZER TEDAVİSİ
Op. Dr. Atilla Şengör - Memorial Etiler Tıp Merkezi Kulak Burun Boğaz Bölümü
Yaşam kalitesini her geçen gün düşüren burun tıkanıklığının nedeni olarak bugüne kadar
kemik-kıkırdak eğrilikleri, burun ve burun bölmesi eğrilikleri gibi durumlar bilinmekle birlikte;
bunlar için deviasyon ameliyatı gibi uygulamalar gündemdeydi. Ancak son yıllarda gelişmiş
kliniklerde “burun tıkanıklığı cerrahisi” ayrıcalıklı bir şekilde ele alınmakta ve tedavi planı
buna göre yapılmaktadır.
Burun tıkanıklığının en önemli sebeplerinden birisi konka şişlikleridir
Halk arasında burun eti şişmesi olarak da bilinen konka şişlikleri, bazen inatçı bir hale gelir ve ilaç tedavilerine yanıt vermez.
Günümüzde konka şişliklerini radyofrekans ve lazer gibi yeni araçlarla tedavi edilmesi mümkün olabilmektedir. Hastada bu
yöntemlerden hangisinin kullanılacağına, ancak burun tıkanıklığı hastalığını endoskopik olarak takip eden ilgili uzmanlar karar
verebilir.
İşlem sonrası iş ve sosyal yaşama kısa
sürede dönüş sağlanır
“Holmium Yag Lazer”le alt konka küçültme cerrahisi,
endoskopik bakış altında, hastanın şişmiş olan
alt konkasının özellikle en fazla şiştiği bölgelerde
küçültülmesidir. Bu uygulama konkanın kritik
yerlerinde birkaç milimetre genişliğinde ve birkaç
milimetre derinliğinde çalışılarak, mukoza adı
verilen örtücü dokuya çok zarar vermeden Holmium
Yag Lazer kullanılarak yapılır. 20 yılı aşkın süredir
uygulanan bu yöntem oldukça başarılı sonuçlar
vermektedir. Lazerle konka ameliyatı ameliyathanede
yapılmaktadır ve kısa bir genel anestezi gerektirir.
İki taraflı burun içi çalışması 20 - 30 dakika sürebilir.
Hastalar genellikle aynı gün ayaktan taburcu
edilebilmektedir. Hasta müdahaleden kısa süre sonra
işine rahatlıkla dönebilir. Ağrılı bir durum değildir.
Bununla birlikte hasta birkaç gün nezle veya grip
olmuşçasına burun tıkanıklığı ve burundan akıntı gibi
belirtiler yaşar. Birkaç hafta burun içi kabuklanmalar
olabilir.
Uzman ellerde başarılı sonuçlar
alınabiliyor
Lazerle alt konka cerrahisi deneyim gerektiren
bir konudur. Lazer teknolojisi biraz da maliyetli
olması nedeniyle her hastanede bulunmamaktadır.
Bu yüzden uzmanların da çok yaygın olarak
erişebildikleri bir araç haline gelmemiştir. Ancak
özellikle ileri derecede şişmiş alt konkaların
lazerle küçültülmesi tekniği, diğer tekniklerle
kıyaslandığında oldukça başarılıdır. Burun içi lazer
uygulaması sayesinde, beraberinde hafif burun
eğriliği (kemik-kıkırdak eğriliği) olan olgularda,
deviasyon ameliyatına gerek duyulmadan, sadece
konkaları küçülterek burun tıkanıklığını giderebilmek
mümkündür.
40
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GENEL SAĞLIK
STRESLİ YÖNETİCİLER GECELERİ
DİŞLERİNİ GICIRDATIYOR
Dt. Hacer Esved Alireisoğlu- Memorial Etiler Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü
Sabahları dişlerinizde ağrı ile mi uyanıyorsunuz?
Güne yorgun ve halsiz mi başlıyorsunuz?
Bütün gece uykunuzda dişlerinizi mi gıcırdatıyorsunuz?
Eğer bu sorulara evet yanıtını
veriyorsanız ve güne bu şikayetlerle
başlayarak gün içinde yoğun
stres yaşıyorsanız “bruksizm”
hastası olabilirsiniz. Diş gıcırdatma
ve diş sıkma hastalığı olarak
bilinen “bruksizm”, stresli ve
agresif kişilerle, rekabetçi ve
mükemmeliyetçi yönetici meslek
grubunda olanlarda daha çok
görülüyor.
Bruksizm rekabetçi
yöneticilerin hastalığı
Son yıllarda sıkça rastlanan bir şikayet haline
gelen “bruksizm”, çene eklem problemlerine yol
açan diş gıcırdatma ve diş sıkma alışkanlığıdır.
Genellikle uyku sırasında olan bu durum
bazı kişilerde gün içerisinde de ortaya
çıkabilir. Sık görülen uyku bozukluklarından
biri olan bruksizm doğumsal değildir ancak
hastaların kişilik yapısıyla tetiklenebilir.
Hastalığın psikolojik ve fizyolojik sebepleri
vardır. Stres bruksizmin nedenleri arasında
önemli bir faktördür. Stresli bir hayat tarzı
olan yöneticilerin mükemmeliyetçi, rekabetçi
oldukları düşünülürse; bu hastalığa yönetici
konumundaki kişilerde daha sık rastlandığı
görülmektedir. “Malokluzyon” denilen dişlerin
diziliş ve sıralanışındaki bozukluklar ve kapanış
bozuklukları da sebepler arasındadır.
Agresif ve rekabetçi kişiler risk
grubunda
Hastalığın kadın ve erkekte görülme olasılığı
çok farklı olmamakla birlikte; agresif, titiz,
rekabetçi kişiler bruksizm için risk grubundadır.
Stres sonucu kimilerinde ağız ve diş ile
ilgili problemler ilk olarak ortaya çıkarken,
kimilerindeyse; mide, baş ve boyun ağrısı gibi
durumlar görülebilmektedir.
Sabahları kulak ağrısı ve
yutkunma güçlüğü çekenler
dikkat!
Bruksizm tanısı genellikle hastalığın ilerleyen
zamanlarına kadar konulamaz; çünkü çoğu
insan bu alışkanlığının farkında değildir.
Şikayetler ortaya çıkmadan hastanın bunu fark
edebilmesi zordur. Diş sıkmaya gıcırdatma da
eşlik ediyorsa çıkan ses etraf tarafından fark
edilir. Bruksizm hastaları çoğunlukla; sabah
kalkıldığında eklemlerde, çiğneme kaslarında
ağrı, baş ve boyuna yayılan ağrı, kulak ağrısı,
yorgunluk, yutkunma güçlüğü, dişlerde
ağrı veya hassasiyet ve çene ekleminde ses
şikayetiyle doktora başvurmaktadır.
Düzenli diş muayenesi erken tanı
için önemli!
Bruksizm, diş hekimi ve nöroloji, psikiyatri
gibi birçok branşın belli seviyelerde ilgilendiği
bir rahatsızlıktır. Durum fizyolojikse öncelikle
diş hekimi müdahalesi şarttır. Eğer durumda
psikolojik bir tablo söz konusu ise psikiyatri
ile birlikte diş hekimleri kombine tedavi
uygulayabilir. Hastalığın tedavisindeki amaç;
dişlerde çene ekleminde oluşabilecek kalıcı
zararları önlemek ve ağrıyı ortadan kaldırmaktır.
Diş gıcırdatmasının tedavisinde kullanılan en
önemli araç, uyku sırasında dişlerin birbirleri
ile temasını engellemek amacı ile üst çene
için yapılan sadece dişler üzerine oturan 2mm
kalınlığında “gece plağı” adı verilen şefaf bir
araçtır.
Bunun tek başına yeterli olmadığı durumlarda
bazı ek tedaviler uygulanabilir. Stres terapisi
uygulanabilir ya da rahat uyumayı sağlayıcı
önlemler alınabilir. Bruksizm varlığında kas
gevşetici ilaç uygulaması, hatalı yapılmış diş
dolgusu ve kaplamaların yenilenmesi gerekebilir.
Eksik olan dişlerin yerine konulabilmesi
yada aşınmış dişlerin onarılması için protez
uygulamaları yapılabilmektedir. Diş sıkma
ve gıcırdatma sonucu çene eklemindeki
deformasyona bağlı olarak çok ileri safhalarda
cerrahi tedaviler yapılmaktadır. Tüm bu tedavi
yöntemlerinin dışında bir de botoks tedavisi
uygulanabilir. Hastaların birçoğu yapılan gece
plağını 6 ay düzenli kullandığında bu alışkanlık
bırakılabilir. Gece plağının yanında botoks ile
tedavi olumlu sonuçlar vermektedir. Basit
olan bu uygulamanın 6-9 ay etki süresi vardır.
Yanak alt kısmında bulunan çiğneme kasına
belirli noktalardan yapılan botoks enjeksiyonu,
doğru uygulamayla kastaki stresi kaldırdığından
istenmeyen kasılmalar ve kontrol dışı sıkmalar
ortadan kalkmaktadır. Kişinin hayat tarzına
dikkat ederek stresten uzak durmaya özen
göstermesi, “bruksizm” oluşumuna engel
olabilmektedir. Bruksizmli hastalarda belirtiler
uzun vadede ortaya çıkar ve kişi o güne kadar
bu durumunun farkında değildir. Düzenli yapılan
diş kontrolleri sırasında durum hekim tarafından
fark edildikten sonra gerekli önlemler alınarak
tedavi gerçekleşterilebilmektedir. Bu nedenle
yılda iki kez diş muayenesi olmak çok önemlidir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 41
ÇOCUK SAĞLIĞI
ÇOCUĞUNUZUN ÖKSÜRÜK
NÖBETLERİNİN NEDENİ KRUP OLABİLİR
Uz. Dr. Deniz Tamtekin - Memorial Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü
Krup sendromu halk arasında “yalancı kuşpalazı” olarak adlandırılır. Virüs, bakteri
veya alerjik sebeplerle ortaya çıkan, özellikle gırtlak ve ses tellerinin kızarıp şişmesiyle, nefes
almayı güçleştirerek, havlar tarzda öksürüğe neden olan bir solunum yolları hastalığıdır.
Sonbahar sonu, kış ve bahar aylarında görülür. Bu dönemlerde salgın şeklinde görülmekte ve
solunum sıkıntısı nedeniyle anne babaları korkutmaktadır. Genelde yaşları 6 ay ile 5 -6 yaş
arasında değişen çocukların %15’inde görülmektedir. Erkekler kızlara göre % 50 daha fazla
etkilenirler.
Bu belirtilere dikkat!
Krup rahatsızlığında havlar tarzda öksürük, tiz ve hırıltılı
bir ses vardır ve çocukların durumu genellikle geceleri
kötüleşir. Hırıltılı soluma, hava yollarının daralması
anlamına gelebilir. Krup kötüleşirken hırıltı azalabilir. Krup
genellikle viral bir enfeksiyona bağlıdır. Virüs genellikle
hasta olan kişinin öksürmesi veya hapşırmasıyla havaya
çıkan damlacıklarla ya da direkt temasla bulaşır. Soğuk
algınlığı yapan birçok virüs krupa neden olmaktadır.
Vakaların % 75’inden Tip 1 ve 2 parainfluenza virüsü
sorumludur. Bazen diğer virüsler de krupa yol açabilir.
Spazmodik krup (havlar tarzda krup) aynı gruptan
virüslere bağlı olarak gelişmektedir ama ateş, boğaz ağrısı
ve akyuvar sayısının artması gibi normalde rastlanan
enfeksiyon belirtilerini göstermez. Genellikle 5-6 gün sürer.
Bu tabloya yol açan çok sayıda virüs olduğundan krup
tekrarlayabilir. Var olan alerjik yapının bundan sorumlu
olduğu düşünülmektedir. 5-6 yaşından sonra hastalık daha
az görülür.
Çocuğunuz hasta uyanabilir
Krup semptomları hafif, orta veya ağır semptomlar olabilir.
Genellikle çocuk yatağa giderken herhangi bir sıkıntısı
yoktur. Gece yarısı ani başlayan solunum sıkıntısı, havlar
tarzda kaba bir öksürük ile uykudan uyanır. Ses tellerinde
şişme meydana gelmiştir. Öncesinde burun akıntısı hafif
ateş, boğaz ağrısı ve huzursuzluk olabilir. Soluk alma
sırasında tipik bir ses duyulur, sesi boğuk ve kabalaşmıştır.
Enfeksiyon daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu
tarzında başlar, daha sonra nefes borusu ve bronşlara
ilerleyebilir. Hafif vakalarda gündüz iyi olan çocukta,
solunum sıkıntısı 5-6 gece boyunca görülebilir, sonra
giderek azalır. Krup vakalarının %5-10’u hastanede
yatarak tedaviye gereksinim duyar. Krup tanısı genellikle
klinik tablo ve muayeneyle konur. Kan testleri ve radyolojik
tetkikler çoğu zaman gerekli değildir. Ancak bir çocuk sık
sık krup geçiriyorsa, alerji veya reflüden kaynaklanan
problemler için araştırılması gerekebilir.
BU UYGULAMALAR
ÇOCUĞUNUZU RAHATLATABİLİR
Aşılar krupu önleyebilir. Genel olarak krup viral bir
enfeksiyon olduğu için etkene yönelik bir tedavi
yoktur. Ancak bazı uygulamalarla hasta çocuk
rahatlatılabilir. Bunlar arasında öncelikli olan nemli
hava ile buhar verilmesidir. Serin gecelerde pencereyi
açıp nefes almasını sağlamak da rahatlatıcı olacaktır.
Ateş varsa, ateş düşürücüler verilir. Dik pozisyonda
otururken daha rahat nefes alacaktır. Çocuk ağlayıp
heyecanlanınca solunum sıkıntısı artacağı için;
öncelikle aile sakin olmalı, çocuğun da sakinleşmesine
yardımcı olunmalıdır. Bol sıvı alması uygun olacaktır.
Bu önlemlere rağmen rahatlamayan çocuklarda
havayolundaki ödemi çözecek ilaçlar gerekli olabilir.
Bu durumda mutlaka hastaneye
başvurmak gerekir.
42 Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
ÇOCUK SAĞLIĞI
ASTIM ÇOCUĞUNUZUN YAŞAMINI
KISITLAMASIN
Prof. Dr. Refika Ersu – Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü
Alerjiye yönelik önlem alın
Alerjisi olan çocuklarda saptanan alerjene
karşı önlemlerin alınması, tedavinin önemli
bir parçasıdır. Eğer çocuğunuzun ev tozu
alerjisi varsa ev tozunu azaltmaya yönelik
önlemler alınmalıdır. Ev hayvanlarına karşı alerji
gelişmesine rağmen evde kedi veya köpek
besleniyorsa, hayvanların evden uzaklaştırılması
gerekir. Astıma eşlik edebilen saman nezlesi,
sinüzit ve reflü gibi hastalıkların tedavisi astım
tedavisini kolaylaştırır, ilaç dozlarının azaltılmasını
sağlar. Bu hastalıkların tanısının konması ve
tedavi edilmesi önemlidir.
Astım hem dünyada hem de
ülkemizde çocuklarda en sık
rastlanılan hastalıktır. Çocuğunuza
astım tanısı konuldu ise endişelenmek
yerine onun yaşamını kolaylaştıracak
önlemler almaya başlamalısınız.
İlaç tedavisi ile kontrol altına alınabilir
Bazı ülkelerde astımın sıklığı % 30 iken, Türkiye’de
çocukların % 6-18 kadarında astım mevcuttur.
Ülkemizde astımlı çocukların çok önemli bir kısmının
rahatsızlığı bulunmamaktadır. Astım özellikle ilk 6 yaşta
geçici olabilir. Ayrıca hastalığın tedavisinde kullanılan
son derece etkili ve güvenilir ilaçlar vardır. Pek çok
astımlı çocuğun hastalığı hafif veya orta derecede
seyrettiği için bu ilaçların çok düşük dozlarıyla
kolaylıkla kontrol altına alınabilmektedir. Bu ilaçlar
önerilen şekilde kullanıldığında öksürük, hırıltı, nefes
darlığı gibi şikayetler ile ortaya çıkan atakların sıklığı ve
şiddeti azalmaktadır.
Grip aşısı önerilir
Çocuklarda astım atakları viral enfeksiyonlar ile
tetiklenir. Özellikle yuvaya/okula giden ya da
kardeşleri olan çocukları enfeksiyonlardan tamamen
korumak mümkün olmasa da; evde üst solunum yolu
enfeksiyonu olan birisi var ise el yıkama gibi basit
önlemler bile korunmada önemli olabilir. Astımı olan
çocuklara grip aşısı da önerilir.
Astım tedavisinde kullanılan
ilaçlar nelerdir?
Astım ya da hava yolu hassasiyeti olan
çocuklarda tedavi uluslararası tedavi rehberlerine
göre planlanmaktadır. Bu tedavi rehberlerindeki ilk seçenek, direkt
hava yollarına verilen ilaçlardır. Bu hastalarda kullanılan iki çeşit ilaç
vardır:
• Koruyucu/tedavi edici ilaçlar: Buharlaştırılarak veya sprey ile alınan
ilaçlar ve ağızdan alınan diğer ilaçlar (Suda eriyen toz veya çiğneme
tableti)
• Rahatlatıcı, şikayetleri giderici ilaçlar. Tedavide eğer sprey ilaçlar
kullanılıyor ise kesinlikle direkt ağıza sıkılmamalıdır. Sprey ilaçlar
çocukların yaş gruplarına göre seçilen ara cihazlar ile kullanılmalıdır.
Çocuğunuzu nasıl bilgilendirmelisiniz?
• Çocuğunuz yaşıtlarının yer aldığı tüm normal günlük
aktivasyonlarda yer almalı ve kendine güveni sağlanmalıdır.
• Çocuk mümkün olabildiğince bağımsız olabilmesi için
cesaretlendirilmelidir.
• Büyüdükçe astımla ilgili olarak bilgilendirilmelidir.
• Çocuk, ilaçları düzenli alma konusunda sorumlu olmalıdır.
• Hastalığı ile ilgili acil durumlarda kimi arayacağını bilmelidir.
• Okuldaki sorumlu kişiler çocuğun hastalığı ve ilaçları ile ilgili bilgi
sahibi olmalıdır.
Astım tedavisi;
• Gün içinde astım belirtisinin olmamasını veya çok az görülmesini,
• Gece şikayetlerinin hiç olmamasını,
• Rahatlatıcı ilaçlara haftada 3 kereden fazla gereksinim olmamasını,
• Okul ve spor aktivitelerinin kısıtlanmamasını,
• Solunum fonksiyon testlerinin (5 yaşın üzerinde testi yapılabilen
çocuklar için) normal olmasını,
• Acil doktor ziyareti ya da hastane yatışı gerektiren akut atak
geçirilmemesini sağlamaktadır.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 43
GÜNCEL
ORGAN BAĞIŞI İLE HAYATA DÖNÜŞ İÇİN
ÇÖLDEN BUZULLARA
Türkiye’nin ilk çöl maratoncusu Prof. Dr. Taner Damcı, bu kez organ bağışına dikkat çekmek
ve her yıl daha fazla çocuğun organ nakli ile hayata dönmesini sağlamak için Antartika’da
buzların üzerinde koştu.
Prof. Dr. Taner Damcı
250 kilometrelik buzul koşusu
Memorial Şişli Hastanesi Endokrinoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Taner Damcı, ABD’li Racing The Planet/”Gezegeni Yarıştırmak” örgütünün 10 yıldır
yürüttüğü “4 Deserts/4 Çöl” projesi kapsamında 26 Kasım’da Antartika’da gerçekleştirilen maratonda Türkiye’yi temsil etti. Dünyanın birçok
yerinden toplam 51 katılımcı ile gerçekleştirilen yarışta, Prof. Dr. Damcı organ bağışına dikkat çekmek ve bu konuda farkındalık oluşturmak için
koştu. 7 gün süren yarışta toplam 250 km mesafe kat edildi.
“60 dereceden -20 dereceye”
2001 yılında başladığı maraton macerası boyunca Sahra, Gobi ve Atacama Çölleri’ni geçen ve Türkiye’nin ilk ultramaratonu Likya Yolu’nu
düzenleyen Prof. Dr. Taner Damcı, bu önemli proje için uzun bir süre sıkı bir hazırlık dönemi geçirdiğini belirterek duygularını şöyle ifade etti:
Koşuya davet üzerine katıldım. Yarış çok zor koşullarda gerçekleştiği için zor koşullarda koşmuş, bu koşullara kolay adapte olabilecek insanlar davet
edildi. Buzul maratonunu sağlıklı bir şekilde tamamlamak için her sabah antrenman yaptım. Sabahları öğlene kadar spor salonunda, açık havada
veya arazide koştum. Fırsat buldukça dağlara tırmandım. Çöl koşularında güneşte 60 dereceyi gösteren hava sıcaklıklarında koştum. Türkiye’yi çöl
maratonu ile tanıştırdım ve ilk çöl maratoncusu unvanını aldım. Antarktika’da ise -20 dereceleri gördüm. Bu da farklı bir deneyimdi benim için.
Organ nakilli çocuklar için koşmak büyük mutluluk
Dünyanın her yerinde bu tür maratonlarda insanlar hep hayır işi için koşuyor. Benim de bir amacım vardı. Organ bağışına dikkat çekmek istiyorum.
Bu benim için gösterdiğim performansımdan bağımsız ve çok onur verici. Birkaç kişinin aklında kalıcı olsa, birkaç kişi bile organı bağışlasa ülkemiz
için bir adım olacaktır diye düşünüyorum.
Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, bu önemli proje sayesinde
organ nakli konusunda farkındalığın artacağını belirterek, “Organ bekleyen çocukların büyük bir çoğunluğu, ailelerinden
organ alarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Kimisi babasından aldığı böbrekle, kimisi de teyzesinin karaciğeri ile hayata
tutunuyor. Gönül ister ki; ailelerinden yani canlıdan canlıya nakil ameliyatları ile değil kadavradan aldıkları organlarla
yaşasınlar. Bu organizasyon organ bağışına dikkat çekmek açısından büyük önem taşıyor. Antartika’da koşulan
uluslararası ultramaratonda bir Türk doktorun organ nakilli çocuklar için koşmuş olması gurur verici”.
44
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
ÇOCUK SAĞLIĞI
ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN
GÖZ HASTALIKLARINA DİKKAT!
Op. Dr. Belgin Ekmekçiler – Memorial Diyarbakır Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü
Görme duyusu gelişimi, insanlarda doğumla başlayıp, 8-10 yaş civarına kadar çok hızlı bir şekilde
tamamlanır. Bu süreçte ortaya çıkan ve görme duyusunun gelişimini etkileyen herhangi bir sorun,bir
daha geri dönüşü olmayan görme problemlerine sebep olmaktadır. Kırma kusurları, şaşılık, konjenital
katarakt, glokom, göz travmaları ve göz tümörleri gibi birçok hastalık çocuklarda kalıcı görme
kayıplarına sebep olabilir.
En sık görülen göz hastalığı kırma kusurlarıdır
Miyopi, hipermetropi ve astigmatizma olmak üzere, üç çeşit kırma
kusuru vardır.
• Miyopi: Bebeklerde nadiren görülen, genelde okul çağında
başlayıp, 20’li yaşlara kadar artış gösteren bir görme kusurudur.
• Hipermetropi: Doğumla birlikte başlamakta ve yaşın ilerlemesiyle
paralel olarak, azalan bir seyir izlemektedir.
• Astigmatizma: Doğum sırasında görülmektedir ve hayat boyu
şikayetlerde artma ya da azalma olmamaktadır.
Bu üç kırma kusurunda da genetik geçiş söz konusudur. Eğer annebaba
gözlük kullanıyorsa, çocuklarının da gözlerinde bozukluk olma
ihtimali yüksektir. Bu tür göz bozuklukları; çocuklarda uzaklara
bakarken gözlerini sıkma, bir şey okurken çok yaklaştırma, sınıfta
tahtayı görememe, akşamları zor görme ve sık sık takılıp düşme gibi
birçok belirtiyle kendini gösterebilir.
Şaşılık nörolojik sebeplere bağlı gelişebilir
Sık olarak görülen ikinci görme kusuru şaşılıktır. Şaşılık, nörolojik
sebeplere ve hipermetropiye bağlı olarak gelişmektedir.
Hipermetropiye bağlı olan şaşılıklar, çoğunlukla gözlük kullanımı
ve erken tedavi ile ameliyat gerekmeksizin düzeltilirken, nörolojik
sebeplere bağlı olarak ortaya çıkmış olanlar, genelde ameliyatla
giderilmektedir. Şaşılık erken fark edilip düzenli takip edilmesi
gereken bir göz hastalığıdır. Geç kalındığında, gözde tembelliğe
sebep olmakta, ömür boyu düzeltilemeyen görme kusurlarına ve
kalıcı şaşılığın oluşmasına yol açmaktadır. Özellikle, altı aylık olduktan
sonra bir bebekte gözde kayma görülüyorsa, acil olarak doktora
başvurulması gerekir. Çocuğun yüksek ateş sonrası havale geçirmesi,
nörolojik şaşılıkların en önemli sebebidir. Bu nedenle, çocuklarda ateş
yükselmesine çok dikkat etmek gerekir.
Nadir görülen ancak körlüğe kadar gidebilen hastalık olan konjenital
glokom yani göz tansiyonu da nadir görülen hastalıklardan biridir.
Bebeklikte başlar; ışıktan rahatsız olma, gözde aşırı sulanma ve
gözlerini açamama gibi belirtileri vardır. Tedavi edilmediği zaman
gözde büyüme ve körlükle sonuçlanabilen bir rahatsızlıktır
Aileler göz travmalarına karşı önlem almalı
Çocuklarda göz travmaları oldukça sık görülmektedir. Bebeklerde
göz yaralanmaları, kendi tırnaklarıyla gözlerini çizmekle, daha ileri
yaşlarda ise kalem, çatal, bıçak, cam kırığı batması, boncuk tabancası
çarpması ve başka birçok sebepten kaynaklanabilmektedir. Bu tür
travmaların bazıları geçici olabilmekte, bir kısmı da göz kaybına kadar
giden sorunlara sebep olabilmektedir. En etkili korunma yöntemiyse
çocukları bu tür tehlikelerden uzak tutmaktır.
Göz tümörleri genetik geçişlidir
Göz tümörleri çocukluklarda genelde genetik geçişlidir, iki gözde
de olma ihtimali yüksektir. Genelde aileler gözde şaşılık veya göz
bebeğinde beyaz ışık parlaması görerek doktora başvurmaktadır.
Eğer aile geçmişinde böyle bir hastalık varsa, genetik geçişten dolayı
çok tedbirli olunmalıdır.
Doğumdan itibaren çocukların gözleri takip edilmeli
Aileler genelde çocuk büyümeden göz muayenesinin yapılamayacağını
düşünmektedir. Bu yanlış kanının aksine; doğumdan itibaren her
yaşta çocuğa göz muayenesi yapılabilir. İlk 8 yaş kritik dönemdir.
Bu nedenle tüm ailelerin, gözde sıkıntısı olmasa bile, bebeklikten
itibaren okul öncesi döneme kadar, düzenli olarak çocuklarının
göz muayenelerini yaptırmaları gerekmektedir. Çocuklarda göz
hastalıklarında erken teşhis ve tedavi çok önemlidir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 45
GENEL SAĞLIK
GİRİŞİMSEL YÖNTEMLER AMELİYATA GEREK
KALMADAN HAYAT KURTARABİLİYOR
Doç. Dr. Koray Güven – Memorial Ataşehir Hastanesi Radyoloji Bölümü
Geçtiğimiz yıllarda sadece cerrahi
olarak tedavi edilebilen pek çok
hastalık, günümüzde modern
tıpla artık daha az invaziv yani
girişimsel yöntemlerle, girişimsel
radyologlar tarafından tedavi
edilebilmektedir. Gelişen tıp ve
mühendislik teknolojisi yardımı
ile 10 yıl önce hayal olarak kabul
edilen ve adı bilinmeyen pek
çok tedavi yöntemi artık tıbbi
kılavuzlarda yer almaktadır.
Cerrahi İşlem Gerektirmez
Girişimsel radyologlar, minimal invaziv yöntemlerle hedefe
yönelik tanı ve tedavileri gerçekleştirirler. En modern
görüntüleme cihazları (röntgenografi, ultrasonografi,
bilgisayarlı tomografi, anjiografi, manyetik rezonans
görüntüleme) kullanılarak damar içinden (atardamarlar ve
toplardamarlar) bir kateter yardımı ile teşhis ve tedaviler
yapılabilmektedir. Sadece damar içi değil, damar dışı
pek çok organ veya dokunun teşhis veya tedavi amaçlı
girişimleri de yapılmaktadır.
Girişimsel Radyoloji İle Tanı ve Tedavisi Yapılan
Durumlar:
• Vasküler işlemler olarak her türlü atardamar ve
toplardamar darlıkları ile tıkanmalarına yönelik balon
ve stent tedavileri, aort damarına stent uygulamaları,
kanamaya neden olan acil yaralanmaların tedavisi,
beyin ve boyun damar darlık ve tıkanmalarının açılması,
damar içi pıhtı çıkarılması ve eritilmesi, pıhtı önleyici
şemsiyelerin (filtre) takılması ile anevrizma (baloncuk)
tedavileri yapılmaktadır. Hipertansiyon, iltihabi damar
hastalıkları, doğumsal damar anomalileri, mide ve
bağırsak sisteminin damarsal hastalıkları, diyabetik
hastalarda bacak damarlarının tedavileri de başarı ile
gerçekleştirilmektedir.
• Non-vasküler yani damar dışı işlemler arasında; her
türlü organa yönelik (karaciğer, böbrek, böbrek üstü bezi,
tiroid, meme, prostat, akciğer, lenf bezi, kemik, yumuşak
doku) biyopsiler, iltihaplı sıvı birikimlerinin boşaltılması,
safra yollarına ve idrar yollarına yönelik dren ve stent
yerleştirme işlemleri ile balonla genişletme uygulamaları,
yemek borusu ve bağırsak darlıklarında stent uygulmaları,
batın ameliyatları sonrası oluşan iltihapların boşaltılması,
köpek kisti (kist hidatik) gibi enfeksiyon hastalıklarının
tedavisi yer almaktadır.
• Onkolojik tedaviler (kanser tedavileri) özellikle
son 10 yılda büyük ilerleme kaydetmiştir. Girişimsel
radyolojik yöntemlerle bazı tümörler tamamen tedavi
edilebildiği gibi; bazı tümörler ise sonraki tedavilere
(cerrahi, radyoterapi kemoterapi vb) hazırlık aşamasında
küçültülüp kontrol altına alınabilmektedir. Karaciğer
tümörlerinin çeşitli iğneler yardımı ile yakılması ya da
dondurulması tümörü tamamen tedavi edebileceği gibi,
damar içi yöntemlerle kemoterapi ilaçları kullanılarak veya
radyoaktif maddeler yardımı ile oldukça ileri evredeki
tümörler dahi kontrol altına alınabilmektedir. Ayrıca tüm
bu tedaviler belli bir sıralama ve gereklilik halinde birlikte
veya ardışık olarak yapılarak etkinliği artırılabilmektedir.
Benzer şekilde uygulamalar seçilmiş hasta gruplarında
diğer organ tümörleri için de (örneğin akciğer, meme,
böbrek, göz gibi) uygulanabilmektedir.
46
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
• Bir diğer büyük grubu da damarsal
erişim yollarına ihtiyaç duyan
hastalar oluşturmaktadır. Hayata bu
toplardamar kateterleri yolları ile
tutunan kişiler arasında, hemodializ
için tünelli kateter ihtiyacı
olanlar, diyaliz fistülü problemleri
yaşayanlar, kemoterapi tedavisi için
port takılması gerekenler, kısa ya da
uzun süreli damardan beslenmesi
ya da ilaç alması gereken hastalar
(çocuklar, ağızdan beslenemeyenler,
kemoterapi görenler vb)
bulunmaktadır.
• Acil servise başvuran her türlü
kanama ya da travma hastasında
girişimsel radyolojik tedaviler
sıklıkla uygulanmaktadır. Kısa
zamanda etkili ve hedefe yönelik
yapılan tedavilerin sonucunda bu
kişiler hızlı ve güvenli bir şekilde
iyileşebilmektedirler. Özellikle
trafik ve iş kazaları ile ateşli
silah yaralanmalarının sıklıkla
görüldüğü ülkemizde, girişimsel
radyologların yaptığı tedaviler
sonrasında bu hastalardaki
kanamalar etkili bir şekilde kontrol
altına alınabilmektedir. Ayrıca
mide ve bağırsak sisteminde
oluşan kanamalarda endoskopi ile
birlikte ya da sonrasında yapılan
anjiografik girişimler hayat kurtarıcı
olmaktadır. Yine ülkemizde sıklıkla
görülen tüberküloz ya da KOAH
(Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı)
hastalığına bağlı akciğer kanamaları
(hemoptizi) hemen her zaman
embolizasyon (damar tıkama) adı
verilen anjiografik yöntemle başarılı
bir şekilde tedavi edilmektedir.
• Siroz hastalığına bağlı oluşan ve
hayatı tehdit eden varis kanamaları,
girisimsel radyoloji işlemlerinin
uygulama alanarındandır. Bu
hastaların çoğunda kanamayı
durdurmak için yapılan 2. endoskopi
sonrasında TIPS adı verilen
karaciğer içi stent yardımı ile bypass
yaratılması işlemi ile uzun süre
hastaların varis kanamalarından
uzak tutulması ve gereğinde
karaciğer nakli için vakit kazanılması
mümkün olabilmektedir. Yine
siroza bağlı olarak karında sıvı
birikimi (asit) olan hastalarda aynı
yöntemle etkili bir şekilde bu sıvının
azaltılması sağlanabilmektedir.
• Dünyada canlıdan organ nakli
yapılan ülkeler arasında Türkiye
ilk sıralarda yer almaktadır. İleri
derecede tıbbi bilgi, beceri ve
donanım gerektiren bu hasta
grubunda nakil öncesi ve sonrası
dönemde pek çok nedenle girişimsel
radyolojik işlemlere ihtiyaç
duyulmaktadır. Yapılan bu tedaviler
ile kritik noktalarda hastanın
tedavisi ve nakledilen organın
sağlıklı bir şekilde uzunca süreler
çalışması sağlanabilmektedir.
• 40-50 yıldır çoğunlukla cerrahi
yöntemlerle tedavi edilmiş pek
çok hastalık (aort anevrizması/
yırtılması, kol-bacak atardamar
darlık ve tıkanıklıkları, bacaklardaki
varis oluşumu, rahimdeki miyomlar,
iyi huylu prostat büyümesi vb)
günümüzde neredeyse çoğunlukla
girişimsel radyolojik tedaviler ile
iyileştirilebilmektedir.
Bu sayede; hastanede kalış süreleri,
genel anesteziye duyulan ihtiyaç
ve yoğun bakım yatış gerekliliği
azalmakta, pek çok işlem ayaktan
ya da kısa süreli hastane yatışı ile
yapılabilmektedir. Böylece hasta
konforu, memnuniyeti arttığı gibi;
günlük ve sosyal yaşama geri dönüş
süreleri oldukça kısalmaktadır.
Girişimsel radyolojik işlemlerin
üstünlüğü “köprüleri
yakmamasıdır”
Pek çok işlemden sonra gereği
halinde tamamlayıcı tedavileri ve
yıllardır yapılagelen cerrahi işlemleri
uygulamak mümkündür. Ancak
bu durumun aksi bazen mümkün
olamamakta, girişimsel radyolojik
tedavilerle kolaylıkla ve etkin olarak
tedavi edilecek pek çok hastalık
diğer yöntemlere başvurulduğu için
artık bu tür girişimlerin yapılabilmesi
imkansız hale gelebilmektedir.
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 47
MEMORIAL
DOĞUMA HAZIRLIK
KURSLARI
Memorial Şişli Hastanesi Doğuma Hazırlık Kursu
Başlangıç Tarihi: 17.01.2013
Gün: Her Perşembe (5 hafta boyunca)
Saat: 18.00 – 20.00
Yer: Memorial Şişli Hastanesi Konferans Salonu
Memorial Ataşehir Hastanesi Doğuma Hazırlık Kursu
Başlangıç Tarihi: 17.01.2013
Gün: Her Perşembe (4 hafta boyunca)
Saat: 18.00 – 20.00
Yer: Memorial Ataşehir Hastanesi Konferans Salonu
Memorial Antalya Hastanesi Doğuma Hazırlık Kursu
Başlangıç Tarihi: 12.01.2013
Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)
Saat: 14.00 – 16.00
Yer: Memorial Antalya Hastanesi Konferans Salonu
Memorial Diyarbakır Hastanesi Doğuma Hazırlık
Kursu
Başlangıç Tarihi: 12.01.2013
Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)
Saat: 14.30 – 16.30
Yer: Memorial Diyarbakır Hastanesi Konferans Salonu
MEMORIAL
YOGA PROGRAMLARI
Memorial Şişli Hastanesi Hamilelik Yogası
Gün: Her Cumartesi
Saat: 15.00 – 16.00
Yer: Memorial Şişli Hastanesi Konferans Salonu
Memorial Ataşehir Hastanesi Hamilelik
Yogası
Gün: Her Cumartesi
Saat: 10.00 – 11.00
Yer: Memorial Ataşehir Hastanesi Konferans
Salonu
Memorial Şişli Hastanesi Kalp Yogası
Gün: Her Salı ve Cuma
Saat: 19.00 – 20.00
Yer: Memorial Şişli Hastanesi Konferans Salonu
Bilgi ve Kayıt: 444 7 888
Katılım ücretsizdir.
48
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
GÜNCEL
TÜRKİYE’NİN SÜPER MARKASI
Memorial Sağlık Grubu, bağımsız bir değerlendirme kuruluşu olan Superbrands
International tarafından Türkiye’nin süper markası seçildi. İngiltere merkezli,
86 ülkede faaliyet gösteren bağımsız bir marka değerlendirme kuruluşu olan
ve bu alanda 19 yıldan beri çalışmalarını sürdüren Superbrands International’ın
Türkiye’de bu yıl 4.sünü düzenlediği araştırmada, Türkiye’de ilklerin öncüsü
olan ve 65 ülkeden hasta kabul eden Memorial Sağlık Grubu jüri ve halk
oylaması sonucunda Türkiye’nin “Süper Marka”sı seçildi.
ŞİRKETİN BÜYÜKLÜĞÜ ÖNEMLİ
Superbrands Türkiye 2012 yılı çalışmasında, markalar ilk olarak konusunda uzman jüri
tarafından elemeye tabii tutuldu. Daha sonra ise Nielsen tarafından yapılan halk araştırmasının
sonuçları doğrultusunda ortaya çıktı. Superbrands Türkiye’nin bu yılki Seçici Kurulu’nu, iş
dünyası ve özellikle marka konusuyla ilişkili sivil toplum kuruluşları yöneticileri oluşturdu. “Süper
marka” seçiminde şirketin büyüklüğünün yanı sıra; teknolojisi, yatırımları, iş gücü kalitesi,
yaratıcılığı, markalaşmaya yaptığı yatırım ve marka devamlılığı, sosyal sorumluluk projelerine
katkısı, çevre duyarlılığı, etik değerlere uyma ve vergi sıralamasındaki yeri büyük önem taşıdı.
SON KARAR TÜKETİCİNİN
Dünyada 87 ülkede iki yılda bir gerçekleştirilen Superbrands Türkiye seçimlerinin ilk etabında
1089 marka belirlendi. İkinci etapta ise, konusunda uzman kişilerden oluşan Seçici Kurul
bu sayıyı 300 markaya indirdi. İstanbul, Ankara ve İzmir’de 1600 kişiyle yapılan yüz yüze
görüşmeler sonunda Nielsen, kısa listeye giren 300 markaya yönelik tüketici görüşlerini
değerlendirdi. Seçici Kurul ve Nielsen’ın ölçümleriyle belirlenen Türkiye’nin süper 159 markası
kamuoyu ile paylaşıldı.
MEMORIAL UZMANLARI “SORULAR VE
YANITLARLA DİYABET” KİTABINDA
Gazeteci Esra Kazancıbaşı Öztekin’in “Sağlığım İçin Herşey Sağlık
Kitapları Serisi”nin üçüncü kitabı “Sorular ve Yanıtlarla Diyabet”
yayınlandı. Diyabet alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarını
bir araya getiren kitapta diyabet hastalığı hakkında yüzlerce
sorunun yanıtı yer alıyor. Ayrıca beslenme ve diyet uzmanlarının
diyabet hastaları için sağlıklı yemek tarifleri verdiği yayın, bir
başucu kitabı olma özelliği ile diyabet hastalarına rehberlik
etmeyi amaçlıyor.
“Sorular ve Yanıtlarla Diyabet” kitabında yer alan Memorial uzmanları şöyle sıralanıyor:
Prof. Dr. Koray Acarlı - Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi
Prof. Dr. Taner Damcı- Memorial Şişli Hastanesi Endokrinoloji Bölümü
Prof. Dr. Yalçın Polat- Memorial Ataşehir Hastanesi Organ Nakli Merkezi
Doç. Dr. Ahu Birol- Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü
Doç. Dr. İzzet Erdinler- Memorial Ataşehir Hastanesi Kardiyoloji Bölümü
Uz. Dyt Yeşim Çelik- Memorial Şişli Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü
Uz. Dyt. Yasemin Sancak- Memorial Şişli Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 49
SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)
Acıbadem Sigorta
Ak Sigorta
Allianz Sigorta
American Life Sigorta
Anadolu Sigorta
Ankara Sigorta
Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası
Axa Sigorta
Birlik Sigorta
Demir Hayat Sigorta
Deniz (Global) Hayat Sigorta
Dubai Group Sigorta
Ergo Sigorta
Eureko Sigorta
Generali Sigorta
Güneş Sigorta
Groupama Sigorta
HDI (İhlas) Sigorta
Inter Partner Asistance (IPA)
Mapfre Genel Sigorta
Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)
Promed (CGM Türkiye)
Yapı Kredi Sigorta
Ziraat Sigorta
BANKALAR
Akbank
Asya Katılım Bankası (Bank Asya)
Esbank
Fortis Bank (Dışbank)
Milli Reasürans T.A.Ş.
Türkiye İş Bankası
Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası
Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk
Bankası
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası
Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı
Vakfı (Pamukbank)
Türkiye Halk Bankası
Türkiye Vakıflar Bankası
Türk Eximbank
Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı
Vakfı
RESMİ KURUMLAR
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
(KKTC)
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
(TMSF)
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)
SGK (Branş Bazlı)
ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR
Anthill
Albayraklar Şirketler Grubu
Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi
Aydın Örme
Avea
Belbim
BP Petrolleri
Beşiktaş Denizcilik
Benefit Global
BJK Derneği
BMS Türkiye
Borusan Holding
Boyner Holding
Darüşşafaka Cemiyeti
Dr. Back up Kart
Eczacıbaşı Holding
Enka
Green Park
Havuç Çocuk Evi
İMKB
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
İstanbul Sanayi Odası
Johnson Wax
Joyfull House
Kale Holding
Levent Tenis Kulübü
Marsh Avantaj Kart
Mercedes Benz Türk
Merkezi Kayıt Kuruluşu
Microsoft
Aon Kart
Mimaks
Middeleist
Spora Club
Lions
Buyaka AVM
İstanbul Yelken Kulübü
Mars Ent. Group
Shell
Türk Telekom
Deva Holding
Henkel
Hürriyet
Çalık Holding
Nart Club Kart
Orka Group (Damat - Tween)
Palladium AVM
Pegasus
Perfettı Van Melle
Perpa Ticaret Merkezi
Renault Mais
Rotary Kulüp
Sermaye Piyasası Kurulu
Sinpaş
S.O.S
THY
The Shore Club
Turkcell
Türk Havak
TİM Show Center
Türkiye Jokey Kulübü
Ulusoy
Ülker
Vakko
Vodafone
YKM Kart-YKM Mağazaları
Zeck Club
Zorlu Holding
DERNEK VE ODALAR
Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları
Derneği (EVSİAD)
İstanbul Sanayi Odası
İstanbul Ticaret Odası
Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği
Klavuz Kaptanlar Derneği
Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği
( TİMDER)
Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği
( TUBİSAD)
Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari
Der.(TETSİAD)
Türkiye Genç İşadamları Derneği
(TUGİAD)
Türkiye Emekli Subaylar Derneği
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Memorial Sağlık Grubu hastane ve tıp merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.
50
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2013 51
ATAŞEHİR HASTANESİ