You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Karkerên jin û mêr!<br />
Ji xeynî zencîrên we tiştekî<br />
we yê wendakirinê tune!<br />
Hûn dikanin cîhanekê<br />
nu wergirin!<br />
Kadın ve erkek işçiler!<br />
Zincirlerinizden başka<br />
kaybedecek birşeyiniz yok!<br />
Kazanacağınız<br />
yeni bir dünya var!<br />
Sınır -<br />
gerisi<br />
operasyon<br />
sürüyor…<br />
Aralık 2007/11 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117<br />
Tüketim<br />
çılgınlığı<br />
ve kadının<br />
cinsel<br />
sömürüsü:<br />
Biz aptal<br />
mıyız?...<br />
Pakistan:<br />
Seçimden<br />
sonraseçimden<br />
önce<br />
OHAL…<br />
AYLIK<br />
SİYASİ<br />
GAZETE<br />
l l<br />
SAYI<br />
SAYI HEJMAR<br />
HEJMAR
2<br />
• editörden - içindekiler<br />
Editörden... İçindekiler<br />
Karkerên jin jin û mêr!<br />
Ji xeynî zencîrên we tiştekî<br />
we yê yê wendakirinê wendakirinê tune!<br />
tune!<br />
Hûn dikanin dikanin cîhanekê<br />
nu wergirin!<br />
wergirin!<br />
Kadın ve ve erkek erkek işçiler!<br />
işçiler!<br />
Zincirlerinizden başka<br />
başka<br />
kaybedecek birşeyiniz yok!<br />
Kazanacağınız<br />
Kazanacağınız<br />
yeni bir dünya dünya var!<br />
Sınır -<br />
gerisi<br />
operasyon<br />
sürüyor …<br />
Aralık 2007/11 • FİY A TI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117<br />
Tüketim<br />
çılgınlığı<br />
ve kadının<br />
cinsel<br />
sömürüsü:<br />
Biz aptal<br />
mıyız?...<br />
A Y LIK<br />
SİYASİ SİY A Sİ<br />
GAZETE<br />
GAZETE<br />
� �<br />
SAYI<br />
SAYI HEJMAR<br />
HEJMAR<br />
Değerli Okuyucu,<br />
Yeni bir sayıyla tekrar birlikteyiz.<br />
Geçen ay içerisinde bizin açımızdan<br />
en önemli gelişmelerden birisi<br />
telekom işçilerinin grevi zaferle<br />
sonuçlandırması oldu.<br />
Savaş tamtamlarına ve<br />
kışkırtmalara rağmen kazanıldı<br />
zafer.<br />
Son yılların en uzun işgününe sahip<br />
olan grevdi Telekom grevi.<br />
Telekom işçileri dosta ve düşmana<br />
toplumsal yaşamda en belirleyici<br />
gücün hala kim olduğunu net<br />
bir biçimde gösterdiler: İşçiler<br />
durduğunda, hayat durur!<br />
Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> <strong>olarak</strong> işçileri<br />
düzenli ziyaret ettik, işçilerin<br />
haklı mücadelesini gazetemizin ve<br />
internet sitemizin sayfalarında<br />
yansıttık.<br />
Bu sayımızda da -grev bitmiş<br />
A IIII � H<br />
SSAAAY YY<br />
Pakistan:<br />
Seçimden<br />
sonraseçimden<br />
önce<br />
OHAL…<br />
HHE EEEEEEJJJJJJJJJJJJJJJJMMMMMAR<br />
olmasına rağmen- çok sayıda<br />
ziyaret yazımıza yer verdik. Bu<br />
yazılarda grevin değişik yönlerine<br />
ışık tutan önemli dersler olduğunu<br />
düşünüyoruz.<br />
Bu arada gündemin baş<br />
maddelerinden birini kuşkusuz<br />
hala sınır ötesi ve sınır gerisi<br />
operasyonlar ve DTP’ye karşı<br />
kışkırtmalar oluşturuyor.<br />
Başyazımızı ve Halkların<br />
Kardeşliği İçin sayfalarını bu<br />
konuya ayırdık.<br />
Yeni Kadın Dünyası sayfalarında<br />
tüketim toplumu olgusu içinde<br />
kadınların cinsel sömürüsünü<br />
irdeleyen önemli bir yazımızı<br />
okuyacaksınız.<br />
Yeni Dünya Gençliği, Yaşama<br />
Temellerini Koruyalım ve Panorama<br />
sayfalarımız da yine dolu dolu.<br />
Değerli okuyucu,<br />
bu sayımız bu yıl çıkardığımız<br />
sonuncu sayı. Yeni bir yıla girmek<br />
üzereyiz.<br />
Tabi ki yeni yılda da eski sorunlar<br />
devam edecektir, ancak devrimciler<br />
yeni yıla geçişin sembolik anlamını<br />
reddetmeyip, bunu eski yılın<br />
muhasebesini çıkarmak ve yeni yıla<br />
umutla bakmak ve yeni enerjiyle<br />
donanmak için kullanırlar.<br />
Bu anlamda bütün okuyucularımıza<br />
sağlıklı ve başarılı bir yeni yıl<br />
diliyoruz.<br />
<strong>YDİ</strong> ÇAĞRI,<br />
06 Aralık 2007 •<br />
GÜNDEM<br />
Sınır-gerisi operasyon sürüyor… 3<br />
“Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitinginden notlar… 4<br />
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN<br />
Linç kampanyasında son durak: DTP’ye Kapatma Davası 5<br />
DTP’ye yönelik baskılar protesto edildi 6<br />
Dünyanın lanetlileri: Mülteciler 7<br />
Faşizmin Mersin kolu da iş başındaydı 7<br />
YENİ KADIN DÜNYASI<br />
Tüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü: Biz aptal mıyız? 8<br />
Kadına Yönelik Şiddete Hayır! 10<br />
Sınır-ötesi operasyona kadınlar “Hayır!” dedi 10<br />
YENİ İŞÇİ DÜNYASI<br />
Telekom Grevinde Zafer EK:1<br />
Telekom Grevinden izlenimler EK:2<br />
Telekom Grevinde Kadınlar EK:5<br />
SCT Grevi EK:5<br />
BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı EK:6<br />
Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı EK:7<br />
Graniser’de greve doğru… EK:7<br />
“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!” EK:8<br />
“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!” EK:8<br />
PANORAMA<br />
ÇAD: Dalaşın gölgesinde insan pazarı! 11<br />
PAKİSTAN: Seçimden sonra-seçimden önce OHAL… 12<br />
ALMANYA: “Bölücü” makinistler, “birlikçi” patronlar… 13<br />
YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ<br />
Militarizm ve Anti-Militarizm üzerine… 15<br />
26 Yılında YÖK Protesto Edildi 16<br />
“Her şeyin başı eğitim” mi acaba? 17<br />
Çukurova Üniversitesinde YÖK protestosu 17<br />
YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ<br />
Çevre katliamında, sırada Kaz Dağları var! 18<br />
Nükleer santral yasası meclisten geçti 18<br />
GÜNDEM<br />
19 Aralık katliamını unutmadık! 19<br />
•<br />
• ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer<br />
• Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir<br />
• Yönetim Yeri ve Adresi:<br />
Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul<br />
• Tel.: (0212) 235 35 70 • Fax: (0212) 253 19 27<br />
• Banka Hesap:<br />
Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654<br />
• Sayı: 117 · Aralık 2007 • ISSN 1301-692X117<br />
• Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro<br />
• Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09)<br />
• Yayın Türü: Yaygın Süreli<br />
mail@ydicagri.com<br />
www.ydicagri.com
Sınır-gerisi<br />
operasyon<br />
sürüyor…<br />
Sınır-ötesi operasyon tartışması<br />
aylardan bu yana tüm ülke gündemini<br />
işgal etmeye devam ediyor.<br />
Hatta tartışma iyice uluslararası<br />
bir boyut kazandı. AKP emperyalist<br />
devletlerin liderleri ile durmadan görüşüyor,<br />
pazarlıklar yürütüyor. Yine<br />
bir halkın kaderi masa başında ve bu<br />
işten çıkarı olanlarca tayin edilmeye<br />
çalışılıyor. Durmadan demokrasi,<br />
uzlaşı, sağduyu, diplomasi mesajları<br />
veriliyor.<br />
Bunlar sürürken sınır-gerisi operasyon<br />
devletin tüm kurumlarının<br />
işbirliği ile hızla yürütülüyor.<br />
Asker cenazelerinin artması ile birlikte<br />
yaratılan gerilim, Kürtleri linç<br />
etmeye, işyerlerini yağmalamaya,<br />
evlerini, siyasi kurumlarını ateşe<br />
vermeye kadar ilerletildi. Sonrasında<br />
yüksek perdeden Kürtlerin andaki<br />
siyasi temsilcisi olan ve alanlarda<br />
Kürtlerin “irademizdir” diye gösterdiği<br />
DTP’yi kapatma, DTP’li milletvekillerinin<br />
dokunulmazlıklarını<br />
kaldırma, tutuklama, yüzlerce Kürt<br />
siyasetçiye siyaset yasağı getirme talepleri<br />
dillendirildi. Ve devletin en<br />
yüksek yargı organı bu talepleri hemen<br />
gördü, jet hızıyla iddianameler<br />
hazırlandı, davalar açıldı.<br />
Bu arada DTP’li milletvekillerine<br />
yönelik linç kampanyaları unutulmadı.<br />
Kürt halkının kendi iradesi<br />
ile seçerek parlamentoya gönderdiği<br />
milletvekillerinin her birine<br />
onlarca dava açıldı. Son DTP kongresinde<br />
Eşbaşkan seçilen Nurettin<br />
Demirtaş’ın “asker kaçağı”, milletvekili<br />
Fatma Kurtulan’ın “elinde silahla<br />
dağda çekilmiş bir fotoğrafı”<br />
“keşfedildi”.<br />
Siyasi dolaplar dönüyor…<br />
“Osmanlıda oyun çoktur” diye bir<br />
laf var. Bugün aynı topraklarda siyaset<br />
yapanlar bunu tüm pratikleriyle<br />
doğruluyorlar.<br />
Daha düne kadar tüm Kürtlere<br />
faşist söylemlerle saldıran CHP ve<br />
onun Başkanı Deniz Baykal Irak ve<br />
Bölgesel Kürt Yönetimi için yeni açılımlardan<br />
bahsetti. Bölgeye yardım<br />
yapılması, gençlerin Türkiye’de öğrenim<br />
görmeleri için burs verilmesi<br />
gibi öneriler sundu. Sanki düne kadar<br />
Kürt halkının istemlerine karşı savaş<br />
çığırtkanlığı yapan başkasıymış gibi<br />
de gelen eleştiriler karşısında “biz değişmedik,<br />
parti <strong>olarak</strong> bunları savunuyorduk”<br />
diye kendini savunmaya<br />
çalıştı.<br />
Sokakları terörize eden, kendisine<br />
bağlı olan “ülkücü hareket’i” Kürtleri<br />
linç etmeye yönelten tescilli faşist<br />
MHP ise olaylar karşısında sağduyu<br />
çağrıları yaptı. DTP’li milletvekillerinin<br />
meclisteki ilk günlerinde el sıkışan<br />
partinin başkanı Devlet Bahçeli<br />
şimdide DTP’nin kapatılması, milletvekillerinindokunulmazlıklarının<br />
kaldırılması gerektiğinden dem<br />
vuruyor.<br />
AKP ise daha sinsi “planlar” peşinde.<br />
2 Kasım’da Rice’in Türkiye’ye<br />
gelmesi, 5 Kasım’da ise Başbakan<br />
Erdoğan’ın emperyalist haydut<br />
Bush’un huzuruna kabul edilmesi ile<br />
birlikte yeni bir “plan” dillerde dolaşıp<br />
durmaya başladı. Emperyalistlerin<br />
ve onların sadık işbirlikçilerinin bu<br />
“planının” ayrıntıları henüz kamuoyuna<br />
aktarılmadı. Ama uygulamalara<br />
bakılırsa plan PKK’nin süreç<br />
içerisinde tasfiye edilmesini, Güney<br />
Kürdistan’daki etkinliğinin zayıflatılmasını,<br />
DTP’nin PKK’yı “terörist<br />
örgüt” <strong>olarak</strong> görmeye zorlanmasını,<br />
PKK’nın etkisinden çıkarılması için<br />
baskı altına alınmasını, Kürt halkının<br />
DTP’den koparılarak AKP’nin<br />
peşine takılmasını, ABD’nin güdümündeki<br />
Talabani-Barzani ikilisini<br />
Kürtlerin tek temsilcisi konumuna<br />
<strong>indir</strong>meyi vb. noktaları kapsıyor.<br />
Kasım başında yapılan görüşmelerden<br />
hemen sonra Bölgesel<br />
Kürt Yönetimi PKK’ye yakın olan<br />
Kürdistan Demokratik Çözüm<br />
Partisi’nin (PÇDK) Hewlêr, Duhok<br />
ve Süleymaniye bürolarını basarak,<br />
kapattı, Maxmur Kampını ablukaya<br />
alarak gidiş gelişleri engelledi,<br />
PKK’ye lojistik desteği kesmek için<br />
Kandil Dağı çevresindeki kontrol<br />
noktalarını artırdı, gazetecilerin girişini<br />
yasakladı. Son günlerde ise<br />
PKK’nin üst düzey yöneticilerinin<br />
yakalanarak, Türkiye’ye iade edileceği<br />
söylentileri dolandırıldı. Cemil<br />
Çiçek yaptığı açıklama ile bu bilginin<br />
doğrulanamayacağını ve kendi<br />
bilgilerinin olmadığını söyledi. 26<br />
Kasım’da Neçirvan Barzani PKK<br />
yöneticilerinin yakalandığı yönündeki<br />
haberlerin doğru olmadığını,<br />
ne Türkiye ne de ABD ile herhangi<br />
bir anlaşmalarının bulunmadığını<br />
açıkladı.<br />
Diğer taraftan ise AKP hükümeti<br />
hem CHP ve MHP’ye ülke içerisinde<br />
karışıklığı, gerginliği arttırdıkları,<br />
“sokağı tahrik ettikleri” eleştirileri<br />
ile yükleniyor, “ateşle oynamayın”<br />
diye uyarıyor, diğer taraftan da<br />
DTP’yi PKK’nin uzantısı olmakla<br />
suçluyor. Bir taraftan -başından itibaren-<br />
DTP’yi sürekli <strong>olarak</strong> hedef<br />
gösteriyor, diğer taraftan DTP’nin<br />
kapatılmasının iyi olmayacağını söylüyor.<br />
AKP şimdide parti içerisinde<br />
75 Kürt milletvekilinin bulunduğunu,<br />
son seçimlerde görüldüğü gibi<br />
Kürtlerin asıl temsilcisinin kendileri<br />
olduğunu, PKK’nin Kürtleri temsil<br />
etmediğini söylüyor. AKP bilinçli bir<br />
şekilde hem muhalefete hem de Kürt<br />
halkının temsili bağlamında rakip<br />
gördüğü DTP’ye yüklenerek prim<br />
yapmaya çalışıyor. MHP’nin DTP’li<br />
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının<br />
kaldırılması isteği için de AKP<br />
“milletin bölünmez bütünlüğüne”<br />
ilişkin fezlekelerin Genel Kurulda<br />
oylanmasını önerdi.<br />
Tabi ki AKP iktidarı boyunca yaptığı<br />
gibi zikzaklar çizmeyi sürdürüyor.<br />
PKK’ye silah bırakma çağrısı<br />
yaptıktan sonra muhalefetin eleşti-<br />
rileri karşısında “bizim birileri gibi<br />
onları ovada siyaset yapmaya çağırmaya<br />
niyetimiz yok” söylemini kullandı.<br />
Aynı AKP’nin Başkanı 2002<br />
yılında Kürt sorunu için “sorun yoktur<br />
dersen sorun ortadan kalkar”<br />
ifadesini kullanmış, 2005 yılında<br />
ise “Kürt sorunu vardır ve benim<br />
sorunumdur” demişti. AKP bu dönemde<br />
de aynı taktiği kullanmaya<br />
devam ediyor. Sınır-ötesi operasyon<br />
yapılması için gerekli tezkereyi çıkartmış,<br />
sınır-ötesi operasyona yeşil<br />
ışık yakmış ve toplumun da bu operasyona<br />
destek olması için “teröre<br />
karşı birlik olmaya” çağırmış, faşistlerin<br />
sokaklardaki terörünü “halkın<br />
tepkisi” <strong>olarak</strong> nitelemeye devam<br />
etmişti. Şimdilerde ise “eli silah tutan<br />
kovboylar değiliz” açıklamaları<br />
arkasında muhalefeti “sokağı tahrik<br />
etmekle” suçluyor. Oysa bugüne kadar<br />
olan gelişmelerden, Kürt halkına<br />
gündem<br />
yönelen saldırılardan AKP hükümeti<br />
en az diğer burjuva-faşist partiler ve<br />
ordu kadar sorumludur. AKP bu sorumluluğunu<br />
gözlerden gizleyerek<br />
“demokrat” imajı çiziyor. AKP’nin<br />
bütün bu oyunlarına rağmen DTP’li<br />
belediye başkanları, yöneticiler ve<br />
Kürtlerin diğer kurumlarına yönelik<br />
gözaltı, tutuklama saldırısı sürdürülüyor.<br />
Faşist çeteler tarafından<br />
dernek, parti binaları ateşe veriliyor.<br />
Gündem gazetesi çalışanlarının evlerine<br />
baskın düzenleniyor, gözaltına<br />
alınıyor. Kürt belediyelerin çocuk<br />
koroları bile soruşturuluyor.<br />
Dalaş sürerken “ortak düşmana”<br />
karşı birlik…<br />
Bugüne kadar süren dalaşta değişme<br />
yok! AKP devlet iktidarını kemalist<br />
kesimin elinden tamamen alma<br />
mücadelesini sürdürüyor. Bu mücadelede<br />
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile<br />
birlikte çok ilerledi. TRT yeni Genel<br />
Müdürü de dahil olmak üzere, Sezer<br />
döneminde ataması yapılmayan birçok<br />
bürokratın ataması yapıldı. Yeni<br />
bir anayasa hazırlama çalışmaları<br />
hızlandırıldı. AKP iktidarı ele geçirmeye<br />
iyice yaklaştı. Ancak ordunun<br />
başını çektiği kemalist iktidar AKP’yi<br />
her fırsatta sıkıştırmaya devam ediyor.<br />
Sınır-ötesi operasyonu da bu çabalar<br />
içerisinde sayabiliriz. Ordunun<br />
bu isteğine ve kışkırtmalarına karşı<br />
başta direnen AKP bugün ordu ile<br />
“Kürt düşmanlığı” konusunda aynı<br />
noktada bulunuyor. Tezkere oylamasında<br />
da görülmüş olduğu gibi<br />
birbirleri ile dalaşan tüm taraflar söz<br />
konusu devletin kırmızı çizgisi olan<br />
Kürt sorunu olunca birleşiyorlar.<br />
AKP demokratikleşmeden, özgürlüklerin<br />
genişletilmesinden söz etmeyi<br />
sürdürse de pratikte diğerlerinden<br />
bir farkı olmadığını gösteriyor.<br />
Son günlerde ise DTP açıklamaları<br />
ve yaptığı mitingler ile baskılara karşı<br />
sessiz kalmayacağını yineledi. Son<br />
kongrede “özerklik” talebi tüzüğe<br />
geçirildi. Milletvekillerinden bazılarının<br />
dokunulmazlıklarının kaldırılması<br />
halinde tüm milletvekillerinin<br />
istifa edeceğini açıkladı. Bölgedeki<br />
illerde ve son <strong>olarak</strong> ta Diyarbakır’da<br />
yapılan miting ile Kürt halkının<br />
hala esas temsilcisi olduğunu göstermeye<br />
çalıştı. DTP’li Batman Belediye<br />
Başkanı Hüseyin Kalkan partinin<br />
kapatılması halinde dağ yolunun açılacağını<br />
söyledi.<br />
Gelinen aşama suyun daha da ısı-<br />
3
4<br />
gündem<br />
nacağını gösteriyor. Ordu destekli<br />
muhalefet azgınca saldırıyor, AKP<br />
planlı ve sabırlı bir şekilde PKK’yi<br />
tasfiye etmeye çalışmaya, DTP’yi<br />
PKK’yı “terörist örgüt <strong>olarak</strong>” görmesini<br />
sağlamak için zorlamaya,<br />
ABD’nin de desteği ile iktidarını sağlamlaştırmaya<br />
ve bölgede daha fazla<br />
söz sahibi olmaya çalışıyor. Özde bir<br />
farkları bulunmayan, bu ikiyüzlü<br />
siyasetçilerin karşısındaki uyuyan<br />
temel güç işçi sınıfının durumu ise<br />
daha bir içler acısı…<br />
İşçi sınıfı şovenizm denizinde…<br />
Oynanan tüm oyunların gölgesinde<br />
milyonlarca kitlesi ve elindeki üretim<br />
gücüne rağmen işçi sınıfı figüran rolüne<br />
devam ediyor. Kendi bağımsız<br />
eylemini gerçekleştirmek yerine birbirinden<br />
farkı olmayan siyasetlerin<br />
peşinde ilerliyor. Kendi işsizliğinin,<br />
yoksulluğunun, geleceksizliğinin<br />
tüm çıplaklığına rağmen bayraklı<br />
yürüyüşlerin en önünde saf tutuyor.<br />
Hatta kimi yerlerde bizzat örgütleyicisi<br />
durumunda.<br />
Telekom grevi bu çalkantının ortasında<br />
kaldı. Yaklaşık 25.600 işçinin<br />
ve onların ailelerinin geleceği<br />
söz konusu iken grev gündemde yer<br />
bulamadı. Grev mücadelesi faşist savaş<br />
çığırtkanlarının sesleri arasında<br />
kayboldu. Türk Telekom reklamlarının<br />
medyası üç-beş sosyetenin en<br />
küçük hareketini bile manşetine taşırken,<br />
100.000’in üzerindeki insanın<br />
grevini haber <strong>olarak</strong> görmedi. Buna<br />
karşı işçi sınıfının karşı koyuşu yok<br />
denecek kadar az.<br />
Türk-İş grevi sözde desteklerken<br />
grevin tüm işçiler tarafından eylemlerle,<br />
yürüyüşlerle desteklenmesi<br />
görevini yerine getirmedi. DİSK’in<br />
bu konuda bir çabası olmadı. Hatta<br />
DİSK 3 Kasım’da Ankara’da gerçekleştirilen<br />
savaş karşıtı gösteriye katılmayı<br />
dahi gerekli görmedi.<br />
İşçi sınıfının gücü bu oyunu bozmaya<br />
yeterlidir. Sınır-ötesi operasyonda<br />
sıkılacak ilk kurşun işçi sınıfına<br />
ve ezilen halklara olacaktır. Bu<br />
nedenle savaşa karşı durmak, Kürt<br />
halkının barışçıl taleplerinin görmezden<br />
gelinmesine, bu taleplere silahla<br />
cevap verilmesine karşı durmak<br />
Türk, Kürt, Arap ve diğer milliyetlerden<br />
tüm işçilerin görevidir.<br />
İşçi sınıfı bu görevini yerine getirmeden<br />
kendi sorunlarının çözümünde<br />
gerçek bir başarı sağlayamayacaktır.<br />
Savaşın gölgesinde bir<br />
yaşam ile işsizlik, yoksulluk, sosyal<br />
güvenliksiz ve düşük ücretle çalışma<br />
artacaktır.<br />
Tüm halkların birbirleri ile barış<br />
içerisinde ortak yaşadığı, işsizliğin,<br />
sömürünün, yoksulluğun ortadan<br />
kaldırıldığı, silahların susturulduğu<br />
bir dünya mümkün. Emekçi kanı ile<br />
beslenen emperyalistlerin, onların<br />
işbirlikçilerinin saltanatı dışında bir<br />
dünya mümkün.<br />
Bu dünya ellerimizde.<br />
27.11.2007 ✓<br />
“Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi<br />
bir Türkiye” mitinginden notlar…<br />
KESK, TMMOB, TTB tarafından<br />
organize edilen “Özgür,<br />
demokratik ve eşitlikçi bir<br />
Türkiye” mitingi, 3 Kasım günü<br />
Ankara’da yapıldı.<br />
Çeşitli illerden otobüslerle, trenlerle<br />
Ankara’ya gelen onbinler, sabah<br />
saatlerinde Hipodrom’da buluştu.<br />
Burada düzenli kortejler oluşturan<br />
kitle, Sıhhiye meydanına yürüdü.<br />
En önde KESK bünyesinde yer alan<br />
sendikalar yürüdü. Bunlar içinde<br />
Eğitim Sen kitleselliği ile dikkat<br />
çekti. SES, BES, ESM, Kültür Sanat-<br />
Sen, Tarım Orkam-Sen, Tüm Bel-<br />
Sen, Yapı Yol-Sen, Haber-Sen, BTS<br />
yürüyen diğer sendikalardı.<br />
TMMOB de oldukça kalabalıktı.<br />
KESK ve TMMOB yanında TTB’nin<br />
katılımı oldukça düşüktü. KESK ve<br />
TMMOB kortejlerinde, Diyarbakır,<br />
Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Ağrı,<br />
Elazığ, Tunceli, Urfa, Hakkari’den<br />
gelen, öğretmen, mimar, mühendis,<br />
sağlık çalışanı, işçinin attıkları sloganlar<br />
oldukça dikkat çekici idi. Bu<br />
kortejlerden sık sık, “Kürdistan faşizme<br />
mezar olacak!, AKP şaşırma,<br />
bizi dağa taşıma!, Kürtlere uzanan<br />
eller kırılsın!, Güneşe uzanan eller<br />
kırılsın!, Eşitlik, kardeşlik, Kürt ulusuna<br />
özgürlük!” sloganları atıldı.<br />
Diğer sendikalara gelince, DİSK<br />
temsili düzeyde katılım gösterdi.<br />
Dev-Sağlık İş, Emekli-Sen pankartları<br />
ile yürüdüler. Türk-İş’e bağlı sendikalardan,<br />
TÜMTİS, Petrol-İş, Tez<br />
Koop-İş, Deri-İş pankartları arkasında<br />
yürüyenlerin sayısı az da olsa,<br />
bu sendikaların eyleme katılmış olması<br />
olumludur.<br />
Partilerden; ÖDP, SDP, EMEP, EHP,<br />
TKP, DTP; dergilerden; Mücadele<br />
Birliği, Partizan, Alınteri, Kaldıraç,<br />
Odak, İşçi Mücadelesi, Tüm İGD,<br />
Köz; platformlardan, DHP, SODAP,<br />
BDSP, TÖP, ESP ve Halk Evleri,<br />
Öğrenci Kolektifleri, BATİS, ÇHD<br />
vd. katıldılar.<br />
Yürüyüş boyunca, miting sırasında<br />
çok çeşitli sloganlar atıldı. Kimi sloganlar<br />
şunlar: “Madem çıktı tezkere,<br />
Bilal gitsin askere!, Türk, Kürt,<br />
Ermeni, Yaşasın halkların kardeşliği!,<br />
Faşizme karşı omuz omuza!, Susma<br />
haykır halklar kardeştir!, Katil ABD,<br />
işbirlikçi AKP!, Zafer direnen emekçinin<br />
olacak!, Eşit, özgür, demokratik<br />
Türkiye!, Bıji bıratıya gelan!, Savaşa<br />
hayır, barış hemen şimdi!, Gün gelecek,<br />
devran dönecek, AKP halka<br />
hesap verecek!, Kurtuluş yok tek başına,<br />
ya hep beraber, ya hiçbirimiz!<br />
Faşizme ölüm, tek yol devrim!”<br />
Miting alanında, KESK Genel<br />
Başkanı İsmail Hakkı Tombul,<br />
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı<br />
Mehmet Soğancı, TTB Genel<br />
Sekreteri Altay Ayaz birer konuşma<br />
yaptılar.<br />
İsmail Hakkı Tombul; “Silahların<br />
susmasını, Kürt sorununa demokratik<br />
çözüm” talep etti. Mehmet<br />
Soğancı; “sosyal devlet” istedi. Altay<br />
Ayaz; “Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik<br />
haklarını piyasaya teslim” etmeyeceklerini<br />
vurguladı.<br />
Yürüyüş sırasında, miting alanında<br />
atılan sloganlarda, yapılan konuşmalarda,<br />
öne çıkan nokta meclisten<br />
çıkan tezkere karşıtlığı, hazırlanan<br />
savaşa karşı barış vurgusu idi.<br />
Türk devleti tarafından savaş kışkırtıcılığı<br />
yapıldığı, savaş hazırlıklarının<br />
tamamlandığı, şovenist histerinin<br />
sokakta kol gezdiği bir dönemde,<br />
böylesi bir mitingin gerçekleştirilmiş<br />
olması olumludur. Binlerin, onbinle-<br />
rin bir araya gelmiş olması, yürüyüşe<br />
ve mitinge damgasını vuran reformist<br />
yaklaşımlara rağmen olumludur.<br />
Yapılan konuşmalarda, hazırlanan<br />
savaşın nedenleri, kime karşı hazırlandığı,<br />
kime karşı yapılacağı vb.<br />
konularına hiç değinilmedi. Genel<br />
halkların kardeşliğine, bir arada yaşama,<br />
barışa vb. vurgu yapıldı.<br />
Öyle ki, alana girmeden arama<br />
noktası önünde bekleyen Tertip<br />
Komitesi görevlileri, üzerinde “Kürt<br />
halkına yönelik operasyonlara hayır!”<br />
yazan dövizimize, polise verilen<br />
listede olmadığı gerekçesi ile el<br />
koymak istediler. Üstlerine vazife olmayan<br />
işe kalkışan görevlilere döviz<br />
teslim edilmedi. Arama noktasından<br />
geçildi. Döviz alanda müdahale olmadan<br />
açıldı, taşındı.<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> <strong>olarak</strong>, 3 Kasım eylemine<br />
blok kurarak yürüme yerine<br />
güçlü propaganda grubu <strong>olarak</strong> katılmayı<br />
kararlaştırdık. Çeşitli illerden<br />
gelen okurlarımızla da buluşarak<br />
planladığımız işleri yaptık. Yürüyüş<br />
sırasında ve alanda, “Operasyonlara<br />
hayır! Türk şovenizmine hayır!” başlıklı<br />
bildirimizden binlerce adet dağıttık.<br />
Kasım sayımızın satışını yaptık.<br />
Üzerlerinde, “Kürt halkına yönelik<br />
operasyonlara hayır!, Halkların<br />
kardeşliği için tek yol devrim!, Sınır<br />
ötesi operasyona hayır!” yazan dövizleri<br />
taşıdık.<br />
Miting, Sevinç Eratalay, Grup<br />
Kızılırmak ve İlkay Akkaya’nın verdikleri<br />
konser eşliğinde çekilen halaylarla<br />
son buldu.<br />
Özgür, demokratik ve eşitlikçi bir<br />
ülke devrim işidir!<br />
4 Kasım 2007 ✓
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN<br />
halkların kardeşliği için<br />
Linç kampanyasında son durak:<br />
DTP’ye Kapatma Davası<br />
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı<br />
( Y C B ) A b d u r r a h m a n<br />
Ya l ç ı n k a y a ; B a ş b a k a n<br />
Erdoğan’ın DTP’liler için söylediği;<br />
“Meclis’ten atalım da dağa mı çıksınlar”<br />
sözlerinden bir gün sonra<br />
Demokratik Toplum Partisi (DTP)<br />
hakkında Anayasa Mahkemesi’ne<br />
kapatma davası açtı.<br />
Bu kapatma davasından önce, kaçırılan<br />
8 askerin DTP’li vekiller tarafından<br />
teslim alınarak Türk yetkililere<br />
teslim edilmesiyle; Cemil<br />
Çiçek, ‘Suçüstü ya kalandılar’,<br />
Cumhurbaşkanı ‘Takdir edilecek,<br />
hoş görülecek bir davranış değil bu’<br />
dedi. Başbakan, aynı üslup ve beyanlarla<br />
konuştu. Büyükanıt’ın, ‘Partinin<br />
adını bile ağzıma almak istemiyorum’<br />
beyanları üzerine hukuki linç<br />
kampanyası start aldı.<br />
DTP’li vekillerin neredeyse her<br />
söylediği söze savcılar dava açtı.<br />
Burjuva medya da boş durmadı, linç<br />
kampanyasının uzantısı haline gelerek<br />
görevini başarıyla yerine getirmenin,<br />
reklamlardan cebe <strong>indir</strong>ilen<br />
paraların mutluluğunu yaşadı.<br />
DTP’ye saldırılar, Dağlıca’da 12<br />
askerin çatışmada öldürülmesi ve 8<br />
askerin PKK tarafından kaçırılması<br />
üzerine başlatılan linç kampanyası<br />
ile doruğa ulaşmıştı. Sokaklar okullarda<br />
ellerine bayrak tutuşturularak<br />
sokağa döktürülen minnacık çocuklarla<br />
dolduruldu. Eline bayrağı alarak<br />
“Şehitler ölmez vatan bölünmez”,<br />
“Kahrolsun PKK”, “Hepimiz Türk’üz<br />
Hepimiz Mehmetçiğiz” gibi sloganlar<br />
ile sokağı işgal eden bir avuç ülkücü<br />
faşist, yer yer havaya silah sıkarak<br />
güç gösterisinde bulundu, bulunuyor.<br />
Bursa’da olduğu gibi Kürt kökenli<br />
esnafların dükkanları başını<br />
ülkücü faşistlerin çektiği bu güruh<br />
tarafından yağmalanıyor. Bu saldırıları<br />
protesto etmek isteyen Kürtlere<br />
ve devrimcilere ise polis anında saldırarak<br />
dağıtıp gözaltına alıyor.<br />
Kaçırılan 8 askeri almak için giden<br />
vekiller Aysel Tuğluk, Fatma<br />
Kurtalan ve Osman Özçelik aleyhine<br />
yürütülen kampanya sonucu, vekiller<br />
hakkında dokunulmazlıklarının<br />
kaldırılıp 7,5 yıl hapis cezası ile yargılanmaları<br />
için düzenlenen fezleke<br />
meclise verildi.<br />
Fatma Kurtalan hakkında günlerdir<br />
uydurma bir resim ile “kocası da<br />
PKK’lı kendisi de bir zamanlar PKK<br />
saflarında savaştı” diyerek linç kampanyası<br />
yürütülüyor. Bir dizi eylemde<br />
“Kahrolsun PKK” ile “Kahrolsun<br />
Kürtler” sloganları birbirine karışıyor.<br />
Irkçı faşist MHP’nin “Ya sev,<br />
ya terk et” yaklaşımı ve şiarı bu ey-<br />
lemlerde kışkırtılmış kitlelerin yol<br />
göstericisi oluyor. Eylemlerde yer yer<br />
Kürt kökenli işletmecilerin lokalleri<br />
basılıp, tahrip ediliyor, dükkânları<br />
yağmalanıyor. Eylemlere karşı sesini<br />
yükseltme cesareti gösterenler<br />
“Vurun hain Kürde” çığlıkları ile<br />
linç girişiminin hedefi haline geliyor.<br />
Birçok Kürt emekçisi ulusal kimliğinin<br />
açığa çıkacağı, saldırı hedefi haline<br />
gelebileceği korkusu içinde yaşıyor.<br />
DTP büroları terörist faşist saldırıların<br />
hedefi oluyor. Şimdiye dek<br />
onlarca DTP bürosu sivil faşistlerin<br />
bombalı, molotoflu saldırı eylemlerinin<br />
hedefi oldu. Devletin resmi<br />
faşist güçleri bir dizi DTP bürosunu<br />
“Teröristlere yardım ve yataklık”<br />
suçlaması ve delil toplama bahanesi<br />
ile bastı. DTP’li belediye başkanları,<br />
parti yöneticileri sudan bahanelerle<br />
tutuklanıyor, haklarında onlarca<br />
dava açılıyor. DTP faşist TC’nin<br />
PKK’ya karşı mücadelesinin bir aracı<br />
haline getirilmeye çalışılıyor.<br />
Kapatma gerekçesi ve dil yasağı<br />
Başsavcı, DTP için “devletin bağımsızlığına,<br />
ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />
bütünlüğüne aykırılık oluşturduğu,<br />
bu nitelikteki fiillerin partinin<br />
üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği,<br />
bu durumun partinin büyük<br />
kongre, genel başkan, merkez karar<br />
ve yönetim organlarınca açıkça benimsendiği,<br />
bu fiillerin doğrudan<br />
doğruya parti organlarınca kararlılık<br />
içinde işlendiğini ve söz konusu fiillerin<br />
odağı haline geldiği” iddialarını<br />
kapatma davasına gerekçe yaptı.<br />
Yalçınkaya; “Bölücülüğün odağı”<br />
haline geldiği gerekçesi ile, Anayasa<br />
Mahkemesine, 8’i milletvekili 221<br />
DTP’liye 5 yıl siyaset yasağı istemi<br />
ile dava açtı. Savcının açtığı davada,<br />
ölen DTP Ankara il yöneticisi Fevzi<br />
Kara da var. Savcı yani devlet bu dava<br />
ile Kürtlerin öncülerini tutuklayarak,<br />
siyaset yasağı getirerek Kürtlerin<br />
hak aramalarını engellemek istiyor.<br />
Anayasa mahkemesi Başkan vekili<br />
Osman Alifeyyaz Paksüt iddianamenin<br />
kabul edildiğini açıklayarak,<br />
“yargı sürecinin bilinen usuller<br />
çerçevesinde” devam ettirileceğini,<br />
DTP’den bir aylık süre içerisinde ön<br />
savunma isteyeceklerini açıkladı.<br />
Karar üzerine Hürriyet’e konuşan<br />
DTP Milletvekili Sırrı Sakık,<br />
“Türkiye siyasi partileri kapatmayı,<br />
halkın iradesine gem vurmayı, bir<br />
savcının iradesine terk etmemelidirler.”<br />
diyerek tepkisini dile getirdi. Bir<br />
dizi liberal burjuva yazar da DTP’nin<br />
yasaklanmasına Türkiye’nin itibarını<br />
düşünerek karşı çıkıyor. Bunlara<br />
göre DTP, PKK ile arasına sınır çekmemekle,<br />
PKK’yi terörist ilan etmemekle<br />
hata yapıyor. Bu tutarsız tavra<br />
rağmen devletin şahin kanadı açısından<br />
bu liberal burjuva yazarların tavırları<br />
bile “vatan haini” olmalarına<br />
yetiyor.<br />
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının<br />
iddianamesinde Kürt diline de yasak<br />
var. 22 Temmuz seçimleri öncesi<br />
Kars İl Başkanı iken Kars’ın sorunları<br />
ile ilgili Başbakan Erdoğan’a<br />
12 maddelik Kürtçe dilekçe yazan<br />
Mahmut Alınak’a “Bölücülük” suçlaması<br />
ile dava açılır. Dava; SPY’nın 81.<br />
maddesi ihlal edilerek, “Türkiye’de<br />
azınlıklar bulunduğunu ileri sürdüğü,<br />
Türkçeden başka dilde propaganda<br />
yaptığı” iddiasına dayanarak<br />
açılır. Oysa Alınak, dilekçeyi DTP<br />
İl Başkanı sıfatıyla göndermemiştir.<br />
Buna rağmen dilekçe kapatma davasının<br />
gerekçeleri arasında yer aldı.<br />
Savcı dilekçeyi; “tahrik edici ve bölücü,<br />
toplumu geriyor, vatandaşları<br />
birbirine kışkırtıyor, terör örgütünün<br />
amaçları ile örtüşüyor” diyerek,<br />
iddianamenin 141 gerekçesinden biri<br />
saydı.<br />
Tabii ki Kürtçe’ye yasak bununla sınırlı<br />
değil. Diyarbakır Belediye Başkanı<br />
Osman Baydemir’e yılbaşı kartında<br />
Kürtçe “Yeni Yılınız Kutlu Olsun” yazdığı<br />
için soruşturma açılmıştı. Yine çok<br />
dilli belediyecilik anlayışı nedeniyle de<br />
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı görevden<br />
alınmıştı vs.<br />
Parti kapatmaları: İsimler<br />
değişti davalar değişmedi<br />
Bugüne kadar 26 parti çeşitli gerekçeler<br />
ile kapatılmış durumda. Parti<br />
kapatma konusunda Türkiye dünya<br />
birincisi diyebiliriz. Parti kapatmalarda<br />
özellikle Kürt sorununu dile<br />
getiren partiler başı çekiyor. DTP’yi<br />
oluşturan siyasi hareket ilk kez 25<br />
Haziran 1992’de kurulan Özgürlük<br />
ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) ile ortaya<br />
çıktı. ÖZDEP, 30 Nisan 1993’te<br />
kapatıldı. Ahmet Türk’ün genel başkan<br />
olduğu ve 7 Haziran 1990’da kurulan<br />
HEP 14 Temmuz 1993’te aynı<br />
kaderi paylaştı. Hatip Dicle’nin lideri<br />
olduğu ve 7 Mayıs 1993’te kurulan<br />
Demokrasi Partisi, 16 Haziran 1994’te<br />
kapatıldı. DEP Anayasa Mahkemesi<br />
tarafından kapatılmadan önce DEP<br />
yöneticileri HADEP’i kurdu. HADEP<br />
de aynı nedenlerden dolayı 13 Mart<br />
2003’te kapanınca DEHAP kuruldu.<br />
DEHAP hakkında kapatma davası<br />
açıldıktan sonra parti kendiliğinden<br />
kapanmış ve ekip DTP’yi kurmuştu.<br />
DEHAP’ın kapanma davası sürüyor.<br />
Şimdi de sıra DTP’de…<br />
Bu ülkede siz parti kurarsınız ama<br />
nasıl siyaset yapacağınıza siz karar<br />
veremezsiniz. Sizi seçen seçmeninizin<br />
talep ve isteklerini meclise taşırken<br />
bir yerlere danışacaksınız. Onay<br />
alırsanız siyaset yapabilirsiniz. Nasıl<br />
onay alacağınıza dair aşağıdaki açıklamalar<br />
önemlidir.<br />
“Genelkurmay Başkanı Yaşar<br />
Büyükanıt (1 Ekim 2007-Harp<br />
Akademileri): “Terör örgütüne terörist<br />
diyemeyen, terör örgütü mensuplarını<br />
‘kardeşlerimiz’ diye tanımlayan,<br />
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne<br />
‘bölücü’ diyen bir zihniyetle karşı<br />
karşıya bulunmaktayız. Demokratik<br />
bir hukuk devleti olan Türkiye<br />
Cumhuriyeti, bu sorunu hukuk<br />
içinde çözmek zorundadır.”<br />
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />
(9 Kasım Cuma): “PKK’yı “terör örgütü”<br />
<strong>olarak</strong> ilan etmeyen DTP’lileri,<br />
isim vermeden sert bir dille eleştiren<br />
Erdoğan şöyle konuşuyor: “Kendisini<br />
5
6<br />
halkların kardeşliği için<br />
bu ülkeye ait hisseden herkes bu ülkenin,<br />
bu milletin bir parçasıdır. Bu<br />
ülkeye karşı yıkıcı emeller ve eylemler<br />
içinde olan herkes de Türk milletinin<br />
düşmanıdır.”<br />
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal:<br />
(CNN Türk’te konuşurken): “Millet<br />
onları milletvekili seçti. Milletvekili,<br />
seçildiği ilin değil tüm ülkenin temsilcisidir.<br />
Herkes seçtiği milletvekilinin<br />
anlayışını merak ediyor. Terörle<br />
mücadelede net tavır takınmanın<br />
kaçınılmazlığı ortadadır. DTP, demokratik<br />
bir parti midir, yoksa terör<br />
örgütünün uzantısı mıdır? DTP, hem<br />
terör örgütünün uzantısıdır, hem de<br />
Türkiye’de hukuki siyasi parti <strong>olarak</strong><br />
devam edecek. Böyle bir şey olabilir<br />
mi? Bu doğru değil.”<br />
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli<br />
(13 Kasım 2007): “PKK’nın TBMM<br />
çatısı altındaki maşası ve sözcüsü<br />
olan DTP isimli bir siyasi kuruluş yer<br />
almaktadır. Etnik bölücülüğün siyasi<br />
karargâhı olan bu parti, Türkiye’yi<br />
bölmeyi amaçlayan İmralı projeleriyle<br />
ortaya çıkmıştır. ‘Demokratik<br />
Özerklik Projesi’ <strong>olarak</strong> adlandırılan<br />
ve resmi parti programına alınan<br />
bu proje, tek kelimeyle bir ihanet<br />
projesidir.”<br />
Eğer siz yukarıdaki açıklamalara<br />
uygun siyaset yapmıyorsanız o zaman<br />
gereğine katlanırsınız. Bu ülkede<br />
siyaset böyle yapılıyor. Türk<br />
hakim sınıfları kendi meclislerinde<br />
kendi çıkarlarına onay verecek vekiller<br />
istiyorlar. DTP haklı <strong>olarak</strong> hakim<br />
sınıflarının bu baskılarına karşı; “Biz<br />
sizin memurlarınız <strong>olarak</strong> burada<br />
değiliz” diyerek tepki gösterdi.<br />
Hakim sınıfların “demokratikleşiyoruz”<br />
açıklamalarının nasıl içinin<br />
boş olduğu bu dava ile bir kez daha<br />
görülmüştür. Seçilen bir vekil kendi<br />
seçmenine karşı sorumludur ve onun<br />
taleplerini hayata geçirmek için uğraşır.<br />
DTP’li vekillerin yaptıkları iş de<br />
budur. Onlar her fırsatta “şiddetin her<br />
çeşidine karşı” olduklarını ve akan<br />
kanın durmasını, bu ülkeyi bölmek<br />
için değil birleştirmek için çalıştıklarını,<br />
bunun için Kürt sorununun<br />
çözülmesi gerektiğini açıklamaktadırlar.<br />
Hakim sınıflar sürekli kendi<br />
gündemlerini dayatıyorlar. Kürtlerin<br />
kendi ulusal taleplerini dile getirmeleri<br />
onlar için her zaman“bölücülük”<br />
oldu.<br />
DTP ve onun şahsında Kürtler üze-<br />
rinde baskılar giderek artıyor. Böyle<br />
bir ortamda, tüm komünistler, devrimciler,<br />
ilericiler, gerçek demokratlar<br />
“Hepimiz Kürdüz” şiarı altında<br />
birleşmelidir. Bu özellikle Türk olan<br />
işçilerin, emekçilerin bugünkü acil<br />
görevidir.<br />
DTP ve onun şahsında Kürt ulusu<br />
üzerindeki baskının kaynağı bu sermaye<br />
düzeni ve onun devletidir. Bu<br />
düzenin varlığı şartlarında gerçek<br />
çözüm yoktur.<br />
Gerçek çözüm, hakim sınıfların<br />
tümünü, onların sömürü düzenlerinin<br />
her biçimi ve modelini tarihin<br />
çöplüğüne gömecek olan işçilerin,<br />
emekçilerin kendi iktidarındadır.<br />
Gerçek çözüm işçi sınıfı önderliğinde<br />
devrimdedir.<br />
26.11.2007 ✓<br />
Siyasi yasak istenen DTP’lilerin<br />
listesi:<br />
DTP’nin kapatılması halinde,<br />
Mardin milletvekili Ahmet Türk,<br />
Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk,<br />
Van milletvekili Fatma Kurtulan,<br />
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici,<br />
Siirt milletvekili Osman Özçelik,<br />
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncer,<br />
Diyarbakır milletvekili Selahattin<br />
Demirtaş ve Şırnak milletvekili<br />
Sevahir Bayındır’a 5 yıl süreyle siyasi<br />
yasak gelecek ve milletvekilliği de<br />
düşecek.<br />
DTP Genel Başkanı Nurettin<br />
Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir<br />
Belediye Başkanı Osman Baydemir<br />
ile görevinden istifa eden Hakkari<br />
Belediye Başkanı Metin Tekçe, kapatılan<br />
DEP’in eski milletvekilleri,<br />
Sedat Yurttaş, Mahmut Alınak, Leyla<br />
Zana, Hatip Dicle ve Selim Sadak için<br />
siyasi yasak isteniyor.<br />
Başsavcılığın siyasi yasak istediği<br />
diğer DTP’liler şöyle:<br />
“Aydın Budak, Abdulkadir Fırat,<br />
Abdullah İsnaç, Abdurrahim Bilen,<br />
Ahmet Aka, Ahmet Ay, Ahmet<br />
Aydın, Ahmet Cengiz, Ahmet Narım,<br />
Ahmet Özbay, Ahmet Yalçıntaş, Akif<br />
Hamitoğlu, Alaattin Ege, Alaattin<br />
Enül, Ali Aslan, Ali Bozan, Ali Gün,<br />
Ali Sever, Arif Yayla, Aslan Kızıl,<br />
Ayfer Ekin, Ayhan Karabulut, Aynur<br />
Coşkun, Ayşe Arslan, Azize Yağız,<br />
Bahar Yeşilyurt, Bayram Bozan,<br />
Bedirhan Aklan, Bedri Arslan, Bedir<br />
Fırat, Behçet Tunç, Beşir Bekle, Burak<br />
Avcı, Burhan Yürek, Büro Görmez,<br />
Cafer Selçuk, Cemal Coşgun, Cemal<br />
Kuhak, Cemalettin Padir, Çiçek Arıç,<br />
Çimen Işık, Deniz Yeşilyurt, Dicle<br />
Manap, Doğan Erbaş, Emin Uslu,<br />
Emral Dağdelen, Erdoğan Karaca,<br />
Ethem Şahin, Eyüphan Aksu, Ezgi<br />
Dursun, Faysal Yaçan, Fehime Ete,<br />
Ferdi Sönmez, Ferhan Türk, Ferit<br />
Datlı, Fettah Dadaş, Fevzi Kara,<br />
Fuat Arslan, Funda Apak, Gülhanım<br />
Doğa n, Gü r ü Topra k, Hacer<br />
Taşarsu, Hacı Özbay, Hacı Üzen,<br />
Halil Adıgüzel, Halil İmrek, Halis<br />
Yurtsever, Halit Kahraman, Halit<br />
Taşçı, Hatice Adıbelli, Hazal Aras,<br />
Hediye Tekin, Hilmi Aydoğdu, Hilmi<br />
Karaoğlan, Hüseyin Bektaşoğlu,<br />
Hüseyin Çalışçı, Hüseyin Kalkan,<br />
Hüseyin Şahin, Hüseyin Yılmaz,<br />
Hüsnü Koyuncu, İbrahim Erkul,<br />
İbrahim Halil Parıldar, İbrahim<br />
Sunkur, İhsan Güler, İlhan Öymen,<br />
İsmet Aras, İzzet Belge, Kemal<br />
Aktaş, Kemal Çağlan, Kenan Demir,<br />
Kudret Ecer, Lezgin Bingöl, Lezgin<br />
Örnek, Lütfi Dağ, Mahmut Aydıncı,<br />
Mahmut Güngör, Mahmut Kayar,<br />
Medeni Kırıcı, Mehmet Ali Öcalan,<br />
Mehmet A li Ya man, Mehmet<br />
Ayas, Mehmet Bayraktar, Mehmet<br />
Cevat İnce, Mehmet Emin Acar,<br />
Mehmet Emin Yanardağ, Mehmet<br />
Emin Yıldız, Mehmet Faik Taşkın,<br />
Mehmet İnsan, Mehmet Kodaman,<br />
Mehmet Latif Alp, Mehmet Muhti<br />
Aslan, Mehmet Sait Şaşmaz, Mehmet<br />
Salih Duran, Mehmet Salih Koca,<br />
Mehmet Salim Sağlam, Mehmet Sefa<br />
Güngör, Mehmet Şakar, Mehmet<br />
Şirin Karademir, Mehmet Şirin<br />
Tetik, Mehmet Tilki, Mehmet Topçu,<br />
Mehmet Tusun, Mehmet Veysi<br />
Dilekçi, Mehmet Yaşik, Mehmet Zeki<br />
Doğru, Meliha Varışlı, Menderes<br />
Öner, Merak Kurum, Mikail Varhan,<br />
Muhlis Altun, Murat Avcı, Murat Daş,<br />
Murat Öztürk, Musa Farisoğulları,<br />
Mustafa Atmaca, Mustafa Eraslan,<br />
Mustafa Tuç, Müslüm Kılıç, Nayif<br />
Coşkun, Nazahat Kaya, Nazime<br />
Ceren Salmanoğlu, Necdet Atalay,<br />
Nedim Taş, Nimet Özalp, Nizamettin<br />
Öztürk, Nuray Kılıç, Nusrat Akın,<br />
Onur Geldi, Orhan Miroğlu, Orhan<br />
Tunç, Osman Akkoyun, Osman İbek,<br />
Osman Taşdemir, Ömer Aşgakara,<br />
Ömer Yılmaz, Özgür Söylemez,<br />
Pakize Ukşul, Pelgüzar Kaygısız,<br />
Pınar Uzun, Ramazan Özmen,<br />
Resul Atay, Sabri Çelebi, Sabriye<br />
Burumtekin, Salih Karaaslan, Saniye<br />
Turhan, Sara Aktaş, Sebahattin Işık,<br />
Sebahattin Suvağcı, Selim Engin,<br />
Selma Irmak, Selma Söker, Serhat<br />
Ölmez, Seydi Ahmet Öcalan, Seyithan<br />
Kırar, Sırrı Keleş, Sıtkı Adsız, Sibel<br />
Öz, Sihem Akyüz, Sima Dorak, Sinan<br />
Uğur, Sultan Uğraş, Suna Akkuş,<br />
Süleyman Kılıç, Şaban Yılmaz, Şakir<br />
Acar, Şükrü Binici, Tamer Temel,<br />
Taylan Gürel, Tuncer Bakırhan,<br />
Türkan Yüksel, Uğur Saraç, Vakkas<br />
Dalkılıç, Veli Aramaz, Yakup Aslan,<br />
Yıldız Aktaş, Yıldız Bahçeci, Yusuf<br />
Kaya, Yusuf Tokdemir, Yüksel İğdeli,<br />
Zahide Besin, Zeki Aslan, Zeynep<br />
Doğan, Zeynep Karaman, Ziver<br />
Gümüş, Ziya Akdemir” ✓<br />
DTP’ye yönelik baskılar protesto edildi<br />
15 Kasım 2007 tarihinde İHD Adana Şubesinde Kadın Platformu<br />
DTP ve Kürt halkına yapılan saldırıları kınayan bir basın açıklaması<br />
gerçekleştirdi.<br />
Platform adına basın açıklamasını Reyhan KAYIŞLI okudu. Açıklamada<br />
“Bu gün bu sorun çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Başta Genelkurmay ve<br />
AKP hükümeti olmak üzere, yıllardır Kürt halkının barış taleplerini görmezden<br />
gelerek, bölgedeki kirli savaşın devamını isteyenler, Kürt düşmanlığı<br />
üzerinden bu politikalarına devam ediyorlar. Tüm bunların etkisiyle, sokakta<br />
Kürt olduğu anlaşılan insanlar linç ediliyor, Kürtçe müzik dinledikleri için<br />
tekme tokat dövülüyor, Kürt bir vatandaşa ait olan bir mağaza yağmalanıp<br />
talan ediliyor. Bunlar yetmezmiş gibi, yasal bir parti olan DTP binaları, hükümet<br />
partisi AKP’nin, tescilli faşist parti MHP’nin ve artık ondan hiç bir farkı<br />
olmayan CHP’nin kışkırtmasıyla, birçok yerde saldırılara uğruyor, yakılıyor.<br />
Genel merkez binası kurşunlanıyor. Bu saldırıların hiç birisinin failleri cezalandırılmazken,<br />
DTP’nin onlarca yöneticisi gözaltına alınıyor, DTP’li belediye<br />
başkanları tutuklanıyor.” denildi.<br />
Kadınlar son <strong>olarak</strong> açıklamada baskılar karşısında DTP’li milletvekilleri ve<br />
Kürt kadınlarıyla dayanışma içinde olacaklarını, bölgede sürdürülen ve ülke<br />
geneline yayılmaya çalışılan Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine yönelik bu<br />
saldırılar karşısında Kürt halkının siyasi ve demokratik haklarının tanınması<br />
temelinde barışı haykırmaya devam edeceklerini belirttiler.<br />
Basın açıklamasına İHD, DİP Girişimi, EKD, EMEP, ESP, Karşıyaka Kadın<br />
Dayanışması, Sosyalist Feminist Kolektif, DÖKH, <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> ve Tekstil-Sen<br />
katıldı.<br />
15.11.2007, Ydi <strong>Çağrı</strong> / Adana ✓
halkların kardeşliği için<br />
Dünyanın lanetlileri: Mülteciler<br />
“Kaçak taşıyan tekne battı: 2 ölü”,<br />
“Mülteci teknesi battı: 5 kişi kayıp”,<br />
“112 kaçak şahıs yakalandı”,<br />
“Ege’de kaçak teknesi battı”. Bunlar<br />
gazetelerde sadece bir hafta içerisinde<br />
yer alan haberler. Ülkelerindeki<br />
emperyalist işgallerden, iç savaşlardan<br />
ya da cinsel, sınıfsal, dinsel veya<br />
etnik kimliklerinden dolayı ayrımcılığa<br />
maruz kalmalarından ötürü her<br />
türlü tehlikeyi göze alarak ülkelerini,<br />
sevdiklerini terk etmeye çalışan bu<br />
insanların büyük bir kısmı hayallerine<br />
kavuşamadan ya hayatını kaybediyor<br />
ya da ülkelerine geri dönmek<br />
zorunda bırakılıyorlar.<br />
2006 yılı verileri dünyada yaklaşık<br />
8 milyon 4 yüz bin mülteci olduğu<br />
yönünde. Ancak bir de kendi ülkelerinin<br />
sınırları içinde mülteci durumuna<br />
düşen 25 milyon civarında<br />
insan var.<br />
Mültecilerin hukuksal statülerini<br />
belirleyen ana düzenleme 1951 tarihli<br />
Mültecilerin Hukuki Statüsüne<br />
İlişkin Cenevre Sözleşmesi’dir.<br />
Sözleşme mülteciyi, “ırkı, dini, milliyeti,<br />
belli bir sosyal gruba mensubiyeti<br />
veya siyasi düşünceleri nedeniyle<br />
zulüm göreceği konusunda<br />
haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden<br />
ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle<br />
geri dönemeyen veya dönmek<br />
istemeyen kişi” <strong>olarak</strong> tanımlıyor.<br />
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin<br />
14. maddesinde de iltica temel bir<br />
insan hakkı <strong>olarak</strong> tanımlanarak,<br />
“herkesin zulüm karşısında başka<br />
ülkelere sığınma talebinde bulunma<br />
ve sığınma olanağından yararlanma<br />
hakkı vardır” denmiş. Genel <strong>olarak</strong><br />
tüm bu tanımlardan uzak <strong>olarak</strong><br />
“bir mülteci, mülteci statüsüne ilişkin<br />
prosedür ve usule bakılmaksızın<br />
mültecidir” Sözleşme’yle uluslararası<br />
bir koruma rejimi geliştirilmiştir.<br />
Yani Birleşmiş Milletler Mülteciler<br />
Yüksek Komiserliği (BMMYK)<br />
mültecilerin sığındıkları ülkede korunmalarını<br />
sağlamak ve ülkeye bu<br />
amaç için elinden geldiği kadar yardımcı<br />
olmakla görevlendirilmiştir.<br />
Bu durumda, devletler mültecileri<br />
tehlike altında oldukları yerlere geri<br />
dönmeye mecbur edemezler. Mülteci<br />
grupları arasında ayırımcılık yapamazlar.<br />
Mültecilerin, en azından sığındıkları<br />
ülkedeki diğer yabancıların<br />
yararlandığı ölçüde, ekonomik ve<br />
sosyal haklardan yararlanmalarını<br />
sağlamalıdırlar. Son <strong>olarak</strong>, devletler<br />
BMMYK ile işbirliği yapmakla<br />
yükümlüdürler ve insani nedenlerden<br />
ötürü, geçici <strong>olarak</strong> sığınmacı<br />
veya mülteci hakkı verilmiş kişilerin<br />
en azından eşi ve bakıma muhtaç<br />
çocuklarının ülkeye kabulüne izin<br />
vermelidirler.<br />
Ancak özellikle Batı Avrupa ve<br />
Kuzey Amerika devletleri, sığınma<br />
ve mülteci <strong>olarak</strong> tanınma hakkının<br />
devletlerine getirdiği yüklerden<br />
yakınarak bu hakkın kısıtlanmasına<br />
yönelik pratikler geliştirmekte<br />
ve yukarıda bahsedilen uluslararası<br />
koruma rejimini büyük ölçüde<br />
tahrip etmektedirler. Af Örgütü<br />
Türkiye’nin yaptığı bir basın açıklamasındaki<br />
verilere göre 2006 yılında<br />
2002’ye oranla 27 AB ülkesi %53<br />
daha az sığınma başvurusu almıştır.<br />
Ayrıca, 1951 Sözleşmesi konusunda<br />
da “ortak tutum” geliştiren AB hükümetleri<br />
yalnızca hükümetler ve<br />
görevlileri tarafından baskı gören<br />
kişileri mülteci <strong>olarak</strong> kabul edecek<br />
ve fakat belirli bir alandan hakimiyet<br />
kuran silahlı bir hareket tarafından<br />
tehdit edilen kişilere sığınma hakkı<br />
tanımayacaklardır. Küreselleştiği<br />
rivayet edilen dünyada söz konusu<br />
mülteciler olunca birdenbire ulusal<br />
sınırlar hatırlanmaktadır.<br />
Türkiye’de mültecilere ilişkin halen<br />
geçerli olan yasa “Türk kültürüne<br />
bağlı olmayanlar, anarşistler, casuslar<br />
ve göçebelerin” mülteci ve sığınmacı<br />
olamayacağını yazan 1934 tarihli<br />
İskan Kanunu’dur. Bunun dışında<br />
1994 tarihli bir de yönetmelik vardır.<br />
Bu yönetmelik mültecilere geçici ikamet<br />
hakkı tanır. Türkiye 1951 tarihli<br />
Sözleşme’yi de kabul etmiş ancak 42.<br />
maddesinde bulunan çekince koyma<br />
hakkını kullanarak işlevsizleştirmiştir.<br />
Özellikle Irak ve Filistin gibi<br />
halklarının gerçekten bir yaşam savaşı<br />
verdikleri ülkelere komşu olan<br />
Türkiye binlerce mültecinin akınına<br />
uğramakta, bunların sadece küçük<br />
bir kısmı mülteci olabilmek için gerekli<br />
prosedürleri işletmekte, çoğunluğu<br />
ise Türkiye’ye girdikleri yollarla<br />
mülteci kabul eden ülkelere olan tehlikeli<br />
yolculuklarına devam etmektedirler.<br />
Çeşitli yollarla Türkiye’ye girdikten<br />
sonra bir şekilde kolluk birimlerine<br />
başvuranlara ise geçici ikamet<br />
için başvuru hakkı tanınmakta, başvurusu<br />
kabul edilmeyenler vatandaşı<br />
olduğu veya sınırından geçiş yaptığı<br />
ülkeye geri gönderilmekte, geçici ikamet<br />
izni alabilenler ise mülteci kabul<br />
eden ülkelerden biri kendilerini kabul<br />
edene kadar zorunlu ikamete tabi<br />
tutulacağı kente gönderilmektedir.<br />
Türkiye de diğer ülkeler gibi sınır<br />
güvenliği vb. gerekçelerle mültecilere<br />
kapılarını açmak istememekte, onları<br />
en kısa yoldan geri göndermeye<br />
çalışmaktadır. Örneğin 1993, 1994<br />
ve 1995 yıllarında İran’la Türkiye<br />
arasında imzalanan ikili güvenlik<br />
anlaşmaları uyarınca sorgulamaları<br />
sırasında kimlikleri tespit edilenlerden<br />
1993–94 arası 2 binin üzerinde<br />
sığınmacı İran’a iade edilmiş, bunlardan<br />
dördü idam edilmiş bir kısmı<br />
ise hapishanelere atılmıştır.<br />
Halklarımız da yaşadıkları baskı ve<br />
zulüm politikalarından kaçarak kurtulmaya<br />
çalışmışlardır. Özelikle 12<br />
Eylül faşist darbesi ve ardından Kürt<br />
ulusal hareketini s<strong>indir</strong>mek amacıyla<br />
bölgede devletin uyguladığı şiddet<br />
politikası nedeniyle bir milyona yakın<br />
insanımız ülke içinde mülteci durumuna<br />
düşerken, 1980–1999 yılları<br />
arasında 579.510 kişi Türkiye’den<br />
kaçarak sığınma aramak zorunda<br />
kalmıştır. Türkiye BMMYK’nin verilerine<br />
göre ülke içinde mülteci durumuna<br />
düşenlerin sayısı bakımından<br />
en başlarda yer almaktadır. Bölgeden<br />
batıya gelenlerse sürekli ırkçı saldırıların<br />
hedefi olmaktadırlar.<br />
1948 İnsan Hakları Evrensel<br />
Bildirgesi ve 1951 Cenevre Sözleşmesi<br />
2. Dünya Savaşı’nın acılarının yaşandığı<br />
ve sosyalizm korkusuyla da<br />
olsa insani değerlerin korunmaya<br />
çalışıldığı bir ortamda hazırlanıp<br />
imzalanmıştır. Oysa bugün aynı<br />
devletler Sözleşme’nin getirdiği mali<br />
yüklerden yakınmakta ve mültecileri<br />
sınırlarından uzak tutmaya çalışmaktadırlar.<br />
Gelişmiş ülkelerde<br />
genel eğilim mültecileri çıktıkları<br />
ülkelerde BMMYK’nin denetimindeki<br />
kamplarda tutmak şeklindedir.<br />
Ülkelerini yüksek duvarlarla mültecilere<br />
karşı koruyan devletler, onları<br />
kabul ettiklerinde dahi ayrımcı politikalarını<br />
sürdürmektedirler. Yerel<br />
halk tarafından dışlanan, ırkçı kışkırtmalara<br />
ve saldırılara hedef olan,<br />
devletlerin gözünde terörist ve potansiyel<br />
suçlu <strong>olarak</strong> görülen ve sürekli<br />
kolluk güçleri tarafından taciz<br />
edilen (örneğin bir karakolda silahla<br />
öldürülüveren), ucuz işgücü <strong>olarak</strong><br />
sömürülen bu insanların aslında çok<br />
basit bir isteği bulunmaktadır. Tüm<br />
insanlar gibi hayatlarını korkmadan<br />
sürdürebilmek.<br />
24.11.2007<br />
Bir <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru ✓<br />
Faşizmin Mersin kolu da iş başındaydı<br />
21 Ekim’de Dağlıca baskınından<br />
sonra, tüm yurtta olduğu gibi<br />
Mersin’de de faşistler iş başındaydılar.<br />
Gün geçmiyordu ki devrimcidemokrat<br />
kurumlar bir baskına,<br />
kundaklamaya uğramasın. Ölen<br />
askerlerin yasını tutuyormuş gibi<br />
görünen faşistlerin asıl yapmak istedikleri;<br />
Kürt düşmanlığını, devrimci,<br />
demokrat düşmanlıklarını sahneye<br />
koymakta hiç de gecikmediler.<br />
Polis eşliğinde Kürt mahallelerine<br />
girip tehditler savuran faşistlere<br />
müdahale eden Kürt gençlerine, polis<br />
müdahale etti. Sorgusuz sualsiz<br />
gözaltına alınan bir ESP’liyi döven<br />
polislerin götürdüğü savcı, ESP’liye<br />
vaatlerde bulundu. En ufak öğrenci<br />
hareketini coplarla bastıran polisler,<br />
okul kıyafetleriyle ırkçı sloganlar atan<br />
gençlere, bir gül vermediği kaldı.<br />
Yukarıda sayılan olayların yanında<br />
SDP ve DTP binalarına saldırılar<br />
da söz konusuydu. SDP’ye saldırının<br />
ardından tüm faşist kabarışa<br />
ve tahriklere karşı SDP binasında<br />
bir araya gelen ÖDP, SDP, EMEP,<br />
İHD, EKD, SEH, 78’liler Derneği,<br />
Halkevi, KESK Şubeler Platformu<br />
temsilcileri:“Toplumdaki gerginlik ile<br />
bir Türk-Kürt çatışmasının körüklenmesinden<br />
kaygılanıyoruz” dedikleri<br />
açıklamayı; “şimdi farklı şeyler söylemenin<br />
yanında farklı şeyler de yapma<br />
zamanıdır.” sözleriyle bitirdiler.<br />
Bu faşist dalgaya katılanları başlıca<br />
iki gruba ayırabiliriz. Birincisi,<br />
yeminli faşist çetelerdir ki bunlara<br />
söyleyecek fazla sözümüz yok. Onlar<br />
görevlerini yapıyorlar. Fakat birgün<br />
kendi kan deryalarında boğulacaklardır.<br />
Bugün bu dileğimiz imkansız<br />
görünse de buna inancımız tamdır.<br />
Bu dalgadan etkilenen ikinci gruba<br />
gelince, asıl muhatabımız olan bu<br />
gruba sözümüz şudur:<br />
Devlet yönetimini elinde bulunduran<br />
yönetici, ezen, burjuva tabakası<br />
kendi çıkarlarını toplumun tüm kesimlerinin<br />
çıkarlarıymış gibi göstermede<br />
çok ustadırlar. Senin çıkarın<br />
emeğin, barışın, devrimin yanındadır.<br />
Faşizmin, savaşın, sömürünün<br />
yanında değil.<br />
Yaşasın halkların kardeşliği!<br />
Halkların kardeşliği için tek yol<br />
devrim!<br />
Bir Ydi <strong>Çağrı</strong> okuru/Mersin ✓<br />
7
8<br />
yeni kadın dünyası<br />
Tüketim çılgınlığı ve kadının<br />
cinsel sömürüsü<br />
Biz aptal<br />
mıyız?...<br />
MediaMarkt deyince aklınıza ne geliyor?<br />
Durun biz söyleyelim.<br />
25<br />
Eylül tarihinde İstanbul’un<br />
Ümraniye semtinde ilk<br />
mağazasının açılışını yapan<br />
dev elektromarket zincirinin<br />
kapısının önünde yaşlısı genci, kadını,<br />
çocuğuyla 6 bin kişinin beklediği<br />
uzun insan kuyrukları. Mağaza<br />
kapılarının saat sekizde açılmasıyla<br />
çıldırmış gibi içeriye hücum eden insanlar.<br />
Herkesin lazım olsa da olmasa<br />
da yangından mal kaçırır gibi kaptığı<br />
ürünle kasada soluğu aldığı, birbirlerinin<br />
ellerinden ürünleri almaya çalıştığı,<br />
izdiham nedeniyle bazılarının<br />
ezilme tehlikesi geçirdiği bir kendinden<br />
geçme hali... Yoğunluk nedeniyle<br />
kapılarını kapatmak zorunda kalan<br />
mağazaya giremeyenlerin tepkilerini<br />
bağırıp çağırarak, kapıları tekmeleyerek<br />
gösterdiği, polisin dağıtmak<br />
için biber gazı kullandığı insan<br />
manzaraları...<br />
Tabii bütün bunların bir nedeni<br />
vardı. Türkiye’de ilk mağazasını<br />
açan MediaMarkt bazı ürünlerini<br />
ucuza satışa çıkarmıştı. 25 Eylül’den<br />
28 Eylül’e kadar sürdürülmesi planlanan<br />
kampanya, promosyonlu ürünlerin<br />
stoklarının aynı gün tükenmesiyle<br />
ilk günden sonlandırıldı.<br />
Bu yazımızla MediaMarkt somutunda<br />
kadınların reklamlardaki cinsel<br />
sömürüsüne ve insanların tüketim<br />
çılgınlığının hangi boyutlarda<br />
olduğuna değinmek istiyoruz.<br />
Fakat isterseniz önce MediaMarkt’ın<br />
ne olduğuna kısaca bir bakalım.<br />
İlk mağazasını 1979 yılında<br />
Almanya’nın Münih kentinde açan<br />
MediaMarkt, 1989 yılında Fransa’da<br />
açtığı mağazası ile ilk kez yurtdışına<br />
açılır. İstanbul Ümraniye, Eskişehir<br />
ve Mersin’de açtığı yeni şubelerle<br />
birlikte Avrupa’nın toplam 15 ülkesinde<br />
470’in üzerinde mağazası<br />
bulunuyor. MediaMarkt 2006 itibariyle<br />
15.2 milyar Euro net geliriyle ve<br />
42.409 kişilik çalışanıyla Avrupa’nın<br />
en büyük elektronik market zinciri<br />
durumunda.<br />
MediaMarkt’ın Almanya’da kul-<br />
landığı ve adeta özdeşleştiği reklam<br />
sloganı “Ben aptal değilim” sloganıdır.<br />
Bununla MediaMarkt; ‘Ey<br />
tüketici bizde bu kadar çok olanak<br />
varken gidip başka yerden alışveriş<br />
yaparsan sen aptalsın. Eğer diğerleri<br />
gibi aptal olmak istemiyorsan sana<br />
sunduğumuz ‘sonsuz fırsatlardan’<br />
yararlanırsın!’ demek istiyor. Yani<br />
aptal olup olmadığınızı anlamak için<br />
fazla birşey yapmanıza gerek yok.<br />
MediaMarkt’tan alışveriş yapıp yapmadığınıza<br />
bakmanız yeterli!<br />
Türkiye’de 90’lı yıllardan itibaren<br />
büyük alışveriş merkezlerinin sayısında<br />
gözle görülür bir artış gerçekleşti.1993<br />
yılında yalnızca 4 alışveriş<br />
merkezi bulunurken bugün bu sayı<br />
140’ın üzerinde. 67 alışveriş merkezi<br />
ise çok yakında faaliyete geçmek<br />
üzere inşaat halinde. Kısacası, inşaat<br />
halindeki alışveriş merkezlerinin de<br />
yakında tamamlanmasıyla, 15 yıl<br />
gibi bir süre içinde alışveriş merkezi<br />
sayısı 4’ten 200’e çıkmış olacak. Bu<br />
dönemde açılan onlarca süper ve hipermarketi<br />
bu listeye eklemiyoruz<br />
bile…<br />
Bu kadar kısa bir zaman içerisinde<br />
dev alışveriş merkezleri ile ilgili bu<br />
patlama ister istemez büyük rekabetleri<br />
de beraberinde getiriyor. Bu<br />
rekabette ayakta kalabilmek ve daha<br />
fazla büyümek için yapmadıkları şey<br />
yok gibi.<br />
Çok çeşit, geniş mekan, yoğun reklam<br />
kampanyaları, bol taksitli seçenekler<br />
ve çok sınırlı promosyonlardaki<br />
düşük fiyatlarla tüketim çılgınlığı<br />
her gün biraz daha körükleniyor.<br />
Fakat bu “ucuzluk” durumu, başka<br />
şeylerin yanında bu sektörde çalışan<br />
binlerce işçinin çalışma standartlarının<br />
düşürülmesiyle, ücretlerinin düşük<br />
tutulmasıyla ve sendikalaşmanın<br />
önünde bin bir türlü engelin çıkarılmasıyla<br />
mümkün oluyor. Çığ gibi<br />
büyüyen perakende şirketlerindeki<br />
çalışma koşulları bunun açık göstergesi.<br />
Büyük alışveriş mağazalarının<br />
önünden geçerken gözümüze çarpan<br />
o “ucuz “ ürünler ve belki de ucuzladığı<br />
için sevindiğimiz ve tükenmeden<br />
almak istediğimiz o ürünler;<br />
üretim aşamasından ürünün satışa<br />
sunulması aşamasına kadar binlerce<br />
işçinin adeta kölelik koşullarında çalıştırılması<br />
ile mümkün oluyor.<br />
Bugün MediaMarkt gibi perakende<br />
alışveriş merkezlerinde çalışan işçilerin<br />
çok küçük bir azınlığı sendikal<br />
örgütlülüğe sahip. Bu sendikalaşma<br />
ise uzun ve meşakkatli bir mücadele<br />
ve çok sayıda işçinin işten atılması<br />
sonucunda gerçekleşebiliyor. Büyük<br />
çoğunluk hâlâ sendikasız, sigortasız,<br />
esnek çalışma koşullarının dayatıldığı,<br />
iş güvencesinden yoksun, uzun<br />
çalışma saatlerinin uygulandığı ağır<br />
bir sömürü ile karşı karşıya.<br />
Bundan birkaç hafta önce yayınlanan<br />
Uluslararası Sendikalar<br />
Kon fe d e r a s yonu’nu n (I T UC)<br />
“Sendikal Hak İhlalleri” raporunda<br />
MediaMarkt’ın Polonya Gdansk’taki<br />
mağazasında yaşanan bir sendikalaşma<br />
mücadelesine yer veriliyordu.<br />
Gdansk mağazasındaki sendikal örgütlenmeden<br />
iki gün sonra bir sendikacı<br />
işten atılmış, ardından bazı<br />
işçilere işyerinde sendikaya ihtiyaç<br />
olmadığına dair bir açıklama imzalatılmak<br />
istenmişti. İşveren baskılarıyla<br />
iki sendika üyesi istifa etmiş,<br />
ikisinin geçici iş sözleşmesi yenilenmemiş,<br />
bir işçi ise işten atılmıştı.<br />
Bu madalyonun bir yüzüydü. Diğer<br />
yüzü ise yukarıda çizmeye çalıştığımız<br />
MediaMarkt’ın İstanbul’daki<br />
açılışında yaşanan görüntülerin<br />
resmi idi.<br />
Tüketim Toplumu?<br />
Tüketim toplumu tabiri ilk <strong>olarak</strong><br />
Batı’da ‘sanayileşme sonrası’ ortaya<br />
çıkan toplum şeklini tarif etmek için<br />
kullanılmaktadır. Teknolojinin gelişmesi<br />
ile birlikte üretimin artmasıyla<br />
hızla değişen arz-talep dengesindeki<br />
uyuşmazlık kapitalist burjuvaziyi<br />
farklı politikalara itmiş, üretilenlerin<br />
hızlı tüketimini sağlayabilmek<br />
için her türlü yolu denemeye<br />
başlamışlardır.<br />
Bu yolların en önemlileri elbette<br />
ki yazılı basın ve televizyonun yanı<br />
sıra son yıllarda oldukça büyük bir<br />
yaygınlık kazanan İnternet, tüketim<br />
toplumunu yönlendirmede ve<br />
manipule etmede kullanılan başlıca<br />
kaynaklardır.<br />
Giderek sonu gelmez bir şekilde<br />
uzayan ve derinleşen reklamlar bir<br />
yana, her akşam on milyonlarca insan<br />
ekranları başında izledikleri<br />
dizilerde onlarca çeşit alışveriş merkezi,<br />
lüks takım elbise, ayakkabı, aksesuar,<br />
otomobil, cep telefonu, bilgisayar,<br />
mobilya, beyaz eşya ve mutfak<br />
gereçleri, gıda ürünleri görmeleri,<br />
kesinlikle tesadüf değil.<br />
Bu lu şma ve v a k it geçirme<br />
mekânlarının alışveriş merkezleri<br />
olması, semtlerin alışveriş merkezleri<br />
ve marketlerle anılması, otobüs<br />
duraklarına alışveriş merkezi ismi
verilmesi gibi birçok şey de tüketimi<br />
kutsallaştıran ve özendiren etkenler<br />
arasında yer alıyor.<br />
MediaMarkt’ın Ümraniye’deki açılışında<br />
insanların delirmiş gibi mağaza<br />
hücumunun ardından yarım<br />
saatlik bir süre içerisinde 5 bin 300<br />
televizyon ve 800 tane dizüstü bilgisayar<br />
satılıyor!<br />
Jean Baudrillard ’ın, Ay rıntı<br />
Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen<br />
“Tüketim Toplumu” adlı kitabında<br />
belirttiği gibi; artık ihtiyaçlar<br />
medya tarafından belirlenmekte,<br />
neyin ihtiyaç olduğunu düşünecek<br />
zamanı bulamayan tüketici önüne<br />
sürülen alternatiflere ‘evet-hayır’ cevabından<br />
birisini verebilecek kadar<br />
bir zamanı ancak bularak şuurlu olmaktan<br />
çok gayri iradi ve şuursuz bir<br />
şekilde cevaplar üretmektedir.<br />
Kapitalist burjuvazi azami karlar<br />
elde etmek için toplumu mümkün<br />
olduğunca daha fazla tüketime yönlendirmek<br />
istiyor. Bu nedenle “ortalama<br />
insan” ne kadar bu tüketim çılgınlığının<br />
içine çekilebilirse o ölçüde<br />
başarılı olunmuş demektir.<br />
Tüketicilerin davranışlarını yönlendirmede<br />
çok önemli bir yere sahip<br />
olan televizyon reklamcılığı, bu<br />
alanda ciddi yatırımlar yapılarak<br />
geliştirilmekte, insanların eğlenerek<br />
ve hoşlanarak seyredeceği şekle<br />
sokulmaktadır.<br />
Hala “annesinin televizyonunu,<br />
margarinini, çamaşır makinesini<br />
kullananlar“ dışlanmakta yeni modeller<br />
sunulmaktadır. Artık öyle bir<br />
noktaya gelinmiştir ki alabilecek durumda<br />
olan insanlar, “alayım mı?”<br />
sorusunun yerine “hangisini almalıyım?”<br />
sorusunu geçirmişlerdir.<br />
Kitle iletişim araçları içerisinde hedef<br />
kitleyi en fazla etkileme gücüne<br />
sahip olan araç televizyondur kuşkusuz.<br />
Çünkü geniş bir izleyici kitlesine<br />
sahip olan televizyon aynı anda<br />
hem göze hem de kulağa hitap ettiği<br />
için insanların ürün hakkında daha<br />
fazla bilgi sahibi olmasını sağlamaktadır.<br />
Televizyonda reklamı yapılan<br />
ürünün çekici kılınabilmesinde<br />
reklamlarda kullanılan oyuncuların<br />
önemi de çok büyüktür. Hedef kitlenin<br />
özellikleri dikkate alınarak genç<br />
ve güzel kadınlar, yakışıklı erkekler<br />
reklamlarda görülmektedir. Reklamı<br />
izleyen kişi kendisini bu oyuncularla<br />
özdeşleştirerek reklamı yapılan<br />
ürüne sahip olduğunda kendisinin<br />
de onun gibi ‘farklı ve özel” olacağını<br />
düşünür.<br />
Burjuvazinin dünya sorunları ile<br />
ilgilenmeyen içinde bulunduğu yaşam<br />
koşullarını sorgulamayan, hayal<br />
dünyasında yaşayan bireyci ve bencil<br />
insanlar yaratmak için yürüttüğü çabaları<br />
küçümsememek gerekir.<br />
Her gün onlarca “uzman” yardımıyla<br />
ve reklam üreten şirketleri aracılığıyla<br />
insanların cebindeki son kuruşu<br />
da çekip almak için trilyonlarca<br />
para harcanıyor.<br />
Dünya’da bu alanda 350 milyar<br />
dolarlık bir endüstriden söz edilir-<br />
ken, Türkiye’de 220 milyar dolar<br />
olan GSMH’nın 2.2 milyar dolarını<br />
reklam harcamaları oluşturuyor.<br />
Bileşim International’in verilerine<br />
göre Türkiye’de toplam reklam harcamaları;<br />
1999 yılında 2 katrilyon<br />
130 trilyon lira <strong>olarak</strong> gerçekleşmiş,<br />
bunun 1 katrilyon 490 trilyonu televizyonlara<br />
ilişkin reklam harcaması<br />
olmuştur.<br />
Burjuvazinin bu çabası bir yandan<br />
tüketim çılgınlığını körüklerken<br />
diğer yandan da işçi ve emekçiler<br />
uyuşturularak toplumsal bilincinin<br />
köreltilmesine, içinde yaşadığı kötü<br />
duruma isyan etmeyen edilgen insan<br />
kitlelerinin yaratılmasına hizmet<br />
ediyor.<br />
Reklamlarda Kadın Cinselliğinin<br />
Sömürüsü<br />
Alman elektronik devi MediaMarkt<br />
İstanbul Ümraniye’deki gürültülü<br />
açılışından önce kullandığı reklam<br />
sloganlarıyla dikkat çekti. İstanbul’un<br />
çeşitli semtlerinde reklam bilboardlarını<br />
süsleyen sloganlardan bir tanesi<br />
şöyleydi: “25 Eylül’den itibaren<br />
tıpkı Nataşalar gibi en çekici aletleri<br />
aynı çatı altında bulacaksınız”.<br />
1990’lı yıllarda geniş kitlelere sosyalizm<br />
<strong>olarak</strong> yutturulmaya çalışılan<br />
Doğu Bloku çöktü. Sözde sosyalist<br />
gerçekte sosyal faşist-sosyal emperyalist<br />
olan bu rejimlerin bir bir çökmesiyle<br />
birlikte burjuvazinin “sosyalizm<br />
öldü” demagojisinin ötesinde bir<br />
gerçeği de açığa çıkardı. İnsanların<br />
yıllarca sosyalizm adına nasıl sömürüldüklerini,<br />
aç ve yoksul bırakıldıklarını,<br />
güya komünist olan partilerin<br />
başındakilerin ezilenlerin sırtından<br />
nasıl zenginleştiklerini gösterdi.<br />
Doğu Bloku’nun çöküşü ve kapıların<br />
açılması ile birlikte çökenin sosyalizm<br />
olduğuna, kapitalizmin sosyalizmden<br />
daha iyi olduğuna inanan binlerce<br />
insan ‘daha iyi bir yaşam için’ geride<br />
ailesini çoluk çocuğunu bırakarak<br />
göç yollarına düştü. Buralardan göç<br />
alan ülkelerden bir tanesi de Türkiye<br />
oldu. Özellikle Moldova, Ukrayna<br />
ve Rusya’dan göç eden kadınlar çocuklarını,<br />
eşlerini geride bırakarak<br />
geldikleri Türkiye’de çalışıp para biriktirdikten<br />
sonra ailelerinin yanına<br />
dönmeyi planlıyorlardı. Türkiye gibi<br />
milyonlarca işsizin olduğu bir ülkede<br />
insan tacirleri tarafından kandırıla-<br />
rak getirilen kadınların önemli bir<br />
çoğunluğu seks kölesi <strong>olarak</strong> çalıştırılmaya<br />
başlandı. Gazetelerin ikinci<br />
sayfasında gün geçmiyor ki isimleri<br />
Nataşa, Tatyana, Olga…olan kadınların<br />
fuhuş yaptırıldığı randevu evleri,<br />
otel odalarının basıldığına dair<br />
haberler okumayalım!<br />
Türkiye’de Nataşa kelimesi bir kavram<br />
haline geldi. Nataşa dendiğinde<br />
insanların aklına bedenini para karşılığı<br />
satan yabancı uyruklu kadınlar<br />
geliyor.<br />
Erkek egemen kapitalist toplum ikiyüzlüce<br />
bir tavırla bir yandan Nataşa<br />
<strong>olarak</strong> adlandırılan bu kadınların<br />
‘Türk aile yapısını’ bozdukları, ‘Türk<br />
erkeğini baştan çıkardıkları’ propagandasını<br />
yaparken diğer yandan da<br />
bu kadınların sırtından inanılmaz<br />
paralar kazanılıyor. Kazanılan paralar<br />
sadece kadınların fuhuş karşılığı<br />
kazandırdığı paralar değil aynı zamanda<br />
MediaMarkt reklamında da<br />
görüldüğü gibi Nataşa söylemiyle kadınların<br />
cinsel sömürüsü üzerinden<br />
de kazanılan paralar.<br />
MediaMarkt’ın bu sloganı kapitalist<br />
sistemin iğrenç erkek egemen<br />
yüzünü daha iyi ortaya koyamazdı!<br />
Elektronik eşyaların esas alıcılarının<br />
erkekler olduğunu bilen MediaMarkt<br />
patronları, kadınları birer cinsel<br />
obje, alet <strong>olarak</strong> göstererek esas hedef<br />
kitle olan erkeklerin ilgisini çekmeye,<br />
onların cinsel arzularına hitap<br />
etmeyi amaçlıyor. Bu arada kadınların<br />
bir meta <strong>olarak</strong> iğrenç bir şekilde<br />
aşağılanmasında ise bir sakınca<br />
görmüyor!<br />
MediaMarkt’ın kadın cinselliğini<br />
reklam aracı <strong>olarak</strong> kullanması sadece<br />
Türkiye’ye özgü bir durum<br />
değil. Reklam içeriğinin esasını kadının<br />
cinsel sömürüsü üzerine kuran<br />
MediaMarkt bulunduğu bütün<br />
ülkelerde kullandığı sloganlarda kadınları<br />
aşağılayan, onları erkeklerin<br />
zevk aracı <strong>olarak</strong> gören bir reklam<br />
stratejisi izliyor. MediaMarkt’ın kazandığı<br />
paralara ve hergün gelişerek<br />
büyümesine bakıldığında görünen o<br />
ki bu konuda hayli başarılıda oluyor<br />
ne yazık ki!<br />
Reklamlarda kadının cinsel sömürüsü<br />
MediaMarkt’la sınırlı değil tabii<br />
ki. Bugün kadın cinselliğinin sömürülmediği<br />
bir alan ister sanat, müzik,<br />
ister reklam olsun hemen hemen yok<br />
gibi.<br />
yeni kadın dünyası<br />
Kapitalist sistemde her şey alımsatım<br />
ve pazar üzerine kurulu olduğu<br />
için erkek egemen sistem kadın<br />
cinselliğini de meta haline getirdi.<br />
Ataerkil toplumun hakim hale gelmesiyle<br />
birlikte kadın cinselliğinin<br />
bir meta haline gelmesi kapitalist emperyalist<br />
toplumda zirvesine ulaştı.<br />
Reklamda kullanılan cinselliğinin<br />
etkileri üzerine yapılan araştırmalarda<br />
elde edilen sonuçlara göre, kadın<br />
cinselliğinin tüketicilerin satın<br />
alma motivasyonunu harekete geçirmede<br />
daha çok işe yaradığını ortaya<br />
koyuyor.<br />
Kadınların reklamlardaki cinsel<br />
sömürüsü sadece kozmetik, giyim,<br />
ev eşyası, sağlık ürünleri gibi kadınla<br />
özdeşleştirilen reklamlarla sınırlı değil.<br />
Kadın cinselliği gelinen yerde örneğin<br />
banka, otomobil reklamlarında<br />
da yoğun bir şekilde kullanılıyor.<br />
Kadınların vücutları, reklamı izleyenler<br />
tarafından seyirlik malzeme<br />
<strong>olarak</strong> görülüyor. Kadının bacakları,<br />
dudakları, saçları…yoğun bir şekilde<br />
ön plana çıkarılarak insanlar satın<br />
almaya teşvik ediliyor. Kadınlar reklamlarda<br />
genellikle ‘doğaları gereği’<br />
itaatkar, edilgen, bağımlı ve güçsüz<br />
gösterilirken örneğin erkeklerin reklamlarda<br />
kullanılması bunun tam<br />
tersidir! Erkekler kadınlar gibi çıplak<br />
gösterilmemekte en iyi halde kadınlarla<br />
birlikte yarı çıplak gösterilmektedir.<br />
Erkeklerin reklamlardaki<br />
kullanımı güçlü ve güven veren tiplemelerdir.<br />
Erkek kimi zaman iyi bir<br />
aile babası, kimi zaman iyi bir doktor<br />
ya da uzman <strong>olarak</strong> (diş macunu reklamı)<br />
karşımıza çıkmaktadır.<br />
Hayatın her alanında olduğu gibi<br />
medya ve reklamcılık alanında da<br />
erkek egemen toplum sadece kadınların<br />
cinsel sömürüsü ile yetinmemekte<br />
aynı zamanda kadınları erkekler<br />
karşısında küçümseyerek, onları<br />
erkeklerden daha aşağı bir varlık<br />
gibi göstermektedir.<br />
Hayır... Biz aptal değiliz!<br />
Çünkü biz biliyoruz ki erkek egemenliğine<br />
karşı mücadele aynı zamanda<br />
kapitalist sömürüye karşı mücadeleyi<br />
de gerektirir. Kadınların her gün<br />
karşılaştıkları ve çoğunluğun belki<br />
de hayatları boyunca yaşayacakları<br />
erkek egemenliğinin doğrudan göstergeleri<br />
olan şiddet, taciz ve tecavüzün<br />
yanı sıra Mediamarkt örneğinde<br />
olduğu gibi kadınların cinsel sömürüsü<br />
de kapitalist toplumun ayrılmaz<br />
bir parçası. Kadın hareketinin<br />
medyada kadının cinsel sömürüsüne<br />
karşı yürüttüğü mücadele ne yazık ki<br />
minimum seviyededir.<br />
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele<br />
yürütürken bu alanda da bilinçleri<br />
uyandırarak mücadele etmeliyiz.<br />
Mediamarkt patronlarına ve bütün<br />
kapitalist sömürücülere aptal olmadığımızı<br />
göstermenin en iyi yolu<br />
budur!<br />
Aralık 2007 ✓<br />
9
10<br />
yeni kadın dünyası<br />
Bu yılki 25 Kasım Kadına Yönelik<br />
Şiddete Karşı Uluslararası<br />
Dayanışma ve Mücadele Günü<br />
şovenist milliyetçi dalganın, DTP’ye<br />
uygulanan baskıların ve sınır-ötesi<br />
operasyon hazırlıklarının gölgesinde<br />
kalsa da, elimizden geldiği kadar kadına<br />
yönelik şiddeti bilince çıkarmak<br />
için çalışmalar yürüttük.<br />
Biz <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> kadın okurları <strong>olarak</strong><br />
Adana ve İstanbul’daki etkinliklerde<br />
yer aldık.<br />
Adana<br />
Adana’da bulunan diğer kadın örgütleri<br />
ve devrimci-demokrat kurumların<br />
kadın bileşenleri ile birlikte (ÇHD,<br />
DİP Girişimi, DÖKH, EKD, EMEP,<br />
İHD, Karşıyaka Kadın Dayanışması,<br />
Sosyalist Feminist Kolektif ve SDP),<br />
yaklaşık 1 ay önceden 25 Kasım hazırlıklarına<br />
başladık. Diğer yıllardan<br />
farklı <strong>olarak</strong> bu yıl ortak bir salon<br />
etkinliği (forum) ve bunun ardından<br />
meşaleli yürüyüş ile basın açıklaması<br />
yapıldı.<br />
25 Kasım Pazar günü saat 13:30’da<br />
Adana Ziraat Mühendisleri Odası’nda<br />
yapılması planlanan etkinlik saat 14’e<br />
doğru başlayabildi. Sunumlardan<br />
önce kadın fotoğraflarından oluşan<br />
bir slayt gösterildi. Salonda ayrıca<br />
kadınlarla ilgili haberlerin yer aldığı<br />
gazete küpürleri sergilendi.<br />
İlk konuşmayı yapan Havali<br />
Mengi kadının ev içinde ve sosyal<br />
yaşamda karşılaştığı şiddet biçimini<br />
ve buna karşı neler yapılması gerektiğini<br />
vurguladı. İkinci konuşmayı<br />
Küçük Dikili Belediye Başkanı Leyla<br />
Güven yaptı. Güven, DTP’li kadınlara<br />
yönelik saldırılara değinirken,<br />
yönetim kadrolarında kadın inisiyatifinin<br />
olması gerektiğini, eğer kadınlar<br />
yönetici kadrolarda olurlarsa,<br />
birçok demokratik adımın atılacağını<br />
söyledi. Verilen 10 dk. aradan<br />
sonra son konuşmacı <strong>olarak</strong> söz alan<br />
Avukat Reyhan Kayışlı ise hukuksal<br />
düzlemde kadın başlıklı konuşmasında;<br />
şu an yasalarda bulunan bir<br />
çok maddenin kadının lehine olduğunu<br />
ancak, uygulamada bunun<br />
pek görülmediğini söylerken, yasalarla<br />
güvence altına alınan birtakım<br />
haklarımızı bilmemiz gerektiğini ve<br />
uygulamada eksiklik gördüğümüzde<br />
bunu dile getirmemiz gerektiğini<br />
vurguladı.<br />
Konuşmacıların ardından zaman<br />
darlığı nedeniyle birkaç kişi konuşabildi.<br />
Söz alan bir kadın salondaki<br />
çocuklu kadınları göstererek, kadınların<br />
bu tür toplantılara katılsa dahi<br />
sorumluluklarını bir kenara bırakamadıklarını,<br />
erkeklerin bu konuda<br />
duyarsız davrandıklarını söyledi. Bir<br />
başka kadın ise; kadınların yönetim<br />
alanlarında yer alması gerektiğini<br />
ancak Bakanlık ve Başbakanlık yapan<br />
kadın siyasetçileri de örnek göstererek<br />
sorunun bu şekilde sistem<br />
içerisinde çözülemeyeceğini, kadın<br />
sorununun erkek egemen kapitalist<br />
sistemin sorunu olduğunu ve ancak<br />
kapitalist sistemin devrimle yıkılıp<br />
sosyalist bir sistem kurulması ile<br />
çözülebileceğini, ayrıca sunumda<br />
devrimci-demokrat örgütler içerisinde<br />
de erkek egemenliğinin sürdüğünün<br />
ve bu alanda da kadınlara şiddet<br />
uygulandığının eksik kaldığını<br />
belirtti.<br />
Yapılan konuşmaların ardından<br />
kültürel bölüme geçildi. Bu bölümde<br />
Karşıyaka Kadın Dayanışması’ndan<br />
kadınların hazırlamış olduğ u<br />
Bursa’da iplik fabrikasında yanan<br />
işçileri, sokakta tecavüze uğrayan<br />
genç bir kadını ve ev emekçisi bir<br />
kadını canlandıran skeçler sunuldu.<br />
Ardından Güney Sanat Topluluğu<br />
(GST) içerisinde çalışmalarını yürüten<br />
Haziran Şiir Grubu’nun teatral<br />
<strong>olarak</strong> sundukları, “Komünistlerden<br />
Kadınlara <strong>Çağrı</strong>” isimli şiir yer aldı.<br />
Kültürel bölümün ardından sona<br />
eren etkinliğe 150 civarında kadın<br />
katıldı. Etkinliğin bitimiyle birlikte<br />
17:00’de Adana Büyükşehir Belediyesi<br />
önünde toplanarak, Kültür Sokağına<br />
kadar meşaleli yürüyüşe geçildi.<br />
Ancak yürüyüşe yaklaşık 30 kadın<br />
katıldı, panele katılan diğer kadınlar<br />
yürüyüşe katılmadılar. Kültür Sokağı<br />
önünde platform adına basın açıklaması<br />
okundu. Yapılan açıklamada<br />
kadınların evde, işyerinde, sokakta<br />
gördükleri şiddete, patronların işçi<br />
kadınların ne zaman evleneceklerine,<br />
ne zaman çocuk sahibi olacaklarına<br />
kadar her şeye karıştıklarına<br />
değinildi. Son dönemdeki şovenist<br />
kışkırtmalara değinilen açıklamada<br />
DTP’ye ve DTP’li kadın milletvekillerine<br />
yönelik saldırılar kınandı.<br />
Açıklama “ (…) Novamed’te direnen<br />
Kadına<br />
kadınlarla<br />
ve Telekom<br />
işçisi grevci<br />
kadınlarla”<br />
göster i len<br />
dayanışmaya<br />
vurgu<br />
y a p ı l a r a k<br />
“ K a d ı n a<br />
yönelik şiddete<br />
karşı<br />
e n g ü ç l ü<br />
silahımızın<br />
örgütlülüğümüzolduğubilinciyleseslerimizi,yüreklerimizi<br />
birleştirelim.” çağrısı ile son<br />
buldu. Açıklama hem Türkçe, hem<br />
de Kürtçe <strong>olarak</strong> yapıldı.<br />
Yürüyüş sırasında “Gelsin baba,<br />
gelsin koca, gelsin patron, gelsin devlet,<br />
gelsin cop inadına isyan, inadına<br />
özgürlük”, “Kadına yönelik şiddete<br />
son”, “Jin jiyan azadi”, “Yaşasın kadın<br />
dayanışması”, “Novamed’li kadınlar<br />
yalnız değildir”, ve “Telekom işçileri<br />
yalnız değildir” sloganları atıldı.<br />
Yürüyüşte ayrıca “Kadına yönelik<br />
şiddet devrimle son bulacak!” ve<br />
“Yaşasın Novamed’li kadınların grev<br />
mücadelesi” yazılı dövizler taşındı.<br />
Bizler de Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong><br />
okuru kadınlar <strong>olarak</strong> bu yılki etkinliklere<br />
aktif <strong>olarak</strong> katıldık. Hafta içerisinde<br />
ve 25 Kasım paneli öncesinde<br />
şehir merkezinde kadınlara bildirilerimizi<br />
yoğun bir şekilde dağıttık.<br />
Yönelik<br />
Şiddete<br />
Hayır!<br />
İstanbul<br />
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete<br />
Karşı Mücadele Günü bu yıl bir basın<br />
açıklaması ile gerçekleştirildi.<br />
Bizim de içerisinde yer aldığımız 25<br />
Kasım Kadın Platformu, 25 Kasım<br />
Pazar günü saat 13.30’da Galatasaray<br />
Lisesi önünde yaptığı bir eylemle<br />
kadına yönelik şiddeti protesto etti.<br />
Yaklaşık 400 civarında kadının katıldığı<br />
eylemde kadına yönelik her<br />
türlü şiddetin, kadın katliamlarının,<br />
namus cinayetlerinin yer aldığı<br />
gazete küpürleri yere serildi. Elde<br />
taşınan dövizlerde özellikle kadına<br />
yönelik erkek şiddeti, namus cinayetlerine<br />
karşı mücadele öne çıkarıldı.<br />
Metin şeklinde hazırlanan ve namus<br />
cinayetlerinde kurban giden veya yaralı<br />
kurtulan kadınların hikayeleri<br />
birkaç cümleyle değişik kadınlar tarafından<br />
aktarıldı. Aralarda da sloganlar<br />
atıldı. Hem sloganlarda hem<br />
de okunan basın açıklamasında, milliyetciliğe,<br />
sınırötesi operasyonlara,<br />
militarizme karşı mücadele çağrısı<br />
yapılırken aynı zamanda DTP’li kadın<br />
milletvekilleri ile dayanışma çağrısı,<br />
destek çağrısı yapıldı. Özelde de<br />
Fatma Kurtalan’la dayanışma çağrısı<br />
yapıldı.<br />
Yaklaşık yarım saat süren basın<br />
açıklamasının sonlandırılmasının<br />
ardından hem eyleme katılanlara<br />
hem de çevredekilere 25 Kasım ile<br />
ilgili çıkardığımız bildirilerimizi<br />
dağıttık.<br />
Kasım 2007 ✓<br />
Sınır-ötesi operasyona kadınlar “Hayır!” dedi<br />
7<br />
Kasım Çarşamba günü İHD<br />
Adana Şubesi’nde gerçekleştirilen<br />
basın açıklamasını kadınlar<br />
adına Sevil ARICI okudu. Yapılan<br />
açıklamada son günlerde yaratılan<br />
toplumsal gerginlik ve çatışma<br />
ortamını kadınlar <strong>olarak</strong> kaygı ile<br />
izlediklerini, tezkerenin çıkartılmasının<br />
hemen ardından kayıpların<br />
yaşanmasını yapılacak operasyonlarda<br />
yaşanacak kayıp ve acıların düzeyinin<br />
göstergesi <strong>olarak</strong> ifade etti.<br />
Son dönemlerde özellikle Kürtlere<br />
ve DTP’ye yapılan saldırılara göz<br />
yumanların büyüyen ateşin kendilerini<br />
de yakabileceğini düşünmeleri<br />
gerektiği belirtildi. Kürt sorununa<br />
bir türlü demokratik bir çözüm yolu<br />
bulunamamasının faturasını Türkü<br />
ve Kürdü ile bu ülkenin insanlarının<br />
ödediğini ve yaşanan kayıpların<br />
en çok kadınları yaraladığı belirtildi.<br />
Açıklamada “Sınır ötesi operasyonu<br />
da içerecek askeri çözüm yöntemleri,<br />
sorunu ve yaşanan acıları daha<br />
da ağırlaştıracak, telafisi mümkün<br />
olmayan kayıplara neden olacaktır.<br />
Kürt sorununda barışa şans tanınmalıdır”<br />
denildi. Son <strong>olarak</strong> “bizler<br />
çocuklarımızı kaybetmek istemiyoruz<br />
ve sınır ötesi operasyonların dur-<br />
durulmasını, tezkerenin iptal edilmesini”<br />
istiyoruz denilerek, açıklama<br />
“tüm halkları, devrimci demokratik<br />
kurum ve kuruluşları, halkların<br />
kardeşliği ve ortak mücadelesi için,<br />
ırkçılığa şovenizme karşı birleşik bir<br />
cephe oluşturmaya ve harekete geçmeye”<br />
çağrı yapılarak son buldu.<br />
Basın açıklaması sonrasında bir<br />
gerilla annesi ve bir asker annesi de<br />
duygularını belirttiler. Gerilla annesi<br />
duygularını Kürtçe ifade etti. Asker<br />
annesi “başbakan diyor ki sınır ötesi<br />
operasyondan Kürtler zarar görecek<br />
ama bence her iki tarafta zarar görecek<br />
başbakanın kendisi dışında.<br />
Türk-Kürt anneleri elele verelim<br />
gerekirse meclise yürüyelim.” dedi.<br />
Ardından basın açıklamasına son<br />
verildi.<br />
Ortak basın açıklaması Tekstil-Sen,<br />
İHD, DTP, EMEP, DİP Girişimi, EKD,<br />
ESP, Karşıyaka Kadın Dayanışması,<br />
Sosyalist Feminist Kolektif ve Ydi<br />
<strong>Çağrı</strong> adına yapıldı. Bu örgütler ve<br />
kadın birimleri aynı zamanda 25<br />
Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı<br />
Mücadele günü kapsamında bazı eylemler<br />
yapmak için hazırlanıyor.<br />
07.11.2007<br />
Ydi <strong>Çağrı</strong> /Adana ✓
Telekom Grevinde<br />
Zafer<br />
Telekom grevi 44. günün sonunda tarafların<br />
anlaşması ile son buldu. Telekom patronunun<br />
sendikasızlaştırma dayatmalarına ve hak gasplarına<br />
karşı başlatılan grev kazanımla sonuçlandı.<br />
3<br />
Aralık Pazartesi günü imzalanacak<br />
olan TİS’ne göre kapsam<br />
konusunda Telekom patronu<br />
geri adım attı, işçilerin sendikal<br />
örgütlülüğü korunacak. Sadece idari<br />
personel kapsam dışı bırakılacak.<br />
Eşit işe eşit ücret talebi kademeli<br />
<strong>olarak</strong> karşılanacak. İşçilerin ücretlerine<br />
ve sosyal haklarına ilk yıl için<br />
%10, ikinci yıl için %6,5 + enflasyon<br />
oranında artış sağlanacak. Bu şekilde<br />
Telekom işçilerinin ücretleri kapsam<br />
dışında 1. tip sözleşme ile aynı unvan<br />
ve aynı kıdemdeki işçilerin aldığı ücretlere<br />
denk getirilecek.<br />
Grevde geçen süreler için Telekom<br />
patronu Kurban Bayramı öncesinde<br />
işçilere 200 YTL ödeme yapacak.<br />
Ücretler arasındaki farkların giderilmesi<br />
için Telekom 2008 yılının Mart<br />
ayında 25 milyon YTL kaynak ayıracak.<br />
Bu kaynağın yeterli olmaması<br />
durumunda ise Eylül ayında 5 milyon<br />
YTL daha ek kaynak ayrılacak. Grev<br />
sürecinde haklı nedenlerle işten çıkarılmış<br />
olan, işten çıkarılmasına karar<br />
verilenler ve mahkeme sonucunda<br />
beraat etmiş olan personel tekrar işe<br />
alınacak. Davası devam edenlerin ise<br />
dava sonucu beklenecek, beraat edilenler<br />
de işe alınacak.<br />
Telekom patronunun denkleştirme<br />
çalışması yapılması isteği reddedildi.<br />
İşçilerin çalışma süresi haftada 5 gün<br />
(toplam 45 saat) <strong>olarak</strong> devam edecek.<br />
Bazı müdürlüklerde 45 saatlik<br />
çalışma süresinin 6 güne yayılması<br />
halinde işçilere aylık 200 YTL ek<br />
ödeme yapılacak. Ayrıca 112 günlük<br />
ücret üzerinden de yıllık ikramiye<br />
ödemesi yapılacak.<br />
Telekom işçileri kendi deneyimlerinde<br />
Telekom tarihindeki ilk grev<br />
ile hakkın verilmeyip alınacağını<br />
gördüler. Bu grev birçok işçiye sendikanın,<br />
dayanışmanın, mücadelenin<br />
gerekliliğini ve önemini gösterdi.<br />
Son 11 yılın en çok “Grev Günü”<br />
Telekom grevinde toplam 1 milyon<br />
100 bin işgününün grev günü <strong>olarak</strong><br />
geçirilmesi nedeniyle son 11 yılın<br />
grevlerini geride bıraktı. Yaşanan<br />
grev iş günü kaybı nedeniyle 1963<br />
yılından bu yana özel sektördeki 4.<br />
büyük grev oldu. Ayrıca greve giden<br />
işçi sayısı bakımından da son<br />
yıllardaki en hareketli grevlerden<br />
biriydi Telekom grevi. Ülkenin her<br />
ilinde, birçok ilçede az sayıda ve yer<br />
yer temsili düzeyde de olsa işçi ve<br />
emekçilerin grevde bulunan Telekom<br />
işçilerini ziyaret etmeleri, dayanışma<br />
eylemleri düzenlemeleri bir hareketlilik<br />
getirdi.<br />
T.Haber-İş Sendikası ve Türk-İş<br />
Telekom’da yaşanan grev Türk-İş ve<br />
bağlı sendikaların da durumunu bir<br />
kez daha gözler önüne serdi.<br />
Türk-İş Başkanlar Kurulu 8<br />
Kasım’da toplanarak Telekom grevini<br />
desteklemek amacıyla Telekom<br />
patronuna bir hafta süre verdi.<br />
Türk-İş bu bir hafta içerisinde anlaşma<br />
sağlanamaması halinde kendi-<br />
sine bağlı bulunan 33 sendika ve 650<br />
şube ile eylemleri tüm ülkeye yayma<br />
kararını açıkladı. Ancak 15 Kasım’a<br />
kadar anlaşma sağlanamadı. Türk-İş<br />
kendi kararını dahi uygulama gereği<br />
görmedi. Oysa daha en başında diğer<br />
iş kollarındaki sendikalar harekete<br />
geçirilebilir, dayanışma eylemleri yapılabilirdi.<br />
Bu sayede Telekom grevi<br />
daha kısa bir zamanda ve daha fazla<br />
kazanımla sonuçlanabilirdi.<br />
T. Haber-İş sendikası da grev nedeniyle<br />
bir gerçeği açıklamak zorunda<br />
kaldı. Telekom işçilerinin aidatları<br />
ile ayakta kalan sendikanın<br />
bir grev fonu bile yoktu. Bu durum<br />
sendikanın aklının ucundan bile<br />
grevin geçmediğini gösterdi. Grevin<br />
ilk 30 günü dolduktan sonra işçilere<br />
ödenecek olan grev ödeneği Türk-<br />
İş’e bağlı sendikalardan toplanarak<br />
ödendi. Elbette burada sendikaların<br />
iyi bir dayanışma örneği gösterdiklerini<br />
belirtmek zorundayız. Ancak<br />
bir sendikanın görevi de üyesi olan<br />
işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını<br />
korumak, geliştirilmesi için<br />
mücadele etmektir. Bu nedenle sendikalar<br />
grev, direniş vb. her türlü<br />
eylem için hazırlıklı olmak, gerekli<br />
fonları ayırmak zorundadır. Elbette<br />
sendika gayrimenkul yatırımları<br />
ile biriken parayı değerlendirebilir.<br />
Ancak bu işçilerin grevini birkaç ay<br />
yürütebilecek bir fonun ayrılmasını<br />
engellemez. Sendikalar ticari işletmeler<br />
değil, mücadele örgütleri <strong>olarak</strong><br />
kullanılmalıdır.<br />
T.Haber-İş Sendikası Başkanı Ali<br />
Akcan Telekom patronu ile yapılan<br />
anlaşma sonrasında üyelerine<br />
yönelik yaptığı açıklamada grevin<br />
sonucunu Türk Telekom’un reklamlarında<br />
kullanılan sloganla “tatlıya<br />
bağlandı” <strong>olarak</strong> niteledi. Grevde<br />
“kazanan veya kaybedenin olmaya-<br />
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
cağını” açıklayan Akcan “Zedelenen<br />
iş barışının hızlı bir şekilde düzeltilmesine<br />
ve karşılıklı güven ortamının<br />
geliştirilmesine hemen başlanarak,<br />
grev süresince yaşanan olaylardan<br />
karşılıklı ders çıkarmak durumundayız.<br />
Biz sendika <strong>olarak</strong> iş barışının<br />
sağlanması, iş veriminin artırılması<br />
ve grev sürecinde yaşanan olumsuzlukların<br />
ortadan kaldırılması için<br />
her türlü göreve her gün ve her saat<br />
hazırız.” dedi.<br />
Grev, onu yok pahasına çalıştırmak,<br />
emeğini her geçen gün daha<br />
fazla sömürmek isteyen sermayeye<br />
karşı işçi sınıfının en etkili silahıdır.<br />
Grevler sermayenin çıkarına karşı<br />
işçilerin sosyal ve ekonomik çıkarını<br />
korumak ve geliştirmek için yapılır.<br />
Sendikaların da görevi budur.<br />
Patronların kârına kâr katmasını,<br />
verimliliğini düşünmek sendikaların<br />
değil patronun ve onun müdürlerinin<br />
görevidir.<br />
Grevi onurlu bir şekilde tamamlayan<br />
ve kazanımla sonuçlanmasında<br />
asıl emeği geçen Telekom işçileri bu<br />
bilinçle hareket etmelidirler. 44 gün<br />
boyunca patronun, taşeronların, polisin,<br />
medyanın ve sermayenin diğer<br />
kurumlarının her türlü saldırısına,<br />
baskısına ve yer yer şiddetine maruz<br />
kalan Telekom işçileri bundan sonra<br />
gelebilecek saldırılara karşı şimdiden<br />
hazırlıklı olmalıdır.<br />
Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> Gazetesi<br />
<strong>olarak</strong> grev süresince dayanışmada<br />
bulunduğumuz, elimizden geldiği<br />
oranda desteklediğimiz, bildirilerimiz<br />
ve gazetemiz ile bu haklı mücadeleyi<br />
anlatmaya çalıştığımız Telekom<br />
işçilerinin grevinin zaferini kutluyor,<br />
onların sevincine ortak olduğumuzu<br />
belirtiyoruz.<br />
30.11.2007, Ydi <strong>Çağrı</strong> ✓<br />
EK:1
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:2<br />
KADIKÖY<br />
6 aylık görüşmelerin anlaşmazlıkla<br />
sonuçlanmasıyla Türk Telekom’da<br />
25.600 işçi 16 Ekim’de greve çıktı.<br />
Greve çıkan işçileri işyerlerinde ziyaret<br />
ettik. 20 Ekim’de Kadıköy’de<br />
üç işyerini gezerek işçilere destek<br />
ziyaretlerinde bulunduk.<br />
İlk <strong>olarak</strong> Altunizade’de bulunan<br />
Şebeke Santralini ziyaret ettik.<br />
Burada nöbet tutan iki işçiyle<br />
sohbet ettik. İşçiler ilk önce sendika<br />
sorumlularını arayarak bizim<br />
hakkımızda bilgi verdikten sonra,<br />
bizimle konuşmalarının sakıncasının<br />
olup olmadığını sordular.<br />
Biz, bizim aylık <strong>olarak</strong> yayınlanan<br />
bir işçi gazetesinin muhabirleri<br />
olduğumuzu, grevlerini<br />
desteklediğimizi, grevlerini du-<br />
YENİ İŞÇİ DÜNYASI<br />
Telekom Grevinden izlenimler<br />
Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> Gazetesi <strong>olarak</strong> Telekom grevine başladığı<br />
günden itibaren büyük önem verdik. İstanbul’un değişik semtlerinde,<br />
İzmir’de, Adana’da ve Mersin’de grevdeki işçileri birçok kez ziyaret<br />
ettik, onlarla sorunları üzerine konuştuk ve onlara desteğimizi<br />
bildirdik.<br />
Kendi sendika konfederasyonları ve diğer işçi sendikalarından yeterli<br />
destek alamadıklarını belirten işçiler, bizim ziyaretlerimizi olumlu<br />
karşıladı.<br />
Telekom işçileri hem işçi sınıfına hem de burjuvaziye, işçi sınıfının<br />
yurmak için haberini yapmak istediğimizi<br />
belirterek işçilere bazı<br />
sorular sorduk.<br />
İşçiler genelde fazla bilgilerinin<br />
olmadığını, ancak temel istemlerinin<br />
eşit işe eşit ücret temelinde,<br />
kendileriyle aynı işi yapan memurlara<br />
%38 zam yapılırken, kendilerine<br />
de bu oranda zam yapılması<br />
gerektiğini söylediler.<br />
... (22 Ekim 2007)<br />
GAYRETTEPE<br />
17 Ekim 2007 tarihinde Türk<br />
Telekom Gayrettepe merkez binasına<br />
vardığımızda kalabalıkla karşılaşacağımızı<br />
umuyorduk. Fakat<br />
8-10 kişilik grev gözcüsü binanın 3<br />
kapısına dağılmıştı. Büyük kapının<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Telekom Grevinde Zafer EK:1<br />
Telekom Grevinden izlenimler EK:2<br />
Telekom Grevinde Kadınlar EK:5<br />
SCT Grevi EK:5<br />
BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı EK:6<br />
Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı EK:7<br />
Graniser’de greve doğru… EK:7<br />
“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!” EK:8<br />
“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!” EK:8<br />
üretimde ve toplumsal yaşamdaki önemini hatırlatmış ve hakların ancak<br />
ve ancak kararlı bir mücadele ile elde edilebileceğini göstermiştir.<br />
Telekom grevi aynı zamanda derslerle doludur. İşçi sınıfı yaşanan grevin<br />
olumlu ve olumsuz tecrübelerinden öğrenmek durumundadır.<br />
Aşağıda grev süreci boyunca yaptığımız ziyaretlerin bir bölümünden<br />
edindiğimiz izlenimleri okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.<br />
Mücadele eden kaybedebilir, mücadele etmeyen kaybetmiştir bile!<br />
önünde “Emeğimiz onurumuzdur,<br />
Yaşasın sınıf dayanışması” yazılı<br />
Haber-Sen’in de pankartı vardı.<br />
Greve destek veren Haber-Sen’in<br />
pankartı binanın içinden gelen bir<br />
uyarıyla <strong>indir</strong>ildi.<br />
Greve katılan bir Telekom işçisiyle<br />
sohbet ettik.<br />
Telekom’da 38 bin çalışanın olduğunu,<br />
bunun 13 bininin sözleşmeli<br />
işçiler olduğunu, onların<br />
greve katılmadıklarını ve çalışmaya<br />
devam ettiklerini anlattı.<br />
Bu 13 bin kişinin işleri düzenli<br />
yürütmelerinin mümkün olmadığını<br />
söyledi. Sorunun sadece maaş<br />
zammı olmadığını, Oger şirketinin<br />
çalışanları esnek çalışma yöntemine<br />
zorladığını öğrendik. İşveren<br />
ne zaman isterse işçileri o zaman<br />
işe çağıracak veya çağırmayacak.<br />
Bu şekilde sendikasızlaşmaya zorlandıklarını<br />
anlattı. Yüksek maaş<br />
almadıklarını, 1.150 Ytl maaşla<br />
çalıştıklarını, bu paranın 400-500<br />
YTL’sini kiraya, 400-500 kadarını<br />
da çocukları okutmaya harcadıklarını,<br />
insanca yaşamak için yeterli<br />
maaş alamadıklarını ve bunun için<br />
mücadele edeceklerini anlattı.<br />
Son dönemde medya tarafından<br />
gündeme getirilen kablo<br />
kesme olayını sorduk. Bu<br />
işin kendileriyle ilgisinin<br />
olmadığını anlattı. Bu işin<br />
taşeron firmanın yapmış<br />
olabileceğini dile getirdi.<br />
Kendi haklı mücadelelerini<br />
engellemek ya da ertelemek<br />
niyetiyle bu sabotajın yapılmış<br />
olabileceğini, kendi<br />
oturdukları dalı kesecek<br />
kadar çaylak olmadıklarını<br />
belirtti.<br />
İşçiler ayrıca boyalı basınla<br />
ilgili şikayetlerini de<br />
dile getirdiler. Gazetelerin<br />
hepsinin patronların yanında<br />
yer aldıklarını söylediler.<br />
Gazete patronlarının<br />
25 bin işçiyi dikkate almamaları<br />
onları şaşırtmış.<br />
“Bizim günlük 25 bin gazete<br />
tüketeceğimizi nasıl hesaplamazlar”<br />
diyorlar.<br />
İşçiler bu işin fazla uzamayacağını<br />
düşündüklerini<br />
eklediler.<br />
... (17 Ekim 2007)<br />
Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong><br />
İSTANBUL ANADOLU<br />
Türk Telekom grevini <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong><br />
Anadolu yakası okurları <strong>olarak</strong>,<br />
ikinci gününde Yakacık’ta, üçüncü<br />
gününde de Küçükyalı’da ziyaret<br />
ettik.<br />
Özellikle Küçükyalı’nın kalabalık<br />
olacağını düşünüyorduk, fakat<br />
grev yerine vardığımızda sadece<br />
dört grev gözcüsü vardı. Biz gittiğimizde<br />
TEZ KOOP İş’ten örgütleme<br />
uzmanları da geldiler. İşçilere<br />
kendimizi tanıttık. İşçilere <strong>YDİ</strong><br />
<strong>Çağrı</strong>’dan geldiğimizi söyledik,<br />
dergimizi ve işçi ekini verdik.<br />
Grevdeki işçilerle talepleri üzerine<br />
sohbet ettik.Türk Telekom<br />
işçilerinin ana talebinin aynı statüde,<br />
aynı kıdem yılında olup birlikte<br />
çalıştıkları sendikasız işçilerden<br />
daha az ücret almaları.<br />
Sendikasız işçilere daha fazla<br />
ücret ödeyen patronun esas derdinin<br />
sendikasızlaştırmak olduğunu<br />
söylediler.<br />
Grevdeki işçileri rahatsız eden<br />
diğer bir konu ise, kendi ücretlerinin<br />
başkaları ile kıyaslanması<br />
ve kamuoyunda ücretlerinin<br />
fazla olduğu imajının yayılması.<br />
Kamuoyu desteğini kesmek için<br />
burjuva medyanın yoğun bir kampanya<br />
yürüttüğünü söylediler.<br />
“Eğer bizim ücretlerimizi kıyaslayacaklarsa,<br />
aynı işi yaptığımız<br />
sendikasız işçilerle kıyaslasınlar”<br />
diyor işçiler. Bir işçi bizim derdimiz<br />
sendikasız arkadaşların fazla<br />
ücret alması ya da ücretlerinin<br />
düşürülmesi değildir, onlar bizim<br />
kardeşlerimiz bizim derdimiz sendikasız<br />
işçileri kullanarak sendikasızlaştıran<br />
patronlardır.<br />
Telekom kapısında ödeme yapmaya<br />
gelen insanları kapıda duran<br />
biri başka bir yere yönlendiriyordu.<br />
Kim olduğunu sorduğumuzda<br />
müdür olduğunu, grev kırıcı olduğunu<br />
söylediler.<br />
Daha sonra müdür olduğunu<br />
öğrendiğimiz başka birisi ise bize
“kapının önünde durmayın, burayı<br />
kapatıyorsunuz” diye müdahale<br />
etti. Bizler de grevdeki arkadaşlarımızı<br />
ziyarete geldiğimizi, buranın<br />
grev yeri olduğunu söyledik.<br />
Bunun üzerine kısa bir tartışma<br />
oldu. Ve polis çağırdılar. Grev gözcüleri<br />
ise durumu sendikaya bildirdiler.<br />
Polis geldi bize müdahale<br />
etti, “karşıda durun, burada duramazsınız”<br />
dedi. Biz buranın grev<br />
yeri olduğunu, bizi uzaklaştırmaya<br />
hakları olmadığını söyledik ve yine<br />
kısa bir tartışma oldu.<br />
Fatura ödemeye gelen insanlara<br />
neden grev yapıldığını, eğer greve<br />
destek verirlerse bu sorunun daha<br />
çabuk çözüleceğini ve işlerinin de<br />
yürüyeceğini anlattık.<br />
Grevdeki işçilere desteğimizin<br />
süreceğini, haklı mücadelelerinde<br />
yanlarında olduğumuzu söyleyerek<br />
ayrıldık.<br />
Direnen işçiler kazanacak!<br />
... (27 Ekim 2007)<br />
ADANA<br />
Grevde bulunan işçileri Adana İl<br />
Telekom Müdürlüğü binasında ziyaret<br />
ettik. Burada işçi arkadaşlar<br />
ile grevin seyri, patronun saldırıları,<br />
grevi kırma çabaları, medyanın<br />
hangi tarafta yer aldığı konusunda<br />
sohbet ettik. İşçiler özellikle<br />
medyanın saldırılarından dolayı<br />
oldukça öfkeliler. Elbette bunun<br />
nedeninin Türk Telekom patronu<br />
ile reklam ve çıkar ilişkilerinden<br />
kaynaklandığının farkındalar.<br />
Telekom işçileri Adana’da bulunan<br />
yerel bir televizyon kanalı ve<br />
emekten yana gazeteler dışında<br />
medya tarafından desteklenmediklerini,<br />
buna rağmen 26000 kişinin<br />
direndiğini ve kazanacaklarını<br />
belirttiler.<br />
Savaş ihtimali grevi gölgede<br />
bıraktı…<br />
Grev sürerken yaşanan gelişmeler<br />
grevin gölgede kalmasına neden<br />
oluyor. Son günlerdeki çatışmalar,<br />
Kuzey Irak’a operasyon ihtimali<br />
grevin gündemden düşmesine neden<br />
oldu. Bu durum bile savaşın<br />
işçi ve emekçilerin geleceğine nasıl<br />
zarar verdiğinin henüz küçük bir<br />
göstergesidir.<br />
Eğer TSK Kuzey Irak’a girecek<br />
olursa, bundan en fazla zarar görecek<br />
olanlar işçi ve emekçilerdir.<br />
Savaş öncelikle emekçileri, yaşamak<br />
için çalışmak zorunda olanları<br />
vuracaktır. Bu nedenle hem şu<br />
anda grevde bulunan Telekom işçileri<br />
hem de bir bütün <strong>olarak</strong> işçi<br />
sınıfı savaşa, operasyonlara karşı<br />
sesini yükseltmeli, karşı koymalıdır.<br />
Çünkü savaş ancak işçi sınıfının<br />
mücadelesi ile engellenebilir.<br />
Bizler işçi ve emekçilerin çıkarlarının<br />
savaşta değil, sermayeye<br />
karşı mücadelelerinde yattığını<br />
biliyoruz. Bu bilinçle Yeni Dünya<br />
İçin <strong>Çağrı</strong> gazetesi <strong>olarak</strong> işçilerin<br />
bu haklı ve onurlu grevini<br />
destekliyoruz.<br />
Yaşasın eşit işe eşit ücret<br />
mücadelesi!<br />
Zafer direnen grevci işçilerin<br />
olacak!<br />
... (23 Ekim 2007)<br />
İZMİR<br />
31 Ekim günü, grevin 16. gününde<br />
grevci işçileri ziyaret ettik.<br />
Ö n c e K o n a k Te l e k o m<br />
Müdürlüğü’ne gittik. Burada bina<br />
girişine “Bu işyerinde grev var”<br />
pankartı asılmıştı. Grev önlükleri<br />
ile bekleyen 4 işçi ile kendimizi<br />
tanıtarak sohbet ettik. İşçiler önce<br />
sendika temsilcisi ile konuşmamızı<br />
salık verdiler. Temsilci ile sohbet<br />
ederken, gelen başka bir sendika<br />
yöneticisi de sohbete dahil oldu.<br />
Sohbet sırasında işçiler de araya<br />
girerek düşüncelerini ifade ettiler.<br />
İşçiler; maaş için grev yaptıklarının<br />
düşünüldüğünü, bunun<br />
doğru olmadığını, Telekom’da<br />
işgüvencesinin olmadığını, işgüvencesi<br />
istediklerini, bunun için<br />
direndiklerini, Telekom’da ücret<br />
farklılıklarının olduğunu, aynı işi<br />
yapan işçilere farklı ücretler ödendiğini,<br />
eşit işe eşit ücret istediklerini<br />
anlattılar. Telekom’da kapsam<br />
içi, kapsam dışı ayrımlarının olduğunu,<br />
sözleşmeli çalışan 12 bin<br />
civarında memurun kendilerinden<br />
daha fazla ücret aldığını, Oger şirketinin<br />
esas amacının Telekom’da<br />
sendikayı ortadan kaldırmak olduğunu<br />
söylediler.<br />
B u r a d a n C u m h u r i y e t<br />
Meydanı’nda bulunan Telekom İl<br />
Müdürlüğü’ne gittik. İl Müdürlüğü<br />
girişinde iki grevci kadın işçi bekliyordu.<br />
Kendimizi tanıtarak kadın<br />
işçilerle sohbet ettik. Kadın işçiler;<br />
Telekom’da kadrolu işçilerle<br />
sözleşmeli işçiler arasında 400-500<br />
civarında ücret farkının olduğunu,<br />
aynı işi yapanlara değişik ücret<br />
ödendiğini, eşit işe eşit ücret talep<br />
ettiklerini söylediler. Kadın işçiler,<br />
medyanın grevlerine duyarsız kalmasından<br />
rahatsızlar. Basının grev<br />
yokmuş gibi davrandığını söylediler.<br />
Oysa Türkiye genelinde 2<br />
milyon civarında arıza olduğunu,<br />
bundan bahsedilmediğini anlattı-<br />
lar. Telekom patronun 350 milyon<br />
dolar para ayırdığını, grevden kim<br />
behsetmezse, medya kuruluşlarının<br />
bu paradan pay alacağını söylediler.<br />
Emekli Sandığı’na bağlı <strong>olarak</strong><br />
çalışan işçilerin ilk defa greve<br />
çıktıklarını, sağlık hizmetlerinden<br />
yararlanamadıklarını, işyerinden<br />
sevk alamadıklarını, bu alanda<br />
yasal boşluk olduğunu, işverenin<br />
bu yasal boşluktan yararlandığını<br />
açıkladılar. Oger Şirketi’nin<br />
Telekom’da sendika istemediğini,<br />
sendikal örgütlülüğü yok etmek<br />
istediğini vurguladılar.<br />
Kadın işçilerle sohbet ederken,<br />
Haber İş Şube yönetiminden geldiğimizi<br />
haber alan bir yönetici de<br />
geldi. Gelen yönetici kadın işçilerin<br />
anlattıklarını tekrar anlattı.<br />
Telekom grevi, savaş tamtamlarının<br />
çaldığı, şovenizmin tavan<br />
yaptığı bir döneme denk geldi. Bu<br />
dönemde grev arka plana kaymış<br />
olsa da, mücadelenin haklılığı,<br />
grevin haklı olduğu gerçeği gün<br />
gibi ortadadır.<br />
Zafer direnin işçilerin olacak!<br />
... (31 Ekim 2007)<br />
KARTAL<br />
Grevin 25. gününde Kartal’daki işçileri<br />
ziyaret ettik. Dergimizi işçilere<br />
verdikten sonra sohbet ettik.<br />
İşçiler TÜRK İŞ’in o gün yaptığı<br />
açıklamadan hayli umutlu olduklarını,<br />
bir hafta sonra grevin<br />
bitebileceğini söylediler. (TÜRK<br />
İŞ şöyle bir açıklama yapmıştı:<br />
Eğer bir hafta içinde patron anlaşma<br />
için masaya oturmazsa 33<br />
sendika ve 650 şubeyle eylemlere<br />
başlayacaktı.)<br />
Ancak grev bitse bile kendilerini<br />
farklı sorunların beklediğini, örneğin<br />
iş barışının bozulduğunu,<br />
sürgünlerin başlayacağını, bunlar<br />
gibi daha bir çok sorunun kendilerini<br />
beklediğini anlattı işçiler.<br />
İşçiler Oger patronunun başından<br />
beri her türlü sahtekarlığı yaptığını,<br />
Telekom’u aldığında hiç işçi<br />
çıkarmayacağını söylediğini fakat<br />
emekliliği gelmiş 8 bin işçiyi zorla<br />
emekliye ayırdığını, yerine bir tek<br />
işçi almadığını belirttiler. İşçiler<br />
ayrıca şunları söylediler: “Patron<br />
yapmış olduğu anlaşmaya göre 48<br />
bin yeni işçiye iş imkanı sağlayacaktı<br />
ama hiçbir sözünü yerine<br />
getirmediği gibi bugün de grevimizi<br />
karalamak için patron yanlısı<br />
medya ile birlikte elinden gelen her<br />
türlü sahtekarlığı yapıyor. Ama<br />
nafile, boşuna uğraşıyor.”<br />
Daha sonra haklı mücadelele-<br />
rinde hep yanlarında olduğumuzu<br />
belirterek işçilerden ayrıldık.<br />
İşçiler gösterdiğimiz duyarlılıktan<br />
dolayı bize teşekkür ettiler.<br />
KÜÇÜKYALI<br />
Grevin 30. gününde Telekom<br />
Küçükyalı şubesindeki yerinde<br />
ikinci ziyaretimizi gerçekleştirdik.<br />
Burasını daha önce ikinci<br />
gününde ziyaret etmiştik, işçiler<br />
bizi tanıdılar. Biz kendimizi tanıtmadan<br />
bizi tanıyan işçi arkadaşlar<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>’dan daha önce de bizi<br />
ziyarete geldiler diyerek sıcak bir<br />
karşılamada bulundular.<br />
Biz dergimizi verdikten sonra<br />
sohbete başladık. Aramızdaki<br />
sohbet sıcak geçti. İşçiler grevin<br />
şanssız bir döneme denk geldiğini,<br />
savaş çığlıklarıyla ortamın toz duman<br />
olduğunu ama kendilerinin<br />
yürüttüğü haklı ve onurlu mücadelelerini<br />
sürdürmede kararlı<br />
olduklarını belirttiler. İşçiler, desteğin<br />
yetersiz olduğunu, özellikle<br />
gerek Türk İş gerekse diğer sendikalardan<br />
bekledikleri desteği alamadıklarını<br />
belirttiler.<br />
Ayrıca, grevden söz edilirken,<br />
bunun sadece ücretlerinin arttırılmasına<br />
dayandırılmasını yanlış<br />
bulduklarını, tek dertlerinin<br />
ücret artışı olmadığını, en önemlisinin<br />
sendikasızlaştırma saldırısıyla<br />
karşı karşıya olduklarını,<br />
Telekom’un sendikasızlaştırılmasının<br />
tüm işçi sınıfına vurulacak<br />
büyük bir darbe olduğunu ifade<br />
ettiler. Bunun için bu grevin önemini<br />
çok iyi kavramak ve tüm işçilerin<br />
dayanışmasını sağlamak<br />
gerektiğine vurgu yaparak işçi sınıfını<br />
ve duyarlı herkesi dayanışmaya<br />
çağırıyorlar.<br />
Biz de elimizdeki imkanlarla<br />
Telekom grevini desteklemeye<br />
devam edeceğimizi belirterek<br />
ayrıldık.<br />
Yaşasın işçi sınıfının dayanışması!<br />
Haydi Telekom greviyle dayanışmaya!<br />
Kurtuluş yok tek başına, ya hep<br />
beraber ya hiç birimiz!<br />
İSTANBUL ANADOLU<br />
Stratejik bir üretim dalı olan iletişim<br />
sektöründe önemli bir yere<br />
sahip Türk Telekom’daki grevin<br />
36. günü Anadolu Yakası’nda dayanışma<br />
için çıkardığımız bildiriden<br />
dağıtıp grev yerlerini ziyaret<br />
ettik. Grevcilere bildirimizden ve<br />
gazetemizden verdik.<br />
Grevin 36. gününde Kadıköy –<br />
İskele Meydanı’nda grevle ilgili çıkardığımız<br />
bildiri dağıtımı yapıldı.<br />
Önce bu dağıtım sırasında gözlemlediğimiz<br />
bazı şeyleri okuyucularımızla<br />
paylaşmak istiyoruz:<br />
Bildiri vermeye çalıştığımız her<br />
yüz kişiden ancak yarısı – o da<br />
bildirinin ne ile ilgili olduğunu<br />
belirtmemize rağmen –bildiri-<br />
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:3
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:4<br />
leri alıyordu. Bu almayanların bir<br />
kısmı işçilerin haksız olduğunu<br />
düşünüyor buna bir tepki <strong>olarak</strong><br />
almadığı anlaşılıyordu. Hatta bunların<br />
bir kısmı bu tepkilerini medyada<br />
çıkan iftiraları dillendirerek<br />
belirtiyorlardı. Bu “tepkiciler”<br />
kadar -belki de daha fazla- insan<br />
da olumlu tepki gösteriyor, hatta<br />
Telekom işçileriyle nasıl dayanışma<br />
göstereceklerini bizden öğrenmeye<br />
çalışıyorlardı.<br />
O gün Küçükyalı Telekom<br />
Müdürlüğü’ndeki grevcileri ziyaret<br />
etmek için Küçükyalı’ya gittik.<br />
Grev yerine yakın yerde esnafa<br />
ve parklarda oturanlara bildiri<br />
verdik. Oradan grev yerine vardığımızda<br />
daha önce bizi tanıyan<br />
ve tanımayan oradaki grevci<br />
i şçi ler i n mücadeleci işçi<br />
sıcaklığı ve<br />
içtenliği ile<br />
karşıl<br />
a n d ı k .<br />
İşçilerin<br />
verdikleri bilgilere<br />
göre bu müdürlükte<br />
5 ile 26 yıl arasında çalışan<br />
226 işçiden -hepsi grevde – 24’<br />
ü kadın işçi. Kadınlar grev nöbetlerini<br />
gündüz tuttuklarını belirttiler.<br />
Kadın işçi <strong>olarak</strong> her zaman<br />
yaşanan zorlukların yanında grevci<br />
işçi kadın <strong>olarak</strong> da bazı zorluklar<br />
olduğunu fakat ailelerin, arkadaşların<br />
ve sendikalarının destekleri<br />
sayesinde birçok şeyin üstesinden<br />
rahatlıkla geldiklerini belirttiler.<br />
Çalışırken bir merhaba dışında<br />
işçi arkadaşları arasında bir samimiyetin<br />
olmadığını, grevde birbirlerini<br />
daha iyi tanıdıklarını, grevin<br />
önemli kazanımlarından olan bu<br />
birliği ve dostluğu içerde de devam<br />
ettireceklerini söylediler. İşçiler<br />
ayrıca grevin genel taleplerinden<br />
bahsettiklerinde aynı işe aynı ücretin<br />
verilmediğine şu ilginç örneği<br />
verdiler: “Aynı meslek ve aynı<br />
kıdeme sahip aynı işi yapan iki<br />
işçiden sendikasız işçi aylık 1.600<br />
YTL ücret alırken sendikalı ancak<br />
950 YTL ücret alabiliyor”. Bu<br />
işyerinde sendikayı tasfiye etmeye<br />
yönelik bir saldırı olduğunun açık<br />
kanıtı olduğunu belirttiler.<br />
Kartal sahilinde Cafe’lere bildiri<br />
dağıtımından sonra Kartal<br />
Telekom Santralı’nda işçileri ziyaret<br />
ettik. İşçilerin verdiği bilgiye<br />
göre burada çalışan işçiler 15-20<br />
yıldır –çoğu 20 yılın üzerinde- çalışan<br />
işçiler. Özelleştirilmeden bu<br />
yana bu işyerinde 15 işçi (Türkiye<br />
çapında 8 bin kişi) zorunlu emekliye<br />
ayrılmış. İşçilerin deyimiyle<br />
“zorla işten atılmış” bu işçilerin<br />
yerine işçi alınmadığı gibi iş sahası<br />
ve işler daha da büyütülmüş.<br />
Fakat işçi alınmamış ve o işler de<br />
sendikalı işçilere yaptırılıyormuş.<br />
Sendika üyesi olmayan işçilere<br />
%40 ücret zammı ve yılda bir aylık<br />
ücret tutarında 4 ikramiye verildiğini<br />
söyleyen işçiler Telekom’un<br />
özelleştirilmesi sırasında uluslar<br />
arası piyasalarda tekellerin rağbet<br />
edeceği bir şirket olmasının kendilerinin<br />
zor koşullarda düşük ücretle<br />
özverili çalışmaları sayesinde<br />
olduğunu belirttiler. Bir işçi bugün<br />
yaptığı işe özel şirketler 6 bin YTL<br />
öderken Oger’in kendilerine 2 bin<br />
YTL’yi vermek istemediğini belirterek<br />
patronların ne kadar amansız<br />
sömürücüler olduğunu söyledi.<br />
BEYOĞLU<br />
Beyoğlu Telekom Müdürlüğü işyerinde<br />
çalışan sendikalı 277 işçinin<br />
(17’si kadın) sürdürdüğü grevi,<br />
Okmeydanı – Perpa Telekom<br />
Santralı’nda grev yürüten 40 (6’sı<br />
kadın) işçinin grevini, Karaköy,<br />
Zeytinburnu, Hasköy, Kadıköy,<br />
Gebze ve bir çok grev yerini ziyaret<br />
ettik. Ziyaret ettiğimiz<br />
her işyerinde Grev Gözcüleriyle<br />
birlikte o an orada bulunan 7-8<br />
grevci işçinin katıldığı sıcak sohbetler<br />
yapıyoruz. Tüm işçiler holding<br />
medyasından şikayetçi. Fakat<br />
bütün grev yerlerinde spor, at yarışları<br />
v.b. şeyler için alındığı belli<br />
olan bu gazetelerden en az 3-4 tane<br />
bulabiliyorsun.<br />
İşçiler bu grevle parça parça satılan<br />
ülkeye yok edilmek istenen<br />
sendikal haklarına sahip çıktıklarını<br />
ve eşit işe eşit ücret iste-<br />
diklerini kazanana kadar grevi<br />
sürdüreceklerini her fırsatta dile<br />
getiriyorlar. İşçiler, grevdeki günler<br />
artıkça patronların saldırıların<br />
da artarak devam ettiğini ve aynı<br />
şekilde kendileriyle dayanışmanın<br />
da arttığını belirtiyorlar. Kasımın<br />
15’inde sendikaları tarafından her<br />
grevciye aylık <strong>olarak</strong> biner YTL<br />
ödendiğini söylediler.<br />
Son günlerde yaptığımız ziyaretlerde<br />
işçiler geçen hafta başlayan<br />
ve iki gün süren TİS görüşmelerinde<br />
bir sonuç alınamadığını bu<br />
ayın son Perşembe günü yine görüşüleceğini<br />
belirttiler. 113 maddelik<br />
TİS’sinin 85 maddesinde anlaşma<br />
sağlanmış olduğunu fakat<br />
greve çıkılmasına neden olan 23<br />
esas 5 geçici maddede hiçbir ilerleme<br />
sağlanmadığını tersine grev<br />
öncesinde ücret zammında %12<br />
veren patron bu oranı şimdi %9,5’e<br />
düşürdüğü gibi esnek çalıştırmada<br />
vazgeçmediğini söylediler .<br />
MERSİN<br />
Grevin 14. gününde Merkez postahanesinde<br />
ziyaret ettiğimiz işçiler<br />
ile grev ve ülke sorunları üzerine<br />
sohbet ettik. Greve patronun uzlaşmaz<br />
tutumu sonucu çıktıklarını<br />
belirten işçiler haklarını alana<br />
kadar grevde kararlı olduklarını<br />
belirttiler. İşçiler yer yer grev kırıcılarının<br />
olduğunu bunları tespit<br />
ettiklerinde hemen yasal yollarla<br />
engellediklerini belirttiler.<br />
Ulusal medya’nın grevlerine yer<br />
vermediğini belirten işçiler, tersine<br />
bu medya grevin kırılması için<br />
çalışmaktadır diyerek tepkilerini<br />
dile getirdiler. Biz işçilere ulusal<br />
medyanın dün olduğu gibi bugün<br />
de patronların yanında olduğunu,<br />
devrimci basının işçilerin haklı<br />
taleplerinin her zaman yanında<br />
olduğunu belirttik. İşçilerin haklarını<br />
alabilmeleri için kararlı bir<br />
biçimde mücadele etmeli, diğer<br />
işkollarındaki işçilerin de desteğinin<br />
alınmasının önemli olduğunu<br />
söylediğimizde işçiler, bu desteğin<br />
yeterli olduğunun söylenemeyeceğini<br />
belirttiler.<br />
GAYRETTEPE<br />
Tüm ülke çapında 25 600 Türk<br />
Telekom işçisi; ilk gün gibi büyük<br />
bir kararlılıkla grevini 1,5 aydır<br />
sürdürüyor. Holding medyasının<br />
grevin başlangıcından bu güne kadar<br />
işçilere yaptığı bir dizi iftira,<br />
yalan haber ve yorumlarla grevci<br />
işçiler karalandı. Patronların ve<br />
devletinin grev hakkında bu kadar<br />
karalama saldırılarına karşı bir<br />
ay boyunca Haber – İş Sendikası<br />
gereken yanıtı vermede yetersiz<br />
kaldı. Kamuoyunu işçilere karşı<br />
bu kışkırtmalarla yönlendirmeye<br />
çalışan patron ve devletin<br />
“Görevlileri” nin (grev kırıcıları)<br />
teşhir edilmesi ve işçilerin haklı<br />
mücadelelerinde tüm işçi, emekçileri<br />
ve sınıfın dostlarını destek vermeye<br />
çağırmak amacıyla 15 Kasım<br />
2007’de bir bildiri çıkardık.<br />
Ü l kenin birçok i l i nde ve<br />
İstanbul’un değişik semtlerinde<br />
binlercesini dağıttığımız bu bildiri<br />
Telekom işçileri tarafından büyük<br />
bir beğeni ile karşılandı. Hatta<br />
birçok işçi “halkın kendileri hakkında<br />
bir dizi yalan yanlış önyargılara<br />
sahip olduğunu buna karşı<br />
bildirimizin bunlara yanıt olduğunu<br />
belirtip semtlerinde gittikleri<br />
kahvelerde dağıtmak üzere bildiri<br />
istediler. Egemenlerin kamuoyunu<br />
nasıl işçiler aleyhine yönlendirdiklerinin<br />
de kanıtı sayılan bu duruma<br />
semtlerde bildirileri dağıtırken “Ne<br />
destekleyeceğim, Grevciler haksız!”<br />
şeklinde tavır gösterenlerin<br />
azımsanmayacak sayıda olduğuna<br />
da bizzat tanık olduk.<br />
Greve başlandığından bugüne<br />
kadar onlarca yerde taşeron patronu<br />
tarafından devletin polis<br />
veya jandarması desteğinde grev<br />
kırıcılığı yapılmış buna karşı çıkan<br />
grev gözcülerine saldırılmış ve gözaltına<br />
alınmışlardır. Diyarbakır,<br />
İstanbul’un Gazi Osmanpaşa,<br />
Ümraniye, Gazi Mahallesi v.b.<br />
yerlerde yaşanan bu saldırılar işçinin<br />
yasalardaki “Grevli Toplu<br />
Sözleşmeli Sendika hakkının” laftan<br />
öteye gitmediğinin ve pratikte<br />
bir değerinin olmadığının en açık<br />
göstergesidir. GOP ve Gazi’de polisin<br />
gözü önünde balta sapları bıçak<br />
ve silahlarla grevcilere saldıran taşeronun<br />
çetelerine bir şey demeyen<br />
polis grevcilere saldırararak onları<br />
gözaltına alarak devletinin sınıfsal<br />
görevlerini yerine getiriyor.<br />
İstanbul’un hem Avrupa hem<br />
de Anadolu yakasındaki Telekom<br />
Müdürlükleri ve santrallarında<br />
grev yerlerine – bazı yerlere birkaç<br />
defa- ziyaretlerde bulunduk. Tüm<br />
ziyaretlerimizde çıkardığımız bildirileri<br />
grevcilere ve o an ziyaretçi<br />
<strong>olarak</strong> orada bulunanlara verdik.<br />
Gazetemizin son sayısından grev<br />
yerine bıraktık. İşçilerle oturup<br />
gelişmeler hakkında sohbetler ettik.<br />
...<br />
Bu r a d a s end i k a Şu b e ler i<br />
Platformu adına yapılan konuşmalarda<br />
bu haklı grevin tüm işçi<br />
sınıfının grevi olduğu, Telekom<br />
grevinin başarısı tüm işçi sınıfının<br />
başarısı olacağına vurgu yapıldı.<br />
İşçilere grevi anlatmaya maddi<br />
manevi <strong>olarak</strong> desteklenmesi için<br />
çabaladıklarını, işyerlerinde bir<br />
haftadır sürdürdükleri “GREVCİ<br />
İŞÇİ KARDEŞİNLE 5 YTL’Nİ<br />
PAYLAŞ KAMPANYASI” sonucu<br />
topladıkları yardımları teslim<br />
etmek için geldiklerini belirtti.<br />
Konfederasyonlara seslenen konuşmacı<br />
patrona iki kez süre tanıyan<br />
Türk – İş Başkanlar Kurulunun,<br />
olumlu yanıt gelmezse 33 sendika<br />
650 şube ile eylemleri yaygınlaştıracağını<br />
açıklamasını hatırlatarak<br />
bir an önce eylem planını açıklamasını<br />
istedi.<br />
Bu ziyaret esnasında bizlerde<br />
500 bildiri dağıttık. Grevci işçiler<br />
bildirimizi büyük bir sevinç içinde<br />
karşıladılar. Okuyan bazı grevci iş-
çiler gelip bizleri tebrik ettiler.<br />
ADANA<br />
Tarafların anlaşma için bir araya<br />
gelmelerine ve açıkçası grevi bitirme<br />
niyetleri 22 Kasım’da yapılan<br />
görüşmede boşa çıktı. Ancak<br />
T.Haber-İş Sendikası internet sitesinden<br />
26 Kasım’da görüşmelerin<br />
tekrar başladığını ve 28 veya<br />
29 Kasım’da sonuçlanacağını<br />
duyurdu.<br />
Telekom patronunun saldırıları<br />
özellikle 22 Kasım görüşmesinden<br />
sonra iyice arttı. Birçok bölgede<br />
taşeron firma işçileri polis gözetiminde<br />
arızaları gidermeye çalıştılar.<br />
Buna müdahale etmek isteyen<br />
ve yasal hakları olan işçiler engellendi,<br />
gözaltına alındı. Hükümetin,<br />
diğer sermaye partilerinin ve medyanın<br />
sus pus olmasına rağmen,<br />
polis grevin yasadışı bir şekilde<br />
kırılmasına, Telekom işçilerinin<br />
taşeronlar tarafından saldırıya uğramasına<br />
ses çıkarmıyor.<br />
Bunlar karşısında sendikalarıyla<br />
birlikte işçi sınıfı da yeterli desteği,<br />
eylemi göstermiyor. Göstermelik<br />
ve temsili düzeydeki destek açıklamaları,<br />
ziyaretler sonuç alma<br />
adına pek bir işe yaramıyor. Oysa<br />
büyüklüğü ve örgütlülüğü ile övünen<br />
Türk-İş ve bağlı sendikalar<br />
iş yavaşlatma, iş bırakma ve sokaklara<br />
dökülme dahil birçok eylem<br />
yapabilir. Türk-İş Başkanlar<br />
Kurulu 8 Kasım’da “grevin bir<br />
hafta içerisinde sonuçlanmaması<br />
halinde 33 sendika ve 650 şube ile<br />
grev eylemlerini tüm Türkiye’ye<br />
yayma” kararı almıştı. Ancak bir<br />
hafta sonra ne bir eylem gördük ne<br />
de 33 sendika ile 650 şube… Bu<br />
destek Telekom işçilerinden esirgendi.<br />
…<br />
Ziyaret ettiğimiz Telekom işçileri<br />
de grevin bir an önce kazanımla<br />
bitmesini ve çalışmaya başlamayı<br />
istiyorlar. Görüşmelerin çok yakında<br />
sonuç vereceğini, TİS’nde<br />
bulunan birçok maddede anlaşma<br />
sağlandığını ancak kapsam konusunda<br />
uyuşmazlığın sürdüğünü<br />
belirttiler.<br />
İşçiler ile medyanın tavrı üzerine<br />
konuştuğumuzda işçiler medyaya<br />
öfkeli olduklarını ve birçok gerçeğin<br />
çarpıtıldığını belirttiler. İşçiler,<br />
özelleştirilmesi ile özel sektör haline<br />
gelen Telekom’da kendi ifadeleri<br />
ile “2. tip kiralık devlet memuru”<br />
çalıştırıldığını, bazılarının<br />
yaklaşık 2,500 YTL ücret aldığını<br />
söylediler. Oysa medya tüm işçile-<br />
rin 2,500 YTL ücret aldıkları yönünde<br />
çarpıtma bilgiler verdiğini,<br />
bunun için bordrolarını gösterebileceklerini<br />
açıkladılar. Ayrıca sendikadan<br />
vazgeçmeyeceklerini, bu<br />
uğurda grevi uzun süre yürütmeye<br />
kararlı olduklarını ifade ettiler.<br />
İşçiler Telekom müdürleri tarafından<br />
evlerine “gelip çalışmaları”<br />
için mektup gönderildiğini, daha<br />
önceleri birbirleri ile ücretsiz görüştükleri<br />
telefonların normal tarifeye<br />
geçirildiğini, sağlık kurumlarından<br />
ilaç almalarının engellendiğini<br />
söylediler. Bazı işçiler takip<br />
edildiklerini ifade ettiler.<br />
Grevde bulunan işçiler ile sınırötesi<br />
operasyonun olması halinde<br />
grevin seyrini sorduk. Onlar grevin<br />
devam edeceğini ancak “vatan<br />
için gerekirse bölgedeki arkadaşlarının”<br />
çalışabileceğini söylediler.<br />
Operasyon halinde ise grevin hükümet<br />
tarafından yasaklanamayacağını<br />
düşünen Telekom işçileri<br />
grevin operasyon tartışmalarının<br />
gölgesinde kaldığını, medyanın<br />
desteği ile halka durumun yanlış<br />
anlatıldığını belirttiler.<br />
Ydi <strong>Çağrı</strong> okurları <strong>olarak</strong> bizler<br />
de, Telekom işçilerinin bu haklı<br />
grevini desteklemek için şehir<br />
merkezinde bildiriler dağıttığımızı<br />
söyledik ve bildirilerimizin bir kısmını<br />
grev yerlerine bıraktık. ...<br />
Ad a na’ d a k i DİSK, K E SK,<br />
TMMOB ve ATO temsilcileri grevin<br />
44. gününde (28 Kasım 2007)<br />
Telekom işçilerine destek ziyaretinde<br />
bulundu. Ziyarette DİSK<br />
Adana Bölge Temsilcisi Kemal<br />
Aslan ve ATO Başkanı Osman<br />
Küçükosmanoğlu birer konuşma<br />
yaparak Telekom grevini desteklediklerini,<br />
farklı sendikalarda<br />
örgütlü olsalar da işçi ve emekçilerin<br />
çıkarının ortak olduğunu,<br />
Telekom işçilerinin kendilerini<br />
yalnız hissetmemeleri gerektiğini<br />
söylediler.<br />
Haber-İş Adana Şube Başkanı<br />
İbrahim Kaya ve Türk-İş 4. Bölge<br />
Temsilcisi Hüseyin Kaya Elbek’te<br />
kendilerini yalnız bırakmayan,<br />
destekleyen sendika ve oda temsilcilerine<br />
teşekkür ettiler.<br />
Ziyarete Eğitim-Sen, Dev-<br />
Sağlık-İş, BES, SES, Genel-İş, Tek-<br />
Gıda-İş sendikalarının temsilci<br />
ve işçileri ile emekten yana siyasi<br />
partiler ve devrimci kurumlar ve<br />
Çukurova Üniversitesi öğrencileri<br />
katıldılar.<br />
Adana İl Telekom Müdürlüğü<br />
önünde saat 13:00’da gerçekleşen<br />
ziyarette sık sık “Yaşasın sınıf dayanışması”,<br />
“İşçilerin birliği sermayeyi<br />
yenecek”, “AKP’nin imamı, sen<br />
de oldun emek düşmanı”, “Direne<br />
direne kazanacağız”, “Zafer direnen<br />
emekçinin olacak”, “İş ekmek<br />
yoksa barışta yok”, “Grev yerimiz<br />
bizim evimiz” sloganları atıldı ve<br />
dövizler taşındı.<br />
Yaklaşık 150 kişinin bulunduğu<br />
ziyaret atılan sloganlar ile son<br />
buldu. ✓<br />
Telekom Grevinde Kadınlar<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru kadınlar <strong>olarak</strong><br />
Türk Telekom Adana İl<br />
Müdürlüğünde çalışan ve şu an<br />
grevde olan kadın işçileri ziyaret<br />
ettik. Dört saatte bir değişen grev<br />
nöbet sırası kadınlardaydı.<br />
Kadınlar ile sendika yönetimlerinde<br />
kadın işçilerinin azlığı<br />
üzerine konuştuk. Telekom işçisi<br />
kadınlar daha önce sendika yönetimlerinde<br />
kadınların şimdikinden<br />
daha fazla olduğunu söylediler.<br />
Fakat bu sayının şimdi azaldığını<br />
ve bunun nedeni <strong>olarak</strong> kadınların<br />
evde çok daha fazla sorumluluk<br />
almasını, ev işlerinin, çocuk bakımının<br />
vb. sorunların buna engel<br />
olmasını gerekçe gösterdiler.<br />
İşçiler, burjuva medyanın grevi<br />
gündeme almadığını; fakat işçiden<br />
emekçiden yana olan gazete ve<br />
dergilerin grev haberlerine yer verdiğini<br />
ve grevdeki işçileri desteklediklerini<br />
belirttiler. İşçiler, tirajı<br />
SCT Grevi...<br />
SCT grevinin 616. gününde<br />
Birleşik Metal-İş Anadolu şube<br />
sekreterliğine yeni seçilen Rasim<br />
Gündal ile yapılan Genel Kurul ve<br />
SCT grevi ve diğer işyerlerindeki<br />
gelişmeler üzerine konuştuk.<br />
Rasim Gündal bize özetle şu bilgileri<br />
verdi:<br />
“7 Ekim 2007 tarihinde yapılan<br />
Genel Kurul’ da demokratik<br />
bir seçimle yeni yönetim seçildi.<br />
Başkanlığa Seyfettin Gülengül, şube<br />
sekreterliğine ise Rasim Gündal<br />
seçildi. Başkan ve sekreter ile birlikte<br />
7 kişilik yönetimin seçildiği<br />
Genel Kurul’da herhangi bir olay<br />
yaşanmadı.<br />
Yeni yönetim <strong>olarak</strong> örgütlü bulunduğumuz<br />
işyerlerindeki durumu<br />
ve hala belli bir anlamda zayıflayarak<br />
da olsa süren SCT grevini değerlendirdik.<br />
SCT grevi belli anlamda<br />
sayı <strong>olarak</strong> zayıflamasına rağmen<br />
grevi sürdüren arkadaşlarımızın<br />
kararlı duruşları ile sürüyor. Bu<br />
arada ayrılıp giden arkadaşlarımızın<br />
önemli bir kısmı da hala bizimle<br />
düşük olan bu gazete ve dergileri<br />
okumadıklarını hatta bu gazete ve<br />
dergilerin varlığından bile haberlerinin<br />
olmadığını ama bunun nedeninin<br />
biraz da kendi eksikliklerinden<br />
kaynaklandığını söylediler.<br />
Kadın işçiler bugün Telekom<br />
yönetimi ile Haber-İş Sendikası<br />
arasında görüşmenin olacağını ve<br />
büyük ihtimalle grevin sona ereceğini<br />
bildirdiler; ancak grevin sona<br />
ermesinin onların birkaç konuda<br />
taviz vermeleri sonucunda gerçekleşebileceğini<br />
belirttiler.<br />
Grevi 38. gününe kadar başarıyla<br />
sürdüren Telekom işçilerinin bu<br />
haklı mücadelesini destekliyor ve<br />
her fırsatta onları ziyaret ediyoruz.<br />
Telekom grevine ilişkin bildirilerimizi<br />
ve gazetemizi kadın işçilere<br />
vererek tekrar görüşmek üzere grev<br />
yerinden ayrıldık.<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/Adana 22.11.2007 ✓<br />
dayanışma halinde. Bu grevle dayanışma<br />
istediğimiz düzeyde değil.<br />
Kendi örgütlü olduğumuz işyerlerimizdeki<br />
işçi arkadaşlarımız dahi bu<br />
grevle ilgili yeterli dayanışmayı göstermiyor.<br />
Sınıfın kendi arasındaki<br />
dayanışmasını pekiştirmesi lazım.<br />
Bu bir anlamıyla kendiliğinden olmuyor.<br />
Bu konuda biz sendikacılara<br />
önemli görev düşüyor. Biz göreve<br />
gelirken bunun bilincinde hareket<br />
ederek göreve geldik.<br />
Süren SCT grevinde zamanla bizlerin<br />
de hataları sonucu geri duran<br />
arkadaşlarımız var. Bu arkadaşlarımızla<br />
bire bir görüşerek sorunlarını<br />
dinliyoruz. Bu arkadaşlarımızı<br />
tekrar mücadeleye aktif katmaya<br />
çalışıyoruz.”<br />
Bu arada süren Telekom grevindeki<br />
işçileri de ziyaret ederek onlarla<br />
dayanışmamızı gösteriyoruz.<br />
Biz <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> <strong>olarak</strong> Rasim<br />
Gündal ve yeni seçilen Anadolu şubesine<br />
başarılar diliyoruz.<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> Mersin<br />
25.11.2007 ✓<br />
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:5
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:6<br />
BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu<br />
çekişmeli iki liste temelinde yapıldı<br />
Bursa-Eskişehir şubesinin<br />
4. olağan genel Kurulu 28<br />
Ekim 2007 tarihinde yapıldı.<br />
Toplam 209 delege katıldı.<br />
Bursa-Eskişehir şubesi olmasına<br />
rağmen, kısa dönem önce Eskişehir<br />
kendi bölgesinde yeterli çoğunluğu<br />
sağladığı için ayrı şube olma hakkı<br />
kazanarak ayrılmıştı. Genel Kurul<br />
Bursa şubesi <strong>olarak</strong>, Bursa üyeişçileri<br />
ile yapıldı.<br />
Genel Kurul şube başkanı<br />
Mehmet Kılınç’ın konuşmasıyla<br />
açıldı. Kılınç konuşmasında “Son<br />
dönemde tırmanan terör eylemleri,<br />
şehitler, ülkenin emperyalist<br />
çıkar çatışması içinde olduğunu<br />
ve ülkenin zor bir dönemden geçtiğini,<br />
bu durumun hepimizi kaygılandırdığını,<br />
buna sessiz kalmamak<br />
gerektiğini” vurguladı.<br />
Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde;<br />
“Uluslararası sermayenin<br />
emeğe saldırılarının etkilerini<br />
hissetmemek mümkün değil. Bu<br />
saldırıyı ülkemizde daha da acımasız<br />
hissettiğimizi” vurguladı.<br />
“Biz çalışan emekçiler işverenlerin<br />
topyekûn saldırısıyla karşı karşıya<br />
kaldık. İşverenlerin bu saldırılarını<br />
geri püskürtmek için birlikte<br />
tek yumruk olmak gerekir. Çünkü<br />
ancak bu şekilde bu saldırıları geri<br />
püskürtebiliriz. İşverenlerin kural<br />
tanımaz baskılarıyla karşı karşıyayız”<br />
dedi. Kılınç, konuşmasının<br />
bitiminde kendisini destekleyen<br />
delegeler tarafından alkışlanarak<br />
kürsüden indi.<br />
Daha sonra divan seçimine geçildi.<br />
Genel Kurula iki liste <strong>olarak</strong><br />
girilmesi, divan seçiminde hemen<br />
kendini hissettirdi. Her iki liste,<br />
iki ayrı Divan Kurulu oluşturmuştu<br />
ve iki liste de daha baştan<br />
oylama çekişmesine girdiler. Şube<br />
başkanı Mehmet Kılınç’ın önerdiği<br />
divan listesinde; Otomobil İş<br />
Sendikası yöneticiliği de yapmış<br />
olan Mehmet Çapar’ın başkanlığında,<br />
Tekstil Sendikası şube<br />
başkanı Muammer Özer de yer<br />
alıyordu.<br />
Diğer liste, başkan adaylarından<br />
Prysmian baştemsilcisi ve şube<br />
başkan adayı Ayhan Ekinci’nin<br />
önerdiği listeydi. Ayhan Ekinci<br />
ise Divan Kuruluna; sendikanın<br />
genel sekreteri Selçuk Göktaş başkanlığında<br />
bir Kurul önermişti.<br />
Şube başkanı Mehmet Kılınç divan<br />
listelerini oylamaya sundu.<br />
Oylama delegelerin el kaldırma<br />
yöntemiyle yapıldı. Bu el kaldırma<br />
uygulamasında karışıklık yaşandı,<br />
bunun üzerine küçük bir tartışma<br />
sonunda oy verenlerin delege kartlarının<br />
sayılması yöntemi kabul<br />
edildi. Yapılan oylama sonucunda<br />
sayılan delege kartlarının 93 adet<br />
olduğu açıklandı. Bu sonuç divanın<br />
Mehmet Kılınç tarafından kaybedilmesi<br />
demekti. Birden ortalık<br />
itiraz ve sloganlarla gerildi. Bunun<br />
üzerine yaşanan tartışmaların<br />
yarattığı gerginliğin uzaması sonucu<br />
bir uzlaşma yolu bulundu ve<br />
yeni yöntem <strong>olarak</strong> delege isimleri<br />
kürsüden okunarak oylama yöntemine<br />
geçildi. (Aslında bu da doğru<br />
değildi. Gizli oylama yapılması gerekiyordu.<br />
Ancak gizli oylama ile<br />
delege gerçekten kime destek vereceğini<br />
rahat bir şekilde belirleyebilirdi.<br />
Açık oylamada delegeler belli<br />
etkilerin altında kalabilmektedir.)<br />
Yapılan bu oylama sonucunda ise<br />
Mehmet Kılınç’ın önerdiği liste<br />
99 oy, Ayhan Ekinci’nin listesi ise<br />
103 oy aldılar. Bu oylama sonucu<br />
Ayhan Ekinci’nin önerdiği liste divan<br />
seçimini kazandı.<br />
Diva n seçi m i nde Ayha n<br />
Ekinci’nin kazanması, büyük ihtimalle<br />
kongreyi de kazanacağı anlamına<br />
geliyordu. Divan seçiminin<br />
bu şekilde sonuçlanmasına rağmen<br />
salonda dengeler seçimin kafa kafaya<br />
olacağını gösteriyordu.<br />
Üç kişilik Divan Kurulu Selçuk<br />
Göktaş başkanlığında görevi<br />
alınca, tespit edilen gündemle<br />
Genel Kurula devam edildi. Selçuk<br />
Göktaş başkanlığındaki Genel<br />
Kurul şehitler için 1 dakikalık<br />
saygı duruşunun hemen ardından,<br />
işçilerin büyük çoğunluğunun katılımıyla<br />
söylenen İstiklal Marşıyla<br />
devam etti. Şube Genel Kurulunun<br />
yapıldığı salon Bursa’nın en işlek<br />
merkezi FOMARA Caddesi<br />
üzerinde bulunan bir iş hanının<br />
balkonlu asma katında yapıldı.<br />
Genel Kurulun yapıldığı aynı gün<br />
Bursa’da ölen askerler için 20’ye<br />
yakın dernek ve meslek örgütü tarafından<br />
yürüyüş düzenlenmişti.<br />
Genel Kurulun sürdüğü saatlerde<br />
aynı caddede şovenizmin histeri<br />
gösterileri saatlerce sürdü. Genel<br />
Kurula katılan delegelerin bir bölümü,<br />
(özellikle Asilçelik işçileri)<br />
salonun balkonundan yürüyüşçülere<br />
bayrak sallayarak ve sloganlarla<br />
da katılarak aktif destek<br />
sundular. İşçilerin bir kısmı faşist<br />
MHP’nin el işaretini yaparak kendilerinden<br />
geçtiler. Bölgede askerler<br />
de bu şovenist gösteriye top<br />
sesleriyle destek vererek dayanışmayı<br />
eksik etmediler. Bu şovenizm<br />
gölgesi altında Genel Kurul 10<br />
saate yakın sürdü. Devlet tarafından<br />
geliştirilen bu şovenist dalga<br />
Türkiye’de ‘sola’ yüzünü çeviren<br />
Birleşik Metal İş Sendikasının<br />
Genel Sekreteri Selçuk Göktaş tarafından<br />
İstiklal Marşının okutulması,<br />
bu gerici-faşist kesime<br />
önemli prim vererek cesaretlerini<br />
arttırmış, salonun balkonunun küçük<br />
bir miting alanına dönüştürmelerine<br />
yetmişti. Divan başkanı<br />
ve aynı zamanda Birleşik Metal İş<br />
Genel Sekreteri Selçuk Göktaş’ın<br />
konuşması yarım saat kadar sürdü.<br />
Konuşmasında ‘’sermayenin saldırılarının<br />
sürekli arttığı, buna karşı<br />
sendika <strong>olarak</strong> direndiklerini,<br />
sendikanın da her geçen gün büyüdüğünü,<br />
sarı sendikal anlayışa<br />
karşı mücadele ettiklerini ve devam<br />
edeceklerini, DİSK’i büyüteceklerini<br />
sermayeye karşı sınıf dayanışmasını<br />
güçlendireceklerini’’<br />
söyledi. Daha sonra Misafir <strong>olarak</strong><br />
katılan kurumlardan ilk <strong>olarak</strong><br />
ÖDP adına İl Başkanı Günay<br />
Pank söz aldı. Pank konuşmasında<br />
‘’İşçiden, ezilenlerden yana tavır<br />
aldıklarını, küresel sermayeye<br />
karşı sendikaların yanında olduklarını<br />
ve DİSK’i desteklediklerini<br />
söyledi. Pank konuşmasını şöyle<br />
sürdürdü: „Irkçılığa ve şovenizme<br />
karşı mücadele etmek gerekir. Çok<br />
kültürlü mozaik bu ülkede yan<br />
yana yaşamayı öğrenmek gerekir”<br />
dedi. Daha sonra Divan Yönetim<br />
ve Denetim Kurulları raporlarının<br />
okunmasına gerek olup olmadığı<br />
konusunda oylama yapıldı.<br />
Oylama sonucunda okunmasına<br />
gerek olmadığı kararlaştırıldı.<br />
İlk söz alan Ayhan Ekinci’nin<br />
listesini destekleyen Salim İşçi<br />
oldu. İşçi konuşmasında, “Biz<br />
sağcı-solcu <strong>olarak</strong> meseleye bakamayız.<br />
Biz emekçiyiz, kendi çıkarlarımızı<br />
esas almalıyız. Siyasi<br />
görüşlerimizi fabrika kapısı dışına<br />
bırakmalıyız. (Artık bu nasıl olacaksa?<br />
Fabrikanın dışında faşist,<br />
fabrikada işçi hakkını savunan biri<br />
nereye kadar sürecek? Faşist bakış<br />
açısı meseleye sınıfsal değil, milliyetçi<br />
ve ırkçı temelde bakar. Böyle<br />
olunca işçi hakkı, emek-sermaye<br />
çelişkisi nasıl öne çıkarılacak? Bu<br />
Salim işçi ve onun gibi düşünenlerin<br />
önemli bir yanlışıdır.) Şube<br />
başkanı içki masasında değil işçinin<br />
masasında olmalıdır. Sendika<br />
hantal değil mücadeleci olmalıdır.<br />
Benim Erol Bektaş’la politik sorunları<br />
paylaşamadığımı herkes<br />
biliyor. Farklı dünya görüşlerimiz<br />
olmasına rağmen ortak çıkarlar<br />
için aynı listede yer almanın kusuru<br />
yoktur.” diyerek, doğru sendikacılık<br />
için Ayhan Ekinci’nin<br />
listesini destekleyeceklerinin vurgusunu<br />
yaptı. Erol Bektaş, Asil<br />
Çelik işletmesinin baş temsilcisidir.<br />
Aynı zamanda MHP üyesidir.<br />
Muhalefet listesinde oluşu muhalefeti<br />
çok zora sokmuştur. 40’a<br />
yakın sola eğilimli delege arasında<br />
git-gellere sebep olmuştur. Ayhan<br />
Ekinci’nin listesine oy veren sola<br />
yakın delegeler “Biz Erol Bektaş’ı<br />
değil, Ayhan Ekinci’yi destekliyoruz”<br />
demişlerdir. Böyle bir handikabın<br />
arka planında Erol Bektaş’ın<br />
DİSK’e ve sendikaya sahip çıktığı<br />
iddiası vardır. Erol Bektaş’ı destekleyen<br />
delege sayısı Asil Çelik<br />
işyerinde 35 kadardır. Bu sayı Asil<br />
Çelik toplam delege sayısının yarısından<br />
fazladır. Bu gelişmeler göz<br />
ardı edilecek gibi değildir. Bu tablo<br />
işçi sınıfının küçük bir parçasında<br />
olsa dahi; işçi sınıfının içinde bulunduğu<br />
bu acınası pratik açısından;<br />
bizlere ve devrimci sola sivri<br />
sineğin vızıltısının bile çok geldiği<br />
apaçık ortadır. Özellikle bu sesler<br />
iyi duyulmalıdır. İşçi sınıfının kaleleri<br />
adım adım zapt edilmektedir.<br />
Bu arada Salim İşçi’nin konuşması<br />
sırasında karşı adayı destekleyen<br />
taraftan sürekli müdahale edildi.<br />
Daha sonra Gökhan Aydın söz<br />
aldı. Aydın konuşmasında, “Takım
tutar gibi taraf olamayız. İşçi sınıfının<br />
çıkarlarını savunanla taraf<br />
olmalıyız” vurgusunu yaptı.<br />
Söz alan Erkan Özkan da işyerinde<br />
çalışanla birlikte patrona<br />
karşı mücadele ettiklerini, sınıfın<br />
uluslararası alanda özellikle dayanışmasının<br />
ve örgütlülüğünün<br />
gerekliliğine dikkat çekti.<br />
Daha sonra söz alan mevcut<br />
Şb. Sekreteri Fuat Kumaş ise<br />
“Yoruldum, ama iş yapmaktan değil,<br />
görev ve sorumluluklarının dışında<br />
bir adamla (Mehmet Kılınç)<br />
beraber çalışmaktan yoruldum.<br />
Çalışmalarımızı beraber götürmek<br />
mümkün değildir. Bazı konularda<br />
insanlar kendini değiştiremiyor.<br />
Yeni dönemde Ayhan Ekinci’nin<br />
listesini destekliyorum” dedi.<br />
Daha sonra Ayhan Ekinci listesinde<br />
tartışma yaratan Erol Bektaş<br />
söz aldı: “Vatanımız için canını<br />
veren şehitlerimizi saygıyla anmak<br />
istiyorum. Şehitler ölmez vatan bölünmez.<br />
(Tabiî ki bu çıkışın ardından<br />
destek veren delege sayısı hiç<br />
de az değildi.) Ülkemizde hain saldırılarla<br />
karşı karşıyayız. Ülkemiz<br />
üzerinde emperyalist oyunlar<br />
oynanmaktadır. Uluslararası sermayenin<br />
saldırılarına karşı işçiler<br />
mücadele etmek zorundadır.<br />
Şube başkanı bu çalışma döneminde<br />
bunu yapmamıştır. Şube<br />
başkanı toparlayıcı değil bölücüdür.<br />
Sözleşmelerde işçiden değil<br />
patronlardan yana tavır içindedir.<br />
Başka bir sendikayla görüşme yapan<br />
adamın Mehmet Kılınç’ın listesinde<br />
ne işi vardır?” (Kastedilen<br />
kişi T. Tanrıverdi’dir. Bu kişi sarı<br />
Çelik İş sendikası ve yöneticileriyle<br />
görüşme yaptığı tespit edilmiş<br />
ve bu davranışından dolayı<br />
uyarı cezası almıştır.) Kısaca Erol<br />
Bektaş’ın konuşmasında öne çıkan<br />
bunlardır.<br />
Başkan adayı Ayhan Ekinci uzun<br />
bir konuşma yaptı; “Bu salonda<br />
200 militan var. Bu genç dinamikleri<br />
harekete geçirmek gerekir. Bu<br />
dinamikleri doğru değerlendirmek<br />
gerekir. Yönetim bunu doğru<br />
kullanmamıştır. Bugün TC’nin<br />
84. kuruluş yıl dönümü yaşanıyor.<br />
Aynı zamanda ABD ve AB’nin<br />
kamu mallarını talan ettiği bir<br />
dönemde yaşıyoruz. Emeğimize<br />
karşı her taraftan yoğun saldırılar<br />
gelmektedir. Biz Birleşik Metal–İş<br />
sendikası <strong>olarak</strong> sermaye işbirlikçisi<br />
sarı sendikalara karşı daha yoğun<br />
mücadele etmeliyiz. Bu sistem<br />
bize köleliği dayatmaktadır ama<br />
gelişmemizi ve direnmemizi engelleyemeyecektir.<br />
15-16 Haziran direnişlilerini<br />
unutmadık. Mehmet<br />
Kılınç kapısını açamadığı fabrikalarda<br />
bugün kapı kapı dolaşmaktadır.<br />
Ne için, oy toplamak için. Bu<br />
böyle olmaz. Mehmet başkan biz<br />
Prysmian (eski adı Siemens’dir)<br />
fabrikası işçileri <strong>olarak</strong> her gün<br />
Grammer direnişine destek verirken<br />
sen bizi bir gün ziyaret etmedin.<br />
Böyle başkan olmaz. Biz<br />
kendimiz Kemal Türkler eğitim<br />
tesislerine götürürken başkandan<br />
böyle bir şey görmedik.1 Mayıs<br />
eylemlerinde de aynı şeyleri yaşadık.<br />
1 Mayıs’a başkan maalesef gerekli<br />
önemi göstermemiştir. Ama<br />
biz üzerimize düşenin en iyisini<br />
yapmaya çalıştık. Bir insan bataklığın<br />
içindeyse bataklığı nasıl<br />
kurutabilir.” (Bu bataklığın ne olduğunu<br />
açıklamadı.) Bu bölümde<br />
başka konuşan olmadı. Divan defalarca<br />
söz isteyen olup olmadığını<br />
sordu ama kimse konuşmadı.<br />
Konuşanlar sadece Ayhan Ekinci<br />
listesini destekleyenlerdi.<br />
Son söz <strong>olarak</strong> Mevcut Şb.<br />
Başkanı ve yeni başkan adayı<br />
Mehmet Kılınç söz aldı.<br />
Konuşmasında 4 yıllık çalışma<br />
döneminde neler yaptığı üzerine<br />
değil de sadece yapılan eleştirilere<br />
yanıt vermeye çalıştı. Çok duygusaldı,<br />
nerdeyse ağlayacaktı. “Ben<br />
bu kadar kötü bir insan mıyım?<br />
Kendime inanamadım. O zaman<br />
bu yönetim nerdeydi? Neden beni<br />
görevden almadınız? Neden uyarmadınız?<br />
Bu iddialar doğru değildir.<br />
Bana Ayhan Ekinci diyor ki,<br />
Biz sendika mücadelesi verirken<br />
sen nerdeydin, bunu nasıl söylüyorsunuz,<br />
ben senelik iznimi dahi<br />
bu fabrika önünde mücadele ederek<br />
geçirdim. Fuat arkadaşın eleştirileri<br />
de kendi sorunudur. Şunu<br />
yapalım, olmaz, şuraya gidelim,<br />
hayır diyor. Ben ne yapayım? Erol<br />
Bektaş yaptığı konuşmayı kendisi<br />
hazırlamamıştır. Başkası bu konuşmayı<br />
hazırlamıştır. (Bu sözler<br />
üzerine Erol Bektaş taraftarları<br />
yoğun tepki gösterdi.) Çünkü Erol<br />
Bektaş 1 Mayıs’ta evine gidip yatmıştır.<br />
1 Mayıs’ın anlamı üzerine<br />
işçilere hiç birşey veremez. Erol<br />
Bektaş’ın da Türk Metal’le görüştüğünü<br />
biliyoruz. (Bu sırada Erol<br />
Bektaş itiraz ederek bu yapılan görüşmede<br />
kendisinin de olduğunu<br />
söyledi.) Onun için Tekin’e haksızlık<br />
etmektedir. Önce kendisine<br />
bakmalıdır. Gençlerin önünü açalım.<br />
Onlar bu işi daha iyi yaparlar.<br />
Bunu yapmamız lazım” diyerek<br />
konuşmasını sonlandırdı.<br />
Divan artık seçimin yapılacağını<br />
duyurdu. Yapılan seçimler<br />
sonucunda Ayhan Ekinci listesi<br />
108 oy, Mehmet Kılınç’ın listesi<br />
ise 99 oy aldı. Şb Başkanı Ayhan<br />
Ekinci, Şb. Sekreteri Erol Bektaş,<br />
Şb. Mali Sekreteri Duygu Bayram,<br />
Şb. Örgütlenme Sekreteri Erkan<br />
Özkan, Şb. Eğitim Sekreteri Zafer<br />
Çelik, Şb. Basın Yayın Sorumlusu<br />
Mustafa Sevinç, Şb. Sosyal İşler<br />
Sekreteri Salim İşçi.<br />
Birleşik Metal İş bu seçim sonuçlarında<br />
ortaya çıkan bu yönetim<br />
kadrosuyla olumlu işler yapabilir.<br />
Süreç bize neyin nasıl olacağını<br />
gösterecektir. Çünkü Ayhan<br />
Ekinci listesindeki bu sorun çokça<br />
tartışılmıştır.<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru,<br />
28 Ekim 2007 ✓<br />
Enmersan’da sendikalaşan<br />
işçiler işten atıldı<br />
Cimse-İş İzmir Şubesi’ne protokol bırakmak için gittiğimizde,<br />
Enmersan Fabrikası’ndan işten atılan işlerle tanıştık. Gelişmeler üzerine<br />
işçilerle sohbet ettik.<br />
Enmersan Granit, Mermer ve İnşaat Taahhüt San. Tic. A.Ş. mermer<br />
fabrikası. İzmir Torbalı’da bulunuyor. Enmersan 1990 yılında Arıkanlı<br />
Holding’in kuruluşu <strong>olarak</strong> üretime başlamış. Fabrikada, plaka, fayans,<br />
döşeme ve tumpled mermer üretimi yapılıyor. Ağırlıklı <strong>olarak</strong> ihracat<br />
yapan fabrikada 4’ü kadın olmak üzere 70 işçi çalışıyor. Ağustos ayı içerisinde<br />
45 işçi Cimse-İş Sendikası’na üye olmuş. Ekim ayı içerisinde sendika<br />
çoğunluk tespiti için Çalışma Bakanlığı’na başvuru yapmış. İşçilerin<br />
sendikalaştığını öğrenen patron 30<br />
Ekim tarihinde 16 işçiyi işten çıkarmış.<br />
5 işçi ihbar ve kıdem tazminatlarını<br />
alarak çıkışı kabul etmiş.<br />
11 işçi mahkeme yolunu seçmiş. İşe<br />
iade davaları açılmış.<br />
Patron işçileri işten çıkarmasının<br />
nedeni <strong>olarak</strong>, ekonomik nedenleri,<br />
işlerin iyi gitmediğini, küçülmeyi<br />
göstermiş. İşçiler asıl nedenin sendika<br />
üyeliği olduğunu gayet iyi biliyorlar.<br />
Enmersan’da işçiler üç vardiya halinde 8 saat çalışıyorlar. Aldıkları ücret<br />
500-600 YTL arasında. Bordrolar asgari ücret üzerinden gösteriliyormuş.<br />
Buna bağlı <strong>olarak</strong> sigorta primleri de düşük ödeniyormuş.<br />
Enmersan’da sendika üyesi olduğu için işten atılan bir işçi, sendikalaşma<br />
nedeni <strong>olarak</strong> şunları söyledi: “İnsanca yaşamak, insanca muamele<br />
görmek, aldığımız ücreti bordroda gösterilmesi, sigorta primlerinin tam<br />
ödenmesi, emeklilik halinde dolgun maaş ödenmesi, sosyal haklardan yararlanmak,<br />
daha iyi bir yaşam için sendikada örgütlendim.”<br />
Çalışan, sendika üyesi olan işçiler üzerinde patronun baskıları<br />
sürüyor.<br />
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!<br />
8 Kasım 2007, <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/İzmir ✓<br />
Graniser’de greve doğru…<br />
Manisa Akhisar ilçesi, Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan<br />
Graniser mermer fabrikasında yaşanılan sendikalaşma mücadelesi<br />
hakkında <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>’nın 115. sayısında bilgi vermiş, Graniser işçilerinin<br />
yürüttükleri sendikalaşma mücadelesinin başarıya ulaştığını, işçilerin<br />
örgütlendiği Cimse-İş Sendikası’nın patron ile toplu sözleşme masasına<br />
oturduğunu, görüşmelerden bir sonuç alınamadığını vurgulamıştık.<br />
Cimse-İş Sendikası ile Graniser patronunun üyesi olduğu İşverenler<br />
Sendikası arasında 4 ay süren görüşmelerde anlaşma sağlanamadı.<br />
Bunun sonucu <strong>olarak</strong> grev kararı alan sendika, grev kararını İzmir Şube<br />
Başkanı Kazım Belek, Graniser işçileri ile<br />
birlikte 12 Kasım Salı g ü nü fabr i k a n ı n<br />
kapısına astılar. 60 gün içerisinde anlaşma<br />
sağlanamazsa Graniser’de greve<br />
çıkılacak.<br />
Ücret, ikramiye, sosyal yardım, kapsam<br />
maddeleri konu- larında anlaşma sağlanamadı.<br />
İşçilerin istediği, ücretlere yıllık yüzde 35 zamma karşı, patron<br />
sendikası yüzde 8.2 zam teklif ediyor. Yılda 4 ikramiye yerine, 1,5 ikramiye<br />
teklif ediyor. Graniser’de çalışan taşeron işçilerin toplu sözleşmeden<br />
yararlanmasını istemiyor. vb.<br />
Bu vesile ile 115. sayımızda yaptığımız çağrıyı yinelemek istiyoruz:<br />
“Graniser işçileri taleplerinin takipçisi olmalı, görüşmelerin her safhasında<br />
bilgi sahibi olmalı, bilgi sahibi olmadıkları, onay vermedikleri toplu<br />
sözleşmeye sendikanın imza atmasına izin vermemelidirler.<br />
Graniser işçileri sendikalaşma döneminde aralarında Direniş Komitesi<br />
seçtikleri gibi, bütün bölümlerdeki çalışan işçiler tarafından seçilen, görevini<br />
yapmayan temsilcinin geri çağrılma imkanının olduğu işyeri komitesi<br />
kurarak mücadelelerine sahip çıkmalılar.” (<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> Sayı 115)<br />
Graniser işçileri kararlı davrandıklarında, aralarındaki birliği sürdürdükleri<br />
taktirde, kazandıkları örgütlülüğe sahip çıktıkları sürece kazanan<br />
olacaklardır.<br />
Yaşasın sınıf dayanışması!<br />
15 Kasım 2007, <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/İzmir ✓<br />
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:7
Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />
EK:8<br />
“İşçi sınıfı örgütlü<br />
olursa kazanır!”<br />
Akdeniz Nakliyat Kargo<br />
Ambarı’nda işten atılan<br />
9 işçinin direnişi 90 gündür,<br />
yağmura, soğuk havaya rağmen<br />
kararlılıkla sürüyor. İşçileri<br />
TÜMTİS Şube yöneticileri, Ambar<br />
işçileri yalnız bırakmıyorlar.<br />
90. gününde bir kez daha işçileri<br />
ziyaret ettik. Direniş üzerine,<br />
çeşitli konularda işçilerle sohbet<br />
ettik.<br />
İşten atılan işçilerden Hüseyin<br />
Gündüz, Mesut İşlek direnişleri<br />
üzerine şunları anlattılar:<br />
“Sendikaya üye olduğumuz için<br />
patron bizi işten çıkardı. Yasal<br />
haklarımızı vermedi. Sabah saat<br />
09’dan gece 01, 02’ye kadar köle<br />
gibi çalışıyorduk. Mesai diye bir<br />
şey yoktu. Canımıza tak dedi.<br />
Sendikaya üye olduk. Sendikamız<br />
bize sahip çıktı. Yalnız bırakmadı.<br />
Arkadaşlarımız yanımızda.<br />
Kazanacağımıza inanıyorum.<br />
Sınıf dayanışması iyi. Sendikalar<br />
ziyarete geldi. Sosyalist basından<br />
geliyorlar.<br />
Burası bir okul. Çok şey öğrendik.<br />
Dayanışmayı, dostluğu, arkadaşlığı<br />
öğrendik. Sendikanın<br />
ne olduğunu öğrendik. Yasal <strong>olarak</strong><br />
haklarımızın ne olduğunu<br />
öğrendik.<br />
Direnişten önce patron bizi horluyordu.<br />
Hakaret ediyordu. Kölece<br />
“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!”<br />
07.11.2007 tarihinde, sağlık alanındaki<br />
taşeronlaşmaya karşı<br />
DİSK/Dev Sağlık İş, Ses ve TTB<br />
Adana Çakmak Caddesinde bu-<br />
çalışma vardı. Ücret azdı. Mesailer<br />
ödenmiyordu. Hiçbir hakkımız<br />
yoktu. Arkadaşlar arasında rekabet<br />
vardı. Kavga ediyorduk.<br />
Patronun gözüne girmeye çalışıyorduk.<br />
Şimdi aramızda tam tersi<br />
var. Dayanışmayı, paylaşmayı bize<br />
direniş öğretti. Kazanacağımıza<br />
eminiz.<br />
Basın bize pek yer vermiyor.<br />
Sosyalist basın geliyor. Haber yapıyorlar.<br />
Onlara doğruları yazdıkları<br />
için teşekkür ediyoruz. Öteki<br />
basının da buraya gelip halimizi<br />
görmelerini istiyoruz. Yalan haber<br />
yapıyorlar. Bir gazete, “karakolu<br />
bastılar” diye haber yaptı. Halbuki<br />
öyle bir şey olmadı. Görmeden ya-<br />
lunan Kültür Sokağı önünde ortak<br />
bir basın açıklaması düzenledi.<br />
Basın metnini bu kurumlar adına<br />
Dev-Sağlık-İş Adana Şube Başkanı<br />
lan, yanlış haberler yapmasınlar.<br />
İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır.<br />
Biz de kazanacağımıza<br />
inanıyoruz.”<br />
Hüseyin ve Mesut arkadaşın<br />
anlattıkları, işçilerin direnişten<br />
önemli dersler çıkardığını gösteriyor.<br />
Grev, direniş işçi sınıfının<br />
Mesut İşlek Hüseyin Gündüz<br />
Mustafa Hotlar okudu.<br />
Açıklamada, “Hastanelerin<br />
temizlik ve yemekhane hizmetlerinintaşeronlaştırılmasıyla<br />
başlayan süreç, hemşire,<br />
laborant, teknisyen ve hastabakıcı<br />
personeli de kapsayarak<br />
sürdürülmekte, giderek hekimlerin<br />
de taşeron firmalar aracılığıyla<br />
çalıştırılması gündeme<br />
gelmektedir.” denildi. Kamu<br />
sağlığı için devlet bütçesinden<br />
ayrılan payın yıllardır azaldığı,<br />
devletin sağlığa yatırım<br />
yapmadığı belirtildi. Hastane<br />
yönetimlerinin yapılan ihaleler<br />
sonucunda taşeron firmalara<br />
bir işçi için ayda 1200 – 1300<br />
Ytl ödediği ancak asgari ücretle<br />
çalıştırılan bir işçinin taşeron<br />
şirkete maliyetinin en fazla 800<br />
– 850 Ytl olduğu vurgulandı. Böyle<br />
bir rakamsal fark, taşeron firmaların<br />
nasıl kâr ettiğini ve kamunun<br />
okuludur. Bu okulda işçiler çok şey<br />
öğreniyorlar. Örgütlenmenin, sendikanın<br />
ne olduğunu öğreniyorlar.<br />
Dostlarını, düşmanlarını tanıyorlar.<br />
Patronu kimin koruduğunu<br />
anlıyorlar. Çevik kuvvetin ambar<br />
içinde ve önünde neden beklediğini<br />
anlıyorlar. Devletin kimin<br />
çıkarlarını koruduğunu anlamaya<br />
başlıyorlar. Boyalı basının neden<br />
kendi direnişlerine yer vermediğini<br />
kavrıyorlar.<br />
İşçi arkadaşlarla direnişleri üzerine<br />
sohbet etmenin yanında, güncel<br />
gelişmeler üzerine de sohbet<br />
ettik. Özellikle de son dönemde<br />
devlet eliyle kışkırtılan şovenist<br />
dalganın nedenleri, sonuçları üzerine<br />
konuştuk.<br />
Yaşasın Akdeniz Nakliyat Kargo<br />
işçilerinin haklı direnişi!<br />
Kurtuluş yok tek başına, ya hep<br />
beraber ya hiç birimiz!<br />
13 Kasım 2007<br />
<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/İzmir ✓<br />
nasıl zarara uğratıldığını gösteriyor.<br />
Taşeron firmalarda çalışan<br />
sağlık emekçilerinin sayısının 50<br />
binlerde olduğu ve bu işçilerin aynı<br />
iş yerinde çalışan ve aynı işi yapan<br />
kadrolu işçilerle eşitsiz koşullarda<br />
ve sosyal güvence olmadan çalıştırıldığı<br />
vurgulandı.<br />
Açıklama sık sık “Taşeron Sağlığa<br />
Zararlıdır”, “Parasız Eğitim, Parasız<br />
Sağlık”, “Sağlıkta Taşeron Ölüm<br />
Demektir”, “Güvenceli Gelecek,<br />
Güvenceli İş” sloganlarıyla kesildi.<br />
Açıklamada son <strong>olarak</strong>, sürecin<br />
kamuoyuna duyurulması amacıyla<br />
17 Kasım’da Ankara’da Sağlık<br />
Bakanlığı önünde farklı illerden<br />
gelecek taşeron sağlık emekçilerinin<br />
ve tüm sağlık çalışanlarının<br />
katılacağı kitlesel bir basın açıklaması<br />
gerçekleştirileceği belirtildi.<br />
ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir<br />
Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel.: (0212) 235 35 70 Fax: (0212) 253 19 27<br />
e-mail: mail@ydicagri.com • www.ydicagri.com • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654<br />
SAYI 117’nin İşçi Eki · Aralık 2007 • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) • Yayın Türü: Yaygın Süreli<br />
08.11.2007<br />
Ydi <strong>Çağrı</strong>/Adana ✓
PANORAMA<br />
Dalaşın gölgesinde<br />
insan pazarı!<br />
- ÇAD -<br />
Her ne adına yapılırsa yapılsın sözkonusu çocuklar<br />
mal gibi satışa çıkarılmıştır. Normalinde mal alanlar,<br />
malı görüp de alır…<br />
Ekim ayı sonlarında medyaya<br />
yansıyan haberlerden biri,<br />
“Arche de Zoê” isimli Fransız<br />
“hayır kurumu” temsilcilerinin<br />
Çad’dan 103 çocuğu kaçırmaya kalkışmasıyla<br />
ilgiliydi. Hürriyet gazetesi<br />
“Afrikalı yetim krizi” başlığıyla haberi<br />
yansıttı. Sözkonusu olay Avrupa<br />
ülkelerinin medyasında da tartıştığı<br />
bir olaydı.<br />
Özetle aktarırsak bu konudaki durum<br />
şöyledir: Sudan’ın Darfur bölgesindeki<br />
katliam ve çatışmalar sonucunda<br />
son dört-beş yıllık süreçte<br />
200 binden fazla insanın yaşamını<br />
yitirdiği, 2.5 milyon insanın da yerinden<br />
yurdundan olduğu bilgisi verilmektedir.<br />
Bunlardan 240 binden<br />
fazlası, sınır ülke Çad’a sığınmıştır.<br />
Buna ek <strong>olarak</strong> Çad içinde de çatışmalar<br />
yaşanmış, hatta 2006 yılında<br />
“iç savaş” <strong>olarak</strong> adlandırılacak düzeyde<br />
yoğunlaşmıştı. Bu iç çatışmanın<br />
sonucunda da yaklaşık 170 bin<br />
insan yerinden yurdundan olmuş “iç<br />
göç”e maruz kalmıştır. Mülteci <strong>olarak</strong><br />
Birleşmiş Milletler’in yardımına<br />
ihtiyacı olduğu söylenenlerin sayısı<br />
400 binden fazla.<br />
Peki bunun çocukların kaçırılmasıyla<br />
ilgisi nedir? Sözkonusu “hayır<br />
kurumu” Sudan / Darfur bölgesinde<br />
yetim çocukları “kurtarma” adına<br />
bir çalışma başlatır. Basına yansıyan<br />
haberlere göre bu çalışma için<br />
550.000 Avro gerekmektedir ve bu<br />
para esas <strong>olarak</strong> “evlat edinmek” isteyen<br />
250 kadar aileden 2800 ile 6000<br />
Avro arasında bir nakitle sağlanır,<br />
ayrıca kimi kuruluşlar da yardımda<br />
bulunur.<br />
Bu çalışmalardan Fransız hükümeti<br />
ve yetkilileri haberdardır. Hatta<br />
basına yansıdığı kadarıyla Fransız<br />
Dışişleri Bakanlığı bu kaçırma eylemini<br />
engellemek istemiş, fakat<br />
“Arche de Zoê” çalışanları buna rağmen<br />
planlarını gerçekleştirmek için<br />
çalışmıştır. Tam da son anda, yani<br />
çocukların havaalanına götürülüp<br />
onları bekleyen uçağa b<strong>indir</strong>ilmesi<br />
aşamasında Çad polisi “Arche de<br />
Zoê” çalışanlarını ve onlarla işbirliği<br />
yapan İspanyol, Belçikalı ve<br />
Çadlı 18 kişiyi tutuklar ve 103 çocuğu<br />
(81 erkek 22 kız çocuğu, yaşları<br />
3-10 diye veriliyor) “kaçırılmaktan<br />
kurtarır”! Bu son anda yakalanmanın<br />
kaynağı <strong>olarak</strong> Fransız Dışişleri<br />
Bakanlığı –Deby’ye bilgi sızdırdığı<br />
biçiminde– verilmektedir.<br />
Deby yönetimi şimdi çocukların<br />
“koruyucusu”, onların haklarının<br />
savunusucu <strong>olarak</strong> görünüyor.<br />
Avrupalılar da Deby’ye karşı çocukları<br />
“kurtarmak” isteyen “kurtarıcılar”<br />
<strong>olarak</strong> kendilerini kamuoyuna<br />
sunuyor… Gerçekte ne Deby’nin, ne<br />
de emperyalistler ve onların asker<br />
veya sivil temsilcilerinin özelde sözkonusu<br />
çocukları, genelde de ezilen<br />
sınıf ve tabakaların çocuklarını koruma,<br />
kollama ya da kurtarma diye<br />
bir sorunları, amaçları yoktur.<br />
Deby 1990’dan bu yana Çad’da<br />
onbinlerce çocuğun açlıktan, yoksulluktan<br />
ölmesine karşı ciddi hiç<br />
bir önlem almamıştır. Sayısı belli<br />
olmayan ama kimi tahminlere göre<br />
binlerce çocuğu askere alıp çatışmalara<br />
sürmesinin ve böylece ölmesinin<br />
doğrudan sorumlusu ve suçlusudur.<br />
“Arche de Zoê” temsilcileri ise<br />
“yardım” adına satacak çocuk bulma<br />
“safari”sine çıkmışlardır… Her ne<br />
adına yapılırsa yapılsın sözkonusu<br />
çocuklar mal gibi satışa çıkarılmıştır.<br />
Normalinde mal alanlar, malı görüp<br />
de alır… Bu durumda önce malın<br />
parası verilmiş ondan sonra mal bulunmaya<br />
çalışılmıştır. İnsan, bu “hayırsever<br />
kurum” için de mal/metadır.<br />
Bunların sevdiği gerçekte hayır ya da<br />
iyilik değil, kârdır… Hem de insan<br />
satarak elde edilecek olan kâr! Beyaz<br />
egemenlerin siyah kölelere yaklaşımının<br />
21. yüzyıldaki yansımalarından<br />
sadece biridir bu.<br />
Çocukların Avrupa’ya götürülüp<br />
evlat edinmek isteyen ailelere evlatlık<br />
<strong>olarak</strong> verileceği –verilen kimi ifadelere<br />
göre– bile söylenmemiştir. İfade<br />
veren çocuklardan biri, “Beyazlar<br />
geldi ve bizi okula yazdıracaklarını<br />
söyledi. Babalarımızla konuştular,<br />
eğitim alacağımızı, büyüyünce bize<br />
araba vereceklerini söylediler.” (31<br />
Ekim tarihli internet haberlerinden)<br />
diye durumu anlatıyor. Ayrıca çocukların<br />
büyük bölümünün yetim<br />
olmadığı ve yine büyük bölümünün<br />
Darfur’dan değil Çad’dan olduğu<br />
ortaya çıktı.<br />
Bu yazı yazılırken tutuklananların<br />
büyük bölümü serbest bırakılmıştı.<br />
Fransa Devlet Başkanı Sarkozy,<br />
kendisi Çad’a gidip yedi kişiyi (üç<br />
Fransız gazeteci ve dört İspanyol)<br />
“kurtardı”… Nerede mahkemeye<br />
çıkarılacakları üzerine tartışmalar,<br />
görüşmelerden sonra diğer tutuklu<br />
Avrupalılar da serbest bırakıldı.<br />
Soruşturma sürüyor.<br />
Kendilerini çocuksever gösteriyor<br />
bu sahtekârlar… Ne Deby Fransız kurumunu<br />
suçlarken, ne de Sarkozy yapılanın<br />
“yasalara ters ve kabul edilemez”<br />
olduğunu açıklarken 103 çocuğun<br />
geleceğini düşünüyor. Herkesin<br />
kendi çıkarı, kendi hesabı var.<br />
KISACA PERDE ARKASI VE<br />
DALAŞ…<br />
Ç ad ’ı n a nd a k i Ba şk a n l ı k ve<br />
Genelkurmay Başkanlığı görevlerini<br />
elinde tutan İdris Deby, 1990’da<br />
darbe yaparak başa geçmiş ve daha<br />
sonraki dönemde de yasaları kendisine<br />
uydurarak üç kez de seçilerek<br />
yönetimde kalmıştır. Açıkça diktatörlük<br />
yönetimi olmasına rağmen<br />
özellikle Fransa ve ABD ile ilişkileri<br />
iyidir. 2006 yılında Deby’nin koltuğu<br />
sallanırken, Fransız ordusu yardımına<br />
yetişmiş ve Deby’nin rakiplerini<br />
başkentten uzaklaştırmıştır.<br />
Anda 1500 civarında Fransız askeri<br />
Çad’dadır.<br />
Deby yönetiminde Çad’da binlerce<br />
çocuğun askere alınması ve terhis<br />
edilmemesi durumuna karşı kimi<br />
uluslararası kurum ve kuruluşların<br />
protestoları yaşanmış, ama Deby emperyalist<br />
güçler için “partner” olmaktan<br />
çıkmamıştır. Oysa başka gelişmelerden<br />
biliyoruz ki, emperyalistlerin<br />
işine gelmediğinde burjuva demokratları<br />
bile “diktatör” ilan edilip hedef<br />
tahtasına konmaktadır. Deby’ye karşı<br />
tavırları, emperyalistlerin Çad’da çıkarları<br />
olduğunu ve bu çıkarları sa-<br />
panorama<br />
vunmada, ya da korumada Deby’nin<br />
anda onların dayandığı esas kişi olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
Fransa için Çad –1960 yılına kadar<br />
Fransa’nın sömürgesiydi Çad–<br />
öncelikle hava üssü <strong>olarak</strong> Afrika<br />
kıtasındaki nüfuzunu geliştirip güçlendirme,<br />
yani egemenlik dalaşı için<br />
önemlidir. Fakat Fransa’nın hesabı<br />
sadece bu değildir. Son yıllarda hemen<br />
her savaşın perde arkasında yatan<br />
petrol yataklarına egemen olma<br />
dalaşı Çad’da da başlamıştır.<br />
Kimi Afrika ülkelerinde son yıllarda<br />
varlığı tespit edilen petrol ve<br />
doğalgaz yatakları, “kara kıta”yı yeniden<br />
emperyalistler arası dalaşın kızıştığı<br />
alana çevirmiştir. Önce sözkonusu<br />
ülkede karışıklık çıkarılmakta,<br />
onbinlerce ya da yüzbinlerce insan<br />
katledildikten sonra “barış meleği”,<br />
“kurtarıcı” rölünde askerlerini yerleştirmekteler<br />
ve başta altı ay ya da bir<br />
yıllık “barış misyonları” uzun süreli<br />
işgale dönüşmektedir. Çatışmalar ise<br />
egemenlik dalaşı yürüten emperyalist<br />
güçlerin sayısına ve gücüne göre<br />
uzun ya da kısa sürmektedir. Yani<br />
pazar paylaşımı üzerinde anlaşılmış<br />
ise, sözkonusu ülkedeki çatışmalar<br />
durmuş, dinmiş ya da donmuş oluyor…<br />
Aksi halde bir türlü son bulmuyor.<br />
Olan da tabii ki ezilenlere,<br />
yoksullara oluyor.<br />
Çad bağlamında da benzeri bir durum<br />
yaşanıyor. Dünya Bankası’nın<br />
finansmanında yer aldığı ve Exxon,<br />
Chevron (ikisi ABD tekeli) ve<br />
Petronas (Malezya tekeli) gibi tekellerin<br />
ortaklaşa gerçekleştirdikleri<br />
proje ile Ekim 2003 tarihinden<br />
beri Çad’da petrol üretilmektedir.<br />
Sözkonusu petrol aynı zamanda<br />
1050 km uzun bir petrol boru hattı<br />
ile Kamerun üzerinden okyanusa taşınmakta<br />
ve petrolün büyük bölümü<br />
ABD’ye gitmektedir. Verilen bilgilere<br />
göre günde 200-250 bin varil petrol<br />
üretilmektedir. Kuşkusuz ki petrol<br />
yataklarının tümü henüz üretim<br />
yapılacak duruma getirilmemiştir.<br />
Ayrıca rafineri inşa etme bağlamında<br />
da henüz pazar tümüyle paylaşılmış<br />
durumda değil.<br />
11
12<br />
panorama<br />
Deby vergi ödeme yükümlülüklerini<br />
yerine getirmediği gerekçesiyle<br />
Chevron ile Petronas’ı kovmuş, sözkonusu<br />
konsorsiyumu Exxon ile sürdüreceğini<br />
açıklamıştır. Ayrıca Çad<br />
Tayvan ile diplomatik ilişkilerini<br />
koparmış Çin ile yeniden diplomatik<br />
ilişkilerini başlatmıştır. Bu arada<br />
Çin, ABD’den sonra Çad’ın en büyük<br />
ihracat yaptığı ülke konumuna gelmiştir.<br />
Petrol dalaşı bağlamında ise<br />
Çad ile Çin arasında rafineri kurma<br />
anlaşması yapılmıştır. Şimdiye kadar<br />
Çad kendi rafinerisi olmadığı<br />
için rafine petrolü dışardan alma<br />
durumunda.<br />
Sözkonusu bu gelişmeleri değerlendiren<br />
kimi burjuva yorumcular<br />
doğru <strong>olarak</strong> Çad üzerindeki pazarlıkların<br />
bir yandan ABD, Fransa ve<br />
AB arasındaki dalaş, diğer yandan<br />
da bunlarla Çin arasındaki dalaşın<br />
ürünü olduğunu tespit etmektedirler.<br />
İşin belki de en ilginç yanı, kendi<br />
aralarındaki bu dalaşta hemen hepsinin<br />
de Çad’daki muhatabı Deby’dir.<br />
ABD ve AB, bunun içinde de özellikle<br />
Fransa Deby’yi açıkça desteklemektedir.<br />
Öyle ki, Deby yerine muhalefetten<br />
birilerinin Başkan olması<br />
durumunda, petrolün akış yönünün<br />
ABD yerine Çin’e döneceği hesapları<br />
yapılmaktadır. Deby bunun bilincinde<br />
<strong>olarak</strong> seçimlerde kendisinin<br />
desteklenmesi gerektiği kartını oynamış,<br />
hedefine de ulaşmıştır. Çin’in<br />
siyaseti ise açıkça şu ya da bu kişiyi<br />
destekleme siyaseti değil, devlet <strong>olarak</strong><br />
“iç işlere karışmayan” bir görüntü<br />
ve sözkonusu devletin diğer<br />
emperyalistlerin anlaşmalarından<br />
daha fazla çıkara sahip olduğu anlaşmalar<br />
yaparak pazardaki yerini giderek<br />
güçlendirmektedir.<br />
AB ise, özellikle Fransa’nın öncülüğünde<br />
Çad’a askeri güç yerleştirme<br />
durumundadır. Fransa’nın zaten 1500<br />
civarında askeri Çad’dadır. Ayrıca<br />
Çad’ın komşularından biri olan Orta<br />
Afrika Cumhuriyeti’ne “Barış Gücü”<br />
gönderme de AB’nin planı içindedir.<br />
BM çatısı altında, aslında BM’nin<br />
AB’ye ihale ettiği Çad ve Orta Afrika<br />
Cumhuriyeti’ne “EUFOR Gücü” yerleştirme<br />
üzerine epeydendir tartışılıyordu.<br />
Gelinen yerde AB yetkili<br />
kurumları bu planı onayladı. Şimdi<br />
Aralık ayında başlanacağı söylenen<br />
bu “Barış Gücü” yerleştirme, gerçekte<br />
ise işgal eylemi için, daha önce<br />
4000 <strong>olarak</strong> düşünülen asker sayısı<br />
“EUFOR” gücünün azlığı ve kimi<br />
ülkelerin şimdilik bu “misyon”da yer<br />
almaktan kaçınması sonucu 2500’e<br />
düştü. Bunun komutası Fransa /<br />
Paris’te olacak ve İrlandalı bir general<br />
başında olacak. Çad’da ise yönetici<br />
Fransız general olacak. 2500 askerin<br />
1500’ü zaten Fransız askeri ve<br />
onlar Çad’dadır. Bu bakımdan “misyon”<br />
çoktan başlatılmıştır. Bundan<br />
sonra olacak esas iş İrlanda, Polonya,<br />
İspanya, İsveç, Belçika ve Avusturya<br />
gibi ülkelerin söz verdikleri sayıda<br />
askeri Çad’a yollaması. Bunun yanısıra<br />
Fransız emperyalizminin temsil-<br />
cileri Türkiye ve Fas gibi ülkelerden<br />
de asker göndermesini talep edeceğini<br />
açıkladı. Bu gelişmeler işgal gücünün<br />
2500 ile sınırlı kalmayacağını,<br />
giderek daha da çoğaltılmaya çalışılacağını<br />
göstermektedir.<br />
Özetle aktardığımız bu perde arkası<br />
gerçeklik, yani emperyalistler<br />
arası dalaş, sömürücüler, egemenler<br />
için esas meselenin ne çocukları koruma,<br />
kurtarma, ne de 400 binden<br />
fazla mültecinin korunması olmadığını;<br />
meselenin esası itibariyle Çad<br />
somutunda da paylaşım, egemenlik<br />
dalaşı olduğunu göstermektedir.<br />
Bu dalaşta anda esas faktör petrol<br />
ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarına<br />
egemen olma meselesi vardır.<br />
Fakat sadece petrol, doğalgaz yok<br />
bu dalaşta. Diğer yeraltı ve yerüstü<br />
zenginliklerine, özellikle de sanayi<br />
ve teknik alanında gerekli olan madenlere<br />
sahip olma, talan etme dalaşı<br />
da sürüyor ve bu dalaş tüm Afrika<br />
Seçimden sonra-<br />
seçimden önce<br />
Son dönemde Pakistan’daki gelişmelerin<br />
gündemin ön sıralarına<br />
tırmanması, esas <strong>olarak</strong> 3<br />
Kasım’da olağanüstü hal, sıkıyönetimin<br />
ilan edilmesi, ya da kimileri tarafından<br />
“ikinci darbe” <strong>olarak</strong> adlandırılan<br />
gelişmenin sonucu oldu.<br />
Devlet Başkanı Müşerref, 3<br />
Kasım’da olağanüstü hal ilan edip<br />
Anayasa’yı askıya aldığını açıkladı.<br />
OHAL…<br />
- PAKİSTAN -<br />
kıtasını her geçen gün daha fazla<br />
emperyalistlerin mengenesine maruz<br />
bırakıyor… Örneğin önümüzdeki süreçte<br />
nüfusu 1.5 milyonu biraz geçen<br />
Guinea-Bissau’ya “Barış Misyonu”<br />
ile işgal ordusu gönderilirse hiç şaşmayın.<br />
Orada da işlenmemiş petrol<br />
yatakları duruyor! İç çatışmalar, göç<br />
olmasa da, “uluslararası terörizmin<br />
kazanç aracı uyuşturucu ticaretine<br />
karşı mücadele etme misyonu” vb.<br />
gerekçeler bulunur…<br />
AB emperyalistlerinin askeri gücünün<br />
(EUFOR) Afrika kıtasındaki sayısı<br />
giderek artıyor. Bu ise AB ile BM<br />
arasındaki pazarlıklarda AB’nin BM<br />
içindeki nüfuzunu giderek güçlendirme<br />
siyasetinin bir sonucudur da.<br />
Emperyalistler arası dalaş BM içindeki<br />
nüfuz dalaşı <strong>olarak</strong> da sürüyor.<br />
Bu dalaşın diğer Afrika ülkelerinde<br />
kendisini nasıl göstereceğini<br />
ise göreceğiz.<br />
14 Kasım 2007 ✓<br />
Muhalefete karşı baskılar, tutuklama<br />
ve ev hapsi gibi uygulamalar günlük<br />
yaşanan olaylar oldu.<br />
Bu yazı yazılırken binlerce muhalif<br />
tutuklanmış, Butto gibi muhalefet<br />
yapan tanınmış politikacılar<br />
Müşerref ’in uygulamalarına karşı<br />
mücadele edeceğini açıklamış; başta<br />
ABD emperyalizminin temsilcileri<br />
olmak üzere batılı emperyalist güçler<br />
olağanüstü halin kaldırılması ve parlamento<br />
seçimlerinin “demokratik<br />
ortamda” “adil ve hür” biçimde yapılması<br />
talebini öne sürmüştür.<br />
Özellikle ABD emperyalizminin<br />
ve Butto önderliğindeki muhalefetin<br />
itirazı sonucu, Müşerref parlamento<br />
seçimlerinin 9 Ocak’tan önce yapılacağını<br />
açıkladı. Anayasayı askıya<br />
aldığında önce seçimlerin ne zaman<br />
yapılacağı belli değildi; ardından 15<br />
Şubat’tan önce yapılacağı açıklaması<br />
yapıldı, buna da itirazlar yükselince<br />
tavır değişti. Seçimlerin 9 Ocak’a<br />
kadar yapılmasının önkoşulu <strong>olarak</strong><br />
da parlamento fesh edildi ve<br />
geçici Başbakan/ hükümet atandı.<br />
Butto’nun tavrı Müşerref yanlısı olan<br />
bu hükümeti tanımama yönünde<br />
oldu.<br />
Gelinen yerde ABD emperyalizminin<br />
temsilcileri Müşerref’e olağanüstü<br />
hali kaldırmasını ve seçimleri<br />
“hür ve adil” seçimler <strong>olarak</strong> satabilmesini<br />
sağlamak için de olağanüstü<br />
halin kaldırılmasını dayatmaktadırlar.<br />
Gelişmelerin bu arada hangi<br />
mecrada yol alacağını göreceğiz.<br />
Fakat esas mesele olağanüstü halin<br />
ilanını gerektiren gelişmelerin neler<br />
olduğunu ve bunun ne için yapıldığıdır.<br />
Bunu görmek için de kimi<br />
gelişmeleri özetle de olsa anlatmak,<br />
ortaya koymak gerekiyor.<br />
PAZARLIKLAR VE BUTTO’NUN<br />
DÖNÜŞÜ<br />
Özellikle ABD emperyalizminin<br />
Afganistan’a yönelik savaşı başlatmasından<br />
bu yana Pakistan, ABD<br />
emperyalizminin bölgede önde gelen<br />
işbirlikçilerinden biriydi, öyledir. Bu<br />
işbirliğinin temelinde yatan esas şey,<br />
“islamcı” kesimlere karşı –tabii ki<br />
başta Taliban, El Kaida güçlerine vd.<br />
karşı– “terörizme karşı mücadele”<br />
adına davranmak vardır.<br />
Müşerref’in hem Başkan hem de<br />
ordunun başı olması, aynı zamanda<br />
askeri diktatörlük biçiminde ülkeyi<br />
yönetmesi, “demokrasi ihracı” yapacağını<br />
propaganda yapan emperyalist<br />
işgalcileri pek ırgalamadı, ırgalamıyor<br />
da… Onlar kendi çıkarları<br />
gereği bölgeye yerleşmeye hizmet<br />
edenlerin diktatör olup olmamasına<br />
bakmıyorlar.<br />
Afganistan’a yönelik savaştan bu<br />
yana epey zaman geçti ve Pakistan’da<br />
da gelişmeler farklı yönden yol almaya<br />
başladı. Müşerref, her ne kadar<br />
ABD emperyalizminin temsilcileri<br />
onu destekleme tavrını sürdürseler<br />
de, tam güvenecekleri biçimde bir<br />
tavır sergilemedi. Tersine, karşısında<br />
mücadele ettiğini söylese de, islamcı<br />
kesim gittikçe güçlenmeye doğru yol<br />
aldı. Özellikle Afganistan sınırında<br />
Taliban ve El Kaida ya da diğer islamcı<br />
kesimlere karşı yürütülen çatışmalar,<br />
ABD emperyalizminin dayatmasıyla<br />
gerçekleşmiş ve bu aynı<br />
zamanda Müşerref ’in bu bölgede<br />
yaşayanlar arasında ABD’nin uşağı<br />
<strong>olarak</strong> tanımlanmasına ve sözkonusu
savaşın da ABD’nin dayatmasıyla yürütüldüğü<br />
görüşünün yaygınlaşmasına<br />
hizmet etmiştir. Müşerref yönetimine<br />
milyarlarca dolar yardım da,<br />
onun ABD ekseninde hareket ettiği<br />
değerlendirmesini güçlendirmiştir.<br />
İslamcıların iktidara yürüyüş yolunu<br />
kesmek, Taliban rejimi gibi bir<br />
yönetimi Pakistan’da engellemek için<br />
dayanılan Müşerref yeteri kadar güvenilir<br />
olmayınca, ya da islamcıları<br />
engelleme, onlara karşı mücadelede<br />
Müşerref’in tek başına başarılı olamayacağı<br />
düşünülünce, ABD emperyalizminin<br />
temsilcileri başta olmak<br />
üzere müttefik İngiltere’nin temsilcileri<br />
başka hesaplara yöneldi.<br />
Bu hesaplar içinde ABD yanlısı,<br />
dostu <strong>olarak</strong> hesaplanan Benazir<br />
Butto’nun devreye sokulması hesabı<br />
öne çıktı. Bunun için Müşerref ile<br />
Butto’nun anlaşması için arabuluculuk<br />
yapıldı ve taraflar arasında anlaşma<br />
sağlandı.<br />
Medyaya yansıdığı kadarıyla sözkonusu<br />
anlaşmaya göre esas <strong>olarak</strong><br />
mutabık kalınan şey, Butto’nun<br />
sürgünden geri dönmesi için, Butto<br />
hakkındaki yolsuzluk yaptığı yönündeki<br />
davaların düşürülmesi,<br />
Müşerrefin de askeri üniformasını<br />
çıkarıp bir dönem daha Başkanlık<br />
yapması, Butto’nun Müşerref’in bir<br />
dönem daha başkanlık yapmasını<br />
kabul etmesi ve Butto’nun da parlamento<br />
seçimlerinden başbakan <strong>olarak</strong><br />
çıkmasıydı.<br />
Bu hesap esas <strong>olarak</strong> görünürde<br />
“demokrasiye” geçiş olacak, ama iktidar<br />
Müşerref ile Butto gibi iki ABD’ci<br />
tarafından paylaşılıp islamcıların iktidara<br />
gelmesi önlenecek biçimindeki<br />
hesap üzerine kurulu bir hesaptır.<br />
Buna uygun adımlar atıldı.<br />
Müşerref Butto hakkındaki davaları<br />
“ulusal uzlaşma” adına iptal ettirdi.<br />
Aynı zamanda Başkanlık seçimini,<br />
parlamento seçiminden sonra oluşacak<br />
yeni parlamento yerine, çoğunluğu<br />
elde tuttuğu kurulu parlamentoda<br />
yaptırdı. 6 Ekim’de gerçekleştirilen<br />
başkanlık seçiminde Müşerref<br />
1170 milletvekilinden oluşan merkezi<br />
parlamento ve dört bölgesel<br />
parlamentodan kullanılan 685 oyun<br />
671’ini alarak başkanlığa seçildi.<br />
Butto’nun partisi Demokratik Halk<br />
Partisi (PPP) milletvekilleri parlamentoya<br />
gitti ama çekimser kaldı.<br />
Böylece parlamento kararına göre<br />
Müşerref başkanlığa seçilmişti.<br />
Müşerref ’in kendini seçtirmesi<br />
ve seçim sonucunun kabul edilip<br />
edilmeyeceğinin henüz belli olmadığı<br />
dönemde Butto Pakistan’a geri<br />
döndü. Butto’nun Pakistan’a dönüşü<br />
onbinlerce kişinin karşılama gösterisiyle<br />
birleştirildi. Aslında bu dönüşle<br />
birlikte parlamento seçimlerinin propagandasına<br />
başlanmıştı bile.<br />
Fakat araya bir başka mesele girdi…<br />
El Kaida veya Taliban yanlılarının<br />
Butto’ya karşı intihar eylemleri düzenleyeceklerini<br />
açıkladıkları yönlü<br />
haberler yaygınlaştırıldı ve Butto’yu<br />
karşılama eyleminde bomba patla-<br />
tıldı ve bir intihar eylemi yaşandı.<br />
Sonuçta 130’dan fazla insan yaşamını<br />
yitirdi… Bu olaylar da ülkede<br />
kargaşanın olduğu ve askeri müdahalenin<br />
gerektiği yönünde kullanıldı.<br />
Tabii ki Butto’nun korunması adına<br />
da yapıldı bu…<br />
Müşerref’in Genelkurmay Başkanı<br />
<strong>olarak</strong> üniformasını koruduğu durumda,<br />
Başkan olup olmayacağına,<br />
bunun Anayasa’ya ters düşüp düşmeyeceğine<br />
ise Yüksek Mahkeme’nin<br />
karar vermesi gerekiyordu.<br />
Yüksek Mahkeme Başkanı Çaudri<br />
ise bu yılın ilk aylarında Müşerref<br />
tarafından görevden alınmış, ama<br />
protestolar sonucunda yine görevine/<br />
koltuğuna geri dönmüş biri. Çaudri<br />
aynı zamanda örneğin Pakistan’ın<br />
en büyük çelik işletmesinin özelleştirilmesini,<br />
alınan mahkeme kararıyla<br />
engelleyen ve Müşerref yanlısı<br />
Başbakan Şevket Aziz’in işlerini “zora<br />
sokan” biri… Yine sürgünden geri<br />
dönen Navaz Şerif’in yeniden sürgün<br />
edilmesinin mahkeme kararına aykırı<br />
olduğunu ve Şerif’in Pakistan’a<br />
geri dönebileceği kararının verilmesinin<br />
baş aktörüdür Çaudri… Bunun<br />
da ötesinde Çaudri, Anayasa’ya uygun,<br />
yasaların “demokratik” biçimde<br />
uygulanmasından yana olan ve bu<br />
tavırlarıyla Müşerref’in uygulamalarına<br />
da muhalif olan biridir.<br />
Geçmişte verilen kimi mahkeme<br />
kararlarına ve kararlaştırılan kimi<br />
yasalara göre Müşerref’in askeri üniformasını<br />
çıkarmadan başkanlığa seçilemeyeceğini<br />
gösteriyordu. Bu kararlar<br />
la da yasalar Yüksek Mahkeme<br />
Başkanı’na Müşerref aleyhinde karar<br />
verme imkanını sağlıyordu. Tam<br />
da Yüksek Mahkeme’nin kararının<br />
açıklanacağı tarihten birkaç gün<br />
önce, Müşerref olağanüstü hal ilan<br />
edip Anayasayı askıya aldığını açıkladı<br />
ve başta Çaudri olmak üzere<br />
kendisine muhalif olduğunu düşündüğü<br />
hakimleri/ yargıçları gözaltına<br />
aldı, görevlerinden “azad” eyledi…<br />
Sözkonusu “darbe”nin gerçekte<br />
Müşerref’in iktidarını korumasına<br />
yönelik bir önlem olduğu aslında<br />
açıktı. Bu “darbe” aynı zamanda<br />
Müşerref’in Butto ile iktidar paylaşımında<br />
kendisini daha güçlü<br />
tutma hesabının da içinde olduğu bir<br />
edimdi.<br />
Butto olağanüstü halin ilan edildiği<br />
dönemin ilk başlarında Müşerref’e<br />
hemen hemen hiç bir eleştiri yöneltmeden,<br />
bir an önce olağanüstü halin<br />
kaldırılacağını ümit ettiği biçiminde<br />
açıklamalar yaptı. Ardından kendisinin<br />
önderlik ettiği protesto eylemlerine<br />
müdahale edilip eylemler gerçekleştirilemeyince,<br />
Müşerref ile iktidar<br />
dalaşındaki tavrını en azından<br />
görünürde sertleştirmeye başladı.<br />
Müşerref ’e yönelik esas eleştiri<br />
veya talepler, Başkan olması için<br />
askeri üniformasını çıkarması ve<br />
parlamento seçimlerinin Ocak ayı<br />
başında –önceden planlandığı gibi–<br />
gerçekleştirilmesiydi. Olağanüstü hal<br />
ilan edip Anayasayı askıya almasıyla<br />
Müşerref ABD emperyalizminin en<br />
azından alenen istemediği bir duruma<br />
yol açtı. Böylece iki ABD’ci<br />
–Butto ve Müşerref– karşı karşıya<br />
gelmişti. Butto birkaç kez ev hapsine<br />
alındı ve yine serbest bırakıldı.<br />
Butto’nun ev hapsine alınması, aslında<br />
onun “demokrasi için mücadele<br />
eden biri” olduğu yönlü yanlış<br />
görüşün güçlenmesine hizmet etti,<br />
ediyor. Belli sınırlar çerçevesinde ele<br />
alındığında, sözkonusu olağanüstü<br />
halin ilanı ve muhalefete saldırı,<br />
sanki Butto’yu popülistleştirmenin<br />
bir aracıymış gibi göründü, görünüyor.<br />
Kuşkusuz ki bunun danışıklı<br />
dövüş olup olmadığını ispatlayacak<br />
durumda değiliz. Bu düşünceyi biraz<br />
da olsa zayıflatan gelişme, Butto’nun<br />
gelinen yerde Müşerref ’in sadece<br />
üniformasını <strong>indir</strong>mesini değil, istifa<br />
etmesini talep etmesi ve Navaz Şerif<br />
gibi Müşerref’in darbe yaptığı politikacıların<br />
önderliğindeki muhalefetle<br />
ortak davranmaya yönelmesi oldu.<br />
Tüm tartışmalar içinde öne çıkarılan<br />
olağanüstü halin kaldırılıp “hür<br />
ve adil” seçimlerin gerçekleştirilmesidir.<br />
Kitlelerin içine sıkıştırıldığı<br />
mengene, Müşerref ’in “olağanüstü<br />
hali” ile, bunun kaldırılması arasındaki<br />
seçimdir. Müşerref “adil ve hür”<br />
seçimler için OHAL’in gerekli olduğunu<br />
söylemektedir, muhalefet ise<br />
–ABD emperyalizmi de dahil– se-<br />
panorama<br />
çimlerin “hür ve adil” yapılması için<br />
OHAL’in kaldırılması gerektiğini<br />
savunmaktadır.<br />
Gerçekte ise, içinde bulunulan<br />
koşullarda Pakistan’da ne OHAL’li<br />
ne de OHAL’in kaldırılması koşullarında<br />
hür ve adil seçim olacaktır.<br />
“Hür ve adil seçim” diye kitlelere yutturmaya<br />
çalıştıkları, esasta islamcı<br />
kesime karşı ve laik olduğunu lanse<br />
eden, gerçekte ABD emperyalizmi<br />
başta olmak üzere emperyalistlerin<br />
istedikleri kesimin seçilmesi, ya da<br />
iktidarda kalmasıdır.<br />
Öyle ya da böyle ABD emperyalizmi<br />
başta olmak üzere Pakistan’da<br />
Müşerref ve Butto üzerine hesap yapanların<br />
işleri de o kadar kolay değil.<br />
Arada ezilen yine Pakistan’ın yoksulları,<br />
emekçileridir. Bu gelişmeler<br />
Afganistan’daki savaşın Pakistan’da<br />
da yürüdüğünün göstergeleridir<br />
aslında.<br />
Emperyalist güçler bölgede olduğu<br />
sürece de, ezilenlere karşı saldırılar,<br />
planlar var olacaktır. Sorun ezilen<br />
halkların emperyalist güçlere, emperyalizme<br />
karşı kendi kurtuluşları<br />
için mücadeleyi yükseltmesi, sorunun<br />
emekçilerin kendi iktidarlarını<br />
kurması sorunu <strong>olarak</strong> kavranıp hem<br />
emperyalist işgalcilere, hem de gerici<br />
yerli güçlere karşı devrim için mücadelenin<br />
yükseltilmesidir.<br />
16 Kasım 2007 ✓<br />
“Bölücü” makinistler,<br />
“birlikçi” patronlar…<br />
Dergimizin 116. sayısında<br />
Alman Demiryolları’nda<br />
(Die Bahn, [DB]) yürüyen<br />
mücadele hakkında özetle bilgi<br />
vermiş ve gelişmelere değinmiştik.<br />
Alman Makinistler Sendikası (GDL)<br />
ile DB şefleri arasında yürüyen pazarlıklarda<br />
durumun ne olduğuna da<br />
kısaca değinmiştik.<br />
Sözkonusu yazımızda tarafların<br />
Ekim ayı sonuna kadar uzlaşmaya<br />
varılması konusunda mutabık kalındığını<br />
söylemiştik. Gelişmeler<br />
bunun sadece bir istekten öteye geç-<br />
- ALMANYA -<br />
mediğini gösterdi. Bunun arkasında<br />
yatan gerçeklerden biri, mahkemenin<br />
2 Kasım’da yük ve şehirlerarası<br />
yolcu taşıma alanlarında grev yapma<br />
yasağına GDL’nin itirazı konusunda<br />
karar vereceği olgusuydu. Eğer mahkeme<br />
GDL’nin itirazını haklı bulup<br />
yük ve şehirlerarası yolcu taşıma<br />
alanlarında grev yapmasının önündeki<br />
yasağı kaldırırsa, o zaman DB<br />
şeflerine karşı daha güçlü biçimde<br />
grev silahının kullanılması imkanı<br />
doğacaktı. Öyle de oldu. Mahkeme 2<br />
Kasım’da GDL’nin yük ve şehirlera-<br />
13
14<br />
panorama<br />
rası yolcu taşıma alanlarında da grev<br />
yapma hakkı olduğuna karar verdi.<br />
Mahkemenin bu kararından önce<br />
GDL 30 saat süren bir grev gerçekleştirdi.<br />
Sosyal-Demokrat Parti (SPD)<br />
yöneticilerinden, Alman Sendikalar<br />
Birliği (DGB) yöneticilerine ve patronların<br />
örgüt birlikleri şeflerine kadar<br />
birçok kesim GDL sendikası yöneticilerine<br />
ve eylemlerine ateş püskürdü…<br />
Hatta GDL’nin “Almanya’da<br />
oyunun kurallarını bozma tehditi”<br />
karşısında, “yeni yasal kuralların<br />
düşünülmesi” gerektiği tehditleri<br />
de savruldu. Mahkemenin kararıyla<br />
GDL bu oyunda bir sıfır öne geçti…<br />
GDL’nin yeniden görüşme masasına<br />
dönmesi için temel talebi<br />
Demiryolları ile ayrı toplu sözleşme<br />
yapma talebiydi, bu yazı yazılırken<br />
de bu tavırda resmi bir değişiklik olmamıştı.<br />
Ücret artışı ve çalışma koşulları,<br />
saatleri üzerine pazarlığa açık<br />
oldukları ise GDL temsilcilerinin<br />
açıklamalarında sürekli vurgulandı.<br />
Düğüm noktası sonuçta ayrı toplu<br />
sözleşme yapılıp yapılmayacağına<br />
bağlanmıştı. Demiryolu şefleri ayrı<br />
bir toplu sözleşmeyi kategorik <strong>olarak</strong><br />
reddediyorlardı, reddediyorlar.<br />
Mahkemenin kararıyla daha güçlü<br />
bir silah elde eden GDL, yük trenleri<br />
ve şehirlerarası trenlerde de grev<br />
yaparak DB şeflerini üzerinde görüşme<br />
yürütülebilecek yeni bir öneri<br />
yapmaya zorlamaya çalıştı. GDL,<br />
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki<br />
en uzun demiryolu grevini –yük<br />
trenlerinde önce 42 daha sonra da<br />
62 saat ve yolcu trenlerinde de 48<br />
saat– gerçekleştirdi.<br />
21 Kasım’da Demiryolu şefleri yeni<br />
bir öneri paketi sundu. Ön görüşmelerin<br />
sürdüğü koşullarda önerinin<br />
neyi içerdiği konusunda taraflar arasında<br />
kamuoyuna karşı konuşmama<br />
üzerine anlaşılmış olsa da, DB şefi<br />
Mehdorn kamuoyuna bilgi sızdırdı<br />
ve %8 ile 13 arası ücret artışı önerisinde<br />
bulunduğunu belirtti. Medyaya<br />
yansıdığı kadarıyla sözkonusu öneri,<br />
daha öncekine göre kimi yeni unsurları<br />
içerse de, özde değişen bir şey<br />
yoktur. Yine basına yansıdığı kadarıyla<br />
ayrı toplu sözleşme önerisi yoktur<br />
bu yeni öneri içinde. Kimi açıksözlü<br />
burjuvaların deyimiyle, DB şefi<br />
Mehdorn istese bile, devletin temsilciliğini<br />
yapan hükümetteki yetkili<br />
bakanlar buna izin vermediği için<br />
GDL ile ayrı toplu sözleşme yapamaz.<br />
Bu konuda esasında da SPD’li bakanlar<br />
ve SPD yöneticileri Mehdorn<br />
ve diğer Demiryolu şef(ler)ine GDL<br />
ile ayrı bir toplu sözleşme yapmayı<br />
reddetmesini, bu konuda “sert” tavır<br />
takınmaları gerektiğini önermekte,<br />
dayatmaktadırlar.<br />
GDL yöneticileri yeni önerinin<br />
kabul edilecek bir öneri olmadığını,<br />
ama görüşmelerle ayrı bir toplu sözleşme<br />
yapabilmek için, resmi görüşmelere<br />
3 Aralık’ta başlanabileceğini<br />
açıkladılar. Bu açıklamada uzlaşılamadığı<br />
zaman yine greve gideriz deseler<br />
de, gerçekte taleplerinden geri<br />
adım atmaya hazır olduklarının işaretini<br />
vermişlerdir. Gelinen yerde iki<br />
tarafın da taşıyabileceği bir uzlaşma<br />
ile sorunu halletme yaklaşımı öne<br />
çıkmaktadır. GDL temsilcileri Noel<br />
tatiline kadar uzlaşmanın sağlanabileceğinden<br />
yola çıkmaktadırlar.<br />
Bu arada hükümetin soruna müdahale<br />
etmesi DB şefleri tarafından<br />
da talep edildi. Sanki hükümet ya<br />
da sözkonusu bakanlıklar işin içinde<br />
değilmiş gibi, “siyasi müdahale yapılmaması<br />
gerektiği” yönlü sahtekârlık<br />
sürdürüldü. Demiryollarının borsaya<br />
girmesi planı şimdilik dondurulmuş<br />
durumda ve özelleştirme konusunda<br />
da koalisyon partileri –CDU ve SPD–<br />
arasında uzlaşmazlık sürmektedir.<br />
Geçen yazımızdan bu yana geçen<br />
süreçte yaşananlar kabaca böyledir.<br />
Uzlaşmanın yakın zaman içinde<br />
sağlanıp sağlanmayacağı, ya da nasıl<br />
bir uzlaşma sağlanacağını, yeni görüşmeler,<br />
pazarlıklar gösterecektir.<br />
Üzerinde durulması gereken önemli<br />
bir nokta ise, toplu sözleşme birliği<br />
adına yapılan sahtekârlıktır.<br />
“TOPLU SÖZLEŞME BİRLİĞİ”<br />
SAVUNUCULUĞU GERÇEKTE<br />
NEYİN NESİ?<br />
GDL ile DB arasındaki bu mücadelede<br />
ortak konumda olan DB şefleri,<br />
hükümet temsilcileri, Alman<br />
Sendikalar Birliği (DGB) şef leri,<br />
Sosyal-Demokrat Parti yetkilileri,<br />
patronların örgütlerinin başları ve<br />
diğerleri, GDL’yi “işyeri çalışanlarını<br />
gruplara bölmek, bölücülük yapmak”,<br />
“toplu sözleşme birliğini (tarif<br />
birliğini)”, “sözleşme özerkliğini<br />
tehlikeye” sokmak vb. vb. biçimlerde<br />
suçladılar. Öyle bir tablo çizilmeye<br />
çalışılıyor ki, sanki bu sömürücülerin<br />
temsilcileri ve sömürücüler işçilerin,<br />
demiryollarında çalışanların “birliğini”,<br />
“çıkarlarını” savunuyor…<br />
Gerçekte ise yapılan sahtekârlık ve<br />
demagojidir. Makinistler Sendikası<br />
bu somutta “bölücü” değil, burjuvazinin<br />
temsilcileri de çalışanların<br />
çıkarlarını temsil etme, onların birliğini<br />
savunma bağlamında “birlikçi”<br />
değil. Bunların gerçekte birlik olduğu<br />
nokta, DB (Die Bahn) tekelinin<br />
çıkarlarını savunma noktasıdır. Evet,<br />
bu konuda birlikçiler…<br />
Bu birliğin birkaç yansıması şöyledir:<br />
1994 – 2006 döneminde<br />
Demiryolları çalışanlarının sayısı<br />
neredeyse yarı yarıya düşürülmüştür.<br />
Kimi verilere göre en azından<br />
100.000 çalışan işinden olmuştur. Bu<br />
kadar çalışanın işinden olması, aynı<br />
zamanda geri kalanların iki kat daha<br />
verimli çalışmaya zorlanması demektir.<br />
Bu süreçte çalışanların reel ücreti<br />
%10 civarında düşmüştür. Bunun tersine<br />
DB tekeli sadece 2005 – 2007 (yaz<br />
aylarına kadarki hesap) döneminde<br />
kârını üçe katlamış ve yönetici takımın<br />
da geliri altı kat artırılmıştır. DB<br />
tekeli sadece demiryolları ile yetinmiyor,<br />
kârlarına kâr katmak ve etki<br />
alanını genişletmek için yurtdışında<br />
havayollarına, logistik ve karayolları<br />
taşımacılığına (TIR) el atmıştır. Tüm<br />
bunlar tabii ki demiryollarında çalışanların<br />
“birliği” için yapılmıyor!<br />
Ama yine de GDL’ye karşı tavırlarda<br />
sahtekârlıktan geri kalmıyorlar…<br />
Demir yol la r ı nda ça l ışa n la r ı<br />
“bölme” bağlamında da esasta DB<br />
tekelinin kendisi zaten çalışanları<br />
kesimlere, gruplara bölmüştür. Maaş<br />
veya aylıklar bağlamında da bölünmüşlük<br />
vardır. En başından itibaren<br />
DB tekelinin yöneticilik bölümünde<br />
çalışanlar ile, yönetilerek çalışanlar,<br />
daha doğrusu işçiler arasındaki<br />
maaş, aylık arasında uçurum vardır.<br />
DB’nin andaki başı Mehdorn’un 2006<br />
yılındaki aylığı 265.000 avro iken,<br />
sözde “iyi” aylık alan makinistlerin<br />
aylığı 1500 – 2000,- avro civarında.<br />
Kuşkusuz ki 200.000 civarında çalışan<br />
arasında 2000,- avrodan fazla aylık<br />
alan da vardır. Fakat yine de aylık,<br />
ya da gelirde de bölücülük olgudur ve<br />
bu DB tekelinin, patronlarının (devletin,<br />
hükümetin) sömürü çarkının<br />
normal sonucudur.<br />
Toplu sözleşme birliği ya da tarif<br />
birliği konusunda da sahtekârlık<br />
yapılmaktadır.<br />
Gerçekte Almanya’da genel <strong>olarak</strong><br />
toplu sözleşme birliği diye bir şey<br />
yoktur. Kimi burjuva hukukçular<br />
bile, çokça kullanılan toplu sözleşme<br />
birliği konusunun iş mahkemesinin<br />
bir icadı olduğunu ortaya koymakta,<br />
savunmaktadır. Zaten genel <strong>olarak</strong><br />
her iş dalında (metal, inşaat ya da<br />
hizmetler sektöründe) ayrı sendikanın<br />
varlığı ve bunların somut her<br />
alanda yetkili olan patron ve temsilcileriyle<br />
pazarlıklar yürütüp ayrı ayrı<br />
anlaşmalar yapması olgusu, genel bir<br />
toplu sözleşme birliğinin olmadığının<br />
açık ispatıdır.<br />
Bunun da ötesinde, örneğin küçük<br />
ve orta boy işletmelerde çalışanlar<br />
sözkonusu sektördeki toplu sözleşme<br />
içinde sayılmıyor bile. Genelde büyük<br />
iş yerleri sözkonusu toplu sözleşme<br />
anlaşmasına uyma, uydurulma<br />
durumundadır.<br />
Büyük işletmelerde, tekellerde ise<br />
özellikle son on yıllık süreçte yoğunlaştırılan<br />
taşeronlaştırma ve kiralık<br />
işçi çalıştırma temelinde toplu sözleşme<br />
birliği patronların postalları<br />
altında çiğnenmektedir. Sözkonusu<br />
kiralık işçiler –ki bunların sayısı<br />
genelde artık milyonlara varmaktadır–<br />
herhangi bir toplu sözleşmeden<br />
yararlanma durumunda değildir.<br />
DB tekelinin kendisinde de toplu<br />
sözleşme birliği yoktur. DB şefleri<br />
“toplu sözleşme birliğini bozmaya<br />
izin vermeyeceğiz”, ya da “toplu sözleşme<br />
birliği üzerine pazarlıklar yapmayız”<br />
diye ne kadar çığlık atarsa<br />
atsın, DB tekelinde toplu sözleşme<br />
birliği olmadığı gerçeğini ortadan<br />
kaldıramaz. Fakat demagojileri kitleleri<br />
etkileri altına almaktadır.<br />
Örneğin DB’nin kolu Usedomer<br />
Bäderbahn (UBB), DB Tren, Otobüs<br />
Yereltrafik Alb-Bodensee (RAB) ve<br />
DB-kiralıkçalışma kesimleri ayrı<br />
ayrı toplu sözleşmelere sahiptirler. Ki<br />
hepsi de aynı işi yapmaktadır ve fakat<br />
ayrı ücret almaktadırlar. Örneğin<br />
UBB’de çalışan makinist (üç yıl çalıştıktan<br />
sonra) 1865,- avro, DB makinisti<br />
aynı ön koşullarda 2140,- avro<br />
almaktadır. İkisinin de brüt ücret<br />
olduğu bilinçte tutulmalıdır. DB<br />
Service Stores bölümünde ise hiç bir<br />
toplu sözleşme sözkonusu değildir.<br />
DB şeflerinin ve bilimum destekçilerinin<br />
toplu sözleşme birliğinden<br />
bahsetmeleri ve savunur görünmelerinin<br />
perde arkasında, gerçekte bunların<br />
kitlelerin bilincini karartmak<br />
ve GDL’nin haklı taleplerini reddetmek<br />
amacı, hedefi vardır.<br />
Bu sahtekârlığa Alman Sendikalar<br />
Birliği (DGB) başta olmak üzere<br />
doğrudan demiryolu dalında örgütlü<br />
olan Transnet ve GDBA da ortaklık<br />
etmektedir. Özellikle Transnet<br />
ve GDBA DB tekelinin ortaklarıymış<br />
gibi davranmakta, GDL’ye karşı<br />
kampanyanın başını çekmektedirler.<br />
Son döneme kadar bunların tavırları<br />
DB’nin borsaya girmesini desteklemek<br />
için ücretlerin %4.5’ten fazla<br />
artırılmaması, aksi halde, yani DB<br />
GDL’ye daha yüksek ücret artışı verirse<br />
greve gidecekleri tehditlerini savurdular.<br />
Evet bu işbirlikçiler, emekçilerin<br />
düşmanları GDL ile birlikte<br />
mücadele edip daha yüksek ücret<br />
artışı elde etmek için grev yapma yerine,<br />
DB tekelinin çıkarlarını savunmak<br />
için grev tehditi yapmaktadır.<br />
GDL ile ayrı toplu sözleşme yapılıp<br />
yapılmamasından bağımsız <strong>olarak</strong><br />
ücret artışının %4.5’ten fazla olacağı<br />
bir nevi kesinleşmeye başlayınca,<br />
Transnet ve GDBA temsilcileri aslında<br />
Temmuz ayı başında yapılan<br />
sözleşmeden memnun olmadıklarını<br />
dile getirmeye başladılar.<br />
Bu tavırları, bir yandan bunların<br />
patronlarla sosyal partnerlik, açık<br />
işbirliği tavırlarının yol açtığı üye<br />
kaybına set çekmek için zorunlu kalmalarının<br />
sonucudur, diğer yandan<br />
ama GDL ile ayrı toplu sözleşme yapılmasını<br />
reddetme tavrının devamıdır.<br />
Şöyle ki, eğer GDL ile ücret artışı<br />
ve kimi çalışma koşulları ve ödenekler<br />
üzerine anlaşılırsa, bu anlaşma<br />
Transnet ve GDBA ile yapılacak<br />
yeni bir anlaşmayla birleştirilirse,<br />
ayrı toplu sözleşme yapılmasına gerek<br />
kalmadan ücret artışı sağlanmış<br />
olacaktır.<br />
Gelinen yerde esas mesele, GDL’nin<br />
şimdiye kadarki tavrında, yani ayrı<br />
toplu sözleşme yapılmasının esas<br />
talep olduğu, bu talep yerine getirilmezse<br />
anlaşma sağlanmayacağı yönlü<br />
tavrında tutarlı olup olmadığıdır.<br />
Eğer GDL bu tavrında ısrar ederse,<br />
önümüzdeki dönemde yeni grevler<br />
yaşanacak, pazarlıkların yönü değişecektir.<br />
21 Kasım’da DB’nin GDL’ye<br />
yaptığı yeni öneri üzerine görüşmelere<br />
evet diyen GDL şeflerinin ama<br />
bu talepte ısrar edecekleri şüphelidir.<br />
28 Kasım 2007 ✓
yeni dünya gençliği<br />
Militarizm ve Anti-Militarizm üzerine…<br />
Bir süredir gazetemizde Yeni<br />
Dünya Gençliği imzalı haberler,<br />
yazılar yayımlanıyor.<br />
Bu haberlerde Yeni Dünya<br />
Gençliği’nin ‘Komünist Gençlik<br />
Enternasyonali’nin Tarihi I-II’ kitabı<br />
üzerine de panel gerçekleştirdiği ve<br />
bir bülten çıkardığı yer aldı. Çıkarılan<br />
bültende karşı olunanlar arasında<br />
“Militarizm” de yer alıyordu.<br />
Ayrıca gazetemizin 114. sayısında<br />
(Eylül/2007) sayfa 17’de yayımlanan<br />
“Anti-militarist olmak…” başlıklı<br />
bir yazıda da militarizmden ve antimilitarizmden<br />
bahsediliyordu.<br />
Son <strong>olarak</strong>ta genç yoldaşlar ile<br />
yaptığımız bir tartışmada konu militarizme<br />
karşı mücadele etme bağlamında<br />
düğümlendi. Bir kısım yoldaş<br />
militarizme tamamen karşı olunması<br />
gerektiğini savunuyordu. Şimdi bu<br />
konu hakkında “KGE’nin Tarihi I-II”<br />
kitaplarının ışığında görüşlerimi aktarmak<br />
istiyorum.<br />
Kitapta yer alan makalelerin, kararların,<br />
konferans belgelerinin<br />
1900’lü yılların başı ile 1920’li yılları<br />
kapsadığını gözden kaçırmamak<br />
gereklidir. Bu “sosyal-demokrasi”<br />
kavramında olduğu gibi bazı kavramların<br />
içeriğinin zaman içerisinde<br />
değişebileceği açısından önemlidir.<br />
Kitaptaki konuların 1. Emperyalist<br />
Savaş ve buna karşı komünistlerin<br />
görevleri bağlamında ele alındığını<br />
unutmamak gerek.<br />
Şimdi öncelikle militarist ve antimilitarist<br />
kavramların bugünkü anlamlarına<br />
bakalım:<br />
Militarizm: “Ordu kavramının<br />
Fransızca karşılığı olan militaire<br />
(İngilizce, military) etimolojik <strong>olarak</strong><br />
Latince ‘askerlik ve savaşa dair’ anlamına<br />
gelen militaris’e dayanmaktadır.<br />
Dolayısıyla, militarizm (Fr. militarisme,<br />
Ing. militarism) kavramını<br />
Türkçe’ye orduculuk veya askercilik<br />
<strong>olarak</strong> çevirmek mümkün.<br />
Michael Mann’a göre militarizm<br />
“savaş ve savaş hazırlığını normal ve<br />
arzu edilir bir sosyal etkinlik <strong>olarak</strong><br />
algılayan tüm yaklaşımlar ve kurumsal<br />
oluşumlardır.”<br />
Alfred Vagts’ın deyimiyle, “militarizm<br />
savaş zamanından çok barış<br />
zamanında gelişir.” Başka militarizm<br />
tanımlarında, ordunun siyasal ve<br />
toplumsal hayatta etkin rol alması,<br />
sorunların çözümünde şiddet kullanımının<br />
meşru görülmesi, hiyerarşinin<br />
yüceltilmesi, erkekliğin şiddet kullanımı<br />
kadınlığın ise korunma ihtiyacı<br />
ile özdeşleştirilmesi gibi özellikler de<br />
vurgulanmaktadır.<br />
Alfred Vagts, sivil militarizm ile<br />
askeri militarizmi birbirinden ayırarak,<br />
askeri militarizmi, ordunun<br />
askeri çıkarlar değil askerlerin çıkarları<br />
yönünde hareket etmesi <strong>olarak</strong><br />
tanımlamıştır. Bu görüşe göre, ordu<br />
bağlamında militarizm ancak askeri<br />
çıkarlardan sapıldığı ölçüde geçerlidir.<br />
Ordunun sivil hayata etki etmesi, askerlerin<br />
ve askeri değerlerin siyasette<br />
ve toplumsal hayatta yüceltilmesi ise<br />
sivil militarizm başlığında incelenmektedir.”<br />
(Ayşe Gül Altınay)<br />
Anti-Militarizm: “Anti militarizm,<br />
şimdiki tanımıyla, son otuz yıla ait bir<br />
kavramdır. … Anti militarizm, aynı<br />
zamanda tutarlı bir savaş karşıtlığıdır.<br />
Savaş araçlarının üretim ve transferine,<br />
nükleer-kitle imha silahlarına,<br />
uzayın askerileştirilmesine, askeri<br />
organizasyon ve yapılanmalardaki<br />
stratejilerin, “terör” gerekçesiyle, “sivil”<br />
hayatı daha çok içeren ve tehlikeli<br />
hale getiren değişimine, askeri sanayinin<br />
“sivil”leşmesine ya da ekonomik<br />
yapının askerileştirilmesine dikkat çeker.<br />
Anti militarizm, belirli savaşların<br />
değil, savaşın karşıtlığıdır. Dolayısıyla<br />
ilkeleri vardır. Nedeni ya da gerekçesi<br />
ne olursa olsun, politikanın bir yöntemi<br />
<strong>olarak</strong> savaşı olumsuzlar. Savaşı,<br />
haklı-haksız diye kategorilere ayırmadan<br />
reddeder. Bu reddediş, sınıfsal,<br />
cinsel, kültürel çıkarlar nedeniyle değil,<br />
ahlaki ve politik nedenlerle alınan<br />
bir tavırdır. Dolayısıyla, anti militarist,<br />
politik tutum <strong>olarak</strong> savaşmadığı<br />
gibi, öldürmeyi öğrenmeyi, askere<br />
gitmeyi, orduya ve yan kuruluşlarına<br />
hizmet etmeyi de reddeder. Vicdani<br />
ret tavrı, savaşın bir unsuru olmanın<br />
reddedilmesi nedeniyle, savaş karşıtı<br />
çizginin bir gereği ve mesajıdır. Anti<br />
militarizm, askeri aygıtların, askeri<br />
uygulama ve politikaların yanında,<br />
militarizmin zihniyetine, yapısına,<br />
yöntemlerine, işleyişine, politikalarına<br />
ve toplumsal-siyasal dayanaklarına<br />
karşı çıkan politik bir duruştur.”<br />
(Pınar Selek-Oğuz Sönmez)<br />
Bu tanımlara da baktığımızda<br />
Militarizme “askerileşme, askerileştirme”<br />
diyebiliriz. Elbette kavramı<br />
“tüm sorunları askeri yöntemlerle<br />
çözme düşüncesi” <strong>olarak</strong> ta genişletebiliriz.<br />
Ancak bu durumda kavramın<br />
nerede ve nasıl kullanıldığı önem<br />
kazanır. Anti-militarizm kavramı<br />
ise vicdani retçiler, savaş karşıtları<br />
vb.leri bağlamında bugünkü yaygın<br />
kullanımında daha çok her türlü savaşa,<br />
şiddete karşı olmak anlamında<br />
kullanılmaktadır.<br />
Ancak biliyoruz ki komünistler<br />
savaş, şiddet sorunlarında reformistlerden,<br />
küçük-burjuva devrimcilerinden<br />
temelden ayrılırlar. Komünistler<br />
tamamen her türlü savaşı, şiddeti<br />
reddetmezler. Komünistlerin reddettiği<br />
şey gerici, emperyalist, karşıdevrimci<br />
savaşlardır. Emperyalizme<br />
karşı yürütülen devrimci savaşları<br />
desteklerler. Şiddet sorunu da öyledir.<br />
Komünistler burjuvaziye karşı<br />
şiddeti de içeren her türlü yöntemle<br />
mücadele ederler. Ve devrimin zorunlu<br />
<strong>olarak</strong> şiddete dayanacağını<br />
açıklarlar.<br />
Aynı şey askerileşme, askerileştirme<br />
anlamında kullandığımızda<br />
militarizm için de öyledir. Eğer militarizm<br />
toplumun, halkın, işçi sınıfının<br />
askerileştirilmesi, askeri örgütlenmesi<br />
ise komünistler buna tamamen<br />
karşı olamazlar. Bu konu kitapta<br />
“‘Silahsızlama’ şiarı üzerine Lenin”<br />
başlığı altında geçmektedir. Alıntılar<br />
KGE’nin Tarihi Cilt: I, Syf. 135-142<br />
arasından. Bazı alıntıların altını ben<br />
çizdim ve dikkat edilmesi için bazılarını<br />
koyu <strong>olarak</strong> gösterdim.<br />
“Temel gerekçe, silahsızlanma talebinin<br />
her türlü militarizme ve her<br />
türlü savaşa karşı mücadelenin en<br />
berrak, en kararlı, en tutarlı ifadesi<br />
olduğudur. Silahsızlanma yandaşlarının<br />
temel yanılgısı işte bu temel gerekçede<br />
yatmaktadır. Sosyalistler, sosyalist<br />
olmaktan çıkmadan, her türlü<br />
savaşa karşı olamazlar.” (S.134)<br />
“Biz şunu söylüyoruz: burjuvaziyi<br />
yenmek, mülksüzleştirmek ve silahsızlandırmak<br />
amacıyla proletaryayı<br />
silahlandırmak – kapitalist militarizmin<br />
tüm nesnel gelişmesinin hazırladığı,<br />
temellendirdiği ve öğrettiği biricik<br />
olası taktik budur.” (S.138)<br />
“Buna uygun <strong>olarak</strong> Lenin, halkın<br />
militarizasyonuna da tavır takınır.<br />
Genel soyut bir şekilde militarizasyonu<br />
reddetmenin imkansız olduğuna<br />
dikkat çeker. Bilakis bu militarizasyonun<br />
sınıf içeriği incelenmelidir.<br />
Halkın kapitalist militarizasyonuyla<br />
kapitalist militarizasyon <strong>olarak</strong> elbette<br />
mücadele edilmelidir; fakat bu<br />
militarizasyonun devrimci tarzda yıkılmasına,<br />
proletaryanın silahlanmasına<br />
ve devrime götürecek bir tarzda.<br />
Ve Lenin yoldaş, kapitalistlerin elindeki<br />
militarizasyona karşı mücadelemizi<br />
tröstlere karşı mücadelemizle<br />
karşılaştırır.<br />
“ (…) Aynı şey, mutatis mutandis<br />
[gerekli değişikliklerle – ÇN], halkın<br />
bugünkü militarizasyonu için de geçerlidir.<br />
Bugün emperyalist – ve diğer<br />
– burjuvazi sadece tüm halkı değil,<br />
aynı zamanda gençliği de militarize<br />
ediyor. Yarın da örneğin kadınları<br />
militarize edecek. Buna cevabımız şudur:<br />
Daha iyi ya!<br />
Aman daha çabuk ilerleyin – ne kadar<br />
çabuk olursa, kapitalizme karşı<br />
silahlı ayaklanma o kadar yakınlaşır.””<br />
(S.139-140)<br />
Lenin her şeyin militarize edildiğini<br />
söyledikten sonra “Buna karşı<br />
proleter kadınlar ne yapmalıdır? Diye<br />
soruyor ve cevaplıyor. “Sadece, her<br />
savaşa ve askeri olan her şeye lanet<br />
okumak, sadece silahlanma talep etmek<br />
mi? Devrimci bir ezilen sınıfın<br />
kadınları asla böyle rezil bir rolle yetinmeyeceklerdir.<br />
Bilakis oğullarına<br />
şunu söyleyeceklerdir: ‘Yakında büyüyeceksin,<br />
sana tüfek verecekler. Onu<br />
al ve öğren, askeri her şeyi öğren – bu<br />
proletarya için gereklidir, (…)” (S.140)<br />
Lenin milisler konusunda ise şunları<br />
söylemektedir: “Biz burjuva değil,<br />
aksine sadece proleter milisten ya-<br />
nayız. (…) Şunları talep edebiliriz: subayların<br />
birlikler tarafından seçilmesi,<br />
her türlü askeri adaletin kaldırılması,<br />
(…), diyelim ki devletin her yüz vatandaşına,<br />
eğitmenlerini özgürce seçme,<br />
bunların giderlerinin devlet tarafından<br />
karşılanması vs. dahil, savaş bilimini<br />
incelemek için özgür dernekler<br />
kurma hakkı. Proletarya askeri her<br />
şeyi, kendisinin kölecibaşı için değil<br />
gerçekten kendisi için, ancak böyle<br />
öğrenebilir, bu kesinlikle onun çıkarınadır.”<br />
(S.141-142)<br />
Yukarıdaki bölümlerde birkaç<br />
önemli nokta vardır. Bunları aşağıdaki<br />
şekilde sıralayabiliriz.<br />
Birincisi; Lenin “her türlü militarizm,<br />
kapitalist militarizm, kapitalistlerin<br />
elindeki militarizasyon” derken,<br />
militarizmi sınıf içeriğine göre<br />
ayırıyor.<br />
İkincisi; burjuvaziyi yenmek, mülksüzleştirmek<br />
ve silahsızlandırmak<br />
için proletaryanın silahlandırılması,<br />
yani askerileştirilmesi gerektiği,<br />
Üçüncüsü; genel soyut bir şekilde<br />
yani somutlanmadan militarizasyonu<br />
reddetmenin imkansız olduğu,<br />
Dördüncüsü; militarizasyonun sınıf<br />
içeriğinin incelenmesi gerektiği,<br />
Beşincisi; burjuvazinin tüm halkı,<br />
kadınları, gençliği militarize etmesinin<br />
kapitalizme karşı silahlı ayaklanmayı<br />
yakınlaştıracağı,<br />
Altıncısı; tröstler örneğinde olduğu<br />
gibi kapitalizmin/emperyalizmin<br />
ürünü olan bazı şeylerin sosyalizme<br />
ilerleme açısından yararlı olduğu,<br />
militarizme de bu açıdan yaklaşılması<br />
gerektiği,<br />
Yedincisi; gençlerin, kadınların,<br />
proletaryanın askeri olan her şeyi öğrenmesi<br />
gerektiği, milis konusunda<br />
proletaryanın, savaş bilimini incelemek<br />
için özgür dernekler açma, buralarda<br />
eğitim görme, eğitmenlerini<br />
seçme hakkı talep etmesi gerektiği.<br />
Bu örneklerde gördüğümüz gibi<br />
Lenin militarizm kavramını kullandığı<br />
yerlerde “kapitalist militarizm”<br />
demektedir. Aynı ayrım “Komünist<br />
Gençlik Örgütlerinin Anti-<br />
Militarist taktiği için yönergeler”de<br />
de bulunmaktadır. Burada da şunlar<br />
sayılmaktadır: (KGE’nin Tarihi<br />
Cilt:II Syf. 220)<br />
“1) Militarizm, egemen sınıfın çıkarları<br />
doğrultusunda, her sınıflı devletin<br />
örgütlü askeri sistemi ve ona hizmet<br />
eden ideolojik güçleridir. Burjuva<br />
militarizmi özü ve ikili görevi, ezilen<br />
sınıfa karşı mülkiyetin savunulması<br />
ve dışarıda güç alanlarının genişletilmesi<br />
idi ve öyledir. (S.220)”<br />
“5) … Bu nedenle eskiden olduğu<br />
gibi bugün de devrimci proleter gençlik<br />
örgütlerinin birinci ve en asli görevi,<br />
işçi gençlik içinde şovenist kışkırtmaya<br />
ve Beyaz Muhafızlar için<br />
propagandaya bütün araçlarla karşı<br />
çıkmak ve burjuva militarizmine karşı<br />
en enerjik propagandayı yürütmektir.<br />
15
16<br />
yeni dünya gençliği<br />
(S.222)”<br />
Bu örnekler açıktır ki KGE’nin<br />
karşı çıktığı militarizm burjuva, kapitalist<br />
militarizmdir. KGE’nin yönergelerinde<br />
ve Lenin’den yaptığım<br />
alıntılarda burjuva militarizmine<br />
vurgu yapılmaktadır. Çünkü militarizm<br />
derken kastedilen şey halkın<br />
askerileştirilmesi ise komünistler<br />
buna karşı çıkmaz, çıkmamalıdır.<br />
Karşı çıkılan militarizm işçi sınıfının<br />
ve gençliğin emperyalist dalaşta<br />
bir araç <strong>olarak</strong> kullanılması, burjuvazinin<br />
iktidarını korumak için muhalefeti,<br />
sınıfın mücadelesini ezmek<br />
için gençliği kullanmasıdır. Tam tersine<br />
devrim için işçi sınıfının silahlandırılması,<br />
sosyalist bir toplumda<br />
devrilen burjuvaziye karşı şiddete de<br />
dayanan tüm biçimlerde proletarya<br />
diktatörlüğünün uygulanması, sosyalist<br />
devletin tüm yurttaşlarının<br />
saldırı durumunda olan emperyalizme<br />
karşı silahlandırılması ve uyanık<br />
tutulması komünistlerin talebi ve<br />
isteğidir. Şimdi aşağıdaki alıntılara<br />
bir bakalım:<br />
“8) … KGE, proleter gençliği siyasi<br />
iktidarın proletarya tarafından askeri<br />
<strong>olarak</strong> ele geçirilmesine ve proletarya<br />
diktatörlüğünü savunmaya hazırlama<br />
ve eğitmenin komünist gençlik<br />
örgütlerinin en acil görevlerinden biri<br />
olduğunu açıklar. (S.224)”<br />
“İktidarın Ele Geçirilmesinden<br />
Sonra Gençlik Örgütlerinin Görevleri”<br />
başlıklı bölümde ise şu görev sayılmaktadır;<br />
(Syf.277-278)<br />
“2) Fakat eskiden bütün güçler<br />
burjuva devleti devirmeye yönelirken;<br />
proletarya diktatörlüğü altında<br />
gençlik örgütü, proleter devleti ve yeni<br />
komünist toplumun inşasını savunur.<br />
Burjuva militarizmine karşı mücadelenin<br />
yerine, Kızıl Ordu’ya aktif omuz<br />
vermek; gençleri eski toplumu yok etmeye<br />
yetenekli kılan eğitimin yerine,<br />
faaliyetinin bütün alanlarında Sovyet<br />
iktidarının mevzilerinde aktif çalışma<br />
için pratik eğitim geçer.”<br />
Söylenenler gayet açıktır. KGE’nin<br />
görevi burjuva militarizmini tarihin<br />
çöplüğüne yollamak, onun iktidarına<br />
son vermek için proleter gençliği<br />
devrime hazırlamak, devrimden<br />
sonra ise tüm gücüyle Kızıl Ordu’yu<br />
desteklemektir.<br />
Sonuç <strong>olarak</strong> yukarıdaki açıklamalarım<br />
doğrultusunda anti-militarizm<br />
kavramı çok dikkatli bir şekilde<br />
kullanılmalı veya daha çok “kapitalist<br />
militarizme karşı” şeklinde<br />
kullanılmalıdır.<br />
Komünistler elbette “militarizme”,<br />
“savaşa”, “şiddete” karşıdırlar. Ancak<br />
kapitalist/emperyalist sistem var olduğu<br />
sürece ve komünistlerin önünde<br />
bu barbarlık düzenine karşı mücadele<br />
görevi durduğu müddetçe bu yöntemleri<br />
de kullanmak zorunludur.<br />
Umarım bu konu hakkında tartışmalar<br />
devam eder, konu açıklığa kavuşmuş<br />
olur.<br />
17.11.2007<br />
Bir Ydi <strong>Çağrı</strong> okuru ✓<br />
26. Yılında YÖK Protesto Edildi<br />
Kuruluşunun 26. yılında YÖK<br />
(Yüksek Öğretim Kurumu)<br />
İstanbul’da ve çeşitli ilerde<br />
protesto edildi. İstanbul Beyazıt<br />
Meydanı önünde katıldığımız YÖK<br />
karşıtı eylem yaklaşık 500 kadar<br />
öğrencinin katılımıyla gerçekleşti.<br />
12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir<br />
ürünü <strong>olarak</strong> ortaya çıkan YÖK 26<br />
yıl boyunca üniversiteleri kendi tahakkümü<br />
altına alarak eğitim yuvalarının<br />
özerkleşmesinin önünü kapatıp,<br />
eğitimi bilimden uzak ve sermayenin<br />
kontrolüne bırakmış, polis ve<br />
diğer kolluk güçleriyle de öğrencileri<br />
baskı altına almıştır. öğrencileri toplumsal<br />
siyasetten uzaklaştırma politikalarıyla<br />
YÖK, okul ve diğer eğitim<br />
çevrelerinde bireyselliği ön plana çıkartarak<br />
ve evet toplumun en ileri ve<br />
aydın bu kurumlarını birer işletmeye<br />
çevirmiş burjuvazinin rant kapısı<br />
haline getirmiştir.<br />
80 küsur yıllık “Türkiye’de” eğitim<br />
burjuva eğitim çizgisi dışına<br />
Büyük Sosyalist Ekim Devriminin<br />
90. yılı Adana’da düzenlenen<br />
bir panel ile anıldı. 18 Kasım Pazar<br />
günü saat 14.30’da başlayan panel<br />
çıkmamış fakat dünyada ve ülkede<br />
gelişen kimi devrimci hareketlenmeler<br />
sayesinde öğrenciler de bir takım<br />
haklarını kazanmış siyasi önderlerin<br />
yetiştiği ve örgütlü mücadelelerin yürütüldüğü<br />
bir dönemde yaşanmıştır.<br />
12 Eylül faşist darbesi bu hareketleri<br />
kanla bastırarak bugüne kadar<br />
üniversite ve liselerdeki gelişmelerin<br />
önünü de tıkamıştır.<br />
YÖK kuruluşundan bu güne kadar<br />
toplumsal bir sorun <strong>olarak</strong> asıldığı<br />
yerde duruyor ve her 6 Kasımda öğrencilerin<br />
ve demokratik kitle örgütlerinin<br />
de katıldığı eylemlerle protesto<br />
ediliyor. Yine 6 Kasım günü Beyazıt<br />
Meydanı önünde toplanan öğrenciler<br />
YÖK’e hayır, bağımsız özerk üniversite<br />
taleplerini dile getirdi. Tuzla<br />
tersane işçilerinin de destek verdiği<br />
eylemde işçi ve öğrencilerin devrimci<br />
dayanışmasına örnek oldu. Tersane<br />
işçilerinin yaptığı konuşmada öğrencilerin<br />
demokratik taleplerine<br />
destek verdiklerini ve kendilerinin<br />
Genel-İş Sendikası 2 No’lu şubede<br />
gerçekleştirildi.<br />
Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> adına yapılan<br />
sunumda bu yıl Ekim Devriminin<br />
90. yıldönümü olduğunu ve “buzu<br />
kırıp, işçi sınıfına yolu gösteren” bu<br />
devrimin tarihin gördüğü önceki<br />
devrimlerden temelden ayrıldığını,<br />
ilk defa iktidarın sömürüyü ve kendisi<br />
ile birlikte tüm sınıfları ortadan<br />
kaldıracak proletaryanın eline<br />
geçtiğini açıkladı. Sunumda Ekim<br />
Devrimi ile işçi ve emekçilerin en<br />
geniş demokratik-ekonomik haklara<br />
kavuştuğu, ulusal baskıların ortadan<br />
kaldırılarak tüm uluslara ayrılıp ayrı<br />
devlet kurma hakkı dahil eşit ulusal<br />
hakların verildiği, dini gericilik ile<br />
mücadele edilerek din ile devlet işlerinin<br />
gerçek anlamda birbirinden<br />
ayrıldığı üzerine duruldu. Bugün<br />
de sorunlarının olduğunu bu sorunların<br />
üstesinden birlikte başa çıkılacağı<br />
üzerine konuşuldu. Grevdeki<br />
Telekom işçilerinin yalnız olmadığını<br />
sonuna kadar yanlarında olduklarını<br />
da eklediler. Liseli gençlerin de taleplerinin<br />
konuşulduğu açıklamada.<br />
ÖSS nin kaldırılması ve parasız eğitim<br />
vb talepleri dile getirildi. Yapılan<br />
basın açıklamasında miliyetciliğin<br />
ve şovenizmin kışkırtıldığı, halkların<br />
birbirine düşman edildiği, Kürt<br />
halkının yok edilmeye çalışıldığı ve<br />
sınır ötesi operasyon teskeresiyle de<br />
Kürtlere yönelik saldırıların arttırılacağı<br />
değerlendirildi. Yaşasın halkların<br />
kardeşliği sloganlarıyla devletin<br />
tüm aygıtları protesto edildi. Tersane<br />
işçileriyle birlikte çekilen halaylar<br />
sonrasında İstanbul üniversitesi fen<br />
fakültesi önüne doğru yürüyüşe geçilerek<br />
burada da YÖK karşıtı sloganlar<br />
atıldı ve eylem fakülte önünde<br />
son buldu.<br />
Yeni Dünya Gençliği ✓<br />
komünistlerin önünde duran görevin<br />
işçi sınıfının öncüsünü kazanarak<br />
Ekim Devriminin açtığı yoldan<br />
sosyalizme gidecek Bolşevik partilerin<br />
yaratılması olduğu ile sunum<br />
sonlandı.<br />
Yapılan sunumun ardından tartışma<br />
bölümüne geçildi. Bu bölümde<br />
sunumdaki konular ayrıntılı bir şekilde<br />
açıldı, tartışıldı. Katılımcılar<br />
tarafından gelen sorular-açıklamalar<br />
ile Sovyetler Birliği’nin neden çöktüğü,<br />
Ekim Devrimi ile birlikte kadınların<br />
yaşamında nelerin değiştiği,<br />
devrimde gençliğin önemli rol aldığı,<br />
ulusların kültürel hakları temelinde<br />
dil sorununun çözüldüğü üzerinde<br />
duruldu. Ayrıca emperyalistkapitalist<br />
sistemin doğası gereği dünyayı<br />
bir bütün <strong>olarak</strong> yaşanmaz hale<br />
getirdiği, işçi ve emekçilerin bu gidişata<br />
dur demek zorunda oldukları<br />
aksi halde tüm insanlığın yok olma<br />
ile yüz yüze kalacağı, bunun için örgütlenmenin<br />
ve mücadele etmenin<br />
tek yol olduğu vurgulandı.<br />
23 kişinin katılımı ile gerçekleşen<br />
panel teşekkür konuşması ile sona<br />
erdi.<br />
18.11.2007<br />
Ydi <strong>Çağrı</strong>/Adana ✓
“Her şeyin başı<br />
eğitim” mi acaba?<br />
Bu ülkede iki insan yan yana<br />
geldiği zaman, ‘memleket’ sorunları<br />
üzerine mutlaka bir<br />
sohbet eder. ‘Memleket’ sorunları<br />
üzerine sohbet edenler, toplumun<br />
içinde bulunduğu sorunlardan kurtuluş<br />
yolu <strong>olarak</strong> da genellikle eğitimi<br />
görürler. Ne de olsa, eğitimli insanın<br />
hali başkadır! “Her şeyin başı eğitimdir!”<br />
Acaba öyle mi?<br />
Bu yazıda eğitime, eğitimciye ne<br />
kadar değer verildiğini kısaca ortaya<br />
koymaya çalışacağım. Çoktandır<br />
tartışılan eğitimcilerin durumu, son<br />
dönemlerde tartışılan eğitimde şiddet<br />
ve yine yaklaşık son beş yıldır<br />
gündemde olan sözleşmeli, ücretli<br />
öğretmenlerin durumu üzerinden<br />
eğitimin genel haline bakmaya<br />
çalışacağım.<br />
AKP’nin özellikle son dönemlerde:<br />
“ Ekonomi büyüdü, işsizlik ve enflasyon<br />
oranları azaldı, kişi başı milli gelir<br />
yükseldi.” dediği kendi icraatları<br />
döneminde bile, yani son beş yıllık<br />
dönemde bile, iki önemli istatistikle<br />
durumun her geçen gün nasıl da eğitim<br />
emekçilerinin aleyhine gerilediğini<br />
görelim.<br />
1998 yılında bir öğretmen maaşının<br />
4 kişilik bir ailenin ortalama<br />
aylık giderini karşılama oranı %56<br />
iken, AKP’nin iktidara geçtiği 2002<br />
yılında bu oran %52’ ye, 2007 yılında<br />
ise %48’e düşmüştür. Yani son 10<br />
yılda bir öğretmenin alım gücü yaklaşık<br />
%10 azalmıştır.<br />
2002 yılında bir milletvekili maaşı,<br />
bir öğretmen maaşından yaklaşık 7,5<br />
kat fazla iken, 2007 yılında bu oran<br />
8,5 kata çıkmıştır.<br />
Bir ülkenin eğitime verdiği önemi<br />
gösteren en önemli ölçütlerden birisi,<br />
hiç kuşkusuz ki öğretmenlere verdiği<br />
maaştır. İşte yukarıdaki iki örnekle<br />
gördük, öğretmenlerin ekonomik<br />
eriyişlerini.<br />
Şimdi de yeni mezun olmuş ya da<br />
olacak öğretmenlerin durumuna bir<br />
göz atalım:<br />
Bu yıl 205 bin öğretmen adayı<br />
KPSS’ye girdi. (Bilmeyenler için belirtelim.<br />
KPSS, diplomasını almış öğretmenlerin<br />
kadrolu olmak için girdikleri<br />
sınavın adıdır. Öğretmenler<br />
bu sınava kendi aralarında ‘kepaze<br />
sınavı’ diyorlar.) Milli Eğitim<br />
Bakanlığı (MEB) Mayıs ayında -seçim<br />
öncesinde- 10 bin kadrolu, 20<br />
bin sözleşmeli olmak üzere toplam<br />
30 bin öğretmenin atamasını yapacağını<br />
duyurmuştu. Ağustos ayında ise<br />
-yani seçim sonrasında- 10 bin kadrolu,<br />
10 bin sözleşmeli olmak üzere<br />
toplam 20 bin atama yapacağını duyurdu.<br />
Seçim öncesinde alınacağı<br />
söylenen fazladan 10 bin öğretmen<br />
ataması fos çıktı! Kısacası, alınacağı<br />
söylenen 20 bin öğretmen ataması ile<br />
dahi 185 bin öğretmen açıkta kalmış<br />
oldu. Ülkedeki öğretmen açığı ise en<br />
iyimser rakamlarla bile, 170 bin <strong>olarak</strong><br />
açıklanıyor. Peki, neden doldurulmaz<br />
bu öğretmen açıkları? Daha<br />
da önemlisi, neden ses çıkarmaz bu<br />
duruma öğrenci velileri? İlköğretim<br />
okullarında sınıf larda ortalama<br />
40–50 öğrenci ile ders yapılmaktadır.<br />
Bu durum ister istemez okullardaki<br />
eğitim düzeyini düşürmektedir.<br />
Tabii ki eğitim düzeyindeki düşüşün<br />
tek nedeni sınıfların bu denli yoğun<br />
oluşu değildir. Fakat konuyu uzatmamak<br />
için bu kadarla yetinmek zorundayız.<br />
Eğitimin bu gibi durumları<br />
nedeniyle velilerin çoğunluğu<br />
da şartlarını zorlayarak çocuklarını<br />
dersanelere yönlendiriyorlar. Yani<br />
eğitim esas <strong>olarak</strong> paralı hale bizzat<br />
devlet tarafından getirilmiştir.<br />
Devletin amacı; tüm sektörlerde olduğu<br />
gibi eğitimde de az kişiyle, az<br />
parayla çok iş yapmaktır. Bu gidişe<br />
tek dur diyecek olan da bizleriz!<br />
KPSS’ye hazırlanan öğretmen adaylarına<br />
önceden hangi branşlarda, kaç<br />
kişi kadro verileceği söylenmediği<br />
için, öğretmen adayları kendi branşlarından<br />
kaç kişi alınacağını ve hatta<br />
alınıp alınmayacağını bile bilmeden<br />
sınava hazırlanıyorlar. Fakat bu arada<br />
mecburen sınav ücreti olan 50 YTL’yi<br />
de ödemiş oluyorlar. Sahi her sınava<br />
girerken öğrenciler (bu arada öğretmenler<br />
de) neden bu kadar yüksek<br />
paralar öderler? Ve bu paralar nereye<br />
gider?<br />
Bu öğretmen alımları nasıl oluyor<br />
peki? Yani hangi branşlardan ne kadar<br />
öğretmen alınıyor? İşte çarpıcı<br />
bir tablo daha: Son beş yıldır yakla-<br />
Çukurova Üniversitesinde<br />
YÖK protestosu<br />
Çukurova Üniversitesi öğrencilerinin<br />
üniversite içerisinde düzenlediği<br />
YÖK’ü protesto eylemine<br />
yaklaşık 200 öğrenci katıldı.<br />
YÖK’e, eğitimin ticari leş tirilmesine<br />
karşı mücadeleye” ve “ üniversitelerde<br />
bilim ve özgürlük düşmanlarını<br />
istemiyoruz” yazılı pankartlarla<br />
Fen – Edebiyat fakültesi önünden<br />
Rektörlük binası önüne kadar yüründü.<br />
Yürüyüş sırasında “YÖK’e<br />
hayır”, ”Eşit, parasız, bilimsel, anadilde<br />
eğitim”, “savaşa değil, eğitime<br />
bütçe”, “yaşasın halkların kardeşliği”<br />
vb. sloganlar atıldı.<br />
Rektörlük önünde bir basın açıklaması<br />
yapıldı. Açıklamada “12<br />
şık <strong>olarak</strong> din kültürü öğretmeninden<br />
1000 kişi alınıyorsa; matematik,<br />
fizik, kimya, biyoloji gibi bilim derslerinden<br />
ise bu rakam 20-30’u zor<br />
buluyor.<br />
Eğitimin bu kadar kötü yönetildiği<br />
bir dönemde, 6 Ekim 2007’de<br />
Eğitim-Sen tarafından sözleşmeli,<br />
ücretli öğretmenlerin talepleri için<br />
MEB önünde bir eylem gerçekleştirildi.<br />
Peki, sorunların bu kadar yoğunlaştığı<br />
bir dönemde, bu ve buna<br />
benzer eylemler neden toplumun<br />
gündemine girmezken, ırkçı kışkırtmalar<br />
neden hiç gündemden düşmez?<br />
Yine belki konu biraz dağılacak, ama<br />
trafikten yılda binlerce insan ölürken<br />
halkımız bu sorunu çözmek için parmağını<br />
dahi kıpırdatmazken; en ufak<br />
demokratik gelişmelerin önünü tıkayan<br />
ırkçı kabarışlara, o kadar çabuk<br />
katılıyor ki şaşmamak ve kızmamak<br />
elde bile değil.<br />
Ülkedeki sosyo-ekonomik sorunların<br />
bir yansıması olan okullardaki<br />
şiddet sorununa hükümetin çözümü<br />
ise evlere şenlik bir durumda ne yazık<br />
ki! MEB ve İç İşleri Bakanlığı okullardaki<br />
şiddet konusunu görüşmek<br />
üzere 20 Eylül’de masaya oturdular.<br />
Çıka çıka masadan, her okula bir polis<br />
kararı çıktı! İmzalanan protokolle<br />
her okul, bir polisin üzerine zimmetlenecek<br />
ve görevlendirilen polis okulu<br />
sürekli “denetleyecek “!<br />
Geçtiğimiz yıl Ankara Seyranbağlar’da<br />
bulunan Necla Kızılbağ<br />
Lisesi’nde söz konusu uygulama hayata<br />
geçirildi. Polis ise okul “denetiminde”<br />
bazı öğrencileri açıkça ajanlığa<br />
çekerken, bir öğrenciyi de dövmüştü.<br />
Eğitim-Sen’in müdahalesi ile<br />
uygulama fiili <strong>olarak</strong> son bulmuştur.<br />
Yani uygulama ve sonuç ortada iken<br />
bu uygulamada diretme de ortada.<br />
İşte bunların eğitimdeki vizyonları:<br />
Bütün sorunları güvenliğe <strong>indir</strong>geme,<br />
fişleme, bilim dışı eğitim, eğitime<br />
ayrılan çok az ödenek…<br />
Kapitalizm koşullarında her kurumun<br />
olduğu gibi eğitimin de serma-<br />
Eylül darbesinin üniversitelerdeki<br />
postalı <strong>olarak</strong> kurulan YÖK’ün aslında<br />
darbenin ehlileştirme operasyonunu<br />
üniversitelere taşıyan bir<br />
kurum” olduğu “Eğitimin artık sadece<br />
parası olanın yararlanabileceği<br />
bir ayrıcalık olduğu, üniversitelerin<br />
sermaye ile işbirliği adı altında kurulan<br />
TEKNOKENT’lerle sermayeye<br />
peşkeş çekildiği, buna bağlı <strong>olarak</strong><br />
Sosyal Bilimlerin tasfiye edilip, sermayenin<br />
ihtiyaçları üzerinden teknik<br />
bilimlerin ağırlığının arttırıldığı”na<br />
vurgu yapıldı. Son <strong>olarak</strong> “Eşit, parasız,<br />
anadilde eğitim hakkımızı<br />
kazanabilmek, eğitimin ticarileşmesinin<br />
önüne geçebilmek, üniversite-<br />
yeni dünya gençliği<br />
yenin egemenliğinde olduğu kes<strong>indir</strong>.<br />
Sermaye daha fazla kar, daha fazla<br />
sömürü mantığı ile çalışırken sağlığa<br />
da, eğitime de, bilime de bu mantıkla<br />
bakar. Sermayenin azgınlığı doğaldır<br />
da, sermaye egemenliğindeki sistemden<br />
ve eğitimden medet ummak bir<br />
işçi, çiftçi, öğrenci ya da öğretmen<br />
açısından ne kadar doğaldır? Bence<br />
doğal değildir. Peki, doğal olan ya<br />
da yapılması gereken nedir? Bir<br />
kere, kapitalist-sömürü sisteminden<br />
umudu kesmeli. İkincisi, bulunulan<br />
her alanda gerçek kurtuluş olan sosyalizm<br />
için bilinçli, örgütlü ve kararlı<br />
mücadele etmeli. Başka yol yok!<br />
Üniversite öğrencisi arkadaş, ne<br />
duruyorsun? Yarın büyük ihtimalle<br />
işsiz ler ordusuna katılacaksın.<br />
Okumana devam et ve okulundan en<br />
iyi şekilde mezun olmana bak. Fakat<br />
sadece okulla yetinme. Hayata atıl,<br />
düşün, sorgula, araştır ve sosyalizm<br />
için mücadele et!<br />
Öğretmen arkadaş, ne duruyorsun?<br />
Doğru <strong>olarak</strong> gördüğün sendikaya<br />
üye ol. Sendikandaki yanlışlıklarla<br />
mücadele et. Sosyalist mücadeleye<br />
atıl ve mücadeleni yükselt!<br />
Okullardaki öğrencilerin velisi olan<br />
arkadaş, ne duruyorsun? Devrimci<br />
öğretmenlere sahip çık. Eylemlerine<br />
destek ol. Bulunduğun her alanda<br />
sosyalizm bayrağını yükselt!<br />
Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır.<br />
Kapitalizmdeki eğitim olsa<br />
olsa kapitalizmi yenilemeye yarar.<br />
Bize lazım olansa, gerçekten bizim<br />
olan bir dünyada, özgürleştirici bir<br />
eğitim ve sistemden başkası değildir.<br />
Bilimsel, demokratik, eşitlikçi, ana<br />
dilde eğitim; işçilerin, emekçilerin<br />
iktidarı ile gerçekleşecektir.<br />
Mersin’den <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru bir<br />
eğitim emekçisi<br />
Kasım 2007 ✓<br />
(Yazıdaki istatistiki bilgilerin hemen<br />
hepsi Eğitim-Sen’in internet sitesinden<br />
alınmıştır.)<br />
lerimizdeki baskı ve zoru bertaraf<br />
edebilmek ancak bizlerin yan yana<br />
gelerek mücadele etmesiyle mümkün<br />
olacak” denildi.<br />
Basın açıklamasının ardından yine<br />
sloganlar eşliğinde derslik binalarının<br />
önüne kadar yüründü. Dersliklerin<br />
önünde pankartlar ve dövizler yere<br />
bırakılarak marşlar eşliğinde protesto<br />
eylemi sonlandırıldı.<br />
Yeni Dünya Gençliği / ADANA ✓<br />
17
18<br />
yaşam temellerini koruma mücadelesi<br />
Çevre katliamında,<br />
sırada Kaz Dağları var!<br />
Ho m e r o s ’ u n İ l y a d a<br />
Destanı’nda “bin pınarlı İda”<br />
<strong>olarak</strong> adlandırdığı İda, yani<br />
Kaz Dağları tehlikede!<br />
Kaz Dağ la r ı’nın y ü zde 70’ i<br />
Çanakkale, yüzde 30’u Balıkesir sınırları<br />
içerisinde yer alıyor. Kaz<br />
Dağları’nın Balıkesir’deki güney kısmının,<br />
sadece yüzde 30’u milli park.<br />
Çanakkale sınırları içinde kalan<br />
yüzde 70’lik kısım milli park değil.<br />
Kaz Dağları, endemik, jeolojik, kültürel,<br />
mitolojik ve arkeolojik açıdan<br />
bir bütün oluşturuyor.<br />
Kaz Dağları son dönemde eşsiz güzellikleri,<br />
yemyeşil ormanları, bol oksijeni<br />
ile değil, dağı delik deşik eden<br />
altın arama sondajları ile gündemde.<br />
20 0 0 y ı l ı nda n it iba ren Kaz<br />
Dağları’nda altın, bakır, kurşun,<br />
çinko gibi madenleri aramak için<br />
37 noktada ruhsat alan 11 şirket çalışmalarına<br />
devam ediyordu. Ne zamanki<br />
köylülerin içme suyu çamurlu<br />
akmaya başladı, işte o zaman işin<br />
rengi değişti. Yaklaşmakta olan tehlike<br />
anlaşılmaya başlandı.<br />
Kaz Dağlarında, 47 çeşit endemik<br />
bitki türü, milyonlarca ağaç, zengin<br />
doğal örtü yok olma tehlikesi ile karşı<br />
karşıya!<br />
Kaz Dağları’nda 250-300 ton altın<br />
olduğu tahmin ediliyor. Altın doğada<br />
saf halde bulunmuyor. Toprağın derinliklerinde<br />
zerrecikler halinde bulunan<br />
altının çıkarılması için, yüzlerce<br />
metre toprağın kazılması, tonlarca<br />
toprağın siyanür ile ayrıştırılması<br />
gerekiyor. Topraktan bir gram altının<br />
ayrıştırılması için yarım ton su,<br />
175 gram siyanür gerekiyor. Örneğin<br />
Bergama’nın Ovacık Köyü’nde işletilen<br />
altın madeninde, 1 ton topraktan<br />
ortalama 10 gram altın elde edilmektedir.<br />
Bugüne kadar 17 ton altın çıkarılmıştır.<br />
Bu binlerce ton toprağın<br />
kazıldığı, siyanürle ile ayrıştırıldığı<br />
anlamına geliyor. Sonuç; altın çıkarılan<br />
bütün alanlarda, geriye siyanür<br />
ile zehirlenmiş toprak, ormanı yok<br />
edilmiş bir alan, toprağı alınmış dev<br />
çukurlar kalıyor.<br />
Yürürlükte olan Maden Yasası’na<br />
göre; Enerji Bakanlığı’na bağlı Maden<br />
İşleri Genel Müdürlüğü’ne başvuru<br />
yapılarak, koordinatları verilen bölgede<br />
arama ruhsatı kolaylıkla alına-<br />
biliyor. Arama ruhsatının alındığı<br />
bölgede, madenin varlığını tespit etmek<br />
için yapılan sondaj ve kazılarda<br />
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme)<br />
raporu istenmiyor. ÇED ancak aranan<br />
sahada maden bulunursa, işletme<br />
ruhsatı için gündeme geliyor.<br />
Arama ruhsatı ile bulunan madenin<br />
yüzde 10’u çıkarılıp işletilebiliyor.<br />
Ver parayı kes ağaçları!<br />
Arama ruhsatı alan şirketler, sondaj<br />
çalışması için ağaç kesimine başlıyorlar.<br />
Sondaj yapılan bölgeye yol<br />
yapımı için ve sondaj alanında ağaçlar<br />
kesiliyor. İlginç olan ağaç kesimi<br />
için hektar başına 5 bin YTL “doğayı<br />
tahrip” bedeli alınıyor. Bu ülkenin<br />
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı<br />
bununla övünebiliyor! “Parasını alıyoruz<br />
daha ne istiyorsunuz” demeye<br />
getiriyor!<br />
Enerji Ba kanı Hilmi Gü ler,<br />
“Türkiye’de başka madenler de var.<br />
Ama konu altın olunca, ülkemizin<br />
altın konusundaki zenginliğine müsaade<br />
etmek istemeyen dış kaynaklı<br />
bazı grupların etkinliğinin olduğunu<br />
düşünüyorum.” (19 Ekim, Radikal)<br />
diyerek Kaz Dağları’nda altın aranmasına<br />
karşı çıkanları “dış mihrakların<br />
ajanı” <strong>olarak</strong> gösterdi.<br />
Bay bakan, söyledikleri ile icraatları<br />
ile kimin Bakanı olduğunu<br />
ele veriyor. Uluslararası şirketlerin,<br />
yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını korumaya<br />
soyunmuştur Bakan. Altın<br />
aranması, bulunması, işlenmesinde<br />
aslan payını alacak olan altını çıkaran<br />
şirketlerdir. Altın madeni işleten,<br />
çıkaran şirketler, devlete çıkarılan altının<br />
yüzde 2’si kadar vergi verecektir.<br />
Bütün bu kuru gürültü yüzde iki<br />
iç<strong>indir</strong>! Devlet yüzde iki için çevre<br />
felaketlerini göze almaktadır.<br />
Kaz Dağları’nda altın için sondaj<br />
yapan şirketler, Teck Cominco,<br />
Eldorado Gold, Fronteer, Eldorada<br />
Gold’un yerli versiyonu Tüprag,<br />
Global Madencilik vd. bu şirketlerden<br />
bazılarıdır. Altın arayan, çıkaran<br />
şirketlerin büyük çoğunluğu emperyalist<br />
ülkelerin şirketleridir.<br />
Bu devlet yüzde iki vergiyi almak<br />
için şunlara göz yumacaktır:<br />
*Kaz dağlarında tahminen bir mil-<br />
yar ton kaya, toprak kazılıp sağa sola<br />
savrulacak.<br />
*Çanakkale ve ilçelerinin kullandığı<br />
kadar su yok yere tüketilecek.<br />
*30 0 - 4 0 0 bi n ton siya nü r<br />
kullanılacak.<br />
*Altın arayanların geride bıraktıkları<br />
çevre felaketini temizlemek<br />
için altın çıkaran şirketlerden alınan<br />
yüzde iki verginin birkaç katı para<br />
harcanacak!<br />
Bu coğrafyada Kaz Dağları’nda<br />
olduğu gibi çok çeşitli yerlerde altın<br />
aranmakta, çıkarılmaktadır. Uşak-<br />
Kışladağ, Bergama-Ovacık, İzmir-<br />
Efemçukuru, Havran-Küçükdere,<br />
Artvin, Gümüşhane, Sivrihisar vd.<br />
bunlardan bazılarıdır. Önümüzdeki<br />
dönemde Balıkesir, Çanakkale,<br />
Gümüşhane, Kırşehir’de tespit edilen<br />
altın sahaları Maden İşleri Genel<br />
Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkarılması<br />
planlanmaktadır. Bu anlamda<br />
sorun sadece Kaz Dağları ile sınırlı<br />
değildir. Sadece Kaz Dağlarında değil,<br />
nerede olursa olsun, altın aran-<br />
Bir süreliğine rafa kaldırılan nükleer<br />
santral projesi, AKP tarafından<br />
geçen yıl yeniden gündeme<br />
getirilmişti. Nükleer santral yasa<br />
tasarısını meclisten geçiren AKP,<br />
eski Cumhurbaşkanı Sezer engeline<br />
takılmıştı. Üç maddesi Sezer tarafından<br />
veto edilen yasa tasarısı, AKP<br />
tarafından genel seçimler öncesi gerekli<br />
düzenlemeler yapılarak yeniden<br />
meclise getirildi.<br />
Bu hafta içinde, Nükleer Güç<br />
Sa nt r a l ler i n i n Ku r u l ma sı ve<br />
İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin<br />
Yasa Tasarısı mecliste görüşülerek<br />
kabul edildi.<br />
AKP Hükümeti, 2010 ve 2020 yılları<br />
arasında 5 bin megawat kurulu<br />
gücünde üç adet nükleer santral yapmayı<br />
planlıyor.<br />
Kabul edilen yasadaki bazı maddeler<br />
şöyle:<br />
—Türkiye Atom Enerjisi Kurumu<br />
(TAEK), nükleer santral kurup işletecek<br />
şirketlerin karşılaması gereken<br />
ölçütleri, yasanın yürürlüğe<br />
girmesinden itibaren bir ay içinde<br />
yayımlayacak.<br />
—Enerji ve Tabii Kaynaklar<br />
Bakanlığı, yarışmanın şartları, şirketin<br />
seçimi, yer tahsisi, lisans bedeli,<br />
altyapıya yönelik teşvikler, seçim<br />
süreci, yakıt temini, üretim kapasitesi,<br />
alınacak enerjinin miktarı ve<br />
enerji birim fiyatını oluşturma usul<br />
ve esasları için yönetmelik hazırlayıp<br />
Bakanlar Kurulu’na sunacak.<br />
—Yönetmelik yayımlandıktan<br />
sonra kurulması öngörülen santraller<br />
için en geç 1 ay içinde, Türkiye<br />
Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim<br />
masına, çıkarılmasına doğaya verdiği<br />
zararlardan ötürü karşı çıkmalıyız.<br />
Kaz dağlarında, çevre felaketi yaşanmamasını<br />
istiyorsak, yapılacak<br />
tek şey altın aranmasına, çıkarılmasına<br />
karşı mücadele etmektir. Kaz<br />
dağları kar uğruna yok edilmek isteniyor.<br />
Su kaynaklarının siyanüre<br />
bulanmaması, ormanların, dünyada<br />
oksijen açısından oldukça zengin<br />
olan bölgenin yok olmaması için mücadele<br />
etmeliyiz.<br />
Kaz Dağları’nda yaşanılanların<br />
da gösterdiği gibi, kar uğruna doğa,<br />
çevre yok edilmektedir. Kar uğruna<br />
yaşam temelleri dinamitlenmektedir.<br />
Kara dayalı üretim yapan kapitalizmdir.<br />
Kapitalizm kar uğruna geleceğimizi<br />
ipotek altına almaktadır.<br />
Buna izin vermeyelim. Kar uğruna<br />
üretime, doğanın yok edilmesine dur<br />
diyelim!<br />
Kapitalizm barbarlıktır!<br />
Barbarlığı yok edelim!<br />
9 Kasım 2007 ✓<br />
Nükleer santral yasası<br />
meclisten geçti<br />
Şirketi (TETAŞ) tarafından ilana çıkılacak.<br />
TAEK tarafından belirlenen<br />
ölçütleri karşıladığına karar verilen<br />
şirketler ihaleye girecek.<br />
TETAŞ en uygun teklifi belirledikten<br />
sonra, ilgili şirketle sözleşme imzalanması<br />
izni Bakanlar Kurulu’nun<br />
onayına sunulacak. İzin çıkarsa<br />
Enerji Piyasası Denetleme Kurulu tarafından<br />
şirkete lisans verilecek.<br />
Şirket ile TETAŞ arasında, santralın<br />
işletmeye alınmasından sonraki<br />
15 yılı aşmayan süre için bir enerji<br />
satışı sözleşmesi imzalanacak.<br />
—Üretilecek enerjinin tamamı<br />
TETAŞ tarafından satın alınacak.<br />
Bu enerji, perakende ve toptan satış<br />
lisansı sahibi tüzel kişilere, yapılacak<br />
ikili anlaşmalar çerçevesinde ve<br />
TETAŞ alım fiyatı üzerinden satılacak.<br />
vs.<br />
AKP Hükümeti’nin çok heveslendiği<br />
nükleer enerji konusunda bilinmesi<br />
gerekenler gerçekler ise kısaca<br />
şunlar:<br />
* Bir nükleer santralın yapımı 7-8<br />
yıl sürmektedir. Kurulum ve işletme<br />
maliyeti yüksektir.<br />
* Nükleer enerji, finansman, yatırım,<br />
işletim, güvenlik, söküm, atık<br />
maliyeti açısından en pahalı enerji<br />
türüdür.<br />
* Nükleer enerji atıkları sorunu çözülebilmiş<br />
değildir. Nükleer atıklar<br />
milyarlarca dolar ek maliyet yanında,<br />
çevre açısından ciddi tehdit oluşturmaktadır.<br />
Emperyalist ülkeler atıklar<br />
için muazzam paralar harcamakta,<br />
bağımlı ülkeleri nükleer çöplükleri<br />
<strong>olarak</strong> kullanmaktadırlar.<br />
Nükleer santrallerin ürettiği, on-
inlerce, yüz binlerce, radyasyonlu<br />
atığın güvenli bir şekilde depolanması,<br />
günümüz tekniği ile mümkün<br />
değildir. Radyasyonlu atıkların depolara<br />
götürülürken, bir kaza sonucu<br />
doğaya radyasyonun yayılması riski<br />
vardır. Radyasyonlu atıkların depolandığı<br />
alanlarda, doğal nedenlerden<br />
dolayı (deprem, sel, vb.) sızıntı olması<br />
olasılık dahilindedir.<br />
* 35-40 yıllık ekonomik ömürlerini<br />
tamamlayan nükleer santrali söküm<br />
maliyeti bazen yapım maliyetinden<br />
yüksektir.<br />
* Nükleer enerji insanlık için, çevre<br />
için felaketli sonuçlara neden olan<br />
enerji türüdür. Nükleer enerji bugünkü<br />
teknik ile güvenli bir enerji<br />
türü değildir. Nükleer santrallerde<br />
kazaları önlemek günümüz tekniği<br />
ile mümkün değildir.<br />
Nükleer enerji çevre açısından çok<br />
önemli risk taşımaktadır. Nükleer<br />
santralin sızıntı yapması ya da olası<br />
bir kaza, çevreye Çernobil’de de görüldüğü<br />
üzere muazzam zarar vermektedir.<br />
Nükleer santralin kurulumunun,<br />
işletmesinin yüksek olması<br />
bu enerji türüne karşı çıkışımızın<br />
esas nedeni değildir. Nükleer enerjiye<br />
karşı olmamızın esas nedeni bu<br />
enerji türünün çevre açısından zararlı<br />
olmasıdır.<br />
Nükleer enerji, uranyum madeninin<br />
çıkartılmasından, zenginleştirilmesine<br />
ve yüz binlerce yıl etkisi<br />
devam eden radyoaktif atıkların,<br />
sızıntılardan, soğutma suyundan ve<br />
kazalardan sonra yayılan radyasyonun<br />
etkisi ile milyonlarca insanın,<br />
doğanın kirlenmesine, yok olmasına<br />
neden olmaktadır.<br />
Nükleer enerjiye, fosil yakıtlara<br />
muhtaç değiliz. Yenilenebilir, çevre<br />
ile uyumlu enerji kaynakları açısından<br />
zengin bir coğrafyada yaşıyoruz.<br />
Güneş, rüzgar, jeotermal, biogaz,<br />
hidrojen vb. yenilenebilir enerji kaynakları<br />
ile enerji ihtiyacını kat be kat<br />
karşılamak mümkündür. Bu mümkünlüğün<br />
üretimin amacının kar<br />
olduğu bu düzende gerçekleşmesi<br />
mümkün değildir.<br />
Nükleer santral kurulmak istenmesinin<br />
temelinde kar olgusu olduğu<br />
gibi Türk devletinin atom silahına<br />
sahip olma istediği de vardır.<br />
Nükleer santralde, uranyum madeninin<br />
işlenmesi, zenginleştirilmesi<br />
ve uygun teknik düzenlemeler yolu<br />
ile atom bombasına sahip olmak<br />
mümkündür.<br />
Nükleer santral kurmak isteyen<br />
emperyalist tekeller sıraya girmiştir.<br />
Bu tekeller yanlarına yerli işbirlikçilerini<br />
de alarak konsorsiyumlar<br />
oluşturmakta, lobi yaparak nükleer<br />
santral ihalesini kapmaya çalışıyorlar.<br />
Düşündükleri çevre değildir.<br />
Düşündükleri tek bir şey varsa,<br />
o da bu işten kazanacakları tatlı<br />
karlardır!<br />
Nükleer enerji ile geleceğimizin<br />
ipotek altına alınmasına izin<br />
vermeyelim!<br />
10 Kasım 2007 ✓<br />
19 Aralık<br />
katliamını<br />
unutmadık!<br />
Devletin cezaevlerinde devrimci<br />
tutsaklara yönelik 19<br />
Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirdiği<br />
saldırının ve katliamın<br />
üzerinden yedi yıl geçti.<br />
Dönemin başbakanı Bülent Ecevit<br />
“cezaevlerinin örgüt yuvaları olduğunu”,<br />
“karargâh <strong>olarak</strong> kullanıldığını”,<br />
“taraftar <strong>olarak</strong> girenin militan<br />
<strong>olarak</strong> çıktığını” ileri sürerek<br />
bu sorunların esas <strong>olarak</strong> koğuş tipi<br />
cezaevlerinin varlığından kaynaklandığını,<br />
bu tür cezaevleri yerine F<br />
tipi adı verilen oda tipi cezaevlerine<br />
geçilerek bu sorundan kurtulabilineceğini<br />
açıklayarak devletin cezaevlerine<br />
bakışını ortaya koyuyordu.<br />
Gerçekte onların derdi, beden <strong>olarak</strong><br />
tutsak aldıkları ama siyasi düşüncelerinden<br />
soyutlayamadıkları<br />
devrimci tutsakları tecrit işkencesi<br />
/ hapsinde tam teslimiyete zorlamaktı.<br />
Bu düşünce, bu açıklamanın<br />
yoğunluklu <strong>olarak</strong> yapıldığı 2000 yılına<br />
ait bir düşünce de değildi. Daha<br />
önce de bu yönlü amaçlar ortaya<br />
konulmuş, çeşitli girişimlerde bulunulmuştu.<br />
1996’da dönemin Adalet<br />
Bakanı Mehmet Ağar’ın yayınladığı<br />
bir genelgeyle Eskişehir tabutluğu<br />
denilen hücre tipi cezaevi açılmak<br />
istenmiş, hücre tipi cezaevlerinin<br />
yaygınlaştırılması kararı alınmıştı.<br />
Ama devrimciler güçlü bir direniş<br />
sergileyerek Eskişehir tabutluğunu<br />
kapattırabilmişlerdi. Bu direnişte 12<br />
devrimci yaşamını yitirmiş, çok sayıda<br />
devrimci sakat kalmıştı.<br />
2000 yılına gelindiğinde devlet<br />
devrimci tutsakları tecrit etme ve tam<br />
teslim alma planlarını yeniden gündeme<br />
getirdi. Bu saldırı hazırlıklarına<br />
karşı cezaevlerinde bulunan çeşitli<br />
devrimci örgütlerden tutsaklar açlık<br />
grevi direnişi başlattılar. 20 Ekim<br />
2000’de başlayan süresiz açlık grevi<br />
ve ölüm orucu eylemine 61. günde<br />
devletin adına “Şefkat Operasyonu”,<br />
“Hayata Dönüş Operasyonu” gibi<br />
adlar verdiği bir saldırı düzenlendi.<br />
Bu saldırı ile faşist devlet devrimci<br />
tutsakların ölüm orucu eyleminde<br />
somutlaşan direnişini ezmek, ölüm<br />
orucu eylemini bitirmek; F tipi adı<br />
verilen tecrit hapishanelerini devreye<br />
sokarak devrimci tutsakları buralara<br />
nakletmek istiyordu.<br />
19 Aralık sabahı devrimci tutsakların<br />
kaldığı 20 hapishanede aynı<br />
anda başlatılan saldırıda devlet güçleri<br />
devrimci tutukluların üzerine<br />
bomba ve kurşun yağdırdı. Adına<br />
“Şefkat Operasyonu” denilen operasyonda<br />
devrimci tutsaklar diri diri<br />
yakıldı, bombalandı... “Hayat<br />
Kurtarma Operasyonu” <strong>olarak</strong><br />
adlandırılan saldırının<br />
bilançosu, 28 devrimci tutsak<br />
öldürüldü. Yüzlercesi yaralandı.<br />
Devrimci tutsakları tecrit etmek<br />
isteyen devlet bu amacına ulaştı:<br />
Devrimci tutsaklar hücre tipi cezaevlerine,<br />
tecride gönderildiler.<br />
Ancak bu yapılanlar da devrimci<br />
iradenin teslim alınmasına yetmedi.<br />
Açlık grevi ve ölüm orucu eylemi<br />
önce genişleme göstererek sürdürüldü.<br />
Tecride karşı direniş uzun bir<br />
sürece yayıldı. Tecride karşı mücadele<br />
içinde 122 devrimci yaşamını<br />
yitirdi. Yüzlerce devrimci Korsakof<br />
hastalığına yakalanarak bilincini yitirdi,<br />
sakat kaldı.<br />
Devlet, bedenlerini tutsak aldığı,<br />
ama devrimci düşüncelerini asla<br />
teslim alamadığı, diz çöktüremediği<br />
devrimcileri, tecrit işkencesi ve<br />
hapis içinde hapis anlamına gelen<br />
hücrelere sokarak teslim alma amacı<br />
gütmektedir.<br />
19 Aralık saldırısına karşı devrimci<br />
tutsakların direnişi, F tiplerinde tecride<br />
karşı yürüyen mücadele, devrimci<br />
tutsakların teslim alınamayacağını,<br />
devrimci iradenin her şart<br />
altında mücadele edeceğinin, direneceğinin<br />
kanıtıdır.<br />
“Hayata Dönüş Operasyonu”nun<br />
perde arkasından bir örnek<br />
19 Aralık saldırısı devletin cezaevlerinde<br />
devrimci tutsaklara yönelik<br />
gerçekleştirdiği katliamlar zincirinin<br />
en kapsamlılarından birisidir. Bilinçli<br />
ve planlı bir şekilde hazırlanan, uygulan<br />
saldırıda devletin sorumluluğu<br />
gizlenemeyecek kadar açıktır.<br />
19 Aralık 2000 günü Bayrampaşa<br />
Cezaevi’nde saldırının koordinatörü<br />
olan Binbaşı Zeki Bingöl’ün anlattıkları,<br />
devletin sorumluluğunu açıkça<br />
ele vermektedir.<br />
“Emekli Binbaşı Zeki Bingöl,<br />
o tarihte yüzbaşı rütbesinde ve<br />
Bayrampaşa Cezaevindeki operasyonun<br />
koordinatörüydü. Doğrudan tanığı<br />
olduğu olayları, 7 yıl sonra yazdığı<br />
kitapta anlatarak yankı yarattı.<br />
Bingöl, sabah 04:55’te başlayan<br />
operasyonda ilk kurşunun atılmasını<br />
şöyle anlatıyor:<br />
“PKK koğuşu önünde bulunan bir<br />
tutuklu görülüyor, ona dur ihtarında<br />
bulunuluyor, o da kaçmaya tevessül<br />
ediyor, o esnada ateş ediliyor.<br />
Zannediyorum ayağından vuruldu.<br />
Ondan sonra diğer koğuşlar kapının<br />
önüne çıkıp jandarmanın koğuş ka-<br />
gündem<br />
pılarının tuttuğunu görünce, orta<br />
kısımda büyük bir ateş yakıldı böylece<br />
bütün birliklerin ileri gitmesi<br />
engellendi.”<br />
Koridorlardan ilerleme imkanı<br />
kalmayınca güvenlik güçleri, koğuşların<br />
çatısına çıkıyor ve içeriye iki tip<br />
bomba atıyor. Emekli Binbaşı Bingöl,<br />
bu bombalardan birini daha önce hiç<br />
görmemiş:<br />
“Bizim envanterimizde olmayan,<br />
plastikten yapılmış, kauçuktan<br />
bir bomba kullanıldı. Adli Tıp<br />
Kurumu’nun, savcılığın tutanağında<br />
iki tip bombadan bahsedildi, gaz<br />
bombası <strong>olarak</strong>. Bir tanesi bizim<br />
kullandığımız, envanterimizde olan,<br />
dünya standartlarında kullanılan<br />
bir gaz bombasıdır; temeli biberdir,<br />
bildiğimiz acı biberdir, biberin<br />
yoğunlaştırılmış halidir. Diğeriyse<br />
Kara Kuvvetleri’nden getirilmiş<br />
bir bombaydı. Ben bunu daha önce<br />
görmemiştim.”<br />
Operasyonun ardından tutulan<br />
tespit tutanağında operasyonu koordine<br />
eden Yüzbaşı Zeki Bingöl, dört<br />
bölük komutanı ve cezaevi savcısının<br />
imzaları bulunuyor. Üç imza yeriyse<br />
boş bırakılmış. Bingöl şöyle diyor:<br />
“Orada imzası olması gereken kişilerden<br />
birisi tabur komutanı, diğer iki<br />
kişi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı<br />
Ferzan Çitici ve Bayrampaşa Cezaevi<br />
savcısıdır. Onlar imzalamayınca<br />
imza yerleri boş bırakıldı.”<br />
Zeki Bingöl, neden imzalanmadı<br />
sorusunun yanıtını kitabın 173. sayfasında<br />
şöyle anlatıyor:<br />
“Çok garipti. Harekat emrini imzalayan<br />
General emri toplatıyor.<br />
Operasyona katılan birlikler isimlerini<br />
savcıdan saklıyordu. Hatta<br />
başsavcı bile imzalamıyordu. Çok<br />
garipti. Belli ki hepsi DHKP-C’den<br />
korkuyorlardı. Yani hiç kimse operasyon<br />
evraklarında adının geçmesini<br />
istemiyordu.” (3 Eylül 2007, sendika.org)<br />
Devletin tüm katliamlarını olduğu<br />
gibi, 19 Aralık katliamını da unutmayacağız,<br />
unutturmayacağız!<br />
Tüm katliamların ve 19 Aralık<br />
k at l ia m ı n ı n hesabı dev r i m le<br />
sorulacaktır!<br />
Devrimci tutsaklar üzerindeki tecride<br />
son!<br />
Devrimci tutsaklara özgürlük!<br />
Kasım 2007 ✓<br />
19