ğanüstü bir vak’aya bağlar ve bu pasif bir bekleyişe sebebiyetverir gibi görünür.Fakat bu, bir ütopya bile olsa, her ütopya aynı zamandamevcut olana karşı geliştirilmiş bir muhalefettir, bir gelecektasarımıdır. O halde, bu beklentinin dini bakımdansıhhat derecesinden hareketle bütünüyle etkisini ortadankaldırmak mümkün değilse, işaret ettiği fonksiyonlarınve misyonun aktif yorumu ve tefsiri sayesinde kitleler atalettenkurtarılıp harekete geçirilemez mi? Bu, önemli birsorudur ve geçen yüzyılda Bediüzzaman Said Nursi bu sorununcevabını aramıştır.Üstad, Mehdi’nin görevini şöyle anlatır: İmanı kurtarmak,hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanıyla şeâir-iİslâmiyeyi ihyâ etmek ve ahkâm-ı Kur’âniyenin ve şeriat-ıMuhammediyenin (a.s.m.) inkılâbât-ı zamaniye ilebir derece değişikliğe uğramış kanunlarını tadil ve tashihetmek ...” (Şualar, 14. Şua.)Üstad, fen ve felsefenin saldırıları ve maddeci (materyalist)hastalıkların insanlara nüfuz etmesiyle imanıntehlikeye girdiğini; bu çerçevedeki felsefe akımlarına vemateryalizme cevap verilmesi gerektiğini söyler. Bunu daMehdi’nin görevlerinden ilki olarak sayar. İkinci görev dininşiarlarını diriltmek, yeni ve asli bir bilinç kazandırmak.Üçüncüsü de ahkamın işlerlik kazanmasına paralel olarakMüslümanların birliğini tesis etmek. (Daha geniş ilgi için bkz.Emirdağ Lahikası, 259; Şualar, 456) Onun nazarında “Ümmetinbeklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesindenen mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikiyineşr ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak”tır. (Sikke-iTasdik-i Gaybi, s. 9) En önemlisi veya başlangıç noktası imanınkurtarılmasını hedef alan inanç ve tefekkür hamlesidir;ikincisi sayısal bir güç ve maddi kuvveti gerektirir; sonuncusuise bunlara bağlı olarak bir süreç işidir.Gerek Üstad Said Nursi gerek Fethullah Gülen Hocaefendi,Mesih veya Mehdi’nin bedensel olarak gelişleriniimkansız görmemektedirler. Allah murad ederse, öte dünyanınen ücra köşesinden alıp dünyaya getirir. Fakat genelkanaatleri bu her iki zatın gelişlerinin fiziki ve fizyolojik olmaktançok, bir fonksiyon ve görev çerçevesinde tahakkukedeceği yönündedir. Başka bir ifadeyle Mesih de Mehdi debirer şahs-ı manevi hükmündedirler.Bu durumda “Hz. Mesih’in nüzûlü, Mesihiyyet şeklindedeğil Mehdilik ve Muhammedilik şeklinde olacaktır,denebilir. Böyle bir gerçeğin tahakkuk keyfiyeti ne şekildeolursa olsun, bence mühim olan, her Müslümanın, Kur’ân’ınruh ve mânâsını ârızasız temsil edip, her zaman bu “menhelü’l-azbi’l-mevrûd”un(tatlı su kaynağı) başında durupo temiz, o pak, o nezih kaynaktan yararlanıp başkalarınıda yararlandırmasıdır. Bir diğer önemli husus da, bütünbunları belli şahıslara bağlama yerine, konuyu bir şahs-ımânevî konusu olarak değerlendirmektir.”Hz. İsa’nın nüzûlü, kendi başına hareket etmesi anlamınagelmiyor, aksine Mehdi’ye tabi olmasına sebep oluyor.Fethullah Gülen Hocaefendi, bunun “Hıristiyanlığınİslâm’a tabi olması” şeklinde anlaşılabileceğini söylüyor:“Hıristiyanlığın iktidâsı, tamamen İslâmiyet’e dehalet şeklindeolabileceği gibi, içinde bulundukları karışık, bulanıkve kaoslu bir ortamdan sıyrılıp, ıstıfâ (saflaşıp) edip tekrarHz. Mesih çizgisine gelmeleri şeklinde de olabileceğiakıldan uzak değildir. O halde onlar, ihtimal tam mânâsıylaŞeriat-ı İslâmiye’yi benimsemeyecekler ama, başlarısıkıştığı an Müslümanların vesâyetini kabul edecek ya dagünümüzde bazı bölgelerde olduğu gibi, gelip toplu haldeMüslümanlığa gireceklerdir.” (Prizma, IV, 194.) Hocaefendi’yegöre Mehdi beklentisi, iman ehlinde manevi kuvveti takviyeeder, yeni kümelenmelere vesile teşkil eder. İsrailoğullarınıtarih boyunca bir arada ve belli bir dinamizm içindetutan bu beklenti değil midir? Böyle olmakla beraber, “Hz.Mesih’in ne zaman gökten ineceğini beklemek bizim işimizdeğildir” demektedir.Şimdi Fazlurrahman’ın sorusuna gelmiş bulunuyoruz:Hocaefendi, Mesih ve Mehdi’nin birer şahs-ı manevi olabileceklerini,bunların da bir cemaatte temsil edilmelerininmümkün olduğunu belirttikten sonra şuna vurgu yapmaktadır:“Hz. Mesih ister şahıs ister şahs-ı manevi olarakalgılansın, onun yeryüzüne inmesi öncesinde, bize düşenvazifeler vardır. Bu cümleden olarak, ortamın onun temsilettiği ruh ve manaya hazır hale getirilmesi; Mehdiyet, mesihiyetsoluyan insanların yetiştirilmesi, dünya-ukba dengelerininyeniden yerlerine oturtulması sayılabilir. Bunungerçekleşmesi için de İslâm’ın tebliğ ve temsilinin çok iyiyapılması gerektiği kanaatindeyim.”Bu, aslında 19. yüzyıldan beri başlayan bütün ihya,tecdid ve ıslahat hareketlerinin gelip dayandığı noktadır.Bunun Mesih ve Mehdi beklentisiyle ilişkilendirilmesi,belli bir dinamizm, iman ve hareket kabiliyetinin ortayaçıkmasını sağlama amacında olan bir tefsir, bir tevil, zamanauygun bir “okuma biçimi”dir. Yine de her şeyin endoğrusunu Allah bilir.* Gazeteci - Yazar abulac@yeniumit.com.trDİPNOTLAR1. Cengiz Batuk, Tarihin Sonunu Beklemek –Ortadoğu Dinlerinde Eskatoloji Mitosları-İst., 2003; Said Eyüp, Deccal Komplosu –Üç Büyük Dinin Kaynaklarına GöreDeccal’ın Üç Bin Yıllık Tarihi- Çev. Fatih. M. Albayrak, İst., 2000; Ali Coşkun,Mehdilik Fenomeni, İst., 2004.2. Bkz. Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Çev. M. Acar - H. Özmen, Ankara, 2002.3. Abdulbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiilik, İst, 1979, s. 528.4. El-Kummi ‘Şeyh Saduk’, Risaletu’l-İ’tikadati’l-İmamiyy, çev. E. R. Fığlalı, Ankara,1978, s. 66; Muhammed Rıza’l-Muzaffer, Şia İnançları, çev. A. Gölpınarlı, İst.,1978, s. 63.)14
YENi ÜMiTDr. Adil ÖKSÜZ*Ocak / Şubat / Mart - 2007 / <strong>75</strong>En Sağlam Bir Dayanak veEn Sâfî Bir Ubudiyet Olarakİmtihan ve kulluk süreci olan hayatın farklı evrelerinde,bir Müslümanın kendi olarak var olabilmesiiçin olmazsa olmaz fazilet ve hallerden birisi ihlâstır.Hatırlanacağı üzere, Hz. Adem (a.s.)’in yaratılışı vekendisine meleklerin secde etmesi münasebetiyle, mel’unİblis’in anlatıldığı kıssada, Meleklerden farklı olarak İblis,Yüce Allah’ın, Adem’e (a.s.) secde emrine kibir ve enâniyetindendolayı uymayarak fıska düşmüş, neticede dergah-ıilahîden ebediyen kovulmuş ve kendisine kıyamete kadarda mühlet verilmişti. İlgili âyetlerde İblis (şeytan), insanoğlununYüce Yaratıcı’sına karşı isyan etmesi uğrunda hertürlü yola başvuracağını, elinden geleni ardına koymayacağını,pek çoğunu azdıracağını yemin ederek dile getirmiştir.Bütün kin ve nefretini kusmasına ve kendisinden pek emingörünmesine rağmen, Allah’ın bazı kullarını saptıramayacağınıda itiraf etmiştir. İşte Şeytanın iğvâ ve idlallerininkendilerine ilişemediği, tesir icra edemediği ve İblis’i çaresizeli boş bırakan bu kutlular cemaati/ümmeti, Allah’ınihlâsa erdirdiği, ihlâs sahibi müminlerden başkası değildir.(Bk. Hıcr, 39-42) Gerçekten gerek cin gerekse insanlardanoluşan şeytanlara karşı inananların en büyük kuvveti, enmakbul şefaatçisi, en metin bir nokta-i istinadı, en makbulbir duayı manevîsi, enkerametli bir vesile-i makasıdı,en yüksek hasleti veen sâfî ubudiyeti ihlâstır.İhlâs’ın Sözlük ve Terim AnlamıSözlükte, h-l-s fiil kökü, “arınmak,ayrışmak katışıksız ve dupduruolmak” anlamına gelir. İhlâs ise, “bir şeyi,kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerdenarındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisiyapmaktır.” İhlâs bir açıdan, eşyayı yabancı unsurlardanayrıştırma olurken, bir başka açıdan daaslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder ki,h-l-s kökü, “min” edatıyla kullanıldığında kurtulmakayrılmak manasına gelirken “ilâ” edatıyla kullanıldığındaise ulaşmak ve varmak anlamını taşımaktadır. 1 Bu anlamdabir şeyin yabancı unsurlardan ve kirlerden arınması kurtulmasıaynı zamanda onun özüne dönmesi ve ulaşmasıdemektir.İhlâsın terim/dinî anlamı ise, gizli ve açık bütün nevileriyleşirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah’a kulluk edil-15