Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
AK PARTİSİYASET AKADEMİSİLider Ülke Türkiye(10. Dönem) Ders NotlarıELEKTRONİK KİTAPDerleyenlerHamdi TURŞUCUHamit Emrah BERİŞ
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTi)Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) BaşkanlığıSiyaset Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye) Ders NotlarıDerleyenler: Hamdi TURŞUCU-Hamit Emrah BERİŞAK PARTi AR-GE Başkanlığı YayınlarıBirinci Baskı, Ankara, Aralık 2011İletişim Bilgileri:Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi,AR-GE Başkanlığı, Söğütözü Caddesi,No: 6 Kat: 5 Çankaya Ankarawww.siyasetakademisi.orginfo@siyasetakademisi.org0312 204 50 00 (2309-2319)(c) Her haklı saklıdır ve AK PARTi’ye aittir. Kaynak gösterilmek koşuluyla alıntı yapılabilir.AK PARTi Genel Merkez Kütüphanesi tarafından kataloglanmıştır.ISBN:1
İÇİNDEKİLERÖNSÖZ ......................................................................................................................................4DEMOKRASİ VE DEMOKRATİKLEŞME ÜZERİNE (Prof. Dr. Tanel DEMİREL) ..........6GLOBAL SİSTEM, DEMOKRATİKLEŞME- YERELLEŞME DİNAMİKLERİ VEYEREL DEMOKRASİ (Prof. Dr. Mustafa ÖKMEN) ........................................................... 20ANAYASALARDA MAHALLİ İDARELER VE YENİ ANAYASA YAPIM SÜRECİNDEMAHALLİ İDARELERE DAİR DÜZENLEMELER (Prof. Dr. Recep BOZLAĞAN) ........ 48DÖNÜŞEN TÜRKİYE’DE EKONOMİDEKİ DÖNÜŞÜM ZAMANLARI (Doç. Dr. ArifÖZSAĞIR)................................................................................................................................ 71AK PARTİ 2007-2011 SEÇİM BEYANNAMELERİ: SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM(Doç. Dr. Hamit Emrah BERİŞ) ............................................................................................ 109YENİ ANAYASANIN TEMEL DİNAMİKLERİ (Prof. Dr. Yusuf Şevki HAKYEMEZ) .... 142YEREL YÖNETİMLER VE DEMOKRASİ (Prof. Dr. Yusuf ŞAHİN) .............................. 148Hamdi TURŞUCUHamit Emrah BERİŞDERLEYENLERNot:Bu ders notları, önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan e-kitabın bir ön kopyasıdır.Bu ders notlarındaki makalelerin içerikleri, AK PARTi’yi bağlayıcı nitelikte değildir vemüelliflerinin kendi görüş ve yaklaşımlarıdır.2
ÖNSÖZYaklaşık dört yıldır eğitim faaliyetlerini ülke genelinde yürüten AK Parti SiyasetAkademisi zaman zaman yayımladığı bazı çalışmalarla katılımcıların taleplerine cevap vermeyeçalışmıştır. Bu kez, çağın değişen teknolojisiyle uyumlu şekilde elektronik bir kitap hazırlanarakhem Siyaset Akademisi eğitimlerine katılanların hem de kamuoyunun hizmetine sunulmuştur.Lider Ülke Türkiye başlıklı elektronik kitap Siyaset Akademisi katılımcılarının derslerdeanlatılan konularla uyumlu olarak temel siyasal, hukuksal ve toplumsal meseleler hakkında bilgisahibi olmaları amacıyla hazırlanmıştır. Aynı zamanda kitabımız katılımcılarımızın dönemsonunda yapılacak sınava hazırlık için yararlanabilecekleri bir kaynak eser niteliği detaşımaktadır. Çalışmanın elektronik kitap özelliği taşıması da özel bir öneme sahiptir. ZiraTürkiye’de bu alanda bulunan boşluğun doldurulması noktasında anlamlı bir adım atıldığısöylenebilir.Kitapta yer alacak çalışmalar belirlenirken özellikle Türkiye’nin gündemindeki meseleleribilimsel, akademik ve objektif tarzda anlatan makalelerin seçilmesine dikkat edilmiştir.Kuşkusuz Siyaset Akademisi’nin farklı dönemlerinde anlatılan dersler, içerikleri bakımındanelinizdeki kitaptan çok daha geniş kapsamlıdır. Aynı şekilde ders sunumlarını gerçekleştirenakademisyenlerin sayısı da bu kitapta çalışmaları yer alanlardan çok daha fazladır. Ancak somutihtiyaçlara cevap vermesi bakımından çalışmamızın bu şekli ile yayımlanmasının daha yararlıolacağı kanaatindeyiz.Siyaset Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye) Ders Notları isimli elektronik kitabımızProf. Dr. Tanel Demirel’in demokrasi kavramının geçmişten günümüze gelişim çizgisini elealdığı bir yazısıyla başlıyor. Demirel, kapsamlı incelemesinde farklı ülke deneyimlerinden dehareketle Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin neresinde durduğunun anlaşılması bağlamındaufuk açıcı öneriler sunuyor. İkinci makalenin sahibi, Prof. Dr. Mustafa ÖKMEN, ilk makaledeyer alan unsurları daha güncel ve somut örnekler üzerinden ele alarak globalleşen dünyadademokratikleşme ve yerelleşme dinamikleri etrafında yerel demokrasiyi anlatmaya çalışıyor.Sivil bir anayasa hazırlama fırsatının ortaya çıktığı ve bu yöndeki tartışmalarınyoğunlaştığı günümüzde Prof. Dr. Recep Bozlağan’ın yazısı, anayasa değişikliği sorunu ile yerelyönetimlerin konum ve işlevlerini dünyadaki örnekler üzerinden incelemektediriyor. Prof. Dr.Yusuf Şevki Hakyemez ise yeni hazırlanacak anayasanın demokratik standartlar bakımındantaşıması gereken özellikleri üzerine odaklanıyor.4
Siyaset Akademisi’nin 10. döneminin sacayaklarından birini ekonominin oluşturduğuaçıktır. Bu bağlamda, Doç. Dr. Arif Özsağır, yazısıyla Türkiye ekonomisinin son dönemdekiperformansını ve dünya ekonomisiyle uyum kapasitesini ele alıyor. Doç. Dr. Hamit Emrah Berişise kapsamlı yazısında AK PARTi’nin 2002-2007 ve 2011 Seçim Beyannamelerini ele alıyor vebu beyannamelerde belirlenen toplumsal, siyasal ve ekonomik hedeflere ne ölçüdeulaşılabildiğini sorguluyor. Kitapta yer alan son yazıda ise Prof. Dr. Yusuf Şahin, yerelyönetimler ile demokrasi arasındaki ilişkinin ana hatlarını ortaya koyuyor.Son olarak Siyaset Akademisi’nin eğitim faaliyetlerine katılarak bilgilerini paylaşanakademisyenler ile makaleleri ile bu elektronik kitabın oluşumunu akademisyenlere teşekkürediyor ve bu çalışmanın Siyaset Akademisi katılımcılarına yararlı olmasını diliyoruz.DerleyenlerHamdi TURŞUCU & Hamit Emrah BERİŞ5
DEMOKRASİ VE DEMOKRATİKLEŞME ÜZERİNEProf. Dr. Tanel DemirelSiyaset Bilimi Uluslararası İlişkiler BölümüÇankaya ÜniversitesiDemokrasi Nedir ?Demokrasi modern devleti idare etmekte kullanılan siyasi rejim biçimlerinden biridir(Linz ve Stepan, 1996: 17). Demokrasinin ne olup olmadığı hakkında kuvvetli bir uzlaşmadansöz etmek mümkün değildir. Nihai analizde siyasi rejim tanımlamaları, siyasal değeryargılarından bağımsız bir biçimde ele alınamaz. Demokrasiyi tanımlama mücadelesi desiyasetin bir parçasıdır (Whitehead, 2002:14). Siyasal faaliyeti, kişi ya da grupların topluluğunkaderini ilgilendiren kollektif kararlar alınması sürecinde etkili olmaya çalışmaları olaraktanımlarsak, demokrasi, bir siyaset yapma biçimidir. Demokratik siyaset, şiddet ve zorkullanımını en aza indirmeye gayret gösterir. Fakat hangi eylemlerin şiddet olaraksınıflandırılacağı tartışmalı olduğu gibi, şiddet kullanımının hangi hallerde meşru olacağı datartışmalıdır. Ayrıca, siyaset sadece demokratik yollarla yapılmaz, ya da siyaset denilince aklasadece barışçı yollar gelmez. Kendi politikalarınızı yürütmenize engel olabilecek muhalefetifiziken ortadan kaldırmak, hapsetmek, tehdit etmek, korkutmak, sindirmek de, siyasi faaliyetinkapsamı içinde görülebilir. Carl Von Clausewitz, siyaset savaşın başka araçlarla devamettirilmesidir derken, bu yaklaşıma işaret etmektedir (Clausewitz, 1997: 357).Demokrasinin tanımlayıcı özelliği nihai siyasi karar alıcıların serbest seçimlerle iktidaragelmeleri ve siyasi iktidarın sınırlarının hukuki normlarla belirtilmiş –bu temel hak vehürriyetlerinin demokratik olmayan rejimlere kıyasla daha korunaklı olması anlamına gelirolmasıdır(Schmitter ve Karl, 1991; 76). Sosyo-ekonomik eşitliğe ya da seçimler dışında yurttaşkatılımına özel bir yer vermeyen bu kavramlaştırmaya “Schumpeterian,” “minimalist” ya da“liberal demokrasi” de denilmektedir (Przeworski, 1999: 23-55). Bu yaklaşımda, dolaysızdemokrasi idealini ifade eden, “halkın halk tarafından halk için yönetimi” anlayışı gerçekçibulunmaz. Halkın, halkın seçtiği temsilciler tarafından halk için idaresi anlayışı savunulur.Demokrasi, asıl değer olan özgürlükleri korumak için bulunabilen en iyi sistem olması hasebiyle6
değerlidir. Karl Popper’ın ifadesiyle yöneticileri kan dökmeden değiştirebileceğimiz bir rejimdir(Popper, 1945: 123).Liberal demokrasiyi eleştirenler, demokratik çoğunlukların eşitlik, özerklik, insanlarınkendilerini geliştirmelerine imkan yaratmak gibi amaçlarla iktisadi hayata daha fazlamüdahalesini savunurlar. Ancak bu müdahalelerin negatif özgürlüklere zarar verme ihtimaliyleberaber, kapitalist sistemin koyduğu sınırların nasıl aşılabileceği konusunda doyurucu yanıtlarverildiğini söylemek zordur. Kapitalist sistemde, iktisadi kaynakların piyasa mekanizması iledeğil de, demokratik usûllerle dağıtılması, üretim ve verimliliği olumsuz etkileme potansiyelinesahiptir. Diğer taraftan, piyasa merkezli kaynak dağılımını hiç değiştir(e)meyen birdemokrasinin benimsenmesi ve yaşatılması da kolay değildir. Modern demokrasiler, bu iki kutuparasında hassas bir dengeyi tutturmaya çalışırlar.Yönetilenlerin yönetime katılımları, yönetilenlerin haklarının tanınması, kanun önündeeşitlik ve siyasi eşitlik prensiplerinin kabulü, özerk birey kavramıyla birlikte gönüllülüktemelinde örgütlenmelerin öne çıkması, demokrasinin özelliklerindendir. Demokratik rejimler,devlet aygıtının hangi hallerde güç kullanacağını ve gücün sınırlarının ne olacağını açıkçabelirtmeyi amaçlarlar. Demokrasilerde askeri/sivil bürokrasi, seçilmiş siyasiler tarafındanbelirlenmiş politikaları uygulamakla mükelleftir. Seçimler, seçilmişleri denetim altında tutmanıntemel aracıdır. Ancak demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir. Seçilmiş otoriteler bütüneylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmakla yükümlüdür. Bağımsız yargı, yurttaşgirişimleri, sivil toplum kuruluşları ve medya şeffaflığın sağlanmasında hayati rol oynar.Demokratik rejim, ne yöneten yönetilen ayrımını yok eder ne de devletin nihai analizdezor kullanma tekeline sahip olduğu gerçeğini değiştirir. Devlet belli bir sosyo-politik düzen veonun getirdiği iktidar ilişkiler ve bölüşüm kalıplarını devam ettirmeye çalışır. Siyasetin çatışmacıniteliği demokratik rejimlerde ortadan kalkmaz. Merkezi iktidar adına konuşanlar, alınankararları diğerlerine daha kolay kabul ettirebilmek için kararların kamunun çıkarlarını gözönünealdığını iddia edeceklerdir (Pareto, 1935: 1618). Oysa böyle bir şey, hem mantıksal, hem detarihsel olarak, çok istisnai durumlar dışında mümkün olabilecek bir durum değildir. Her karargeçici bir uzlaşmayı ifade eder. Çünkü, her halükarda belli grupların çıkarları tatmin edilmemişveya daha az tatmin edilmiş olacaktır.Demokrasi, toplumsal çatışma ve farklılıkları, iktidar ilişkilerini ortadan kaldırmaiddiasında değildir. Sadece bu farklılık ve çatışmalarla bir arada yaşamaya, bunları bellikurallara tabii tutarak, düzenlemeye gayret gösterir (Mouffe, 1993: 146). Çatışma olgusunuşiddet kullanımını en aza indirecek şekilde kurumsallaştırmayı, siyasal mücadele biçimlerini7
değiştirmeyi amaçlar (Tilly, 2003: 28-9). Siyasal mücadelede neyin yapılıp neyinyapılamayacağını belirlemeye/sınırlandırmaya çalışarak siyasal hayata bir düzen vermekamaçlanır; siyasal mücadele ehlileştirilmek istenir.Demokratik rejimler, kimlerin hangi durumlarda şiddet kullanmaya yetkili“sayılacağının” belirlenmesinde olabilecek en geniş uzlaşmaya dayalı bir düzen olduklarını iddiaederler. Ancak bu, adı üzerinde, bir iddiadır. Siyasal rejim ne olursa olsun, toplum kavramınamündemiç olan çıkar farklılıkları nedeniyle, sosyal düzenden söz ettiğimiz sürece, ne şekildetanımlanırsa tanımlansın, zor kullanma olgusu ortadan kalkmaz (Bauman, 2001: 209). İktidarilişkilerinin müzakereler yoluyla ortadan kaldırılabileceğini ima etmek eleştiriye açıktır (Mouffe2000:128, Shapiro 1999). Siyaset, fikirler diyalogundan ziyade iktidar mücadelesini içerenstratejik bir faaliyettir. Demokratik siyasal hayatı sadece bir diyalog ve müzakere süreci olarakalgılamak, siyasetin esası olan çatışma olgusunun ikinci plana itilmesi riskini de beraberindegetirir (Anderson, 1994:43).Demokratik rejimi, herkes için en iyi ortak/rasyonel çözümlerin bulunmasına imkanveren ya da eşitsizlikleri radikal bir biçimde ortada kaldırma potansiyeline sahip bir rejim olarakgörmek beklentileri fazla yükseltmek anlamına gelir. Karşılanması imkansız beklentilerin büyükhayal kırıklıklarını besleyerek demokrasiyi yok etmeye çalışanların işini kolaylaştırması isemuhtemeldir. Demokrasinin her zaman en iyiyi ortaya çıkardığını “kanıtlayamayız” ancakdemokrasinin neden tercih edilmesi gerektiğini kısmen ikna edici tezlerle ileri sürebiliriz(Sartori, 1987: 275). Alternatifi olmadığı için demokratik rejimi savunmak, var olandemokrasilerin eksikliklerini görmezden gelmeyi gerektirmediği gibi, demokratik ideallereyakınlaşma çabalarını da anlamsız hale getirmese gerektir.Demokratik rejimi tercih edilir kılan, hem temel hak ve hürriyetlerin daha iyikorunabilmesine imkân verebilmesi, hem sosyo-ekonomik, kültürel, etnik ya da cinsiyetayrımlarına dayalı eşitsiz ilişkileri görünür kılarak düzeltme yönünde adımlar atılmasının önünüaçabilmesi ve hem de yöneticilere değişen derecelerde hesap sorabilmeyi mümkünkılabilmesidir. Demokrasi, sosyo-ekonomik eşitsizlikleri arzu edildiği düzeyde ortadankaldıramayabilir ya da yöneticiler hesap vermekten kaçınma yollarını bulabilirler. Ancak, sırfdevlet gücünün keyfiliğinin sınırlandırılmaya çalışılması ve insanın bir “değer” olarak kabuledilmesinin -bunu hak ve sorumluluklara sahip olma anlamında vatandaşlık olarak da ifadeedebiliriz- önemi de herhalde inkâr edilemez. Demokrasilerde, bireyler, tebaa değil, belirlihaklara ve sorumluluklara sahip olan, vatandaşlardır. İktidar tarafından iyi muamele görmek,kendilerine iyi niyetli hükümdarlar tarafından “ihsan” edilen bir hediye olmayıp, insan olmaları8
hasebiyle layık oldukları bir durumdur. Her zaman arzu edilen sonuçlar alın(a)masa bile, hakarama ve şikâyet etme fırsatına sahip olmanın önemi açıktır. İnsanın değer olması demek, devletaygıtının onu bir araç gibi görmesinin bir nebze de olsa önüne geçilmesi demektir.Demokrasi bütün toplumsal/siyasal çatışmaları çözecek sihirli bir anahtar olmadığı gibi,bu sorunlar çözülünce kurulabilecek bir siyasi rejim de değildir. Toplumdan bahsetmek demekdin, dil, ırk, cinsiyet, statü ya da düşünce farklılıklarıyla, kıt kaynakların eşitsiz dağılımındankaynaklanan sorunların hep var olacağı gerçeğini kabul etmek demektir. Demokrasi, bizatihisorunlarla bir arada yaşamanın, onları yönetilebilir hale getirmenin en önemli yollarındanbiridir.Bir rejim olarak demokrasinin çekiciliği yüksek değildir. Zira demokratik rejimlerinözünde farklı siyasi güçlerin, siyasi iktidarı kullananlara karşı dokunulmaz alanlara sahipolmaları yatar. Sadece demokrasilerde kurumsal niteliğe haiz bir muhalefet sözkonusudur.İktidarın sınırları bellidir. Demokrasi, farklı çıkarlara, dünya görüşlerine sahip olan insanların,diğerinin varlığını ortadan kaldırmadan, birarada yaşamaları ilkesi üzerine kuruludur. Farklısiyasi kişi ya da grupların kendi çıkarlarını oluşturma, savunma süreci ise, doğası gereği bitmekbilmez bir rekabet, pazarlık ve gerginlik (agony) halini de beraberinde getirir. Demokrasilerin,düzeyi farklılık ve çatışmaların doğasına bağlı olarak değişecek bir tetikte olma halinigerektirdiğini söylersek herhalde abartmış olmayız. Önemli olan ve demokratik rejimingerçekleştirebileceği şey, tarafların birbirlerini düşman olarak değil de, çok temel bazı esaslarda(muhalefete tolerans gösterilmesi gibi) anlaşabildikleri siyasi muhalif (adversary) olarakgörmeleridir (Mouffe, 2005: 126).Demokrasiler, demokrasi olma niteliklerini kaybetmedikleri müddetçe, herhangi birsiyasi gücü çok büyük oy çoğunluğuna sahip olsa da, tam manasıyla tatmin edebilmekten uzakkalmaya mahkumdurlar. İktidara geldiğinizde, iyi toplum anlayışınızı pratiğe geçirmenizinönünde belli engeller vardır. İyi toplum anlayışınızdan ödün vermek, sahip olduğunuz iktidarınsınırlarını kabul etmek, durumundasınızdır. Bu ise, hep bir “eksiğe,” “ideal olandan daha azına,”razı olmak demektir.Keza, demokrasi var olmayanın, henüz elde edilemeyenin peşindedir. Gerçekleşmiş birdurumdan ziyade, bir sürece tekabül eder. Ulaşılmak istenen şeyler, daha şeffaf idare, dahakorunaklı insan hakları, daha az sosyo-ekonomik eşitsizlik, daha fazla fırsat eşitliği, iyi toplumanlayışımızın kamusal alanda daha görünür hale gelmesidir. Bu da, sürekli mücadele halinin birdiğer görüntüsüdür. Demokrasi bir arayış rejimidir. İster seçilmiş ister atanmış olsunlar kamusalgücü kullananların her daim kamuya karşı sorumlu oldukları ve kamuya hizmet etmekle9
mükellef olduklarını hissetmeleri gerekir. İktidar karar almaya devam ettikçe bu kararlarınhukuka uygunluğu/yerindeliği meselesi bir mevzu olarak var olacaktır. Demokrasinin bu özelliği,“daha fazla şeyin ebedi yokluğu” duygusu ile beraber rejime yönelik tepkileri artırmakta vesürekli kriz içinde olunduğu anlayışını beslemektedir (O’Donnell, 2007: 9).Demokrasilerin düzeyi ya da kalitesi hakkında çeşitli ölçütler kullanılarak,sınıflandırmalar yapılmaktadır (Munck, 2009). Bu sınıflandırmalar, çokça tartışılsalar da,herhangi bir demokratik rejimin nasıl algılandığı konusunda fikir verirler. En basit anlatımıyla,demokrasiler, bireylerin hak ve hürriyetlerini devlet aygıtına karşı koruyabildikleri, kamusalkararlara olabildiğince yüksek katılım sağlayabildikleri ve kamusal gücü kullananlara hesapsorabildikleri ölçüde “yüksek kaliteli,” bunları yapamadıkları ölçüde de “düşük kaliteli”demokrasi olarak nitelendirilebilirler (Diamond ve Morlino, 2004). Hiç bir demokrasimükemmel olmadığı gibi, yüksek kaliteli demokrasilerin hep aynı düzeyi tutturabileceklerinidüşünmemeliyiz. Demokrasiler kırılgan rejimlerdir.Demokratikleşme ve Demokratikleşmeyi Destekleyen Koşullar“Demokratikleşme,” demokratik olmayan bir siyasi rejimin demokrasiye doğru evrimsürecini ifade eder. Süreç otoriter rejimin bir ayaklanma, devrim ya da işgal gibi sebeplerleyıkılması ya da eski rejim muktedirlerinin çeşitli saiklerle liberalleşme yönünde adımlaratılmasına karar vermeleriyle başlar. Eski rejim ile, eski rejimin elitleri ve kurumlarını tamamenreddetmeyi gerektiren, keskin bir kopuş yaşanabileceği gibi, yumuşak bir geçiş de söz konusuolabilir.Samuel Huntington üç demokratikleşme dalgasından söz eder (Huntington, 1991).Birinci dalga Amerikan ve Fransız devrimleri ile başlayan ve Birinci Dünya Savaşı sonundabiten dalgadır. İkinci dalga, 1945 sonu ile 1960’ların başına kadar sürer. Üçüncü dalga, 1974Portekiz Karanfiller Devrimi ile başlar ve sosyalist sistemlerin çöküşü ile ivme kazanır. Esasen,demokratikleşme kavramı, İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ya da İsveç gibiülkelerde 19.yüzyıldan itibaren hız kazanan demokrasiye doğru evrimi ifade etmekten ziyade,İkinci Dünya Savaşı ve 1989 sonrasında otoriter ülkelerin daha açık rejimlere dönüşmeçabalarını ifade etmek için kullanılır. Zaman zaman eski ve yerleşik demokrasilerde, ya daAvrupa Birliğinde “demokrasi eksikliği”nden bahsedilerek, demokratikleşme ihtiyacından dabahsedildiği görülmektedir.10
Bir süreç olarak demokratikleşme çizgisel değildir. Otoriter rejimin yıkılması ya daliberalleşme yönünde adımlar atılması demokratikleşme sürecinin geri döndürülemeyeceğianlamına gelmediği gibi, yüksek kaliteli bir demokrasinin kurulacağı anlamına da gelmez.Oturmuş ya da yüksek kaliteli denilen demokrasiler için bile otoriter rejime geri dönüş, düşükbir ihtimal olsa bile, imkansız değildir (Tilly, 2007: 24, Keane, 2009: 875-6). Demokrasi birtarihsel zorunluluk değildir. Dahası yüksek kaliteli demokrasiler, kolaylıkla yozlaşarak, düşükkaliteli rejimler kategorisine girebilirler. Güvenlik güçleri, kolaylıkla yasadışı ya da yasallığıtartışılan eylemlere imza atabilir, siyasetçiler, kendilerine maddi menfaat sağlama yolundaşeffaflıktan uzaklaşabilirler. Demokrasiler kırılgan rejimlerdir.Hangi faktörler otoriter bir rejimi demokratikleşmeye zorlar ? Hangi sosyal/siyasaldinamikler demokratikleşme sürecini kolaylaştırır ya da demokrasinin yasşamasını mümkünkılar ?Demokrasiyi ortaya çıkaran koşullarla her nasılsa kurulmuş bir demokrasinin devamınısağlayan koşulları birbirine karıştırmamak gerekir. Demokratikleşmeye doğru giden “tek biryol” sözkonusu değildir (Rustow 1994: 350, Tilly, 1995: 205, 209). Siyasi rejim olarakdemokrasinin ortaya çıkışı her zaman “siyasi” bir olaydır. Sosyo-ekonomik dönüşümlerdemokrasinin filizleneceği ortamı yaratabilirler ancak bunlar kendiliğinden demokrasiye yolaçmaz. Demokratikleşen her ülke çok farklı ve değişik yollardan geçerek bu noktaya varmıştır.Örneğin demokratik ülkelerin kazançlı çıktığı savaşların bitiminde demokratikleşme dalgasıgörülmüştür. Ya da otoriter rejimin siyasi, askeri ya da ekonomik bir fiyasko ile karşıkarşıyakalması demokratikleşmeyi tetikleyebilir. Diktatörlerin, rejimi kısmen liberalleştirerekmuhalefeti zayıflatmayı denemeleri demokratikleşmenin bir diğer sebebi olabilir. Bir eylemindemokratikleşmeye hizmet etmesi için, faillerin samimi ve tutarlı demokrat olmaları gerekmez.Demokratik değerleri benimsediklerinden kuşku duyulanlar, ya da onu bir araç olarak görenler,kendi çıkarlarının daha iyi korunacağını düşünürlerse, demokrasiyi bir süre için savunmayayönelebilirler.Toplumsal/siyasal hayat mekanik neden sonuç ilişkileri ile anlaşılamayacak kadarkarmaşıktır. Çoğu zaman faillerin ne niyet ettikleri ne de öngörebildikleri sonuçlar ortaya çıkar.Ayrıca, aktörlerin zaman içinde değişebilecekleri gerçeğini de unutmamak lazımdır.Demokrasiyi benimsememekle birlikte kendi çıkarları için savunan aktörler, süreç içinde,demokrasinin değerini daha iyi anlayıp, demokratik değerler geliştirebilirler. Ya da tam tersine,demokrat aktörler, anti-demokratik bir çizgiye doğru savrulabilirler.11
Bir ülkede demokrasinin kurulabilmesi için herhangi bir önşart var mıdır ? DankwartRustow mutlaka bir önşarttan bahsedilecekse bunun millet olma ya da milletleşme noktasındamesafe almış bir siyasal birimin (political unit) varlığı olduğunu söylemiştir (Rustow 1994, 354).Nüfusun çoğunluğu, kendisinin hangi siyasal topluluğa ait olduğu konusunda belirgin bir şüpheiçinde olmamalıdır. Bunu derken, nüfusu oluşturan kitlenin tamamının tek bir millete ait olmabilincine sahip olmasından bahsetmiyoruz; her zaman kendini ait hissetmeyenler olacaktır.Ancak bu kitle ile diğerleri arasında siyasal birime aidiyet kriterleri konusunda bir anlaşmayoksa, demokratik rejimi hayata geçirmek zorlaşabilir.Ülke içindeki bir grup, hakim millete ait olmadığı gerekçesiyle kültürel grup hakları yada ayrılıkçılık talep ediyorsa, o ülkede demokratik rejim diğer sorunlar yanında çözümbulunması zor milliyetçilik meselesi ile de uğraşmak zorunda kalacaktır. Diğer taraftan, farklıetnik/milli gruba ait olma iddiasını dile getirenlerin varlığının, İspanya’da olduğu gibi, hakimmilleti temsile soyunan devlete karşı bir denge unsuru işlevi gördüğü durumlar olabilir. Buhalde, farklılık demokratikleşmeyi kolaylaştıran bir etki de yarabilir. Keza, Hindistan örneğin de,çok dinli ve çok etnik gruplu bir toplumda demokrasinin yaşayabileceğini gösteren, önemli biristisnadır.Hangi toplumlarda demokrasinin gelişme şansı bulduğu konusunda kabul görengenellemelerden bahsedebilmek son derece güçtür. Daha fazla ülke hakkında daha fazla çalışmaortaya çıktıkça, meselenin genellemelere müsait olmadığı daha iyi görülmektedir. Hergenellemeye karşılık mutlaka bununla çelişen bir ya da birden fazla örnek gösterilebilmektedir.Yine de, üzerinde az ya da çok anlaşılmış denilebilecek noktalardan bahsedilebilir.Karşılaştırmalı siyasi analiz tarım ya da doğal kaynaklardan ziyade, sanayi, ticaret ve hizmetsektöründen elde edilmiş yüksek milli gelir düzeyinin, etnik ya da dini açıdan kutuplaşmamış,homojen denilebilecek bir toplum yapısının, yüksek şehirleşme ve eğitim düzeyinin, sosyoekonomikeşitsizliklerin üst düzeyde olmamasının, devlet ile, sınıflar, statü grupları ve/veyadiğer önemli toplumsal/siyasi aktörler arasında “nispi” bir dengenin varlığının demokratikleşmesürecini genellikle olumlu etkilediğini göstermektedir. (Dahl, 2000: 166, Geddes, 2007: 335,Inglehart ve Welzel, 2009). Ancak bu şartların gerçekleşmiş olmasının demokrasiyi garantiyealdığı veya bunlar olmadığı zaman demokrasinin hiç şansının olmadığı da söylenemez. ÖrneğinHindistan, bu koşulların çoğunu taşımadığı halde dünyanın en kalabalık ve eskidemokrasilerinden biri hüviyetindedir.1960’lı yıllarda dile getirilen, Anglosakson tarihi mirasın demokratikleşmeye dahauygun bir kültürel atmosferi yarattığı, Protestan ülkelerin Katolik ya da Ortodoks ülkelere12
nazaran demokratikleşmeye daha meyyal oldukları iddiaları ise günümüzde daha fazlasorgulanmaktadır. Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde demokrasinin yaşama şansınındüşük olduğuna, İslamın demokrasi ile bağdaşması en zor dinlerden biri olduğuna ilişkin iddialarise, halen dile getirilmektedir. Belirtmeye gerek yoktur ki, ülkelerin jeopolitik konumu veuluslarası konjonktür de demokratikleşme üzerinde en az yukarıda sözü edilen “iç” denilebilecekfaktörler kadar etkilidir. Bazen işgal güçleri tarafından empoze edilen bir demokratik rejim,Almanya ve Japonya örneğinde görüldüğü gibi, daha sonra kökleşebilmektedir.Sözü edilen faktörlerle demokratikleşme arasında bir ilişki vardır demek, mekanikneden/sonuç bağlantılarının kurulabileceği anlamına gelmez. Örneğin, çoğu zaman yüksekekonomik gelişme düzeyinin mi demokrasiyi güçlendirdiğini, yoksa demokrasinin mi büyümeyiteşvik ettiğini net bir biçimde ortaya koyamayız. Demokratik rejimin vatandaşlık kültürü (civicculture) de diyebileceğimiz demokratik değerlerden beslendiği doğrudur. Ancak bu değerlerinbüyük ölçüde demokrasi tecrübesi yaşayan toplumlarda gelişebileceğini de biliyoruz.Açıktır ki, demokratik rejimi, “zorunlu” kıldığı söylenebilecek herhangi birtoplumsal/siyasal yapılanmadan söz etmek doğru olmaz (Schmitter 1994: 58, Sorensen 2010:445-6). Kapitalist sistemin demokrasiyi kolaylaştıran sosyo ekonomik dönüşümleri tetiklediğigerçek ise de, kapitalizm, mülkiyet haklarına bir ölçüde saygılı diktatörlük rejimleriyle uyumgöstermiş ve göstermektedir. Keza yüksek sosyo-ekonomik gelişme ve eğitim düzeyi,demokratikleşme yönündeki talepleri artırma potansiyeline sahip olsa da, zorunlu birdemokrasiye evrilme anlamına gelmez. Güçlü bir sivil toplumun varlığı ya da toplumdakiörgütlenme düzeyinin yüksek olması demokratikleşmeyi besleyebileceği gibi, bazı durumlardasekte de vurabilir. Weimar Cumhuriyeti’nde çok canlı bir sivil toplum hayatının demokrasiyikorumaya yetmediğini biliyoruz (Berman, 1997) Önemli olan sivil toplum kuruluşlarının kendiiçlerinde bir çoğulculuğu barındırıp barındırmadıklarıdır. Ashutos Varshney, sadece Hindu ya dasadece Müslümanlardan oluşan sivil toplum kuruluşlarının diğerini hedef alan toplumsal linçhareketleri teşvik etme (“riot inducing”) potansiyellerini yüksek olduğunu, bünyesinde her ikigrubu da barındıranların ise, bu tarz eylemleri sınırlayıcı özellikler taşıdığını ifade eder(Varsheney, 2002).Demokratikleşme Sürecinde Sorunlar ve Olasılıklar13
Yukarıda da belirtildiği gibi, demokratikleşme, sonucundan hiç bir zaman eminolamayacağımız bir süreçtir. “Yeni” demokrasilerin geleceğine ilişkin, 1990’lı yılların abartılıiyimserliği geride kalmıştır. Kurulan rejimlerin yükselmiş beklentileri karşılayamaması ve bununyarattığı hayalkırıklığı, eski elitlerin yeni rejimde de ayrıcalıklarına koruyabilmeleri, bir çokülkede otoriter rejimlerin sağlar göründüğü başarılar, kendi sorunlarıyla uğraşan AB ve ABD’nindemokrasiyi yayma konusundaki gönülsüz davranışları ve inandırıcılıklarından çok şeykaybetmeleri karamsarlık yaratan faktörlerin başında gelmektedir (Burnell, 2010).1990’lı yılların başlarından itibaren demokratikleşme sürecine girmiş bir çok ülkede, neotoriter rejim ne de demokrasi diyebileceğimiz “delegasyoncu demokrasi,” “seçim demokrasisi,”ya da “hibrid/karma rejimler” olarak adlandırılan yeni rejimler ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerdetamamen göstermelik olmayan seçimler yapılmaktadır, ancak eski rejimin parçası olan kesimlerya da eski rejimin tasfiyesi sürecinde yeni zenginleşmiş kesimler, iktisadi güçlerinin dekatkısıyla, iktidar pozisyonlarını ellerinde tutmaktadırlar. Muhalif medya, sivil toplumkuruluşları ve potansiyel siyasetçiler, hiç bir zaman siyasi iktidardan bağımsızlaşamamış yargı vegüvenlik güçlerinin ikna edici olmayan suçlama ve yargılamalarıyla sindirilmekte hatta bazensuikastlere de başvurulabilmektedir.Doğal kaynaklar açısından zengin olan -örneğin Rusya gibi- yeni demokrasilerdezenginliğin devlet tarafından kontrolü, dışa açık rekabetçi orta sınıfların yükselişinin önünükesmekte, siyasi iktidar sahip olduğu ekonomik kaynakların da yardımıyla hak ve hürriyetihlalleri konusunda sessiz kalınmasını temin edebilmektedir. Diğer yeni demokrasilerde ise, etkinbir devletin oluşturulamaması, insan hakları ihlalleri, yolsuzlukla mücadele de mesafealınamaması ve hayat standartlarında vaat edilen iyileşmenin sağlanaması hoşnutsuzluklarıartıran temel faktörler arasındadır (Sorensen, 2010: 448-50).Bu rejimlerin bazılarının zamanla daha demokratik bir hal alabilecekleri ihtimali birkenara atılamaz zira yerleşik demokrasilerin çoğu ancak zamanla hayatiyet ve canlılıkkazanabilmişlerdir. Bu olasılığın gerçekleşme ihtimali demokratların fikri ve siyasimücadelelerinden ziyade, çoğu zaman hiç kimsenin tam anlamıyla kontrol edemediği sosyoekonomikve siyasi dönüşümlerle ilişkilidir. Açıktır ki, ABD ve Avrupa Birliği’ndekigelişmelerin alacağı seyir diğerlerini de yakından etkileyecektir. Bu ülkelerde uzun süredir dilegetirilen demokrasi eksikliğinin (Dalton, 2004, Diamond, 2008: 345-371) giderilememesi,devam eden ekonomik krizin sorumlusu olarak demokratik rejimi gösterenlerin halihazırdaolduklarından daha fazla inandırıcılık kazanmaları halinde, otoriter yönelimlerin üçüncü dalgademokrasilerinde de yükselişe geçeceğini söylemek kehanet olmaz. Keza, Çin’in kısa ve orta14
vadede otoriter ve fakat iktisadi açıdan başarılı bir örnek olarak algılanması da, anti-demokratikeğilimleri teşvik etme potansiyeline sahiptir (Breslin, 2010: 151-2).Demokratikleşme konusundaki tartışmalar bir noktada yeni demokrasilerde demokratikkültürün ne ölçüde var olduğu noktasına gelip dayanmaktadır. “Tolerans,” “empati” ve “güvenduygusu eksikliği,” “uzlaşma” kültürünün yokluğu gibi özellikler dile getirilmekte, yaşanılanbaşarısızlıklara gerekçe olarak gösterilmektedir. Oysa, kültür başlıbaşına açıklayıcı bir faktörolmaktan ziyade, hangi olguların ilk planda o kültüre yol açtığı gibi çok temel ve derinlikli birsoruyu davet eden bir tespittir. Devlet/toplum ilişkilerinin seyri, sömürge tecrübesinin olupolmaması, din ve inanç sistemleri, sosyal yapı, ekonominin ticarileşme düzeyi siyasi kültürübelirleyen temel faktörlerdendir.Yeni demokrasiler söz konusu olduğunda özellikle vurgulanması gereken bir husus,demokrasilerin kaderinin bu ülkelerdeki temel siyasi aktörlerin ne ölçüde demokrasiningerektirdiği sınırlı hükmetme anlayışını içselleştirip içselleştiremeyecekleri ile çok yakındanilişkili olduğudur. Demokrasinin kurulabilmesi için tutarlı ve samimi demokratların varlığı şartdeğildir. Fakat demokrasini yaşaması ve hakiki bir demokrasi olabilmesi için demokratlarınsayısının artması şarttır. Diğer bir deyişle, her nasılsa kurulmuş olan demokrasiler, zaman içindedemokratların sayısını artıramazlarsa, özellikle de elit içinde demokratik değerleriönemseyenlerin sayısında artış olmazsa, varlıklarını sürdürmeleri zorlaşır, yüksek kaliteli birdemokrasi haline gelmeleri imkansız olur.Demokrasilerde, liderlik çoğu zaman düşünüldüğünden daha da önemlidir.Demokrasi, sonuçlarından bağımsız olarak oyunun kurallarına uyulmasını gerektiren birsiyasi mücadelenin sınırlarına herkesin uymayı taahhüt ettiği bir centilmenlik rejimidir. Güçve çıkar mücadelelerini reddetmez onu sadece belli biçimlerde yapmayı –ve belli biçimlerdeyapmamayı- taahhüt eder. Demokrasiyi benimsemek demek sonuç ne olursa olsun seçimlerlegelip seçimlerle gitmeyi kabul etmek, muhaliflere karşı şiddet kullanmama taahhüdündebulunmak demektir. Demokrasi herşeyden evvel sonuçlarına bakılmaksızın oyununkurallarına uymayı ahlâki bir sorumluluk olarak kabul etmeyi gerektirir.Rejiminin işleyebilmesi için siyasette kazanma ve kaybetmenin maliyetinin çok yüksekolmaması gerekir. Fakat sorun basitçe bu da değildir. Demokrasi belli bir adalet anlayışının,Kantçı ahlâk anlayışının, hem elitler hem de toplum vicdanında yankı bulması ile hayatiyetkazanır. “Kendine yapılmasını istemediğin davranışı başkasına da yapma,” “başkasına yapılan veyanlış bulduğun davranışa kendine yapılmış gibi tepki göster” ilkeleri, demokratik rejim için degerekli olan, temel ahlâk ilkelerindendir. Bu ilkelere uyma kaygısı hissedenlerin sayısı her15
toplumda düşüktür. Siyasal hayatta bu kurallara uygun hareket edebilmek daha da zordur. Fakatsayı ne kadar yüksek olursa, demokratik rejimin yaşama şansı o kadar artar.Uzun yıllardır otoriter yönetime maruz kalmış toplumlarda biri özel biri kamusal alandaolmak üzere iki farklı ahlâk anlayışı gelişmiş gibidir. Özel alanda ahlâki değerlere bağlılıkbeklenirken bunun dışına çıkıldığında baskıcı devletin/ötekinin/otoritenin alanına girildiğidüşünülür ve orada her şey mübah görülür. Esasen kamusal alan bilinci diye bir şey söz konusudeğildir, çünkü otoriter devlet böyle bir duruma izin vermemektedir. Otoriter toplumlarda ilkelive tutarlı davranmanın bedeli yüksektir. Korku ve dehşetin hüküm sürdüğü yerde, bireylerinkendilerini sınırlamayı öğrenmeleri, sonuçlarından bağımsız olarak kurala uyma gereğininiçselleştirmeleri, zordur. Korunma davranışı olarak belli bir rasyonalitesi olan ve “şark” ya da“köylü” kurnazlığı dediğimiz, rengini belli etmeme, otoriteye açıkça hayır demeden, daha sonrakendi bildiğini okuma, görünmeden kaçma, kısaca devleti “idare etme” tarzının demokrasininpekişmesi sürecinde etkileri olumsuz olmuştur. Keyfi otoriteye karşı savunma mekanizmasıolarak geliştirilen farklı maskeler takma, bir yerde başka diğer tarafta başka olma/görünmezaman içinde hiç rahatsızlık yaratmayan bir “habitus” haline gelerek toplumsal/siyasaldavranışlara damgasını vurabilmiştir (bkz, Demirel, 2004: 141 vd).Bu kültürün yaygın olduğu toplumlarda, iktidarı ele geçirenler, onu sınırsız bir biçimdekullanma eğilimi göstermekte, iktidarı kaybetmemek için yasallığı tartışılan yollaragidebilmekten en ufak bir ahlâki rahatsızlık duymamaktadırlar. Genellikle bir lider ve varlığınılidere borçlu bir klik oluşmakta, bu iktidar bloku her türlü denge ve kontrol mekanizmasındankendini uzak tutmayı denemektedir. İktidarı kaybedenler ise, onu geri alabilmek için her türlüyola başvurmayı –yine aynı kolaylıkla- mübah sayabilmektedirler. Davranışları belirleyen temeletken politikalara direnebilecek çıplak gücün varlığı ya da yokluğudur.Kısır döngünün kırılabilmesi için, iktidarın sınırlandırılması gerekir. Burada kurumsaldüzenlemeler hayati, ancak yeterli değildir. Zihniyet dönüşümü de şarttır. Zihniyet dönüşümüise, uzun dönemli düşününebilen, hem kendisinin hem ülkenin çıkarlarının uzun dönemdedemokrasi (ve iktidarın sınırlanması) ile daha iyi korunabileceğine inandığı gibi, bunudiğerlerine anlatabilen siyasi aktörlerin atacağı adımlarla başlatılabilir. Bu türlü aktörlerinsayısının çok fazla olmadığını tarih bize gösteriyor. Aktörleri bu yola itecek müşevviklerinbaşında güçlü demokratik ülkelerin talepleri ve baskısı gelir. Keza, devlete bağımlı olmayandışa açık piyasalarda para kazanan orta sınıfların gelişiminin de aktörler üzerinde baskıoluşturacağı söylenebilir.16
Hülasa, demokrasi, demokrasiye karşı çıkanlara karşı mücadeleyi gerektirdiği gibi,demokrasiyi mümkün kılan değerlerin hakim kılınması ve yeni kuşaklara aktarılması için sürekli birçabayı da gerektirir. Demokratik değerler kendiliğinden oluşmadığı gibi, oluştukları ölçüde desürekli korunmayı/geliştirilmeye muhtaç değerlerdir. Doğrudur; siyasal rejimin doğasını belirleyentoplumsal/siyasal dinamikler önemlidir ve çoğu zaman aktörler tarafından aşılamayacak kadarbüyük engeller oluşturabilirler. Küreselleşme, özellikle güçsüz ulus devletlerin ülke içinde üretimiartırma ve kaynak dağıtma işlevlerini önemli ölçüde sekteye uğratmıştır. Bir yandan beklentileryükselirken, diğer taraftan da bu beklentileri karşılamak her zaman olduğundan daha zorolmaktadır.Demokratik rejimin beklentileri yükselten bir tarafı vardır. Siyasal rekabet daha iyininmümkün olduğu ve fakat iktidarın beceriksizliği ya da kötüniyetli olması nedeniyle çok kolay olanbu ideal durumun gerçekleşemediği teması üzerinden yapılır. Kollektif eylemler yoluyla insanlarınkendi kaderlerine hakim olabilecekleri fikri demokrasinin temellerindendir. Kadere hakim olmakiktisadi kıtlığı yenmek olarak yorumlandığında, demokrasi imkansız olanı başarmayasoyunmaktadır. İktisadi meselelerde hükümetlerin uzun vadeyi göze alarak hareket etmeleri dekolay değildir. Fakat bu tespitler, bu yöndeki çabaların nafile olduğu anlamına gelmemelidir.Demokratikleşme doğrultusundaki yapısal denilen engelleri bilinçli siyasal eylemler yolu ileistediğimiz doğrultuda değiştiremeyebiliriz. Ancak bu türlü çabalar, en azından daha kötüye gidişiönlemeye yardımcı olabilir ve değişimin önünü açarak sonrakilere yol gösterirler.Batı dünyasında bir çok araştırmacı, demokrasiyi “normal,” demokratik olmayanrejimleri “anormal” ya da istisnai rejim biçimleri olarak algılama eğilimindedir. Bu ülkelerinçoğunun uzunca bir süredir demokratik rejim ile yönetilmeleri demokrasinin kolaylıklakurulabilen ve sürdürülebilen bir rejim olduğu algısını farkında olmadan destekleyenfaktörlerden biri olsa gerektir. Demokrasi konusundaki normatif tercihler de, demokrasininyokluğunu açıklama gerektiren bir anomali olduğu düşüncesini beslemiştir.Böyle olunca, demokratikleşme sürecinin önündeki engeller, olduklarından dahaönemsizmiş gibi görülebilmekte bu da beklentileri gerçekçi olmayan bir biçimdeyükseltmektedir. Bu durum batı demokrasileri için büyük sakıncalar doğurmayabilir. Fakat, batıdışı dünya için aynı şey söylenemez. Otoriterizm tehdidinin varlığı ve gücünü gözdenkaçırmamak, var olan demokrasinin kırılganlığını hep gözönünde tutmak bu ülkelerdedemokratikleşme sürecine hizmet etmenin ilk adımını oluşturur (Stepan, 2009).17
KAYNAKÇAAnderson, Perry, “Comment: Power, Politics and the Enlightenment,” Rethinking Left, der,David Miliband, Oxford, Polity, 1994.Bauman, Zygmunt, “Violence, Old and New,” The Individualized Society, Oxford, Polity,2001.Berman, Sheri, “Civil Society and the Collapse of Weimar Republic,” World Politics, 49, 3,1997.Breslin, Shaun, “Democratizing One Party-Rule in China,” New Challenges toDemocratization, der, Peter Burnell ve Richard Youngs, Londra ve New York,Routledge, 2010.Burnell, Peter, “New Challenges to Democratization,” New Challenges to Democratization,der, Peter Burnell ve Richard Youngs, Londra ve New York, Routledge, 2010.Clausewitz, Carl Von, On War, çev, J.J. Graham, Londra, Wordsworth, 1997.Dahl, Robert A, On Democracy, New Haven London, Yale University Press, 2000.Dalton, Russell J, Democratic Challenges, Democratic Choices: The Erosion of PoliticalSupport in Advanced Industrial Democracies, Oxford, Oxford University Press,2004.Demirel, Tanel, Adalet Partisi – İdeoloji ve Politika, İstanbul, İletişim, 2004.Diamond, Larry, The Spirit of Democracy, Henry Holt ands Company, New York, 2008.Diamond, Larry ve Leonardo Morlino, “The Quality of Democracy: An Overview,” Journal ofDemocracy, 15, 2004.Geddes, Barbara, “What Causes Democratizations ?” The Oxford Handbook of ComparativePolitics, der, Carles Boix, Susan C. Stokes, Oxford, Oxford Univ. Press, 2007.Huntington, Samuel P, The Third Wave: Democratization in the Late Twentieth Century,Norman University of Oklohama Press, 1991.Inglehart Ronald, ve Christian Welzel, “How Development Leads to Democracy,” ForeignAffairs, vol 88, no 2, 2009.Mouffe, Chantal, “Politics and the Limits of Liberalism,” The Return of Political, London,Verso, 1993.Mouffe, Chantal, “For an Agonistic Model of Democracy,” Political Theory in Transition, ed,Noel O’Sullivan (Routledge: London and New York, 2000.Mouffe, Chantal, “For an Agonistic public sphere,” Radical Democracy, Politics BetweenAbundance and Back, der, Lars Tonder and Lassa Thomassen, Manchester,Manchester University Press, 2005.Munck, Gerardo L, Measuring Democracy- A Bridge Between Scholarship & Politics,Baltimore, The Johns Hopkins University Press, 2009.O’Donnell, Guillermo, “The Perpetual Crises of Democracy,” Journal of Democracy, 18, 1,2007.Pareto, Vilfredo, The Mind and Society, vol 4, The General Forms of Society, der, ArthurLivingston, Harcourt, Brace and Company, New York, 1935.Popper, Karl, Open Society and Its Enemies, vol 1, Plato, London, Routledge and Paul, 1945.Przeworski, Adam, “Minimalist Conception of Democracy: A Defence,” Democracy’s Value,der, Ian Shapiro & Casino Hacker Gordon, Cambridge, Cambridge University Press,1999.18
Rustow, Dankwart A. “Transitions to Democracy: Toward A Dynamic Approach,” In TheState-Critical Concepts, der, John A. Hall, London, Routledge, 1994.Sartori, Giovanni, Theory of Democracy Revisited, part 2, Classical Issues, ChathamHouse, Chatham, New Jersey, 1987..Schmitter, C. Philippe ve Karl, Tery Lynn, “What Democracy is ...and is not,” Journal ofDemocracy, 2, 3, 1991.Schmitter, Philippe C., “Dangers and Dilemmas of Democracy,” Journal of Democracy, vol 5,no 2, 1994.Shapiro, Ian, “Enough of Deliberation-Politics is about Interests and Power,” DeliberativePolitics- Essays on Democracy and Disagreement, der, Stephen Macedo, Oxford,Oxford University Press, 1999.Sorensen, George, “Democracy and Democratization,” Handbook of Politics- State andSociety in Global Perspective, Kevin T. Leicht, J. Craig Jenkins, eds, Springer, NewYork, 2010.Stepan Alfred, “Introduction : Undertheorized Political Problems in the FoundingDemocratization Literature,” Democracies in Danger, The Johns Hopkins UniversityPress, Baltimore, 2009.Tilly, Charles, “Democracy is a Lake,” Roads From Past to Future, Rowman & LittlefieldPublishers, New York, Oxford, 1997.Tilly, Charles, Contention and Democracy in Europe- 1650-2000, Cambridge UniversityPress, Cambridge, 2003.Tilly, Charles, Democracy, Cambridge, Cambridge University Press, 2007.Varshney Ashutos, Ethnic Conflict and Civic Life : Hindus and Muslims in India, Yale,Yale University Press, 2002.Whitehead Lawrence, Democratization –Theory and Experience, Oxford, Oxford UniversityPress, 2002.19
GLOBAL SİSTEM, DEMOKRATİKLEŞME- YERELLEŞME DİNAMİKLERİ VEYEREL DEMOKRASİProf. Dr. Mustafa ÖKMENKamu Yönetimi BölümüCelal Bayar ÜniversitesiGirişAynı ortak felsefi paradigmanın ürünü olan kapitalizm, ulus-devlet ve liberal demokrasigerek teorik yaklaşımlarda gerekse pratikte hep iç içe olmuştur. Bir özdeşleşme ve örtüşme olarakda nitelendirebileceğimiz bu iç içelik pozisyonu özellikle, yaşanılan sürekli değişme ve gelişmeanlamını içeren küreselleşme sürecinde iyice belirginleşmiş ve ortak çıktılar (out-puts) üretmeanlamında ortak sonuçlar doğurmuştur ve doğurmaktadır.Kapitalizmin bunalımları anlamında ortaya çıkan sorunlar ulus-devletin ekonomik vesiyasal işlevlerini zayıflatmış, ortaya çıkan küreselleşme-yerelleşme, bölgeselleşme ve altkimliklerinöne çıkması gibi gelişmeler son tahlilde, temelinde temsil kavramının yattığı sanayitoplumunun siyasal dünya görüşünü oluşturan liberal demokraside önemli değişim ve dönüşümlereneden olmuştur ve olmaktadır.Temsili demokrasi de diyebileceğimiz liberal demokrasi bugün, ulus-devletinişlevlerindeki değişmelere ve iktidar alanının daralmasına paralel olarak, yerellik, katılım,çoğulculuk ve bölgesellik gibi yeni oluşum ve yapılanmalarla birlikte işlev ve nitelikdeğiştirmektedir.Kapitalizm, Ulus- Devlet ve Liberal DemokrasiModern devlet, 16. ve 17. Yüzyıllarda Kuzey-batı Avrupa’da ortaya çıkan devlet tipidir.Ulusal devlet olarak da tanımlanan modern devlet, Kuzey-batı Avrupa’da 13. ve 17. Yüzyıllararasında ortaya çıkan, insan ve toplum yaşamının her alanını kökten etkileyen çok büyük vekapsamlı bir değişim sürecinin ürünü sayılabilir. Kuşkusuz, devletin tarihi çok daha eskilereuzanmaktadır ve bu kurum toplumsal gerçekliğin temel öğelerinden biridir. Ancak, sözü edilentarihsel dönemde ve dünyanın belli yöresinde ortaya çıkan bu devrimsel değişim ya da bir başkadeyişle yeni toplumsal gerçeklik, toplumsal yaşamla ilgili her kurum ve süreci olduğu gibi devleti20
de etkilemiş, ortaya yeni bir devlet tipi çıkmıştır. Bu devlet tipi genellikle modern devlet olarakadlandırılmaktadır.Modern devlet, tarih sahnesine mutlakiyetçi monarşi olarak çıkmıştır; başka bir deyişlemutlakiyetçi monarşi modern devletin ilk formudur. Mutlak monarşilerin önemli bir özelliği ulusaldevlet olmalarıdır. Ulusallık, modern devletin en yaygın niteliklerinden biridir ve daha önce tarihiçinde rastlanan devlet tiplerinin ulusal olma özelliği taşımadığı söylenebilir. Ulus, Avrupa’dakibüyük ve kapsamlı değişim içinde ortaya çıkan bir toplumsal kategori ya da toplumsalkollektivitedir; modern devlet bu toplumsal kategorinin üzerinde kendini gösteren siyasalörgütlenmedir. Derinleşen ve karmaşıklaşan ekonomik ilişki ve bağlantılar ve bunlarınkoordinasyon gereği hem yeni bir toplumsal kategori düşüncesini hem de bu kategoriye özgüsiyasal örgütlenme talebini ortaya çıkarmaktadır. Ulusal toplum ve modern devlet, sözü edilentaleplerin sonucudur (Şaylan, 1994: 17- 26).Modern devletin ilk şekli olan mutlak monarşi, kapitalizmin gelişim süreci içinde belirmişve sermaye birikimi sürecinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bu süreçte, mutlakiyetçi devlet, denizaşırıtoprakları sömürgeleştirip, kendi tüccarlarına ayrıcalık sağlama, kendi ulusal ticareti ve üretimi içinkorumacı önlemler alma gibi fonksiyonları yerine getirmiştir. Bununla birlikte kapitalizmindinamizmi ve gelişme yasası bir süre sonra değişik alanlarda yepyeni oluşumlara ve gelişmelereneden olmuştur. Ancak, modern devletin değişmeyen en önemli özelliği sermaye birikimindeönemli bir rol üstlenmesidir.Üretim ve tüketim alanındaki değişime dayanan sanayi devriminin siyasal alandaki sonucu,devletin meşruiyet anlayışını temel haklar felsefesi üzerine oturtan açılımdır ve bu açılımuygulamaya da geçirilebilmiştir. Uygulama alanında ortaya çıkan gelişme, mutlakiyetçi monarşininçöküşü ve bunun yerine ulusal egemenlik anlayışına dayanan meşruti monarşi ya da cumhuriyet tipidevletlerin ortaya çıkmasıdır. Bu kapsamlı gelişmelere liberalizmin öne çıkması da denilebilir. Hembir ekonomik kuram veya düşünce biçimi hem de genel bir felsefi bakış ve düşünme şeklini içerenliberalizm, kapitalizmle olduğu gibi dönemin siyasal gelişme ve yapılanmaları içinde yer alan ulusdevletkavramı ile yakından ilgili bulunmaktadır.Liberal teori son beş yüzyıl içinde bir dünya sistemi olarak yaygınlaşan, ortak ve yeknesakbir zihinsel ve yaşamsal çerçeve yaratan kapitalizmin içinde yeşermiştir. Temelde toplumsalyaşamın iktisadi yönünün ön plana çıkaran bu sistem, aynı süreç içinde kendisiyle uyumlu ve kendiiçinde anlamlı siyasi yapılanmalara ve düzenlemelere de ortam sağlamıştır. Ulus-devletlerinbugünkü varlığı ve liberal demokrasi dediğimiz birlikte yaşama kodu, tarihsel süreç içinde kapitalistsistemin doğal uzantıları ve/veya müttefikleri olmuştur. O kadar ki, günümüzün sistematiği ve21
anlam dünyası içinde bu üç unsurun, bir bütünün birbirini tamamlayan ve besleyen parçalarıolduğunu söylemek mümkündür. Kapitalizm, ulus-devlet ve liberal demokrasi, aynı ortak felsefiparadigmaya ve dolayısıyla aynı ortak epistemolojik pozisyona dayanmaktadır. Bu rölativist birparadigmadır ve tarihsel açıdan kendisinden önceki tekçi ve mutlakiyetçi anlam dünyalarına kıyaslainsanın özgürleşmesine yönelik bir adımdır.Kapitalizm, iktisadi alanda bağımsız ve eşitlenmiş bireylere (tüketicilere/üreticilere) gerekduyarken, liberal demokrasi de siyasal anlamda aynı şekilde bağımsız ve eşitlenmiş bireylere(vatandaşlara) gerek duymaktadır. Ulus-devlet ise insanın iktisadi ve siyasi alandaki eylem gücünütek bir pota içinde kapsamakta; bu iki alanın birlikte ve aynı hukuksal çerçeve içinde var olmalarınısağlamaktadır.Bu bağlamda, liberal teori, var olanın kabulüne ve meşrulaştırılmasına yol açan burölativist paradigmanın siyaset felsefesini oluşturmaktadır. Kapitalizm, ulus-devlet ve liberaldemokrasiyi birlikte mümkün ve anlamlı kılan temel varsayımları ve değer yargılarını ortayakoymakta; bu ideolojik bakışın dayandığı rölativizme ve onun epistemolojik temellerine ışıktutmaktadır (Mahcupyan, 1997: 70- 75).Liberal felsefenin ve klasik ekonomi kuramının egemenliğine giden yol, esas olaraktoplum, insan ve devlet konusunda ortaya atılan bir dizi yeni kuram ya da yaklaşım tarafındanaçılmıştır. Buna ek olarak, sözü edilen kuram ve düşüncelerin siyasi ve toplumsal yaşamda yankıbulması; bu çerçeve içinde büyük dönüşümler yaşanması da liberalizme giden yolun belirleyici köşetaşları olmuştur. 17. Yüzyıldaki İngiliz İç Savaşı ve sonrasındaki gelişmeler, 18. Yüzyılın Amerikanve Fransız devrimleri sözü edilen büyük dönüşümlerin en önde gelenleridir. Böylece liberalizm,insan hakları ve demokratikleşme ile sanayi devriminin temel çerçevesini, düşünsel tabanınıoluşturmaktadır.Liberal felsefe, liberal ekonomi ve devlet kuramları esas olarak sanayi devrimini öncelikleyaşamaya başlayan İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde yaygın olarak kabul görmüş; kuramsal çerçevedaha çok İngiliz ve Fransız düşünürlerinin katkıları ile oluşturulmuştur. Bu kuramların ve felsefeninuygulama alanında yankı bulması, yani kamu politikalarına yön vermesi ile giderek hızlanan sanayidevrimi eş zamanlı süreçler olmuşlardır. Liberalizm ile İngiltere ve Fransa’da patlayan sanayidevrimi eş zamanlıdır, birbirini tamamlamaktadır (Şaylan, 1994: 28, 35). Bu anlamda, sanayidevriminin ürünü olan sanayi toplumu ile liberal düşüncenin, özellikle siyasal yapılanmalarbağlamında yakın ilişkisi vardır. Klasik liberalizm, sanayi toplumunun siyasal dünya görüşü olarakortaya çıkmış ve uzun bir evrim geçirerek, özellikle ulus-devlet ve liberal demokrasi bağlamında,sanayi toplumu ile iç içe bir görünüm sergilemiştir. 17. Yüzyıldan itibaren demokrasi fikri, ulus-22
devletin doğuşunun bir sonucu olarak, mekan bağlamında kent devletinden ulusal devleteaktarılmıştır. Bu olmasaydı uygulamada herhangi bir geleceği de olmazdı (Dahl, 1995: 272)Liberal Devlet, Liberal Demokrasi ve TemsilLiberal teori, kapitalizmin ve onun yarattığı yan ürünlerin felsefi düzlemde doğrulanmasıve siyasi düzlemde yaşatılması çabası olarak ele alınabilir. Liberalizm için, en uygun araç herhangibir baskı ve zorun bulunmadığı gönüllü işbirliği ve özgürlüktür. İdeal olan, sorumlu bireylerarasında özgürce tartışmaya dayalı fikir birliğidir. Çoğunluğa boyun eğmeden fikir birliğinisağlamaktır. Toplumda düzenin devamı dış yaptırımlar ve baskılar olmaksızın görüş birliği içindeişler. Kuralları yorumlatmak ve uygulatmak için sadece gelenekler görüş birliğini sağlayamaz; birhakeme ihtiyaç vardır. Bu hakem devlettir. Devletin görevi, kuralları değiştireceğiniz araçlarsağlamak, kurallar arasındaki farklılıkları ılımlılaştırmak, uymayanları cezalandırmaktır. İnsanlarınözgürlükleri çatışabilir ve bu çatışmada hakemliği devlet yapar (Freidman, 1988: 48).Liberal felsefede devleti ortaya çıkaran neden olarak gösterilen Toplum Sözleşmesininamacı devleti sınırlamaya ve kurallara bağlamaya yöneliktir. Siyasal iktidarın doğal ve zorunluolarak sınırlı olduğu kabul edilir. Devletin sınırlandırılması ile ilgili düşüncelerde ise faydacıteorilerin ağırlıklı bir yeri vardır. Bunlardan en önemlisini ise J.S. Mill’in görüşleri oluşturur. Mill’egöre, devletin toplum hayatına müdahalesi doğru değildir. Fertler işleri devletten daha iyi yaparlar.Fertlerin işleri yapmaları onları fikri anlamda geliştirir. Amaçları, inisiyatifleri ve tecrübeleri gelişir.Devlet müdahalesi devletin gücünü gereksiz yere arttırarak büyük zarar yaratır. Devlet ne kadarbüyürse esaret o kadar büyür (Mill, 1988: 214). Bu anlamda liberalizm, bireysel özgürlüğün entemel değer olduğu ve bu özgürlüğün toplumdaki herkes için istendiği ve güvence altına alındığı birtoplumsal, siyasal örgütlenme tarzının savunulmasıdır (Köker, 1992: 29).Temel liberal ilke, devletin hizmet sunan bir organizasyon olarak faaliyet alanı ne olursaolsun yaptırım gücü olan bir kurum olarak belli niteliklere sahip yasalarla sınırlandırılmasıdır.Liberalizm, bu yasaların egemenliği ilkesi ile özdeşleşir. Bireysel özgürlük yani insanlarınkendilerine özgü bilgileri kendi amaçları için kullanmaları durumunun korunduğu bir siyasaldüzenin insanların değişik amaçlarını gerçekleştirmelerine en uygun düzen olduğudur. Bu düzenancak çoğunluğun iradesi doğrultusundaki yaptırımlar da dahil olmak üzere soyut, genel ve adilolma gibi belli nitelikleri olan yasalarla sınırlandığı zaman oluşabilir. Liberalizm, yasalarınegemenliği ilkesini korumak için iki araç geliştirmiştir. Bunlardan ilki kuvvetler ayrılığı, ikincisi iseyazılı anayasalardır. Amaç, yasayı koyanlara özgül koşullara göre davranıp belirli yaptırımlarda23
ulunmalarını önlemektir. İnsanlara değil yasaların egemenliğini savunan liberalizm, ancak busistemde yaşayabilir. Eğer uygulamalarından bağımsız olarak konmuş genel, soyut kurallaranlamında yasalara uyarsak başka insanların iradelerine tabi olmamış oluruz. Bu özgürlük demektir.Demokrasi, liberal devlet anlayışının toplumsal ve siyasal alanda gerçekleştirmesi için tekyönetim şeklidir. Her iki sistemin de birbirine benzeyen ve birbiriyle örtüşen özellikleri vardır.Liberalizm kendini ancak demokrasiyle ve demokraside gerçekleştirebilir. Her ikisi de değişmeyenmutlak bir devlet otoritesiyle bağdaşmamaktadır. Çünkü böyle otoriteler belirli bir imtiyazsistemine yol açar. Her ikisi de hak ve özgürlüklerin kullanılmasında eşitsizlik ile bağdaşmaz. Heriki sitemin de işleyebilmesi için tüm bireylerin aynı özgürlüklerden eşit bir biçimdeyararlanabilmesi gerekmektedir. Her ikisi de temel özgürlüklerin ve insan haklarınınsınırlandırılmasıyla bağdaşmaz. Her ikisi de insana güven esasına dayanır. Çünkü her ikisinde debireylere büyük hak ve sorumluluklar verilmektedir. Yine her ikisi de rasyonel ilkeleri esas alır. Dinve geleneklerden kaynaklanan yapıları ve anlayışları dışlar. Diğer bir deyişle laik bir dünyagörüşüne sahiptir (Türkkan, 1987: 34).Demokrasi adına kazanılan her türlü değerin liberalizmin ürünü olduğu bir gerçektir.Özgürlük ve ondan doğan tüm haklar, temel insan hakları liberalizmin doğurduğu amademokrasinin de sahip olduğu değerlerdir. Halk yönetimi demek olan demokrasinin, çoğunluğuntahakkümüne dönüşmesinin önlenmesi, azınlığın tek kişi bile olsa çoğunluğa karşı korunması, temelhakların çoğunluğun haklarıyla yok edilemeyeceği gibi değerler liberal düşünceyle demokrasininvazgeçilmez bütünlüğünü gösterir. Liberalizmsiz demokrasi, demokrasisiz liberalizm gerçek veideal anlamda düşünülemez.Bu değerlendirmelerin ardından liberalizmin öngördüğü liberal demokratik siyasal sistemegeçebiliriz. Liberal demokrasinin temelinde belirli öngörüler ya da yasalar yatmaktadır. Bu temelvarsayımlardan ilki siyasal iktidarın sınırlı olmasıdır. Bunun anlamı iktidarın özerk, doğal birbiçimde, insanların özgür iradeleri sonucunda kurulan çeşitli gönüllü örgütler çerçevesinde görevyapması gereğidir. Siyasal iktidar yalnızca toplumsal eylemlerin belirlediği sınırlar içinde hareketeder. Siyasal iktidarın insanların özgür iradesiyle kurulmuş örgütlere müdahale etmesi, denetlemesi,baskı altında tutması söz konusu değildir.İkinci varsayım, toplumun çoğulcu olduğunun kabulüdür. Bu çoğulculuk toplumunyalnızca özerk örgütlerden oluştuğu anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda her kuruluşundeğerleri ve çıkarlarının üyeleri açısından kutsal olduğuna inanılmasını da gerektirmektedir.Toplumun çoğulcu olduğunun kabulü siyasal iktidarın herhangi bir grubun çıkarları yerine tümtoplumun çıkarları adına görev yapacağı anlamına gelmektedir.24
Liberal demokrasinin üçüncü varsayımı, sistemde nesnel herhangi bir toplumsal ya daahlaki değerin kesinlikle kabul edilmemesidir. Gerçeğin yalnızca toplumsal çoğunluk tarafındanoluşturulduğunu kabul etmektedir. Bunun sonucu olarak da toplumda hoşgörünün hakim olması veçoğunluğun iktidarının azınlıklar üzerinde etkisinin sınırlandırılması ortaya çıkar.Liberal demokratik yönetim biçiminin dört temel özelliği bulunmaktadır. Liberaldemokratik yönetim biçimi her şeyden önce, seçimle gelen temsilcilerden oluşan bir yasamaorganıyla, bazı durumlarda, ayrıca yine seçilen bir devlet başkanı ya da cumhurbaşkanına sahiptir.İkinci olarak, adı geçen temsilci organlara karşı sorumlu olan, bunlara hem danışmanlık yapan hemde talimatlarını uygulamaya koyan, istikrarı sağlayıcı uzman bir organ bulunmaktadır; bu dayürütme organıdır. Üçüncü olarak, özel güç merkezlerinin oluşturduğu ve siyasal iktidarınfaaliyetlerini frenleyen toplumsal ve ekonomik denetim ve denge sistemi bulunmaktadır. Dördüncüolarak da, söz konusu toplumsal ve ekonomik denetim ve denge sistemine paralel ve buna yardımcıolan siyasal denetim ve denge sistemi bulunmaktadır.Kısaca, liberal demokrasi, özerk ve özel örgütlerin varlığını öngörmektedir. Siyasaliktidarın personeli ve politikası, söz konusu gruplardan ve bunların olası ya da mevcut olançatışmalarından kaynaklanmaktadır. Siyasal iktidarın görevinin de söz konusu grupları süreç içindeyok etmemek koşuluyla bunlar arasındaki çatışma ve sürtüşmeleri en alt düzeye indirmek vedenetimi altına almak olduğu kabul edilmektedir (Finer, 1974: 62-70).Liberal demokrasi, farklı ülkelerden farklı düşünürlerin katkılarıyla ortaya konmuş birdüşünce sistemidir. Bu bağlamda, B.Constant, A. de Tocqueville, faydacı düşünürlerden J.Bentham,J.S Mill gibi düşünürler, özellikle eşitlik ve özerklik eksenli düşünceleri ile liberal demokrasiyeönemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu düşünürlerden, 19. Yüzyılda demokrasinin toplum veyönetimde karşı konulmaz yeni bir biçim olduğunu ilk kavrayan ve Birleşik Devletlerin demokrasialanında dünyanın anahtar laboratuvarı olduğunu söyleyen Fransız düşünür Alexis de Tocqueville(Ebenstein, 1996: 239) ve Temsili Hükümet adlı eseriyle temsili demokrasiye önemli katkılarıbulunan İngiliz düşünür J.S Mill’in görüşleri özellikle yerel demokrasi açısından önemtaşımaktadır.Liberal demokrasinin temelinde temsil kavramı yatmaktadır. Bu anlamda, sanayitoplumunun siyasal dünya görüşünü oluşturan liberal demokrasi aynı zamanda temsili demokrasiolarak ifade edilebilir. Günümüzde liberal demokrasi ile yönetilen ülkelerin yerel yönetim yapılarıve anlayışlarının yanı sıra, bir çok ülkenin yerel yönetim, kentleşme ve kente bakışları önemliölçüde liberal geleneğin etkisi altında oluşturulmuştur (Ökmen, 1998: 78).25
Dahl’a göre, 17. Yüzyıldan itibaren, ulus-devletin doğuşu sürecinde demokrasi fikrininmekansal ölçeğinde görülen değişimin en belirgin sonuçlarından biri temsildir. Bu bağlamda, eskiçağ demokrasisinin yurttaş meclisinin yerini büyük ölçüde temsilciler almıştır. Mill, TemsiliDemokrasi adlı eseriyle doğrudan demokrasiyi tek bir cümleyle dışarı atmıştır. Ulusal devletlerinyönetimlerini demokratikleştirmeye yardımcı olan bir araç olarak temsil, hem tarihsel bir olgu vehem de eşitlik mantığının geniş ölçekli bir siyasal sisteme uygulanması olarak anlaşılabilir.Ulusal devleti demokratikleşmeye yönelik ilk başarılı çabalar, tipik olarak, birbirindenkesin çizgilerle ayrılmış belirli toplumsal çıkarları –aristokratları, avamı, toprağa bağlı çıkarları,ticari çıkarları ve benzerlerini- temsil etme amacını taşıyan yasama organlarına sahip ülkelerdeortaya çıkmıştır. Demokrasinin mekanı bir kez ulusal devlete doğru kaydıktan sonra artık kentdevletine göre muazzam bir büyüklüğü ifade eden ülkelere uygulanmaya başlanan siyasal eşitliğinmantığı, açıkça, yasama faaliyetlerinin çoğunun bir araya toplanan yurttaşlar tarafından değil de,onların temsilcileri tarafından gerçekleştirilmesini gerekli kılmaktaydı.Temsil, bir kez çözüm olarak kabul edildikten sonra, demokratik birimin ölçüsü ile ilgiliolarak, bir kent devletindeki meclisin sınırları tarafından getirilmiş olan engellemeler de ortadankalkmaktadır. Ancak, ölçünün büyümesinin dolaysız bir sonucu, bazı siyasal katılma biçimlerininpoliarşilerde, kent devletlerine göre, poliarşinin doğası gereği daha sınırlı olmaktadır (Dahl, : 273,276). Gerçekte, bir çoğulcu düşünür olan Dahl’ın sanayi toplumunun ve ulus- devletin siyasaldünya görüşü olarak ortaya çıkan temsili demokrasiye ilişkin önemli eleştirileri bulunmaktadır.Sanayi toplumunun değişimi ve dönüşümü sürecinde temsili demokrasi ve ulus- devlet yapısındakidönüşümler ileriki bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.Sanayi Toplumu, Ulus- Devlet ve MerkeziyetçilikAvrupa’da mutlak monarşi, feodal siyasal birimleri ortadan kaldırıp ulusal devletikurduktan sonra, tarihi görevini tamamlamış oluyordu. Daha fazla iktidarda kalması yeni üreticigüçlerin gelişmesine ayak bağı olmaya başlamıştı. Oysa burjuvazi, kendisi iktidara geçip tümaristokratik kalıntıları, yasaları ve kurumları değiştirerek, burjuvazinin hukuksal ve siyasal düzeninikurmak istiyordu. Bu nedenle 16. ve 17. Yüzyıllarda desteklediği mutlak monarşinin 18. Yüzyıldakarşısına çıkarak demokratik parlamenter görüşleri savunmaya başladı. Yeni ekonominin laik,bilimsel kültürü ile yetişmiş olan düşünürler ona siyasal programını içine yerleştireceği yeni birdünya görüşü, yeni bir felsefe, yeni bir siyaset kuramı hazırlayacaklardı.26
Aydınlanma felsefesi, kapitalizm, sanayi devrimi ve sanayi toplumu gibi karşılıklı vezincirleme bir etkileşim sürecinde ortaya çıkan yeni yapılanmalar, siyasal planda liberal ya datemsili demokrasi değerlerini öne çıkarırken aynı zamanda ulus-devletin konumunu dasağlamlaştırmıştır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı Avrupa’da ulus-devlet yapılanmasıile merkezileşme süreci bir paralellik taşımaktadır. Batı Avrupa’da yaşanan büyük dönüşümü,toprağın serbestleştirilmesi, el değiştirmesi ve tarımsal üretimde kitlesel işgücü fazlasının ortayaçıkması biçiminde özetlemek mümkündür. Bu süreç, Fransa’da feodalizmin 1789 Devrimi ile birçırpıda tasfiye edilmesiyle ile gerçekleştirilmişti. Kapitalist üretimin artmasıyla sonuçlanangelişmelerin ardından bir adım daha atıldı ve kırsal nüfusta açığa çıkan işgücü fazlası, sanayiyeemek deposu oluşturmak üzere kentlere akın etmeye başladı. 1930 yılına gelindiğinde, kentlerdekiıssız kitle, toplam nüfusun yirmide birini oluşturuyordu. Feodal sistemi ortadan kaldıran Devrim,mutlak monarşiden miras kalan merkezi devlet gücünü tereddütsüz kabul etmiş ve bu gücü daha dagüçlendirmeye koyulmuştu. Ulusal birliği kurmak, yerel ayrıcalıkların iktidar kaynaklarınıoluşturan yerel örgütlenmeye son vermeye bağlıydı (Güler, 1992: 43). Başka bir deyişle ulus-devletve merkezileşme süreci aynı anda işliyordu.Ulus-devletin esas vatanı Avrupa’da dört yüz yıl hep sınırları aşıp transnasyonal süperdevlet kurma çabaları egemen olmuştur. Bu süre içinde altı kere, Avrupa’nın şu ya da bu ulusdevleti,tüm Avrupa kıtasını yönetimi altına alıp, kendi ulus-devletini bir Avrupa süper devletihaline dönüştürmeye çalışmıştır. Ulus-devleti icat eden Fransız düşünürü Jean Bodin’ninCumhuriyetin Altı Kitabı adlı eserinden sonra bu fikir bütün Avrupa’da ana amaç haline gelmiştir.Bodin’in önerileri şunları içermekteydi; Ulus-devlet ve onun kuruluşları olsun, merkezden kontrollüsivil bir mekanizmanın yalnızca hükümdara karşı sorumlu olması, bunun yanında askeri kesimin demerkezden kontrolü, paranın, vergi ve gümrüklerin bir merkezce toplanması, mahkemelerde yerelbeylerin yerine merkezden atanmış profesyonel yargıçların bulunması. Bu önerilerin her biri dahaönceki zamanların yerleşmiş ve güçlü çıkarlarına, yani özerk kiliseye, irili ufaklı tüm yerel beyleremeydan okur nitelikteydi. Özellikle, beylerin hep kendi orduları, hukuk sistemleri ve mahkemelerikendi vergi toplama güçleri olagelmişti. (Drucker, 1996: 165).Feodal devlet anlayışının çözülmesiyle birlikte XII. Yüzyıldan itibaren ilk izleri belirmeyebaşlayan ulus-devlet, 1648 Vestfalya Antlaşması ile Avrupa’daki uluslararası sistemin temel siyasibirimi haline gelmiş ve günümüze kadar pek çok aşamadan geçerek ve evrilerek özellikle 19. ve 20.Yüzyıla damgasını vurmuştur. 19. yüzyılda en köklü felsefi temelini Hegel’de bulan ulus-devlet,meşruiyetin sağlanması bağlamında ahlak idealinin gerçekliği haline gelmiş, ancak globalleşmesüreciyle ulus kavramındaki değişime paralel olarak günümüzde hızlı bir değişimin içine girmiştir.27
Globalleşme ve Ulus-devlet etkileşimine baktığımızda Hegel’le temellendirilen aşkın devletanlayışına dayanan ulus ruhunun artık zayıfladığını söyleyebiliriz. Onun yerine liberal ve pragmatikfelsefelere rağbet vardır. Keynes’le gelen sosyal devlet anlayışına rağmen ulus-devletin hak vehürriyetler rejiminin yaşanmasına araç olma vasfı yerini global politikaların gerçekleştirilmesiaracılığına bırakmıştır.Globalleşme ile birlikte ulus-devlet felsefesinin temel taşı olan, egemenlik, meşruiyet veulus gibi kavramlar tartışmaya açık hale gelmiştir. Ulus-devlet, bir kurum olarak, çok sayıda işleviyerine getirebilmiş ve getirdiği içindir ki varlığını sürdürmüştür. Bunun başında etnik ya da dinikimliği ne olursa olsun vatandaşlarına olanaklar ölçüsünde çevre ülkelerin saldırısına karşıgüvenlik, içerde bireylerin toplumsal sınıfların ya da etnik- dini alt grupların birbirleri karşısındahukuksal eşitlik, adalet ve güvenlik sağlaması gelir. Bu bağlamda bir otoritesi vardır.Ekonomik düzlemdeyse, ekonomik ajanların sermayesine güvenli bir pazar sağlamak,ekonominin büyümesini gerçekleştirecek ortamı yaratmak, hatta buna katkı yapmak; ekonomikyaşamı yürütmeyi sağlayacak mübadeleleri ve hesapları kolaylaştırmak ve kesinleştirmek için paraarzını ve para kurumlarını düzenlemek, bu bağlamda makro istikrarı sağlamak başlıca işlevleridir.Daha yeni olarak, sosyal devlet kimliğini benimsediği ölçüde vatandaşlarının çalışma olanaklarınıve asgari refahını, eğitim, kültür ve sağlık düzeyinin yükselmesini güvence altına almak yoluyladaha ileri bir toplum yaratmak da gündeme gelmiştir. Son altmış-yetmiş yıldır da bu işlem giderekönem kazanmaktadır.Globalleşme ve yeni ekonomik düzeni, ulus-devletin bu işlevlerini yerine getirmesi yadoğrudan aşıyor ya da yarattığı etkiler dolaylı biçimde bu sonucu veriyor. Tabii, teknolojikgelişmenin getirdiği sonuçlar bu bağlamda kesinlikle ulus-devletin aşılması yolunda etkiler ortayaçıkarıyor. Başka bir deyişle, aynı yönde değişim yaratan iç içe girmiş bir süreç yaşanmaktadır. Busürecin sonunda işlevleri de azaldıkça ulus-devletin farklı toplumsal grupları bir arada tutanyapıştırıcı işlevi de azalıyor, alt-kimlikler öne çıkmaya başlıyor; bunun sonucundaysa toplumda içkargaşayı sınırlamak için devlet yetkisini kullanmak yoluyla baskıya başvursa bunun da aşıldığınıgörmekte. Eğer ulus-devlet refahını sağlayacak işlevleri de yerine getiremiyorsa, buna bağlıolmanın hiçbir nedeni kalmıyor. İşlevini yitiren devlet, yapıştırıcı olma özelliğini de yitiriyor.Ayrıca, tv, internet gibi teknolojik olanaklar alt-kimliklerin dış dünyadan etkilenme dozunuarttırarak devletin alt kimlikleri bastırma gücünü de yok ediyor (Kazgan, 1994: 217, 218). Budurum bir yandan temsil ve liberal demokrasi bağlamında sonuçlar ortaya koyarken diğer yandanyerelliğin gücünü ve güncelliğini arttırıcı bir etki meydana getirmektedir.28
Ulus-devletin gerek siyasal gerekse ekonomik olarak işlevini yerine getirmekte zorlanmasıonu bir çeşit anokronizme dönüştürmekte ve nostaljik bir nitelik kazandırmaktadır. Bu durumtamamen, dünyanın bir ulus-devletler topluluğundan ağlar topluluğuna doğru gidişi (Naisbitt, 1997:31) ile ilgili bulunmaktadır.Aynı felsefi paradigmaya dayanan kapitalizm, ulus-devlet ve liberal demokrasi ilişkisi debu süreçte yeni nitelikler ve işlevler kazanmaktadır. “Ulus-devlet temelinde doğup gelişenkapitalizm artık kendini bu temelle sınırlayamamaktadır. Tarihsel kategori olarak bitmiştir. Çünkü,tarihsel işlevi bitmiştir, ulus-devlet kategorisi ile kapitalizm arasındaki tarihsel ilişki bozulmuştur.Ulus-devletin kapitalizmin tarihindeki işlevi bitmiştir.Alt sitem kategorisi yeni tarihsel gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni kategori,kapitalizmin temel var oluş biçimi olacaktır. Globalleşme dışında kalan sermayelerin kendiaralarındaki ve globalleşen sermayeyle aralarındaki çelişkiler, ulusal-toplumsal formasyonlarınekonomik rasyonalite dışında kalan politik-sosyal ve kültürel direngenlikleri, ki daha başkavarsayımlar da yapılabilir, bu süreçleri yavaşlatıyor. Ama gidişin genel yönünü değiştiremiyor.Kısacası, alt sistemler, ulus-devletin kapitalizmin doğuşunda, gelişmesinde oynadığı rolü, yaşlılıkve çürüme döneminde oynayacaklardır. Bu, kapitalizmin devletsizleştiği, üst-yapısızlaştığı anlamınagelmemektedir. Gerileyen olgu devlet olgusu değil, ulus-devlet olgusudur” (Adalı, 1997: 70-73).Teknolojik değişim bağlamında kapitalizmin yeniden yapılanması sürecinin göze çarpan enönemli özelliği globalleşmenin hız kazanmasıdır. Yeniden yapılanma süreci içinde zatenkapitalizmin başlangıcından beri var olan globalleşmenin hız ve derinlik kazandığı ileri sürülebilir.Bu oluşum içinde ulus-devletin ve bir toplumsal kategori olarak ulusun işlev erozyonuna uğradığıhatta yeniden yapılanma süreci için bir engel oluşturduğu ciddi bir biçimde tartışılmaktadır (Şaylan,1994: 136). Bu anlamda ulus-devletin bina edildiği varsayımlara bir daha geri dönmeye olanakyoktur (Drucker, 1996: 135).Ulus-devletin işleyişini teminat altına aldığı kapitalist iktisadi yapı temelli ortaya çıkandeğişme ve gelişmeler, devlet kavramına ilişkin tartışmaları da etkilemiştir. Eşit olmayan kümelerarasındaki karşıtlığın ürünü olan ve belirginleşen egemenlik ilişkilerinin somutlaşmış vekurumlaşmış biçimi (Ergil, 1986: 144) olarak ele alınabilecek olan devlet ile ilgili açıklamalarınyani devlet kuramının toplum bilimler içindeki yeri 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren oldukçaartmış, toplumsal yaşam ve özellikle modern siyasal uygulama, devlet kuramlarının bulgu veönermelerinden geniş ölçüde etkilenmiştir.29
Yirminci yüzyılın başından itibaren esas olarak ABD’de gelişen özgün bir siyaset bilimiparadigmasında devlet çözümlemeleri ikinci plana atılmış; açıklama yaklaşımının dışına itilmiştir.ABD’de ortaya çıkan bu siyaset bilimi yaklaşımı esas olarak iktidar ilişkileri ve siyasal davranışsorunlarını ön plana çıkarmıştır. İşte, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının akademikçevrelerinde çok büyük bir etkinlik sağlayan çoğulcu-işlevselci yaklaşım Marxist devlet kuramınaalternatif bir devlet kuramı geliştirmiştir. Marxist paradigmanın karşıtı olan çoğulcu-işlevselciyaklaşım ana kaynak olarak Max Weber’e dayandırılabilmektedir. Kısaca belirtmek gerekirseWeber’in, toplumun sınıflar yanında, birbirini kesebilen çok sayıda parametreye bağlı olarakoluşmuş kollektivitelerden meydana geldiği yolundaki görüşü, çoğulculuğun kuramsal çıkış noktasısayılabilir.Çoğulcu-işlevselci görüşe göre iktidar ilişkilerinin kurumsallaşmış formu olaraktanımlanabilen devlet, hiçbir grubun ya da kollektivitenin denetimi altında değildir; kollektivitelerarası yarışmanın amaca yönelik aracı konumundadır. Her kollektivite, bölüşümde daha fazla payalabilmek için devlet kurumunun yani otoritenin kullanımını ele geçirmeye ya da bu kullanımıetkilemeye çalışmaktadır. Görüldüğü gibi çoğulcu-işlevselci çözümleme, demokrasi düşüncesi ilekesin bir paralellik göstermekte, birbirini tamamlama söz konusu olmaktadır (Şaylan, 1994: 200).Ulus-devletin olgunlaşma aşamasında ve liberal demokrasi ile örtüşür bir bağlamda ortayaçıkan bu düşünce ve pratiklerin ardından 20. Yüzyılın ikinci yarısında yeni gelişmeler olmuş, gerekdevlete gerekse demokrasinin özüne ilişkin yeni anlayış ve uygulamalar ortaya çıkmıştır.Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan refah devleti, modern devletin bir aşamasıolarak nitelenebilir. 1970’li yılların ortasından itibaren çok açık hale gelen kapitalizmin evrenselbunalımı bir yönü ile refah devletinin bunalımı olarak kendini göstermiştir. Kapitalist devletinbunalımı, bir yeniden yapılanmaya yol açmıştır. Bu yeniden yapılanma içinde devlet ile ilgili yenioluşumlar gündeme gelmiştir. Kapitalist devletin, refah devleti olarak tanımlanan biçimi içintoplumsal gerilimleri yumuşatma ve meşrulaştırma, çok ağırlıklı görevler olaraktanımlanabilmektedir. Ancak şimdiki yeniden yapılanma içinde kapitalist devlet bu işlevlerindenönemli ölçüde vazgeçmiş gözükmektedir. Bu durum, “özellikle, II. Dünya Savaşı sonrası ortayaçıkan gelişmelerin devamında, etnik parçalanmaların, parçalanmışlığın devlet kurumunu tehdit ederdüzeye gelmesi gerçeğinin gözlerimizi geçte olsa açmasıyla daha da belirginleşmiştir” (Boniface,1998: 111). Ulus-devlet ortaya çıkan yeni gelişmelerin ortaya çıkardığı yerelleşme, bölgeselleşmeve mikro-milliyetçilik dalgalarıyla baş edemez duruma gelmiştir.Devlet ile ilgili olarak kendini gösteren ve çözümlenmesi gereken önemli bir oluşum daulusal-kapitalist devletin işlevsizleşmesidir. Bu işlevsizleşme, görevlerde herhangi bir daralmadan30
çok bir entrophy tartışmasını gündeme getirmektedir. Globalleşmenin kapsam ve içeriğinin ulusaldevleti giderek yıprattığı tezi güçlenmektedir. Globalleşme, yani sermayenin ve özellikle malisermayenin engelsiz akışkanlığının getireceği rasyonelleşmenin önünde en büyük engelin ulusaldevletler olduğu görüşü kabul edilecek olursa, bunun sonucu, ulusal devletin zayıflatılmasıolacaktır. Nitekim bu yoldaki değerlendirme ve tartışmalar giderek yoğunlaşmaktadır. Ayrıca,özellikle gelişmiş ileri dünyada ulusal devleti aşan sosyo-ekonomik ve politik bütünleşmeleringiderek ivme kazandığı açık bir gerçektir. Bunu, “küreselleşme çağı modifikasyonlarının zirvedeolduğu bir dönemde, ortak güvenlik ve savunma konularında işbirliği faaliyetlerinin hızlanmasıbağlamında, NATO gibi askeri-politik yanı ağır basan uluslararası kuruluşların nitelik vefonksiyonlarının değişmeye başlamasını gerektiren gelişmeler (Goodby, 1998: 191) boyutuyla dagörmek mümkündürKapitalist dünya düzeninin karşı karşıya kaldığı son bunalım ve buna bağlı olarak ortayaçıkan yeniden yapılanma, kendine özgü yeni bir devlet çözümlemesini de beraber getirmişbulunmaktadır. Sözü edilen bu yeni çözümlemenin temel kavramı minimal devlet olaraktanımlanmaktadır (Şaylan, 1994: 202). Daha çok yeni-liberal bir çözümleme niteliği taşıyan buyaklaşımlar devleti yasa ve düzen ile sınırlı bir işlev çerçevesinde ele almaktadır.Devlet ve ona ilişkin çözümlemelerle ilgili ortaya çıkan bu değişmeler kuramsal bazda daönemli sonuçlar doğurmaktadır. Hem Marxist hem de çoğulcu-işlevsel devlet kuramlarınısorgulanmasını içeren bu yaklaşımlar ağırlıklı olarak, devlet ile toplum arasındaki karmaşıketkileşimi kavrayıp, açıklamak için, devletin bağımsız bir değişken olması gerektiği yönünü öneçıkarmaktadırlar. Marxist ve yapısal-işlevsel paradigmaların devlet kurumunu bir takım toplumsaldeğişkenlerin bağımlı parametresine indirgediğini öne süren bu siyaset bilimcilere göre, devlet iletoplum arasına kesin bir sınır çizilememektedir. Çünkü devlet ile toplumsal yaşamın her alanıarasında karmaşık, dinamik bir karşılıklı etkileşimden söz edilebilir. Devlet kuramına dönüşdiyebileceğimiz bu tartışmaların en önemli isimlerinden biri Gabriel Almond’dur (Şaylan, 1994:205).T. Parsons ve arkadaşlarını geliştirdiği Eylem Teorisinden etkilenen ve yapısal-işlevselyaklaşımı karşılaştırmalı siyasette etkili bir şekilde kullanan Almond’un daha çok eğildiği konu,özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış olan çeşitli tipte veya nitelikteki siyasalsitemleri kullanışlı bir biçimde ve bilimsel ölçütlere göre sınıflandırmak ve bu sınıflandırmanın dayardımıyla siyasal gelişmeyi açıklayabilecek bir teori geliştirmekti. Weber-Parsons geleneğindenetkilenen Almond, siyasal sistemi toplumsal sistemin bir parçası veya alt-sistemi olarak görmüş verolü siyasal sistemin temel birimi olarak ele almıştır (Kalaycıoğlu, 1984: 31, 32).31
Ulus-devletin ileri aşamalarında ortaya çıkan, devlet kuramına ve pratiğine ilişkin butartışma ve yaklaşımların ötesinde, günümüzde özellikle 1990’ların sonlarında globalleşmeninkazandığı yeni boyutlar ve niteliklerin etkisiyle, ulus-devlet yapısı ciddi sorgulamalar, eleştiriler vede facto olarak işlev değişiklikleriyle karşı karşıya bulunmaktadır.Gittikçe hızlanan ve yaygınlaşan globalleşme süreci bağlamında özellikle liberaldemokrasinin özünde ve globalleşme- yerelleşme dinamikleri anlamında ortaya çıkan sonuçlar,kapitalist ötesi bir topluma doğru gidişin işaretlerini vermektedir. Kendine özgü teknolojikekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yapılanmalarıyla gittikçe belirginleşen bu sürecin en önemliparametrelerinden birini de temsili demokrasi bağlamında ortaya çıkan sonuçlar oluşturmaktadır.Sanayi toplumunun siyasal dünya görüşünü oluşturan liberal demokrasinin temelinde temsilkavramı yatmaktadır. Bu nedenle temsili demokrasi olarak da adlandırılan liberal demokrasi, ulusdevletinözellikle ekonomik ve siyasal işlevleri bağlamında ve kapitalizmin bunalımları anlamındaciddi değişme ve gelişmelerle karşı karşıya bulunmaktadır.Sürekli Değişme ve Gelişme Sürecinde Yerel Demokrasi ve Yerel YönetimlerLiberal Demokraside Değişmeler ve Çoğulcu- Katılımcı Demokrasiye DoğruSon yıllarda, sanayi toplumunun dönüşümü ve globalleşme olgusuyla ilgilideğerlendirmelerde temel analiz birimini ulus-devlet ve ona ilişkin değişimler oluşturmaktadır. Bubağlamda demokrasinin yapısına ilişkin değişimler de özellikle ulus-devlet/demokrasi ilişkisianlamında, gündemde önemli bir yer tutmaktadır. Ulus-devletin yapısında ve işlevlerinde ortayaçıkan değişme ile onun hem teorik hem de pratik bir bütünleyeni pozisyonunda meydana gelenliberal demokrasideki değişmeler, birbirinden bağımsız değildir.Globalleşme sürecinde devlet yapısına ilişkin değerlendirmelerde genel eğilim, bu sürecinulus-devletlerin iktidarını ve hareket alanını daralttığı, işlevlerinde değişmeler meydana getirdiği vebunun da bölgesel ve yerel yeni örgütlenmeleri doğurduğu yönündedir. Bu yöndeki gelişmelersiyasal sistemler için de istikrarsızlık faktörü olmakta ve Batılı demokrasilere bir yandan mutlak veevrensel bir statü yakıştırılmaya çalışılırken öte yandan da demokrasilerin geleceği konusundakuşkular doğurmakta, demokrasi krizi gündeme gelmektedir. Sorun şudur; Batının temsilidemokrasileri globalleşme olgusu ile ilgili sorunlara yanıt verecek kurumsal yapıya ve esnekliğesahip midir? Yoksa burada da yeni ve özgün bir yapılanmaya, Batı tipi bir perestroykaya mı ihtiyaçvardır? (Timur, 1996: 18). Ya da mevcut işleyişin dönüşümü sürecinde demokrasiye ilişkin nitelikve işlev değişiklikleri ne olacaktır? Hangi parametreleri içerecektir?32
Kapitalizm, ulus-devlet ve temsili demokrasi birlikteliği, globalleşme sürecinde Batınıngelişmiş ülkeleri ile gelişmekte olan ülkelerde farklı sonuçlar doğurmuştur. Bu ise gerek doktrineranlamda liberalizm tartışmaları gerekse ulus-devletin işlevlerinde ortaya çıkan değişmelerin temsilidemokrasiyle doğrudan ilişkisi açısından önem taşımaktadır. Ulus-devletin ekonomik ve siyasalişlevlerindeki değişmeler, özellikle bastırma ve bütünleştirme işlevleri, ile ilgili bunalımlar Batıdademokrasinin geliştirilmesiyle aşılmaya çalışılmıştır. Ancak bunun bir çözüm olabileceği kesinolmadığı gibi, yeni süreçte yerelleşme ve bölgeselleşme eğilimleri hızla artmaktadır.Batı ülkelerinde toplumun farklı katmanları ve alt-kimlikleri, demokrasi ile kendikimliklerini yaşarken, üst-kimlik yoluyla yararlar da sağlamışlardır. Gelişmekte olan ülkelerdeyse,hem bastırma ve bütünleştirme süreci tamamlanmadan ulus-devletin aşılması olgusu yaşandığı, hemdemokrasi yeterince gelişmemiş olduğu, hem de yoksulluk dolayısıyla teknik olanaklar sınırlıolduğu için, ayrıcalık çok şiddetli olabilmektedir. Bu ise, bu ülke ve toplumlar için daha sorunlu birsüreç anlamına gelmektedir. Demokrasinin Batı toplumlarında gelişmesi ve oradan Batı-dışıtoplumlara yayılmasının ulus-devletin bütünlüğü korumada perçin işlevini yerine getirdiğine kuşkuyoktur. Bunun bir nedeni, sosyal devletin ulus bütünlüğü için herkese büyümeden, zenginlikten azçok bir pay verebilmesinde yatmaktadır; Ancak toplum sınıflarının oluşması sürecinde bu sınıflarınsağladığı, çıkarlarını savunabilme özgürlüğü bunun bir diğer dayanağını oluşturmaktadır. Yaşananve gelişen süreçte ise daha geniş demokratik özgürlük artık ulus-devletin parçalanmasıyla birliktegitmektedir. Temsili demokrasi, alt-kimlikleri bir arada, bir üst-kimlik çerçevesinde tutabilmegücünü yitirmektedir. Aksine, etnik-dini özgürlükleri toplumsal sınıf sözcülüğü yerine ikameettikçe, giderek parçalayıcı etkiler yaratan süreçleri ortaya çıkarıyor.1990’lı yıllarda demokrasinin de diğer öğeler yanında ulus-devleti parçalayıcı süreçlerekatılması, etnik-dini kimliklerin bölgesel özerklik taleplerinin çok zaman şiddet eylemleriyle karışıkortaya çıkması, bölgeselleşme süreçleriyle paralel gitmektedir. Önümüzdeki yıllarda bölgeselleşmesüreçleriyle ulus-devletlerin dağılmasının getireceği ufalanma ve güçsüzleşme belki bir ölçüdeaşılabilir, ancak bu ne kadar yaygınlaşabilir, bunu öngörmek gerçekten zordur. Eski dünyadasavaşların değiştirdiği ülke sınırlarını, yeni dünyada globalleşme ve ona uyum ya da tepki süreçleriçizecek gibi görünmektedir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru yaşanan süreçte, özelliklegloballeşme bağlamında ulus-devletin işlevlerinde ve yapısındaki bu değişmeler, yeni küreselyapılanmalar, temelinde temsil kavramının yattığı ve sanayi toplumunun siyasal dünya görüşünüoluşturan liberal demokrasi ile ilgili tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Bu süreçte temsilidemokrasi ya da diğer deyişle liberal demokrasi de yeni yapılanmalar içine girmektedir. Bu eğiliminyönü ise bugün, çoğulculuğa, katılımcılığa ve yerelliğe doğru gözükmektedir.33
Genel kabul gören tanımıyla demokrasi, halkın halk tarafından halk için yönetimidir. Butanım genel olarak benimsenmekle birlikte, çatışan iki demokrasi anlayışından sosyalist demokrasiolarak beliren uygulama geçerliliğini kaybettiğine göre, geriye demokrasi denince liberal demokrasianlayışı kalıyor. Modern demokrasi, köy, kabile veya kent devleti demokrasisinden ibaret değildir;Ulus-devletin demokrasisidir ve ortaya çıkışı, ulus-devletin gelişmesiyle bağlantılıdır (Huntington,1993: 10). Liberal demokrasi anlayışının ise, günümüzde, tüm dünyada egemen demokrasi anlayışıhaline geldiği konusunda neredeyse görüş birliği vardır. Oysa, tam da bu noktaya gelindiğinde,klasik liberal demokrasi kendi krizini yaşamaktadır. Bu kriz, “üçüncü dalga demokrasileri ile ilgilitemkinli ve kötümser yaklaşımlarda da altı çizilerek dile getirilmektedir. Buna göre, üçüncü dalgademokrasileri, uluslararası politik çemberden kaynaklanan demokratik zafercilik vizyonunun sıkıcıdoğruları niteliğini taşımaktadır (Montero, 1998: 117).Aydınlanma felsefesinin mirası olan liberal ya da temsili demokrasi, egemenliğinkaynağını ulusa dayandırarak çoğunluğun iradesini geçerli kılmaya çaba harcamaktadır. Ulusdevletiçerçeve olarak kabul eden liberal demokrasi, çoğunluğun iradesinin ortaya konulması içinseçimi öngörüyor. Seçim, bazılarınca demokrasiyle özdeşleşiyor. Yönetme hakkını çoğunluğatanırken azınlıkta kalanların yönetime gelebilmesi olanaklarını ortadan kaldırmayan, muhalefetiniktidar olma olasılığını saklı tutan ulusal egemenlik anlayışına dayalı liberal demokrasi, temsilidemokrasi anlayışına dönüşüyor. Ulusal egemenlik, temsili demokrasiyi gerektiriyor.Oysa, temsili demokrasi, günümüzde, toplumun sorunlarını, ulus-devlet sınırları içindeçözemiyor. Bu bağlamda temsili demokrasinin niçin yetersiz kaldığını irdelemek gerekmektedir.Batılı liberal demokrasilerin içinde bulunduğu bunalım, “demokrasinin ideolojik temelindeki birkayma olarak ortaya çıkmaktadır (Köker, 1992: 8). Liberal demokratik düşüncenin ve liberaldemokrasinin sınırları ve tanıdığı olanakları aydınlatma çabası içinde olan Machpherson’a göre,“liberal demokrasi, kendisinin geliştirmeye çalıştığı geniş bir demokrasi kuramının özel birdurumunu oluşturmaktadır. Ona göre, liberal devlet aşağıdan gelen baskılarla demokratikleşirkenson tahlilde demokrasi de liberalleşmiştir (Weinstein, 1994: 247- 254).Her şeyden önce, ulusal egemenliğe dayalı temsili demokrasi ulus adına temsilcilerinyönetimidir. Halkın yönetime katılımı ne denli zorlanırsa zorlansın, yarı-doğrudan demokrasimekanizmalarıyla halkın yönetime katılması ne denli sağlanmaya çalışılırsa çalışılsın, esas olantemsilcilerin yönetimidir. Bu anlayış, halkı yönetimin dışında tutuyor. Bu yüzden, halk temsilidemokrasiye yabancılaşıyor. Öte yandan, liberal demokrasi, ulus-devlet çerçevesinde, toplumda varolan çeşitliliğin yönetime yansımasına da olanak vermiyor. Çünkü, sistemin esası, çoğunluğuniradesine uygun yönetimi gerçekleştirmektir. Çoğunluğun dışında kalanların iradelerini yönetime34
aktarmanın tek yolu bir daha ki seçimlerle çoğunluğu elde etmekten geçiyor. Böyle olunca azınlıkolarak kalmaya mahkum toplulukların iradelerinin yönetime yansıması olanağı, bu sistem içindeasla bulunmayacaktır. Kapitalist demokrasi, kurumsal yapısı bir kez inşa olunduktan sonra her türlüyatırım kararını verme durumunda olanların ihtiyaçlarını karşılamaya büyük çoğunluğun kendiihtiyaçlarından vazgeçme pahasına razı olması durumunda işlerlik kazanmaktadır (Chomsky, 1995:184) ki bu durum azınlığın demokratik etkinliğini minimize etmekte ve bu bağlamda çoğulculuğuve katılımcılığı gerekli kılmaktadır. Oysa, çoğunluğun iradesiyle toplumun sorunlarının çözülmesi,çoğunluğun dışında kalanların sorunlarının da çözümlenmesi anlamına gelmiyor. Dünyanın heryerinde, bir ülkenin toplumu, birbirinden farklı topluluklardan oluşuyor. Etnik, dini vb. gibi. İşte,toplumun belirli bir grubunun- çoğunluğunun- değil de tümünün sorunlarının çözümlenmesi, üstelikbu bütün içinde farklı olan grupların farklı çıkarlarının da gözetilmesiyle farklılıklara uyumsağlayarak çözümlenmesi yeni bir demokrasi arayışına yol açmaktadır.Ulus-devlet çerçevesinde, ulusal egemenliğe dayalı temsili demokrasi, dünya ekonomisiningloballeşmesi karşısında, ekonomik sorunları çözebilmek için de yetersiz kalıyor. Globalleşendünya ekonomisinde, ulusal-üstü ekonomik karar merkezleri, kararlarını ulus-devletin merkeziyönetimine dayatıyor. Kısacası, ulus-devlet, ulusal-üstü ekonomik karar merkezlerinin dayatmasıyüzünden yukarıdan, etnik ya da başka toplulukların etkin bir biçimde ortaya çıkması yüzünden deaşınıyor (Belediye-İş, 1995: 11-14).Bu ve benzeri eleştiriler ve reddiyeler, siyaset felsefesi bağlamında da dile getirilmiş olupbunu en açık dile getirenlerden biri de H. Arendt’dir. Liberal-demokratik geleneği reddeden Arendt,insanın herhangi bir özel çıkar düşüncesiyle lekelenmeksizin kendilerini tamamıyla ortak yararıngerçekleşmesine adamış erdemli insanlardan oluşan bir cumhuriyet ideali bağlamında, EskiYunan’ın doğrudan demokrasisine ve cumhuriyet anlayışına özlem duymaktadır (O’sullivan, 1994:242).Bir başka açıdan bakıldığında, temsili demokrasi anlayışı içinde kendisindenvazgeçemediğimiz siyasal partiler demokrasi yerine partiler demokrasisi-partiokrasiyi dayatıyor.Partiokrasi, seçmenin seçme özgürlüğünü partilerin belirlediği adaylarla ve seçim sistemlerininistikrar arayışlarıyla sınırlıyor. Partiler, ulusun iradesini temsil edip ulusal çıkarları sağlamaya çabaharcamaktan çok partilerin iradesiyle partilerin çıkarları peşinde koşuyor. İstikrar arayışındakiseçim sistemleri ise, önemli oranda oyu dikkate bile almıyor. Seçim sistemlerinin öngörebildiğiçeşitli barajlar, hesaplama yöntemleri önemli oranda oy elde edebilen siyasal partilerin bile saf dışıbırakılması sonucunu doğurabiliyor. Bu durum, seçmenlerin seçime ilgisini azaltıyor. Tüm gelişmişBatı ülkelerinde, seçimlere katılma oranı her geçen gün biraz daha düşüyor.35
Bu pratik sonuçların ötesinde temsil, kuramsal bazda da özelikle post-modernistlerin ciddieleştirilerine konu olmaktadır. “Sanattan psikolojiye kadar her alanda post-modernizmin karşısınatemsil krizi çıkar ve her durumda temsil düzeninin sonunun geldiği ifade edilir. Buna göre temsilisanat sıkıcı olduğu gibi, temsili demokrasi de yabancılaştırıcıdır (Rosenau, 1998: 158).Bu bağlamda, bilgi teknolojilerinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla beraber temsilidemokrasilerin yerini doğrudan demokrasilere bırakacağı ileri sürülmektedir. Siyasal partiler 19.Yüzyıl için tasarlanmış olmasına rağmen, 20.Yüzyılda da işlevselliğini korudu. Benzer düşünce veçıkarları örgütleyen ve kişiler arasında etkileşimi ve iletişimi sağlayan kuruluşlar olan siyasalpartiler, bilgi toplumuna doğru yaşanan süreçte iletişim işlevi açısından tartışılır hale gelmiştir. Busüreçte, insanların düşüncelerini açıklayabilmek için bir araya gelmelerinin gereği azalmıştır.Dolayısıyla siyasal partiler sivil toplum örgütlerinin de geliştiği bir ortamda işlevsizleşmeyebaşlamıştır. Bilgisayarların yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte, bilgisayar ortamında kararlarakatılım, temsili yerine doğrudan birey tarafından olacaktır (Akgül, 1998: 425).Bütün bu gelişmeler karşısında demokrasinin yeniden tanımlanması bir zorunluluk olarakortaya çıkıyor. Bilgi toplumuna gidilen yolda bir nitelik, bir özellik anlamında globalleşmesürecinde ortaya çıkan bu gelişme ve değişmeler bağlamında iki konu öne çıkmaktadır. Birincisi,bilgi toplumunun dinamik faktörü olarak teknolojinin etkin bir şekilde kullanılarak katılımın gereknitelik gerekse nicelik olarak arttırılması yoluyla demokratik yol ve yöntemlerin geliştirilmesidir.Bu, yarı doğrudan bir nitelik kazandırarak katılımı, çoğulculuğu ve çok renkliliği arttırıcı bir etkiortaya çıkaracaktır. Yeni teknolojik devrim, kentleşme, globalleşme ve demokrasinin niteliğindeortaya çıkan değişmeler gibi tüm bu süreçler, günümüz ulus-devletlerinin nitelik ve yapısını veyerleşik dünya düzeninin işleyiş ve biçimlenmesini kökten, hem niceliksel hem de niteliksel birbiçimde değişimlere uğratan bir temel işlev görürken, bu değişimlerin başında tüm yerel birimleri,kentleri, anakentleri ve bölgeleri ve onların temel yönetim birimi olan yerel yönetimi içeren yerellikkavramı gelmekte ve hızla öne çıkmaktadır.Yerellik, hem bilgi toplumuna giden yolda önemli bir özellik ve nitelik hem de ulusdevletinve liberal demokrasinin dönüşümü aşamasında alternatif bir çözüm ve çıkış noktası olarak,globalleşmeyle dinamik bir etkileşim de sergileyerek gittikçe önem kazanmaktadır.Globalleşme- Yerelleşme Dinamikleri ve Yerel Demokrasi36
Sürekli değişme ve gelişme anlamında globalleşmeden en çok etkilenen üç kavram, aynıfelsefi paradigmaya dayanan kapitalizm, ulus-devlet ve liberal demokrasi olsa gerektir. Bu süreçtebirbiriyle etkileşim içinde ve bütünsellik niteliğinde ortaya çıkan gelişmeler önce kapitalizmdesonra da ulus-devlet ve liberal demokrasinin niteliğinde ve işleyişinde önemli değişikliklere nedenolmuştur ve olmaya devam etmektedir. Ağırlıklı olarak bunalımlar ve açmazlar bağlamında ortayaçıkan bu değişme ve gelişmelerin tarihi, felsefi, ontolojik, ekonomi-politik bir arka planı ve bilgideğerboyutu bulunmaktadır.Bu arka plan ve bilgi-değer boyutunun bir yanını demokrasi ve yerel demokrasiye ilişkindüşüncelerde özellikle billurlaşan, kent devletinden başlayarak Batının kökenini ortaya koymaçabaları oluştururken, diğer yanını da kent-devletinden ulus-devlete uzanan bir çizgide ortaya çıkan,benzer bazı nitelikleri ve tepkileri içeren globalleşme olgusu oluşturmaktadır. Siyasi sistemanlamında demokrasi konusundaki karşılaştırmalar, kent-devletiyle ilgili olarak zaten hepyapılagelmiştir. “Fransız devriminin iki yüzüncü yıldönümünün aynı zamanda Soğuk Savaşyapılanmasının da sona ermesine denk gelmiş olması, siyasi sistem olarak demokrasinin, ekonomiksistem olarak da kapitalizmin dayandığı rasyonel mekanizmaların mutlak zaferinin ilan edilmesineyol açmıştı. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezi ile en somut ve iddialı şekline bürünen bu bakış açısıtarihi sürecin nihai belirleyicisi olduğuna inanan bir özne yaklaşımını yansıtıyordu.Ancak son on yıl içinde yaşananlar, tarihin akış sürecinin tek bir irade ilebelirlenemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu. Tarihin sona ermesi ve rasyonel mekanizmalarınegemen olmasıyla sona ereceği düşünülen gerilim alanları kimi alanlarda ve bölgelerde daha daderinleşirken, yeni çelişkilerin oluşturduğu farklı gerilim alanları da kendini göstermeye başladı.Uluslararası hukuk-reelpolitik, kuzey-güney, batı-batı dışı, evrensel-yerel gibi gerilim alanlarızamanla daha da yaygınlaşan ve belirginleşen bir nitelik kazandılar. Bu çerçevede, gerek uluslararası ilişkilerdeki gerilim alanlarında söz konusu olan inisiyatif kullanımlarının gerekse ulusaldüzeylerdeki siyasi otoritelerin meşruiyet söyleminin merkezine oturan demokrasi, ihtiva ettiğifelsefi ve sosyolojik arka plan itibariyle değil, sağladığı stratejik meşruiyet ile değer bulmayabaşladı (Davutoğlu, 1999: 166).Bütün bu gelişmeler, ulus-devletin yapısı ve fonksiyonları ile ilgili ortaya çıkangelişmelerle yakından ilgilidir. Ulus-devletin egemenlik alanı ile global mekanizmaların etki alanıarasındaki farklılaşma ve bunun birey üzerindeki etkileri sıradan bir bireyin ulus-devletin iç siyasiyapısı ve uluslar arası sistem ile kurduğu ilişkinin mahiyet ve meşruiyet alanını büyük bir değişimeuğratmaktadır. Demokrasi de gerek felsefi altyapısı ve gerekse kurumsal çerçevesi itibariyle bugelişmenin etkisi altındadır. Bireyin devlet ve uluslararası sistem ile olan ilişkisinde yaşanan37
unalım, ölçek büyümesi ve sonuçları açısından, Yunan şehir devlet yapılarından imparatorlukyapılarına geçişi sağlayan Büyük İskender döneminde görülen bunalıma benzemektedir. Bu açıdan,Büyük İskender'le birlikte organik şehir devletlerinden büyük ölçekli imparatorluk yapılarınadevletlerine geçiş küçük çaplı bir globalleşmedir ve bu küçük çaplı gelişmeye gösterilen tepkilerebenzer felsefi tepkilere bugün de şahit olmaktayız.Şehir devletlerinin organik yapısında sahip olduğu güç ve etkinlik alanını, Büyükİskender'in büyük ölçekli imparatorluk yapısında kaybeden bireyin zihniyet ve kimlik düzeyindekarşı karşıya kaldığı felsefi bunalım, üç tür farklı tepkinin doğuşuna yol açmıştı. Bugün de,globalleşme ile birlikte yaşanan değişim ve bunalım, benzer tepkilerin doğuşuna yol açmakta vedemokrasi bu tepkilerden etkilenerek yeniden biçimlenmektedir.Büyük İskender'in imparatorluk yapısında daha önce şehir devleti sahip olduğu kimlik veorganik zihniyet biçimini kaybeden ve büyük ölçekli yeni yapı içinde sıradan ve edilgen unsurlarhaline gelerek bireyselleşen şehir devleti vatandaşlarının ilk tepkisi, bu yeni durumuanlamlandıracak daha geniş ölçekli ve kapsamlı felsefi arayışlar içine girmek olmuştu. Doğanınruhu, evrenin özü ve doğal hukuk gibi tanımlamalarla ortaya çıkan ve stoacılık olarak adlandırılanbu felsefi tepkinin siyasi bir değeri de bulunmaktadır. Geniş bir coğrafyada siyasi meşruiyet veortak bir siyasi otorite bağlamında, evrenselleşme potansiyeli olan yeni bir siyasi ve felsefi söylemgerekmekteydi. Stoik tepkinin Roma'da tezahürü noktasında da ortaya çıkan zihniyet ve kimlikbunalımına benzer bir problematik bugün de çok daha geniş ölçekli olarak yaşanmaktadır. Globalekonomi-politik mekanizmalar ile yerel kültür havzaları arasındaki gerilim, dünyanın değişikbölgelerindeki bireyleri olağanüstü bir zihniyet ve kimlik bunalımı ile karşı karşıya bırakmaktadır.Globalleşme, demokrasi ve yeni dünya düzeni söyleminin birlikte gelişmesi bu olağanüstüdönüşümün izlerini taşımaktadır. Aynen Büyük İskender ve Pax Romana misallerinde olduğu gibibugün de global siyasi düzenin sürmesi, bu düzenin meşruiyet zeminini yeniden dokuyacak birfelsefi söylemin oluşturulmasına ve bu yeni söylemin bu düzenin etki alanında bulunan toplumlarınve bireylerin zihniyet ve kimlik tanımlamalarını yeniden üreterek meşruiyet bunalımının aşılmasınabağlıdır. Soğuk Savaş sonrası dönemde Pax Americana'nın felsefesi meşruiyetini sağlamayayönelen Tarihin Sonu tezi böylesi işlevsel bir öneme sahiptir. İşte, demokrasi teorisi ve söylemi buçerçevede yeni bir eksene oturtulmaya çalışılmaktadır (Davutoğlu, 1999: 168, 169).Globalleşme ve demokrasinin içeriği bağlamında ortaya çıkan tepkiler yalnızca bununlasınırlı değildir. Diğer önemli iki tepki, Göreceli/Sinik tepki ve Tüketime Dayalı Hazcı (Epiküryan)tepki başlığı altında ele alınabilir. Bunlardan birincisine göre, büyük ölçekli sosyo-politikmekanizmaların sahip olduğu denetim gücünün getirdiği sınırlamalardan kaçan bireyler kendi38
içlerine kapanarak yerel ve göreceli gerçeklik alanlarına çekilmek suretiyle kendi ontolojik güvenlikve özgürlük alanlarını koruma çabası içine girmektedirler. Bu sinik tepkinin bugünkü karşılığıtotalitarizme yol açan bütüncül düşüncelerden kaçarak göreceliliğin yerelliğine sığınan post-modernakımlardır. Son yıllarda yeni bir çerçeve kazanmaya başlayan post-modern demokrasi, bireylerin veakımların kendi göreceli gerçeklik alanlarında kalmalarını gerçek bir demokrasinin ön şartı olarakgörmektedirler. Bu post-modern yorumuyla demokrasi, globalleşme eksenli stoik yorumun aksine,evrensel geçerliliği olan bir değerler bütünü ve bu değerler bütününü oluşturduğu bir mekanizmaolmaktan çok, farklı paradigmatik gerçekliklere yaklaşım yöntemi olmaktadır. Bu yöntemdemokrasiyi çoğulculuk ilkesi ile tutarlı hale getirerek farklı kültür ve düşünce biçimlerininözgürlük ve varoluş alanlarını genişletmektedir.Siyasi, sosyal ve ekonomik mekanizmaların globalleşme olgusuna paralel olarak gittikçedaha da güçlenerek denetim gücünün artması ve transnasyonel özellikleriyle yerel devlet yapılarınıda tümüyle etkilemeye başlaması, bireylerin bu mekanizmaları etkileme ve yeniden düzenlemeçabasından uzaklaşarak kendi kişisel mutluluk arayışlarına yönelmeye sevk etmektedir. Butransnasyonel mekanizmaların kendi çıkarlarını azamileştirmek üzere ürettiği tüketim eksenli globalkültür mutluluğu tüketim çapı ve biçimi ile özdeşleştiren yeni-hazcı bir yaklaşımın yaygınlaşmasınayol açmaktadır. Bireysel mutluluğun belli tüketim kalıplarına indirgenmesi, temel felsefesini bireyinözgür ve rasyonel tercihlerine indirgeyen demokrasinin de algılanış biçimini belirlemektedir. Buçerçevede demokrasi ile kapitalizm arasındaki tarihsel bağ tüketim kültürü üzerinden yenidenkurulmaktadır. Böylece demokrasinin globalleşmesi ile kapitalizmin simgesel tüketim biçimleri veürünlerinin yaygınlaşması arasında yüzeysel bir ilişki kurulmaktadır (Davutoğlu, 1999: 170, 171).Globalleşme sürecinde ortaya çıkan bu tepkiler ve yapılanmalar, doğrudan ya da dolaylıdevlet yapılarını, demokrasi anlayışını, uluslararası ilişkiler bağlamında Batı ve Batı-dışı ülkelerinilişkilerini ve kurumlaşmaları, birey-vatandaş anlayışının içeriğini dönüştürmektedir. Demokrasiyeilişkin değerlendirme ve pratikler ise, onu kutsamakla bir araç olarak görme arasındaki kurulamayandenge çerçevesinde dönüp durmaktadır. Bu bağlamda öne çıkan ve kayda değer önemli bir gelişmeise çoğulculuğun ve katılımın öne çıkmasıdır.Globalleşme ve sanayi ötesi dönüşüm sürecinde ekonomik sistemle birlikte siyasal sistemde değişmektedir. İnsan hak ve özgürlüklerine dayanan liberal demokrasi, piyasa ekonomisi,barışçılık, yüzyıllardır yerleşmiş devlet hakimiyeti kavramının terk edilmesi, değişimin zorunluasgarihedeflerini oluşturmaktadır. Siyasal gelişmelerin en önemlisi ise, devletin öneminin vekonumunun değişmesidir. Sanayileşme döneminde ulus-devlet yaygın devlet şekliydi.Sanayileşmenin gerektirdiği dikey örgütlenmeler, merkeziyetçilik, emir-komuta anlayışı devlette39
egemendi. Uluslararası ilişkilerin merkezinde ulus-devletler bulunmaktaydı. Ulus-devletinzayıflamasıyla beraber siyasal iktidarın iktidar alanları daralıyor. Ülkelerdeki yapabileceği şeyinsayısı azalıyor. Çünkü güç, çeşitli kesimlere, özel firmalara, sivil kuruluşlara dağılıyor. Ülkelerinellerindeki güç de sermaye hareketiyle başka türlü hareketlerle dağılıyor. Siyasal iktidarlarıntoplumdaki güçleri kontrol etme olanağı giderek azalıyor. Ulus-devlet anlayışıyla çözülebileceksorunlar azalıyor. Bloklaşmanın sona ermesiyle beraber güçler dünya çapında dağılmaya başlıyor vedünya bir çok güç merkezinin ortaya çıktığı çoğulcu bir yapıya doğru gidiyor (Toffler, 1995: 107,108).Eğitim düzeyinin yükselmesi, toplumdaki farklılıkların kendilerini daha iyi tanıma ve daharahat ifade etmeye başlamalarını, bireyin ortaya çıkmasını sağlamış ve devlet anlayışınınsorgulanmasıyla beraber bireyin devlete bakışı değişmiştir. İnsan-devlet ilişkilerinintanımlanmasında merkez konumuna değişme süreciyle beraber insan yerleşmeye başlamıştır. Devletinsan için var olan bir kurum olarak algılanmaya başlanmıştır. Bireysel özgürlüklerinyaygınlaşmasıyla beraber devletin alanı da daralmaya başlamış, devlet sınırlanmıştır.Bilgi toplumu süreci ekonomik alanda olduğu gibi siyasal alanda da devleti değişmeyezorlamaktadır. Toplum daha iyi örgütlenmekte, siyasal yapı ve işleyişi daha etkin bir şekildeetkileyebilmektedir. Özellikle bilgi teknolojilerinin siyasal yapı ve işleyiş üzerindeki etkileri köklübir değişimi sağlamış ve gelecekte de çok önemli değişimler beklenmektedir. İnsanlar sonzamanlarda uluslararası kaynaklardan özellikle global yayın ağlarından bilgiye doğrudanulaşmaktadır. Sansür anlayışını da aşan bu bilgilenme, geleneksel kapalı ülkelerde demokrasininkurulmasını kolaylaştırabilecek bir etkendir.Sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru yaşanan bu süreçle birlikte, kişisel amaçlarınönem kazanması sebebiyle belli amaçlar için bir araya gelmiş sosyal gruplar, politikada doğrudanya da dolaylı belirleyici olacaklardır. Bu süreçte sanayi toplumunun parlamenter-temsili demokrasisitemi yerini, yerel birim ve kuruluşların katılımıyla katılımcı ve çoğulcu demokrasiye bırakacak,sanayi toplumunun merkeziyetçi yapılarının aksine adem-i merkeziyetçi ve yerelleşmeci anlayışlar,yapılanmalar öne çıkacaktır. Bilgi toplumunda merkez kuruluşlarında çalışanların sayısı azalacak,bürokrasi yükünün önemli bir kısmı yerel birimlere ve kuruluşlara aktarılırken diğer önemli birkısmı da bilgi sistemi ve bilgi bankalarından, doğrudan ulaşılabilir duruma getirilecektir. Bu durummerkezi bürokrasiyi küçültecektir (Toffler, 1981: 124).Bu süreçte sivil girişim ve örgütlenmeler artacaktır. Şimdiden yaşanan birlikler (dernekler,sendikalar, odalar vb.) şeklindeki örgütlenme devrimi bilgi toplumunda, politik gücün kullanımınınyerelleşerek katılımcılığa yönelmesine neden olacaktır. Sanayi toplumunun merkeziyetçi yapısı,40
yerel birim ve örgütlerin katılımı ile katılımcı demokrasiye dönüşecektir. Katılımın daha çokmerkezi-ulusal düzeyde gerçekleştiği temsili demokrasi yerini yerel düzeyde katılımın öne çıktığıbir demokrasi anlayışına bırakacaktır. Ayrıca katılım, kitle örgütleri ve birliklerin katılımı ileyaygınlaşacaktır (Erkan, 1996: 169). Bu süreçte, klasik parti yapısı ve merkezi parlamentonunbileşimi, işleyişi, kitle örgütleri ve birliklerin temsilcilerini katılımı ile önemli ölçüde değişecektir.Gerek anlayış gerekse yapılanmalar boyutuyla bugünden başlamış ve giderek hızlanan,yaygınlaşan bu yerelleşme ve katılım eğilimlerin en önemli yansıma alanlarından ve yapılanmanınyoğunlaştığı birimlerden birisi yerel yönetimlerdir. Globalleşme-yerelleşme dinamikleribağlamında, katılımcılığın, çoğulculuğun, yerelliğin, şeffaflığın ve demokratikleşme eğilimlerininöne çıktığı bu süreçte yerel yönetimler, hem demokratik bir yönetim birimi hem de etkin ve verimlibir hizmet sunma birimi olarak gittikçe önem kazanmaktadır. Bilgi toplumuna doğru yaşanan busüreçte yerel yönetimler, demokratikliğin, katılımın ve etkin, verimli hizmet sunmanın sembolühaline gelmektedir.Yerel Yönetim- Yerel Demokrasi Sürekliliği ve Yeni Yapılanmalarİşte tüm bu gelişmelerin önemli bir sonucu olarak, dünyanın büyük bir çoğunluğunda, hemdemokratik bir yönetim birimi hem de etkin ve verimli hizmet sunma birimi olarak yerel yönetimlerüzerinde bir konsensüs oluşmaktadır. Hem demokratikleşme eğilimlerinin hem de etkin ve verimlihizmet sunmanın ana öğesi olarak öne çıkan yerel yönetimler, sanayi toplumundan bilgi toplumunadoğru gidilen süreçte ve ulus-devleti aşan yapılanmada, yeni nitelikler ve işlevlerle, bir realite, biralternatif olarak gittikçe önem kazanmaktadır.Sürekli değişme ve gelişme sürecinde, yerelleşme eğilimlerinin önemli bir parametresi olanyerel yönetimlerin ve kentlerin niteliğinde ve işlevlerinde ortaya çıkan değişmeler, yerelyönetimlerin, demokratik bir yönetim birimi ve etkin, verimli birer hizmet sunma birimi olmasıbağlamında, kamu hizmeti sunmadan işletme niteliğine, örgüt ve yönetim anlayışındandemokratikleşmeye, etkin ve verimli hizmet sunma ilkelerinden modern yönetim tekniklerine,teknolojik etkileşimden işbirliği çabalarına, alternatif hizmet sunma yöntemlerinden sosyalsorumluluk ve ahlak anlayışına kadar, iki binli yıllarda yerel yönetimlerin görünümünü belirleyenbirçok alanda kendini göstermekte, ağırlığını duyurmaktadır.Bu anlamda yerel yönetimler ve kentler, sanayi toplumunda bilgi toplumuna doğru yaşanansüreçte özellikle globalleşme ile gelen yerellikle ilgili olarak en çok etkilenen, değişen alan olarakortaya çıkmakta ve bu anlamda demokratikleşme eğilimleri ve etkin, verimli hizmet sunma merkezli41
olarak bu sürece katkıda bulunmaktadır. Merkeziyetçi sanayi toplumundan adem-i merkeziyetçibilgi toplumuna doğru yaşanan gelişmeler, yerel yönetimleri ve kent yapılarını doğrudan ve etkinbir biçimde etkilemektedir.Bütün bu gelişmeler bağlamında, kent yönetimleri ve global süreç arasındaki etkileşiminsosyo- kültürel, ekonomik boyutlardaki analizleri ve yeni perspektifler gündeme gelmektedir.Kentin dünya ekonomisine eklemlenme biçimi ve bu süreçteki mekansal fonksiyonlar kentte oluşanyapısal değişiklikleri etkilemektedir. Bu süreçte küresel sermayeyi çekebilecek altyapıya sahip olankentler giderek dünya kenti hiyerarşisinde yerlerini alacaklardır. Dünya kentleri gerek iç göç, gerekuluslar arası göç konusunda odak noktaları olarak öne çıkmaktadır. Dünya kenti mekansalkutuplaşma, sosyal sınıf kutuplaşması gibi sanayi kapitalizminin çelişkilerine sahne olmaktadır.Küreselleşme teorileri tartışılırken üzerinde en çok durulan nokta, küresel süreçler veetkiledikleri yerelliklerdir. Artık kentsel mekan tanımlanırken yaşanılan çelişki kır-kent çelişkisiolmaktan çıkmıştır. Diğer bir deyişle kent tanımlanırken bir diğer dikotomiye, kıra ihtiyaçduyulmamaktadır (Aslanoğlu, 1998: 142). Kent, ekonomisiyle kültürüyle, sosyal ve siyasalyapılanmasıyla ağırlığını giderek arttırmaktadır. Bu yapılanmalar aynı zamanda yerel yönetim-kentsürekliliği kavramıyla da yakından ilgilidir (Ökmen, 2003: 174).Demokratikleşme eğilimleri ve hizmet sunumu bağlamında aynı mekanlı iki kavram olarakortaya çıkan yerel yönetim ve kent, tarihi ve fonksiyonel bir sürekliliği de içerecek biçimde, sanayitoplumundan bilgi toplumuna doğru yaşanan süreçte yeni işlevler, anlayışlar ve yapılanmalarla karşıkarşıyadır. Yine, globalleşme karşılıklı etkileşimleri içeren heterojen bir süreç olarak elealındığında, bu süreçte yerelliklerin oluştuğu, globalleşme sürecine katıldığı, kimi zaman da karşıtsüreçlerin etkisinin gündeme geldiği görülmektedir.Globalleşmeyle gelen yerelliğe koşut olarak gittikçe hızlanan kentleşme olgusu,günümüzde, yerel yönetimleri giderek büyüyen sorunlar yumağı ile karşı karşıya bırakmaktadır. Buyönetimler, bir yandan mevcut hizmetleri daha iyi ve yaygın olarak sunmak zorunda kalırken, diğeryandan da yeni ve farklı kentsel hizmetlere olan talebi ve ihtiyacı karşılamaya çalışmaktadır. Bubağlamda, giderek artan ve çeşitlenen hizmet talebini, giderek azalan kaynaklarla göğüslemekzorunda kalan yerel yönetimlerde örgüt yapısı ve yönetim olgusu, her geçen gün daha bir önemkazanmakta ve ön plana çıkmaktadır.Yetki ve kaynak artırımına yönelik yasal ve kurumsal çalışmalar, yerel yönetimlerinbaşarısı açısından önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Bu yönetimlerde, halkın katılımı, başarıyıözendiren ve ödüllendiren bir yaklaşımla, bilgi toplumu değerlerini ölçü alan yeni ve çağdaş42
yönetim teknikleri geliştirilmesi ve kurumlaştırılması gerekmektedir. Bunun yolu ise, yerelyönetimlerin kurumsal yapısının iyileştirilmesinden ve yönetimin geliştirilmesinden geçmektedir.İki binli yıllarda, günümüzün uluslararası ortamında ve küreselleşme sürecinde yaşananhızlı değişim ve gelişmeler, yönetim olgusunu hızla öne çıkarmaktadır. İlişkilerin, hizmetlerin,eğitimin, üretimin, iletişimin, kısacası gündelik yaşamın niteliğini değiştiren teknolojik gelişmeler,diğer kurum ve kuruluşları olduğu gibi, yerel yönetimlerin de işlerini kolaylaştırmakta vehızlandırmakta, buna karşılık yerel yöneticileri yeni taleplerle ve yeni tür yönetimler arası ilişkilerleyüz yüze getirmektedir. Ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmeler, kentleri birbiriyle sıkı ilişkileriçerisinde olan merkezlere dönüştürmektedir. Yerel yöneticiler, yerel, ulusal ve uluslararası düzeydefarklı bir dünyada hizmet sunmak ve yönetim fonksiyonunu yerine getirmek zorundakalmaktadırlar”(Emrealp, 1994: 3).Bilgi toplumunun getirdiği ve onun bir özelliği olan globalleşme olgusu yerleşimboyutunu genişletecektir. Bilgi toplumunda yer kavramı milli ekonomi ile sınırlı olmadığı gibikentleşme de uluslararası bir nitelik kazanacaktır. Globalleşme süreci ile hızlanan fakat tam olarakortaya çıkmayan bilgi toplumu özelliklerinin en çok ve yaygın olarak yansıdığı ilk alan kentler veyerel yönetimler olacaktır. “Bu süreçte ortaya çıkan modernleşme, yerelleşme, bölgeselleşme, ulusdevletindönüşümü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi, yerel yönetimlerin güçlenmesi ve kentleşmegibi kavramlar çerçevesinde ortaya çıkan gelişmeler, ülkelerin idari örgütlenmelerinde yerelyönetimlerin yeniden yapılanmasını ve bu bağlamda bazı ilkelerin yeniden belirlenmesini gündemegetirmiştir” (TOBB, 1996: 21).İlişkilerin gittikçe artan bir biçimde uluslararası hale gelmesi ve uluslar-üstü kurumlarınyaratılması, merkezi hükümet düzeyinin altındaki yönetimleri önceden ulus-devletin tekelinde olanalanlardaki konularda kendilerinin de yetkilerini kullanabileceklerini düşünmeye sevk etmiştir.“Global gelişmeler, bugün, karar verme ve ilişkiler sistemini kontrol altında tutan eski merkeziyetçiyönetim sistemlerinden radikal bir biçimde ayrılan, yeni, kompleks ve adem-i merkeziyetçisistemler yaratmaktadır. Global gelişmeler, yerel yönetimlerin fonksiyonlarını ve hareket alanlarınıda etkilemekte, yerel yöneticiler global etkilerden uzak kalamamaktadırlar” (Jun ve Wright, 1996:3, 4).Yerel yönetimler, bir yandan mevcut hizmetleri daha yaygın ve daha iyi sunmak zorundakalırken, öte yandan da yeni ve farklı hizmetlere olan talebi karşılamaya çalışmaktadır. Yerelyönetimler, aynı zamanda, beldenin ve kent mekanının sağlıklı ve planlı gelişmesini sağlamak, yerelhizmetler içinde tüketicinin seçeneklerini arttırmak, katılımcılığı özendirmek, hizmetleri etkin veverimli bir şekilde sunmak, halka dönük hizmet sağlamak, iç denetimi güçlendirmek gibi konulara43
da artan bir ağırlık vermektedirler. Tüm bunlar, yerel yönetimde yönetim olgusunu ön planaçıkarmaktadır.Yönetim, bütün örgütlerin olduğu gibi yerel yönetimlerin de en önemli fonksiyonlarındanbiridir. Kent mekanının yönetimi bugün ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel pek çok açıdan ortayaçıkardığı sonuçlar itibariyle çok önemli hale gelmiştir. Günümüzde ağırlıklı olarak kent mekanınınyönetim birimi olan yerel yönetimler de içinde olmak üzere bütün örgütler sürekli değişen birçevrede, dış çevrenin beklentilerine açık kuruluşlar haline gelmişlerdir.Yerel yönetim-kent sürekliliği bağlamında etkin ve verimli bir hizmet sunumu için, yerelyönetimlerin, global gelişmeler sonucunda ortaya çıkan yeni anlayışlar ve yapılanmalarla uyumluhale getirilmesi gerekmektedir. Çünkü, örgüt ve yönetim anlayışındaki gelişmeler her şeyden öncekent mekanını ve onun yönetim birimi olan yerel yönetimleri etkilemektedir.Sonuç ve DeğerlendirmeYerel yönetimler, siyaset literatüründe, çoğulcu siyasi sitemin temel kurumları içinde elealınmaktadır. Ülkede ulusal düzeyde bir siyasi iktidar olduğu halde, yerel yönetim sistemi sayesindeçok sayıda yerel iktidarlar ve politikalar ortaya çıkmaktadır. Yerel yönetimlerin siyasete veyönetime katılma kanalları genişletme gibi bir fonksiyonu da bulunmaktadır. Yerel yönetimler,merkezi hükümet ve ulusal parlamento üzerinde yoğunlaşan siyasete katılma taleplerini, bir ölçüdeyerel boyuta çekerek, siyasi hayatta tansiyonu azaltmakta ve böylece siyasi sistemin meşruluğunaönemli katkılar sağlamaktadır. Bazı siyasi partiler, ulusal parlamentoya hiç üye gönderemediğihalde, yerel yönetimlere kendi üyelerinin seçilmesini sağlayabilmektedir. Bu açıdan yerelyönetimler, siyasi partileri ve genel olarak siyaseti besleyen önemli kurumlardır (Ökmen ve Parlak,2010, 36-39).Siyasetin okulu olarak görev yapmaları ve demokrasiyi geliştirici işlevi, yerel yönetimlerinen önemli siyasi yönünü meydana getirir. Bu bakımdan yerel yönetimler, sadece hizmet üreten idaribirimler olarak değerlendirilemezler. Kamu hizmeti üretmek, yerel yönetimin sadece bir boyutudur.Hangi hizmetlerin üretileceğine karar vermek ya da hizmetleri öncelik sırasına göre düzenlemek vebunu temsili bir örgüt sistemi içinde gerçekleştirmek, yerel yönetimlerin diğer boyutudur. Bu boyut,çoğulcu siyasi sistemin, demokratik düzenin temel unsurunu meydana getirir. Demokrasi, esasitibariyle uçlarda (çevrede) daha iyi tatbik edilir. Uçlarda gelişen demokrasi, merkezdeki siyasihayatın olgunlaşmasına ve istikrarına önemli katkılar sağlar. Demokrasi, çevreden merkeze doğrudaha işlevsel bir nitelik gösterir.44
Anglo-Sakson ülkelerinde yerel yönetimlerin siyasi yönü daha belirgindir. Nitekim, sözkonusu ülkelerde, yerel yönetimlere, mahalli hükümet (local government) denilmektedir. Yerelyönetimlerin, mahalli idare yerine mahalli hükümet olarak kavramlaştırılması, onların da merkezihükümet gibi siyasi fonksiyonlar icra eden kurumlar olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır.Yine Anglo-Sakson ülkelerinde vatandaş kelimesi karşılığında citizen kavramının kullanılmasıdikkat çekicidir. Citizen kavramı, esasında kent sakini demektir. Bu, vatandaşlığın, önce, kişininyaşadığı ve oturduğu yörede (kentte) başladığı anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, kişininyaşadığı ve oturduğu kentsel mekanlar, demokratik olarak örgütlenmiş olan yerel yönetimlerebırakılmıştır (Eryılmaz, 1997: 101, 102). Bütün yönleriyle yerel yönetim-kent sürekliliğiyle ilgiliolan bu durum, yerel yönetimleri, demokrasinin, halka en yakın, etkin ve verimli hizmetsunumunun ötesinde, bir takım hak ve ödevlerin odağı haline getirmektedir.Globalleşme sürecinde yaşanan sürekli değişme gelişmeden en çok etkilenen üç kavram,aynı felsefi paradigmaya dayanan kapitalizm, ulus-devlet ve liberal demokrasi olsa gerektir. Busüreçte birbiriyle etkileşim içinde ve bütüncüllük niteliğinde ortaya çıkan gelişmeler öncekapitalizm de sonra da ulus-devlet ve liberal demokrasinin niteliğinde ve işleyişinde önemlideğişikliklere neden olmuştur ve olmaya devam etmektedirBütün bu gelişmeler karşısında demokrasinin yeniden tanımlanması bir zorunluluk olarakortaya çıkıyor. Bilgi toplumuna gidilen yolda bir nitelik, bir özellik anlamında globalleşmesürecinde ortaya çıkan bu gelişme ve değişmeler bağlamında iki konu öne çıkmaktadır. Birincisi,bilgi toplumunun dinamik faktörü olarak teknolojinin etkin bir şekilde kullanılarak katılımın gereknitelik gerekse nicelik olarak arttırılması yoluyla demokratik yol ve yöntemlerin geliştirilmesidir.Bu, yarı doğrudan bir nitelik kazandırarak katılımı, çoğulculuğu ve çok renkliliği arttırıcı bir etkiortaya çıkaracaktır.Yeni teknolojik devrim, kentleşme, küreselleşme ve demokrasinin niteliğinde ortaya çıkandeğişmeler gibi tüm bu süreçler, günümüz ulus-devletlerinin nitelik ve yapısını ve yerleşik dünyadüzeninin işleyiş ve biçimlenmesini kökten, hem niceliksel hem de nitelikse bir biçimdedeğişimlere uğratan bir temel işlev görürken (Yıldırım, 1994, 2-13), bu değişimlerin başında tümyerel birimleri, kentleri, anakentleri ve bölgeleri ve onların temel yönetim birimi olan yerelyönetimi içeren yerellik kavramı gelmekte ve hızla öne çıkmaktadır.Yerellik, hem bilgi toplumuna giden yolda önemli bir özellik ve nitelik hem de ulusdevletindönüşümü aşamasında alternatif bir çözüm ve çıkış noktası olarak, küreselleşmeyledinamik bir etkileşim de sergileyerek gittikçe önem kazanmaktadır.45
KAYNAKLARADALI, Coşkun, Günümüz Kapitalizmi ve Devlet Üzerine, İstanbul, Sarmal Yayınları, 1997.AKGÜL, Aziz, “Üçüncü Bin Yıla Girerken Partizanlığın Olamadığı Partisiz Demokrasi:Elektronik Demokrasi”, Yeni Türkiye, Yıl:4, S.19, s.425, 1998.ASLANOĞLU, Rana, Kent, Kimlik ve Küreselleşme, Bursa, Asa Yayını, 1998.BELEDİYE-İŞ, Demokratik ve Etkin Yerel Yönetim, İstanbul, Belediye-İş Yayını, 1995.ERYILMAZ Bilal. Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma, İstanbul, Birleşik Yayıncılık,1997.BONIFACE, Pascal, “The Proliferation of States”, The Washington Quarterly, Summer,1998, Vol. 21, Issue 3.CHOMSKY, Noam, Demokrasi: Gerçek ve Hayal, İstanbul, Pınar Yayını, 1995.DAHL, Robert, Demokrasi ve Eleştirileri, (Çev. Levent Köker) Ankara, Türk Siyasi İlimlerDerneği Yayını, 1995.DAVUTOĞLU, Ahmet ,“Küreselleşme, Zihniyet Bunalımı ve Demokrasi”, Yeni Türkiye,S.25, Şubat, 1999.DRUCKER, Peter F., Kapitalist Ötesi Toplum, İstanbul,İnkılap Yayınevi, 1994.EBENSTEIN, William, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri (Çev. İ. Özel), İstanbul, ŞuleYayınları, 1996.EMREALP, Sadun, Yerel Yönetim ve Bilgi Teknolojisi, İstanbul, IULA-EMME Yayını, 1994.ERGİL, Doğu, Toplumsal Eşitsizliğin Yapısı, Ankara, AÜ SBF Yayını, 1986.ERKAN, Hüsnü, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Ankara, T.İ. Bankası Yayını, 1997.FINER, S.E, Comparative Government, Penguın Books, Harmondsworth, Middlesey, 1974.FREIDMAN, Milton, Kapitalizm ve Özgürlük (Çev. D. Ergil), İstanbul, Altın Kitaplar Yayını,1988.GOODBY, James E., “Europe Undıvıded”, Washıngton Quarterly, Summer, Vol.21, Issue 3,1998.GÜLER, Birgül, Yerel Yönetimler, Ankara,TODAİE Yayını, 1994.HUNTINGTON, Samuel P., Üçüncü Dalga (Çev:Ergun Özbudun), Ankara, Türk Dem. Vak.Yayını, 1993.JUN, J.S, WRIGHT, D.S, Globalization and Decentralization: An Overviev, WashıngtonD.C, Georgetown Universty Press, 1996.KALAYCIOĞLU, Ersin, Çağdaş Siyasal Bilim, İstanbul, Beta Yayını, 1984.KAZGAN, Gülten, Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen, İstanbul, Altın Kitaplar Yayını,1997.KÖKER, Levent, Demokrasi Üzerine Yazılar, Ankara, İmge Kitapevi, 1992.MAHCUPYAN, Etyen, İdeolojiler ve Modernite, İstanbul, Yol Yayınları, 1997.MILL, J.S., Hürriyet (Çev. M. Osman Dostel), Ankara, MEB Yayını, 1988.MONTERO, Alfred P. (1998), “Assessıng The Thırd Wave Democracıes”, Journal ofInteramerıcan Studıes&World Affaırs, Vol.40, Issue 2, Summer, p.11746
NAISBITT, John, Megatrendler, Asya, (Çev. U. Kaplan), İstanbul, Altın Kitaplar Yayını,1997.WEINSTEIN, Mıchael A. (1994), “C.B. Macpherson: Demokrasi ve Liberalizmin Kökenleri”,(Çağdaş Siyaset Felsefecileri, Derleyen: A. De Crespıgny, K.R. Mınogue), İstanbul,Remzi Kitapevi, 1994.O’SULLIVAN, Noel,“Hannah Arendt: Eski Yunan Özlemi ve Endüstri Toplumu”,(ÇağdaşSiyaset Felsefecileri, Derleyen: A. De Crespıgny, K.R. Mınogue), İstanbul, RemziKitapevi, 1994.ÖKMEN, Mustafa,“Liberalizm ve Yerel Yönetimler”, M.Ü Sos. Bil. Enst. Öneri Dergisi,Sayı:10, 1998.ÖKMEN, Mustafa, Kent, Çevre ve Globalleşme, İstanbul, Alfa Yayını, 2003.ÖKMEN, M., PARLAK, B.,Yerel Yönetimler, İstanbul, Alfa Aktüel Yayını, 2010.ROSENAU, Paulıne M., Post- Modernizm ve Toplum Bilimleri (Çev.T. Birkan), Ankara,Bilim ve Sanat Yay. 1998.ŞAYLAN, Gencay, Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, Ankara, İmge Kitapevi,1995.TİMUR, Taner. Küreselleşme ve Demokrasi Krizi, Ankara, İmge Kitapevi, 1996.TOBB, Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması (Yerel Yönetim Reformu) Özel İhtisasKomisyonu Raporu, Ankara, TOBB Yayını.TOFFLER, Alvin, Şok-Gelecek Korkusu, İstanbul, Altın Kitaplar Yayını, 1981.TOFFLER, Alvın. Ekonominin Çöküşü, İstanbul, İnsan Yayınları, 1991.TÜRKKAN, Erdal, “İktisadi Liberalizm, Sosyal Adalet ve Demokrasi”, Yeni Forum, C.8.,1987.YILDIRIM, Selahattin, Yerel Yönetim ve Demokrasi, IULA- EMME Yayını, İstanbul, 1994.47
ANAYASALARDA MAHALLİ İDARELER VE YENİ ANAYASA YAPIM SÜRECİNDEMAHALLİ İDARELERE DAİR DÜZENLEMELER 1Prof. Dr. Recep BOZLAĞANİstanbul Araştırmaları Bilim DalıMarmara Üniversitesi1.GirişBu seminerde mahallî idarelerin tarihî gelişimi, dayandığı ilkeler, 1876 Anayasası’ndan1982 Anayasası’na kadar hazırlanmış olan anayasalarda mahallî idarelere dair hükümler, AvrupaYerel Yönetimler Özerklik Şartı karşısında Türkiye’nin tavrı, son anayasa taslağında mahallîidarelere ilişkin öneriler ve yeni anayasada mahallî idarelerin nasıl olması gerektiğine dairönerilere yer verilmiştir.2.Mahallî İdareye Tarihî Perspektiften Bir BakışMahallî idareler, kamu yönetimi aygıtının, halkın ihtiyaçlarına, genel talep vebeklentilerine optimum ölçekte cevap verebilir hâle getirilmesinin temel araçlarından biridir.Diğer bir ifade ile kamu hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde yürütülmesi, ekonomikgelişmenin “sürdürülebilir” kılınması ve toplum refahının artırılması için mahallî idarelerinvarlığı gereklidir. Bu gereklilik yalnızca modern çağlara özgü bir ihtiyaç değildir. Mahallîidarelerin tarihî gelişimine dikkatli bir şekilde bakıldığında, “antik site”den itibaren mahallî idareözelliği taşıyan kurumların 2.500 yılı aşkın bir süreden bu yana var olduğu görülmektedir.Modern mahallî idarelerin dayandığı üç temel kriter “siyasî karar alma kudreti”, “idarîözerklik” ve “malî özerklik”tir. Siyasî karar alma kudreti “antik site”ye kadar uzanmaktadır.İdarî özerklik Roma “municipe”sinde ilk somut şeklini almışken, malî özerklik OrtaçağAvrupa’sındaki özerk şehir yönetimlerinde tebarüz etmiştir. Daha çok Batı tarzı mahallî idareanlayışının dayandığı bu kriterler, günümüz mahallî idarelerinin de temel çerçevesinioluşturmaktadır.Orta Doğu ve bir bütün olarak İslâm coğrafyasında “Batı” tarzı özerk şehiryönetimlerinden ve dolayısıyla da özerk mahallî idarelerden söz etmek mümkün değildir. Ancak,bu durum Orta Doğu ve İslâm kültürlerinde “mahallî idare” veya “yerinden yönetim”1 Bu seminer notu, Tarih Bilinci dergisinde “Onsuz Anayasa Olmaz” başlığı ile yayımlanmıştır. (Bkz. “Onsuz AnayasaOlmaz”, Tarih Bilinci, Sayı 15-16, Ekim 2011, ISSN: 1309-4963, ss. 82-92.)48
düşüncesinin olmadığı veya gelişmediği anlamında da yorumlanmamalıdır. Bu coğrafyalardaşehirlerin veya mahallî idarelerin özerkliğinden daha ziyade yerel hizmetlerin yürütülmesisürecinin özerkliğinden söz edilebilir. Diğer bir ifade ile, birçok yerel hizmetin yürütülmesivakıflar ve loncalar gibi merkezî idare dışı yapılara bırakılmış; mahalle teşkilatı bile kısmî birserbestlikten yararlandırılmıştır. Osmanlı şehir ve mahalle düzeni, bu yaklaşımın en özgünörneklerinden biri olarak birkaç asır boyunca varlığını sürdürmüştür.Yerel hizmetlerin finansmanının hayırseverlere, hayır kurumlarına ve loncalar gibimerkezî idare dışındaki yapılara veya yerel halka büyük ölçüde bırakıldığı bu sistem, yönetimekatılımı etkili kılması, alternatif finans kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılması,bürokrasiye ve kırtasiyeciliğe yol açmaması gibi avantajlara sahipti. İki asrı aşkın bir süredirdevam eden duraklama ve gerileme döneminin bir bakıma zorlamasıyla on dokuzuncu asrınortalarında terk edilen geleneksel Osmanlı mahallî idare modeli, sahip olduğu avantajlardolayısıyla, yirminci asrın son çeyreğinden itibaren hem alternatif hizmet yöntemleriningeliştirilmesi ve uygulanması hem de katılımcı yönetim pratikleri açısından yeniden tartışılmayabaşlanmıştır.Türk tarihinde modern (Batı tarzı) mahallî idarelerin kuruluş süreci Tanzimat dönemininbaşlarında oluşturulan Muhassıllık Meclisleri’ne kadar götürülebilirse de 1855 yılındaİstanbul’da Şehremaneti teşkilatının kurulması, ülkede modern mahallî idarelerin kurulmasıaçısından bir başlangıç olarak kabul edilmektedir. 1858 yılında Galata ve Beyoğlu semtlerinde 6.Daire-i Belediye’nin kurulması, 1868 yılında Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi’ninuygulamaya konulması, 1877 yılında Dersaadet Belediye Kanunu’nun kabul edilmesi ve 1913yılında İdare-i Umumiye-i Vilayat Kanun-u Muvakkati’nin uygulanmaya başlanması OsmanlıDevleti’nde mahallî idarelerin, özellikle de belediyelerin gelişimi açısından önemli tarihîaşamalardır. Cumhuriyet döneminde ise 1930 yılında 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 2 kabuledilmesi, 1984 yılında 3030 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 3 kabul edilerekbüyükşehir belediyelerinin kurulması, 1987 yılında 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 4kabulü, 2004 yılında 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 5 kabulü, aynı yıl 5302 sayılıİl Özel İdaresi Kanunu’nun 6 kabulü, 2005 yılında 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri2 Bkz. “Belediye Kanunu”, Kanun No: 1580, Tarih: 03.04.1930, Resmî Gazete, Tarih: 14.04.1930, Sayı: 1.471.3 Bkz. “Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek KabulüHakkında Kanun”, Kanun No: 3030, Tarih: 27.06.1984, Resmî Gazete, Tarih: 09.07.1984, Sayı: 18.453.4 Bkz. “İl Özel İdaresi Kanunu”, Kanun No: 3360, Tarih: 16.05.1987, Resmî Gazete, Tarih: 26.05.1987, Sayı: 19.471.5 Bkz. “Büyükşehir Belediyesi Kanunu”, Kanun No: 5216, Tarih: 10.07.2004, Resmî Gazete, Tarih: 23.07.2004, Sayı:25.531.6 Bkz. “İl Özel İdaresi Kanunu”, Kanun No: 5302, Tarih: 22.02.2005, Resmî Gazete, Tarih: 04.03.2005, Sayı: 25.745.49
Kanunu’nun 7 ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 8 kabulü, mahallî idarelerin gelişmesisürecinin önemli aşamaları olarak nitelendirilebilir. 93. Mahallî İdarelerin Dayandığı Temel Değerler-İlkelerModern mahallî idarelerin dayandığı beş temel evrensel değerden (veya ilkeden) sözedilebilir. Bunlar “denklik”, “özerklik”, “katılım”, “etkililik” ve “refah” 10 olarak adlandırılabilir.Denklik ilkesi, merkezî idare kuruluşları ile mahallî idare kuruluşlarının, kamu hizmetlerininyürütülmesi açısından denkliğini savunmaktadır. Diğer bir ifade ile, yürütülen hizmetler kamuyararı açısından ve kamunun hukukunun korunması açısından kural olarak aynı haklardan,yetkilerden ve imkânlardan yararlanmalıdır. Bu ilkenin uygulamaya tam olarak geçirilmemesihâlinde, Türkiye’de uzun yıllar uygulanmış olduğu gibi, mahallî idare kuruluşlarına ait malların“kamu malı” sayılmaması veya “devlet malı” ile aynı statüye tâbi tutulmaması, mahallî idarelereait mülklerin haczedilmesi, gelirlerine el konulması, merkezî idarenin memurlarına tanınanhakların mahallî idarelerin çalışanlarına tanınmaması gibi sorunlarla karşılaşılabilmektedir.Denklik ilkesinin “eşitlik” olarak da algılanmaması gerektiğini de ifade etmek lazım gelir.Özerklik ilkesi, mahallî idarelerin yapı ve işleyiş açısından merkezî idareden kısmîözerk olmasını ifade etmektedir. Bu özerklik, “yerinden yönetim” (adem-i merkeziyet,desantralizasyon) ilkesi çerçevesinde algılanmalıdır. Yerinden yönetim ise “siyasî” ve “idarî”olmak üzere iki farklı şekilde uygulanagelmiştir.Siyasî yerinden yönetim federatif veya konfederatif yapıya sahip devletlere özgü birmodeldir. Federatif yapıya sahip devletlerde, yasama, yürütme ve yargı erkleri federal devlet(merkezî hükümet) ile federe devletler (eyaletler) arasında paylaşılmıştır. Federal anayasa,federal devletin yetkilerini sayarak ona istisnaî bir konum tanırken, federe devletleri ise diğer7 Bkz. “Mahallî İdare Birlikleri Kanunu”, Kanun No: 5355, Tarih: 26.05.2005, Resmî Gazete, Tarih: 11.06.2005, Sayı:25.842.8 Bkz. “Belediye Kanunu”, Kanun No: 5393, Tarih: 03.07.2005, Resmî Gazete, Tarih: 13.07.2005, Sayı: 25.874.9 Ortaylı, İlber (1974), Tanzimat’tan Sonra Mahalli İdareler, Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi EnstitüsüYayını, No: 42.; Ortaylı, İlber (1978), “İmparatorluk Döneminde Türkiye’de Mahallî İdarelerin ve BelediyeciliğinEvrimi”, Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, Ergun Türkcan (ed.), Ankara: Türk İdareciler Derneği Yayını, ss. 1-24.;Eryılmaz, Bilal (1996), “Osmanlı Yerel Yönetiminde İstanbul Şehremaneti”, İslam Geleneğinden Günümüze Şehir veYerel Yönetimler, Cilt 1, Vecdi Akyüz ve Seyfettin Ünlü (ed.), İstanbul: İlke Yayınları, ISBN: 975-7105-00-7 (Tk. No),ISBN: 975-7105-01-5, ss. 331-353.; Eryılmaz, Bilal (2006), Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, 2. Baskı, İstanbul:İşaret Yayınları, ISBN: 975-350-012-2.; Ateş, Hamza ve Muharrem Es (2008), “Süreklilikten Değişime İl Özelİdareleri”, Türkiye’de Yerel Yönetimler, Recep Bozlağan ve Yüksel Demirkaya (ed.), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım,ISBN: 978-605-395-082-0, ss. 205-222.10 Yıldırım bu ilkeleri “eşitlik”, “özgürlük”, “katılım”, “etkinlik” ve “refah” olarak sıralamıştır. Bkz. Yıldırım, Selahattin(1994), Yerel Yönetim ve Demokrasi, Yerel Yönetimin Geliştirilmesi Programı El Kitapları Dizisi, T.C. BaşbakanlıkToplu Konut İdaresi Başkanlığı ve IULA-EMME Yayını, İstanbul.50
alanlarda genel olarak yetkili kılmaktadır. Diğer bir ifade ile, federe devletler anayasa ile federaldevlete tanınan yetkilerin dışında kalan yasama, yürütme ve yargı yetkisini kullanmaktadırlar.Federatif devletlerde, federal devlet “uluslar arası” kişiliğe sahipken, federe devletlerinböyle bir niteliği bulunmamaktadır. Diğer taraftan, federal anayasa mahallî idarelere ya hiçdeğinmez ya da mahallî idarelerle federe devletler arasındaki görev ve yetki paylaşımının federedevletler tarafından yapılacağını belirtir. Bu sebeple, bu tür devletlerde mahallî idareler genelolarak federe devletlerin anayasaları tarafından düzenlenmiştir.Federatif devletler çeşitli yollarla kurulabilmektedir. Başlangıçta bağımsız olandevletlerin kültürel, tarihî, ekonomik veya güvenlik gibi ihtiyaçlar dolayısıyla bir araya gelerekbir üst yapı oluşturmaları ve sahip oldukları yetkilerin bir kısmını üst otoriteye aktarmalarıylabazı federatif devletler oluşturulmuştur. Almanya bu konuda akla ilk gelen örnek olurken,oluşumu biraz farklı olmakla birlikte Amerika Birleşik Devletleri de bu tür devletlerdendir. Butip federasyonlarda aslî unsur federe devletler olup, (Bkz. Şekil 1) federal anayasada belirtilenşartları yerine getirmeleri halinde federal birlikten ayrılmak gibi bir hakka da sahipolabilmektedirler.51
FEDERALDEVLETYasama, Yürütme, YargıFEDERE DEVLETLER(Eyaletler)YürütmeMahallîİdarelerŞekil 1: Federatif Devletlerde Yetki PaylaşımıBazı devletler ise anayasalarında yaptıkları değişiklikler yoluyla federasyonadönüşebilmektedir. Bu tür devletlerde, çoğunlukla kültürel ve tarihî sebepler dolayısıyla federedevletler kurulmakta; yasama, yürütme ve yargı erkleri merkezî idare ile federe devletlerarasında paylaştırılmaktadır. Belçika bu konuda en güncel örneklerden birini oluşturmaktadır.Konfederasyon ise bir devletler birliği olup, belirli bir amaçla –çoğu kere ortak savunmaamacıyla- bir araya gelen bağımsız devletlerin oluşturduğu gevşek yapılı bir birliktir.Konfederasyonlarda, birliği oluşturan bağımsız devletler üst otoriteye bağlanmazlar; üyedevletlerin uluslararası kişiliği devam eder. 11İdarî yerinden yönetim ise üniter devletler tarafından uygulanan bir ilkedir. Bu türyapılarda yasama ve yargı yetkisi merkezî idarenin uhdesinde kalırken, yürütme yetkisi kısmen11 Nadaroğlu, Halil (1994), Mahallî İdareler, Teorisi, Ekonomisi, Uygulaması, Yenilenmiş 5. Baskı, İstanbul: BetaBasım Yayım Dağıtım.52
mahallî idarelere aktarılmaktadır. (Bkz. Şekil 2) Yürütme yetkisinin mahallî idarelerlepaylaşıldığı devletler geleneksel olarak “üniter” devlet şeklinde adlandırılmaktadır.Üniter devletlerde merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki görev ve yetki paylaşımıanayasada belirtilen genel ilkeler çerçevesinde, mahallî idareleri düzenleyen kanunlarda belirtilir.Merkezî idare, mahallî idarelere devrettiği yetkilerden bazılarını, gerekli görmesi halinde tekrarkendi üzerine alabilmektedir.MERKEZÎ İDAREYürütmeMahallî İdarelerŞekil 2: Üniter Devletlerde Yetki PaylaşımıBazı üniter devletlerde ise mahallî idareler ile merkezî idare arasında “bölge” ölçeğindeidarî birimler oluşturulmuştur. “Üniter-bölgeli devlet” veya “bölgeli devlet” (bölgesel devlet)olarak adlandırılan bu tür yapılarda, merkezî idare sahip olduğu yürütme yetkisinin bir bölümünübölge idarelerine, bir bölümünü de mahallî idarelere aktarmaktadır. Bölge idareleri de bazıyetkilerini alt kademedeki mahallî idarelere devredebilmektedir. (Bkz. Şekil 3) Merkezî idare,gerekli görmesi halinde mahallî ve bölgesel idarelere aktardığı yetkileri geri alabileceği gibi,bunların yapısında değişiklikler de gerçekleştirebilmektedir. Fransa ve İtalya bu tür devletlereörnek olarak verilebilirken; İspanya’da uygulanan sistem kısmen federasyon özelliklerigöstermektedir.53
MERKEZÎ İDAREYürütmeBölge İdareleriYürütmeMahallî İdarelerŞekil 3: Üniter-Bölgeli Devletlerde Yetki PaylaşımıMahallî idarelerin dayandığı temel değerlerden “katılım” ilkesi, halkın yerel hizmetlerkonusunda hem karar alma hem de uygulama ve denetleme sürecine aktif katılımınıgerektirmektedir. Yirminci asrın sonlarına doğru geliştirilen “yönetişim” ve “iyi yönetişim”yaklaşımları katılımcı yönetim düşüncesine dayanmaktadır.“Etkililik” ilkesi yerel hizmetlerin yürütülmesi sürecinde halkın ihtiyaç, talep vebeklentilerinin gerçekçi bir şekilde tespit edilmesi ve karşılanmasını ifade etmektedir. Bu amaçlaalternatif hizmet yöntemleri ve finansman modelleri geliştirilmiştir. “Refah” ilkesi ise yalnızcakaynakları verimli kullanan mahallî idare yaklaşımının terk edilerek, mevcut kaynaklarıgeliştiren, yatırımları teşvik eden, rekabetçi ve girişimci mahallî idare yaklaşımını içermektedir.4.Türk Anayasalarında Mahallî İdarelere İlişkin DüzenlemelerTürk tarihinde beş farklı anayasa uygulanmıştır. Bunlar 1876 tarihli Kanun-u Esasi,1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1961 Anayasasıve 1982 Anayasası’dır. Bu anayasaların mahallî idarelere yaklaşımı birbirlerinden oldukçafarklılık göstermektedir.1876 Anayasası, ülkede yerinden yönetim düşüncesinin gelişmediği bir ortamdahazırlanmış olmakla birlikte, “Vilayât” başlığını taşıyan on birinci bölümde mahallî idarelere54
ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Günümüz il genel meclislerinin ilk örneklerinden olan“meclis-i umumî-i vilayet” 109. maddede, belediyeler ise 112. maddede düzenlenmiştir.Anayasa, meclis-i umumî-i vilayeti bir “karar organı” olarak değil, il yönetimi içinde bir tür“danışma” organı olarak kurgulamış olup “tüzel kişilik” veya “özerklik” tanımamıştır 12 . Belediyehizmetlerinin ise başşehir İstanbul’da ve ülkenin diğer şehirlerinde seçimler yolu ileoluşturulacak belediye meclisleri tarafından yönetilmesi, belediye yönetimlerinin kurulması,görevleri ve meclis üyelerinin seçilme biçiminin özel bir kanunla belirlenmesi hükmebağlanmıştır 13 .1921 Anayasası, kısa bir metin olmakla birlikte Türk tarihinde yerinden yönetimdüşüncesine en fazla ağırlık verilen anayasadır. Bu durum anayasayı hazırlayan Türkiye BüyükMillet Meclisi’nin oluşum biçiminden kaynaklanmıştır. Doğrudan halk tarafından seçilen meclisüyeleri, mahallî idarelerde veya taşradaki diğer idarî birimlerde çeşitli görevler üstlenmiş vedolayısıyla memleket meselelerini bilen kimselerdi 14 .1921 Anayasası 1876 Anayasası’ndan farklı olarak illeri ve bucakları “mahallî idare”olarak düzenlemiş, tüzel kişilik ve özerklik vermiştir (md. 11-16). İllerin alt birimi olarakkurgulanan ilçelere ise ne tüzel kişilik ne de özerklik verilmiştir (md. 15). Anayasada,belediyelere ve köylere değinilmemiştir. Diğer taraftan illerin ve bucakların karar organı olanmeclislerin doğrudan halk tarafından seçilmesi hükme bağlanırken, il encümeni niteliğini taşıyan“idare heyeti” ile “il başkanı”nın il genel meclisi (vilayet şurası) tarafından (md. 13), “bucakmüdürü” ile “bucak idare kurulu”nun (idare heyeti), bucak meclisi (nahiye şurası) tarafındanseçilmesi (md. 19) öngörülmüştür.1921 Anayasası merkezî idarenin yetkilerini dış ve iç siyaset, yargı, millî savunma,uluslararası iktisadi ilişkiler ve birden fazla ili ilgilendiren hususlar olarak saymış ve bunlarındışında kalan vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardımişlerinin düzenlenmesi ve yönetimini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce çıkarılacak kanunlarçerçevesinde il genel meclislerinin yetkisine bırakmıştır. Böylece, anayasa merkezî idareyeistisnaî bir konum vermiş, illere ise yerel hizmetlerin yürütülmesi konusunda genel yetkitanınmıştır (md. 11). İllerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vekili ve temsilcisi olarakbulunan valiye, devletin genel ve ortak görevlerini gözetme görevi verilirken (md. 14), bir12 Ortaylı, İlber (1974), Tanzimattan Sonra Mahallî İdareler (1840-1878), Ankara: TODAİE Yayını, No: 142.13 Bozlağan, Recep (2004), “1876 Anayasası ve Yerinden Yönetim İlkesi”, İhale ve İmar, 2 (14), 2004, ss. 43-69.14 Bozlağan, Recep (1998), “Türk Anayasalarında İdare’ye İlişkin Düzenlemeler”, Türkiye’de Yönetim Geleneği,Kurumlar, Sorunlar ve Yeniden Yapılanma Arayışları, Davut Dursun ve Hamza Al (ed.), İstanbul: İlke Yayıncılık,ISBN: 975-7105-09-0, ss. 167-181.55
mahallî idare kuruluşu olan ilin yetkisine bırakılan yerel hizmetlerin gözetimi ise idare heyetineve il başkanına bırakılmıştır.Mahallî idarelerin denetlenmesi konusunda valiler ve bölge ölçeğinde oluşturulmasıöngörülen genel müfettişler yetkili kılınmıştır. Valiler ancak devletin genel görevleri ile yerelgörevler arasında herhangi bir anlaşmazlık olması halinde müdahil olmakta (md. 14), genelmüfettişlere ise mahallî idarelere ait görevleri ve kararları daimi surette denetleme yetkisiverilmiştir (md. 23).1924 Anayasası, 1921 Anayasası’nın aksine merkeziyetçi bir yaklaşıma sahiptir. Busebeple, ülkenin idarî yapılanmasında merkezî idareye ağırlık verilmiştir. İller, merkezî idarenintaşradaki uzantıları olarak kurgulanmış ve dolayısıyla “yetki genişliği” ve “görev ayrımı”ilkelerine dayandırılmış ve illere “özerklik” verilmemiştir. İllerin ilçelere, ilçelerin de bucaklarabölünmesi hükme bağlanmış; illere, şehir, kasaba ve köylere tüzel kişilik tanınmıştır. (md. 89-91)1961 ve 1982 anayasaları mahallî idare türlerini “il”, “belediye” ve “köy” olaraksıralamıştır. 1961 Anayasası genel karar organının, 1982 Anayasası ise karar organının seçimlebelirlenmesini hükme bağlamıştır. Böylece, 1982 Anayasası, kanunla karar organı niteliğikazanan organların da seçimle belirlenmesini mümkün kılmıştır. Ancak, 1961 Anayasası seçiminhalk tarafından yapılmasını öngörürken, 1982 Anayasası “kanunda gösterilen seçmenler”tarafından yapılmasını hükme bağlamıştır. (1961/116; 1982/127)1961 Anayasası yerel seçimlerin kanunda gösterilen zamanlarda yapılmasını kabulederken, 1982 Anayasası seçimlerin beş yıl arayla yapılmasını kabul etmiştir. 1961 Anayasası,mahallî idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri konusundakidenetimin ancak yargı yolu ile olabileceği hükmünü getirmişken, 1982 Anayasası buna ilaveolarak “görevleri ile ilgili bir suç sebebiyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılanmahallî idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak kesinhükme kadar uzaklaştırabilir” hükmünü getirmiştir. (1961/116; 1982/127)Her iki anayasa da mahallî idarelerin kuruluşu, kendi aralarında birlik kurmaları,görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgilerininkanunla düzenleneceğini ve bu idarelere görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanacağınıkabul etmiştir. (1961/116; 1982/127)1961 Anayasası’ndan farklı olarak 1982 Anayasası’nda “milletvekili genel veya araseçiminden önceki veya sonraki bir yıl içinde yapılması gereken mahallî idareler organlarınaveya bu organların üyelerine ilişkin genel veya ara seçimlerin birlikte yapılacağı” öngörülmüş ve56
üyük yerleşim merkezleri için kanunla özel yönetim biçimleri getirilebileceğini hükmebağlamıştır. (1982/127)5. 1982 Anayasası’nın Mahallî İdareler Açısından Temel Sorunları1961 Anayasası ile karşılaştırıldığında, 1982 Anayasası’nın mahallî idarelere daha genişyer verdiği görülmektedir. Ancak, bu durum mahallî idarelere verilen önemin bir yansımasıdeğil, mahallî idareleri sınırlandıran ve dolayısıyla da zayıflatan bir yaklaşımın sonucu olaraknitelendirilebilir.1982 Anayasası, idarenin kuruluş ve görevlerini “merkezden yönetim” ve “yerindenyönetim” esaslarına dayandırmış, her iki esası da “idarenin bütünlüğü” ilkesi üzerineoturtmuştur. (1982/123). Bu yaklaşım, söz konusu anayasanın yerinden yönetim ilkesi karşısındamerkezden yönetim ilkesini öncelediği şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim, onuncuCumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve YenidenYapılandırılması Hakkında Kanun’u, 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nu ve 5215 sayılıBelediye Kanunu’nu bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iade ve 5302sayılı kanun ile 5393 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunungerekçeleri arasında bu yaklaşım görülmektedir 15 .1982 Anayasası il, belediye ve köy dışında bir mahallî idare türüne izin vermemektedir.Dolayısıyla ne mahallî idare birlikleri 16 ne mahallî idarelere bağlı ulaşım idareleri 17 ne de su vekanalizasyon idareleri 18 “mahallî idare” olarak nitelendirilebilmektedir. Bu sebeple, mevzuattada ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Sözgelimi 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve KontrolKanunu 19 bu kuruluşları “mahallî idare” olarak kabul ederken, başta 5355 sayılı Mahallî İdareBirlikleri Kanunu 20 olmak üzere birçok kanunda böylesi bir yaklaşım görülmemektedir. İçişleriBakanlığı da bu tür kuruluşların “mahallî idare” olmadığı görüşünü birçok mütalaadabelirtmiştir. Anayasa’nın getirdiği bu sınırlama, ülkenin ihtiyacı olan veya olması muhtemel15 http://yonetimbilimi.politics.ankara.edu.tr/ziyacokerKYTK3.pdf, erişim: 05.10.2011; Bkz. “Anayasa MahkemesiKararı”, Esas Sayısı: 2005/32, Karar Sayısı 2007/3, Karar Günü 18.01.2007, Resmî Gazete, Tarih: 29.12.2007, Sayı:26.741; Bkz. “Anayasa Mahkemesi Kararı”, Esas Sayısı: 2005/95, Karar Sayısı 2007/5, Karar Günü 24.01.2007, ResmîGazete, Tarih: 29.12.2007, Sayı: 26.741.16 Belediye birlikleri, köylere hizmet götürme birlikleri, sulama birlikleri, katı atık birlikleri, Vilayetler Hizmet Birliği.17 İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel (İETT) İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Ankara Elektrik, Havagazı ve Otobüsİşletme Müessesesi (EGO) Genel Müdürlüğü, İzmir Elektrik, Su, Havagazı, Otobüs ve Troleybüs İşletmeleri (ESHOT)Genel Müdürlüğü.18 On altı büyükşehir belediyesine bağlı olarak faaliyet gösteren su ve kanalizasyon idareleri (Sözgelimi İstanbul Suve Kanalizasyon İdaresi-İSKİ, Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi-ASKİ, Kayseri Su ve Kanalizasyon İdaresi-KASKİ)19 Bkz. “Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu”, Kanun No: 5018, Tarih: 10.12.2003, Resmî Gazete, Tarih:24.12.2003, Sayı: 25.326.20 Bkz. “Mahallî İdare Birlikleri Kanunu”, Kanun No: 5355, Tarih: 26.05.2005, Resmî Gazete, Tarih: 11.06.2005, Sayı:25.842.57
mahallî idare türlerinin kurulmasını da engellemiştir. Bölge veya ilçe ölçeğinde mahallî idarebirimlerinin kurulamamasının başlıca sebeplerinden biri de bu olabilir.Mahallî idarelerin karar organlarının “kanunda gösterilen seçmenler” tarafındanseçileceğine dair hüküm, “demokrasi” ilkesi açısından sorunlu uygulamalara yol açabilecekniteliktedir. Bu hüküm, seçimlere dair evrensel ilkelerden olan “genel oy” ilkesini zayıflatacakbir uygulamanın kanun yolu ile getirilebileceği şeklinde yorumlanabilir.Anayasa’da yer alan “kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimlerigetirebilir” hükmü de “dil” açısından sorunludur. “Yerleşim merkezi” kavramı herhangi biryerleşim biriminin merkezini ifade etmektedir. Diğer bir ifade ile “merkezî bölgesi”ni ifadeetmektedir. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu kapsamında İstanbul BüyükşehirBelediyesi’nin ve Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin sınırlarının il sınırlarına kadargenişletilmesi konusunda yaşanan tartışmaların sebeplerinden biri de 1982 Anayasası’ndakullanılan bu “dil” sorunudur.İçişleri Bakanı’na tanınan ve yukarıda yer verilen yetkinin yanı sıra, merkezî idareyemahallî idareler üzerinde güçlü bir idarî vesayet yetkisi tanınmış ve bu yetki geniş bir çerçeveyeoturtulmuştur. Buna göre, merkezî idare “mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygunşekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması vemahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usullerdairesinde idarî vesayet yetkisine sahip” (1982/127) kılınmıştır.Bu düzenleme ile bir asrı aşan anayasa yapma geleneği içinde geriye gidiş sayılabilecekbir uygulama başlatılmıştır. İdarî vesayetin amacı hususunda sıralanan unsurlardan son ikisi, farklışekilde yorumlanmaya ve kötüye kullanılmaya açık, esnek kriterlerdir. Bunlar “hukuka uygunluk”denetiminin değil, “yerindelik” denetiminin gerekçeleridir. 211982 Anayasası, mahallî idarelerin kendi aralarında birlik kurmalarına da sınırlamalargetirmiştir. Buna göre, mahallî idareler ancak belirli kamu hizmetlerinin yürütülmesi amacıylakendi aralarında birlik kurabilirler ve birliklerin kurulması bakanlar kurulunun onayı ilemümkündür. Ülkenin en ücra yerindeki birkaç belediyenin kendi aralarında birlik kurmalarınınbakanlar kurulunun gündemini meşgul etmesi, söz konusu anayasanın dayandığı merkeziyetçizihniyetin göstergelerinden biri olarak kabul edilebilir.21 Eryılmaz, Bilal (1995), “Yerel Yönetim Sendromu”, Yeni Türkiye Dergisi, Yönetimde Yeniden Yapılanma ÖzelSayısı (4. Sayı), İstanbul, Mayıs-Haziran, ISSN: 1300-4174, ss. 340-346.58
Anayasa’da mahallî idarelere “görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır” hükmününyer alması, mahallî idarelerin gelir kaynakları açısından güvenceye kavuşturulması konusundagerekli bir düzenleme olmakla birlikte yeterli değildir. Bu yetersizlik dolayısıyla, Türkiye’demahallî idareler çoğu zaman gelir sıkıntısı yaşamakta veya bulundukları il, şehir veya beldeninpotansiyelini etkili bir şekilde kullanamamaktadır. Anayasa’nın “Vergi Ödevi” başlıklı 73.maddesi, hiç şüphe yok ki bu konuda önemli bir engel teşkil etmektedir. Söz konusu maddeyegöre “Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veyakaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyleoranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklikyapmak yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilebilir.” Bu düzenleme, en basit bir harcın bile oranınınbelirlenmesi konusunda çok merkeziyetçi bir sistem getirmiştir. Türkiye’de mahallî idareleringelir kaynaklarının oranlarının zamanında güncellenememesi, değer ve önemini büyük ölçüdekaybetmesinin altında yatan sebeplerden biri de oluşturulan bu yapıdır.6. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda Mahallî İdarelere Dair TemelKriterler ve Türkiye’nin TavrıAvrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı toplam 18 maddeden ve 45 fıkradanoluşmaktadır. Bu maddelerin 10 tanesi (30 fıkra), Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin onayınatâbidir. Türkiye bu maddelerden 8 tanesini (2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10: Toplamda 20 fıkra)onaylamış, 1 maddeyi (11. madde) bütünüyle ve toplamda 10 fıkrayı onaylamamıştır 22 . Türkiyetarafından onaylanan maddeler ve fıkralar, Şart’ın Türkçeye tercüme edilmiş metnindeki lafzıylaşunlardır:1. Özerk Yerel Yönetimlerin Anayasal ve Hukuki Dayanağı (md. 2): Özerk yerelyönetimler ilkesi ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda anayasa iletanınacaktır.2. Özerk Yerel Yönetim Kavramı (md. 3):a. Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirtilen sınırlarçerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altındave yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı veimkânı anlamını taşır. (md. 3/1)b. Bu hak, doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemine göreserbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme22 Bkz. “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”, Kanun No:3.723, Tarih: 08.05.1991, Resmî Gazete, Tarih: 21.05.1991, Sayı: 20.877.59
organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafındankullanılacaktır. Bu hüküm, mevzuatın olanak verdiği durumlarda,vatandaşlardan oluşan meclislere, referandumlara veya vatandaşların doğrudankatılımına olanak veren öteki yöntemlere başvurulabilmesini hiç bir şekildeetkilemeyecektir. (md. 3/2)3. Özerk Yerel Yönetimin Kapsamı (md. 4):a. Yerel yönetimlerin temel yetki ve sorumlulukları anayasa ya da kanun ilebelirlenecektir. Bununla beraber, bu hüküm yerel yönetimlere kanuna uygunolarak belirli amaçlar için yetki ve sorumluluk verilmesine engel teşkil etmez.(md. 4/1)b. Yerel yönetimler, kanun tarafından belirlenen sınırlar içerisinde, yetkialanlarının dışında bırakılmış olmayan veya başka herhangi bir makamıngörevlendirilmemiş olduğu tüm konularda faaliyette bulunmak açısından tamtakdir hakkına sahip olacaklardır. (md. 4/2)c. Kamu sorumlulukları genellikle ve tercihen vatandaşa en yakın olan makamlartarafından kullanılacaktır. Sorumluluğun bir başka makama verilmesinde,görevin kapsam ve niteliği ile yetkinlik ve ekonomi gerekleri göz önündebulundurulmalıdır. (md. 4/3)d. Yerel makamlara verilen yetkiler normal olarak tam ve münhasırdır. Kanundaöngörülen durumların dışında, bu yetkiler öteki merkezi veya bölgeselmakamlar tarafından zayıflatılamaz veya sınırlandırılamaz. (md. 4/4)e. Yerel makamların merkezi veya bölgesel bir makam tarafından yetkilendirildiğidurumlarda, bu yetkilerin yerel koşullarla uyumlu olarak kullanılabilmesineyerel makamlara olanaklar ölçüsünde takdir hakkı tanınacaktır. (md. 4/5)4. Yerel Yönetim Sınırlarının Korunması (md. 5): Yerel yönetimlerin sınırlarında,mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir referandum yoluyla ilgili yereltopluluklara önceden danışılmadan değişiklik yapılamaz.5. Yerel Makamların Görevleri İçin Gereken Uygun İdari Örgütlenme ve Kaynaklar(md. 6):a. Yerel yönetimlerde görevlilerin çalışma koşulları liyakat ve yeteneğe göreyüksek nitelikli eleman istihdamına imkân verecek ölçüde olmalıdır; bu amaçlayeterli eğitim olanaklıyla ücret ve mesleki ilerleme olanakları sağlanmalıdır.(md. 6/2)6. Yerel Düzeydeki Sorumlulukların Kullanılma Koşulları (md. 7):60
a. Yerel düzeyde seçilmiş temsilcilerin görev koşulları görevlilerin serbestçeyerine getirilmesi olanağı sağlayabilmelidir. (md. 7/1)b. Görev koşulları söz konusu görevin yürütülmesi sırasında yapılacak masraflarınuygun biçimde mali tazminiyle birlikte, uygunsa, kazanç kaybının tazminineveya yapılan işin karşılığında ücra ve buna tekabül eden sosyal sigortaprimlerinin ödenmesine olanak sağlayacaktır. (md. 7/2)7. Yerel Makamların Faaliyetlerinin İdarî Denetimi (md. 8):a. Yerel makamların her türlü idarî denetimi ancak kanunlarla veya anayasa ilebelirlenmiş durumlarda ve yöntemlerle gerçekleştirilebilir. (md. 8/1)b. Yerel makamların idarî denetimi normal olarak sadece kanunla veya anayasalilkelerle uygunluk sağlamak amacıyla yapılacaktır. Bununla beraber, üstmakamlar yerel makamları yetkili kıldıkları işlerin gereğine göre yapılıpyapılmadığını idarî denetime tabi tutabileceklerdir. (md. 8/2)8. Yerel Makamların Mali Kaynakları (md. 9):a. Ulusal ekonomik politika çerçevesinde, yerel makamlara kendi yetkileridâhilinde serbestçe kullanabilecekleri mali kaynaklar sağlanacaktır. (md. 9/1)b. Yerel makamların mali kaynakları anayasa ve kanunla belirlenensorumluluklarla orantılı olacaktır. (md. 9/2)c. Yerel makamların malî kaynaklarının en azından bir bölümü oranlarınıkendilerinin kanunun koyduğu sınırlar dâhilinde belirleyebilecekleri yerel vevergi ve harçlardan sağlanacaktır. (md. 9/3)d. Malî bakımdan daha zayıf olan yerel makamların korunması, potansiyel malîkaynakların ve karşılanması gereken malî yükün eşitsiz dağılımının etkileriniortadan kaldırmaya yönelik malî eşitleme yöntemlerinin veya buna eşönlemlerin alınmasını gerektirir. Bu yöntemler ve önlemler yerel makamlarınkendi sorumluluk alanlarında kullanabilecekleri takdir hakkını azaltmayacaktır.(md. 9/5)e. Yerel makamlar sermaye yatırımlarının finansmanı için kanunla belirlenensınırlar içerisinde ulusal sermaye piyasasına girebileceklerdir. (md. 9/8)9. Yerel Makamların Birlik Kurma Ve Birliklere Katılma Hakkı (md. 10): Yerelmakamlar yetkilerini kullanırken, ortak ilgi alanlarındaki görevlerini yerinegetirebilmek amacıyla, başka yerel makamlarla işbirliği yapabilecekler ve kanunlarçerçevesinde birlikler kurabileceklerdir. (md. 10/1)61
Türkiye tarafından onaylanmayan (çekince konulan) maddeler veya fıkralar ise Şart’ınTürkçeye tercüme edilmiş metnindeki lafzıyla şunlardır:1. Yerel makamları doğrudan ilgilendiren tüm konulara ilişkin planlama ve karar almasüreçleri içinde, kendileriyle olanaklar ölçüsünde zamanında ve uygun biçimdedanışılacaktır (md. 4/6).2. Kanunla düzenlenmiş daha genel hükümlere halel getirmemek koşuluyla, yerelmakamlar kendi iç idarî örgütlenmelerini, bunları yerel ihtiyaçlarla uyumlu kılmakve etkin idare sağlamak amacıyla, kendileri kararlaştırabileceklerdir. (md. 6/1)3. Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak işlev veya faaliyetlerkanunla veya temel hukuki ilkelere göre belirlenir (md. 7/3).4. Yerel makamların idarî denetimi, denetleyen makamın müdahalesinin korunmasıamaçlanan çıkarların önemiyle orantılı olarak sınırlandırılmasını sağlayacakbiçimde yapılmalıdır. (md. 8/3)5. Yerel makamlara sağlanan kaynakların dayandığı malî sistemler, görevinyürütülmesi için gereken harcamalardaki gerçek artışların mümkün olduğuncaizlenebilmesine olanak tanımaya yetecek ölçüde çeşitlilik arz etmeli ve esnekliktaşımalıdır. (md. 9/4)6. Yeniden dağıtılan kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağıkonusunda, kendilerine uygun bir biçimde danışılacaktır. (md. 9/6)7. Mümkün olduğu ölçüde, yerel makamlara yapılan hibeler belli projelerinfinansmanına tahsis edilme koşulu taşımayacaktır. Hibe verilmesi yerel makamlarınkendi yetki alanları içinde kendi politikalarına ilişkin olarak takdir hakkıkullanmadaki temel özgürlüklerine halel getirmeyecektir. (md. 9/7)8. Her Devlet, yerel makamların ortak çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi içinbirliklere üye olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine katılma hakkınıtanıyacaktır. (md. 10/2)9. Yerel makamlar, kanunla muhtemelen öngörülen şartlar dahilinde, başkaDevletlerin yerel makamlarıyla işbirliği yapabilirler. (md. 10/3)10. Özerk Yerel Yönetimlerin Yasal Korunması (md. 11): Yerel yönetimler kendiyetkilerinin serbestçe kullanımı ile anayasa veya ulusal mevzuat tarafındanbelirtilmiş olan özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması amacıyla yargı yolunabaşvurmak hakkına sahip olacaklardır.62
2004-2005 yıllarında uygulamaya konulan mahallî idare kanunları, Türkiye’nin AvrupaYerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koymuş olduğu çekinceleri önemli ölçüdeanlamsızlaştırmıştır. Bunlar, onaylanmayan (çekince konulan) maddelere göre şöyle sıralanabilir:1. Yerel makamları doğrudan ilgilendiren tüm konulara ilişkin planlama ve karar almasüreçleri içinde, kendileriyle olanaklar ölçüsünde zamanında ve uygun biçimdedanışılacaktır (md. 4/6): 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu’nun 20.maddesi ile Türkiye Belediyeler Birliği’nin “mahallî idarelerin menfaatlerininkorunması … mahallî idarelerle ilgili kanun hazırlıklarında görüş bildirilmesi”konusunda yetkilendirilmesi, bu çerçevede mahallî idareleri ilgilendiren mevzuattaslaklarının görüş alınmak üzere Türkiye Belediyeler Birliği’ne gönderilmesi veBirlik temsilcilerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilgili komisyonlarının, altkomisyonlarının, bakanlıkların ve diğer kamu kurumlarının toplantılarına katılmahakkını elde etmesi, söz konusu çekinceyi geçersiz kılmıştır.2. Kanunla düzenlenmiş daha genel hükümlere halel getirmemek koşuluyla, yerelmakamlar kendi iç idarî örgütlenmelerini, bunları yerel ihtiyaçlarla uyumlu kılmakve etkin idare sağlamak amacıyla, kendileri kararlaştırabileceklerdir. (md. 6/1):5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 48., 5216 sayılı Büyükşehir BelediyesiKanunu’nun 21., 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 35. ve 5355 sayılı Mahallîİdare Birlikleri Kanunu’nun 9/j ve 17. maddeleri iç idarî örgütlenme konusundailgili mahallî idare biriminin meclisini yetkili kılmıştır. Diğer bir ifade ile, geçmişteİçişleri Bakanlığı’na verilen onama yetkisi kaldırılmıştır. Bu sebeple, Avrupa YerelYönetimler Özerklik Şartı’nın bu maddesine getirilen çekince de anlamınıkaybetmiştir.3. Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak işlev veya faaliyetlerkanunla veya temel hukuki ilkelere göre belirlenir (md. 7/3): 2004 tarihindeyürürlüğe giren Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı KanunlardaDeğişiklik Yapılması Hakkında Kanun 23 ile 2005 yılında yürürlüğe giren KamuGörevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları HakkındaYönetmelik’te 24 “etik davranış ilkeleri” (md. 5-22) belirlenmiş ve uygulanmasına23 Bkz. “Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”, Kanun No:5.176, Tarih: 25.05.2004, Resmî Gazete, Tarih: 08.06.2004, Sayı: 25.486.24 Bkz. “Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”, Resmî Gazete,Tarih: 13.04.2005, Sayı: 25.785.63
yönelik bir takım mekanizmalar geliştirilmiştir. Dolayısıyla, söz konusu çekince deanlamını önemli ölçüde kaybetmiştir.4. Yerel makamların idarî denetimi, denetleyen makamın müdahalesinin, korunmasıamaçlanan çıkarların önemiyle orantılı olarak sınırlandırılmasını sağlayacakbiçimde yapılmalıdır. (md. 8/3): 5393 sayılı Belediye Kanunu (md. 54-55) ve 5302sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nda (md. 37-38), merkezî idarenin mahallî idarelerüzerinde yapacağı denetimin amacı, kapsamı ve türleri açık bir şekilde sayılmış,İçişleri Bakanlığı’nın denetim yetkisi “hukuka uygunluk” ve “idareninbütünlüğü”nü sağlama amaçları ile sınırlandırılmış, dış malî denetim Sayıştay’abırakılmıştır. Ayrıca, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve yeniSayıştay Kanunu 25 ile performans odaklı bir denetim sistemi kurulmayaçalışılmıştır. Diğer taraftan, yine Anayasa’nın 127. maddesi ile İçişleri Bakanı’naverilen “görevden uzaklaştırma yetkisi”nin “iki ayda bir gözden geçirilmesi vedevamında kamu yararı bulunmayan görevden uzaklaştırma kararınınkaldırılması”na dair hüküm getirilmiştir (5393/47). Son dönemde mevzuatta yapılanbu tür değişikliklerle birlikte, Türkiye’nin Şart’a koyduğu bu çekince de genelolarak anlamsızlaşmıştır.5. Yerel makamlara sağlanan kaynakların dayandığı malî sistemler, görevinyürütülmesi için gereken harcamalardaki gerçek artışların mümkün olduğuncaizlenebilmesine olanak tanımaya yetecek ölçüde çeşitlilik arz etmeli ve esnekliktaşımalıdır (md. 9/4); Yeniden dağıtılan kaynakların yerel makamlara tahsisininnasıl yapılacağı konusunda, kendilerine uygun bir biçimde danışılacaktır (md. 9/6):Mahallî idare reformları kapsamında gerçekleştirilen mevzuat çalışmalarının belkide en yetersiz veya zayıf kaldığı alan, bu idarelerin gelir kaynaklarınınçeşitlendirilmesi ve güçlendirilmesi konusudur. 5779 sayılı İl Özel İdarelerine veBelediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun’un 26çıkarılması dışında reform niteliği taşıyan bir çalışma gerçekleştirilememiştir. Bukanun ise yalnızca genel bütçe vergi gelirlerinden dağıtılan payları ve bunlarındağıtımına esas teşkil eden kriterleri büyük ölçüde değiştirmiş olmakla birlikte, özgelirler hususunda herhangi bir hüküm içermemektedir. Avrupa Yerel YönetimlerÖzerklik Şartı’na Türkiye’nin koyduğu bu çekince, mahallî idareler konusunda25 Bkz. “Sayıştay Kanunu”, Kanun No: 6085, Tarih: 03.12.2010, Resmî Gazete, Tarih: 19.12.2010, Sayı: 27.790.26 Bkz. “İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun”, KanunNo: 5779, Tarih: 02.07.2008, Resmî Gazete, Tarih: 15.07.2008, Sayı: 26.937.64
dünyada yaşanan gelişmelerin gerisinde kalmış bir yönetim zihniyetinin tezahürüolarak kabul edilebilir.6. Mümkün olduğu ölçüde, yerel makamlara yapılan hibeler belli projelerinfinansmanına tahsis edilme koşulu taşımayacaktır. Hibe verilmesi yerel makamlarınkendi yetki alanları içinde kendi politikalarına ilişkin olarak takdir hakkıkullanmadaki temel özgürlüklerine halel getirmeyecektir. (md. 9/7): AvrupaKonseyi’ne üye birçok ülke de bu ilkeye çekince koymuştur. Çünkü, bu ilke “hibe”yapmanın mantığı ile bağdaşır görünmemektedir. Hibe yapan, yaptığı hibenin neamaçla ve nasıl kullanıldığını bilme ve gerekli denetimleri yapma hakkına sahiptir.Bu sebeple, Türkiye tarafından konulan çekince, yerinden yönetim teorisi açısındananlamsız değildir.7. Her devlet, yerel makamların ortak çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi içinbirliklere üye olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine katılma hakkınıtanıyacaktır (md. 10/2); Yerel makamlar, kanunla muhtemelen öngörülen şartlardahilinde, başka devletlerin yerel makamlarıyla işbirliği yapabilirler (md. 10/3):1982 Anayasası’nın 127. maddesi, mahallî idarelerin kendi aralarında birlikkurabilmelerini Bakanlar Kurulu’nun onayına tâbi kılmıştır. Belediye Kanunu,uluslararası mahallî idare birlikleriyle veya belediyelerle işbirliği yapma konusundaİçişleri Bakanlığı’nın iznini şart koşmuştur (md. 18/p). Ancak, bu iznin verilmesi,bürokratik yavaşlık dolayısıyla uzun zaman almakta, özellikle dış kaynaklı fondestekli projelere müracaatta çok ciddi dezavantajlar yaşanmaktadır. Bu sebeple,söz konusu izin yetkisi valiliklere aktarılabilir veya belediye meclisinde mutlakçoğunluk ile karar alınması şartı getirilebilir. Günümüz dünyasının dinamikleridikkate alındığında, kentler diplomasisi ve mahallî idarelerin uluslararası işbirliğikanallarının geliştirilmesi konusundaki kapasiteleri büyük avantajlar sağlamaktadır.Fransa gibi uzun yıllar “merkeziyetçiliğin simgesi” olarak kabul edilen bir ülkedebile, mahallî idarelerin uluslararası işbirliğini geliştirme konusunda büyük reformlaryapılmıştır. Bu sebeple, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na getirilen buçekincenin, uygun mekanizmalar geliştirilerek kaldırılması gereklidir.8. Özerk Yerel Yönetimlerin Yasal Korunması: Yerel yönetimler kendi yetkilerininserbestçe kullanımı ile anayasa veya ulusal mevzuat tarafından belirtilmiş olanözerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması amacıyla yargı yoluna başvurmakhakkına sahip olacaklardır (md. 11). Türkiye’de mahallî idareler bu konuda yargı65
yolunu aktif bir şekilde kullanmaktadır. Dolayısıyla, bu konuda getirilen çekinceninuygulamayı yansıtmadığı söylenebilir.7. Son Anayasa Taslağında Mahallî İdareleri İlgilendiren Maddelere Dair BirDeğerlendirmeProf. Dr. Ergun Özbudun’un başkanlığını yaptığı bir komisyon 27 tarafından hazırlanarak29 Ağustos 2007 tarihinde tamamlanan anayasa taslağında mahallî idareleri düzenleyenmaddeler şöyle sıralanabilir:1. Vergi Ödevi:a. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilirveya kaldırılır (md. 41/3).b. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar veindirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağısınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna; mahallî idarelertarafından tarh, tahakkuk ve tahsil edilenler için ise ilgili mahallî idareninseçimle oluşan karar organına verilebilir (md. 41/4).2. İdarenin Bütünlüğü ve Kamu Tüzel Kişiliği:a. İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir (md. 91/1).b. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetimesaslarına dayanır (md. 91/2).3. Mahallî İdareler:a. Mahallî idareler; il, belediye veya köy halkının müşterek mahallî ihtiyaçlarınıkarşılamak üzere, kuruluş esasları kanunla belirlenen, karar organları seçimleoluşan kamu tüzelkişileridir (md. 96/1).b. Mahallî idarelerin kuruluşu, görevleri, yetkileri; karar organlarının seçim usulve esasları ile görev ve yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarakkanunla düzenlenir. Kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetimbiçimleri getirebilir (md. 96/2).c. Mahallî idarelerin seçimleri, 36’ncı maddedeki esaslara göre dört yılda biryapılır. Ancak, milletvekili genel veya ara seçiminden önceki veya sonraki bir27 Komisyonun diğer üyeleri şunlardır: Prof. Dr. Zühtü Arslan, Prof. Dr Yavuz Atar, Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Prof.Dr. Levent Köker, Doç. Dr. Serap Yazıcı.66
yıl içinde yapılması gereken mahallî idareler genel veya ara seçimleri,milletvekili genel veya ara seçimleriyle birlikte yapılır (md. 96/3).d. Mahallî idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma vekaybetmeleri konusundaki denetim, ancak yargı yolu ile olur (96/4).e. Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, kanunda belirtilen esas ve usullerdairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir (md. 96/5).f. Mahallî idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendiaralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri,maliye ve kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunladüzenlenir (96/6).g. Mahallî idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır ve bu amaçlagerekli düzenlemeler yapılır (96/7).Taslakta 1982 Anayasası’nın ilgili maddelerinden farklı olarak mahallî idarelere “vergi,resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarınailişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmakyetkisi”nin verilebileceği hükmü yer almaktadır. Bu yetki, “üniter devlet” ilkesine aykırı değildirve “malî federalizm” olarak da değerlendirilmemelidir.İdarenin bütünlüğü konusunda 1982 Anayasası tarafından benimsenen örtülümerkeziyetçiliğin taslakta da korunduğu söylenebilir.Karar organlarının seçimle oluşacağı hükmü getirilerek, mevcut Anayasa’nın ilgilimaddesinde yer alan ve “genel oy” ilkesine aykırı bir şekilde yorumlanabilecek hüküm ortadankaldırılmıştır.1982 Anayasası’nda geçen “kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetimbiçimleri getirebilir” hükmünün bu taslakta da aynen yer alması, dil açısından eleştirilmesigereken bir husustur.Mahallî idarelerin genel seçimlerinin dört yılda bir yapılacağı; ancak, milletvekili genelveya ara seçiminden önceki veya sonraki bir yıl içinde yapılması gereken mahallî idareler genelveya ara seçimlerinin, milletvekili genel veya ara seçimleriyle birlikte yapılacağı hükmügetirilmiştir. Bu düzenleme ile yerel demokrasinin güçlenmesi hedeflenmiş olmakla birlikte,mahallî idarelerde istikrarsızlığa ve verimsizliğe de kapı aralanmış olmaktadır. Öncelikle mahallîidarelerle merkezî idareyi karıştırmamak gerektiğini belirtmek gereklidir. Merkezî idare TürkiyeBüyük Millet Meclisi’nde ihtiyaç duyduğu kanunî düzenlemeleri yapabilme, gerekli politika ve67
stratejileri geliştirme ve uygulayabilme yetkisine sahiptir. Bu kapsamda gerekli her türlüekonomik ve sosyal nitelikli tedbirleri alabilir. Oysa mahallî idarelerin karar organı olanmeclislere verilen yetkiler, ancak çok sınırlı bir alanda karar alabilme kudreti sağlamaktadır. Busebeple, merkezî idare için dört yıllık iktidar dönemi önemli çalışmaların (icraatların) yapılmasıkonusunda yeterli olabilirken, mahallî idareler için yeterli olmayacaktır. Bir de bu süreninmilletvekili genel veya ara seçimleri ile birleştirilerek üç yıla düşmesi halinde, yerel düzeydeönemli çalışmalar (icraatlar) yapmak neredeyse imkânsız olacaktır.Mahallî idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmelerikonusundaki denetimin, ancak yargı yolu ile olacağı hükmü hem yerel demokrasi hem deyerinden yönetim ilkesine uygundur. Böylece, 1982 Anayasası’nın sorunlu hükümlerinden biriortadan kaldırılmış olmaktadır.Merkezî idareye, mahallî idareler üzerinde “idarî vesayet” yetkisinin tanınması,yerinden yönetim ilkesine uygun değildir. Diğer kamu kurum ve kuruluşlarında olduğu gibimahallî idareler de denetlenmelidir. Ancak bu denetim “hukuka uygunluk” denetimi niteliğindeolmalıdır. Taslakta geçen “idarî vesayet” tamlaması, kanun yapma sürecinde yanlışyorumlanmaya ve 1982 Anayasası dönemindeki gibi kanunların yapılmasına veyauygulanmasına müsaittir. Çünkü hukuken “reşit” olmayanlar “vesayet”e tâbidir.Mahallî idarelerin kendi aralarında birlik kurmalarının Bakanlar Kurulu’nun onayınatâbi kılınmasının sakıncaları daha önce anlatıldığı için bu makalenin bu kısmında tekrar elealınmayacaktır.Mahallî idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanması hususunda gereklidüzenlemelerin yapılmasının hükme bağlanması, bu idarelerin malî yönden güçlenmeleriaçısından önemli bir düzenlemedir.8. Sonuç: Yeni Anayasada Mahallî İdareleri Düzenleyen Maddelere Dair ÇerçeveÖnerilerYeni anayasanın hazırlanması sürecinde görev alacak olan uzmanlara fikir vermesiaçısından mahallî idarelere ilişkin düzenlemelere dair şu tür önerilerde bulunulabilir:1. İdarenin örgütlenmesinde 1982 Anayasası’nın 123. maddesinde kendini gösteren ve“idarenin bütünlüğü” ilkesi ile kamufle edilen “merkeziyetçi” yaklaşım terkedilerek, idarenin “merkezden yönetim” ve “yerinden yönetim” (desentralizasyon)ilkeleri temelinde örgütlenmesi gerektiği hükme bağlanmalıdır. Ayrıca, “merkezdenyönetim” ilkesinin, “yerinden yönetim” ilkesini zayıflatıcı ve yerinden yönetim68
kuruluşlarını güçsüzleştirici bir şekilde yorumlanamayacağı anayasada yeralmalıdır. Bu konuda Fransa ve İtalya anayasaları örneklik teşkil edebilir. Fransaanayasasının birinci maddesine göre Fransa “yerinden yönetim” temelindeörgütlenir 28 . İtalya anayasasının beşinci maddesine göre “devlet yerel özerkliği tanırve geliştirir”, “kamu hizmetlerinde yerinden yönetimi tam olarak uygular ve bununiçin gerekli kararları alır” 29 .2. Mahallî idarelerin tanımlanması hususunda “yerinden yönetim” ilkesine de yerverilmeli; il, belediye ve köyün dışında da mahallî idare kuruluşlarınınoluşturulabilmesine imkân tanınmalıdır. Bu kapsamda şöyle bir tanımlamayapılabilir: Mahallî idareler; il, belediye, köy veya kanunla kurulan diğer yönetimtürlerinin sınırları içinde yaşayan halkın müşterek mahallî ihtiyaçlarını karşılamaküzere, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla kurulan, karar organlarıyerel demokratik usullerle seçilen, kamu tüzel kişilerdir.3. Mahallî idarelerin yürütme organlarının, doğrudan halk tarafından seçilmesi veyakarar organı tarafından seçilmesi hususuna yeni anayasada yer verilmeli; böylece ilözel idarelerinde yürütme organının atama ile belirlenmesi uygulamasına sonverilmeli, diğer mahallî idarelerde ise bu tür bir ihtimalin bulunmasıengellenmelidir.4. Mahallî idarelerin kurulması, görevleri, yetkileri, gelir kaynakları, kolluk işleri vemerkezî idare ile ilişkileri, “yerinden yönetim” ilkesine, hemşehrilerle ilişkilerinindüzenlenmesi ise “yerel demokrasi” ilkesine dayandırılmalıdır. Bu idarelere,görevler ve yetkiler açısından “yerel hizmetler”in yürütülmesi hususunda “genelyetki” tanınmalıdır.5. Mahallî idareleri özellikle gelir kaynakları hususunda güvenceye alacak hükümlereyer verilmelidir. Bu sebeple, Taslak’taki “mahallî idarelere, görevleri ile orantılıgelir kaynakları sağlanır ve bu amaçla gerekli düzenlemeler yapılır” hükmüne yenianayasada da yer verilmelidir.6. Vergi ödevi konusunda Taslak’ta yer alan, mahallî idarelere “vergi, resim, harç vebenzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkinhükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmakyetkisi”nin verilebileceği hükmü yeterli değildir. Mahallî nitelik taşıyan vergilerinsalınması ve bunlar üzerinde değişiklik yapılması yetkisi ilgili mahallî idarelere28 Bkz. http://www.servat.unibe.ch/icl/fr00000_.html, erişim: 07.10.2011.29 Bkz. http://www.servat.unibe.ch/icl/it00000_.html, erişim: 07.10.2011.69
tanınmalıdır. Üniter bir devlet olan İtalya’da anayasanın 115. ve 119. maddeleri 30 ,İspanya anayasasının 133. maddesi 31 , İsveç anayasası (bölüm 1, md. 7) 32 bu konudamahallî idarelere de yetki tanımıştır. Ayrıca, merkezî idare tarafından toplanan bazıvergilerin oranlarına ekleme yapma yetkisinin tanınması hususu da tartışılmalıdır.7. Merkezî idareye mahallî idareler üzerinde “idarî vesayet” yetkisi değil, “hukukauygunluk denetimi yapma” yetkisi tanınmalıdır.8. Görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılanmahallî idare organları veya bu organların üyelerinin görevden uzaklaştırılmasıkonusunda İçişleri Bakanı’na verilen yetki Danıştay’a tanınmalı ve İçişleriBakanı’na “Danıştay”a başvurma yetkisi verilmelidir.9. Mahallî idarelerin seçimleri altı yılda bir yapılmalıdır. Karar organlarının üyeleri deher iki yılda üçte bir (1/3) oranında yenilenmelidir. Ayrıca, yürütme organlarının enfazla 2 dönem üst üste görev yapabilecekleri de hükme bağlanmalıdır.10. “Büyük yerleşim merkezleri” yerine “büyük yerleşim alanları veya kentselbölgeler” için “özel yönetim biçimleri”nin getirilebileceği hükme bağlanmalıdır.11. Yalnızca ülke düzeyinde veya uluslararası nitelikte yahut da sosyal, ekonomik veyaçevresel açıdan oluşturulması zorunlu olan mahallî idare birliklerinin kurulmasıhususunda Bakanlar Kurulu’nun izni şart koşulmalı, diğer mahallî idare birliklerineizin verilmesi için nasıl bir kural getirileceği kanunî düzenlemeye bırakılmalıdır.12. Mahallî idare birlikleri ile mahallî idarelere bağlı kuruluşlar da (şirketler hariçolmak üzere) “mahallî idare” olarak tanımlanmalıdır.13. Kanunla verilen yetkinin ancak kanunla alınabileceği veya kısıtlanabileceği,kanunun dışında hiçbir idarî karar veya düzenleme ile yetkilerin kaldırılamayacağıveya kısıtlanamayacağı hükme bağlanmalıdır. Bu çerçevede, merkezî idaretarafından hazırlanan tüzük, yönetmelik, genelge vb. idarî düzenlemelerin, kanunlaverilmiş yetkilerin daha iyi anlaşılmasına ve uygulamanın daha kolay ve etkili birşekilde yapılmasına yönelik olarak hazırlanabileceği, bunun dışında başka hiçbirşekilde yorumlanamayacağı hükme bağlanmalıdır.30 Bkz. http://www.servat.unibe.ch/icl/it00000_.html, erişim: 07.10.2011.31 Bkz. http://www.servat.unibe.ch/icl/sp00000_.html, erişim: 08.10.2011.32 Bkz. http://www.servat.unibe.ch/icl/sw00000_.html, erişim: 08.10.2011.70
DÖNÜŞEN TÜRKİYE’DE EKONOMİDEKİ DÖNÜŞÜM ZAMANLARIDoç. Dr. Arif ÖZSAĞIRİktisat BölümüGaziantep ÜniversitesiI. GİRİŞTürkiye Ekonomisi son on yılda göstermiş olduğu performans ile herkesin dikkatiniçekmektedir. Daha somut olarak söylenecek olursa gerek büyüme rakamları gerekse de küreselanlamda yaşanmakta olan kriz döneminde izlenen strateji ve krizden çıkış süresi ile ilgili dikkatçekici gelişmeler yaşanmaktadır. Türkiye ekonomisinde bu gözlenen olumlu gelişmelere pozitifyaklaşanlar olduğu gibi ekonomideki gelişmelerin sanal-hormonlu olduğunu düşünenlerdevardır. Bunlar daha çok ekonominin istihdam yaratmayan bir ekonomi olduğu üzerindedurmaktadırlar. Bu eleştirinin doğru mu yanlış mı olduğunu geçmiş 10 yılın gelişmelerinebakarak karar vermek daha doğru bir yaklaşım olur. Bu nedenle Aşağıda Türkiye ekonomisi,temel ekonomik göstergeler esas alınarak incelenmiştir. Ancak son 10 yılın analizine geçmedenevvel Türkiye ekonomisine tarihsel bir bakışla nereden gelip nereye gittiğine bakmakta faydavardır. Zira bu günün ekonomisini anlamak için dünün ekonomisini bilmek gerekir.II. TÜRKİYE EKONOMİSİDE DÖNÜM NOKTALARITürkiye ekonomisi Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından 2002 yılına kadar üç önemlidönüm ve sıçrama noktası yakalamış, dördüncü dönüşüm ve sıçrama ise Ak Parti iktidarı ileolmuştur.Türkiye ekonomisinde ilk dönüşüm, 1934 yılında yürürlüğe konulan Birinci Beş YıllıkSanayi Planı (BBYSP ile gerçekleşmiştir. Bu tarihe kadar iktisat politikası arayışları ile geçendönem BBYSP’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte devlet öncülüğünde bir sanayileşme hamlesininbaşlaması söz konusudur. Buna devletçi ekonomi modeli de denir. Devletçi ekonomi modelininöne çıkmasında; (1) 1929 kriz ile dünyada devletçi ekonomi görüşünün ağırlık kazanması, (2)ülke içinde özel sermayenin yeterli olmaması ve özel girişimcilerin deneyim ve bilgibirikimlerinin yetersiz olması, (3) Devleti yöneten kadroların devletçi politikalara olan inancı71
gibi faktörler etkili olmuştur (Palamut, Giray, 2001). BBYSP Türkiye’nin sanayileşme stratejisioluşturulmaya çalışılmış ve bu doğrultuda Karabük Demir Çelik Fabrikaları, İzmit SEKAfabrikası, İstanbul Şişe Cam fabrikası gibi madencilik, dokuma sanayi, kâğıt ve selüloz sanayi,toprak ve seramik sanayi, kimya sanayi gibi ana dallarda üretim yapan toplam 23 adet sanayitesisi kurulmuştur. BBYSP uygulamaları ile Türkiye ekonomisi o dönem itibariyle çok acil olantemel malların üretim sahasında önemli bir alt yapı kazanmıştır. Ancak BBYSP ile başlayansanayileşme çabası Atatürk’ün ölümü ile en büyük destekçisini kaybetmiştir. İkinci DünyaSavaşının getirdiği iç ve dış konjonktürün de mevcut iktidarlarca kötü algılanması ve yanlışdeğerlendirilmesi sonucunda sanayileşme faaliyetlerine devam edilememiştir. Devletçi ekonomipolitika uygulamalarının olduğu 1939–1950 dönemi Türkiye ekonomisini çok büyük ekonomikdaralma ve sosyal sıkıntıların yaşandığı bir dönem olarak kayıtlara geçmiştir (Çeçen, Doğruel veDoğruel,1996:4).Türkiye ekonomisinde ikinci büyük hamle 1950 yılında başlamıştır. 1950’de çokbüyük bir halk desteği ile Demokrat Parti (DP) iktidara gelmiştir. DP, adeta geçen 11 yılınkayıplarını da telafi etmek istercesine büyük bir kalkınma hamlesi başlatmıştır. Bu dönemdeTürkiye ekonomisi piyasa ekonomisine, serbestleşmeye, sanayileşmeye ve kalkınmayaodaklanmış, tarımda, sanayide, hizmetler sektöründe büyük gelişmeler sağlanmıştır. 1950–1959dönemi topluca değerlendirildiğinde yaklaşık olarak tarımsal hâsılanın 4,5 kat, sanayi üretiminin7 kat, hizmetler üretiminin ise 6 kat arttığı görülmektedir. Bu artışlar GSMH ve fert başına düşenmilli gelir rakamlarına da yansımış ve 1950’de 3.4 milyar dolar olan GSMH, 1959’da 15.5milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Fert başına düşen milli gelir ise 1950’deki 160 dolarseviyesinden 1959’daki 580 dolar seviyesine çıkmıştır. Bu nedenle bu dönemdeki kalkınmahamlesine başlangıçlık teşkil eden 1950–1953 yılları Türkiye ekonomisinin bir altın çağı olarakdeğerlendirilmiştir. Ancak aynı dönemde dış borçlar görülmemiş bir hızla artmaya başlamış veCumhuriyet Türkiye’si dış borçlar için 1958’de moratoryum (devletin borçlarını ödeyemezduruma düşmesi) ilan etmiştir.27 Mayıs 1960’da DP askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1961’de yeni biranayasa yapılmış ve planlı bir ekonomiye geçilmiştir. 1960–1979 dönemi planlı ekonomidir.1960’larda tüm planlama çabalarına rağmen Türkiye ikinci sınıf teknoloji transferi yapan ülkekonumunda olmuştur. 1960’lar batının ilk teknolojisini değiştirdiği yılardır. Bu dönemde batıkendi teknolojisini yenilerken eski teknolojisi ve teçhizatını için pazarlayabilecek koşullaroluşturma çabası içine girmiştir. Bu süreçte Türkiye batı için pazar olmuştur. Batının ikinci sınıfteknolojisi Türkiye ekonomisine bir ivme kazandırmıştır Ancak bu politikanın olumsuz yanı72
Türkiye’yi hazıra konmaya yöneltmiş, kendi teknolojisini üretmede geri bırakmıştır. Üretimintoplumsal ihtiyaçları karşılamaktan uzak olması enflasyon ve onun neden olduğu yüksek faizoranları ekonomiye kısır döngüye itmiştir. Sonuçta ekonomi verimsiz, katma değer üretmektenuzak bir yapıya bürünmüştür. Dışa açık ekonomi politikaları ihracattan uzak ithalatçı birekonomiyi beraberinde getirmiştir. Sonuçta dış ticaret açığı artış ve döviz darboğazı yaşanmıştır.Bu dar boğaz, “ünlü 70 sente muhtacız” sözünün söylenmesine neden olmuştur. Ekonomideyaşanan olumsuz gelişmeler işsizlik, kıtlık ve kuyrukları beraberinde getirmiştir. Bütün bugelişmeler 12 Eylül askeri darbesinin ekonomik sebeplerini oluşturmuştur.Türkiye ekonomisindeki üçüncü büyük atılım yılları 24 Ocak 1980 kararları ile birliktebaşlamıştır. Bu dönemi diğer iki dönemden ayıran en önemli özellik ise Türkiye’nin dışa açık veihracata yönelik bir sanayileşme modelinin bu dönemle birlikte hayata geçirilmiş olmasıdır. Buyeni ekonomi politikası ile Türkiye 1980’lere kadar boğuştuğu döviz darboğazı sıkıntılarını birdaha hiç telaffuz etmez olmuş, bu sayededir ki Türk girişimcisi dünya ile rekabet edebilir ürünlerüretip satar konuma yükselmiş, öbür taraftan Türk insanı gelişmiş ülkelerin hayat, hukuk vesiyasi standartlarını talep eder hale gelmiştir. 1980 ve sonrasında Türkiye ekonomisininsanayisindeki dışa dönük yapılanmalar, turizm altyapısındaki gelişmeler, ulaştırma vehaberleşme alanındaki atılımlar, mali piyasalar konusundaki düzenlemeler ve siyasi alandakiyeniden yapılanmalar Türkiye ekonomi ve sosyal hayatında çok büyük dönüşümler sağlamıştır.Bu gelişmeler Cumhuriyet döneminin 1990 öncesi ve sonrası olarak iki ayrı kategorideincelenmesine yol açmıştır. 1980–1987 döneminde yoğun olarak gözlenen ve dikine seyreden buolumlu yükseliş, 1987’den itibaren yerini inişli çıkışlı trendlere bırakmıştır. Türkiyeekonomisinin içine girdiği sıkıntılı süreç özellikle 1999–2002 yılları arasında doruk noktasınaulaşmış; 2001 yılında fert başına düşen GSMH 3100 dolar seviyesinden 2100 dolar seviyelerinekadar gerilemiş, işsizler ordusuna 2 milyon kişi ilave olmuş, ekonominin her alanında birküçülme ve daralma yaşanmış, ekonomik ve sosyal karamsarlık artmıştır.Ekonominin dış rekabete açılması, kamu kaynaklarının altyapı yatırımlarına yönelmesive mali piyasaların serbestleştirilmesi piyasa ekonomisi adına atılan adımların başındagelmektedir. İç piyasanın daralması, ücretlerin baskı altında tutulması, %100’e ulaşandevalüasyon ve büyük parasal destekler sonucu 1980’lerin ilk yarısında ihracatta önemli bir artışsağlanmış, büyüme hızı tekrar yükselmiştir. 1970’lerde kişi başına GSYİH ortalama %4.1artarken, bu rakam 1980’lerde %5.2’ye ulaşmıştır. 1981–1990 döneminde Türkiye ekonomisiortalama %5.3 büyüme oranını yakalamıştır. Bu büyümenin altında dışa açılma ve ihracatın73
teşviki yanında, iç ve dış talep genişlemesi ve dış konjonktürde meydana gelen iyileşmeler,sermaye birikimi ve verimlilik artışları etkili olmuştur.Özellikle 1990’lı yıllarda iç ve dış konjonktürde yaşanan olumsuz gelişmeler dönemedamgasını vurmuştur. İç faktörler olarak politik istikrarsızlık, popülist ve kısa görüşlüpolitikalar, 1994 ekonomik krizi, Marmara depremi ve seçim ekonomisi uygulamaları; dışfaktörler olarak Körfez Krizi, Asya ve Rusya Krizleri Türkiye ekonomisinin ekonomikperformansını yavaşlatmıştır.Türkiye 1990-1994 döneminde reel yatırımlardan uzaklaşması, dışa dönük büyümeyerine içe dönük büyümeyi ve ticarete konu olmayan sektörlere yatırımları teşvik etmesipolitikası uygulaması sonucu 1990’ların ilk durgunluk dönemini yaşamış ve 1994 krizinesürüklenmiştir. 1995–1999 döneminde krizin ardında yapılan devalüasyon ve 5 Nisan İstikrarTedbirleri ekonomide kısa vadeli olumlu sonuçlar vermesine rağmen, ekonomiyi 1994 krizinesürükleyen ekonomik ve siyasi faktörlerde herhangi bir iyileşme sağlanamamıştır.Bu dönemde kişi başına GSYİH 1980’lerin gerisinde kalarak % 3.6 oranında artmıştır.Büyüme hızı ise 1994 ve 1999 yıllarında sırasıyla -% 6.1 ve -% 6.4 olarak gerçekleşirken, bununsonucu olarak dönem ortalaması %2.4 olarak gerçekleşmiştir. 1990 sonrası dönemde Türkiye’ninbüyüme-istikrar performansının yetersizliğinin en temel nedeni mali disiplinden uzaklaşılması vekamu kesiminde tercih edilen büyüme ve gelişme modelinin gerçeklerine uyum sağlayarakyapısal dönüşümlerin gerçekleştirilememesidir. Bu durum büyüme ve kamu finansmanının iç vedış şoklara karşı oldukça kırılgan olmasına yol açmıştır. Ekonominin 1990’lı yıllar boyuncaiçinde bulunduğu kırılgan sürdürülebilir yüksek büyüme ortamının diğer ön koşullarını daolumsuz yönde etkilemiştir. 1990’lı yılların sonunda yukarıda sayılan faktörler sonucu Türkiyeekonomisi yeniden krize sürüklenmiş ve 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleriyle karşı karşıyakalmıştır. Krizin faturası Hazine’nin ödediği faizlerle birlikte toplam 381,8 milyar lira olmuştur.Aralık 2010 itibarıyla ‘Merkezi Yönetim Borç Stoku’nun 352 milyar 841 milyon lira olduğuhesaplanmıştır. Borçları bu kadar büyük olmasını 10 yıl önce yaşanan krizde aramak gerekir.Hazine, 2001 krizinin faturasını ödeyebilmek için piyasalara borçlanmak zorunda kalmıştır.Türkiye, bu maliyeti ödenmek zorunda bırakılmasaydı, bugün iç borcu olmayacaktı.Türkiye ekonomisinde yaşanan 4. atılım dönemi 3 Kasım2002 seçimleriylebaşlamıştır. Türkiye ekonomisinin içine düştüğü karanlık döneminden, 3 Kasım seçimlerisonrasında büyük bir çoğunlukla meclise giren ve hükümet olan Ak Parti iktidarı ilekurtulmuştur. Ak Parti iktidarı yeni bir kalkınma ve büyüme döneminin başlangıcını işaretetmektedir. Ak Parti lideri R. Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan ve hükümet programına da74
yansıyan “Acil Eylem Planı” bu hamlenin işaretlerini ve heyecanını taşımaktadır. Bu plan veiradenin IMF politikalarına ve önerilerine kayıtsız şartsız boyun eğmeyi ve baş sallamayı büyükekonomistlik olarak algılayan bir dizi ekonomi otoriteleri tarafından da benimsenmiş olmasıdoğru yolda olunduğunun ilk işaretleridir. Türk insanına güvenen, Türkiye’nin potansiyellerinidoğru değerlendiren iyi niyetli, dürüst ve adil bir yönetim ile Türkiye ekonomisini nereden alıpnereye taşıdıklarını temel makroekonomik göstergelere bakarak görmek mümkündür. Aşağıdabelli bazı makroekonomik göstergeler söz konusu pozitif durumu ortaya koymaktadır.Tablo 1. Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim Dönemleri ve Büyüme OranlarıDönem BüyümeHızıKişi BaşınaBüyüme HızıDeğişim Dönemleri1923-2002 4,9 2,71923-1980 5,4 3,01923-1938 7,9 5,8 Kuruluş ve ilk sanayi yılları1939-1946 0,1 -1,7 Savaş yılları1947-1960 6,3 3,6 Savaş sonrası ve liberal gelişmelerÇok partili döneme geçişEkonomi stratejisiDevletçi ekonomimodeliSanayide ithalikameci1961-1977 5,8 3,3 Planlı dönem1978-1980 -0,7 -2,7 Kriz1981-2001 3,1 1,7 Özel sektör ağırlıklı1981-1989 4,8 2,4 Dışa açılma1990-1998 3,4 1,5 Finansal liberalizasyon1999-2001 -3,1 -0,2 Kriz2002-2006 6,5 1,1 Yeni dönem2007-2008 2,8 0,1 Kriz2009-2010 Krizden çıkışKaynak: DPT; Hazine Müsteşarlığı.piyasa ekonomisiDışa açık ihracatayönelik sanayileşmedönemi75
III. TEMEL MAKROEKONOMİK GÖSTERGELER IŞIĞINDA 2000’LİYILLAR TÜRKİYE EKONOMİSİBurada Türkiye ekonomisinin 2000’li yıllarda gösterdiği performans temel göstergelerebakarak ortaya konulacaktır. Bir ülke ekonomisini analiz parasal ve reel göstergelere bakılır.Bu göstergeler dışında bazı değişkenlerde sabit kabul edilir. Bu unsurlar Türkiye ekonomisiniderinden etkilemektedir. Ekonomik analizlerde kullanılan göstergeler ve sabit ya da dışsal kabuledilen değişkenler şunlardır:Tablo 2: Ekonomide Performans Göstergeleri ve Sabit Kabul Edilen FaktörlerReel Göstergeler Parasal Göstergeler Ekonomik Analizlerde Sabit Ya da Dışsal KabulEdilen Değişkenler1. Büyüme Hızı Enflasyon Siyasal İstikrar2. Sanayi Üretimi Bütçe Açığı ya da bütçefazlasıAskeri Kurumların (Ordunun) Demokratik GelişmelereMüdahalesinin Olup OlmamasıFaiz Dışı FazlaYargının Ekonomiyle İlgili Kararları3. Enerji üretim ve tüketimi Kamu Sektörü Borçlanma Anayasa Mahkemesinin Demokrasiye MüdahalesiGereksinimi(Parti Kapatma Kararları)4. Yatırım Malı İthalatı Dış Borç Stoku Kurumlar Arası Çatışma Yada İşbirliği Düzeyi5. Tarımsal Üretim İç Borç Stoku Sorumlu/Sorumsuz Muhalefet Anlayışı6. Yatırım Teşvikleri ve Ar- Para ArzıBürokratik YapıGe Destekleri7. Yabancı Sermaye Faiz OranıDoğal OlaylarYatırımları8. İstihdam Düzeyi Kredi Kullanım Düzeyi9. İşsizlik Düzeyi Dış Ticaret Açığı ya daFazlası10. Verimlilik Düzeyi Döviz Kuru10.Katma Değer Üretim Borsa EndeksiDüzeyi11. İhracat ve İthalatDüzeyleriBu çalışmada Türkiye Ekonomisine ilişkin son 10 yıldaki gelişmelere temelmakroekonomik göstergeler esas alınarak incelenmiştir.1. EKONOMİK BÜYÜMEBir ülkenin makro ekonomik performansının önemli göstergelerinin başında iktisadibüyüme gelmektedir. Bir ülkede üretim kapasitesinin genişlemesi sonucu üretim ve dolayısıylamilli gelirin artması olarak tanımlanan iktisadi büyümenin reel ifadesi zenginleşmedir. Birülkenin zenginleşip zenginleşmediğini büyüme hızından anlayabiliriz. Türkiye ekonomisini son10 yıllık büyüme performansı aşağıda tablo 3’de verilmiştir.Ekonomik büyüme, belli bir dönemde (ki bu genelde bir yıllık bir dönemdir),GSMH’de meydana gelen artış olarak tanımlanır. Türkiye ekonomisi Cumhuriyet tarihininbüyüme açısından en ilginç bir dönemini yaşamaktadır. Hem 2001 yılındaki küçülme (%-9.5),76
hem de 2004 yılındaki büyüme (%9.9) rekordur. Büyüme süreci daha sonraki yıllarda daazalarak da olsa artmaya devam etmiştir. Zira 2005 yılında %7.6 büyüyen ekonomi, 2006 yılında %6.9 oranında büyümüştür. Ancak 2007 yılında bir önceki yıla göre beklenenden daha azbüyüme yaşanmıştır. Bunun nedenini sabit kabul edilen faktörlerde aramak gerekir. Ziracumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan gelişmelere ve İktidar partisi aleyhine açılan kapatmadavaları Türk ekonomisini derinden sarsmıştır. Sonraki yıllardaki daralmalar ise dünyaekonomisinde yaşanan krizin etkisidir.Tablo 3: Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla (1998=100) (%Değişim)Dönem/Yıllar Toplam Tarım Sanayi Hizmetler1988-1995 3.61995-2002 2.92002-2010 4.82000 7.4 3.9 6.0 8.92001 -9.5 -6.5 -7.5 -7.72002 7.9 7.1 9.4 7.22003 5.3 -2.0 7.8 5.72004 9.9 2.8 11.3 9.82005 8.4 7.2 8.6 8.52006 6.9 1.4 8.3 7.22007 4.7 -6.7 5.8 6.02008 0.9 3.5 1.1 0.42009 -6.0 2.7 -8.5 -6.22010 8.9 3.0 4.4 3.32011* 9.5Kaynak: DPT; Hazine Müsteşarlığı.* İlk iki çeyreğin ortalamasıBu büyüme sürdürülebilir bir büyüme mi? Türkiye ekonomisinde son dönemlerde ençok tartışılan soru budur. 2002 yılından bu yana görülen yüksek büyüme devam edecek midir?Bu büyüme trendi sürdürülebilir mi? Peki bu endişenin kaynağı nedir? İşte bu sorunun cevabıTürkiye ekonomisinin geçmiş dönemlerinde görülen olumsuz deneyimlerinde yatmaktadır.Özellikle 1990’lı yıllarda görülen istikrarsızlık-kriz sarmalı yüksek büyüme dönemlerininardından ani daralmaları beraberinde getirmiştir. Ekonominin 1990’lı yıllar boyunca içindebulunduğu bu kırılgan yapı sürdürülebilir büyüme ortamını ve ön koşullarını olumsuz yöndeetkilemiştir. Geçmişe dayanan bu negatif beklenti endişelerin bu günlere taşınmasının en büyüknedenidir (Çanakçı, 2004: 22). Bu gün izlenen ekonomi politikası ile kötümser beklentileriyimser beklentilere dönüşmüştür.77
Türkiye’de sürdürülebilir büyümenin önündeki bir başka engel de kamu kesimidengesizliği idi. Zira kamu kesimi açıkları bir taraftan enflasyonist sürecin temel nedeni olupekonomiyi istikrarsızlaştırırken, diğer yandan da özellikle finansmanı bakımından hem özelkesim yatırımlarını dışlamakta hem de finansmanı büyüme sürecini etkilemektedir. Kamu kesimiaçıklarının altında kamu harcamalarının kamu gelirlerinden daha hızlı artması yatmaktadır. İşteburada esas sorun bu açıkların nasıl finanse edildiğidir. Olağan kamu harcamalarının olağankamu gelirleri olan vergilerle finanse edilemediği anda devreye iç ve dış borçlanma girmektedir.Türkiye uzunca süre dış, 1980’lerden itibaren de yoğun bir iç borçlanma yoluyla kamu kesimiaçıklarını finanse etmiştir. Öyle ki iç ve dış borcun GSMH’ye oranı, özellikle kriz dönemlerinde%100’ü aşmıştır. Borcun çevrilebilirliği riski faizlerin sürekli yüksek kalarak enflasyonubeslerken, diğer yandan da borçlanmanın maliyetini artırarak yatırım ve üretimi engellemiştir.Dahası özel kesimin tasarrufları ile dış kaynaklar yüksek reel faizle kamu açıklarınınfinansmanında kullanılmış, böylece çarpık bir fonlama ile kaynak tahsisi önemli orandaetkilenerek paradan para kazanan rantiyeci bir grup doğmuş ve kriz ve istikrarsızlığı sürekli halegelmiştir (Şiriner, Doğru, 2006:183). Dolayısıyla “Bozulan kamu dengeleri, artan borç stoku,ileriye dönük olumsuz beklentilerin beslediği enflasyon ve faiz oranları” (Yılmaz, Akçay, Alper,2002:51) şeklinde özetlenen kısır döngü kamu dengeleri yerine oturtulmadan bertarafedilemezken, böyle bir kısır döngü içinde de sürdürülebilir yüksek büyüme imkansız halegelmektedir. Son 10 yıldır izlenen politikalarla kamu kesimi dengesi yakalanmıştır. Olağankamu harcamaları olağan kamu gelirleri ile finanse edilmektedir. IMF’nin desteği olmadanmali disiplin sağlanmış ve mali kural koyma aşamasına gelinmiştir.Türkiye’de sürdürülebilir büyümenin önündeki diğer bir engel de politik ve ekonomikistikrarsızlıktır. Bu etki bir taraftan doğrudan büyüme oranları üzerinde olurken, diğer taraftan dakarşılıklı etkileşim yoluyla olmaktadır.Burada politik istikrarsızlık üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Politik istikrarsızlıkkonusunda tam bir fikir birliği olmamakla beraber, politik istikrardan genel olarak anlaşılanşudur; ülkenin anayasal düzen içinde kalması, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüslerinolmaması, reformların anayasal çizgi içinde yapılmasıdır. Bu çerçevede politik istikrarsızlıkolarak a) anayasal sistemi değiştirmeye zorlama, b) politik kutuplaşma, koalisyon hükümetleri,hükümetlerin değişim hızı karşımıza çıkmaktadır (Eren, Bildirici, 2001:31). Politik katliamlar,grevler, hükümet karşıtı gösteriler, devrimler, hükümet krizleri, darbeler, anayasal değişikliklerliteratürde politik istikrarsızlık göstergeleri olarak ele alınmaktadır.78
Politik istikrarsızlık ve ekonomi ilişkilerinde üzerinde durulan nokta, politikistikrarsızlıkla enflasyon, işsizlik ve düşük büyüme arasındaki ilişkidir. Genelde ulaşılansonuçlar politik istikrarsızlığın yüksek enflasyon ve düşük büyümeye yol açtığı, yüksekenflasyon ve düşük büyümenin de politik istikrarsızlığı artırdığı şeklindedir. Yani politikistikrarsızlıklardan makroekonomik istikrarsızlığa doğrudan bir nedensellik ilişkisi varken, öteyandan makroekonomik istikrarsızlıklardan da politik istikrarsızlığa doğru bir nedensellikilişkisi, “ters nedensellik”, söz konusudur. Bunun dışında politik istikrarsızlık enflasyonbelirsizliğinin artmasına, borcun vadesinin kısalarak maliyetinin artmasına, yatırımlarınazalmasına, sermaye kaçışına yol açabilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bu süreç şöyleişlemektedir; makroekonomik popülizm kamu açıkları, yüksek enflasyon ve dış dengesizliklerinartmasına yol açmakta; politik istikrarsızlık ve sosyal polarizasyon belirsizliğe, dolayısıylayatırımların azalması sonucunu doğurmakta; hoş görünme bütçe açıkların doğurmakta ve politikistikrarsızlık bütçe açığı ve parasal ve mali sorumluluktan kaçışa neden olmaktadır. Sonuç olarakTürkiye’de politik istikrarsızlık→ enflasyon ve düşük büyüme→ yatırımlarda azalma→ kamuharcamalarında artma→ faiz oranlarında yükselme→ iç ve dış kısa vadeli borçlarda artma→politik istikrarsızlık ilişkisinden bahsetmektedirler (Eren, Bildirici, 2001:41-42).Mali disiplin, yapısal reform, 17 Aralık süreci doğrultusunda AB ile yapılanmüzakereler ve son olarak IMF ile yapılan stand-by anlaşması ekonomik büyümenindestekleyicileri olmuş ve Türkiye ekonomisi büyüme açısından bir trend yakalanmıştır. Butrendin sürdürülebilmesinde en büyük risk cari ve reel faizin yüksekliğidir. Cari açık, kısa vadelisermaye akımları ile finanse edilmektedir. Ödemeler dengesine kaynak sağlayan net hata noksankalemi “kaynağı belirsiz sermaye hareketlerini” oluşturmaktadır ve bu kalem rekor düzeylereulaşmıştır. Kaynağı belirsiz çok büyük boyutlu sermaye girişleri, döviz fiyatlarını aşağıçekmekte, ucuzlayan döviz büyümeyi tetiklemekte, ancak bu arada dış ticaret açığınınbüyümesine yol açmaktadır. Hayati önemi olmayan belli bazı lüks kategorideki mallar üzerinekonulacak vergilerle bu malların ithalatı kısıtlanabilir. Böylece ithalatın azalması sağlanabilir.2. KİŞİ BAŞINA GSMHBir ülkenin gayri safi milli hâsılası (GSMH), o ülkenin nüfusuna bölündüğü zaman, kişibaşına düşen GSMH bulunur. Aynı şekilde, bir ülkenin Gayri safi milli yurt içi hâsılası (GSYİH)o ülkenin nüfusuna bölündüğü zaman ise, kişi başına düşen GSYİH elde edilir. Reel (referansyıla ait fiyatlarla) GSYİH nüfusa bölündüğü zaman ise kişi başına reel GSYİH elde edilir. Kişibaşına düşen GSMH bir ülkenin yurttaşlarının ortalama gelir düzeyi hakkında fikir verici bir79
göstergedir. Uluslararası karşılaştırmalarda milli gelir genellikle ABD Doları cinsinden belirtilir.Dolar cinsinden GSYİH’yı ve kişi başına düşen GSYİH’yı bulmak için nominal GSYİH’yıkambiyo döviz kuruna bölmek gerekir. Bu göstergeler itibariyle Türk insanı 2002’den sonrasürekli zenginleşmiştir.2002 yılında 3492 $ iken 2010 yılı itibariyle kişi başına GSYİH 10.000$sınırını aşmıştır.Tablo 4: Kişi Başı GSYİH (Dolar)Yıllar Kişi Başı GSYİH (Dolar)2000 3.0182001 2.1632002 3.4922003 4.5592004 5.7642005 7.0212006 7.6832007 9.2342008 10.2852009 8.5782010 10.079Kaynak: TÜİK, Hazine Müsteşarlığı.3. İŞSİZLİKİşsizlik, sosyal ve ekonomik gelişme seviyesi ne olursa olsun hemen her ülkenin enönemli sosyal ve ekonomik problemini teşkil ettiği gibi Türkiye’de de sosyal ve ekonomikproblemlerin ilk sırasında yer almaktadır. Çalışma arzu ve iktidarında olan insan, istihdamimkânı bulamıyorsa ortaya çok önemli kişisel ve sosyal bir mesele çıkmış demektir. İşsiz kişi,hayatını idame ettirebilecek gelirden yoksun olduğu gibi kendine bağlı olanların geçiminisağlamak imkânından da yoksun kalmaktadır. İşsizlik bir ülke ekonomisinin performansınıgöstermesi bakımından oldukça önemli bir göstergedir. Son 10 yılın işsizlik göstergeleri Türkekonomisinin aynı yıllardaki ekonomik performansına rağmen beklenen iyileşmeyigöstermemiştir. Bunun nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür.80
Tablo 5: İşsizlik Oranları (% Değişim)Yıllar Genel Kent Kır2000 6.5 8.8 3.92001 8.4 11.6 4.72002 10.3 14.2 5.72003 10.5 13.8 6.52004 10.3 13.6 5.92005 10.3 12.7 6.82006 9.9 12.1 6.52007 9.9 11.9 6.92008 10.3 12.8 7.22009 14.8 16.6 9.22010 11.3 - -2011* 9.2Kaynak : TÜİK; DPT; Hazine Müsteşarlığı.*İkinci çeyrekİktisat teorindeki temel önermeye göre büyüme işsizliği massetmelidir. Daha açıkçasıekonomik büyüme ile işsizlik oranlarında azalma, düşük ya da negatif büyüme oranların da iseişsizlik oranlarında artış meydana gelir. Türkiye ekonomisi kriz sonrası dönemde dünyada enhızlı büyüyen ekonomilerden birisi olmasına rağmen istihdamı artıramamış, başka bir deyişleişsizliğe azaltamamıştır. Özellikle 2003-2006 yıllarında özel sektör kaynaklı yüksek büyümeninistihdama yansımamış olması bu tartışmaları daha da alevlendirmiştir. Yüksek büyümeoranlarının işsizliği azaltmadığı doğru değildir. Büyüme yeteri kadar istihdama yansımamıştır.Bunun nedeni uygulanan ekonomi programının önceliği ile ilgilidir. Güçlü Ekonomiye GeçişProgramı adlı ekonomi stratejisinin önceliği büyüme ve istihdamdan öte fiyat istikrarınısağlamaktır. Buna bağlı olarak oluşacak ekonomik istikrarın diğer hedefleri gerçekleştirmeyeyardımcı olacağı düşünülmüştür (BSB, 2001). Bu düşünce son otuz yılda yaşanan yüksekenflasyonu makroekonomik istikrarsızlığın temel nedeni olarak ele almaktadır. Dolayısıylaliteratürde büyüme işsizlik bağı burada kopmaktadır. Program enflasyonu düşürmede ve bununyarattığı olumlu etki sonucu yüksek büyüme oranını yakalamada başarılı olmuştur. Fakat bubüyüme “istihdamsız bir büyüme” sergilemiştir (BSB, 2005:22). İkinci olarak programla birliktehem IMF, hem de AB sürecinin Türkiye ekonomisinde yapısal değişimleri zorlamasıdır.81
Özellikle tarım sektörüne dönük yapısal reformlar, istihdamın büyük bir kısmını bünyesindebarındıran bu sektörden kentlere, sanayi ve hizmetler sektörüne kaymaya zorlanmıştır. Zira busektörde açık işsizlik yok denecek kadar düşük olmasına karşın, istihdam edilenlerin oranı sonderece yüksek ve gizli işsizlik oldukça fazladır. Bir anlamda tarım sektöründeki bu değişimsonucu gizli işsizlik açık işsizlik haline gelmiştir. Ayrıca sanayi ve hizmetler sektörünü yeniistihdam yaratma kapasitesinin yeterli olmaması ve tarım sektöründen açığa çıkan işgücünün busektörlerin talep ettiği niteliklerden yoksun olması işsizlik oranlarının düşmesini engellemiştir.Her şeyden önce Türkiye genç bir nüfusa sahiptir. Nüfusun üçte biri çalışma çağının altında, gerikalan üçte ikilik kısmın da yarısı istihdam edilmektedir.“Fırsat penceresi” olarak nitelendirilen genç nüfusun yüksekliği Türkiye’de birçoksorunu beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla işsizliğin bir nedeni de budur.Son olarak ekonomik büyümenin istihdama yeterince yansımamasını bir nedeni de 2001sonrası yaşanan olumlu gelişmelere rağmen üreticilerin kriz sendromu nedeniyle taleptemeydana gelen artışın kalıcı olduğundan emin olamayarak dikkatli davranmaları gösterilebilir(Ercan, 2006:173).Türkiye’de işsizliğin nedenleri biraz daha ayrıntılı incelendiğinde, işsizliğinnedenlerini şöyle sıralamak mümkündür.i. Türkiye’de yaşanan işsizlik düzeyi ülkede uygulanan ekonomi politikası arasındayakın bir ilişki vardır. Son 10 yıldır ülkemizde ekonomi politikaları enflasyonu düşürmeyeodaklanmıştır. Bu politikanın yürütücüsü ise Merkez Bankasıdır. Stiglitz’in de ifade ettiği gibiMerkez Bankası politikaları ülke ekonomilerine istikrar kazandıramaz. Uygulamadakipolitikanın genel görünümü yüksek faiz düşük kura dalıdır. Bu politika özü itibariyle yatırımlarıengelleyici, ithalatı özendirici niteliktedir. Diğer taraftan Türkiye’de uygulanan ekonomipolitikaları İMF orijinli politikalardır. İMF politikaları hiçbir zaman Türkiye’de üretimin nasılartırılabileceği üzerinde durmamıştır. Esas amacı uluslararası mali düzeni sağlamak olanIMF’nin temel fonksiyonu dış ödeme açığı olan ülkelere kısa vadeli kredi açmaktır. Fonunvereceği kısa vadeli krediler ödemeler bilânçosu ayaklıdır. IMF’nin kredilerinde şartlılık ilkesigeçerlidir. Fondan borç almak isteyen bir ülke ödemeler bilânçosu açıklarını gidermek üzere içve dış istikrar programı hazırlanır. Programın IMF’den onay alması kredilerin açılması anlamınagelir. IMF’nin istikrar programı onaylaması diğer uluslararası mali çevrelerinde ilgili ülkelereaçacağı krediler bakımından anlamlıdır. Türkiye, Uluslararası Para Fonu'na (IMF) 1947 yılındaüye oldu. IMF'yle ilk stand-by anlaşmasını 1958 yılında imzalayan Türkiye 1958–2008 yıllarınıkapsayan 50 yıllık dönemde toplam 20 stand-by anlaşması yaptı. Hem stand-by anlaşmaları hem82
de arada yapılan yakın izleme anlaşmalarıyla birlikte Türkiye bu 51 yılın 30 yılında IMF'nindenetim ve gözetiminde kalmıştır. Özetle son 51 yılın yarısından fazlasında Türkiyeekonomisinin yönetiminde belirleyici olan IMF olmuştur. IMF programlarının temel amacıTürkiye'nin "yüksek borçluluk düzeyini düşürerek, yüksek reel faiz oranlarını kabul edilebilirdüzeylere çekmek" olarak açıklanmıştı. Ancak Türkiye dünyanın en yüksek nominal faiziniveren ülke olmuştur. Bu yüksek faiz politikası dünya üzerinde dolaşan sıcak paranın önemli birkısmının Türkiye’ye girmesine neden olmuştur. Türkiye ekonomisi spekülatif sermayenin hızlıhareketlerine eskisine göre çok daha açık ve bu sermayenin en küçük bir olayda hızla ülkeyi terketme olasılığı yüzünden eskisinden de daha istikrarsız ve kırılgan bir hale geldi. Toparlayaraksöyleyecek olursak, Stiglitz’in de söylediği gibi stand-by modelleri genel olarak küreselekonominin krizden çıkmasına özel olarak da işsizliği önleme yeterli bir araç değildir. İkincisi,stand-by anlaşmalarının, öyle iddia edildiği gibi ülkelerin kredibilitesini artırıcı özelliği sahipdeğildir. Bugün hem dünya hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz ortamının oluşmasındaIMF’nin de rolü vardır. Çünkü mevcut küresel kriz kontrolsüzlük ve denetimsizlikten ortayaçıkmıştır. Bu denetimsizlik ve kontrolsüzlük IMF’nin tavsiyeleri ile oluşturulmuştur. Zira IMFstand-by anlaşmaları ile ülkelere ekonomideki kontrolü kaldırmaları yönündeki tavsiyelerindebulunmuştur. IMF mevcut küresel krizi tahmin edemediği gibi bu krizden çıkılması yollarını dabilmediği ortadır. Bu beklide IMF’nin bilinçli politikalarının bir sonucudur. Zira Stiglitz,IMF’nin, piyasa ekonomisinin çıkar gruplarına hizmet etmeye başladığını ve IMF programlarınınyanlış olduğuna işaret etmektedir. Stiglitz’e göre, makroekonomik istikrarsızlığın temel nedeni,kısa vadeli spekülatif sermaye hareketleridir.ii. İşsizliği besleyen ikinci kanal değişen üretim yapısının ihtiyaç duyduğu emek(işgücü) ile Türk eğitim sisteminin ürettiği emeğin (işgücü) niteliksel anlamda örtüşmemesidir.Bir başka deyişle uygulanan eğitim politikaları ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan unsurunuyetiştirmekten uzaktır. Kabaca örnek vermek gerekirse ülke ekonomisi için gerekli nitelikliişgücün yetişmek için mesleki ve teknik eğitim veren kurumlar genel eğitim veren kurumlardandaha fazla olmasını gerekli kılar. Milli Eğitim Bakanlığı verilerini dikkate alarak bu oranlaritibariyle ülkemize bakıldığında tam tersi bir durumla karşılaşılmaktadır. Öğrenci sayısı itibariylemesleki ve teknik eğitim veren kurumların payı %39’dur Genel liseler açısında bu oran %61düzeyendedir. İkinci olarak Türk eğitim sistemi üretim sürecinde yaşanan değişim ve dönüşümeuygun insan gücünü yetiştirmekten yoksundur. Bu yeniden yapılanma süreci de, emek yoğunçalışma yerini bilgi yoğun çalışmaya bırakmıştır. Ekonomideki dönüşümle birlikte, homojenliğeve standartlaşmaya dayalı ekonomik yapı hızla çözülmekte, üretim birimleri esnek örgütlere83
dönüşmektedir. Bu dönüşüm beraberinde istihdam yapısında önemli değişiklikler meydanagetirmektedir. Vasıfsız işgücünün (mavi yakalılar) üretim sürecindeki payı giderek azalırken,yüksek vasıflı işgücüne olan talebi artırmaktadır. Üretim tasarımı ve uygulamanın bütünleşmesinedeniyle işgücünün geniş bir mesleki kalifikasyona sahip olması ve çok çeşitli işleriyürütebilmesi gerekmektedir. Çünkü ekonominin yükselen sektörlerinde tek tip, standart, tekraradayalı iş yapan binlerce işçiye ihtiyaç kalmamıştır. Sistemin ihtiyaç duyduğu üretken, yenilikçi,eğitimli, hatta ferdiyetçi işçilerdir (bilgi işçisi). Bir ülkenin ihtiyaç duyduğu emek gücünyetiştirilmesi büyük ölçüde eğitim sisteminin görevidir. Türk eğitim sistemi Türk ekonomisininihtiyaç duyduğu bilgi işlerini yetiştirmekten uzak bir yapı arz etmektedir.iii. İşsizliğin artmasına katkı sağlayan bir başka unsurda gelir dağılımının adaletten vehakkaniyetten uzak bir yapıda olmasıdır. Gelir dağılımındaki bozukluk talep yapısınınbozukluğuna, talep yapısındaki bozukluk ise üretim ve istihdam yapısında bozulmaya ve sonuçtaişsizlik oranının tehlikeli boyutlara ulaşmasına yol açmaktadır. Türkiye’deki gelir dağılımınıniyileştirilmesiyle birlikte yukarıda bahsedilen döngü tersine işleyecek işsizlik oranlarınınazalmasına katkı sağlayacaktır. Gelir dağılımı adaletsizliğinin göstergesi olarak yüzdelik paylaranalizi (Nüfusun ve gelirin % dağılımını dikkate alır) önemlidir. En son yapılan (2005) Gelirdağılımı araştırmasına göre hane halkı kullanılabilir gelirine göre oluşturulan yüzde 20’lik hanehalkı gruplarından birinci gruptaki hane halklarının gelirden aldığı pay % 6.1 iken, beşincigruptaki hane halklarının gelirden aldığı pay %44.4’tür. Buna göre, beşinci yüzde 20’lik grubunpayının birinci yüzde 20’lik grubun payına oranını veren S80/S20 eşitsizlik ölçüsü 7.3 kat olarakhesaplanmıştır. Aynı oran 2004 yılında 7.7 kat olarak gerçekleşmiştir.Tablo 2. Yüzdelik Grupların Gelirden Aldığı Paylar 2004-2005TürkiyeYüzde 20’lik Gruplar 2004 2005Toplam 100.0 100.0Birinci yüzde 20 (1) 6.0 6.1İkinci yüzde 20 10.7 11.1Üçüncü yüzde 20 15.2 15.8Dördüncü yüzde 20 21.9 22.6Beşinci yüzde 20 (2) 46.2 44.4Gini Katsayısı 0.40 0.38Kaynak: TÜİK(1) Toplam gelirden en az pay alan grup(2) Toplam gelirden en fazla pay alan grup84
Gelir dağılımı eşitsizlik ölçülerinden bir başka göstergede Gine katsayısıdır. Ginikatsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça bozuk bir gelir dağılımınıifade eder. Gini katsayısı 2005 yılında Türkiye geneli için 0.38 iken aynı katsayısı, 2004 yılında0.40 olarak gerçekleşmiştir.Bu göstergeler Türkiye’deki gelir dağılımının ne kadar adaletten uzak olduğunu ortayakoymaktadır. Gelir dağılımı düzeltilmesi işsizlik azaltılmasına katkı sağlayacaktır.L o r e n z e ğ r is i ( K u lla n ıla b ilir h a n e h a lk ı g e lir in eg ö r e ) , T ü r k iy eBirikimli gelir yüzdeleri1 0 09 08 07 06 05 04 03 02 01 001 0 0 , 02 0 0 42 0 0 55 5 , 65 3 , 83 3 , 03 1 , 90 , 0 6 , 11 7 , 21 6 , 76 , 00 2 0 4 0 6 0 8 0 1 0 0B ir ik im li h a n e h a lk ı y ü z d e s iKaynak: TÜİKiv. İşsizliğin artmasına katkı sağlayan bir faktörde tarım ve hayvancılıkta izlenenpolitikaların yanlışlığıdır. Bu yanlışlığa bir de AB ile imzalanan gümrük birliği anlaşmasıeklenince AB ülkelerinden gelen tarım ürünleri ile et ve süt ürünleri karşısında Türk tarım vehayvancılık sektörü rekabeti kaybetmiştir. Bu sektörde istihdam imkânı bulan işgücü işsizlikleyüz yüze kalmıştır. Yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları işsiz sayısının atmasına yolaçmıştır. Tarımı, taban fiyatları ve ucuz kredilerle sübvanse etmeye dayalı politikaların artık iflasettiği ortadadır. Eğer, toprak reformunu, miras hukukunu ve makineleşmeyi kapsayan veverimliliği artırmayı hedefleyen bir tarım reformu yapılamazsa, gelecekte rekabet şansımız dahada azalacaktır. Devlet politikası olması gereken böyle bir tarım politikasına acilen ihtiyaç var.Tarım politikaları üretimi değil ithalatı teşvik etmektedir. Bunun sonucu olarak üreticiler85
üretimden kopmaktadır. Tüketiciler ise daha fazla paraya daha sağlıksız ve kaçak ürünlertüketme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmaları bir yana, bu alanda işsiz kalan işgücü kentlereakın etmekte ve kentsel işsizlik oranı hızla artmaktadır.4. ENFLASYONEnflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışını ifade eder. Tanımda ikidurumdan bahsedilmektedir. Birinci olarak tek bir fiyat ya da fiyat grubu değil, fiyatlar genelseviyesi gösterge alınmaktadır. İkinci olarak artışın bir kereye ya da birkaç defaya mahsusolmadığı, sürekli olduğu vurgulanmaktadır. Fiyatlar genel seviyesi, ekonomide seçilen belli birmal ve hizmet kümesinin (sepetinin) parasal karşılığıdır. Özellikle son otuz yılda yaşanan yüksekkronik enflasyon Türkiye’de makroekonomik dengesizlikleri beslemesinin yanı sıra, görelifiyatlardaki değişimi kolaylaştırarak gelir dağılımını bozmakta, neden olduğu belirsizlik sonucuyatırım ve üretim potansiyelini düşürmekteydi. Yüksek oranda bir enflasyon makroekonomikistikrarı bozarak büyüme oranlarını düşürmekle kalmamakta, aynı zamanda büyümeninsürekliliği ve sürdürülebilirliği önündeki en önemli kısıtı da oluşturmaktadır. Dolayısıylaenflasyon ve büyüme arasındaki etkileşimin doğru temellere oturtulmaması, bir taraftan geçmişdönem büyüme performansını etkilemişken, diğer taraftan da son dönemde uygulamaya konanenflasyonu düşürmeyi ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamaya dönük istikrar programınındezenflasyon çabalarını olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle sürdürülebilir büyüme potansiyeliniazamileştirmeye yönelik politikaların da gerekli desteği bulmasını zorlaştırmaktadır. Bundandolayı istikrarlı ve sürdürülebilir yüksek bir büyümenin elde edilebilmesi için fiyat istikrarınınsağlanması zorunluluk haline gelmektedir. Ak Parti Hükümeti uyguladığı ekonomi politikalarıile bunu başarmıştır. Başarı tablosu aşağıda verilmiştir.Enflasyona ilişkin son 10 yılın verileri incelendiğinde enflasyonla mücadelede büyükmesafe alındığı gözlenmektedir. Kurala dayalı para ve sıkı maliye politikalarının bir sonucuolarak 2004 yılında enflasyon tek haneli rakamlara inmiştir. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ilehesaplanan Türkiye’nin enflasyon oranı, 1993-2002 dönemindeki ortalama %70,4’den, 2009yılında son otuz yılın en düşük değeri olan %6,5’e düşmüştür. 2008 Aralık ayında %10,06 olanTÜFE, 2009 Aralık ayında %6,53’e düşmüştür. Fiyat hareketleri dönem başında TEFE %39.0iken dönem sonunda %7.3’a, TÜFE’de %68.5’ten %8.2’ye gerilemiştir. Fiyatlardaki düşüş sonotuz yıldır Türkiye’nin başına bela olan enflasyonun yenilebileceğini göstermiştir.86
Tablo 6: Enflasyon Oranları (% Değişim)Dönem/Yıllar TÜFE (2003=100) ÜFE (2003=100)1983-1994 62.71995-2001 71.62002-2010 11.81993-2002 ort. 70.4 72,22000 39.0 32.72001 68.5 88.52002 29.7 30.82003 18.4 13.92004 9.4 15.42005 7.7 2.72006 9.7 11.62007 8.4 5.92008 10.06 8.12009 6.5 5.92010 6.4 8.8Kaynak: TÜİK5. KAMU KESİMİNİN FİNANSMANI VE KAMU KESİMİ BORÇLANMAGEREĞİKamu kesiminin bir mali yıl içerisindeki giderlerinin o yıl içerisindeki olağan kamugelirleri ile karşılayamaması sonucunda açık vermesi pek “arzu edilmeyen” bir durum olarakkabul edilse de, gerek Türkiye’de gerekse diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artıkolağan sayılmaktadır. Modern devlet anlayışı içerisinde bu durum olağandır. Gereksinimlersürekli artmakta, özellikle demokratik parlamenter ülkelerde seçimle iş başına gelen hükümetlertoplumun arzu ve isteklerini yerine getirmede daha duyarlı davranmaktadır. Hükümetler biryandan ülkenin kalkınması için gerekli yatırımları yaparken, diğer yandan sosyal harcamalaraağırlık vermektedir. Kamu gelirlerindeki yetersizlik, harcamalarda savurganlık ve disiplinsizlikKamu Kesimi Borçlanma Gereğinin artışında temel etmenlerdir.Kamu borçlanması, yalnızca gelir-gider açığını kapatmaya yönelik bir araç değildir.Aynı zamanda, maliye politikasının da etkin bir aracı olarak kullanılabilmektedir. Bütçesi açıkvermeyen ve fakat durgunluk içinde bulunan bir ekonomide, Devlet, borçlanarak yeni fonlar elde87
edip kamu yatırımlarını arttırmak ve bu yolla da ekonomiye bir canlılık kazandırmak isteyebilir.Ya da tam tersine, eğer özel kesimde durgunluğa karşın bir yatırım yapma hevesi varsa, Devlet,borçlanmasını azaltıp piyasadaki ödünç verilebilir fonları özel kesime yönlendirmek isteyebilir.Öte yandan borçlanma, piyasada oluşmuş aşırı talebi kısmanın ve enflasyonist baskılarıkırmanın yolu olarak para politikasının yardımcı bir politika aracı şeklinde de gündeme gelebilir.Kamu kesimi finansman açığı büyüdükçe, kamu kesiminin bu açığı finanse etme yolu olanborçlanma gereğinin de artmaktadır. Kamu kesimi borçlanma gereği, Kamu Kesimi Net NakitGereksinimi (KKNNG) şeklinde tanımlanmaktadır. Kamu kesiminin nakit giderlerinin nakitgelirlerini aşması halinde ortaya çıkacak nakit borçlanma gereği ortaya çıkmaktadır. Bu ölçüaynı zamanda Avrupa Birliği’nin ölçü yöntemidir. Avrupa Birliği’nin ‘kamu kesimi borcununGSYİH’ye oranının yüzde 60’ın altında kalacağına ilişkin Maastricht kriteri bu net borç yüküyöntemiyle hesaplanıyor. Hesaplama yapılırken kabaca şöyle bir denklem kullanılıyor:Kamu Kesimi Net Borç Yükü = ((Kamu Kesimi Gayrisafi Borç Stoku – (KamuKesiminin Net Varlıkları +Kamu Kesiminin Net Alacakları)) / GSYİHTürkiye’de kamu giderlerin gelirden fazla olması ve gelirlerin toplanmasındakigecikmelerden dolayı kamu kesiminin açık ortaya çıkmaktadır. Bu 1980’li yılların sonlarındaitibaren genişleyerek artmıştır. 1990’lı yıllarda bu artış trendi devam etmiş ve nihayetinde2000’li yılların başında büyük bir soruna dönüşmüştür. Kara delikler olarak adlandırılan SosyalGüvenlik Kuruluşları, reel ve kamu kesiminde faaliyet gösteren Kamu İktisadi Teşebbüsleri,yerel yönetimler, bütçe dışı fonlar ve döner sermayeli kuruluşları kapsamaktadır. Bu altgruplardan oluşan kamu kesiminin gelir ve harcamaları arasındaki fark kamu kesimi dengesiniortaya çıkarmaktadır. Kamu kesimi içinde yer alan bu unsurların bazı yıllarda önemli finansmanaçıkları vermesi KKNNG’nin temel nedenini oluşturmaktadır. Türkiye’de KKNNG’ninhesaplamasında aşağıda belirtilen kamu kesimi finansman açıkları hesaba dahil edilmektedir.Toplamam Kamu Kesimi açığı= Konsolide bütçe açığı+ KİT’lerin finansmanaçığı+Bütçe dışı fonların finansman açığı+ Mahalli idarelerin finansman açıkları+Sosyalgüvenlik kurumlarının finansman açıkları+döner sermaye kuruluşlarının finansman açıkları.88
Toplam Kamu Kesimi açığı/GSMH= KKBGKKNNG Türkiye’de yıldan yıla değişiklik göstermekle birlikte son 10 yıl bu oran%10’lar düzeyindedir.Tablo7: Kamu Kesimi FinansmanıNet Kamu Borç AB Tanımlı Kamu Kesimi AB Tanımlı İMF tabanlıStoku/GSYH Brüt Kamu borç BorçlanmaGenel Yönetim Faiz Dışı(%)Stoku/GSYİH Gereği7GSYİH (%) BütçeAçığı/GSYİHFazla/GSYİH(%)Yıllar(%)2000 - - - - -2001 - 77.6 12.1 24.5 -2002 61.4 73.7 10.0 10.2 -2003 55.1 67.4 7.3 8.9 4.82004 49.0 59.2 3.6 4.5 5.52005 41.6 52.3 -0.1 0.6 5.02006 34.0 46.1 -1.9 -0.8 4.72007 29.5 39.4 0.1 1.0 3.12008 28.2 39.5 1.6 2.2 1.62009 32.5 45.5 5.1 6.7 -1.02010 28.7 41.6 - - -Kaynak: Hazine Müsteşarlığı.6. BİLEŞİK FAİZ ORANINDAKİ GELİŞMELERFaiz, üretim faktörlerinden sermayenin elde ettiği getiridir, diğer bir ifade ile paranınkullanım bedelidir. Ödünç alınmış para kullanımının bedelidir. Ayrıca faizi paranın fiyatı olarakdeğerlendirmek de mümkündür. Genellikle yüzde üzerinden yıllık olarak değerlendirilir.Enflasyon oranına göre değişiklik gösteren nominal faiz oranı, reel faiz oranına ve enflasyonoranı eklenerek bulunur. Bir başka deyişle reel faiz oranı enflasyondan arındırılmış faiz oranıdır(Reel faiz= Nominal faiz – enflasyon oranı). Bileşik faiz, anaparaya ödenen faizin anaparayailave edilmesiyle hesaplanan faizdir (Basit faiz tutarı= anapara tutarı x yıllık faiz oranı x vade ).Bileşik faiz (paranın gelecek değeri), yılsonunda kazanılan faizin çekilmediği süreceanaparaya ilave edilerek anapara+ faiz üzerinden faiz hesaplanmasıdır.89
Tablo 8: Bileşik Faiz Oranlarının SeyriBileşik Faiz Oranı (%Değişim)(faizin de faiz kazanmasıdır)Yıllar2000 38.22001 96.22002 63.82003 45.02004 25.72005 16.92006 18.22007 18.82008 19.3200920102011 8.16Kaynak: TC MB.Yıllık Ağırlıklı Ortalama7. DÖVİZ KURLARINDA DEĞİŞİMDöviz kuru ulusal ekonomiyi biçimlendiren üç büyük fiyattan biridir. (Ücret, faiz,döviz). Döviz kuru bir ülkenin diğer bir ülkelerin fiyat yapıları arasında, dolayısıyla ulusalekonomi ile dünya ekonomisi arasında bağ kurmasıyla yakın ilişkilidir. Günümüzde dünyaticaretini sınırlandıran engellerin kalkmasıyla rekabet kızışmıştır. Döviz kuru bu rekabetçiyapıda, rekabet gücünü belirleyen bir faktör durumuna gelmiştir. Bu nedenle ekonomikbirimlerin karar vermede dikkate aldıkları parametrelerden biri olan döviz kurlarındaki değişimoranı ekonominin durumunu göstermesi açısından anlamlıdır.Bir birim yabancı paranın ulusal para cinsinden fiyatına (değerine) iki taraflı nominaldöviz kuru denir. Birim yabancı paranın kaç birim ulusal para ile değiştirildiğini gösterir.Nominal döviz kurunun yükselmesi (TL ile Dolar arasındaki döviz kurunun 1$=1.50’den1$=1.60’a çıkmasıdır ) nominal değer kaybı diye nitelendirilir. Nominal değer kaybı yabancımenşeli malların pahalılaşmasına yol açar. Yerli malların ise yabancılar için ucuzlamasına yolaçar. Nominal döviz kurunun düşmesi (TL ile Dolar arasındaki döviz kurunun 1$=1.50’den1$=1.40’a düşmesi) nominal değer kazancı diye nitelendirilir. Nominal değer kazancı yabancımenşeli malların ucuzlamasına yol açar. Yerli malların ise yabancılar için pahalılaşmasına yol90
açar. Bu nedenledir ki döviz kurlarındaki değişim ülke ekonomisini yakından etkiler. Dövizkurlarındaki değişim aynı zamanda ülke ekonomindeki istikrarında bir göstergesidir. Aşağıdakitabloda da (Tablo 9) görüldüğü gibi 2002 yılından önce döviz kurlarında sarsıcı değişikliklerolurken, 2002’den sonraki yıllarda ciddi değişimler yerine küçük değişikler gözlenmektedir. Buyıllarda Türk Lirasının değer kazandığı yıllardır. TL’nin değer kazanması Türk ekonomisininpozitif yönde yapısal değiş içinde olduğunun da bir göstergesidir.Döviz kurlarındaki değişim ekonomik faaliyetleri seyrini etkilediğinden döviz kurudeğişmelerinin istikrarlı bir seyir izlemesi ekonomik istikrarı olumlu yönde etkileyecektir. Bununteside doğrudur. Ekonomik istikrar fiyatlarda istikrar getirdiği gibi döviz kurlarında değişimin deistikrarlı olmasına yol açmaktadır. Döviz kurlarının da fiyatlar gibi, ülke ekonomisinin gelişmeseyrini veren bir gösterge niteliğinde olması, ekonomik istikrar açısından döviz kurlarındaistikrarlı bir yapının varlığını gerektirmektedir. Döviz kuru hareketlerinin ekonomik faaliyetlerietkilemesi, ekonomik istikrara ulaşmada döviz kuru istikrarının da fiyat istikrarı ile birliktedeğerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.2002 öncesi döviz kurları değişimi oranı dolarda %96.9 iken, EURO’da %91’lerdüzeyindedir. Bu tarihten sonraki yıllarda TL’nin değer kazanırken dolar değer kaybınauğramıştır. Ancak değişim oranları tek haneli olmuştur.Tablo 9: Döviz Kurlarındaki Değişim (%)Yıllar Dolar Euro2000 48.2 28.72001 96.9 91.02002 22.8 30.62003 -0.7 17.92004 -4.9 4.72005 -5.7 -5.72006 6.7 7.92007 -9.2 -1.22008 0.0 6.92009 19.0 13.32010 - -Kaynak: TCMB.91
8. SABİT SERMAYE YATIRIMLARINDAKİ GELİŞMELERBir ülkenin mal ve hizmet üretme kapasitesinin en temel göstergelerinden birisi sabitsermaye yatırımlarıdır. Ekonomik büyüme açısından en önemli faktörlerinden biri olan sabitsermaye yatırımları ile ekonomik istikrar arasında doğru yönlü ilişki vardır. Gelirin tüketilmeyenbölümü olan tasarrufların gelir getirecek şekilde kullanılması için yatırıma yönlendirilmesigerekir. Yatırım artışına bağlı olarak oluşan sabit sermaye yatırımları bir ülkenin üretimkapasitesindeki artışları beraberinde getirir. Bunlar, teknoloji transferi, sermaye birikimi, üretim,istihdam ve gelir artışı, fiyatlar ve ödemeler dengesinde istikrar, ekonomik gelişme ve genelrefah gibi etkilerdir.Tablo 10: Sabit Sermaye Yatırımları (%Değişim)Yıllar Toplam Kamu Özel2000 16.9 19.6 16.02001 -31.5 -22.0 -34.92002 -3.8 9.9 -10.52003 14.2 -15.1 23.72004 28.4 -6.6 36.12005 17.4 25.0 16.22006 13.3 2.6 15.02007 5.5 7.3 5.22008 -3.7 7.6 -5.92009 -17.2 0.4 -21.02010 7.7 10.3 7.0Kaynak: Hazine Müsteşarlığı.9. ULUSLARARASI REZERVLERUluslararası rezervler, ekonomik krizlere karşı bir tedbir olarak biriktirilir. Bir ülke, ikifarklı kategoride krizle karşılaşabilir. Birincisi, ülke içerisinde üretilemeyen mal ve hizmetlerialmak için yeteri kadar döviz yoksa krizle karşılaşabilir Nitekim Türkiye 1980 Öncesinde bu tipbir krizle karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle ülkenin ihtiyaç duyduğu ithalatı karşılayabilmekiçin rezerv biriktirir. Ülkelerin üretemediği malları ithal edebilmesi için dövize ihtiyaç duyar.92
Böyle bir durumda devlete ait olan uluslararası döviz rezervleri ithalatçıya kullandırılır veithalatın kesintisiz sağlanması mümkün olur.Uluslararası rezervler ikinci bir sebepten daha biriktirilir: Dış borç krizine girmemekiçin. Ülkenin dış borcu varsa, vadeler geldiğinde hazır dövizin elde tutulması gerekir. Ancakrezerv tutmanın maliyet yüksektir. Merkez bankaları pek de iyi varlık yöneticileri değildir;genellikle rezervlerini en güvenli ve dolayısıyla az getirisi olan varlıklarda tutarlar. Dolayısıyla,rezerv tutmak bir ülke açısından önemli bir maliyettir. Gelişmenizi finanse edebileceğiniz birkaynak merkez bankasının kasasında veya yabancı bankalardaki düşük faizli hesaplarda atılolarak beklemektedir. Rezerv üçüncü bir sebepten daha biriktirilebilir. Yerli parayı zayıflatarakihracat, büyüme ve istihdam artırılmak isteniyorsa piyasadan yabancı para toplanır.Rezervlerimizi artırmalı mıyız yoksa bu maliyetten kurtulmalı mıyız? Döviz krizine girerekithalat yapamamaktan korkuluyorsa rezervleri daha da artırılmalıdır. İthalat yükselme trendinedevam edecekse ve cari açık yükselmeye devam edecekse rezerv biriktirmeye devam edilmelidir.Döviz krizine girerek dış borçları servis edememekten korkuluyorsa rezervler daha dayükseltmelidir.Dış borçların GSYİH'ye oranı 2002'den itibaren hızla düşmüştür. Uluslar arası rezervmiktarı şu an 80 milyar dolar civarında. Yani, rezervlerimiz sadece kısa vadeli dış borçlarıkapsamakla kalmıyor. Toplam dış borcun yüzde 80'inden fazlasına denk rezervler var.Tablo 11: Uluslararası Rezervler (milyar Dolar)Yıllar Merkez Bankası Ticari Bankalar Altın Toplam2000 19.6 11.0 1.0 31.62001 18.7 10.4 1.0 30.12002 26.7 10.0 1.3 38.02003 33.6 9.8 1.6 45.02004 36.0 16.1 1.6 53.82005 50.5 16.4 1.9 68.82006 63.3 27.5 2.4 90.82007 76.4 31.8 3.1 108.22008 74.2 40.4 3.2 114.62009 75.3 35.5 3.7 110.82010 - - - -Kaynak: TC MB.93
10. ÖDEMELER DENGESİÖdemeler dengesi, bir ülkede yerleşik ekonomik birimlerin dış âlemle ilişkilerinigösteren bir tablodur. Yurtiçinde yerleşik ekonomik birimler kişi, kuruluş ve devletikapsamaktadır. Ödemeler dengesi, genel olarak, ticaret dengesi, cari işlemler dengesi ve sermayehareketleri dengesinden oluşmaktadır.Tablo 12: Ödemeler Dengesi (milyar dolar)YıllarCariDengesiİşlemlerGörünmeyenlerDengesi2000 -9.8 12.1 -21.952001 3.3 7.12 -3.72002 -1.5 5.75 -7.22003 -8.0 6.0 -14.02004 -15.6 8.3 -23.92005 -22.8 10.7 -33.52006 -31.9 9.0 -40.92007 -38.2 8.5 -46.6772008 -41.7 11.4 -53.0432009 -11.0 10.4 -21.42010 -18.0 13.0 -31.0Kaynak: Hazine Müsteşarlığı.Dış Ticaret DengesiTürkiye ekonomisi küresel kriz sonrası beklentilerin üzerine bir performans göstererekdiğer ülkelerden önemli bir ayrışma göstermektedir. Ancak bu pozitif ayrışmaya karşınekonominin klasik ve yapısal sorunun olan cari açık yeniden önemli bir risk oluşturmaya doğruyol almaktadır. Türkiye ekonomisinde makro istikrarın ve finansal istikrarın önünde en önemlirisk olarak cari açık olarak öne çıkmaktadır. Bu risk nedeniyle Türkiye birçok yönden hak ettiği,yatırım yapılabilir ülke kredi notuna ulaşamıyor. Ekonomide istikrarı kalıcı kılabilmek için cariaçık sorunun hafifletmek ve yönetebilir kılmak zorundadır. Eğer cari açık yapısal sorun iseyapısal önlemler almak yapısal reformları tamamlamak zorunluluğu vardır. Türkiye’nin cari açıkvermesinin temel nedenler bellidir. Bunları şöyle sıralanabilir.Yurt içi tasarrufların düşük olması,Yatırım mallarında yurt dışına bağımlılık,94
Enerjide ve hammaddede yurtdışına bağımlık,Katma değeri yüksek ileri teknoloji ürün üretiminin sınırlı olması veTL’nin değeri ile üretim maliyetleri arasında bozulan denge sonucu ithalürünlerin (nihai ürün, ara girdi, ara malı) fiyat avantajı kazanmasıdır.Türkiye orta vadeli perspektif içinde bu yapısal sorunlarını çözmüş veya çözümeyönelik politikaları uygulamaya koymalıdır. Aksi takdirde cari açık ekonomik istikrar önündehem bir risk hem de engel olarak kalacaktır. Sanayici ve üreticilerde bu riskin yarattığıbelirsizlikler nedeni ile cari açığın çözümüne katkı sağlamada çekingen kalacaklardır (meselaileri teknolojiye yatırım yapmakta çekingen davranacaktır ). Cari açığa neden olan bu yapısalsorunların çözümü için gerekli önlemler hızla alınmalıdır. Bu amaca dönük olarak, yurt içitasarruflar arttırılmalıdır. Bunu sağlamak için: Kamu kesimi, şirketler ve bireylerin tasarruflarınıartırmaya dönük olarak kurumsal önlemler ve programlar uygulamaya konulmalıdır. Yatırımmallarında Türkiye kendi üretim ve ürün teknolojisine sahip hale gelebilecek tedbirleri almalıdır.Enerji ve güç üreten makineler, endüstriyel makineler, motorlar gibi alanlarda kendi teknolojisiile üretim yapabilir hale gelmelidir. Enerji ve hammaddede, enerji ve maden arama ve işletmedestekleri ve kolaylıkları arttırılmalıdır. Türkiye’nin enerjisi yanı sıra hemen tüm metalürünlerin hammaddesine (cevher-hurda) dışa olan bağımlılığı azaltmalıdır. Hane halklarının kişibaşı geliri arttıkça pahalı katmalı marka değeri yüksek ürünlere talebi artmaktadır. Bu talebikarşılayacak ithal ikamesi yerli markalar üretebilecek bilgi birikimine sahiptir. Bu potansiyelharekete geçirilmelidir. Türk lirasının nominal değerlendirilmesi önlenemiyorsa maliyetartışlarını aşağı çekecek önlemler acilen alınmalıdır.11. BORÇ STOKUBorç stoku bir ülkenin herhangi bir dönemdeki iç ve dış borçlarının toplamından oluşur.Borç yükü ise, bir ülkenin belli bir dönemdeki toplam borç stokunun GSMH’ye oranı demektir.Genel olarak borç stoku ve borç yükü kavramlarına yalnızca borçların anapara yükümlülükleridahil edilir. Bir başka deyişle faizler bu iki kavrama dahil edilmez. Bunun temel nedeniborçlanma faizlerinin bir gider kalemi olarak kabul edilmesi ilkesidir. Konu hazine olduğuzaman yalnızca devlet borçlarının bu kavramlar çerçevesinde ele alınması doğal görülmeklebirlikte, genel eğilim iç borçlarda, devletin borçlarını stoka dahil etmek olduğu halde, dışborçlarda ülkenin özel kesim borçları da dahil olmak üzere bütün dış borçlarını stoka katmakyönündedir.95
Toplam Borç Stoku= İç Borç Stoku + Dış Borç StokuToplam Borç Yükü= Toplam Borç Stoku/GSMHGünümüzde bu sınıflandırmanın yanı sıra yalnızca kamu borçlarının hesaba dahiledildiği bir kamu borç stoku ve kamu borç yükü çıkarılmaktadır. Kamu borç stoku genişanlamda devletin, yani KKBG hesabına dahil edilen bütün kurum ve kuruluşların borçlarınıhesaba katan bir göstergedir. Bu stokun GSMH’ye oranı kamu borç yükü denilen kavramı ortayakoymaktadır. Avrupa Birliği’nin üyelerinde aradığı koşul (Maastricht kriteri) çerçevesinde kamuborç yükü %60’tan daha büyük olmamalıdır (Eğilmez, Kumcu, 2004, 155-157).Tablo 13. Kamu Finansmanı (2002–2009)Yıllar Net Kamu BorçStoku/GSMHBrüt Kamu BorçStoku(AB Tanımlı GSMH%)Kamu KesimiBorçlanmaGereği/GSMH2001 12,1 24,52002 61.4 73,7 10,0 10,22003 55,1 67,4 7,3 9,02004 49,0 59,2 3,6 4,52005 41,6 52,3 -0,3 0,62006 34,0 46,1 -2,0 -1,22007 29,5 39,4 0,1 1,02008 28,2 39,5 1,6 2,22009 32,5 45,5 6,4 -Kaynak: Hazine Müsteşarlığı.Genel YönetimBütçe Açığı/GSMH(AB Tanımlı)Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar nedeniyle 1990’larda hızlanan kamumaliyesindeki bozulma, mali krizin yaşandığı 2001 yılında doruk noktasına çıkmıştır. Ak PartiHükümetinin uyguladığı ekonomi politikalarıyla, kötüye gidiş tamamen tersine çevrilmiş vebütçe disiplini oluşturulmuştur. Uygulanan ekonomik program sayesinde toplam kamu net borçstokunun gayri safi yurtiçi hâsıla içerisindeki payı 2001 yılında %66,3 iken, 2009 yılınınsonunda %32,5’a düşmüştür.AB tanımlı borç stokunun GSYH’ye oranı, 2002 yılında %73,7 iken, 2009 yılı sonunda,%45,5’e düşmüş ve Maastricht kriterlerini karşılamıştır.Reel faiz oranları, 2004 yılının son çeyreğinden itibaren, tek haneli rakamlaradüşmüştür. Son on yıldaki reel faiz oranlarının %30’dan fazla olduğu unutulmamalıdır. Bunedenle Hazine yurtiçi borçlanma maliyetlerini önemli ölçüde düşürmüştür.96
Gayri safi yurtiçi hâsılanın oranı olarak, Kamu Sektörü Borçlanma Gereği 2001 yılındanitibaren önemli oranda düşmüştür.AB tanımlı Genel Yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranı da 2001 yılından itibarenönemli ölçüde düşmeye başlamış ve Maastricht kriterlerini karşılamıştır.Tablo 14: Dış Borç Stoku (GSYH'ye oran)Yıllar Orta ve Uzun Vadeli Kısa Vadeli Toplam2000 44.8 14.1 58.92001 67.8 11.4 79.22002 62.2 9.0 71.22003 39.7 7.5 47.12004 33.0 8.2 41.22005 27.3 8.0 35.22006 31.3 8.1 39.42007 31.8 6.7 38.42008 30.7 6.8 37.52009 32.5 6.9 38.72010 - - -Kaynak: Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı.12. FAİZ DIŞI FAZLAKamu kesiminin gelirleri, giderlerine eşit olsa, yani kamu kesimi topladığı gelirlerlegiderlerini karşılıyor ve açık vermeden, borçlanmadan, faiz ödemeden işlerini yürütüyorolacaktır. Kamu kesiminin giderleri personel maaşları, yatırım harcamaları, cari giderler (kamubinalarının bakımı, onarımı, aydınlatılması, kamu araçlarının benzin giderleri vb.) ve faizdışındaki transfer giderlerinden (vergi iadeleri, sübvansiyonlar, burslar vb.) ibaret olacaktır. Eğerkamu kesiminin borcu varsa buna cari yıl içinde faiz ödeyecek demektir. O halde kamu kesimigiderlerini; faiz giderleri ve faiz dışı giderler olarak ikiye ayırılır. (Faiz dışı giderler, yukarıdabelirtilen giderlerdir.) Bu durumda yukarıdaki dengeyi yeniden ve şu biçimde yazabiliriz:Kamu Kesimi Dengesi = Gelirler - (Faiz Giderleri + Faiz Dışı Giderleri)Burada önemli olan gelirlerin faiz dışı giderlerden yüksek olmasıdır. Bunu sayısal birörnekle açıklayalım. Diyelim ki kamu kesimi gelirleri toplamı 100 katrilyon lira, faiz giderleritoplamı 60 katrilyon lira ve faiz dışı giderlerin toplamı da 80 katrilyon lira olsun. Bu durumda97
giderler toplamı (60+80)=140 katrilyon lira olacağına göre kamu kesimi dengesi (100–140)=40katrilyon lira açık veriyor demektir. Faiz dışı denge şu formülle hesaplanır:Kamu Kesimi Faiz Dışı Dengesi=Gelirler-Faiz Dışı GiderlerYukarıdaki sayıları bu denkleme uygularsak faiz dışı dengeyi (100-80)=20 katrilyonlira olarak buluruz. Yani burada gelirler, faiz dışındaki normal harcamaları karşılamakta veortaya 20 katrilyon lira fazlalık çıkmaktadır. İşte bu fazlalık 60 katrilyon liralık faiz giderlerininbir bölümünü karşılamakta kullanılacaktır. Şimdi de faiz dışı giderlerin 80 katrilyon lira değil de110 katrilyon lira olduğunu varsayalım. Bu durumda sayıları denkleme koyarsak karşımıza (100–110)=-10 katrilyon liralık bir açık çıkar. Bunun anlamı bizim gelirlerimizin, bırakın faizgiderlerini, normal giderlerimizi karşılamaya bile yetmediğidir. Yani gelirlerimiz normalgiderlerimizi karşılamadığı ve dolayısıyla açık verdiğimiz için, bırakın faizlerin bir bölümünükarşılamak için borçlanmak durumunda olmayı, normal giderlerimizi yapmak için bileborçlanmak zorunda kalacağız demektir. Faiz dışı fazlanın yükselmesi demek bundan böyle dahaaz borçlanma ve ileride daha az faiz ödemek demektir. Bu kısa açıklamadan sonra faiz dışıfazlanın seyri aşağıdaki gibi olmuştur.Tablo 15: Faiz Dışı Fazla (İMF Tanımlı, GSMH %, 2003-2008)Kaynak: Hazne Müsteşarlığı.Yıllar (Faiz Dışı Fazla/GSMH )1993- 2002 Ort. 0,32003 4,82004 5,52005 5,02006 4,62007 3,12008 1,87IV. MAKROEKONOMİK ANALİZLERDE DIŞSAL YA DA SABİT KABULEDİLEN FAKTÖRLER VE BUNLARIN TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİSİBuraya kadar iktisadi göstergeler ışığında Türkiye ekonomisinin durumu ortayakonulmaya çalışılmıştır. Ancak ekonomi bir sosyal bilimdir ve sosyali ilgilendiren her şeydenetkilenir. Bir başka deyişle ekonomi, ekonomik verilerle analiz edilebilecek kadar basit bir olaydeğildir. Bir ülkenin ekonomisi sadece ekonomik faktörlerle analiz edilemez. Zira iktisadi hayatson derece karmaşıktır. İktisadi analizlerde bu karmaşıklığı telafi etmek isterken iktisadi olay vedavranışları etkilemesi muhtemel birçok unsurdan sadece önemli olanlarını yani iktisadi hayatıdolaysız (direk) etkileyen unsurları ele alır ve analiz eder. Teorik anlamda makroekonomik98
ilimi iktisadi analizlerde iktisadi hayatı dolaylı ama esaslı olarak etkileyen unsurları dışsal ya dasabit kabul ederler. Oysa bu değişmez, sabit kabul edilen unsurlar iktisadi hayatı derindenetkileyen faktörlerdir. Sabit kabul edilen faktörlerin başında küresel şirketlerin davranışları,siyasal, sosyal olaylar ve hukuksal kararlar ile askeri kurumların karar, tercih ve bildirileri ilemevcut bürokratik yapı ekonomiyi derinden etkilemektedir. Bu kurumlar karar alırken ülkeekonominin nasıl bir tepki vereceğini pek dikkate almazlar. Oysa Türkiye ekonomisi, ekonomidışı gibi gözüken bu kurumların davranışları, ekonomiyi düzeltmek için alınan iktisadikararlardan daha ekleyici ve belirleyici olmuştur. Ekonomi, ekonomi politikaları ile idareedilebilecek ve dolayısıyla da ekonomi, siyasal kararlardan, hukuksal kararlardan ve askerikararlardan hatta kurumlar arası çatışmalardan bağımsız değildir. Ekonomik analizler de bukurumların davranışları dikkate alınması ve geleceğin bu yönde kurgulanması ekonominin doğruyönetilmesinin temel şartıdır. Aksini savunan birisinin ekonomiyi doğru yorumlaması mümkündeğildir. Konuyu bira daha açmak gerekirse ekonomi sadece ekonomi politikaları ile yani vergipolitikaları, merkez bankasının faiz oranlarına yönelik kararları, hazinenin teşvik politikaları,bankaların kredi politikaları, hükümetin ihracat ve ithalat politikaları ya da istihdam politikalarıile yönetebileceği bir alan değildir. Özellikle Türkiye ekonomisi siyasi kararlardan, hukuksalkararlardan ve askeri kurumların siyasete müdahalesinden etkilenmediğini söylemek mümkündeğildir. Tam tersine Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun sebeplerini buradaaramak gerekir. Konuyu biraz daha açarak, Ekonomi-hukuk ilişkisine bakıldığında, Hukuksalkararların ekonomiyi ciddi biçimde etkilediğini görmek mümkündür. 2007 yılı ekonomisininsıkıntılı geçmesinin sebepleri arasında yargı kararlarını da saymak mümkündür. Bu anlamdaAnaysa Mahkemesinin 367 kararı ve bunun akabinde oluşan belirsizlik ortamında iktisadi kararbirimlerini tereddüde sürüklemiştir. Bunun dışında Danıştay’ın özelleştirme kararlarına yönelikiptal kararları, keza anayasa mahkemesinin 2B kararları (orman vasfını yitirmiş arazilerinekonomiye kazandırılması) ve yabancı sermayenin ülkeye girişine yönelik düzenlemelerle ileilgili kararları örnek verilebilir. 2008 yılının ilk yarısı iktidardaki partisinin kapatılması içinAnayasa Mahkemesine açılan kapatma davası ve Anayasa Mahkemesinin iktidar partine yönelikkapatma ya da kapatmama kararı ile yine Anayasa Mahkemesinin TBMM’nin Anayasa veyasalarda değişiklik yapma yetkisini kısıtlamaya yönelik kararlarının gölgesi altındakaybedilmiştir. Hatta Yargı organlarının düşünceyi ifade etme özgürlüğüne yönelik kararlarınınekonomiyi nasıl etkilediğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Zira bu tip kararların TürkiyeAvrupa Birliği ilişkilerinin bozulmasına ve dolayısıyla ekonominin bundan olumsuz bir biçimdeetkilenmesi söz konusu olmuştur. Sonuç olarak yargının bağımsız olmadığı ülkelerde yargıkararları ekonomiyi doğrudan etkilemektedir. Ekonomi-siyaset ilişkisine bakıldığında99
Türkiye’de siyasal partiler, sorumlu siyaset anlayışın uzak, iktidar hırsı ile hareket etmektedirler.Özellikle ana muhalefet partileri seçimin ertesi günü iktidarın her yaptığının ülke ekonomisininaleyhine imiş gibi sunmakta ve iktidarı halk nezrinde yargılama yerine yargı organlarındayargılama yollarını seçmektedir. Meclis çatısı altında muhalefet etmekten ziyade yargısalyollarla (yargısal kurumla nezdinde) mücadele etme yolunu seçmektedir. Hatta muhalefetpartileri iktidarı elde etmeyi iktidar partilerinin şu ya da bu yolla kapatılmasında aramaktadırlar.Halk tarafından seçilen ve iktidara getirilen bir partinin ülkeye hizmet etmesinin yoları tıkamaktave onun iktidardan uzaklaştırılması için gereken ne ise meşru ya da hukuki olup olmamasınabakılmaksızın sorumsuz bir muhalefet anlayışı ortaya konulmaktadır. Bunun en sonörneklerinden birisi 2007 yılının ekonomik anlamda kayıp yıl olması muhalefet partilerinincumhurbaşkanlığı seçim sürecini tıkamaya yönelik çalışmalarıdır. Yine muhalefet partinin aynıyıl yapılan seçimlerin arkasından iktidara getirilen bir partinin kapatılmasına seyirci kalmasıhatta desteklemesi 2008 yılının ilk yarısında ekonominin kötüleşmesinin ana nedeni olmuşturTürkiye ekonomisi analiz edilirken önemli bir parametre de siyasal iktidar-orduilişkisidir. Normal demokratik ülkelerde ordu kendi uzmanlık alanlarını ilgilendiren konulardaözellikle ülkenin dış tehditlere karşı korunmasında hayati fonksiyonlara sahiptir. Oysa ülkemizdeorduyu temsil eden Genel Kurmay başkanlığı Türk siyasal hayatını derinden etkilemeyenkararlar almakta, bildiriler yayınlamakta ve belli kararların alınması için baskı yapabilmektedir.Genelkurmayın bu tip davranışları Türkiye ekonomisinin istikrarsızlaşmasına yol açmaktadır.Daha açıkçası ekonomi, ekonomik olmayan bu tip kurumların davranışlarından olumsuzetkilenmektedir. Bunun örneklerini yakın tarihten görmek mümkündür. 28 Şubat öncesi ekonomirakamları, ekonominin iyi yolda olduğunu göstermektedir. Hatta koalisyon dönemleriekonomilerinin en iyisidir. Süreç sonrasında ekonomik göstergelerin ve ekonomik dengelerinhızla bozulduğu, bankaların içinin boşaldığına ve Türk insanının tasarruflarının boşaharcandığına tanık olunmuş ve sonuçta Türk ekonomisi tarihinde hiç görülmemiş bir krizle karşıkarşıya gelmiştir. Yaşanan bu krizi, sürecin dominant kurumuna bağlamak doğru değil amamevcut üçlü koalisyon iktidarının da bu süreç sonrasında ortaya çıktığı da bir realitedir. Krizinsorumlusu elbette iktidardır ama bu iktidarın oluşmasına katkı sağlayan kurumlarda bir o kadarsorumludur. Böyle bir sürecin yaşanmasına siyaset kurumları özellikle muhalefet partileri seyircikalmış, sorumlu davranmayarak siyaset dışı kurumların siyasete müdahale etmesine zeminhazırlamışlardır. İkinci örnek yukarıda bahsedilen 2007 yılının ekonomik anlamda kötügitmesinin tek sebebi Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Mevcut yasal düzenlemeler (bir askerimüdahale sonrasın yapılmış bir anayasa hükmü) bu seçimin kriz olmaksızın atlatılmasını100
mümkün kılmaktadır. Buna rağmen muhalefet partilerinin sorumsuz davranışları ve genelkurmaybaşkanlığının yayınladığı bildirilerle Anayasal sürecin işlemesine mani olmuşlardır. Özündeiktisadi olmayan kurumların davranışları 2007 yılı ekonomisinin kötü geçmesine yol açmıştır.Sonuç olarak insanların ve toplumların hayatını idame ettirme çabası olarak tarif edilenekonomide esas olan istikrarı yakalamaktır. Ekonomi yönetiminin temel stratejisi de istikrarıyönetmek olmalıdır. Ekonomide istikrar, iktisat politikası araçları denilen mali araçlar, parasalaraçlar, kontrol araçları ve kurumsal araçlardan daha çok iktisat dışı zannedilen siyaset, yargı veaskeri kurumların kararlarından, küresel ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerden etkilenmektedir.Bu kurumlardan bir ya da bir kaçının yanlış kararları ekonomiyi bir bütün olarak etkilemektedir.Ekonomik dengeler o kadar kırılgan ki bunu tarif etmek için ekonomide bıçak sırtı dengedenbahsedilir. Siyasi ya da hukuki bir karar ekonomiyi etkilediği gibi askeri bir organın karar ya dabildirileri ya da küresel aktörlerin birinin kararı bir ülke ekonomisini temelden sarsmaktadır.Bozulan dengeleri yeniden sağlamak için iktisat politikaları yetersiz kalmaktadır. Türkiyeekonomisinin istikrarlı bir yapıya kavuşması siyasal, sosyal ve yargısal hatta asker kurumlarınınkarşılıklı işbirliği ve dayanışmasına bağlıdır. Aksi takdirde hangi istikrar politikası uygulanırsauygulansın istikrarı yakalamak mümkün değildir. Özetle ekonomik istikrar siyaset kurumundan,yargı kurum ve kararlarından ve askeri birimlerin davranış ve bildirilerinden bağımsız değildir.Bu nedenle ekonomik istikrar için; 1. Her kurum ve kuruluş kendi asli fonksiyonlarını en iyişekilde yerine getirme çabası içinde olmalıdır. 2. Bu kurum ve kuruluşlar birbirlerinin görevalanlarına saygı göstermeli ve müdahale etmemelidir. Kurumlar arası çatışmalar işbirliğinedönüşmelidir. Bunun yolu son referandum la açılmıştır. Bu süreçte Türkiye ekonomisiönümüzdeki yıllarda sürdürülebilir büyüme ve istikrarı yakalayarak dünya ekonomisindeki hakettiği yeri alacaktır. Nitekim bunun işaretleri alınmıştır.V. ULUSLARARASI KURULUŞLARA GÖRE TÜRKİYE EKONOMİSİ1. Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance'ın Ülkelerin ekonomi politikaları,GSMH, işsizlik oranı, turizm geliri, ülke risk algısı, rekabet gücü, sağlık hizmetleri, toplamihracat, bankacılık sistemi gibi göstergeler göz önünde bulundurarak marka değerinibelirlenmektedir.Brand Finance'ın yaptığı 2011 araştırmasına göre Türkiye'nin marka değeri, bir öncekiyıla oranla yüzde 19,8 artarak 373 milyar dolara yükselmiştir. Böylece Türkiye, dünyanın endeğerli 19'uncu, Avrupa'nın ise en değerli 10'uncu ülke markası haline geldi. Bu araştırmanınsonuçlarına göre ilk kez en değerli 20 ülke markası arasına giren Türkiye, Tayvan, Avusturya,101
Finlandiya ve İrlanda gibi ülkeleri de geride bıraktığı gibi Danimarka ve Avusturya gibi ülkeleride geride bırakmıştır. Brand Finance'ın raporunda en değerli ülke markası sıralamasında 12trilyon 576 milyar dolarla Amerika Birleşik Devletleri ilk sırada yer aldı. İlk 10 ülkesıralamasında ABD'yi sırasıyla Almanya, Çin, Japonya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada,Hindistan ve Brezilya izlemektedir.Brand Finance'in araştırması, Türkiye'nin, dünyanın en değerli 19'uncu, Avrupa'nın iseen değerli 10'uncu “ülke markası” olduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmada gösteriyor kiTürkiye Cumhuriyet'in 100. yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyibaşaracaktır.Bu araştırma sonuçlarına göre marka değeri en fazla büyüme%40.40 ile Çin'deyaşanırken, Hindistan %31.60 ile ikinci, Brezilya %21.50 ile üçüncü, Türkiye %19.80 iledördüncü sırada yer almaktadır.. Türkiye, krizdeki Avrupa'nın en hızlı marka büyümesiniyaşarken, deprem ve tsunamiyle sarsılan Japonya'da %25.90 düşün yaşanmıştır. Avrupa'nınişsizlik deposu İspanya %15.80, iflasa yaklaşan İtalya %12.40, AB'nin merkezi Belçika ise%7.10 değer kaybı yaşanmıştır.Tablo 16- Ülkelerin Marka SıralamasıÜlkeMarka Değeri(Milyara $)Değişim (%)1. ABD 12.576 5.302. Almanya 3.146 1.503. Çin 3.001 40.404. Japonya 1.940 -25.905. İngiltere 1.849 -4.906. Fransa 1.673 2.407. İtalya 1.515 -12.408. Kanada 1.309 2.809. Hindistan 1.266 31.6010. Brezilya 959 21.5011. Hollanda 829 -8.3012. Rusya 752 11.7013. İspanya 729 -15.8014. Avustralya 702 -7.3015. Meksika 672 18.5016. Güney Kore 605 19.6017. İsviçre 551 17.7018. İsveç 471 5.4019. Türkiye 373 19.8020. Belçika 369 -7.10Kaynak: Brand Finance, 2011.102
2. IMF’nin top 20 listesine göre, Milli gelir büyüklüğüne göre dünyada 16′ıncı sıradayer alan Türkiye, Endonezya’yı geçerek 15′inci sıraya yerleşmiştir.3. OECD, Türkiye’nin bu yılki büyümesine ilişkin öngörüsünü yüzde 6.8’den yüzde8.2’ye çıkarmıştır. Bu yılki büyüme performansıyla halen OECD rekortmeni olan Türkiye’nin buunvanı kimseye kaptırmayacağı da teyit edilmiştir.4. Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre Türkiye, bu yılın sonunda Çin, ABD,Brezilya ve Japonya gibi dünya devleriyle birlikte Gayri Safi Yurtiçi Hâsılasını (GSYH) en fazlaartıran ülkeler arasında yer alacak. Yurt içi hasıla artışında AB ülkelerini geride bırakan Türkiye,ekonomik krize rağmen yıl sonunda 114,6 milyar dolar artışla GSYH’sini en fazla artıran 12′inciülke olacaktır.5. Uluslararası reklam şirketi Saatchi&Saatchi Başkanı Kevi Robert, 13 yıl önce ilkTürkiye’ye geldiğinde IMF’ye bağlı bir ülke olan Türkiye’de şimdi her şeyin tersine döndüğünübelirterek, “Önümüzdeki 10 yıl Türk yılı olacak. Artık Amerika’nın esiri değilsiniz, kendifikriniz var” diyerek bir gerçeğin altını çizmektedir.6. Yıllardır Avrupa’nın çemberinde bulunan bir ülke olan Türkiye, 2011’de normaldendaha büyük bir role sahip olacak. Bunun bir nedeni Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisiolmayı ikinci yılda da sürdürecek olması. Türkiye’nin bu büyümesi dünyada sadece Çin,Hindistan ve diğer bazı küçük yükselen ekonomiler tarafından aşılabilecek (The Economist).SONUÇTürkiye ekonomisi son 10 yılda belli makro gelişmelerde önemli başarılar elde etmiştir.Bu başarıların devamı için yapısal reformların kararlılıkla sürdürülmesi, siyasi istikraraortamının devamı, popülist uygulamalara itibar edilmemesi, istikrarı sağlamak ve korumaklayükümlü kurumların şeffaf, hesap verebilir uygulamalarla güven ortamının devam etmesizorunludur.Mali disiplin içinde devam eden ve istihdama yansıyan yüksek büyüme, sadece içeridedeğil, dünya ile kıyaslandığında da yüksek bir performansa işaret ediyor. Siyasetteki istikrar ülkeekonomisine de kısa sürede yansımıştır. 2002 yılındaki tek parti iktidarına kadar ülke 11 yılboyunca koalisyon hükümetleriyle yönetilmiştir Ancak bir istikrardan söz etmek mümkündeğildir.103
2003–2009 arası dönemde Türkiye ekonomisi ortalama yüzde 4,5 büyümüştür. Yineaynı dönemdeki ortalama enflasyon oranı yüzde 8,3’te kalmıştır. Yine bu dönemde ülkeye 83,1milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi olmuştur. Bu rakam bütün Cumhuriyet tarihiboyunca Türkiye’nin çektiği toplam yabancı sermayeden daha fazladır.Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu borçlanma faiz oranlarını yüzde 6,25’e kadarindirmiştir. Yüzde 7500’ü bulan faiz oranları ile yüzde 6,25’i kıyaslamak bile kabil değildir.Türkiye 1994–2000 ve 2001 ekonomik krizlerini yaşarken, bunda temel faktörekonomide atılan yanlış adımlar yada atılmayan adımlar ve siyasi istikrarsızlıkların ödettiğibedellerdi. Yani yaşadıklarımız hep iç krizler olarak kayıtlara geçti. Türkiye’de bu çalkantılaryaşanırken, dünyada kriz yoktu. Bu dönemde ise dünya çok büyük bir ekonomik krizden geçti.2008 Eylül ayında Amerika’da ipotekli konut kredilerinin geri ödenmesinde (Mortgage) yaşanansorunlarla başlayan finans krizi kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına aldı. Bu süreçte, Türkiyeekonomisi tarihinde ilk kez küresel bir krizle kendini test etmek zorunda kaldı. Krizin etkileri2008’in son çeyreğinden itibaren hissedilmeye başladı. Böylece 2002 ilk çeyreğinden itibaren 27çeyrek üst üste büyüyen Türkiye ekonomisi, 2008’in son çeyreğini küçülerek kapattı. Küreselkrizin ülke ekonomisi üzerindeki etkileri 2009’da hissedildi. Ancak 2010 yılına ait büyümeverileri, krizin etkisinin ortadan kalktığını göstermektedir. Dünya krizle boğuşmaya devemederken Türkiye krizi atlatmış ve ilgi odağı olmaya devam etmektedir.Yaşanmakta olan küresel krizde sürecinde Türk bankacılık sektörü ve finans kesimindehiçbir sarsıntının yaşanmaması alınan tedbirlerin bir sonucudur. Reel sektördeki daralmayarağmen Türkiye, OECD ülkeleri arasında bankası batmayan ve finans sektörüne para aktarmayantek ülke olmayı başarmıştır. 2001’deki krizden sonra yeniden yapılandırılan bankacılık sektörü,AK Parti hükümetinin denetimi ve özerk üst kurulların yaptığı çalışmaların neticesini aldı.Bankalar krizde sıkıntıya girmedikleri gibi kârlarını da katladı. Finans sektörünün de sağlamdurmasıyla Türkiye, küresel krizin etkilerini hızla üzerinden atmaya başladı ve 2009’un sonçeyreğinde %6 gibi beklentilerin çok üstünde bir büyüme gösterdi ve 4 çeyreklik durgunluğa dason vermiş oldu. 2010 yılında Türkiye ekonomisinin gösterdiği performansla Avrupa’nın en hızlıbüyüyen ekonomisi olmuştur. Dünya da ise Çin’den sonra dünyada en fazla büyüyen, belirli birekonomik büyüklüğe sahip ikinci ekonomi olmuştur. Tek haneli beklenen ikinci çeyrekbüyümesi yüzde 10,3 olarak gerçekleşti. İkinci çeyrek büyümesiyle OECD rekoru kıran Türkiye,aynı zamanda dünyada da en fazla büyüyen ilk 3 ekonomi arasına girmiştir. Üçüncü Çeyrekte ise5,5 büyüyerek Avrupa’nın en hızlı büyüyen 2. ülkesi oldu. Bu gelişmeler büyümeyle ilgiliyılsonu beklentilerinin de revize edilmesine yol açtı. 2010 yılında Türkiye’nin %8.9 oranında104
üyümüştür. Büyüme 2011’de de devam etmektedir. 2011’in ilk çeyreğinde %11, İkinci çeyrekteise %8.8 Büyümüştür.2010 yılında ekonominin âdeta uçuşa geçmesi sadece büyümeyle sınırlı kalmadı elbette.2009 yılında küresel krizin etkisiyle bir ara %16’lara kadar tırmanan işsizlik rakamları,yılbaşında %14,5 seviyesindeydi. Haziran ayına gelindiğinde ise Türkiye’de işsizlik oranı%10,5’e geriledi. Bu dönemde Türkiye ekonomisi için en önemli gelişmelerden biri, yarımyüzyıldır devam eden IMF yönetiminin sona ermesidir. Bugüne kadar Uluslararası Para Fonu ile19 stand-by anlaşması yapan ve son ikisi hariç bütün anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlananTürkiye, artık kendi ekonomi programı ile yoluna devam ediyor. Bilindiği gibi Türkiye’ninbaşarıyla sona erdirdiği iki IMF anlaşmasından biri, 4 Şubat 2002’de Kemal Derviş’in imzaladığıanlaşmadır. AK Parti iktidarı devraldıktan sonra bu anlaşmaya sadık kaldı, sürenin dolmasındanhemen önce, Şubat 2005’te IMF ile 19. Stand-by anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmanın süresi deMayıs 2008’de doldu. Bu dönemde yaşanan küresel krize rağmen Türkiye IMF ile yeni biranlaşma imzalamadı. AK Parti hükümeti, merkez medya ve büyük sermayenin bütün baskılarınarağmen yola Orta Vadeli Program’la devam etmeyi tercih etti ve küresel dalgalanmadan en azzararla çıkmayı başardı. Böylelikle son yıllardaki reformlar ve 12 Eylül’de kabul edilen anayasadeğişiklikleri ile askerî vesayeti kırma yolunda çok önemli mesafe alan Türkiye, ekonomide deIMF vesayetinden kurtulmuş oldu. Ak parti iktidarı ile Türkiye ihracat pazarlarını görülmemişşekilde çeşitlendirdi. Ortadoğu, Uzakdoğu ve Afrika pazarları bu dönemde keşfedildi. Avrupa veAmerika’ya mal satmaya alışmış iş adamları, krizle başlayan bu pazarlardaki daralmadan sonra,hükümetin açılımları ve ekonomi ağırlıklı sivil kuruluşlarının öncülüğünde yeni pazarlaraaçılmayı başarmıştır. 2000 – 2009 döneminde Türkiye’nin dış ticareti yüzde 195 artışgösterirken, 7 sınır komşumuz ile dış ticaret aynı dönemde yüzde 445 arttı. Komşuların veOrtadoğu ülkelerinin Türkiye’nin dış ticaretlerindeki payı yüzde 5’ten yüzde 45’lere tırmandı.Bunun da etkisiyle 2009’daki ciddi küresel daralmaya rağmen Türkiye’nin ihracatı 101 milyar629 milyon dolar seviyesinde gerçekleşti. 2010 hedefi ise 111 milyar dolar olarak belirlenmiştir.Görünen o ki Türkiye’de son 8 yıldır devam eden siyasi istikrar, demokratik atılımlar,özgürlükler noktasında alınan mesafe, ekonomik durumu da doğrudan etkilemektedir. 2001krizinde kişi başına düşen millî geliri 2 bin dolara gerileyen Türkiye, şimdi 8 bin doları aşanmillî gelire sahip. IMF, Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hâsılasının tarihinde ilk kez yılsonunda 1trilyon lirayı aşarak 1 trilyon 95 milyar lira olacağı hesabını yapıyor. Yıllar boyunca, sahipolduğu devasa potansiyeli kullanamayan Türkiye, artık dünya ticaretini belirleyen sayılı105
ekonomik güçlerden biri olma noktasına geliyor. Gelişmelerden etkilenen değil, onların yönünübelirleyen bir aktör konumuna gelmiştir.Özetle AKPARTİ iktidarı ile Türkiye ekonomisinde elde edilen kazanımları şuşekilde sıralamak mümkündür.1. Kaybolan güven yeniden kazanılmıştır. Ülkeye siyasal istikrar gelmiştir.2. Sürdürülebilir ekonomik büyüme ve iktisadi etkinlik için gereken kararlar zamanındaalınmaya başlanmıştır.3. Siyasi yapıda, kamu yönetiminde ve devlet yapısında ciddi reformlar yapılmıştır.4. Modern dünyadan uzak, fakir ülkeler sınıfında yer alan Türkiye AKPARTİ iktidarıile önce G20’ler sonra G15 içine girmeyi başarmıştır.5. Sivil yönetimin, askeri müdahale ve dış baskılara karşı koyma iradesi göstermeyebaşlamış, demokratik kurallar içinde kendi kendini ıslah etme, iyileştirme modernize etmeiradesini gösterebilir hale gelmiştir.6. 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin sorunlarının çözülmemesinin temel nedeni olankötü yönetim, AKPARTİ iktidarı ile geride kalmıştır. İyi yönetim sorunların çözümünüberaberinde getirmiştir.7. Kamu yönetiminde performans ve verimliliğe esas alan istihdam ve ücret sisteminegeçilmemesine rağmen kamu yönetiminde belli bir kalite düzeyine erişilmiştir.8. Devlet, asli fonksiyonu olan denetleyici rolüne yeniden dönmüştür.9. Devlet harcamalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik esas alınmaya başlanmıştır.Daha önce hesap vermeye yanaşmayan kurum ve kuruluşlar hesap verir hale getirilmiştir.10. Krizlerin çözümü için ithal reçeteler yerine kendi uzmanlarının görüşlerine itibaredilir hale gelmiştir.11. Uygulanan yapısal reformlar sayesinde, özel sektörün Türk ekonomisindeki rolüartmıştır. Finans sektörünün etkinliğini ve dayanıklılığını sağlanmıştır. Sosyal güvenlik sistemidaha sağlam bir temel oturtulmuştur.12. Türkiye ekonomisi, geçtiğimiz dokuz yıl boyunca dünyadaki krize rağmen istikrarlıbir büyüme sergilemiştir. Kararlı bir şekilde uygulanan yapısal reformlar ve başarılımakroekonomik politikalar, Türkiye’nin bölgesinde en hızlı büyüyen ekonomiler arasınagirmesini sağlamıştır. Ekonomideki istikrar ve yüksek performans106
2002–2010 yılları arasında,GSYİH % 218 artarak 736 milyar ABD dolarına ulaşmıştır.Yıllık ortalama reel GSYİH artışı % 4,8 düzeyinde gerçekleşmiştir.Enflasyon % 30’dan % 6,4’e gerilemiştir.Kamu borç stokunun GSYİH içindeki payı % 74’ten % 42’ye düşmüştür.Bütçe açığının GSYİH içindeki payı % 10’dan % 3’e inmiştir.Bu başarının yakalamasında iktidarın ekonomi programı yatmaktadır. Programın temelözelliği gerçekçi, ihtiyatlı ve tutarlı olmasıdır.Veri ve İleri Araştırmalar İçin KaynaklarBağımsız Sosyal Bilimciler-İktisat Grubu, “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ÜzerineDeğerlendirmeler”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Yıl:16, Sayı:185, 2001, s.7-47.Çanakçı, İ., “Sürdürülebilir Yüksek Büyüme ve Makroekonomik İstikrar,” İktisat, İşletme veFinans, 19(221), 2004, 21-27.Çeçen, A., Doğruel, S. ve Doğruel, F., Türkiye’de Ekonomik Büyüme Yapısal Dönüşüm veKriz. Ege Yayınları, 1996.Doğruel, F., Doğruel, A. Suut, Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar Arjantin, Brezilya, Meksika,İsrail, Türkiye Deneyimleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 134, İstanbul, 2006.Eğilmez, M., Kumcu, E., (2004), Ekonomi Politikası Teori ve Uygulaması, Remzi Kitabevi,İstanbul.Ercan, H., “İstihdamsız Büyüme: Verimlilik Artışımı, Yeni İş Yasası mı? Bir ÖnDeğerlendirme”, Ekonomik Büyümenin Dinamikleri ve İstihdam Kaynaklar ve Etkileri,Ed: Bilim Ne Yaptı, TEK, 2005, s.173.Eren, E., Bildirici, M., “Türkiye’de Siyasal ve İktisadi İstikrarsızlık;1980-2001”, İktisat,İşletme ve Finans dergisi, Yıl:16, Sayı:187, 2001, s. 27-43.İzmen, Ü., Filiztekin, A., Yılmaz, K., “Makro Ekonomik Çerçeve Dinamikler/ Strateji”,TUSİAD Büyüme Stratejileri Dergisi, No. 1, Türkiye’de Büyüme Perspektifleri,Haziran, 2005, s.84.Özsağır, A., “Bilgi Ekonomisi Bağlamında Ekonomik Krizler ve Türkiye”, Yarınlar İçinDüşünce Dergisi, Y:4, S:37, Kasım 2008.Özsağır, A., “Türkiye Ekonomisinde Yapısal Bozukluklar ve Sebepleri”, Yarınlar İçin DüşünceDergisi, Y:4, S:40, Şubat 2009.Özsağır, A., “İnsan Hakları Açısından İşsizlik ve Nedenleri”, Yarınlar İçin Düşünce Dergisi,Y:4, S:40, Mayıs 2009.Palamut, M. E.,Giray, F., “Cumhuriyetten Günümüze Yaşanan Mali Krizler ve UygulananPolitikalar”, Türkiye Günlüğü Ekonomik Kriz Özel Sayı I, Sayı 41 Eylül –Ekim 2001.Şiriner, İ., Doğru, Y., Türkiye’de Büyümenin Ekonomi Politiği, 1980 Sonrası TürkiyeEkonomisi Üzerine Bir İnceleme, Dipnot Yayınları, Ankara, 2006.107
T.C. Hazine Müsteşarlığı, Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı: Hedefler, Politikalarve Uygulamalar, T.C. Başbakanlık, 2001.Yılmaz, K., Akçay, C., Alper, E., Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri, Gelişmekte olan ÜlkelerIşığında Türkiye Örneği, TÜSİAD Yayın No: 2002-12/341.DPT (www. dpt. gov. tr).TC. Hazine Müsteşarlığı (www. hazine. org.tr).TC. Merkez Bankası (www.tcmb.gov.tr).TÜİK (tuik.gov.tr).108
AK PARTİ 2007-2011 SEÇİM BEYANNAMELERİ: SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİMDoç. Dr. Hamit Emrah BerişKamu Yönetimi BölümüGazi ÜniversitesiGİRİŞSeçim beyannameleri, siyasal partilerin muhtemel iktidarları döneminde yaşamageçirmeyi vaat ettikleri uygulamaları, ülkenin sorunlarına yaklaşımlarını ve bunlara yönelikçözüm önerilerini içerir. Ancak, kuşkusuz, seçim beyannameleri, herhangi bir siyasal partininülkenin geleceğine yönelik vizyonunu ve bakış açısını göstermesi bakımından özel bir anlamtaşır. Bu bakımdan, beyannamede yalnızca seçmenlere yönelik vaat veya taahhütlerin bulunmasıyeterli değildir. Bunların belirli bir sistematik ve düzenlilik içerisinde ifade edilmesi,beyannamenin söz konusu partinin ideolojik konumu ile ayrıca kendi içinde tutarlı olması vebütünlük taşıması önem arz eder. Demokratik kültür içerisinde, seçim beyannamelerinin siyasalpartileri belirli açılardan bağlayıcı bir yüzü vardır. Zira seçim beyannameleri, özellikle birsonraki seçim döneminde, seçmen karşısında verilecek sınavın adeta cevap anahtarıdır. Bubağlamda, seçmenlerin iktidarda bulunan partinin en başta kendisine vaat ettiği siyasal,toplumsal ve ekonomik hedeflere ne ölçüde ulaşabildiğini seçim beyannamesi aracılığıylaölçebileceği ve performansına not verebileceği varsayılır.14 Ağustos 2001 tarihinde, çoğu Fazilet Partisinden (FP) kopan, Recep Tayyip Erdoğanliderliğindeki bir grup tarafından kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) kuruluşununüzerinden henüz yalnızca bir yıldan biraz fazla bir süre geçmesine rağmen 29 Kasım 2002seçimlerinde tek başına iktidarı elde etmesini sağlayacak çoğunluğa ulaşmıştır. AK Parti’nin2002 seçimleri için hazırladığı seçim beyannamesi, yeni kurulan bir partinin kendisiniseçmenlere anlatması ve ülke sorunlarına bakışını ortaya koyması bakımından önemtaşımaktadır. Kendisini ideolojik açıdan “muhafazakâr demokrat” nitelemesiyle adlandıran AKParti, 2002 seçim beyannamesinde, her şeyden önce, ilk kez karşısına çıkacağı seçmenekendisini anlatmak yolunda çaba harcamıştır.AK Parti, 2007 seçim beyannamesinin kamuoyuna sunulduğu süreçte, yaklaşık beş yılboyunca tek başına iktidar geçmişine sahip olmuştur. Dolayısıyla, 2007 seçim beyannamesi, hemPartinin iktidarda bulunduğu sürecin genel bir muhasebesinin yapılması hem de bir sonrakidönemde, kalınan yerden ne şekilde devam edileceğinin göstergesi niteliğindedir. AK Parti’nin109
2007 seçim beyannamesi, “Güven ve İstikrar İçinde Durmak Yok Yola Devam” başlığınıtaşımaktadır. Beyannamede, sunuş ve sonuç dâhil olmak üzere 12 bölüm yer almaktadır. Herbölüm alt konu başlıkları ile desteklenmiştir. Genel olarak bakıldığında beyannamenin oldukçakapsamlı şekilde hazırlandığı ve 2002 yılında Partinin katıldığı ilk seçimde aynı amaçlaoluşturulan metnin devamı niteliğinde olduğu görülür. Dolayısıyla, Parti, iktidara geldiği ilkgünden itibaren tutarlı ve başlangıçtaki bakış açısından uzaklaşmayan bir çizgi izlediği mesajınıvermeye çalışmakta; bu bakımdan, seçim beyannamesinden kurumsallaşma sürecini desteklemeaçısından yararlanmaktadır. Nitekim geçmiştekilerden daha kapsamlı ve uzun vadeli hazırlananAK Parti’nin 2011 Seçim Beyannamesi de aynı çizginin devamı özelliği göstermektedir.Elinizdeki çalışmanın ilk bölümünde, AK Parti 2007 Seçim Beyannamesinde öne çıkanbaşlıklar ekseninde vaat ve taahhütler özetlenecek; ikinci bölümde ise 2002-2007 arasındakisürede, başlangıçta belirlenen hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiği sorgulanacaktır. Bu amaçla,siyasal, ekonomik ve toplumsal hedefler üç ayrı başlıkta toplanacak, mevzuatta yapılandüzenlemeler, uygulamalar, ekonomik göstergeler ve istatistiklerden yararlanılarak Partininikinci iktidar dönemi için önceden belirlediği hedeflere 2007-2011 arasındaki zaman dilimindene ölçüde ulaşabildiği irdelenecektir.Çalışmanın son bölümü ise AK Parti 2011 Seçim Beyannamesini konu almaktadır. Bubölümde, 2011 Beyannamesi ile 2007 yılında aynı amaçla hazırlanan metin karşılaştırılacak veözellikle siyasal sorunlara bakışın değişip değişmediği sorgulanacaktır.Tablo 1: AK Parti’nin Seçim Performansları 33Oy Sayısı Oy Oranı(%)MilletvekiliSayısıToplamBelediye3 Kasım 2002 Genel 10.808.229 34,3 363 -28 Mart 2004 Yerel 13.447.287 41,7 - 175027 Temmuz 2007 Genel 16.327.291 46,6 341 -29 Mart 2009 Yerel 15.353.553 38,39 - 1442I. 2007’DE BAŞLICA VAAT VE TAAHHÜTLER33 Milletvekili Genel Seçimleri 1923-2007, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Yay., Ankara, 2008 ve Yüksek SeçimKurulunun web sitesinden (www.ysk.gov.tr) derlenmiştir.110
AK Parti’nin ilk seçim deneyimini yaşadığı 2002 yılında, Türkiye’de bir dizi siyasal veekonomik krizin yaşandığı gerçektir. 28 Şubat sürecinin tahripkâr etkilerinin devam ettiği, aynızamanda ülkenin sürekli olarak koalisyon hükümetlerinin kendi içlerinde yaşadığı çatışmalarlaboğuşmak zorunda kaldığı 2002 yılının sonlarında yapılan seçimlerde AK Parti, bir bakımahalkın siyasal istikrar arayışlarının sonucu olarak tek başına iktidara gelmesini sağlayançoğunluğu yakalamıştır. Aynı dönemdeki ekonomik manzara da siyasal tablodan farklı değildir.Bu bağlamda, ekonomide ciddi bir daralmanın yaşandığı, enflasyon ve işsizlik oranlarınınyükseldiği söz konusu zaman diliminde oluşan güvensizlik ortamı 2002 seçim sonuçlarınıetkileyen bir başka etmendir. 2002-2007 arasındaki süreçte ise siyasal istikrarsızlığın önünegeçilmiş, sıkı para ve maliye politikaları aracılığıyla ekonomide de nispeten bir dengesağlanmıştır. Bu tablo, AK Parti’nin 2007 yılında bir önceki seçimlere göre oyunu önemli ölçüdeartırmasını beraberinde getirmiştir. Parti, 2007 Seçim Beyannamesinde beş yıllık bir iktidardeneyimi yaşayarak seçmenlere belirli vaat ve taahhütlerde bulunmuştur. Bu bakımdan, 2007Beyannamesi, 2002 seçimlerinden önce aynı amaçla hazırlanan metinden farklı olarakseçmenlere “hesap verme” özelliği de taşımaktadır. Dolayısıyla, Beyannamede, Partinin,icraatlarını seçmenlere anlatma veya hatırlatmayı öncelikli hedef olarak gördüğü söylenebilir.Gerçekten de “Güven ve İstikrar İçinde Durmak Yok Yola Devam” başlıklı kitapçıkta, Partininbir sonraki dönemde yaşama geçirmeyi vaat ve taahhüt ettiği uygulamalar, AK Parti’niniktidarda bulunduğu ilk döneme referanslarla ve hatta bunların devamı olarak ortayakonulmaktadır. Bundan dolayı Beyannamede, Partinin icraatlarının anlatılmasına daha fazlaağırlık verilmiş; gelecek döneme ilişkin vaat ve taahhütler ikinci planda kalmıştır. Buradan daanlaşılabileceği gibi, Parti, ilk dönem iktidarını başarılı olarak görmekte ve izleyen zamandiliminde ilgili icraatların devam ettirilmesinin seçmenlerin desteğini almak açısından yeterliolacağını düşünmektedir.a. Siyasal ve Hukuksal KonularAK Parti’nin 2007’de hazırladığı seçim beyannamesinin “Demokrasi ve HukukDevleti” konulu bölüm ile başlaması, Türkiye’nin öncelikli sorunları olarak bunları gördüğünüve seçmene yönelik ilk taahhütlerinin Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi anlayışınıngenişletilmesi ekseninde şekillendiğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Ülkenin dahademokratik ve siyasal açıdan daha özgürlükçü bir görünüm kazanması ve siyasetin asker ileyargı vesayetinden kurtulması, bu bölümün temel parametreleri olarak ortaya konulabilir.Nitekim AK Parti Programı da “Kalkınma ve Demokratikleşme Programı” başlığını taşımakta veekonomik gelişmenin doğrudan demokratik kurum ve mekanizmaların gelişmesiyle ilişkili111
olduğuna gönderme yapmaktadır. 34 Buna karşılık, Beyannamede, özellikle 2000’li yıllarda Türksiyasetinin en güncel konuları olan başörtüsü ve üniversiteye girişte katsayı farklılığı gibi çoksayıda insanı ilgilendiren sorunlara hiç değinilmediği, aynı şekilde Partinin ikinci iktidardöneminin başlıca siyasal tartışma konusu olan “demokratik açılım”a da yer verilmediği dikkatçekmektedir. Bu durum, aşağıda değineceğimiz gibi, anayasa değişikliği aracılığıyla özgürlükzemininin genişletilmesiyle aynı sorunların üstesinden kendiliğinden gelinebileceğine yönelikbeklentiyle açıklanabilir. Ancak bundan daha gerçekçi bir açıklama, Seçim Beyannamesinegenelde hâkim olan dil ve üslupla yakından bağlantılıdır. Bu bağlamda, Beyannamede,polemikten ve her türlü spekülasyondan kaçınan, rakamlarla Partinin ilk dönem iktidarındakiperformansını aktarmayı hedefleyen bir yaklaşım benimsendiği söylenebilir.Parti, 2007 yılında seçmenlere, her şeyden önce, “devlet-toplum-birey arasındakiilişkileri hak, özgürlük ve sorumluluk temelinde düzenleyen bir toplumsal sözleşme niteliğinde”yeni bir anayasa taahhüt etmiştir. Buna göre, yeni anayasa, Cumhuriyetin değişmez nitelikleriniesas alarak bireylerin haklarını en etkili koruyacak şekilde düzenlenecektir. Hazırlanacak yenianayasada, parlamenter sistemin gereklerine uygun şekilde, yasama, yürütme ve yargı güçlerininyetki ve sorumluluk alanlarının net bir şekilde ortaya konulacağı; bu anayasa aracılığıyla, temsilidemokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlanacağı belirtilmiştir. Kuşkusuz, özelliklekuvvetler ayrılığına yönelik bu özel vurguda, 2007 seçimleri öncesinde yaşanan “367 krizi” gibiolaylarda Anayasa Mahkemesinin ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kendilerine biçtiğirollerin büyük etkisi bulunmaktadır. Beyannamede bu türden somut, güncel tartışmalaragirilmeksizin, ancak satır aralarında belirli imalarda bulunularak yasama gücününkullanılmasındaki engellerin kaldırılacağı işlenmektedir.Beyannamenin bu ilk bölümünde, AK Parti iktidarı tarafından 2002-2007 arasındaülkenin demokratikleşmesi ve özgürlük alanının genişlemesi bakımından yaşama geçirilen tüzeldüzenlemeler ile ilgili bilgi verilmektedir. Bu bağlamda, en önemli nirengi noktalarından birisi,Partinin iktidarının ilk döneminde Avrupa Birliğine tam üyelik için verilen çabadır. Ancak,bunlarla yetinilmeyeceği, ülkenin Kopenhag Siyasî Kriterlerine tam olarak uyum sağlamasınıberaberinde getirecek adımların atılacağı savunulmaktadır. Kuşkusuz, tüzel düzenlemelerinözgürlükleri ve demokrasiyi en geniş şekilde içermesi, ülkede aynı konudaki standartlarınyükseltilmesi açısından tek başına yeterli değildir. Bunun yanında yerleşik kurum vemekanizmaların da hak ve özgürlüklerin fiilen uygulanması bağlamında yeniden düzenleneceğive bunların yerleşik siyasal kültürümüzün bir parçası olması için çaba harcanacağı da AK Parti34 Adalet ve Kalkınma Partisi Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, (basım yeri yok), 2002.112
tarafından seçmenlere vaat edilmiştir. Bu amaçla, “iyi yönetişim” ilkesi doğrultusunda, siviltoplum kuruluşlarının güç ve kapasitelerinin artırılması, böylece karar alma süreçlerine dahaetkin bir şekilde katılmalarının sağlanması hedef olarak ortaya konulmuştur. Demokratikkatılımın gelişmesi, genel olarak yöneticilerin meşruiyetini ve ülkenin uluslararası düzlemdekietkisini artırır. AK Parti, yaşama geçireceği düzenlemeleri en geniş toplumsal mutabakat zeminiiçinde gerçekleştireceği ve özellikle sivil toplum kuruluşlarını bu sürece dâhil edeceğitaahhüdünde bulunmuştur. Burada, özellikle sivil toplum kuruluşlarına yönelik vurgu özel anlamtaşımaktadır. “Yönetişim”i temel eksen alan ve politikalarını halkın beklenti ve istekleriylebağlantılı şekilde oluşturmayı vaat eden bir oluşumun, karar alma süreçlerine sivil toplumkuruluşlarını entegre etmeye çalışması doğaldır.Demokratikleşme bağlamında seçmenlere vaat edilen en önemli unsurlardan birisi deadalet ve yargı sisteminde yapılacak reformdur. Bu bakımdan, o dönemin koşullarında yargı ileyaşanan somut sorunlardan birine daha gönderme yapılmakta ve yargının temel işlevininhukuksal denetim yapmak olduğu; yerindelik denetimine kalkışmaması gerektiğibelirtilmektedir. Beyannamede, yargının işlevini gereğince yerine getirebilmesi için 2002-2007arasındaki süreçte, adliyelerin fiziksel imkânlarının iyileştirildiğinden, savcı ve yargıçlarınmesleki yeterliliklerinin artırıldığından ve ülkenin temel kanunlarından bir kısmının gününkoşullarına uygun şekilde yeniden düzenlendiğinden bahsedilmektedir. Bir sonraki dönemde ise,yargılama süreçlerinin kısaltılmasına yönelik adımlar atılacağı, farklı yargı organlarındakipersonel ihtiyaçlarının giderileceği ve yurttaşların hak arama bilinçlerinin geliştirilmesi amacıylabirtakım düzenlemeler yapılacağı vaat edilmiştir.Aynı bölümde, yine Partinin iktidarının ilk döneminde yaşanan ve yasama ile yürütmegüçlerinin tam olarak kullanılmasını engelleyen düzenlemelere değinilmekte; milletin iradesiniözgür şekilde kullanmasını kısıtlayacak hiçbir uygulamanın kabul edilemeyeceğivurgulanmaktadır. Buna göre, anayasa başta olmak üzere tüm yasalarda gerekli düzenlemelerinyapılacağı vurgulanmakta ve bu amaçla işe siyasetin itibarının yükseltilmesinden başlanacağıbelirtilmektedir. AK Parti, bu amaçla, siyasal partilerin gelir ve giderleri ile adaylarınharcamalarının şeffaflaştırılması, siyasal etik ilkelerinin yaşama geçirilmesi ve partileriniçyapılarının demokratikleştirilmesi konularında adımlar atacağını belirtmiştir.İlk bölümün son alt başlığı ise “Millî Güvenlik” olarak belirlenmiştir. Bu başlıkta,seçmenlere bir taraftan uluslararası düzlemde barışçıl politikalar izleneceğinin güvencesiverilmekte, diğer taraftan ise terör sorunu ile başa çıkmak için Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeekonomik ve sosyal kalkınmanın hızlandırılması çabalarının artırılacağı ifade edilmektedir. Bu113
aşlıkta, dikkat çeken ilk konu, spesifik olarak “Kürt sorunu” ifadesinin tercih edilmemesi vebölge halkının talep ve beklentilerinin karşılanması suretiyle sorunun en aza indirilebileceğininsavunulmasıdır. Yukarıda da değinildiği gibi, “demokratik açılım”a ait izlerin beyannamedekendisine yer bulmaması dikkat çekmektedir.Siyasal sorunların derinlemesine tartışıldığı bir diğer bölüm ise “Vatandaş ve SonuçOdaklı Yönetim” başlığını taşımaktadır. Bu başlık altında, diğer bölümlerin tamamında olduğugibi öncelikle AK Parti’nin ilk iktidar döneminin genel bir muhasebesi yapılmakta ve daha sonrada geleceğe yönelik hedefler aktarılmaktadır. Buna göre, AK Parti’nin “iyi yönetişim” anlayışınaönem verdiği ve “katı ve kapalı bürokrasi”den halkın istek ve beklentilerine daha duyarlı olan“şeffaf” yönetime geçiş açısından birtakım somut adımlar atıldığı belirtilmektedir. İyi yönetimingerçekleşmesi için denetlenebilir ve hesap verebilir bir kamu yönetimi anlayışı tesis edilmesininzorunluluğu üzerinde durulmakta; bu çabaların yurttaşların hayatını kolaylaştırıcı, huzur,güvenlik ve refahı sağlayıcı, böylece halkın yaşam kalitesini artırıcı bir etki meydana getireceğisavunulmaktadır. Kamu yönetiminin gerçek işlevlerine ulaşabilmesi için hükümetinbakanlıkların sayısının azaltılmasını ve işlevini yetiren bazı kamu kurum ve kuruluşlarınınkapatılmasını içeren birtakım önlemler aldığı belirtilmektedir. Geleceğe dönük olarak ise yerelhizmetlerin halka en yakın birimler tarafından yerine getirilmesinin sağlanacağı, kamuçalışanlarının ücretlerinin hakkaniyetle ve adaletli bir şekilde belirlenmesine yönelikdüzenlemelerin yapılacağı ve belki de hepsinden önemlisi kamu denetçiliği (ombudsmanlık)mekanizmasının oluşturulacağı belirtilmektedir.Aynı başlık altında, “mahallî ve müşterek” nitelikte bulunan hizmetlerin yerelyönetimlere devrinin devam edeceği, ayrıca bu birimlerin hizmet kapasitelerinin artırılacağı vekaynak bölüşümünü düzenleyen yasa tasarısının yasalaştırılacağı belirtilmektedir. Söz konusuvaat, Partinin demokratikleşme konusundaki genel yaklaşımıyla uyumludur. Bu bölümde sonolarak halkın kamu hizmetlerinden daha kısa sürede ve daha kolay şekilde yararlanmasınısağlayacak “e-devlet” uygulamasının yaygınlaştırılacağı vaat edilmektedir. Somutdiyebileceğimiz bir başka vaat ise yurttaşların farklı kamu kurumlarından aldıkları nüfus kâğıdı,sağlık karnesi, vergi numarası gibi kartların tek’e indirilmesidir.Beyannamenin siyasal konulara ilişkin son bölümü, “Dış Politika ve Savunma” başlığıaltında ortaya konulmuştur. Bu bölümde öncelikle, AK Parti’nin “kriz odaklı” değil, “vizyonodaklı” odaklı bir dış politika anlayışına sahip olduğu ve Türkiye’nin uluslararası düzlemdegelişmeleri yönlendirebilen bir ülke olmasını amaçladığı söylenmektedir. Burada, çağdaşgüvenlik yaklaşımlarına uygun bir bakış açısıyla, özgürlük ve güvenlik arasında bir ikilem114
olduğu reddedilmekte ve bunların birbirlerinin gerekir koşulları olduğu belirtilmektedir.Beyannamede, Türkiye’nin güvenliğinin komşu coğrafyalarda huzur ve istikrarın korunması ilebağlantılı olduğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda, “komşularla sıfır sorun” politikasınınderinleştirileceği ve “sürekli temas” ilkesi gereğince, özellikle bölgede yaşanan siyasalsorunların çözümü noktasında aktif tavır alınacağı vurgulanmaktadır. 2007 sonrasındaki süreçte,ilk iktidar döneminde izlenen aktif dış politika anlayışının devamının getirileceği ve Türkiye’ninulusal çıkarları doğrultusunda, Kıbrıs, Ortadoğu, Kafkaslar ve Türk dünyası coğrafyaları baştaolmak üzere dünyanın farklı yerlerinde inisiyatif sahibi olunacağı belirtilmektedir. Aynı çabalarçerçevesinde, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin üyesi olmasının sağlanacağı,Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansının (TİKA) daha etkin şekilde kullanılacağı ve farklı ülkelerdeTürk Kültür Enstitülerinin açılacağı seçmenlere vaat olarak sunulmuştur. Söz konusu bölümde,Türkiye’nin içine kapalı değil, belirli bir stratejik öngörü çerçevesinde dünyaya açılan bir ülkehaline getirileceği taahhüt edilmektedir. Bu bölümün savunmaya ayrılan son kısmında ise,sektöre ilişkin ihtiyaçların yurtiçinden karşılanma oranlarının yükseltileceği belirtilmiştir. Diğertaraftan özellikle savunma ve güvenlik konularına yaklaşımda oldukça dikkatli bir dilkullanıldığı, örneğin savunma harcamalarının azaltılacağı veya bunların denetlenmelerine ilişkinkurumsal mekanizmaların veya mevzuatın geliştirileceği gibi bir vaatte bulunulmadığı dikkatçekmektedir.Tüm bu etmenler ele alındığında, AK Parti’nin siyasal açıdan Türkiye’dedemokratikleşmenin ve özgürleşmenin geliştirilmesi yönünde bir söyleme sahip olduğusöylenebilir. Bu anlayış, daha önce de belirttiğimiz gibi Partinin en baştan itibaren kurmayaçalıştığı siyasal dil ile doğrudan bağlantılıdır.b. Ekonomik KonularDaha önce denenmemiş, yeni bir siyasal parti olarak AK Parti’nin 2002 yılında eldeettiği seçim başarısının altında yatan en önemli nedenlerden biri, Türkiye’nin yaşadığı, 2000yılının Kasım ayında başlayan ve ertesi yılın başında “anayasa fırlatma olayı” ile doruknoktasına varan ekonomik krizdir. Bu dönemde, Türkiye, daha önce önerilen çözüm reçetelerinitam olarak uygulamamasına rağmen yeniden Uluslararası Para Fonuna (IMF) başvurmuştur. IMFve Dünya Bankasının desteğiyle ilk kriz atlatılmaya başlanırken 19 Şubat 2001 günü dönemincumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Bülent Ecevit arasında Millî Güvenlik Kurulu(MGK) toplantısı esnasında yaşanan bir tartışma, küllenmeye başlayan sorunları yenidenalevlendirmiştir. Zaten kırılgan olan ekonomi bir anda yeniden girdaba girmiş; borsa, yüzde 15oranında düşüş yaşamış ve bankalar arası gecelik faiz oranı yüzde 7 bin 500 düzeyine çıkmıştır.115
Aynı dönemde, ilke olarak Türk lirasının güçlendirilmeye çalışılmasına rağmen MerkezBankası'ndan yaklaşık 7,6 milyar dolarlık döviz çıkışı olmuştur. Özellikle finans sektörünüetkileyen kriz nedeniyle, sektöre direnç kazandırılması için güçlü bankalar desteklenirken zayıfözel bankalar Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) aktarılmış; bu da kamuya 17,3 milyardoların üzerinde bir yük getirmiştir. Ayrıca kamu bankalarının görev zararlarının yükü deHazineye binmiştir. Krizin, halkı, somut olarak en çok etkileyen yönü ise işsiz sayısının 2001 ve2002 yıllarında bir milyon kişiden fazla sayıda artmasıdır. IMF’nin stand-by anlaşmasının bu kezkesin bir kararlılıkla uygulanması talebi üzerine de Dünya Bankası’nda çalışan bir teknokrat,Kemal Derviş, dışarıdan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görevlendirilmiştir.AK Parti’nin iktidarı devraldığı 2002 yılının sonunda Türkiye’de enflasyon oranı,TÜFE rakamlarıyla yüzde 29,7; Merkez Bankasının döviz rezervleri 27,1 milyar ABD doları,altınla birlikte toplam rezervleri ise 28,4 dolar düzeyindedir. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)230 milyar dolar; kişi başına düşen millî gelir ise 3,492 dolardır. İşsizlik oranı ise yüzde 10,3’tür.Dolayısıyla devralınan ekonomik tablonun hiç de olumlu olmadığı söylenebilir. AK Partiiktidarının ilk döneminde IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapılmaksızın bütçe disiplinindentaviz verilmemiş ve kontrollü bir şekilde enflasyonla mücadele edilmiştir. Bunun sonucunda,enflasyon, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bazında 2004, Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) açısındanda 2005 yılından itibaren tek haneli rakamlara indirilmiştir. 2007 yılında Merkez Bankasınıntoplam rezervleri 2002’ye göre 2,5 kattan fazla bir rakama ulaştırılmış ve dış ticaret hacmi de87,7 milyar dolardan 277,6 milyar dolara, yani dört katından fazlasına çıkarılmıştır. Dolayısıylailgili dönemde, makro ekonomik göstergelerde olumlu değişiklikler yaşanmış ve 2002öncesindeki karamsar hava nispeten dağıtılmıştır. Bu süreçteki en önemli zaaf, işsizlik rakamlarıbakımından yaşanmış ve söz konusu göstergelerde bir azalma sağlanamamıştır. Bu bakımdan,2007 Beyannamesinde işsizlikle mücadele önemli hedeflerden biri olarak gösterilmiş; sözkonusu rakamlarda bir azalma olmaması ise işgücü potansiyeline dört milyon insanınkatılmasıyla ilişkilendirilmiştir. 2007 Beyannamesinin kaleme alındığı dönemde, bu türdenbir ekonomik tablo bulunmaktadır ve kısa vadede ekonomide nispeten bir denge sağlayan AKParti, seçim beyannamesinde bunu bir başarı öyküsü olarak sunmaktadır. Bu bağlamda, SeçimBeyannamesinin “Ekonomi” bölümünde, her şeyden önce Partinin 2002-2007 arasındaki süreçteekonomide yakaladığı göreli denge ve istikrar durumunun altı kalınca çizilmektedir. Parti, ülkeekonomisinin içinde bulunduğu olumlu durumu, her şeyden önce “güven” unsuruna bağlamıştır.Kuşkusuz, ekonomi politikalarının izlenmesinde Parti’nin tek başına iktidarı elinde tutmasınınetkisi büyüktür. Bu açıdan, ülkenin daha önceki süreçlerde gördüğü koalisyon hükümetleri116
dönemlerinde yaşanan, siyasal hedefler nedeniyle belirli bir partiye mensup bakanın sorumlulukalanındaki hususlarda hükümetin yekpare bir bütün gibi hareket edememesinin etkisi büyüktür.Ancak AK Parti, söz konusu güven etmenini daha çok, izlenen politikaların “şeffaflık”,“süreklilik”, “tutarlılık” ve “öngörülebilirlik” ilkelerine dayanması ile açıklamaktadır. Bubağlamda, ekonomide güven ve istikrarı sağlayacak kurumsal mekanizmalar ile yapısaloluşumların meydana getirildiği, bu şekilde yerli ve yabancı yatırımcıların tercihlerinin olumluyönde etkilendiği savunulmaktadır. Burada, asıl dikkat çeken nokta, serbest piyasamekanizmalarının kurulması ve işletilmesi açısından sağlıklı bir demokrasiye ihtiyaçduyulduğuna yönelik özel vurgudur. Dolayısıyla Partinin ekonomi politikası, siyasal reformlarınkonusunu teşkil eden, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, hukuk devleti anlayışınıngüçlendirilmesi ve demokratikleşme ile doğrudan ilişkilendirilmektedir. Aynı çerçevede devletinmal ve hizmet üretiminden çekilerek ağırlığı denetleme ve düzenleme çabalarına vermesi gereğiüzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin uluslararası ekonomik sistemle entegreolabilmesi açısından gerekli mekanizmaların üretileceği ve devlet müdahaleciliğindenvazgeçileceği vurgulanmaktadır.AK Parti hükümetinin ekonomik performansının, doğal olarak, olumlayıcı bir şekildeyorumlandığı beyannamede, 2003-2007 arasındaki beş yıllık sürede, ekonominin büyüme hızınınortalama yüzde 7,3’e çıkarıldığı; millî gelirin 400 milyar dolara yükseltilerek Türkiye’nindünyanın 17. büyük ekonomisi haline getirildiği anlatılmaktadır. Kişi başına millî gelir ise 2006sonu itibariyle 5.477 dolara çıkarılmıştır. Aynı zaman diliminde Türk lirasından altı sıfır atılmışve enflasyon tek haneli rakamlara indirilmiştir. 2002-2006 arasındaki dönemde dış ticaret hacmi87 milyar dolardan 223 milyar dolara yükseltilmiş ve ihracat rakamı 90 milyar doları aşmıştır.Burada, hükümetin piyasa ekonomisine ağırlık veren ekonomi anlayışıyla tutarlı bir rakamladaha karşılaşılmaktadır. Buna göre, 1985-2002 arasındaki özelleştirme tutarının yalnızca 8milyar dolar olduğu, oysa 2003’den 2007’ye dek toplam 30,6 milyar dolarlık bir özelleştirmeyapıldığı belirtilmektedir. Aynı yaklaşımla uyumlu olarak bundan sonraki süreçte, kamuyatırımlarının özel sektör tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olmayan alanlardayoğunlaştırılacağı, diğer alanların ise piyasa mekanizmasına bırakılacağı vaatler arasındadır.Ayrıca, finans sektörünün güçlendirileceği ve reel sektörün bu alandan yararlanma imkânlarınınartırılacağı savunulmuştur. Aynı başlık altında, başta HALKBANK olmak üzere kamubankalarının özelleştirilmesine yönelik çabaların artırılması vaat edilmektedir ki bu durum,Partinin özelleştirmeye genel olarak olumlayıcı bakış açısıyla yakından bağlantılıdır. Ayrıca,117
ipotekli kredi (mortgage) uygulamasının yaygınlaştırılması ve bu şekilde bankalara likiditesağlanarak faiz oranlarının düşürülmesi hedefler arasındadır.Seçim beyannamesinde, geleceğe yönelik ekonomik hedeflerin yalnızca bir sonrakiseçim dönemiyle sınırlı olmadığı ve 2013 ile 2023 vizyonlarını hedef aldığı söylenmektedir. Bubakımdan, 2013 yılında kişi başına millî gelirin 10.000 doları geçmesi ve satın alma gücüparitesine göre bunun 15.000 dolar rakamına ulaşması hedeflenmektedir. Millî gelir içinbelirlenen hedef 800 milyar; ihracat rakamı ise 200 milyar dolardır. Enflasyonun “düşük” tekhaneli rakamlara inmesi ve işsizlik oranının daha da düşmesi bir diğer amaçtır.Aynı başlık altında verilen maliye politikaları bağlamında ise öncelikle ekonomide kayıtdışılığı azaltacak, rekabet gücünü artıracak, daha basit, adil ve geniş tabanlı vergi sistemininoluşturulacağı seçmenlere taahhüt edilmektedir. Bu amaçla, damga vergisi başta olmak üzere,işlemler üzerindeki vergilerin kaldırılacağı, diğer vergilerin düşürüleceği, kayıt dışı ekonomi vekara para ile mücadelenin genişletileceği belirtilmektedir.c. Toplumsal KonularAK Parti’nin ideolojisini dayandırdığı “muhafazakâr demokrasi” anlayışı, “sosyaldevlet” anlayışına gönderme yapmaktadır. Buna göre, organik bir bütün olarak kabul edilentopluma ait değerler ile kurumların korunması, bu amaçla aileye özel bir önem atfedilmesi AKParti’nin kendi siyasal kimliğini tanımlamak üzere yararlandığı muhafazakâr demokrasianlayışının temel unsurları arasında yer alır. 35 Beyannamede, Partinin ideolojik bakış açısıylauyumlu şekilde, toplumsal bir kurum olarak ailenin güçlendirilmesi hedefine devam edileceğininve ekonomik, kültürel ve manevi değerleri güçlü bir aile yapısının ülke çapına yayılması içinçaba harcanacağının altı çizilmektedir. Bu bakımdan, toplumsal refahın paylaşımında sosyaladaleti gözetecek mekanizmaların oluşturulması, Parti tarafından amaç olarak belirlenmiştir.Dolayısıyla genel olarak liberal ekonomik ilkeleri benimseyen ve iktidarda bulunduğu sürezarfında ekonomi siyasalarını bu yönde düzenleyen AK Parti’nin sosyal harcamalar söz konusuolduğunda, belirtilen çerçevenin dışına çıktığı görülmektedir. Bu bakımdan, Partinindayanışmayı temel alan muhafazakâr yaklaşımı doğrultusunda devletin sosyal harcamalarınıartırmayı temel başarı ölçütlerinden birisi şeklinde gördüğü söylenebilir. Parti, Türkiye’ningeçmişte karşı karşıya bulunduğu ekonomik sorunlar nedeniyle meydana gelen toplumsalsorunları çözmek için çaba harcandığını, toplumun geleceğe yönelik umudunu güçlendirmek içinsosyal yardım ve hizmetlerin artırıldığını savunmaktadır. Dahası, yeni dönemde de aynı türden35 Yalçın Akdoğan, AK Parti ve Muhafazakar Demokrasi, Alfa Yay., İstanbul, 2004, s. 49.118
sosyal politikaların izlenmeye devam edileceği ve bu şekilde gelir dağılımının daha dengeli halegetirileceği üzerinde durulmaktadır.Seçim Beyannamesinde Partinin özellikle eğitim çalışmalarına özel önem verdiği,örneğin okul öncesi eğitimde okullaşma oranının yüzde 11’den yüzde 25’e çıkarıldığıbelirtilmektedir. Beyannamede, 2007-2011 arasındaki dönem için bu konuda yüzde 50hedefinden söz edilmektedir. Aynı kapsamda, başta kız çocukları olmak üzere eğitimsüreçlerinde dezavantajlı durumda bulunan öğrencilerin ailelerine maddi destek sağlandığı, tümöğrencilerin ders kitabı ihtiyaçlarının ücretsiz olarak karşılandığı ve mevcut okulların imkân vekapasitelerinin artırıldığı belirtilmektedir. AK Parti, 2013 yılı hedefi olarak ilköğretimde yüzde100, mesleki ve teknik eğitim de dâhil olmak üzere ortaöğretimde yüzde 90 okullaşma oranlarınaulaşmayı hedef olarak belirlemiştir. Ayrıca eğitim alanında bilişim teknolojilerinden genişşekilde yararlanılması ve bu amaçla tüm okullarda Internet bağlantısının sağlanması bir başkahedeftir. Bu noktada, en ilgi çeken hususlardan biri Partinin iktidarının ikinci dönemindeyaşama geçirdiği “her ile bir üniversite” projesinden, 2007 Seçim Beyannamesindebahsedilmemesidir. Her ne kadar yüksek öğretim kurumları ile bunların öğrenci ve öğretimelemanlarının koşullarının iyileştirileceği belirtilse de belirtilen türden geniş kapsamlı bir projeBeyannamede yer almamıştır.Partinin sosyal politikalar açısından en önemli hedeflerinden biri de sağlık sistemindekireformların gelişerek devam etmesidir. Bilindiği üzere, 2002-2007 arasındaki süreçte Parti’ningiriştiği en önemli hamlelerden biri sağlık alanında yaşanmıştır. Bu kapsamda, ülke içindekisosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleştirilmesi ve kamudaki tüm hastanelerin SağlıkBakanlığına bağlanarak çalışan ve emeklilerin tamamına hizmet verir hale getirilmesi, genişkesimlerin yaşamında “küçük ama önemli” bir fark meydana getirmiştir. AK Parti’nin 2007seçimlerinde kazandığı geniş desteğin altında da bu gibi, insanların yaşamını kolaylaştıran veyaşam kalitelerini artıran bazı reformların yattığını anlamak zor değildir. Bu bağlamda, Parti,geniş halk kitlelerinin teveccühünü kazanmasını sağlayan benzer türden sağlık ve sosyalgüvenlik politikalarının genişletilmesini yeni dönemdeki öncelikli hedeflerden biri olarakbelirlenmiştir. Burada, öncelikle koruyucu sağlık hizmetlerinin ve aile hekimliği uygulamasınınülke geneline yaygınlaştırılacağı belirtilmektedir. Aynı başlık altında verilen somut hedeflerdenbazıları; bebek ölümlerinin binde yirminin altına indirilmesi, çocuk aşılama oranlarının ise yüzde95’in üzerine çıkarılmasıdır. Ayrıca, Beyannamede, özellikle gençlerin tütün ve alkol gibimaddelerden uzak kalmasını sağlayacak stratejilerin izleneceği seçmenlere taahhüt edilmektedir.Bu bölümde, son olarak, “medula” projesi ile hastaneler ve Sosyal Güvenlik Kurumu arasındaki119
işlemlerin on-line olarak yapılacağı ve elektronik fatura ve reçeteleme sistemine geçilereksuiistimallerin ve kaynak israfının önleneceği söylenmektedir. Bu bağlamda, Beyannameye,Partinin özellikle sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında gerçekleştirdiği reformların bir başarıöyküsü olduğu ve dolayısıyla bunların genişletilerek devam ettirilmesi gerektiği yönünde birhavanın hâkim olduğu söylenebilir.II. 2007’DEN 2011’E UYGULAMALAR VE POLİTİKALARTüm siyasal partiler, seçimlere hazırlanırken seçmenlere muhtemel bir iktidarlarıdurumunda yaşama geçirmeye vaat ettikleri birtakım uygulama ve politikaları anlatan seçimbeyannameleri hazırlarlar. Ancak bunlardan çok azı, iktidara gelip önceden çizilen vizyondoğrultusunda eldeki yol haritasını takip etme imkânı bulur. Bu bağlamda, iktidar partisi, gerekhükümette bulunduğu süre boyunca gerekse bir sonraki seçim döneminde Beyannamedeöngördüğü hedeflere ulaşıp ulaşamadığı bakımından seçmenlere hesap vermeyükümlülüğündedir. Kendisini iktidara taşıyan ilk seçimden sonra katılacağı bir sonrakiseçimlere dönük yeni bir beyanname hazırlayan AK Parti iki türlü yükümlülüğe tabi olmuştur.İlk olarak Partinin 2002 Beyannamesinin ve iktidar döneminin hesabını vermesi gerekmiş; dahasonra ise geleceğe dönük hedefler sıralanmıştır. Bu bölümde, Partinin 2007-2011 yıllarınıkapsayan ikinci iktidarı döneminde, Seçim Beyannamesinde belirlenen hedeflere ne ölçüdeulaşabildiği sorgulanacaktır.a. Siyasal ve Hukuksal Konularİlk bölümde belirttiğimiz gibi, 2007 Seçim Beyannamesinde AK Parti’nin seçmenlereilk ve öncelikli vaadi, ülke içinde demokratikleşme ve sivilleşmeyi sağlayacak, özgürlükleri esasalan yeni bir anayasanın hazırlanmasıdır. Partinin ikinci iktidar döneminin hemen başında,önceki süreçte sistemde bir kilitlenmeye neden olan cumhurbaşkanın seçim usulüne yönelik biranayasa değişikliği yapılarak yürütmenin başının parlamento değil doğrudan halk tarafındanseçilmesi sağlanmıştır. Bu sınırlı girişimden sonra, aynı minval üzere çalışmalara devam edilmiş;1982 Anayasasında geniş kapsamlı bir değişiklik yapılmasına rağmen anayasa tamamenyenilenmemiştir. Bilindiği gibi AK Parti, 2007 seçimlerinden hemen önce, ikinci iktidardöneminde kamuoyu ile paylaşılmak üzere Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki bir kurulayeni bir anayasa taslağı hazırlatmıştır. AK Parti’nin hukukçu kurmayları ve Özbudun kuruluüyeleri tarafından yapılan karşılıklı görüşmeler aracılığıyla taslağa son şekli verilmiş ve taslak,Meclis gündemine sunulmaya hazır hale getirilmiştir. Ancak bu çalışmaların belirli bir aşamaya120
geldiği 14 Mart 2008 tarihinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkayatarafından “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” iddiasıyla AK Parti’ye kapatma davasıaçılmıştır. Anayasa Mahkemesi, Partinin söz konusu suçu işlediği gerekçesiyle para cezasınaçarptırılmasına karar vermiş; ancak kapatmayı gerekli görmemiştir. Kapatma davası, AKParti’nin yeni bir anayasa hazırlanması konusundaki hızını kesmiş ve kararlılığını tereddüdedönüştürmüştür. Aynı zamanda, muhalefet partilerinin anayasa değişikliği önerisine karşıçıkmaları ve bu konuda uzlaşmaya yanaşmamaları anayasanın tümden değiştirilmesi projesininrafa kaldırılmasına neden olmuştur.AK Parti’nin anayasa değişikliği konusundaki ikinci hamlesi, 2010 yılında daha darkapsamlı ve yalnızca mevcut anayasadaki bazı hususların revize edilmesi ile sınırlı bir taslakoluşturmak olmuştur. Taslağın hiçbir maddesi, TBMM’deki oylamalarda referandum önkoşuluolmaksızın yürürlüğe girmesine yetecek çoğunluğa ulaşamamış ve bu nedenle anayasadeğişiklikleri 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunulmuştur. Söz konusu referandum sürecindeyaşanan gelişmeler, son dönemde Türkiye’de yaşanan siyasal kutuplaşmanın en belirginörneklerinden birisini oluşturur. Hemen her siyasal parti, referandum sürecinde sahaya çıkmış veteklif paketinin kabulü veya reddi yönünde aktif tavır sergilemiştir. Bu süreçte, AK Parti’ninyanında Saadet Partisi (SP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) “evet” oylarının çoğunlukta olmasıyönünde çaba harcarken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)“hayır”cı cephede yer almıştır. Sonuçta, referandumla öngörülen anayasa değişikliklerininyapılması yüzde 58 oy oranıyla kabul edilmiştir.1982 Anayasasında önemli değişiklikler yapan anayasa referandumu, özellikle yargısisteminin yeniden düzenlenmesi açısından bir milat niteliğindedir. Anayasa değişiklikleri ileAnayasa Mahkemesinin üye sayısı artırılmış; ayrıca bu yargı organı iki daireye ayrılmıştır.Anayasa Mahkemesine TBMM tarafından üye seçilmesi ve mahkemeye bireysel başvuruhakkının tanınması bu konudaki diğer gelişmelerdir. Ayrıca Hâkimler ve Savcılar YüksekKurulunun (HSYK) yapısı, üye sayısı ve üyelerin seçilme usulleri değiştirilmiş; tüm savcı veyargıçların Kurul üyelerinin belirlenmesinde oy kullanabilmeleri sağlanmıştır. Aynı değişikliklerçalışma yaşamına ilişkin birtakım düzenlemeler de içermektedir. Buna göre, memurlara toplusözleşme hakkı verilmiş; işçiler için de grev hakkına getirilen anayasal kısıtlamalar kaldırılmıştır.Değişikliklerin içerdiği en önemli hususlardan biri de “kamu denetçiliği”(ombudsmanlık) kurumunun oluşturulmasıdır. Bilindiği gibi bu konudaki ilk çalışmalara 2005yılında başlanmasına rağmen dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer; anayasal bir zemini121
olmadığı gerekçesiyle “Ombudsmanlık Yasası”nı veto etmiştir. 36 2010 anayasa değişiklikleri ilebu anayasal zemin hazırlanmış ve kurumun oluşması açısından yasal hazırlıklara da başlanmıştır.Burada, son olarak parti kapatmaları zorlaştıran hükmün Mecliste gerekli oy çoğunluğunusağlayamaması nedeniyle yaşama geçmediğinin altı çizilmelidir.Anayasada yapılan bu değişikliklere rağmen AK Parti’nin 1982 Anayasasını tamamendeğiştirme hedefinden vazgeçmediği görülmektedir. Zira bu türden değişikliğin her şeyden öncesembolik bir anlamı vardır. Darbe yapan bir grubun inisiyatifinde hazırlanan bir anayasanınTürkiye’nin sahip olduğu özgürlük ve demokratikleşme perspektifiyle çelişkili olduğu açıktır.Diğer taraftan, muhalefetin gösterdiği direnç, bu sorunun çözülmesi noktasında engel teşkil etsede yeni dönemdeki siyasal yapılanmanın bu değişikliği mümkün kılacağı söylenebilir.Aynı dönem içerisinde Sayıştay Kanunu da değiştirilmiş; Sayıştay’ın denetim yetkisi,“her çeşit idare, kuruluş, müessese, birlik, işletme ve şirketleri”ni kapsayacak şekildegenişletilmiş ve daha önce farklı kanunlarla getirilen istisnalar kaldırılmıştır. Ancak söz konusuyasa taslağının yasalaşması sırasında Sayıştay tarafından yapılan “performans denetimi”ninkapsamının önemli ölçüde daraltılması nedeniyle iktidar partisi eleştirilmiştir. Buna göre,yasanın performans denetimi ile ilgili maddesinde tanım olarak; “hesap verme sorumluluğuçerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet sonuçlarınınölçülmesi” ifadesi yer almıştır. Oysa taslak metindeki ifade, “hesap verme sorumluluğuçerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet sonuçlarınınölçülmesi, değerlendirilmesi, kamu kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli olarak kullanılıpkullanılmadığının incelenmesini,” şeklindedir. Bu bağlamda, Sayıştay’ın performans denetimiyetkisi konusunda değil taslak metindeki kapsam, mevcut uygulamanın dahi gerisinedüşüldüğüne yönelik eleştiriler ortaya çıkmıştır. 37 Öte yandan, Sayıştay denetimi bakımındanönceden var olan tüm istisnaların kaldırılması, kamuda şeffaflığın ve hesap verebilirliğinsağlanması bakımından önemli bir gelişmedir.Beyannamenin belki somut olarak en fazla karşılık bulan yönü, dış politika alanındayaşanmıştır. 2009 yerel seçimleri sonunda kabinede yapılan revizyonla, o güne dek başbakanındiplomasi baş danışmanı sıfatıyla Türk dış politikasının ana hatlarını düzenleyen Prof. Dr. AhmetDavutoğlu Dışişleri Bakanlığına atanmıştır. Davutoğlu, henüz resmi bir görevi yokken kalemealdığı Stratejik Derinlik’te Ortadoğu’nun jeokültürel yapısı nedeniyle bölgede yaşanacakmuhtemel bir çatışmanın önlenmesi için “bu konuda en köklü tarihî birikime sahip olan36 “Sezer’den ‘Ombudsmanlık Yasası’na Veto”, Hürriyet, 1 Temmuz 2006.37 Lale Kemal, “AK Parti Kendini Topuğundan Vurdu”, Taraf, 08.12.2010.122
Türkiye’nin” daha fazla inisiyatif alması gerektiğini söyler ve bunun hem Türkiye’nin kendi içbütünlüğünü koruması hem de bölgenin geleceği açısından hayatî önemi haiz olduğunusavunur. 38 Ak Parti’nin, Ortadoğu politikaları bağlamında bu kitapta ana hatları çizilen türden biryaklaşıma sahip olduğu söylenebilir. Davutoğlu, görevi süresince özellikle bölge ülkeleriyle olanilişkilerin düzenlenmesinde oldukça aktif tavır sergilemiş ve uluslararası sorunların çözümünoktasında inisiyatif almaktan kaçınmamıştır. Bu noktada, 2007 Beyannamesinde ortaya atılansomut bir hedefin gerçekleştiği görülmektedir. Türkiye, 17 Ekim 2008 tarihinde BM GenelKurulunda yapılan seçimlerde 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi (BMGK) üyeliğineseçilmiştir. Türkiye Dışişleri Bakanını periyodik toplantılarını izlemeye çağıran Arap Ligiülkeleri aynı zamanda oybirliğiyle Türkiye’nin BMGK’ya adaylık sürecini destekleme kararıalmışlardır. Bu durum Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında daha fazla inisiyatif kullanan,bölgesel bir güç haline gelmesiyle yakından bağlantılıdır.Türkiye, 2002 yılından itibaren bölgede daha fazla inisiyatif alan, bölge ülkeleriarasında yaşanan karşılıklı sorunları çözme noktasında bir arabulucu rolü üstlenen vekomşularıyla iyi ilişkiler kurma arayışında olan bir devlet görünümü kazanmıştır. Örneğin yakıngeçmişe dek devletin dış tehdit algısı içinde yer alan İran ve Suriye gibi ülkelerle ekonomikunsurları da içeren yakın ilişkiler tesis edilmiştir. Bunun yanında Başbakan Recep TayyipErdoğan’ın Davos çıkışında somut örneğini bulduğu gibi İsrail başta olmak üzere bazı devletlertarafından sistematik şekilde uygulanan insan hakları ihlallerine karşı ciddi tavır alınmıştır. Bubağlamda, Türkiye tarafından İsrail-Filistin sorununa yönelik olarak iki devletli bir modelönerilmiş ve bunun sorunun kalıcı çözümünü sağlayacağı savunulmuştur. Aynı şekildeFilistin’de El-Fetih ve Hamas arasında baş gösteren sorunların çözümü noktasında da Türkiyeuzlaştırmacı bir tavır takınmıştır.Aynı süreçte Türkiye ve İspanya’nın ortak kurucusu olarak başlattıkları ve Batı ile İslamdünyası arasında görülen kutuplaşma ve diyalog eksikliğinin ortadan kaldırılmasına katkıdabulunmayı amaçlayan Medeniyetler İttifakı bir Birleşmiş Milletler girişimi haline gelmiştir. BMçatısı altında kurulan Medeniyetler İttifakı Dostlar Grubunda hâlihazırda 88 ülke ve 16uluslararası örgüt bulunmaktadır. 39Uluslararası düzlemde Türkiye’nin etkinliğinin artması çabalarının bir başka ürünü deAK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi38 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 5. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.137.39 Bu konularda daha detaylı bilgi için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2010 ve 2011 bütçe konuşmalarınabakılabilir.123
(AKPM) Başkanlığına seçilmesidir. Bilindiği gibi, bu tür görevler, belirli diplomatik pazarlıklarve işbirlikleri elde edilir. Dolayısıyla son dönemde, Türkiye’nin dış politika açısından izlediğiaktif tavrın, uluslararası düzlemde söz konusu konumlara Türk vatandaşlarının gelmesi açısındanetkili olduğu açıktır.Türkiye’nin Avrupa Birliğine (AB) üyelik çabaları da aynı dönemde devam etmiş;ancak müktesebatın uyum sağlaması yönündeki çalışmalar sürmesine rağmen hükümetin buhedefe yönelik vurguları azalmıştır. AK Parti, iktidarının ilk döneminde AB’ye tam üyelikkonusunda kararlı adımlar atmıştır. Bu adımların ilk somut sonucu, 17 Aralık 2004 tarihindeAB’nin Türkiye ile üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde başlanacağını açıklamasıdır.1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday ülke statüsü resmen tanınmış, Kopenhag’da 2002yılında yapılan zirve ile katılım müzakerelerinin başlaması kararı alınmıştır. 17 Aralık 2004Brüksel Zirvesi’nde ise Türkiye’nin katılım müzakerelerinin (toplam 35 fasıl) 3 Ekim 2005tarihinde başlaması kararlaştırılmıştır. Tarama Süreci, 20 Ekim 2005’te Bilim ve Araştırma faslıtanıtıcı toplantısı ile başlamış ve 13 Ekim 2006’da yapılan Yargı ve Temel Haklar faslı ayrıntılıtarama toplantısı ile sona ermiştir. Bu bağlamda, Türkiye kamuoyunda 2014 yılında üyeliksürecinin belirli bir sonuca ulaşacağı yönünde beklentiler ortaya çıkmıştır. Ancak özellikleFransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel gibisiyasetçilerin Türkiye’nin tam üyeliğine olumsuz bakışları, daha önce ortaya atılan 2014 hedefinineredeyse olarak imkânsız kılmıştır. Bu bakımdan, özellikle iç siyaset dinamikleri göz önündebulundurulduğunda söz konusu sürecin “gurur kırıcı” olmaması nedeniyle daha mutedil birtutum takınıldığı söylenebilir. Nitekim Başbakan Erdoğan, 2010 yılında AB’nin Türkiye’ye karşıtavrını netleştirmesi gerektiğini, bu şekilde ileriye dönük yol haritasının yeniden çizilebileceğiniifade eden sözler sarf etmiştir. 40 Buradan da anlaşılabileceği gibi, Türkiye, AB’nindemokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi perspektifinden kopmadan, ancak içpolitikadaki hassas dengeleri de gözeterek müktesebat uyumlaştırma çalışmalarına devametmektedir.2007 Seçim Beyannamesinde yer alan hususlar, iç ve dış konjonktürden bağımsız birşekilde ele alınamaz. Bu bakımdan, yeni bir anayasa hazırlanması çabasında en belirgin örneğiyaşandığı üzere yalnızca iktidarın bu konudaki niyet ve girişimleri yeterli olmamıştır. Benzerşekilde, dış politika dinamikleri de Avrupa Birliğine üyelik sürecinde görüldüğü gibi diğerülkelerin beklenti ve arayışlarıyla yakından ilişkilidir. Bundan dolayı, Beyannamede sözü edilen40 “Başbakan Erdoğan Avrupa Birliği’ne Rest Çekti”, http://www.ekoayrinti.com/news_detail.php?id=62166 (ErişimTarihi: 20.03.2011).124
hedeflere tam olarak ulaşılamamasının sorumluluğu yalnızca iktidar partisine ihale edilemez.Kaldı ki, genel eğilim ülke içindeki demokratik standartların yükseltilmesi ve temel hak veözgürlüklerin genişletilmesi yönünde olmuştur.b. Ekonomik KonularAK Parti’nin 2002 yılında tek başına iktidara gelmesini sağlayan seçim başarısınınnedenlerinden birinin 2001 ekonomik krizi olduğu açıktır. Ancak spesifik olarak derin çaplı birkrizin yaşandığı 2001 yılından önce de Türkiye’nin ciddi ekonomik sorunlarla boğuştuğu,dolayısıyla bu konunun geçmişe uzanan geniş bir zaman dilimine yayıldığı da bilinmektedir. Bunedenle, iktidarının ilk döneminden itibaren ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlarlaboğuşmak AK Parti için öncelikli konulardan birisi olmuştur. Nitekim 2007 genel seçimlerinde,2002’den daha büyük bir başarı yakalanmasının ardında Partinin, ekonomi alanında geçmişiktidarlara göre daha büyük bir başarı yakalamasının etkisi büyüktür. Gerçekten de AK Partiiktidarı döneminde sıkı para ve maliye politikaları izlenmiş; ülkenin küresel ekonomik sistemlebağlantısı koparılmadan bütçe disiplininden taviz verilmemeye çalışılmıştır. Bu bağlamda,ekonomik göstergeler olumlu bir seyir izlemiş ve pek çok bakımdan denge sağlanmıştır. Hatta2009 yılında tüm dünyayı etkileyen finans krizinden Türkiye pek çok gelişmiş Batılı ülkeye göredaha az yara alarak çıkmıştır. Buna karşılık, ekonominin hâlâ kırılgan bir görünüme sahip olmasıve özellikle nüfus artışıyla yükselen işsizlik sorununun çözülememesi madalyonun olumsuztaraflarıdır.Daha önce de belirtildiği gibi AK Parti, 2007 seçim beyannamesinde ekonomikhedeflerini 2013’e dönük olarak ortaya koymuştur. Dolayısıyla Beyannamede belirlenenhedeflerin en azından bir kısmına ne ölçüde ulaşılabildiğini kesin olarak ortaya koymak mümkündeğildir. Ancak ekonomik göstergelerdeki durumdan genel eğilime yönelik çıkarımlaryapılabilir. Kaldı ki, birtakım rakamsal ve oransal hedeflere daha erken tarihlerde ulaşıldığı dadikkat çekmektedir. Örneğin kişi başına düşen millî gelir, ilk kez 2008 yılında 2013 hedefiniaşarak 10.440 dolar düzeyine ulaşmıştır. Ancak 2009 yılında dünya ölçeğinde yaşanan küreselekonomik krizin etkisiyle söz konusu 8.578 dolar düzeyine inmiştir. 2010 yılında ise yine 10.000dolar rakamı yine aşılmıştır. IMF verilerine göre satın alma gücü paritesine göre kişi başınadüşen millî gelir ise 2010 yılında, Beyannamede belirlenen 15.000 dolar rakamını aşmıştır. 412007 yılında gayri safi yurtiçi hâsıla, 648 milyar; 2008’de ise 742 milyar dolar düzeyineulaşmıştır. Küresel ekonomik krizin etkisiyle GSYİH, 2009’da 617 milyar dolar düzeyine41 “Millî Gelir Artışında Avrupa Üçüncüsüyüz”, http://www.cnnturk.com/2010/ekonomi/genel/12/02/milli.gelir.-artisinda.avrupa.ucuncusuyuz/598152.0/index.html (Erişim Tarihi: 22.03.2011)125
gerilemiş; 2010 yılının Eylül rakamlarıyla 808 milyar Türk Lirası olarak gerçekleşmiştir Bubakımdan, yılsonu rakamları itibariyle önceki yılın aşılacağı söylenebilir. Söz konusu rakamlargöz önünde bulundurulduğunda 2009 küresel ekonomik krizine rağmen, AK Parti’nin SeçimBeyannamesinde ortaya konulan rakamlara ulaştığı, hatta bunları aştığı görülmektedir. Ayrıcaipotekli konut kredisi (mortgage) kullanımının ve bu şekilde kendi evinde oturan insan sayısınınartırılması hedefine de ulaşılmıştır. Buna göre, faiz oranlarının düşmesiyle birlikte mortgagekullanımı önemli ölçüde artmıştır. 42 Örneğin 2009 yılının aynı dönemi ile kıyaslama yapıldığında2010 yılında konut kredisi kullanan kişi sayısında yüzde 130, kullandırılan miktarda yüzde 163artmış olduğu saptanmıştır. 43Ulaşılamayan hedeflerden ilki ise ihracat rakamının 200 milyar dolar düzeyineulaşmasıdır. Buna göre, ihracat, 2008 yılında 132 milyar dolar rakamına ulaşmış; ancak, bundansonraki yıl, bahsettiğimiz ekonomik krizin etkisiyle yeniden 102 milyar dolar düzeyine inmiştir.Ancak bu noktada, söz konusu hedefin 2013 yılı için belirlendiği hatırlatılabilir. Önümüzdekiyıllarda ekonomide olumlu bir performansın gösterilmesi durumunda yeniden belirlenenrakamlara yaklaşmak mümkün olacaktır. Benzeri bir tablo turizm gelirleri için de geçerlidir.Beyannamede turizm gelirlerinin 40 milyar dolara yaklaşmasının hedeflendiği belirtilirken sözkonusu rakam, en iyi olduğu dönemde bile 22,7 milyar doları aşamamıştır. İşsizlik ekonomidekibir diğer sorunlu alandır. Beyannamede işsizliğin düşürülmesi hedefinden söz edilmiş; ancak bukonuda net bir rakam verilmemiştir. İşsizlik kriz yılı olan 2009’da son dönemdeki en yüksekoran olan yüzde 14 düzeyine yükselmiş, 2010’da ise yüzde 11,2’e inmiştir. Ancak bu olumsuztablonun ortaya çıkışında nüfus artışının, yani işgücü potansiyeline her yıl yaklaşık bir milyoninsanın katılmasının da etkisinin bulunduğunu söylemek zorunludur.Ekonomik hedefler bağlamından birtakım küçük sapmalara rağmen genelde belirlenenhedeflere, üstelik 2013 olarak belirlenen hedef tarihten önce ulaşılması kuşkusuz önemli birdurumdur. Aynı süreçte, bütçe disiplini ve malî disiplinden taviz verilmemesi, ekonomikprogramın IMF ile yeniden bir anlaşma yapılmadan hükümetin inisiyatifiyle yürütülmesi diğerolumlu gelişmelerdir. Bu dönemde, Merkez Bankası döviz rezervlerinde önemli artış sağlanmışve bütçe açığı, 2007 yılında yüzde 5,9 olan oranından 2010 Ekim ayı itibariyle yüzde 2,9 oranınageriletilmiştir. Ayrıca kamuda güçlü bir denetim mekanizmasının oluşturulması için yeniden42http://www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=341b78a5-2154-421c-99ca-34074667a7f1 (ErişimTarihi: 22.03.2011)43 Ahmet Safa Kösem, “Konut Kredisi Kullanan Kişi Sayısı Arttı”, http://www.memurlar.net/haber/171910/-(ErişimTarihi: 22.03.2011)126
hazırlanan Sayıştay Kanunu aracılığıyla bu kurumun genel yetkili denetim birimi olarakgörevlendirilmesi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun (YDK) lağvedilerek görevlerininSayıştay’a devredilmesi bir diğer dikkat çeken noktadır. Böylece kamu kurumlarının daha etkinbir şekilde denetlenmesi sağlanmakta ve denetimdeki çok başlılığa son verilmesiamaçlanmaktadır.Buna karşılık, Beyannamede yer aldığının aksine vergilerde önemli bir azaltmayagidilmemesi ve damga vergisinin kaldırılmaması olumsuz yönler olarak göze çarpmaktadır.Ayrıca, HALKBANK başta olmak üzere kamu bankalarının özelleştirilmesi çalışmalarının dasekteye uğradığı ve özelleştirmeye geçilmesi için henüz gerekli hazırlıkların tamamlanmadığıgörülmektedir. Diğer taraftan, bu dönemde, özelleştirmeye zemin hazırlamak üzere kamubankalarının merkezlerinin Ankara’dan İstanbul’a taşınmasına yönelik çalışmalara hızverilmiştir.2007 Seçim Beyannamesinde belirlenen hedeflerle AK Parti iktidarının 2007-2011 arasıekonomi politikaları karşılaştırmalı bir şekilde incelendiğinde çok ciddi bir sorunun bulunmadığısöylenebilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Parti, bu konudaki asıl hedef noktası olarak zaten 2013yılını almıştır. Burada, en büyük başarı olarak ABD gibi gelişmiş ülkelerde dahi finans sektörünüciddi ölçüde etkileyen dünya ekonomik krizinin etkilerinin Türkiye’de nispeten hafif şekildehissedilmesi ve 2010’dan itibaren ekonomik göstergelerin hızla iyiye doğru dönmesidir.Dolayısıyla ekonominin genel gidişatını özetleyen rakam ve oranların gelecekte daha iyiyegitmesi muhtemel olarak değerlendirilebilir.Tablo 1: Temel Makro Ekonomik Göstergeler (2002, 2007-2010) 442002 2007 2008 2009 2010GSYİH (Milyar $) 230 648 742 617 -GSYİH (Milyar TL) 350 843 950 952 808*GSYİH Artışı (%) 8,1 4,6 4,0 -5,2 -Kişi Başına Millî Gelir ($) 3.492 9.234 10.440 8.578 -İşsizlik Oranı (%) 10,3 9,9 11,3 14 11,2Enflasyon Oranı (ÜFE) (%) 29,7 8,7 10,4 6,2 8,5Enflasyon Oranı (TÜFE) (%) 28,6 6,3 12,7 1,2 8,5Dış Ticaret Hacmi (Milyar $) 87,7 277,4 334,0 243,0 299,4İthalat (Milyar $) 51,6 170,1 202,0 140,9 185,544 Bu tabloda yer alan veriler Türkiye İstatistik Kurumu (www.tuik.gov.tr), Hazine Müsteşarlığı (www.hazine.gov.tr),Dış Ticaret Müsteşarlığı (www.dtm.gov.tr) ve Hazine Kontrolörleri Derneğinin (www.hazine.org.tr) Internetsitelerinden derlenmiştir.127
İhracat (Milyar $) 36,1 107,3 132,0 102,1 113,9M.B. Stokları (Milyar $) 28,4 74,0 73,4 74,2 88,5Döviz (Milyar $) 27,1 71,3 70,1 70,7 83,5Altın (Milyar $) 1,3 2,7 3,3 3,5 5,0Cari Açık/GSYİH (%) -0,3 -5,9 -5,7 -2,3 -2,9* 2010 Eylül ayı itibariylec. Toplumsal Konularİlk bölümde değinildiği gibi, AK Parti kendi ideolojik konumuyla uyumlu olarak sosyalpolitikalara büyük önem vermektedir. Bu amaçla, sosyal yardımların yanında eğitim ve sağlıkhizmetlerinin yaygınlaştırılması ve standartlarının yükseltilmesi gibi hedefler belirlenmiştir.“Kalkınma ve Demokratikleşme Programı”nda geçen “devleti halka hizmet etme aracı olarakgören Partimiz, bir sınıf ve kesimin değil bütün vatandaşlarımızın refah ve mutluluğunusağlayacak sosyal politikalar yürütecektir” 45 ifadesi, AK Parti’nin bu konudaki anlayışının genelbir özetini vermektedir. Bu bakımdan, dezavantajlı grupların durumlarını iyileştirmeye yönelikçalışmalar, tanıtım amacıyla hazırlanan neredeyse tüm metinlerde Partinin öncelikli hedefleriarasında gösterilmektedir. Söz konusu yaklaşım doğrultusunda, 2010 Anayasa değişikliklerindekadınlar, yaşlılar, çocuklar, özürlüler, harp ve vazife malulleri ile bunların dul ve yetimlerininsosyo-ekonomik koşullarının iyileştirilmesi amacıyla “pozitif ayrımcılık” yapılmasıöngörülmüştür. Pozitif ayrımcılık, Batılı ülkelerde özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda “sosyal devlet”uygulamalarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin ABD’de siyahlara ve diğer bazı etnikunsurlara birtakım kamusal görevleri üstlenme ya da üniversite öğrenimi görme açısındanbeyazlar karşısında ayrıcalık tanımaya yönelik uygulamalar, pozitif ayrımcılık kapsamında yeralır. Pozitif ayrımcılığın mantıksal arka planında, uzun yıllar boyunca aynı toplumsal kaderipaylaşan, ancak toplum tarafından yaratılan katma değere ulaşma söz konusu olduğunda diğerkesim(ler)le eşit imkâna sahip olamayan grup ya da grupların maruz kaldıkları haksızlıkları telafietme düşüncesi yatar.Yukarıda verdiğimiz örnekten yola çıkıldığında ABD’lilerin yüzyıllar boyunca yükseköğrenim görmelerine ya da memuriyet gibi kamusal görevlere atanmalarına izin vermediklerisiyahlara bazı avantajlar tanımaları, geçmişten gelen eşitsizlikleri giderme çabalarının ürünüdür.İlk bakışta bu uygulama, gayrı adil gibi görünebilir. Zira son tahlilde, bir kesim lehine ayrıcalıkyaratılmakta, geçmişteki adaletsizlikler yüzünden bugün kendisine ayrıcalık tanınan grubun45 Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, s. 71.128
karşısındaki grup mensuplarının (ABD örneğinde beyazların) hakları ihlal ediliyor gibigörünmektedir. Oysa geçmişte sergilenen uygulamalar nedeniyle siyahların nüfuslarına oranlaçok daha az oranda kamusal mevki ve makam sahibi olmalarının gösterdiği gibi, pozitifayrımcılık uygulanmaması toplumsal dengesizliklerin süreğenleşmesine neden olacak ve siyasalbirliğin korunmasını imkânsızlaştıracaktır. AK Parti’nin topluma yönelik özel vurgusu,anayasada bahsettiğimiz türden pozitif ayrımcılığa vurgu yapan bir değişikliğin yapılmasınımümkün kılmıştır.Anayasada yapılan değişikliğin dışında, AK Parti’nin iktidarının ilk günlerinden itibarensosyal dayanışmayı esas alan bir yaklaşım benimsediği görülür. Buna göre, 2008 yılsonurakamları itibariyle 2002 yılına göre asgarî ücrette iki, özürlü maaşlarında yaklaşık beş, yaşlılıkaylıklarında üç kattan fazla artış sağlanmıştır. Parti tarafından, emekli maaşlarındaki artışın dayüzde 100’ün üzerinde olduğu savunulmaktadır. 46 Sigortalı çalışan kişi sayısı ise 2002’ye göreyüzde 90’ın üzerinde artmıştır. Bunun yanında, devlet eliyle dağıtılan sosyal yardımların daönemli ölçüde yükseltildiği görülmüştür. TÜİK verilerine göre, AK Parti iktidarı dönemindeyapılan toplam sosyal yardımlar, 5.604 milyon TL rakamına ulaşmıştır.Eğitim sürecinde atılan adımlar da sosyal yardımlarla aynı kapsam içerisindedeğerlendirilmelidir. Daha önce de değinildiği gibi 2007 Seçim Beyannamesinde okul öncesieğitimde okullaşma oranının 2002’de yüzde 11 iken 2006 yılında yüzde 25’e çıkarıldığı, 2011hedefinin ise yüzde 50 olduğu belirtilmiştir. 2011 başı itibariyle ulaşılan rakam yüzde 43düzeyindedir 47 ki bu Beyannamede öngörülen hedefin altında bir orana işaret etmektedir. Ancak2002’ye göre de yaklaşık dört katlık bir artış olduğu belirtilmelidir. Beyannamede özellikle kızöğrenciler olmak üzere eğitim süreçlerinde dezavantajlı durumda bulunan öğrencilere yapılaneğitim yardımlarının artırılarak devam edeceği söylenmektedir. Bu bağlamda, yine TÜİKverilerine göre, eğitim alanında yapılan yardımlar önemli ölçüde artmıştır. Özellikle küreselçapta bir ekonomik krizin yaşandığı 2009 yılında, hükümet tarafından yapılan söz konusuyardımlar en üst düzeye çıkarılmıştır. 2009 yılında, eğitim materyali yardımı 181 milyon TLdüzeyinde gerçekleşmiştir ki bu rakam bir önceki yıla göre iki kat; 2003 yılıyla kıyaslandığındaise yaklaşık 18 kat artışı yansıtmaktadır. Aynı yıl, şartlı eğitim yardımları 345, ücretsiz kitapyardımları ise 235 milyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde ilk ve ortaöğretimde tümöğrencilere ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması uygulamasına devam edilmiştir. Yine okullardabilişim teknolojilerinin geliştirilmesi hedefine yönelik olarak 2002 yılına kıyasla eğitim46 Alnımızın Akıyla 2003-2008, Adalet ve Kalkınma Partisi Yay., Ankara, 2009, s. 9-10.47 http://www.kamudanhaber.com/egitim/okul-oncesinde-okullasma-orani-yuzde-43e-yukseldi.htm (Erişim Tarihi:25.03.2011)129
kurumlarında bilgisayar sayısı yüzde 560, bilişim-teknoloji sınıfı sayısı ise yüzde 400artırılmıştır. Başbakan Erdoğan’ın 22 Kasım 2010 günü açıkladığı Fatih Projesi ile her sınıfa birbilgisayar ve projeksiyon cihazı konulacağını açıklanmıştır.Seçim Beyannamesinde 2013 yılı için ilköğretimde yüzde 100, ortaöğretimde ise yüzde90 okullaşma oranı hedeflendiği belirtilmektedir. 2010 rakamlarına göre bu oran ilköğretim içinyüzde 98,4; ortaöğretimde ise yüzde 69,33 olarak gerçekleşmiştir. 48 Bu rakamlar, özellikleilköğretim bağlamında önceden belirlenen büyük ölçüde ulaşıldığına işaret etmektedir.Önlisans ve lisans öğrencilerine verilen aylık öğrenim kredisi ise 2002 yılında aylık 45lira iken, 2007’de 150, 2011’de 240 liraya çıkarılmıştır. Aynı dönemde yükseköğrenim alanındagerçekleştirilen en önemli hamle tüm illere en az bir üniversite açılması ve toplam üniversitesayısının 156’ya çıkarılmasıdır. Daha önce de değinildiği gibi 2007 Seçim Beyannamesinde butürden bir hedeften somut olarak söz edilmemiştir. Burada, bir eleştiri noktası olarak söz konusuyükseköğrenim kurumlarının pek çoğunun henüz fiziksel altyapıya ve yeterli öğretim elemanısayısına sahip olmadıkları belirtilmelidir.Beyannamede AK Parti’nin ikinci seçim dönemindeki başarısının en önemlinedenlerinden birisi olarak görülen sağlık sistemindeki reforma devam edileceği de ifadeedilmektedir. Bu bağlamda, hastaneler, Sosyal Güvenlik Kurumları ve eczaneler arasında onlineişlem yapılmasını mümkün kılacak medula projesi yaşama geçirilmiştir. Aynı şekilde, 2007Seçim Beyannamesinde öngörülen aile hekimliği uygulaması tüm vatandaşları kapsayacakşekilde başlatılmıştır. Buna göre, Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği 25.05.2010 tarih ve27591 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve daha önce pilot olarak bazı illerde yapılanuygulama 81 ile yaygınlaştırılmıştır. 49 Çocukların ve gençlerin tütün ve alkol gibi zararlıalışkanlıklardan kurtulmasına yönelik vaade uygun olarak da kamuya açık tüm kapalı alanlardatütün mamulleri tüketilmesi yasaklanmış; eğitim kurumları için söz konusu yasağın kapsamıiyice geniş tutulmuştur. Son olarak belirtilmesi gereken nokta, bebek ölüm hızının,Beyannamede öngörülen binde 20 hedefinin çok ötesine geçmesi ve binde 10 düzeyineinmesidir. Bu rakam, Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) 2025 yılı için öngördüğü binde 16düzeyinin de çok gerisindedir. 5048 http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=14&ust_id=5 (Erişim Tarihi: 25.03.2011)49 http://www.ailehekimligi.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=98:aile-hekimliininuelkemizdeki-geliimi-&catid=38(Erişim Tarihi: 25.03.2011)50 “Bebek Ölüm Oranı Binde 10!a İndi”, http://yenisafak.com.tr/Saglik/?i=309060 (Erişim Tarihi: 25.03.2011)130
AK Parti’nin sosyal politika uygulamaları, özellikle liberal ideolojik öncüllerbakımından eleştirilebilir. Zira sosyal harcamalar, son tahlilde, ülke içinde ekonomik süreçlerinkendiliğinden gelişimine sekte vurmakta ve devletin bu alan üzerindeki rolünü artırmaktadır.Ancak, Parti, her şeyden önce kendisini “muhafazakâr” olarak nitelendirmekte, dayanışma,diğerkâmlık ve toplumsallık vurgularında bulunmaktadır. Bu bakımdan, en baştan beri, gerekParti Programında gerekse kendisini kamuoyuna anlattığı tüm metinlerde AK Parti “sosyaldevlet” vurgusu yapmaktadır. Dolayısıyla söz konusu politikaların siyasal açıdan bir meşruiyetzemininin bulunduğu açıktır. Parti, 2007 Beyannamesinde önceki süreçte izlediği, sosyaldevletin güçlendirilmesine yönelik politikaların derinleştirileceğini vaat etmiş ve seçmenlerdendestek bulmuştur. Sonuçta, Partinin 2007-2011 arasındaki zaman diliminde sosyal yardımlar,eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi alanlarda önceden belirlediği hedeflere büyük ölçüdeulaştığı söylenebilir.III. 2011 SEÇİM BEYANNAMESİNDE BAŞLICA VAAT VE TAAHHÜTLERAK Parti, 2011 Seçim Beyannamesini, 16 Nisan 2011 günü büyük bir törenleaçıklamıştır. “Türkiye Hazır: Hedef 2023” başlığını taşıyan Beyanname, 2007 yılında aynıamaçla hazırlanan metne benzer şekilde, Partinin geçmiş iktidar dönemlerindeki icraatlarına dayer vermiş ve aynı zamanda Cumhuriyetin yüzüncü yılı olan 2023 yılına yönelik perspektifiniyansıtmıştır. Ayrıca, 2007-2011 arasında AK Parti hükümeti tarafından yaşama geçirilenuygulamaları daha kapsamlı aktarmak için Beyannameye ek olarak “Alnımızın Akıyla 8,5 Yıl”başlıklı bir icraat kitapçığı hazırlanmıştır.a. Siyasal ve Hukuksal Konular2011 Beyannamesi, demokratikleşmeye yönelik özel vurgularla başlamaktadır. Bubakımdan, Beyannamenin ilk bölümünün başlığının “İleri Demokrasi” olduğu görülmektedir.Her şeyden önce, AK Parti, kendi iktidar dönemini, “Türk demokrasisinin normalleşme yılları”olarak adlandırmaktadır. Buna göre, vesayet kıskacında bulunan demokratik yaşam, AK Partiiktidarı döneminde atılan adımlar aracılığıyla bir “sessiz devrim” gerçekleştirilmiştir. Buyaklaşımdan hareketle, Beyannamede, öncelikle Partinin kesintisiz olarak iktidarda bulunduğu2002-2011 yılları arasındaki 8,5 yılın genel bir muhasebesine girişilmiştir.Beyannamede öncelikle “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak nitelendirilen“demokratik açılım”ın anlam ve kapsamının açıklanmaya çalışıldığı dikkat çekmektedir. Dahaönce de vurguladığımız gibi, 2007 Beyannamesinde, Kürt Sorununa yaklaşım ya da sorunun131
çözümü açısından özel bir değini bulunmamaktadır. Buna karşılık, 2011 Beyannamesinde,özellikle güncel siyasal tartışmalar bağlamında kendisine yöneltilen eleştirileri aşmak için Parti,uygulamaya çalışılan demokratik açılımın temel yol haritasını belirlemek amacından hareketetmiştir. AK Parti’ye göre, demokratik açılım, “farklı kesimlerin mağduriyetleriyle oluşantoplumsal sorunlarımızı millî birlik ve kardeşlik çerçevesinde çözme iradesini ifade etmektedir.”Burada, gayet akılcı ve siyaseten açıklanması nispeten daha kolay bir argüman üzerinden hareketedildiği görülmektedir. Zira Partiye göre, gerek ekonomik gerekse siyasal açıdan güç veetkinliğini artırmaya çalışan ülkenin, kendi içinde karşılaştığı sorunları öncelikle çözmesigerekmektedir. Bu bağlamda, farklı nedenlerle, geçmişte ayrımcılığa maruz bırakılan ve çeşitlimağduriyetler yaşayan Kürt, Alevi, gayrimüslim ve Roman vatandaşların içinde bulunduklarıkoşulların iyileştirilmesi yönünde adımlar atıldığı ve bunun gelecek dönemde de devamettirileceği vurgulanmaktadır.Beyannamenin bu bölümünde en fazla dikkat çeken hususlardan bir diğeri ise geçmiştenfarklı olarak açıkça “Kürt Sorunu” ifadesinin tercih edilmesidir. Bugüne kadar sorunlarınçözülememesinin nedeni olarak konunun yalnızca güvenlikle ilişkilendirilmesini gösteren AKParti, bu anlayışın “kolaycılık” olduğunu savunmaktadır. Burada, en fazla dikkat çekenifadelerden biri, “Bizim terörle mücadelede tercihimiz, demokratik-insanî yöntemlerle sorununçözülmesidir.” ifadesidir. Buna göre, demokratik standartlardan ödün verilmeden ve olağanüstüyönetim biçimlerine tevessül edilmeden, diyalog yöntemi izlenerek Kürt sorunununçözülebileceği savunulmaktadır. Ancak söz konusu sorunun yıllardan beri sürdüğü ve bu açıdanderhal bir çözüm beklenmemesi gerektiği vurgulanarak her kesim sabırlı ve itidalli olmayaçağrılmaktadır.Bu mesele üzerindeki yaklaşımıyla AK Parti, 2011 Seçim Beyannamesinde kendisineait diğer seçim beyannamelerinin yanında Parti tarafından demokratik açılımı kamuoyunaanlatmak için hazırlanan diğer tüm metinlerin ötesine geçmiştir. Bu durumun oluşmasında farklıetmenlerden bahsedilebilir. Her şeyden önce 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasareferandumu sırasında muhalefetin iktidara karşı en önemli argümanlarından biri TRT 6 veyaüniversitelerde Kürtçe bölümlerinin açılması ile örneklenen ve AK Parti tarafından atılan Kürtsorununa yönelik adımlar olmuştur. Ancak milliyetçi kimlikleriyle bilinen pek çok ilde yüksekoranlarda “evet” oyu çıkması AK Parti’nin o güne dek atılan adımların hızlandırılmasıyönündeki cesaretini artırmıştır. İkinci etmen olarak ise CHP’nin yaşadığı lider değişikliğindensonra Kürt politikasında da yeni bir yaklaşıma doğru evrilebileceğine yönelik verdiği işaretlerdir.Nitekim AK Parti’den yaklaşık bir hafta sonra kendi seçim beyannamesini açıklayan CHP de132
Kürt sorunu başta olmak üzere pek çok meselede bugüne dek izlediği statükocu çizginin ötesinegeçmiş ve yeni bir söylem oluşturmaya çalıştığının işaretlerini vermiştir.AK Parti, 2011 Seçim Beyannamesinde, yeni bir anayasa hazırlanmasına da özel birönem ve ağırlık verdiğini ifade etmektedir. Daha önce tartışıldığı gibi 1982 Anayasasınınyenilenmesi konusu, Partinin 2007 Beyannamesinde öncelikle altını çizdiği gibi hususlararasındadır. Bu konuda, bir muhasebeye girişen AK Parti, iktidarının ilk iki döneminde farklızamanlarda kısmî anayasa değişiklikleri yapıldığını, ancak yeni dönemde bunlarlayetinilmeyerek en baştaki vaatlere uygun şekilde anayasanın tamamen değiştirileceğini ortayakoymaktadır. Ancak polemikten kaçınılarak geçmiş iktidar döneminde bu değişikliklerinyapılamamasına neden olan siyasal sorunlara değinilmemektedir. Bu bağlamda, yeni anayasaçalışmalarında her kesimden insanın anayasa yapım sürecine katılmalarının ve şiddet ve terörebaşvurmayan her türlü görüşün ifade edilmesinin sağlanacağı vurgulanmaktadır. Buna göre, yenianayasa, “tartışma, katılım, uzlaşma ve referandum” süreçlerinin aşılmasından sonra yaşamageçirilecektir. Ayrıca bu bölümde, anayasanın yalnızca “kurucu meclis” tarafından yapılabileceğiyönündeki iddialara da yanıt verilmekte ve TBMM’nin Anayasanın 175. maddesine göreanayasayı değiştirme yetkisine sahip olduğu, bu yetkinin yeni bir anayasa yapmayı da kapsadığısavunulmaktadır.Beyannamede, hazırlanacak yeni anayasanın taşıyacağı özellikler de belirtilmektedir.Yeni anayasa, kısa, öz, açık ve tutarlı olacaktır. Burada, yeni anayasanın “bireyi ve onunhaklarını esas alan, devleti kutsal bir varlık değil bireye ve topluma hizmet eden bir araç olarakgören, toplumsal çeşitliliği bir tehlike değil zenginlik olarak kabul eden, tek sesliliği değilçoğulculuğu öne çıkaran ve demokratik hukuk devletinin tüm unsurlarını içeren bir metin”olacağı savunulmaktadır. Ayrıca, bu metnin, hak ve özgürlükleri en geniş şekilde içereceğindenve yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ilişkilerin kuvvetler ayrılığı anlayışı açısındanyeniden belirleneceğinden söz edilmektedir. Bu durum ile Parti, başta yargı organları olmaküzere farklı kurumların siyasete yönelik müdahalelerinden duyduğu rahatsızlığı örtülü şekildeifade etmiştir.Aynı bölümde adalet sisteminde reform yapılacağına yönelik bir vaat de bulunmaktadır.Önceki dönemlerde sistemdeki sorunlar nedeniyle halkın adalete ilişkin inancının zayıfladığı;buna karşılık, AK Parti iktidarları döneminde güven sorununun aşılmasına yönelik adımlaratıldığı vurgulanmaktadır. Bu bölümde, özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna(HSYK) yönelik somut ciddi eleştirilerin bulunduğu dikkat çekmektedir. AK Parti’ye göre, 2010Referandumuyla yapısı değişmeden önce HSYK, “demokratik meşruiyete dayanmayan, hâkim-133
savcıların temsil edilmediği, Avrupa sisteminden uzak ve kast sisteminin etkin olduğu” biryapıya sahip olmuştur. Bunun yanında, adliyelerin “vahim durumda” bulunduğu ve teknolojininimkânlarından adlî sistemde yararlanılmadığı belirtilmektedir. Gelecekte, aynı sistem içindekisorunların çözülmesi açısından öncelikle yargılamaların hızlandırılacağı seçmenlere vaatedilmektedir. 2011 Beyannamesinde, adli sisteme yönelik aksaklıklar bağlamında geçmişe göreçok daha net bir tavır takınıldığı açıkça görülmektedir. Örneğin yapılan ve yapılacak reformlarınsonunda, “yargının kimsenin ön veya arka bahçesi olmayacağı” belirtilmektedir.Özgürlük ve güvenlik ilişkisi konusunda da AK Parti, kendi 2007 Beyannamesine göredaha ileri bir adım atmıştır. İlk bölümde belirttiğimiz gibi, 2007 Beyannamesinde özgürlük ilegüvenliğin birbirlerine karşıt olmadıkları ve bunlar arasında bir denge sağlanması gerektiğibelirtiliyordu. 2011 Beyannamesi ise “özgürlük için güvenlik” anlayışı üzerinde durmaktadır.Buna göre, Beyannamede, özgürlüğün gerçek anlamda yaşanması için güvenliğin bir araç olduğuve güvenlik politikalarının hiçbir gerekçeyle özgürlük alanlarını daraltacak şekildedüzenlenemeyeceği vurgulanmaktadır. Partinin muhtemel üçüncü iktidar döneminde güvenlikgörevlisi sayısının Avrupa ortalamasına yükseltileceği, suçun işlenmeden önlenmesine yönelikuygulamaların artırılacağı ve vatandaşların güvenlik güçlerine daha kolay ulaşmasınınsağlanacağı vaat olarak ortaya konulmaktadır.“İleri Demokrasi” başlıklı bölümün son alt bölümünün başlığı ise “Vatandaş ve SonuçOdaklı Yönetim”dir. Bu bölümde, öncelikle, bürokrasinin vatandaşların yaşamlarınıkolaylaştırmak üzere yeniden düzenlendiği ve bu konudaki reformlara devam edileceğibelirtilmektedir. Aynı bölümde, Partinin iktidarının ilk iki döneminde yapılan bazı uygulamalaröne çıkarılmaktadır. Yerel yönetimler açısından yapılan değişiklikler, KÖYDES ve BELDESprojeleri, Etik Kurulu ve Bilgi Edinme Hakkı gibi farklı konular bu başlık altında ifadeedilmiştir. Burada, özellikle yerel yönetimlerin güç ve etkinliklerinin, bununla doğru orantılıolarak da gelir kaynaklarının artırılması meselesine özellikle değinilmelidir. Bilindiği gibi, belirlibir ülkede demokratik standartların yükselmesinin en önemli koşullarından biri yerelyönetimlerin güçlü bir yapıya sahip olmalarıdır. Bu bağlamda, Beyannamede, yerel yönetimlerindemokratik sistem içindeki yerlerine koşut olarak kamu hizmetlerindeki ağırlıklarınınartırılmasına yeterince yer verilmediği söylenebilir.Siyasal bakış açısı ve hedefler açısından, AK Parti 2011 Seçim Beyannamesinin, 2007yılında aynı amaçla hazırlanan metne göre çok daha demokratik ve özgürlükçü bir bakış açısınasahip olduğu görülmektedir. Buna göre, 2007’deki mutedil üslubun aksine, daha polemikçi vecesur bir dile sahip olunduğu, siyasal sorunlardan söz edilirken genel ifadeler yerine daha somut134
hedefler konulduğu dikkat çekmektedir. Parti, seçim sonrası yeni bir anayasa yapma düşüncesiniseçim kampanyasında da sıklıkla dile getirmekte ve bu türden bir muhtemel girişimin meşrulukzeminini şimdiden hazırlamaktadır.Beyannamenin dış politikaya ilişkin “Lider Ülke” başlıklı bölümü de siyasal konulararasında değerlendirilebilir. Bu bölümde, Partinin, küreselleşmeyi fırsata çevirdiği ve evrensel vemillî değerler arasında bir denge kurduğu savunulmaktadır. Beyannameye göre, Parti, iktidardabulunduğu süre zarfında “proaktif ve pozitif” bir dış politika vizyonu ortaya koyarak Türkiye’ninbarış ve istikrarın adresi haline gelmesini sağlamıştır. Diğer taraftan Parti’nin dış politikadaizlediği çizgi, iç politikadaki genel yaklaşımının bir uzantısı olarak görülmekte ve“normalleşme” süreci şeklinde nitelendirilmektedir. Aynı zamanda, dış politika sorunlarının birbütün olarak görüldüğü ve dünyadaki gelişmelere tepkisel değil, ilkesel yaklaşıldığı da yinePartinin iddiaları arasındadır. Yukarıda AK Parti’nin özellikle Ortadoğu dünyasıyla ilişkileraçısından geleneksel Türk dış politikasından bir kopuş yaşadığını aktarmış ve bu stratejininmimarının öncelikle Başbakan Erdoğan’ın diplomasi danışmanlığını yapan Ahmet Davutoğluolduğunu aktarmıştık. Davutoğlu’nun 2009 yılından itibaren dışarıdan Dışişleri Bakanı olarakatanmasıyla yeni dış politika anlayışı genişletilerek sürdürülmüştür. Ancak ilgi çekennoktalardan biri, diplomasinin yalnızca Dışişleri Bakanlığı eline bırakılmaması ve devlet içindeyeni birimler oluşturulmasıdır. Bu süreçte oluşturulan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü veYurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi oluşumlar aracılığıyla Türkiye, bölgededaha fazla inisiyatif alacağını göstermektedir. Adı geçen kurumların, geleneksel yapısınındeğişmesi oldukça zor olan Dışişleri Bakanlığına farklı açılardan alternatif oluşturmak gibi birmisyonlarının bulunduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra Beyannamede, Kıbrıs, Balkanlar veOrtadoğu coğrafyalarına yönelik politikalar başta olmak üzere pek çok açıdan mevcut yaklaşımınsürdürüleceği belirtilmektedir. Ortaya konulan somut hedeflerin en önemlilerinden biri iseTürkiye’nin 2015-2016 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği için yenidenbaşvuracağının açıklanmasıdır.Aynı bölümde, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerine de bir alt başlıkayrılmıştır. Burada, en fazla dikkat çeken nokta, yakın dönemde yaşanan ve yukarıda kısmendeğindiğimiz tüm gelişmelere rağmen AB üyeliğinden vazgeçildiğine yönelik bir imanın bile yeralmamasıdır. Tam tersine, AB üyeliğinin “stratejik bir hedef” olarak görüldüğü ve “bazı Avrupaülkelerinin haksız temelsiz muhalefetine rağmen” üyelik için gerekli adımların atılmaya devamedileceği vurgulanmaktadır.135
. Ekonomik KonularTıpkı 2007 Beyannamesinde olduğu gibi “Hedef 2023” başlıklı metin de ekonomiksorunları ikinci bölüm olarak belirlemiştir. Bu bağlamda, Partinin ekonomi politikalarının dadiğer alanlarda olduğu gibi “insan odaklı” bir görünüm çizdiği ve “güven” esasına dayandığıifade edilmektedir. Burada, en fazla dikkat çeken noktalardan biri, Partinin ideolojik diliyleuyumlu olarak ekonomik kalkınma için demokrasinin ve hukuk sisteminin güçlendirilmesigereğine yönelik vurgudur. Bu bölümde, öncelikle AK Parti iktidarının ilk iki dönemindeulaşılan ekonomik rakamlar hakkında detaylı bilgi verilmektedir. Önceki bölümde bu tartışmalaryapıldığı için burada tekrar aynı konuya değinilmeyecek ve geleceğe yönelik ekonomik hedefleraktarılacaktır.Önceki bölümde belirtildiği gibi, 2007 Beyannamesinin ekonomik hedefleri, seçim yılıolan 2007 hedef alınarak değil 2013 perspektifine göre hazırlanmıştır. 2011 SeçimBeyannamesinde de benzeri bir yöntem izlendiği, ancak bu sefer hedefin daha geniş tutularakCumhuriyetin yüzüncü yılı olan 2023’e gönderme yapıldığı görülmektedir. Bu bakımdan, 2023için temel hedef, “bilgi toplumuna dönüşmüş, her alanda Avrupa Birliği standartlarını yakalamışve küresel ölçekte rekabet gücü yüksek, güçlü Türkiye” olarak gösterilmiştir.AK Parti’nin ekonomiye bakışının Türkiye’nin son dönemde komşu ülkelerle girdiğiilişkilerle birleştirilmesi de Beyannamede dikkat çeken konular arasındadır. Türkiye’nindemokratik standartlarını yükseltmesiyle koşut olarak ekonomik gelişmenin artmasının komşuülkelere de örnek olacağını savunan Parti, bu bakımdan ekonomik ve siyasal istikrarı bir bütünolarak göstermektedir.Partinin 2023 için maliye politikası açısından öncelikli hedefleri özelleştirme eksenindeşekillenmektedir. Buna göre, kamunun elektrik dağıtımı ve şeker üretiminden tamamençekilmesi ilk hedef olarak ortaya konulmuştur. Ayrıca, KİT’lerde “yönetişim modeli”ninuygulamaya sokulacağı ve Hazine’ye ait atıl durumda bulunan taşınmazların ekonomiyekazandırılacağı belirtilmektedir. Gelir politikasında ise öncelikli hedef, kayıt dışı ekonomiylemücadeleye devam edilmesidir. Bu bakımdan, vergi oranlarının düşmesi, kayıt dışılığınazaltılmasıyla bağlantılı olarak değerlendirilmekte ve vergilerde bu önkoşul dışında hükümettarafından azaltılmaya gidileceğinden bahsedilmemektedir.Yatırımlar bağlamında ise kamu ve özel sektörün bütüncül bir yaklaşımla ele alındığı;buna karşılık, asıl ağırlığın özel sektöre verileceği belirtilmektedir. Ayrıca yeni dönemde deenflasyon hedeflemesinin para politikasının başlıca dinamiği olacağının altı çizilmektedir.136
Partinin ekonomik hedefleri bakımından en önemli sapmaların işsizlik rakamlarınınazaltılması bakımından ortaya çıktığından, ancak Parti tarafından bunun hızlı nüfus artışıylailişkilendirildiğinden daha önce bahsetmiştik. 2011 yılında da aynı yaklaşım devam etmektedir.Buna göre, işsizlik rakamlarının yüksekliği, özellikle 2009 Dünya Ekonomik Krizinden sonraBatı ülkelerinde de aynı oranların yükselmesiyle açıklanmaktadır. Bu ülkelerde, işsizlikdüzeyinin kriz öncesindeki düzeyine en erken 2015 yılında dönebileceğinin öngörüldüğü,Türkiye’de ise bir yıl içinde işsizliğin eski oranına indiği savunulmaktadır. Aynı başlık altında,rakamlar aracılığıyla ülkenin istihdam kapasitesinin geliştirildiği ve bunlara yönelik birtakımsomut projelerin yaşama geçirildiği de ifade edilmektedir. Burada, en dikkat çeken noktalardanbiri, istihdam sorununun Beyannamede oldukça kapsamlı bir şekilde ortaya konulmayaçalışılmasıdır. Bu durumun muhtemelen en önemli nedeni, tüm kamuoyu araştırmalarındaişsizliğin toplum tarafından en önemli sorunlardan biri olarak görülmesidir. Dolayısıyla, AKParti, insanların somut olarak gündelik yaşamlarını etkileyen en önemli sorunlardan biri olanişsizlikten kaynaklanabilecek muhtemel oy kayıplarını engellemek için kendisini daha iyi ifadeetmeye çalışmıştır.Ülkede yeni sanayi tesisleri açılması ve mevcut oluşumların da imkân ve kapasitelerininartırılması, eşzamanlı olarak işsizlik sorununun çözümüne katkıda bulunacak bir araç olarakgörülmektedir. Mesleki eğitim programlarının yaygınlaştırılmasından AR-GE ve inovasyonteknolojilerinin geliştirilmesine geniş bir spektrum içinde pek çok hedef, Beyannamede bukapsam dâhilinde değerlendirilmektedir.Bilindiği gibi ihracat rakamlarının büyümesi, en baştan beri AK Parti tarafındaniktidarın başarısının en önemli göstergelerden birisi olarak gösterilmektedir. Bu bağlamda, 2023yılına yönelik birtakım hedefler, ihracatın 500 milyar dolar düzeyine yükseltilmesi, ihracatçısayısının şimdikinin iki katı olan 100 bine çıkarılması ve dünya çapında tanınan en az elli markayaratılması şeklindedir. AK Parti’nin hedefi, 2023 yılında dünya mal ticaretinde Türkiye’ninpayının yüzde 1,5’e çıkarılmasıdır.Bu bölümde dikkat çeken noktalardan biri, “enerji” başlığı altında Türkiye’nin 2023yılında, nükleer enerjiyi elektrik üretiminde kullanacağının belirtilmesidir. Hatırlanacağı üzere,son dönemde, en önemli toplumsal tartışma konularından biri, Türkiye’de bir nükleer santral inşaedilmesidir. AK Parti, Seçim Beyannamesiyle nükleer enerji konusuna bakışının değişmediğinigöstermekte ve bu konuda net bir tavır takınmaktadır. Aynı zamanda mevcut termik vehidroelektrik santrallerin imkân ve kapasitelerinin artırılacağı ve bunlara yenilerinin ekleneceğibelirtilmektedir.137
Beyannamenin ekonomi ile ilgili bölümüne bakıldığında 2007 yılına göre hedeflerinönemli ölçüde yükseltildiği görülmektedir. Ayrıca tıpkı 2007 Beyannamesinde olduğu gibi Parti,kendi iktidar dönemlerinde yapılan uygulamalara ve ulaşılan rakamlara sıklıkla referansvermekte ve bunların hatırlatılması ihtiyacını hissetmektedir. Örneğin ayrıntılı rakamlararacılığıyla Türkiye’nin ulaştırma sektöründe kat ettiği mesafenin altı kalınca çizilmekte veizlenen çizginin devam ettirileceği belirtilmektedir.c. Toplumsal KonularAK Parti 2011 Seçim Beyannamesinin “Güçlü Toplum” başlıklı üçüncü ana bölümütoplumsal sorunlar ve icraatlara ayrılmıştır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal desteklergibi konular bu başlık altında ifade edilmiştir. Daha önceki bölümde de değindiğimiz gibi, AKParti’nin politikaları açısından toplumsal sorunların önemli bir yeri bulunmaktadır. Bubakımdan, ekonomik politikalar söz konusuyken hâkim olan liberal bakış açısı, konu toplum ileilgili bir soruna geldiği zaman yerini muhafazakâr bir yaklaşıma bırakmaktadır. Özellikle sosyalyardım harcamaları, öncekilerde olduğu gibi, 2011 Beyannamesinin de en fazla öne çıkardığıkonular arasındadır. Aynı şekilde, bu bölümde, aileye yönelik özel bir vurgu da bulunmaktadır.Buna göre, AK Parti tarafından ailenin, “güçlü toplumun esasını teşkil ettiği” ifade edilmektedir.Dolayısıyla ailelerin güçlendirilmesi için devlet tarafından yapılacak olan sosyal harcamalarsavunulmakta ve siyasal açıdan muhafazakâr bir yaklaşım sergilenmektedir.Bu başlık altında en fazla dikkat çeken konulardan biri, Parti’nin özellikle eğitim vesağlık alanlarında 2007 Seçim Beyannamesinde ortaya konulan hedeflere ulaşıldığınısavunmasıdır. Eğitim alanında teknoloji ve bilişimden yararlanılması, bu amaçla okullarınbilgisayar ve Internet imkânlarının artırılması Partinin eğitim alanında izlediği politikanın anaamaçlarından biri olarak gösterilmiştir. Bundan sonraki süreçte de aynı yaklaşımı devamettireceğini belirten AK Parti, Seçim Beyannamesinde, 2023 hedefi olarak bilgi teknolojilerinintüm okullara yaygınlaştırılması ve eğitim ile ilgili göstergelerin gelişmiş ülkeler düzeyineçıkarılması gösterilmiştir. Bu bölümde, Yükseköğretim Kuruluna da (YÖK) değinilmekte veseçimden sonra yapılacak anayasa değişiklikleri ile birlikte YÖK’ün yapısının yenidendüzenleneceği vaat edilmektedir. Buna göre, YÖK, üniversiteler arasında eşgüdüm ve denetimişlevini yerine getiren ve akreditasyon sağlayan, dolayısıyla şimdikine göre yetkileri oldukçadaraltılmış bir kurul haline getirilecektir.AK Parti’nin siyasal başarısındaki en önemli etmenlerden birinin sağlık sistemindeyapılan reform olduğu açıktır. Bu reform aracılığıyla, toplumda hemen herkesin yaşamındaolumlu bir fark meydana getirilmiş, bu yolla geniş kesimlerin desteği sağlanmıştır. Parti, 2011138
Seçim Beyannamesinde bu durumu özellikle vurgulamakta ve sistemde gidilen iyileştirmeleriseçmene hatırlatma yoluna gitmektedir. Burada, eğitim ve sağlık gibi konularda AK Parti’ningeçmiş uygulamalarını başarılı olarak gördüğü ve seçmene bunların sürdürüleceği güvencesiniverdiği dikkat çekmektedir. Bu anlamda, yeni radikal reformlardan daha çok iktidarın ilk ikidöneminde izlenen çizginin sürdürüleceği vurgusu dikkat çekmektedir.Beyannamede en fazla dikkat çeken noktalardan biri de kentleşmeye yönelik özelvurgudur. Bu bağlamda, “Yaşanabilir Çevre ve Marka Şehirler” konusu ayrı bir başlık altındadüzenlenmiştir. Söz konusu başlık, “tarih boyunca medeniyetimiz, insanlığa örnek teşkil edecekderecede eşsiz şehirler kurmuştur. Ancak AK Parti hizmeti gelinceye dek, şehirlerimiz gereğincekorunmamış, hak ettiği değer verilmemiş ve adeta yaşanılabilir olmaktan çıkarılmıştır.” cümlesiile başlamaktadır. Buna göre, Beyannamede, AK Parti’nin kentlerin konut, ulaşım, trafik veçevre sağlığı gibi sorunlarını çözecek adımlar attığı savunulmaktadır. Aslında bu yaklaşım,Partinin ekonomik politikaları ile da yakından bağlantılıdır. Bilindiği gibi, dünya ölçeğindeekonomik gelişmişlik göstergelerinden birisi kentleşme oranının yüksekliğidir. Oysa Türkiye’deyüzde 70’ler civarında bulunan bu oran, gelişmiş ülkelerin bir hayli altındadır. Sanayi ve ticaretedayalı bir ekonomik kalkınma modeli için bu oranın daha yukarıya çekilmesi, ancak bunun içinöncelikle kentlerde, altyapı ve konut stoku gibi açılardan hızlı nüfus artışına yanıt verebilecekşekilde gerekli düzenlemelerin yapılması önem taşır. Yerel yönetim reformu gibi düzenlemeleraracılığıyla bu yolun açıldığını iddia eden Parti, gelecek dönemde de aynı çizginin devamettirileceğini savunmaktadır.AK Parti, kentleşmeye yönelik hedefleri bağlamında özellikle İstanbul özelinde yeniprojeler geliştirmiştir. Marmara’dan Karadeniz’e geçiş için bir kanalın açılması ve İstanbul’da ikiyeni kentin kurulması gibi projeler, kentleşmeye yönelik özel vurgunun somut yansımaları olarakdeğerlendirilebilir. Diğer taraftan, tüm bu projelerin ekonomik, ekolojik, hukuksal ve sosyolojiketkileri göz önünde bulundurularak ele alındığı ve bu şekilde belirli açılardan gelebilecekitirazların önlenmeye çalışıldığı görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle, gündeme getirilenprojelerin yalnızca seçimlerde propaganda malzemesi olarak kullanılmadıkları ve gerçekçi birzeminlerinin bulunduğunun altının çizilmesine özen gösterilmektedir.139
SONUÇNeredeyse dokuz yıl boyunca ülkeyi tek başına yöneten bir siyasal parti, uygulamayaçalıştığı politikalar, mevzuatta yapılan veya yapılmayan birtakım düzenlemeler ve karar almamercilerindeki insanların genel tutumları başta olmak üzere pek çok açıdan eleştirilebilir. Kaldıki bu türden eleştiriler, demokrasinin özünde yer alır ve uygulayıcıların reel veya muhtemelhatalarını düzeltmeleri bakımından bir imkân sağlar. Ancak Türkiye’deki muhalefetin yapısı veülke sorunlarına genel yaklaşımı, iktidara yönelik eleştirilerden bağımsız bir şekilde elealınamaz. Dünyanın hemen her yerinde iktidar partileri statükoyu korumak ve toplumsal baskıylaortaya çıkan değişiklikleri engellemek veya yavaşlatmak çabası içindedirler. Bu bakımdan,iktidar partilerini değişmeye ve ülke içinde daha demokratik ve özgürlükçü bir yapınınkurulmasına zorlayacak asıl unsur muhalefettir. Oysa Türkiye’de bunun tersi bir manzaraylakarşılaşılmakta; iktidarın statükoyu aşma ve daha demokratik ve özgürlükçü bir ortamyaratılması çabalarına muhalefet partileri tarafından direnç gösterildiği görülmektedir. Aynısüreçte, muhalefet partilerinin ülkenin sorunlarına yönelik alıcı ve gerçekçi çözüm önerilerigetirememeleri, Ergenekon ve Balyoz gibi demokratik süreçleri ortadan kaldırmayı hedefleyengirişimlerin karşısında net tavır almamaları da AK Parti’nin halk nezdinde kabul görecek güçlüve gerçekçi bir alternatifinin doğmamasına neden olmuştur. Bundan dolayı, AK Parti’nin tümeksik ve yanlışlarıyla, iktidarda bulunduğu dönemde sergilediği politikaları ülkenin genel siyasalkonjonktüründen bağımsız şekilde değerlendirmemek gerekir. Aynı şekilde, muhalefetpartilerinin tutarlı ve bütüncül bir ekonomi projesine sahip olmadıkları ya da bunu halkaanlatamadıkları da görülmektedir.AK Parti, iktidarı boyunca sergilediği icraatları ile 2007 Seçim Beyannamesindebelirtilen hedeflere büyük ölçüde ulaşmıştır. Bu durumun oluşmasında, Seçim Beyannamesindeönceki iktidar döneminde sahip olunan performansı da göz önünde bulundurup makul vegerçekçi hedefler belirlenmesinin de etkisi vardır. Gerçekten de Seçim Beyannamesinde, AKParti’nin, diğer bazı siyasal oluşumların aksine popülist ve reel düzlemde uygulanması imkânsızvaatlerin uzağında durduğu açıktır. Aynı süreçte, özellikle siyasal konularda Beyannamede yeralmayan bazı ileri adımların atılmaya çalışıldığı da görülmektedir. Örneğin Kürt Sorunununçözümü açısından aktif bir tavır alınması, bu amaçla “Demokratik Açılım Projesi”ninuygulamaya konulması, yükseköğretim kurumlarında Kürtçe bölümlerinin ve aynı dilde yayınyapan TRT 6 televizyon kanalının açılması bu durumun somut örneklerindendir. Ayrıca,Beyannamede vaat edildiği üzere, 1982 Anayasasının tamamen değiştirilmesi yönünde degirişimlerde bulunulmuş; ancak, gerekli zemin oluşmadığı için kısmi değişikliklerle yetinilmiştir.140
Nitekim AK Parti’nin muhtemel bir yeni iktidar dönemindeki en önemli hedeflerinden birisiyarım kalan işi tamamlamak ve anayasayı yenilemek olacaktır. Tüm bu çalışmaların yaşamageçirilmesi, 2011 seçimlerinde Mecliste oluşacak tabloyla yakından ilişkilidir. Bu bağlamda,kamuoyu araştırmalarının neredeyse tamamının AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesineyetecek oy oranı elde edeceğine işaret ettiği bir tabloda, seçmenlerin öncelikli beklentisi, ülkenindemokratikleşmesi ve temel hak ve özgürlüklerin derinleştirilmesi yolundaki çabaların kesintiyeuğramaksızın devam etmesidir.141
YENİ ANAYASANIN TEMEL DİNAMİKLERİProf. Dr. Yusuf Şevki HakyemezKamu Yönetimi BölümüKaradeniz Teknik ÜniversitesiAnayasalar devlet iktidarını ve insan haklarını düzenleyen metinler olarak bilinirler.Ancak devlet iktidarını düzenlerken anayasaların bazı temel özelliklere sahip olmasıgerekmektedir. Bu nedenle de anayasa adı verilen metnin her zaman gerçek anlamda anayasaolarak kabulü mümkün olmayabilir. Zira anayasa adı verilen metnin gerçek anlamda anayasaolabilmesi için devlet iktidarı karşısında insan haklarını güvenceli bir şekilde düzenlemesi vedevlet organlarının oluşumu, görevleri ve yetkilerini kuvvetler ayrılığı esasına göre formüleetmesi gerekmektedir. Nitekim anayasacılık tarihine bakıldığında bu standardın hep ön plandatutulduğu görülür. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin 16. maddesinde bu durumaçıkça vurgulanmış ve hakların güvence altına alınmadığı ve güçler ayrılığının tesis edilmediğibir toplumun anayasasının olmadığı açıkça ifade edilmiştir.Anayasalarda bu iki hususun bir arada bulunması zorunluluğu, devlet iktidarı karşısındabireyin özgürlükleri ile birlikte güvence altına alınmak endişesinden kaynaklanmaktadır. Zira,kullandığı kamusal yetkiler dolayısıyla devlet, birey karşısında üstün ve güçlü durumdadır.Bireyin haklarıyla birlikte devlet iktidarı karşısında bir özne olabilmesi açısından devletin“sınırlı” olması zorunludur. İşte bu biçimdeki sınırlamayı anayasa metninin ideal biçimdeformüle edilmesi sağlayabilir. Anayasacılık mücadelesinin yaşandığı tüm devletlerdeki nihaihedef bu noktaya odaklanmaktadır (ERDOĞAN, 2001: 9; HAKYEMEZ, 2008: 130 -132).Devlet iktidarının birey özgürlükleri lehine sınırlandırılması ve kuvvetler ayrılığıesasına uygun bir devlet örgütlenmesinin tesisini sağlamak amacıyla ortaya konulan gayretleriifade eden anayasacılık hareketleri (GÜL, 2010: 217-221), tarihsel süreç içerisinde ilk olarakBatı Avrupa’daki devletlerde kendisini göstermiştir. 1215’te İngiltere’de Manga Carta ilebaşladığı söylenebilecek olan bu süreçte sanayi devrimi ve sınıf mücadelesi belirleyici roloynamıştır. İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri gibi değişik ülkelerde ilk örneklerolarak görülen bu gayretler sonucunda anayasa metinleri ortaya çıkmış ve devlet iktidarı buşekilde insan hakları ile sınırlandırılmıştır. Görüldüğü üzere anayasacılığın amacı, devlet142
iktidarını sınırlandırmak ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerini devlet iktidarı karşısındagüvence altına alma isteğidir(GÖZLER, 2011: 70).Bu bağlamda ülkemizdeki anayasa gelişmelerine ve bunun özelliklerine kısa bir gözatmakta yarar vardır. Zira bugünkü anayasa sorununun varlığını daha iyi idrak edebilmekaçısından Osmanlıdan Cumhuriyete uzanan süreçteki anayasacılığın temel özelliklerininbilinmesi gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğunda başlayan anayasacılık hareketi Avrupa ülkeörneklerine göre oldukça yenidir. Gecikmenin değişik nedenleri vardır. Ancak Türkiye’dekianayasacılıkta Avrupa’da olduğu gibi bir sanayi devrimi ve sınıf mücadelesi yaşanmamıştır.Bunun bir sonucu ise anayasacılığın daha ziyade yukarıdan aşağıya doğru bir yöntemlegerçekleştirilmeye çalışılmasıdır. Gerek Osmanlı İmparatorluğunda ve gerek TürkiyeCumhuriyetinde anayasa yapımı hep yukarıdan aşağıya doğru olmuştur. Aşağıdan yukarıyahalkın talepleriyle yapılan bir anayasa örneği ise bulunmamaktadır. Bu biçimdeki yöntemselfarklılık Osmanlı İmparatorluğu döneminde Padişahın ve bir kısım elitlerin süreci yönetmesibiçiminde tecelli etmiş, Cumhuriyet döneminde ise, daha ziyade askeri bürokrasiningerçekleştirdiği darbeler sonrasında inisiyatifi eline geçirmesi sonrasında darbeci askerlerinetkisi, yönlendirmesi ve kontrolü ile anayasa yapımı biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu durum,aslında anayasacılığın temelinde olan tabandan gelen talepleri hakkın öznesi konumunda olanbireylerin gündeme getirememesi sonucunu doğurmuştur. Sonuçta halk, yukarıdan aşağıyayapılan anayasa ile “verilenler”in de idrakinde olamamıştır. Gerçi anayasayı yapanlar daözellikle insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti açısından ideal standarda hiçbir zamanyaklaşmamışlar; sadece kendi oluşturmaya çalıştıkları toplum modeli bağlamında bazıyeniliklere ve kısmi olumlu düzenlemelere müsaade etmişlerdir. Bu nedenle de içerik olarakanayasalarda insan hakları, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı gibi konularda her zaman ciddisorunlar mevcut olmuştur.Türkiye’de anayasacılıkla ilgili yapılan tespitler 1982 Anayasası için de geçerlidir.Hatta bugün gelinen noktada 1982 Anayasasının doğurduğu sorunlar tüm açıklığı ile kendisinigöstermektedir. Zira özellikle 1990 sonrasında Türkiye ciddi bir dönüşüm sürecine girmiştir.Bunun en önemli nedenleri olarak, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargıyetkisini tanıması, Avrupa Birliğine tam üyelik için reformları yerine getirme taahhüdündebulunması ve küreselleşen dünyada insanların diğer ülkelerde ve uluslararası alanda yaşananlarıdaha yakından takip etmesi ve bunun ülkede yaşayanları etkilemesi biçiminde sıralanabilirler.Nitekim bunun sonucu olarak bugün artık 1982 Anayasasının ihtiyaçlara cevap vermediğitoplumun her kesimi tarafından açıkça ifade edilmektedir. Üstelik anayasada on yedi defa143
değişiklik gerçekleştirilmiş, 177 maddesi olan 1982 Anayasasının yüz civarındaki maddesindedeğişiklikler yapılmış olmasına rağmen anayasa sorunu halen çözülememiştir. Özellikle 1990’lıyıllardan itibaren Türkiye’de insan hakları, siyaset, ekonomi yönetimi ve bunlarla ilgilipolitikalar bağlamında karşılaşılan hukuksal sorunlar ve yaşanılan krizler gerçekten anayasasorununu hemen hemen her alanda hissettirmiştir. Bu sorunlar aslında 1982 Anayasasının çağınihtiyaçlarına cevap verememesi ve özellikle konumuz bağlamında insan haklarını gerçekanlamda güvence altına alamaması ve kuvvetler ayrılığını hukuk devletindeki anlamıyla tesisedememesinden kaynaklanmaktadır. Yeni anayasanın yapılması sürecinde işte bu sorunlaraodaklanılmalıdır.Öncelikle yeni anayasanın karşılaşılan sorunları çözmeye yönelik yeni bir felsefesininolması gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi için ise öncelikle 1982 Anayasasının felsefesinintamamen terk edilmesi zorunludur. Zira 1982 Anayasası belli bir ideolojik tercihi ön planaçıkarabilmekte ve devlet - birey ilişkisinde önceliği devlete tanıyabilmektedir(YAZICI, 2009:65). Bunun sonucunda ise uygulamada devletçi refleksler etkili olmakta, birey ve özgürlük ikinciplana itilmektedir Bu nedenle yeni anayasanın felsefesinde birey ön planda tutulmalı vefarklılıkları ile birlikte tüm bireyler aynı şekilde özgürlükleriyle birer özne olarak kabuledilmelidir. Bu bağlamda anayasa bir ideolojik tercihi değil, bireyi ve onun özgürlüğünü esasalmalıdır. Bu yaklaşımın tesisi açısından öncelikle anayasada insan onuruna açık vurguyapılmalıdır. Yeni anayasanın felsefesinin farkını ortaya koymak amacıyla başlangıç metninde,1982 Anayasasının başlangıç metnindeki endişeler ve formülasyondan tamamen farklı olarak,bireye, onun özgürlüklerine, devletin birey özgürlüklerinin sağlanması noktasında görevli siyasalbir yapı olduğuna, devlet yönetiminde halkın iradesinin belirleyiciliğine ve hukukun üstünlüğüneözlü biçimde vurgu yapılmalıdır. Yine bu felsefenin açık bir göstergesi olarak yeni anayasada tekdeğiştirilemez madde olarak insan onurunun dokunulmazlığının öngörülmesi anlamlı olacaktır.Bunun gibi insan haklarının önemine binaen anayasa sistematiği açısından yenianayasada önce insan hakları ve güvenceleri düzenlenmeli, daha sonraki maddelerde ise insanhaklarının sınırlandırılması ve olağanüstü dönemlerde tabi oldukları hukuki rejime yerverilmelidir. Böylece, 1961 ve 1982 Anayasalarından farklı bir yaklaşımla, yeni anayasada insanhaklarının esas alındığı, sınırlamanın ise istisna olduğu daha açık biçimde fark edilmiş olacaktır.Öte yandan anayasada insan hakları düzenlenirken mümkün olduğunca temel ilkelere yerverilmeli, kanunlarda yer alabilecek tali hususlara ilişkin hükümler anayasaya konulmamalıdır.Yeni anayasada insan hakları konusunda evrensel standarda uygun bir düzenleme yapılmalıdır.144
İnsan haklarının düzenlenmesi aşamasında özellikle farklılıkları güvence altına alan, çoğulculuğugerçek anlamıyla tesis etmeye yönelik bir yaklaşımın ortaya konulması önemlidir.Anayasanın önemli bir ayağı da demokrasi tercihi ile ilgilidir. Bu bağlamda yenianayasada kendine özgü demokrasi arayışları tamamen reddedilmeli; tam demokrasinin tesisiaçısından mevcut sorunlu noktalara ilişkin esaslı çözümler sunulmalıdır. Bunun yapılmasıesnasında istikrarlı demokrasilerdeki standardın benimsenmesi gerekir. Yeni anayasada bubağlamda anayasanın öngördüğü takdir yetkisi içerisinde kural koyma ve yönetme yetkisi sadeceseçilmiş kişilere ait olmalıdır. Bilindiği gibi 1982 Anayasasında vesayet anlayışını tahkim edenkurumlar ve hükümler bulunmaktadır(ÖZBUDUN, 2008: 71-72). Bürokrasinin siyaset üzerindevesayeti doğuran müdahaleleri tamamen ayıklanmalıdır. Bu bağlamda vesayetin ortadankaldırılabilmesi açısından yeni anayasada Milli Güvenlik Kurulu gibi bir kurula yerverilmemelidir. Öte yandan asker sivil ilişkilerinde Genelkurmay Başkanının Milli SavunmaBakanlığına bağlanması, silahlı kuvvetlerin siyasal iktidarın emir ve direktifleri doğrultusundagörev yapması imkanı sağlanmalıdır. Yine bu bağlamda anayasada askeri yargı alanındakiyüksek mahkemeler kaldırılmalıdır.Demokrasinin tesisi açısından TBMM ve siyaset üzerindeki güvensizlik algısı ortadankaldırılmalıdır. Bu bağlamda özellikle TBMM’nin Anayasa Mahkemesi ve HSYK gibikurumlara üye gönderememesi gibi sorunların giderilmesi gerekir. Bunun yanında, kuşkusuzTBMM’nin anayasaya uygun biçimde yasama sürecini sonuçlandırabilmesi açısından anayasayayargısı denetimi sürdürülmelidir. Ancak, bu denetimin yerindeliğe kaymaması, anayasaya uyguntakdirler söz konusu olduğunda TBMM’nin yetkisine müdahalenin mümkün olmamasıgerekmektedir.Tam demokrasinin tesisi bağlamında siyasal partilerdeki lider sultası ve genel merkezinağırlığı yerine daha demokratik iç işleyiş mekanizmaları oluşturulmalıdır. Öte yandan siyasalparti yasaklama rejimi, gerek kapatma davası açma usulü ve gerek siyasal parti yasaklarıbağlamında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı ve Avrupa Konseyinin önemli bir istişarikurumu niteliğinde sayılabilecek olan Venedik Komisyonunun ortaya koyduğu kriterler veözellikle bu Komisyonun 2009 yılında Türkiye’ye özgü yayınladığı rapor da göz önündetutularak yeniden düzenlenmelidir 51 .51 Venedik Komisyonunun konuya ilişkin raporları için bkz.: CDL-INF (2000) 1. Guidelines on Prohibition andDissolution of Political Parties and Analogous Measures. 10 – 11 December, 1999; CDL-AD (2009) 006. Opinion onthe Constitutional and Legal Provisions Relevant to The Prohibition of Political Parties in Turkey. 13-14 March 2009.(Erişim Tarihi: 14.10.2011).145
Demokrasi bağlamında önemli bir nokta da yerinden yönetimin güçlendirilmesi ileilgilidir. Türkiye’de merkeziyetçi eğilimin ağırlıkta olması dolayısıyla özellikle idareninişleyişinde ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar aynı zamanda yerel hakla olangüvensizliğin de etkisiyle aslında demokrasinin tabana yayılmasına ve yerel demokrasiningelişmesine engel olmaktadır. Ayrıca bu anlayışın etkisi dolayısıyla mahalli idareler ciddisorunlarla karşı karşıya kalabilmektedirler. Yeni anayasada, dünyadaki genel eğilime paralelolarak yerinden yönetime ağırlık verilmeli, yerinden yönetim esas ve merkezden yönetim iseistisna olmalıdır. Bu nedenle mahalli idarelere daha fazla yetki ve kaynak aktaracak bir tercihanayasada açıkça düzenlenmelidir.Yeni anayasanın bir diğer önceliği ise hukukun üstünlüğünü tüm alanlarda tesis etmesive yargıyı hukuk devletindeki amacına uygun biçimde yeniden yapılandırması hususundaolmalıdır. Yeni anayasada, yetkili her kişi veya organın sorumluluğu sağlanmalı ve yargısaldenetim yasakları tamamen ayıklanmalıdır. Ancak hukuk devletinin tesisi açısından yargının daözellikle başta HSYK ve Anayasa Mahkemesi olmak üzere yeniden yapılandırılması zorunludur.Bu bağlamda anayasada açıkça yargı bağımsızlığının amacının adil bir yargı düzeni tesis etmekolduğu ve yargı bağımsızlığının yargı tarafsızlığı ile birlikte bir anlam ifade edebileceğivurgulanmalıdır. Bunun sağlanabilmesi açısından ise özellikle HSYK’nın yapılandırılmasındaAvrupa ülke örneklerindeki standartla uyumlu yenilikler yapılmalıdır.Kuşkusuz 2010 anayasa değişikliği ile HSYK bağlamında yapılanların demokratikhukuk devletinin tesisi açısından çok önemli olduğu ifade edilmelidir. Bu bağlamda yenianayasada HSYK ile ilgili düzenlemeler yapılırken asla 2010 Anayasa değişikliklerinden geriyegidilmemeli; bu değişikliklerden sonraki yeni yapıda var olan sorunlu noktalara yönelikyenilikler getirilmelidir. Bu bağlamda yargının demokratik meşruiyeti açısından HSYK’nınoluşumunda TBMM’nin dörtte bir oranında üyeyi belli özelliklere sahip hukukçular arasındandoğrudan seçmesi imkanı mutlaka sağlanmalıdır.Son olarak yeni anayasada Anayasa Mahkemesi ile ilgili de bazı yeniliklerinyapılmasına değinmek gerekir. Zira Anayasa Mahkemesi, anayasayı yorumlayan ve buyorumlama sonucunda verdiği kararlarla kanun koyucunun işlemlerini yürürlükten kaldırmagücünü elinde bulunduran bir kurum olması yönüyle siyasal sistem içerisinde çok güçlü yetkileresahiptir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin oluşumu yeniden formüle edilmelidir(ARSLAN,2005: 257-264). Bu yapılırken Mahkemenin 17 üyesinin yarıya yakın kısmını TBMM koşullarıbelirlenmiş kişiler arasından seçmelidir. Öte yandan yargıdan gelen üyelerin sayısı azaltılmalı,Yargıtay ve Danıştay’dan gelecek üyelerin sayısı sınırlı tutulmalıdır. Üye seçiminde146
akademisyenlere daha fazla kontenjan tanınmalıdır. Oluşumda daha çoğulcu bir yapının tesisi iledaha fazla müzakereyle verilmiş daha tatminkar gerekçeleri olan kararlar üretilebilecektir.Anayasa Mahkemesinin insan haklarının gerçek güvencesi olduğu anayasa metninde açıkçazikredilmelidir. Öte yandan Mahkemenin kullanacağı yetkilerin hangileri olacağı da tadadibiçimde belirtilmelidir.Günümüzde gelinen aşamada Türkiye’de karşı karşıya olduğumuz sorunların birkısmının doğrudan veya dolaylı olarak anayasadan kaynaklandığı açıktır. Bu nedenle bugün yenianayasa beklentisi daha belirgin bir hal almıştır. Kuşkusuz bu biçimdeki bir fırsat Osmanlıİmparatorluğundan bugüne kadar olan anayasacılıkta ilk kez bu denli açık biçimde kendisinigöstermiştir. Bunun bir an önce eyleme geçirilmesi ve sonuçlandırılmasında fayda vardır. Ancakbu yapılırken şüphesiz yeni anayasaya karşı çıkanlar ya da ideal ölçütler dahilindekidüzenlemeleri kabul etmeyenler de olacaktır. Belki de bu düşüncede olanların etkisiyle kısavadede yeni anayasa beklentisinin karşılanmasında sorunlar yaşanabilir. Ancak unutulmamalıdırki kamuoyunda yeni anayasa beklentisi gittikçe artan bir oranda yükselmekte ve daha genişkitlelere yayılmaktadır. Bu nedenle artık yeni anayasanın yapılması kaçınılmaz bir hal almıştırdenebilir. Buna karşı çıkanlar belki yeni anayasanın kabulünü geciktirebilir ama uzun vadedeTürkiye’nin 1982 Anayasası ile yoluna devam etmesi mümkün gözükmemektedir.KaynakçaARSLAN, Zühtü; Anayasa Teorisi, Seçkin Yay., Ankara, 2005.ERDOĞAN, Mustafa; Anayasal Demokrasi, 4. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2001.GÖZLER, Kemal; Anayasa Hukukunun Gelen Esasları, İkinci Baskı, Ekin Yay., Bursa,2011.GÜL, Cengiz; İktidarın Sınırlandırılması ve Hukuk Devleti, Adalet Yay., Ankara, 2010.HAKYEMEZ, Yusuf Şevki; “Osmanlı-Türk Anayasacılığında II. Meşrutiyet Durağı”,Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet, (Editör: Asım ÖZ), Pınar Yay., İstanbul, 2008, s.129-155.ÖZBUDUN, Ergun; Türk Anayasa Hukuku, 9. Baskı, Yetkin Yay., Ankara, 2008.YAZICI, Serap; Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay.,İstanbul, 2009.147
YEREL YÖNETİMLER VE DEMOKRASİProf. Dr. Yusuf ŞahinKamu Yönetimi BölümüKaradeniz Teknik Üniversitesi1. GİRİŞYerel yönetimler, yerel bir topluluğun ortaklaşa sorunlarının çözümü için doğal olarakortaya çıkmış olan kurumlardır. Ama zamanla bu yönetimler, doğal kurumlar olma özellikleriniyitirmişler, merkezi yönetimler onları merkezin taşradaki uzantısı haline getirmişlerdir. Ama bu,yerel yönetimlerin önemini azaltmamış, söz konusu yönetimler, ortaklaşa sorunlar konusundakendi kaderine sahip çıkmayı esas alan demokrasi tartışmalarındaki yerini korumuştur. Yerelyönetimler, bir yönüyle, yerel halkın kendi kaderine sahip çıkmasının bir aracı olarakdeğerlendirilmiştir.Halen yürürlükte olan anayasal çerçeve içinde yerel yönetimleri, anayasanın ruhundanbağımsız bir şekilde ele almak mümkün gözükmemektedir. 1982 Anayasası, devleti esas alan,bireyi (ve dolayısıyla bireysel özgürlükleri) ikinci plâna iten bir ruha sahiptir. Bu ruh, yerelyönetimlerle ilgili hukukî düzenlemelere de sirayet etmiş gözükmektedir. Örneğin, il özelidaresinin yürütme organı olarak vali, seçilmiş il genel meclisi üyelerinden daha güvenilir biridir.Zira vali, bir devlet memurudur. İl protokolünde ilk iki sırada, her ikisi de bir devlet memuruolan vali ve garnizon komutanı, üçüncü sırada da il belediye başkanı yer almaktadır.2. YEREL DEMOKRASİYerel yönetimlerin önemi, yerel halkın kendi kendini yönetmesinin önemli olduğudüşüncesine dayanır. Nitekim Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan Avrupa Yerel YönetimlerÖzerklik Şartı’da yerel yönetimlerle ilgili tartışmaların local self-government kavramındanhareketle yapıldığı görülmektedir.Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet tecrübesi bize, yerel yönetim tartışmalarınıbireycilik eksenli ele alarak çözmediğimizi göstermektedir. Bugün ilgili literatüre bakıldığındayerel yönetimlerin güçlendirilmesinin bir gereklilik olduğu vurgulanmaktadır. Ancak buradakigüçlendirmeden kastedilen şey, “daha fazla kamusal yetki”, “merkezi idareden daha fazla148
kamusal kaynak aktarımı” ve “daha az denetim altında kamusal kaynakları harcama imkânı”şeklinde anlaşılmaktadır.Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi doğrultusundaki taleplerde, ülke düzeyindekidemokrasi taleplerinde karşımıza çıkan çarpıklıkların gözlendiğini söylemek mümkündür.Örneğin her siyasî parti, siyasî iktidarın devleti ele geçirdiğinden ve demokratik olmadığındansöz eder. Ama devleti ele geçirmekten, genellikle, devleti kendisinin değil de başkasınınyönetmesini, demokratik olmamaktan da yine kendisine danışılmamasını kasteder. Demokrasitartışmasının bu sığlıkta yapılması, devletin demokratikleşmesini de geciktirmektedir. Aynıçarpıklık yerel yönetimler düzeyinde de geçerlidir.Oysa demokrasi, “Toplumsal bağlayıcılığı olan kararların, o kararlara uyması beklenenya da zorlanan kişilerin iradesini yansıtacak biçimde oluşturulduğu” (Demir ve Acar, 2005: 88);liberal demokrasi ise, “çoğunluklara karşı bireysel hakların özel olarak anayasal koruma altınaalındığı” (Barry, 2003: 320) bir siyasî sistem şeklinde tanımlanır.Liberalizmin bütün bu tanımının yerel yönetimler açısından oldukça önemli imalarınınolduğunu belirtmek gerekir. İlk önce, genel olarak devletin yetkilerinin sınırlandırılmış olması vezaten sınırlı yetkileri olan devletin, sahip olduğu yetkilerinden önemli bir bölümünü halka,yetkinin kaynağına en yakın birime aktarması gerekmektedir. Avrupa Birliği çerçevesinde bunayerindenlik veya hizmette halka yakınlık ilkesi (subsidiarity principle) denilmektedir. Altdüzeyde bir birimde yerine getirilebilecek bir hizmet, daha üst bir idarî birime aktarılamaz.Devlete ancak sınırlı bir yetkinin tanınmış olması ve bu yetkilerin önemli birbölümünün de en alt idarî birimlere (Türkiye örneğinde yerel yönetimlere) aktarılması, sivilalanın genişletilmesi demektir. Sivil alanda bireyler, bazen şirketler, bazen vakıf ve dernekler vebazen de başka türden örgütlenmeler yoluyla ama her hâlükârda gönüllülük çerçevesinde işleriniyerine getirirler. Buradaki gönüllülük, her bireyin, kendisi için iyi, güzel, hoş olduğuna inandığıdoğrultuda hayatını idame ettirmesini garanti altına alacaktır.Ayrıca, devlete ve dolayısıyla yerel yönetimlere yetki verilmiş olması, hizmet sunmabiçimlerinde tek tipleşmeyi zorunlu kılmaz. Liberalizmin hayatta var olduğuna inandığıfarklılığın, hizmet sunma modellerinde de denenmesi, örneğin, yerel yönetimlerin, yerel halkınşartlarını da dikkate alacak şekilde farklı hizmet sunma seçenekleri sunması beklenir.İkincisi, yerel yönetimlere bırakılan alanda temel hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı tarzdabir yetkilendirmeye gidilmemelidir. Örneğin, mülkiyet haklarını tümden ortadan kaldıracaktarzda belediyelere yetki aktarımı, liberal demokratik bir sisteme uygun olmayacaktır.149
Üçüncüsü, yerel yönetimlere bırakılan görevleri yerine getirirken kamusal yetkikullanan memurların, sorumlu tutulacağı mekanizmaların sisteme dâhil edilmesi gerekir. Yerelyönetimler hem karar alırlarken, hem hizmet sunarlarken hem de hizmet sunduktan sonra,olabildiğince şeffaf bir ortamda işlerini yapmak, halkı günışığında yönetmek (government in theshine) (Özay, 2002: 69 vd.) durumundadırlar.Son olarak, yerel yönetimler, gizli müdahale biçimleriyle sivil alanı, özellikle hürteşebbüsü ve mübadeleyi sınırlandıracak adımlar atmamalıdır. Aksi halde bireysel özgürlüğünyeşermesini merkezi idare değil de yerel idareler engellemiş olurlar.3. YEREL YÖNETİMLERLE İLGİLİ SORUN ALANLARIYerel yönetimlerle ilgili sorun alanlarını, liberal demokratik sistem açısından,Anayasanın 127. Maddesindeki düzenlemelerden hareketle, şu şekilde sıralamak mümkündür(Şahin, 2011: 95):(a) Seçimle göreve gelecek yerel yönetim organlarının “karar organları” şeklindesınırlandırılmış olmasına son verilmelidir.(b) Seçimlerin genel seçimlerle ilişkilendirilmesi, seçim ekonomisi bakımından oldukçaönemlidir ama bu, yerel yönetimleri merkezi yönetimin bir uzantısı olarak gören bir anlayışı dayansıtmaktadır. Birincisi, yerel seçimler ya tamamen genel seçimlerle yapılmalı (bu yukarıdakieleştiriyi güçlendirecektir) ya da genel seçimlerden tamamen koparılmalıdır. Ayrıca, pek çokdemokratik ülkede olduğu gibi yerel halka, yerel seçmenlerin belirli bir oranına erişecek şekildeimza topladıkları takdirde, seçimleri yenileme hakkı da verilmelidir. Zira halk, bazentercihlerinde yanılmış olabilir ama bu tercihe beş yıl tahammül etmek, telafisi imkânsızsorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.(c) İçişleri bakanına verilen yetkinin kaldırılması ve yargı denetiminin yeterli sayılmasıgerekmektedir.(d) Merkezi idareye tanınmış olan ve her biri istenilen yere çekilebilecek kavramlaradayandırılmış bulunan vesayet denetimi yetkisinin kaldırılması ve bunun da yargı denetimiylesınırlı tutulması gerekir.(e) Yerel yönetimler arasındaki birlik kurmayı Bakanlar Kurulunun iznine ve kanunçıkarılmasına bağlayan düzenleme kaldırılmalıdır. Sivil hayattakine benzeştirilerek yerelyönetimlerin kendi aralarında gönüllü birliktelikler kurabilmelerinin yolu açılmalıdır.150
(f) Yerel yönetimlere görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanır şeklindeki ifadedeğiştirilmeli, yerel yönetimlerin merkezi yönetimin topladığı vergilerden beslenen vedolayısıyla bütünüyle merkeze bağımlı olan bir idarî birim olması uygulamasına son verilmelidir.Yerel yönetimlerin maliyesi, belki yumuşak bir geçişle, kendi kaynaklarını kendisi oluşturacakşekilde olmalı, yerel yöneticiler kendilerini seçen halka, ne yapacağını ve yapacaklarını hangikaynaklardan temin edeceğini, bir bakıma, halktan hangi fedakârlıklar karşılığında onlara ne türhizmetler sunacağını belirtmelidir.Yürürlükteki yerel yönetimler sisteminin sorunlarını sadece anayasal düzenlemelerlesınırlandırmak, sorunu basitleştirmek olacaktır. Bazen anayasada bu şekilde öngörülmemişolmasına rağmen kanunî düzenlemelerden kaynaklanan yerel halkın kendi kendini idare etmesianlayışıyla ters düşecek düzenlemelerden de söz etmek mümkündür. Yukarıdaki sorunlarlistesine devamla, bunları da şu şekilde özetlemek mümkündür:(g) Yerel seçimlerle göreve gelen yöneticilerin ciddi bir meşruiyet sorunubulunmaktadır. Hâlihazırdaki seçim sistemine göre oy kullananların en fazla teveccühünü almışolan aday, yerel yönetici olmaktadır. Örneğin, bir belediye başkanının aldığı oy oranı bazen,yüzde yirmiler düzeyine kadar inebilmektedir.(h) Yerel siyasetin finansmanının şeffaflaşması, kamu kurum ve kuruluşlarının dışındakikişi veya kuruluşlardan seçim yardımı almanın önünün açılması ama kimin kime yardım ettiğininve kimin de kimden yardım aldığının herkesin gözünün önünde olması gerekmektedir.(i) İşlem maliyetleri, idarenin yükünü artıran önemli bir unsurdur. İşlem maliyetleriniazaltıcı mahiyette idarî usullerin basitleştirilmesi (ve hatta bazılarının kaldırılması) yönündeçalışmaların yapılması, hem daha az vergi yükünü gerektireceğinden hem de kaynakların dahaetkin ve verimli kullanılmasını temin edeceğinden dolayı bir zaruret olarak görülmelidir.(j) Anayasal düzeyde bir sorun olmaması rağmen bir zihniyet sorunu olarak idarîyargıda karşımıza çıkan yerindelik denetiminin önüne geçmeye yönelik tedbirlerin alınmasıgerekir.(k) Yerel yönetim birimlerinin dünyadaki genel eğilime uygun olacak bir biçimde ölçeksorunu gözden geçirilmeli, örneğin, standart bir örgütlenme şeması gerektirdiğinden, küçükyerleşim yerlerini belediye yapma uygulamasına son verilmeli, belki, belediye olacak yerlerinnüfusunu artırmalı veyahut da belediye yapılacak yerlerin başka özelliklerine de bakılmalıdır.(l) Sunulan hizmetin kalitesinde bir eksilmeye yol açmayacağından, hatta yerel çıkarilişkilerinin oluşmasına mani olunacağından, bugün yerel yönetimlerin sunduğu mal ve151
hizmetlerin önemli bir bölümünün piyasaya bırakılması, belediye şirketleri yoluyla piyasayamüdahalenin önüne geçilmesi bir zaruret olarak gözükmektedir.(m) Son dönem yapılan kanunî düzenlemelerin en önemlilerinden biri de Bilgi EdinmeHakkı Kanunu’nun çıkarılması olması olmuş, bu sayede, kamusal kaynaklarla hizmet sunanbirimlerin bu kaynakları temin edenlerce denetlenmesi daha kolay hale getirilmiştir. Ancak bilgiedinme hakkının kullanımı konusunda yönetimler çekingen davranmakta, verilen bilgilerinnitelikleri konusunda da uygulamada sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunların önüne geçecek ilavetedbirler almak ve dolayısıyla bireylerin, sahip oldukları özgürlüklerini daha güçlü bir şekildesavunabilmelerine imkân sağlamak oldukça önemlidir.(n) Yerel yönetimlerin personel sorunu, bir sonraki dönem seçilecekleri mağduretmeyecek şekilde yeniden ele alınmalı, çalışanların performansını dikkate alacak bir ücretpolitikası üzerinde kafa yorulmalıdır.(o) Yerel düzeydeki bürokratlara seçilmişlerden daha fazla güvenildiğini ima edendüzenlemeler, gözden geçirilmelidir.4. SONUÇYeni anayasa tartışmaları, gündemi en çok meşgul eden konulardan biri gibigözükmektedir. Anayasa tartışmalarında daha çok, genel sorunlar tartışılmakta, yerel düzeydekisorunlar göz ardı edilebilmektedir. Oysa anayasa iki aşamalı bir yetki bölüşümünü içermektedir.İlk olarak, devlet ile devletin dışındaki unsurlar (buna sivil toplum da denilebilir) arasındakiyetki bölüşümüdür. Devlete bırakılan yetki sahası, daha sonra, devletin merkezi kuruluşları ileyerel kuruluşları arasında ikinci bir bölüşüme daha tâbi tutulmaktadır. İşte bu ikinci bölüşümdekibazı sorunlar, genel felsefesi değişmemiş bir anayasal çerçeve içinde daha yakıcı sorunlar halinedönüşebilir. Bu yüzden yeni anayasa, bu sorunları da çözmeyi amaç edinmelidir.KAYNAKÇABarry, Norman P. (2003), Modern Siyaset Teorisi, (Çev.) M. Erdoğan ve Y. Şahin, Ankara:Liberte Yayınları.Demir, Ömer ve Mustafa Acar, (2005), Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ankara: Adres Yayınları.Özay, İl Han, (200), Günışığında Yönetim, İstanbul: Alfa.Şahin, Y. (2011), “Bürokratik Vesayet Tartışmasında Gözardı Edilenler”, Stratejik Düşünce,Yıl: 2, Sayı: 16, s. 94-97.152