“Nisan / Mayıs / Haziran - 2010 / 884YENi ÜMiTProf. Dr. Suat YILDIRIM *VeFaTınDan eLLİ yıL SOnRaBEDİÜZZAMANİLe heLÂLLeŞMeSaid Nur üç devri yaşamış bir ihtiyar: Meşrutiyet,İttihat ve Terakki ve Cumhuriyet. Bu üçdevir büyük devrilişlerle dolu. Yıkılmayan kalmamış.Yalnız bir adam var, o ayakta!” MerhumOsman Yüksel Serdengeçti onu anlatanmakalesine bu cümlelerle başlıyor, sonra her üç devirde“kaya gibi iradesi” “şimşek gibi zekâsıyla” yaptığıönemli çalışmalarını anıyordu. Son dönem tarihiniçalışan bir başka yazar, Kadir Mısıroğlu, otuz yıl kadarönce, Sebil dergisinin kapağına vurduğu resmininaltına, kitap çapında bir tespitle: “Din düşmanlarınınTürkiye’deki plânlarını altüst eden adam!” yazmıştı.İslâm’a karşı olanlarla mücadele eden başka şahsiyetlerde elbette olmuştur; fakat belli ki yazarın maksadı, buzâtın onların başında geldiğini vurgulamaktır.Gerçekten Bediüzzaman Said Nursi, büyük olmanınbaşlıca ölçülerine sahip idi:Her şeyden önce âlim idi. Âlimliği Osmanlı Devleti’ninson döneminde kurulan İslâm İlimleri Akademisi’ne(Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye) üye seçilmesi ile sabittir. 1Bu Kurulda Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Elmalılı M.Hamdi, İzmirli İsmail Hakkı, Arapkirli Hüseyin Avnigibi zevatla çalışmıştı. Şeyhülislâm Musa Kâzım tarafındanmahreç mevleviyetliği pâyesine yükseltilmiş, SultanM. Vahidüddin tarafından da onaylanmıştır (O dönemdebu makam kibâr-ı müderrisîn ‘büyük profesörler’denüstün olup bilâd-ı hamse (Mısır, Şam, Bursa, Edirne, Filibe)kadılıklarından hemen sonra gelen bir makam idi).Sözle, kalemle yaptığı cihadın yanında fiilen dehalkın önüne geçmişti: 1920’de İngilizlerin İstanbul’uişgali döneminde, ses çıkarmanın insanın canına malolduğu sırada, dikkat çeken bir sima olmasına rağmenHutuvat-ı Sitte adıyla yazıp bastırdığı, sonra fiilenBediüzzaman, üzerinde titizlikle durulup düşünülmesi, araştırılıpinsanlığa tanıtılması gerekli olan bir simadır. O, İslâmâleminin, inanç, moral ve vicdanî enginliğinihem de en katıksız ve müessir şekildeortaya koyan çağın bir numaralı insanıdır.O, bütün ömrünü, Kitap ve Sünnet’in gölgesinde,tecrübe ve mantığın kanatları altında,derin bir aşk ve heyecanla beraber hep birmuhakeme insanı olarak sürdürmüştür. ***dağıttığı kitapçığında sinsi İngiliz siyasetinin arkasındakigerçek hedefleri analiz ederek milleti uyarıyordu. İngilizkomutanı idam etmeyi düşünmüş ise de, nüfuzu vebatıda-doğuda çok sevilmesi sebebiyle halkın büyük infialinihesaba katarak bundan vaz geçmişti. 2Mütareke sırasında Şeyhülislâm Dürrizâde AbdullahEfendi, Anadolu’da başlatılan İstiklâl Hareketi aleyhindefetva vermişti. Fakat Said Nursi düşmana karşı koyanlarınasi olmadıklarını, bunun baskı altında verilmiş olmasısebebiyle geçerli fetva sayılamayacağını ilân etti. 3 Kuvay-ı
Millîye’de beraber çalışma davetine karşı “avcı hattında mücadeleyitercih etmesi sebebiyle” çalışmasını İstanbul’danyürüteceğini bildirdi. Zaferden sonra, bu hizmetlerindenötürü Türkiye B. M. Meclisi 9 Kasım 1922’de “hoşamedi”(resmi karşılama merasimi) programı ile Ankara’ya davetetti. Mecliste milletvekillerine konuşma yapması rica edildi.4 Kürsüden yaptığı konuşmada istiklâl mücadelesi gazilerinitebrik ve onlar için dua etti.İlmiyye sınıfında yer alması hasebiyle askerliktenmuaf olmasına rağmen 1. Cihan Savaşı’nda, cepheyekoşup kurduğu, 4.000 kadar askerden oluşan gönüllümilis alay komutanı olarak Van, Muş, Bitlis bölgesindevatan savunmasında yer aldı. Birçok yararlık gösterdiktensonra Ruslara esir düştü. Cihad esnasındaat üstünde iken, düşmandan fırsat bulduğu sıralardaİşârâtü’l-İ’caz tefsirini imlâ (dikte) tarzında talebesineyazdırıyordu. Fatiha ile Bakara sûresinin ilk kısmınadâir olan bu tefsir kitabını dikkatle okuyan her uzman,onun Kur’ân ilimlerine ve i’cazına, Arap Dili ve edebiyatı,Arap belâgati çerçevesinde vukufunun pek üstünseviyede olduğunu teslim etmektedir. 2000 yıllarındabu kitabın el-Ezher Üniversitesi tefsir doktora programındaders kitabı olarak okutulduğunu biliyoruz.Cumhuriyet’ten sonra devlet makamlarını ele geçirenbir kısım kimselerle görüş ayrılığında olduğunuanlayınca siyaset alanında hizmetin zorlaştığını görerekmemleketinde inzivaya çekilmeyi düşündü. ŞeyhSaid İsyanı ile hiç ilgisi olmadığı hâlde, o bahane ile–muhtemelen nüfuzu sebebiyle potansiyel tehlikeolabilir vehmi ile- olağanüstü hâl yetkilileri onu, inzivasındançıkararak Van’dan, önce Burdur’a, sonraIsparta’nın küçük bir dağ köyü olan Barla’ya sürdüler.Yeni nesillerin İslâm’dan habersiz yetiştirilmeprogramına karşı, irşad ve eğitim hizmetine ağırlıkvermek üzere Risale-i Nur Külliyatı adı altında kitaplaryazmaya başladı. Bu dağ köyünde imlâ tarzındatalebelerine yazdırdığı Sözler, Mektubat, Lem’alar,Şua’lar gibi kitaplar yayımlanamıyor, el ile, zahmetleçıkarılan nüshalar çok sınırlı şekilde dağılabiliyordu.Yanında parmakla sayılabilecek sayıdaki talebeler:“Hocam bunlar güzel, önemli kitaplar, ama ne yazık kibasılamıyor, yayılamıyor” deyince: “Vakti gelince dahafazla yayılacak, hattâ radyoda da okunacak inşâallah”diyordu. O zaman için radyo, dünyadaki en ileri yayınve iletişim aracı idi. 1949’da Afyon Ağır Cezamahkeme savcısının beş yüz bin Risalenin yayıldığışeklindeki tespitine bakılacak olursa, el ile çoğaltılanbu kitapların, bu baskı ve takip döneminde bu derecedeyayılmasının harikulâde olduğunu söyleyebiliriz.Son dönemde kitap, dergi, radyo, TV kanalları, MP3,MP4 gibi cihazlarla dünyanın yedi kıtasına nasıl bir ağşeklinde yayıldığını gözlemliyoruz.İhlâs ve fedakârlık açısından bakacak olursak onun,din hizmeti karşılığında hiçbir maddî ücret veya yardımalmadan ve beklemeden, tam bir istiğna ile, yoksulbir tarzda hizmetini sürdürdüğünü, meşru olanhediyeyi bile kabulden kaçındığını herkes bilmektedir.Hediyeleşmenin sünnet olduğunu elbette biliyordu,karşılığı verilemeyince, bu sadece hediye kabulü olur,“hediyeleşme” olmazdı. Dâru’l-Hikmet’te yüksek maaşalırken, gelirinin çok az kısmı ile geçinip geri kalanı biriktirmecihetine gitmemiş, yazdığı bazı kitapları bastırarakparasız dağıtmış, böylece “Ümmetin parasını,yine Ümmete iade görevini” yerine getirdiğini ifadeetmişti. Ömrünün son döneminde Külliyatı, serbestçebasılmaya başlandı. İsteseydi onlardan meşru olarakalacağı telif ücretiyle zengin olabilirdi. Fakat o, kanaatleyaşamaya devam etti. Urfa’da vefat ettiğinde terikehâkiminin tespitine göre üzerindeki saat, cüppe, seccadegibi zatî eşyadan başka mal bırakmadı, bunlara551 TL değer biçti. 5 Dine ve millete hizmetten, evlenmeye,aile kurmaya bile fırsat bulamadı.Müsamahası yönünden ona bakacak olursak: 50 yaşındanömrünün sonuna kadar 30 yıl boyunca kendisinesürgün ve zindan hayatı yaşattılar. Şimdiki normalhapishanelerde değil, en temel ihtiyaçları karşılamaktanuzak hücre hapsinde tuttular. Sonu beraatla neticelendi,ama mahkûm edilmiş gibi çile çekti. Kendisine kâtil muamelesiyapanlara bile hakkını helâl etti. 6 Bu, hoşgörününzirvesidir ki ancak âhirzaman Peygamberi sallallâhualeyhi ve sellem Efendimiz’in vârisliğinden nasibi bololan bir zât bu dereceye erişebilir. O Mekke’yi fethettiğigün, kendisine ve Müslümanlara yapmadıkları işkenceyibırakmayan Mekkelileri cezalandırmamış, bağışlayarak,en yüksek bir müsamaha örneği vermişti. Hoşgörü, dilekolaydır. Otuz yıl boyunca insanı canından bezdiren işkenceleremaruz kalan milyonda bir insan bile bedduadanvazgeçmez, hele hakkını helâl etmez.Müslümanların birliğine son derece önem verirdi.Müslümanlardan, kendi hizmeti aleyhinde olanlar hakkındabile talebelerine tavsiyesi: “Onlara, bizim ehl-iimanla bir davamız yok, biz sizinle kardeşiz, sadecedinsizlik akımına karşı Kur’ân hizmeti ile meşgulüz.”demeleri olmuştur. Müslümanlarla ittifakın, Cenâb-ıAllah’ın tevfîkinin (muvaffak kılmasının) şartı ve vesilesiolduğunu vurgulamıştır.Said Nursi, bundan yüz yıl (vefatından 51 yıl)önce Volkan gazetesinde, 23 Mart 1909 (11 Mart1325) tarihinde “Bediüzzaman’ın Fihriste-i Efkârıdır”5