11.07.2015 Views

forumlar_dayanismalar

forumlar_dayanismalar

forumlar_dayanismalar

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

“FORUMLARDAYANIŞMALARİMKANLARkolektif deneyimimiz üzerine kolektif düşünme denemesiAralık 20141


SUNUMBu küçük broşürde toparladığımız yazılar farklı mecralarda daha önceyayınlanmış yazıların gözden geçirilmiş ve görece bütünlüklü bir halegetirilmiş bir versiyonudur. Aslında burada yazılanları daha canlı birzamanda, deneyimin içinden geçtiğimiz dönemde aktif bir şekildetartışmaya açtık. İştirak ettiğimiz <strong>forumlar</strong>da, burada yaptığımıztartışmalara benzer bir perspektifte çalışma tarzı geliştirmek ve yenileriniicad etmek için çabaladık.Bu broşürle beraber içinde konumlandığımız deneyimler üzerinedüşünmek, her tekil deneyimde “kısmi” olanın daha genel bağlamda nasılokunabileceğini tartışmak istiyoruz. “Forum formu” olarak ifade ettiğimizdeneyimi tartışma niyetimiz, memlekette son on yıllardır yaşadığımız enbüyük ve radikal deneyimin üzerine düşünme faaliyetinde gördüğümüzboşluk, eksiklikten kaynaklanıyor. Komünizmi radikal-tahayyül ufuk,ütopyacı uğrak ve bugün içinden geçtiğimiz deneyimle beraber düşünmeihtiyacı hissediyoruz.Bu açıdan forum formu üzerine düşünmek, politik bir ihtiyaca tekabülediyor. Farklı yerlerde katıldığımız, iştirakçisi olduğumuz <strong>forumlar</strong>ınve forum tartışmasının, gündelik hayatımızı örgütleme sürecinden birmüşterek siyasal alanın kurulumuna kadar son derece politik, radikalbir deneyim olduğu söylenebilir. Bu deneyimin hem bugünü hem degeleceği kurucu, herkes-için genelleştirilebilir bir siyaset formunumümkün kılması açısından siyasetin devletten özgürleştiği, komünizmingöz kırptığı bir moment olduğu söylenebilir.Memlekette bu bahsettiğimiz tarzdaki politik tartışmalar ya polemikolarak, ya da bir çeşit küfürleşme olarak yapılır. Bunun temel nedenlerindenbiri, örgütlenme birimlerinin belirli bir öznelliğin ortaklığı üzerindendeğil, birer kimlik, cemaat veya cemaatleşmiş fikir birlikleri üzerinden2


tesis edilmesidir. Bu ayrışma, bir yandan politik tartışmayı kimliğinyeniden tesisi için araçsallaştırırken, bir yandan da politik olanın üstünüörterek onu bir fikir ve kimlik tartışmasına indirger. Burada tartışmanınbir çeşit ortaklık üretimi ve yoldaşlık pratiği olmaktan çıktığını; kimliğinveya örgütsel aidiyetlerin pekişmesi üzerinden rekabete dönüştüğünüsöyleyebiliriz.Çoğunluğu üniversite <strong>forumlar</strong>ı, üniversite mücadelesi ve öğrencihareketi üzerinden yazılmış bu yazılarda, bir yandan <strong>forumlar</strong>da ortayaçıkan imkanı tartışırken, bir yandan da bu imkanı görmeyi mümkün kılanpolitik perspektifi de açmaya çalışıyoruz. Bu nedenle, bazı yazılarınbağlam dışı kalabileceğini, ancak <strong>forumlar</strong>a dair imkanı aktarabilmekiçin bu perspektektifin veya “çalışma tarzının” bir biçimde aktarılmazorunluluğunu hissediyoruz. Bu nedenle bağlam-dışı gibi görünen yazılarda esasında <strong>forumlar</strong>daki imkanı okuduğumuz perspektifi aktarabilmekaçısından tartışmamızın içindedir.Bir örgütsel temsiliyet, kimlik veya topluluğu ifade etmeyen bu broşür,ortaklık üretimine ve yoldaşlık esasına dayanan, politik olanın üstünüörtmemek için çabalayan tartışmalara, deneyimlere, ve yeni mücadelelerekatkısı olması muradıyla hazırlanmıştır. İlginize sunuyoruz.3


İÇİNDEKİLERPolitik Bir İmkan Olarak Forum Deneyimleri5 - 17Neoliberal Yönetimsellik ve Forumlar18 - 20İktidar ve Mücadele Alanı Olarak Üniversite21 - 27Bugünün Öğrenci Hareketi Üzerine Nasıl Düşünmeliyiz28 - 38Üniversite Forumları Geri Çekilirken39 - 43Sol’da Birlik Tartışmaları ve Forumların İlginç Tasfiyesi44 - 474


Politik Bir İmkan OlarakForum Deneyimleri 1Karaburun Bilim Kongresi’nin 2014 yılında konu olarak seçtiği“Dünyayı dolaşan hayalet” metaforu bizi Gezi direnişini son yıllardafarklı motivasyonlarla da olsa dünya şehirlerini saran isyan dalgasıylabirlikte düşünmeye sevkediyor. Kuşkusuz bu yönlendirmenin kendisi,küreselleşen neoliberal yönetim mekanizmaları karşısında küresel birmücadeleye ne kadar çok ihtiyaç duyulduğunun bir ifadesi. Bir beliripbir kaybolmasıyla, hayalet, gerçekten daha gerçek bir varlık ve ortaklıketkisi yaratıyor: Dünya toplumlarının cüret, cesaret ve coşkuyu paylaşma,birbirlerine aktarma imkanı böylece katlanarak artıyor. Hayalet, işte bupaylaşılan cüret, cesaret ve coşkunun adı oluyor. Ancak hayalete onunbelirmesini önceleyen bir akıl yakıştırmak, onu hortlaklaştırmak doğruve işlevli olmayacak. Direnişleri bir zihnin, bir hortlağın ete kemiğebürünmesi olarak düşünmemeliyiz. Aksine, cüret, cesaret ve coşkuyladevletin karşısına çıkan bedenlerin kolektifliği hayaleti önceliyor, herseferinde başkalarına ilham versin diye yeniden yeniden yaratıyor. Başkabir deyişle, bir yerden diğerine dolaşan yekpare bir hortlakla değil, heryerde ayrı ayrı beliren hayaletle, hayaletlerle karşı karşıyayız. Hayaletmetaforunu, türlü olumsallıklara açık bir imkanlar toplamını anlatmakiçin kullanabiliriz.Gezi direnişini “anlamak” için halihazırda sahip olduğumuz sınıf, kimlik,inanç ve “yaşam tarzı” gibi analiz araçları sıklıkla öneriliyor. AncakGezi direnişini küresel hayaletin ya da hayaletlerin yaratıcılarından biriolarak düşünmek için analiz düzeyinde bazı başka eksenler önerilebilir.Örneğin Gezi Ruhu diye adlandırılan ortaklaşmış duygulanımlartoplamı, Gezi direnişini diğer direnişlere bağlar. İçerikleri ve amaçlarıbirbiriyle karşılaştırılamayacak derecede özgün olan dünya çapındakihareketlenmelere katılanlar, sonunda ister yenilmiş, ister sinizme geri1. Bu metin 9. Karaburun Bilim Kongresi’nde [2014] tartışılmıştır.5


dönmüş, ister başka bir iktidar konumuyla ittifaka girmiş olsunlar;iktidar konumlarına karşı cüret, cesaret ve coşku duygulanımınıpaylaştıklarını bilirler. Tümüyle içeriksiz, sadece formdan ibaret olan(“Slogan Bulamadım” ya da “Kahrolsun Bağzı Şeyler” gibi) sloganlarbu duygulanım ortaklığının ifadesidir. İçeriğe gerek yoktur, çünkü GeziRuhu, bilgilenme ve kategorize etme gibi rasyonel ya da ödül ve ceza gibiduygulanımsal araçlara ihtiyaç duymayan, bisiklete binme ya da yüzmegibi (beceri) edinmeye dayanan bir öğrenmeyi mümkün kılmıştır: Sizidirenişteki arkadaşınıza bağlayan ne elinizde tuttuğunuz bayrak, ne dene düşündüğünüzdür; bir duygulanım ortaklığıdır sadece ve bunu ifadeedebilen bir form (içeriksiz bir slogan, duran adam, barikat) yeterlidir.Çapulcu sıfatının da bir düşünceyi değil böyle bir formu ifade ettiği içinsahiplenildiği söylenebilir.Kolektif bir ruh varsa, ikinci bir eksen olarak kolektif bir bedenden desöz etmeliyiz. Bedenlenmenin mevcut siyasi örgütlenme yapıları, siyasipartiler, sendikalar, platformlar v.b. içerisinde gerçekleşemeyeceğibaştan beri belliydi. Kimlik, düşünce, çıkar veya iş birliğini değil de,böylesi bir duygulanım ortaklığını ifade edecek başka bir bedenlenmeye,mesela ulus, halk gibi kavramların dahil olduğu kategorik düzeyde birbedenlenmeye ihtiyaç vardı. Fakat kolektif ruhun tüm Türkiye toplumutarafından paylaşılmadığını; hatta karşısında direnişi azınlıkta bırakanbir kalabalığın varolduğunu; devletin bölmeye yönelik saldırılarınıngörünenden de güçlü ve etkili olduğunu unutmamak gerekiyor. “GeziRuhu” bu bölünmeyi yönetecek güçte ve istekte olmadı. Kendisinibedenlendirme konusunda çok ısrarcı olmadığını da söylemeliyiz: Bubedenlenme gerçekleşmedi. İyi ki gerçekleşmedi, böylece üretilenpotansiyeller ve umutlar Pandora’nın kutusundan çıkartılmamış,harcanmamış oldu.Bu noktada, Gezi direnişini küresel düzeyde üretilmiş ve üretilecek olanbir veya birçok “hayaletle” ilişkilendirmemizi kolaylaştıracak iki ekseni,henüz açılmamış iki pakete benzetebiliriz: bir duygulanım formları6


paketi, bir de bedenlenme formları paketi. Paketlerin içinde, hammaddesiham haliyle, kurumsallaşmamış, tekil, “gerçek” bedenler olan (başka birterminolojiyle insan ilişkileri toplamı olan) birçok form bulunmaktadır.Bu yazıda, Pandora’nın meşhur kutusu gibi açmamızın hiç de iyiye işaretolmayacağı bu paketlerin içindeki formların nasıl olabileceğine dairipuçları geliştirmeye çalışıyoruz. Bu haliyle bu bir umut yazısıdır.Gezi ve duygulanımlarDuygulanımlar toplumsal muhalefet açısından olduğu kadar iktidarkonumu açısından da oldukça işlevli bir konu. Devletin saldırıları özelolarak bu eksenden geliyor. Devletin “çapulculara” sürekli sorduğu soru,“kahrolacak olan bu bağzı şeyler nelerdir?” oldu. Bu soruya korkulan(doğru) cevabın verilmesine izin vermeyerek, cevabı yine kendisi verdi:AKP hükümeti ve onun temsil ettiği değerler. Bu yanlış bir cevap olmasada eksik bir cevaptı, dolayısıyla da yanlıştı. Çünkü eğer bu form, bu ruhkendisini bu şekilde ifade ediyorsa, bedenlenmesi de sıradanlaşacaktı:bir siyasi pozisyonu, tanımlı bir örgütlenmesi ve belki bir lideri olacaktı.Nitekim, faiz lobisi ya da cehape zihniyeti bu bedenleme ihtiyacınıkarşılayan metaforlar olarak iş gördü ve toplum tarafından benimsendi.Gezi direnişi sürekli devletin sorduğu bu soruyu değilse de “tüm değerlere,tüm görüşlere, tüm canlılara vs yer var” diyerek, Medeni Yıldırım’ı Gezişehitleri arasında sayarak, bu cevabı yanlışlamaya çalıştı. Gezi direnişibir bakıma savunma pozisyonuna geçti, ama burjuva siyaset oyununundışında kalmaya gayret etti. Gezi’nin hemen ertesinde memleketin seçimgündemiyle karşılaşmış olması, bu gündeme hazırlanmak adına farklısiyasal çevrelerin kendisini kendi siyasal talep ve çıkarlarına göre yenidenörgütlemesi, AKP-Cemaat arasındaki kırılmanın dengeleri yenidendüzenlemesine bağlı olarak, son derece kırılgan, ancak odaklandığı alanitibariyle devletin sistematik örgütlenişini de mümkün kılan bir atmosferyaşandı. Bu durumda, Gezi’de askıya alınan devletli politik eğilimler,seçim atmosferinde devletli siyasetin restorasyonuna imkan tanıdı. Amayine de insanların seçimlere katılması ve bas-geç gibi stratejiler üretmesi7


devletli olmayan siyasal örgütlenişi yanlışlamaya yetmez; çünkü niyetbir parti veya adayın desteklenmesi değil, Erdoğan’dan ibaret görünenengelden kurtulmaktı.Duygulanımlar paketi, direnişe katılan bedenlere bir deneyim bıraktı.Ancak savunma süreci ve bu süreçte yine içeriksiz olarak sıklıkla polisinkarşısına çıkıp cesaret gösterisi yapma hamleleri, direnişe katılanlarınkendi gözlerinde de bir grup olarak belirmeye başlamasına sebep oldu.Bu noktada, toplumun büyük sayılabilecek bir azınlığını oluşturanGezicileri siyasal bir varlık ve bir mekanizma arayışına itti. Buradaiki seçenek çıkıyor karşımıza: ilki, yaşam tarzı ve eski “çağdaşlık”söylemi üzerinden içeriklenmek ve bir kimlik inşasına girişmekti. Buseçenek devlet açısından bölünmenin tamamlanması ve krizin ardındanbir restorasyon anlamına geliyordu; Erdoğan’ın sandıkta hesaplaşmaönerisiyle de gayet uyumluydu. İkinci bir seçenek de, devlet tarafındandayatılan bölünme eksenlerini reddetmek ve başka bir form üretmekti.Zor bir seçenek olsa da umut taşıyan seçenek buydu. Aslında iki seçenekde seçildi.AKPlilerin aşağılanması, Suriyeli nefretinin geliştirilmesi, Kürtnefretinin tekrar dolaşıma sokulması, sol yapı ve partilerin sesinin dahagür çıkmaya başlaması ve HDP’nin belirli oranda da olsa desteklenmesibirinci seçeneğin ifadesiydi. Bu seçenek, Erdoğan’ın özellikle sınıf vekültür eksenli bölünme baskılarına denk düşüyor: Bazı liberallerin depaylaştığı bu yaklaşıma göre Gezi’de direnenler monşerler, ateistler,ahlaksızlar, aleviler, cehape zihniyeti, darbeciler, bir zamanlar milletindenize girmesinden rahatsız olanlar, milletin temsilcisine karşı darbeyapmaya çalışıyor.Forumlar ise ikinci seçeneği oluşturuyor. Böylece ikinci paketin içerdiğiformları da tartışmaya başlayabiliriz.8


Gezinin bedenlenmesiGezi parkı, aslında onu savunanlar tarafından kullanılmayan bir parktı.Ancak artık sokakları bile ticarileşmiş ve her yeri herkese açık olmayan“şehrin merkezindeki tek park” olarak sokakların eski sahipleri açısındanmüşterek bir alanın sembolü olmaya çok müsaitti. İnsanlar ağaçlarıve müşterek alanı korumaya çalışanlara destek verdi. Polis şiddetide burasının çok önemli olduğunu ispatlıyordu. Harekete katılımınbüyümesiyle Gezi parkı, sınırları ve somut olarak ne olduğu belirsiz deolsa “hepimize ait” olanı yeniden ele geçirme mücadelesinin önemli birsembolü haline geldi.Bir müştereğin kurulması ve korunması için mücadele etmek yeni birolgudur. Yeni iktisat ideolojisinin “devlet ayakkabı yapmaz” diyerekgeçiştirdiği devlete ait üretimin ticarileşmesine karşı direniş, devletikamunun temsilcisi olarak tanımaya ve devleti bu role zorlamayadayanıyordu. Ancak sokaklar, parklar, dereler gibi müşterekliğisorgulanmayan alanların da kamu adına onlara sahip olan devletin ticaritasarruflarına maruz kalmaya başlaması, muhalif pozisyonları devleterolünü hatırlatmaktan daha fazlasını hayal etmeye zorladı. Müşterekbir alan üzerine gelişen mücadelenin temel jesti, devlete karşı ve onudüzenlemeye yönelik olmaktan çok, devlet-olmayan bir düzenlemeolmasıdır. Başka bir deyişle, Gezi direnişinin bedenlenmesi paketinde,devlet-olmayan için ürettiği potansiyel formlar bulunmalıdır.Demek ki, siyasal imkanlar araştırılırken Gezi direnişi boyunca devletolmayanınkendisini nasıl inşa ve ifade ettiği sorunsallaştırılmalıdır.Elbette Gezi direnişine katılan insanların temel sınıfsal ve kültürelmotivasyonları toplumun tümünü kapsamıyor. Bu açıdan direnişinbir kısmilik içerdiği teslim edilmelidir. Ancak, direnişle ortaya çıkansiyasi jestin bir müşterek kurulması ve müşterek savunusu olduğu kabuledilirse, bu kısmiliğin aşılmasına dair geniş planda ve uzun erimdeçeşitli imkanlar olduğunu söylemeliyiz. Bu haliyle Gezi direnişinin9


sahiplenicilerinin modern burjuva siyasal alanı kurulurken kullanıldığıanlamıyla bir “toplumsal partiye” denk düştüğü iddia edilebilir. Egemenyönetsel mekanizmaya karşı Gezi direnişi toplumun tanımlı bir parçasıdır.Bu parça, yani Gezi partisi, devlet-olmayanın siyasal inşasına imkanveren bir zemin oluşturdu mu? Park <strong>forumlar</strong>ıyla başlayan sürecin nasılbir siyasal zemine imkan verdiğini çözümlemenin, Gezi partisinin inşaettiği siyasal alanı anlamamızı ve bu sorunun cevabına yaklaşmamızısağlayabileceğini iddia ediyoruz.Bizi bekleyen mücadele, devlet ile devlet-olmayan arasındaki mücadeledir.Gezi direnişiyle birlikte, devlet ile devlet-olmayanın mücadelesinde,devletin çeşitli bölme eksenlerinin karşısına heterojen, farklı dil ve siyasalyatkınlıklara sahip, çokluk olarak örgütlenmiş “halk”ın dikilmesi, Gezipartisinin kendi kurumlarını örgütlemesine imkan tanımıştır. Parklarda,plazalarda, üniversitelerde, fabrikalarda örgütlenen <strong>forumlar</strong>, reel anaakımsiyaset birimleri ve biçimleri dışında, devlet-olmayanın kendisinikurumsal olarak örgütlemesine imkan veren bir politik biçime dairipuçları sunmaktadır. Bu ipuçları, sovyetler ve Paris komünü benzeriçeşitli tarihsel örneklerle ilişkilendirilebileceği gibi, özgün, özgül vekültürel belirli özellikler de taşımaktadır. Forum formu, Türkiye’dekisiyasal literatüre, alternatif/devrimci politik tahayyüle ve siyasal yaşamakatkısı açısından Gezi’nin bize bıraktığı en önemli miraslardan birinioluşturmaktadır.Forum formunun siyasal hayatımızda yarattığı yenilik ve potansiyelitakip ederek, devlet-olmayanın kendisini örgütlemesinin ve siyasal hayatıbelirleyecek bir aktör haline gelmesinin potansiyellerini ve imkanlarınıtartışmak istiyoruz. Forum, sadece yeni bir form olması ve konu olarakmüşterekleri ele alması nedeniyle bizi ilgilendirmiyor. Forum formunuklasik burjuva siyaset tarzlarının dışına taşıyan en önemli özellik, siyasalparti, platform ve sendika benzeri örgütlenme yapılarının aksine, devletolmayanıncoğrafyası içinde var olma zorunluluğudur. Mevcut haliyledünya hareketlerinde ortaya çıkan forum, siyasal coğrafyada muhalefete10


ayrılan bölgede yer almıyor, aynı zamanda kendi siyasal alanını, işlevinive meşruiyetini de en baştan kurmak durumunda kalıyor. Gayet açık olansomut başarısızlığı ve zayıflığına rağmen iddialı bir şekilde Sovyetlerve Paris komünüyle karşılaştırabilmemizi sağlayan özelliği budur.Forum formu, siyaseti de bir müşterek olarak kurma zorunluluğuylakarşı karşıyadır. Forum, ilkesel olarak değil, zorunlu olarak demokratikbir yapılanmadır: ilgilendiği konular, gündemler ve özneleri forumoturumundan önce, baştan ve dışarıdan sınırlandırılamaz. Her forum,mevcut siyasal alan içinde bir karşı-işgal hareketidir: burjuva siyasaltarzları tarafından işgal edilen, örgütlenen ve yapılandırılan siyasal alanıyeniden ele geçirerek örgütlemeye çalışır. Bu anlamda irdeleyeceğimizbaşarısızlıkları ve zayıflıkları, forumla ortaya çıkan (öğrenmeye değil,edinime dayalı) yeni tarz iktidar eğitimini anlamsız kılmaya yetmez:umut hala paketin içindedir.Forumlar: pratikler ve sorunlarDevletin Gezi’yi çeşitli eksenlerde bölme çalışması, son derece özgün,yeni, alışılmamış ve bu nedenle de kırılgan olan forum formundakitoplumsal örgütlenmenin bir süre sonra birçok noktada askıya alınmasınaneden olmuştur. Ancak, üzerinden onca zaman geçmiş olmasına rağmenbu politik biçimde ısrar eden birçok forumun sürekliliğini ve devamını dagözlemlemekteyiz. Her durumda, Gezi direnişi kapsamında ortaya çıkanforum pratiklerinin ürettiği potansiyelleri ve bu pratiklerin gelişmesininönündeki engelleri tartışmak, burjuva siyasal tarzlarına karşı devletolmayanınortaya koyabileceği yeni tarzlar ve müşterekleşen siyasalalanlar hakkında fikir verici olacaktır.Forumlar çeşitli açılardan burjuva siyasal alanının dışında kendine has biralan kurmayı deneyimledi. Bu deneyimlerin bir kısmı zamanla <strong>forumlar</strong>ın“olmazsa olmaz” unsuru haline gelirken bir kısmı ise <strong>forumlar</strong>ı bir çeşitkurum haline getirme ve <strong>forumlar</strong>ı mümkün kılan siyasal alanı tahripetme durumuyla karşı karşıya kaldı. Bu açıdan, <strong>forumlar</strong>ın “pozitif”11


ve “negatif” olmak üzere çeşitli pratiklerini değerlendirmeyi uygungörüyoruz.Öncelikle, <strong>forumlar</strong>ın “agora” benzeri bir örgütlenme olduğu söylenebilir.Agora topluluğun yerleşim alanının merkezi konumudur, başka birdeyişle karşılaşmaların yaşanacağı bir özgürlük alanıdır. Forumlardadeneyimlediğimiz haliyle Agora, zorunlu olarak demokratiktir. Birmahalledeki ya da bir işyerindeki forum, zorunlu olarak herkese aittir;herkesin forumun ne olacağına dair söz söyleme hakkı vardır. Çünkübu hakkın engellenmesi veya sınırlandırılması, sadece forumu işlevsizkılacaktır. Sınırlı veya “sahipli” bir forum, burjuva siyasi yapısı içindebir anlam kazanmadıkça sahibine bir fayda sağlamaz. Dolayısıyla işleyenbir forum zorunlu olarak herkesin katılımına açıktır. Forumun içeriğiniforum toplanmadan önce şekillendirecek verili ilkeler ve ideolojikbelirlemeler yoktur. Başka bir ifadeyle, agora, “saf biçim”dir. Bu biçimiönceden doldurmuş herhangi bir fikir birliği, ideolojik pozisyon; yahutbu biçimin herhangi bir sahibi yoktur.Bu zorunlu demokrasi, <strong>forumlar</strong>ın ilk ortaya çıktıkları dönemi belirleyentemel unsurlardan biridir. Bir yandan herkesin söz aldığı ve her konudafikrini beyan edebildiği bu biçim, işlevselci siyasal bakışı askıya alarakkonuşmayı ve diyaloğu mümkün kılmış, konu hiyerarşisi dayatanişlevselci burjuva yaklaşımları askıya almıştır. Forumların özelliklebaşlarda birer iç dökme alanı olması, insanların kendilerini konuşurkengörmesi, kendi sözlerinin ve görüşlerinin değerli olduğunu hissetmesive karşılığında daha önce duymadığı sesleri dinleyip karşılaşmadığıöznelerle karşılaşması rastlantı değildir. Forumların bu özelliği politikayadaha önceden angaje olmuş ve pratik veya ideolojik olarak bir konuhiyerarşisine sahip kişilerce sıkıcı bulunmuştur. Oysa bu konuşmalar aynızamanda saf haliyle politikadır. Forumlarda devreye sokulan politika,forum alanından, mahalleden başlayıp çok daha geniş topluluklara,alanlara ve konulara ilişkin olabiir; bu alanların hiçbiri profesyonellerebırakılmaz.12


Forum örgütlenmeleri sürecinde özellikle üzerinde durmak istediğimizşeylerden bir diğeri, bir siyaset birimi olarak <strong>forumlar</strong>ın “kapsam alanı”olarak tarif ettiğimiz yerellikleriyle kurduğu sorumluluk ilişkisidir.Reel siyaset biçimlerinde çoklukla gördüğümüz sorumluluk ilişkisi,politik taşıyıcının politikayı “dışarıdan” üretmesi ve sorumluluğunu da“dışarıya” karşı kurmasıdır. Ancak, forum örgütlenmesinde bu durum,yerelliğe bağlı olarak kurulan, “kapsam alanı”na karşı bir sorumlulukşeklinde ortaya çıkmaktadır.Bu açıdan, <strong>forumlar</strong>ın siyaseti mekansallaştırdığı söylenebilir. Bumekansallık bir yandan somut toplumsal birimler olarak iktidar vemücadele alanlarına dayanmakta (örn: mahalleler, üniversiteler, plazalar,fabrikalar) bir yandan da farklı alanlara veya konulara bağlı olarak somutbir varlıkla veya olayla ilişkilendirmekteydi (örn: Vakıf Üniversitelerialanı, beyaz yakalılar, Soma, LGBTİ mücadelesi vb.) Siyasetin bubiçimde mekansallaşması, eski burjuva siyasetin fikir ve kanaatlara bağlıideolojik kamplaşmasının yerine, müşterek bir siyasal alanın mümkünkılınmasının ön koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Forumlarınmümkün kıldığı siyasal alan aynı zamanda belirli bir kapsam alanınada sahiptir. Fikirler ile “dünyanın kurtarılması” kibrinden uzaklaşma,praksis dolayısıyla somut varlığı dönüştürme ve siyaseti bu somutluktankurma imkanını gündeme getirmiştir. Bu durum, bu siyasal alana karşıözel bir sorumluluğu öne çıkarmış, eski tür parti/halk öznelliğinde belirenve parti lehine sonuçlanan sorumluluk tarzının sorgulanması imkanınıgündeme getirmiştir.Bu kapsam alanı aynı zamanda “özne kurma gücü”nü de beraberindegetirir. Mekansallaşan siyaset, bu kapsam alanına bağlı olarakdüşünülebilecek ve “verili olmayan” öznelerin açığa çıkmasını mümkünkılar. Örneğin, vakıf üniversitesi bileşenleri tarafından kurulan <strong>forumlar</strong>ve inisiyatiflere (VİDA, VÜEDA) bağlı olarak, bu pratikler öncesindeverili olmayan “vakıf üniversiteleri” alanı bir mücadele alanına çevrilmişve bu alanda çeşitli öznelerin tarif edilme imkanı açığa çıkmıştır.13


Birer politik birim olarak mahalle, park, üniversite ve plaza <strong>forumlar</strong>ıaynı zamanda bir kurum olarak değerlendirilebilir mi? Bizce<strong>forumlar</strong>ın özörgütlenme ve özyönetim deneyimleri bu sorunun detaylıaraştırılmasında açığa çıkabilir. Yukarıda bahsettiğimiz kapsam alanı,özne kurma gücü ve zorunlu demokratik biçim, <strong>forumlar</strong>ı bir müştereksiyasal alan olarak tanımlarken, <strong>forumlar</strong>ın herhangi bir “sahibi”ninolmadığı, <strong>forumlar</strong>ın herhangi bir ideolojik pozisyon referansı, bupozisyonlara bağlı olarak tanımlanmış ilkeler ve amaçlara göre tarifedilemeyeceği noktasının altını çizmektedir.Forum formunun saf biçim olduğu veya bir müşterek siyasal alan olduğugöz önüne alındığında, <strong>forumlar</strong>ın birer kurum olmaktan öte, kurumkurma gücü olan agoralar olduğunu söylemek gerekir. Çeşitli forumdeneyimleri bu imkanı açığa çıkardılar: Çalışma grupları, mahalleevleri, bostanlar, alt birimler vb. ile, <strong>forumlar</strong>da ortaya çıkan iletişimve örgütlenme alanını somut pratiklerle güçlendirerek alternatif/karşıkurumları inşa etme girişimini başlattılar.Oysa bir kurum olmayan ancak kurumlar kurma potansiyeli taşıyan<strong>forumlar</strong>, bir yandan da “ilişki kurma gücü” taşımaktadır. Farklı<strong>forumlar</strong>la, farklı konularla veya farklı alanlarla kurulan bu ilişkilerbir yandan somut dayanışma pratiklerinin gelişmesine bir yandan daalternatif toplumsallığın pekişmesine imkan tanıyor.Forum formunda açığa çıkmış olan bu özellikleri “pozitif” özellikler olarakdüşünüyoruz. Bu özellikler bize burjuva siyasal alan dışında, devletolmayanınörgütlenebileceğini ve alternatif yönetsel mekanizmalarınkurulabileceğini gösteriyor. Forumların güçlü oldukları bu olguların, aynızamanda zayıf yanlarını oluşturduğunu da söylemeliyiz. Forum formu,mevcut burjuva siyaset alanı içinde kendinde bir işleve ahip değildir;gelişimini tamamlaması için belirli bir süreye, sabra ve deneyime ihtiyaçvardır. Ayrıca, bu form kırılgandır; burjuva siyasal örgütlenmesi içindebir zorunluluk değildir, kolaylıkla vazgeçilebilir. Katılımcılarına bugünkütoplumsal değerler dahilinde geçer akçe sayılabilecek bireysel bir fayda14


sağlamaz. Bu zayıflıklara rağmen sürdürülmesi devlet-olmayanınpolitikasına dair kolektif bir ihtiyacı da işaret etmektedir. Sonuçta buimkan ve ihtiyaç, çeşitli vesilelerle ve pratiklerle sömürülmüş, sekteyeuğramış, askıya alınmış veya rafa kaldırılmıştır.Forumların “önündeki engeller” olarak ifade edebileceğimiz budurumlar ilkin “zorunlu demokrasi”nin siyaset kültürümüzdeki “alışıkolunmayan” yeridir. Agora biçiminde açılan diyalog alanı zaman zaman“karar alma” pratiğinin önündeki engel olarak düşünülmüş, bunun yerinedaha işlevci, gündemleri, işleyişi ve yapısı belli olan bir biçim devreyesokulmuştur. Bu durumda esas olarak <strong>forumlar</strong>ın demokrasi pratiğininaskıya alındığı, burjuva siyasal biçiminden alışık olduğumuz edimlerindevreye sokulduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır.Bu yaklaşımlarla <strong>forumlar</strong> birer kurum olarak algılanmaya başlandı.Forumların birer kurum olarak tanınması bir süre sonra <strong>forumlar</strong>a birçeşit sahiplik yolunu açtı: Devlet tarafından işgal edilmiş müşterekalanlar <strong>forumlar</strong> yoluyla yeniden işgal edildikten sonra (geri alındıktan,yahut karşı-işgal ile yeniden kurulduktan sonra), <strong>forumlar</strong>a katılımdakiazalma, çeşitli siyasal pozisyonların kendi gündemlerini ve siyasettarzlarını <strong>forumlar</strong>a dayatması, bu müştereklerin bir çeşit karşı-işgalianlamına geliyordu. Başka bir deyişle, devletten geri aldığımız veözgürleştirdiğimiz/müşterekleştirdiğimiz siyasal alanı yeniden ve busefer biz işgal ettik. Forumları, diğer platform, parti veya inisiyatifbiçimindeki siyasal kurumlar olarak gördük ve <strong>forumlar</strong>ın ortadankalkmasını hızlandırdık.Bu durumu meşrulaştıran temel argümanlardan biri de “aciliyet hissi”olarak ifade edilebilir. Bazı <strong>forumlar</strong> bir süre sonra (veya kuruluşundanitibaren) bir eylem birliği/eylem platformu/ eylem tasarlama birimiolarak düşünüldü ve böyle işlevlendirildi. Eylem tasarlama merkezininbildiğimiz klasik platform yapılarından veya siyaset toplantılarından pekbir farkı yoktu.Eski “platform” tarzı örgütlenmelerin belirli bileşenleri15


vardı ve platformların bu bileşenlerin minimuma indirgenmiş ortak sözünü“ilettiği” biliniyordu. Ancak, “dayanışma”, “forum”, “halk meclisi”veya “meclis” isimlerini kullandığı halde, bu örgütlenme pratiğininplatform tarzında işlemesi, <strong>forumlar</strong>ın açtığı siyasal alanı ve siyasetbiçimini askıya almıştır. Bir süre sonra “dayanışmaların” çeşitli internethesaplarının birer eylem çağırma merkezine dönüştüğü; bu eylemlerin debu hesapları yöneten kişilerin keyfiyetine göre belirlendiğini söylemekyanlış olmayacaktır.Bu aciliyet hissi, müşterekleştirilen siyasal alanın (devletin işgal ettiğialanın karşı-işgalinin) hem de devrimciler tarafından yeniden işgaledilmesini kolaylaştırdı. Bunun anlamı burjuva siyasal formununrestorasyonuydu. Forum, bu işgali takiben bir parti, kurum veya platformgibi karar alma mekanizması olarak görülüyor ve konu hiyerarşisi,aciliyet, fikirler çarpışması ve ilkelerin yeniden tesis edilmesi gibisüreçler yaşanıyor.Forumların ilk başlarda salt form olma hali, bu restorasyon ile birlikteortadan kalkarak forumun kendisi bir amaç haline dönüşüyor. Baştakibelirsizlik ve salt form olma hali, <strong>forumlar</strong>ı bir araya gelmek ve alternatif birsiyasal alan kurmak için bir araç kılmakta iken bu restorasyon <strong>forumlar</strong>ınkendisini bir özne olarak tarif etmektedir. Böylece, <strong>forumlar</strong>ın önceliklihedefinin kendi varlığını devam ettirmek olduğu; bir öz örgütlenme veözyönetim deneyimini mümkün kılabilecek siyasal alan olmaktan hızlauzaklaştığını gözlemleyebiliriz.Mevcut <strong>forumlar</strong>ın hem hükümetin baskısı hem de muhalefetpozisyonlarının dayatmalarıyla yitirilmesi, yerel seçimlere kurulacakdenetim organları vasıtasıyla aktif olarak müdahale etmek, kapsamaalanlarında kolektif anlamı olan çeşitli iyileştirmelere imkan sağlamakve devlet-olmayanın politik, sosyal, kültürel ve hatta ekonomik olarakyeşerebileceği karşılaşmalar alanını inşa etmek gibi çok somut vepratik olanakları ortadan kaldırdı. Ancak daha da önemlisi, toplumun16


ir parçası olmakla birlikte iktidarın bir türlü bir kimliğe indirgeyipmassedemediği Gezi partisinin kimlikleşmesine de yol verdi. SürekliAKP karşıtı acil eylemliliklerle sertleştirilmeye çalışılan <strong>forumlar</strong>dangeriye klasik reformist kurumlar kaldı. Forumların zorunlu, pratik vesomut demokrasisi, yerini ilke olarak “demokratikliğe”, özgürlükçülüğevb terkederek bir kez daha ertelendi. Demokratiklik katılımcıların uymasıgereken bir kural ve sahiplenilen bir ideoloji olduğunda, yine burjuvasiyaset anlayışındaki erişilmez yerine yükseldi. İlkeler, AKP’ye karşıolmak gibi, kimliğin bir parçası oldu. Böylece toplumun bir parçası olarakGezi partisi tüm toplum adına konuşmak yerine topluma seslenecek birmegafon olma işleviyle işlevlendi.Her durumda Gezi direnişiyle birlikte forum deneyimi, başta söylediğimizgibi öğrenilmiş ve bizi tanımlayan kimliğe dahil edilmiş bilgiler değil,bisiklete binmek veya yüzmek gibi edinilmiş davranışlar olarak toplumsalkazanımlar toplamını geri dönülmez biçimde değiştirmiştir. Bugün<strong>forumlar</strong>ın sönümlenmiş olması önemsizdir. Gerektiğinde işyerleriveya okullar gibi alanlarda veya Soma benzeri konularda <strong>forumlar</strong> veyabenzeri örgütlenmeler bundan sonra mutlaka kendilerine yer bulacak,devlet-olmayanın yeni deneyimlerini besleyecektir.17


Neoliberal Yönetimsellik veForum Formu 2Günümüz kapitalizmi toplumu bireyler ve bireylerin işaretlenebileceğikimliklere kadar parçalamaya çalışıyor. Bu durum her ne kadar toplumunbelirli ve değişebilir parçaları açısından (“sermaye” açısından) ekonomikbir fayda sağlıyor olsa da yeni bir yönetim zihniyetini içinde barındırıyor.Bu perspektiften hareket edildiğinde neoliberalizm kavramı ekonomikolmaktan çok siyasal bir kavram olarak ele alınabilir: şirket, ekonomi,kar, fayda, zenginlik gibi kavramlar daha çok siyasi bir işlev görür.Bireyler olarak kurulan ve çeşitli kimlikler içine yerleştiren toplum, çeşitliçıkar gruplarını ve toplumsal örgütlenmeleri yönetmek yerine bireyleriyönetmek ve bireyleri içine alan çeşitli kimlikleri yönetmek üzerineşekilleniyor. Bu durum, bir yandan sınıf, cinsiyet, etnisite gibi belirlive temel adaletsizlik eksenlerinin üzerini (tahakküm altındaki taraflarıparçalara ayırıp onların varlıklarını yönetsel birimlere ve taleplerini deprojelere ve siyasalara tercüme ederek) örtüyor, bir yandan da bir yaşamve örgütlenme mekanı olarak belirli toplumsallıkların gelişmesinin önünükapıyor. Belki de daha önemlisi, bugün için toplum kesimleri, doğa veortak yaşama dair her şey açısından bir yıkım anlamına gelen neoliberalpolitikaların karşısında durabilecek (öz)örgütlenmelerin gelişmesiniönlüyor. Çeşitli direnişlere rağmen neoliberalizmin bu başarısının temelnedenini şu şekilde ifade edilebilir: belirli yaşamsal, kültürel, mekansalortaklığa dayanmayan, böylesi bir müşterek toplumsallığı kuracakörgütlenme mekanına dönüşemeyen bir alanda mücadele, kazanımlasonuçlanmıyor. Örneğin etik ve vicdani bir motivasyonla hareketeden bir çevreciliğin kendi pozisyonundan yola çıkarak kazanamadığımücadeleyi o mekanda örgütlenebilmiş “halk” (kendinde bir özne olarakdeğil, herkes-için talep üreten politikleşmiş ve “kurulmuş” bir toplumsalalan olarak “halk”) kazanabiliyor. Yahut, böyle bir örgütlenmeninoluşamadığı bir yerde binlerce insanın karşı çıktığı bir kentsel dönüşüm2. Bu metnin başka bir versiyonu gayriresmibogazici blogunda yer almıştır.18


projesi rahatlıkla gerçekleşebiliyor.Başka bir ifadeyle söylenecek olursa, bugün toplumun bu neoliberalörgütlenmesi yerine kendi yaşam formunu geçirecek bir örgütlenmeanlayışına ihtiyaç var. Bu, bir yandan örgütlenmeyi zorunlu olaraktoplumsallaşma ile birlikte düşünmeyi, bir yandan da bu örgütlenmedezorunlu olarak özyönetime dair demokratik, kurucu ve katılımcı birperspektifin olmasını gerektiriyor. Bu açıdan ele alındığında, örgütlenmeanlayışının, ayak basılan her yerde var olan toplumsallığı güçlendirmek,bu alanı bir iktidar, yaşam ve mücadele alanı olarak kurma perspektifinedayanması gerekir.Böylesi bir alan heterojen bir politik özneliği ifade ediyor. Buradaheterojenlik, çeşitli fikir, pozisyon ve kimliklerin bir “mozaiğinden”değil, kendi içinde heterodoksiyi, temel eşitsizlik eksenlerini, iktidarilişkilerini içeren bir mücadele alanı olmasına vurgu yapmaktadır. Biriktidar alanının mücadele alanı olarak kurulabilmesi için, bu alandakiherkesin katılımını, ve bu katılımın önünü açacak herkes-için politikaüretimi gereklidir. Bu politikanın yapılabilmesinin ön koşullarındanbiri böyle bir perspektifin gelişmesi ise, daha önemlisi, bunun icraedilebileceği alanın kurulabilmesidir. Bu açıdan bu alan herkese açık vekatılımcı olmak zorundadır. Başka bir ifadeyle, bu alan elektromanyetikbir alana benzer. Kapsama alanı dahilindeki her bir mensupla etkileşimhalindedir: dolaysız ve zorunlu olarak etkiler ve etkilenir.Üniversite mekanı içinde çok çeşitli iktidar ilişkileri ve eşitsizlik eksenleribulunmaktadır. Bu eksenlerin üzerinin örtülmeyip açığa çıkmaları, böylebir karşılaşmayı mümkün kılacak siyaset zeminini gerekli kılar. Buzemin, bütün üniversite mensuplarının içinde bulunduğu ortak zemindir.Ancak siyaset, çok katmanlı ve çok çeşitli mekanizmaları içerdiğindendolayı herkesin böyle bir zemine icabet etmesi otomatik olarak gelişmez.Bunun için üniversite birimlerinin tanınması, kurulması, politikleşmesigerekir.19


Forum formu, bu birimlerin kurulması ve üniversitenin yönetimine talipolması açısından bütün üniversite mensuplarına bir imkan sunmaktadır. Buimkan, çeşitli araçlarla geliştirilerek üniversitenin bütünün örgütlenmesiiçin yeni alanlar açma ve yeni haklar üretme potansiyelini de taşıyor. Buaçıdan yapılacabilecek şey, bu formun gelişmesi ve devam etmesi yönündekatkı sunmak, ve üniversite mensuplarının yönetime katılması yönündesüreklilik taşıyacak mekanizmaları açığa çıkarmaktır. Üniversite kendinibir örgüt olarak ortaya koyduğu zaman YÖK yasasına, ticarileşmeye,polis kuşatmasına karşı koyabilecek gücü bulacaktır. Ancak, herhangi birkısmi alanın varlığını ve mücadelesini sürdürmesi, geniş toplumsal bütüniçerisindeki diğer mücadele alanları ile kuracağı bağlarla mümkündür.Bunun karşılığı “kamusal üniversitedir.” Kamusal üniversite, toplumsalmüşterek olarak da anlaşılabilir.Üniversiteye ve örgütlenmeye dair böylesi bir yaklaşımın belirli ve sınırlıbir fikir birliğinden ziyade bir perspektif ortaklaşması olduğu söylenebilir.Bu perspektifin politik sorumluluğu alanın iradesine yönelmiştir. İçindebulunulan her alanı ve giderek toplumsal alanın bütününü mücadelealanlarına, politik alanlara dönüştürmeye, örgütlemeye yönelik buortaklık; kurulan alanların içinde mütevazi, organik, alana karşı sorumlubir konum almaya yönelik bir çağrıdır aynı zamanda.20


İktidar ve Mücadele AlanıOlarak Üniversite 3Gezi direnişi öncesi yakın dönemde üniversite hareketleri, öğrencihareketinde yeni bir dönemin ipuçlarını barındırmaktaydı. Buhareketlenmeler, üniversiteyi (aynı anda) bir iktidar ve bir mücadele alanıolarak yeniden kurma, üniversiteyi bir kamusal alan olarak yeniden elegeçirme ihtimalini görünür kılıyordu. Bu ihtimal, elbette, üniversitenintoplumsal ilişkiler içindeki rolü ve bu toplumla kurduğu ilişki tarafındanbelirlenmiştir ve bu ilişkiler bütünü de üniversitenin diğer toplumsalilişkiler içindeki pozisyonunu bir iktidar ilişkileri bütünü olarak yenidenüretmektedir.İktidar alanı, en basit ifadeyle toplumsal ilişkilerin yapısal yanisürekli ve kalıplaşmış bir tarzda asimetrik ve eşitsiz bir örüntü halindeşekillenmesiyle tanınır. Sınıf, etnisite, toplumsal cinsiyet gibi temeleşitsizlik eksenlerinin yapısal olarak üretildiği toplumsal ilişkiler bütünübir iktidar alanı olarak kurulur. Üniversitenin asimetrik ve eşitsiz yapısı,elbette ki toplumsal bütündeki asimetrilerin tekrarını içerir. Eşitsizlikeksenlerine bağlı sömürü ve tahakküm ilişkileri, bir toplumsal ilişkileralanı olarak üniversitede yeniden üretilerek üniversitenin bir iktidar alanıolarak kurulmasını ifade eder.Üniversitelerde son dönemde ortaya çıkan hareketler, üniversite alanınınbir iktidar alanı olma niteliğini açığa çıkartmaktadır. Boğaziçi Üniversitesiöğrencilerinin Starbucks şubesini işgal etmeleri, Koç Üniversitesi’ndeçalışan taşeron işçilerin üniversitenin girişnide kurdukları direniş çadırı,İTÜ’lü asistanların rektörlük işgaline varan eylemleri vb., üniversitenin“dışındaki” büyük meseleler üzerinden bir öznellik kuran hareketlerdeğil, üniversite içinde yeniden üretilen iktidar ilişkilerine bağlı olarakgelişen ve kendini örgütleyen hareketler olarak ortaya çıktılar. Böylece,3. Bu metin 8. Karaburun Bilim Kongresi’nde (2013) tartışılmıştır.21


üniversitenin kendisini, açığa çıkardıkları çelişki ve bu çelişkiye bağlıolarak gelişen mücadele hattı üzerinden bir iktidar alanı olarak kurdular.İktidar alanı olarak üniversite, ancak bu iktidar alanını tanımlayanve bunun üzerinden bir mücadele perspektifi geliştiren bir öznellik ilemücadele alanına dönüşebilir. Böylece, üniversitenin “içi” ile “dışı”arasındaki fark, üniversitelinin “aydın” konumuna yerleşen ayrıcalığı veöğrenci hareketinin yeterince politik bir etki yaratmak için üniversitenindışında gördüğü “büyük” meselelere yönelmesi zorunluluğu sona erer.Üniversite, toplumsalın kendisi olarak tahayyül edilerek iktidar vemücadele alanı olma niteliği kazanır.Üniversite’de Geçiş SüreciÜniversite, özellikle Türkiye’de Jön Türklerden beri toplumu kurtarma,toplumsalı (mesela bir “ulus” olarak) kurma ve yönlendirme misyonunuüstlenen aydınlara ait ayrıcalıklı bir alan oldu. 1980’e kadar devletintoplumu meslek grupları ve üretimdeki konumlarına dayalı benzerkamusallıklar olarak tasnif edip yönettiği bir dönemde üniversiteler içindebelirli bir anlamda eşitliğin deneyimlenebildiği kamusallıklar varolabildi.Bu dönemde bu kamusallıklardan toplumu ‘kurtarmaya’ ve devletiktidarına alternatif oluşturmaya talip politik özneler çıkabildi. 80 sonrasıise, üniversiteler önce doğrudan devletin kontrolüne girdi, ardından dapiyasa aracılığıyla topluma ‘açılmaya’ başladı. Bu değişimi hapishaneüniversiteya da kışla-üniversiteden şirket-üniversiteye geçiş olarak datarif edebiliriz: artık üniversite alanında gruplar halinde öğrenciler veöğretim üyeleri değil, tek tek bireyler yönetilmektedir. Üniversite eğerhala bir hapishane ise, koğuş tipi değil F tipi bir hapishanedir. YÖKyasasında yapılması tasarlanan son değişiklikle birlikte, bilgi üretimininve bilginin değerinin tümüyle piyasa koşullarına tabi olduğu ve bir şirketgibi yönetilmesi beklenen üniversite ile toplum arasında zorunlu olarakyine şirketler aracılığıyla kurulacak bir ilişkinin hukuku oluşturuluyor.Üniversite artık aydınlar ve toplumsal konumu az çok garantili meslekerbabı yetiştiren bir devlet kurumu değil. Her biri farklı ücretler22


ödeyen, farklı düzeyde hizmet alan özel türde bir işçiler ve müşterilertopluluğudur. Bugün her toplumsal alan gibi üniversite de tümleşik birgüvenlik politikaları (terörle mücadele) ve sosyal politikalar (sosyalgüvenlik, yardım/bağış politikaları, üniversitedeki haliyle burs, yurt, dersgeçme ve sürekli borçlandırma politikaları) paketiyle yönetilmektedir.Üniversitedeki bu yeni iktidar-yönetim yapılanması, üniversiteyidevletin yanındaki ya da en azından devlet ile halk arasındaki özelkonumundan çıkartmıştır. Fakat bu sayede de, devlet ve ulus bağlamındagörünmezleşebilen asimetri eksenleri belirginleşmeye başlamıştır. Bu daüniversitede verilebilecek mücadeleyi çeşitlendirmekte, sınıf, cinsiyet veetnisite eksenli asimetrileri de mücadelenin çeperinden alıp merkezinetaşımaktadır.Bu süreç her ne kadar piyasanın zorlayıcı disiplini içinde ilerlese de,her dönüşüm dönemi gibi muhalif müdahaleye açıktır. Neoliberaldüzenlemeye karşı muhalif müdahale kabaca iki tarzda toplanabilir.Birinci tarz, neoliberal düzenlemeyle kaybedilen hakların geri alınmasıve üniversitenin 80 öncesi kamu kurumu niteliğinin restorasyonuçabasındadır. Bu çaba, öncelikle propaganda ve teşhir düzeyindeüniversitenin ‘ticarileştiğini’ ve ticarileştirici ajanı göstermeye çalışır.Ardından da özlenen üniversiteyi, yani özerk ve toplum için çalışanaydınları yetiştiren üniversiteyi kurmak için ajitasyon yapar. Fakat butarz, neoliberal ‘saldırının’ ve üniversiteye yönelik hükümet ve sermayetahayyülünün -ki bu tahayyül reform ve özerklik talebini de kısmi olarakkarşılar- üniversite bileşenleri tarafından da bizzat üstlenildiğini unutur.Üniversiteyi, üniversite ‘dışarıdaki’ bugünkü değişken makro-politikdüzeydeki bölünme hatlarında (laik / anti-laik vs) bölmeye çalışarakpolitikleştirmeyi dener. Bugün üniversitenin ‘aydın’ niteliğine dayananüniversite-toplum ilişkisinin restorasyonu ne mümkün ne de gereklidir:üniversite, kapitalizmin buharlaştırıcı gücüyle ‘okumuşluktan’kaynaklanan halelerinden tümüyle sıyrılmıştır, halelerin yerini başarıöyküleri ve markalar almıştır.23


Üniversite ile Toplum Arasındaki İlişkiÜniversitenin ihtiyacı olan tartışma, üniversite ile (dışarısı değil)toplum arasında kurulan/kurulacak ilişkiyi sorunsallaştırmaktır. Busorunsallaştırma üniversite alanındaki iktidar yapılanmasını iyi tahliletmelidir. Üniversitenin ‘düşmanı’ dışarıda değildir, üniversite eşitsizlikeksenleriyle halihazırda bölünmüştür. Üniversitedeki kişiye özeliktidar, teşvik ve baskı mekanizmaları ancak üniversite bileşenlerininörgütlenmesiyle aşılabilir; bu da içindeki birey ve grupların kısmi çıkarve ilgilerinin genelleştirilmesi ve “herkes-için” kılınmasını gerektirir.Üniversite alanı için yeni haklar üretilmeli ve savunulmalıdır. Kendihaklarını ve kendi ‘politikasını’ oluşturan üniversite alanları, birerpolitik özne olarak yeniden kurulmalıdır. Ancak bu örgüt-üniversitelersermayenin şirket-üniversite tahayyülüne karşı bir savunma sağlayabilir.Geçtiğimiz dönemde başbakan Erdoğan’ın ODTÜ’ye gelmesi üzerindenbaşlayan ve bir çok üniversiteye yayılan direniş, başta AKP iktidarındacisimleşen neoliberal politikalara ve savaş stratejisine karşı bir tepkiolarak ortaya çıksa da, yayılması ve diğer üniversitelerdeki rezonanslarıaçısından çok farklı bir muhteva kazandı. Politik iktidarın rektörlerüzerinden üniversitede bir kamplaşma yaratma çabası, üniversitemensuplarının “benim rektörüm değil” siyasetini üretmesine, veüniversitelerde var olan yönetim mekanizmalarına karşı “aşağıdan” vedemokratik örgütlenmelerin oluşma imkanının ortaya çıkardı. Böylece,üniversitelilerin “dışarıya” dönük müdahalesi, öncelikle üniversiteralanın içine (örn:kampüse) çekilde, ve sonrasında da farklı bir çoküniversiteye yayılarak üniversitenini bir politik alan olarak kurulmasınaimkan tanıdı. Neoliberal iktidarın yönetim paradigmasının çöküşsinyallerini gördüğümüz bu süreçte, bazı üniversiteler kendi özörgütlenmeçalışmalarını yaparak Gezi’den sonraki Forum sürecine büyük orandahazırlıklı girme şansı buldu.24


Koç Üniversitesi’ndeki taşerona karşı mücadele ise, emek eksenlieşitsizlik ilişkisinin üniversite kuruluşuna yaptığı müdahale açısından,hem özel olarka üniversitelerin emek ilişkilerine, hem de geneldetaşeronlaştırmaya karşı önemli bir politik anlam içermektedir. Öncelikle,emek piyasasına yapılan müdahale, taşeronlaştırma tarzına ve taşeronluğunkendisine yapılması açısından “herkes-için” politik çıkarları örgütlemeyibaşarmıştır. Bunun yanında, taşeronlaştırmaya karşı mücadele edenişçiler, üniversite mensubu olarak üniversitenin diğer bileşenlerini kendipolitik çıkarları etrafında yan yana getirmeyi başarmış, daha doğrusu,kendi çıkarlarını ve taleplerini politikleştirerek üniversitenin “özyönetimyönünde” örgütlenmesinin çatlağını yaratmıştır. Yan yana gelen üniversitebileşenleri, meclis tipi bir örgütlenme modeliyle üniversite yönetimineparalel biçimde, gücünü demokratik-katılımcı yapısı ve meşruiyetindenalan bir örgütlenme deneyimini hayata geçirdiler.Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen Starbucks işgali, öğrencilerinnitelikli beslenme ve ortak mekan ihtiyacı üzerinden şekillenmiş, dahasonra ise üniversitenin bütün politik tartışmasının örgütlendiği bir mekanhaline gelerek “herkes-için” politik çıkarlar üreten bir merkez olmuştur.Starbucks’ın kampüsü işgal etmesi, “kamusal alan” tartışmasını açtığında,üniversitenin kamusallığı tartışılmaya açılmış, bu kamusallığın gerialınması ve üniversiteye kamusal ve özgür niteliklerini geri kazandırmapratiği üniversitenin kendisini bir politik birim olarak kurabilmesinedair bir imkanı ortaya çıkarmıştır. Yaklaşık 80 gün süren işgalin çeşitlikazanımlarının yanında farklı üniversitelerde rezonans etkisi yarattığınıda ekleyelim.Bu örnekler üzerinden tartışmaya açtığımız şey, üniversitenin kendisininbir politik birim olarak düşünülmesi ve kurulması perspektifinin,neoliberal dönüşüm sürecine karşı geliştirilebilecek temel politikalternatiflerden biri olduğu meselesidir. Makro-politik düzeydekibölünme hatlarının geri çekilmesiyle birlikte üniversitenin kendisi tabiricaizse bir “fabrika” haline geldi. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak,25


üniversite, çeşitli üretim ilişkilerinin, ve bu ilişkilere bağlı olarak çeşitlieşitsizlik eksenlerinin üretildiği bir iktidar, mücadele ve yaşam alanıdır.Buna bağlı olarak, üniversitenin eski toplumsal pozisyonuna bağlıolarak “toplumu-kurtarma”, “aydınlatma” vb işlevleri pratik olarakgereksizleşirken, üniversitenin kendisi “kurtarılacak” bir politik mekanolarak kurulmaktadır. Burada, “kurtarma” kelimesinden, üniversitenin birözyönetim birimi olarak politikleşmesini, ve kendi ihtiyaçları ve üretimkapasitesi üzerinden toplumla ilişki kurmasını anlıyoruz. Üniversitenin buşekilde tahayyül edilmesi ve kurulması, üniversitenin toplumla kurduğuilişkide “sermaye” dolayımını gereksiz kılması ve kendisini sermayeninçeşitli saldırılarına karşı savunmasını mümkün kılar.Bir politik birim, toplumsalın diğer kesimleriyle kurduğu ilişkiyipolitikleştirir ve kendi ilişkisine benzer şekilde birimleştirir. Böylece,siyaset yapma algısı, çeşitli örgütsel dolayımlardan ve bürokrasidençıkarak doğrudan politik birimler arasındaki ilişki yüzeyine yayılır.Üniversitenin gerek sosyal gerek beşeri birikimi açısından toplumsalınkuruluşuna ve kurtuluşuna önemli katkı sunma ihtimali vardır. Buşekilde, üniversitenin kendisini kurtarması, toplumsalın da kurtulmasınahizmet edebilir.Direniş ve DayanışmaÜniversite alanlarını politik birimler olarak yeniden kurmak, üniversiteiçindeki eşitsizlik eksenlerini sorunsallaştırmayı zorlayacağı gibi,(üniversitelilerin değil) üniversitenin diğer mücadele alanlarıyladayanışma ilişkisini de sağlıklı bir zemine yerleştirecektir. Bugününiversite bileşenlerinin emek hareketlerine verdikleri destekler, birvatandaş olarak verilen bireysel veya örgütlü destekler olarak kalmaktadır.Dayanışma ilişkisine giren birey ya da grupların kendi alanlarıyla vedestek verdikleri alanla ilişkileri ve bu dayanışmadaki işteşlik (yanidestek verenlerin bu işten nasıl bir çıkarı olduğu) belirsiz kalmaktadır. Bubağlantı ancak vicdan ya da ideoloji üzerinden anlamlandırılabilmektedir.26


Bu da her destek ve dayanışma çabasının marjinalleştirilmesine, hattakriminalize edilmesine yol açmaktadır. Oysa (motivasyonu yine vicdanveya ideolojiden kurulsa da) dayanışma karşılıklıdır: üniversite kurtarıcıdeğildir, kendisinin de kurtarılmaya ihtiyacı vardır.Ancak ve ancak üniversite alanları politik birer özneye dönüştüğündedayanışmada kendi ‘çıkarını’ ya da kamusal ‘çıkarı’ tarif edebilecekve üniversite mücadelesi toplumsal muhalefetin ya da genel bir emekhareketinin yedeği, destekçisi, afişçisi ya da “gençliği” olmaktan çıkıp,emek cephesinin doğrudan, organik bir parçası olabilecektir. Sadecebaskı uygulamayan ama elimine eden, kimlikleştirip marjinalize eden,tüm hayatımızı ve deneyimlerimizi paraya tahvil eden, istisnasızhepimizi yalnızlaştıran bir politik şiddete karşı mücadele, ancak yeni veözgür kamusallıkların kurulması ve emek cephesi etrafında birleşmesiylemümkün olacak.27


Bugünün Öğrenci Hareketi ÜzerineNasıl Düşünmeliyiz? 4“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama bunu keyfi, kendilerinin seçtiğikoşullar içerisinde değil, doğrudan kendilerine verili ve geçmişten miras kalankoşullar içerisinde yaparlar. Bütün ölmüş nesillerin geleneği büyük bir ağırlıklayaşayanların beyinleri üzerine çöker.”[Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i]Dünden bugüneKısmen 80lerin sonunda ve ağırlıkla 90lar boyunca, öğrencimuhalefetinin özeleştirisi dil meselesine yoğunlaşmıştı. Dönemin görecebaşarılı öğrenci muhalefeti örnekleri, geniş öğrenci kitlesine ulaşabilen,kendi içine kapanmayan ve öğrenci kitlesi içinde öncü-kitle, bilenbilmeyenayrımları yaratmaktan kaçınan bir dil kullanmaya özel birçaba harcamışlardı. Hareketin zayıfladığı anlarda talepler ve örgütlenmearaçları değişse de, dile dair bu tartışma ve “başarı sağlayan” sonuçlarıbelirli oranda korundu: Bugün öğrenci mücadelesine girişen pozisyonlardil konusu hala önemsiyorlar, kelime ve kavram seçimlerini “güne”uydurmaya çalışıyorlar.Fakat bu “revizyon” bazı şeyleri gözden kaçırarak, hatta bu gözdenkaçırmaya bağlı olarak mümkün olmuştu aslında. 95-97’ninKoordinasyon’u, her ne kadar 90’ların kadroları tarafından yönlendirilsede dönemin “apolitik” öğrencilerinin enerjisinden besleniyordu. TıpkıGezi’de olduğu gibi, esprili, enerjik ve “sıradan” kitle toplumsalmuhalefet içinde kendini ifade imkanına sahip olmuş, kadrolarla yanyana durabilmişti. Bunumümkün kılan sebeplerden biri de öğrencihareketinin, kadrolar tarafından aslında politik mücadeleye göre4. Bu metin Başlangıç Dergisi’nin web sitesinde yayınlanmıştır.28


kategorik olarak ikincil düzeyde görülmesiydi. Akademik / demokratikmücadele, politik mücadeleden daha az önemli görülüyor değildi elbette;darbe sonrası oldukça ciddi etkileri olan ve kadroların tüm emeklerinisakınmadan harcadıkları, uğruna ağır kayıpların verildiği bir alandı. Ama“yangında ilk kurtarılacak” şey de değildi. Bu sayede üniversite alanısadece “sıradan”, “apolitik” öğrenciler için değil, kadrolar için de politikdilin ağırlığına ihtiyaç duymayan geniş bir özgürlük alanı haline gelmişti.Gezi direnişinin bu döneme birçok açıdan benzediğini söyleyebiliriz,yeri gelmişken.Bu süreç, politik alanın özellikle zayıflama anlarında dönülecek bir anayurtve anadil olarak korunmasını da sağladı. Koordinasyon döneminde vesonrasında örgütlü kadrolar iki dilliydi; alanda ve politik örgütte ayrıdiller kullanıp sürekli bu dilleri birbirine tercüme etmekle uğraşıyorlardı.Örneğin sosyalizm demeden sosyalizmi anlatmaya, öncülük yapmadanöncü olmaya çalışıyorlardı.“Bugünün öğrenci hareketi”, kadrolar düzeyinde, farkında olmasa daenerjisini büyük oranda 90ların güçlü öğrenci hareketiyle hesaplaşmayaayırıyor. Bu adaletsiz bir durum olarak görülebilir, ama her kuşakönceki kuşakların yükünü ister istemez üstlenir. Öğrenci hareketininihtiyaç duyduğu tartışmayı geliştirmek için bu yükün ve enerji alıcıhesaplaşmanın izini sürmek kaçınılmaz.Özne ve kadro: Hata nerede?90ların öğrenci hareketi, önündeki sorunu darbe tarafındanapolitikleştirilmiş kitleye ulaşma, kendiliğinden gelişen muhalefetikendi-için bir pozisyona taşıma, bulunduğu mekanda veya o mekandançıkartarak politikleştirme sorunu olarak tarif ediyordu. Dolayısıyla,sorunu bir özne sorunu olarak tarif ediyordu: kadrolar nasıl hareketetmeli, nasıl konuşmalı, hangi talepleri önermeli?29


dışlanıyor. Halka böylece tamamlanıyor: kadronun fikri, zikri, kimliği vetalepleri, esneklik ve değişim tasarrufu tamamen kendisine (örgütüne) aitbir birlik/bütünlük olarak algılanıyor.Bu hatanın bir sonucu da “düşman”ı, kimliğimizi ifşa ederken gereğindenfazla küçümsemek, yenilgi durumunda da gereğinden fazla büyütmekoluyor. Burası, yapılan hatanın da açıkça göründüğü bir yer: mademkiprogramdan örgüte tüm ihtiyaçlarımız tamam, neden başarılı olamıyoruz?Aşmamız gereken temel hata, şu veya bu kadro grubunun fırsatıkaçırmasına yol açan davranışlar değil, bizzat bizim hataları tarif ederkeniçine düştüğümüz hatadır. Eleştiriyi yapan akıl, kadro gruplarınınkimlikleşmesini eleştirirken eleştiri nesnesini bir kimlik olarak kuruyorve tüm hatayı bu kimliğin hatası olarak tarif ediyor. Kimlikleşmenineleştirisini yapmak yerine doğru bir kimliğe (bizimkine?) çağırırkenbuluyoruz kendimizi. Ve birliğe, elbette.Bu temel hatanın sebebi nedir peki? Elbette tarihsel-toplumsal bazıaçıklamalar yapılabilir; insanlar içinde bulundukları koşullara bağlı olaraktarihi yaparlar. Fakat bu ünlü aforizmanın ilk yarısına vurgu yaparak yinede insanların tarihi yaptıklarını söyleyeceğiz. Hangi düşünsel/söylemselzemin üzerinde hareket ederek bu tarihi bu şekilde yapıyoruz? Daha iyi birsoruyla, bizi eleştirdiğimiz kadro grubununkiyle aynı noktaya yerleştirenanlayış, tüm kadro grupları/ kadro adaylarını aynı hataya sevkeden hatanedir?Bu hatayı anlamak için, 90larda başlayan ve bugünün öğrenci hareketiüzerine bir yük olarak binen “kadro-öncü-kitle-örgüt”, “yerel-ulusal” ve“demokratik mücadele – politik mücadele” tartışmasının tamamlanmasıgerekiyor. Genellikle katılıma, yataylığa, demokratikliğe ve antihiyerarşikliğeyaptığımız yüzeysel vurgularla ertelediğimiz, örgütselyaşantının özel alanına ve bilinçaltına gömdüğümüz bu tartışmanınalenen yapılmasının vakti geldi.31


Verili özne yoktur, özne kurulurBu tartışmanın bugüne kadar tamamlanamamasının sebebi, toplumsalhareketin bir doğa olayı gibi algılanmasıdır. Kadro grupları gel-git olayıgibi yükselen ve düşen hareketlerle bunlara cevap üreten devlet arasındasadece aracılık işleviyle işlevlendiriyorlar kendilerini. Yükselen hareketedoğru politikayı önermek ve onu doğru bir şekilde ve cesurca devletlekarşı karşıya getirmek, bu faaliyetler arasındaki tüm boşluğu da ajitasyonpropagandayladoldurmak yegane siyasi faaliyet haline geliyor. Kadrogruplarının kimlikleşmesine zemin hazırlayan temel söylemsel alan, buşekilde kuruluyor: kitleye önereceğimiz program kadro grubumuzunkendisini ifadesi oluyor bir anlamda; kimin söylediği ile neyin söylendiğibirebir aynı anlama geliyor. 90lar boyunca korunan ve bugüne gelen“ajitasyon propaganda özgürlüğü” bu söylemsel düzenin en tutarlı politiktalebi halinde beliriyor: kendimi ifade etmeliyim, kitleye sözümü tebliğetmeli ve çağrıda bulunmalıyım.Ajitasyon propaganda özgürlüğünü eleştiren daha gerçekçi gruplar davar. Fakat onların da temel problemi genellikle bu gerçekçilik oluyor:kitleyi kadrodan ayrı bir yerde hazır duran bir özne olarak tanıyorlar. İkiyaklaşımda da genellikle tarihi yapacak olan özne, önceden tarif edilmiş,tanınan bir insan topluluğu olarak tarihin kendisine yüklediği görevibekliyor. İki yaklaşımda da kadro ile kitlenin bu ayrımı bir an görünüpkayboluyor: kadro grupları bazen kendini tarihi yapan özne zannediyor,bazen de özneyi yönlendirecek motor güç olarak görüyor.Oysa özne yoktur. Özne ancak kurulabilir. Kadronun yegane “görevi”,bu kuruluşa kendisinin nasıl bir katkısının olacağını araştırmak olabilir.Toplumsal bir “özne”, toplumsal eşitsizlik eksenlerinin bir tarafındayer alan bir toplumsal grup ve bir ilişkiler ağı olarak kurulur. Bukuruluştan önce özne ancak skolastik bir varlığa sahip olabilir. Temelhatamız, skolastik öznemizi toplumsal gerçeklik olarak hayal edip, tüm32


müdahalelerimizi bu söylemsel gerçeklik alanında yapıyor olmamızdayatıyor. Kadro grupları olarak hem kendimizi alabildiğine güçlü hemde alabildiğine zayıf hissetmemizin sebebi budur. Bizim bu söylemselalanda kimlik olarak var oluşumuz bu söylemsel alanın gerçek olduğunukendinden menkul bir şekilde ispatlıyor.Geçerken söyleyelim, AKP’nin ve Erdoğan’ın gücü, kendinden öncekilergibi bu kendinden menkul söylemsel alanın gerçekliğini reddetmek vegörünmez kılmak yerine, varlığını kabul ederek (ve itibarsızlaştırıpkriminalize ederek) toplumsal alandan dışlamakta yatıyor. Yumurtanınbu kadar güçlü bir simgesel anlama sahip olması da, insanların uydurukdavalarla hapse atılması da, Berkin Elvan’ın annesinin yuhalanması daböyle mümkün oluyor. Polis şiddetinin tarihte olmadığı kadar güçlü birpolitik araç olarak kullanılabilmesi de böyle mümkün oluyor ayrıca.Bu noktada, öznenin zaten tarihsel olarak var olduğu itirazı gelebilir:halkımız, işçiler, öğrenci hareketi, Gezi… Ancak bu durumda dakadronun neden bu özneye tabi olmadığı sorulabilir: tarihi yapan öznehenüz yeteneklerinin (ve kendisi için iyi olanın) farkında olmayan, onuyönlendirecek bir bilgeye ihtiyaç duyan bir masal prensi midir? Öncülükbilge-kralla karıştırılabilecek, tarihteki kibirli bir pozisyon değildir.Belki de sadece ilk taşı atana “öncü” demeliyiz: her zaman doğru hedefeve isabet ettirerek de atmayabilir üstelik. Yine de bu itiraz haklılıkpayı içerir: temel eşitsizlik eksenleri üzerinde halihazırda özneleşme,toplumsal örgütlülük mevcuttur. Bu özne konumları sabit olmak zorundada değildirler; dönüşürler, değişirler, ortadan kaybolurlar, bir an görünüpgözden yiterler, kemikleşip kimlikleşerek özneliklerini yitirebilir ya daalanda tahakküm kurmayı deneyebilirler. Sözgelimi LGBTİ hareketive feminist hareket, birer kimlik hareketi değildir; cinsiyete dayalıadaletsizlik ekseninde ortaya çıkmış öznelerdir ve ister istemez kadroadaylarını etkilemekte ve kendi talep ve programlarına tabi kılmaktadırlar.Elbette sadece bununla sınırlı değil: bir tarihsel/toplumsal özne ortayaçıkmışsa, onu tam toplumsala ve kendi alanı dışındaki alanlara bağlandığı33


ve alanındaki diğer özne konumlarını kendine tabi kıldığı noktadankolaylıkla tanıyabilirsiniz.Şu halde ilk yapmamız gereken, toplumsal hareketin kendiliğindenci birözü olduğu yanılsamasından kurtulmaktır. Toplumsal hareket yükselirkenüstüne binebileceğimiz ve bizi ancak kıyıya ya da kırıldığı noktayakadar taşıyabilecek bir dalga değildir. Bir hareket ve bir özne istiyorsak,toplumsal eşitsizlik eksenlerinin izini sürmeye devam etmeliyiz.“Demokratik” veya “politik mücadele” yerine “mücadele alanları”Bu yanılsamadan kurtulmanın bir başka mantıksal sonucu da, demokratik/ ekonomik / akademik (yani toplumsal, hatta sosyolojik) mücadeleylepolitik mücadele arasındaki ayrıma yatırım yapmamaktır. “Çoğunluklakendiliğinden, en fazla ajitasyonun katalizörlüğüyle yükselen toplumsalhareket ve onun öncüsü” yaklaşımı, iradenin yakıştırılmadığı toplumsalhareketi politik bir hareket olarak ele alamaz. Bu sayede, kendinetoplumsaldan ayrı bir politik alan yaratabilir. Bu alan büyüklerin alanıdır,AKPnin ve devletin alanıdır; kadro grubumuz da tam bu alanda varolur,onlarla mücadele eder ve herkesi mücadeleye çağırır. Tekrar edersek,bugün bu politika biraz da AKPnin kendinden menkul söylemselalanımızı tanıması gibi hamleleriyle geçersiz kılınmıştır. Burada temelsorunlardan biri de, bu ayrıma yapılan yatırımın politik alanın toplumsalalandan dışlanmasını kabul etmekle sonuçlanmasıdır. “Ekmek davası”yoktur, toplumsal eşitsizlik vardır sadece. Toplumsal mücadeleyi politikbir mücadele olarak okuma yeteneğini yeniden kazanmamız gerekiyor,ve bu sefer bunun bir sıçrama meselesi olmadığını da kabul etmemizgerekiyor.Bunun en kolay yolu, toplumsal mücadelenin yürütüldüğü her alanı birmücadele alanı olarak, politik öznenin yegane yeri olarak tanımaktır.Mücadele alanı bir örgütlenmedir, “örgüt”tür, ilişkiler ağıdır ve politikbir öznedir. Politikanın toplumsaldan ayrı büyük alanını her bir mücadele34


alanına dağıtmak, iktidarın bu alanlardaki tezahür tarzlarını görerektoplumsal eşitsizlik eksenlerinin “karşı” pozisyonlarının kuruluşunakatkı sunmak gerekir. Kuracağımız her bir mücadele alanı aynı zamandabir iktidar alanıdır; karşısında ve içinde iktidar vardır. Bu yüzden depolitik bir alandır.Mücadele alanlarının politik niteliğini görmek için toplumsal mücadelenintoplumsal programının izini sürmek gerekir. Program, kadronun kitleyeveya harekete önerdiği bir rehber değildir, bizzat toplumsal hareketin“yazdığı”, “oynadığı” politik bir senaryodur. Kadronun temel araştırmasıve politik işlevi, bu programı araştırarak farklı hareket ve programlarlazorunlu ilişkiler kurmaktır. Politikanın bir tarifi de ilişki kurmaktır: Yerelve genel mücadeleler arasındaki tartışma, çözümünü burada bulabilir.Sorun skolastik olarak tespit ettiğimiz genel çıkarla (taleplerle, programla)yereldeki çıkarı uyuşturmak (ya da yereldeki özneye kendi laflarımızısöyletmek) değil, farklı yerlerdeki talepleri birbiriyle ilişkilendirerek(yerellikten değil) kısmilikten arındırılıp herkes-için (iyi) olana vurguyapmaktır. Dolayısıyla kadronun pozisyonu zorunlu olarak mütevazidir;alana, alanlara ve alandaki özneye tabidir. Alana dair sorumlulukifade eden tavrı ve farklı alanlar arasında ilişki kurma becerisi; alanınpolitik bir nitelik kazanmasına yani bir mücadele ve iktidar alanı olarak“kurulmasına”, toplumsal programın oluşmasına, herkes-için (iyi)olanın belirmesine ve giderek eşitsizlik eksenleri boyunca sağlıklı birbölünme hattının ortaya çıkmasına olumlu bir katkıda bulunur. Bir kadropozisyonu, bulunduğu ve kuruluşuna katkı sunduğu alan içinde her anbir kadro adayıdır. Yani bir kadronun varolabilmesi için onun öncelikleideolojik bir pozisyona sahip olması değil, bir “alanda” varolması ve oalanın kuruluşuna katkıda bulunması gerekir.Bu noktada özetlersek, bugünün kadro adaylarının temel araştırmakonusu, bir topluluğun bir mücadele ve iktidar alanı (bir ilişkiler ağı)olarak kurulmasının imkanlarıdır. Bir alanın bu niteliğe sahip olması, oalanda toplumsal/yapısal eşitsizlik eksenleri boyunca bir araya gelecek35


ir özneliğin varolmasına bağlıdır. Eğer yoksa, iktidarın işlediği alanlarve eşitsizlik eksenleri araştırılarak öznelik kurulur/üstlenilir. Eğer alandamevcut özneler varsa bu özneler arasındaki ilişkiler araştırılır. Alana özgükoşullar, özne konumları ve eşitsizlik eksenleri izin verdiği ölçüde başkaalanlarla keyfi temelde olmayan ilişkiler araştırılarak kısmilik, herkesiilgilendirecek noktalara vurgu yapılarak aşılmaya çalışılır. Böylelikle biralan “örgütlenir”. Ek olarak, bu alan-örgüt, kendi içinde eşitsizliklerdenazade olamaz ve kendi içindeki eşitsizlik eksenleri de araştırılıp görünürkılınır; alan-örgüt içinde de farklı mücadeleler sürdürülür. Aksi halde,bu alan-örgüt’ün de bir kimlik olarak kapanmasının ya da bir fikirlerplatformuna dönüşmesinin ve sonuçta özne niteliğini yitirmesinin önünegeçmek güçleşir.Bütün bu uzun izahtan sonra artık kadro adaylarına yöneltilmiş bir soruolarak, “bugünün öğrenci hareketini” tartışabiliriz. Bu çağrı, tarihsel biröznenin dirilişine dair yeni bir umut içindir. Öngörülen hareket, tarihselbağlamda hakettiği yere sahip olmalıdır.Bugünün öğrenci hareketiBugünün öğrenci hareketinin temel mücadelesi, üniversite ve toplumarasındaki ilişkinin yeniden kurulması için olacaktır. Üniversitenin vegenç kadroların toplumun öğretmeni olarak görüldüğü tarz, bu noktadacevap oluşturamaz: Üniversite bir aydın ocağı değildir artık. Tıpkı birmaden ya da bir plaza gibi toplumsal örgütlenmenin, emeğin disiplineedilme tarzının, üretim süreçlerinin bir parçasıdır. Bu olguyu göz ardıedip eski üniversiteyi diriltmeye çalışmak mücadele açısından faydalıolmayacaktır. Kaldı ki, üniversitenin bu yeni disiplininin yarattığıeşitsizlik eksenleri boyunca alanın özneleri de belirmeye başlamıştır. Vakıfüniversiteleri alanında VİDA ve VÜEDA bu anlamda önemli örneklerdir.Üniversitenin toplumla kurduğu ilişkinin bütün berraklığıyla sorgulandığıen önemli deneyimi kısa süre önce İTÜ işgaliyle yaşadık. Bu işgal, netarzıyla ne de talepleriyle, eski ve üzerimizde yük oluşturan terimlerle36


açıklanabilir. Başarısının sırrı da (ve hatta zamanında bitirilebilen nadireylemlerden biri olmasının sırrı da) tam bu ilişkiyi sorgulamasındayatmaktadır. Bugünün öğrenci hareketi üzerine düşünürken, bazıyüklerden kurtulmamız ve yeni bakış açılarına kendimizi zorlamamızgerekiyor.İlk olarak bu hareketin, kadroların emek vereceği bir “demokratikmücadele” basamağı ya da politik mücadelede yakınımızda duran birmoment olarak görülmeyip, başlıbaşına bir mücadele alanı, bir politikalan ve toplumsal hareketin asal bir parçası olarak tasarlanması gerekir.Eğer tasarlanamıyorsa, zaten bir “birlik” tartışmasına ihtiyaç yoktur;alanda kadro devşirmek ya da kadro grubu olarak varolmak mümkündür,eylem birlikleri de tercihe bağlıdır.İkinci olarak, birleşecek olan şey, yani birleşmenin birimleri ideolojikpozisyonlar olamaz. Aksi halde elimizde sadece bazı fikir tartışmaları,platformlar, basın açıklamaları ve kimlik yarıştırmaları kalır -kibunlardan yeterince var. Birimler, geniş üniversite alanı içindeki yerelalanlar olmalıdır. Hiçbir özneleşme çabasını dışarıda bırakmaya da gerekduyulmamalıdır.Üçüncü olarak, bu alana sunulacak bir program halihazırda mevcutdeğildir; öncelikle alanın toplumsal hareketin asal bir parçası olarak“kurulması” gerekir. Tekrar edelim: Bir program kadro grubu tarafındanönerilemez, özne tarafından yazılır.Dördüncü olarak, taşıdığımız yükün bir kısmını geride bırakmalıyız.Öncelikle yeni şeyler düşünmemizi ve hataları görmemizi engelleyenterminolojiyle başlamalıyız. “Özerk Demokratik Üniversite” talebibir program önerisi olarak bugünün ihtiyaçlarına karşılık gelmiyor. 80sonrası koşullarda YÖK’e ve MGK’ye karşı politik bir program olarakortaya çıkan bu talep, yüksek öğretimin yeni disiplin tarzı karşısındayalnızca “demokratik/akademik/ekonomik talep” olarak adlandırdığımız37


hüviyette bir yer alabilir. Öğrenci hareketinin “demokratik” niteliğinivurgulamak da benzer bir sebepten gereksiz ve ön tıkayıcıdır.Beşinci ve zor olanıysa, bu hareketin yan yana gelecek kadro adaylarınınalana dair bir sorumlulukla hareket etmeleri, alana tabi olmayı kabuletmeleridir.Açık ve cüretkar bir tartışmanın tasarlanmasına ihtiyaç var. Her durumdabu tartışma öğrenci hareketinin önünü bir şekilde açacaktır.38


Üniversite Forumları Geri Çekilirken:Neydi, Ne Yapmalı?Bir Tartışma Daveti 5VİDA’nın ortaya çıkışında ve çalışma tarzında temel aldığı parametreolarak üniversite <strong>forumlar</strong>ı bugün önemli bir geri çekilme yaşıyor.Gezi ile beraber büyük bir toplumsal özne beliriyor, kitlesel ve militanbir mücadele geliştiriyor; hatta bununla sınırlı kalmıyor, kendini inşaedebileceği çeşitli formlar üretiyor veya bu formların araştırmasınagirişiyor (mahalle, plaza ve üniversite <strong>forumlar</strong>ı) ve sonra çeşitlinedenlerle “geri çekiliyor”. Forumlarda beliren imkanı tartışmak, “neyiyaptık, neyi yapamadık” diye bir bakiye tutmak, bugünün üniversitemücadelesine dair çıkmazları görmek ve örgütlemek için önemli.Forum denilen şeyin ne olduğunu [yani bir siyaset biçimi olarak forumformunun ne olduğunu], nasıl bir perspektifle düşünülebileceğinikonuşmak, düşünmek, <strong>forumlar</strong>da neye “sahip çıkabileceğimizi”düşünmek açısından, tespit etmek açısından önemli. Bizim açımızdan<strong>forumlar</strong> bir imkana işaret ediyordu. Ancak elbette ortaya çıkan<strong>forumlar</strong>ın belirli bir homojenlik gösterdiği söylenemez. Biz, üniversite<strong>forumlar</strong>ı üzerinden bu imkana işaret etmeye çalışacağız.Forumların İmkanıÜniversite <strong>forumlar</strong>ı, sahipsiz inisiyatifler olarak ortaya çıktı, siyasetinherkesin katılımına açık bir formu olarak belirdi. Burada siyasetinbelirlenişine dair karar mekanizması, eskiden olduğu gibi “solcu”öğrencilerde değildi. Yani <strong>forumlar</strong>, “solcu” öğrencilerin kendilerininkurdukları ve sahibi oldukları, kendilerini ifade ettikleri bir platform5. Bu metin üniversite <strong>forumlar</strong>ı üzerine bir tartışma açmak için hazırlanmış olup ilkdefa burada yayınlanmaktadır.39


değildi. Bunun dışında, <strong>forumlar</strong> üniversite yönetiminin belirlediğisiyasal alanın ve araçların da dışındadır. Üniversite yönetimlerinin<strong>forumlar</strong>ı bizzat tanıdığı yerler de oldu. Bazı üniversitelerde üniversiteyönetiminin de içinde bulunan hocalardan en muhalif öğrencilere kadargeniş bir yelpazeden katılımcılar “üniversite” üzerine düşünme, beraberkarar mekanizması geliştirme imkanı buldular. Bazı üniversitelerde iseçoklukla “muhalif” olarak nitelenen üniversite mensupları, eskisindenfarklı olarak [yani kendilerine ait olan platform tipi örgütlenmelerdenfarklı olarak] herkesin katılımını mümkün kılan bir formda yan yanageldiler.Bu heterojen yapı esasında bir üniversite anonimliğini yansıtabiliyordu.Farklı düşüncelerden, inançlardan, politik eğilimlerden vs. üniversitemensupları yan yana gelirken, bu farklılıklar politikanın temel gündemiolarak ifade edilmiyordu. Bizzat bu farklılığın konuşulabilir ve çatışabilirolduğu bir zemin olduğu dahi söylenebilir. Bu açıdan üniversite<strong>forumlar</strong>ının mümkün kıldığı siyaset zeminini kavramak, forum tarzındançıkarabileceğimiz ilk ders olabilir. Forum tarzının mümkün kıldığı zemin,üniversitedir. Üniversite, eşitsizlikler ve ilişkiler ağı olarak, bir iktidaralanıdır. Forumlar, bu iktidar alanını bir mücadele alanı olarak tanıyıponu siyasetin temel konusu haline getirmiştir.Tabi buradan şunu anlamamak gerekiyor: üniversite <strong>forumlar</strong>ı yalnızcaüniversite ile ilgili meselelerle ilgilenir. Bu bakış açısı <strong>forumlar</strong>ı bir çeşit“yerelci”, “ekonomik sorunlarla ilgilenen” vb. bir yapı olarak görür, yahut<strong>forumlar</strong>a sanki onlar böyleymiş gibi bunu dayatır. Bunun temel nedeni,ekonomik-yerel olanın dışında bir siyasal alan tahayyül edilmesi, siyasetinböyle bir alanının olduğunun tasarlanması; bu alanın “öznesi”nin de“başka” olduğu tespitinin yapılmasıdır. Yani aslında <strong>forumlar</strong>a “siyaset”yakıştırılmaz. Halbuki forum tam da siyasetin bu biçimde kavranılmasınayapılan bir müdahaledir. Forum, üniversite’ye biçilen “siyasal alan dışıolmak” veya üniversitenin dinamikleri üzerinden verilen üniversiter alanmücadelesini “akademik/demokratik/ekonomik” kavramları üzerinden40


politikadan ayıran yaklaşıma müdahale ederek, üniversiteyi bir politikbirim olarak tanımış, bunun imkanını işaretlemiştir. Politik birim olaraküniversite, bir örgüttür, ama bildiğimiz anlamda, fikir birlikleri veyailkeler üzerinden kurulan bir örgüt değil. Eşitsizlik ilişkileri, çalışma veüretim ilişkileri, hayat, mekan ve dayanışma ağları üzerinden kurulan,canlı bir örgütlenme...Forumlar üniversiteyi bir “örgüt” olarak kurabilmesi dolayısıyla toplumlada eşit bir ilişki kurabilmenin imkanını kazanmıştır. Bir üniversite, BerkinElvan’ın kaybı ile de, Soma katliamı ile de muhataptır; ancak onun ne“kurtarıcısı” ne de “akıl hocası” olarak. Bu muhataplığı “vicdan” veya“aydın sorumluluğu” üzerinden de düşünemeyiz. Üniversite’nin kendisi,Berkin Elvan’ı öldüren iktidar ilişkileri ile hesaplaşmak zorundadır.Üniversite’nin kendisi Soma katliamına yol açan taşeron sistemi,güvencesiz çalışma rejimi, emeğin disipline edilme biçimleri ve iktidarteknikleriyle de bizzat hesaplaşmak zorundadır. Çünkü bütün bunlar[ve elbette daha fazlası] üniversitenin “dışında” gerçekleşen şeylerdeğil, bizzat üniversitenin içinde üretilen iktidar ilişkileridir. Üniversite,kendisini bunun için bir örgüt olarak örgütlemek ve bunlarla hesaplaşmak;bu hesaplaşma ile birlikte kendi çıkarını [yani toplumda bir kısmi çıkarolarak üniversitenin çıkarını] toplumun diğer parçaları ile ilişkilendirmekzorundadır.[Örneğin bir üniversitenin taşeron çalışma sistemiyle hesaplaşmasıve hesaplaşma araçları geliştirmesi, toplumun diğer birimlerindekullanılabilecek bir deneyimi ve benzer araçlara dair bir öneriyi dilegetirir]Böylece, üniversitenin-dışı ile “içi” arasındaki ayrımı başka bir tarzda elealmayı önermiş oluruz. Forumlar, bu başka türlü ele almayı da mümkünkılmıştı. Bu yüzden Berkin Elvan’ın öldüğü gün yapılan eylemlerdede, Soma katliamının ertesi günü yapılan eylemlerde de üniversite<strong>forumlar</strong>ının önemli bir gücü, görünürlüğü ve etkisi vardır.41


Üniversite <strong>forumlar</strong>ı böylece bir yandan toplumla ilişki kurmaya dairbir imkan, bir yandan da üniversitenin kendisinin örgütlenmesine dair birimkanı ifade etmiştir. Üniversitenin örgütlenmesi, üniversiteyi yönetmekkonusunda bir imkana da dönüşebilirdi. Üniversitenin bizzat üniversitebileşenleri tarafından ve toplumsal genel çıkara bağlanan kendi kısmiçıkarı üzerinden yönetilmesi, üniversitenin özgürlüğü açısından çokönemli bir gelişme olabilirdi. Bu imkan her daim saklıdır.Forumlar ne olacak?Bu yazıyı yazmamızın asıl nedenine gelecek olursak, temel olgular vesorumuz şöyle ifade edilebilir: Bugün <strong>forumlar</strong>da gördüğümüz “geriçekilme” eğilimi; <strong>forumlar</strong>ın “bir grubun inisiyatifinde olan örgütleredönme” durumu; bazı üniversitelerde <strong>forumlar</strong>ın bitmesi; <strong>forumlar</strong>ın bazıyerlerde hiç yayılamaması veya üniversiteyi örgütlemeye yönelik siyasetgeliştirememesi; bazı yerlerde “eski siyasi alışkanlıkların” devreyegirmesi veya bu alışkanlıklara ihtiyaç duyulması veya <strong>forumlar</strong>ın birçeşit örgütler-arası platforma çevrilmesi... vb. durumları ortaya çıkaranmoment, eğer sadece genel olarak Gezi’nin geri çekilmesi olarakdüşünülmeyecek ise, burada bazı öznel ve genel arızaları, eksiklikleritespit etmek mümkün olabilir mi?Örneğin, <strong>forumlar</strong> neden daha da “tabana” yayıl(a)madı, üniversiteninkendi dinamiklerinden besleneceği ağları, birimleri örgütleyemedi?Burada yapılan hatalar veya eksiklikler nelerdi? Örneğin, <strong>forumlar</strong>danilham alarak neden bölüm ve fakülte toplantıları yapılamadı? Burada,üniversite yönetimine doğrudan müdahale edebilecek katılımcımekanizmalar neden kurulamadı?Forumların başka sorunlarından biri de süreklilik meselesi olarakdüşünülebilir. Forum formunu sürekli kılacak temel şey, her hafta<strong>forumlar</strong>ın toplanması olarak düşünülebilir mi? Bir açıdan evet, ancakbir açıdan da hayır. Her hafta düzenli toplanmanın bir süre sonra bu42


toplanmanın kendisini bir mecburiyet hissiyle karşılamaya kadargötürdüğü söylenebilir. Forumlardaki temel süreksizlik çizgisi deburadan takip edilebilir. Bu durum bir süre sonra “<strong>forumlar</strong>a inanan” veya“<strong>forumlar</strong>ı bilinçle kavrayan” bir grup öğrenci dışında kimseyi ortalıktabırakmamıştır. Bu öğrenciler de inanç ve sebat durumlarına göre forumtarzını sürdürmüş veya onu terk etmiştir.Bu ve benzeri başka sorular elbette ki tespit edilebilir. Bizim kuşağınşimdiye kadar yaşadığı en büyük ve en radikal deneyimlerden biri olanGezi’yi ve <strong>forumlar</strong>ı konuşmayı, hem bundan sonraki mücadele hattınakatkı sunmak, hem üniversite örgütlenmesine katkı sunmak için, birdeneyim birikimi, aktarımı ve tartışma imkanı olarak görebiliriz. Elbettemevcut haliyle <strong>forumlar</strong>ın fetişleştirilmesi değil, <strong>forumlar</strong>ın göz kırptığıimkanın nasıl açıldığını, mümkün hale geldiğini; bu imkanın hangiihtiyaç ve zorunluluk temellerinde örgütlendiğini ve geri çekildiğini; yaniözetle, Gezi ile beraber forum olarak karşımıza çıkan, bizim bu yazıdaforum formu olarak konuştuğumuz ve tarihin başka momentlerindebaşka isimlerle karşımıza çıkacak bu şeyi konuşmamız en temel gayemizolabilir.Tekil üniversite <strong>forumlar</strong>ı deneyimlerine, genel olarak forum formununnasıl alımlandığına ve tartışılabileceğine ilişkin böylesi yazılar butartışmaya katkı sunmak için bir başlangıç olabilir.43


Sol’da Birlik Tartışmaları veForumların İlginç Tasfiyesi 6Sol’da birlik tartışmaları tekrardan solun önemli gündemlerinden biriolduğundan beri bu birliğin nasıl olacağına dair tartışmalar yapılıyor. 7Halbuki, Türkiye solu başta “birlik” tartışmaları olmak üzere, ama dahaçok da tabandan mücadelelerde aldığı pozisyon ve toplumsal hareketlerleilişkilenişi açısından bir çeşit “dükkan siyaseti” olduğunu pek çok defagösterdi. Bu nitelemeyi Gezi sonrası ortaya çıkan bazı semptomlarüzerinden gözden geçirmek, “kendi dükkanım” anlayışının altında yatantemel nedeni anlamamız açısından önemli.Birlik tartışmalarının “aşağıda” örgütlenme biçimi yatay, demokratik vekatılımcı örgütlenme formlarının birer “ilke” olarak işletilmesi üzerinetezahür ediyor. Herkes “kendi” <strong>forumlar</strong>ını kuruyor. Bunların ismi birörgütte/partide “meclis”, diğerinde “forum” ismini alabiliyor. Halbukiherkesin kendi forumu, Gezi’nin mümkün kıldığı siyasal alanın tasfiyeedilmesi demek. İlkin, “forum formu” dediğimiz siyaset mantığının,ikincisi de “kendi” diyerek müşterek bir siyasal alanı temellük etmenintasfiyeciliğinden bahsediyoruz. Burada elbette “komünizm”den bahisaçan solun içinden konuşuyoruz. Bu tasfiyeyi anlamak için birazkomünizme yaklaşmaya çalışalım.Komünizm sol içinde çokça mülkiyetsiz bir toplumu ifade ediyor. Hatta“aşamacı” teoriler bağlamında komünizmin sosyalizmden sonrakitoplumsal formasyon olduğu söylenebilir. Burada devlet yoktur,toplumsal üretim araçlarının mülkiyeti yoktur, sömürü ve tahakkümilişkileri yoktur. Meseleyi böyle konumlandıran sol açısından komünizm6. Bu metin Başlangıç Dergisi web sitesinde yayınlanmıştır.7. Bu tartışmaların kökeni çok ama çok eskilere dayandırılabilir elbette. Burada güncelolan, sol’un bugününü belirleyen tartışmalar bağlamında özellikle Birleşik HaziranHareketi ve HDK/HDP üzerinden yürüyen tartışmaları konu alıyoruz44


ir çeşit “ideal toplum” olarak “tasarlanır”. Sol, kendisini idealistolarak konumlandırmamak için, yahut idealist damgasını yememek içintarihsel bir koşul olarak komünizme geçişin mümkün olduğunu madditemelleri ile açıklamak, yahut ilkel-komünal toplumdan örnekler vererekbunun geçmişte mümkün -ve bu nedenle bugün de mümkün olabilir birproje olduğunu göstermeye çalışır. Gerçekten de ideal bir komünizmbu şekilde tariflenebilir. Sınırların, sınıfların, ulusların var olmadığı;ilişkilerin sömürü ve tahakküm dışında kurulduğu bir toplum tasarımı…Ancak bunun kendisinin son tahlilde bir “ideal” olduğu; siyasal hattınveya böylesi bir programın bu idealden dolayımlanarak kurulduğu vebu önsel programatiğin kendisinin maddi temellerden yoksun, belirlibir ideal “bilgi nesnesi” dolayımı ile kurgulandığı; esasında da tam biridealizm içinden konuşulduğu gerçeğinin üstü kapanır. Ancak bu koşulda,komünizmden dolayımlanan fikirler birer “ilke” veya “prensip” olarakifade edilebilir, ve komünizmi “daha iyi kavrayanın kendisi” bu ilke veyaprensipleri daha doğru ortaya koyduğunu iddia edebilir.“Kendilik” meselesi bir hakikat taşıyıcılığı meselesidir. Solun belirlibir kompartmantalizasyon sonucunda ortaya çıkan farklı fraksiyonları,gerçek komünizmin kendileri tarafından taşındığını, kendileri yoluylada bu komünizme varılacağını vaad eder. Bunun çeşitli aşamalarıve araçları da her farklı fraksiyon tarafından üretilir ve icra edilir.Kendilik, “kendi dükkanı”; yani bir mülkiyet ilişkisi olarak bir grubunsahibi olduğu bir örgütün komünizm bağlamında hakikati dile getirdiğive taşıdığı; bu açıdan da son tahlilde komünizmin güncel temsilcisiolduğu çıkarımı ve sonucunu üretmektedir. Bu durum, tahakküm vetemellük dışı bir ilişkilenme biçimi, bir zihniyet biçimi, bir rasyonaliteve bir toplumsallık ifade eden, bunların tözü olan komünizmin temellükedilmesi, sahiplilendirilmesi, mülkiyetlendirilmesidir.Türkiye solunda, işte bunun temel semptomatik örnekleri Gezi sonrasıdinamiklerde görülebilir [elbette Gezi öncesinde ve uzun yıllardır bununbaşka binbir çeşit biçimi ve deneyimi görülebilir]. Forumlar, gezi sonrası45


kimsenin mülkiyetinde olmayan bir siyasal formu mümkün kılmıştı. Buaçıdan komünizmin göz kırptığı, “bugünün hareketine” verilen isimolarak tezahür etmişti. 8 Kimsenin sahip olmadığı, yani komünizm,devlet-olmayan’ın mevcut hareketi, güncel örgütlenmesi, onun siyasalalanda vücut bulmuş halidir.Bugün herkes “<strong>forumlar</strong>”dan bahsediyor. En büyüğünden en küçüğünehemen hemen bütün partiler tabandan inşa edilecek bir siyasi hattı, “meclistipi” örgütlenmeleri, <strong>forumlar</strong> vasıtasıyla yukarıya doğru işletilecekkarar mekanizmalarından bahsediyor. Ne güzel! Ancak herkes, “kendi”<strong>forumlar</strong>ından, meclislerinden bahsediyor. Bu durumun gösterdiği ikitemel şey var. İlki, mevcut sol örgütler aslında anti-demokratik tarzlarınıifşa ediyor, “biz yanlış yapıyoruz” diyor, veya yanlış yaptığının üstünüörtmek ve biçimsel bir değişme yaşandığını ispat edercesine bu forumvariörgütlenme “stilini” onaylıyor. Bunun gösterdiği şey, <strong>forumlar</strong>ın birstil, bir prensip gibi kabul edilmesi, ama daha çok böyle bir “muamelegörmesi”dir. Partinin bir “ilkesi”ne dönüştürülerek ehlileştirilen <strong>forumlar</strong>,komünizmin tasfiyesidir.İkincisi ise işin vahim kısmına işaret ediyor. Herkes kendi <strong>forumlar</strong>ınıörgütlerken, forum formunu tahakküm altına alarak kendi forumunundiğerlerinden daha “iyi” olduğunun altını çiziyor. Forumların siyasalalandaki müşterekleşmeyi mümkün kılarak siyasetin formunudeğiştirdiğinin üstü örtülürken, geriye kalan temel şey herkesin kendifikri etrafında örülen toplantıların ismine forum demek; <strong>forumlar</strong>ı başkatürlü bir siyasal deneyimden çıkararak partinin veya örgütlerin kenditaban örgütlenmesinin stili kılmak. Forum formu, bir siyaset stili gibisunularak ehlileştiriliyor, temellük ediliyor, tasfiye ediliyor. HDP’sindenBirleşik Haziran hareketine kadar Gezi’nin iştirakçisi ve Gezi’yi var8. Marx ve Engels’in Alman İdeoloji’sinde bahsettiği komünizmi, Nejat’ın çevirisiyleberaber tekrar okuyalım: “Komünizm bizim için tesis edil mesi [imal edilmesi] gerekenbir vaziyet, gerçekliğin ona bakarak kendisine çeki düzen vermesini gerektiren[gerektirecek] bir ide al değildir. Biz, şimdiki vaziyeti ortadan kaldıran gerçek [etkin]harekete komünizm deriz.” (Menkıbe, 132)46


eden hareketler, Gezi ile kurdukları yoldaşlık ilişkisini bu şekilde tasfiyeediyorlar.Ama burada esas olan Gezi ile kurulan yoldaşlık değil, beraberkurduğumuz yoldaşlık ilişkisidir. Gezi’yi mümkün kılan, hepimizi Geziolarak mümkün kılan şey, kendi sınırlarımızın dışına çıkmak ve bununimkan verdiği siyasal alanı deneyimlemekti. Hepimiz, ancak kendimizolmaktan çıkabildiğimiz anda Gezi’yi mümkün kılmıştık. Ancak buşekilde, küçük bir “sol” olmaktan çıkarak toplumsallaşabilmiştik.Böylece yoldaşlaşabilmiştik.Forumların temellük edilme yoluyla tasfiyesi, başta toplumla kurulanilişki olmak üzere herkesle, hepimizle kurulan yoldaşlığın tasfiyesi olaraktezahür etmektedir. Bizim de yoldaşlık borcumuz, yoldaşlarımızı buşekilde uyarabilmektir. “Günü kurtarmak” adına yapılan siyasi hamlelerindaha derin ve çözülmesi daha zor siyasi krizlere gebe olduğu; ama dahaönemlisi, büyük bir deneyimden ciddi bir “yenilgi hissi” çıkarmayasebep olabileceğini; bunun da uzun yıllardır ilk defa radikalleşmişve siyasal alana “çıkmış” “gezi kuşağının” büyük hayal kırıklığınakapılarak siyaseti yine “büyüklerin” oyunu olarak terk etmelerine sebepolabileceğini unutmamak gerekir.47


“komünizm öyle tasarladığımız bir toplumsal aşama değildi. bir günansızın çıka geldi, yaptığımız şey oldu, onunla beraber yaptık. siyasetufkumuzu genişletti, deneyimimizin adı oldu. hep beraber yaptığımız oşey, gelmekte olan ortaklığımızdı…”<strong>forumlar</strong><strong>dayanismalar</strong>@gmail.com48

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!