BÄ°R BAYRAK RÃZGÃR BEKLÄ°YOR. Åehitler tepesi boÅ deÄil, Biri var ...
BÄ°R BAYRAK RÃZGÃR BEKLÄ°YOR. Åehitler tepesi boÅ deÄil, Biri var ...
BÄ°R BAYRAK RÃZGÃR BEKLÄ°YOR. Åehitler tepesi boÅ deÄil, Biri var ...
- No tags were found...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
BİR <strong>BAYRAK</strong> RÜZGÂR BEKLİYOR.Şehitler <strong>tepesi</strong> boş değil,<strong>Biri</strong> <strong>var</strong> bekliyor...Ve bir göğüs nefes almak içinRüzgâr bekliyor.Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye,Yattığı toprak belli,Tuttuğu bayrak belli,Kim demiş «Meçhul Asker» diye?Destanını yazmış kasideye kanmış...Bir el ki, ahiretten uzanmış,Edeple gelip birer birerÖpsün diye fâniler.Öpelim temizse dudaklarımız...Fakat basmasın toprağınaTemiz değilse ayaklarımız.Rüzgârını kesmesin gövdeler...Sesinden yüksek çıkmasınNutuklar kasideler.Geri gitsin alkışlar, geri...Geri gitsin ellerinYapma çiçekleri.O'na oğullardan analardanDilekler yeter...Yazın sarı, kışın beyazÇiçekler yeter.Söyledi söyleyenler demin...Gel süngülü yiğit, alkışlasınlar,Şimdi sen söyle, söz senin.Şehitler <strong>tepesi</strong> boş değil,Toprağını kahramanlar bekliyor...Ve bir bayrak dalgalanmak içinRüzgâr bekliyor.Destanı öksüz, sükûtu derin«Meçhul Asker»inTürbesi yakışmış bu kutlu tepeye;Yattığı toprak belli,Tuttuğu bayrak belli...Kim demiş «Meçhul Asker» diye?.
İİBİHHAYLIK FİKİR VE SANAT DERGİSİALPASRLAN TÜRKEŞFantom Uçakları MeselesiDoç. Dr. EROL GÜNGÖRTaşer'in Büyük TürkiyesiDoç. Dr. MEHMET ERÖZOsmanlı Toprak Rejimi ve Terli MarksistlerSEVGÎ KAFALITarihte Türk Göçleri ve NeticeleriDoç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNOĞLUÜlküsüzlük ve ÜlküsüzlerMUSTAFA KARAPINARArif Nihat Asya İle Bir KonuşmaDoç. Dr. CEVDET GÖKALPÇin Kaynaklatma göre Moğolların Ana YurduDr. MUSTAFA KAFALIKerkük TürkleriYIL 4 SAYI 17 DEVRE 2 EKİM 1972KurucusuHALİDE NUSRET ZORLUTUNASahip ve Neşriyat MüdürüEMİNE IŞINSUİdare MüdürüMUSTAFA KARAPINARMerkez TemsilcisiDENİZ DAĞOĞLUMerkez SekreteriRUHİ ÖZKANLIAnkara TemsilcisiŞEVKET YAHNİCİ•Her türlü haberleşme adresiTÖREP.K. 211 Kızılay — ANKARAHavale10071978 numaralı posta çekiİLÂN : ÖZEL ŞARTLARA TABİDİRABONE ŞARTLARIYurt içi yıllık36 TL.Yurt dışı yıllık72 TL.Dergimizdeki yazılar, dergimizin ismive yazının çıktığı sayı ve sayfa belirtilmedeniktibas edilemez.eMerkez : İstanbulŞube : Ankara
ALPARSLAN TÜRKEŞFANTOMUÇAKLARIMESELESİBir milletin bağımsız ve özgür yaşayabilmesi herşeyden önce kendisiningüçlü olmasına bağlıdır. Bir devletin gücünü meydana getirençeşitli unsurlar arasında bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumakazmi, esas teşkil eder. Milletlerin Milli Savunma güçlerinin temeliSilâhlı Küvetleridir. Başlıca üç kuvvetten yani Kara, Hava ve Denizkuvvetlerinden meydana gelen Silâhlı Kuvvetler, bir toplumun, sahipolduğu maddî ve manevî vasıfların ve imkânların aynasını teşkil eder.Zamanımızda ilim ve teknik çok ileriye gitmiş bulunmaktadır. Modernsilâhlar, araçlar ve gereçler her gün gelişmekte ve değişmektedir.Bir millet ilim ve teknik'te ve medeniyette ileri bulunduğu takdirdeonun silâhlı kuvvetleride ileri ve güçlü olur. Medeniyette ve ilimdegeri kalmış bir toplumun, ileri ve güçlü silahlı küvetlere sahjp bulunmasımümkün değildir. Çünkü içinde yaşanılan çağın gerektirdiği yüksektekniğe dayanan silâhları ve araçları kendisi yapamaz. Bunları üretenileri memleketlerden ya para ile satın almaya veya siyasi anlaş-
ALPARSLAN TÜRKE$malarla, menfaat alışverişleriyle temin etmeye mecburdur. Bu da taşımasu ile değirmen döndürmeye benzer. Onun için özgür ve bağımsızyaşamak isteyen, <strong>var</strong>lığını korumak isteyen, milli ülkülerini gerçekleştirmekisteyen milletlerin ilimde, teknikte ve medeniyette hızla kalkınması lâzımdır.Modern silâh araç ve gereçler fiyat bakımından çok pahalıdır.Bunları kendi yurdumuzda kendi fabrikalarımızda, kendi insanlarımızınbilgisi ve el emeğiyle yapamadığımız sürece, dışardan sağlamak mecburiyetindekalacağız. Para ile satın almak yoluna gitmeye kalkıştığımıztakdirde, çok pahalı olan bu silâh ve araçları almak memleketimizinekonomik durumunu ve refahını altüst eder. Ayrıca, alınan bir silâh,bir kaç yıl geçtikten sonra, yeni buluşlar dolayısiyle demode olurve yenilenmesi icap eder. Bunun için siyasi çareler bularak, milletlerarasındaki menfaat alışverişlerini dengeliyerek bunları sağlamak dahayerinde bir harekettir. Diğer taraftan da, ilim ve teknikte sür'atleileri gitmek ve sanayileşmek yoluna gidilmelidir.Yukarıda genel görüşler olarak belirtilen düşüncelere rağmen,Türk milletinin <strong>var</strong>lığının korunması, devam ettirilmesi ve devamlıyükseltilmesi her şeyin üstünde bulunan bir konudur. Bağımsızlığımıziçin, vatanımızın bütünlüğü ve milletimizin şerefle yaşaması için, gözealınamayacak hiç bir hareket ve hiç bir fedakârlık olamaz. Türkiye,sınırları çevresinde karadan ve denizden on kadar çeşitli devletle komşubulunmaktadır. Bunlardan birisi Sovyet Rusyadır. Sovyetler Birliğibugün dünyada en ileri gitmiş beş süper kuvvetten birisini teşkil etmektedir.Sovyet Rusya silahlı kuvvetler bakımından dünyanın en büyük<strong>var</strong>lığına sahip bulunmaktadır. Sayı itibariyle Türkiyeye üstün kuvvetleresahip olmakla beraber kendisini çevreleyen 15 kadar büyüklü-küçüklümilet ve devletle komşu bulunmaktadır. Ayrıca havalarda, denizlerde,karalarda ve uzayda diğer süper devletlerle karşı karşıyadır. Sahipolduğu üstün kuvvetleri buna göre tertiplemek ve kullanmak zorunluluğundadır.Bu özellik göz önünde bulundurulunca, Türkiye bölgesindekulanabileceği kuvvetlerin, belirli bir ölçüde Türkiyenin gücüyledenge teşkil edebileceği kabul olunabilir.Türkiye kendi <strong>var</strong>lığının korunması için daima güçlü olmaya vegüçlü olmanın yolunu bulmaya mecburdur. Bunun için Türk Silâhh Kuvvetlerinin, daima caydırıcı, vazgeçirici bir vasfa, bir kuvvete, hatta üstünlüğesahip olması kesinlikle gereklidir. Devletimizi yönetenler, heran Silâhlı Küvetlerini harekete hazır bulundurmalıdırlar. Ayrıca MillîSavunma gücü bakımından, Sovyet Rusya hariç diğer komşularımızdanüstün bulunmak, bizim için değişmez bir politika olmalıdır.Fantom uçakları konusu son zamanlarda devlet adamlarımız arasındatartışmalara yol açmıştır. Bu uçaklar .içinde yaşadığımız günle-
FANTOM UÇAKLARIrin en güçlü ve en üstün hava silâhlarından biridir. Çok kısa bir zamandahızlı tırmandıkları yükseklik, sahip oldukları sürat ve gördüklerigörevler bakımından diğer tip uçaklardan üstündürler. Her çeşit havaşartlan içinde, gece ve gündüz hem bombardıman hem av ve hem deyakın destek ve keşif görevleri yapabilecek vasıftadırlar. Ayrıca Atombombası atabilirler. Modern buluşlar sayesinde kendileri tehlikeyegirmeden .şaşmaz bir şekilde hedeflerini vurabilirler. Bu uçakların birtanesi bizim paramızla (75) milyon lira değerindedir. Türk Hava Kuvvetlerindehenüz bu uçaklardan bulunmamaktadır. Uzmanlar, bu uçaklarınbir tanesinin eski uçakların otuzuna bedel olduğunu söylemektedirler.Komşumuz İran hava kuvvetlerinde iki yıldan beri bu uçaklardan126 adet yani 7 filo bulunmaktadır. Ayrıca İsrail hava kuvvetlerindede iki yıldan beri bulunduğu ve kullanıldığı bilinmektedir. Sonzamanlarda komşumuz Yunanistan'a da verilmeye başlanmıştır. UçaklaAtinaya gidip gelen uzman arkadaşlarımızdan öğrenildiğine göre,Atina hava alanında altıncı filoya mensup Fantom uçaklarında YunanPilotları eğitim görmektedirler. Bunların dışında diğer komşularımızınsilâhlı kuvvetlerinde de modem uçaklar, silâhlar ve araçlar bulunmaktadır.Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Romen silâhlı kuvvetlerini özellikleBulgar kuvvetlerini en modern silâh araç ve gereçlerle donatmaktadır.Ayrıca Suriye ve Irak'la son zamanlarda yaptığı anlaşmalarla SovyetlerBirliği, bu ülkelere modern silâhlar sağlamaktadır. İşaret ettiğimizbu gerçeklerin ışığında, Türkiye'nin, kendi Milli Savunma gücünüüstün bulundurması mecburiyeti açıkça belirmektedir. Türk Hava Kuvvetleriiçin bugünkü barış durumunda üstün bir «caydırıcılık» imkânısağlayabilmek ,ancak 200 kadar Fantom Uçağına, yani 10 veya 12 filoyasahip olmayı gerektirir. Para ile satın alınması düşünülecekolursa 200 uçağın tutarı 15 milyar lira etmektedir. Sanayileşmesi veekonomik kalkınması aleyhine olarak Türkiyenin böyle bir masrafa girişmesiuygun değildir. Türk devlet adamlarının bu ihtiyaçlarımızı siyasiyollardan çalışmalar yaparak sağlaması gereklidir ve mümkündür.Bunun için çok uyanık olmak ve olayların arkasından sürüklenmemeklâzımdır. Modern stratejide ki gelişmeleri ve dünya politikasındakigelişmeleri dikkate alarak müttefiklerimiz ve dostlarımız katındaçalışmalar yapılmalıdır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri ve diğermüttefik devletler tarafından izlenen Orta Doğu ile ilgili Stratejik vepolitik plân eksik ve yanlıştır. Bunu delilleri ve sebepleriyle tesbit ederek anlatmak, tutum ve gidişi düzelterek değiştirmek Türkiye için hayatîönem taşımaktadır. Dünyadaki politik ve stratejik gelişmelerlebağlantılı olarak Orta Doğu bölgesindeki jeopolitik durumun incelenmesiniayrı bir yazıda yapmak yararlı olacaktır. Gelecek sayıda bu konuüzerinde yeni görüşler sunulacaktır..
EROL GÜNGÖRKuzey Afrika'da Türkler'.e ait olmayan kaç eser gösterebilirsiniz? Bütünbu ülkelerin halkları imparatorluk içinde yaşarlarken mi daha mesutidiler yoksa Avrupalılar ve Ruslar'm elinde Kukla birer devlet halinegeldikleri zaman mı? Çin'e kadar elini kolunu sallayarak gezen bir Macarşimdi kendi köyleri arasında pasaportsuz dolaşabiliyor mu? imparatorluktanayrıldıktan sonra bunlardan hangisi şerefli ve itibarlı bir devletolabildi? Kendi haline bırakılsaydı, Osmanlı vatandaşlığını bırakarakSuriye, Ürdün veya Irak vatandaşı olmayı tercih edecek tek kişi bulunurmuydu?Türk hakimiyetinin sona erişinden yüz-elli yıl sonra bir Yugoslav tarihçisine «İmparatorluğumuz yıkılmadan önce ne kadar mesudve haysiyetliydik» dedirten kudret nedir? «Bizi bıraktığınız için kabahatsizdedir» diyen Yunan askerî ataşesine bu sözü kim söyletiyor? Yunanistan'lamübadele edilen Anadolu rumları için «gâvur elinde kaldık»diye şikâyet ediyorlar? Gül Baba türbesi önünde milletinin kaderine ağlayanMacar tarihçisi, «Arap birliği sadece Türkler zamanında <strong>var</strong>dı»diyen Lübnanlı tarihçi, Türklerle birlikte huzur ve bereket de gitti diyenYemenli, Osmanlı valilerini evliya mertebesine çıkaran Bağdadlı, Türklergeliyor diye evine Türk bayrağı çeken Suriyeli hangi hasreti dile getiriyor?Niçin dünyanın büyük hukukçuları arasında bir Hukuk Fakültesiprofesörünündeğil de Ahmet Cevdet Paşanın adı geçiyor? Niçin Fransa'devlet başkanı «siz Baki gibi şairler yetiştirmiş bir milletsiniz» diyor?Niçin bir divan kâtibinin yazdığı müsbettede bile tek türkçe hatasınarastlanmadığı halde, bir üniversite profesörünün yazdığı makale anlaşılmıyor?Niçin dünküler önem verdikleri medrese ilmini mükemmelbir şekilde bildikleri halde, biz bugün önem verdiğimiz modern ilimde<strong>var</strong>lık gösteremiyoruz? Niçin artık ilim ve edebiyat yapacak bir dilimizbile yok?Atalarımız ülkeler fethedip yağmacılıkla uğraştılar ha! Siz bütünbu yüksek aklınız ve ileri bilginizle iki dönümlük bir yer fethedebilirmisiniz?Bir orduyu bir yerden başka bir yere götürebilmek, üstelik yabancıtopraklarda zafer kazanabilmek için nelerin gerektiğini bitirmişiniz?Bunun için herşeyden önce saat gibi işleyen bir idarî sistem lâzımdır;böyle bir sistem kuramayanlar sadece kendi ülkesinde birbirininarazisini işgal etmekle kendi vatandaşına karşı zafer kazanmakla uğraşır.Yağmacılıkla altıyüz değil, altmış sene ayakta kalmış bir devlet gösterebilirmisiniz? İdaremiz altındaki milletleri sömürdüğümüze dair enufak bir örnek verebilirmisiniz? Bizim Macaristan'a aldığımız gelirden10
TASER'İNBÜYÜKTÜRKİYE'Sİ— i __Orta boylu, kıvırcık kır saçlı, yüzü daima mütebessim, alnında kışve yaz ter damlaları eksik olmayan, parlak ve canlı gözlerinde zekâ kıvılcımlarıtutuşan bir adam. Konuşurken gözleri yukarıya doğru çevriliyor,sanki orada kendisine fikirleri ve sözleri en güzel terkibler halindeveren gizli eller <strong>var</strong>. Bir âlimin dikkati ve titizliği ile bir sanatkârın zarafetini,bir velinin ıztırabı kendine saklayıp sevgi ve şefkati başkalarınasunan diğergâmlığını, bir Türk köylüsünün karşısındakini küçülten tevazuve mahcubiyetini, bu Osmanlı paşasının vekar ve azametini şahsındatoplayabilmek için mutlaka yukarılarda bir kaynaktan ilham alıyorolmalı çünkü bu vasıfları bu araya getirmek her faniye nasib olacak gibideğil. Nadir olarak öfkelendiği zaman gözlerini yere iğiyor; belli kisevginin yukarıdan, öfkenin aşağıdan geldiğini pek iyi anlıyor. Ailesininküçük yaştaki fertleri dışında hiç kimseye küçük adıyla hitab ettiğini gören olmadı; yüzlerine karşı saygı gösterdiği insanların arkalarındanda hep saygılı konuştu. Siyasî hasımlarından bir teki için bile birtek kaba sıfat kullanmadı. İnsanlar hakkında hüküm verme yolunu seçmedi,onları tahlil etmeye çalıştı. Kendisime tuzak kurarak yurdundandışarı çıkaran eski kader arkadaşlarını bile cenazesinin arkasından sürükleyenkuvvet işte buydu.Fazileti kıskanan biri olsaydım, bu adamdan nefret etmem için hertürlü sebep mevcuttu. İyi niyetim kusurlarıma galebe çaldı, ve ben onubir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde bir ihtirasla sevdim. Ha-6
DOÇ. DR. EROL GÜNGÖRyatta olduğu sürece ona olan yakınlığımı şiddetli bir dostluk gibi görüyordum;şimdi de bu dostluğun hatırası bana sonsuz bir gurur veriyor.Ama aradan zaman geçip de şahsi münasebetler bir hatırdan ibaret kalınca,aramızdaki şeyin bir dostluktan çok farklı olduğu yavaş yavaş ortayaçıkıyor. Şimdi karşımdaki adam Gaziantepli Dündar Taşer değil,ben de onun bir dostundan ibaret değilim. Taşer bizim milletimizin dünyaşadığı gerçeği, bugün de gördüğü büyük rüyayı temsil ediyordu. Buyüzden onu dinlerken, onunla bir arada bulunurken kendimizi birdenbirebüyümüş hissediyorduk; üzerimizde yüz yılın biriktirdiği pis ağırlıktaneser kalmıyor kaybolan şahsiyetimize yeniden kavuşuyorduk. Taşerefsunlu konuşmasıyla, parlak muhakemesiyle, bütün tavır ve hareketleriylebizim gözlerimizdeki perdeyi aralıyor, önümüze yeni bir dünyaaçıyordu. Bu dünya aslında gerçekti, ama biz körlüğe alıştınldığımıziçin onu yine kapalı gözle görülen bir rüya sanıyorduk.Partiyle ilgili bir seyahattan dönüşü sırasında bize Erzurum köylülerininsöylediklerini anlatmıştı: «Beyler;, siz bizim yoksulluğumuzu anlatıpduruyorsunuz. Aslında sizin bildiğinizden daha yoksul haldeyiz,ama bütün bunlara katlanabiliriz; bizim yüreğimizi asıl yakan şey, devletimizinüç tane haydut talebe ile başa çıkamayacak kadar adız kalışıdır.»Şu sözler Türk halkının kafasında yüz yılların yerleştirdiği bir tavrıaksettiriyordu. Ve Erzurum'un yaşlı köylüleri herhalde ilk defa bu7
EROL GÜNGÖRtavrı anlayan bir münevverle bir siyaset adamı ile karşılaşmış bulunuyorlardı.İnsanın anlayışlı bir muhatap bulması ne büyük saaddettir!Ama bu saadeti Taşer de en az onlar kadar duyuyordu, çünkü böylecekendi milleti hakkında ortaya attığı tezin bir defa daha ve pek veciz birşekilde isbatlandığına şahit olmuştu. Ömrünü hep bu hakikati anlamakve anlatmakla geçirdi: Türk milleti için en büyük, en önemli müessesedevlettir. Bu yüzden milletimiz tarihin hiçbir devrinde devletsiz kalmadı,yoksa milet de kalmazdı. Türk tarihi, herşeyden önce, devletin kutsallığıprensibine dayanır. Bu zihniyet Osmanlı Türkünün dilinde şudüstur halinde ifadesini bulmuştur: «Din ü devlet, mülk ü Millet». İnsanişte bunlar için çalışır, bunlar için yaşar ve bunların uğruna ölür.Devletin milletten, vatandan ve dinden farkı yoktur, çünkü devlet gidincebunlar da gider. Saadetimizin anahtarı kuvvetli bir devlete kavuşamktır,felâketimizin kaynağı ise başka hevesler uğrunda devletinkudret : ne zaaf getirişimizdir. Taşer sağ olsaydı, bu noktaya nasıl geldiğinisize şöyle anlatırdı:Benim neslimden olanlar İmparatorluğumuzu haritada, yani kâğıtüzerinde gördüler. Devletimiz biıze göre bir coğrafya parçasından ibaretti,ama bu büyük coğrafya bile kitap sahif esine çizildiği zaman âdetaavuç içi kadar ufak görünüyordu. Zaman idrâki kendi çocukluk çağı,mekân idrâki de içinde yaşadığı kasaba hudutları içinde kalmış olangenç bir insan elbette ki/ dünyanın yarısını kucaklayan bir tarih vakıasınıkavrayamazdı. Biz dağılan devletimizden elde kalan toprakları daharitada gördük, ama bu harita ayni ebatta kâğıtlara çizildiği için eri azimparatorluğumuz kadar yer kaplıyor, hattâ referruatlı olması yüzündenbize daha büyük gibi geliyordu.Yaşımız ve bilgimiz ilerledikçe önce coğrafyayı tanıdık. Cihan Harbindekibozgunda topraklarımızın elden gittiğini, bize sadece Anadoluyarımadasının kaldığını anladık. Ama öğretmenlerimiz bize hep yabancımilletlerin bizden ayrıldığını, bizim de kendi topraklarımıza çekildiğimizisöylüyorlardı. Biz bu tarih görüşü ile radyolarda hergün okunanRumeli, Kırım, Yemen türküleri arasındaki tezadı da farkedecek haldedeğildik. Ailemizde ve yakınlarımız arasında Hicaz'da, Gazzede, Balkanlar'da,hatta Azerbaycan'da savaşmış ihtiyarlar <strong>var</strong>dı; bunlar kaybettiğimiztopraklar için ağlar dururlardı. Öğretmenimize göre bunlarArabm Acemin ülkesini korumak için boş yere kan dökmüşlerdi. AmaKabe'nin müdafaasında bulunan dedem arap diye bir millet veya devlet8
TAŞER'ÎNtanımıyordu, o İngilizlere karşı devletimizin topraklarını korumak üzeresavaştığına inanıyordu. Bilgisine saygı duyduğum öğretmenimizin ilkokul görmemiş dedemden cahil olduğunu anlamam için aradan uzunyıllar geçti. Bir gün İstanbul ve Edirne de elimizden çıksa, öğretmenimizherhalde oraların zaten Bizans toprağı olduğunu, bizim yine vatanımızaçekildiğimizi söyleyecekti. Bize vatanın iyi bir tarifini yapan olmadı,ama öyle anlaşılıyordu ki vatan düşmanlarımızın bizden henüzalmadıkları verdi. Vilson'un teklif ettiği plan gerçekleşseydi Türk vatanıKonya vilâyeti olacaktı. Acaba o zaman birisi çıkıp da bizim burayaOrta Asya'dan geldiğimizi, başkalarının yurdunda haksız yere bulunduğumuzusöylese ne yapacaktık? Rumeli gibi Suriye ve Irak gibi Arabistangibi, Mısır ve Kuzey Afrika gibi^ Akdeniz adaları gibi, Balkanlar gibi,Budin ve Belgrad gibi Anadolu yarımadasını da sonradan almış değilmiydik?Bize verilen tarih bilgisine göre, miletimiz yüzlerce yıl Arap veAcem'in manevi hükmü altında şahsiyetsiz bir hayat sürmüş siyasî bakımdanda Osmanlı denilen bir zümrenin hakimiyeti altında yaşamıştı.Dedelerimizden bize kalan şey bir paslı kılıçtan ibaretti; onların konuştuklarıdil, yazdıkları kitaplar, bütün sanat ve edebiyat eserleri,, yaşadıklarısosyal hayat, kurdukları müesseseler hep Arab'ın ve Acem'in kültürve medeniyetine ait şeylerdi. Ama, sonunda Türk milleti bu hayatatahammül edememiş, Araplardan Bulgaristandan Yunanlılardan, Sırplardan,Arnavutlardan sonra Türkler de Osmanlı hakimiyetine isyanederek hem istiklâllerine, hem de Avrupa'da kalan kendi öz kültür vemedeniyetlerine kavuşmuşlardı.Eğer sizin kafanız da beni/mki gibi bu fikirlerde doldurulmuşsa,kendinizi küçük bir Balkan devletinin vatandaşları gibi görüyorsanız,dedelerinizin elde kılıç fütuhat yapmaktan ve başkalarının yurtlarınızaptetmekten başka bir iş yapmadığına inanıyorsanız^ şu birkaç sorubile daldığınız gaflet uykusunu bozmaya yeter:Batılılar niçin bize nefretle karışık bir saygı duyuyorlar? Doğu Avrupa,Kuzey Afrika ve Güneybatı Asya halkları niçin bize eski efendileriolarak bakıyorlar? Kuzey Afrika'yı bizden istiklâl heveslisi Berberi'lermi geri aldı? Şimdiki Arap devletlerinin kurulması için dökülmüş birdamla arap kanı <strong>var</strong> mıdır? Bulgaristan bizimle savaşarak mı istiklâl(!) kazandı? Yugoslav devletini bizden ayrılmak için çırpman sırplarmı kurdu? Budin'i bizden Macarlar mı aldı? Suriye de ve Irak'ta hangimilletler yaşıyordu ki bunlar birer devlet oldular? Arap ülkelerinde ve9
TAŞER'İNfazla masraf yaptığımızı sosyalist bir ülke olan Macaristan'ın tarihçileriortaya kodular. Siz devletin bu masrafa niçin katlandığını da kolaycaanlayamazsınız; bunu ancak dünya çapında dış politika yürüten bir devletinidarecileri bilirler.Haçlı ordularını imha eden devletin küçük bir Karaman Beyliğineniçin harp açamadığını, Rum Kara Todori Paşanın azınlıkları şımartmakisteyen Avrupa diplomatlarına karşı devleti hükümranlığını niçinmüdafaa ettiğini, Yavuz'un kendi öz kardeşlerini, Kanuni'nin kendioğullarını niçin idam ettirdiğini, ordulara hükmeden paşaların iki satırlıkbir ferman karşısında boyunlarını cellada niçin uzattıklarını, Romanyada bir kalenin düşman eline geçmesi üzerine İstanbul'daki padişahınniçin felç olup öldüğünü, soylu bir ailenin kızıyle evlenen bir padişahınniçin öldürüldüğünü, krallara baş iğdiren insanların yoksul birderviş karşısında bütün gurur ve azametlerini niçin terkettiklerini, delidenilen bir sultanm ekmek fiyatları artınca niçin geceleri uyuyamadığıhiç düşündünüz mü?Geçmiş şeyleri kurcalamakta ne fayda <strong>var</strong>, diyeceksiniz. Hattâ aranızda,eskiyi bırakalım da şimdiki halimize bakalım, bugün dünyanınsonuncu devletleri arasında geliyoruz, diyenler de bulunacaktır. Taşero zaman size şu cevabı verir: tşte bugünkü hale gelişimiz o eskiyi birrakmamızdandır. Eğer yukarıdaki sorulara ciddi bir şekilde cevap arayacakolursanız, karşınızda dünyaya hiç benzeri gelmemiş bir devletgörürsünüz. Bu devleti iyice bilmeden Türk milletini tanımaya, bugüniçinde bulunduğumuz çıkmazları izah etmeye imkân yoktur. Üzerindeyaşadığımız Türkiye o devletin bir parçası, halkımız da o devletin sahibiolduğuna göre, bu ülkeyi ve halkı nasıl bileceğiz? Büyüklüğümüzün olduğukadar küçüklüğümüzün de sebeplerini nasıl bulacağız.Taşer bu tarihi nasıl görüyordu? Önümüzdeki yazıda da bunu anlatmayaçalışacağız.TI7MÖBLE TAAHHÜT DEKORASYON# EVİNİZDE • İŞ YERİNİZDE • HER ZAMAN -Teknik elemanlarımız emrinizdedir.Adres : Siteler Karpuzlu Sok. Nu: 122/2HER YERDETelf : 1635 9611
DOÇ. DR. MEHMET EROZOSMANLITOPRAKREJİMİVEYERLİMARKSİSTLER' Son on-onbeş yıldır Türkiye'de, içtimaîhadiselere Marksist bir görüşle'bakanbazı iktisatçı ve sosyologların vepek çok solcu amatörün, Osmanlı toprakrejimini, kendi inançlarına göre açıkladiklarj, yorumladıkları görülmektedilr.Bu konuda epeyce kitap çıkarılmış vesolcu dergilerde pek çok makale yazılmıştır.Osmanlı toprak düzenini, Marksistgelişme şeması içinde bir yere oturttuktansonra, mazisini seven Türk milletine, Marksizmin daha ileri merhalesi(«aşaması») olan sosyalizmi benimsetmenin daha kolay olacağı inancı içinde olsalargerektir. Aksiyon hevesi «devrim»aşkı buna sebep olmaktadır; tarihî veilmî hakikatleri tesbit etmek, içtimaîvakıayı anlamak gayreti değil. Bu ilimkisveli, ideolojik yayımlara karşı, tarihçilerimizinsessiz kalması acıdır. Uzunve yorucu çalışmalara lüzum gösteren vebüyük bir kitap halinde sunulması gereken bu konuyu, iki veya üç makale halindeele alıp, TÖRE'mizin kıymetli okuyucularma arzetmek istiyoruz. Kitap çıkarmakiçin imkânımız, yeter malzememiz,vaktimiz yoktur. Makale sayısını5-6'ya çıkarmak da okuyucuyu sıkacakve ilgisini dağıtacaktır. Bu bakımdan,şimdilik meseleyi kısa şekilde de olsa elealmakta fayda olduğu inancı ile konuyagirelim.Marksizmin İçtimaîMaddeciliğe Gözle İzahı.Hadisleri TarihîSistemin kurucusu Marks ve Engels'e göre, cemiyetin iktisadî bünyesini, gerçek temelini, alt yapısını teşkil eden istihsalmünasebetleri ve istihsal tarzı, hukukî ve siyasî üst yapıyı tayin eder. Buüst yapıya da «İçtimaî şuurun belli şekilleritekabül eder.» Yani bir cemiyettetatbik edilen istihsal tekniğinin ve istihsalmünasabetlerinin, o cemiyetin hukukve siyasî sistemini, din; ahlâk vesan'atını kat'i şekilde tayin edeceği gibidogmatik, tek taraflı bir görüş karşısındayız.Gayet girift, karışık olan içtimaîhayat, sadece iktisadî teknikle açıklanmakta,üst-yapınm iktisadî bünye üzerindeki tesiri hiç göz önüne alınmamaktadır.Sorokin'in deyimi ile «iktisadî içinde mistikbir küvet» tasarlamaktadırlar. Fakatsonunda Marks ve Engels, gayrı iktisadînin, iktisadî amil üzerindeki tesirini kabulzorunda kaldılar. Marks'ın ölümündensonra Engels, ilk ve baş amilin iktisadîfaktör olduğunu belirtti. Plekhanovda, üst yapının tesirini ele aldı.Sombart, Marks'm aksine, istihsaltekniğinin .iktisadî ve içtimaî teşkilât şekillerini tayin etmesi gerekmediğini, bircemiyette kültürün yıkıma uğramasınakarşılık, istihsal tekniğinin çok zamanaynı kaldığını, tamamiyle farklı istihsalteknikleri esası üzerinde aynı iktisadîsistemin kullanıldığı veya aynı tekniğin12
OSMANLI TOPRAKtamamiyle farklı iktisadî sistemlere tatbikedildiği haller bulunduğunu; aynı iktisadî teşkilâtta, çok farklı kültür komplekslerininbulunduğu veya aynı kültürkomplekslerinin çok farklı iktisadî sistemleresahip bulunabileceğini büyük birvukufla gösterdi. Eflâtun, Spinoza ve Hegel'in üç ayrı iktisadî sistem içinde yetiştiklerini,bu sistemlerin mahsulü olduğunu söylemeğe imkân olmadığını belirtir.Bu uzun girişten sonra, Marksizmincemiyetteki gelişme merhalelerinin izahına bir göz atalım. Onlara göre, ilk iptidaîmerhale hariç, bütün insanlık tarihisınıf mücadeleleri tarihidir. İnsanlık determihist (Muayyeniyetçi, belirleyici) birgelişme çizgisi üzerinde yürümektedir.Bu beş safhah bir gelişmedir. İlk basamak «iptidaî kabile komünizmidir». Sonmerhale, sosyalizm (olgun hali komünizm)dir. Arada, kölelik devri, feodalizmve kapitalizm merhaleleri <strong>var</strong>dır.Marks ve Engels, Amerika'Iı sosyal antropolog Lewis Morgan'ın acele ve ikinciel kaynak ve müşahedelerine dayanarak,insanlığın başlangıcında, ferdî mülkiyetbulunmadığına, kollektif mülkiyetin cariolduğuna hükmetmişlerdir. Engels dahaileri giderek, ilk insanların aile müessesesine sahip bulunmadıklarını, hayvanlar gibi cinsî hayat yaşadıklarını belirtmistir. Aileden bahsetmeksizin, sosyalizmde;insanlığın eski mülkiyetsiz haledöneceği belirtilmiştir. Bir merhaledenbir merhaleye geçişin diyalektik maddeciliğinişleyişine göre olacağı ve bununönüne geçilemiyeceği iddia edilir. Bizimyerli solcuların ağızlarında geveledikleri«tarihin tekerleğinin geriye çevrilemiyeceği,bunun gerici çırpmış olduğu» şeklindeki sözler, Komünist Beyannamesindenalınmıştır.Marks, bütün insanlığı, birbirindenapayrı cemiyetleri, beş sınıf içine sokmağa çalışmıştır. Rusya'da görülen mir (köyortak mülkiyeti) düzeni, onu şaşırtmışve sisteminde tadilât yapmağa zorlamıştır.Feodalizme sokamadığı bu mülkiyetşekline, «Asya Üretim (istihsal) Tarzı»adını vermiştir. Bu düzende, her köy,bütünden ayrı ve kendi başına bir <strong>var</strong>lıktır.Müstebit bir hükümdar, su kanallarıaçmakta, «binlerce yıllık durgunluğasahip» bu ekonomiden payını almaktadır.Marks. Rusya'daki Narodnik'lerin(Popülist, Halkçı) köy ortak mülkiyetiüzerinde, sosyalist bir düzen kurma ümitlerine kapıldı. Lenin de önceleri aynıinançta idi. Sonradan ,sosyalizme geçmekiçin, cemiyetin kapitalist merhaleyiaşması gerektiğini belirtti. Fakat 1920 deÜçüncü Beynelmilel'in İkinci Kongresinde, kapitalizme ulaşmamış yarı müstemlekelerin,bu safhanın üzerinden athyarak.ihtilâlle doğrudan doğruya sosyalizmeulaşacaklarım söylemiştir.Sosyal antropolog Malinovvski'ninmüşahadelerine ve Herskovits'in bahsettiği birçok iptidai cemiyet araştırıcısınınifadelerine dayanarak, insanlığın hiçbirdevirde iptidaî komünizm hayatı yaşamadığını belirtebiliriz. Ortak mülkiyet şekillerinin görüldüğü devreler ve cemiyetlerolmuştur. Fakat bunu bütün insanlığateşmil etmek yanlıştır. Ferdî mülkiyetduygusu insanların yaradılışında <strong>var</strong>dır.Çeşitli cemiyetlerde, çeşitli ferdî mülkiyetbiçimleri görülmüştür. Aile müessesesi de daima <strong>var</strong> olmuştur. İnsanlık tarihinde,sınıf mücadelesinden ziyade, ırklar,dinler ve siyasî küvetler mücadelesigörülmüştür. Kropotkin'in belirttiği gibi,insanlar arasında «karşılıklı yardım»dayanışma, işbirliği de yaygın hâller olmuştur.Marks'ın dar, katı kalıplarınagirmeyecek yüzlerce cemiyet <strong>var</strong> olmuştur.Türk cemiyeti de bunlardan biridir.Bunu biraz ileride ele alacağız.Osmanlı Toprak Rejiminin MarksistYorumu.Türkiye'deki solcular, üstadlarıMarks gibi zorlamalara başvurarak, Os-13
MEHMET ERÖZmanii toprak düzenini, Marksist kalıplariçine oturtmağa çalışmaktadırlar. Onlarınkimine göre, Osmanlı cemiyetinde.Batı Avrupa feodalitesine benzer birbünye mevcuttur. Derebeyler elinde ferdîmülkiyet mevcut olmuştur. Senyörserf,sipamVreaya münasebetleri arasındafark yoktur. Niyazi Berkes, İsmailHüsrev, Behice Boran bu fikirdedir. Sencer Divitçioğlu, Osmanlı istihsal tekniğinin ve iktisadî bünyesinin, «Asya ÜretimTarzı»na uyduğunu söylemekte ve bunuispatlayabilmek için, Osmanlı tarihindenvesikalar tedarikine çalışmaktadır. DoğanAvcıoğlu ise, Divitçioğlu'nun fikrinikabul etmemekte, Osmanlı içtimaî ve iktisadî teşkilâtında, kapitalizme yönelebilecek bir vasıf görmekte ve bu düzeninfeodalizme benzer yönleri bulunduğunu,buna Marksist bir deyişle «Prekapitalist(kapitalizm öncesi)» devre denilebileceğinisöylemektedir. Muzaffer ve Oya Sencer, «Gecikmiş bir feodalizm» diye vasıflandırmaktadırlar.Sencer Divitçioğlu veaynı fikirde olanlar, Osmanlılarda arazinin görünüşte padişahın oluşuna ve genekendi inanışlarına göre ferdî mülkiyetin<strong>var</strong> olmayışına ve Osmanlı iktisadî-içtimaîbünyesinin durgunluğuna bakarar,«Asya Üretim Tarzı» damgasınıvuruvermiştir. Osmanlı iktisadiyatınındurgun olmadığım, aynı ideolojiye bağlıolan Doğan Avcıoğlu bile söylemekte veDivitçioğlu'nu tenkit etmektedir. OsmanMarda toprak üzerinde ferdî mülkiyet o-lup olmadığı konusunu diğer yazımızdaele alacağız. Diğerlerinin iddia ettiği «feodalite» veya «geç kalmış feodalite» veya«pre-kapitalizm» hükümlerini de o zamanele alacağız. Şimdi Selçuklu ve Osmanlılardışındaki Türk devlet ve cemiyetlerindenmisaller vererek, Türkler'dehiç değilse iki bin yıldır ferdî mülkiyetinmevcut bulunduğunu göstereceğiz. MarksRus Mir'ine ve Hindistan hakkında okuduğu yazılara dayanarak, bütün Asya'yıiçine alan bir iktisadi ve içtimaî tip yaratmıştır.Türk mülkiyet sistemi hakkında bilgi sahibi olsaydı, sistemini yemdendüzeltmek zorunda kalacağı muhakkaktı.Tabiî bizdekiler de ona uyarak, Türkmülkiyet şeklini ve toprak düzenini, buyeni modele sokmağa çalışacaklardı.Orta Asya Türklerinde MülkiyetMüessesesi.Marksizmin, Asya tipine sokarak iddiaettiği gibi, Orta Asya Türklerinde bütüntopraklar hakana ait değildi. Ne debütün mülkiyeti elinde bulunduran veserfler kullanan feodal beyler <strong>var</strong>dı. Göçebeekonomisi ile, yerleşik hayat iktisadiyatıyanyana ve ahenk içinde yürütülmekteydi. Göçebe olsun, yerleşik olsun,her cemaatin kendine mahsus toprakları<strong>var</strong>dı ve bu topraklar ferdî mülkiyetkonusu idi. Sadece yayla ve mer'alar ortak olarak kulanılmakta idi ve boylarınmalı sayılırdı. Fakat bu otlaklarda yayılan hayvanlar, şahısların, ailelerin malıidi. Her fert, kendi hayvanına kendi damgasını vururdu .Bu damgaya, Göktürk(Orhun) yazıtları arasıridaki TonyukukKitabesinde, «Töğün» denilmektedir. Kaşgarlı Mahmut da, hayvanlara vurulandamgaya «Töğün» denildiğini belirtmiştir.Buna bugünkü Türkiye'nin Sünnive Alevi Türkmen boyları, oymakları«Döğme veya «Dövme» adım verirler.Ferdî mülkiyetin hayvanlar üzerindekidiğer bir işaret şekli, hayvanın kulağınınucunun çentilmesidir. Buna Yörükler-Türkmenler «En veya tn» adını verirler.Kaşgaıiı Mahmut bu ameliyeden «enemek»diye bahseder ki, bu kelime Yörükler arasında biraz değişik anlamla hayvanlarıniğdiş edilmesi demek olur.Türklerde ve Moğollar'da miras hukuku,ferdî mülkiyet esasına dayanmaktadır. Cengiz Han Yasası bu hususta a-çık hükümler getirmiştir. Radloff'un daKazak'ların miras müessesesi hakkında14
OSMANLI TOPRAKki kanaati aynidir. Bütün Türkler, toprakve diğer terekeyi, «Ok atmak» la paytaşırlardı. Mirasçı sayışma göre oklarhazırlanır, üzerlerine mirasçıların işaretikonur ve sonra bu oklar ya bir çocuğaveya bir yabancıya artırılırdı. Herkesmirastan payını bu şekilde alırdı. KaşgarlıMahmut, bütün Türk dünyasındayaşadığı anlatılan bu geleneği anlatmaktadır. Biz bu geleneğin, bütün canlılığıile Edremit ve Aydm Kızılbaş Türkmenlerinde yaşadığını gördük. Onlar da buna«Ok atmak» diyordu. Yalnız ok yerine ağaç kazık kullanıyorlardı. Kazığa da«Ok» diyorlardı.Bilhassa Uygur Türklerinde canlı biriktisadiyat <strong>var</strong>dı. Prof. Caferoğlu'nun çokgüzel şekilde gösterdiği gibi, Uygur Türklerinde iktisadî ve malî deyimler ve muameleler çok gelişmişti. Avrupalılardanyüzyıllarca önce çek kulanıyorlardı. Borçalıp verme, rehin (ipotek), icar, alım satımmuameleleri çok gelişmişti. Menkulve gayrimenkul alım satımları, tamamenferdî mülkiyet düzeninin hakim ve caribulunduğu bir iktisadî, içtimaî, hukukîve siyasî düzen içinde yürütülüyordu.Çin ile Iran ve Arap ülkeleri arasında ticaret yapan sayısız kervanlara sahip idiler.Çok canlı bir hayat <strong>var</strong>dı. Göçebelerin kışlaları (aul'ları), obaları, yaylalarıyanmda, bütün ve hareketli ticaret şehirleri kurulmuştu.Orta Asya'da kışlaklar ve hayvanlarferdî mülkiyet, mer'alar, yaylalar ve misafirçadırı müşterek mülkiyet konusudur.Bu müştereklik töreden gelme birşekildir. Marksistlere ümit verici bir ortaklık değildir ve Marksist şemanın darkalıplarına ve tarihî maddeciliğin deterministbasamaklarına sokulamaz. O,Türk içtimaî muhitinde, Türk kültürünün,töresinin, tarih boyunca şekillendirdiği bir müessesedir millî bir vakıadır.Göktürk kitabelerinde de, ferdî mülkiyetigösteren bir çok kayıt mevcuttur.Tarihî kayıtlar, Hun'larm da kışlalardave hayvanlar üzerinde ferdî mülkiyeti kabul ettiklerini göstermektedir. Şahıs tarlaları, tabiî sınırlarla veya kazık, taş gibiişaretlerle belli edilirdi.Orta Asya Türklerinde feodal beylikler ve serflik sistemi de yoktu. Uçsuz bucaksız mer'alarda ve kışlalarda herkeskendi mal ve mülkünün efendisi idi. Karabudun ile beğler arasındaki münasebetleritöre düzenliyordu. Bu münasebetlersmıf çatışması değil, birlik, dayanışma ve ahenk esasına dayanıyordu. Doğum,ölüm ,av, bahar bayramı, çeşitliadaklar, misafir şerefine kesilen hayvanlar gibi türlü vesilelerle kesilen kurbanlar,oymakların ve boyların bir arayagelmesine sebep olur ve «Yuğ» (Yas) tabirleşir ve «Yuğ aşı» yiyerek, tasaya ortakolurlar veya düğün, bayram, doğumşölenlerinde kımızlar içilir, Türkistan Pilavıyenirdi. At yarışları, cirit oyunları,pehlivan güreşleri Türklerin kaynaşmasımn yolları idi. Töre'ye göre, hangi boyların hangi mevkilere oturacağı ve kurbanınhangi parçalarını yiyeceği töre iletesbit edilmişti. Buna «Orun ve Ülüş» denmekteydi. Bu gelenek bugün, GaziantepBaraklarında ve Siverek Karakeçililerinde (Misafire hürmet olarak sadece koyunun başını ikram etmek) şeklinde ve Egeve Akdeniz Kızılbaş Türkmenlerinde cumaakşamları birkaç komşuya pişirilenyemekten göndermek veya Cem'ler deetin en iyi yerinden kazanında et kaynamıyanlara .düşkünlere, «Pay» adı altındagöndermek şeklinde yaşamaktadır. Komsuya verilene aynen «Ülüş veya Ülü» denir.Bilhasa Oğuz Türklerinde yaygınolan «Yağmalı Toy» geleneği, AmerikaKızılderililerinin mülkiyeti tahrip ve gösteriş şeklinde sonuçlanan «Potlaç» mdançok yüksek içtimai fonksiyonları haiz birmüessesedir. Her yıl, büyük gelir sahibiolan beyler, oymaklar ve boylar halkınışölenlere davet eder, onları yedirir içirir,spnra hatununun elinden tutup ça-15
MEHMET ERÖZdin terkederdi. Çadırda kalan misafirler,bırakılan malları yağma ederlerdi.Malın miktarı ,beyin mürüvvetine, cömertliğine.asaletine bağlıydı. Fazla birakanın ünü büyük olurdu. Bu geleneğin izleri, bütün Türkiye'de «Başak» müessesesi şeklinde halen yaşamaktadır. Her türlü mahsulden bir kısım fakirlere alıkonulurve bunları toplamaya gelenlere «Başakçı»», ve yaptıklara işe «Başak Yapmak»denirdi. Osmanlı saray ve konaklarında.Ramazanlarda iftar yemeğindensonra ,misafirlere ev sahibi tarafındanbir kese içinde hediye edilen ve «Diş Kirası»adı verilen para «Yağmalı Toy» geleneğininİslâmî ve devrin şartlarına uydurulmuş şeklinden başka bir şey değildir.Kederde ve sevinçte birbiri ile kaynaşmışinsanlar arasmda, bugüne örnekolabilecek sosyal adalet örneklerinin tatbikindendoğan huzur ve sevinç sınıfmücadelesineyer bırakır mı? Bu şekildeki bir münasebetler sistemine feodal münasebetler demek, ilmî ve tarihî hakikatlerle bağdaşır mı?Türk milletinin körü körüne Batıyıtaklit etmeyi sevmediğini ve dolayısiyleTanzimat'tan pek hoşlanmadığını görenbazı Marksistler, bu yoldan girmeyi düşünmektedirler.Onlara göre, ferdî mülkiyet,liberal zihniyetli Avrupa'lının eseridirve bize Tanzimat yolu ile gelmiştir.Tanzimat'a bir vururken, ferdî mülkiyeteon vurmak suretile, gayelerine erişmeyi düşünmektedirler. Yukarıda kısacaaçıkladığımız gibi, Orta Asya Türklüğünde ferdî mülkiyet <strong>var</strong>dı. Gelecek yazımızda, Selçuklular ve Osmanlılarda da mevcutbulunduğunu göstermeğe çalışacakve bu müessesenin Avrupalılardan alınmadığınıanlatacağız. Esasen yukarıdadediğimiz gibi, en iptidaî devirlerde veinsanlarda ferdî mülkiyet <strong>var</strong> olmuştur.İnsanoğlunun yaratılışında «benim malım»duygusu <strong>var</strong>dır. Rusya ve Çin komünistleribir türlü bu duyguyu, insanlarıngönlünden çıkarıp atamamışlardır.Mesele onu yıkmak değil, insaflı ve mutedilhale getirmektir. Onu da sonra inceleyelim.Not :10 Eylül Pazar günü Söğüt'te, ErtuğrulGazi Türbesi başında, «EtuğrulGazi Günü» yapıldı. Yörükler-Türkmenlerbu güne, altı yüz yıldır «Yörük Bayramı»adını vermektedirler. Bu sene gitmek nasip olmadığı için yazamıyoruz.Gelecek sene nasip olursa yazarız.Diğer sevindirici haber Konya'dangeldi. Radyo'nun söylediğine göre, Konya Turizm Derneği, cirit müsabakası tertiplemiş. 10 Eylül'de Konya'da yapılan cirityarışlarında Bayburt takımı, takımhalinde birinci olmuş. Ferdî birinciliğiErzurum takımından bir ciritçi almış.Konyalıları ve derneklerini ve ciritçileritebrik ederiz, gönülden alkışlarız. SeneyeSöğüt Karakeçili Yörüklerinin de bumüsabakalara katılmalarını dileriz. Bukonu yüreğimizi yakıyordu. Hiçbir iktidarbu ata sporuna ilgi göstermemişti.Hükümetlerin yapamadığı, milyonlukspor bütçelerinden beş kuruş ayıramadığıişi, Konyalılar yapıverdi. Aşkolsundoğrusu. Türklük adına ne kadar sevinsekazdır. Ölmek pahasına ata sporumuzbir canlansın. Canlanınca da ilgi göstermeyenler ona sahip çıkmağa ve kuşa benzetmege çalışırlar. Tıpkı Söğütte «Yörükbayramı» nı «Söğüt Festivali» ne maskaralığaçevirdikleri gibi..BOZKURT• • ••ULKUDERGİSİI. Sayısı Çıktı16
SEVGİ KAFALITARIHTE TÜRK GÖÇLERIVENETICELERITürkler'in ana yurtları Orta Asya'dan zaman zaman büyük topluluklarhâlinde göç ettikleri malûmdur. Bu göçler için bir tek sebep göstermekmümkün değildir. Değişik zamanlarda zuhur eden, her biri dünyatarihi ve coğrafyasında önemli değişiklikler meydana getiren bugöçler için değişik sebepler de mevcut olmalıdır. Bu hususta en yaygınnazariye «kuraklık»tır Son yıllarda Orta Asya'nın iklim ve tabiat şartlarıüzerinde yapılan araştırmalar;,; bu nazariyeyi çürütecek deliller ortayakoymuştur. Hattâ göç sebebinin kuraklık değil, bilâkis nehirlerintaşması, yatak değiştirmesi gibi sık sık rastlanan olayların yaşama veyerleşme güçlüğü doğurmasıdır denmektedir. Fakat «Göç Destam»ndaanlatıldığı üzere, kuraklık yüzünden Türk kavminin göçmek zorundakaldığı bilinmektedir. Demek oluyor ki bazı göçlere kuraklık destanlaşacakderecede-sebep olduğu gibi, bazılarına da fazla yağış sebep olmuşolabilir. Her halde bütün göçlerin sebebini tabiat olaylarına bağlamakdoğru değildir.Bu mevzuu ile ilgili olarak yerli ve yabancı kaynakların verdiği malûmatagöre, bu göçlerde siyâsî, içtimaî hadiseler birinci derecede roloynamıştır. Bu sebebleri şöyle sıralayabiliriz:1) Türk göçlerinin en mühim sebebi nüfusun çoğalması ve bununtabii neticeleridir. Bugün olduğu gibi, geçmişte de Türkler, dünyanınen hızlı çoğalan kavimlerindendir. Nüfus çoğalması neticesinde iseyaylak ve kışlaklar zamanla dar gelmekte ve bu durum bitmez tükenmezmücadele sebebi olmaktadır. Bu mücadeleler sonunda yenilen veyabundan bıkan bir taraf, kendine başka hayat sahası aramak zorundakalmaktadır. Böylece bir Türk topluluğunu yeni bir sahada görmekteyiz.(Uz, Peçenek, Selçuklu göçleri) (1).2) Türk tarihinde bazan, Türk âlemine baş olma kavgalarının neticesiolarak, mağlûb tarafın galibe boyun eğmekten ise kendisine bağlıtopluluklarla başka yurt edinmek için anavatan topraklarını terketmesinigörmekteyiz (Yakut, Hun Ak-Hun, A<strong>var</strong>, Bulgar göçleri)17-
SEVGI KAFALÎ3) Diğer bir mühim sebep de, Türkler de mevcut olan «Cihan HâkimiyetiMefkuresi »ni gerçekleştirmek için yapılan fütuhat neticesinde,fethedilen topraklara Türk nüfusu yerleştirme politikasının zamanlabir Türk kavminin başka bir yere yerleşme şeklini almasıdır (Selçuklu,Osmanlı, Anadolu, Rumeli).Asırlarca süren Türk göçlerinde çoğu zaman,, yukarda sıraladığımızsebeblerin bir ikisini birden görmekteyiz. Yoksa devlet kurma ve yaşatma felsefesinin ne demek olduğunu bilen Türk kavmi her hangi bir basitsebeble vatanını terketmezdi. Bu kadar çok göç olmasında Türk milletininkendinden çok emin olmasını, başka bir mekânda olsa devlet kurabilmeinancının mühim rolü olsa gerekir.Çok eski devirlerde Türk topluluklarının Orta Asya merkezinden,Asya kıt'asmın çeşitli yönlerine «kuraklık» sebebiyle göç ettiklerini ilerri sürenler <strong>var</strong>dır. Ana yurttan ilk ayrılan Türkler olarak gösterilen; önAsya, Hindistan,, Çin sahalarına giden Asyalı kavimlerin Türklüğünü ispatedecek ciddî hiç bir delil henüz ortada yoktur. Böyle bir zorlamayaise ne ilim müsaade eder ne de Türk milletinin böyle bir şeye ihtiyacı<strong>var</strong>dır.Tarih boyunca karşılaştığımız Türk göçleri bir iki istisnayı saymazrsak umumiyetle iki yoldan olmuştur. <strong>Biri</strong>ncisi Hazar Denizi'nin kuzeyindengeçip, Karadenizin kuzeyi-Balkanlar ve Orta Avrupa ikincisi iseHazar'ın güneyinden İran-Anadolu-Balkanlar ve Orta Avrupa'da sonbulmaktadır. Bu durum, başlangıç bitiş noktalan aym olan iki yanmdairenin neticede birleşerek tam çember haline geldiği manzarası göstermektedir.ilk bilinen Türk göçü M.Ö. 1000^00 yıllannda olmuştur. Kat'i sebebihenüz bilinmeyen bu göç,. Saka Türk topluluğunun ana vatandanayrılarak bir kolunun Karadeniz'in kuzeyine, diğer bir kolun ise KuzeydoğuAsya'ya gitmesidir. <strong>Biri</strong>nci kola yabancı kaynaklar iskit adını verdiklerigibi, Karadeniz'in kuzeyine de asırlarca Iskitya (iskit ülkesi) demişlerdir.Uzun yıllar buralara hâkim olan bu Türk topluluğu daha sonraaynı yere gelen diğer Türk toplulukları ile karışmışlardır. Kuzey doğuAsya'ya yani bugünkü Yakutistan bölgesine gidenler ise şimdi YakutTürkleri diye bilinen Türk topluluğudur ki bunlar halen kendilerineSaka Türkleri demektedirler. Demek oluyor ki ikiinci kol hem benliklerinihemde tarihî isimlerini muhafaza etmişlerdir.Tam manasiyle seyrini takib edebildiğimiz, hem Türk hem dünyatarihinin ilk önemli göçü, Hun Türkleri'nin göçüdür. Asya Hun Impa-18
TARİHTE TÜRKratorluğu'nun (M.Ö. IV yy-M.S. 216) inkırazının başlangıç devresineisabet eden bu göç, iki Hun prensinin arasında çıkan taht anlaşmazlığıile başlamıştır. Bunlardan Çi-Çi tahtı kardeşine bırakmak zorunda kalıncakendisine bağlı Türk Toplulukları ile Talaş ırmağı boyuna yerleşipdevlet kurdu. Çi-Çi nin güney ipek yoluna hâkim olması ÇinImparatorluğu'nun işine gelmediği için ani bir hücumla M.Ö. 36 yılındaÇi-Çi'yi başkentinde bastırdı. Katliam halini alan bu hücumdanbaşkentte oturan tek bir Türk çocuğunun kurtulduğu Çin kaynaklarındada anlatılmaktadır. Bazı ilim adamları bu olaya, Ergenekon destanmdakikatliam ve kurtuluş motifinin Türk tarihinde ki yeridir demektedirler.Gerçekten Türk tarihinde, destana en uygun düşen katliambudur. Çi-Çi'ye bağlı, başkent dışında oturan toplulukları kuzeye, BatıSibirya'ya çekildiler. 400 sene kadar bu bölgede yaşadılar. Fakat zamanlaotlakların nüfusa yetmemesi üzerine bir kol Karadeniz'in kuzeyinitakiben bugünkü Orta Avrupa'ya kadar ilerleyip Batı Hun împaratorluğu-AvrupaHun İmparatorluğu'nu kurdular. İkinci kol ise Batı Sibirva'dangüneye Mâverâünnehir'e Horasan'a oradan da Kuzey Hindistan'akadar hâkim olan Ak-Hun devletini kurdular.Batı Sibiryadan Avrupaya Türk göçü M.S. 374 yılında başlar. Dünyatarihçilerinin «Kavimler Göçü» diye isimlendirdiği bu hareket, o devrinsiyâsî coğrafyasını değiştirmiş ve Avrupa'nın bugün bilinen şekli almasınasebeb olmuştur. Bir çığ halinde Avrupa'ya giren Türkler bir çokkavimleri önlerine katarak bu günkü Orta Macaristanda karar kılmışlardır.Burada Macaristan'a batı dillerindeki adı veren (Hungaria) Hundevletini kurdular. Kısa zamanda Atilla gibi cihangir bir hükümdarınidaresi altında, o devrin muhteşem iki imparatorluğu: Bizans ve Romaimparatorlukları da dahil olmak üzere hemen hemen bütün Avrupa, Karadenizinkuzeyindeki topraklarda hükümrân oldular. Türkün savaşgücünü, mağlubiyetin acısıyla «barbarlık» diye isimlendiren batılılar,kendi elçilerinin rapor ve seyahatnamelerinde de belirttiği gibi, medenî,dürüst, millet olma şuuruna vâkıf, âdilj, kendine has bir sanatı olanTürk toplumu idi. O devrin Avrupasınm iki medenî kavmi diye bilinenBizans ve Romalılar henüz peştemal gibi sarınılan kıyafet içindeyken,Hun Türkleri bugünkü medenî kıyafetin pantolon ve ceketi ile dolaşırlardı.Yani pantolon, ceket ve hattâ ütüyü Avrupaya tanıtan Hun Türkrleri olmuşlardır.Atilla'nın ani ve erken ölümüyle Avrupa'da Türk hâkimiyeti sarsılırken,doğudan yeni bir Türk göçünün başladığını görüyoruz. Türk top»-19
SEVGİ KAFALİtuluklarının en büyük boyu olan Oğuzlaıf m, batı kolu Oğurlar ile karışmasındanzuhur eden Bulgar (Bulgar: Bulganmak, karışmak manasmdadir)lardan bir kol Balkanlara indi. Burda kurdukları Bulgar devleti9. asrın ikinci yarısına kadar bilhassa Bizans için korkulu rüya oldu.Devletin resmî dili Türkçe, dini ise şamanizm idi. Tuna Bulgarları olarakda isimlendirilen bu Türk topluluğu 9. asrın ikinci yarısında hıris--tiyanlığı resmî din olarak kabul edince, devlet kurdukları saha bugündâhi Bulgaristan (Bulgaria) ismiyle anılmasına rağmen kısa zamandaslavlaşıp Türklüklerini kaybettiler.Buna mukabil İtil (Volga) Bulgarları ise islâmiyeti kabul etmişler,kurdukları devlet 13. asra Moğol istilasına kadar yaşamış, daha sonrada ordaki diğer Türk topluluklarıyla kaynaşmışlar yani başka bir kavimhaline gelmemişlerdir, ttil Bulgarlarının başkentlerinin ismi de Bulgaridi.' Bulgarlar'm Balkanlara indiği devrelerde yine aynı yoldan başkabir Türk kavminin de göçünü görüyoruz. Orta Asyada Göktürk devletikurulmuş, aralarında olan eski bir anlaşmazlık dolayısiyle, Göktürk tazyikindenkaçan A<strong>var</strong>lar (Aparlar) malûm yolu takiben Orta Avrupayaçekilmişlerdi. Eski! Hun bölgesine yerleşip Avrupa A<strong>var</strong> devletini kurdular.810 yılma kadar Orta Avrupaya hâkim oldular.; Böylece birbirini takiben, Hun, Bulgar, A<strong>var</strong> Türklerinin hâkimiyetibilhassa Orta Avrupa ve Balkanlarda asırlarca devam etmiş olmaktadır.Tuna Bulgarlarının slavlaşıp Türklüklerini kaybettikleri sırada yineaynı yoldan yeni bir Türk göçü başladı. IX XI. asırlarda birbirini arkasındanUzlar (Oğuzlar), Peçenekler ve Kumanlar (Kıpçaklar) Balkanlaraindiler. Bizans ve Avrupa yine rahata kavuşamıyacaktı. M.S. 4. asırdanitibaren bariz olarak bilinen bu göç yolu dolayısiyle, bu bölgelerasırlarca Türk kavimlerinin ismiyle anılmıştı ve anılmaktadır. MeselâKaradenizin kuzeyi Deşt-i Kıpçak, Kıpçak bozkırı olarak asırlarca söylenmiştir.Bulgaria ve Hungaria'yı daha önce zikretmiştik. Ayrıca buralardahalen kullanılan yüzlerce köy, kasaba, dağ ve ırmak isimlerininTürkçe olduğunu kendi ilim adamları da kabul etmektedirler. Bu devrenindiğer bir özelliği de Avrupaya gelen her Türk topluluğunun İstanbul'ufethetmek gayesiyle, hemen hepsinin bir kaç kere şehri muhasaraaltına almış olmasıdır. Bizans bu tehlikeleri, bugün dahi zor ödenecekvergi şartlarını kabul ederek bertaraf edebilmiştir. Demek oluyor ki Türkmilletinde İstanbul'u Türk yapmak hülyası burayı iki kere muhasaraeden Türk olan Atilla ile başlamaktadır.20
TARİHTE TÜRKXI. asırdari sonra Balkanlarda Türk baskısı bir müddet görülmemektedir.Fakat bu durum fazla devam etmemiş, 2 asır sonra CengizHan orduları Avrupa'yı titretmiş, Karadeniz'in kuzeyinde Altın Ordu devletikurulmuştur. Lâkin Bizans ve Avrupa bu sefer Hazar'ın güneyindenAnadoluya gelen Selçuklu daha sonra Osmanlı Türklerinin baskısınamaruz kaldılar. Önce Anadoluyu kaybeden Bizans 1356 yılında OsmanlıTürklerinin Çanakkale Boğazı'm geçmesiyle Balkanlar ve Orta Avrupa'daTürk hakimiyeti tekrar başladı. Osmanlılar 2 asır sonra da Avrupaya ilkgelen Türk olan Hun Türklerinin, Atillamn yurduna hâkim olarak kuzey-güneyyoluyla daireyi tamamlamış oluyordu.Şimdiye kadar Hazar'ın kuzeyinden batıya olan göçleri sebeb veseyirlerini gözden geçirdik. Hazar'ın güneyinden batıya olan göçlere geçmeden önce, yukarıda yön bakımından istisna teşkil eden bir kaç göçügörelim. V. asırda Asya'nın kuzeyine adını vermiş olan Sibir-Sabır Türklerinin göçü <strong>var</strong>dır. Bunlardan bir kol kuzeye gitmiş hiç olmazsa o bölgeye15 asırdır söylenmekte olan ismini vermiştir. İkinci bir kol ise Hazar'ınkuzeyinden Kafkaslara inmiştir. Her iki kolda o bölgedeki diğerTürklerle kaynaşmışlardır.tik Türk göçlerinin düğüm noktası Asya Hun devletindeki anlaşmazlıklar di. Çi-Çi'den sonra Hunlarm bir kısmı Avrupa'ya giderken birkısımda güneye indiler demiştik. Bu güneye inen Hun Türk topluluğuAmuderya'yı geçip Horasan'a geldi. 5. asrın ilk yansından itibaren Ak-Hun (Eftalit) devletini kurarak Sasanî (Iran) devleti ile mücadeleyebaşladılar. Öyle bir devre geldiki, çağının en büyük devletlerinden biriolan Sasanîler'in tahta çıkacak veliahdı Ak-Hunlarm tasvibini almak zorundakalıyordu. 465 yıllarında ise Ak-Hun orduları Kandehar, Kabil,Pencab bölgesini fethederek Kuzey Hindistana dahi hâkim oldular. Yanibu bölgenin ilk Türk fatihleri Ak-Hunlar olmaktadır. Daha sonraGazneliler, Delhi Türk Sultanlığı, Babür Şah'm devleti birbirini takibenXIX. asra kadar burada Türk hâkimiyeti devam etmiştir. Bu yıllardaAna yurtta en muhteşem Türk devletlerinden birisi olan Göktürkler;tarihte ilk defa kavminin ismini devlet ismi olarak alan Türk devletinikuruyorlardı. Kısa zamanda gelişen Göktürk devleti, Ak-Hun hakimiyetineson verdi.Hazar denizinin güneyinden belirli Türk göçü olarak Abbasîler devrindekimevzu olanları nazar-ı itibare almamaktayız. Kütle halinde gelipdevlet kurma şeklinde olmayan bu göçler değişik bir manzara arzet-21
SEVĞÎ KAFALImektedir. Gerçi Abbasî hizmetine giren Türkler sayıca Araplara göre çokaz olmalarına rağmen kısa zamanda istediklerini halife yapacak istemedikleriniindirecek güce sahip olmuşlardı. Fakat her şeye rağmen bu durumAbbasî Devletinin bir arap devleti sayılmasına mâni değildir. Böylecebizim incelediğimiz mânâda göç olmamaktadır. Bundan dolayı Hazar'mgüneyinden ilk Türk göçü olarak X. asırda Oğuzlar'in hemen tamamınınislâmiyeti kabulünden sonrakileri ele alacağız.X. asırda Asya'daki büyük Türk devleti <strong>var</strong>dır. Her ikisi de müslümanolan bu devletlerin birisi Karahanlılar diğeri Gaznelilerdi. Fakatortada büyük bir müslüman Oğuz kütlesi <strong>var</strong>dır ki her iki tarafla da anlaşamamaktadır.Mer'alarm, yaylak ve kışlakların bu Türk topluluklarınayetmemesi sebebiyle aralarında devamlı çekişme <strong>var</strong>dı. Ayrıca heriki devlet de Oğuzları kendi topraklarında görmek istemiyorlardı. ÇünküOğuzlann kısa zamanda devleti ele geçirmelerinden korkuyorlardı. Budurumda Selçuk Beğ'in ve onun oğulları idaresi altındaki Oğuzlara birtek yol kalıyordu: Göç...Büyük Oğuz kütlesi sevdiği ve inandığı beğleri Tuğrul ve Çağrı beğlerbaşlarında olmak üzere yeni bir yurt tutma ve müstakil bir devletkurma özlemi ile göçe başladılar. Dünya ve Türk tarihine yeni bir şekilve mânâ kazandıran bu göç sonunda İran sahası ele geçirildiği haldeharekât durmamıştı. Müstakil Selçuklu devleti kurulmuş fakat henüzyeni bir yurt edinme özlemi dinmemişti. 1071 Malazgirt zaferiyle SultanAlparslan Türk ırkına yeni yurdunun «Ak topraklar »m kapısının «kilit»ini açmıştı. Kütleler halinde gelen Türkmenler bu göç sonunda bütünÖnasya-Elcezire, Mısır, Kuzey Afrika ve Anadoluya hâkim olmakla kalmamışlar;,daha önce de söylediğimiz gibi Balkanlar ve Orta Avrupadada hüküm sürmüşler, yani Hunlar'm çizdiği yarım dairenin diğer yansınıtamamladılar. Bu göç sonunda Selçuklu İmparatorluğu, Mısır TürkMemluklu Devleti, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevîler ve en son Osmanlı İmparatorluğu gibi devletler kuruldu. 1453 de istanbul'un fethi ise Anadolu'nunyeni «anayurt» olmasının son ve kat'i mühürü olmuştur.Yeryüzünde diğer milletlerin tarihine bakacak olursak, haizim atalarımızınkurduklan sayısız imparatorluklar ve devletlerden haşmet,medeniyet ve adalet abidesi olarak birini bütün tarihi boyunca kurabilmişbir kaç numuneye rastlıyoruz. Bizim atalanmız sanki kendi kendileriyleyansır gibi Türk ırkı için üst üste imparatorluklar kurmanınzor olmadığını ispat etmişlerdir. Bu demektir ki geçmişte bunlan yapanTürk milleti gelecekte de mutlaka yapacaktır...22
DOÇ. DR. NECMETTİN HACIEMÎNOĞLUVatan felâkete düşmüş onun hamiyyeti(1) cûş (2)Eder mi zanediyorsun? Herif vatanberdûş(3)!Bulunca kendine bir yer, doyuncakör boğazıKapandı gitti bakarsın ki nekbetin(4) ağzıFakat sen öyle değilsin, senin yanarciğerin;«Vatan!» deyip öleceksin semâda olsayerin.Nasıl tahamül eder hür olanesaretine?Kör olsun ağlamayan, ey vatan,felâketine!Mehmet (Zâif EtAoy.ÜLKÜSÜZLÜKVEÜLKUSÜZLERCemiyetimizin bünyesini kemirenve onu buhrandan buhrana sürükleyenhastalıkların en tehlikelisi,milletin kaderinden resmen sorumlusayılan aydınlarda gördüğümüzülküsüzlüktür. Bir devletin yıkılmasıyahut bir milletin dağılıp köle ol-ması için başka hastalığa lüzum yoktur.Ne dış düşmanlar, ne iktisadî gerilik, ne de maddi güçsüzlük bu kadarzararlı olabilir. Tarihimizde zamanzaman görülen buhranlar, daima,memlekete hakim olan aydınzümresinin millî bir ülküden mahrumbulunuşu yüzündendir. Böylecebazan devletimiz yıkılmış, bazan ülkemizparçalanmıştır. Son yıllardakidurum ise, bunun en korkunç örneğidir.Kafasında milletinin hayrıiçin hiç bir düşünce beslemiyen gönlünde kendisinden başka kimse içinsevgi taşımayan ve bütün hareketlerinişahsî menfaatlerine göre ayarlayanbencil aydınlar sürüsü, TürkiyeCumhuriyeti uçurumun kenarına ka-23
NECMETTİN HACIEMİNOĞLUdar itildiği şu zamanda bile tavrınıdeğiştirmeyip, rahatını bozmamış,günlük yaşayışını aksatmamış, zevkve eğlencesinden vaz geçmemiştir.En ufak bir maddi fedakârlığa dakatlanmamıştır. Hattâ bunların birkısmı, gelmesi muhtemel komünistrejimde de rahatlarının kaçmamasıiçin, bazı teşebüslere girişerek tedbirleralmıştır. Şahsî menfaatleri dışındaher hangi bir ülküye sahip olmayanlariçin bu normal bir davranıştır.Günümüzün devlet ve siyasetadamları ile aydınlarına musallatolan ülküsüzlüğün başlıca arazlarıneme lâzımcılık, menfaatçilik ve korkaklıktır. Cemiyet için bir birindendaha tehlikeli ve zararlı olan bu arazlar, ilk bakışta bazı aydınlara mahsusşahsî kusurlardan ibaretmiş gibigörülür. Bu yüzden de, alışıla gelmişbir küçümseyişle, üzerinde pekdurulmaz. Böyle kusurları olduğuiçin kimse suçlanmaz ve cezalandırılmaz. Gerçekten de, ne neme lazımcılığın,ne korkaklığın, ne de menfaatçiliğinkanunlara göre suç sayıldığıbelki görülmemiştir. Ancak hukukkaideleri bütün suçları tesbit edemediğigibi, kanunlar da her suçun cezasınıverememiştir. Suç sadece kanununyasak ettiklerini yapmakla işlenmez.Suç yalnız hukuk nizamınındışına çıkmaktan ibaret de değildir.Ahlâk kanunlarının, vatan severliğinve milli vicdanın yapılmasını emrettiğiinsanî vazifeleri yapmamak daen büyük suçtur. Bu çeşit suçlarıncezası kanunlarda yazılı değildirama, onun faillerini tarih huzurundamillet vicdanı cezalandıracaktır.Nesiller böylelerini asırlarca lanetleanacaktır. îşte, vatan ve milletin kaderi bahis konusu olduğu zamanlardakendi köşelerine çeki'lip hadiselerinneticesini bekleyenler, ilerde nefretlehatırlanacak suçlulardır.Bunların birinci gurubunu nemelâzımcılar teşkil etmektedirler.Sayıları en fazla olan bunlardır. Rahatlarına çok düşkündürler. Cemiyethayatını alt-üst eden ve devletintemelini sarsan hadiselere karşı tamamiyleilgisizdirler. Onlara dair haberleri okumaz, yorumları dinlemezve sonucunu merak etmezler. Ayrıcadost ve akrabalarının da ilgilenmelerinemâni olmağa çalışırlar. Söz vesohbet arasında ciddi memleket meselelerininkonuşulması da bunlarınasabını bozar. Aşağı yukarı hepsindenşu mahiyette cümleler duyarsınız:— Benim kendi derdim başımdanaşkın! Dünyayı kurtarmak banamı kaldı? Ben namusumla çalışıyorum.Evime yorgun argın geldiktensonra da şöyle biraz neş'elenip dinlenmekhakkımdır. Devlet yıkıhyorsane yapalım yani? Başındakiler düşünsün!Bu sözleri söyliyenler, umumiyetleTürkiye'nin kaymağını yiyen vebuna lâyık olduklarına inanan tüccar,serbest meslek sahibi aydın veyüksek dereceli memurlardır. Kendirahatlarını bozmamak şartı ile24
ÜLKÜSÜZLÜK VEher türlü siyasi rejime kolayca intibakederler. «Kendi derdim başımdanaşkın!» derken, ya yaz tatiliniBodrum'da mı yoksa Erdek'te mi geçirmeninkararsızlığı içindedir, yahutda kullandığı arabayı satıp yeuisinialıp-almamakta tereddüt geçirmektedir.«Dünyayı kurtarmak banamı kaldı?» deyişi de tevazudan değil,vurdum duymazlıktandır. Bayramtatillerini lüks otellerde, hafta sonlarınıda gece kulüplerinde geçirmekbunların hem en tabii hakları, hemde terk edemiyecekleri alışkanlıklarıarasındadır. İskoç viskisi bulamadıklan yahut iyi dinlendirilmemiş rakıiçmek zorunda kaldıkları taktirdeçok sinirlenirler. Bu vesileyle dememleket meseleleriyle ilgilenmekfırsatını elde ederler. Bunların evlerindeve dost meclislerinde hep arsave araba fiyatları, giyim kuşam vemobilya modelleri ile vergi bahislerikonuşulur. Pasta ve kokteyl tarifleriyapılır. Gene bu guruba dahil olupda maddi imkanları el vermiyen ortasınıf aydıncıklar da «mutlu yaşantılarını»aile toplantılarında ya bezikoynayarak, yahut da dedi-kodu yaparak«sürdürürler.» Kitap ve dergigibi ciddi şeylerden ise hiç hoşlanmazlar. Halkımızın «dünya yıkılsaumurunda değil» şeklinde vasıflandırdığı ve şairin «Bir elinde cmbız, birelinde ayna umurunda mı dünya!»diye alay ettiği işte bu neme lâzımcılarsürüsünün mensuplarıdır. Felsefedilinde ise böylelerine «vejete ediyor» (bitki gibi yaşıyor) denir.Ülküsüzlerin ikinci gurubumenfaatçilerdir. Eski tabirle «eyyamcı» yeni modaya göre de «oportünist»denilen bu zümre, neme lâzımcılarınaksine .hadiseleri ve siyasi temayülleribüyük bir dikkatle takip eder.Şahsî menfaat ve ikbal mevkiindenbaşka hiç bir endişeleri bulunmadığıiçin, bu zümrenin mensupları, daima,her devir ye rejimde ayakta kalabilmenin çarelerini aramakla meşguldurlar.Bir yandan da iktidarveyarejim değişikliği esnasında me-"dana gelmesi muhtemel karışıklıklarıâdeta pusuda beklerler. Böyle zamanlardaçıkabilecek fırsatları çokiyi kulanır ve değerlendirirler. Onuniçin devletin tehlikede olması yahutyurdun düşman işgaline uğrama?'bunları pek fazla üzmez. Yeni şartlaraderhal uyarlar. Türkçedeki «geleâıağam giden paşam» tekerlemesi böylelerininkaraktersizliğini anlatmaküzre söylenmiştir. Ancak bu zümreyemensup olanlar hiç bir zamantam bir huzur içinde yaşayamazlaraÇünki hem bugünü «idare etmek£hem de yarını kollamak zorundadır"lar, Makam düşkünü yüksek bürokratlar,gazete sahip ve yazarları, itibarve şöhret meraklısı aydınlar umumiyetle bu gurup arasında yer alırlar.Kudret ve iktidar sahiplerinin«etrafı» daima böyleleri ile doludur'.Aslında her cemiyette, her devirdeve rejimde eksik olmayan «menfaatçiler» sürüsü, bizim gibi hem sosyalhem de siyasi buhranlar geçiren ülkelerde daha çok ve daha tesirlidirler."25-
NECMETTİN HACIEMÎNOĞLUBu sebeple, son yıllarda eyyamcıveya neme lâzımcı olmayan aydınkişilere rastlamak imkansız hâle gelmistir. Hele «büyük» ler böyle olunca küçükler de onları taklit etmektebir mahzur görmemişlerdir. Böyleceherkes makam, mevki ve unvandanbaşka bir şey düşünmez olmuştur.Üçüncü guruptakiler korkaklardır.Eğer resmî mevki ve makam sahibiiseler, devlete en büyük zararıverecek olan bunlardır. Bu tip insanların<strong>var</strong>lıkları millet ve memleketiçin daima ağır bir yük lüzumsuzbir külfet olmuştur. Bunlar, bindebir nisbetindeki kötü ihtimalleri hesapederek, devletin kaderini ilgilendirenen hayati meselelerde dahi, kanunlarıntanıdığı haklan kulanamaz,verdiği vazifeleri ifa edemezler. Tıpkıbelindeki tabancayı eşkiyaya karşıkulanamayan ödlek bekçi gibi...Böyleleri oturdukları makamın yalnızimkân ve nimetlerinden faydalanırlar.Şatafat, gösteriş ve caka bakımındanmakamın hakkını verip tadınıçıkarmaktan geri kalmazlar.Şahsî menfaatleri bahis konusu olduğuzaman bütün tehlikeleri gözealdıkları, hattâ kanunlardaki «boşlukları»bile istismar ettikleri görülür.Fakat devletin <strong>var</strong>lığını ilgilendiren meselelerde son derece çekingenkararsız ve şekilcidirler. Hukukunruhuna değil de dış kabuğuna görehareket etmeğe çalışırlar. Maksather türlü sorumluluktan sıyrılıvermektir.Polisin hırsızdan yakınması,askerin düşmandan şikâyetçi olmasıgibi .bunlar da devlete kast edenlericezalandırmak yerine meçhul merçilere şikayet etmekle yetinirler. Eskilerin«celâdet» dedikleri ve herdevlet adamında mutlaka bulunmasıgereken vasıf bunlarda yoktur. Onuniçin oturdukları koltuk şeklen dolufakat fiilen boş sayılır. Bu yüzdenemirleri altında çalışan vazifelileredahi sözlerini tutturamazlar. Tabi bukorkaklık ve acizlik yukarıdan aşağıyadoğru idarenin her kademesine bulaşmıştır.Korkaklığın bir başka çeşidi demücadeleyi bırakmaktır. Bu durumda bahis konusu olan şahsî hesaplardan ziyade kendine güvensizliktir.Dâvayı sonuna kadar yürütmeyi gözealamayanlar, umumiyetle, münasipbir bahane bularak meydanıterk ederler. Bunlar, «yedek motoru»olmayan uçağa benzerler. Onuniçin fazla yükseklere çıkmağa cesaretedemezler. Belli bir noktaya geldiktensonra dururlar. Ya arkadaşlarina küserek yahut da rakiplerinekahr ederek mücadeleyi yarıda bırakanböyle insanlar aslında çok dürüstve vatanseverdirler. Mücadeledenvaz geçmelerinin asıl sebebi belkide budur. Annesini ameliyat etmeğekarar vermiş bir hekimin içini kemirentereddüt kurdu bazan TürkDevletinin kaderi üzerinde karar almamevkiinde bulunan kimselerinvicdanını da kemirebilir. îşte o zamandevletini daha çok seven, «yedekmotoru» yok ise, yenilir ve çekilir.Çünkü mücadeleye devam ettiği26
ÜLKÜSÜZLÜK VEtaktirde devletin başına daha büyükgaileler açılabileceğinden korkar. Bınun sorumluluğunu yüklenemez.Halbuki şahsî ihtirasını birinci, devletinistikbalini ise ikinci planda görenler,lüzumlu cesareti bulur vemücadeleyi kazanırlar. Yakın tarihimizdebuna benzer pek çok hadiseolmuştur. Hepsinde de vatanını dahaçok sevdikleri halde daha az cesurolanlar kaybetmişlerdir. Bununiçindir ki hakiki vatan severlerin çokcesur olmaları şarttır. Yapılması gerekenhareketi, icap ettiği an yapabilmelidirler. Beklemek veya gecikmekdaima hainlere yaramıştır.Resmî sorumluluğu olmayan aydınlarınkorkaklığı da cemiyet içinen az diğerlerininki kadar zararlıdır.Vatan hainlerinin kendi maksatlarını gerçekleştirmek uğrunda ölümü göze aldıkları bir sırada, namusluaydınların korkudan sinmeleriaklın alabileceği bir hadise değildir.Ama bu Türkiye'de görülmüştür.12 Marttan önce, binlerce aydın, anarsiye karşı ve komünizme düşman olduklarıhalde, korktukları için sesleriniçıkaramamışlardır. Kapalı kapılararkasında ve gayet yavaş birsesle anarşistlere lanetler okumuşlarfakat bu düşüncelerini ne sokakta, ne toplantılarda, ne de basındaaçıklayabilmişlerdir. Hattâ bunlarınbir kısmı komünistlerin önünde onlarıdestekliyormuş gibi davranmakyolunu bile tutmuştur. Bazıları da, istemiye istemiye komünistlere yardımetmiştir. Sayıca komünistlerdençok fazla olan bu korkaklar, onlar gibibir dâvaya inanmadıkları ve birfikir etrafında toplanmadıkları içinkoyun sürüsü misali üç beş köpeğinsaldırısı neticesinde dağılıvermişlerdir.Halbuki, kafalarında ciddi bir fikirve gönüllerinde millî bir ülkü olsaydı,en az o hainler kadar cesurolurlardı. Bu yüzden, nice şöhret veunvan sahibi kişiler, nice ilim, fikirve sanat adamları, nice siyasetçilerkızıl kasırganın önünde kuru bir yaprakgibi sürüklenmişlerdir. Hainlerhepsini saha ve minder dışına atmışlardır.Böylece devlet büsbütün desteksizve millet tamamen sahipsizkalmıştır. Yüz ekşitmek veya kaş çatmaksuretiyle dahi komünistler karşısındatavır takınmayan bu korkaklar,şahit ve bilir-kişi sıfatı ile mahkemeyeçağırıldıkları zaman, adalethuzurunda dahi hakikati ve doğruyu«korsöyliyememişlerdir. Halbukikunun ecele faydası yoktur.»Görülüyor ki aydınlarını milliülküden mahrum yetiştiren bir millet,tehlikeli ve karanlık günlerindesahipsiz kalmaktadır. Oysa:Sahipsiz olan memleketin batmasıhaktır,Biz sahip olursak bu vatan batmayacaktır.Not : Gelecek yazı: Ülkücülük ve Ülkücüler.1 — Vatan severllk2 — Coşma, galeyana gelme.3 — Vatanı sırtında, yani karnının doyduğuyeri vatan kabul eden serseri.4 — Sıkıntı, meşakkat.27
Göre UazılAilesiARİF NİHAT ASYAİLEBİRKONUŞMATÖRE sayfalarında şiirlerini zevkleokuduğumuz hocamız Arif Nihat Asya,Türk Edebiyatı'na 53 yıldan beri şiirleri,nesirleri ve öğretmenliğiyle hizmet etmişbir Türk Milliyetçisi'dir. Mısralanyla birkaçneslin birden gönlünde ve dilinde yereden hocamızın eserleri gerek kemiyet, gereksekeyfiyet bakımından yalnız bugünündeğil geçmişin şairleriyle de boy ölçüşecekve bu mukayeseden kârlı çıkacak güçtedir.Sanatıyla olduğu kadar keskin hicivlerive tatlı şakalarıyla da gönülleri fethedenArif Nihat Asya'ya bu mülakata ayırdığıvakit için teşekkür ederiz.KONUŞANMUSTAFA KARAPINAR
BIR KONUŞMAS. — Kısa hayat hikâyenizi lütfedermisiniz?C — Benim hayat hikâyem kolay kolaykısalmaz. Sultan Abdülhamit devrindedoğmuş, Balkan Harbi'ni, Meşrutiyet':,<strong>Biri</strong>nci Dünya Harbi'ni Cumhuriyet ilânını,iç isyanları, dış tasallutları, İkinci DünyaHarbi'ni, 1960 olaylarını, ve bugüne yakınolayları idrak etmiş bir adamım. Bunlan nasıl özetlememi isteyebilirsiniz?Recaizade Ekrem rahmetli, bir talebesinebir şairi sormuş. Talebe çok kısa cevapvermiş. Üstad Ekrem,. «Oğlum» demiş,«Desene doğdu, yaşadı, öldü.» Benimde şimdilik hikâyem,«Doğdu, yaşıyor» danibaret kalabilir.S. — Sanatınız ve eserleriniz hakkındabizi ve okuyucularımızı aydınlatmanızırica edeceğim...Arif Nihat AsyaS. — Hoeam, Cumhuriyetin yıldönümündekonuşmamızı sizinle yapmayıuygun bulduk. Bu seçimimize ne dersiniz?C — Bunu siz tensib etmişsiniz. Bunungerekçesi sizden sorulur. Ben neci o-luyorum? Ancak şöyle düşünmüş olabilirsiniz:Atatürk cumhuriyeti Türk gençliğineemanet ettiği zaman karşısında gençlik olarak benim neslim <strong>var</strong>dı. Atatürk'üncumhuriyeti bize emanet ettiği söz götürmez.Bizim bizden sonrakilere devredipetmediğimiz söz götürebilir. Bu itibarlacumhuriyet kendisine emanet edilen neslinsize yakın bir mümessili olarak beniseçmiş olmanız ihtimali <strong>var</strong>dır. Ama bununşiirle alâkasını ben tayin edemem.C — Çok kere benden sanat anlayışımı sorarlar. Sizin sorunuz da bu demekmidir? Bilmiyorum. Ben böyle bir istekkarşısında daima yan çizerim. Benim birestetik anlayışım <strong>var</strong>sa bunun naçiz eserlerimden çıkarılması lâzım gelir. Bunuanlatmak bana düşmez. Bunu ben yapmayakalkarsam tenkidçiye, tahlilciye ne işkalır? Fakat bir kürsüde bunu cevapsızbırakmak da dinleyicilere saygısızlık olur.Bu itibarla estetiğin yerine sanatımın gerekçesinive gerekçelerini anlatmaya geçelim.Bana daha Kastamonu Sultanisi'ndetalebe olduğum sıralarda bazı hocalarım,bu arada hocam ve müdürümfecri ârî şairi Mehmet Behçet Yazar bana«Şair» derdi. O zaman Kastamonu'da İstiklâlMahkemesi Reisi olan sonraki MaarifVekili rahmetlik Mustafa Necati Bey,Perşembe veya Cuma günü sokakta rastladığızaman selâmımıza selâm verip geçmez, benim yolumu keser, elini omzumakor, ve tok sesiyle «Nasılsın şair?» diye hatırımısorardı. Bana arkadaşlarımın dörttebiri Arif derse dörtte üçü şair derdi.Bana daha hemen hemen genç bile değil,çocuk irisi olduğum yaşlarda şair diyen-29,
A. NÎHAT ASYA ÎLEleri yalancı çıkarmaya hakkım yoktu, veşair oldum. Önce her genç gibi başladım.Bilirsiniz ki bir yaşta herkes şairdir. Benherkesten nihayet bir basamak daha yukarışair oldum. Gönül, memleket, dünyamevzuları beni şairliğe doğru itti veya çekti. Bugün siz de şair diyorsunuz. Size de«Yalan söylüyorsunuz» diyemeyeceğimiçin şair olduğumu kabul ediyorum. Dahasonra .kendime edebiyat içinde edebiyatsahası seçmekte daha şuurlu hareket ettimve gönlümle şuurum birbirine aykırıdüşmedi. «Bu memlekette ne yapılmamıştır?» diye düşünmeye başladım. Baktımki, nesir şiir, bazı üstadlara rağmen, hemenhemen yapılmamış durumdadır ve«Ayetler» adlı kitabım bu kararın neticesidir.Yine bazı kuvetli örneklere rağmenvecize edebiyatının da yapılmamış gibi olduğunugördüm. Kanatlar ve Gagalar, buteşhisin neticesidir. Daha sonraları rubaiyeeğildim. Türkçe, Farsça, Arapça rubailerinhepsini değilse bile bir haylisini okudum. Gördük ki rubainin vadettiği imkânlar gerçekleştirilmiş olmaktan henüz çokuzak. Ve tahminen 1953 veya 54'de Rubaiyebaşladım. Rubainin çerçevesini çok genişlettim.Tabiatı, hayatı, aileyi, cemiyeti,hattâ uzvî isteği, memleket menkıbelerini,kasabalarını, şehirlerini, sularını rubaiyesoktum. Rubaide muhavere de yaptım.Yanm mısra da yaptım. Rubaiye başlıkda koydum. Böylece rubaiyi benden önceeski dar kanalından çıkarmış olan SayınCemal Yeşil'den sonra daha da genişlettimve bir rubai çığırı tabir caizse birrubai rönensansı yapmış oldum. Belki debenimkilerden daha güzellerini yazmakgayesiyle yeni rubaiciler doğdu. Bununlamüftehirim.Rubailerimin kalitesinden bahsetmekbana düşmez. Fakat rekor asrmdayız.Türk edebiyatında, hatta şark beynelmilelinde sayıca rubai rekorunu kırdığımı söyleyebilirim. Rubai benim mizacıma da uygundur.Rubaiye mal edilmesi mümkünbir çok buluşları sokağa atacağıma bukısa nev'e mal ettim. Rubayi Türk'ün mizacınada uygundur. Hemen hemen manininufak tefek farklarla aynıdır.Fıkraya gelince: Bizde fıkranın edebisiyok değil, fakat azdır. Bu eksiği gördüm ve kapamaya çalıştım. Fıkralarımbiraz alışılandan farklıysa, bu nesir şiirciliğiminfıkracılığıma tesiri diyeedilebilir.izahS. — Bahsettiğiniz nevilere göre bugünekadar yayınlanan eserleriniz nelerdir?Rubai olarak: Rubaiyat-ı Arif, NisanKıbrıs Rubaileri, Kova Burcu, Avrupa'dan Rubailer; şiir olarak: Yeni ağızdaBir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Dualar veAminler, Kökler ve Dallar, Emzikler, Yürek, Köprü, Kundaklar, Basamaklar...Eski ağızla Kubbe Hadrâ, Divançe-i A-rif. Yan eski, yan yeni ağızla: AynalardaKalan, Nesir şiir olarak, yeni birisimle, üçüncü baskısını hazırlamış olduğumAytetler Yeni adı: KanatlarımArayanlar. Bu yeni baskıda bazı tadilâtda <strong>var</strong>... Vecize olarak: Kanatlar ve Gagalar.Fıkralar: Enikli Kapı, Terazi kendini Tartamaz, Tehdit Mektuplan, OnlarBu Dilden Anlar. Fıkra kitaplarından«Terazi Kendini Tartamaz» da vecizelerde <strong>var</strong>dır. Bir de Millî Eğitim Bakanlığı'mn «Devlet Kitaplan» serisinden yayınladığıve yukarda saydığım kitaplardanbazı şiirleri ihtivakitap <strong>var</strong>.eden «Şiirler» adlıS. — Efendim, «Eski dille .yeni dille»diyorsunuz. Bu ayrunınızı açıklar mısiniz?C — Ben, hem bugünkü dili, hemdivan dilini kullanınm. Bugünkü dile dilkurumundan başka kimse itiraz etmez.Fakat divan dili için beni sigaya çekenleroldu. Bunlara şöyle cevap veririm:«Oğlum, kızım, kardeşim, benim yalnızdoğacaklardan değil, doğmuşlardan değil,ölmüşlerden de okuyucularım <strong>var</strong>-30
BİR KONUŞMAdır.» Divan dilinin de bütün şiirleşme veşiirleştirme imkânları <strong>var</strong>abileceği sonzirveye kadar <strong>var</strong>dınlmamıştır zannındayım.«Sen <strong>var</strong>dırdın mı?» diyeceksiniz...Yaklaştırmaya çalıştım diyebilirim.S. — Şiire nasıl başladınız? Niçin venasıl devam ettiniz?C — Efendim birinci dünya harbindeİstanbul'da Yusuf Paşa Caddesi üzerindeGülşen-i Maarif Rüştiyesi'nde talebeydim. O zamanlar bir takım destancılartüremişti. Yazdıkları veya yazdırdıklarıharp havasına uygun destanları, allıyeşilli kâğıtlara basılmış olarak ve birahenkle okuyarak satarlardı. Ben de bunlardan özenip ilk beytimi söyledim:İngiliz'in boşuna gitti her işi,Türk'e mermi menzili oldu gemisi.Görülüyor ki bunda kafiye pek yokama vezin <strong>var</strong>. Mermi, menzil gibi kelimelerde <strong>var</strong>. Ve bunu yazan ilkokulüçüncü veya dördüncü sınıf talebesi...<strong>Biri</strong>nci dünya harbi içinde Bolu Sultanisi'ndeokudum. Ve galiba orda bulunduğum4 yıl içinde şairliğim uyudu. BoluSultanisi'nin ikinci kısmının kaldırılmasıüzerine gönderildiğim Kastamonu Sultanisi'nde tekrar harekete geldi ve ilk şiirimorada hocam Enver Kemal Bey'inneşrettiği bir dergide çıktı. O zamansahnelerde de şiirlerimi okur oldum. İlkkitabımı eski harflerle İstanbul'da YüksekMuallim Mektebi'nde okuduğum sırada(1340'da) çıkardım. Adı «Heykeltraş»dı.S. — Bu eserinizi yukarda, kitaplarınızarasında saymamıştınız...C — Ben onun bilinmesini istemiyorumama ne yapalım sorunca çıkıyor.Ben Asya soyadımm imza olarak bulunduğukitapları kabul ediyorum. Öbürlerinibaşkasının sayıyorum, reddediyorum.Bu arada epey imza değiştirdim: Bir aralıkÇatalca'lı Arif dedim, Kesriydi Sıtkı,Florinalı Nâzım gibi... Inceyizli Arifdediğim de olmuştur. Sonra Mehmed Arifdedim. Mehmet Akif <strong>var</strong>ken MehmedArife kim bakardı? Bir aralık baktım kipiyasada Halil Nihat'lar, Ali Nihat'lar,Mustafa Nihat'lar <strong>var</strong>, ben de Arif Nihatoldum. <strong>Biri</strong>nci askerliğimde Asya'yı soyadıaldım ve Arif Nihat Asya'lığa terfî ettim.S. — Hem hece, hem aruz, hem deserbest vezinle yazıyorsunuz. Bunlar arasındabir tercih yapar mısınız?G — Her dilde bir vezin <strong>var</strong>mış. A-ruz'a benzer bir vezin eski yunancada da<strong>var</strong>mış. Bugünkü veya yakın dünkü İngilizce'dede vurgulara dayanan ve uzaktanuzağa aruza benzeyen bir vezin <strong>var</strong>mış.Yunanlı'larınkini pek bilmiyorum. Amaİngilizce'yi bilenlerden öğrendiğime göreİngiliz vezninin esası yine heceymiş.Her dilin bir vezni <strong>var</strong>ken bizimkininiki vezni olması bir dağılma değil bir kazançtır.Dede Korkut'da dahi bildiğimizaruz kalıplarına uymayan, fakat aruzumsuolan yerler az değildir. Ben, birini öbürünetercih etmeyi mânâsız bulurum. Birşiirin çekirdeği olan mısra, beyit veya kıtaiçime aruzla doğmuşsa, onu bozup heceleştirmeyi,heceyle gelmişse aruzlaştırmayıilhama suikast telakki ederim ve şiirevezniyle doğar derim. Bu hüküm serbestvezne de şamildir.S. — Aruz araplann vezni midir?Türk Dil Kurumu'nun yayın organı TürkDili Dergisi'nin Mayıs 1972 sayısında, yineaynı kurumun yayınladığı «Dilbilgisi»kitabında aruzun Araplar'a ait olduğu, bizimbu vezni kullanışımızın yabancı birkültüre baş eğmek mânâsına geldiği, türkcenin aruza uymadığı, türkçe ile aruz veznindekolay şiir yazılamayacağı, gayrı tabiîuzatma ve kısaltmalar gerektiği söyleniyor.Bu iddialara ne dersiniz?C — Demin Dede Korkut'dan bahsettim.Çok daha geri giderek Orhun Kita-31
Â. NİHAT ASYA İLEbelerinde bildiğimiz kalıplara yüzde yüzbenzemeyen fakat aruz düşüncesine saygıgösterircesine söylenmiş sözler <strong>var</strong>dır. BizArap'lardan aruzu değil, aruzun bugünkütürkçede ve dünkü türkçede çok azı kullanılmışolan kalıplarını aldık. Türk dilinedaha yatkın olan Acem aruzu daha çokkullanılmıştır. Fakat bu ,aruzu Acemler'-den aldık manasma gelmez. Aruz endişemiziİran'dan alıp beğendiğimiz kalıplaradöktük manasına gelir.Hem Türk Dil Kurumu aruzu ne diyekarıştırıyor? Dili karıştırdığı yetmez mi?S. — Türk Dil Kurumu'nun «öztürkçe»ciliği ve Türk Dili'nin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz. Biliyorsunuz bukonuda Türk Dil Kurumu, TRT ve MillîEğitim Politikası'nın tahribatmdan çokendişeli, dilimizin istikbali konusunda hayli bedbin olanlarımız <strong>var</strong>.C — Dilimiz bir devamdırkopmaz;Dili millet yapar, kurum yapmaz.Benim kanaatim bu beyitte hulâsaedilmiştir. Daha fazlasını isterseniz söyleyeyim.Dil kurumu şimdiye kadar Türkçeyekazandırsa kazandırsa 80-90, demedin100 kelime kazandırmıştır. Dil kurumununkuruluşundan beri harcamaları tahminediyorum ki çeyrek milyara yaklaşmıştır.Bu yekûnu kazandırdığı kelimeler sayısınabölersek, her kelimenin kaça mal olduğumeydana çıkar. Halbuki sen, ben,bu işi bedava yapabilirdik. Dil kurumuşimdi kendisine yaşama gerekçesi aramaktadır ve kendince müstakbel hayatının kefaretiolarak dili kurban etmektedir. Dilzevkinden mahrum kişilerin dilde birşeyyapmaya kalkışmaları kadar gülünç birşeyyoktur.Türkçede uzun hece yokmuş.Kim demişyok diye? «Bâş üstüne» sözünü «Başüstüne» diye söyleyebilir miyiz? Türkçedehece sonundaki,* hatta bâzan hecelerarasındaki yumuşak ğ 1er bugün bütünaydınlarca kendisinden bir evvelki harfinuzatılması şeklinde telaffuz edilmektedir.Misaller sütun doldurur. Dağ, bağ, çağ keİlmeleri, sonlarında ğ olmasa da bir evvelkiharfin üzerine uzatma işareti koymaklaaynı telaffuzu verirler. Çığ da böyledir,ağlamak da böyledir... 100'den fazla,belki 300 yeni kelimenin yerleşmiş gösterilmesi bir şey ifade etmez. Radyolar,televizyonlar, ilkokul kitapları, yüksekokul teksirleri emrinde olunca bir yabancıdil de kelimelerini yerleştirmek imkânınapek alâ sahipti. Bu buluşlardan100'den fazlasının yaşayabileceğini sanmıyorum.S. — Manzume ile şiir arasmda nefark <strong>var</strong>dır? Vezinli, kafiyeli her söz şiirolur mu?C — Bu, cevabı kitaplarda bulunabilecek bir sorudur. Ama ben de söyleyim.Biz talebeyken arziyatda (jeoloji) bir çoktaş isimlerini ezberlemekte zorluk çekerdik.Hangi cins taşlardır bilmiyorum, dörttaş adını bir aruz mısrama yerleştirdik.Sonuna da bir «<strong>var</strong>» ilâve ettik:Oligoglaz, sanidin, labrodorit<strong>var</strong>.,örtozve bu sayede bu taşların adı, görüyorsunuzki bugün de bende kaldı. Bu bir nazımdırve aruzdur ama şiir midir? Bir misaldaha:Ştalaktit düştü gökten pat diyeStalagmit çıktı yerden çak diyegibi bir aruz beytiyle de sarkıtları, dikitleriöğrenmiştik. Bu, vezni düzgün ve kafiyelibir beyittir ve nazımdır ama şiir değildir.Belki bir mizah şiirinin içine katılırsao zaman şiirleşebilir.S. — Serbest vezin çıkahberi, bilhassagençlerin bu tarzı tercih ettiklerini görüyoruz.Sizce serbest vezin kaideli şiirdenkolay mıdır?C — Yukarda her şiir vezniyle doğardedim. Bunu serbeste teşmil ettim. Serbestvezin adından anlaşıldığı gibi vezin-32
BİR KONUŞMAdir. Vezinsizlik değildir. Bilinen vezin kalıplarındanbaşka türlü vezin kalıplarıicad etmek demektir. Bunu düşünmeyenve dikkate almayan nesri pastırma doğrargibi doğramış olur; şiir yazmış olmaz. Buitibarla serbest vezin bir ahenk kalıbı ortayakoymayı gerektirir. Bu da herkesinharcı değildir. Aruzdan, heceden alacağınıaldıktan sonra serbeste geçenler, başarırlar.Aksi taktirde mahcub olurlar.S. — Efendim, bir şair enflâsyonundanşikâyet ediliyor. TÖRE dahil birçokdergilere gelen her nesre karşılık 20-30tane nazım gönderiliyor. Bu konuda nedüşünüyorsunuz? Özelikle gençlere, buhususta tavsiyelerinizi belirtir misiniz?C — Bugün okur yazarlar çoğaldığıiçin imza da çoğalmıştır. Dün şüphesizokur yazarlık da imza da bugünkündenazdı. Ama bize intikal edenlerin herhaldebirkaç yüz misliydi. Bugünden de yarmakalacaklar ortada gördüğümüz imzalar sayısmın belki ellide biri, belki yüzde biriolacak, bugünü yarma karşı imza kalabalığıdeğil bu yüzdeler temsil edecek. îmzakalabalığının en büyük mahzuru şamatalarıiçinde müzikal seslerin duyulmasınaengel olmasıdır. Fakat zaman yapacağınıbilir...Dünyada her işin bir ırgatlık, kalfalık,ustalık safhası <strong>var</strong>dır. İstidadı inkâr etmem.Ama istidad kendim bu işin öğrencisibilmeye mani olmamalı. Bir kıdemlinintecrübesinden her kıdemsiz faydalanmayı bilmeli. İlhama da inanmak lâzımdır.S. —Ebced hesabıyla tarih nasıl yapılır?Yeni harflerimizle tarih düşürmekmümkün müdür?C — Ebcedle tarih bilindiği gibi her bîrininsayıyla da bir değeri olan eski harflerlebir cümle, bir mısra bir beyit, birkıt'a, bir tamlama tertib etmek, veya birkelime bulmaktır ki harf değerleri toplanıncaanlatılmak istenen olayın tarihi çıkar.Çeşitleri <strong>var</strong>dır. Bu arada noktalıharflerin hesaba katıldığı mücevher tarih,noktasızların hesaba katıldığı basit tarih,bir ilâveye veya bir eksiltmeye bağlanarakyekûnu veren ta'miyeli tarih gibi...Yeni harflerle tarih yapmak adet olmamıştır.Ancak bunu düşünenler, buna çalışanlarbilirim...S. — Eskilerden ve yaşayanlardansevdiğiniz şairler kimlerdir?C — Aslında ben her sevdiğinde sevmediğicepheler, her sevmediğinde beğendiğiyönler bulmasını bilen biriyim. Şiirde vebaşka sanat alanlarında sevdiklerim elbette<strong>var</strong>dır. Amma sevmeyi tapınma halinegetirmem. Beğenmemeyi de nefret haüne getirmemeye çalışırım. Bu açıklamalardansonra isim söylemeye sanırım lüzumkalmaz. Benim için de böyle düşünülmeşine şaşmam.S. — Hocam, bu izahatınıza göre hiçolmazsa sevdiğiniz cepheleri sevmediklerinizegöre en fazla olan isimleri sayabilirsiniz...C — Fuzulî'ler, Bakî'ler, Nedim'lerYahya Kemal'ler, Râbiâ Hatun'lar ve yaşayanlardanMasri Gooul'lar, YıldırımNiyazi Gencosmanoğlu'ları gibi imzalarsöyleyebilirim. Bunun elbet dahası da <strong>var</strong>dır. Yalnız bu maddeyi telefon rehberi Halinegetirmek istemem.S. — Bugünkü Türk sanatı ve geleceğihakkında düşünceleriniz nedir?C — Bugün, sahne açtır. Onun için, bulursaekmek yiyor, bulamazsa ot yiyor, samanyiyor. Az çok iler tutar sahne eserleri de normal insanları değil anormal, psikopat,şizofren tipleri ve onlarm ruh lâbirentlerinisahneye koyuyor. Romanda veküçük hikâyede realizm tecrit (soyutlama)edebiyatı oldu. Kötüyü, çirkini hattaiğrenci iyiden tecrid ederek gerçek diyesunuyorlar. Bu, soframıza yemek yerinetezek koymak demektir. Adı lâzım değil,bir roman hatırlıyorum. Çevre bir köy,33
A. NİHAT ASYA İLEköyde tek bir iyi adam, sağlam kadın yok.Realizm bu demek değildir. Bu lâzımcılıktır.Bütün bunlar sanatkâr selahiyetinisağlam zevkler yerine sağîm zevklerebırakmamız yüzündendir. Birçok eserlerdetez sanat zevkinden önce geliyor. Yanisanatı eşek yapıyorlar, tezi onun sırtınabindiriyorlar. Sanat bir semer hayvanı değildir.Şiirde demek istediğim gibi kozasıiçinde reklamsız çalışan bazı sanatkârlardanyarına gerçek sanat örneği romanlar,hikâyeler, hatta piyesler kalacaktır vebunlar dünden bugüne kalanlardan az da,aşağı da olmayacaktır. Fakat cüruf süzülecektir.S. — Hocam, 1940'Iann Maarif VekiliHasan Ali YüceHe size ait anekdotlar yaygm. Bunları bir de sizden dinleyebilir miyiz?C — Bu mevzuyu benden soranlarçok olur. Cevabmı vermem. Elbette aramızdabirşeyler geçti ve memlekette duyuldu.Bu olayı ben Adana'da başka, Ankara'dabaşka, İstanbul'da v.b. yerlerdebaşka türlü duyuyorum. Demek ki halkımızbir mevzu bulmuş onu işlemekte.Ben, «Hayır öyle değil böyle oldu» desemonların işleme kabiliyetlerim ellerindenalmış olacağım. Ne hakla?...Şu kadarını söyleyebilirim ki halkımızındediği gibi el yumruğu yemeyenVmdmi nehlivan samr. Ben o hadisedebir el yumruğu olabildim.S. — Siz cevap vermemekte ısrar ediyorsunuzama ben hadiseleri duymamışokuyucularımız için açıklayayım. TürkMilliyetçileriyle uzun süre çatışan o devrinMaarif Vekili 1946-1950 arası, (İnönüİktidarı devri) nihayet vekillikten ayrılıncao zaman yazmakta olduğunuz Türk sözü Gazetesi'ne «Bir bardak kırıldı, darısısürahinin başına» sözünü ihtiva eden birfıkra vermişsiniz ve gazetenin sahibi yazınızıbu cümleyi çıkartarak yayınlamış.Bu hareketi siz, sonradan fıkranın tamamınıbastıkları halde affetmemiş ve TürkSözü'ne bir daha yazmamışsınız.Hasan Ali Yücel'in sizin mektebe çamurlupaçalı bir pantolonla gelmenizitenkid etmesi mevzuunda da bir hikâyeanlatılır. Bu tenkidin size nakledilmesiüzerine «Benim paçalarınım onun ağzındane işi <strong>var</strong>?» cevabını vermişsiniz. Bucevap da sonradan yayınlanmış. SanınınKanatlar ve Gagalar kitabında olacak...Efendim, bundan sonraki sorumu sorayım:Bayrak şiiriniz bazan radyoda sonkısmı «Nereye dikilmek istersen söyle...Seni oraya dikeyim.» çıkartılarak okunuyor.Bu çıkartma hakkında ne dersiniz?C — Aslında bu sorunun, o kısmı okumayanlardan sorulması lâzım gelir. Herhaldelokma büyük geliyor. Gırtlaklarınatıkanıyor, onun için küçültüyorlar. O kısımçıkarılınca bayrağın direği kalıyor.Onu ne yapacaklarım kendileri bilirler.S. — Size «Turancı» diyorlar. Bu konudagörünüşünüz nedir?C — ingiltere Turancı'dır, Rusya alabildiğineTurancı'dır; Israil'liler de öyle.Bütün bunların içinde ben Turancı olmuşum,ne çıkar? Hatay, Hatay dedik Hatay'ıaldık. Hatay demek Turan'cılık yapmakdemekti. Bugün de Kıbrıs, Kıbrıs diyoruzve mis gibi Turancılık yapıyoruz.İnşallah onu da alırız. Benim daha niceTuran'larım <strong>var</strong>... Saymakla bitmez.S. — Edebiyat dışında başka zevkleriniz<strong>var</strong> mıdır?C — Fotoğrafçılığı severim. Bazan iyiresimler de çekerim. Vaktiyle avcılık yaptim. İyi atmazdım ama iyi vururdum.Yüzmeyi çok severdim. Şimdi suda 15 dakikakalmak soyunup giyinmek zahmetinedeğmiyor. Çiçeği çok severdim Yinede severim. Fakat artık gücümü dağıtmamakicab eden bir yaştayım. Antikaeşyayı severim ve gücümün yettiklerini34
MütâkatMülâkaatın son suâli soruldu :— Dünyaya yeniden gelseniz, ne olmak isterdiniz?Ve son cevabı verildi:— Ayasofya'ya imam olmak isterdim!Arif Nihat Asyaalırım. Akiklerim, teşbihlerim, karı taşlanın,yıldız taşlarım, yüsrîlerim, sandallarım,öd ağaçlarım, yılan ağaçlarım v.s.<strong>var</strong>dır.S. — TÖRE Dergisi'nin Türk fikir vesanat hayatmdaki yeri hakkındaki düşüncelerinizi,<strong>var</strong>sa tenkidlerinizi rica edebilirmiyim?C — TÖRE dergisi de, ona emekverenler de benim öğüdüme muhtaç değillerdir. Ama madem ki bana hocam diyehitab edip beni hocalığa kabul etmek lûtfundabulunuyorlar bir-iki şey söyleyeyim.Mevzu bakımından biraz daha toleranolmasını, vatanın, milletin mücerretbir mefhum, bir kavram olmadığını hatırda tutmasını, bir manzara güzelliği kadarbir kadm güzelliğinin de vatanın güzelliğine dahil olduğunu göz önünde tutmasınıtavsiye ederim. Bu biraz da münderecatmçeşitlendirilmesi dileğidir ve bir dosttavsiyesidir. TÖRE'nin daha çok kişiyehitab etmesi elbet benim de daha çok kişiyehitab etmem demek olur. Siyasî kanaatlerinibiraz saklamayı bilmeli. Bu ülküsünüsaklaması demek olmamalı.S — Siyasî kanaat konusunda galibaaynı fikirde değiliz. Ben ve bizler, bilhassabugünün Türkiye'sinde cephelerinkesinlikle belirmesinde, herkesin cephesinibelirtmesinde fayda görüyoruz. Hocam,hem ben, müsbet ve menfî kanaatlerinizisordum. Siz hep tenkid ettiniz. Bu realizme sığar mı? Biraz da meth etmez misiniz?C — Bütün bunlara rağmen TÖREyalnız okunacak değil, aynı zamanda tutunulacakve tutulacak bir dergidir. Benimbaşka yerlerde neşredemediklerimineşretmekle beni minnettar etmektedir.Beni TÖRE'de neşredemediklerimi başkayerlerde neşretmeye mecbur etmemelidir.Yıldönümü kutlanmasında bulunmayı çokisterdim. Yunus Semineri'nde olduğumiçin gidemedim. Yunus'u kırmaktan korktum,inşallah gelecek yıl dönümünde, şerefinenutuklar atacak, şiirler okuyacak,TÖRE'cileri bağrıma basarak kucaklayacağım.35
mÇİN KAYNAKLARINA GÖREMOĞOLLARIN ANAYURDUTürkler ile Moğollar uzun asırlar bir arada yaşamışlar, aym bir medeniyetdairesine mensup olmuşlardır. Bundan dolayı, onlara aynı ırkın çocukları gözüile bakabilir miyiz? Dillerinin ortak bir kökten geldiğini kabul edebilir miyiz? Bukonularda birbirine zıt görüşler ortaya konulmakta, tartışmalar sürüp gitmektedir.1 Her yıl başka bir ülkede toplanan «Altaistler Kongresi»nde farklı görüşlerinçok kere çarpıştığını görmekteyiz. Bizde de, Türkler ile Moğollar'm, türkçeile mogolcamn aym bir kökten geldikleri konuşunda başlıca iki görüşün ortayaatıldığına tanık olmaktayız. Bu görüşlerden birine göre, «Güzide Mongolistlerin(Vladimirtsov, Poppe, Ramstedt,) tetkikatı sayesinde, bazı zevatın (meselâ Nemeth'in)bidayetteki itirazlarına rağmen, türkçe ile mogolcamn aynı dil olduğumes'elesi kafi surette aydınlanmıştır... Moğolca ile türkçe Altay lisanları zümresindebirbirine yakın iki kardeş lisandırlar. Zamanımızın âlimleri için ancak buiki lisandan hangisinin proto — Moğul diline daha yakın yâni bunların hangisinindaha eski olduğu hakkında münakaşa ederler. 2 »Prof. Zeki Velidî Toğan'ın bu kesin ifadesi Prof. İbrahim Kafesoğlu tarafındanşu şekilde cevaplandırılmış bulunmaktadır: 1) Bu konuda dilciler arasındabüyük bir çoğunluk diye bir şey yoktur. Başka bir deyişle, türkçe ile mogolcamnbir kökten çıkmadığını ileri süren Nemeth gösterildiği şekilde azınlıkta değildir.Nemeth'in görüşünü benimseyen çok sayıda ilim adamı <strong>var</strong>dır. Bunların arasındabilhassa L. Ligeti, Barthold, W. Bang, Rahmeti Arat ve Hasan Eren bulunmaktadır.2) Prof. Toğan'ın misâl gösterdiği Vladimirtsov bu konuda kesin bir görüşileri sürmemiş, tam tersine, Türk ve Moğol dillerindeki bazı unsurların buiki dilin pek eski aynı bir dilden türediklerini isbata engel olduğunu, meseleninhallinin ileride yapılacak inceleme ve araştırmalara bırakmanın daha isabetli olacağını belirtmiştir. 3) Türkler ile Moğollar'in dil birliğini ileri süren Ramstedfinbaşlıca dayanaklarından biri ,onun Türk anayurdunun Mançurya ve Kadırkan(Kingan) dağları çevresinde göstermek idi. Oysa ki Türk anayurdunun Mançurya'daveya Kadırkan dağları çevresinde bulunmadığı, bu anayurdun bu yerlerdenbinlerce kilometre batıda olduğu anlaşılmış ve bu husus herkes taarfından kabul(1) Bu farklı görüşler için bk. A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, I, istanbul 1958, s.944.(2) Zeki Velidi Toğan, Moğollar, Cengiz ve Türkler, İstanbul 1942, s. 5.36I
DOÇ DR. CEVDET GOKALPedilmiştir. 4) Başlangıçta Ramstedt'in görüşlerini benimseyen W. Kotvvicz sonradantürkçe ile moğolcamn aynı kökten çıkmadığını kabul etmiştir. 3Yine Prof. Togan'a göre, «şimdi güneş gibi açık, belli ki Moğollarla Türklerbirader kavimdirler 4 ». Bu kesin ifade de Prof. Ögel tarafından cevaplandırılmışbulunmaktadır. XX. yüzyıl içinde Altaylar'da yapılan kazılarda Pazırık yaylasındaçıkarılan milâttan önce üçüncü bine ait iskeleti Prof. Ögel «düz yüzlü, ak tenlive uzunca boylu» olarak vasıflandırıp «Oğuz tipi» olarak adlandırmış 5 , böylecede Türk ırkım Moğol ırkından kesin çizgilerle ayırmıştır.Görülüyor ki, moğolluk bugün Türk tarihinde ciddî bir mesele teşkil etmektedir.Bu meselenin kesin bir sonuca bağlanmasında çözülmesi gereken hususlardanbiri de, Ramstedt'in nazariyesinin temelinde görüldüğü üzere, moğollarınanayurdunun neresi olduğudur. Prof. Kafesoğlu'nun pek haklı olarak belirttiğigibi bugün Türk anayurdunun Altaylar olduğu konusunda anlaşmazlık kalmamıştır.Moğolluğun anayurdu hakkında da aynı kesinliğe ulaşmak gerekir ki her ikiırkın dil ve etnik özellikler yönünden birbirine yakın yahut birbirinden tamamiyleayrı oldukları hususunda sağlam ölçülerden biri elde edilebilmiş olsun. Bizbu araştırmamızda meselenin bu yönüne ışık tutmaya çalışarak, Çin kaynaklarınagöre Moğolların anayurdunu tesbite çalışacağız.IIMoğolların atalarından bahseden başlıca Çin kaynaklan tarih sırası ile WeishuÛ% Jlf" , Pei-shih jıf j^h Su-shu 7^ JEP - , Chiu T'ang-shuK ^3 -T
CEVDET GÖKALPKuzey Chou (557-589) Sülâlelerinin resmî tarihleri ise Pei-shih'de toplanmıştır.Sui Sülâlesi 589'dan 618'e ve T'ang Sülâlesi de 618'den 907'ye kadar Çin'in mukadderatınahâkim olmuşlardır.Bu kaynaklan sırası ile ele alalım:1. Wei-shu, 100. bölüm, s. 12 b — 13 a : «Shih-wei ülkesi Wu-chi'lerin 1000 li 6kuzeyindedir. Yerleri Lo (— yang 7 )'dan 6000 li uzaklıktadır. Ho-lung 8 'un 100 li'den fazla kuzeyinden yola çıkılırsa Ch'i-tan (Kıtay=Kıtan)'lar ülkesine girilir.(Buradan) on gün kuzeye gidildiğinde Cho suyuna 9 gelinir. Üç gün daha kuzeyegidilirse Kai suyuna 10 <strong>var</strong>ılır. Üç gün daha kuzeyde Tu-liao dağı <strong>var</strong>dır. (Bu) dağyüksek ve pek yu<strong>var</strong>laktır; çevresi 1000 li'den fazladır. (Buradan) üç gün dahakuzeyde büyük bir su <strong>var</strong>dır; adı Ch'ü-li n 'dir. Üç gün daha kuzeye gidildiğindeJen suyuna 12 <strong>var</strong>ılır. Beş gün daha kuzeye yol alınacak olursa (sonunda) onlannmemleketine (Shih-wei'lerin memleketine) ulaşılır. Burada büyük bir su <strong>var</strong>dır,kuzeye doğru akar; genişliği dört li'den fazladır; adı Nai (?) suyu 13 dur...»2. Pei-shih, 94. bölüm, s. la-2b : «Shih-wei ülkesi Wulchi'lerin 1000 li kuzeyindedir.Lo-yang'dan 6000 li gidildiğinde Ch'i-tan'ların ileri gelenleri tarafındanyapılıp (sonradan) terkedilmiş birkaç binaya (rastlanır) ki Ch'i-tan'ların kuzeyindengeçen 1000 li'den fazla uzunluktaki yol Ch'i-tan'lar memleketine girer. Ongün daha kuzeye gidilirse Cho suyuna gelinir. Üç gün daha kuzeyde Shan suyu 14<strong>var</strong>dır. Buradan kuzeye doğru üç günlük mesafede Tu-liao dağı bulunur. (Bu) dağyüksek olup pek yu<strong>var</strong>laktır; çevresi 300 li'dir. Buradan (itibaren) 300 li'den fazlakuzeye gidilecek olursa (insanın önüne) büyük bir su (çıkar). (Bunun adı) Ch'üli'dir.Kuzeye (doğru) üç gün daha devam edildiğinde Jen suyuna vanlır. (Jen suyundan)beş gün daha kuzeye gidilecek olursa (sonunda) memleketlerine (yânishih-wei'ler yurduna) vasıl olunur. Burada büyük bir su <strong>var</strong>dır; kuzeye doğruakar; genişliği dört li'den fazla olup adı Nai (?) suyudur...»«(Shih-wei'ler) sonradan beş kabileye ayırıldılar; (bundan böyle) aralarındakiçarpışmalar durdu. <strong>Biri</strong>si tarafından bunlara Güney Shih — we i'leri,Kuzey Shih — we i'leri, Po Shih — wei '1er, S h e n — m ota Shih — we i'ler, BüyükShi — we i'ler adlan verilmiştir...»(6) Bir «li» aşağı yukan 500 metredir. (W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşulan,Ankara 1942, s. 17, n. 1).(7) Lo-yang Çin'in tarihî iki başkendinden doğuda olanıdır. Honan eyaletindeve Huang-ho (Sarı nehir) üzerindedir.(8) Ho-lung şimdiki Ch'ao-yang (Cahar) (VVittfogel, K., History of Chinese SocietyLiao/907-1125), Philadelphia 1949, s. 86, n. 16).(9) Cho suyu büyük Kadırkan'ların doğu yamaçlanndan çıkıp Amur nehrine kansanSungari ırmağının kolelarmdan birisi olması muhtemeldir.(10) Cho nehrinin kuzeyinde ve ona muvazi olarak akan sularda ribiri olmasımuhtemeldir.(11) Ch'ü-li suyunun, Kai suyunun kuzeyind eve ona muvazi olarak akan bir suolması ihtimal dahilindedir.(12) Jen suyunun, Ch'ü-li suyunun kuzeyinde ve ona muvazi olarak akan bir suolması muhtemeldir.38
ÇIN KAYNAKLARINA«Güney Shih-wei'ler, Ch'i-tan'ların kuzeyinde ve 3000 li uzaklıktadır. ... GüneyShih-wei'den kuzeye (doğru) on gün yol alınırsa Kuzey Shih — wei'e<strong>var</strong>ılır. ...10001i kuzey Po Shih — we i'ler <strong>var</strong>dır. Po Shih-wei'lerden dörtay (?) güney batıya gidildiğinde Shen — m o taShih — we i'lere vasılolunur. Oturdukları suyun adı ile adlandırılmışlardır...»3. Sui-shu, 84. bölüm, s. 20b — 21b : «Ch'i-tan'ların kuzeyinde oturanlara Shihwei'ler denir. (Bunlar) beş kabileye ayrıldıkları için aralarında bir birlik kuramaınışlardır.(Bu beş kabile şunlardır :1 — Güney Shih-wei'Ier,2 — Kuzey Shih-wei'ler,3 — Po Shih-wei'ler,4 — Shen-mo ta Shih-wei'ler,5 — Büyük Shih-wei'ler.Güney Shih-wei'leri Ch'i-tan'ların kuzeyinde ve 3000 li kadar mesafede otururlar.... Güney Shih-wei'lerden kuzeye (doğru) on bir gün yol alınınca KuzeyShih-wei'lere <strong>var</strong>ılır. (Bunlar) dokuz kabileye ayrılmışlardır. Burada T'u-ho dağı<strong>var</strong>dır. Kabile (bu) dağda oturur ... 1000 li kuzeye gidildiğinde Po Shih-wei'lere<strong>var</strong>ılır. ... Po Shih-wei'lerden dört gün güney batıya gidildiğinde Shen-mo ta Shih-wei'lerine ulaşılır. (Bunlar) oturdukları suyun adı ile adlandırılmışlardır. ... Kuzeybatıya birkaç bin li yürünürse Büyük Shin-wei'lere <strong>var</strong>ılmış olur.»4. Chîu T'ang-shu, 199. bölüm, s. 9b : «Shih-wei'ler Ch'i-tan'ların ayrı nesillerindenbirisidirler. (P'ang) - cheng-yüeh (?) 15 'nin kuzeyinde otururlar .MemleketleriÇin başkentinin kuzey doğusunda ve 7000 li mesafededir. Onların doğusundaKarasu Mo-ho'lan <strong>var</strong>dır. Batılarında ise T'u-chüeh (Türük)'ler bulunur. Ch'i-tanlaronların güney sınırlarındadırlar. Kuzeyde ise denize erişilir.»«... T'ang Sülâlesi zamanında biz Çinli'ler onları hep dokuz kabile diye adlandırıyoruz.Bunu nasıl söyleyebiliriz? îşin doğrusu şöyledir: Shih-wei'Ier başlıcaşu bölümlerden meydana gelmiştir.:1. Dağ silsilelerinin batısındaki Shih-wei'ler,2. Dağın kuzeyindeki Shih-wei'ler,3. Sarı başlı Shih-wei'ler,Bundan başka Büyük Shih-wei'ler ve Küçük Shih-wei'ler diye de iki bölümeayrılırlar.»«Po-wo Shih-wei, Na-pei Shih-wei (yâni yavaş sesle konuşan Shih-wi) ve Lo-t'oShih-wei (yâni deve Shih-wei)'den müteşekkil üç kabile Liu-ch'eeng ilinin kuzeydoğusunda otururlar. Onları nen yakınları 3500 ve en uzakta oturanları ise (başkentten)6200 li ıraktadırlar. Bugünkü Shih-wei'lerin en batıda oturanlarının(13) Nai (?) suyu Amur nehri olmalıdır.(14) Shan suyunun, büyük Kadırkan'ları ndoğu yamaçlarından çıkıp Cho suyununkuzeyinde ona muvazi olara kakan sulardan birisi olması muhtemeldir.(15) Bu nehir bugünkü Zeya nehri olmalıdır.39
CEVDET GÖKALPkomşuları Huei-ho (Uygur) 'lardır. Uygur sınırında oturan bu (Shih-wei) kabilesininadı Wu'su-ku'dur. Onlar Chü-lün-po 16 nun güney batısında oturmuş olmalıdırlar.Doğudakilere gelince, doğuda oturan kabilelerden birisinin adı î-sai-mu'-dur. Onun daha doğusunda Sai-ho-chi kabilesi <strong>var</strong>dır. ... Cho nehrinin güneyindeotururlar. Bu nehre bazıları Yen-Chi nehri derler. Bundan sonra Ho-chieh kabi>leşi gelir. Onun daha doğusunda Wu-lo-hu kabilesi <strong>var</strong>dır. Bundan sonra da Na-likabilesi gelir. Dağın kuzey doğusunda Kuzey Shih-wei'leri bulunur. Bunların kuzeyindekiShih-wei'lere ise Küçük Shih-wei'ler adını vermişlerdir. Onların kuzeyindePo-wo Shih-wei'leri otururlar. Bu Shih-wei'lerin daha doğusunda da «Silsileninbatısında yaşayan» adı verilen Shih-wei'ler bulunur. Güney doğuya gidilirse«Sarı Başlı Shih-wei'lere ulaşılır. ... Daha uzakta Ta-kou'lar <strong>var</strong>dır; «Silsileninbatısındaki Shih-wei'lerle komşudurlar. Na-pei Shih-wei'leri onların kuzeyindedirler.Bunlar kuzey doğudaki küçük Wu-lo-hu'lara 200 li'den fazla uzaktadırlar. Nanehrinin kuzeyinde eski Wu-lo-hu'lara 200 li'den fazla uzaktadırlar. Na nehrininkuzeyinde eski Wu-wan kabilesinin geriye kalan nesilleri <strong>var</strong>dır. Bunlara hâlâ aynıad verilir. ... Onların kuzeyindeki Ta-shan (Büyük Dağ)'m kuzeyinde «BüyükShih-wei» denen kabileler <strong>var</strong>dır. Bu kabileler Wang-chien 17 nehrinin yakınındaotururlar. Oturdukları yer nehrin kaynağmdadır. Türük'lerin kuzey doğu sınırındançıkan Chü-lün-po (Kerulen?) nehri kıvrılarak doğuya doğru akar ve bundansonra Batı Shih-wei'lerinin arazisinden geçer. Daha doğuda Büyük Shih-wei'lerinarazisini baştan başa kateder. Onun doğusunda Meng-wu Shih-wei'lerinin kuzeyinden kateder. Biraz daha doğuya aktıktan sonra Na 18 ve Hu-han 19 nehirleri ilebirleşir. Bu iki nehir doğuya doğru akmaya devam eder... Bundan başka DoğuShih-wei'leri de <strong>var</strong>dır. Bunlar (P'ang) — Cheng-yüehn ehrinin kıyısında otururlar.Bu nehir güney doğru istikametine akıp Na nehri ile birleşir...»5. Hsin T'ang-shu, 210. bölüm, s. şb : «Shih-wei'ler Ch'i-tan'ların ayrı nesillerindenbirisidirler. Tung-hu 20 (Tunguz?)'ların kuzey sınırında bulunurlar. EskiTing-ling 21 lerin muakkibidirler.«Memleketleri Huang-lung'u kuzeyindedir. P'ang-ch'eeng-yüeh (?) nehrininkuzeyinde otururlar. Çin başkentine kuzey doğudan uzaklığı 70001i kadardır.Doğuda Karasu Mo-ho'ları bulunur. Batıda T'u-chüeh (Türük) 1er <strong>var</strong>dır. Kuzeylerindebir denizin kıyıları bulunur...(16) Chü-lün-po'nun Kerulen nehri olması pek muhtemeldir.(17) Wang-chien nehrinin hangi nehir olduğu tesbit edilememiştir.(18) Na nehri Amur nehridir.(19) Hu-han nehrinin bugünkü Şilka nehri olması muhtemeldir.(20) Tung-hu, doğu hu'ları demektir. «Hu» Çin'in kuzeyinde ve batısında oturankabilelere verilen umumî addır ve ve «barbar» demektir. Han Sülâlesi(M.Ö. 206 — M.S. .220) zamanında Kun (Hsiung-nu)'ların doğusunda oturanve Türk olmayan kabileler Tung-hu olarak adlandırılmışlardı. «Bugünkü bilgilerimize göre, kuvvetli surette Tunguz tesiri altında kalmış eski Moğollardır.»(W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşuları, s. 63).(21) Ting-lingTer Uygurlar'ııı atalarıdırlar. Bk. W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşuları,S. 70-72. O. Franke, Geschichte, II, s. 81. B. Ögel, Sekellerin AtalarıHakkında (Sikil, Esgil Boyları), Belleten, IX. Cilt, s. 449-474.40
CEVDET GOKALP«Onların halkı yirmiden fazla kabileye bölünmüştür. Kabilelerin bir kısmıdağ silsilelerinin batısmdadır. Dağın kuzeyindeki kabilelere «Sarı başlı (Shih-wei)»denir... Küçük kabileler ise şunlardır: Po-wo, Na-pei (Yavaş sesle konuşan), Lotan.Bu üç kabilenin tümü Liu-ch'eng^'kı kuzey doğusunda bulunur. Yakında oturankabilelerin Çin'e uzaklığı 3000, uzaktakilerin ise 6000 li kadardır. En batıdaWu-su-ku kabilesi bulunur. Bunlar Hui-ho (Uygur)'larla sınırdaştırlar. Bu kabileChü-lün-po'nun güney batısında olmalıdırlar. İ-sai-mu kabilesi oldukça doğudadır.Sai-ho-chi kabilesi ise daha doğudadır. Bu kabileler... Cho nehrinin güneyindeotururlar. Bu nehre Yen-chih nehri de denir ki Shih-wei'lerin en doğu sınırınıteşkil eder. Bu bölgede Ho-chieh, Wu-lo-hu ve Na-li kabileleri bulunur. Bu kabilelerinbatısındaki kabileler ise şunlardır: Tam kuzeye doğru Na-pei-chi kabilesi<strong>var</strong>dır. Onun kuzeyinde büyük bir dağ bulunur. (Bu) dağın ötesine «Büyük Shihwei»denir. Onların sınırında Shih-chien 23 nehri akar. (Bu nehir) Chü-lun'dan kaynağınıalır ve doğuya doğru akmasına devam eder. (Aynı) nehrin güneyinde Meng-wa 24 kabilesi oturur. Bunun kuzeyinde Lo-t'an kabilesi bulunur. Bu suya doğudaNa nehri ile Hu-han nehri karışır. ... P'ang-cheeng-yüeh nehrinin güney doğusundave Na nehrinin birleştiği yerin kuzeyinde «Doğu Shih-wei»leri <strong>var</strong>dır...»«... Shih-wei, v.s. kabilelerin bundan sonraki tarihleri Çin vak'anüvişlerininbürosunda kaybolmuştur. 25 »IIIGörülüyor ki ,ele aldığımız beş kaynak da «Shih-wei» boylarından bahsetmektedir.Shih-wei'ler hakkında ilk kaynakta, Wei-shu'da verilen bilgiler mahduttur.İkinci kaynağı teşkil eden Pei-shih, birinci kaynakta verilen bilgileri aşağıyukarı olduğu gibi almış, fakat bununla yetinmemiştir, ilk defa bu kaynakta beşShih-wei kabilesinden söz edilmektedir. Denilebilir ki, Pei-shih bundan sonrakikaynaklara temel olmuştur. Sui-shu'da Pei-shih'den fazla bir bilgiye pek rastlanmaz,fakat eski ve yeni T'ang-shu (Chiu ve Hsin T'ang-shu)'larda durum tamamiyledeğişir. Bir kere, Shih-wei boyları hakkında verilen bilgiler daha genişler,daha derli toplu olur. İkinci olarak, kabilelerin yerleri daha etraflı bir şekildebelli edilmeye çalışılır. Bu belli edişler sayesindedir ki Shih-vvei kabilelerinin haritasınıyapmak mümkün olur. Üçüncü ve sonuncu bir tesbit olarak, Shih-weiboyları arasında Meng-wa yahut Meng-wu adlı bir boyu da görürüz. Meng-wa yahutMeng-wu, «Manghol» veya «Monggl» un çinceleştirilmiş şekli olup bu kelimeTürk diline «Moğol», «Moğol», Avrupa dillerine de «Mongol» olarak geçmiştir. 26(22) Liu-ch'eng, bugünkü Ho-pei eyaletinin kuzeyindedir.(23) Shih-chien nehri bugünkü Argun nehri olmalıdır.(24) Meng-wu ile aynıdır.(25) 860-874 yıllan.(26) Bk. Hsin Yüan-shih, 1. bölüm, s. 1. P. Pelliot, A Propos des Comans, JournalAsiatique, 1920, I, 146. Moğollarmın Gizli Tarihi, «Manghol'un NiuçaTobça'an'm Prof. Dr. E.. Haenisch'in almanca ve S. Kozin'in rusca tercümesinimoğolca aslı ile karşılaştırıp dilimize çeviren Dr. Ahmet Temir, Ankara1948, s. 15, n. 4.m
ÇIN KAYNAKLARINAÇingiz işte bu Meng-wa boyundan çıkmıştır. Meng-va yani Monggol adı Çingiz'inparlaması ile birlikte öbür Shih-wei boylarının ve bütün soydaşlarının ortak adıolup çıkmıştır. Tıpkı, 552 yılında Bunun Kağan ile birlikte Türük (Türk) adınınyavaş yavaş bütün soydaş boyların ortak adı olması gibi. Bu sebeple, Shih «railerinyayılmaya başladıkları ilk yeri, çıkış noktasını yâni anayurdunu tesbit etmekaynı zamanda Moğolların anayurdunu tesbit etmektir.Wei-shu'dan Hsin T'ang-shu'ya kadar yâni beş asırlık bir zaman içinde Shihweiboyları geniş bir alana yayılma imkânım bulmuşlardır. Bunu kaynaklarıntetkikinden hemen anlıyoruz. Gerek Wei-shu ve gerekse Pei-shih, Shih-wei'lerinmemleketine ulaşmak için, Kıtay'lar ülkesinden itibaren gün hesabı ile durmadankuzeye çıkarmışlardır: Böylece: Kıtay'lardan on gün kuzeye gidilirse Cho suyuna<strong>var</strong>ılır. Buradan üç gün kuzeye çıkılırsa Kai suyu (Pei-shih'de Shan suyu) nagelinir. Buranın üç gün daha kuzeyinde Tu-liao dağı <strong>var</strong>dır. Bu dağdan 300 li kuzeyegidildiğinde Chü-li suyuna <strong>var</strong>ılır. Bu sudan itibaren üç gün daha kuzeyeçıkılırsa nihayet onların memleketine (yâni Shih-wei'lerin memleketine) ulaşılır.Her iki kaynağın bu ifadesinden, Shih-wei'lerin, Kıtaylar ülkesinin 24 gün ve 300li kuzeyinde bir yerde oturdukları anlaşılır. Yine bu iki kaynağın belirtmesinegöre bu yer Çin başkenti Lo-yang'a 6000 ve güney doğu komşuları Wu-chi'lere de1000 li uzaklıktadır. Şu duruma göre, ilk Shih-wei yurdu neresidir? İki kaynakda bize bu hususta gerekli ipucunu vermektedir. Her ikisinde de deniyor ki:Burada (Shih-wei'lerin oturduğu yerde) büyük bir su <strong>var</strong>dır; kuzeye doğru akar;genişliği dört li'den fazladır; adı Nai (?) suyudur.» Gerçekten, Kıtay'lardan itibaren,bahsedildiği şekilde durmadan kuzeye doğru çıkılacak olursa büyükbir nehir ile karşılaşılır. Bu nehir daha sonraki kaynaklarda Na nehri olarakgeçen bugünkü Amur nehridir. Biraz batıda Argun ve Şilka ırmaklarınınbirleşmesinden vücut bulan Amur nehri buralarda çevrenin her bakımdan en büyüknehridir. Yalnız, kaynaklarda kaydolunduğu şekilde Amur burada kuzeyedoğru değil, doğuya doğru akar; sonra yavaş yavaş güney doğuya doğru kıvrılırve nihayet birden güneye döner. Uzun bir müddet böyle aktıktan sonra yenidengüney doğuya kıvrılacağı noktalarda sağdan Z e y a ırmağını alır; uzun müddetyönünü değiştirmeden akar ve kuzeye kıvrılacağı noktada batıdan S u n g a ri'yialır. Bundan sonra yönünü gittikçe kuzeye doğru çevirerek akmasına devam ederve sonunda Totarski boğazında denize dökülür. Görülüyor ki, Amur nehrinin kuzeyedoğru aktığı yerler, denize döküldüğü yere yakın yerlerdir. Bu yerlerde iseMo-ho'lar oturmaktadırlar. Shih-wei'ler buralara ayak basmamışlardır. Diğer taraftan,kaynaklarımızın tarif ettikleri yerlerde büyük, kuzeye doğru akan başkabir nehir de yoktur. Son olarak .müteakip asırlarda Shih-wei yayılmasının da bubölgeden vukubulduğu anlaşılmaktadır.Şu halde, bu beş Çin kaynağına göre Moğollar'ın anayurdu, Amur nehrinin,Argun ve Şilka nehirlerinin birleştiği yerden itibaren batı-doğu yönünde aktığıbölgedir; yâni büyük Kadırkan (Kingan) dağları silsilesinin son bulduğu yer ileAmur nehri arasında kalan bölgedir. 27(27) Moğollar'ın anayurdu meselesi hakkında daha geniş bilgi, basılmakta olan«Çin kaynaklarına göre SHİHAVEÎ KABİLELERİ (Proto-Moğollar üzerindebir etüd denemesi) adlı eserimizde bulunmaktadır.42
DR. MUSTAFA KAFALIKERKÜKTÜRKLERİ43
KERKÜK TÜRKLERİGüney doğudan komşumuz olan I-rak Devleti'nin toprakları, bilindiği üzere1918 tarihine kadar. Osmanlı Devletininbir parçası durumundaydı. Osmanlıidarî taksimatmdaki Musul, Bağdad veBasra vilayetlerine tekabül eden bugünkü Irak Devleti'nin sahası, esasında birbirinden birçok bakımlardan farklı karakterdeiki ülkeyi ihtiva etmektedir.Bunlardan birincisi, Bağdad ve Basra vilayetleriniiçine alan güneydeki Irak; ikincisi ise Kuzeydeki Musul vilayetinin mukabiliolan Elcezire ülkeleridir. 1500 yılayakın bir zamandanberi, coğrafî ad olarak,Irak ve Elcezire isimleri ile bilinenbu farklı yapılardaki iki ülke, I. Dünyaharbinden sonra sun'i bir birleşmeye tâbitutularak tek devlet haline getirilmiştir. İngiliz siyasetinin ve menfaatininbir neticesi olarak, coğrafya iklim, tabiat,içtimaî yapı, ananane ve ahalisi farklıiki ülkenin; yalnızca bu iki ülkeden biriolan Irak'ın adı altında devlet haline getirilmesi,istilacı ve maksatlı bir gayeningayrimeşru sonucudur.1918 yılında Irak'da güneyden kuzeye doğru ilerlemekte olan İngiliz kuvvetlerî Araplar'la meskûn olan Bağdad veBasra vilayetlerini ele geçirmişler; fakatbu ileri harekât, Türkler'in oturduğu Musul vilayeti hududlarına gelince Türkkuvvetleri tarafından durdurulmuştu. 30Ekim 1918 de Mondoros mütarekesi yapıldığısırada ingiliz kuvvetleri henüzMusul vilayetine girememişlerdi. Ancakmütarekenin yapılmasından sonra bu vilayetinişgaline muvaffak olmuşlar vehareketlerini üç hafta sonra 21 Kasım1918 de tamamlayabilmişlerdir. 1920 yılında, Miletler cemiyetinin karan ile Irakİngiliz mandasına verilmiş; 23 Ağustos1921 de Emir Faysal, İngilizler'in kuklasıolmak üzere Irak krallığına getirilmişti. Bu meşruti krallığın anayasası, 1924'de ilân edilmiş ve ilk meclis 1925 de toplanmıştır. 1923 Lozan ve 1924 haliç konferanslarıile henüz o tarihte durumu,kati neticeye bağlanamıyan Musul vilayeti,Irak Krallığı'na dahil değildi. Türktopraklarının işgale başlanması üzerine,10 Şubat 1920 günü son Osmanlı MebusanMeclisi ve onun dağıtılması ile Ankara'da23 Nisan 1920 günü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, müstakbelTürkiye Cumhuriyeti'nin hududları hususunda;Mîsâk-ı Millî'yi kabul etmişve bunu ilân etmişti. Mîsâk-ı Millîye göre,30 Ekim 1918 Mondoros mütarekesinekadar Türk orduları elinde kalanve Türklerle meskûn olan topraklarınhepsi; kayıtsız şartsız yeni Türkiyedevletinin sınırları dahilinde kalacaktı.Yâni Millî Meclis, Türk vatanının birliğive bölünmezliği esasına dayanan; millîyemin mahiyetindeki tarihi kararım almıştı.Fakat İngilizler, Musul vilayetininsancağından Kerkük'de çıkan petrole gözkoymuşlardı. Bunu doğrudan doğruya elde edemiyeceklerini bildikleri için, Musulvilayetini; kendi mandaları altındakiIrak Devleti'ne ilhak etmeleri icabediyordu.Türkler, milî mücadeleyi muvaffakiyetlebitirdikten sonra Lozan şehrindetoplanan sulh konferansına; Milletler Cemiyeti'ninve Vilson prensiplerinin anaumdesi sayılan «Milletlerin kaderlerinikendi reyleri ile tayin etme» esasına uygunolan, Mîsâk-ı Millî anlayışı ile katıldılar.Konferansın devamı boyunca bilhassaMusul meselesi görüşülürken büyükmünakaşalar koptu. Türk heyeti, Musul'un Türk vatanının bir parçası olduğunuve bu bölgenin kaderinin, yine Musulvilayeti halkının reylerine başvurularaktayin edilmesini, yâni plebisit yapılmasılâzım geldiği tezini müdafaa ettiler.Fakat İngilizler ne bahasına olursaolsun, bu haklı dâvaya yanaşmayarak;emellerine Fransız, İtalyan ve diğer heyetleride âlet edebilmişlerdir. Böylelikle konferansa katılan miletler, hak ve hürriyet mefhumlarını, mensubu olduklarıMilletler Cemiyeti'nin umdelerini ve bayraktarlığmı yaptıkları Vilson prensiplerini inkâr etmiş oldular. 24 Temuz 192344
MUSTAFA KAFALIgünü Lozan Andlaşması imza edilmesinerağmen, Musul bölgesinin kaderi, andlaşmanın 3. maddesine göre bilahare Türkiyeile İngiltere arasında halledilmek üzere geri bırakıldı. 1924 yılında bu meseleyi hal yoluna koyabilmek için Haliç Konferansı toplandı. Ancak neticeye bağlanamadandağıldı. Bunun üzerine İngilizler,hileye başvurarak, para ve silah vererekŞeyh Said'in Doğu Anadolu'da isyanetmesini temin etiler. 1925 yılında buayaklanmanın başlaması üzerine İngilizler,ikinci oyunlarım oynayarak; Musulmeselesinin halli ve sınırın tanzim edilmesihususunu Milletler Cemiyeti'ne getirdiler.Bu politika ile Türkler'i iki ateşarasında bırakmış oluyorlardı. Türk hükümeti,ısrarla Musul halkının oyuna müracaat etmek lazım geldiği üzerinde durdu ise de Milletler cemiyeti, İngilizleridestekledi. Halbuki Musul merkez sancağıile Erbil ve Kerkük sancakları umumiyetleTürkler; Süleymaniye Sancağıise Kürdler'le meskûndu. Böylelikle esasenArablar'm yaşamadığı Musul vilayeti,5 Haziran 1926 da yapılan Ankara-MusulAndlaşması ile oldu bittiye getirilerek İngilizhakimiyeti altındaki Irak-Arab Krallığı'na ilhak olundu. Neticede Anadolu'nunher mânâda devamı olan bu Türk vilayeti,sinsi bir oyun neticesinde zoraki surette,Irak devletine bağlandı. Çünkü plebisitinmutlak surette Türkiye lehine tecelli edeceği açıkça bilinmekteydi. Ancak yapılanandlaşmanm 14. maddesine göre Kerkükpetrollerinin yüzde 10'u yirmibeş sene müddetle Türkiye'ye bırakılıyordu. Fakat bumadde de daha sonraki yıllarda sözde kalaraktatbik olunamıyacaktır.Görüldüğü üzere 1926 yılından itibarenIrak devletinin adındaki «Irak ve«Arab» kelimeleri sun'î bir hüviyet kazanmaktadır.Çünkü, yalnızca Irak ülkesibu iki sıfata uygun yapıdadır. Eğer Irakve Elcezire ülkeleri bir idare altında birleştirilmişise, her iki ülkeyi ifade etmeküzere yeni bir devlet adı bulmak icabederdi. Aynı zamanda bu birleşme ile meydanagelen yeni yapı Arab devleti olmaktançıkmaktaydı. Zırâ, yeni birliğin nüfusunun% 60'ı Arablar'dan % 40'ı ise Türkler,Kürdler ve diğer unsurlardan teşekkületmekteydi. Yani Arab olmayan yenikütle, azınlık değil, devleti meydana getirenüç aslî unsurdan ikincisi ve üçüncüsüolmaktaydı. Bu bakımdan 1926 tarihindenitibaren hem Irak adı, hem de bu devletinArab devleti olduğunu söylemek mânâsızve sun'î olmaktadır. Yani nüfusun°/ö 40'ı hesaba alınmıyor demektir. Butaktirde Irak devleti, Elcezire ülkesini istilâetmiş ve hâkimiyeti altında zorla tutanmüstevli durumuna düşmektedir. Buise tabiî yapı olmayıp, her zamanermesi mümkün bir durumdur.sonaIrak Devleti, 1926 yılından sonra Musulvilayetinde hâkim olabilmek için; butopraklarda Arab nüfus iskan etmek istemisse de Musul şehri hariç, bunda muvaffak olamamıştır. Her şeyden önce Arablar'myaşayışına uygun olmayan iklim vetabiat buna elvermemiştir. Halen, Musulşehrinin içi ve Fırat'a doğru uzanan çölmıntıkası hariç Arab nüfusu görmek pekmümkün değildir. Ayrıca Irak Arabları'-nın % 60'ı şia, % 40'ı sünnî mezhebden^dirler. Arablar, kendi aralarında bile ikiyebölündüklerinden dolayı; bugünkü Irakdevleti, îranî, Asurî, yezidî ve Nasturigibi diğer azınlık unsurlar da hesaba alınacakolursa nüfus bakımından kırk anbarmisali bir ülkedir. Bu münasebetleIrak devletinde, kurulduğu günden bericiddî olarak siyasî istikrar temin edilememişve birbirini takib eden ihtilaller ülkesiolmuştur. Çünkü hiçbir hükümet birhizbi temsil etmekten kurtulamamış vememleketlerinin etnik yapısını nazarı itibarealmadıkları için de diğer bir hizibtarafından yeni bir ihtilal ile devrilmişlerdir.Bir milyonun üzerindeki nüfusları ileIrak Devleıi'nin bünyesinde büyük bir kütle teşkil eden Türkler, 1040 Dandanakan45
KERKÜK TÜRKLERİra-Su ve Kifri ile Kara-Tepe bölgesini suladıktansonra birleşerek Diyale Irmağı'-na kansan Narin-Çay ve Çimen-Suyu hepkarakteristik Türkçe isimleri taşımaktadırlar.1965 sayımlarına göre, Irak devletininumum nüfusu 8 milyon 200 bin kadardır.Bu nüfusun % 60'mı Arablar % 15'ini Türkler % 17'sini Kürdler % 4'ünü iranlılarve % 4 ünü de diğer azınlıklardan Sürganîler,Asurîler, yezîdiler ve Nasturiler teşkilederelr. Irak devleti bu yapısı ile hâlâArab devleti olduğunu iddia ederse hatalıpolitikasını devam ettirecek demektir.Bu hastalığın tedavisi, Irak ülkesininüç muhtar bölgeye ayrılarak, onları nüfuslarınisbetinde devlet idaresine ortakeden federal yapıda birleştirilmesi ilemümkündür. Federal devlet yapısmda üçana unsur; devlet idaresine iştirak etmeninverdiği kader ve mesuliyet anlayışıiçinde hareket etmeğe mecbur kalacaklardır.Irak hükümeti, yıllardan beri birbirinitakibeden ihtilâllere ve iç kanşıklıklara son vermek istiyor ise anayasasınıve devlet yapısını bu federal sistemegöre düzenlemelidir. Aksi halde içinde bulunduğuhuzursuz yapı, Irak devvletiniparçalanmaya kadar götürebilecektir.BİBLİYOGRAFYAAli İhsan Sabis, Harb Hatıralanm, 1943-1951 I-V AnkaraA. Suat Bilge, A. Şükrü esmer, MehmetGönlübol, Aral Sander, Cem Sar, DuyguEzer, Halûk Ülman, Olaylarla Türk DışPolitikası 1919-1965, Ankara 1969.Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı,Tutanaklar Belgeler, Ankara 1972M. Cemil, Lozan, I-II, istanbul, 1933M. Kemal Atatürk, Nutuk, I-II-III, İstanbulKâzım Karabekir, istiklâl Harbimiz, istanbul1960Edward Mead Earle, Bağdad DemiryoluSavaşı, Kasım Yargıcı tere. İstanbul 1972M. Hartmann, Irak, İA., Cüz 47, (667-679)İstanbul 1950Guny le Strantge, The lands of the EasternCaliphate, Cambridge 1930Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1967Z. Vehdi Togan, Umumî Türk Tarihine giriş İstanbul 1946Republic of Iraq Ministry of Planning, Annual Statistical Abstract 1967, Bağdad1968Ministry of Economics, Pricipal Bureauof Statistics, Statistical Abstract 1951,Bağdad 1954Antonie Zischka, Gizli Harpler H. Varoğlutere. İstanbul 1935.ÜLKÜCÜLERİN KİTABIİsteme Adresi :P.K. 221 — Kızılay ANKARAKitapçılara ve 10 adetten fazla isteyenlere°/o 25 iskonto yapılır.Fiatı : 10 TL.DEVLETHAFTALIK, MİLLİYETÇİSİYASİ GAZETEP.K. 284Bakanlıklar Ankara48
İLK MİLLÎ PETROL DAĞITIM ŞİRKETİBÜTÜN TÜRKİYE'DEHİZMETİNİZDE
•\\>\uk«3 >o/undaMUTLULUK YOLCULUĞUNA ÇIKANBU TRENDE NEDEN SİZ DEOLMAYASRtlZ? BİR ANDAYAŞANTINIZI DEĞİŞTİRECEK, SİZİSERVETE GÖTÜRECEK BUYOLCULUĞA KATILMAMAKLAHATA ETMİYOR MUSUNUZ? OYSANE KADAR DA KOLAY BU TRENEBİNMEK.. VE NE KADAR DAKOLA Y HEDEFE ULAŞMAK f ONUNİÇİN. GELİN. SİZ DE KATILIN HERHAFTA TEKRARLANAN BUYOLCULUĞA RENKLİ VEHEYECANLI BİR HAFTA GEÇİRİNVE YÜZBİNLER. YÜZBİNLERKAZANIN...KAÇIRMAYINSjtottatctHER HAFTA KALKANMUTLULUK TRENİ
EyTürk!ÜstteGökÇökmedikceAlttaYerDelinmedikçeSeniniliniveTöreniKimBozabilir ?Fiyatı : 3 LiraEmel Matbaacılık Sanayi Ltd. Şti.Ankara — 1972