17.11.2012 Views

PDF olarak indir - YDİ Çağrı

PDF olarak indir - YDİ Çağrı

PDF olarak indir - YDİ Çağrı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Karkerên jin û mêr!<br />

Ji xeynî zencîrên we tiştekî<br />

we yê wendakirinê tune!<br />

Hûn dikanin cîhanekê<br />

nu wergirin!<br />

Kadın ve erkek işçiler!<br />

Zincirlerinizden başka<br />

kaybedecek birşeyiniz yok!<br />

Kazanacağınız<br />

yeni bir dünya var!<br />

Sınır -<br />

gerisi<br />

operasyon<br />

sürüyor…<br />

Aralık 2007/11 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117<br />

Tüketim<br />

çılgınlığı<br />

ve kadının<br />

cinsel<br />

sömürüsü:<br />

Biz aptal<br />

mıyız?...<br />

Pakistan:<br />

Seçimden<br />

sonraseçimden<br />

önce<br />

OHAL…<br />

AYLIK<br />

SİYASİ<br />

GAZETE<br />

l l<br />

SAYI<br />

SAYI HEJMAR<br />

HEJMAR


2<br />

• editörden - içindekiler<br />

Editörden... İçindekiler<br />

Karkerên jin jin û mêr!<br />

Ji xeynî zencîrên we tiştekî<br />

we yê yê wendakirinê wendakirinê tune!<br />

tune!<br />

Hûn dikanin dikanin cîhanekê<br />

nu wergirin!<br />

wergirin!<br />

Kadın ve ve erkek erkek işçiler!<br />

işçiler!<br />

Zincirlerinizden başka<br />

başka<br />

kaybedecek birşeyiniz yok!<br />

Kazanacağınız<br />

Kazanacağınız<br />

yeni bir dünya dünya var!<br />

Sınır -<br />

gerisi<br />

operasyon<br />

sürüyor …<br />

Aralık 2007/11 • FİY A TI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117<br />

Tüketim<br />

çılgınlığı<br />

ve kadının<br />

cinsel<br />

sömürüsü:<br />

Biz aptal<br />

mıyız?...<br />

A Y LIK<br />

SİYASİ SİY A Sİ<br />

GAZETE<br />

GAZETE<br />

� �<br />

SAYI<br />

SAYI HEJMAR<br />

HEJMAR<br />

Değerli Okuyucu,<br />

Yeni bir sayıyla tekrar birlikteyiz.<br />

Geçen ay içerisinde bizin açımızdan<br />

en önemli gelişmelerden birisi<br />

telekom işçilerinin grevi zaferle<br />

sonuçlandırması oldu.<br />

Savaş tamtamlarına ve<br />

kışkırtmalara rağmen kazanıldı<br />

zafer.<br />

Son yılların en uzun işgününe sahip<br />

olan grevdi Telekom grevi.<br />

Telekom işçileri dosta ve düşmana<br />

toplumsal yaşamda en belirleyici<br />

gücün hala kim olduğunu net<br />

bir biçimde gösterdiler: İşçiler<br />

durduğunda, hayat durur!<br />

Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> <strong>olarak</strong> işçileri<br />

düzenli ziyaret ettik, işçilerin<br />

haklı mücadelesini gazetemizin ve<br />

internet sitemizin sayfalarında<br />

yansıttık.<br />

Bu sayımızda da -grev bitmiş<br />

A IIII � H<br />

SSAAAY YY<br />

Pakistan:<br />

Seçimden<br />

sonraseçimden<br />

önce<br />

OHAL…<br />

HHE EEEEEEJJJJJJJJJJJJJJJJMMMMMAR<br />

olmasına rağmen- çok sayıda<br />

ziyaret yazımıza yer verdik. Bu<br />

yazılarda grevin değişik yönlerine<br />

ışık tutan önemli dersler olduğunu<br />

düşünüyoruz.<br />

Bu arada gündemin baş<br />

maddelerinden birini kuşkusuz<br />

hala sınır ötesi ve sınır gerisi<br />

operasyonlar ve DTP’ye karşı<br />

kışkırtmalar oluşturuyor.<br />

Başyazımızı ve Halkların<br />

Kardeşliği İçin sayfalarını bu<br />

konuya ayırdık.<br />

Yeni Kadın Dünyası sayfalarında<br />

tüketim toplumu olgusu içinde<br />

kadınların cinsel sömürüsünü<br />

irdeleyen önemli bir yazımızı<br />

okuyacaksınız.<br />

Yeni Dünya Gençliği, Yaşama<br />

Temellerini Koruyalım ve Panorama<br />

sayfalarımız da yine dolu dolu.<br />

Değerli okuyucu,<br />

bu sayımız bu yıl çıkardığımız<br />

sonuncu sayı. Yeni bir yıla girmek<br />

üzereyiz.<br />

Tabi ki yeni yılda da eski sorunlar<br />

devam edecektir, ancak devrimciler<br />

yeni yıla geçişin sembolik anlamını<br />

reddetmeyip, bunu eski yılın<br />

muhasebesini çıkarmak ve yeni yıla<br />

umutla bakmak ve yeni enerjiyle<br />

donanmak için kullanırlar.<br />

Bu anlamda bütün okuyucularımıza<br />

sağlıklı ve başarılı bir yeni yıl<br />

diliyoruz.<br />

<strong>YDİ</strong> ÇAĞRI,<br />

06 Aralık 2007 •<br />

GÜNDEM<br />

Sınır-gerisi operasyon sürüyor… 3<br />

“Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitinginden notlar… 4<br />

HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN<br />

Linç kampanyasında son durak: DTP’ye Kapatma Davası 5<br />

DTP’ye yönelik baskılar protesto edildi 6<br />

Dünyanın lanetlileri: Mülteciler 7<br />

Faşizmin Mersin kolu da iş başındaydı 7<br />

YENİ KADIN DÜNYASI<br />

Tüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü: Biz aptal mıyız? 8<br />

Kadına Yönelik Şiddete Hayır! 10<br />

Sınır-ötesi operasyona kadınlar “Hayır!” dedi 10<br />

YENİ İŞÇİ DÜNYASI<br />

Telekom Grevinde Zafer EK:1<br />

Telekom Grevinden izlenimler EK:2<br />

Telekom Grevinde Kadınlar EK:5<br />

SCT Grevi EK:5<br />

BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı EK:6<br />

Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı EK:7<br />

Graniser’de greve doğru… EK:7<br />

“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!” EK:8<br />

“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!” EK:8<br />

PANORAMA<br />

ÇAD: Dalaşın gölgesinde insan pazarı! 11<br />

PAKİSTAN: Seçimden sonra-seçimden önce OHAL… 12<br />

ALMANYA: “Bölücü” makinistler, “birlikçi” patronlar… 13<br />

YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ<br />

Militarizm ve Anti-Militarizm üzerine… 15<br />

26 Yılında YÖK Protesto Edildi 16<br />

“Her şeyin başı eğitim” mi acaba? 17<br />

Çukurova Üniversitesinde YÖK protestosu 17<br />

YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ<br />

Çevre katliamında, sırada Kaz Dağları var! 18<br />

Nükleer santral yasası meclisten geçti 18<br />

GÜNDEM<br />

19 Aralık katliamını unutmadık! 19<br />

•<br />

• ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer<br />

• Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir<br />

• Yönetim Yeri ve Adresi:<br />

Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul<br />

• Tel.: (0212) 235 35 70 • Fax: (0212) 253 19 27<br />

• Banka Hesap:<br />

Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654<br />

• Sayı: 117 · Aralık 2007 • ISSN 1301-692X117<br />

• Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro<br />

• Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09)<br />

• Yayın Türü: Yaygın Süreli<br />

mail@ydicagri.com<br />

www.ydicagri.com


Sınır-gerisi<br />

operasyon<br />

sürüyor…<br />

Sınır-ötesi operasyon tartışması<br />

aylardan bu yana tüm ülke gündemini<br />

işgal etmeye devam ediyor.<br />

Hatta tartışma iyice uluslararası<br />

bir boyut kazandı. AKP emperyalist<br />

devletlerin liderleri ile durmadan görüşüyor,<br />

pazarlıklar yürütüyor. Yine<br />

bir halkın kaderi masa başında ve bu<br />

işten çıkarı olanlarca tayin edilmeye<br />

çalışılıyor. Durmadan demokrasi,<br />

uzlaşı, sağduyu, diplomasi mesajları<br />

veriliyor.<br />

Bunlar sürürken sınır-gerisi operasyon<br />

devletin tüm kurumlarının<br />

işbirliği ile hızla yürütülüyor.<br />

Asker cenazelerinin artması ile birlikte<br />

yaratılan gerilim, Kürtleri linç<br />

etmeye, işyerlerini yağmalamaya,<br />

evlerini, siyasi kurumlarını ateşe<br />

vermeye kadar ilerletildi. Sonrasında<br />

yüksek perdeden Kürtlerin andaki<br />

siyasi temsilcisi olan ve alanlarda<br />

Kürtlerin “irademizdir” diye gösterdiği<br />

DTP’yi kapatma, DTP’li milletvekillerinin<br />

dokunulmazlıklarını<br />

kaldırma, tutuklama, yüzlerce Kürt<br />

siyasetçiye siyaset yasağı getirme talepleri<br />

dillendirildi. Ve devletin en<br />

yüksek yargı organı bu talepleri hemen<br />

gördü, jet hızıyla iddianameler<br />

hazırlandı, davalar açıldı.<br />

Bu arada DTP’li milletvekillerine<br />

yönelik linç kampanyaları unutulmadı.<br />

Kürt halkının kendi iradesi<br />

ile seçerek parlamentoya gönderdiği<br />

milletvekillerinin her birine<br />

onlarca dava açıldı. Son DTP kongresinde<br />

Eşbaşkan seçilen Nurettin<br />

Demirtaş’ın “asker kaçağı”, milletvekili<br />

Fatma Kurtulan’ın “elinde silahla<br />

dağda çekilmiş bir fotoğrafı”<br />

“keşfedildi”.<br />

Siyasi dolaplar dönüyor…<br />

“Osmanlıda oyun çoktur” diye bir<br />

laf var. Bugün aynı topraklarda siyaset<br />

yapanlar bunu tüm pratikleriyle<br />

doğruluyorlar.<br />

Daha düne kadar tüm Kürtlere<br />

faşist söylemlerle saldıran CHP ve<br />

onun Başkanı Deniz Baykal Irak ve<br />

Bölgesel Kürt Yönetimi için yeni açılımlardan<br />

bahsetti. Bölgeye yardım<br />

yapılması, gençlerin Türkiye’de öğrenim<br />

görmeleri için burs verilmesi<br />

gibi öneriler sundu. Sanki düne kadar<br />

Kürt halkının istemlerine karşı savaş<br />

çığırtkanlığı yapan başkasıymış gibi<br />

de gelen eleştiriler karşısında “biz değişmedik,<br />

parti <strong>olarak</strong> bunları savunuyorduk”<br />

diye kendini savunmaya<br />

çalıştı.<br />

Sokakları terörize eden, kendisine<br />

bağlı olan “ülkücü hareket’i” Kürtleri<br />

linç etmeye yönelten tescilli faşist<br />

MHP ise olaylar karşısında sağduyu<br />

çağrıları yaptı. DTP’li milletvekillerinin<br />

meclisteki ilk günlerinde el sıkışan<br />

partinin başkanı Devlet Bahçeli<br />

şimdide DTP’nin kapatılması, milletvekillerinindokunulmazlıklarının<br />

kaldırılması gerektiğinden dem<br />

vuruyor.<br />

AKP ise daha sinsi “planlar” peşinde.<br />

2 Kasım’da Rice’in Türkiye’ye<br />

gelmesi, 5 Kasım’da ise Başbakan<br />

Erdoğan’ın emperyalist haydut<br />

Bush’un huzuruna kabul edilmesi ile<br />

birlikte yeni bir “plan” dillerde dolaşıp<br />

durmaya başladı. Emperyalistlerin<br />

ve onların sadık işbirlikçilerinin bu<br />

“planının” ayrıntıları henüz kamuoyuna<br />

aktarılmadı. Ama uygulamalara<br />

bakılırsa plan PKK’nin süreç<br />

içerisinde tasfiye edilmesini, Güney<br />

Kürdistan’daki etkinliğinin zayıflatılmasını,<br />

DTP’nin PKK’yı “terörist<br />

örgüt” <strong>olarak</strong> görmeye zorlanmasını,<br />

PKK’nın etkisinden çıkarılması için<br />

baskı altına alınmasını, Kürt halkının<br />

DTP’den koparılarak AKP’nin<br />

peşine takılmasını, ABD’nin güdümündeki<br />

Talabani-Barzani ikilisini<br />

Kürtlerin tek temsilcisi konumuna<br />

<strong>indir</strong>meyi vb. noktaları kapsıyor.<br />

Kasım başında yapılan görüşmelerden<br />

hemen sonra Bölgesel<br />

Kürt Yönetimi PKK’ye yakın olan<br />

Kürdistan Demokratik Çözüm<br />

Partisi’nin (PÇDK) Hewlêr, Duhok<br />

ve Süleymaniye bürolarını basarak,<br />

kapattı, Maxmur Kampını ablukaya<br />

alarak gidiş gelişleri engelledi,<br />

PKK’ye lojistik desteği kesmek için<br />

Kandil Dağı çevresindeki kontrol<br />

noktalarını artırdı, gazetecilerin girişini<br />

yasakladı. Son günlerde ise<br />

PKK’nin üst düzey yöneticilerinin<br />

yakalanarak, Türkiye’ye iade edileceği<br />

söylentileri dolandırıldı. Cemil<br />

Çiçek yaptığı açıklama ile bu bilginin<br />

doğrulanamayacağını ve kendi<br />

bilgilerinin olmadığını söyledi. 26<br />

Kasım’da Neçirvan Barzani PKK<br />

yöneticilerinin yakalandığı yönündeki<br />

haberlerin doğru olmadığını,<br />

ne Türkiye ne de ABD ile herhangi<br />

bir anlaşmalarının bulunmadığını<br />

açıkladı.<br />

Diğer taraftan ise AKP hükümeti<br />

hem CHP ve MHP’ye ülke içerisinde<br />

karışıklığı, gerginliği arttırdıkları,<br />

“sokağı tahrik ettikleri” eleştirileri<br />

ile yükleniyor, “ateşle oynamayın”<br />

diye uyarıyor, diğer taraftan da<br />

DTP’yi PKK’nin uzantısı olmakla<br />

suçluyor. Bir taraftan -başından itibaren-<br />

DTP’yi sürekli <strong>olarak</strong> hedef<br />

gösteriyor, diğer taraftan DTP’nin<br />

kapatılmasının iyi olmayacağını söylüyor.<br />

AKP şimdide parti içerisinde<br />

75 Kürt milletvekilinin bulunduğunu,<br />

son seçimlerde görüldüğü gibi<br />

Kürtlerin asıl temsilcisinin kendileri<br />

olduğunu, PKK’nin Kürtleri temsil<br />

etmediğini söylüyor. AKP bilinçli bir<br />

şekilde hem muhalefete hem de Kürt<br />

halkının temsili bağlamında rakip<br />

gördüğü DTP’ye yüklenerek prim<br />

yapmaya çalışıyor. MHP’nin DTP’li<br />

milletvekillerinin dokunulmazlıklarının<br />

kaldırılması isteği için de AKP<br />

“milletin bölünmez bütünlüğüne”<br />

ilişkin fezlekelerin Genel Kurulda<br />

oylanmasını önerdi.<br />

Tabi ki AKP iktidarı boyunca yaptığı<br />

gibi zikzaklar çizmeyi sürdürüyor.<br />

PKK’ye silah bırakma çağrısı<br />

yaptıktan sonra muhalefetin eleşti-<br />

rileri karşısında “bizim birileri gibi<br />

onları ovada siyaset yapmaya çağırmaya<br />

niyetimiz yok” söylemini kullandı.<br />

Aynı AKP’nin Başkanı 2002<br />

yılında Kürt sorunu için “sorun yoktur<br />

dersen sorun ortadan kalkar”<br />

ifadesini kullanmış, 2005 yılında<br />

ise “Kürt sorunu vardır ve benim<br />

sorunumdur” demişti. AKP bu dönemde<br />

de aynı taktiği kullanmaya<br />

devam ediyor. Sınır-ötesi operasyon<br />

yapılması için gerekli tezkereyi çıkartmış,<br />

sınır-ötesi operasyona yeşil<br />

ışık yakmış ve toplumun da bu operasyona<br />

destek olması için “teröre<br />

karşı birlik olmaya” çağırmış, faşistlerin<br />

sokaklardaki terörünü “halkın<br />

tepkisi” <strong>olarak</strong> nitelemeye devam<br />

etmişti. Şimdilerde ise “eli silah tutan<br />

kovboylar değiliz” açıklamaları<br />

arkasında muhalefeti “sokağı tahrik<br />

etmekle” suçluyor. Oysa bugüne kadar<br />

olan gelişmelerden, Kürt halkına<br />

gündem<br />

yönelen saldırılardan AKP hükümeti<br />

en az diğer burjuva-faşist partiler ve<br />

ordu kadar sorumludur. AKP bu sorumluluğunu<br />

gözlerden gizleyerek<br />

“demokrat” imajı çiziyor. AKP’nin<br />

bütün bu oyunlarına rağmen DTP’li<br />

belediye başkanları, yöneticiler ve<br />

Kürtlerin diğer kurumlarına yönelik<br />

gözaltı, tutuklama saldırısı sürdürülüyor.<br />

Faşist çeteler tarafından<br />

dernek, parti binaları ateşe veriliyor.<br />

Gündem gazetesi çalışanlarının evlerine<br />

baskın düzenleniyor, gözaltına<br />

alınıyor. Kürt belediyelerin çocuk<br />

koroları bile soruşturuluyor.<br />

Dalaş sürerken “ortak düşmana”<br />

karşı birlik…<br />

Bugüne kadar süren dalaşta değişme<br />

yok! AKP devlet iktidarını kemalist<br />

kesimin elinden tamamen alma<br />

mücadelesini sürdürüyor. Bu mücadelede<br />

Cumhurbaşkanlığı seçimi ile<br />

birlikte çok ilerledi. TRT yeni Genel<br />

Müdürü de dahil olmak üzere, Sezer<br />

döneminde ataması yapılmayan birçok<br />

bürokratın ataması yapıldı. Yeni<br />

bir anayasa hazırlama çalışmaları<br />

hızlandırıldı. AKP iktidarı ele geçirmeye<br />

iyice yaklaştı. Ancak ordunun<br />

başını çektiği kemalist iktidar AKP’yi<br />

her fırsatta sıkıştırmaya devam ediyor.<br />

Sınır-ötesi operasyonu da bu çabalar<br />

içerisinde sayabiliriz. Ordunun<br />

bu isteğine ve kışkırtmalarına karşı<br />

başta direnen AKP bugün ordu ile<br />

“Kürt düşmanlığı” konusunda aynı<br />

noktada bulunuyor. Tezkere oylamasında<br />

da görülmüş olduğu gibi<br />

birbirleri ile dalaşan tüm taraflar söz<br />

konusu devletin kırmızı çizgisi olan<br />

Kürt sorunu olunca birleşiyorlar.<br />

AKP demokratikleşmeden, özgürlüklerin<br />

genişletilmesinden söz etmeyi<br />

sürdürse de pratikte diğerlerinden<br />

bir farkı olmadığını gösteriyor.<br />

Son günlerde ise DTP açıklamaları<br />

ve yaptığı mitingler ile baskılara karşı<br />

sessiz kalmayacağını yineledi. Son<br />

kongrede “özerklik” talebi tüzüğe<br />

geçirildi. Milletvekillerinden bazılarının<br />

dokunulmazlıklarının kaldırılması<br />

halinde tüm milletvekillerinin<br />

istifa edeceğini açıkladı. Bölgedeki<br />

illerde ve son <strong>olarak</strong> ta Diyarbakır’da<br />

yapılan miting ile Kürt halkının<br />

hala esas temsilcisi olduğunu göstermeye<br />

çalıştı. DTP’li Batman Belediye<br />

Başkanı Hüseyin Kalkan partinin<br />

kapatılması halinde dağ yolunun açılacağını<br />

söyledi.<br />

Gelinen aşama suyun daha da ısı-<br />

3


4<br />

gündem<br />

nacağını gösteriyor. Ordu destekli<br />

muhalefet azgınca saldırıyor, AKP<br />

planlı ve sabırlı bir şekilde PKK’yi<br />

tasfiye etmeye çalışmaya, DTP’yi<br />

PKK’yı “terörist örgüt <strong>olarak</strong>” görmesini<br />

sağlamak için zorlamaya,<br />

ABD’nin de desteği ile iktidarını sağlamlaştırmaya<br />

ve bölgede daha fazla<br />

söz sahibi olmaya çalışıyor. Özde bir<br />

farkları bulunmayan, bu ikiyüzlü<br />

siyasetçilerin karşısındaki uyuyan<br />

temel güç işçi sınıfının durumu ise<br />

daha bir içler acısı…<br />

İşçi sınıfı şovenizm denizinde…<br />

Oynanan tüm oyunların gölgesinde<br />

milyonlarca kitlesi ve elindeki üretim<br />

gücüne rağmen işçi sınıfı figüran rolüne<br />

devam ediyor. Kendi bağımsız<br />

eylemini gerçekleştirmek yerine birbirinden<br />

farkı olmayan siyasetlerin<br />

peşinde ilerliyor. Kendi işsizliğinin,<br />

yoksulluğunun, geleceksizliğinin<br />

tüm çıplaklığına rağmen bayraklı<br />

yürüyüşlerin en önünde saf tutuyor.<br />

Hatta kimi yerlerde bizzat örgütleyicisi<br />

durumunda.<br />

Telekom grevi bu çalkantının ortasında<br />

kaldı. Yaklaşık 25.600 işçinin<br />

ve onların ailelerinin geleceği<br />

söz konusu iken grev gündemde yer<br />

bulamadı. Grev mücadelesi faşist savaş<br />

çığırtkanlarının sesleri arasında<br />

kayboldu. Türk Telekom reklamlarının<br />

medyası üç-beş sosyetenin en<br />

küçük hareketini bile manşetine taşırken,<br />

100.000’in üzerindeki insanın<br />

grevini haber <strong>olarak</strong> görmedi. Buna<br />

karşı işçi sınıfının karşı koyuşu yok<br />

denecek kadar az.<br />

Türk-İş grevi sözde desteklerken<br />

grevin tüm işçiler tarafından eylemlerle,<br />

yürüyüşlerle desteklenmesi<br />

görevini yerine getirmedi. DİSK’in<br />

bu konuda bir çabası olmadı. Hatta<br />

DİSK 3 Kasım’da Ankara’da gerçekleştirilen<br />

savaş karşıtı gösteriye katılmayı<br />

dahi gerekli görmedi.<br />

İşçi sınıfının gücü bu oyunu bozmaya<br />

yeterlidir. Sınır-ötesi operasyonda<br />

sıkılacak ilk kurşun işçi sınıfına<br />

ve ezilen halklara olacaktır. Bu<br />

nedenle savaşa karşı durmak, Kürt<br />

halkının barışçıl taleplerinin görmezden<br />

gelinmesine, bu taleplere silahla<br />

cevap verilmesine karşı durmak<br />

Türk, Kürt, Arap ve diğer milliyetlerden<br />

tüm işçilerin görevidir.<br />

İşçi sınıfı bu görevini yerine getirmeden<br />

kendi sorunlarının çözümünde<br />

gerçek bir başarı sağlayamayacaktır.<br />

Savaşın gölgesinde bir<br />

yaşam ile işsizlik, yoksulluk, sosyal<br />

güvenliksiz ve düşük ücretle çalışma<br />

artacaktır.<br />

Tüm halkların birbirleri ile barış<br />

içerisinde ortak yaşadığı, işsizliğin,<br />

sömürünün, yoksulluğun ortadan<br />

kaldırıldığı, silahların susturulduğu<br />

bir dünya mümkün. Emekçi kanı ile<br />

beslenen emperyalistlerin, onların<br />

işbirlikçilerinin saltanatı dışında bir<br />

dünya mümkün.<br />

Bu dünya ellerimizde.<br />

27.11.2007 ✓<br />

“Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi<br />

bir Türkiye” mitinginden notlar…<br />

KESK, TMMOB, TTB tarafından<br />

organize edilen “Özgür,<br />

demokratik ve eşitlikçi bir<br />

Türkiye” mitingi, 3 Kasım günü<br />

Ankara’da yapıldı.<br />

Çeşitli illerden otobüslerle, trenlerle<br />

Ankara’ya gelen onbinler, sabah<br />

saatlerinde Hipodrom’da buluştu.<br />

Burada düzenli kortejler oluşturan<br />

kitle, Sıhhiye meydanına yürüdü.<br />

En önde KESK bünyesinde yer alan<br />

sendikalar yürüdü. Bunlar içinde<br />

Eğitim Sen kitleselliği ile dikkat<br />

çekti. SES, BES, ESM, Kültür Sanat-<br />

Sen, Tarım Orkam-Sen, Tüm Bel-<br />

Sen, Yapı Yol-Sen, Haber-Sen, BTS<br />

yürüyen diğer sendikalardı.<br />

TMMOB de oldukça kalabalıktı.<br />

KESK ve TMMOB yanında TTB’nin<br />

katılımı oldukça düşüktü. KESK ve<br />

TMMOB kortejlerinde, Diyarbakır,<br />

Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Ağrı,<br />

Elazığ, Tunceli, Urfa, Hakkari’den<br />

gelen, öğretmen, mimar, mühendis,<br />

sağlık çalışanı, işçinin attıkları sloganlar<br />

oldukça dikkat çekici idi. Bu<br />

kortejlerden sık sık, “Kürdistan faşizme<br />

mezar olacak!, AKP şaşırma,<br />

bizi dağa taşıma!, Kürtlere uzanan<br />

eller kırılsın!, Güneşe uzanan eller<br />

kırılsın!, Eşitlik, kardeşlik, Kürt ulusuna<br />

özgürlük!” sloganları atıldı.<br />

Diğer sendikalara gelince, DİSK<br />

temsili düzeyde katılım gösterdi.<br />

Dev-Sağlık İş, Emekli-Sen pankartları<br />

ile yürüdüler. Türk-İş’e bağlı sendikalardan,<br />

TÜMTİS, Petrol-İş, Tez<br />

Koop-İş, Deri-İş pankartları arkasında<br />

yürüyenlerin sayısı az da olsa,<br />

bu sendikaların eyleme katılmış olması<br />

olumludur.<br />

Partilerden; ÖDP, SDP, EMEP, EHP,<br />

TKP, DTP; dergilerden; Mücadele<br />

Birliği, Partizan, Alınteri, Kaldıraç,<br />

Odak, İşçi Mücadelesi, Tüm İGD,<br />

Köz; platformlardan, DHP, SODAP,<br />

BDSP, TÖP, ESP ve Halk Evleri,<br />

Öğrenci Kolektifleri, BATİS, ÇHD<br />

vd. katıldılar.<br />

Yürüyüş boyunca, miting sırasında<br />

çok çeşitli sloganlar atıldı. Kimi sloganlar<br />

şunlar: “Madem çıktı tezkere,<br />

Bilal gitsin askere!, Türk, Kürt,<br />

Ermeni, Yaşasın halkların kardeşliği!,<br />

Faşizme karşı omuz omuza!, Susma<br />

haykır halklar kardeştir!, Katil ABD,<br />

işbirlikçi AKP!, Zafer direnen emekçinin<br />

olacak!, Eşit, özgür, demokratik<br />

Türkiye!, Bıji bıratıya gelan!, Savaşa<br />

hayır, barış hemen şimdi!, Gün gelecek,<br />

devran dönecek, AKP halka<br />

hesap verecek!, Kurtuluş yok tek başına,<br />

ya hep beraber, ya hiçbirimiz!<br />

Faşizme ölüm, tek yol devrim!”<br />

Miting alanında, KESK Genel<br />

Başkanı İsmail Hakkı Tombul,<br />

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı<br />

Mehmet Soğancı, TTB Genel<br />

Sekreteri Altay Ayaz birer konuşma<br />

yaptılar.<br />

İsmail Hakkı Tombul; “Silahların<br />

susmasını, Kürt sorununa demokratik<br />

çözüm” talep etti. Mehmet<br />

Soğancı; “sosyal devlet” istedi. Altay<br />

Ayaz; “Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik<br />

haklarını piyasaya teslim” etmeyeceklerini<br />

vurguladı.<br />

Yürüyüş sırasında, miting alanında<br />

atılan sloganlarda, yapılan konuşmalarda,<br />

öne çıkan nokta meclisten<br />

çıkan tezkere karşıtlığı, hazırlanan<br />

savaşa karşı barış vurgusu idi.<br />

Türk devleti tarafından savaş kışkırtıcılığı<br />

yapıldığı, savaş hazırlıklarının<br />

tamamlandığı, şovenist histerinin<br />

sokakta kol gezdiği bir dönemde,<br />

böylesi bir mitingin gerçekleştirilmiş<br />

olması olumludur. Binlerin, onbinle-<br />

rin bir araya gelmiş olması, yürüyüşe<br />

ve mitinge damgasını vuran reformist<br />

yaklaşımlara rağmen olumludur.<br />

Yapılan konuşmalarda, hazırlanan<br />

savaşın nedenleri, kime karşı hazırlandığı,<br />

kime karşı yapılacağı vb.<br />

konularına hiç değinilmedi. Genel<br />

halkların kardeşliğine, bir arada yaşama,<br />

barışa vb. vurgu yapıldı.<br />

Öyle ki, alana girmeden arama<br />

noktası önünde bekleyen Tertip<br />

Komitesi görevlileri, üzerinde “Kürt<br />

halkına yönelik operasyonlara hayır!”<br />

yazan dövizimize, polise verilen<br />

listede olmadığı gerekçesi ile el<br />

koymak istediler. Üstlerine vazife olmayan<br />

işe kalkışan görevlilere döviz<br />

teslim edilmedi. Arama noktasından<br />

geçildi. Döviz alanda müdahale olmadan<br />

açıldı, taşındı.<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> <strong>olarak</strong>, 3 Kasım eylemine<br />

blok kurarak yürüme yerine<br />

güçlü propaganda grubu <strong>olarak</strong> katılmayı<br />

kararlaştırdık. Çeşitli illerden<br />

gelen okurlarımızla da buluşarak<br />

planladığımız işleri yaptık. Yürüyüş<br />

sırasında ve alanda, “Operasyonlara<br />

hayır! Türk şovenizmine hayır!” başlıklı<br />

bildirimizden binlerce adet dağıttık.<br />

Kasım sayımızın satışını yaptık.<br />

Üzerlerinde, “Kürt halkına yönelik<br />

operasyonlara hayır!, Halkların<br />

kardeşliği için tek yol devrim!, Sınır<br />

ötesi operasyona hayır!” yazan dövizleri<br />

taşıdık.<br />

Miting, Sevinç Eratalay, Grup<br />

Kızılırmak ve İlkay Akkaya’nın verdikleri<br />

konser eşliğinde çekilen halaylarla<br />

son buldu.<br />

Özgür, demokratik ve eşitlikçi bir<br />

ülke devrim işidir!<br />

4 Kasım 2007 ✓


HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN<br />

halkların kardeşliği için<br />

Linç kampanyasında son durak:<br />

DTP’ye Kapatma Davası<br />

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı<br />

( Y C B ) A b d u r r a h m a n<br />

Ya l ç ı n k a y a ; B a ş b a k a n<br />

Erdoğan’ın DTP’liler için söylediği;<br />

“Meclis’ten atalım da dağa mı çıksınlar”<br />

sözlerinden bir gün sonra<br />

Demokratik Toplum Partisi (DTP)<br />

hakkında Anayasa Mahkemesi’ne<br />

kapatma davası açtı.<br />

Bu kapatma davasından önce, kaçırılan<br />

8 askerin DTP’li vekiller tarafından<br />

teslim alınarak Türk yetkililere<br />

teslim edilmesiyle; Cemil<br />

Çiçek, ‘Suçüstü ya kalandılar’,<br />

Cumhurbaşkanı ‘Takdir edilecek,<br />

hoş görülecek bir davranış değil bu’<br />

dedi. Başbakan, aynı üslup ve beyanlarla<br />

konuştu. Büyükanıt’ın, ‘Partinin<br />

adını bile ağzıma almak istemiyorum’<br />

beyanları üzerine hukuki linç<br />

kampanyası start aldı.<br />

DTP’li vekillerin neredeyse her<br />

söylediği söze savcılar dava açtı.<br />

Burjuva medya da boş durmadı, linç<br />

kampanyasının uzantısı haline gelerek<br />

görevini başarıyla yerine getirmenin,<br />

reklamlardan cebe <strong>indir</strong>ilen<br />

paraların mutluluğunu yaşadı.<br />

DTP’ye saldırılar, Dağlıca’da 12<br />

askerin çatışmada öldürülmesi ve 8<br />

askerin PKK tarafından kaçırılması<br />

üzerine başlatılan linç kampanyası<br />

ile doruğa ulaşmıştı. Sokaklar okullarda<br />

ellerine bayrak tutuşturularak<br />

sokağa döktürülen minnacık çocuklarla<br />

dolduruldu. Eline bayrağı alarak<br />

“Şehitler ölmez vatan bölünmez”,<br />

“Kahrolsun PKK”, “Hepimiz Türk’üz<br />

Hepimiz Mehmetçiğiz” gibi sloganlar<br />

ile sokağı işgal eden bir avuç ülkücü<br />

faşist, yer yer havaya silah sıkarak<br />

güç gösterisinde bulundu, bulunuyor.<br />

Bursa’da olduğu gibi Kürt kökenli<br />

esnafların dükkanları başını<br />

ülkücü faşistlerin çektiği bu güruh<br />

tarafından yağmalanıyor. Bu saldırıları<br />

protesto etmek isteyen Kürtlere<br />

ve devrimcilere ise polis anında saldırarak<br />

dağıtıp gözaltına alıyor.<br />

Kaçırılan 8 askeri almak için giden<br />

vekiller Aysel Tuğluk, Fatma<br />

Kurtalan ve Osman Özçelik aleyhine<br />

yürütülen kampanya sonucu, vekiller<br />

hakkında dokunulmazlıklarının<br />

kaldırılıp 7,5 yıl hapis cezası ile yargılanmaları<br />

için düzenlenen fezleke<br />

meclise verildi.<br />

Fatma Kurtalan hakkında günlerdir<br />

uydurma bir resim ile “kocası da<br />

PKK’lı kendisi de bir zamanlar PKK<br />

saflarında savaştı” diyerek linç kampanyası<br />

yürütülüyor. Bir dizi eylemde<br />

“Kahrolsun PKK” ile “Kahrolsun<br />

Kürtler” sloganları birbirine karışıyor.<br />

Irkçı faşist MHP’nin “Ya sev,<br />

ya terk et” yaklaşımı ve şiarı bu ey-<br />

lemlerde kışkırtılmış kitlelerin yol<br />

göstericisi oluyor. Eylemlerde yer yer<br />

Kürt kökenli işletmecilerin lokalleri<br />

basılıp, tahrip ediliyor, dükkânları<br />

yağmalanıyor. Eylemlere karşı sesini<br />

yükseltme cesareti gösterenler<br />

“Vurun hain Kürde” çığlıkları ile<br />

linç girişiminin hedefi haline geliyor.<br />

Birçok Kürt emekçisi ulusal kimliğinin<br />

açığa çıkacağı, saldırı hedefi haline<br />

gelebileceği korkusu içinde yaşıyor.<br />

DTP büroları terörist faşist saldırıların<br />

hedefi oluyor. Şimdiye dek<br />

onlarca DTP bürosu sivil faşistlerin<br />

bombalı, molotoflu saldırı eylemlerinin<br />

hedefi oldu. Devletin resmi<br />

faşist güçleri bir dizi DTP bürosunu<br />

“Teröristlere yardım ve yataklık”<br />

suçlaması ve delil toplama bahanesi<br />

ile bastı. DTP’li belediye başkanları,<br />

parti yöneticileri sudan bahanelerle<br />

tutuklanıyor, haklarında onlarca<br />

dava açılıyor. DTP faşist TC’nin<br />

PKK’ya karşı mücadelesinin bir aracı<br />

haline getirilmeye çalışılıyor.<br />

Kapatma gerekçesi ve dil yasağı<br />

Başsavcı, DTP için “devletin bağımsızlığına,<br />

ülkesi ve milletiyle bölünmez<br />

bütünlüğüne aykırılık oluşturduğu,<br />

bu nitelikteki fiillerin partinin<br />

üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği,<br />

bu durumun partinin büyük<br />

kongre, genel başkan, merkez karar<br />

ve yönetim organlarınca açıkça benimsendiği,<br />

bu fiillerin doğrudan<br />

doğruya parti organlarınca kararlılık<br />

içinde işlendiğini ve söz konusu fiillerin<br />

odağı haline geldiği” iddialarını<br />

kapatma davasına gerekçe yaptı.<br />

Yalçınkaya; “Bölücülüğün odağı”<br />

haline geldiği gerekçesi ile, Anayasa<br />

Mahkemesine, 8’i milletvekili 221<br />

DTP’liye 5 yıl siyaset yasağı istemi<br />

ile dava açtı. Savcının açtığı davada,<br />

ölen DTP Ankara il yöneticisi Fevzi<br />

Kara da var. Savcı yani devlet bu dava<br />

ile Kürtlerin öncülerini tutuklayarak,<br />

siyaset yasağı getirerek Kürtlerin<br />

hak aramalarını engellemek istiyor.<br />

Anayasa mahkemesi Başkan vekili<br />

Osman Alifeyyaz Paksüt iddianamenin<br />

kabul edildiğini açıklayarak,<br />

“yargı sürecinin bilinen usuller<br />

çerçevesinde” devam ettirileceğini,<br />

DTP’den bir aylık süre içerisinde ön<br />

savunma isteyeceklerini açıkladı.<br />

Karar üzerine Hürriyet’e konuşan<br />

DTP Milletvekili Sırrı Sakık,<br />

“Türkiye siyasi partileri kapatmayı,<br />

halkın iradesine gem vurmayı, bir<br />

savcının iradesine terk etmemelidirler.”<br />

diyerek tepkisini dile getirdi. Bir<br />

dizi liberal burjuva yazar da DTP’nin<br />

yasaklanmasına Türkiye’nin itibarını<br />

düşünerek karşı çıkıyor. Bunlara<br />

göre DTP, PKK ile arasına sınır çekmemekle,<br />

PKK’yi terörist ilan etmemekle<br />

hata yapıyor. Bu tutarsız tavra<br />

rağmen devletin şahin kanadı açısından<br />

bu liberal burjuva yazarların tavırları<br />

bile “vatan haini” olmalarına<br />

yetiyor.<br />

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının<br />

iddianamesinde Kürt diline de yasak<br />

var. 22 Temmuz seçimleri öncesi<br />

Kars İl Başkanı iken Kars’ın sorunları<br />

ile ilgili Başbakan Erdoğan’a<br />

12 maddelik Kürtçe dilekçe yazan<br />

Mahmut Alınak’a “Bölücülük” suçlaması<br />

ile dava açılır. Dava; SPY’nın 81.<br />

maddesi ihlal edilerek, “Türkiye’de<br />

azınlıklar bulunduğunu ileri sürdüğü,<br />

Türkçeden başka dilde propaganda<br />

yaptığı” iddiasına dayanarak<br />

açılır. Oysa Alınak, dilekçeyi DTP<br />

İl Başkanı sıfatıyla göndermemiştir.<br />

Buna rağmen dilekçe kapatma davasının<br />

gerekçeleri arasında yer aldı.<br />

Savcı dilekçeyi; “tahrik edici ve bölücü,<br />

toplumu geriyor, vatandaşları<br />

birbirine kışkırtıyor, terör örgütünün<br />

amaçları ile örtüşüyor” diyerek,<br />

iddianamenin 141 gerekçesinden biri<br />

saydı.<br />

Tabii ki Kürtçe’ye yasak bununla sınırlı<br />

değil. Diyarbakır Belediye Başkanı<br />

Osman Baydemir’e yılbaşı kartında<br />

Kürtçe “Yeni Yılınız Kutlu Olsun” yazdığı<br />

için soruşturma açılmıştı. Yine çok<br />

dilli belediyecilik anlayışı nedeniyle de<br />

Diyarbakır Sur Belediye Başkanı görevden<br />

alınmıştı vs.<br />

Parti kapatmaları: İsimler<br />

değişti davalar değişmedi<br />

Bugüne kadar 26 parti çeşitli gerekçeler<br />

ile kapatılmış durumda. Parti<br />

kapatma konusunda Türkiye dünya<br />

birincisi diyebiliriz. Parti kapatmalarda<br />

özellikle Kürt sorununu dile<br />

getiren partiler başı çekiyor. DTP’yi<br />

oluşturan siyasi hareket ilk kez 25<br />

Haziran 1992’de kurulan Özgürlük<br />

ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) ile ortaya<br />

çıktı. ÖZDEP, 30 Nisan 1993’te<br />

kapatıldı. Ahmet Türk’ün genel başkan<br />

olduğu ve 7 Haziran 1990’da kurulan<br />

HEP 14 Temmuz 1993’te aynı<br />

kaderi paylaştı. Hatip Dicle’nin lideri<br />

olduğu ve 7 Mayıs 1993’te kurulan<br />

Demokrasi Partisi, 16 Haziran 1994’te<br />

kapatıldı. DEP Anayasa Mahkemesi<br />

tarafından kapatılmadan önce DEP<br />

yöneticileri HADEP’i kurdu. HADEP<br />

de aynı nedenlerden dolayı 13 Mart<br />

2003’te kapanınca DEHAP kuruldu.<br />

DEHAP hakkında kapatma davası<br />

açıldıktan sonra parti kendiliğinden<br />

kapanmış ve ekip DTP’yi kurmuştu.<br />

DEHAP’ın kapanma davası sürüyor.<br />

Şimdi de sıra DTP’de…<br />

Bu ülkede siz parti kurarsınız ama<br />

nasıl siyaset yapacağınıza siz karar<br />

veremezsiniz. Sizi seçen seçmeninizin<br />

talep ve isteklerini meclise taşırken<br />

bir yerlere danışacaksınız. Onay<br />

alırsanız siyaset yapabilirsiniz. Nasıl<br />

onay alacağınıza dair aşağıdaki açıklamalar<br />

önemlidir.<br />

“Genelkurmay Başkanı Yaşar<br />

Büyükanıt (1 Ekim 2007-Harp<br />

Akademileri): “Terör örgütüne terörist<br />

diyemeyen, terör örgütü mensuplarını<br />

‘kardeşlerimiz’ diye tanımlayan,<br />

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne<br />

‘bölücü’ diyen bir zihniyetle karşı<br />

karşıya bulunmaktayız. Demokratik<br />

bir hukuk devleti olan Türkiye<br />

Cumhuriyeti, bu sorunu hukuk<br />

içinde çözmek zorundadır.”<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />

(9 Kasım Cuma): “PKK’yı “terör örgütü”<br />

<strong>olarak</strong> ilan etmeyen DTP’lileri,<br />

isim vermeden sert bir dille eleştiren<br />

Erdoğan şöyle konuşuyor: “Kendisini<br />

5


6<br />

halkların kardeşliği için<br />

bu ülkeye ait hisseden herkes bu ülkenin,<br />

bu milletin bir parçasıdır. Bu<br />

ülkeye karşı yıkıcı emeller ve eylemler<br />

içinde olan herkes de Türk milletinin<br />

düşmanıdır.”<br />

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal:<br />

(CNN Türk’te konuşurken): “Millet<br />

onları milletvekili seçti. Milletvekili,<br />

seçildiği ilin değil tüm ülkenin temsilcisidir.<br />

Herkes seçtiği milletvekilinin<br />

anlayışını merak ediyor. Terörle<br />

mücadelede net tavır takınmanın<br />

kaçınılmazlığı ortadadır. DTP, demokratik<br />

bir parti midir, yoksa terör<br />

örgütünün uzantısı mıdır? DTP, hem<br />

terör örgütünün uzantısıdır, hem de<br />

Türkiye’de hukuki siyasi parti <strong>olarak</strong><br />

devam edecek. Böyle bir şey olabilir<br />

mi? Bu doğru değil.”<br />

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli<br />

(13 Kasım 2007): “PKK’nın TBMM<br />

çatısı altındaki maşası ve sözcüsü<br />

olan DTP isimli bir siyasi kuruluş yer<br />

almaktadır. Etnik bölücülüğün siyasi<br />

karargâhı olan bu parti, Türkiye’yi<br />

bölmeyi amaçlayan İmralı projeleriyle<br />

ortaya çıkmıştır. ‘Demokratik<br />

Özerklik Projesi’ <strong>olarak</strong> adlandırılan<br />

ve resmi parti programına alınan<br />

bu proje, tek kelimeyle bir ihanet<br />

projesidir.”<br />

Eğer siz yukarıdaki açıklamalara<br />

uygun siyaset yapmıyorsanız o zaman<br />

gereğine katlanırsınız. Bu ülkede<br />

siyaset böyle yapılıyor. Türk<br />

hakim sınıfları kendi meclislerinde<br />

kendi çıkarlarına onay verecek vekiller<br />

istiyorlar. DTP haklı <strong>olarak</strong> hakim<br />

sınıflarının bu baskılarına karşı; “Biz<br />

sizin memurlarınız <strong>olarak</strong> burada<br />

değiliz” diyerek tepki gösterdi.<br />

Hakim sınıfların “demokratikleşiyoruz”<br />

açıklamalarının nasıl içinin<br />

boş olduğu bu dava ile bir kez daha<br />

görülmüştür. Seçilen bir vekil kendi<br />

seçmenine karşı sorumludur ve onun<br />

taleplerini hayata geçirmek için uğraşır.<br />

DTP’li vekillerin yaptıkları iş de<br />

budur. Onlar her fırsatta “şiddetin her<br />

çeşidine karşı” olduklarını ve akan<br />

kanın durmasını, bu ülkeyi bölmek<br />

için değil birleştirmek için çalıştıklarını,<br />

bunun için Kürt sorununun<br />

çözülmesi gerektiğini açıklamaktadırlar.<br />

Hakim sınıflar sürekli kendi<br />

gündemlerini dayatıyorlar. Kürtlerin<br />

kendi ulusal taleplerini dile getirmeleri<br />

onlar için her zaman“bölücülük”<br />

oldu.<br />

DTP ve onun şahsında Kürtler üze-<br />

rinde baskılar giderek artıyor. Böyle<br />

bir ortamda, tüm komünistler, devrimciler,<br />

ilericiler, gerçek demokratlar<br />

“Hepimiz Kürdüz” şiarı altında<br />

birleşmelidir. Bu özellikle Türk olan<br />

işçilerin, emekçilerin bugünkü acil<br />

görevidir.<br />

DTP ve onun şahsında Kürt ulusu<br />

üzerindeki baskının kaynağı bu sermaye<br />

düzeni ve onun devletidir. Bu<br />

düzenin varlığı şartlarında gerçek<br />

çözüm yoktur.<br />

Gerçek çözüm, hakim sınıfların<br />

tümünü, onların sömürü düzenlerinin<br />

her biçimi ve modelini tarihin<br />

çöplüğüne gömecek olan işçilerin,<br />

emekçilerin kendi iktidarındadır.<br />

Gerçek çözüm işçi sınıfı önderliğinde<br />

devrimdedir.<br />

26.11.2007 ✓<br />

Siyasi yasak istenen DTP’lilerin<br />

listesi:<br />

DTP’nin kapatılması halinde,<br />

Mardin milletvekili Ahmet Türk,<br />

Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk,<br />

Van milletvekili Fatma Kurtulan,<br />

Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici,<br />

Siirt milletvekili Osman Özçelik,<br />

İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncer,<br />

Diyarbakır milletvekili Selahattin<br />

Demirtaş ve Şırnak milletvekili<br />

Sevahir Bayındır’a 5 yıl süreyle siyasi<br />

yasak gelecek ve milletvekilliği de<br />

düşecek.<br />

DTP Genel Başkanı Nurettin<br />

Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir<br />

Belediye Başkanı Osman Baydemir<br />

ile görevinden istifa eden Hakkari<br />

Belediye Başkanı Metin Tekçe, kapatılan<br />

DEP’in eski milletvekilleri,<br />

Sedat Yurttaş, Mahmut Alınak, Leyla<br />

Zana, Hatip Dicle ve Selim Sadak için<br />

siyasi yasak isteniyor.<br />

Başsavcılığın siyasi yasak istediği<br />

diğer DTP’liler şöyle:<br />

“Aydın Budak, Abdulkadir Fırat,<br />

Abdullah İsnaç, Abdurrahim Bilen,<br />

Ahmet Aka, Ahmet Ay, Ahmet<br />

Aydın, Ahmet Cengiz, Ahmet Narım,<br />

Ahmet Özbay, Ahmet Yalçıntaş, Akif<br />

Hamitoğlu, Alaattin Ege, Alaattin<br />

Enül, Ali Aslan, Ali Bozan, Ali Gün,<br />

Ali Sever, Arif Yayla, Aslan Kızıl,<br />

Ayfer Ekin, Ayhan Karabulut, Aynur<br />

Coşkun, Ayşe Arslan, Azize Yağız,<br />

Bahar Yeşilyurt, Bayram Bozan,<br />

Bedirhan Aklan, Bedri Arslan, Bedir<br />

Fırat, Behçet Tunç, Beşir Bekle, Burak<br />

Avcı, Burhan Yürek, Büro Görmez,<br />

Cafer Selçuk, Cemal Coşgun, Cemal<br />

Kuhak, Cemalettin Padir, Çiçek Arıç,<br />

Çimen Işık, Deniz Yeşilyurt, Dicle<br />

Manap, Doğan Erbaş, Emin Uslu,<br />

Emral Dağdelen, Erdoğan Karaca,<br />

Ethem Şahin, Eyüphan Aksu, Ezgi<br />

Dursun, Faysal Yaçan, Fehime Ete,<br />

Ferdi Sönmez, Ferhan Türk, Ferit<br />

Datlı, Fettah Dadaş, Fevzi Kara,<br />

Fuat Arslan, Funda Apak, Gülhanım<br />

Doğa n, Gü r ü Topra k, Hacer<br />

Taşarsu, Hacı Özbay, Hacı Üzen,<br />

Halil Adıgüzel, Halil İmrek, Halis<br />

Yurtsever, Halit Kahraman, Halit<br />

Taşçı, Hatice Adıbelli, Hazal Aras,<br />

Hediye Tekin, Hilmi Aydoğdu, Hilmi<br />

Karaoğlan, Hüseyin Bektaşoğlu,<br />

Hüseyin Çalışçı, Hüseyin Kalkan,<br />

Hüseyin Şahin, Hüseyin Yılmaz,<br />

Hüsnü Koyuncu, İbrahim Erkul,<br />

İbrahim Halil Parıldar, İbrahim<br />

Sunkur, İhsan Güler, İlhan Öymen,<br />

İsmet Aras, İzzet Belge, Kemal<br />

Aktaş, Kemal Çağlan, Kenan Demir,<br />

Kudret Ecer, Lezgin Bingöl, Lezgin<br />

Örnek, Lütfi Dağ, Mahmut Aydıncı,<br />

Mahmut Güngör, Mahmut Kayar,<br />

Medeni Kırıcı, Mehmet Ali Öcalan,<br />

Mehmet A li Ya man, Mehmet<br />

Ayas, Mehmet Bayraktar, Mehmet<br />

Cevat İnce, Mehmet Emin Acar,<br />

Mehmet Emin Yanardağ, Mehmet<br />

Emin Yıldız, Mehmet Faik Taşkın,<br />

Mehmet İnsan, Mehmet Kodaman,<br />

Mehmet Latif Alp, Mehmet Muhti<br />

Aslan, Mehmet Sait Şaşmaz, Mehmet<br />

Salih Duran, Mehmet Salih Koca,<br />

Mehmet Salim Sağlam, Mehmet Sefa<br />

Güngör, Mehmet Şakar, Mehmet<br />

Şirin Karademir, Mehmet Şirin<br />

Tetik, Mehmet Tilki, Mehmet Topçu,<br />

Mehmet Tusun, Mehmet Veysi<br />

Dilekçi, Mehmet Yaşik, Mehmet Zeki<br />

Doğru, Meliha Varışlı, Menderes<br />

Öner, Merak Kurum, Mikail Varhan,<br />

Muhlis Altun, Murat Avcı, Murat Daş,<br />

Murat Öztürk, Musa Farisoğulları,<br />

Mustafa Atmaca, Mustafa Eraslan,<br />

Mustafa Tuç, Müslüm Kılıç, Nayif<br />

Coşkun, Nazahat Kaya, Nazime<br />

Ceren Salmanoğlu, Necdet Atalay,<br />

Nedim Taş, Nimet Özalp, Nizamettin<br />

Öztürk, Nuray Kılıç, Nusrat Akın,<br />

Onur Geldi, Orhan Miroğlu, Orhan<br />

Tunç, Osman Akkoyun, Osman İbek,<br />

Osman Taşdemir, Ömer Aşgakara,<br />

Ömer Yılmaz, Özgür Söylemez,<br />

Pakize Ukşul, Pelgüzar Kaygısız,<br />

Pınar Uzun, Ramazan Özmen,<br />

Resul Atay, Sabri Çelebi, Sabriye<br />

Burumtekin, Salih Karaaslan, Saniye<br />

Turhan, Sara Aktaş, Sebahattin Işık,<br />

Sebahattin Suvağcı, Selim Engin,<br />

Selma Irmak, Selma Söker, Serhat<br />

Ölmez, Seydi Ahmet Öcalan, Seyithan<br />

Kırar, Sırrı Keleş, Sıtkı Adsız, Sibel<br />

Öz, Sihem Akyüz, Sima Dorak, Sinan<br />

Uğur, Sultan Uğraş, Suna Akkuş,<br />

Süleyman Kılıç, Şaban Yılmaz, Şakir<br />

Acar, Şükrü Binici, Tamer Temel,<br />

Taylan Gürel, Tuncer Bakırhan,<br />

Türkan Yüksel, Uğur Saraç, Vakkas<br />

Dalkılıç, Veli Aramaz, Yakup Aslan,<br />

Yıldız Aktaş, Yıldız Bahçeci, Yusuf<br />

Kaya, Yusuf Tokdemir, Yüksel İğdeli,<br />

Zahide Besin, Zeki Aslan, Zeynep<br />

Doğan, Zeynep Karaman, Ziver<br />

Gümüş, Ziya Akdemir” ✓<br />

DTP’ye yönelik baskılar protesto edildi<br />

15 Kasım 2007 tarihinde İHD Adana Şubesinde Kadın Platformu<br />

DTP ve Kürt halkına yapılan saldırıları kınayan bir basın açıklaması<br />

gerçekleştirdi.<br />

Platform adına basın açıklamasını Reyhan KAYIŞLI okudu. Açıklamada<br />

“Bu gün bu sorun çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Başta Genelkurmay ve<br />

AKP hükümeti olmak üzere, yıllardır Kürt halkının barış taleplerini görmezden<br />

gelerek, bölgedeki kirli savaşın devamını isteyenler, Kürt düşmanlığı<br />

üzerinden bu politikalarına devam ediyorlar. Tüm bunların etkisiyle, sokakta<br />

Kürt olduğu anlaşılan insanlar linç ediliyor, Kürtçe müzik dinledikleri için<br />

tekme tokat dövülüyor, Kürt bir vatandaşa ait olan bir mağaza yağmalanıp<br />

talan ediliyor. Bunlar yetmezmiş gibi, yasal bir parti olan DTP binaları, hükümet<br />

partisi AKP’nin, tescilli faşist parti MHP’nin ve artık ondan hiç bir farkı<br />

olmayan CHP’nin kışkırtmasıyla, birçok yerde saldırılara uğruyor, yakılıyor.<br />

Genel merkez binası kurşunlanıyor. Bu saldırıların hiç birisinin failleri cezalandırılmazken,<br />

DTP’nin onlarca yöneticisi gözaltına alınıyor, DTP’li belediye<br />

başkanları tutuklanıyor.” denildi.<br />

Kadınlar son <strong>olarak</strong> açıklamada baskılar karşısında DTP’li milletvekilleri ve<br />

Kürt kadınlarıyla dayanışma içinde olacaklarını, bölgede sürdürülen ve ülke<br />

geneline yayılmaya çalışılan Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine yönelik bu<br />

saldırılar karşısında Kürt halkının siyasi ve demokratik haklarının tanınması<br />

temelinde barışı haykırmaya devam edeceklerini belirttiler.<br />

Basın açıklamasına İHD, DİP Girişimi, EKD, EMEP, ESP, Karşıyaka Kadın<br />

Dayanışması, Sosyalist Feminist Kolektif, DÖKH, <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> ve Tekstil-Sen<br />

katıldı.<br />

15.11.2007, Ydi <strong>Çağrı</strong> / Adana ✓


halkların kardeşliği için<br />

Dünyanın lanetlileri: Mülteciler<br />

“Kaçak taşıyan tekne battı: 2 ölü”,<br />

“Mülteci teknesi battı: 5 kişi kayıp”,<br />

“112 kaçak şahıs yakalandı”,<br />

“Ege’de kaçak teknesi battı”. Bunlar<br />

gazetelerde sadece bir hafta içerisinde<br />

yer alan haberler. Ülkelerindeki<br />

emperyalist işgallerden, iç savaşlardan<br />

ya da cinsel, sınıfsal, dinsel veya<br />

etnik kimliklerinden dolayı ayrımcılığa<br />

maruz kalmalarından ötürü her<br />

türlü tehlikeyi göze alarak ülkelerini,<br />

sevdiklerini terk etmeye çalışan bu<br />

insanların büyük bir kısmı hayallerine<br />

kavuşamadan ya hayatını kaybediyor<br />

ya da ülkelerine geri dönmek<br />

zorunda bırakılıyorlar.<br />

2006 yılı verileri dünyada yaklaşık<br />

8 milyon 4 yüz bin mülteci olduğu<br />

yönünde. Ancak bir de kendi ülkelerinin<br />

sınırları içinde mülteci durumuna<br />

düşen 25 milyon civarında<br />

insan var.<br />

Mültecilerin hukuksal statülerini<br />

belirleyen ana düzenleme 1951 tarihli<br />

Mültecilerin Hukuki Statüsüne<br />

İlişkin Cenevre Sözleşmesi’dir.<br />

Sözleşme mülteciyi, “ırkı, dini, milliyeti,<br />

belli bir sosyal gruba mensubiyeti<br />

veya siyasi düşünceleri nedeniyle<br />

zulüm göreceği konusunda<br />

haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden<br />

ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle<br />

geri dönemeyen veya dönmek<br />

istemeyen kişi” <strong>olarak</strong> tanımlıyor.<br />

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin<br />

14. maddesinde de iltica temel bir<br />

insan hakkı <strong>olarak</strong> tanımlanarak,<br />

“herkesin zulüm karşısında başka<br />

ülkelere sığınma talebinde bulunma<br />

ve sığınma olanağından yararlanma<br />

hakkı vardır” denmiş. Genel <strong>olarak</strong><br />

tüm bu tanımlardan uzak <strong>olarak</strong><br />

“bir mülteci, mülteci statüsüne ilişkin<br />

prosedür ve usule bakılmaksızın<br />

mültecidir” Sözleşme’yle uluslararası<br />

bir koruma rejimi geliştirilmiştir.<br />

Yani Birleşmiş Milletler Mülteciler<br />

Yüksek Komiserliği (BMMYK)<br />

mültecilerin sığındıkları ülkede korunmalarını<br />

sağlamak ve ülkeye bu<br />

amaç için elinden geldiği kadar yardımcı<br />

olmakla görevlendirilmiştir.<br />

Bu durumda, devletler mültecileri<br />

tehlike altında oldukları yerlere geri<br />

dönmeye mecbur edemezler. Mülteci<br />

grupları arasında ayırımcılık yapamazlar.<br />

Mültecilerin, en azından sığındıkları<br />

ülkedeki diğer yabancıların<br />

yararlandığı ölçüde, ekonomik ve<br />

sosyal haklardan yararlanmalarını<br />

sağlamalıdırlar. Son <strong>olarak</strong>, devletler<br />

BMMYK ile işbirliği yapmakla<br />

yükümlüdürler ve insani nedenlerden<br />

ötürü, geçici <strong>olarak</strong> sığınmacı<br />

veya mülteci hakkı verilmiş kişilerin<br />

en azından eşi ve bakıma muhtaç<br />

çocuklarının ülkeye kabulüne izin<br />

vermelidirler.<br />

Ancak özellikle Batı Avrupa ve<br />

Kuzey Amerika devletleri, sığınma<br />

ve mülteci <strong>olarak</strong> tanınma hakkının<br />

devletlerine getirdiği yüklerden<br />

yakınarak bu hakkın kısıtlanmasına<br />

yönelik pratikler geliştirmekte<br />

ve yukarıda bahsedilen uluslararası<br />

koruma rejimini büyük ölçüde<br />

tahrip etmektedirler. Af Örgütü<br />

Türkiye’nin yaptığı bir basın açıklamasındaki<br />

verilere göre 2006 yılında<br />

2002’ye oranla 27 AB ülkesi %53<br />

daha az sığınma başvurusu almıştır.<br />

Ayrıca, 1951 Sözleşmesi konusunda<br />

da “ortak tutum” geliştiren AB hükümetleri<br />

yalnızca hükümetler ve<br />

görevlileri tarafından baskı gören<br />

kişileri mülteci <strong>olarak</strong> kabul edecek<br />

ve fakat belirli bir alandan hakimiyet<br />

kuran silahlı bir hareket tarafından<br />

tehdit edilen kişilere sığınma hakkı<br />

tanımayacaklardır. Küreselleştiği<br />

rivayet edilen dünyada söz konusu<br />

mülteciler olunca birdenbire ulusal<br />

sınırlar hatırlanmaktadır.<br />

Türkiye’de mültecilere ilişkin halen<br />

geçerli olan yasa “Türk kültürüne<br />

bağlı olmayanlar, anarşistler, casuslar<br />

ve göçebelerin” mülteci ve sığınmacı<br />

olamayacağını yazan 1934 tarihli<br />

İskan Kanunu’dur. Bunun dışında<br />

1994 tarihli bir de yönetmelik vardır.<br />

Bu yönetmelik mültecilere geçici ikamet<br />

hakkı tanır. Türkiye 1951 tarihli<br />

Sözleşme’yi de kabul etmiş ancak 42.<br />

maddesinde bulunan çekince koyma<br />

hakkını kullanarak işlevsizleştirmiştir.<br />

Özellikle Irak ve Filistin gibi<br />

halklarının gerçekten bir yaşam savaşı<br />

verdikleri ülkelere komşu olan<br />

Türkiye binlerce mültecinin akınına<br />

uğramakta, bunların sadece küçük<br />

bir kısmı mülteci olabilmek için gerekli<br />

prosedürleri işletmekte, çoğunluğu<br />

ise Türkiye’ye girdikleri yollarla<br />

mülteci kabul eden ülkelere olan tehlikeli<br />

yolculuklarına devam etmektedirler.<br />

Çeşitli yollarla Türkiye’ye girdikten<br />

sonra bir şekilde kolluk birimlerine<br />

başvuranlara ise geçici ikamet<br />

için başvuru hakkı tanınmakta, başvurusu<br />

kabul edilmeyenler vatandaşı<br />

olduğu veya sınırından geçiş yaptığı<br />

ülkeye geri gönderilmekte, geçici ikamet<br />

izni alabilenler ise mülteci kabul<br />

eden ülkelerden biri kendilerini kabul<br />

edene kadar zorunlu ikamete tabi<br />

tutulacağı kente gönderilmektedir.<br />

Türkiye de diğer ülkeler gibi sınır<br />

güvenliği vb. gerekçelerle mültecilere<br />

kapılarını açmak istememekte, onları<br />

en kısa yoldan geri göndermeye<br />

çalışmaktadır. Örneğin 1993, 1994<br />

ve 1995 yıllarında İran’la Türkiye<br />

arasında imzalanan ikili güvenlik<br />

anlaşmaları uyarınca sorgulamaları<br />

sırasında kimlikleri tespit edilenlerden<br />

1993–94 arası 2 binin üzerinde<br />

sığınmacı İran’a iade edilmiş, bunlardan<br />

dördü idam edilmiş bir kısmı<br />

ise hapishanelere atılmıştır.<br />

Halklarımız da yaşadıkları baskı ve<br />

zulüm politikalarından kaçarak kurtulmaya<br />

çalışmışlardır. Özelikle 12<br />

Eylül faşist darbesi ve ardından Kürt<br />

ulusal hareketini s<strong>indir</strong>mek amacıyla<br />

bölgede devletin uyguladığı şiddet<br />

politikası nedeniyle bir milyona yakın<br />

insanımız ülke içinde mülteci durumuna<br />

düşerken, 1980–1999 yılları<br />

arasında 579.510 kişi Türkiye’den<br />

kaçarak sığınma aramak zorunda<br />

kalmıştır. Türkiye BMMYK’nin verilerine<br />

göre ülke içinde mülteci durumuna<br />

düşenlerin sayısı bakımından<br />

en başlarda yer almaktadır. Bölgeden<br />

batıya gelenlerse sürekli ırkçı saldırıların<br />

hedefi olmaktadırlar.<br />

1948 İnsan Hakları Evrensel<br />

Bildirgesi ve 1951 Cenevre Sözleşmesi<br />

2. Dünya Savaşı’nın acılarının yaşandığı<br />

ve sosyalizm korkusuyla da<br />

olsa insani değerlerin korunmaya<br />

çalışıldığı bir ortamda hazırlanıp<br />

imzalanmıştır. Oysa bugün aynı<br />

devletler Sözleşme’nin getirdiği mali<br />

yüklerden yakınmakta ve mültecileri<br />

sınırlarından uzak tutmaya çalışmaktadırlar.<br />

Gelişmiş ülkelerde<br />

genel eğilim mültecileri çıktıkları<br />

ülkelerde BMMYK’nin denetimindeki<br />

kamplarda tutmak şeklindedir.<br />

Ülkelerini yüksek duvarlarla mültecilere<br />

karşı koruyan devletler, onları<br />

kabul ettiklerinde dahi ayrımcı politikalarını<br />

sürdürmektedirler. Yerel<br />

halk tarafından dışlanan, ırkçı kışkırtmalara<br />

ve saldırılara hedef olan,<br />

devletlerin gözünde terörist ve potansiyel<br />

suçlu <strong>olarak</strong> görülen ve sürekli<br />

kolluk güçleri tarafından taciz<br />

edilen (örneğin bir karakolda silahla<br />

öldürülüveren), ucuz işgücü <strong>olarak</strong><br />

sömürülen bu insanların aslında çok<br />

basit bir isteği bulunmaktadır. Tüm<br />

insanlar gibi hayatlarını korkmadan<br />

sürdürebilmek.<br />

24.11.2007<br />

Bir <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru ✓<br />

Faşizmin Mersin kolu da iş başındaydı<br />

21 Ekim’de Dağlıca baskınından<br />

sonra, tüm yurtta olduğu gibi<br />

Mersin’de de faşistler iş başındaydılar.<br />

Gün geçmiyordu ki devrimcidemokrat<br />

kurumlar bir baskına,<br />

kundaklamaya uğramasın. Ölen<br />

askerlerin yasını tutuyormuş gibi<br />

görünen faşistlerin asıl yapmak istedikleri;<br />

Kürt düşmanlığını, devrimci,<br />

demokrat düşmanlıklarını sahneye<br />

koymakta hiç de gecikmediler.<br />

Polis eşliğinde Kürt mahallelerine<br />

girip tehditler savuran faşistlere<br />

müdahale eden Kürt gençlerine, polis<br />

müdahale etti. Sorgusuz sualsiz<br />

gözaltına alınan bir ESP’liyi döven<br />

polislerin götürdüğü savcı, ESP’liye<br />

vaatlerde bulundu. En ufak öğrenci<br />

hareketini coplarla bastıran polisler,<br />

okul kıyafetleriyle ırkçı sloganlar atan<br />

gençlere, bir gül vermediği kaldı.<br />

Yukarıda sayılan olayların yanında<br />

SDP ve DTP binalarına saldırılar<br />

da söz konusuydu. SDP’ye saldırının<br />

ardından tüm faşist kabarışa<br />

ve tahriklere karşı SDP binasında<br />

bir araya gelen ÖDP, SDP, EMEP,<br />

İHD, EKD, SEH, 78’liler Derneği,<br />

Halkevi, KESK Şubeler Platformu<br />

temsilcileri:“Toplumdaki gerginlik ile<br />

bir Türk-Kürt çatışmasının körüklenmesinden<br />

kaygılanıyoruz” dedikleri<br />

açıklamayı; “şimdi farklı şeyler söylemenin<br />

yanında farklı şeyler de yapma<br />

zamanıdır.” sözleriyle bitirdiler.<br />

Bu faşist dalgaya katılanları başlıca<br />

iki gruba ayırabiliriz. Birincisi,<br />

yeminli faşist çetelerdir ki bunlara<br />

söyleyecek fazla sözümüz yok. Onlar<br />

görevlerini yapıyorlar. Fakat birgün<br />

kendi kan deryalarında boğulacaklardır.<br />

Bugün bu dileğimiz imkansız<br />

görünse de buna inancımız tamdır.<br />

Bu dalgadan etkilenen ikinci gruba<br />

gelince, asıl muhatabımız olan bu<br />

gruba sözümüz şudur:<br />

Devlet yönetimini elinde bulunduran<br />

yönetici, ezen, burjuva tabakası<br />

kendi çıkarlarını toplumun tüm kesimlerinin<br />

çıkarlarıymış gibi göstermede<br />

çok ustadırlar. Senin çıkarın<br />

emeğin, barışın, devrimin yanındadır.<br />

Faşizmin, savaşın, sömürünün<br />

yanında değil.<br />

Yaşasın halkların kardeşliği!<br />

Halkların kardeşliği için tek yol<br />

devrim!<br />

Bir Ydi <strong>Çağrı</strong> okuru/Mersin ✓<br />

7


8<br />

yeni kadın dünyası<br />

Tüketim çılgınlığı ve kadının<br />

cinsel sömürüsü<br />

Biz aptal<br />

mıyız?...<br />

MediaMarkt deyince aklınıza ne geliyor?<br />

Durun biz söyleyelim.<br />

25<br />

Eylül tarihinde İstanbul’un<br />

Ümraniye semtinde ilk<br />

mağazasının açılışını yapan<br />

dev elektromarket zincirinin<br />

kapısının önünde yaşlısı genci, kadını,<br />

çocuğuyla 6 bin kişinin beklediği<br />

uzun insan kuyrukları. Mağaza<br />

kapılarının saat sekizde açılmasıyla<br />

çıldırmış gibi içeriye hücum eden insanlar.<br />

Herkesin lazım olsa da olmasa<br />

da yangından mal kaçırır gibi kaptığı<br />

ürünle kasada soluğu aldığı, birbirlerinin<br />

ellerinden ürünleri almaya çalıştığı,<br />

izdiham nedeniyle bazılarının<br />

ezilme tehlikesi geçirdiği bir kendinden<br />

geçme hali... Yoğunluk nedeniyle<br />

kapılarını kapatmak zorunda kalan<br />

mağazaya giremeyenlerin tepkilerini<br />

bağırıp çağırarak, kapıları tekmeleyerek<br />

gösterdiği, polisin dağıtmak<br />

için biber gazı kullandığı insan<br />

manzaraları...<br />

Tabii bütün bunların bir nedeni<br />

vardı. Türkiye’de ilk mağazasını<br />

açan MediaMarkt bazı ürünlerini<br />

ucuza satışa çıkarmıştı. 25 Eylül’den<br />

28 Eylül’e kadar sürdürülmesi planlanan<br />

kampanya, promosyonlu ürünlerin<br />

stoklarının aynı gün tükenmesiyle<br />

ilk günden sonlandırıldı.<br />

Bu yazımızla MediaMarkt somutunda<br />

kadınların reklamlardaki cinsel<br />

sömürüsüne ve insanların tüketim<br />

çılgınlığının hangi boyutlarda<br />

olduğuna değinmek istiyoruz.<br />

Fakat isterseniz önce MediaMarkt’ın<br />

ne olduğuna kısaca bir bakalım.<br />

İlk mağazasını 1979 yılında<br />

Almanya’nın Münih kentinde açan<br />

MediaMarkt, 1989 yılında Fransa’da<br />

açtığı mağazası ile ilk kez yurtdışına<br />

açılır. İstanbul Ümraniye, Eskişehir<br />

ve Mersin’de açtığı yeni şubelerle<br />

birlikte Avrupa’nın toplam 15 ülkesinde<br />

470’in üzerinde mağazası<br />

bulunuyor. MediaMarkt 2006 itibariyle<br />

15.2 milyar Euro net geliriyle ve<br />

42.409 kişilik çalışanıyla Avrupa’nın<br />

en büyük elektronik market zinciri<br />

durumunda.<br />

MediaMarkt’ın Almanya’da kul-<br />

landığı ve adeta özdeşleştiği reklam<br />

sloganı “Ben aptal değilim” sloganıdır.<br />

Bununla MediaMarkt; ‘Ey<br />

tüketici bizde bu kadar çok olanak<br />

varken gidip başka yerden alışveriş<br />

yaparsan sen aptalsın. Eğer diğerleri<br />

gibi aptal olmak istemiyorsan sana<br />

sunduğumuz ‘sonsuz fırsatlardan’<br />

yararlanırsın!’ demek istiyor. Yani<br />

aptal olup olmadığınızı anlamak için<br />

fazla birşey yapmanıza gerek yok.<br />

MediaMarkt’tan alışveriş yapıp yapmadığınıza<br />

bakmanız yeterli!<br />

Türkiye’de 90’lı yıllardan itibaren<br />

büyük alışveriş merkezlerinin sayısında<br />

gözle görülür bir artış gerçekleşti.1993<br />

yılında yalnızca 4 alışveriş<br />

merkezi bulunurken bugün bu sayı<br />

140’ın üzerinde. 67 alışveriş merkezi<br />

ise çok yakında faaliyete geçmek<br />

üzere inşaat halinde. Kısacası, inşaat<br />

halindeki alışveriş merkezlerinin de<br />

yakında tamamlanmasıyla, 15 yıl<br />

gibi bir süre içinde alışveriş merkezi<br />

sayısı 4’ten 200’e çıkmış olacak. Bu<br />

dönemde açılan onlarca süper ve hipermarketi<br />

bu listeye eklemiyoruz<br />

bile…<br />

Bu kadar kısa bir zaman içerisinde<br />

dev alışveriş merkezleri ile ilgili bu<br />

patlama ister istemez büyük rekabetleri<br />

de beraberinde getiriyor. Bu<br />

rekabette ayakta kalabilmek ve daha<br />

fazla büyümek için yapmadıkları şey<br />

yok gibi.<br />

Çok çeşit, geniş mekan, yoğun reklam<br />

kampanyaları, bol taksitli seçenekler<br />

ve çok sınırlı promosyonlardaki<br />

düşük fiyatlarla tüketim çılgınlığı<br />

her gün biraz daha körükleniyor.<br />

Fakat bu “ucuzluk” durumu, başka<br />

şeylerin yanında bu sektörde çalışan<br />

binlerce işçinin çalışma standartlarının<br />

düşürülmesiyle, ücretlerinin düşük<br />

tutulmasıyla ve sendikalaşmanın<br />

önünde bin bir türlü engelin çıkarılmasıyla<br />

mümkün oluyor. Çığ gibi<br />

büyüyen perakende şirketlerindeki<br />

çalışma koşulları bunun açık göstergesi.<br />

Büyük alışveriş mağazalarının<br />

önünden geçerken gözümüze çarpan<br />

o “ucuz “ ürünler ve belki de ucuzladığı<br />

için sevindiğimiz ve tükenmeden<br />

almak istediğimiz o ürünler;<br />

üretim aşamasından ürünün satışa<br />

sunulması aşamasına kadar binlerce<br />

işçinin adeta kölelik koşullarında çalıştırılması<br />

ile mümkün oluyor.<br />

Bugün MediaMarkt gibi perakende<br />

alışveriş merkezlerinde çalışan işçilerin<br />

çok küçük bir azınlığı sendikal<br />

örgütlülüğe sahip. Bu sendikalaşma<br />

ise uzun ve meşakkatli bir mücadele<br />

ve çok sayıda işçinin işten atılması<br />

sonucunda gerçekleşebiliyor. Büyük<br />

çoğunluk hâlâ sendikasız, sigortasız,<br />

esnek çalışma koşullarının dayatıldığı,<br />

iş güvencesinden yoksun, uzun<br />

çalışma saatlerinin uygulandığı ağır<br />

bir sömürü ile karşı karşıya.<br />

Bundan birkaç hafta önce yayınlanan<br />

Uluslararası Sendikalar<br />

Kon fe d e r a s yonu’nu n (I T UC)<br />

“Sendikal Hak İhlalleri” raporunda<br />

MediaMarkt’ın Polonya Gdansk’taki<br />

mağazasında yaşanan bir sendikalaşma<br />

mücadelesine yer veriliyordu.<br />

Gdansk mağazasındaki sendikal örgütlenmeden<br />

iki gün sonra bir sendikacı<br />

işten atılmış, ardından bazı<br />

işçilere işyerinde sendikaya ihtiyaç<br />

olmadığına dair bir açıklama imzalatılmak<br />

istenmişti. İşveren baskılarıyla<br />

iki sendika üyesi istifa etmiş,<br />

ikisinin geçici iş sözleşmesi yenilenmemiş,<br />

bir işçi ise işten atılmıştı.<br />

Bu madalyonun bir yüzüydü. Diğer<br />

yüzü ise yukarıda çizmeye çalıştığımız<br />

MediaMarkt’ın İstanbul’daki<br />

açılışında yaşanan görüntülerin<br />

resmi idi.<br />

Tüketim Toplumu?<br />

Tüketim toplumu tabiri ilk <strong>olarak</strong><br />

Batı’da ‘sanayileşme sonrası’ ortaya<br />

çıkan toplum şeklini tarif etmek için<br />

kullanılmaktadır. Teknolojinin gelişmesi<br />

ile birlikte üretimin artmasıyla<br />

hızla değişen arz-talep dengesindeki<br />

uyuşmazlık kapitalist burjuvaziyi<br />

farklı politikalara itmiş, üretilenlerin<br />

hızlı tüketimini sağlayabilmek<br />

için her türlü yolu denemeye<br />

başlamışlardır.<br />

Bu yolların en önemlileri elbette<br />

ki yazılı basın ve televizyonun yanı<br />

sıra son yıllarda oldukça büyük bir<br />

yaygınlık kazanan İnternet, tüketim<br />

toplumunu yönlendirmede ve<br />

manipule etmede kullanılan başlıca<br />

kaynaklardır.<br />

Giderek sonu gelmez bir şekilde<br />

uzayan ve derinleşen reklamlar bir<br />

yana, her akşam on milyonlarca insan<br />

ekranları başında izledikleri<br />

dizilerde onlarca çeşit alışveriş merkezi,<br />

lüks takım elbise, ayakkabı, aksesuar,<br />

otomobil, cep telefonu, bilgisayar,<br />

mobilya, beyaz eşya ve mutfak<br />

gereçleri, gıda ürünleri görmeleri,<br />

kesinlikle tesadüf değil.<br />

Bu lu şma ve v a k it geçirme<br />

mekânlarının alışveriş merkezleri<br />

olması, semtlerin alışveriş merkezleri<br />

ve marketlerle anılması, otobüs<br />

duraklarına alışveriş merkezi ismi


verilmesi gibi birçok şey de tüketimi<br />

kutsallaştıran ve özendiren etkenler<br />

arasında yer alıyor.<br />

MediaMarkt’ın Ümraniye’deki açılışında<br />

insanların delirmiş gibi mağaza<br />

hücumunun ardından yarım<br />

saatlik bir süre içerisinde 5 bin 300<br />

televizyon ve 800 tane dizüstü bilgisayar<br />

satılıyor!<br />

Jean Baudrillard ’ın, Ay rıntı<br />

Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen<br />

“Tüketim Toplumu” adlı kitabında<br />

belirttiği gibi; artık ihtiyaçlar<br />

medya tarafından belirlenmekte,<br />

neyin ihtiyaç olduğunu düşünecek<br />

zamanı bulamayan tüketici önüne<br />

sürülen alternatiflere ‘evet-hayır’ cevabından<br />

birisini verebilecek kadar<br />

bir zamanı ancak bularak şuurlu olmaktan<br />

çok gayri iradi ve şuursuz bir<br />

şekilde cevaplar üretmektedir.<br />

Kapitalist burjuvazi azami karlar<br />

elde etmek için toplumu mümkün<br />

olduğunca daha fazla tüketime yönlendirmek<br />

istiyor. Bu nedenle “ortalama<br />

insan” ne kadar bu tüketim çılgınlığının<br />

içine çekilebilirse o ölçüde<br />

başarılı olunmuş demektir.<br />

Tüketicilerin davranışlarını yönlendirmede<br />

çok önemli bir yere sahip<br />

olan televizyon reklamcılığı, bu<br />

alanda ciddi yatırımlar yapılarak<br />

geliştirilmekte, insanların eğlenerek<br />

ve hoşlanarak seyredeceği şekle<br />

sokulmaktadır.<br />

Hala “annesinin televizyonunu,<br />

margarinini, çamaşır makinesini<br />

kullananlar“ dışlanmakta yeni modeller<br />

sunulmaktadır. Artık öyle bir<br />

noktaya gelinmiştir ki alabilecek durumda<br />

olan insanlar, “alayım mı?”<br />

sorusunun yerine “hangisini almalıyım?”<br />

sorusunu geçirmişlerdir.<br />

Kitle iletişim araçları içerisinde hedef<br />

kitleyi en fazla etkileme gücüne<br />

sahip olan araç televizyondur kuşkusuz.<br />

Çünkü geniş bir izleyici kitlesine<br />

sahip olan televizyon aynı anda<br />

hem göze hem de kulağa hitap ettiği<br />

için insanların ürün hakkında daha<br />

fazla bilgi sahibi olmasını sağlamaktadır.<br />

Televizyonda reklamı yapılan<br />

ürünün çekici kılınabilmesinde<br />

reklamlarda kullanılan oyuncuların<br />

önemi de çok büyüktür. Hedef kitlenin<br />

özellikleri dikkate alınarak genç<br />

ve güzel kadınlar, yakışıklı erkekler<br />

reklamlarda görülmektedir. Reklamı<br />

izleyen kişi kendisini bu oyuncularla<br />

özdeşleştirerek reklamı yapılan<br />

ürüne sahip olduğunda kendisinin<br />

de onun gibi ‘farklı ve özel” olacağını<br />

düşünür.<br />

Burjuvazinin dünya sorunları ile<br />

ilgilenmeyen içinde bulunduğu yaşam<br />

koşullarını sorgulamayan, hayal<br />

dünyasında yaşayan bireyci ve bencil<br />

insanlar yaratmak için yürüttüğü çabaları<br />

küçümsememek gerekir.<br />

Her gün onlarca “uzman” yardımıyla<br />

ve reklam üreten şirketleri aracılığıyla<br />

insanların cebindeki son kuruşu<br />

da çekip almak için trilyonlarca<br />

para harcanıyor.<br />

Dünya’da bu alanda 350 milyar<br />

dolarlık bir endüstriden söz edilir-<br />

ken, Türkiye’de 220 milyar dolar<br />

olan GSMH’nın 2.2 milyar dolarını<br />

reklam harcamaları oluşturuyor.<br />

Bileşim International’in verilerine<br />

göre Türkiye’de toplam reklam harcamaları;<br />

1999 yılında 2 katrilyon<br />

130 trilyon lira <strong>olarak</strong> gerçekleşmiş,<br />

bunun 1 katrilyon 490 trilyonu televizyonlara<br />

ilişkin reklam harcaması<br />

olmuştur.<br />

Burjuvazinin bu çabası bir yandan<br />

tüketim çılgınlığını körüklerken<br />

diğer yandan da işçi ve emekçiler<br />

uyuşturularak toplumsal bilincinin<br />

köreltilmesine, içinde yaşadığı kötü<br />

duruma isyan etmeyen edilgen insan<br />

kitlelerinin yaratılmasına hizmet<br />

ediyor.<br />

Reklamlarda Kadın Cinselliğinin<br />

Sömürüsü<br />

Alman elektronik devi MediaMarkt<br />

İstanbul Ümraniye’deki gürültülü<br />

açılışından önce kullandığı reklam<br />

sloganlarıyla dikkat çekti. İstanbul’un<br />

çeşitli semtlerinde reklam bilboardlarını<br />

süsleyen sloganlardan bir tanesi<br />

şöyleydi: “25 Eylül’den itibaren<br />

tıpkı Nataşalar gibi en çekici aletleri<br />

aynı çatı altında bulacaksınız”.<br />

1990’lı yıllarda geniş kitlelere sosyalizm<br />

<strong>olarak</strong> yutturulmaya çalışılan<br />

Doğu Bloku çöktü. Sözde sosyalist<br />

gerçekte sosyal faşist-sosyal emperyalist<br />

olan bu rejimlerin bir bir çökmesiyle<br />

birlikte burjuvazinin “sosyalizm<br />

öldü” demagojisinin ötesinde bir<br />

gerçeği de açığa çıkardı. İnsanların<br />

yıllarca sosyalizm adına nasıl sömürüldüklerini,<br />

aç ve yoksul bırakıldıklarını,<br />

güya komünist olan partilerin<br />

başındakilerin ezilenlerin sırtından<br />

nasıl zenginleştiklerini gösterdi.<br />

Doğu Bloku’nun çöküşü ve kapıların<br />

açılması ile birlikte çökenin sosyalizm<br />

olduğuna, kapitalizmin sosyalizmden<br />

daha iyi olduğuna inanan binlerce<br />

insan ‘daha iyi bir yaşam için’ geride<br />

ailesini çoluk çocuğunu bırakarak<br />

göç yollarına düştü. Buralardan göç<br />

alan ülkelerden bir tanesi de Türkiye<br />

oldu. Özellikle Moldova, Ukrayna<br />

ve Rusya’dan göç eden kadınlar çocuklarını,<br />

eşlerini geride bırakarak<br />

geldikleri Türkiye’de çalışıp para biriktirdikten<br />

sonra ailelerinin yanına<br />

dönmeyi planlıyorlardı. Türkiye gibi<br />

milyonlarca işsizin olduğu bir ülkede<br />

insan tacirleri tarafından kandırıla-<br />

rak getirilen kadınların önemli bir<br />

çoğunluğu seks kölesi <strong>olarak</strong> çalıştırılmaya<br />

başlandı. Gazetelerin ikinci<br />

sayfasında gün geçmiyor ki isimleri<br />

Nataşa, Tatyana, Olga…olan kadınların<br />

fuhuş yaptırıldığı randevu evleri,<br />

otel odalarının basıldığına dair<br />

haberler okumayalım!<br />

Türkiye’de Nataşa kelimesi bir kavram<br />

haline geldi. Nataşa dendiğinde<br />

insanların aklına bedenini para karşılığı<br />

satan yabancı uyruklu kadınlar<br />

geliyor.<br />

Erkek egemen kapitalist toplum ikiyüzlüce<br />

bir tavırla bir yandan Nataşa<br />

<strong>olarak</strong> adlandırılan bu kadınların<br />

‘Türk aile yapısını’ bozdukları, ‘Türk<br />

erkeğini baştan çıkardıkları’ propagandasını<br />

yaparken diğer yandan da<br />

bu kadınların sırtından inanılmaz<br />

paralar kazanılıyor. Kazanılan paralar<br />

sadece kadınların fuhuş karşılığı<br />

kazandırdığı paralar değil aynı zamanda<br />

MediaMarkt reklamında da<br />

görüldüğü gibi Nataşa söylemiyle kadınların<br />

cinsel sömürüsü üzerinden<br />

de kazanılan paralar.<br />

MediaMarkt’ın bu sloganı kapitalist<br />

sistemin iğrenç erkek egemen<br />

yüzünü daha iyi ortaya koyamazdı!<br />

Elektronik eşyaların esas alıcılarının<br />

erkekler olduğunu bilen MediaMarkt<br />

patronları, kadınları birer cinsel<br />

obje, alet <strong>olarak</strong> göstererek esas hedef<br />

kitle olan erkeklerin ilgisini çekmeye,<br />

onların cinsel arzularına hitap<br />

etmeyi amaçlıyor. Bu arada kadınların<br />

bir meta <strong>olarak</strong> iğrenç bir şekilde<br />

aşağılanmasında ise bir sakınca<br />

görmüyor!<br />

MediaMarkt’ın kadın cinselliğini<br />

reklam aracı <strong>olarak</strong> kullanması sadece<br />

Türkiye’ye özgü bir durum<br />

değil. Reklam içeriğinin esasını kadının<br />

cinsel sömürüsü üzerine kuran<br />

MediaMarkt bulunduğu bütün<br />

ülkelerde kullandığı sloganlarda kadınları<br />

aşağılayan, onları erkeklerin<br />

zevk aracı <strong>olarak</strong> gören bir reklam<br />

stratejisi izliyor. MediaMarkt’ın kazandığı<br />

paralara ve hergün gelişerek<br />

büyümesine bakıldığında görünen o<br />

ki bu konuda hayli başarılıda oluyor<br />

ne yazık ki!<br />

Reklamlarda kadının cinsel sömürüsü<br />

MediaMarkt’la sınırlı değil tabii<br />

ki. Bugün kadın cinselliğinin sömürülmediği<br />

bir alan ister sanat, müzik,<br />

ister reklam olsun hemen hemen yok<br />

gibi.<br />

yeni kadın dünyası<br />

Kapitalist sistemde her şey alımsatım<br />

ve pazar üzerine kurulu olduğu<br />

için erkek egemen sistem kadın<br />

cinselliğini de meta haline getirdi.<br />

Ataerkil toplumun hakim hale gelmesiyle<br />

birlikte kadın cinselliğinin<br />

bir meta haline gelmesi kapitalist emperyalist<br />

toplumda zirvesine ulaştı.<br />

Reklamda kullanılan cinselliğinin<br />

etkileri üzerine yapılan araştırmalarda<br />

elde edilen sonuçlara göre, kadın<br />

cinselliğinin tüketicilerin satın<br />

alma motivasyonunu harekete geçirmede<br />

daha çok işe yaradığını ortaya<br />

koyuyor.<br />

Kadınların reklamlardaki cinsel<br />

sömürüsü sadece kozmetik, giyim,<br />

ev eşyası, sağlık ürünleri gibi kadınla<br />

özdeşleştirilen reklamlarla sınırlı değil.<br />

Kadın cinselliği gelinen yerde örneğin<br />

banka, otomobil reklamlarında<br />

da yoğun bir şekilde kullanılıyor.<br />

Kadınların vücutları, reklamı izleyenler<br />

tarafından seyirlik malzeme<br />

<strong>olarak</strong> görülüyor. Kadının bacakları,<br />

dudakları, saçları…yoğun bir şekilde<br />

ön plana çıkarılarak insanlar satın<br />

almaya teşvik ediliyor. Kadınlar reklamlarda<br />

genellikle ‘doğaları gereği’<br />

itaatkar, edilgen, bağımlı ve güçsüz<br />

gösterilirken örneğin erkeklerin reklamlarda<br />

kullanılması bunun tam<br />

tersidir! Erkekler kadınlar gibi çıplak<br />

gösterilmemekte en iyi halde kadınlarla<br />

birlikte yarı çıplak gösterilmektedir.<br />

Erkeklerin reklamlardaki<br />

kullanımı güçlü ve güven veren tiplemelerdir.<br />

Erkek kimi zaman iyi bir<br />

aile babası, kimi zaman iyi bir doktor<br />

ya da uzman <strong>olarak</strong> (diş macunu reklamı)<br />

karşımıza çıkmaktadır.<br />

Hayatın her alanında olduğu gibi<br />

medya ve reklamcılık alanında da<br />

erkek egemen toplum sadece kadınların<br />

cinsel sömürüsü ile yetinmemekte<br />

aynı zamanda kadınları erkekler<br />

karşısında küçümseyerek, onları<br />

erkeklerden daha aşağı bir varlık<br />

gibi göstermektedir.<br />

Hayır... Biz aptal değiliz!<br />

Çünkü biz biliyoruz ki erkek egemenliğine<br />

karşı mücadele aynı zamanda<br />

kapitalist sömürüye karşı mücadeleyi<br />

de gerektirir. Kadınların her gün<br />

karşılaştıkları ve çoğunluğun belki<br />

de hayatları boyunca yaşayacakları<br />

erkek egemenliğinin doğrudan göstergeleri<br />

olan şiddet, taciz ve tecavüzün<br />

yanı sıra Mediamarkt örneğinde<br />

olduğu gibi kadınların cinsel sömürüsü<br />

de kapitalist toplumun ayrılmaz<br />

bir parçası. Kadın hareketinin<br />

medyada kadının cinsel sömürüsüne<br />

karşı yürüttüğü mücadele ne yazık ki<br />

minimum seviyededir.<br />

Kadına yönelik şiddete karşı mücadele<br />

yürütürken bu alanda da bilinçleri<br />

uyandırarak mücadele etmeliyiz.<br />

Mediamarkt patronlarına ve bütün<br />

kapitalist sömürücülere aptal olmadığımızı<br />

göstermenin en iyi yolu<br />

budur!<br />

Aralık 2007 ✓<br />

9


10<br />

yeni kadın dünyası<br />

Bu yılki 25 Kasım Kadına Yönelik<br />

Şiddete Karşı Uluslararası<br />

Dayanışma ve Mücadele Günü<br />

şovenist milliyetçi dalganın, DTP’ye<br />

uygulanan baskıların ve sınır-ötesi<br />

operasyon hazırlıklarının gölgesinde<br />

kalsa da, elimizden geldiği kadar kadına<br />

yönelik şiddeti bilince çıkarmak<br />

için çalışmalar yürüttük.<br />

Biz <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> kadın okurları <strong>olarak</strong><br />

Adana ve İstanbul’daki etkinliklerde<br />

yer aldık.<br />

Adana<br />

Adana’da bulunan diğer kadın örgütleri<br />

ve devrimci-demokrat kurumların<br />

kadın bileşenleri ile birlikte (ÇHD,<br />

DİP Girişimi, DÖKH, EKD, EMEP,<br />

İHD, Karşıyaka Kadın Dayanışması,<br />

Sosyalist Feminist Kolektif ve SDP),<br />

yaklaşık 1 ay önceden 25 Kasım hazırlıklarına<br />

başladık. Diğer yıllardan<br />

farklı <strong>olarak</strong> bu yıl ortak bir salon<br />

etkinliği (forum) ve bunun ardından<br />

meşaleli yürüyüş ile basın açıklaması<br />

yapıldı.<br />

25 Kasım Pazar günü saat 13:30’da<br />

Adana Ziraat Mühendisleri Odası’nda<br />

yapılması planlanan etkinlik saat 14’e<br />

doğru başlayabildi. Sunumlardan<br />

önce kadın fotoğraflarından oluşan<br />

bir slayt gösterildi. Salonda ayrıca<br />

kadınlarla ilgili haberlerin yer aldığı<br />

gazete küpürleri sergilendi.<br />

İlk konuşmayı yapan Havali<br />

Mengi kadının ev içinde ve sosyal<br />

yaşamda karşılaştığı şiddet biçimini<br />

ve buna karşı neler yapılması gerektiğini<br />

vurguladı. İkinci konuşmayı<br />

Küçük Dikili Belediye Başkanı Leyla<br />

Güven yaptı. Güven, DTP’li kadınlara<br />

yönelik saldırılara değinirken,<br />

yönetim kadrolarında kadın inisiyatifinin<br />

olması gerektiğini, eğer kadınlar<br />

yönetici kadrolarda olurlarsa,<br />

birçok demokratik adımın atılacağını<br />

söyledi. Verilen 10 dk. aradan<br />

sonra son konuşmacı <strong>olarak</strong> söz alan<br />

Avukat Reyhan Kayışlı ise hukuksal<br />

düzlemde kadın başlıklı konuşmasında;<br />

şu an yasalarda bulunan bir<br />

çok maddenin kadının lehine olduğunu<br />

ancak, uygulamada bunun<br />

pek görülmediğini söylerken, yasalarla<br />

güvence altına alınan birtakım<br />

haklarımızı bilmemiz gerektiğini ve<br />

uygulamada eksiklik gördüğümüzde<br />

bunu dile getirmemiz gerektiğini<br />

vurguladı.<br />

Konuşmacıların ardından zaman<br />

darlığı nedeniyle birkaç kişi konuşabildi.<br />

Söz alan bir kadın salondaki<br />

çocuklu kadınları göstererek, kadınların<br />

bu tür toplantılara katılsa dahi<br />

sorumluluklarını bir kenara bırakamadıklarını,<br />

erkeklerin bu konuda<br />

duyarsız davrandıklarını söyledi. Bir<br />

başka kadın ise; kadınların yönetim<br />

alanlarında yer alması gerektiğini<br />

ancak Bakanlık ve Başbakanlık yapan<br />

kadın siyasetçileri de örnek göstererek<br />

sorunun bu şekilde sistem<br />

içerisinde çözülemeyeceğini, kadın<br />

sorununun erkek egemen kapitalist<br />

sistemin sorunu olduğunu ve ancak<br />

kapitalist sistemin devrimle yıkılıp<br />

sosyalist bir sistem kurulması ile<br />

çözülebileceğini, ayrıca sunumda<br />

devrimci-demokrat örgütler içerisinde<br />

de erkek egemenliğinin sürdüğünün<br />

ve bu alanda da kadınlara şiddet<br />

uygulandığının eksik kaldığını<br />

belirtti.<br />

Yapılan konuşmaların ardından<br />

kültürel bölüme geçildi. Bu bölümde<br />

Karşıyaka Kadın Dayanışması’ndan<br />

kadınların hazırlamış olduğ u<br />

Bursa’da iplik fabrikasında yanan<br />

işçileri, sokakta tecavüze uğrayan<br />

genç bir kadını ve ev emekçisi bir<br />

kadını canlandıran skeçler sunuldu.<br />

Ardından Güney Sanat Topluluğu<br />

(GST) içerisinde çalışmalarını yürüten<br />

Haziran Şiir Grubu’nun teatral<br />

<strong>olarak</strong> sundukları, “Komünistlerden<br />

Kadınlara <strong>Çağrı</strong>” isimli şiir yer aldı.<br />

Kültürel bölümün ardından sona<br />

eren etkinliğe 150 civarında kadın<br />

katıldı. Etkinliğin bitimiyle birlikte<br />

17:00’de Adana Büyükşehir Belediyesi<br />

önünde toplanarak, Kültür Sokağına<br />

kadar meşaleli yürüyüşe geçildi.<br />

Ancak yürüyüşe yaklaşık 30 kadın<br />

katıldı, panele katılan diğer kadınlar<br />

yürüyüşe katılmadılar. Kültür Sokağı<br />

önünde platform adına basın açıklaması<br />

okundu. Yapılan açıklamada<br />

kadınların evde, işyerinde, sokakta<br />

gördükleri şiddete, patronların işçi<br />

kadınların ne zaman evleneceklerine,<br />

ne zaman çocuk sahibi olacaklarına<br />

kadar her şeye karıştıklarına<br />

değinildi. Son dönemdeki şovenist<br />

kışkırtmalara değinilen açıklamada<br />

DTP’ye ve DTP’li kadın milletvekillerine<br />

yönelik saldırılar kınandı.<br />

Açıklama “ (…) Novamed’te direnen<br />

Kadına<br />

kadınlarla<br />

ve Telekom<br />

işçisi grevci<br />

kadınlarla”<br />

göster i len<br />

dayanışmaya<br />

vurgu<br />

y a p ı l a r a k<br />

“ K a d ı n a<br />

yönelik şiddete<br />

karşı<br />

e n g ü ç l ü<br />

silahımızın<br />

örgütlülüğümüzolduğubilinciyleseslerimizi,yüreklerimizi<br />

birleştirelim.” çağrısı ile son<br />

buldu. Açıklama hem Türkçe, hem<br />

de Kürtçe <strong>olarak</strong> yapıldı.<br />

Yürüyüş sırasında “Gelsin baba,<br />

gelsin koca, gelsin patron, gelsin devlet,<br />

gelsin cop inadına isyan, inadına<br />

özgürlük”, “Kadına yönelik şiddete<br />

son”, “Jin jiyan azadi”, “Yaşasın kadın<br />

dayanışması”, “Novamed’li kadınlar<br />

yalnız değildir”, ve “Telekom işçileri<br />

yalnız değildir” sloganları atıldı.<br />

Yürüyüşte ayrıca “Kadına yönelik<br />

şiddet devrimle son bulacak!” ve<br />

“Yaşasın Novamed’li kadınların grev<br />

mücadelesi” yazılı dövizler taşındı.<br />

Bizler de Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong><br />

okuru kadınlar <strong>olarak</strong> bu yılki etkinliklere<br />

aktif <strong>olarak</strong> katıldık. Hafta içerisinde<br />

ve 25 Kasım paneli öncesinde<br />

şehir merkezinde kadınlara bildirilerimizi<br />

yoğun bir şekilde dağıttık.<br />

Yönelik<br />

Şiddete<br />

Hayır!<br />

İstanbul<br />

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete<br />

Karşı Mücadele Günü bu yıl bir basın<br />

açıklaması ile gerçekleştirildi.<br />

Bizim de içerisinde yer aldığımız 25<br />

Kasım Kadın Platformu, 25 Kasım<br />

Pazar günü saat 13.30’da Galatasaray<br />

Lisesi önünde yaptığı bir eylemle<br />

kadına yönelik şiddeti protesto etti.<br />

Yaklaşık 400 civarında kadının katıldığı<br />

eylemde kadına yönelik her<br />

türlü şiddetin, kadın katliamlarının,<br />

namus cinayetlerinin yer aldığı<br />

gazete küpürleri yere serildi. Elde<br />

taşınan dövizlerde özellikle kadına<br />

yönelik erkek şiddeti, namus cinayetlerine<br />

karşı mücadele öne çıkarıldı.<br />

Metin şeklinde hazırlanan ve namus<br />

cinayetlerinde kurban giden veya yaralı<br />

kurtulan kadınların hikayeleri<br />

birkaç cümleyle değişik kadınlar tarafından<br />

aktarıldı. Aralarda da sloganlar<br />

atıldı. Hem sloganlarda hem<br />

de okunan basın açıklamasında, milliyetciliğe,<br />

sınırötesi operasyonlara,<br />

militarizme karşı mücadele çağrısı<br />

yapılırken aynı zamanda DTP’li kadın<br />

milletvekilleri ile dayanışma çağrısı,<br />

destek çağrısı yapıldı. Özelde de<br />

Fatma Kurtalan’la dayanışma çağrısı<br />

yapıldı.<br />

Yaklaşık yarım saat süren basın<br />

açıklamasının sonlandırılmasının<br />

ardından hem eyleme katılanlara<br />

hem de çevredekilere 25 Kasım ile<br />

ilgili çıkardığımız bildirilerimizi<br />

dağıttık.<br />

Kasım 2007 ✓<br />

Sınır-ötesi operasyona kadınlar “Hayır!” dedi<br />

7<br />

Kasım Çarşamba günü İHD<br />

Adana Şubesi’nde gerçekleştirilen<br />

basın açıklamasını kadınlar<br />

adına Sevil ARICI okudu. Yapılan<br />

açıklamada son günlerde yaratılan<br />

toplumsal gerginlik ve çatışma<br />

ortamını kadınlar <strong>olarak</strong> kaygı ile<br />

izlediklerini, tezkerenin çıkartılmasının<br />

hemen ardından kayıpların<br />

yaşanmasını yapılacak operasyonlarda<br />

yaşanacak kayıp ve acıların düzeyinin<br />

göstergesi <strong>olarak</strong> ifade etti.<br />

Son dönemlerde özellikle Kürtlere<br />

ve DTP’ye yapılan saldırılara göz<br />

yumanların büyüyen ateşin kendilerini<br />

de yakabileceğini düşünmeleri<br />

gerektiği belirtildi. Kürt sorununa<br />

bir türlü demokratik bir çözüm yolu<br />

bulunamamasının faturasını Türkü<br />

ve Kürdü ile bu ülkenin insanlarının<br />

ödediğini ve yaşanan kayıpların<br />

en çok kadınları yaraladığı belirtildi.<br />

Açıklamada “Sınır ötesi operasyonu<br />

da içerecek askeri çözüm yöntemleri,<br />

sorunu ve yaşanan acıları daha<br />

da ağırlaştıracak, telafisi mümkün<br />

olmayan kayıplara neden olacaktır.<br />

Kürt sorununda barışa şans tanınmalıdır”<br />

denildi. Son <strong>olarak</strong> “bizler<br />

çocuklarımızı kaybetmek istemiyoruz<br />

ve sınır ötesi operasyonların dur-<br />

durulmasını, tezkerenin iptal edilmesini”<br />

istiyoruz denilerek, açıklama<br />

“tüm halkları, devrimci demokratik<br />

kurum ve kuruluşları, halkların<br />

kardeşliği ve ortak mücadelesi için,<br />

ırkçılığa şovenizme karşı birleşik bir<br />

cephe oluşturmaya ve harekete geçmeye”<br />

çağrı yapılarak son buldu.<br />

Basın açıklaması sonrasında bir<br />

gerilla annesi ve bir asker annesi de<br />

duygularını belirttiler. Gerilla annesi<br />

duygularını Kürtçe ifade etti. Asker<br />

annesi “başbakan diyor ki sınır ötesi<br />

operasyondan Kürtler zarar görecek<br />

ama bence her iki tarafta zarar görecek<br />

başbakanın kendisi dışında.<br />

Türk-Kürt anneleri elele verelim<br />

gerekirse meclise yürüyelim.” dedi.<br />

Ardından basın açıklamasına son<br />

verildi.<br />

Ortak basın açıklaması Tekstil-Sen,<br />

İHD, DTP, EMEP, DİP Girişimi, EKD,<br />

ESP, Karşıyaka Kadın Dayanışması,<br />

Sosyalist Feminist Kolektif ve Ydi<br />

<strong>Çağrı</strong> adına yapıldı. Bu örgütler ve<br />

kadın birimleri aynı zamanda 25<br />

Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı<br />

Mücadele günü kapsamında bazı eylemler<br />

yapmak için hazırlanıyor.<br />

07.11.2007<br />

Ydi <strong>Çağrı</strong> /Adana ✓


Telekom Grevinde<br />

Zafer<br />

Telekom grevi 44. günün sonunda tarafların<br />

anlaşması ile son buldu. Telekom patronunun<br />

sendikasızlaştırma dayatmalarına ve hak gasplarına<br />

karşı başlatılan grev kazanımla sonuçlandı.<br />

3<br />

Aralık Pazartesi günü imzalanacak<br />

olan TİS’ne göre kapsam<br />

konusunda Telekom patronu<br />

geri adım attı, işçilerin sendikal<br />

örgütlülüğü korunacak. Sadece idari<br />

personel kapsam dışı bırakılacak.<br />

Eşit işe eşit ücret talebi kademeli<br />

<strong>olarak</strong> karşılanacak. İşçilerin ücretlerine<br />

ve sosyal haklarına ilk yıl için<br />

%10, ikinci yıl için %6,5 + enflasyon<br />

oranında artış sağlanacak. Bu şekilde<br />

Telekom işçilerinin ücretleri kapsam<br />

dışında 1. tip sözleşme ile aynı unvan<br />

ve aynı kıdemdeki işçilerin aldığı ücretlere<br />

denk getirilecek.<br />

Grevde geçen süreler için Telekom<br />

patronu Kurban Bayramı öncesinde<br />

işçilere 200 YTL ödeme yapacak.<br />

Ücretler arasındaki farkların giderilmesi<br />

için Telekom 2008 yılının Mart<br />

ayında 25 milyon YTL kaynak ayıracak.<br />

Bu kaynağın yeterli olmaması<br />

durumunda ise Eylül ayında 5 milyon<br />

YTL daha ek kaynak ayrılacak. Grev<br />

sürecinde haklı nedenlerle işten çıkarılmış<br />

olan, işten çıkarılmasına karar<br />

verilenler ve mahkeme sonucunda<br />

beraat etmiş olan personel tekrar işe<br />

alınacak. Davası devam edenlerin ise<br />

dava sonucu beklenecek, beraat edilenler<br />

de işe alınacak.<br />

Telekom patronunun denkleştirme<br />

çalışması yapılması isteği reddedildi.<br />

İşçilerin çalışma süresi haftada 5 gün<br />

(toplam 45 saat) <strong>olarak</strong> devam edecek.<br />

Bazı müdürlüklerde 45 saatlik<br />

çalışma süresinin 6 güne yayılması<br />

halinde işçilere aylık 200 YTL ek<br />

ödeme yapılacak. Ayrıca 112 günlük<br />

ücret üzerinden de yıllık ikramiye<br />

ödemesi yapılacak.<br />

Telekom işçileri kendi deneyimlerinde<br />

Telekom tarihindeki ilk grev<br />

ile hakkın verilmeyip alınacağını<br />

gördüler. Bu grev birçok işçiye sendikanın,<br />

dayanışmanın, mücadelenin<br />

gerekliliğini ve önemini gösterdi.<br />

Son 11 yılın en çok “Grev Günü”<br />

Telekom grevinde toplam 1 milyon<br />

100 bin işgününün grev günü <strong>olarak</strong><br />

geçirilmesi nedeniyle son 11 yılın<br />

grevlerini geride bıraktı. Yaşanan<br />

grev iş günü kaybı nedeniyle 1963<br />

yılından bu yana özel sektördeki 4.<br />

büyük grev oldu. Ayrıca greve giden<br />

işçi sayısı bakımından da son<br />

yıllardaki en hareketli grevlerden<br />

biriydi Telekom grevi. Ülkenin her<br />

ilinde, birçok ilçede az sayıda ve yer<br />

yer temsili düzeyde de olsa işçi ve<br />

emekçilerin grevde bulunan Telekom<br />

işçilerini ziyaret etmeleri, dayanışma<br />

eylemleri düzenlemeleri bir hareketlilik<br />

getirdi.<br />

T.Haber-İş Sendikası ve Türk-İş<br />

Telekom’da yaşanan grev Türk-İş ve<br />

bağlı sendikaların da durumunu bir<br />

kez daha gözler önüne serdi.<br />

Türk-İş Başkanlar Kurulu 8<br />

Kasım’da toplanarak Telekom grevini<br />

desteklemek amacıyla Telekom<br />

patronuna bir hafta süre verdi.<br />

Türk-İş bu bir hafta içerisinde anlaşma<br />

sağlanamaması halinde kendi-<br />

sine bağlı bulunan 33 sendika ve 650<br />

şube ile eylemleri tüm ülkeye yayma<br />

kararını açıkladı. Ancak 15 Kasım’a<br />

kadar anlaşma sağlanamadı. Türk-İş<br />

kendi kararını dahi uygulama gereği<br />

görmedi. Oysa daha en başında diğer<br />

iş kollarındaki sendikalar harekete<br />

geçirilebilir, dayanışma eylemleri yapılabilirdi.<br />

Bu sayede Telekom grevi<br />

daha kısa bir zamanda ve daha fazla<br />

kazanımla sonuçlanabilirdi.<br />

T. Haber-İş sendikası da grev nedeniyle<br />

bir gerçeği açıklamak zorunda<br />

kaldı. Telekom işçilerinin aidatları<br />

ile ayakta kalan sendikanın<br />

bir grev fonu bile yoktu. Bu durum<br />

sendikanın aklının ucundan bile<br />

grevin geçmediğini gösterdi. Grevin<br />

ilk 30 günü dolduktan sonra işçilere<br />

ödenecek olan grev ödeneği Türk-<br />

İş’e bağlı sendikalardan toplanarak<br />

ödendi. Elbette burada sendikaların<br />

iyi bir dayanışma örneği gösterdiklerini<br />

belirtmek zorundayız. Ancak<br />

bir sendikanın görevi de üyesi olan<br />

işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını<br />

korumak, geliştirilmesi için<br />

mücadele etmektir. Bu nedenle sendikalar<br />

grev, direniş vb. her türlü<br />

eylem için hazırlıklı olmak, gerekli<br />

fonları ayırmak zorundadır. Elbette<br />

sendika gayrimenkul yatırımları<br />

ile biriken parayı değerlendirebilir.<br />

Ancak bu işçilerin grevini birkaç ay<br />

yürütebilecek bir fonun ayrılmasını<br />

engellemez. Sendikalar ticari işletmeler<br />

değil, mücadele örgütleri <strong>olarak</strong><br />

kullanılmalıdır.<br />

T.Haber-İş Sendikası Başkanı Ali<br />

Akcan Telekom patronu ile yapılan<br />

anlaşma sonrasında üyelerine<br />

yönelik yaptığı açıklamada grevin<br />

sonucunu Türk Telekom’un reklamlarında<br />

kullanılan sloganla “tatlıya<br />

bağlandı” <strong>olarak</strong> niteledi. Grevde<br />

“kazanan veya kaybedenin olmaya-<br />

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

cağını” açıklayan Akcan “Zedelenen<br />

iş barışının hızlı bir şekilde düzeltilmesine<br />

ve karşılıklı güven ortamının<br />

geliştirilmesine hemen başlanarak,<br />

grev süresince yaşanan olaylardan<br />

karşılıklı ders çıkarmak durumundayız.<br />

Biz sendika <strong>olarak</strong> iş barışının<br />

sağlanması, iş veriminin artırılması<br />

ve grev sürecinde yaşanan olumsuzlukların<br />

ortadan kaldırılması için<br />

her türlü göreve her gün ve her saat<br />

hazırız.” dedi.<br />

Grev, onu yok pahasına çalıştırmak,<br />

emeğini her geçen gün daha<br />

fazla sömürmek isteyen sermayeye<br />

karşı işçi sınıfının en etkili silahıdır.<br />

Grevler sermayenin çıkarına karşı<br />

işçilerin sosyal ve ekonomik çıkarını<br />

korumak ve geliştirmek için yapılır.<br />

Sendikaların da görevi budur.<br />

Patronların kârına kâr katmasını,<br />

verimliliğini düşünmek sendikaların<br />

değil patronun ve onun müdürlerinin<br />

görevidir.<br />

Grevi onurlu bir şekilde tamamlayan<br />

ve kazanımla sonuçlanmasında<br />

asıl emeği geçen Telekom işçileri bu<br />

bilinçle hareket etmelidirler. 44 gün<br />

boyunca patronun, taşeronların, polisin,<br />

medyanın ve sermayenin diğer<br />

kurumlarının her türlü saldırısına,<br />

baskısına ve yer yer şiddetine maruz<br />

kalan Telekom işçileri bundan sonra<br />

gelebilecek saldırılara karşı şimdiden<br />

hazırlıklı olmalıdır.<br />

Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> Gazetesi<br />

<strong>olarak</strong> grev süresince dayanışmada<br />

bulunduğumuz, elimizden geldiği<br />

oranda desteklediğimiz, bildirilerimiz<br />

ve gazetemiz ile bu haklı mücadeleyi<br />

anlatmaya çalıştığımız Telekom<br />

işçilerinin grevinin zaferini kutluyor,<br />

onların sevincine ortak olduğumuzu<br />

belirtiyoruz.<br />

30.11.2007, Ydi <strong>Çağrı</strong> ✓<br />

EK:1


Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:2<br />

KADIKÖY<br />

6 aylık görüşmelerin anlaşmazlıkla<br />

sonuçlanmasıyla Türk Telekom’da<br />

25.600 işçi 16 Ekim’de greve çıktı.<br />

Greve çıkan işçileri işyerlerinde ziyaret<br />

ettik. 20 Ekim’de Kadıköy’de<br />

üç işyerini gezerek işçilere destek<br />

ziyaretlerinde bulunduk.<br />

İlk <strong>olarak</strong> Altunizade’de bulunan<br />

Şebeke Santralini ziyaret ettik.<br />

Burada nöbet tutan iki işçiyle<br />

sohbet ettik. İşçiler ilk önce sendika<br />

sorumlularını arayarak bizim<br />

hakkımızda bilgi verdikten sonra,<br />

bizimle konuşmalarının sakıncasının<br />

olup olmadığını sordular.<br />

Biz, bizim aylık <strong>olarak</strong> yayınlanan<br />

bir işçi gazetesinin muhabirleri<br />

olduğumuzu, grevlerini<br />

desteklediğimizi, grevlerini du-<br />

YENİ İŞÇİ DÜNYASI<br />

Telekom Grevinden izlenimler<br />

Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> Gazetesi <strong>olarak</strong> Telekom grevine başladığı<br />

günden itibaren büyük önem verdik. İstanbul’un değişik semtlerinde,<br />

İzmir’de, Adana’da ve Mersin’de grevdeki işçileri birçok kez ziyaret<br />

ettik, onlarla sorunları üzerine konuştuk ve onlara desteğimizi<br />

bildirdik.<br />

Kendi sendika konfederasyonları ve diğer işçi sendikalarından yeterli<br />

destek alamadıklarını belirten işçiler, bizim ziyaretlerimizi olumlu<br />

karşıladı.<br />

Telekom işçileri hem işçi sınıfına hem de burjuvaziye, işçi sınıfının<br />

yurmak için haberini yapmak istediğimizi<br />

belirterek işçilere bazı<br />

sorular sorduk.<br />

İşçiler genelde fazla bilgilerinin<br />

olmadığını, ancak temel istemlerinin<br />

eşit işe eşit ücret temelinde,<br />

kendileriyle aynı işi yapan memurlara<br />

%38 zam yapılırken, kendilerine<br />

de bu oranda zam yapılması<br />

gerektiğini söylediler.<br />

... (22 Ekim 2007)<br />

GAYRETTEPE<br />

17 Ekim 2007 tarihinde Türk<br />

Telekom Gayrettepe merkez binasına<br />

vardığımızda kalabalıkla karşılaşacağımızı<br />

umuyorduk. Fakat<br />

8-10 kişilik grev gözcüsü binanın 3<br />

kapısına dağılmıştı. Büyük kapının<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Telekom Grevinde Zafer EK:1<br />

Telekom Grevinden izlenimler EK:2<br />

Telekom Grevinde Kadınlar EK:5<br />

SCT Grevi EK:5<br />

BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı EK:6<br />

Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı EK:7<br />

Graniser’de greve doğru… EK:7<br />

“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!” EK:8<br />

“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!” EK:8<br />

üretimde ve toplumsal yaşamdaki önemini hatırlatmış ve hakların ancak<br />

ve ancak kararlı bir mücadele ile elde edilebileceğini göstermiştir.<br />

Telekom grevi aynı zamanda derslerle doludur. İşçi sınıfı yaşanan grevin<br />

olumlu ve olumsuz tecrübelerinden öğrenmek durumundadır.<br />

Aşağıda grev süreci boyunca yaptığımız ziyaretlerin bir bölümünden<br />

edindiğimiz izlenimleri okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.<br />

Mücadele eden kaybedebilir, mücadele etmeyen kaybetmiştir bile!<br />

önünde “Emeğimiz onurumuzdur,<br />

Yaşasın sınıf dayanışması” yazılı<br />

Haber-Sen’in de pankartı vardı.<br />

Greve destek veren Haber-Sen’in<br />

pankartı binanın içinden gelen bir<br />

uyarıyla <strong>indir</strong>ildi.<br />

Greve katılan bir Telekom işçisiyle<br />

sohbet ettik.<br />

Telekom’da 38 bin çalışanın olduğunu,<br />

bunun 13 bininin sözleşmeli<br />

işçiler olduğunu, onların<br />

greve katılmadıklarını ve çalışmaya<br />

devam ettiklerini anlattı.<br />

Bu 13 bin kişinin işleri düzenli<br />

yürütmelerinin mümkün olmadığını<br />

söyledi. Sorunun sadece maaş<br />

zammı olmadığını, Oger şirketinin<br />

çalışanları esnek çalışma yöntemine<br />

zorladığını öğrendik. İşveren<br />

ne zaman isterse işçileri o zaman<br />

işe çağıracak veya çağırmayacak.<br />

Bu şekilde sendikasızlaşmaya zorlandıklarını<br />

anlattı. Yüksek maaş<br />

almadıklarını, 1.150 Ytl maaşla<br />

çalıştıklarını, bu paranın 400-500<br />

YTL’sini kiraya, 400-500 kadarını<br />

da çocukları okutmaya harcadıklarını,<br />

insanca yaşamak için yeterli<br />

maaş alamadıklarını ve bunun için<br />

mücadele edeceklerini anlattı.<br />

Son dönemde medya tarafından<br />

gündeme getirilen kablo<br />

kesme olayını sorduk. Bu<br />

işin kendileriyle ilgisinin<br />

olmadığını anlattı. Bu işin<br />

taşeron firmanın yapmış<br />

olabileceğini dile getirdi.<br />

Kendi haklı mücadelelerini<br />

engellemek ya da ertelemek<br />

niyetiyle bu sabotajın yapılmış<br />

olabileceğini, kendi<br />

oturdukları dalı kesecek<br />

kadar çaylak olmadıklarını<br />

belirtti.<br />

İşçiler ayrıca boyalı basınla<br />

ilgili şikayetlerini de<br />

dile getirdiler. Gazetelerin<br />

hepsinin patronların yanında<br />

yer aldıklarını söylediler.<br />

Gazete patronlarının<br />

25 bin işçiyi dikkate almamaları<br />

onları şaşırtmış.<br />

“Bizim günlük 25 bin gazete<br />

tüketeceğimizi nasıl hesaplamazlar”<br />

diyorlar.<br />

İşçiler bu işin fazla uzamayacağını<br />

düşündüklerini<br />

eklediler.<br />

... (17 Ekim 2007)<br />

Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong><br />

İSTANBUL ANADOLU<br />

Türk Telekom grevini <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong><br />

Anadolu yakası okurları <strong>olarak</strong>,<br />

ikinci gününde Yakacık’ta, üçüncü<br />

gününde de Küçükyalı’da ziyaret<br />

ettik.<br />

Özellikle Küçükyalı’nın kalabalık<br />

olacağını düşünüyorduk, fakat<br />

grev yerine vardığımızda sadece<br />

dört grev gözcüsü vardı. Biz gittiğimizde<br />

TEZ KOOP İş’ten örgütleme<br />

uzmanları da geldiler. İşçilere<br />

kendimizi tanıttık. İşçilere <strong>YDİ</strong><br />

<strong>Çağrı</strong>’dan geldiğimizi söyledik,<br />

dergimizi ve işçi ekini verdik.<br />

Grevdeki işçilerle talepleri üzerine<br />

sohbet ettik.Türk Telekom<br />

işçilerinin ana talebinin aynı statüde,<br />

aynı kıdem yılında olup birlikte<br />

çalıştıkları sendikasız işçilerden<br />

daha az ücret almaları.<br />

Sendikasız işçilere daha fazla<br />

ücret ödeyen patronun esas derdinin<br />

sendikasızlaştırmak olduğunu<br />

söylediler.<br />

Grevdeki işçileri rahatsız eden<br />

diğer bir konu ise, kendi ücretlerinin<br />

başkaları ile kıyaslanması<br />

ve kamuoyunda ücretlerinin<br />

fazla olduğu imajının yayılması.<br />

Kamuoyu desteğini kesmek için<br />

burjuva medyanın yoğun bir kampanya<br />

yürüttüğünü söylediler.<br />

“Eğer bizim ücretlerimizi kıyaslayacaklarsa,<br />

aynı işi yaptığımız<br />

sendikasız işçilerle kıyaslasınlar”<br />

diyor işçiler. Bir işçi bizim derdimiz<br />

sendikasız arkadaşların fazla<br />

ücret alması ya da ücretlerinin<br />

düşürülmesi değildir, onlar bizim<br />

kardeşlerimiz bizim derdimiz sendikasız<br />

işçileri kullanarak sendikasızlaştıran<br />

patronlardır.<br />

Telekom kapısında ödeme yapmaya<br />

gelen insanları kapıda duran<br />

biri başka bir yere yönlendiriyordu.<br />

Kim olduğunu sorduğumuzda<br />

müdür olduğunu, grev kırıcı olduğunu<br />

söylediler.<br />

Daha sonra müdür olduğunu<br />

öğrendiğimiz başka birisi ise bize


“kapının önünde durmayın, burayı<br />

kapatıyorsunuz” diye müdahale<br />

etti. Bizler de grevdeki arkadaşlarımızı<br />

ziyarete geldiğimizi, buranın<br />

grev yeri olduğunu söyledik.<br />

Bunun üzerine kısa bir tartışma<br />

oldu. Ve polis çağırdılar. Grev gözcüleri<br />

ise durumu sendikaya bildirdiler.<br />

Polis geldi bize müdahale<br />

etti, “karşıda durun, burada duramazsınız”<br />

dedi. Biz buranın grev<br />

yeri olduğunu, bizi uzaklaştırmaya<br />

hakları olmadığını söyledik ve yine<br />

kısa bir tartışma oldu.<br />

Fatura ödemeye gelen insanlara<br />

neden grev yapıldığını, eğer greve<br />

destek verirlerse bu sorunun daha<br />

çabuk çözüleceğini ve işlerinin de<br />

yürüyeceğini anlattık.<br />

Grevdeki işçilere desteğimizin<br />

süreceğini, haklı mücadelelerinde<br />

yanlarında olduğumuzu söyleyerek<br />

ayrıldık.<br />

Direnen işçiler kazanacak!<br />

... (27 Ekim 2007)<br />

ADANA<br />

Grevde bulunan işçileri Adana İl<br />

Telekom Müdürlüğü binasında ziyaret<br />

ettik. Burada işçi arkadaşlar<br />

ile grevin seyri, patronun saldırıları,<br />

grevi kırma çabaları, medyanın<br />

hangi tarafta yer aldığı konusunda<br />

sohbet ettik. İşçiler özellikle<br />

medyanın saldırılarından dolayı<br />

oldukça öfkeliler. Elbette bunun<br />

nedeninin Türk Telekom patronu<br />

ile reklam ve çıkar ilişkilerinden<br />

kaynaklandığının farkındalar.<br />

Telekom işçileri Adana’da bulunan<br />

yerel bir televizyon kanalı ve<br />

emekten yana gazeteler dışında<br />

medya tarafından desteklenmediklerini,<br />

buna rağmen 26000 kişinin<br />

direndiğini ve kazanacaklarını<br />

belirttiler.<br />

Savaş ihtimali grevi gölgede<br />

bıraktı…<br />

Grev sürerken yaşanan gelişmeler<br />

grevin gölgede kalmasına neden<br />

oluyor. Son günlerdeki çatışmalar,<br />

Kuzey Irak’a operasyon ihtimali<br />

grevin gündemden düşmesine neden<br />

oldu. Bu durum bile savaşın<br />

işçi ve emekçilerin geleceğine nasıl<br />

zarar verdiğinin henüz küçük bir<br />

göstergesidir.<br />

Eğer TSK Kuzey Irak’a girecek<br />

olursa, bundan en fazla zarar görecek<br />

olanlar işçi ve emekçilerdir.<br />

Savaş öncelikle emekçileri, yaşamak<br />

için çalışmak zorunda olanları<br />

vuracaktır. Bu nedenle hem şu<br />

anda grevde bulunan Telekom işçileri<br />

hem de bir bütün <strong>olarak</strong> işçi<br />

sınıfı savaşa, operasyonlara karşı<br />

sesini yükseltmeli, karşı koymalıdır.<br />

Çünkü savaş ancak işçi sınıfının<br />

mücadelesi ile engellenebilir.<br />

Bizler işçi ve emekçilerin çıkarlarının<br />

savaşta değil, sermayeye<br />

karşı mücadelelerinde yattığını<br />

biliyoruz. Bu bilinçle Yeni Dünya<br />

İçin <strong>Çağrı</strong> gazetesi <strong>olarak</strong> işçilerin<br />

bu haklı ve onurlu grevini<br />

destekliyoruz.<br />

Yaşasın eşit işe eşit ücret<br />

mücadelesi!<br />

Zafer direnen grevci işçilerin<br />

olacak!<br />

... (23 Ekim 2007)<br />

İZMİR<br />

31 Ekim günü, grevin 16. gününde<br />

grevci işçileri ziyaret ettik.<br />

Ö n c e K o n a k Te l e k o m<br />

Müdürlüğü’ne gittik. Burada bina<br />

girişine “Bu işyerinde grev var”<br />

pankartı asılmıştı. Grev önlükleri<br />

ile bekleyen 4 işçi ile kendimizi<br />

tanıtarak sohbet ettik. İşçiler önce<br />

sendika temsilcisi ile konuşmamızı<br />

salık verdiler. Temsilci ile sohbet<br />

ederken, gelen başka bir sendika<br />

yöneticisi de sohbete dahil oldu.<br />

Sohbet sırasında işçiler de araya<br />

girerek düşüncelerini ifade ettiler.<br />

İşçiler; maaş için grev yaptıklarının<br />

düşünüldüğünü, bunun<br />

doğru olmadığını, Telekom’da<br />

işgüvencesinin olmadığını, işgüvencesi<br />

istediklerini, bunun için<br />

direndiklerini, Telekom’da ücret<br />

farklılıklarının olduğunu, aynı işi<br />

yapan işçilere farklı ücretler ödendiğini,<br />

eşit işe eşit ücret istediklerini<br />

anlattılar. Telekom’da kapsam<br />

içi, kapsam dışı ayrımlarının olduğunu,<br />

sözleşmeli çalışan 12 bin<br />

civarında memurun kendilerinden<br />

daha fazla ücret aldığını, Oger şirketinin<br />

esas amacının Telekom’da<br />

sendikayı ortadan kaldırmak olduğunu<br />

söylediler.<br />

B u r a d a n C u m h u r i y e t<br />

Meydanı’nda bulunan Telekom İl<br />

Müdürlüğü’ne gittik. İl Müdürlüğü<br />

girişinde iki grevci kadın işçi bekliyordu.<br />

Kendimizi tanıtarak kadın<br />

işçilerle sohbet ettik. Kadın işçiler;<br />

Telekom’da kadrolu işçilerle<br />

sözleşmeli işçiler arasında 400-500<br />

civarında ücret farkının olduğunu,<br />

aynı işi yapanlara değişik ücret<br />

ödendiğini, eşit işe eşit ücret talep<br />

ettiklerini söylediler. Kadın işçiler,<br />

medyanın grevlerine duyarsız kalmasından<br />

rahatsızlar. Basının grev<br />

yokmuş gibi davrandığını söylediler.<br />

Oysa Türkiye genelinde 2<br />

milyon civarında arıza olduğunu,<br />

bundan bahsedilmediğini anlattı-<br />

lar. Telekom patronun 350 milyon<br />

dolar para ayırdığını, grevden kim<br />

behsetmezse, medya kuruluşlarının<br />

bu paradan pay alacağını söylediler.<br />

Emekli Sandığı’na bağlı <strong>olarak</strong><br />

çalışan işçilerin ilk defa greve<br />

çıktıklarını, sağlık hizmetlerinden<br />

yararlanamadıklarını, işyerinden<br />

sevk alamadıklarını, bu alanda<br />

yasal boşluk olduğunu, işverenin<br />

bu yasal boşluktan yararlandığını<br />

açıkladılar. Oger Şirketi’nin<br />

Telekom’da sendika istemediğini,<br />

sendikal örgütlülüğü yok etmek<br />

istediğini vurguladılar.<br />

Kadın işçilerle sohbet ederken,<br />

Haber İş Şube yönetiminden geldiğimizi<br />

haber alan bir yönetici de<br />

geldi. Gelen yönetici kadın işçilerin<br />

anlattıklarını tekrar anlattı.<br />

Telekom grevi, savaş tamtamlarının<br />

çaldığı, şovenizmin tavan<br />

yaptığı bir döneme denk geldi. Bu<br />

dönemde grev arka plana kaymış<br />

olsa da, mücadelenin haklılığı,<br />

grevin haklı olduğu gerçeği gün<br />

gibi ortadadır.<br />

Zafer direnin işçilerin olacak!<br />

... (31 Ekim 2007)<br />

KARTAL<br />

Grevin 25. gününde Kartal’daki işçileri<br />

ziyaret ettik. Dergimizi işçilere<br />

verdikten sonra sohbet ettik.<br />

İşçiler TÜRK İŞ’in o gün yaptığı<br />

açıklamadan hayli umutlu olduklarını,<br />

bir hafta sonra grevin<br />

bitebileceğini söylediler. (TÜRK<br />

İŞ şöyle bir açıklama yapmıştı:<br />

Eğer bir hafta içinde patron anlaşma<br />

için masaya oturmazsa 33<br />

sendika ve 650 şubeyle eylemlere<br />

başlayacaktı.)<br />

Ancak grev bitse bile kendilerini<br />

farklı sorunların beklediğini, örneğin<br />

iş barışının bozulduğunu,<br />

sürgünlerin başlayacağını, bunlar<br />

gibi daha bir çok sorunun kendilerini<br />

beklediğini anlattı işçiler.<br />

İşçiler Oger patronunun başından<br />

beri her türlü sahtekarlığı yaptığını,<br />

Telekom’u aldığında hiç işçi<br />

çıkarmayacağını söylediğini fakat<br />

emekliliği gelmiş 8 bin işçiyi zorla<br />

emekliye ayırdığını, yerine bir tek<br />

işçi almadığını belirttiler. İşçiler<br />

ayrıca şunları söylediler: “Patron<br />

yapmış olduğu anlaşmaya göre 48<br />

bin yeni işçiye iş imkanı sağlayacaktı<br />

ama hiçbir sözünü yerine<br />

getirmediği gibi bugün de grevimizi<br />

karalamak için patron yanlısı<br />

medya ile birlikte elinden gelen her<br />

türlü sahtekarlığı yapıyor. Ama<br />

nafile, boşuna uğraşıyor.”<br />

Daha sonra haklı mücadelele-<br />

rinde hep yanlarında olduğumuzu<br />

belirterek işçilerden ayrıldık.<br />

İşçiler gösterdiğimiz duyarlılıktan<br />

dolayı bize teşekkür ettiler.<br />

KÜÇÜKYALI<br />

Grevin 30. gününde Telekom<br />

Küçükyalı şubesindeki yerinde<br />

ikinci ziyaretimizi gerçekleştirdik.<br />

Burasını daha önce ikinci<br />

gününde ziyaret etmiştik, işçiler<br />

bizi tanıdılar. Biz kendimizi tanıtmadan<br />

bizi tanıyan işçi arkadaşlar<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>’dan daha önce de bizi<br />

ziyarete geldiler diyerek sıcak bir<br />

karşılamada bulundular.<br />

Biz dergimizi verdikten sonra<br />

sohbete başladık. Aramızdaki<br />

sohbet sıcak geçti. İşçiler grevin<br />

şanssız bir döneme denk geldiğini,<br />

savaş çığlıklarıyla ortamın toz duman<br />

olduğunu ama kendilerinin<br />

yürüttüğü haklı ve onurlu mücadelelerini<br />

sürdürmede kararlı<br />

olduklarını belirttiler. İşçiler, desteğin<br />

yetersiz olduğunu, özellikle<br />

gerek Türk İş gerekse diğer sendikalardan<br />

bekledikleri desteği alamadıklarını<br />

belirttiler.<br />

Ayrıca, grevden söz edilirken,<br />

bunun sadece ücretlerinin arttırılmasına<br />

dayandırılmasını yanlış<br />

bulduklarını, tek dertlerinin<br />

ücret artışı olmadığını, en önemlisinin<br />

sendikasızlaştırma saldırısıyla<br />

karşı karşıya olduklarını,<br />

Telekom’un sendikasızlaştırılmasının<br />

tüm işçi sınıfına vurulacak<br />

büyük bir darbe olduğunu ifade<br />

ettiler. Bunun için bu grevin önemini<br />

çok iyi kavramak ve tüm işçilerin<br />

dayanışmasını sağlamak<br />

gerektiğine vurgu yaparak işçi sınıfını<br />

ve duyarlı herkesi dayanışmaya<br />

çağırıyorlar.<br />

Biz de elimizdeki imkanlarla<br />

Telekom grevini desteklemeye<br />

devam edeceğimizi belirterek<br />

ayrıldık.<br />

Yaşasın işçi sınıfının dayanışması!<br />

Haydi Telekom greviyle dayanışmaya!<br />

Kurtuluş yok tek başına, ya hep<br />

beraber ya hiç birimiz!<br />

İSTANBUL ANADOLU<br />

Stratejik bir üretim dalı olan iletişim<br />

sektöründe önemli bir yere<br />

sahip Türk Telekom’daki grevin<br />

36. günü Anadolu Yakası’nda dayanışma<br />

için çıkardığımız bildiriden<br />

dağıtıp grev yerlerini ziyaret<br />

ettik. Grevcilere bildirimizden ve<br />

gazetemizden verdik.<br />

Grevin 36. gününde Kadıköy –<br />

İskele Meydanı’nda grevle ilgili çıkardığımız<br />

bildiri dağıtımı yapıldı.<br />

Önce bu dağıtım sırasında gözlemlediğimiz<br />

bazı şeyleri okuyucularımızla<br />

paylaşmak istiyoruz:<br />

Bildiri vermeye çalıştığımız her<br />

yüz kişiden ancak yarısı – o da<br />

bildirinin ne ile ilgili olduğunu<br />

belirtmemize rağmen –bildiri-<br />

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:3


Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:4<br />

leri alıyordu. Bu almayanların bir<br />

kısmı işçilerin haksız olduğunu<br />

düşünüyor buna bir tepki <strong>olarak</strong><br />

almadığı anlaşılıyordu. Hatta bunların<br />

bir kısmı bu tepkilerini medyada<br />

çıkan iftiraları dillendirerek<br />

belirtiyorlardı. Bu “tepkiciler”<br />

kadar -belki de daha fazla- insan<br />

da olumlu tepki gösteriyor, hatta<br />

Telekom işçileriyle nasıl dayanışma<br />

göstereceklerini bizden öğrenmeye<br />

çalışıyorlardı.<br />

O gün Küçükyalı Telekom<br />

Müdürlüğü’ndeki grevcileri ziyaret<br />

etmek için Küçükyalı’ya gittik.<br />

Grev yerine yakın yerde esnafa<br />

ve parklarda oturanlara bildiri<br />

verdik. Oradan grev yerine vardığımızda<br />

daha önce bizi tanıyan<br />

ve tanımayan oradaki grevci<br />

i şçi ler i n mücadeleci işçi<br />

sıcaklığı ve<br />

içtenliği ile<br />

karşıl<br />

a n d ı k .<br />

İşçilerin<br />

verdikleri bilgilere<br />

göre bu müdürlükte<br />

5 ile 26 yıl arasında çalışan<br />

226 işçiden -hepsi grevde – 24’<br />

ü kadın işçi. Kadınlar grev nöbetlerini<br />

gündüz tuttuklarını belirttiler.<br />

Kadın işçi <strong>olarak</strong> her zaman<br />

yaşanan zorlukların yanında grevci<br />

işçi kadın <strong>olarak</strong> da bazı zorluklar<br />

olduğunu fakat ailelerin, arkadaşların<br />

ve sendikalarının destekleri<br />

sayesinde birçok şeyin üstesinden<br />

rahatlıkla geldiklerini belirttiler.<br />

Çalışırken bir merhaba dışında<br />

işçi arkadaşları arasında bir samimiyetin<br />

olmadığını, grevde birbirlerini<br />

daha iyi tanıdıklarını, grevin<br />

önemli kazanımlarından olan bu<br />

birliği ve dostluğu içerde de devam<br />

ettireceklerini söylediler. İşçiler<br />

ayrıca grevin genel taleplerinden<br />

bahsettiklerinde aynı işe aynı ücretin<br />

verilmediğine şu ilginç örneği<br />

verdiler: “Aynı meslek ve aynı<br />

kıdeme sahip aynı işi yapan iki<br />

işçiden sendikasız işçi aylık 1.600<br />

YTL ücret alırken sendikalı ancak<br />

950 YTL ücret alabiliyor”. Bu<br />

işyerinde sendikayı tasfiye etmeye<br />

yönelik bir saldırı olduğunun açık<br />

kanıtı olduğunu belirttiler.<br />

Kartal sahilinde Cafe’lere bildiri<br />

dağıtımından sonra Kartal<br />

Telekom Santralı’nda işçileri ziyaret<br />

ettik. İşçilerin verdiği bilgiye<br />

göre burada çalışan işçiler 15-20<br />

yıldır –çoğu 20 yılın üzerinde- çalışan<br />

işçiler. Özelleştirilmeden bu<br />

yana bu işyerinde 15 işçi (Türkiye<br />

çapında 8 bin kişi) zorunlu emekliye<br />

ayrılmış. İşçilerin deyimiyle<br />

“zorla işten atılmış” bu işçilerin<br />

yerine işçi alınmadığı gibi iş sahası<br />

ve işler daha da büyütülmüş.<br />

Fakat işçi alınmamış ve o işler de<br />

sendikalı işçilere yaptırılıyormuş.<br />

Sendika üyesi olmayan işçilere<br />

%40 ücret zammı ve yılda bir aylık<br />

ücret tutarında 4 ikramiye verildiğini<br />

söyleyen işçiler Telekom’un<br />

özelleştirilmesi sırasında uluslar<br />

arası piyasalarda tekellerin rağbet<br />

edeceği bir şirket olmasının kendilerinin<br />

zor koşullarda düşük ücretle<br />

özverili çalışmaları sayesinde<br />

olduğunu belirttiler. Bir işçi bugün<br />

yaptığı işe özel şirketler 6 bin YTL<br />

öderken Oger’in kendilerine 2 bin<br />

YTL’yi vermek istemediğini belirterek<br />

patronların ne kadar amansız<br />

sömürücüler olduğunu söyledi.<br />

BEYOĞLU<br />

Beyoğlu Telekom Müdürlüğü işyerinde<br />

çalışan sendikalı 277 işçinin<br />

(17’si kadın) sürdürdüğü grevi,<br />

Okmeydanı – Perpa Telekom<br />

Santralı’nda grev yürüten 40 (6’sı<br />

kadın) işçinin grevini, Karaköy,<br />

Zeytinburnu, Hasköy, Kadıköy,<br />

Gebze ve bir çok grev yerini ziyaret<br />

ettik. Ziyaret ettiğimiz<br />

her işyerinde Grev Gözcüleriyle<br />

birlikte o an orada bulunan 7-8<br />

grevci işçinin katıldığı sıcak sohbetler<br />

yapıyoruz. Tüm işçiler holding<br />

medyasından şikayetçi. Fakat<br />

bütün grev yerlerinde spor, at yarışları<br />

v.b. şeyler için alındığı belli<br />

olan bu gazetelerden en az 3-4 tane<br />

bulabiliyorsun.<br />

İşçiler bu grevle parça parça satılan<br />

ülkeye yok edilmek istenen<br />

sendikal haklarına sahip çıktıklarını<br />

ve eşit işe eşit ücret iste-<br />

diklerini kazanana kadar grevi<br />

sürdüreceklerini her fırsatta dile<br />

getiriyorlar. İşçiler, grevdeki günler<br />

artıkça patronların saldırıların<br />

da artarak devam ettiğini ve aynı<br />

şekilde kendileriyle dayanışmanın<br />

da arttığını belirtiyorlar. Kasımın<br />

15’inde sendikaları tarafından her<br />

grevciye aylık <strong>olarak</strong> biner YTL<br />

ödendiğini söylediler.<br />

Son günlerde yaptığımız ziyaretlerde<br />

işçiler geçen hafta başlayan<br />

ve iki gün süren TİS görüşmelerinde<br />

bir sonuç alınamadığını bu<br />

ayın son Perşembe günü yine görüşüleceğini<br />

belirttiler. 113 maddelik<br />

TİS’sinin 85 maddesinde anlaşma<br />

sağlanmış olduğunu fakat<br />

greve çıkılmasına neden olan 23<br />

esas 5 geçici maddede hiçbir ilerleme<br />

sağlanmadığını tersine grev<br />

öncesinde ücret zammında %12<br />

veren patron bu oranı şimdi %9,5’e<br />

düşürdüğü gibi esnek çalıştırmada<br />

vazgeçmediğini söylediler .<br />

MERSİN<br />

Grevin 14. gününde Merkez postahanesinde<br />

ziyaret ettiğimiz işçiler<br />

ile grev ve ülke sorunları üzerine<br />

sohbet ettik. Greve patronun uzlaşmaz<br />

tutumu sonucu çıktıklarını<br />

belirten işçiler haklarını alana<br />

kadar grevde kararlı olduklarını<br />

belirttiler. İşçiler yer yer grev kırıcılarının<br />

olduğunu bunları tespit<br />

ettiklerinde hemen yasal yollarla<br />

engellediklerini belirttiler.<br />

Ulusal medya’nın grevlerine yer<br />

vermediğini belirten işçiler, tersine<br />

bu medya grevin kırılması için<br />

çalışmaktadır diyerek tepkilerini<br />

dile getirdiler. Biz işçilere ulusal<br />

medyanın dün olduğu gibi bugün<br />

de patronların yanında olduğunu,<br />

devrimci basının işçilerin haklı<br />

taleplerinin her zaman yanında<br />

olduğunu belirttik. İşçilerin haklarını<br />

alabilmeleri için kararlı bir<br />

biçimde mücadele etmeli, diğer<br />

işkollarındaki işçilerin de desteğinin<br />

alınmasının önemli olduğunu<br />

söylediğimizde işçiler, bu desteğin<br />

yeterli olduğunun söylenemeyeceğini<br />

belirttiler.<br />

GAYRETTEPE<br />

Tüm ülke çapında 25 600 Türk<br />

Telekom işçisi; ilk gün gibi büyük<br />

bir kararlılıkla grevini 1,5 aydır<br />

sürdürüyor. Holding medyasının<br />

grevin başlangıcından bu güne kadar<br />

işçilere yaptığı bir dizi iftira,<br />

yalan haber ve yorumlarla grevci<br />

işçiler karalandı. Patronların ve<br />

devletinin grev hakkında bu kadar<br />

karalama saldırılarına karşı bir<br />

ay boyunca Haber – İş Sendikası<br />

gereken yanıtı vermede yetersiz<br />

kaldı. Kamuoyunu işçilere karşı<br />

bu kışkırtmalarla yönlendirmeye<br />

çalışan patron ve devletin<br />

“Görevlileri” nin (grev kırıcıları)<br />

teşhir edilmesi ve işçilerin haklı<br />

mücadelelerinde tüm işçi, emekçileri<br />

ve sınıfın dostlarını destek vermeye<br />

çağırmak amacıyla 15 Kasım<br />

2007’de bir bildiri çıkardık.<br />

Ü l kenin birçok i l i nde ve<br />

İstanbul’un değişik semtlerinde<br />

binlercesini dağıttığımız bu bildiri<br />

Telekom işçileri tarafından büyük<br />

bir beğeni ile karşılandı. Hatta<br />

birçok işçi “halkın kendileri hakkında<br />

bir dizi yalan yanlış önyargılara<br />

sahip olduğunu buna karşı<br />

bildirimizin bunlara yanıt olduğunu<br />

belirtip semtlerinde gittikleri<br />

kahvelerde dağıtmak üzere bildiri<br />

istediler. Egemenlerin kamuoyunu<br />

nasıl işçiler aleyhine yönlendirdiklerinin<br />

de kanıtı sayılan bu duruma<br />

semtlerde bildirileri dağıtırken “Ne<br />

destekleyeceğim, Grevciler haksız!”<br />

şeklinde tavır gösterenlerin<br />

azımsanmayacak sayıda olduğuna<br />

da bizzat tanık olduk.<br />

Greve başlandığından bugüne<br />

kadar onlarca yerde taşeron patronu<br />

tarafından devletin polis<br />

veya jandarması desteğinde grev<br />

kırıcılığı yapılmış buna karşı çıkan<br />

grev gözcülerine saldırılmış ve gözaltına<br />

alınmışlardır. Diyarbakır,<br />

İstanbul’un Gazi Osmanpaşa,<br />

Ümraniye, Gazi Mahallesi v.b.<br />

yerlerde yaşanan bu saldırılar işçinin<br />

yasalardaki “Grevli Toplu<br />

Sözleşmeli Sendika hakkının” laftan<br />

öteye gitmediğinin ve pratikte<br />

bir değerinin olmadığının en açık<br />

göstergesidir. GOP ve Gazi’de polisin<br />

gözü önünde balta sapları bıçak<br />

ve silahlarla grevcilere saldıran taşeronun<br />

çetelerine bir şey demeyen<br />

polis grevcilere saldırararak onları<br />

gözaltına alarak devletinin sınıfsal<br />

görevlerini yerine getiriyor.<br />

İstanbul’un hem Avrupa hem<br />

de Anadolu yakasındaki Telekom<br />

Müdürlükleri ve santrallarında<br />

grev yerlerine – bazı yerlere birkaç<br />

defa- ziyaretlerde bulunduk. Tüm<br />

ziyaretlerimizde çıkardığımız bildirileri<br />

grevcilere ve o an ziyaretçi<br />

<strong>olarak</strong> orada bulunanlara verdik.<br />

Gazetemizin son sayısından grev<br />

yerine bıraktık. İşçilerle oturup<br />

gelişmeler hakkında sohbetler ettik.<br />

...<br />

Bu r a d a s end i k a Şu b e ler i<br />

Platformu adına yapılan konuşmalarda<br />

bu haklı grevin tüm işçi<br />

sınıfının grevi olduğu, Telekom<br />

grevinin başarısı tüm işçi sınıfının<br />

başarısı olacağına vurgu yapıldı.<br />

İşçilere grevi anlatmaya maddi<br />

manevi <strong>olarak</strong> desteklenmesi için<br />

çabaladıklarını, işyerlerinde bir<br />

haftadır sürdürdükleri “GREVCİ<br />

İŞÇİ KARDEŞİNLE 5 YTL’Nİ<br />

PAYLAŞ KAMPANYASI” sonucu<br />

topladıkları yardımları teslim<br />

etmek için geldiklerini belirtti.<br />

Konfederasyonlara seslenen konuşmacı<br />

patrona iki kez süre tanıyan<br />

Türk – İş Başkanlar Kurulunun,<br />

olumlu yanıt gelmezse 33 sendika<br />

650 şube ile eylemleri yaygınlaştıracağını<br />

açıklamasını hatırlatarak<br />

bir an önce eylem planını açıklamasını<br />

istedi.<br />

Bu ziyaret esnasında bizlerde<br />

500 bildiri dağıttık. Grevci işçiler<br />

bildirimizi büyük bir sevinç içinde<br />

karşıladılar. Okuyan bazı grevci iş-


çiler gelip bizleri tebrik ettiler.<br />

ADANA<br />

Tarafların anlaşma için bir araya<br />

gelmelerine ve açıkçası grevi bitirme<br />

niyetleri 22 Kasım’da yapılan<br />

görüşmede boşa çıktı. Ancak<br />

T.Haber-İş Sendikası internet sitesinden<br />

26 Kasım’da görüşmelerin<br />

tekrar başladığını ve 28 veya<br />

29 Kasım’da sonuçlanacağını<br />

duyurdu.<br />

Telekom patronunun saldırıları<br />

özellikle 22 Kasım görüşmesinden<br />

sonra iyice arttı. Birçok bölgede<br />

taşeron firma işçileri polis gözetiminde<br />

arızaları gidermeye çalıştılar.<br />

Buna müdahale etmek isteyen<br />

ve yasal hakları olan işçiler engellendi,<br />

gözaltına alındı. Hükümetin,<br />

diğer sermaye partilerinin ve medyanın<br />

sus pus olmasına rağmen,<br />

polis grevin yasadışı bir şekilde<br />

kırılmasına, Telekom işçilerinin<br />

taşeronlar tarafından saldırıya uğramasına<br />

ses çıkarmıyor.<br />

Bunlar karşısında sendikalarıyla<br />

birlikte işçi sınıfı da yeterli desteği,<br />

eylemi göstermiyor. Göstermelik<br />

ve temsili düzeydeki destek açıklamaları,<br />

ziyaretler sonuç alma<br />

adına pek bir işe yaramıyor. Oysa<br />

büyüklüğü ve örgütlülüğü ile övünen<br />

Türk-İş ve bağlı sendikalar<br />

iş yavaşlatma, iş bırakma ve sokaklara<br />

dökülme dahil birçok eylem<br />

yapabilir. Türk-İş Başkanlar<br />

Kurulu 8 Kasım’da “grevin bir<br />

hafta içerisinde sonuçlanmaması<br />

halinde 33 sendika ve 650 şube ile<br />

grev eylemlerini tüm Türkiye’ye<br />

yayma” kararı almıştı. Ancak bir<br />

hafta sonra ne bir eylem gördük ne<br />

de 33 sendika ile 650 şube… Bu<br />

destek Telekom işçilerinden esirgendi.<br />

…<br />

Ziyaret ettiğimiz Telekom işçileri<br />

de grevin bir an önce kazanımla<br />

bitmesini ve çalışmaya başlamayı<br />

istiyorlar. Görüşmelerin çok yakında<br />

sonuç vereceğini, TİS’nde<br />

bulunan birçok maddede anlaşma<br />

sağlandığını ancak kapsam konusunda<br />

uyuşmazlığın sürdüğünü<br />

belirttiler.<br />

İşçiler ile medyanın tavrı üzerine<br />

konuştuğumuzda işçiler medyaya<br />

öfkeli olduklarını ve birçok gerçeğin<br />

çarpıtıldığını belirttiler. İşçiler,<br />

özelleştirilmesi ile özel sektör haline<br />

gelen Telekom’da kendi ifadeleri<br />

ile “2. tip kiralık devlet memuru”<br />

çalıştırıldığını, bazılarının<br />

yaklaşık 2,500 YTL ücret aldığını<br />

söylediler. Oysa medya tüm işçile-<br />

rin 2,500 YTL ücret aldıkları yönünde<br />

çarpıtma bilgiler verdiğini,<br />

bunun için bordrolarını gösterebileceklerini<br />

açıkladılar. Ayrıca sendikadan<br />

vazgeçmeyeceklerini, bu<br />

uğurda grevi uzun süre yürütmeye<br />

kararlı olduklarını ifade ettiler.<br />

İşçiler Telekom müdürleri tarafından<br />

evlerine “gelip çalışmaları”<br />

için mektup gönderildiğini, daha<br />

önceleri birbirleri ile ücretsiz görüştükleri<br />

telefonların normal tarifeye<br />

geçirildiğini, sağlık kurumlarından<br />

ilaç almalarının engellendiğini<br />

söylediler. Bazı işçiler takip<br />

edildiklerini ifade ettiler.<br />

Grevde bulunan işçiler ile sınırötesi<br />

operasyonun olması halinde<br />

grevin seyrini sorduk. Onlar grevin<br />

devam edeceğini ancak “vatan<br />

için gerekirse bölgedeki arkadaşlarının”<br />

çalışabileceğini söylediler.<br />

Operasyon halinde ise grevin hükümet<br />

tarafından yasaklanamayacağını<br />

düşünen Telekom işçileri<br />

grevin operasyon tartışmalarının<br />

gölgesinde kaldığını, medyanın<br />

desteği ile halka durumun yanlış<br />

anlatıldığını belirttiler.<br />

Ydi <strong>Çağrı</strong> okurları <strong>olarak</strong> bizler<br />

de, Telekom işçilerinin bu haklı<br />

grevini desteklemek için şehir<br />

merkezinde bildiriler dağıttığımızı<br />

söyledik ve bildirilerimizin bir kısmını<br />

grev yerlerine bıraktık. ...<br />

Ad a na’ d a k i DİSK, K E SK,<br />

TMMOB ve ATO temsilcileri grevin<br />

44. gününde (28 Kasım 2007)<br />

Telekom işçilerine destek ziyaretinde<br />

bulundu. Ziyarette DİSK<br />

Adana Bölge Temsilcisi Kemal<br />

Aslan ve ATO Başkanı Osman<br />

Küçükosmanoğlu birer konuşma<br />

yaparak Telekom grevini desteklediklerini,<br />

farklı sendikalarda<br />

örgütlü olsalar da işçi ve emekçilerin<br />

çıkarının ortak olduğunu,<br />

Telekom işçilerinin kendilerini<br />

yalnız hissetmemeleri gerektiğini<br />

söylediler.<br />

Haber-İş Adana Şube Başkanı<br />

İbrahim Kaya ve Türk-İş 4. Bölge<br />

Temsilcisi Hüseyin Kaya Elbek’te<br />

kendilerini yalnız bırakmayan,<br />

destekleyen sendika ve oda temsilcilerine<br />

teşekkür ettiler.<br />

Ziyarete Eğitim-Sen, Dev-<br />

Sağlık-İş, BES, SES, Genel-İş, Tek-<br />

Gıda-İş sendikalarının temsilci<br />

ve işçileri ile emekten yana siyasi<br />

partiler ve devrimci kurumlar ve<br />

Çukurova Üniversitesi öğrencileri<br />

katıldılar.<br />

Adana İl Telekom Müdürlüğü<br />

önünde saat 13:00’da gerçekleşen<br />

ziyarette sık sık “Yaşasın sınıf dayanışması”,<br />

“İşçilerin birliği sermayeyi<br />

yenecek”, “AKP’nin imamı, sen<br />

de oldun emek düşmanı”, “Direne<br />

direne kazanacağız”, “Zafer direnen<br />

emekçinin olacak”, “İş ekmek<br />

yoksa barışta yok”, “Grev yerimiz<br />

bizim evimiz” sloganları atıldı ve<br />

dövizler taşındı.<br />

Yaklaşık 150 kişinin bulunduğu<br />

ziyaret atılan sloganlar ile son<br />

buldu. ✓<br />

Telekom Grevinde Kadınlar<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru kadınlar <strong>olarak</strong><br />

Türk Telekom Adana İl<br />

Müdürlüğünde çalışan ve şu an<br />

grevde olan kadın işçileri ziyaret<br />

ettik. Dört saatte bir değişen grev<br />

nöbet sırası kadınlardaydı.<br />

Kadınlar ile sendika yönetimlerinde<br />

kadın işçilerinin azlığı<br />

üzerine konuştuk. Telekom işçisi<br />

kadınlar daha önce sendika yönetimlerinde<br />

kadınların şimdikinden<br />

daha fazla olduğunu söylediler.<br />

Fakat bu sayının şimdi azaldığını<br />

ve bunun nedeni <strong>olarak</strong> kadınların<br />

evde çok daha fazla sorumluluk<br />

almasını, ev işlerinin, çocuk bakımının<br />

vb. sorunların buna engel<br />

olmasını gerekçe gösterdiler.<br />

İşçiler, burjuva medyanın grevi<br />

gündeme almadığını; fakat işçiden<br />

emekçiden yana olan gazete ve<br />

dergilerin grev haberlerine yer verdiğini<br />

ve grevdeki işçileri desteklediklerini<br />

belirttiler. İşçiler, tirajı<br />

SCT Grevi...<br />

SCT grevinin 616. gününde<br />

Birleşik Metal-İş Anadolu şube<br />

sekreterliğine yeni seçilen Rasim<br />

Gündal ile yapılan Genel Kurul ve<br />

SCT grevi ve diğer işyerlerindeki<br />

gelişmeler üzerine konuştuk.<br />

Rasim Gündal bize özetle şu bilgileri<br />

verdi:<br />

“7 Ekim 2007 tarihinde yapılan<br />

Genel Kurul’ da demokratik<br />

bir seçimle yeni yönetim seçildi.<br />

Başkanlığa Seyfettin Gülengül, şube<br />

sekreterliğine ise Rasim Gündal<br />

seçildi. Başkan ve sekreter ile birlikte<br />

7 kişilik yönetimin seçildiği<br />

Genel Kurul’da herhangi bir olay<br />

yaşanmadı.<br />

Yeni yönetim <strong>olarak</strong> örgütlü bulunduğumuz<br />

işyerlerindeki durumu<br />

ve hala belli bir anlamda zayıflayarak<br />

da olsa süren SCT grevini değerlendirdik.<br />

SCT grevi belli anlamda<br />

sayı <strong>olarak</strong> zayıflamasına rağmen<br />

grevi sürdüren arkadaşlarımızın<br />

kararlı duruşları ile sürüyor. Bu<br />

arada ayrılıp giden arkadaşlarımızın<br />

önemli bir kısmı da hala bizimle<br />

düşük olan bu gazete ve dergileri<br />

okumadıklarını hatta bu gazete ve<br />

dergilerin varlığından bile haberlerinin<br />

olmadığını ama bunun nedeninin<br />

biraz da kendi eksikliklerinden<br />

kaynaklandığını söylediler.<br />

Kadın işçiler bugün Telekom<br />

yönetimi ile Haber-İş Sendikası<br />

arasında görüşmenin olacağını ve<br />

büyük ihtimalle grevin sona ereceğini<br />

bildirdiler; ancak grevin sona<br />

ermesinin onların birkaç konuda<br />

taviz vermeleri sonucunda gerçekleşebileceğini<br />

belirttiler.<br />

Grevi 38. gününe kadar başarıyla<br />

sürdüren Telekom işçilerinin bu<br />

haklı mücadelesini destekliyor ve<br />

her fırsatta onları ziyaret ediyoruz.<br />

Telekom grevine ilişkin bildirilerimizi<br />

ve gazetemizi kadın işçilere<br />

vererek tekrar görüşmek üzere grev<br />

yerinden ayrıldık.<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/Adana 22.11.2007 ✓<br />

dayanışma halinde. Bu grevle dayanışma<br />

istediğimiz düzeyde değil.<br />

Kendi örgütlü olduğumuz işyerlerimizdeki<br />

işçi arkadaşlarımız dahi bu<br />

grevle ilgili yeterli dayanışmayı göstermiyor.<br />

Sınıfın kendi arasındaki<br />

dayanışmasını pekiştirmesi lazım.<br />

Bu bir anlamıyla kendiliğinden olmuyor.<br />

Bu konuda biz sendikacılara<br />

önemli görev düşüyor. Biz göreve<br />

gelirken bunun bilincinde hareket<br />

ederek göreve geldik.<br />

Süren SCT grevinde zamanla bizlerin<br />

de hataları sonucu geri duran<br />

arkadaşlarımız var. Bu arkadaşlarımızla<br />

bire bir görüşerek sorunlarını<br />

dinliyoruz. Bu arkadaşlarımızı<br />

tekrar mücadeleye aktif katmaya<br />

çalışıyoruz.”<br />

Bu arada süren Telekom grevindeki<br />

işçileri de ziyaret ederek onlarla<br />

dayanışmamızı gösteriyoruz.<br />

Biz <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> <strong>olarak</strong> Rasim<br />

Gündal ve yeni seçilen Anadolu şubesine<br />

başarılar diliyoruz.<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> Mersin<br />

25.11.2007 ✓<br />

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:5


Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:6<br />

BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu<br />

çekişmeli iki liste temelinde yapıldı<br />

Bursa-Eskişehir şubesinin<br />

4. olağan genel Kurulu 28<br />

Ekim 2007 tarihinde yapıldı.<br />

Toplam 209 delege katıldı.<br />

Bursa-Eskişehir şubesi olmasına<br />

rağmen, kısa dönem önce Eskişehir<br />

kendi bölgesinde yeterli çoğunluğu<br />

sağladığı için ayrı şube olma hakkı<br />

kazanarak ayrılmıştı. Genel Kurul<br />

Bursa şubesi <strong>olarak</strong>, Bursa üyeişçileri<br />

ile yapıldı.<br />

Genel Kurul şube başkanı<br />

Mehmet Kılınç’ın konuşmasıyla<br />

açıldı. Kılınç konuşmasında “Son<br />

dönemde tırmanan terör eylemleri,<br />

şehitler, ülkenin emperyalist<br />

çıkar çatışması içinde olduğunu<br />

ve ülkenin zor bir dönemden geçtiğini,<br />

bu durumun hepimizi kaygılandırdığını,<br />

buna sessiz kalmamak<br />

gerektiğini” vurguladı.<br />

Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde;<br />

“Uluslararası sermayenin<br />

emeğe saldırılarının etkilerini<br />

hissetmemek mümkün değil. Bu<br />

saldırıyı ülkemizde daha da acımasız<br />

hissettiğimizi” vurguladı.<br />

“Biz çalışan emekçiler işverenlerin<br />

topyekûn saldırısıyla karşı karşıya<br />

kaldık. İşverenlerin bu saldırılarını<br />

geri püskürtmek için birlikte<br />

tek yumruk olmak gerekir. Çünkü<br />

ancak bu şekilde bu saldırıları geri<br />

püskürtebiliriz. İşverenlerin kural<br />

tanımaz baskılarıyla karşı karşıyayız”<br />

dedi. Kılınç, konuşmasının<br />

bitiminde kendisini destekleyen<br />

delegeler tarafından alkışlanarak<br />

kürsüden indi.<br />

Daha sonra divan seçimine geçildi.<br />

Genel Kurula iki liste <strong>olarak</strong><br />

girilmesi, divan seçiminde hemen<br />

kendini hissettirdi. Her iki liste,<br />

iki ayrı Divan Kurulu oluşturmuştu<br />

ve iki liste de daha baştan<br />

oylama çekişmesine girdiler. Şube<br />

başkanı Mehmet Kılınç’ın önerdiği<br />

divan listesinde; Otomobil İş<br />

Sendikası yöneticiliği de yapmış<br />

olan Mehmet Çapar’ın başkanlığında,<br />

Tekstil Sendikası şube<br />

başkanı Muammer Özer de yer<br />

alıyordu.<br />

Diğer liste, başkan adaylarından<br />

Prysmian baştemsilcisi ve şube<br />

başkan adayı Ayhan Ekinci’nin<br />

önerdiği listeydi. Ayhan Ekinci<br />

ise Divan Kuruluna; sendikanın<br />

genel sekreteri Selçuk Göktaş başkanlığında<br />

bir Kurul önermişti.<br />

Şube başkanı Mehmet Kılınç divan<br />

listelerini oylamaya sundu.<br />

Oylama delegelerin el kaldırma<br />

yöntemiyle yapıldı. Bu el kaldırma<br />

uygulamasında karışıklık yaşandı,<br />

bunun üzerine küçük bir tartışma<br />

sonunda oy verenlerin delege kartlarının<br />

sayılması yöntemi kabul<br />

edildi. Yapılan oylama sonucunda<br />

sayılan delege kartlarının 93 adet<br />

olduğu açıklandı. Bu sonuç divanın<br />

Mehmet Kılınç tarafından kaybedilmesi<br />

demekti. Birden ortalık<br />

itiraz ve sloganlarla gerildi. Bunun<br />

üzerine yaşanan tartışmaların<br />

yarattığı gerginliğin uzaması sonucu<br />

bir uzlaşma yolu bulundu ve<br />

yeni yöntem <strong>olarak</strong> delege isimleri<br />

kürsüden okunarak oylama yöntemine<br />

geçildi. (Aslında bu da doğru<br />

değildi. Gizli oylama yapılması gerekiyordu.<br />

Ancak gizli oylama ile<br />

delege gerçekten kime destek vereceğini<br />

rahat bir şekilde belirleyebilirdi.<br />

Açık oylamada delegeler belli<br />

etkilerin altında kalabilmektedir.)<br />

Yapılan bu oylama sonucunda ise<br />

Mehmet Kılınç’ın önerdiği liste<br />

99 oy, Ayhan Ekinci’nin listesi ise<br />

103 oy aldılar. Bu oylama sonucu<br />

Ayhan Ekinci’nin önerdiği liste divan<br />

seçimini kazandı.<br />

Diva n seçi m i nde Ayha n<br />

Ekinci’nin kazanması, büyük ihtimalle<br />

kongreyi de kazanacağı anlamına<br />

geliyordu. Divan seçiminin<br />

bu şekilde sonuçlanmasına rağmen<br />

salonda dengeler seçimin kafa kafaya<br />

olacağını gösteriyordu.<br />

Üç kişilik Divan Kurulu Selçuk<br />

Göktaş başkanlığında görevi<br />

alınca, tespit edilen gündemle<br />

Genel Kurula devam edildi. Selçuk<br />

Göktaş başkanlığındaki Genel<br />

Kurul şehitler için 1 dakikalık<br />

saygı duruşunun hemen ardından,<br />

işçilerin büyük çoğunluğunun katılımıyla<br />

söylenen İstiklal Marşıyla<br />

devam etti. Şube Genel Kurulunun<br />

yapıldığı salon Bursa’nın en işlek<br />

merkezi FOMARA Caddesi<br />

üzerinde bulunan bir iş hanının<br />

balkonlu asma katında yapıldı.<br />

Genel Kurulun yapıldığı aynı gün<br />

Bursa’da ölen askerler için 20’ye<br />

yakın dernek ve meslek örgütü tarafından<br />

yürüyüş düzenlenmişti.<br />

Genel Kurulun sürdüğü saatlerde<br />

aynı caddede şovenizmin histeri<br />

gösterileri saatlerce sürdü. Genel<br />

Kurula katılan delegelerin bir bölümü,<br />

(özellikle Asilçelik işçileri)<br />

salonun balkonundan yürüyüşçülere<br />

bayrak sallayarak ve sloganlarla<br />

da katılarak aktif destek<br />

sundular. İşçilerin bir kısmı faşist<br />

MHP’nin el işaretini yaparak kendilerinden<br />

geçtiler. Bölgede askerler<br />

de bu şovenist gösteriye top<br />

sesleriyle destek vererek dayanışmayı<br />

eksik etmediler. Bu şovenizm<br />

gölgesi altında Genel Kurul 10<br />

saate yakın sürdü. Devlet tarafından<br />

geliştirilen bu şovenist dalga<br />

Türkiye’de ‘sola’ yüzünü çeviren<br />

Birleşik Metal İş Sendikasının<br />

Genel Sekreteri Selçuk Göktaş tarafından<br />

İstiklal Marşının okutulması,<br />

bu gerici-faşist kesime<br />

önemli prim vererek cesaretlerini<br />

arttırmış, salonun balkonunun küçük<br />

bir miting alanına dönüştürmelerine<br />

yetmişti. Divan başkanı<br />

ve aynı zamanda Birleşik Metal İş<br />

Genel Sekreteri Selçuk Göktaş’ın<br />

konuşması yarım saat kadar sürdü.<br />

Konuşmasında ‘’sermayenin saldırılarının<br />

sürekli arttığı, buna karşı<br />

sendika <strong>olarak</strong> direndiklerini,<br />

sendikanın da her geçen gün büyüdüğünü,<br />

sarı sendikal anlayışa<br />

karşı mücadele ettiklerini ve devam<br />

edeceklerini, DİSK’i büyüteceklerini<br />

sermayeye karşı sınıf dayanışmasını<br />

güçlendireceklerini’’<br />

söyledi. Daha sonra Misafir <strong>olarak</strong><br />

katılan kurumlardan ilk <strong>olarak</strong><br />

ÖDP adına İl Başkanı Günay<br />

Pank söz aldı. Pank konuşmasında<br />

‘’İşçiden, ezilenlerden yana tavır<br />

aldıklarını, küresel sermayeye<br />

karşı sendikaların yanında olduklarını<br />

ve DİSK’i desteklediklerini<br />

söyledi. Pank konuşmasını şöyle<br />

sürdürdü: „Irkçılığa ve şovenizme<br />

karşı mücadele etmek gerekir. Çok<br />

kültürlü mozaik bu ülkede yan<br />

yana yaşamayı öğrenmek gerekir”<br />

dedi. Daha sonra Divan Yönetim<br />

ve Denetim Kurulları raporlarının<br />

okunmasına gerek olup olmadığı<br />

konusunda oylama yapıldı.<br />

Oylama sonucunda okunmasına<br />

gerek olmadığı kararlaştırıldı.<br />

İlk söz alan Ayhan Ekinci’nin<br />

listesini destekleyen Salim İşçi<br />

oldu. İşçi konuşmasında, “Biz<br />

sağcı-solcu <strong>olarak</strong> meseleye bakamayız.<br />

Biz emekçiyiz, kendi çıkarlarımızı<br />

esas almalıyız. Siyasi<br />

görüşlerimizi fabrika kapısı dışına<br />

bırakmalıyız. (Artık bu nasıl olacaksa?<br />

Fabrikanın dışında faşist,<br />

fabrikada işçi hakkını savunan biri<br />

nereye kadar sürecek? Faşist bakış<br />

açısı meseleye sınıfsal değil, milliyetçi<br />

ve ırkçı temelde bakar. Böyle<br />

olunca işçi hakkı, emek-sermaye<br />

çelişkisi nasıl öne çıkarılacak? Bu<br />

Salim işçi ve onun gibi düşünenlerin<br />

önemli bir yanlışıdır.) Şube<br />

başkanı içki masasında değil işçinin<br />

masasında olmalıdır. Sendika<br />

hantal değil mücadeleci olmalıdır.<br />

Benim Erol Bektaş’la politik sorunları<br />

paylaşamadığımı herkes<br />

biliyor. Farklı dünya görüşlerimiz<br />

olmasına rağmen ortak çıkarlar<br />

için aynı listede yer almanın kusuru<br />

yoktur.” diyerek, doğru sendikacılık<br />

için Ayhan Ekinci’nin<br />

listesini destekleyeceklerinin vurgusunu<br />

yaptı. Erol Bektaş, Asil<br />

Çelik işletmesinin baş temsilcisidir.<br />

Aynı zamanda MHP üyesidir.<br />

Muhalefet listesinde oluşu muhalefeti<br />

çok zora sokmuştur. 40’a<br />

yakın sola eğilimli delege arasında<br />

git-gellere sebep olmuştur. Ayhan<br />

Ekinci’nin listesine oy veren sola<br />

yakın delegeler “Biz Erol Bektaş’ı<br />

değil, Ayhan Ekinci’yi destekliyoruz”<br />

demişlerdir. Böyle bir handikabın<br />

arka planında Erol Bektaş’ın<br />

DİSK’e ve sendikaya sahip çıktığı<br />

iddiası vardır. Erol Bektaş’ı destekleyen<br />

delege sayısı Asil Çelik<br />

işyerinde 35 kadardır. Bu sayı Asil<br />

Çelik toplam delege sayısının yarısından<br />

fazladır. Bu gelişmeler göz<br />

ardı edilecek gibi değildir. Bu tablo<br />

işçi sınıfının küçük bir parçasında<br />

olsa dahi; işçi sınıfının içinde bulunduğu<br />

bu acınası pratik açısından;<br />

bizlere ve devrimci sola sivri<br />

sineğin vızıltısının bile çok geldiği<br />

apaçık ortadır. Özellikle bu sesler<br />

iyi duyulmalıdır. İşçi sınıfının kaleleri<br />

adım adım zapt edilmektedir.<br />

Bu arada Salim İşçi’nin konuşması<br />

sırasında karşı adayı destekleyen<br />

taraftan sürekli müdahale edildi.<br />

Daha sonra Gökhan Aydın söz<br />

aldı. Aydın konuşmasında, “Takım


tutar gibi taraf olamayız. İşçi sınıfının<br />

çıkarlarını savunanla taraf<br />

olmalıyız” vurgusunu yaptı.<br />

Söz alan Erkan Özkan da işyerinde<br />

çalışanla birlikte patrona<br />

karşı mücadele ettiklerini, sınıfın<br />

uluslararası alanda özellikle dayanışmasının<br />

ve örgütlülüğünün<br />

gerekliliğine dikkat çekti.<br />

Daha sonra söz alan mevcut<br />

Şb. Sekreteri Fuat Kumaş ise<br />

“Yoruldum, ama iş yapmaktan değil,<br />

görev ve sorumluluklarının dışında<br />

bir adamla (Mehmet Kılınç)<br />

beraber çalışmaktan yoruldum.<br />

Çalışmalarımızı beraber götürmek<br />

mümkün değildir. Bazı konularda<br />

insanlar kendini değiştiremiyor.<br />

Yeni dönemde Ayhan Ekinci’nin<br />

listesini destekliyorum” dedi.<br />

Daha sonra Ayhan Ekinci listesinde<br />

tartışma yaratan Erol Bektaş<br />

söz aldı: “Vatanımız için canını<br />

veren şehitlerimizi saygıyla anmak<br />

istiyorum. Şehitler ölmez vatan bölünmez.<br />

(Tabiî ki bu çıkışın ardından<br />

destek veren delege sayısı hiç<br />

de az değildi.) Ülkemizde hain saldırılarla<br />

karşı karşıyayız. Ülkemiz<br />

üzerinde emperyalist oyunlar<br />

oynanmaktadır. Uluslararası sermayenin<br />

saldırılarına karşı işçiler<br />

mücadele etmek zorundadır.<br />

Şube başkanı bu çalışma döneminde<br />

bunu yapmamıştır. Şube<br />

başkanı toparlayıcı değil bölücüdür.<br />

Sözleşmelerde işçiden değil<br />

patronlardan yana tavır içindedir.<br />

Başka bir sendikayla görüşme yapan<br />

adamın Mehmet Kılınç’ın listesinde<br />

ne işi vardır?” (Kastedilen<br />

kişi T. Tanrıverdi’dir. Bu kişi sarı<br />

Çelik İş sendikası ve yöneticileriyle<br />

görüşme yaptığı tespit edilmiş<br />

ve bu davranışından dolayı<br />

uyarı cezası almıştır.) Kısaca Erol<br />

Bektaş’ın konuşmasında öne çıkan<br />

bunlardır.<br />

Başkan adayı Ayhan Ekinci uzun<br />

bir konuşma yaptı; “Bu salonda<br />

200 militan var. Bu genç dinamikleri<br />

harekete geçirmek gerekir. Bu<br />

dinamikleri doğru değerlendirmek<br />

gerekir. Yönetim bunu doğru<br />

kullanmamıştır. Bugün TC’nin<br />

84. kuruluş yıl dönümü yaşanıyor.<br />

Aynı zamanda ABD ve AB’nin<br />

kamu mallarını talan ettiği bir<br />

dönemde yaşıyoruz. Emeğimize<br />

karşı her taraftan yoğun saldırılar<br />

gelmektedir. Biz Birleşik Metal–İş<br />

sendikası <strong>olarak</strong> sermaye işbirlikçisi<br />

sarı sendikalara karşı daha yoğun<br />

mücadele etmeliyiz. Bu sistem<br />

bize köleliği dayatmaktadır ama<br />

gelişmemizi ve direnmemizi engelleyemeyecektir.<br />

15-16 Haziran direnişlilerini<br />

unutmadık. Mehmet<br />

Kılınç kapısını açamadığı fabrikalarda<br />

bugün kapı kapı dolaşmaktadır.<br />

Ne için, oy toplamak için. Bu<br />

böyle olmaz. Mehmet başkan biz<br />

Prysmian (eski adı Siemens’dir)<br />

fabrikası işçileri <strong>olarak</strong> her gün<br />

Grammer direnişine destek verirken<br />

sen bizi bir gün ziyaret etmedin.<br />

Böyle başkan olmaz. Biz<br />

kendimiz Kemal Türkler eğitim<br />

tesislerine götürürken başkandan<br />

böyle bir şey görmedik.1 Mayıs<br />

eylemlerinde de aynı şeyleri yaşadık.<br />

1 Mayıs’a başkan maalesef gerekli<br />

önemi göstermemiştir. Ama<br />

biz üzerimize düşenin en iyisini<br />

yapmaya çalıştık. Bir insan bataklığın<br />

içindeyse bataklığı nasıl<br />

kurutabilir.” (Bu bataklığın ne olduğunu<br />

açıklamadı.) Bu bölümde<br />

başka konuşan olmadı. Divan defalarca<br />

söz isteyen olup olmadığını<br />

sordu ama kimse konuşmadı.<br />

Konuşanlar sadece Ayhan Ekinci<br />

listesini destekleyenlerdi.<br />

Son söz <strong>olarak</strong> Mevcut Şb.<br />

Başkanı ve yeni başkan adayı<br />

Mehmet Kılınç söz aldı.<br />

Konuşmasında 4 yıllık çalışma<br />

döneminde neler yaptığı üzerine<br />

değil de sadece yapılan eleştirilere<br />

yanıt vermeye çalıştı. Çok duygusaldı,<br />

nerdeyse ağlayacaktı. “Ben<br />

bu kadar kötü bir insan mıyım?<br />

Kendime inanamadım. O zaman<br />

bu yönetim nerdeydi? Neden beni<br />

görevden almadınız? Neden uyarmadınız?<br />

Bu iddialar doğru değildir.<br />

Bana Ayhan Ekinci diyor ki,<br />

Biz sendika mücadelesi verirken<br />

sen nerdeydin, bunu nasıl söylüyorsunuz,<br />

ben senelik iznimi dahi<br />

bu fabrika önünde mücadele ederek<br />

geçirdim. Fuat arkadaşın eleştirileri<br />

de kendi sorunudur. Şunu<br />

yapalım, olmaz, şuraya gidelim,<br />

hayır diyor. Ben ne yapayım? Erol<br />

Bektaş yaptığı konuşmayı kendisi<br />

hazırlamamıştır. Başkası bu konuşmayı<br />

hazırlamıştır. (Bu sözler<br />

üzerine Erol Bektaş taraftarları<br />

yoğun tepki gösterdi.) Çünkü Erol<br />

Bektaş 1 Mayıs’ta evine gidip yatmıştır.<br />

1 Mayıs’ın anlamı üzerine<br />

işçilere hiç birşey veremez. Erol<br />

Bektaş’ın da Türk Metal’le görüştüğünü<br />

biliyoruz. (Bu sırada Erol<br />

Bektaş itiraz ederek bu yapılan görüşmede<br />

kendisinin de olduğunu<br />

söyledi.) Onun için Tekin’e haksızlık<br />

etmektedir. Önce kendisine<br />

bakmalıdır. Gençlerin önünü açalım.<br />

Onlar bu işi daha iyi yaparlar.<br />

Bunu yapmamız lazım” diyerek<br />

konuşmasını sonlandırdı.<br />

Divan artık seçimin yapılacağını<br />

duyurdu. Yapılan seçimler<br />

sonucunda Ayhan Ekinci listesi<br />

108 oy, Mehmet Kılınç’ın listesi<br />

ise 99 oy aldı. Şb Başkanı Ayhan<br />

Ekinci, Şb. Sekreteri Erol Bektaş,<br />

Şb. Mali Sekreteri Duygu Bayram,<br />

Şb. Örgütlenme Sekreteri Erkan<br />

Özkan, Şb. Eğitim Sekreteri Zafer<br />

Çelik, Şb. Basın Yayın Sorumlusu<br />

Mustafa Sevinç, Şb. Sosyal İşler<br />

Sekreteri Salim İşçi.<br />

Birleşik Metal İş bu seçim sonuçlarında<br />

ortaya çıkan bu yönetim<br />

kadrosuyla olumlu işler yapabilir.<br />

Süreç bize neyin nasıl olacağını<br />

gösterecektir. Çünkü Ayhan<br />

Ekinci listesindeki bu sorun çokça<br />

tartışılmıştır.<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru,<br />

28 Ekim 2007 ✓<br />

Enmersan’da sendikalaşan<br />

işçiler işten atıldı<br />

Cimse-İş İzmir Şubesi’ne protokol bırakmak için gittiğimizde,<br />

Enmersan Fabrikası’ndan işten atılan işlerle tanıştık. Gelişmeler üzerine<br />

işçilerle sohbet ettik.<br />

Enmersan Granit, Mermer ve İnşaat Taahhüt San. Tic. A.Ş. mermer<br />

fabrikası. İzmir Torbalı’da bulunuyor. Enmersan 1990 yılında Arıkanlı<br />

Holding’in kuruluşu <strong>olarak</strong> üretime başlamış. Fabrikada, plaka, fayans,<br />

döşeme ve tumpled mermer üretimi yapılıyor. Ağırlıklı <strong>olarak</strong> ihracat<br />

yapan fabrikada 4’ü kadın olmak üzere 70 işçi çalışıyor. Ağustos ayı içerisinde<br />

45 işçi Cimse-İş Sendikası’na üye olmuş. Ekim ayı içerisinde sendika<br />

çoğunluk tespiti için Çalışma Bakanlığı’na başvuru yapmış. İşçilerin<br />

sendikalaştığını öğrenen patron 30<br />

Ekim tarihinde 16 işçiyi işten çıkarmış.<br />

5 işçi ihbar ve kıdem tazminatlarını<br />

alarak çıkışı kabul etmiş.<br />

11 işçi mahkeme yolunu seçmiş. İşe<br />

iade davaları açılmış.<br />

Patron işçileri işten çıkarmasının<br />

nedeni <strong>olarak</strong>, ekonomik nedenleri,<br />

işlerin iyi gitmediğini, küçülmeyi<br />

göstermiş. İşçiler asıl nedenin sendika<br />

üyeliği olduğunu gayet iyi biliyorlar.<br />

Enmersan’da işçiler üç vardiya halinde 8 saat çalışıyorlar. Aldıkları ücret<br />

500-600 YTL arasında. Bordrolar asgari ücret üzerinden gösteriliyormuş.<br />

Buna bağlı <strong>olarak</strong> sigorta primleri de düşük ödeniyormuş.<br />

Enmersan’da sendika üyesi olduğu için işten atılan bir işçi, sendikalaşma<br />

nedeni <strong>olarak</strong> şunları söyledi: “İnsanca yaşamak, insanca muamele<br />

görmek, aldığımız ücreti bordroda gösterilmesi, sigorta primlerinin tam<br />

ödenmesi, emeklilik halinde dolgun maaş ödenmesi, sosyal haklardan yararlanmak,<br />

daha iyi bir yaşam için sendikada örgütlendim.”<br />

Çalışan, sendika üyesi olan işçiler üzerinde patronun baskıları<br />

sürüyor.<br />

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!<br />

8 Kasım 2007, <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/İzmir ✓<br />

Graniser’de greve doğru…<br />

Manisa Akhisar ilçesi, Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan<br />

Graniser mermer fabrikasında yaşanılan sendikalaşma mücadelesi<br />

hakkında <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>’nın 115. sayısında bilgi vermiş, Graniser işçilerinin<br />

yürüttükleri sendikalaşma mücadelesinin başarıya ulaştığını, işçilerin<br />

örgütlendiği Cimse-İş Sendikası’nın patron ile toplu sözleşme masasına<br />

oturduğunu, görüşmelerden bir sonuç alınamadığını vurgulamıştık.<br />

Cimse-İş Sendikası ile Graniser patronunun üyesi olduğu İşverenler<br />

Sendikası arasında 4 ay süren görüşmelerde anlaşma sağlanamadı.<br />

Bunun sonucu <strong>olarak</strong> grev kararı alan sendika, grev kararını İzmir Şube<br />

Başkanı Kazım Belek, Graniser işçileri ile<br />

birlikte 12 Kasım Salı g ü nü fabr i k a n ı n<br />

kapısına astılar. 60 gün içerisinde anlaşma<br />

sağlanamazsa Graniser’de greve<br />

çıkılacak.<br />

Ücret, ikramiye, sosyal yardım, kapsam<br />

maddeleri konu- larında anlaşma sağlanamadı.<br />

İşçilerin istediği, ücretlere yıllık yüzde 35 zamma karşı, patron<br />

sendikası yüzde 8.2 zam teklif ediyor. Yılda 4 ikramiye yerine, 1,5 ikramiye<br />

teklif ediyor. Graniser’de çalışan taşeron işçilerin toplu sözleşmeden<br />

yararlanmasını istemiyor. vb.<br />

Bu vesile ile 115. sayımızda yaptığımız çağrıyı yinelemek istiyoruz:<br />

“Graniser işçileri taleplerinin takipçisi olmalı, görüşmelerin her safhasında<br />

bilgi sahibi olmalı, bilgi sahibi olmadıkları, onay vermedikleri toplu<br />

sözleşmeye sendikanın imza atmasına izin vermemelidirler.<br />

Graniser işçileri sendikalaşma döneminde aralarında Direniş Komitesi<br />

seçtikleri gibi, bütün bölümlerdeki çalışan işçiler tarafından seçilen, görevini<br />

yapmayan temsilcinin geri çağrılma imkanının olduğu işyeri komitesi<br />

kurarak mücadelelerine sahip çıkmalılar.” (<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> Sayı 115)<br />

Graniser işçileri kararlı davrandıklarında, aralarındaki birliği sürdürdükleri<br />

taktirde, kazandıkları örgütlülüğe sahip çıktıkları sürece kazanan<br />

olacaklardır.<br />

Yaşasın sınıf dayanışması!<br />

15 Kasım 2007, <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/İzmir ✓<br />

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:7


Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ<br />

EK:8<br />

“İşçi sınıfı örgütlü<br />

olursa kazanır!”<br />

Akdeniz Nakliyat Kargo<br />

Ambarı’nda işten atılan<br />

9 işçinin direnişi 90 gündür,<br />

yağmura, soğuk havaya rağmen<br />

kararlılıkla sürüyor. İşçileri<br />

TÜMTİS Şube yöneticileri, Ambar<br />

işçileri yalnız bırakmıyorlar.<br />

90. gününde bir kez daha işçileri<br />

ziyaret ettik. Direniş üzerine,<br />

çeşitli konularda işçilerle sohbet<br />

ettik.<br />

İşten atılan işçilerden Hüseyin<br />

Gündüz, Mesut İşlek direnişleri<br />

üzerine şunları anlattılar:<br />

“Sendikaya üye olduğumuz için<br />

patron bizi işten çıkardı. Yasal<br />

haklarımızı vermedi. Sabah saat<br />

09’dan gece 01, 02’ye kadar köle<br />

gibi çalışıyorduk. Mesai diye bir<br />

şey yoktu. Canımıza tak dedi.<br />

Sendikaya üye olduk. Sendikamız<br />

bize sahip çıktı. Yalnız bırakmadı.<br />

Arkadaşlarımız yanımızda.<br />

Kazanacağımıza inanıyorum.<br />

Sınıf dayanışması iyi. Sendikalar<br />

ziyarete geldi. Sosyalist basından<br />

geliyorlar.<br />

Burası bir okul. Çok şey öğrendik.<br />

Dayanışmayı, dostluğu, arkadaşlığı<br />

öğrendik. Sendikanın<br />

ne olduğunu öğrendik. Yasal <strong>olarak</strong><br />

haklarımızın ne olduğunu<br />

öğrendik.<br />

Direnişten önce patron bizi horluyordu.<br />

Hakaret ediyordu. Kölece<br />

“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!”<br />

07.11.2007 tarihinde, sağlık alanındaki<br />

taşeronlaşmaya karşı<br />

DİSK/Dev Sağlık İş, Ses ve TTB<br />

Adana Çakmak Caddesinde bu-<br />

çalışma vardı. Ücret azdı. Mesailer<br />

ödenmiyordu. Hiçbir hakkımız<br />

yoktu. Arkadaşlar arasında rekabet<br />

vardı. Kavga ediyorduk.<br />

Patronun gözüne girmeye çalışıyorduk.<br />

Şimdi aramızda tam tersi<br />

var. Dayanışmayı, paylaşmayı bize<br />

direniş öğretti. Kazanacağımıza<br />

eminiz.<br />

Basın bize pek yer vermiyor.<br />

Sosyalist basın geliyor. Haber yapıyorlar.<br />

Onlara doğruları yazdıkları<br />

için teşekkür ediyoruz. Öteki<br />

basının da buraya gelip halimizi<br />

görmelerini istiyoruz. Yalan haber<br />

yapıyorlar. Bir gazete, “karakolu<br />

bastılar” diye haber yaptı. Halbuki<br />

öyle bir şey olmadı. Görmeden ya-<br />

lunan Kültür Sokağı önünde ortak<br />

bir basın açıklaması düzenledi.<br />

Basın metnini bu kurumlar adına<br />

Dev-Sağlık-İş Adana Şube Başkanı<br />

lan, yanlış haberler yapmasınlar.<br />

İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır.<br />

Biz de kazanacağımıza<br />

inanıyoruz.”<br />

Hüseyin ve Mesut arkadaşın<br />

anlattıkları, işçilerin direnişten<br />

önemli dersler çıkardığını gösteriyor.<br />

Grev, direniş işçi sınıfının<br />

Mesut İşlek Hüseyin Gündüz<br />

Mustafa Hotlar okudu.<br />

Açıklamada, “Hastanelerin<br />

temizlik ve yemekhane hizmetlerinintaşeronlaştırılmasıyla<br />

başlayan süreç, hemşire,<br />

laborant, teknisyen ve hastabakıcı<br />

personeli de kapsayarak<br />

sürdürülmekte, giderek hekimlerin<br />

de taşeron firmalar aracılığıyla<br />

çalıştırılması gündeme<br />

gelmektedir.” denildi. Kamu<br />

sağlığı için devlet bütçesinden<br />

ayrılan payın yıllardır azaldığı,<br />

devletin sağlığa yatırım<br />

yapmadığı belirtildi. Hastane<br />

yönetimlerinin yapılan ihaleler<br />

sonucunda taşeron firmalara<br />

bir işçi için ayda 1200 – 1300<br />

Ytl ödediği ancak asgari ücretle<br />

çalıştırılan bir işçinin taşeron<br />

şirkete maliyetinin en fazla 800<br />

– 850 Ytl olduğu vurgulandı. Böyle<br />

bir rakamsal fark, taşeron firmaların<br />

nasıl kâr ettiğini ve kamunun<br />

okuludur. Bu okulda işçiler çok şey<br />

öğreniyorlar. Örgütlenmenin, sendikanın<br />

ne olduğunu öğreniyorlar.<br />

Dostlarını, düşmanlarını tanıyorlar.<br />

Patronu kimin koruduğunu<br />

anlıyorlar. Çevik kuvvetin ambar<br />

içinde ve önünde neden beklediğini<br />

anlıyorlar. Devletin kimin<br />

çıkarlarını koruduğunu anlamaya<br />

başlıyorlar. Boyalı basının neden<br />

kendi direnişlerine yer vermediğini<br />

kavrıyorlar.<br />

İşçi arkadaşlarla direnişleri üzerine<br />

sohbet etmenin yanında, güncel<br />

gelişmeler üzerine de sohbet<br />

ettik. Özellikle de son dönemde<br />

devlet eliyle kışkırtılan şovenist<br />

dalganın nedenleri, sonuçları üzerine<br />

konuştuk.<br />

Yaşasın Akdeniz Nakliyat Kargo<br />

işçilerinin haklı direnişi!<br />

Kurtuluş yok tek başına, ya hep<br />

beraber ya hiç birimiz!<br />

13 Kasım 2007<br />

<strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong>/İzmir ✓<br />

nasıl zarara uğratıldığını gösteriyor.<br />

Taşeron firmalarda çalışan<br />

sağlık emekçilerinin sayısının 50<br />

binlerde olduğu ve bu işçilerin aynı<br />

iş yerinde çalışan ve aynı işi yapan<br />

kadrolu işçilerle eşitsiz koşullarda<br />

ve sosyal güvence olmadan çalıştırıldığı<br />

vurgulandı.<br />

Açıklama sık sık “Taşeron Sağlığa<br />

Zararlıdır”, “Parasız Eğitim, Parasız<br />

Sağlık”, “Sağlıkta Taşeron Ölüm<br />

Demektir”, “Güvenceli Gelecek,<br />

Güvenceli İş” sloganlarıyla kesildi.<br />

Açıklamada son <strong>olarak</strong>, sürecin<br />

kamuoyuna duyurulması amacıyla<br />

17 Kasım’da Ankara’da Sağlık<br />

Bakanlığı önünde farklı illerden<br />

gelecek taşeron sağlık emekçilerinin<br />

ve tüm sağlık çalışanlarının<br />

katılacağı kitlesel bir basın açıklaması<br />

gerçekleştirileceği belirtildi.<br />

ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir<br />

Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel.: (0212) 235 35 70 Fax: (0212) 253 19 27<br />

e-mail: mail@ydicagri.com • www.ydicagri.com • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654<br />

SAYI 117’nin İşçi Eki · Aralık 2007 • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) • Yayın Türü: Yaygın Süreli<br />

08.11.2007<br />

Ydi <strong>Çağrı</strong>/Adana ✓


PANORAMA<br />

Dalaşın gölgesinde<br />

insan pazarı!<br />

- ÇAD -<br />

Her ne adına yapılırsa yapılsın sözkonusu çocuklar<br />

mal gibi satışa çıkarılmıştır. Normalinde mal alanlar,<br />

malı görüp de alır…<br />

Ekim ayı sonlarında medyaya<br />

yansıyan haberlerden biri,<br />

“Arche de Zoê” isimli Fransız<br />

“hayır kurumu” temsilcilerinin<br />

Çad’dan 103 çocuğu kaçırmaya kalkışmasıyla<br />

ilgiliydi. Hürriyet gazetesi<br />

“Afrikalı yetim krizi” başlığıyla haberi<br />

yansıttı. Sözkonusu olay Avrupa<br />

ülkelerinin medyasında da tartıştığı<br />

bir olaydı.<br />

Özetle aktarırsak bu konudaki durum<br />

şöyledir: Sudan’ın Darfur bölgesindeki<br />

katliam ve çatışmalar sonucunda<br />

son dört-beş yıllık süreçte<br />

200 binden fazla insanın yaşamını<br />

yitirdiği, 2.5 milyon insanın da yerinden<br />

yurdundan olduğu bilgisi verilmektedir.<br />

Bunlardan 240 binden<br />

fazlası, sınır ülke Çad’a sığınmıştır.<br />

Buna ek <strong>olarak</strong> Çad içinde de çatışmalar<br />

yaşanmış, hatta 2006 yılında<br />

“iç savaş” <strong>olarak</strong> adlandırılacak düzeyde<br />

yoğunlaşmıştı. Bu iç çatışmanın<br />

sonucunda da yaklaşık 170 bin<br />

insan yerinden yurdundan olmuş “iç<br />

göç”e maruz kalmıştır. Mülteci <strong>olarak</strong><br />

Birleşmiş Milletler’in yardımına<br />

ihtiyacı olduğu söylenenlerin sayısı<br />

400 binden fazla.<br />

Peki bunun çocukların kaçırılmasıyla<br />

ilgisi nedir? Sözkonusu “hayır<br />

kurumu” Sudan / Darfur bölgesinde<br />

yetim çocukları “kurtarma” adına<br />

bir çalışma başlatır. Basına yansıyan<br />

haberlere göre bu çalışma için<br />

550.000 Avro gerekmektedir ve bu<br />

para esas <strong>olarak</strong> “evlat edinmek” isteyen<br />

250 kadar aileden 2800 ile 6000<br />

Avro arasında bir nakitle sağlanır,<br />

ayrıca kimi kuruluşlar da yardımda<br />

bulunur.<br />

Bu çalışmalardan Fransız hükümeti<br />

ve yetkilileri haberdardır. Hatta<br />

basına yansıdığı kadarıyla Fransız<br />

Dışişleri Bakanlığı bu kaçırma eylemini<br />

engellemek istemiş, fakat<br />

“Arche de Zoê” çalışanları buna rağmen<br />

planlarını gerçekleştirmek için<br />

çalışmıştır. Tam da son anda, yani<br />

çocukların havaalanına götürülüp<br />

onları bekleyen uçağa b<strong>indir</strong>ilmesi<br />

aşamasında Çad polisi “Arche de<br />

Zoê” çalışanlarını ve onlarla işbirliği<br />

yapan İspanyol, Belçikalı ve<br />

Çadlı 18 kişiyi tutuklar ve 103 çocuğu<br />

(81 erkek 22 kız çocuğu, yaşları<br />

3-10 diye veriliyor) “kaçırılmaktan<br />

kurtarır”! Bu son anda yakalanmanın<br />

kaynağı <strong>olarak</strong> Fransız Dışişleri<br />

Bakanlığı –Deby’ye bilgi sızdırdığı<br />

biçiminde– verilmektedir.<br />

Deby yönetimi şimdi çocukların<br />

“koruyucusu”, onların haklarının<br />

savunusucu <strong>olarak</strong> görünüyor.<br />

Avrupalılar da Deby’ye karşı çocukları<br />

“kurtarmak” isteyen “kurtarıcılar”<br />

<strong>olarak</strong> kendilerini kamuoyuna<br />

sunuyor… Gerçekte ne Deby’nin, ne<br />

de emperyalistler ve onların asker<br />

veya sivil temsilcilerinin özelde sözkonusu<br />

çocukları, genelde de ezilen<br />

sınıf ve tabakaların çocuklarını koruma,<br />

kollama ya da kurtarma diye<br />

bir sorunları, amaçları yoktur.<br />

Deby 1990’dan bu yana Çad’da<br />

onbinlerce çocuğun açlıktan, yoksulluktan<br />

ölmesine karşı ciddi hiç<br />

bir önlem almamıştır. Sayısı belli<br />

olmayan ama kimi tahminlere göre<br />

binlerce çocuğu askere alıp çatışmalara<br />

sürmesinin ve böylece ölmesinin<br />

doğrudan sorumlusu ve suçlusudur.<br />

“Arche de Zoê” temsilcileri ise<br />

“yardım” adına satacak çocuk bulma<br />

“safari”sine çıkmışlardır… Her ne<br />

adına yapılırsa yapılsın sözkonusu<br />

çocuklar mal gibi satışa çıkarılmıştır.<br />

Normalinde mal alanlar, malı görüp<br />

de alır… Bu durumda önce malın<br />

parası verilmiş ondan sonra mal bulunmaya<br />

çalışılmıştır. İnsan, bu “hayırsever<br />

kurum” için de mal/metadır.<br />

Bunların sevdiği gerçekte hayır ya da<br />

iyilik değil, kârdır… Hem de insan<br />

satarak elde edilecek olan kâr! Beyaz<br />

egemenlerin siyah kölelere yaklaşımının<br />

21. yüzyıldaki yansımalarından<br />

sadece biridir bu.<br />

Çocukların Avrupa’ya götürülüp<br />

evlat edinmek isteyen ailelere evlatlık<br />

<strong>olarak</strong> verileceği –verilen kimi ifadelere<br />

göre– bile söylenmemiştir. İfade<br />

veren çocuklardan biri, “Beyazlar<br />

geldi ve bizi okula yazdıracaklarını<br />

söyledi. Babalarımızla konuştular,<br />

eğitim alacağımızı, büyüyünce bize<br />

araba vereceklerini söylediler.” (31<br />

Ekim tarihli internet haberlerinden)<br />

diye durumu anlatıyor. Ayrıca çocukların<br />

büyük bölümünün yetim<br />

olmadığı ve yine büyük bölümünün<br />

Darfur’dan değil Çad’dan olduğu<br />

ortaya çıktı.<br />

Bu yazı yazılırken tutuklananların<br />

büyük bölümü serbest bırakılmıştı.<br />

Fransa Devlet Başkanı Sarkozy,<br />

kendisi Çad’a gidip yedi kişiyi (üç<br />

Fransız gazeteci ve dört İspanyol)<br />

“kurtardı”… Nerede mahkemeye<br />

çıkarılacakları üzerine tartışmalar,<br />

görüşmelerden sonra diğer tutuklu<br />

Avrupalılar da serbest bırakıldı.<br />

Soruşturma sürüyor.<br />

Kendilerini çocuksever gösteriyor<br />

bu sahtekârlar… Ne Deby Fransız kurumunu<br />

suçlarken, ne de Sarkozy yapılanın<br />

“yasalara ters ve kabul edilemez”<br />

olduğunu açıklarken 103 çocuğun<br />

geleceğini düşünüyor. Herkesin<br />

kendi çıkarı, kendi hesabı var.<br />

KISACA PERDE ARKASI VE<br />

DALAŞ…<br />

Ç ad ’ı n a nd a k i Ba şk a n l ı k ve<br />

Genelkurmay Başkanlığı görevlerini<br />

elinde tutan İdris Deby, 1990’da<br />

darbe yaparak başa geçmiş ve daha<br />

sonraki dönemde de yasaları kendisine<br />

uydurarak üç kez de seçilerek<br />

yönetimde kalmıştır. Açıkça diktatörlük<br />

yönetimi olmasına rağmen<br />

özellikle Fransa ve ABD ile ilişkileri<br />

iyidir. 2006 yılında Deby’nin koltuğu<br />

sallanırken, Fransız ordusu yardımına<br />

yetişmiş ve Deby’nin rakiplerini<br />

başkentten uzaklaştırmıştır.<br />

Anda 1500 civarında Fransız askeri<br />

Çad’dadır.<br />

Deby yönetiminde Çad’da binlerce<br />

çocuğun askere alınması ve terhis<br />

edilmemesi durumuna karşı kimi<br />

uluslararası kurum ve kuruluşların<br />

protestoları yaşanmış, ama Deby emperyalist<br />

güçler için “partner” olmaktan<br />

çıkmamıştır. Oysa başka gelişmelerden<br />

biliyoruz ki, emperyalistlerin<br />

işine gelmediğinde burjuva demokratları<br />

bile “diktatör” ilan edilip hedef<br />

tahtasına konmaktadır. Deby’ye karşı<br />

tavırları, emperyalistlerin Çad’da çıkarları<br />

olduğunu ve bu çıkarları sa-<br />

panorama<br />

vunmada, ya da korumada Deby’nin<br />

anda onların dayandığı esas kişi olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

Fransa için Çad –1960 yılına kadar<br />

Fransa’nın sömürgesiydi Çad–<br />

öncelikle hava üssü <strong>olarak</strong> Afrika<br />

kıtasındaki nüfuzunu geliştirip güçlendirme,<br />

yani egemenlik dalaşı için<br />

önemlidir. Fakat Fransa’nın hesabı<br />

sadece bu değildir. Son yıllarda hemen<br />

her savaşın perde arkasında yatan<br />

petrol yataklarına egemen olma<br />

dalaşı Çad’da da başlamıştır.<br />

Kimi Afrika ülkelerinde son yıllarda<br />

varlığı tespit edilen petrol ve<br />

doğalgaz yatakları, “kara kıta”yı yeniden<br />

emperyalistler arası dalaşın kızıştığı<br />

alana çevirmiştir. Önce sözkonusu<br />

ülkede karışıklık çıkarılmakta,<br />

onbinlerce ya da yüzbinlerce insan<br />

katledildikten sonra “barış meleği”,<br />

“kurtarıcı” rölünde askerlerini yerleştirmekteler<br />

ve başta altı ay ya da bir<br />

yıllık “barış misyonları” uzun süreli<br />

işgale dönüşmektedir. Çatışmalar ise<br />

egemenlik dalaşı yürüten emperyalist<br />

güçlerin sayısına ve gücüne göre<br />

uzun ya da kısa sürmektedir. Yani<br />

pazar paylaşımı üzerinde anlaşılmış<br />

ise, sözkonusu ülkedeki çatışmalar<br />

durmuş, dinmiş ya da donmuş oluyor…<br />

Aksi halde bir türlü son bulmuyor.<br />

Olan da tabii ki ezilenlere,<br />

yoksullara oluyor.<br />

Çad bağlamında da benzeri bir durum<br />

yaşanıyor. Dünya Bankası’nın<br />

finansmanında yer aldığı ve Exxon,<br />

Chevron (ikisi ABD tekeli) ve<br />

Petronas (Malezya tekeli) gibi tekellerin<br />

ortaklaşa gerçekleştirdikleri<br />

proje ile Ekim 2003 tarihinden<br />

beri Çad’da petrol üretilmektedir.<br />

Sözkonusu petrol aynı zamanda<br />

1050 km uzun bir petrol boru hattı<br />

ile Kamerun üzerinden okyanusa taşınmakta<br />

ve petrolün büyük bölümü<br />

ABD’ye gitmektedir. Verilen bilgilere<br />

göre günde 200-250 bin varil petrol<br />

üretilmektedir. Kuşkusuz ki petrol<br />

yataklarının tümü henüz üretim<br />

yapılacak duruma getirilmemiştir.<br />

Ayrıca rafineri inşa etme bağlamında<br />

da henüz pazar tümüyle paylaşılmış<br />

durumda değil.<br />

11


12<br />

panorama<br />

Deby vergi ödeme yükümlülüklerini<br />

yerine getirmediği gerekçesiyle<br />

Chevron ile Petronas’ı kovmuş, sözkonusu<br />

konsorsiyumu Exxon ile sürdüreceğini<br />

açıklamıştır. Ayrıca Çad<br />

Tayvan ile diplomatik ilişkilerini<br />

koparmış Çin ile yeniden diplomatik<br />

ilişkilerini başlatmıştır. Bu arada<br />

Çin, ABD’den sonra Çad’ın en büyük<br />

ihracat yaptığı ülke konumuna gelmiştir.<br />

Petrol dalaşı bağlamında ise<br />

Çad ile Çin arasında rafineri kurma<br />

anlaşması yapılmıştır. Şimdiye kadar<br />

Çad kendi rafinerisi olmadığı<br />

için rafine petrolü dışardan alma<br />

durumunda.<br />

Sözkonusu bu gelişmeleri değerlendiren<br />

kimi burjuva yorumcular<br />

doğru <strong>olarak</strong> Çad üzerindeki pazarlıkların<br />

bir yandan ABD, Fransa ve<br />

AB arasındaki dalaş, diğer yandan<br />

da bunlarla Çin arasındaki dalaşın<br />

ürünü olduğunu tespit etmektedirler.<br />

İşin belki de en ilginç yanı, kendi<br />

aralarındaki bu dalaşta hemen hepsinin<br />

de Çad’daki muhatabı Deby’dir.<br />

ABD ve AB, bunun içinde de özellikle<br />

Fransa Deby’yi açıkça desteklemektedir.<br />

Öyle ki, Deby yerine muhalefetten<br />

birilerinin Başkan olması<br />

durumunda, petrolün akış yönünün<br />

ABD yerine Çin’e döneceği hesapları<br />

yapılmaktadır. Deby bunun bilincinde<br />

<strong>olarak</strong> seçimlerde kendisinin<br />

desteklenmesi gerektiği kartını oynamış,<br />

hedefine de ulaşmıştır. Çin’in<br />

siyaseti ise açıkça şu ya da bu kişiyi<br />

destekleme siyaseti değil, devlet <strong>olarak</strong><br />

“iç işlere karışmayan” bir görüntü<br />

ve sözkonusu devletin diğer<br />

emperyalistlerin anlaşmalarından<br />

daha fazla çıkara sahip olduğu anlaşmalar<br />

yaparak pazardaki yerini giderek<br />

güçlendirmektedir.<br />

AB ise, özellikle Fransa’nın öncülüğünde<br />

Çad’a askeri güç yerleştirme<br />

durumundadır. Fransa’nın zaten 1500<br />

civarında askeri Çad’dadır. Ayrıca<br />

Çad’ın komşularından biri olan Orta<br />

Afrika Cumhuriyeti’ne “Barış Gücü”<br />

gönderme de AB’nin planı içindedir.<br />

BM çatısı altında, aslında BM’nin<br />

AB’ye ihale ettiği Çad ve Orta Afrika<br />

Cumhuriyeti’ne “EUFOR Gücü” yerleştirme<br />

üzerine epeydendir tartışılıyordu.<br />

Gelinen yerde AB yetkili<br />

kurumları bu planı onayladı. Şimdi<br />

Aralık ayında başlanacağı söylenen<br />

bu “Barış Gücü” yerleştirme, gerçekte<br />

ise işgal eylemi için, daha önce<br />

4000 <strong>olarak</strong> düşünülen asker sayısı<br />

“EUFOR” gücünün azlığı ve kimi<br />

ülkelerin şimdilik bu “misyon”da yer<br />

almaktan kaçınması sonucu 2500’e<br />

düştü. Bunun komutası Fransa /<br />

Paris’te olacak ve İrlandalı bir general<br />

başında olacak. Çad’da ise yönetici<br />

Fransız general olacak. 2500 askerin<br />

1500’ü zaten Fransız askeri ve<br />

onlar Çad’dadır. Bu bakımdan “misyon”<br />

çoktan başlatılmıştır. Bundan<br />

sonra olacak esas iş İrlanda, Polonya,<br />

İspanya, İsveç, Belçika ve Avusturya<br />

gibi ülkelerin söz verdikleri sayıda<br />

askeri Çad’a yollaması. Bunun yanısıra<br />

Fransız emperyalizminin temsil-<br />

cileri Türkiye ve Fas gibi ülkelerden<br />

de asker göndermesini talep edeceğini<br />

açıkladı. Bu gelişmeler işgal gücünün<br />

2500 ile sınırlı kalmayacağını,<br />

giderek daha da çoğaltılmaya çalışılacağını<br />

göstermektedir.<br />

Özetle aktardığımız bu perde arkası<br />

gerçeklik, yani emperyalistler<br />

arası dalaş, sömürücüler, egemenler<br />

için esas meselenin ne çocukları koruma,<br />

kurtarma, ne de 400 binden<br />

fazla mültecinin korunması olmadığını;<br />

meselenin esası itibariyle Çad<br />

somutunda da paylaşım, egemenlik<br />

dalaşı olduğunu göstermektedir.<br />

Bu dalaşta anda esas faktör petrol<br />

ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarına<br />

egemen olma meselesi vardır.<br />

Fakat sadece petrol, doğalgaz yok<br />

bu dalaşta. Diğer yeraltı ve yerüstü<br />

zenginliklerine, özellikle de sanayi<br />

ve teknik alanında gerekli olan madenlere<br />

sahip olma, talan etme dalaşı<br />

da sürüyor ve bu dalaş tüm Afrika<br />

Seçimden sonra-<br />

seçimden önce<br />

Son dönemde Pakistan’daki gelişmelerin<br />

gündemin ön sıralarına<br />

tırmanması, esas <strong>olarak</strong> 3<br />

Kasım’da olağanüstü hal, sıkıyönetimin<br />

ilan edilmesi, ya da kimileri tarafından<br />

“ikinci darbe” <strong>olarak</strong> adlandırılan<br />

gelişmenin sonucu oldu.<br />

Devlet Başkanı Müşerref, 3<br />

Kasım’da olağanüstü hal ilan edip<br />

Anayasa’yı askıya aldığını açıkladı.<br />

OHAL…<br />

- PAKİSTAN -<br />

kıtasını her geçen gün daha fazla<br />

emperyalistlerin mengenesine maruz<br />

bırakıyor… Örneğin önümüzdeki süreçte<br />

nüfusu 1.5 milyonu biraz geçen<br />

Guinea-Bissau’ya “Barış Misyonu”<br />

ile işgal ordusu gönderilirse hiç şaşmayın.<br />

Orada da işlenmemiş petrol<br />

yatakları duruyor! İç çatışmalar, göç<br />

olmasa da, “uluslararası terörizmin<br />

kazanç aracı uyuşturucu ticaretine<br />

karşı mücadele etme misyonu” vb.<br />

gerekçeler bulunur…<br />

AB emperyalistlerinin askeri gücünün<br />

(EUFOR) Afrika kıtasındaki sayısı<br />

giderek artıyor. Bu ise AB ile BM<br />

arasındaki pazarlıklarda AB’nin BM<br />

içindeki nüfuzunu giderek güçlendirme<br />

siyasetinin bir sonucudur da.<br />

Emperyalistler arası dalaş BM içindeki<br />

nüfuz dalaşı <strong>olarak</strong> da sürüyor.<br />

Bu dalaşın diğer Afrika ülkelerinde<br />

kendisini nasıl göstereceğini<br />

ise göreceğiz.<br />

14 Kasım 2007 ✓<br />

Muhalefete karşı baskılar, tutuklama<br />

ve ev hapsi gibi uygulamalar günlük<br />

yaşanan olaylar oldu.<br />

Bu yazı yazılırken binlerce muhalif<br />

tutuklanmış, Butto gibi muhalefet<br />

yapan tanınmış politikacılar<br />

Müşerref ’in uygulamalarına karşı<br />

mücadele edeceğini açıklamış; başta<br />

ABD emperyalizminin temsilcileri<br />

olmak üzere batılı emperyalist güçler<br />

olağanüstü halin kaldırılması ve parlamento<br />

seçimlerinin “demokratik<br />

ortamda” “adil ve hür” biçimde yapılması<br />

talebini öne sürmüştür.<br />

Özellikle ABD emperyalizminin<br />

ve Butto önderliğindeki muhalefetin<br />

itirazı sonucu, Müşerref parlamento<br />

seçimlerinin 9 Ocak’tan önce yapılacağını<br />

açıkladı. Anayasayı askıya<br />

aldığında önce seçimlerin ne zaman<br />

yapılacağı belli değildi; ardından 15<br />

Şubat’tan önce yapılacağı açıklaması<br />

yapıldı, buna da itirazlar yükselince<br />

tavır değişti. Seçimlerin 9 Ocak’a<br />

kadar yapılmasının önkoşulu <strong>olarak</strong><br />

da parlamento fesh edildi ve<br />

geçici Başbakan/ hükümet atandı.<br />

Butto’nun tavrı Müşerref yanlısı olan<br />

bu hükümeti tanımama yönünde<br />

oldu.<br />

Gelinen yerde ABD emperyalizminin<br />

temsilcileri Müşerref’e olağanüstü<br />

hali kaldırmasını ve seçimleri<br />

“hür ve adil” seçimler <strong>olarak</strong> satabilmesini<br />

sağlamak için de olağanüstü<br />

halin kaldırılmasını dayatmaktadırlar.<br />

Gelişmelerin bu arada hangi<br />

mecrada yol alacağını göreceğiz.<br />

Fakat esas mesele olağanüstü halin<br />

ilanını gerektiren gelişmelerin neler<br />

olduğunu ve bunun ne için yapıldığıdır.<br />

Bunu görmek için de kimi<br />

gelişmeleri özetle de olsa anlatmak,<br />

ortaya koymak gerekiyor.<br />

PAZARLIKLAR VE BUTTO’NUN<br />

DÖNÜŞÜ<br />

Özellikle ABD emperyalizminin<br />

Afganistan’a yönelik savaşı başlatmasından<br />

bu yana Pakistan, ABD<br />

emperyalizminin bölgede önde gelen<br />

işbirlikçilerinden biriydi, öyledir. Bu<br />

işbirliğinin temelinde yatan esas şey,<br />

“islamcı” kesimlere karşı –tabii ki<br />

başta Taliban, El Kaida güçlerine vd.<br />

karşı– “terörizme karşı mücadele”<br />

adına davranmak vardır.<br />

Müşerref’in hem Başkan hem de<br />

ordunun başı olması, aynı zamanda<br />

askeri diktatörlük biçiminde ülkeyi<br />

yönetmesi, “demokrasi ihracı” yapacağını<br />

propaganda yapan emperyalist<br />

işgalcileri pek ırgalamadı, ırgalamıyor<br />

da… Onlar kendi çıkarları<br />

gereği bölgeye yerleşmeye hizmet<br />

edenlerin diktatör olup olmamasına<br />

bakmıyorlar.<br />

Afganistan’a yönelik savaştan bu<br />

yana epey zaman geçti ve Pakistan’da<br />

da gelişmeler farklı yönden yol almaya<br />

başladı. Müşerref, her ne kadar<br />

ABD emperyalizminin temsilcileri<br />

onu destekleme tavrını sürdürseler<br />

de, tam güvenecekleri biçimde bir<br />

tavır sergilemedi. Tersine, karşısında<br />

mücadele ettiğini söylese de, islamcı<br />

kesim gittikçe güçlenmeye doğru yol<br />

aldı. Özellikle Afganistan sınırında<br />

Taliban ve El Kaida ya da diğer islamcı<br />

kesimlere karşı yürütülen çatışmalar,<br />

ABD emperyalizminin dayatmasıyla<br />

gerçekleşmiş ve bu aynı<br />

zamanda Müşerref ’in bu bölgede<br />

yaşayanlar arasında ABD’nin uşağı<br />

<strong>olarak</strong> tanımlanmasına ve sözkonusu


savaşın da ABD’nin dayatmasıyla yürütüldüğü<br />

görüşünün yaygınlaşmasına<br />

hizmet etmiştir. Müşerref yönetimine<br />

milyarlarca dolar yardım da,<br />

onun ABD ekseninde hareket ettiği<br />

değerlendirmesini güçlendirmiştir.<br />

İslamcıların iktidara yürüyüş yolunu<br />

kesmek, Taliban rejimi gibi bir<br />

yönetimi Pakistan’da engellemek için<br />

dayanılan Müşerref yeteri kadar güvenilir<br />

olmayınca, ya da islamcıları<br />

engelleme, onlara karşı mücadelede<br />

Müşerref’in tek başına başarılı olamayacağı<br />

düşünülünce, ABD emperyalizminin<br />

temsilcileri başta olmak<br />

üzere müttefik İngiltere’nin temsilcileri<br />

başka hesaplara yöneldi.<br />

Bu hesaplar içinde ABD yanlısı,<br />

dostu <strong>olarak</strong> hesaplanan Benazir<br />

Butto’nun devreye sokulması hesabı<br />

öne çıktı. Bunun için Müşerref ile<br />

Butto’nun anlaşması için arabuluculuk<br />

yapıldı ve taraflar arasında anlaşma<br />

sağlandı.<br />

Medyaya yansıdığı kadarıyla sözkonusu<br />

anlaşmaya göre esas <strong>olarak</strong><br />

mutabık kalınan şey, Butto’nun<br />

sürgünden geri dönmesi için, Butto<br />

hakkındaki yolsuzluk yaptığı yönündeki<br />

davaların düşürülmesi,<br />

Müşerrefin de askeri üniformasını<br />

çıkarıp bir dönem daha Başkanlık<br />

yapması, Butto’nun Müşerref’in bir<br />

dönem daha başkanlık yapmasını<br />

kabul etmesi ve Butto’nun da parlamento<br />

seçimlerinden başbakan <strong>olarak</strong><br />

çıkmasıydı.<br />

Bu hesap esas <strong>olarak</strong> görünürde<br />

“demokrasiye” geçiş olacak, ama iktidar<br />

Müşerref ile Butto gibi iki ABD’ci<br />

tarafından paylaşılıp islamcıların iktidara<br />

gelmesi önlenecek biçimindeki<br />

hesap üzerine kurulu bir hesaptır.<br />

Buna uygun adımlar atıldı.<br />

Müşerref Butto hakkındaki davaları<br />

“ulusal uzlaşma” adına iptal ettirdi.<br />

Aynı zamanda Başkanlık seçimini,<br />

parlamento seçiminden sonra oluşacak<br />

yeni parlamento yerine, çoğunluğu<br />

elde tuttuğu kurulu parlamentoda<br />

yaptırdı. 6 Ekim’de gerçekleştirilen<br />

başkanlık seçiminde Müşerref<br />

1170 milletvekilinden oluşan merkezi<br />

parlamento ve dört bölgesel<br />

parlamentodan kullanılan 685 oyun<br />

671’ini alarak başkanlığa seçildi.<br />

Butto’nun partisi Demokratik Halk<br />

Partisi (PPP) milletvekilleri parlamentoya<br />

gitti ama çekimser kaldı.<br />

Böylece parlamento kararına göre<br />

Müşerref başkanlığa seçilmişti.<br />

Müşerref ’in kendini seçtirmesi<br />

ve seçim sonucunun kabul edilip<br />

edilmeyeceğinin henüz belli olmadığı<br />

dönemde Butto Pakistan’a geri<br />

döndü. Butto’nun Pakistan’a dönüşü<br />

onbinlerce kişinin karşılama gösterisiyle<br />

birleştirildi. Aslında bu dönüşle<br />

birlikte parlamento seçimlerinin propagandasına<br />

başlanmıştı bile.<br />

Fakat araya bir başka mesele girdi…<br />

El Kaida veya Taliban yanlılarının<br />

Butto’ya karşı intihar eylemleri düzenleyeceklerini<br />

açıkladıkları yönlü<br />

haberler yaygınlaştırıldı ve Butto’yu<br />

karşılama eyleminde bomba patla-<br />

tıldı ve bir intihar eylemi yaşandı.<br />

Sonuçta 130’dan fazla insan yaşamını<br />

yitirdi… Bu olaylar da ülkede<br />

kargaşanın olduğu ve askeri müdahalenin<br />

gerektiği yönünde kullanıldı.<br />

Tabii ki Butto’nun korunması adına<br />

da yapıldı bu…<br />

Müşerref’in Genelkurmay Başkanı<br />

<strong>olarak</strong> üniformasını koruduğu durumda,<br />

Başkan olup olmayacağına,<br />

bunun Anayasa’ya ters düşüp düşmeyeceğine<br />

ise Yüksek Mahkeme’nin<br />

karar vermesi gerekiyordu.<br />

Yüksek Mahkeme Başkanı Çaudri<br />

ise bu yılın ilk aylarında Müşerref<br />

tarafından görevden alınmış, ama<br />

protestolar sonucunda yine görevine/<br />

koltuğuna geri dönmüş biri. Çaudri<br />

aynı zamanda örneğin Pakistan’ın<br />

en büyük çelik işletmesinin özelleştirilmesini,<br />

alınan mahkeme kararıyla<br />

engelleyen ve Müşerref yanlısı<br />

Başbakan Şevket Aziz’in işlerini “zora<br />

sokan” biri… Yine sürgünden geri<br />

dönen Navaz Şerif’in yeniden sürgün<br />

edilmesinin mahkeme kararına aykırı<br />

olduğunu ve Şerif’in Pakistan’a<br />

geri dönebileceği kararının verilmesinin<br />

baş aktörüdür Çaudri… Bunun<br />

da ötesinde Çaudri, Anayasa’ya uygun,<br />

yasaların “demokratik” biçimde<br />

uygulanmasından yana olan ve bu<br />

tavırlarıyla Müşerref’in uygulamalarına<br />

da muhalif olan biridir.<br />

Geçmişte verilen kimi mahkeme<br />

kararlarına ve kararlaştırılan kimi<br />

yasalara göre Müşerref’in askeri üniformasını<br />

çıkarmadan başkanlığa seçilemeyeceğini<br />

gösteriyordu. Bu kararlar<br />

la da yasalar Yüksek Mahkeme<br />

Başkanı’na Müşerref aleyhinde karar<br />

verme imkanını sağlıyordu. Tam<br />

da Yüksek Mahkeme’nin kararının<br />

açıklanacağı tarihten birkaç gün<br />

önce, Müşerref olağanüstü hal ilan<br />

edip Anayasayı askıya aldığını açıkladı<br />

ve başta Çaudri olmak üzere<br />

kendisine muhalif olduğunu düşündüğü<br />

hakimleri/ yargıçları gözaltına<br />

aldı, görevlerinden “azad” eyledi…<br />

Sözkonusu “darbe”nin gerçekte<br />

Müşerref’in iktidarını korumasına<br />

yönelik bir önlem olduğu aslında<br />

açıktı. Bu “darbe” aynı zamanda<br />

Müşerref’in Butto ile iktidar paylaşımında<br />

kendisini daha güçlü<br />

tutma hesabının da içinde olduğu bir<br />

edimdi.<br />

Butto olağanüstü halin ilan edildiği<br />

dönemin ilk başlarında Müşerref’e<br />

hemen hemen hiç bir eleştiri yöneltmeden,<br />

bir an önce olağanüstü halin<br />

kaldırılacağını ümit ettiği biçiminde<br />

açıklamalar yaptı. Ardından kendisinin<br />

önderlik ettiği protesto eylemlerine<br />

müdahale edilip eylemler gerçekleştirilemeyince,<br />

Müşerref ile iktidar<br />

dalaşındaki tavrını en azından<br />

görünürde sertleştirmeye başladı.<br />

Müşerref ’e yönelik esas eleştiri<br />

veya talepler, Başkan olması için<br />

askeri üniformasını çıkarması ve<br />

parlamento seçimlerinin Ocak ayı<br />

başında –önceden planlandığı gibi–<br />

gerçekleştirilmesiydi. Olağanüstü hal<br />

ilan edip Anayasayı askıya almasıyla<br />

Müşerref ABD emperyalizminin en<br />

azından alenen istemediği bir duruma<br />

yol açtı. Böylece iki ABD’ci<br />

–Butto ve Müşerref– karşı karşıya<br />

gelmişti. Butto birkaç kez ev hapsine<br />

alındı ve yine serbest bırakıldı.<br />

Butto’nun ev hapsine alınması, aslında<br />

onun “demokrasi için mücadele<br />

eden biri” olduğu yönlü yanlış<br />

görüşün güçlenmesine hizmet etti,<br />

ediyor. Belli sınırlar çerçevesinde ele<br />

alındığında, sözkonusu olağanüstü<br />

halin ilanı ve muhalefete saldırı,<br />

sanki Butto’yu popülistleştirmenin<br />

bir aracıymış gibi göründü, görünüyor.<br />

Kuşkusuz ki bunun danışıklı<br />

dövüş olup olmadığını ispatlayacak<br />

durumda değiliz. Bu düşünceyi biraz<br />

da olsa zayıflatan gelişme, Butto’nun<br />

gelinen yerde Müşerref ’in sadece<br />

üniformasını <strong>indir</strong>mesini değil, istifa<br />

etmesini talep etmesi ve Navaz Şerif<br />

gibi Müşerref’in darbe yaptığı politikacıların<br />

önderliğindeki muhalefetle<br />

ortak davranmaya yönelmesi oldu.<br />

Tüm tartışmalar içinde öne çıkarılan<br />

olağanüstü halin kaldırılıp “hür<br />

ve adil” seçimlerin gerçekleştirilmesidir.<br />

Kitlelerin içine sıkıştırıldığı<br />

mengene, Müşerref ’in “olağanüstü<br />

hali” ile, bunun kaldırılması arasındaki<br />

seçimdir. Müşerref “adil ve hür”<br />

seçimler için OHAL’in gerekli olduğunu<br />

söylemektedir, muhalefet ise<br />

–ABD emperyalizmi de dahil– se-<br />

panorama<br />

çimlerin “hür ve adil” yapılması için<br />

OHAL’in kaldırılması gerektiğini<br />

savunmaktadır.<br />

Gerçekte ise, içinde bulunulan<br />

koşullarda Pakistan’da ne OHAL’li<br />

ne de OHAL’in kaldırılması koşullarında<br />

hür ve adil seçim olacaktır.<br />

“Hür ve adil seçim” diye kitlelere yutturmaya<br />

çalıştıkları, esasta islamcı<br />

kesime karşı ve laik olduğunu lanse<br />

eden, gerçekte ABD emperyalizmi<br />

başta olmak üzere emperyalistlerin<br />

istedikleri kesimin seçilmesi, ya da<br />

iktidarda kalmasıdır.<br />

Öyle ya da böyle ABD emperyalizmi<br />

başta olmak üzere Pakistan’da<br />

Müşerref ve Butto üzerine hesap yapanların<br />

işleri de o kadar kolay değil.<br />

Arada ezilen yine Pakistan’ın yoksulları,<br />

emekçileridir. Bu gelişmeler<br />

Afganistan’daki savaşın Pakistan’da<br />

da yürüdüğünün göstergeleridir<br />

aslında.<br />

Emperyalist güçler bölgede olduğu<br />

sürece de, ezilenlere karşı saldırılar,<br />

planlar var olacaktır. Sorun ezilen<br />

halkların emperyalist güçlere, emperyalizme<br />

karşı kendi kurtuluşları<br />

için mücadeleyi yükseltmesi, sorunun<br />

emekçilerin kendi iktidarlarını<br />

kurması sorunu <strong>olarak</strong> kavranıp hem<br />

emperyalist işgalcilere, hem de gerici<br />

yerli güçlere karşı devrim için mücadelenin<br />

yükseltilmesidir.<br />

16 Kasım 2007 ✓<br />

“Bölücü” makinistler,<br />

“birlikçi” patronlar…<br />

Dergimizin 116. sayısında<br />

Alman Demiryolları’nda<br />

(Die Bahn, [DB]) yürüyen<br />

mücadele hakkında özetle bilgi<br />

vermiş ve gelişmelere değinmiştik.<br />

Alman Makinistler Sendikası (GDL)<br />

ile DB şefleri arasında yürüyen pazarlıklarda<br />

durumun ne olduğuna da<br />

kısaca değinmiştik.<br />

Sözkonusu yazımızda tarafların<br />

Ekim ayı sonuna kadar uzlaşmaya<br />

varılması konusunda mutabık kalındığını<br />

söylemiştik. Gelişmeler<br />

bunun sadece bir istekten öteye geç-<br />

- ALMANYA -<br />

mediğini gösterdi. Bunun arkasında<br />

yatan gerçeklerden biri, mahkemenin<br />

2 Kasım’da yük ve şehirlerarası<br />

yolcu taşıma alanlarında grev yapma<br />

yasağına GDL’nin itirazı konusunda<br />

karar vereceği olgusuydu. Eğer mahkeme<br />

GDL’nin itirazını haklı bulup<br />

yük ve şehirlerarası yolcu taşıma<br />

alanlarında grev yapmasının önündeki<br />

yasağı kaldırırsa, o zaman DB<br />

şeflerine karşı daha güçlü biçimde<br />

grev silahının kullanılması imkanı<br />

doğacaktı. Öyle de oldu. Mahkeme 2<br />

Kasım’da GDL’nin yük ve şehirlera-<br />

13


14<br />

panorama<br />

rası yolcu taşıma alanlarında da grev<br />

yapma hakkı olduğuna karar verdi.<br />

Mahkemenin bu kararından önce<br />

GDL 30 saat süren bir grev gerçekleştirdi.<br />

Sosyal-Demokrat Parti (SPD)<br />

yöneticilerinden, Alman Sendikalar<br />

Birliği (DGB) yöneticilerine ve patronların<br />

örgüt birlikleri şeflerine kadar<br />

birçok kesim GDL sendikası yöneticilerine<br />

ve eylemlerine ateş püskürdü…<br />

Hatta GDL’nin “Almanya’da<br />

oyunun kurallarını bozma tehditi”<br />

karşısında, “yeni yasal kuralların<br />

düşünülmesi” gerektiği tehditleri<br />

de savruldu. Mahkemenin kararıyla<br />

GDL bu oyunda bir sıfır öne geçti…<br />

GDL’nin yeniden görüşme masasına<br />

dönmesi için temel talebi<br />

Demiryolları ile ayrı toplu sözleşme<br />

yapma talebiydi, bu yazı yazılırken<br />

de bu tavırda resmi bir değişiklik olmamıştı.<br />

Ücret artışı ve çalışma koşulları,<br />

saatleri üzerine pazarlığa açık<br />

oldukları ise GDL temsilcilerinin<br />

açıklamalarında sürekli vurgulandı.<br />

Düğüm noktası sonuçta ayrı toplu<br />

sözleşme yapılıp yapılmayacağına<br />

bağlanmıştı. Demiryolu şefleri ayrı<br />

bir toplu sözleşmeyi kategorik <strong>olarak</strong><br />

reddediyorlardı, reddediyorlar.<br />

Mahkemenin kararıyla daha güçlü<br />

bir silah elde eden GDL, yük trenleri<br />

ve şehirlerarası trenlerde de grev<br />

yaparak DB şeflerini üzerinde görüşme<br />

yürütülebilecek yeni bir öneri<br />

yapmaya zorlamaya çalıştı. GDL,<br />

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki<br />

en uzun demiryolu grevini –yük<br />

trenlerinde önce 42 daha sonra da<br />

62 saat ve yolcu trenlerinde de 48<br />

saat– gerçekleştirdi.<br />

21 Kasım’da Demiryolu şefleri yeni<br />

bir öneri paketi sundu. Ön görüşmelerin<br />

sürdüğü koşullarda önerinin<br />

neyi içerdiği konusunda taraflar arasında<br />

kamuoyuna karşı konuşmama<br />

üzerine anlaşılmış olsa da, DB şefi<br />

Mehdorn kamuoyuna bilgi sızdırdı<br />

ve %8 ile 13 arası ücret artışı önerisinde<br />

bulunduğunu belirtti. Medyaya<br />

yansıdığı kadarıyla sözkonusu öneri,<br />

daha öncekine göre kimi yeni unsurları<br />

içerse de, özde değişen bir şey<br />

yoktur. Yine basına yansıdığı kadarıyla<br />

ayrı toplu sözleşme önerisi yoktur<br />

bu yeni öneri içinde. Kimi açıksözlü<br />

burjuvaların deyimiyle, DB şefi<br />

Mehdorn istese bile, devletin temsilciliğini<br />

yapan hükümetteki yetkili<br />

bakanlar buna izin vermediği için<br />

GDL ile ayrı toplu sözleşme yapamaz.<br />

Bu konuda esasında da SPD’li bakanlar<br />

ve SPD yöneticileri Mehdorn<br />

ve diğer Demiryolu şef(ler)ine GDL<br />

ile ayrı bir toplu sözleşme yapmayı<br />

reddetmesini, bu konuda “sert” tavır<br />

takınmaları gerektiğini önermekte,<br />

dayatmaktadırlar.<br />

GDL yöneticileri yeni önerinin<br />

kabul edilecek bir öneri olmadığını,<br />

ama görüşmelerle ayrı bir toplu sözleşme<br />

yapabilmek için, resmi görüşmelere<br />

3 Aralık’ta başlanabileceğini<br />

açıkladılar. Bu açıklamada uzlaşılamadığı<br />

zaman yine greve gideriz deseler<br />

de, gerçekte taleplerinden geri<br />

adım atmaya hazır olduklarının işaretini<br />

vermişlerdir. Gelinen yerde iki<br />

tarafın da taşıyabileceği bir uzlaşma<br />

ile sorunu halletme yaklaşımı öne<br />

çıkmaktadır. GDL temsilcileri Noel<br />

tatiline kadar uzlaşmanın sağlanabileceğinden<br />

yola çıkmaktadırlar.<br />

Bu arada hükümetin soruna müdahale<br />

etmesi DB şefleri tarafından<br />

da talep edildi. Sanki hükümet ya<br />

da sözkonusu bakanlıklar işin içinde<br />

değilmiş gibi, “siyasi müdahale yapılmaması<br />

gerektiği” yönlü sahtekârlık<br />

sürdürüldü. Demiryollarının borsaya<br />

girmesi planı şimdilik dondurulmuş<br />

durumda ve özelleştirme konusunda<br />

da koalisyon partileri –CDU ve SPD–<br />

arasında uzlaşmazlık sürmektedir.<br />

Geçen yazımızdan bu yana geçen<br />

süreçte yaşananlar kabaca böyledir.<br />

Uzlaşmanın yakın zaman içinde<br />

sağlanıp sağlanmayacağı, ya da nasıl<br />

bir uzlaşma sağlanacağını, yeni görüşmeler,<br />

pazarlıklar gösterecektir.<br />

Üzerinde durulması gereken önemli<br />

bir nokta ise, toplu sözleşme birliği<br />

adına yapılan sahtekârlıktır.<br />

“TOPLU SÖZLEŞME BİRLİĞİ”<br />

SAVUNUCULUĞU GERÇEKTE<br />

NEYİN NESİ?<br />

GDL ile DB arasındaki bu mücadelede<br />

ortak konumda olan DB şefleri,<br />

hükümet temsilcileri, Alman<br />

Sendikalar Birliği (DGB) şef leri,<br />

Sosyal-Demokrat Parti yetkilileri,<br />

patronların örgütlerinin başları ve<br />

diğerleri, GDL’yi “işyeri çalışanlarını<br />

gruplara bölmek, bölücülük yapmak”,<br />

“toplu sözleşme birliğini (tarif<br />

birliğini)”, “sözleşme özerkliğini<br />

tehlikeye” sokmak vb. vb. biçimlerde<br />

suçladılar. Öyle bir tablo çizilmeye<br />

çalışılıyor ki, sanki bu sömürücülerin<br />

temsilcileri ve sömürücüler işçilerin,<br />

demiryollarında çalışanların “birliğini”,<br />

“çıkarlarını” savunuyor…<br />

Gerçekte ise yapılan sahtekârlık ve<br />

demagojidir. Makinistler Sendikası<br />

bu somutta “bölücü” değil, burjuvazinin<br />

temsilcileri de çalışanların<br />

çıkarlarını temsil etme, onların birliğini<br />

savunma bağlamında “birlikçi”<br />

değil. Bunların gerçekte birlik olduğu<br />

nokta, DB (Die Bahn) tekelinin<br />

çıkarlarını savunma noktasıdır. Evet,<br />

bu konuda birlikçiler…<br />

Bu birliğin birkaç yansıması şöyledir:<br />

1994 – 2006 döneminde<br />

Demiryolları çalışanlarının sayısı<br />

neredeyse yarı yarıya düşürülmüştür.<br />

Kimi verilere göre en azından<br />

100.000 çalışan işinden olmuştur. Bu<br />

kadar çalışanın işinden olması, aynı<br />

zamanda geri kalanların iki kat daha<br />

verimli çalışmaya zorlanması demektir.<br />

Bu süreçte çalışanların reel ücreti<br />

%10 civarında düşmüştür. Bunun tersine<br />

DB tekeli sadece 2005 – 2007 (yaz<br />

aylarına kadarki hesap) döneminde<br />

kârını üçe katlamış ve yönetici takımın<br />

da geliri altı kat artırılmıştır. DB<br />

tekeli sadece demiryolları ile yetinmiyor,<br />

kârlarına kâr katmak ve etki<br />

alanını genişletmek için yurtdışında<br />

havayollarına, logistik ve karayolları<br />

taşımacılığına (TIR) el atmıştır. Tüm<br />

bunlar tabii ki demiryollarında çalışanların<br />

“birliği” için yapılmıyor!<br />

Ama yine de GDL’ye karşı tavırlarda<br />

sahtekârlıktan geri kalmıyorlar…<br />

Demir yol la r ı nda ça l ışa n la r ı<br />

“bölme” bağlamında da esasta DB<br />

tekelinin kendisi zaten çalışanları<br />

kesimlere, gruplara bölmüştür. Maaş<br />

veya aylıklar bağlamında da bölünmüşlük<br />

vardır. En başından itibaren<br />

DB tekelinin yöneticilik bölümünde<br />

çalışanlar ile, yönetilerek çalışanlar,<br />

daha doğrusu işçiler arasındaki<br />

maaş, aylık arasında uçurum vardır.<br />

DB’nin andaki başı Mehdorn’un 2006<br />

yılındaki aylığı 265.000 avro iken,<br />

sözde “iyi” aylık alan makinistlerin<br />

aylığı 1500 – 2000,- avro civarında.<br />

Kuşkusuz ki 200.000 civarında çalışan<br />

arasında 2000,- avrodan fazla aylık<br />

alan da vardır. Fakat yine de aylık,<br />

ya da gelirde de bölücülük olgudur ve<br />

bu DB tekelinin, patronlarının (devletin,<br />

hükümetin) sömürü çarkının<br />

normal sonucudur.<br />

Toplu sözleşme birliği ya da tarif<br />

birliği konusunda da sahtekârlık<br />

yapılmaktadır.<br />

Gerçekte Almanya’da genel <strong>olarak</strong><br />

toplu sözleşme birliği diye bir şey<br />

yoktur. Kimi burjuva hukukçular<br />

bile, çokça kullanılan toplu sözleşme<br />

birliği konusunun iş mahkemesinin<br />

bir icadı olduğunu ortaya koymakta,<br />

savunmaktadır. Zaten genel <strong>olarak</strong><br />

her iş dalında (metal, inşaat ya da<br />

hizmetler sektöründe) ayrı sendikanın<br />

varlığı ve bunların somut her<br />

alanda yetkili olan patron ve temsilcileriyle<br />

pazarlıklar yürütüp ayrı ayrı<br />

anlaşmalar yapması olgusu, genel bir<br />

toplu sözleşme birliğinin olmadığının<br />

açık ispatıdır.<br />

Bunun da ötesinde, örneğin küçük<br />

ve orta boy işletmelerde çalışanlar<br />

sözkonusu sektördeki toplu sözleşme<br />

içinde sayılmıyor bile. Genelde büyük<br />

iş yerleri sözkonusu toplu sözleşme<br />

anlaşmasına uyma, uydurulma<br />

durumundadır.<br />

Büyük işletmelerde, tekellerde ise<br />

özellikle son on yıllık süreçte yoğunlaştırılan<br />

taşeronlaştırma ve kiralık<br />

işçi çalıştırma temelinde toplu sözleşme<br />

birliği patronların postalları<br />

altında çiğnenmektedir. Sözkonusu<br />

kiralık işçiler –ki bunların sayısı<br />

genelde artık milyonlara varmaktadır–<br />

herhangi bir toplu sözleşmeden<br />

yararlanma durumunda değildir.<br />

DB tekelinin kendisinde de toplu<br />

sözleşme birliği yoktur. DB şefleri<br />

“toplu sözleşme birliğini bozmaya<br />

izin vermeyeceğiz”, ya da “toplu sözleşme<br />

birliği üzerine pazarlıklar yapmayız”<br />

diye ne kadar çığlık atarsa<br />

atsın, DB tekelinde toplu sözleşme<br />

birliği olmadığı gerçeğini ortadan<br />

kaldıramaz. Fakat demagojileri kitleleri<br />

etkileri altına almaktadır.<br />

Örneğin DB’nin kolu Usedomer<br />

Bäderbahn (UBB), DB Tren, Otobüs<br />

Yereltrafik Alb-Bodensee (RAB) ve<br />

DB-kiralıkçalışma kesimleri ayrı<br />

ayrı toplu sözleşmelere sahiptirler. Ki<br />

hepsi de aynı işi yapmaktadır ve fakat<br />

ayrı ücret almaktadırlar. Örneğin<br />

UBB’de çalışan makinist (üç yıl çalıştıktan<br />

sonra) 1865,- avro, DB makinisti<br />

aynı ön koşullarda 2140,- avro<br />

almaktadır. İkisinin de brüt ücret<br />

olduğu bilinçte tutulmalıdır. DB<br />

Service Stores bölümünde ise hiç bir<br />

toplu sözleşme sözkonusu değildir.<br />

DB şeflerinin ve bilimum destekçilerinin<br />

toplu sözleşme birliğinden<br />

bahsetmeleri ve savunur görünmelerinin<br />

perde arkasında, gerçekte bunların<br />

kitlelerin bilincini karartmak<br />

ve GDL’nin haklı taleplerini reddetmek<br />

amacı, hedefi vardır.<br />

Bu sahtekârlığa Alman Sendikalar<br />

Birliği (DGB) başta olmak üzere<br />

doğrudan demiryolu dalında örgütlü<br />

olan Transnet ve GDBA da ortaklık<br />

etmektedir. Özellikle Transnet<br />

ve GDBA DB tekelinin ortaklarıymış<br />

gibi davranmakta, GDL’ye karşı<br />

kampanyanın başını çekmektedirler.<br />

Son döneme kadar bunların tavırları<br />

DB’nin borsaya girmesini desteklemek<br />

için ücretlerin %4.5’ten fazla<br />

artırılmaması, aksi halde, yani DB<br />

GDL’ye daha yüksek ücret artışı verirse<br />

greve gidecekleri tehditlerini savurdular.<br />

Evet bu işbirlikçiler, emekçilerin<br />

düşmanları GDL ile birlikte<br />

mücadele edip daha yüksek ücret<br />

artışı elde etmek için grev yapma yerine,<br />

DB tekelinin çıkarlarını savunmak<br />

için grev tehditi yapmaktadır.<br />

GDL ile ayrı toplu sözleşme yapılıp<br />

yapılmamasından bağımsız <strong>olarak</strong><br />

ücret artışının %4.5’ten fazla olacağı<br />

bir nevi kesinleşmeye başlayınca,<br />

Transnet ve GDBA temsilcileri aslında<br />

Temmuz ayı başında yapılan<br />

sözleşmeden memnun olmadıklarını<br />

dile getirmeye başladılar.<br />

Bu tavırları, bir yandan bunların<br />

patronlarla sosyal partnerlik, açık<br />

işbirliği tavırlarının yol açtığı üye<br />

kaybına set çekmek için zorunlu kalmalarının<br />

sonucudur, diğer yandan<br />

ama GDL ile ayrı toplu sözleşme yapılmasını<br />

reddetme tavrının devamıdır.<br />

Şöyle ki, eğer GDL ile ücret artışı<br />

ve kimi çalışma koşulları ve ödenekler<br />

üzerine anlaşılırsa, bu anlaşma<br />

Transnet ve GDBA ile yapılacak<br />

yeni bir anlaşmayla birleştirilirse,<br />

ayrı toplu sözleşme yapılmasına gerek<br />

kalmadan ücret artışı sağlanmış<br />

olacaktır.<br />

Gelinen yerde esas mesele, GDL’nin<br />

şimdiye kadarki tavrında, yani ayrı<br />

toplu sözleşme yapılmasının esas<br />

talep olduğu, bu talep yerine getirilmezse<br />

anlaşma sağlanmayacağı yönlü<br />

tavrında tutarlı olup olmadığıdır.<br />

Eğer GDL bu tavrında ısrar ederse,<br />

önümüzdeki dönemde yeni grevler<br />

yaşanacak, pazarlıkların yönü değişecektir.<br />

21 Kasım’da DB’nin GDL’ye<br />

yaptığı yeni öneri üzerine görüşmelere<br />

evet diyen GDL şeflerinin ama<br />

bu talepte ısrar edecekleri şüphelidir.<br />

28 Kasım 2007 ✓


yeni dünya gençliği<br />

Militarizm ve Anti-Militarizm üzerine…<br />

Bir süredir gazetemizde Yeni<br />

Dünya Gençliği imzalı haberler,<br />

yazılar yayımlanıyor.<br />

Bu haberlerde Yeni Dünya<br />

Gençliği’nin ‘Komünist Gençlik<br />

Enternasyonali’nin Tarihi I-II’ kitabı<br />

üzerine de panel gerçekleştirdiği ve<br />

bir bülten çıkardığı yer aldı. Çıkarılan<br />

bültende karşı olunanlar arasında<br />

“Militarizm” de yer alıyordu.<br />

Ayrıca gazetemizin 114. sayısında<br />

(Eylül/2007) sayfa 17’de yayımlanan<br />

“Anti-militarist olmak…” başlıklı<br />

bir yazıda da militarizmden ve antimilitarizmden<br />

bahsediliyordu.<br />

Son <strong>olarak</strong>ta genç yoldaşlar ile<br />

yaptığımız bir tartışmada konu militarizme<br />

karşı mücadele etme bağlamında<br />

düğümlendi. Bir kısım yoldaş<br />

militarizme tamamen karşı olunması<br />

gerektiğini savunuyordu. Şimdi bu<br />

konu hakkında “KGE’nin Tarihi I-II”<br />

kitaplarının ışığında görüşlerimi aktarmak<br />

istiyorum.<br />

Kitapta yer alan makalelerin, kararların,<br />

konferans belgelerinin<br />

1900’lü yılların başı ile 1920’li yılları<br />

kapsadığını gözden kaçırmamak<br />

gereklidir. Bu “sosyal-demokrasi”<br />

kavramında olduğu gibi bazı kavramların<br />

içeriğinin zaman içerisinde<br />

değişebileceği açısından önemlidir.<br />

Kitaptaki konuların 1. Emperyalist<br />

Savaş ve buna karşı komünistlerin<br />

görevleri bağlamında ele alındığını<br />

unutmamak gerek.<br />

Şimdi öncelikle militarist ve antimilitarist<br />

kavramların bugünkü anlamlarına<br />

bakalım:<br />

Militarizm: “Ordu kavramının<br />

Fransızca karşılığı olan militaire<br />

(İngilizce, military) etimolojik <strong>olarak</strong><br />

Latince ‘askerlik ve savaşa dair’ anlamına<br />

gelen militaris’e dayanmaktadır.<br />

Dolayısıyla, militarizm (Fr. militarisme,<br />

Ing. militarism) kavramını<br />

Türkçe’ye orduculuk veya askercilik<br />

<strong>olarak</strong> çevirmek mümkün.<br />

Michael Mann’a göre militarizm<br />

“savaş ve savaş hazırlığını normal ve<br />

arzu edilir bir sosyal etkinlik <strong>olarak</strong><br />

algılayan tüm yaklaşımlar ve kurumsal<br />

oluşumlardır.”<br />

Alfred Vagts’ın deyimiyle, “militarizm<br />

savaş zamanından çok barış<br />

zamanında gelişir.” Başka militarizm<br />

tanımlarında, ordunun siyasal ve<br />

toplumsal hayatta etkin rol alması,<br />

sorunların çözümünde şiddet kullanımının<br />

meşru görülmesi, hiyerarşinin<br />

yüceltilmesi, erkekliğin şiddet kullanımı<br />

kadınlığın ise korunma ihtiyacı<br />

ile özdeşleştirilmesi gibi özellikler de<br />

vurgulanmaktadır.<br />

Alfred Vagts, sivil militarizm ile<br />

askeri militarizmi birbirinden ayırarak,<br />

askeri militarizmi, ordunun<br />

askeri çıkarlar değil askerlerin çıkarları<br />

yönünde hareket etmesi <strong>olarak</strong><br />

tanımlamıştır. Bu görüşe göre, ordu<br />

bağlamında militarizm ancak askeri<br />

çıkarlardan sapıldığı ölçüde geçerlidir.<br />

Ordunun sivil hayata etki etmesi, askerlerin<br />

ve askeri değerlerin siyasette<br />

ve toplumsal hayatta yüceltilmesi ise<br />

sivil militarizm başlığında incelenmektedir.”<br />

(Ayşe Gül Altınay)<br />

Anti-Militarizm: “Anti militarizm,<br />

şimdiki tanımıyla, son otuz yıla ait bir<br />

kavramdır. … Anti militarizm, aynı<br />

zamanda tutarlı bir savaş karşıtlığıdır.<br />

Savaş araçlarının üretim ve transferine,<br />

nükleer-kitle imha silahlarına,<br />

uzayın askerileştirilmesine, askeri<br />

organizasyon ve yapılanmalardaki<br />

stratejilerin, “terör” gerekçesiyle, “sivil”<br />

hayatı daha çok içeren ve tehlikeli<br />

hale getiren değişimine, askeri sanayinin<br />

“sivil”leşmesine ya da ekonomik<br />

yapının askerileştirilmesine dikkat çeker.<br />

Anti militarizm, belirli savaşların<br />

değil, savaşın karşıtlığıdır. Dolayısıyla<br />

ilkeleri vardır. Nedeni ya da gerekçesi<br />

ne olursa olsun, politikanın bir yöntemi<br />

<strong>olarak</strong> savaşı olumsuzlar. Savaşı,<br />

haklı-haksız diye kategorilere ayırmadan<br />

reddeder. Bu reddediş, sınıfsal,<br />

cinsel, kültürel çıkarlar nedeniyle değil,<br />

ahlaki ve politik nedenlerle alınan<br />

bir tavırdır. Dolayısıyla, anti militarist,<br />

politik tutum <strong>olarak</strong> savaşmadığı<br />

gibi, öldürmeyi öğrenmeyi, askere<br />

gitmeyi, orduya ve yan kuruluşlarına<br />

hizmet etmeyi de reddeder. Vicdani<br />

ret tavrı, savaşın bir unsuru olmanın<br />

reddedilmesi nedeniyle, savaş karşıtı<br />

çizginin bir gereği ve mesajıdır. Anti<br />

militarizm, askeri aygıtların, askeri<br />

uygulama ve politikaların yanında,<br />

militarizmin zihniyetine, yapısına,<br />

yöntemlerine, işleyişine, politikalarına<br />

ve toplumsal-siyasal dayanaklarına<br />

karşı çıkan politik bir duruştur.”<br />

(Pınar Selek-Oğuz Sönmez)<br />

Bu tanımlara da baktığımızda<br />

Militarizme “askerileşme, askerileştirme”<br />

diyebiliriz. Elbette kavramı<br />

“tüm sorunları askeri yöntemlerle<br />

çözme düşüncesi” <strong>olarak</strong> ta genişletebiliriz.<br />

Ancak bu durumda kavramın<br />

nerede ve nasıl kullanıldığı önem<br />

kazanır. Anti-militarizm kavramı<br />

ise vicdani retçiler, savaş karşıtları<br />

vb.leri bağlamında bugünkü yaygın<br />

kullanımında daha çok her türlü savaşa,<br />

şiddete karşı olmak anlamında<br />

kullanılmaktadır.<br />

Ancak biliyoruz ki komünistler<br />

savaş, şiddet sorunlarında reformistlerden,<br />

küçük-burjuva devrimcilerinden<br />

temelden ayrılırlar. Komünistler<br />

tamamen her türlü savaşı, şiddeti<br />

reddetmezler. Komünistlerin reddettiği<br />

şey gerici, emperyalist, karşıdevrimci<br />

savaşlardır. Emperyalizme<br />

karşı yürütülen devrimci savaşları<br />

desteklerler. Şiddet sorunu da öyledir.<br />

Komünistler burjuvaziye karşı<br />

şiddeti de içeren her türlü yöntemle<br />

mücadele ederler. Ve devrimin zorunlu<br />

<strong>olarak</strong> şiddete dayanacağını<br />

açıklarlar.<br />

Aynı şey askerileşme, askerileştirme<br />

anlamında kullandığımızda<br />

militarizm için de öyledir. Eğer militarizm<br />

toplumun, halkın, işçi sınıfının<br />

askerileştirilmesi, askeri örgütlenmesi<br />

ise komünistler buna tamamen<br />

karşı olamazlar. Bu konu kitapta<br />

“‘Silahsızlama’ şiarı üzerine Lenin”<br />

başlığı altında geçmektedir. Alıntılar<br />

KGE’nin Tarihi Cilt: I, Syf. 135-142<br />

arasından. Bazı alıntıların altını ben<br />

çizdim ve dikkat edilmesi için bazılarını<br />

koyu <strong>olarak</strong> gösterdim.<br />

“Temel gerekçe, silahsızlanma talebinin<br />

her türlü militarizme ve her<br />

türlü savaşa karşı mücadelenin en<br />

berrak, en kararlı, en tutarlı ifadesi<br />

olduğudur. Silahsızlanma yandaşlarının<br />

temel yanılgısı işte bu temel gerekçede<br />

yatmaktadır. Sosyalistler, sosyalist<br />

olmaktan çıkmadan, her türlü<br />

savaşa karşı olamazlar.” (S.134)<br />

“Biz şunu söylüyoruz: burjuvaziyi<br />

yenmek, mülksüzleştirmek ve silahsızlandırmak<br />

amacıyla proletaryayı<br />

silahlandırmak – kapitalist militarizmin<br />

tüm nesnel gelişmesinin hazırladığı,<br />

temellendirdiği ve öğrettiği biricik<br />

olası taktik budur.” (S.138)<br />

“Buna uygun <strong>olarak</strong> Lenin, halkın<br />

militarizasyonuna da tavır takınır.<br />

Genel soyut bir şekilde militarizasyonu<br />

reddetmenin imkansız olduğuna<br />

dikkat çeker. Bilakis bu militarizasyonun<br />

sınıf içeriği incelenmelidir.<br />

Halkın kapitalist militarizasyonuyla<br />

kapitalist militarizasyon <strong>olarak</strong> elbette<br />

mücadele edilmelidir; fakat bu<br />

militarizasyonun devrimci tarzda yıkılmasına,<br />

proletaryanın silahlanmasına<br />

ve devrime götürecek bir tarzda.<br />

Ve Lenin yoldaş, kapitalistlerin elindeki<br />

militarizasyona karşı mücadelemizi<br />

tröstlere karşı mücadelemizle<br />

karşılaştırır.<br />

“ (…) Aynı şey, mutatis mutandis<br />

[gerekli değişikliklerle – ÇN], halkın<br />

bugünkü militarizasyonu için de geçerlidir.<br />

Bugün emperyalist – ve diğer<br />

– burjuvazi sadece tüm halkı değil,<br />

aynı zamanda gençliği de militarize<br />

ediyor. Yarın da örneğin kadınları<br />

militarize edecek. Buna cevabımız şudur:<br />

Daha iyi ya!<br />

Aman daha çabuk ilerleyin – ne kadar<br />

çabuk olursa, kapitalizme karşı<br />

silahlı ayaklanma o kadar yakınlaşır.””<br />

(S.139-140)<br />

Lenin her şeyin militarize edildiğini<br />

söyledikten sonra “Buna karşı<br />

proleter kadınlar ne yapmalıdır? Diye<br />

soruyor ve cevaplıyor. “Sadece, her<br />

savaşa ve askeri olan her şeye lanet<br />

okumak, sadece silahlanma talep etmek<br />

mi? Devrimci bir ezilen sınıfın<br />

kadınları asla böyle rezil bir rolle yetinmeyeceklerdir.<br />

Bilakis oğullarına<br />

şunu söyleyeceklerdir: ‘Yakında büyüyeceksin,<br />

sana tüfek verecekler. Onu<br />

al ve öğren, askeri her şeyi öğren – bu<br />

proletarya için gereklidir, (…)” (S.140)<br />

Lenin milisler konusunda ise şunları<br />

söylemektedir: “Biz burjuva değil,<br />

aksine sadece proleter milisten ya-<br />

nayız. (…) Şunları talep edebiliriz: subayların<br />

birlikler tarafından seçilmesi,<br />

her türlü askeri adaletin kaldırılması,<br />

(…), diyelim ki devletin her yüz vatandaşına,<br />

eğitmenlerini özgürce seçme,<br />

bunların giderlerinin devlet tarafından<br />

karşılanması vs. dahil, savaş bilimini<br />

incelemek için özgür dernekler<br />

kurma hakkı. Proletarya askeri her<br />

şeyi, kendisinin kölecibaşı için değil<br />

gerçekten kendisi için, ancak böyle<br />

öğrenebilir, bu kesinlikle onun çıkarınadır.”<br />

(S.141-142)<br />

Yukarıdaki bölümlerde birkaç<br />

önemli nokta vardır. Bunları aşağıdaki<br />

şekilde sıralayabiliriz.<br />

Birincisi; Lenin “her türlü militarizm,<br />

kapitalist militarizm, kapitalistlerin<br />

elindeki militarizasyon” derken,<br />

militarizmi sınıf içeriğine göre<br />

ayırıyor.<br />

İkincisi; burjuvaziyi yenmek, mülksüzleştirmek<br />

ve silahsızlandırmak<br />

için proletaryanın silahlandırılması,<br />

yani askerileştirilmesi gerektiği,<br />

Üçüncüsü; genel soyut bir şekilde<br />

yani somutlanmadan militarizasyonu<br />

reddetmenin imkansız olduğu,<br />

Dördüncüsü; militarizasyonun sınıf<br />

içeriğinin incelenmesi gerektiği,<br />

Beşincisi; burjuvazinin tüm halkı,<br />

kadınları, gençliği militarize etmesinin<br />

kapitalizme karşı silahlı ayaklanmayı<br />

yakınlaştıracağı,<br />

Altıncısı; tröstler örneğinde olduğu<br />

gibi kapitalizmin/emperyalizmin<br />

ürünü olan bazı şeylerin sosyalizme<br />

ilerleme açısından yararlı olduğu,<br />

militarizme de bu açıdan yaklaşılması<br />

gerektiği,<br />

Yedincisi; gençlerin, kadınların,<br />

proletaryanın askeri olan her şeyi öğrenmesi<br />

gerektiği, milis konusunda<br />

proletaryanın, savaş bilimini incelemek<br />

için özgür dernekler açma, buralarda<br />

eğitim görme, eğitmenlerini<br />

seçme hakkı talep etmesi gerektiği.<br />

Bu örneklerde gördüğümüz gibi<br />

Lenin militarizm kavramını kullandığı<br />

yerlerde “kapitalist militarizm”<br />

demektedir. Aynı ayrım “Komünist<br />

Gençlik Örgütlerinin Anti-<br />

Militarist taktiği için yönergeler”de<br />

de bulunmaktadır. Burada da şunlar<br />

sayılmaktadır: (KGE’nin Tarihi<br />

Cilt:II Syf. 220)<br />

“1) Militarizm, egemen sınıfın çıkarları<br />

doğrultusunda, her sınıflı devletin<br />

örgütlü askeri sistemi ve ona hizmet<br />

eden ideolojik güçleridir. Burjuva<br />

militarizmi özü ve ikili görevi, ezilen<br />

sınıfa karşı mülkiyetin savunulması<br />

ve dışarıda güç alanlarının genişletilmesi<br />

idi ve öyledir. (S.220)”<br />

“5) … Bu nedenle eskiden olduğu<br />

gibi bugün de devrimci proleter gençlik<br />

örgütlerinin birinci ve en asli görevi,<br />

işçi gençlik içinde şovenist kışkırtmaya<br />

ve Beyaz Muhafızlar için<br />

propagandaya bütün araçlarla karşı<br />

çıkmak ve burjuva militarizmine karşı<br />

en enerjik propagandayı yürütmektir.<br />

15


16<br />

yeni dünya gençliği<br />

(S.222)”<br />

Bu örnekler açıktır ki KGE’nin<br />

karşı çıktığı militarizm burjuva, kapitalist<br />

militarizmdir. KGE’nin yönergelerinde<br />

ve Lenin’den yaptığım<br />

alıntılarda burjuva militarizmine<br />

vurgu yapılmaktadır. Çünkü militarizm<br />

derken kastedilen şey halkın<br />

askerileştirilmesi ise komünistler<br />

buna karşı çıkmaz, çıkmamalıdır.<br />

Karşı çıkılan militarizm işçi sınıfının<br />

ve gençliğin emperyalist dalaşta<br />

bir araç <strong>olarak</strong> kullanılması, burjuvazinin<br />

iktidarını korumak için muhalefeti,<br />

sınıfın mücadelesini ezmek<br />

için gençliği kullanmasıdır. Tam tersine<br />

devrim için işçi sınıfının silahlandırılması,<br />

sosyalist bir toplumda<br />

devrilen burjuvaziye karşı şiddete de<br />

dayanan tüm biçimlerde proletarya<br />

diktatörlüğünün uygulanması, sosyalist<br />

devletin tüm yurttaşlarının<br />

saldırı durumunda olan emperyalizme<br />

karşı silahlandırılması ve uyanık<br />

tutulması komünistlerin talebi ve<br />

isteğidir. Şimdi aşağıdaki alıntılara<br />

bir bakalım:<br />

“8) … KGE, proleter gençliği siyasi<br />

iktidarın proletarya tarafından askeri<br />

<strong>olarak</strong> ele geçirilmesine ve proletarya<br />

diktatörlüğünü savunmaya hazırlama<br />

ve eğitmenin komünist gençlik<br />

örgütlerinin en acil görevlerinden biri<br />

olduğunu açıklar. (S.224)”<br />

“İktidarın Ele Geçirilmesinden<br />

Sonra Gençlik Örgütlerinin Görevleri”<br />

başlıklı bölümde ise şu görev sayılmaktadır;<br />

(Syf.277-278)<br />

“2) Fakat eskiden bütün güçler<br />

burjuva devleti devirmeye yönelirken;<br />

proletarya diktatörlüğü altında<br />

gençlik örgütü, proleter devleti ve yeni<br />

komünist toplumun inşasını savunur.<br />

Burjuva militarizmine karşı mücadelenin<br />

yerine, Kızıl Ordu’ya aktif omuz<br />

vermek; gençleri eski toplumu yok etmeye<br />

yetenekli kılan eğitimin yerine,<br />

faaliyetinin bütün alanlarında Sovyet<br />

iktidarının mevzilerinde aktif çalışma<br />

için pratik eğitim geçer.”<br />

Söylenenler gayet açıktır. KGE’nin<br />

görevi burjuva militarizmini tarihin<br />

çöplüğüne yollamak, onun iktidarına<br />

son vermek için proleter gençliği<br />

devrime hazırlamak, devrimden<br />

sonra ise tüm gücüyle Kızıl Ordu’yu<br />

desteklemektir.<br />

Sonuç <strong>olarak</strong> yukarıdaki açıklamalarım<br />

doğrultusunda anti-militarizm<br />

kavramı çok dikkatli bir şekilde<br />

kullanılmalı veya daha çok “kapitalist<br />

militarizme karşı” şeklinde<br />

kullanılmalıdır.<br />

Komünistler elbette “militarizme”,<br />

“savaşa”, “şiddete” karşıdırlar. Ancak<br />

kapitalist/emperyalist sistem var olduğu<br />

sürece ve komünistlerin önünde<br />

bu barbarlık düzenine karşı mücadele<br />

görevi durduğu müddetçe bu yöntemleri<br />

de kullanmak zorunludur.<br />

Umarım bu konu hakkında tartışmalar<br />

devam eder, konu açıklığa kavuşmuş<br />

olur.<br />

17.11.2007<br />

Bir Ydi <strong>Çağrı</strong> okuru ✓<br />

26. Yılında YÖK Protesto Edildi<br />

Kuruluşunun 26. yılında YÖK<br />

(Yüksek Öğretim Kurumu)<br />

İstanbul’da ve çeşitli ilerde<br />

protesto edildi. İstanbul Beyazıt<br />

Meydanı önünde katıldığımız YÖK<br />

karşıtı eylem yaklaşık 500 kadar<br />

öğrencinin katılımıyla gerçekleşti.<br />

12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir<br />

ürünü <strong>olarak</strong> ortaya çıkan YÖK 26<br />

yıl boyunca üniversiteleri kendi tahakkümü<br />

altına alarak eğitim yuvalarının<br />

özerkleşmesinin önünü kapatıp,<br />

eğitimi bilimden uzak ve sermayenin<br />

kontrolüne bırakmış, polis ve<br />

diğer kolluk güçleriyle de öğrencileri<br />

baskı altına almıştır. öğrencileri toplumsal<br />

siyasetten uzaklaştırma politikalarıyla<br />

YÖK, okul ve diğer eğitim<br />

çevrelerinde bireyselliği ön plana çıkartarak<br />

ve evet toplumun en ileri ve<br />

aydın bu kurumlarını birer işletmeye<br />

çevirmiş burjuvazinin rant kapısı<br />

haline getirmiştir.<br />

80 küsur yıllık “Türkiye’de” eğitim<br />

burjuva eğitim çizgisi dışına<br />

Büyük Sosyalist Ekim Devriminin<br />

90. yılı Adana’da düzenlenen<br />

bir panel ile anıldı. 18 Kasım Pazar<br />

günü saat 14.30’da başlayan panel<br />

çıkmamış fakat dünyada ve ülkede<br />

gelişen kimi devrimci hareketlenmeler<br />

sayesinde öğrenciler de bir takım<br />

haklarını kazanmış siyasi önderlerin<br />

yetiştiği ve örgütlü mücadelelerin yürütüldüğü<br />

bir dönemde yaşanmıştır.<br />

12 Eylül faşist darbesi bu hareketleri<br />

kanla bastırarak bugüne kadar<br />

üniversite ve liselerdeki gelişmelerin<br />

önünü de tıkamıştır.<br />

YÖK kuruluşundan bu güne kadar<br />

toplumsal bir sorun <strong>olarak</strong> asıldığı<br />

yerde duruyor ve her 6 Kasımda öğrencilerin<br />

ve demokratik kitle örgütlerinin<br />

de katıldığı eylemlerle protesto<br />

ediliyor. Yine 6 Kasım günü Beyazıt<br />

Meydanı önünde toplanan öğrenciler<br />

YÖK’e hayır, bağımsız özerk üniversite<br />

taleplerini dile getirdi. Tuzla<br />

tersane işçilerinin de destek verdiği<br />

eylemde işçi ve öğrencilerin devrimci<br />

dayanışmasına örnek oldu. Tersane<br />

işçilerinin yaptığı konuşmada öğrencilerin<br />

demokratik taleplerine<br />

destek verdiklerini ve kendilerinin<br />

Genel-İş Sendikası 2 No’lu şubede<br />

gerçekleştirildi.<br />

Yeni Dünya İçin <strong>Çağrı</strong> adına yapılan<br />

sunumda bu yıl Ekim Devriminin<br />

90. yıldönümü olduğunu ve “buzu<br />

kırıp, işçi sınıfına yolu gösteren” bu<br />

devrimin tarihin gördüğü önceki<br />

devrimlerden temelden ayrıldığını,<br />

ilk defa iktidarın sömürüyü ve kendisi<br />

ile birlikte tüm sınıfları ortadan<br />

kaldıracak proletaryanın eline<br />

geçtiğini açıkladı. Sunumda Ekim<br />

Devrimi ile işçi ve emekçilerin en<br />

geniş demokratik-ekonomik haklara<br />

kavuştuğu, ulusal baskıların ortadan<br />

kaldırılarak tüm uluslara ayrılıp ayrı<br />

devlet kurma hakkı dahil eşit ulusal<br />

hakların verildiği, dini gericilik ile<br />

mücadele edilerek din ile devlet işlerinin<br />

gerçek anlamda birbirinden<br />

ayrıldığı üzerine duruldu. Bugün<br />

de sorunlarının olduğunu bu sorunların<br />

üstesinden birlikte başa çıkılacağı<br />

üzerine konuşuldu. Grevdeki<br />

Telekom işçilerinin yalnız olmadığını<br />

sonuna kadar yanlarında olduklarını<br />

da eklediler. Liseli gençlerin de taleplerinin<br />

konuşulduğu açıklamada.<br />

ÖSS nin kaldırılması ve parasız eğitim<br />

vb talepleri dile getirildi. Yapılan<br />

basın açıklamasında miliyetciliğin<br />

ve şovenizmin kışkırtıldığı, halkların<br />

birbirine düşman edildiği, Kürt<br />

halkının yok edilmeye çalışıldığı ve<br />

sınır ötesi operasyon teskeresiyle de<br />

Kürtlere yönelik saldırıların arttırılacağı<br />

değerlendirildi. Yaşasın halkların<br />

kardeşliği sloganlarıyla devletin<br />

tüm aygıtları protesto edildi. Tersane<br />

işçileriyle birlikte çekilen halaylar<br />

sonrasında İstanbul üniversitesi fen<br />

fakültesi önüne doğru yürüyüşe geçilerek<br />

burada da YÖK karşıtı sloganlar<br />

atıldı ve eylem fakülte önünde<br />

son buldu.<br />

Yeni Dünya Gençliği ✓<br />

komünistlerin önünde duran görevin<br />

işçi sınıfının öncüsünü kazanarak<br />

Ekim Devriminin açtığı yoldan<br />

sosyalizme gidecek Bolşevik partilerin<br />

yaratılması olduğu ile sunum<br />

sonlandı.<br />

Yapılan sunumun ardından tartışma<br />

bölümüne geçildi. Bu bölümde<br />

sunumdaki konular ayrıntılı bir şekilde<br />

açıldı, tartışıldı. Katılımcılar<br />

tarafından gelen sorular-açıklamalar<br />

ile Sovyetler Birliği’nin neden çöktüğü,<br />

Ekim Devrimi ile birlikte kadınların<br />

yaşamında nelerin değiştiği,<br />

devrimde gençliğin önemli rol aldığı,<br />

ulusların kültürel hakları temelinde<br />

dil sorununun çözüldüğü üzerinde<br />

duruldu. Ayrıca emperyalistkapitalist<br />

sistemin doğası gereği dünyayı<br />

bir bütün <strong>olarak</strong> yaşanmaz hale<br />

getirdiği, işçi ve emekçilerin bu gidişata<br />

dur demek zorunda oldukları<br />

aksi halde tüm insanlığın yok olma<br />

ile yüz yüze kalacağı, bunun için örgütlenmenin<br />

ve mücadele etmenin<br />

tek yol olduğu vurgulandı.<br />

23 kişinin katılımı ile gerçekleşen<br />

panel teşekkür konuşması ile sona<br />

erdi.<br />

18.11.2007<br />

Ydi <strong>Çağrı</strong>/Adana ✓


“Her şeyin başı<br />

eğitim” mi acaba?<br />

Bu ülkede iki insan yan yana<br />

geldiği zaman, ‘memleket’ sorunları<br />

üzerine mutlaka bir<br />

sohbet eder. ‘Memleket’ sorunları<br />

üzerine sohbet edenler, toplumun<br />

içinde bulunduğu sorunlardan kurtuluş<br />

yolu <strong>olarak</strong> da genellikle eğitimi<br />

görürler. Ne de olsa, eğitimli insanın<br />

hali başkadır! “Her şeyin başı eğitimdir!”<br />

Acaba öyle mi?<br />

Bu yazıda eğitime, eğitimciye ne<br />

kadar değer verildiğini kısaca ortaya<br />

koymaya çalışacağım. Çoktandır<br />

tartışılan eğitimcilerin durumu, son<br />

dönemlerde tartışılan eğitimde şiddet<br />

ve yine yaklaşık son beş yıldır<br />

gündemde olan sözleşmeli, ücretli<br />

öğretmenlerin durumu üzerinden<br />

eğitimin genel haline bakmaya<br />

çalışacağım.<br />

AKP’nin özellikle son dönemlerde:<br />

“ Ekonomi büyüdü, işsizlik ve enflasyon<br />

oranları azaldı, kişi başı milli gelir<br />

yükseldi.” dediği kendi icraatları<br />

döneminde bile, yani son beş yıllık<br />

dönemde bile, iki önemli istatistikle<br />

durumun her geçen gün nasıl da eğitim<br />

emekçilerinin aleyhine gerilediğini<br />

görelim.<br />

1998 yılında bir öğretmen maaşının<br />

4 kişilik bir ailenin ortalama<br />

aylık giderini karşılama oranı %56<br />

iken, AKP’nin iktidara geçtiği 2002<br />

yılında bu oran %52’ ye, 2007 yılında<br />

ise %48’e düşmüştür. Yani son 10<br />

yılda bir öğretmenin alım gücü yaklaşık<br />

%10 azalmıştır.<br />

2002 yılında bir milletvekili maaşı,<br />

bir öğretmen maaşından yaklaşık 7,5<br />

kat fazla iken, 2007 yılında bu oran<br />

8,5 kata çıkmıştır.<br />

Bir ülkenin eğitime verdiği önemi<br />

gösteren en önemli ölçütlerden birisi,<br />

hiç kuşkusuz ki öğretmenlere verdiği<br />

maaştır. İşte yukarıdaki iki örnekle<br />

gördük, öğretmenlerin ekonomik<br />

eriyişlerini.<br />

Şimdi de yeni mezun olmuş ya da<br />

olacak öğretmenlerin durumuna bir<br />

göz atalım:<br />

Bu yıl 205 bin öğretmen adayı<br />

KPSS’ye girdi. (Bilmeyenler için belirtelim.<br />

KPSS, diplomasını almış öğretmenlerin<br />

kadrolu olmak için girdikleri<br />

sınavın adıdır. Öğretmenler<br />

bu sınava kendi aralarında ‘kepaze<br />

sınavı’ diyorlar.) Milli Eğitim<br />

Bakanlığı (MEB) Mayıs ayında -seçim<br />

öncesinde- 10 bin kadrolu, 20<br />

bin sözleşmeli olmak üzere toplam<br />

30 bin öğretmenin atamasını yapacağını<br />

duyurmuştu. Ağustos ayında ise<br />

-yani seçim sonrasında- 10 bin kadrolu,<br />

10 bin sözleşmeli olmak üzere<br />

toplam 20 bin atama yapacağını duyurdu.<br />

Seçim öncesinde alınacağı<br />

söylenen fazladan 10 bin öğretmen<br />

ataması fos çıktı! Kısacası, alınacağı<br />

söylenen 20 bin öğretmen ataması ile<br />

dahi 185 bin öğretmen açıkta kalmış<br />

oldu. Ülkedeki öğretmen açığı ise en<br />

iyimser rakamlarla bile, 170 bin <strong>olarak</strong><br />

açıklanıyor. Peki, neden doldurulmaz<br />

bu öğretmen açıkları? Daha<br />

da önemlisi, neden ses çıkarmaz bu<br />

duruma öğrenci velileri? İlköğretim<br />

okullarında sınıf larda ortalama<br />

40–50 öğrenci ile ders yapılmaktadır.<br />

Bu durum ister istemez okullardaki<br />

eğitim düzeyini düşürmektedir.<br />

Tabii ki eğitim düzeyindeki düşüşün<br />

tek nedeni sınıfların bu denli yoğun<br />

oluşu değildir. Fakat konuyu uzatmamak<br />

için bu kadarla yetinmek zorundayız.<br />

Eğitimin bu gibi durumları<br />

nedeniyle velilerin çoğunluğu<br />

da şartlarını zorlayarak çocuklarını<br />

dersanelere yönlendiriyorlar. Yani<br />

eğitim esas <strong>olarak</strong> paralı hale bizzat<br />

devlet tarafından getirilmiştir.<br />

Devletin amacı; tüm sektörlerde olduğu<br />

gibi eğitimde de az kişiyle, az<br />

parayla çok iş yapmaktır. Bu gidişe<br />

tek dur diyecek olan da bizleriz!<br />

KPSS’ye hazırlanan öğretmen adaylarına<br />

önceden hangi branşlarda, kaç<br />

kişi kadro verileceği söylenmediği<br />

için, öğretmen adayları kendi branşlarından<br />

kaç kişi alınacağını ve hatta<br />

alınıp alınmayacağını bile bilmeden<br />

sınava hazırlanıyorlar. Fakat bu arada<br />

mecburen sınav ücreti olan 50 YTL’yi<br />

de ödemiş oluyorlar. Sahi her sınava<br />

girerken öğrenciler (bu arada öğretmenler<br />

de) neden bu kadar yüksek<br />

paralar öderler? Ve bu paralar nereye<br />

gider?<br />

Bu öğretmen alımları nasıl oluyor<br />

peki? Yani hangi branşlardan ne kadar<br />

öğretmen alınıyor? İşte çarpıcı<br />

bir tablo daha: Son beş yıldır yakla-<br />

Çukurova Üniversitesinde<br />

YÖK protestosu<br />

Çukurova Üniversitesi öğrencilerinin<br />

üniversite içerisinde düzenlediği<br />

YÖK’ü protesto eylemine<br />

yaklaşık 200 öğrenci katıldı.<br />

YÖK’e, eğitimin ticari leş tirilmesine<br />

karşı mücadeleye” ve “ üniversitelerde<br />

bilim ve özgürlük düşmanlarını<br />

istemiyoruz” yazılı pankartlarla<br />

Fen – Edebiyat fakültesi önünden<br />

Rektörlük binası önüne kadar yüründü.<br />

Yürüyüş sırasında “YÖK’e<br />

hayır”, ”Eşit, parasız, bilimsel, anadilde<br />

eğitim”, “savaşa değil, eğitime<br />

bütçe”, “yaşasın halkların kardeşliği”<br />

vb. sloganlar atıldı.<br />

Rektörlük önünde bir basın açıklaması<br />

yapıldı. Açıklamada “12<br />

şık <strong>olarak</strong> din kültürü öğretmeninden<br />

1000 kişi alınıyorsa; matematik,<br />

fizik, kimya, biyoloji gibi bilim derslerinden<br />

ise bu rakam 20-30’u zor<br />

buluyor.<br />

Eğitimin bu kadar kötü yönetildiği<br />

bir dönemde, 6 Ekim 2007’de<br />

Eğitim-Sen tarafından sözleşmeli,<br />

ücretli öğretmenlerin talepleri için<br />

MEB önünde bir eylem gerçekleştirildi.<br />

Peki, sorunların bu kadar yoğunlaştığı<br />

bir dönemde, bu ve buna<br />

benzer eylemler neden toplumun<br />

gündemine girmezken, ırkçı kışkırtmalar<br />

neden hiç gündemden düşmez?<br />

Yine belki konu biraz dağılacak, ama<br />

trafikten yılda binlerce insan ölürken<br />

halkımız bu sorunu çözmek için parmağını<br />

dahi kıpırdatmazken; en ufak<br />

demokratik gelişmelerin önünü tıkayan<br />

ırkçı kabarışlara, o kadar çabuk<br />

katılıyor ki şaşmamak ve kızmamak<br />

elde bile değil.<br />

Ülkedeki sosyo-ekonomik sorunların<br />

bir yansıması olan okullardaki<br />

şiddet sorununa hükümetin çözümü<br />

ise evlere şenlik bir durumda ne yazık<br />

ki! MEB ve İç İşleri Bakanlığı okullardaki<br />

şiddet konusunu görüşmek<br />

üzere 20 Eylül’de masaya oturdular.<br />

Çıka çıka masadan, her okula bir polis<br />

kararı çıktı! İmzalanan protokolle<br />

her okul, bir polisin üzerine zimmetlenecek<br />

ve görevlendirilen polis okulu<br />

sürekli “denetleyecek “!<br />

Geçtiğimiz yıl Ankara Seyranbağlar’da<br />

bulunan Necla Kızılbağ<br />

Lisesi’nde söz konusu uygulama hayata<br />

geçirildi. Polis ise okul “denetiminde”<br />

bazı öğrencileri açıkça ajanlığa<br />

çekerken, bir öğrenciyi de dövmüştü.<br />

Eğitim-Sen’in müdahalesi ile<br />

uygulama fiili <strong>olarak</strong> son bulmuştur.<br />

Yani uygulama ve sonuç ortada iken<br />

bu uygulamada diretme de ortada.<br />

İşte bunların eğitimdeki vizyonları:<br />

Bütün sorunları güvenliğe <strong>indir</strong>geme,<br />

fişleme, bilim dışı eğitim, eğitime<br />

ayrılan çok az ödenek…<br />

Kapitalizm koşullarında her kurumun<br />

olduğu gibi eğitimin de serma-<br />

Eylül darbesinin üniversitelerdeki<br />

postalı <strong>olarak</strong> kurulan YÖK’ün aslında<br />

darbenin ehlileştirme operasyonunu<br />

üniversitelere taşıyan bir<br />

kurum” olduğu “Eğitimin artık sadece<br />

parası olanın yararlanabileceği<br />

bir ayrıcalık olduğu, üniversitelerin<br />

sermaye ile işbirliği adı altında kurulan<br />

TEKNOKENT’lerle sermayeye<br />

peşkeş çekildiği, buna bağlı <strong>olarak</strong><br />

Sosyal Bilimlerin tasfiye edilip, sermayenin<br />

ihtiyaçları üzerinden teknik<br />

bilimlerin ağırlığının arttırıldığı”na<br />

vurgu yapıldı. Son <strong>olarak</strong> “Eşit, parasız,<br />

anadilde eğitim hakkımızı<br />

kazanabilmek, eğitimin ticarileşmesinin<br />

önüne geçebilmek, üniversite-<br />

yeni dünya gençliği<br />

yenin egemenliğinde olduğu kes<strong>indir</strong>.<br />

Sermaye daha fazla kar, daha fazla<br />

sömürü mantığı ile çalışırken sağlığa<br />

da, eğitime de, bilime de bu mantıkla<br />

bakar. Sermayenin azgınlığı doğaldır<br />

da, sermaye egemenliğindeki sistemden<br />

ve eğitimden medet ummak bir<br />

işçi, çiftçi, öğrenci ya da öğretmen<br />

açısından ne kadar doğaldır? Bence<br />

doğal değildir. Peki, doğal olan ya<br />

da yapılması gereken nedir? Bir<br />

kere, kapitalist-sömürü sisteminden<br />

umudu kesmeli. İkincisi, bulunulan<br />

her alanda gerçek kurtuluş olan sosyalizm<br />

için bilinçli, örgütlü ve kararlı<br />

mücadele etmeli. Başka yol yok!<br />

Üniversite öğrencisi arkadaş, ne<br />

duruyorsun? Yarın büyük ihtimalle<br />

işsiz ler ordusuna katılacaksın.<br />

Okumana devam et ve okulundan en<br />

iyi şekilde mezun olmana bak. Fakat<br />

sadece okulla yetinme. Hayata atıl,<br />

düşün, sorgula, araştır ve sosyalizm<br />

için mücadele et!<br />

Öğretmen arkadaş, ne duruyorsun?<br />

Doğru <strong>olarak</strong> gördüğün sendikaya<br />

üye ol. Sendikandaki yanlışlıklarla<br />

mücadele et. Sosyalist mücadeleye<br />

atıl ve mücadeleni yükselt!<br />

Okullardaki öğrencilerin velisi olan<br />

arkadaş, ne duruyorsun? Devrimci<br />

öğretmenlere sahip çık. Eylemlerine<br />

destek ol. Bulunduğun her alanda<br />

sosyalizm bayrağını yükselt!<br />

Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır.<br />

Kapitalizmdeki eğitim olsa<br />

olsa kapitalizmi yenilemeye yarar.<br />

Bize lazım olansa, gerçekten bizim<br />

olan bir dünyada, özgürleştirici bir<br />

eğitim ve sistemden başkası değildir.<br />

Bilimsel, demokratik, eşitlikçi, ana<br />

dilde eğitim; işçilerin, emekçilerin<br />

iktidarı ile gerçekleşecektir.<br />

Mersin’den <strong>YDİ</strong> <strong>Çağrı</strong> okuru bir<br />

eğitim emekçisi<br />

Kasım 2007 ✓<br />

(Yazıdaki istatistiki bilgilerin hemen<br />

hepsi Eğitim-Sen’in internet sitesinden<br />

alınmıştır.)<br />

lerimizdeki baskı ve zoru bertaraf<br />

edebilmek ancak bizlerin yan yana<br />

gelerek mücadele etmesiyle mümkün<br />

olacak” denildi.<br />

Basın açıklamasının ardından yine<br />

sloganlar eşliğinde derslik binalarının<br />

önüne kadar yüründü. Dersliklerin<br />

önünde pankartlar ve dövizler yere<br />

bırakılarak marşlar eşliğinde protesto<br />

eylemi sonlandırıldı.<br />

Yeni Dünya Gençliği / ADANA ✓<br />

17


18<br />

yaşam temellerini koruma mücadelesi<br />

Çevre katliamında,<br />

sırada Kaz Dağları var!<br />

Ho m e r o s ’ u n İ l y a d a<br />

Destanı’nda “bin pınarlı İda”<br />

<strong>olarak</strong> adlandırdığı İda, yani<br />

Kaz Dağları tehlikede!<br />

Kaz Dağ la r ı’nın y ü zde 70’ i<br />

Çanakkale, yüzde 30’u Balıkesir sınırları<br />

içerisinde yer alıyor. Kaz<br />

Dağları’nın Balıkesir’deki güney kısmının,<br />

sadece yüzde 30’u milli park.<br />

Çanakkale sınırları içinde kalan<br />

yüzde 70’lik kısım milli park değil.<br />

Kaz Dağları, endemik, jeolojik, kültürel,<br />

mitolojik ve arkeolojik açıdan<br />

bir bütün oluşturuyor.<br />

Kaz Dağları son dönemde eşsiz güzellikleri,<br />

yemyeşil ormanları, bol oksijeni<br />

ile değil, dağı delik deşik eden<br />

altın arama sondajları ile gündemde.<br />

20 0 0 y ı l ı nda n it iba ren Kaz<br />

Dağları’nda altın, bakır, kurşun,<br />

çinko gibi madenleri aramak için<br />

37 noktada ruhsat alan 11 şirket çalışmalarına<br />

devam ediyordu. Ne zamanki<br />

köylülerin içme suyu çamurlu<br />

akmaya başladı, işte o zaman işin<br />

rengi değişti. Yaklaşmakta olan tehlike<br />

anlaşılmaya başlandı.<br />

Kaz Dağlarında, 47 çeşit endemik<br />

bitki türü, milyonlarca ağaç, zengin<br />

doğal örtü yok olma tehlikesi ile karşı<br />

karşıya!<br />

Kaz Dağları’nda 250-300 ton altın<br />

olduğu tahmin ediliyor. Altın doğada<br />

saf halde bulunmuyor. Toprağın derinliklerinde<br />

zerrecikler halinde bulunan<br />

altının çıkarılması için, yüzlerce<br />

metre toprağın kazılması, tonlarca<br />

toprağın siyanür ile ayrıştırılması<br />

gerekiyor. Topraktan bir gram altının<br />

ayrıştırılması için yarım ton su,<br />

175 gram siyanür gerekiyor. Örneğin<br />

Bergama’nın Ovacık Köyü’nde işletilen<br />

altın madeninde, 1 ton topraktan<br />

ortalama 10 gram altın elde edilmektedir.<br />

Bugüne kadar 17 ton altın çıkarılmıştır.<br />

Bu binlerce ton toprağın<br />

kazıldığı, siyanürle ile ayrıştırıldığı<br />

anlamına geliyor. Sonuç; altın çıkarılan<br />

bütün alanlarda, geriye siyanür<br />

ile zehirlenmiş toprak, ormanı yok<br />

edilmiş bir alan, toprağı alınmış dev<br />

çukurlar kalıyor.<br />

Yürürlükte olan Maden Yasası’na<br />

göre; Enerji Bakanlığı’na bağlı Maden<br />

İşleri Genel Müdürlüğü’ne başvuru<br />

yapılarak, koordinatları verilen bölgede<br />

arama ruhsatı kolaylıkla alına-<br />

biliyor. Arama ruhsatının alındığı<br />

bölgede, madenin varlığını tespit etmek<br />

için yapılan sondaj ve kazılarda<br />

ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme)<br />

raporu istenmiyor. ÇED ancak aranan<br />

sahada maden bulunursa, işletme<br />

ruhsatı için gündeme geliyor.<br />

Arama ruhsatı ile bulunan madenin<br />

yüzde 10’u çıkarılıp işletilebiliyor.<br />

Ver parayı kes ağaçları!<br />

Arama ruhsatı alan şirketler, sondaj<br />

çalışması için ağaç kesimine başlıyorlar.<br />

Sondaj yapılan bölgeye yol<br />

yapımı için ve sondaj alanında ağaçlar<br />

kesiliyor. İlginç olan ağaç kesimi<br />

için hektar başına 5 bin YTL “doğayı<br />

tahrip” bedeli alınıyor. Bu ülkenin<br />

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı<br />

bununla övünebiliyor! “Parasını alıyoruz<br />

daha ne istiyorsunuz” demeye<br />

getiriyor!<br />

Enerji Ba kanı Hilmi Gü ler,<br />

“Türkiye’de başka madenler de var.<br />

Ama konu altın olunca, ülkemizin<br />

altın konusundaki zenginliğine müsaade<br />

etmek istemeyen dış kaynaklı<br />

bazı grupların etkinliğinin olduğunu<br />

düşünüyorum.” (19 Ekim, Radikal)<br />

diyerek Kaz Dağları’nda altın aranmasına<br />

karşı çıkanları “dış mihrakların<br />

ajanı” <strong>olarak</strong> gösterdi.<br />

Bay bakan, söyledikleri ile icraatları<br />

ile kimin Bakanı olduğunu<br />

ele veriyor. Uluslararası şirketlerin,<br />

yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını korumaya<br />

soyunmuştur Bakan. Altın<br />

aranması, bulunması, işlenmesinde<br />

aslan payını alacak olan altını çıkaran<br />

şirketlerdir. Altın madeni işleten,<br />

çıkaran şirketler, devlete çıkarılan altının<br />

yüzde 2’si kadar vergi verecektir.<br />

Bütün bu kuru gürültü yüzde iki<br />

iç<strong>indir</strong>! Devlet yüzde iki için çevre<br />

felaketlerini göze almaktadır.<br />

Kaz Dağları’nda altın için sondaj<br />

yapan şirketler, Teck Cominco,<br />

Eldorado Gold, Fronteer, Eldorada<br />

Gold’un yerli versiyonu Tüprag,<br />

Global Madencilik vd. bu şirketlerden<br />

bazılarıdır. Altın arayan, çıkaran<br />

şirketlerin büyük çoğunluğu emperyalist<br />

ülkelerin şirketleridir.<br />

Bu devlet yüzde iki vergiyi almak<br />

için şunlara göz yumacaktır:<br />

*Kaz dağlarında tahminen bir mil-<br />

yar ton kaya, toprak kazılıp sağa sola<br />

savrulacak.<br />

*Çanakkale ve ilçelerinin kullandığı<br />

kadar su yok yere tüketilecek.<br />

*30 0 - 4 0 0 bi n ton siya nü r<br />

kullanılacak.<br />

*Altın arayanların geride bıraktıkları<br />

çevre felaketini temizlemek<br />

için altın çıkaran şirketlerden alınan<br />

yüzde iki verginin birkaç katı para<br />

harcanacak!<br />

Bu coğrafyada Kaz Dağları’nda<br />

olduğu gibi çok çeşitli yerlerde altın<br />

aranmakta, çıkarılmaktadır. Uşak-<br />

Kışladağ, Bergama-Ovacık, İzmir-<br />

Efemçukuru, Havran-Küçükdere,<br />

Artvin, Gümüşhane, Sivrihisar vd.<br />

bunlardan bazılarıdır. Önümüzdeki<br />

dönemde Balıkesir, Çanakkale,<br />

Gümüşhane, Kırşehir’de tespit edilen<br />

altın sahaları Maden İşleri Genel<br />

Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkarılması<br />

planlanmaktadır. Bu anlamda<br />

sorun sadece Kaz Dağları ile sınırlı<br />

değildir. Sadece Kaz Dağlarında değil,<br />

nerede olursa olsun, altın aran-<br />

Bir süreliğine rafa kaldırılan nükleer<br />

santral projesi, AKP tarafından<br />

geçen yıl yeniden gündeme<br />

getirilmişti. Nükleer santral yasa<br />

tasarısını meclisten geçiren AKP,<br />

eski Cumhurbaşkanı Sezer engeline<br />

takılmıştı. Üç maddesi Sezer tarafından<br />

veto edilen yasa tasarısı, AKP<br />

tarafından genel seçimler öncesi gerekli<br />

düzenlemeler yapılarak yeniden<br />

meclise getirildi.<br />

Bu hafta içinde, Nükleer Güç<br />

Sa nt r a l ler i n i n Ku r u l ma sı ve<br />

İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin<br />

Yasa Tasarısı mecliste görüşülerek<br />

kabul edildi.<br />

AKP Hükümeti, 2010 ve 2020 yılları<br />

arasında 5 bin megawat kurulu<br />

gücünde üç adet nükleer santral yapmayı<br />

planlıyor.<br />

Kabul edilen yasadaki bazı maddeler<br />

şöyle:<br />

—Türkiye Atom Enerjisi Kurumu<br />

(TAEK), nükleer santral kurup işletecek<br />

şirketlerin karşılaması gereken<br />

ölçütleri, yasanın yürürlüğe<br />

girmesinden itibaren bir ay içinde<br />

yayımlayacak.<br />

—Enerji ve Tabii Kaynaklar<br />

Bakanlığı, yarışmanın şartları, şirketin<br />

seçimi, yer tahsisi, lisans bedeli,<br />

altyapıya yönelik teşvikler, seçim<br />

süreci, yakıt temini, üretim kapasitesi,<br />

alınacak enerjinin miktarı ve<br />

enerji birim fiyatını oluşturma usul<br />

ve esasları için yönetmelik hazırlayıp<br />

Bakanlar Kurulu’na sunacak.<br />

—Yönetmelik yayımlandıktan<br />

sonra kurulması öngörülen santraller<br />

için en geç 1 ay içinde, Türkiye<br />

Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim<br />

masına, çıkarılmasına doğaya verdiği<br />

zararlardan ötürü karşı çıkmalıyız.<br />

Kaz dağlarında, çevre felaketi yaşanmamasını<br />

istiyorsak, yapılacak<br />

tek şey altın aranmasına, çıkarılmasına<br />

karşı mücadele etmektir. Kaz<br />

dağları kar uğruna yok edilmek isteniyor.<br />

Su kaynaklarının siyanüre<br />

bulanmaması, ormanların, dünyada<br />

oksijen açısından oldukça zengin<br />

olan bölgenin yok olmaması için mücadele<br />

etmeliyiz.<br />

Kaz Dağları’nda yaşanılanların<br />

da gösterdiği gibi, kar uğruna doğa,<br />

çevre yok edilmektedir. Kar uğruna<br />

yaşam temelleri dinamitlenmektedir.<br />

Kara dayalı üretim yapan kapitalizmdir.<br />

Kapitalizm kar uğruna geleceğimizi<br />

ipotek altına almaktadır.<br />

Buna izin vermeyelim. Kar uğruna<br />

üretime, doğanın yok edilmesine dur<br />

diyelim!<br />

Kapitalizm barbarlıktır!<br />

Barbarlığı yok edelim!<br />

9 Kasım 2007 ✓<br />

Nükleer santral yasası<br />

meclisten geçti<br />

Şirketi (TETAŞ) tarafından ilana çıkılacak.<br />

TAEK tarafından belirlenen<br />

ölçütleri karşıladığına karar verilen<br />

şirketler ihaleye girecek.<br />

TETAŞ en uygun teklifi belirledikten<br />

sonra, ilgili şirketle sözleşme imzalanması<br />

izni Bakanlar Kurulu’nun<br />

onayına sunulacak. İzin çıkarsa<br />

Enerji Piyasası Denetleme Kurulu tarafından<br />

şirkete lisans verilecek.<br />

Şirket ile TETAŞ arasında, santralın<br />

işletmeye alınmasından sonraki<br />

15 yılı aşmayan süre için bir enerji<br />

satışı sözleşmesi imzalanacak.<br />

—Üretilecek enerjinin tamamı<br />

TETAŞ tarafından satın alınacak.<br />

Bu enerji, perakende ve toptan satış<br />

lisansı sahibi tüzel kişilere, yapılacak<br />

ikili anlaşmalar çerçevesinde ve<br />

TETAŞ alım fiyatı üzerinden satılacak.<br />

vs.<br />

AKP Hükümeti’nin çok heveslendiği<br />

nükleer enerji konusunda bilinmesi<br />

gerekenler gerçekler ise kısaca<br />

şunlar:<br />

* Bir nükleer santralın yapımı 7-8<br />

yıl sürmektedir. Kurulum ve işletme<br />

maliyeti yüksektir.<br />

* Nükleer enerji, finansman, yatırım,<br />

işletim, güvenlik, söküm, atık<br />

maliyeti açısından en pahalı enerji<br />

türüdür.<br />

* Nükleer enerji atıkları sorunu çözülebilmiş<br />

değildir. Nükleer atıklar<br />

milyarlarca dolar ek maliyet yanında,<br />

çevre açısından ciddi tehdit oluşturmaktadır.<br />

Emperyalist ülkeler atıklar<br />

için muazzam paralar harcamakta,<br />

bağımlı ülkeleri nükleer çöplükleri<br />

<strong>olarak</strong> kullanmaktadırlar.<br />

Nükleer santrallerin ürettiği, on-


inlerce, yüz binlerce, radyasyonlu<br />

atığın güvenli bir şekilde depolanması,<br />

günümüz tekniği ile mümkün<br />

değildir. Radyasyonlu atıkların depolara<br />

götürülürken, bir kaza sonucu<br />

doğaya radyasyonun yayılması riski<br />

vardır. Radyasyonlu atıkların depolandığı<br />

alanlarda, doğal nedenlerden<br />

dolayı (deprem, sel, vb.) sızıntı olması<br />

olasılık dahilindedir.<br />

* 35-40 yıllık ekonomik ömürlerini<br />

tamamlayan nükleer santrali söküm<br />

maliyeti bazen yapım maliyetinden<br />

yüksektir.<br />

* Nükleer enerji insanlık için, çevre<br />

için felaketli sonuçlara neden olan<br />

enerji türüdür. Nükleer enerji bugünkü<br />

teknik ile güvenli bir enerji<br />

türü değildir. Nükleer santrallerde<br />

kazaları önlemek günümüz tekniği<br />

ile mümkün değildir.<br />

Nükleer enerji çevre açısından çok<br />

önemli risk taşımaktadır. Nükleer<br />

santralin sızıntı yapması ya da olası<br />

bir kaza, çevreye Çernobil’de de görüldüğü<br />

üzere muazzam zarar vermektedir.<br />

Nükleer santralin kurulumunun,<br />

işletmesinin yüksek olması<br />

bu enerji türüne karşı çıkışımızın<br />

esas nedeni değildir. Nükleer enerjiye<br />

karşı olmamızın esas nedeni bu<br />

enerji türünün çevre açısından zararlı<br />

olmasıdır.<br />

Nükleer enerji, uranyum madeninin<br />

çıkartılmasından, zenginleştirilmesine<br />

ve yüz binlerce yıl etkisi<br />

devam eden radyoaktif atıkların,<br />

sızıntılardan, soğutma suyundan ve<br />

kazalardan sonra yayılan radyasyonun<br />

etkisi ile milyonlarca insanın,<br />

doğanın kirlenmesine, yok olmasına<br />

neden olmaktadır.<br />

Nükleer enerjiye, fosil yakıtlara<br />

muhtaç değiliz. Yenilenebilir, çevre<br />

ile uyumlu enerji kaynakları açısından<br />

zengin bir coğrafyada yaşıyoruz.<br />

Güneş, rüzgar, jeotermal, biogaz,<br />

hidrojen vb. yenilenebilir enerji kaynakları<br />

ile enerji ihtiyacını kat be kat<br />

karşılamak mümkündür. Bu mümkünlüğün<br />

üretimin amacının kar<br />

olduğu bu düzende gerçekleşmesi<br />

mümkün değildir.<br />

Nükleer santral kurulmak istenmesinin<br />

temelinde kar olgusu olduğu<br />

gibi Türk devletinin atom silahına<br />

sahip olma istediği de vardır.<br />

Nükleer santralde, uranyum madeninin<br />

işlenmesi, zenginleştirilmesi<br />

ve uygun teknik düzenlemeler yolu<br />

ile atom bombasına sahip olmak<br />

mümkündür.<br />

Nükleer santral kurmak isteyen<br />

emperyalist tekeller sıraya girmiştir.<br />

Bu tekeller yanlarına yerli işbirlikçilerini<br />

de alarak konsorsiyumlar<br />

oluşturmakta, lobi yaparak nükleer<br />

santral ihalesini kapmaya çalışıyorlar.<br />

Düşündükleri çevre değildir.<br />

Düşündükleri tek bir şey varsa,<br />

o da bu işten kazanacakları tatlı<br />

karlardır!<br />

Nükleer enerji ile geleceğimizin<br />

ipotek altına alınmasına izin<br />

vermeyelim!<br />

10 Kasım 2007 ✓<br />

19 Aralık<br />

katliamını<br />

unutmadık!<br />

Devletin cezaevlerinde devrimci<br />

tutsaklara yönelik 19<br />

Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirdiği<br />

saldırının ve katliamın<br />

üzerinden yedi yıl geçti.<br />

Dönemin başbakanı Bülent Ecevit<br />

“cezaevlerinin örgüt yuvaları olduğunu”,<br />

“karargâh <strong>olarak</strong> kullanıldığını”,<br />

“taraftar <strong>olarak</strong> girenin militan<br />

<strong>olarak</strong> çıktığını” ileri sürerek<br />

bu sorunların esas <strong>olarak</strong> koğuş tipi<br />

cezaevlerinin varlığından kaynaklandığını,<br />

bu tür cezaevleri yerine F<br />

tipi adı verilen oda tipi cezaevlerine<br />

geçilerek bu sorundan kurtulabilineceğini<br />

açıklayarak devletin cezaevlerine<br />

bakışını ortaya koyuyordu.<br />

Gerçekte onların derdi, beden <strong>olarak</strong><br />

tutsak aldıkları ama siyasi düşüncelerinden<br />

soyutlayamadıkları<br />

devrimci tutsakları tecrit işkencesi<br />

/ hapsinde tam teslimiyete zorlamaktı.<br />

Bu düşünce, bu açıklamanın<br />

yoğunluklu <strong>olarak</strong> yapıldığı 2000 yılına<br />

ait bir düşünce de değildi. Daha<br />

önce de bu yönlü amaçlar ortaya<br />

konulmuş, çeşitli girişimlerde bulunulmuştu.<br />

1996’da dönemin Adalet<br />

Bakanı Mehmet Ağar’ın yayınladığı<br />

bir genelgeyle Eskişehir tabutluğu<br />

denilen hücre tipi cezaevi açılmak<br />

istenmiş, hücre tipi cezaevlerinin<br />

yaygınlaştırılması kararı alınmıştı.<br />

Ama devrimciler güçlü bir direniş<br />

sergileyerek Eskişehir tabutluğunu<br />

kapattırabilmişlerdi. Bu direnişte 12<br />

devrimci yaşamını yitirmiş, çok sayıda<br />

devrimci sakat kalmıştı.<br />

2000 yılına gelindiğinde devlet<br />

devrimci tutsakları tecrit etme ve tam<br />

teslim alma planlarını yeniden gündeme<br />

getirdi. Bu saldırı hazırlıklarına<br />

karşı cezaevlerinde bulunan çeşitli<br />

devrimci örgütlerden tutsaklar açlık<br />

grevi direnişi başlattılar. 20 Ekim<br />

2000’de başlayan süresiz açlık grevi<br />

ve ölüm orucu eylemine 61. günde<br />

devletin adına “Şefkat Operasyonu”,<br />

“Hayata Dönüş Operasyonu” gibi<br />

adlar verdiği bir saldırı düzenlendi.<br />

Bu saldırı ile faşist devlet devrimci<br />

tutsakların ölüm orucu eyleminde<br />

somutlaşan direnişini ezmek, ölüm<br />

orucu eylemini bitirmek; F tipi adı<br />

verilen tecrit hapishanelerini devreye<br />

sokarak devrimci tutsakları buralara<br />

nakletmek istiyordu.<br />

19 Aralık sabahı devrimci tutsakların<br />

kaldığı 20 hapishanede aynı<br />

anda başlatılan saldırıda devlet güçleri<br />

devrimci tutukluların üzerine<br />

bomba ve kurşun yağdırdı. Adına<br />

“Şefkat Operasyonu” denilen operasyonda<br />

devrimci tutsaklar diri diri<br />

yakıldı, bombalandı... “Hayat<br />

Kurtarma Operasyonu” <strong>olarak</strong><br />

adlandırılan saldırının<br />

bilançosu, 28 devrimci tutsak<br />

öldürüldü. Yüzlercesi yaralandı.<br />

Devrimci tutsakları tecrit etmek<br />

isteyen devlet bu amacına ulaştı:<br />

Devrimci tutsaklar hücre tipi cezaevlerine,<br />

tecride gönderildiler.<br />

Ancak bu yapılanlar da devrimci<br />

iradenin teslim alınmasına yetmedi.<br />

Açlık grevi ve ölüm orucu eylemi<br />

önce genişleme göstererek sürdürüldü.<br />

Tecride karşı direniş uzun bir<br />

sürece yayıldı. Tecride karşı mücadele<br />

içinde 122 devrimci yaşamını<br />

yitirdi. Yüzlerce devrimci Korsakof<br />

hastalığına yakalanarak bilincini yitirdi,<br />

sakat kaldı.<br />

Devlet, bedenlerini tutsak aldığı,<br />

ama devrimci düşüncelerini asla<br />

teslim alamadığı, diz çöktüremediği<br />

devrimcileri, tecrit işkencesi ve<br />

hapis içinde hapis anlamına gelen<br />

hücrelere sokarak teslim alma amacı<br />

gütmektedir.<br />

19 Aralık saldırısına karşı devrimci<br />

tutsakların direnişi, F tiplerinde tecride<br />

karşı yürüyen mücadele, devrimci<br />

tutsakların teslim alınamayacağını,<br />

devrimci iradenin her şart<br />

altında mücadele edeceğinin, direneceğinin<br />

kanıtıdır.<br />

“Hayata Dönüş Operasyonu”nun<br />

perde arkasından bir örnek<br />

19 Aralık saldırısı devletin cezaevlerinde<br />

devrimci tutsaklara yönelik<br />

gerçekleştirdiği katliamlar zincirinin<br />

en kapsamlılarından birisidir. Bilinçli<br />

ve planlı bir şekilde hazırlanan, uygulan<br />

saldırıda devletin sorumluluğu<br />

gizlenemeyecek kadar açıktır.<br />

19 Aralık 2000 günü Bayrampaşa<br />

Cezaevi’nde saldırının koordinatörü<br />

olan Binbaşı Zeki Bingöl’ün anlattıkları,<br />

devletin sorumluluğunu açıkça<br />

ele vermektedir.<br />

“Emekli Binbaşı Zeki Bingöl,<br />

o tarihte yüzbaşı rütbesinde ve<br />

Bayrampaşa Cezaevindeki operasyonun<br />

koordinatörüydü. Doğrudan tanığı<br />

olduğu olayları, 7 yıl sonra yazdığı<br />

kitapta anlatarak yankı yarattı.<br />

Bingöl, sabah 04:55’te başlayan<br />

operasyonda ilk kurşunun atılmasını<br />

şöyle anlatıyor:<br />

“PKK koğuşu önünde bulunan bir<br />

tutuklu görülüyor, ona dur ihtarında<br />

bulunuluyor, o da kaçmaya tevessül<br />

ediyor, o esnada ateş ediliyor.<br />

Zannediyorum ayağından vuruldu.<br />

Ondan sonra diğer koğuşlar kapının<br />

önüne çıkıp jandarmanın koğuş ka-<br />

gündem<br />

pılarının tuttuğunu görünce, orta<br />

kısımda büyük bir ateş yakıldı böylece<br />

bütün birliklerin ileri gitmesi<br />

engellendi.”<br />

Koridorlardan ilerleme imkanı<br />

kalmayınca güvenlik güçleri, koğuşların<br />

çatısına çıkıyor ve içeriye iki tip<br />

bomba atıyor. Emekli Binbaşı Bingöl,<br />

bu bombalardan birini daha önce hiç<br />

görmemiş:<br />

“Bizim envanterimizde olmayan,<br />

plastikten yapılmış, kauçuktan<br />

bir bomba kullanıldı. Adli Tıp<br />

Kurumu’nun, savcılığın tutanağında<br />

iki tip bombadan bahsedildi, gaz<br />

bombası <strong>olarak</strong>. Bir tanesi bizim<br />

kullandığımız, envanterimizde olan,<br />

dünya standartlarında kullanılan<br />

bir gaz bombasıdır; temeli biberdir,<br />

bildiğimiz acı biberdir, biberin<br />

yoğunlaştırılmış halidir. Diğeriyse<br />

Kara Kuvvetleri’nden getirilmiş<br />

bir bombaydı. Ben bunu daha önce<br />

görmemiştim.”<br />

Operasyonun ardından tutulan<br />

tespit tutanağında operasyonu koordine<br />

eden Yüzbaşı Zeki Bingöl, dört<br />

bölük komutanı ve cezaevi savcısının<br />

imzaları bulunuyor. Üç imza yeriyse<br />

boş bırakılmış. Bingöl şöyle diyor:<br />

“Orada imzası olması gereken kişilerden<br />

birisi tabur komutanı, diğer iki<br />

kişi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı<br />

Ferzan Çitici ve Bayrampaşa Cezaevi<br />

savcısıdır. Onlar imzalamayınca<br />

imza yerleri boş bırakıldı.”<br />

Zeki Bingöl, neden imzalanmadı<br />

sorusunun yanıtını kitabın 173. sayfasında<br />

şöyle anlatıyor:<br />

“Çok garipti. Harekat emrini imzalayan<br />

General emri toplatıyor.<br />

Operasyona katılan birlikler isimlerini<br />

savcıdan saklıyordu. Hatta<br />

başsavcı bile imzalamıyordu. Çok<br />

garipti. Belli ki hepsi DHKP-C’den<br />

korkuyorlardı. Yani hiç kimse operasyon<br />

evraklarında adının geçmesini<br />

istemiyordu.” (3 Eylül 2007, sendika.org)<br />

Devletin tüm katliamlarını olduğu<br />

gibi, 19 Aralık katliamını da unutmayacağız,<br />

unutturmayacağız!<br />

Tüm katliamların ve 19 Aralık<br />

k at l ia m ı n ı n hesabı dev r i m le<br />

sorulacaktır!<br />

Devrimci tutsaklar üzerindeki tecride<br />

son!<br />

Devrimci tutsaklara özgürlük!<br />

Kasım 2007 ✓<br />

19

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!