el sanatlar dergisi(7) MATBAA.indd - İSMEK - İstanbul BüyükÅehir ...
el sanatlar dergisi(7) MATBAA.indd - İSMEK - İstanbul BüyükÅehir ...
el sanatlar dergisi(7) MATBAA.indd - İSMEK - İstanbul BüyükÅehir ...
PDF'lerinizi Online dergiye dönüştürün ve gelirlerinizi artırın!
SEO uyumlu Online dergiler, güçlü geri bağlantılar ve multimedya içerikleri ile görünürlüğünüzü ve gelirlerinizi artırın.
BUSAYIDA061622Türk Hat veCilt SanatınınBüyük ÜstadıProf. EminBARINXVIII. YüzyılKlasiğiMuhteşem BirKur'ân-ı Kerim15 Asırlık İslamTarihini KuşatanProf. Nâsır D. HalilîKoleksiyonuYrd. Doç. Dr.Hüseyin GÜNDÜZProf. Dr. Faruk TAŞKALEÖmer Faruk DERE32384456G<strong>el</strong>eneğinSanatkârı veDeğişen ZamanÜzerine NotlarYüzüklerinEfendisiOrd. Prof.Dr. A. SüheylÜNVER’in"SünbülEfendimnâme"siTarih, Deniz, Sanat;ÇanakkaleProf. Dr.Saadettin ÖKTENHatice ÜRÜNHarun YILMAZGülgün UYARYusuf Kadir SAYGIN64 728290MinyatürSanatçısı TanerALAKUŞ:"Sanat SürekliÖğrenmektir"Çağdaş SanatıDönüştürenKlasik EsinlerÂsâr-ı KadîmeModern MasallarDiyarı: Dubai veAbu DhabiEkrem Hamdi YAZICIProf. Dr. İlhan ÖZKEÇECİŞule Bilge ÖZKEÇECİHatice ÜRÜNAyşe ÇAL
Başkan'dan...Sanat, inc<strong>el</strong>ikler dünyasından yaşamımıza yansıyan naifduyguların bütünüdür. Tarih boyunca türlü türlü şekillerebürünmüş, kıymetini bilen <strong>el</strong>lerden sonsuzluğa sessizsakin terennüm etmiştir. Bizler bu konuda çok şanslı birmedeniyetin mensuplarıyız ki; kültürümüzün zenginliğibu çeşitliliği artırmış ve dünyayı kendisine hayran bırakmıştır.G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ımızın ürünleri, kâh evleri süsleyenvazo, kâh hoş sohbetlerin yapıldığı masalarda örtü,duvarlarda rengarenk bir tablo ya da çeyizlerde gurur ifadesiolmuştur.Yer<strong>el</strong> değerlerimizi koruyarak evrens<strong>el</strong> kültürün unsurlarınasahip çıkılacağının bilincinde olan İstanbul BüyükşehirB<strong>el</strong>ediyemiz, sosyal b<strong>el</strong>ediyecilik anlayışı çerçevesinde bugüz<strong>el</strong>liklere sahip çıkmak, yaşatmak ve g<strong>el</strong>ecek nesillereaktarmayı kendisine bir misyon edinmiştir. İstanbul’un2010 Kültür Başkenti ilan edilmesi dolayısıyla pek çok başarılıçalışmaya imza atan b<strong>el</strong>ediyemiz, g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> ve modern<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ına İSMEK eğitimleri yoluyla büyük katkısağlamaktadır.İSMEK’te sadece bu eğitim döneminde 7 Türk İslam sanatıve 35 <strong>el</strong> sanatı branşında 55 bin 252 İstanbullumuz bueğitimlerden fayda sağlamaktadır. Şu ana kadar binlerceinsanımız bu eğitimlerin ışığında yollarını çizmiş, g<strong>el</strong>eceğiaydınlatan sanat neferleri haline dönüşmüştür. İstanbulBüyükşehir B<strong>el</strong>ediye Başkanı olarak bundan gurur vemutluluk duymaktayım.Eğitim faaliyetlerini destekleyici mahiyette çeşitli sempozyumlar,sergiler, konferanslar ve seminerlere imza atanİSMEK, yayınları ile de sanatseverlere farklı açılımlar yakalamaimkanı tanımaktadır. Muhtevası ve teknik hazırlığıİSMEK bünyesinde gerçekleştirilen ve 7. sayısına ulaşmışbulunan İSMEK El Sanatları Dergisi, kıymetli sanat erbaplarıylayapılan röportajlar, haberler, makal<strong>el</strong>er, unutulmayayüz tutmuş <strong>sanatlar</strong> ve birbirinden farklı konular ile zenginbir içerik sunmaktadır.İSMEK El Sanatları Dergisi’nde bahsi geçen bütün sanatçıdostlarımızı başarılarından dolayı gönülden tebrik ediyor,ebedi istirahatgahındaki değerli sanatkarlarımızı rahmetleanıyor ve sanatla güz<strong>el</strong>leşecek aydınlık günlerde hep birlikteolmak üzere diyorum…
dan Emin Barın’ın pergament ciltli lüks altın defteri devrinCumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye armağan edildi. Sergidensonra Mayıs 1943’de Güz<strong>el</strong> Sanatlar Akademisi SüslemeSanatları Bölümü'ne öğretim üyesi olarak girdi ve bu görevivefatına kadar devam etti.Üstlendiği Görevler ve Başarıları1944 yılında Necla Barın ile evlendi.1946’da Milli Eğitim Bakanlığı tarafındanmadeni paraların yazılarıiçin görevlendirildi. 1952’de bugünDolmabahçe Sarayı’nda bulunan,Atatürk’ün İstanbul’da söylediği nutkuyazdı, Anıtkabir yazılarına başladı.Mozole girişinin her iki tarafındakabartma olarak oyulan Atatürk’ünGençliğe Hitabı ile 10. yıl nutkununyazılarını hazırladı. 1953 senesindeAnıtkabir’deki 10 kulenin kuşak vekitab<strong>el</strong>erini hazırladı. 1954’de Atatürk’ünAnıtkabir'e nakledilip, kızkardeşinin arzusu üzerine,toprağa verildiği gün, Bakanlar Kurulu tarafından imzalanannakil tutanağını deri üzerine yazdı. 1955’de YunusEmre Mezarı yazılarını yazdı. Aynı yıl, Güz<strong>el</strong> SanatlarAkademisi’nde Dekoratif Sanatlar Bölümü'nde Yazı ve CiltAt<strong>el</strong>yesini açtı. 1958 yılında Uluslararası Brüks<strong>el</strong> Sergisi'ndesergilenen Fatih Divanı ile kitap cildi birincilik ödülüve madalyasını aldı. 1968 yılında Portekiz’deki GülbenkyanMüzesi tarafından su baskını yüzündenzarar gören Türk İslam yazma eserlerininrestorasyonu için Lizbon’adavet edildi. 1971’de GülbenkyanMüzesi'nde toplanan UluslararasıRestorasyon Kongresi’ne davetedildi ve Türk İslâm ciltleri ile yazmaeserleri konusunda bildiri sundu. 1977yılında Londra’da düzenlenen İslâmFestivali’ne katıldı. Dublin Güz<strong>el</strong>Sanatlar Akademisi’nde ve ChesterBeaty Müzesi'nde Türk Yazı Sanatıkonusunda konferanslar verdi vesergiler açtı. 1979’da Ankara İş Bankası,İş Sanat Galerisi'nde ve 1983’de İstanbul Garanti9
Bankası Sanat Galerisi’nde hat sanatı sergilerini gerçekleştirdi.1984 yılında Paris Unesco Gen<strong>el</strong> Merkezi'nde, KültürBakanlığı adına hat sergisi açtı ve aynı yıl “YaRahîm” kompozisyonu ile Türkiye İş Bankası"Süsleme Büyük ödülü"nü aldı. 1985’deİstanbul Destek Sanat Galerisi’nde “GünümüzUstalarından UygulamalarlaG<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk Süsleme SanatlarıSergisi”ne katıldı. Emin Hoca’nınson sergisi, 1987 yılında öğrencileriYılmaz Özbek, İlhami Turan, İslamSeçen, Etem Çalışkan, Savaş Çevikve Hüseyin Gündüz ile Otim SanatGalerisi’nde açtığı yazı ve cilt sergisiidi. Emin Barın Hoca’nın en büyük arzusuKüfî, Divanî, Sülüs ve Latin harfleriyleyazdığı besm<strong>el</strong><strong>el</strong>erden oluşacak “40 Besm<strong>el</strong>e”sergisi idi. Ancak ömrü vefa etmedi. Bu sergi 1989yılında ailesinin desteği, öğrencilerinin büyük gayreti ileYıldız Sarayı Sanat Galerisi'nde gerçekleştirildi vebüyük ilgi gördü.Perşembe’den Perşembe’ye...Emin Barın hocanın g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong>Perşembe toplantıları meşhurdur.Çemberlitaş’taki “Barın Yazı ve CiltAtölyesi”nde yapılan bu toplantılardaG<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk Sanatları ve resimgibi konular üzerine derin sohbetlerolurdu.Bir G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk Sanatları Merkezi veAkademisi haline g<strong>el</strong>en, “Barın Yazı ve CiltAtölyesi”ni dünyanın dört bir yanından g<strong>el</strong>ensanatçı ve sanatseverler ziyaret ederdi.11
Rahmetli Necmettin Okyay üstadın “Medrese-i Cedîde-iEminiye” (Emin’in yeni okulu) dediği atölye Emin Barın’ınkitap <strong>sanatlar</strong>ı ile ilgili dostlarının, hattatların, müzehhiplerin,kolleksiyonerlerin, antikacıların sahafların, kısacasıg<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>a gönül verenlerin bir araya g<strong>el</strong>diği teksanat merkeziydi.Perşembe günleri; aralarında Midhat Sertoğlu, ŞevketRado, Hattat Mahmut Öncü, Hattat Kemâl Batanay, HattatProf. Dr. Ali Alparslan, Hattat Hasan Ç<strong>el</strong>ebi, Müzehhip RıkkatKunt, Muhsin Demironat, Cahide Keskiner, GıyasettinAkgül, Sâdi B<strong>el</strong>ger, Ragıp Tuğtekin, Hattat Recep Berk, VedatTanca, Ali Kayran, Raffi Portakal, Cenap Yazansoy gibisanatçı ve sanatseverler Perşembe toplantılarının müdavimleriarasında idi.“Perşembe toplantıları” diye anılan bu buluşmalara EminBarın’ın öğrencileri; Prof. İlhami Turan, İslâm Seçen, EthemÇalışkan, Yılmaz Özbek, Abdullah Taşçı, Savaş Çevik, HüseyinGündüz ve Faruk Taşkale iştirak eden ve aynı zamandadiğer günlerde de Emin Barın Hoca ile birlikte çalışmalarınısürdüren sanatçılardı.Perşembe günleri atölyeye devam edenler, sadece kendikonuları ile değil aynı zamanda g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ın bütündalları ile ilgilenirlerdi. Atölye’ye kıymetli bir <strong>el</strong> yazmasıgetirildiğinde orada bulunanlar heyecanlanır, eser <strong>el</strong>den<strong>el</strong>e dolaşır ve eser üzerinde uzun uzun tartışılırdı. Eser sahibigetirdiği eseri değerlendirmek istiyorsa Emin Hoca vesanatseverler kendi bütçe ve ilgi alanlarına göre getirileneseri satın almak isterler, alamayacak durumda is<strong>el</strong>er konuyameraklı bilinçli koleksiyonerlere yönlendirirlerdi.İçilen kahve ve çayların akabinde, çoğu zaman EminHoca’nın ünü dünyaca bilinen, içinde Şeyh Hamdullah’tanHamid Aytaç’a, Hafız Osman’dan Halim Özyazıcı’ya, MahmutC<strong>el</strong>âleddin’den Aziz Efendi’ye kadar birçok üstadınpaha biçilmez Kıta, Murakka, Hilye, Levha, Tuğra ve Fer-12
XVIII.Yüzyıl KlasiğiMuhteşem BirKur’ân-ı KerîmProf. Dr. Faruk TAŞKALE*Kaynağı ilahi vahiy olan Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca öğretileriyledeğil, aynı zamanda fiziks<strong>el</strong> görüntüsüyle deinsanların gözüne ve ruhuna hitap eder. Şüphesiz“Allah”ın sözü olan kutsal kitap; hatve tezhip sanatçılarının bütün hünerlerinigösterdikleri <strong>el</strong> yazmaları olmaöz<strong>el</strong>liğini taşırlar. Kur’ân-ı Kerîm’eolan inanç ve sevgi, hattat ve müzehhipleriKur’ân-ı Kerîm’i en güz<strong>el</strong>şekilde yazma ve süsleme yollarınıaramaya yön<strong>el</strong>tmiştir.16
Kutsal kitabı yazan hattatların ruhu, sanki kutsal harflerdenoluşan bir kaide ile örülmüştür. Müzehhipler adetakendilerinden geçip, ibadet eder gibi, stilize motiflerleAllah’ın k<strong>el</strong>âmını sarıp onu en güz<strong>el</strong> ciltlerle koruma altınaaldılar.XIV. yüzyıla dek yazılan Kur’ânlarda tek başına kûfi, muhakkak,reyhâni sülüs ve nesih gibi yazılar veya muhakkakreyhâni,muhakkak-nesih ve muhakkak-sülüs-nesih gibiikili ya da üçlü yazı grupları ortaklaşa kullanılıyordu. Ama,Kur’anlar için Osmanlı beğenisine en uygun olan ve ençok tutulan hat nesihtir. Bu nedenle bazı Osmanlı kaynaklarındanesihten “hâdim-ül Kur’ân” (Kur’ân’a hizmeteden) olarak söz edilir (1) . Rahat okunması için güz<strong>el</strong> veokunaklı yazılması gereken Kur’ân-ı Kerîm’in süslenmesigerekli görülmüyordu. Ayrıca, metni herhangi bir biçimdeetkileme kaygısından dolayı, süsleme uzun süre denetimaltında tutuldu. Bu yüzden tezhip, hat sanatından dahayavaş g<strong>el</strong>işti.Kur’ân, zaman içinde tezhip sanatçılarını davet edermişcesinebirçok imkân doğurdu ve bu imkânlar tezhibin g<strong>el</strong>işmesindetem<strong>el</strong> etken oldu. VIII. ve IX. yüzyıllarda âyetbitiminde kullanılan, bazen üzerine âyet numaraları yazılıolan noktalar ve sûre başları, altın ve zaman zamanlacivert ve kırmızımsı bir renk ile süslenmiş olarak karşımızaçıkar. Küçük şemse (2) görüntüsündeki bu noktalar,güneşin parlaklığını simg<strong>el</strong>eyen altın ile boyanmıştır. Sûrebaşlarında sûrenin adı yazılıdır ve tezyinat başlangıçta geometrikbiçimler içerir. Aynı dönemlerde Kur’ân’ı okurkendurulacak ya da secde edilecek ayetlerini b<strong>el</strong>irleyen vebu âyetlerin hizasında bulunan k<strong>el</strong>im<strong>el</strong>er de şemse formlarındatezyin edilmiştir ve bu süslem<strong>el</strong>ere “gül” adı verilir.Metnin başladığı ilk sayfalar olan, Fâtiha ve Bakarasûr<strong>el</strong>erini içeren serlevha (başlık) sayfaları ve zahriye adıverilen tanıtım sayfaları müzehhiplerin bütün hünerlerinisergiledikleri bölümlerdir. Zahriye sayfaları serlevha sayfasındanönce g<strong>el</strong>en, kimi zaman yazısız bırakılıp tamamısüslenen sayfalardır. Gerektiği zaman satır araları sırf altınile ya da zengin motifler ile süslenirdi. Bu süslemeye“beyn-es sütur” (satırlar arası) adı verilir. Kutsal metnisüslerken son derece cömert davranan sanatçılar, Kur’ân-ıKerîm hazırlayanların isminin geçtiği sayfalarda son derecemütevazi olmuşlardır.En erken örneklerini VIII. ve IX. yüzyıllarda görmeye başladığımızKur’ân-ı Kerîm tezhiplenmesi, XIII. ve XIV. yıllardanbaşlayarak küçük bir g<strong>el</strong>işme sergiler. Kur’ân-ı Kerîmlerinhat ve tezhibi hazırladıkları dönemin toplumsal ve ekonomikkoşullarını ve bu konulardaki anlayışıyla, beğenileriyansıtır. Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu, XV.yüzyılın sonunda ve XVI. yüzyılda hazırlanan ve bugünmüze, kitaplık ve öz<strong>el</strong> koleksiyonları süsleyen Kur’ânlar,izleyenlerde hayranlık uyandıracak, hatta şaşkınlık yaratacakgüz<strong>el</strong>lik ve zenginliktedir. İstanbul ÜniversitesiKütüphanesi’nde bulunan, 6662 envanter numaralı SultanII. Bayezıd için Şeyh Hamdullah’ın yazdığı ve tezhibinimüzehhip Hasan bin Abdullah’ın yaptığı, Topkapı SarayıMüzesi Kütüphanesi yy.999 envanter numaralı AhmetKarahîsâri’nin 1546-47’de yazdığı ve Topkapı Sarayı MüzesiHırka-i Saadet K.5’te bulunan ve yine Karahisâri’ninyazdığı Kur’ân-ı Kerîmler, gerek yazı gerekse tezhib ve ciltkapakları açısından bu gerçeği gözler önüne serer. Kur’ân-ıKerîmleri sanki Allah’ın seçtiği ve görevlendirip yönlendirdiğisihirli <strong>el</strong>ler hazırlamıştır.Birçok Kur’ân-ı Kerîm’in tezyinatında karşımıza çıkan, XIV.yüzyılın sonundan XVI. yüzyılın ortalarına değin etkin olmuş,stilize edilmiş rûmi, hatayi ve bulut motifleriyle, altınile laciverdin görkemli bir uyum içinde kullanıldığı tarzaek olarak, XVI. yüzyılın ortalarına doğru ilk kez müzehhipKaramemi’nin uyguladığı, saray bahç<strong>el</strong>erinde yetiştirilenlâle, karanfil, gül ve sümbül gibi çiçeklerden oluşan17
yarı stilize motifler, bahar çiçekleriyle donatılmış ağaçlarve serviler (3) Türk tezhip sanatının konularındandır.XV. yüzyıl ortalarından XVII. yüzyıl sonlarına kadar sürendöneme tezhip sanatı tarihinde klasik dönem adı verilir.XVII. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı tezhip sanatındaBatı etkisi yavaş yavaş kendini göstermeye başlar. XVIII.yüzyıl sonlarına kadar süren bu süreç içerisinde Türk tezhipsanatında natüralist çiçeklerin kullanıldığı üslup etkiliolmuştur. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru başlayıp XIX. yüzyılsonlarına kadar süren çiçek sepetlerinin, uzun palmetve kurd<strong>el</strong><strong>el</strong>erin, natüralist çiçeklerin kullanılıp çok renkliuygulamaların yapıldığı tarza tezhip sanatında “Türk Rokokosu”adı verilir (4) .Batılılaşma döneminde stilizasyon azalmış, bitkilerin doğadakigörünüşlerine daha yakın, süslemeden çok resimsanatı çerçevesine giren çiçek minyatürlerine ağırlık verilmiştir.Tezhip sanatındaki gerilemeye karşılık XVIII. yüzyıl,çiçek resimlerinin en parlak devri olmuştur. Avrupa sanatının,bu dönemin çiçek ressamlığındaki etkileri inkâredilemez. Süslem<strong>el</strong>erde XVII. yüzyıldan itibaren Avrupa’daçiçek ressamlığının revaç bulmasına paral<strong>el</strong> bir g<strong>el</strong>işmedikkati çeker. XVIII. yüzyıl, bütün Batı ülk<strong>el</strong>erinde kitapresmi olarak çiçeğin çok sevildiği bir dönem olmuş, gravürlüveya renkli çiçek resimli kitaplara çok rağbet edilmiştir.Bunun yanı sıra, sevilen çiçeklerin tasvir sanatınada aynı yoğunlukla yansıdığı dikkati çeker. XVIII. yüzyıldalâle, XIX. yüzyılda sümbül ön plandadır. Osmanlı sanatındanatüralist akımın başından itibaren görülen gül, en yaygınve en sürekli çiçek çeşidi olmuştur. Gül, Hz. Muhammed’insembolüdür, sevginin yüzü ve endamıdır. Divan şiirinde,lâle devrinde adı en çok geçen çiçektir. Kitap sanatımızdada sayısız örneği vardır. Gülün en geniş kullanım alanı rokokotezhiptir. Gülsüz rokoko tezhip adeta düşünülemez.Öz<strong>el</strong>likle dini konulu eserlerde gonca gül resmiyle sıkçakarşılaşırız (5) .Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası (6) kırmızı ve yeşil altın kullanılarakrûmi ve çiçeklerle klasik tarzda tezyin edilmiştir.Zemin rengi olarak lacivert ve sarı altının kullanıldığı tezyinatazer-ender zer (altın üzerine altın) tarzı hâkimdir.Zemin rengi olarak kullanılan altın mat olarak bırakılmış,motifler ve dallar ise mühr<strong>el</strong>enmiştir (7) . Tezyinatta yeryer iğne perdahlar (8) göze çarpmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’insûre başları, güller ve ketebe (imza) sayfası sarı altın ze-Kütüphane, müze ve öz<strong>el</strong> koleksiyonlarda bulunan en kıymetli<strong>el</strong> yazmaların başında büyük bir emekle hazırlanmışîKur’ân-ı Kerîmler g<strong>el</strong>ir.Bu Kur’ân-ı Kerîmlerden biri de öz<strong>el</strong> bir koleksiyonda bulunan,nesih hattıyla yazılmış ve bol altın kullanarak tezhiplenmişbir Kur’ân-ı Kerîm’dir.Kur’ân; Hattat Abdullah eş-şehîr bi-ibn-işşâmî tarafından1197 H./1782 M. tarihinde, nohudi renk âharlı kağıtüzerine siyah mürekkep kullanılarak ince bir nesihle yazılmıştır.Eser; 18 cm boyunda, 11 cm eninde olup, sırtkalınlığı 3 cm'dir.19
min üzerine yeşil renk altın kullanılarak penç, gonca verûmi motifleriyle zer-ender zer tarzında tezhiplenmiştir.Ketebe sayfasının karşısında bulunmakta olan sayfa, ketebesayfası gibi zer-ender zer tarzında tezhiplenmiş olup,tezyinatın ortasında bulunan geniş pafta içerisine sarı veyeşil renk altın kullanılarak gül ve penç motiflerinden oluşanbir buket yapılmıştır.Ketebe sayfasından önceki ilk iki sayfa, yine ortası genişbir paftayı oluşturacak şekilde zer-ender zer tarzında tezhiplenmiştir.Ketebe sayfasının önceki ilk sayfada paftaiçerisine iki adet pembe ve bir adet sarı gül ile iris çiçeğindenoluşan bol yapraklı bir buket, noktalama tekniğiyleboyanmıştır. Hemen karşısındaki sayfa ortasındaki paftaiçerisine ise pembe renkli bir sümbül yapılmıştır. Tüm sayfalardametin; 4 mm'lik sarı altın ve 1 mm'lik yeşil altıncetv<strong>el</strong>lerle çerçev<strong>el</strong>enmiştir.Oldukça iyi durumda olan Kur’ân-ı Kerîm’in kahverengiderili cilt kapağı gösterişli bir şekilde hazırlanmıştır. 5mm'lik yeşil ve sarı altınla yapılmış iki adet cetv<strong>el</strong>in çerçev<strong>el</strong>ediğiön ve arka kapak; zemini sarı altın olan ve motiflerinderinin kendi renginde bırakıldığı köşebentler vesalbekli şemseden oluşan bir kompozisyonla tezhiplenmiştir.Kompozisyona çiçek ve bulut motifleri hâkimdir.Eserin sırtı altın kullanılarak üçiplik rûmi ile süslenmiştir.Cilt kapaklarının arka yüzleri ve yan sayfalar vişne çürüğürenginde bir deri kullanılarak hazırlanmış olup, yeşil vekırmızı altın ile gül motifinin hâkim olduğu bir buket vealtın cetv<strong>el</strong>lerle tezyin edilmiştir.Diğer birçok Kur’ân-ı Kerîm’de olduğu gibi hattatın ketebesayfasında ismini b<strong>el</strong>irtmesine karşın, bu güz<strong>el</strong> tezyinatıyapan müzehhip imzasını atmamıştır. Türk <strong>sanatlar</strong>ında,eser sayısına oranla sanatçı imzasının en az olduğu alantezhip sanatıdır. Bunun en büyük nedeni, müzehhibin önplana çıkma kaygısı ve tezhibin ekip çalışması sonucundayapıldığı durumlar da olabilir.Tezhip sanatçıları, yeryüzünü çiçeklerle bezeyen Allah’ınk<strong>el</strong>âmını çiçeklerle süsleyip kutsal kitabın ilk sayfalarınıadeta çiçek bahçesine çevirmişlerdir. Kutsal ayetlericoşkuyla okuyan çiçek kokularını mutlaka hissedebilir.“Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da indi, Mısır’da okundu, İstanbul’dayazıldı” sözü, İslâm dünyasında oldukça yaygın bir kanınınifadesidir. Meşhur Osmanlı hattatlarının yazdığıKur’ân-ı Kerîm’ler bu kanıyı doğrular nit<strong>el</strong>iktedir. Osmanlımüzehhipleri tarafından tezhiplenen Kur’ânlar göz önünealındığında ve klasik tarza ilave olarak rokoko tarzınınOsmanlı sanatçıları tarafından g<strong>el</strong>iştirilip uygulandığıdüşünüldüğünde, “Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da indi, Mısır’daokundu, İstanbul’da yazıldı ve tezhiplendi” demek dahayerinde bir ifade olur.Kaynaklar:1- Şinasi Acar, Türk Hat Sanatı, Araç-Gereç ve Formlar, İstanbul,1999, s.111.2- Şemse, Arapça’da “güneş” anlamına g<strong>el</strong>mektedir. Güneşinhaşmetini, parlaklığını simg<strong>el</strong>eyen bir süsleme öğesidir.Şemse formu kenarından dışarı doğru çıkan tığlardagüneşin ışınlarını simg<strong>el</strong>er.3- Yarı stilize bahçe çiçek ve motifleri, tezhip sanatındançiniye, halıdan saray sakinlerinin kıyafetlerine kadar kullanılmıştırve uzun süre etkisini sürdürmüştür.4- A. Süheyl Ünver, Ustası ve Çırağıyle Hezargradlı ZadeAhmed Ataullah: Hayatı ve Eserleri (İstanbul, 1955), s.7.5-Doç. Dr. Yıldız Demiriz, Osmanlı Kitap Sanatında NaturalistÜslupta Çiçekler, 1986, s.346-3486- Metnin başladığı ilk sayfa. Kur’ân-ı Kerîm’lerde serlevhagen<strong>el</strong>likle Fâtiha sûresi ve Bakara sûresinin ilk 6 satırınıkapsar.7- Mühre: akik taşından yapılmış altın parlatmaya yarayanalet. (Mühr<strong>el</strong>emek: parlatmak)8- Altın zemin üzerine, ucu kütleştirilmiş iğne ile hafif bastırmaksuretiyle yapılan noktalar veya üçlü nokta grupları.*Mimar Sinan Güz<strong>el</strong> Sanatlar Üniversitesi Tezhip Anasanat Dalı Başkanı21
15 Asırlık İslam Tarihini KuşatanProf. Nâsır D. Halilî KoleksiyonuÖmer Faruk DERE*“Koleksiyonculuk çok zor bir iştir aslında. Kendi sevdiğiniz, beğendiğiniz önc<strong>el</strong>ik taşımaz. Amaç başkaları için,onların yarattığı kültürün örneklerini en güz<strong>el</strong> biçimde görebilm<strong>el</strong>erini sağlamak için toplamaktır. Sizin ömrünüz,koca dünyanın ömrüyle karşılaştırıldığında okyanusta bir damlaya benzer. Ben öldükten sonra bu eserlerkalacak. O nedenle kendimi topladığım eserlerin sahibi olarak görmüyorum. Ben sadece onların geçici olarakbekçisi, hamisiyim.”Resim 1- Mekke'nin panoramik görünüşü, 1845 yılına ait, D<strong>el</strong>hili haritacı kartograf Muhammed Abdullah tarafından kağıt üzerine mürekkep opak su rengi kullanılarak yapılmış.Profesör Nasser David KHalilî (Nâsır Deyvid Halilî) 1945 yılındaİran İsfahan’da halı, kilim, antik mobilya ve diğer <strong>sanatlar</strong>ınticaretiyle uğraşan bir babanın oğlu olarak dünyayag<strong>el</strong>di. Pers medeniyetinin merkezi olan İsfahan aynı zamandabir sanat ve kültür şehriydi. Daha küçük yaşlardanitibaren koleksiyoncu olmanın hayalini kuran Halilî, NewYork’a eğitim için gitmek üzere Tahran’dan ayrıldığındayirmi iki yaşındaydı. Eğitiminin neticesinde bilgisayarbilimleri uzmanı olmasına rağmen babası ve dedesininkurduğu işi g<strong>el</strong>iştirme kararlılığındaydı.1970’lerin başlarından itibaren g<strong>el</strong>işen sanat ateserleri pazarı Halilî’yi de cezbetti. Sotheby’s,Christie’s ve Phillips gibi büyük müzayedeşirketlerinin müzayed<strong>el</strong>erini takip etmeyebaşlayan Halilî, 1980’lere kadar İslam <strong>sanatlar</strong>ındakiilk tutkusu olan antika lakeahşap eserlerle ilgilendi. Daha sonra diğerİslami antika eserler de almaya başlayanHalilî, günümüze dek topladığı eserlerle dünyanınen önde g<strong>el</strong>en öz<strong>el</strong> koleksiyonerlerinden biri oldu.Antika pazarında 1978 yılında yaşanmaya başlanan krizortamından iyi istifade eden Halilî, bu dönemde çok sayıdaeser satın alarak koleksiyonunu genişletti ve 1980’deantika pazarının kalbi olan İngiltere’ye yerleşti. Büyük Britanyaİmparatorluğu’nun dört asırdan beri devam edensömürü politikasının bir neticesi olarak İngiltere, antikave sanat eserleri alım satımının kalbi haline g<strong>el</strong>miş-ti. Halilî’nin bu yıllarda koleksiyonuna kattığı eserlertüm dünyada sanat meraklılarının dikkatini çekme-ye başladı.Nâsır Halilî Koleksiyonu çarpıcı ürünlerdenoluşmakta olup mushaflar, minyatürler, nadir<strong>el</strong> yazmaları, hat eserleri, süsleme <strong>sanatlar</strong>ı,seramikler, tılsım ve mühürler, madeniparalar, usturlablar, askeri zırhlar, üzengilerve kamalar, tekstil ürünleri, halılar, kilimler,cam ve metal eşyalar gibi çok çeşitli obj<strong>el</strong>eribiraraya getirmektedir.22
Resim 3- Kur’an-ı Kerim’den iki tek sayfa Bakara suresi (120-127) ve Al-i İmran suresi (55-64) 10. yüzyıl Kuzey Afrika ve İspanya, mavi renkli hayvan derisi üzerine altın yaldızla yazılmış.Resim 4- Ankebut suresi (Örümcek suresi 11-24), Abbasi halif<strong>el</strong>eri dönemi 9. yüzyıl, altın yaldızlı, siyah mürekkepli, hayvan derisi üzerine yazılmış, opak su renkli Küfi yazısı.Tebriz’de 1314/1896 tarihinde yazılan ve Ortaçağ İslâmdünyasının en mühim yazmalarından biri kabul edilenRâşideddin’in “Câmiu’t-Tevârih” adlı tamamı resimli tarihkitabını Koleksiyonu'na katması, o dönemde bir anda bütündikkatleri Halilî’nin üzerine çekti. Bu eser için Halilî’ninne kadar ödediği bilinmese de o dönemde eserin 18 milyondolara satıldığı tahminleri yapıldı.Nâsır Halilî Koleksiyonu'nda bulunan İslamieserler, miladî 700 ila 2000 yılları arasında ge-Halilî Koleksiyonu'nda 25.000’den fazla eser bulunmaktadır.Bunun 20.000’den fazlası İslami eser olduğuna göreHalilî Koleksiyonu'nda ağırlık İslami eserlerdedir denilebilir.İslami eserlerin içinde de tezhipli mushaflarönemli bir yer tutmaktadır. Mushaf çeşitliliği iği yönündendünyanın en iyilerinden biri olan koleksiyonunbüyüklüğünü anlamaya yardımcı olması ı için şubilgiyi vermek yeterli olacaktır. British Library’de<strong>el</strong>li mushaf bulunmasına karşın, Nâsır HalilîKoleksiyonu'nda başka hiçbir öz<strong>el</strong> koleksiyondabulunmayan beş yüzden fazla tezhiplimushaf bulunmaktadır.Halilî'nin 1970’lerin başında toplamayabaşladığı koleksiyonunun bugünkü değeri2 milyar dolara yakındır. Ünlü iş dünyası<strong>dergisi</strong> Forbes, dolar milyarderleri arasındagösterdiği Nâsır Halilî’yi 1.3 milyar dolarlıkservetiyle 2007 yılında dünyanın en zengin754. insanı olarak ilan etmiştir. Ayrıca İngiltere’de Rus büyük<strong>el</strong>çiliğiolarak kullanılan 2 evi 57 milyon dolara satınalarak tek ev haline getiren Halilî, evin restorasyonu içinde 50 milyon dolar harcayarak kendinden hayli söz ettirmişti.Halilî’nin bu muhteşem evi, 120 milyon dolara (158milyon TL)’ye geçtiğimiz yıllarda satışa çıkarılmıştı.Koleksiyonculuk denilince, estetik değerleri olan nadir vetarihi eserleri bir uzman gözetiminde toplamak anlaşılmaktadır.Oysa Nâsır Halilî Koleksiyonu'nda bu tarz koleksiyonculuğunyanında sistematik düzende veobj<strong>el</strong>erintamamını seri olarak biraraya getirmekşeklinde yepyeni bir koleksiyonculuk anlayışı dagörülmektedir. Bu anlayış modern koleksiyonculuğabüyük birçeşitlilik kazandırmıştır.Halilî Koleksiyonu'nun onursal küratörü ProfesörMicha<strong>el</strong> Rogers, Nâsır Halilî hakkında “O, yalnız-cagüz<strong>el</strong> ve mükemm<strong>el</strong> eserlere ilgi duymaz.Bunun yanında görülmemiş şeylere de ilgiduyar. Halilî Koleksiyonu'nun yaklaşımı'Victoria and Albert' ve 'The British Museum'müz<strong>el</strong>erinin yaklaşımlarından dahasistematik ve tarihîdir” demektedir.23
Resim 6- Kur’an-ı Kerim’den bir sayfa, Nisa suresi, Abbasiler dönemi, MS 9. yüzyılın sonları 10. yüzyılın başları.Resim 7- Değişik sur<strong>el</strong>erden alınan ayetler, deri üzerine <strong>el</strong> yazması ile yazılmış, Orta Doğu, MS 9. yüzyılın sonu veya 10. yüzyılın başı, su renkli, mürekkeple yazılmış küfi yazı.niş bir tarihe yayılmıştır. Miladi 700 ile günümüze kadarolan zaman dilimi zaten bütün bir İslam tarihini kapsamaktadır.Bu husus Halilî Koleksiyonu'nun nasıl sistematikve kronolojik olarak toplanıldığını kanıtlaması bakımındandikkate değerdir.Usta <strong>el</strong>lerden çıkan birbirinden nefis tezhipli Kurân-ıKerîmlerin tarihleri miladi 8. asırdan 20. asra kadar uzanmaktadır.Geniş bir tarih aralığına sahip mushaflar, Fas’tanÇin’e kadar tüm İslam coğrafyasında ortaya çıkan yazmalardanoluşmaktadır.Koleksiyonda yer alan cam ve metal obj<strong>el</strong>erin tarihleri,erken dönemden başlayarak Ortaçağ’da İslam medeniyetininen yüksek dönemine ve oradan da 19. asra kadaruzanan zaman dilimine yayılmıştır.24
Resim 8- Mekke’de Kabe’nin bir restorasyonu esnasında yazılan güz<strong>el</strong> bir yazma, Osmanlı sultanlarından I. Abdulmecid (1856-1857) adına, kağıt üzerine mürekkep ve altın yaldızla yazılmış.İslam minyatür sanatının en nadide örnekleri de bu koleksiyondamevcuttur. 14. yüzyıldan kalma Moğol dönemieserlerinden “Raşideddîn’in Tarih Kitabı”, 16. asırda İran’daŞah Tahmasp için yapılan “İmparatorlar Kitabı”, 1595’teSultan III. Murad tarafından yaptırılan “Siyer-i Nebî”, 17.yüzyılda Mu’in Musavvir’in resim albümleri ve aynı yüzyıldaDeccan’da yapılan bol resimli “Keşif Kitabı” gibi örnekler,minyatür koleksiyonunun ne kadar zengin olduğunabir d<strong>el</strong>ildir.Son dönem İslam sanatı, Ortaçağ İslam sanatı kadar parlakdeğildir. Fakat son dönemden de önemli obj<strong>el</strong>er ve <strong>el</strong> yazmalarıHalilî Koleksiyonu'nda görülebilir. Koleksiyon, klasikdönem de denilebilecek Ortaçağ İslam eserleri yönündenzengin olduğu kadar 17., 18. ve 19. asırlardan estetik veent<strong>el</strong>ektü<strong>el</strong> değeri yüksek obj<strong>el</strong>er yönünden de zengindir.19. yüzyılda İstanbul hemen diğer hiçbir medeniyette olmadığıkadar yazı sanatında zirveye ulaşmıştı. İslam yazısanatının zirve eserlerinin ortaya konduğu 19. asır hat sanatındanmurakkaalar ve levhalar Halilî Koleksiyonu'ndayerini almıştır. Bu asırda diğer bir önemli sanat ise İslamilake sanatıdır. Bu sanatın da Halilî Koleksiyonu'nda500’den fazla örneği mevcuttur. Halilî'nin lake koleksiyonu15. yüzyıl başından başlayarak 17. yüzyılın büyük tarzdeğişikliğini ortaya koyan örneklerine ve oradan da Kaçarhanedanının sonuna kadar olan zaman diliminde ortayakonmuş eserlerden oluşmaktadır.Halilî Koleksiyonu'nda İslam sanatının dışında Japon, İsveçve İspanyol <strong>sanatlar</strong>ından da örnekler bulunmaktadır.Japon tarihinde ıslahatçı bir imparator olan ve bugünkügüçlü Japonya’nın tem<strong>el</strong>lerinin dayandırıldığı imparatorMeiji’nin hükümdar olduğu 3 Kasım 1852 - 30 Temmuz1912 tarihleri arasına Meiji dönemi denilmektedir. HalilîKoleksiyonu'nda bulunan Japon sanatına ait eserler budönemden olup, 1868-1912 yılları arasına tarihlenmektedir.Ayrıca 1700-1900 yılları arasında üretilmiş İsveç tekstileserleri, İspanyol metal işleme sanatından örnekler 1850-1900 ve 1700-2000 yılları arasına tarihlenen dünyanın çeşitlisırlı obj<strong>el</strong>eri. Halilî Koleksiyonu 25.000’den fazla eseribir araya getirmekte, bunlar üzerinde çalışmalar yapılmakta,yapılan çalışmalar yayınlanmakta ve eserler dünyanınpek çok yerinde açılan sergilerle de sanatseverlerinbeğenisine sunulmaktadır.Nâsır David Halilî, Londra Oryantal ve Afrika ÇalışmalarıOkulu’nun yönetim kurulu üyesi, mezunu ve araştırma ortağıdır.Halilî aynı okulda 1980 yılının ortalarında 18. ve 19.asır İran lake sanatı üzerine başladığı doktora çalışmasını1988’de tamamlayarak doktora payesi almıştır. Daha sonrauluslararası alanda yaptığı çalışmalarıyla aynı okuldaprofesörlüğe kadar yüks<strong>el</strong>miştir.Halilî, 1989 yılında Halilî Ailesi Vakfı tarafından bağışlanan,Londra Üniversitesi, Oriental ve Afrika ÇalışmalarıEnstitüsü, Nasser D. Khalilî İslam Sanatları Kürsüsü'ndeİslam sanatı araştırmalarına katkılar yapmakta, OxfordÜniversitesi’nde İslam sanatı araştırma grubuna da destekvermektedir. Halilî Ailesi Vakfı, Oxford Üniversitesibünyesinde 2005 yılında kurulan “Khalilî Sanat ve KültürVarlıkları Araştırma Merkezi”nin kurulmasına destek vermiştir.Bu destek ve yardımlarından dolayı Profesör Halilî,yardımseverler platformu başkanlığına getirilmiştir. LondraÜniversitesi Wolfson Koleji onursal akademi üyesidirve 2005’te Londra Sanatlar Üniversitesi kendisine fahrîdoktora payesi vermiştir. ABD Massachusetts’te yardımcıdanışmanolarak uluslararası bir kurula getirilmiş, 2003’teBoston Üniversitesi’nden “Humane Letters” onur doktorasınıalmış ve Tufts Üniversitesi’nde müfettişler kurulunaatanmıştır.Halilî, Yahudilerle Müslümanlar arasında anlayış ve huzursağlayan “Maimonides” kuruluşunun kurucusu ve başkanıdır.İran’ın kültür<strong>el</strong> mirasını korumak için 1995’te kurulan“İran Kültür Kuruluşu”nun kurucularından biridir. 1996’dauluslararası huzuru ve kültür etkileşimini sağlamaya çalıştığıiçin Kudüs tarafından şehrin güvenilir insanı unvanı verilmiştir.14 Kasım 2003’te Westminster Cathedrali’ndekiFrancis I. Kraliyet Ordusu'nda şövalye kumandanı olarakatandı. Bu işlerinden dolayı 2002’de Papa II. John Paul onu25
26Resim 10- Hz. Peygamber’in (S.A.V.) Medine’deki kabrinin örtüsü, Sultan II. Mahmud dönemi Mısır-Kahire (Hicri: 1225-1255 - Miladi: 1808-1839). Siyah ipek saten, kırmızı yeşil aplik<strong>el</strong>i üzerinealtın ve gümüş ince iplikler kullanılarak yapılmış.
Resim 11- Sandık, Kahire, Memluk dönemi(1897) ,Tüm Kur’an ürünleri için Messrs Parviss tarafından tahta üzerine çekiçle pirinç işlenerek kaplanmış, işlemeiçerisine altın ve gümüş renk serpiştirilerek yapılmıştır.Vatikan’da bir görüşmeye davet etti. Papa kendisine “MedagliaPontificia”yı sunarak, onu “Pope St Sylvester” şovalesipayesi ile ödüllendirdi. 2007 Şubat ayında ise İslamsanatı mirasının gün yüzüne çıkarılması için yaptıklarındandolayı New York City Üniversitesi Alma Mater QueensKoleji onur derecesi verdi. 2007’de Londra’ya yaptığıkültür<strong>el</strong> katkılardan dolayı Halilî’ye “Londra Yüksek Şerif”ödülü verildi.2005 yılında yayınladığı “The Tim<strong>el</strong>ine History of IslamicArt and Architecture” (İslam Sanat ve Mimarisi'nin Tarihçesi)İngiltere’de Worth Press tarafından basıldı. On dileçevrilen eser, daha önce görülmemiş bir biçimde İslamsanatının coğrafi ve kronolojik olarak tanıtılmasını amaçlayantem<strong>el</strong> bir kitaptır.Nâsır D. Halilî bir beyanında şöyle söylemektedir:“Ben İslam <strong>sanatlar</strong>ının g<strong>el</strong>işmesinde rol oynamışönemli bir merkez olan İran’da büyüdüm. üm. Babam İslam<strong>sanatlar</strong>ının hayranıydı. Sanat eseri alışverişi vekoleksiyonculuk ailemizin g<strong>el</strong>eneklerinde vardır. Bensadece babamın ve dedemin ayak izlerini ini takip ettim.İlk olarak antika cilalı ahşap ürünler beni bu yola sürükledi.”“Esas olarak İslami eserleri toplamaya başlamak birdemet yapboz parçasını toplamaya benziyor. Sankimasanızın üzerine, çok güz<strong>el</strong> bir tablonun yapbozparçalarını atmışlar da siz bunları toplayıp, otabloyu yeniden yaratmaya çalışıyorsunuz.O zaman, ‘İşte tüm parçalar burada.Onları toplayıp ait oldukları yereyerleştirmem lazım.’ dersiniz. Koleksiyonculukçok zor bir iştir aslında. Sabırgerektirir ve hiç bir zaman taraf tutmaendiğinimanızlazımdır. Kendi sevdiğiniz, beğendiğinizönc<strong>el</strong>ik taşımaz. Sizin sevdikleriniz ikinci i sırada g<strong>el</strong>ir.Amaç başkaları için, onların yarattığı kültürünörneklerini en güz<strong>el</strong> biçimde görebilm<strong>el</strong>erini <strong>el</strong>erinisağlamak için toplamaktır. Koleksiyoncu ola-rak sorumluluğunuz vardır. Çünkü sizin diy<strong>el</strong>im, 60, 70, 80yıllık ömrünüz, koca dünyanın ömrüyle karşılaştırıldığındaokyanusta bir damlaya benzer. Ben öldükten sonra bueserler kalacak. O nedenle kendimi topladığım eserlerinsahibi olarak görmüyorum. Ben sadece onların geçici olarakbekçisi, hamisiyim.” (BBC’ye verdiği bir demeçten)Halilî’nin ilk amacı, alanında öncü akademisyenlerin dekatıldığı, tamamlandığında dünyanın tek kişi tarafındantoplanan en büyük koleksiyon katalogları olacak ve toplamda50 cilde ulaşacak kitapları yayınlamaktı. Bu amacınakatalogların yüzde doksanını yayınlayarak neredeyseulaşmıştır. Giderlerinin tamamı Halilî Ailesi Vakfı tarafındankarşılanan bu yayınlar en mükemm<strong>el</strong> şekilde bastırılıpdünya kültür mirasına armağan edilmiştir. Diğeramacı ise dünya üzerinde yapılacak sergilerle ko-leksiyonunudünyaya tanıtmak olan Halilî, bu ama-cına uygun olarak 1990’dan beri koleksiyonundanseçme eserleri dünyanın dört bir yanında 30 büyükmüzede sergilemiştir.Gerek koleksiyonunun katalogları, gerekse düzen-lediği sergilerin katalogları yüksek kalitesiyle gözokşamaktadır. İslam sanatına ait 28 katalog, Japonsanatına ait 6,İspanyol ve İsveç sanatı üzerine de bi-rer katalog yayınlanmıştır. İşte katalogların ve HalilîKoleksiyonu üzerine yayınlanmış kitapların isimleri,basıldıklarıtarihler ve dünyanın pek çok yerindedüzenlenen sergiler:Yayınlarİslami Koleksiyon Katalogları• Vol I The Abbasid Tradition (Qur’ans ofthe 8thto 10th Centuries AD), 1992• Vol II The Master Scribes (Qur’ans of the 11th to14th Centuries AD), 1992• Vol III After Timur (Qur’ans of the 15th and16th Centuries), 199227
Resim 13- Pandavas ve Kauravas’ın savaşı, Hindistan epiği Mahabharata’dan bir sahne, Rashid al-Din tarafından yapılmış (1314-1315) mürekkep çalışması, kağıt üzerine yarı saydam veopak su, altın ve gümüş renkler uygulanılarak yapılmış.• Vol IV The Decorated. Word Part One (Qur’ans of the 17thto 19th Centuries), 1998 & Part Two (to be published)• Vol V The Art of the Pen (Calligraphy of the 14th to 20thCenturies), 1996• Vol VI Bills, Letters and Deeds (Arabic Papyri of the 7thto 11th Centuries), 1993• Vol VII Learning Poetry and Piety, (to be published)• Vol VIII Paintings from India, 1998• Vol IX Cobalt and Lustre (The First Centuries of IslamicPottery), 1995•Vol X Rival to China (Later Islamic Pottery), (to be published)• Vol XI Brasses, Bronzes and Silver of the Islamic Lands,(to be published)• Vol XII Science, Tools and Magic (Body and Spirit, Mappingthe Universe), 1997• Vol XIII Seals and Talismans, (to be published)• Vol XIV Textiles, Carpets and Costumes, from the IslamicLands, (to be published)• Vol XV Glass (From Sasanian Antecedents to EuropeanImitations), 2005• Vol XVI Ornament and Amulet (Rings of the IslamicLands), 1993• Vol XVII The Art of Adornment, ,Jew<strong>el</strong>lery of theIslamic Lands, (to be published)• Vol XVIII Gems and Jew<strong>el</strong>s of MughalIndia, (to be published)• Vol XIX Dinars and Dirhams PartPart Two (Coins of the IslamicLands. The Later Period) (to bepublished)• Vol XX Dinars and DirhamsPart One (Coins of the IslamicLands. The Early Period)(to be published)• Vol XXI The Arts of War(Arms and Armour of the7th to 19th Centuries), 1992• Vol XXII Lacquer of the IslamicLands (Part One), 1996• Vol XXII Lacquer of the IslamicLands (Part Two), 1996• Vol XXIII Occidentalism (IslamicArt in the 19th Century), 1997• Vol XXIV Monuments and Memorials,Carvings and Tilework from the Islamic World, (to be published)• Vol XXV & XXVI The Tale and the Image. Part One, Visionsof the Past (History and epic paintings from Iran, Indiaand Turkey), & Part Two, (Illustrated Manuscripts and AlbumPaintings from Turkey and Iran), (to be published)• Vol XXVII A Compendium of Chronicles (Rashid al-Din’sIllustrated History of the World), 1995Akademik Monografiler• Vol I Studies in The KHalilî Collections. S<strong>el</strong>ected ArabicPapyri, 1992• Vol II Studies in The KHalilî Collections. (Piri Reis andTurkish Mapmaking after Columbus), 1996• Vol III Studies in The KHalilî Collections. Bactrian Document,From Northern Afghanistan, Part 1, 2000• Vol III Studies in The KHalilî Collections. Bactrian Document,From Northern Afghanistan, Part 2, 2007• Vol III Studies in The KHalilî Collections. Bactrian Documents,From Northern Afghanistan Part 3 (to be published)• Vol IV Studies in The KHalilî Collections. Arab-ByzantineCoinage, 2005• Vol V Studies in The KHalilî Collections(Arabic Documents from Early IslamicKhurasan)Öz<strong>el</strong> Baskılar• Tim<strong>el</strong>ine History of IslamicArt and Architecture, 2006(Arabic Version)• The KHalilî Portolan Atlas.The Facsimile Edition ( withtext: Piri Ries and Turkishmapmaking After Columbus),1992•The KHalilî Farlnamah, ADeccani Book of Divination (tobe published)• Turkoman Jew<strong>el</strong>lery (to bepublished)• Ancient Aramaic Documents from Bact-ria 4th Century B.C (to be published)28
Resim 15- Aslan şeklinde süslü <strong>el</strong> yazması, Osmanlı, Hattat Ahmet Hilmi (19 Nisan 1973) tarafından kağıt üzerine mürekkepli, su renkli hat uygulaması.Japon Sanatına Dair Kataloglar• Vol I S<strong>el</strong>ected Essays, 1995• Vol II Metalwork Parts One & Two, 1995• Vol III Enam<strong>el</strong>, 1995• Vol IV Lacquer (Part I and Part II), 1995• Vol V Ceramics Part I (Porc<strong>el</strong>ain), 1995• Vol V Ceramics Part II (Earthenware), 1995• Vol VI Masterpieces by Shibata Zeshin, 1996İspanyol Metal İşleme Sanatına Dair Katalog• Art and Tradition of the Zuloagas (Spanish Damascenefrom the KHalilî Collection), 1997İsveç Sanatına Dair Katalog• Swedish Textile Art (Traditional Marriage Weavings fromScania), 1996Sergilerİslam KoleksiyonuEmpire of the Sultans: Ottoman Art from TheKHalilî Collections1995 Musée Rath, Geneva, Switzerland1996 Brunei Gallery, School of Orientaland African Studies, University ofLondon1996-1997 The Isra<strong>el</strong> Museum,Jerusalem, Isra<strong>el</strong>2000 The Society of the FourArts, Palm Beach, Florida, USA2000 The Detroit Instituteof the Arts, Detroit,Michigan, USA2000-2001 The AlbuquerqueMuseum of Art & History, Albuquerque, NewMexico, USA2001 Portland Art Museum, Portland, Oregon, USA2001 Asian Art Museum of San Francisco, San Francisco,California, USA2001-2002 The Bruce Museum of Arts and Science, Greenwich,Connecticut, USA2002 Milwaukee Art Museum, Milwaukee, Wisconsin,USA2002 North Carolina Museum of Art, Raleigh, North Carolina,USA2002-2003 Museum of Art, Brigham Young University, Provo,Utah, USA2003 Oklahoma City Museum of Art, Oklahoma City, USA2003 Frist Center for the Visual Arts, Nashville, Tennessee,USA2003 Museum of Arts and Sciences, Macon, Georgia, USA2003-2004 Frick Art and Historical Center, Pittsburgh,Pennsylvania, USA2007 Gallery of New South Wales, Australia2008 Emirates Palace Hot<strong>el</strong>, Abu DhabiJapon Koleksiyonu1994-1995 Japanese Imperial Craftsmen, Meiji Artfrom the KHalilî Collection British Museum, Lon-don1994-1995 Treasuresof Imperial Japan,Ceramics from theKHalilî CollectionNational Museum of Wales,Cardiff - opened by HRH ThePrince of Wales1997 ShibataZeshin, Masterpi-eces of Japanese Lacquer fromtheKHalilî Collection,National Museumsof Scotland, Edinburgh29
Resim 17- Kabe kapısının örtüsü, Sultan I. Abdulmecid tarafından ısmarlanıp Mısır valisi Muhammed Said Paşa'ya sunulmuş (Hicri:1272-Miladi:1855-1856). Siyah ipek üzerine krem renk aplik<strong>el</strong>i,altın ve gümüş ipliklerle işlenmiş.1998 Shibata Zeshin, Masterpieces of Japanese Lacquerfrom the KHalilî Collection, Mishima Taisha Museum of ArtTreasures, Mishima, Japan1999 Shibata Zeshin, Masterpieces of Japanese Lacquerfrom the KHalilî Collection, Toyama Sato Art Museum, Toyama,Japan1999 Splendors of Meiji, Treasures of Imperial Japan FirstUSA Riverfront Arts Centre, Wilmington, D<strong>el</strong>aware, USA2000-2001 Shibata Zeshin, Masterpieces of Japanese Lacquerfrom the KHalilî Collection, Roemer and P<strong>el</strong>izaeus Museum,Hildesheim, Germany2002 Splendors of Imperial Japan, Arts of the Meiji Periodfrom the KHalilî Collection, Portland Art Museum, Portland,Oregon, USA2004-2005 Splendors of Imperial Japan, Masterpieces fromthe KHalilî Collection The Isra<strong>el</strong> Museum, Jerusalem, Isra<strong>el</strong>2006 Wonders of imperial Japan, Meiji art from the KHalilîCollection Van Gogh Museum, Amsterdam, The Netherlands2007 Japan, Meiji-Kunst und Japonismus: Aus der SammlungKHalilî Kunsthalle Krems, Austriaİspanyol Metal İşleme Koleksiyonu1997-1998 Plácido Zuloaga: Spanish Treasures from TheKHalilî Collection Victoria and Albert Museum, London2000 Arte y Tradición de los Zuloaga: Damasquinado Españolde la Colección KHalilî, Museo de B<strong>el</strong>las Artes, Bilbao, Spain30
Resim 18- Erzurumlu Mustafa Darir’in eseri, İstanbul, 16. yüzyıl, Siyer-i Nebi’den iki sayfa, Seyr-i Nebi; 9. yüzyılda Ibn Hisham’ın “Muhammed(S.A.V.)’in Hayatı” adlı eserinin Türk versiyonudur.2001 Arte y Tradición de los Zuloaga: DamasquinadoEspañol de la Colección KHalilî, Alhambra Palace, Granada,Spain2001 Arte y Tradición de los Zuloaga: DamasquinadoEspañol de la Colección KHalilî, Real Fundación de Toledo,Spain2003 Plácido Zuloaga: Meisterwerke in gold, silber undeisen damaszener - schmiedekunst aus der KHalilî-Sammlung Roemer und P<strong>el</strong>izaeus Museum, Hildesheim,Germanyİsveç Tekstil Koleksiyonu1996 Swedish Textile Art: The KHalilî Collection The IK Foundation,Pildammarnas Vattentorn, Malmö, Sweden2000 Textiles de Scanie des XVIII et XIX Siècles dans laCollection KHalilî Swedish Cultural Centre, Paris, France2003 A Monument to Love: Swedish Marriage Textilesfrom the KHalilî Collection Boston University Art Gallery,Boston, USASergi Katalogları• Treasures of Imperial Japan, Ceramics from the KHalilîCollection, 1994• Shibata Zeshin, Masterpieces of Japanese lacquer fromthe KHalilî Collection, 1997• Splendors of Imperial Japan, arts of the Meiji Period fromthe KHalilî Collection, 1999 (Wilmington)• Splendors of Imperial Japan, arts of the Meiji Period fromthe KHalilî Collection, 2002 (Portland)• Wonders of imperial Japan, Meiji art from the KHalilî Collection,2006 (Van Gogh Museum)• Japanese Imperial Craftsmen, Meiji Art from the KHalilî,1995• Empire of the Sultans: Ottoman Art from the KHalilî Collection,1994Ortak Sergi Katalogları• Earthly Beauty, Heavenly Art, Art of Islam, Nieuwe KerkAmsterdam 1999, the State Hermitage, St Petersburg,2000• Heaven on Earth, Somerset House, London 2004Not: Bu makalenin yazımında, Aralık 1994’te yayınlanan“Tahir Shah , “The KHalilî Collection of Islamic Art”, SaudiAramco World, , s. 38-47” adlı makaleden ve K. Halilî FamilyTrust (Halilî Ailesi Vakfı) internet sitesinden faydalanılmıştır.Görs<strong>el</strong>ler:The Arts Of İslam, Treasures From The Nasser D Khalili Collection*İSMEK Ebru Usta Öğreticisi31
G<strong>el</strong>eneğin Sanatkârı veDeğişen Zaman Üzerine NotlarProf. Dr. Saadettin ÖKTENG<strong>el</strong>enekli <strong>sanatlar</strong> bizim eski toplumumuzda doğmuş, inkişaf etmiş ve kemal noktasına erişmiştir. Bu eski toplumabaktığımız zaman onun kendisine has bir medeniyet tasavvuru olduğunu ve bu tasavvurun bütün unsurlarıile eski toplumumuzun hayatına renk ve istikamet verdiğini görüyoruz. Bu açıdan söylersek “Bu tasavvur eskitoplumumuzun yaşadığı hayatın annesidir” diyebiliriz.
Her sanatkâr kendi devrinden konuşur, yaşadığı devrinşartları, huzuru, gerilimleri, tasavvurları, mutlulukları vehüzünleri sanatkârın eserinde görülür ve algılanır hale g<strong>el</strong>ir.Cemiyetin hali sanatkârın yetişmesinde ve biçimlenmesindeçok önemli bir âmildir. Sanatkâr yaradılış ya davaroluş itibarı ile derin bir sezgi, engin bir ruh, renkli birduygusal dünya ve üstün yetenek sahibi bir kimsedir. Budünyaya bu donanım ile g<strong>el</strong>miştir. Sonra içinde yetiştiğicemiyetin şartları ona bir biçim verir. Adeta dünyaya g<strong>el</strong>işitibarı ile sahip olduğu öz<strong>el</strong>likler ya da vasıflar, içindeyaşadığı dönemin ve toplumun şartlarına, haline uygunbir biçimde bir kalıba dökülür. Ve b<strong>el</strong>li bir yaşa g<strong>el</strong>diğindesanatkâr hem varoluş ya da yaradılış vasıflarından kaynaklananhem de yaşadığı hayat sonucu bunların aldığıbiçimden doğan bir tutkuyla içinden yetiştiği cemiyeteayna tutar. Ve bu aynaya aksedenleri sanatının diliyle ifad<strong>el</strong>endirir.Bu ifade bir şiir, bir resim, bir beste veya birhat olabilir. Zahir planda birbirlerinden çok farklı görünenbu ürünler tem<strong>el</strong>e inildiğinde hep aynı köklerden beslenmektedirler.Sanatkârın üstün vasıfları vecemiyetin ahvali olarak adlandırılabilir bukökler. Sanatkârların büyük bir kısmımensup oldukları medeniyet tasavvurunun,ki bu tasavvur cemiyetino dönemdeki ahvalini tanımlar,yüks<strong>el</strong>en değerlerini eserleriile hayata geçirirler. Medeniyettasavvurunun zihinlerde vegönüllerde yer alan yüks<strong>el</strong>endeğerleri sanat eserleri ile mücessemobj<strong>el</strong>er halinde temsiledilir. O eserlerle ilişki kuran birzihin ve ruh bunlardan yola çıkarakbunların ardındaki medeniyettasavvurunun yüks<strong>el</strong>en değerlerineerişebilir. Sayıları daha az olmakla birliktediğer bir kısım sanatkârlar ise cemiyetin yüks<strong>el</strong>endeğerlerine karşı çıkan ve bunları <strong>el</strong>eştiren bir istikameteyön<strong>el</strong>mişlerdir fakat <strong>el</strong>eştirdikleri yine o dönemlerde toplumutanımlayan medeniyet değerleridir. Ve b<strong>el</strong>ki bir süresonra bu <strong>el</strong>eştir<strong>el</strong> sanat uygulamaları toplumda yeni birmedeniyet tasavvurunun öncü adımları ya da ilk açılımıolabilecektir.Yukarıda sözü edilen hususlar g<strong>el</strong>enekli <strong>sanatlar</strong> ve g<strong>el</strong>eneğinsanatkârı için dahi doğru ve geçerlidir. G<strong>el</strong>enekli<strong>sanatlar</strong> bizim eski toplumumuzda doğmuş, inkişaf etmişve kemal noktasına erişmiştir. Bu eski topluma baktığımızzaman onun kendisine has bir medeniyet tasavvuruolduğunu ve bu tasavvurun bütün unsurları ile eski toplumumuzunhayatına renk ve istikamet verdiğini görüyoruz.Bu açıdan söylersek “Bu tasavvur eski toplumumuzunyaşadığı hayatın annesidir” diyebiliriz. Böylece doğan eskikültürümüz tamamen bize ait olan özgün ve benzersiz birhayat tarzının örneğini ortaya koymuştur. Bu hayat tarzıiçinde yetişen sanatkârlarımız da g<strong>el</strong>eneğinsanatkârı olmuşlar ve o dönemlerde eskicemiyetimizde hükümferma olan medeniyetdeğerlerini <strong>sanatlar</strong>ıyla maddiâleme intikal ettirmişlerdir. Baştaeski şiirimiz ve eski musikimizolmak üzere bütün eski <strong>sanatlar</strong>ımızmedeniyet değerlerimiz ileyaşadığımız hayat arasındakiemsalsiz ve kusursuz bütünlüğünürünleridir. Eski sanatkârıneserine baktığımız zaman ilknazarda orada bir biçim ve üslupgörürüz. Eserle duygusal irtibatısürdürüp g<strong>el</strong>iştirirsek bu biçim veüslubun ardında eski sanatkârın ruhdünyasının zengin ve renkli iklimine33
geçeriz. Bu iklim aynı zamanda çok seçkin bir sezginin<strong>el</strong>eğinden geçen ve üstün bir kabiliyetin iktidarı ile hayatbulan bir medeniyet değerinin temsil edildiği yerdir.Eski medeniyet tasavvuru ve hayat tarzı arasında asırlarboyu süren uyum bizim g<strong>el</strong>eneğimizi ortaya çıkarmıştır.Eski sanatkârımız da bu g<strong>el</strong>eneğin içinden g<strong>el</strong>en birsanatkârdır. Bu sanatkârın ürünü olan g<strong>el</strong>enekli <strong>sanatlar</strong>ımızdayukarıda söz konusu edilen muhteşem ahengi hissetmemek,o derin ve engin huzuru duymamak mümkündeğildir.Toplumda hâkim olan medeniyet tasavvuru ile toplumunyaşadığı hayat ahenkli bir bütünlüğe kavuştuğu zaman hayatınbütün safhalarında kendini gösteren birtakım kıstaslarortaya çıkar. Bunlara örnek vermek gerekirse, cemiyethayatında eskilerin “edeb” adı altında topladığı muaşeretkuralları, iktisadi hayatta “insaf ve merhamet” umd<strong>el</strong>eri,eğitim ve öğretimde “hasbilik ve rıza gayreti”, <strong>sanatlar</strong>dada bize ait “bediîyat” (estetik ölçüler) vücud bulmuştur.G<strong>el</strong>eneğin sanatkârı bu estetik ölçülerin içinden yola çıkarakg<strong>el</strong>eneğin sesini ve manzarasını sanatıyla ifad<strong>el</strong>endirir.G<strong>el</strong>enekli <strong>sanatlar</strong> yukarıda sözünü ettiğimiz medeniyettasavvuru ile hayat tarzının ahenkli bütünlüğünün estetikalana yansıtılması ile zuhura g<strong>el</strong>miştir. Bu zuhurun asil vemütevazı vasıtası ise g<strong>el</strong>eneğin sanatkârıdır.Sonra zamanlar değişti, eski dönemler tarihe intikal etti.Batı uygarlığından g<strong>el</strong>en etkilerle önce toplumun seçkinkesimlerinde hayat tarzı değişmeye başladı. Dolayısıylamedeniyet tasavvurumuz ile hayat tarzı arasındakiahenkli bütünlük başlangıçta pek fark edilemeyen birbiçimde etkilenmeye ya da çözülmeye yüz tuttu. Öz<strong>el</strong>likle19. asrın ortalarından itibaren batı uygarlığının hayattarzı büyük şehirlerdeki <strong>el</strong>itler tarafından giderek artanbir nispette benimsendi ve tatbik edildi. Batıya ait her biçiminbenimsenmesi ve tatbik edilmesi eski medeniyettasavvurumuz ile aramıza yeni bir eng<strong>el</strong> koymaktaydı. Buolgu 20. asrın akıp giden sen<strong>el</strong>eri boyunca da devam etti.Değişen hayat tarzımız yani hayata ait yeni biçimlerimizveya diğer bir deyişle yabancı kültürümüz toplumumuzukendi özgün medeniyet tasavvurundan da ister istemezuzaklaştırmıştır. Batının hayata ait her biçimi bizimhayatımıza girdikçe kendimize ait medeniyet tasavvuruzihinlerimizden ve gönüllerimizden yavaş yavaş uzaklaşmış,tard edilmiş b<strong>el</strong>ki hayal halinde seçilebilen yalnız vemahzun bir siluete dönüşmüştür. Değişen hayat tarzımızhakkında çok fazla teferruata girmeksizin sadece bir hususuhatırlatarak bir misal vermek gerekirse eski şehirlerimizile yenileri arasındaki farkı görmek kâfidir. Eski şehirlerimiz,sokaklarımız, evlerimiz bizim kendi medeniyettasavvurumuz ile hayat tarzımızın ahenkli bütünlüğününmekâna yansımasıdır. Yeni şehirlerimiz, sokaklarımız veapartmanlarımız batının kendi içinde tutarlı olan uygarlıkanlayışı ve hayat tarzının sadece şehir kültürü olarak bizesunduğu mekân biçimlenmesidir. Bu şehirlerde yaşayaninsanlar, bu sokaklarda dolaşan fertler ve bu apartmanlardaömür tüketen kims<strong>el</strong>er ne denli eski ve özgün medeniyettasavvurunun temsilcisi olduklarını iddia ederlerseetsinler büyük bir kırılmanın, eski medeniyet değerleri ile34
yeni hayat tarzı arasındaki amansız çatışmanın zebunu vekurbanıdırlar. Çoğumuz içten içe bu derin çatışmayı hissetsekde bunu itiraf edecek cesaret ve güçte olmadığımızıfark ederiz. B<strong>el</strong>ki bu biçimleri kanıksamışızdır, b<strong>el</strong>ki bubiçimler ile dost ve onlara esir yaşayarak bize ait özgünmedeniyet tasavvuru ile hala barışık olduğumuzu zannediyoruzdurve b<strong>el</strong>ki de bu tasavvur ile bu apartmanlarınasla barışamayacağını hissederek derin bir esef ve hüzünhali içindeyizdir. Bu örneği eski hayatımıza ait farklı biçimlerüzerinden tekrarlayabiliriz; giyimimiz, muaşeretimiz,ev eşyamız istesek de istemesek de batı uygarlığınınbiçimlerine teslim olmuştur. Ve biz hala eski medeniyettasavvurumuzun değerlerini bütün safiyeti ve ulviyeti ilemuhafaza ettiğimizi farz ve iddia etmekteyiz.Eski zamanlarda yaşadığımız hayatın içinden beslenen sanatımızkendine özgü biçimiyle g<strong>el</strong>eneği oluşturmuştur.Yukarıda da işaret edildiği gibi artık biçimler itibariyle eskihayatımızı yaşamıyoruz. Bu sebeple eski toplumumuzaait özgün sanatımız ile onun beslendiği hayat arasındaciddi bir uçurum, vahim bir irtibat eksikliği mevcuttur.Sanat g<strong>el</strong>eneğimiz artık yaşadığımız hayattan beslenmemektedir.Bu sanatımız şu dönemlerde toplumun yaşadığıhayatın estetik alana yansıması ile oluşan bir sanatdeğildir. G<strong>el</strong>enekli <strong>sanatlar</strong>ımız şu anda maziden beslenmektedir.Mazide yaşadığımız eski hayatımız bugündenbakıldığında fark edilen muht<strong>el</strong>if veçh<strong>el</strong>eri ile bugün bizleresanat sahasında yeni yorumlar ve yansımalar ortayakoyma imkânı vermektedir. Eski hayatımız ve buna bağlıolarak estetik alanda ortaya çıkan <strong>sanatlar</strong>ımız böyle v<strong>el</strong>udbir muhit ve bereketli bir kaynaktır. Ancak eski hayatımızbütün maziler gibi yaşanmış ve bitmiştir. Yaşanmışve bitmiş olduğu için de sabit ve b<strong>el</strong>irli bir halde hatıralaraintikal etmek mecburiyetinde kalmıştır. Toplum ise heran ve her gün değişen, zaman zaman zenginleşen, zamanzaman savrulup yalpalayan ama her defasında yeni tec<strong>el</strong>lileresahne olan bir hayat yaşamaktadır. Bu yaşananhayatın sanatı ise henüz daha ufuklarda görünmemektedir.Toplumumuzun yaşadığı günc<strong>el</strong> hayat, mazimizin zamanitibariyle devamıdır fakat medeniyet değerleri itibarıile aynı temadiyetin var olduğunu söylemek çok zordur.Bu noktadan bakıldığında eski hayatımızın içinde var olanve ondan beslenen sanat g<strong>el</strong>eneğimizin yeni hayatımızdaçok mühim bir eksikliği t<strong>el</strong>afi ettiğini söylemek mümkündür.Bununla birlikte mazinin bugünden bakılarak yapılanyorumları yeni hayatımızda sanat alanındaki boşluğudoldurmakta herhalde kifayetsiz kalacaktır. Kısacası şimdiyapılan sanat sabit ve yaşanmış bir mazinin sanatıdır.Buna karşılık bugün yaşayan insanımız bu sanata büyükhayranlık duymakla birlikte yine mazinin derinliklerindenbeslenen fakat bugünkü hayatını yansıtan kendi öz sanatınamuhtaç olduğunu da derinden derine sezmektedir.Gen<strong>el</strong> bir ifadeyle söylersek eski hayatımızdan bugünehiçbir biçim intikal etmemiştir. Evlerimiz, şehirlerimiz,meşguliyetlerimiz, giyim kuşamımız ve günd<strong>el</strong>ik hayatımızeskisinden tamamen farklıdır. Bu yeni ve farklı biçimlerBatı uygarlığının ürünüdür. Bu uygarlığın kendinehas bir medeniyet tasavvuru vardır ki bizim eski ve özgün35
medeniyet tasavvurundan tümüyle farklıdır. Yine yukarıdadeğinildiği gibi Batı'ya ait biçimler hayatımıza girdikçene kadar istemesek ve reddetsek de bunların ardındakimedeniyet tasavvuru ve dünya görüşü gündemimizde biryer tutmakta, zihinlerimizde ve gönüllerimizde gölg<strong>el</strong>eroluşturmaktadır. Çağımızda yaşayan sanatkâr da ister g<strong>el</strong>eneğemensup olduğunu iddia etsin ister g<strong>el</strong>enekle ilgisibulunmadığını söylesin batıya ait kavramların etkisindeve gölgesinde kalmaya mahkûmdur. G<strong>el</strong>eneğin içindeng<strong>el</strong>diğini söyleyen ve günümüzde yaşayan sanatkâr artıksanatta ecdadı olan nesillerle aynı duruluğu, huzuru vemanevi iklimi paylaşmamaktadır. Onun ruh dünyasındave gönül ikliminde gölg<strong>el</strong>er, karaltılar ve savrulmalar sözkonusudur. Bu olgu yaşadığı ve yaşadığımız ortak toplumsalhayatın bir neticesidir. G<strong>el</strong>eneğin içinden g<strong>el</strong>meyen vebu noktada özgür olduğunu iddia eden sanatkâr ise batıuygarlığının yüzyıllar süren serüvenini yaşamadığı için sanatındave bu sanatı besleyen medeniyet tasavvurundatem<strong>el</strong>siz ve köksüz bir boşluğun zebunu olmaktadır.Bugün topluma baktığımız zaman eski veözgün medeniyetimizin değerleri ile olanülfetimizin halen bir şekilde devamettiğini görüyoruz ancak bu şekil ecdadınyaşadığı şekil asla değildir.O şekil kadar saf, berrak ve duruolamamaktadır. Eski medeniyetimizile ilişkimiz şimdi yer yer sisli,yer yer dumanlı ve bulanık, bazıker<strong>el</strong>er de kesif ve ağır gölg<strong>el</strong>idir.Medeniyet değerlerimizi şu andabugünden baktığımız zaman çoknet ve vazıh görememekteyiz. Bukonuda bir misal vererek hadiseyibiraz daha anlaşılır hale getir<strong>el</strong>im.Yeni insanımız ecdadı kadar mütevekkildeğildir. Hayata karşı tedirgin ve endiş<strong>el</strong>idir.Ataları kadar sakin ve huzurlu olamamaktadır. Birtürlü anlayamadığı ve neden olduğunu kestiremediği birac<strong>el</strong>ecilik içerisindedir. Hayatını her an bir şeyleri <strong>el</strong>denkaçırıyormuşçasına t<strong>el</strong>aşlı yaşamaktadır. Kader ile arasındaise eskilerden çok çok farklı, uzun ve uzak bir mesafevardır. Kaderle dost eski insanımızın yerini bugün kaderebir türlü teslim olamayan, mütereddid, aklın tedbirleri peşindekoşan ve onunla da tatmin olmayan yeni insanımızalmıştır. Bu yeni insan batılı insan tipi gibi kadere tümüylede karşı çıkamamakta ve kaderin hükmüne karşı isyanbayrağını açamamaktadır. Kısacası mütevekkil, huzurlu,sakin ve kazaya rıza gösteren eski insanımızın karşısındaşu anda onun devamı olduğunu iddia eden huzursuz, t<strong>el</strong>aşlı,tedirgin ve endiş<strong>el</strong>i yeni insanımız yer almaktadır.Bu yazı kapsamında sormak istediğimiz soru ve aradığımızşey bu yeni insanımızın sanatının nerede olduğu ve ne olmasıgerektiğidir. Burada bir kez daha tekrarlayalım, yeniinsanımız eski değerlerimizden tümüyle kopmamıştırve kopmak istememektedir. Geçen yıllar içindedaha kuvvetle hissetmektedir ki eskideğerlerimizden kopmak kendisi içinyok olmak demektir. Bu sebeple eskideğerler ile olan ilişkisi onun için birvaroluş problemidir. Diğer yandanadeta tümüyle değişen hayat biçimiyeni insanımızın zihin vegönül dünyasında batıya ait kavramve değerlerin hayat bulmasınayol açmıştır. Bize ait özgünmedeniyet tasavvuru ile batıyaait bu değerlerin birlikte yaşamasıise asla mümkün görülmemektedir.Yeni insanımız g<strong>el</strong>ecekte kendineait ve maziden beslenen özgün birmedeniyet tasavvuru ortaya koyabilecek36
midir? Düşüncemize göre mes<strong>el</strong>enin özü ve esası budur.İslam medeniyetinin 21. yüzyıldaki yorumu olacak olanböyle bir tasavvur ortaya konabilirse toplumumuz kendiolarak ve kendi kalarak zamana yeni ve özgün bir şeylersöyleyebilir, insanlığa çok önemli ve hayati katkılarda bulunabilir.Eğer böyle bir tasavvur ortaya konup toplum tarafındanbenimsenmezse biz sadece fizyolojik olarak varoluruz, medeniyet bakımından ise batı uygarlığının kötübir taklitçisi ve bunun sonucu kişilik ve kimlik bakımındanda batılıların basit ve sıradan bir kopyası haline g<strong>el</strong>iriz. Eskihayatımızda gerçekleştirilen medeniyet tasavvuru İslammedeniyetinin Osmanlı yorumudur. Bu büyük ve kudretlibir ses idi. Önümüzdeki yüzyılda bu sesin yeni ve umutverici yankılarını duymayı ve duyurmayı ümit ve niyazediyoruz.Önümüzdeki uzun yüzyılda yeni bir medeniyet yorumununortaya çıkabilmesi için bunun ön hazırlıklarının şimdidenyapılması gereklidir. Estetik alan da bu hazırlıklariçin çok önemli bir unsurdur. Toplumdayeni bir meydana g<strong>el</strong>işin ilk evr<strong>el</strong>eriniyaşadığımızı hissettiğimiz şu günlerdeestetik alanın hiç olmazsa bir bölVümündegünümüz insanının iç dünyasınıyansıtan ve aynı zamandag<strong>el</strong>eneğe edeb ve hürmetle yaklaşanbir sanat akımının ortayaçıkması icap eder diye düşünüyoruz.Maziden beslenen ve maziyegönderilen yeni yorumlarlarenklenen g<strong>el</strong>enekli <strong>sanatlar</strong>ımızasil ve v<strong>el</strong>ud bir nehir gibi ağır ağıryoluna devam ederken bir yandanda estetik hayatımıza yeni bir dinamizmgetirecek ve b<strong>el</strong>ki önümüzdekiyüzyılı yepyeni bir duygusallıkla renklendirecekgünümüzün sanatına da ihtiyacımız vardır. Bu sanateski medeniyet tasavvurumuzun değerleri ile aramızdakibulutlu, sisli ve gölg<strong>el</strong>i ilişkiyi ifade eden gerçekçi bir sanatolmalıdır. Bu sanatın özü olan ilişki bizim kopmadığımız,kopamadığımız ve kopmayı asla istemediğimiz fakat birtürlü de tam anlamıyla bağlanamadığımız eski değerlerimizleolan ilişkimizdir. Bu ilişki tereddüdün, kaygının, endişeninve savrulmanın hâkim olduğu bir ilişkidir. Tevekkülün,huzurun, sükûnun ve en önemlisi kazaya rızanınb<strong>el</strong>irleyici ana unsurlar olduğu eski ilişkimizden epeycefarklı, epeyce uzaktır. Lakin ondan ayrılığın hicranını çekmekteve ona özlem duymaktadır. Şu noktayı sarahatleb<strong>el</strong>irtmek icap eder ki medeniyet değerlerimizle bu yenihayat şartları altında her şeye rağmen saf ve berrak birilişki kuramadığımız sürece bu illetli ve savrulmuş ilişkimizve karamsar ve kararsız ruh halimiz sürüp gidecektir.Şu anda ve bu dönemde bu illetli ve savrulmuş ilişkininsanatını hiç olmazsa bir yan kol olarak beklemekteve ummaktayız. Takdir önümüzdeki yüzyılda özgünmedeniyet tasavvurumuzla yeniden saf veberrak bir ruhsal bütünlüğe kavuşmamızımukadder kılmışsa o zamanların sanatıda yine deng<strong>el</strong>i, huzurlu ve mütevekkilolacaktır. Biz bugün o evreye erişinceyekadar geçirdiğimiz tedirginve karamsar günlerin mütereddidsanatını beklemekteyiz. Bu sanateski medeniyet değerlerimizdencüda kalan bir ruhun ve o medeniyetdeğerlerinin dünyasında varolmak isteyen bir gönlün bunamuktedir olamayışının hasret,hicran, esef ve tereddüt dolu olansanatı olacaktır. Ve bu sebeplerle bugününyani toplumun halen yaşadığıhayatın sanatıdır.37
Yüzüklerin EfendisiHatice ÜRÜN - Harun YILMAZG<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> motifleri çağdaş çizgilerle yeniden yorumlayarak oluşturduğu özgün mücevher tasarımları sayesindeYüzüklerin Efendisi olarak nit<strong>el</strong>endirilen ve tasarımla ilgili uluslararası prestijli bir yarışmanın en iyirenkli taş bölümünde “en iyi tasarımcı” ödülünü üç sene üst üste alan Sevan Bıçakçı, adını tüm dünyayaduyurmayı hedefliyor.
Çemberlitaş’ta bir atölye...Öyle bir atölye ki daha içeriadımınızı atar atmaz buramburam sanat kokan havayı solumayabaşlıyorsunuz. Altı katlı atölyenin her katındaayrı bir tat, ayrı bir lezzet gizli. Kâh bir heyk<strong>el</strong>tıraşlık,kâh sadekarlık, kalıpçılık, kakma sanatı ve mücevherişlemeciliğiyle ilgili atöly<strong>el</strong>erden içeri başını uzatmadangeçebilene aşk olsun… Ve işte nihayet YüzüklerinEfendisi ile karşı karşıyayız.G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> motifleri çağdaş çizgilerle yeniden yorumlayarakoluşturduğu özgün mücevher tasarımlarısayesinde edindiği haklı başarılarıyla dış basının daövgüsüne mazhar olan Sevan Bıçakçı. Pırlanta, <strong>el</strong>mas,altın ve göz kamaştıran daha birçok değerli taş… Taşlar<strong>el</strong>bette değerli değerli olmasına ama onlara asıldeğer katan dökülen alın teri, göz nuru ve <strong>el</strong> emeği…Dilerseniz taşa can veren isime biz de bir kulak ver<strong>el</strong>im.Yüzüklerin Efendisi, sarraf vitrinlerinin önündengeçerken öz<strong>el</strong>likle kadınların gözlerini kamaştıranmücevherlerin hikâyesini sizler için anlattı.Bu İş Aşktır, Severek Yaparsan Başarı G<strong>el</strong>ir SeniBulurSanatını hâlâ ilk günkü heyecan ve aşkla yaptığını b<strong>el</strong>irten36 yaşındaki Sevan Bıçakçı, “Bu meslek benimdeğil, babamın seçimiydi aslında” diyerek başlıyorsözlerine. İlkokulu bitirdikten sonra biraz da öğretmenininyönlendirmesiyle nasıl bir sanatkâra dönüştüğünüşu sözlerle dile getiriyor Bıçakçı: “İlkokuluSamatya’da okudum. Okumaya pek hevesli olmayanbir çocuktum. Öğretmenim, sanata yatkınlığımın farkınavarmış olacak ki bu alanda başarılı olacağımısöylemişti aileme. O yüzden ilkokuldan sora okulubıraktım ve babam beni Kapalıçarşı’ya, rahmetli ustamHovsep Çatak’ın yanına çırak olarak verdi.Yıllarca Samatya’dan Kapalıçarşı’ya kadar kâh otobüslekâh parasızlıktan yürüyerek; Sultan Ahmed,Topkapı Sarayı, Ayasofya, Yedikule, Kumkapı gibitarihi mekanların havasını soluyarak gidip g<strong>el</strong>dim. Ozamanlar farkında olmasam da beynime kazımışımbu mekanlarda gizli tüm tarihi dokuyu ve kültürü.Kimi zaman evden işe, işten eve gidecek param dahiolmamasına rağmen mesleğe karşı büyük bir aşkımvardı. Şanslıydım, çünkü ustam çok doğru bir insandıancak ben de çok doğru bir adamdım. Ustamın banaöğrettiği ilk şey insan olabilme sanatıydı. Nasıl oturupkalkmam gerektiğini, insanlarla nasıl diyalog kuracağımı,müşteriyle nasıl konuşacağımı anlattı banayıllarca. Sanatkârlığı ondan sonra öğrendim.”Çıraklık, kalfalık, ustabaşılık derken nihayet kendisinemütevazı bir dükkan açmayı başaran Sevan Bıçakçı,bu sanatın hakkını verebilmek için işe erkenyaşta başlamak gerektiğinin öz<strong>el</strong>likle altını çiziyor. “Bu39
işte çıraklık evresi çokönemli. Çünkü işin inc<strong>el</strong>iklerini,okumakla kolaykolay öğrenemezsiniz. İşe18 yaşında girdiğiniz zamanmaça 5–0 mağlup başlamışsınızdemektir. Başarının anahtarıbu sanata çocuk yaşlarda girebilmekve tabii ki doğuştan g<strong>el</strong>enyetenek… ‘Mücevher işi yapacağım,sonunda zengin olacağım’ da çok yanlış biryaklaşımdır. Bu iş aşktır. Seversen yaparsan zatenbaşarı seni g<strong>el</strong>ir bulur. Öyle sabit durman yeter, aramayagerek yok o seni buluyor; böyle mıknatıs haline g<strong>el</strong>iyorsuno sana g<strong>el</strong>iyor, başarı sana yapışıyor…”El İşçiliğinin de Ötesinde Bir İşçilik GerekiyorKendi işini kurduktan sonra piyasaya yön<strong>el</strong>ik işler yaptığınısöyleyen Bıçakçı, bir mod<strong>el</strong>i ortaya koymak için önceonun kalıbını çıkartmak gerektiğini ve kendisinin de işeöyle koyulduğunu anlatıyor. “Bu işte kalıp çok önemlidirve mükemm<strong>el</strong> olması gerekir. El işçiliği evet tamam ama<strong>el</strong> işçiliğinin de ötesinde bir işçilik olması gerekiyor. Yapılacakher şey önce kâğıda dökülür. Kâğıttaki perspektifolsun, anlatım olsun aklınızdakini oraya yansıtmanız gerekir.Daha önc<strong>el</strong>eri sadekarlıkla da uğraştığım için resmikafamda bitiriyordum. Projeyi zihninde oluşturup kâğıdadökebilen insanlar tam üretemedikleri zaman karşıtaraf tam anlayamayabilir. Bunun ilacı da nedir?Tabii ki eğitim. Benim yanımda çalışan çocuklarher noktada eğitim alırlar. Sadekarlık, mıhlamacılık,heyk<strong>el</strong>tıraşlık öbür türlü yaptığıher şey havada kalır. Şimdi sen bir arabaresmi çiziyorsun. Diyorsun ki; ‘Benim arabamdeğişik olsun, altı tekerlekli olsun.’Tamam olmaz diye bir şey yok, ama o işiniçinde yıllarını geçirmiş ustalar var. Altı tekerlekliolursa ne olurunu daha iyi bilirler. Hayal kurmakkolaydır. Hayali kurarsın, kâğıda dökersin. İşbununla bitmiyor ki. Bir de bunun uygulaması var.Altı tekerlekli araba olurmu? Evet olur. Tasarımcıyahak veriyorum, ama buarabayla çukura girersenarabanın arka koltuğundaoturan zıplar, hatta devrilebilir.İşte tasarımcı ‘devrilmesin,zıplamasın’ı düşünür. İkisinin netbağlantısı ile ortaya tasarım çıkar.İlla kâğıda dökülen her şey olacak diyebir kavram yoktur dünyada. Ama işlevs<strong>el</strong>liğiönemlidir. Bunu en çok düşünen firmalardanbiriyiz. Bizim için tamamen estetik ve vermiş olduğu resimönemlidir. Çünkü dünyada olmayan bir karakterde ürünçıkartıyoruz.”Yapmış Olmak Satabilmekten Daha Önemli“Bana keyif veren, ortaya bir şeyler çıkarabilmek, onu satabilmekdeğil” diyen Bıçakçı, sırası g<strong>el</strong>mişken ekip arkadaşlarınıda anmadan geçmiyor. “Benim için bu işin en güz<strong>el</strong>tarafı, bir yüzüğü ortaya çıkarabilmek. Bunun egosunutadabilmek; bakmak, görmek, takmak, hayal edebilmekve parmağında yaşatacak olan insana verebilmek. Bunuda benim ekip arkadaşlarım yapıyor. Onlar, benim yanımdatasarım konusundaki yeteneklerini nasıl birer SevanBıçakçı mücevherlerine dönüştürebileceklerinin eğitiminialıyorlar. Daha sonra kendi yorumlarını da işin içine katıyorlar.Şu an öğrenme aşamasındalar. Hızlı öğrenipbirşeyler çıkartıyorlar. Tabii her çıkan mod<strong>el</strong>inyapılması büyük bir finans gerektiriyor. Bu işucuz bir iş değil. Neticede mücevher işindenbahsediyoruz. O yüzden yetenekliarkadaşlarımıza burada hayallerini gerçekleştirmeimkanı tanıyarak, onları kazanmayaçalışıyoruz..”Hedefim Bu İşte Türkler de Varmış DedirtebilmekBu işi zengin ya da başarılı olmak için yapma-40
dığının altını çizenSevan Bıçakçı, işinözünü tek k<strong>el</strong>imeyleözetliyor aslında;“Aşk”. “Bu işi yapmamdakiasıl sebep, en geniştaban aşk. Çok sevdiğimiçin bu işi yaptım. Ticariolarak yapılacak bir şey değil.Çünkü bir yüzüğe aylarca uğraşıyorsunuz.Ticari mantık bunu kaldırmaz. Hem bu kadarinsan çalıştıracaksınız, hem de zor alıcı bulan yüzüğünticaretini yapacaksınız. Parmaklar muht<strong>el</strong>iftir. Küpeyi alır,parasını öder gidersiniz. Kolyeyi alır, parasını öder gidersiniz.Bilezik keza aynı şekilde. Ama sıra yüzüğe g<strong>el</strong>di miotuz ayrı parmak ölçüsü gerektirir. Gidilecek en zor yol vedüşünün ki yapmış olduğunuz ürün birçok kişinin parmağınaolmuyor. Birinin bu işi yapması gerekiyordu ve işimiçok sevdiğim için bunu yapan ben oldum. O yüzden bu işhala aşkla devam edip yüks<strong>el</strong>iyor.Dediğim gibi başarı g<strong>el</strong>ip sizi buluyor. Başarılıyım şükürAllah’a. En azından ilk başladığım konumdan çok dahaiyi bir yerdeyim. Hedefime ulaştım mı? Hayır, benim enbüyük hayalim Osmanlı ve Bizans kaynaklı eserlerimizidünyanın her yerinde Sevan Bıçakçı markasıyla tanıtmakve göstermek. ‘Türkiye’den de böyle ustalar çıkıyormuş,böyle <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı çıkıyormuş. Böyle işler de yapılıyormuş’dedirtebilmek. Adımız mızrak kıvamındaykentabanca kıvamına, tüfek kıvamına g<strong>el</strong>se. ‘Bu işisadece İtalyanlar, İspanyollar, Amerikalılaryapmıyormuş Türkler de varmış’ dedirtebilsek. Hindistan’ın kendine özgü öz<strong>el</strong>bir Hint takısı var. En azından Trabzonbileziğini, Adana burmasını da yurt dışınayayabilsek. Buna yorum katabilsek.Günümüzün çağdaş tasarımcılarıyla g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong>leribirleştirebilsek.Siz benden daha iyi biliyorsunuz kiİSMEK’in 218 kurs merkezinde, 123 daldaçok güz<strong>el</strong> öğrenciler yetişiyor.Çok doğru eğitimlerveriliyor. Bu öğrencilergece yatarken ve gündüzkalktıklarında bir eser oluşturuponun karşısına geçip gurur duymayıve onu bir duvarda, bir rafta ya dabir parmakta yaşatabilmeyi hayal ediyorlar.Türkiye’de çok iyi ustalar var ve çok güz<strong>el</strong>çıraklar yetişiyor.”Malzeme Önemli Ama Maharet YorumlamadaBu işe gönül verenlere küçük bir tavsiyesi var Bıçakçı’nın,“Kendinize sınır koymayın”. Malzeme ne olursa olsun iyikullanıldığında mutlaka bir değer kazanacağını kaydedenBıçakçı’ya göre hayal gücü ve yorumlama becerisi değeredeğer katan yegane unsurlar.“F<strong>el</strong>sefeme göre neyi alırsanız alın buna alçıpen da dâhilsınır koymayın. İyi yorumlandığı sürece katma değerli vekıymetlidir. Bizim kurumsalımızda sonunda sanat kazanır.Bizim için taşlar değerlidir; pırlantalar, <strong>el</strong>maslar… Elbettekullanırım ama bunu insanların gözüne gözüne sokarakyapmam. Mes<strong>el</strong>a ‘Büyülü Taşlar’ koleksiyonunu <strong>el</strong>inize aldığınızdakenarındaki mavi <strong>el</strong>masların çok değerli olduğunugörürsünüz. Ama parmağa taktığınızda taşlar kenardakalıyor. Ortaya çıkan büyük topazın içinde birbirini seveniki kuş ve üzerinde bir dua vardır. Bu teknik dünyadabenim tekniğimdir. Bu yüzük için topaz kullandık amahiç fark etmez. Her türlü taşı düşünün; topaz, kuarts,tuz grubu zümrüt, safir, yakut hiç fark etmez. Çünkübiz onu pırlantayla oyup heyk<strong>el</strong>ini kazıyoruz.İçine heyk<strong>el</strong>ini koyuyoruz ve bu heyk<strong>el</strong> yapmanınen zor yoludur. Çok zor bir tekniktir vekendi içinde buluşlarımız vardır. Sevan Bıçakçıkarakterine baktığınız zaman 24 ayar altın vegümüşe çok başvurulur. İkisi de arı madenlerdir,saf ve katkısızdır. 24 ayar altın ulaşılabileceken saf altındır. Katkı maddesi yoktur. Gümüş dekeza öyledir. Bizim eserlerimizde bu iki arı maden41
iraz eskiye yükümlenerek yapılır. Sanki tatlı otantik havasınınyanı sıra toprak altında bulunmuş gibidir.Benim yüzüklerimden takıp başka memleketlerde yürüdüğünzaman ‘Bu Sevan karakteri’ dedirttirebilecek karakterdedir.Bunu neden söylüyorum, çünkü başıma çokg<strong>el</strong>miştir. Müşterilerim yolda yürürken, ‘Bu yüzük SevanBıçakçı mı’ diye sordukları için söylüyorum. Bunun içinşöyle bir örnek vereyim; arabaları düşünün. Piyasadakilerinhepsinde bir karakter var. Sanki hepsi ona benziyor.Ama arada 67 mod<strong>el</strong> başka bir araba geçiyor. Kendinehas, şahsına münhasır bir araba. İşte benim işim de böyle.Basitçe algılanabilecek kadar farklı bir stil. Bütün dünyadamücevher firmaları da böyledir. Kuyumcuları gezin bakın;beyaz altın ortaya bir taş, beyaz altın ortaya üç beş taş,sarı altın kenarlarında taş. Gözlerinizi kısın, hepsi bir ustanın<strong>el</strong>inden çıkmış gibi. Sanki çarşıda sekiz tane ustavarmış da tonlarca bu işlerden yapıp vitrine koymuş gibi.Her şey çok birbirine benziyor.”Çalışırken Kör, Sağır, Dilsiz Olmak…“Gerçek bir tasarım mı, yoksa tasarım adıaltında sağı solu taklit mi? İş gerçek tasarımsamücevher yaparken hiçbir mücevherkatalogunu karıştırmayız ki aklımızhiçbir şekilde başka markalarınkinekaymasın. Eğer Topkapı Sarayı ile ilgili biryüzük yapacaksam, daha evv<strong>el</strong> TopkapıSarayı ile ilgili yüzük yapmış bir tasarımcınınişine bakmam. Hatta gösters<strong>el</strong>er bile gözlerimi kapatırım.O yüzük hariç her şeyine; musluğuna, mermerine,kapısına, camına, vitrayına her şeyine bakar inc<strong>el</strong>erim. Ozaman <strong>el</strong>ime değişik bir silah geçmiş olur, o zaman yapacağımiş gerçek bir tasarım olur.Bu iş hakikaten sadece kalem ve kâğıttan oluşan bir işdeğildir. Kalem, kâğıt ve bir de yürek vardır. Eğer siz baktığınızda‘Evet çok güz<strong>el</strong> olmuş. Kimseye benzemiyor, çokderin bir parça diyorsanız’ işte o zaman adı tasarımdır.Öbürü kopyadır.Şöyle düşünün; birimiz ressam, birimiz heyk<strong>el</strong>tıraş, bende kuyumcuyum. Üçümüz bir yerde durup aynı noktayabaksak. Birimiz onu resimleştirir, birimiz heyk<strong>el</strong>ini çıkartır,ben de yüzükleştiririm. Senin aklına b<strong>el</strong>ki 50 tane eserdensonra bir yüzük g<strong>el</strong>ir, benim aklıma 50 yüzükten sonra birresim g<strong>el</strong>ir. Aklım hep kendi işime çalışır. Kuyumcuyumama kendimi en iyi yüzükte ifade ederim. Benim başkaişlerim de vardır ama aklıma fikir ilk yüzük olarak düşer.Sonra süzülür bilezik olarak düşer. Sonra süzülürküpe olarak düşer. Ama ilk yüzük düşer. Yoldayürüdüğüm zaman, sohbet ettiğim zaman aklımınbir tarafında istemesem de o akıyor.”Kişiye Öz<strong>el</strong> Yapacağım Tek Şey Parmak Ölçüsüdür“Büyülü Taşlar” adlı koleksiyon haricinde kişiyeöz<strong>el</strong> bir çalışması olmadığını anlatan Bıçakçı’nın bu42
konudaki çizgileri çok keskin. Öyle ki bırakın eşinin tektaşını, nişan yüzüklerini dahi satın almış. “Bizde kesinlikleher şeyi yüzde yüz müşteriye ait hiçbir şey yoktur. Hiç birmüşterim para verip de ‘Bana şöyle bir şey yap’ dememiştir.Seninle sohbet ederim ama senin hiçbir öz<strong>el</strong>liğinidüşünmem. Sana öz<strong>el</strong> yapacağım tek şey parmak ölçündür.Aksi halde hayallerimden ve karakterimden ödün veririm.Yapanlara,başarabilenlere büyük saygım var. Amabenim yaptığım iş hayallerim. Ayrıca ‘Benim yaptığım işçok güz<strong>el</strong>dir, herkes beğenir’ diye birşey de yok. Dünyadada böyle bir şey yok. Düşünebiliyor musunuz; çikolatayıbile sevmeyenler çıkıyor, kaldı ki ben çikolata değilim.Şu enteresan örneği vereyim; bir kesim insan bir solist içinkendini keserken, kimileri ise kasetini bile almaz. Uçta biriş yapıyorsanız seveniniz de çıkacaktır sevmeyeniniz de.Allah’a şükür bana g<strong>el</strong>en çoğu insan mücevherlerime sahipolmuştur. Sahip olamayanlarsa beni tebrik etmiştir.Alamamıştır evet ama aklı kalmıştır. Tabii içlerinde ‘tarzımdeğil’ deyip gidenler de olmuştur. Çünkü kuyumculuğunsonu yoktur, sonu olmayan bir iştir eğer ki bunun sonuolduğunu düşünseydik benim gibi bir adam çıkmazdı ortaya.Çırak kalabilmek ise büyük bir meşakkattir. Her şeyyapıldı edildi, bir Sevan çıktı ortaya, ileride başka Sevanlarda çıkar; kuyumculuğu kendi içinde çok parçalara bölebilirsiniz.Bir gün bir yüzük yaptıysanız bu da mücevherdir.İlla altından, gümüşten, pırlantadan olması gerekmiyor.Bana göre gerekmiyor.”Dünya Onu “Yüzüklerin Efendisi” Olarak TanıdıTown&Country Couture Design adlıdergi tarafından tasarımla ilgili düzenlenenyarışmanın en iyi renklitaş bölümünde ‘en iyi tasarımcı’ödülünü üç sene üst üste alan Sevan Bıçakçı, bu başarısıyla‘Yüzüklerin Efendisi’ olarak adını dünya gen<strong>el</strong>indeduyurdu. Söz başarılarına g<strong>el</strong>diğinde mütevazılığıyla dikkatçeken Bıçakçı ile biraz da bunlardan bahsettik. “Buradabir sürü dergiler var. Bunların içine girmek parayladahi olmuyor. Editöre, seni ne etkiledi diye sorduğunuzda5 tane şey sayıyor. Ama 500 kişinin işi var ortada. Demekki editör şöyle diyor, “Hepsi var ama Sevan bir başka” ve‘Yüzüklerin Efendisi’ olarak başlık atıyor. Seni dünyanın eniyi isimleri ile yan yana koyuyor. Tabii ki ödüller çok güz<strong>el</strong>şeyler. İnsanların yaptıkları işe daha iyi kanalize olmalarınısağlıyor. Biz bu ödülü yani Town&Country Couture Designen iyi renkli taş bölümünde en iyi tasarımcı ödülünü üçsenedir arka arkaya alıyoruz. İlk ödül parçamız ‘SultanAhmed’te yağmur’. Geçen seneki ödül parçamız ‘SamatyaBalıkçısı’. Bu seneki ise ‘Umut Dergâhı’.Sanatçının bir de g<strong>el</strong>irini Topkapı Sarayı’na bağışladığı eseribulunuyor. Bıçakçı, çıkartıldığı müzayede açık artırmaylaGüler Sabancı tarafından satın alınan bu parçanın tümg<strong>el</strong>irini bir minnet borcu olarak Topkapı Sarayı’na bağışlamış.Bıçakçı’nın <strong>el</strong> yapımı ahşap okuma gözlüklerinden de bahsetmedenolmaz. “Bu gözlüklerimiz, üç sene evv<strong>el</strong> yapmışolduğumuz bir koleksiyona ait. Gözlükleri yapıp vitrinekoyduk ama gözlük gözlükten ziyade yüzü tamamlayanbir aksesuardı. Diyeceksiniz ki işlevs<strong>el</strong>liği var mı? Evet,sonuna kadar var. Ama ahşap, <strong>el</strong>mas, altın vegümüşten hazırladığımız gözlükler çok rahattakılıp çıkartılacak gözlükler değil.O yüzden satışını yapmıyoruz. Çokmerak eden olursa göstermekleyetiniyoruz.”43
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver(1898-1986)İlim, Kültür ve İrfan EriOrd. Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER’in"Sünbül Efendimnâme"siGülgûn UYAR *Süheyl Ünver, ömrü boyunca gezdiği, gördüğü her mekânı bir şekilde resmetmiş, fotoğrafını çekmiş ve tesadüfettiği her bilgiyi ve ayrıntıyı notlar hâlinde kaydetmiştir. Bu şekilde meydana getirdiği defterlerinden birisi de“Sünbül Efendimnâme” adını verdiği defterdir. Bu defterde Süheyl Ünver, 1963-1968 sen<strong>el</strong>eri arasında KocaMustafa Paşa Câmii’ne ve Sünbül Efendi Türbesi’ne yaptığı ziyâretleri hâtıra üslûbuyla anlatmaktadır.44
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Türk ilim, sanat ve kültürtarihimizin son yüzyılında iz bırakmış müstesna bir âlimve san’atkârımızdır. Ülkemizde Tıp Tarihi araştırmalarınıntem<strong>el</strong>ini attığı ve g<strong>el</strong>iştirdiği gibi, hat, tezhip, minyatür vemimarî eserlerimizin tesbitinde ve tanıtılmasında da olağanüstügayret ve hizmetleri olmuş nâdide bir şahsiyettir.Arkasında bir insanın tek başına gerçekleştirmesi mucizesayılabilecek vüs’atte zengin bir miras bırakmıştır. Herşeyden önemlisi ise Süheyl Ünver bilgiyle hikmeti, ilimleam<strong>el</strong>i kimliğinde mezcetmiş örnek bir ilim adamı ve rehberbir hoca olarak tanınmıştır. (1)Süheyl Ünver 17 Şubat 1898’de İstanbul-Haseki’de dünyayag<strong>el</strong>miştir. San’atkâr bir aileye mensup olan SüheylÜnver’in annesinin babası Hattat Şevki Efendi’dir (v.1887).1915 yılında Mercan İdâdîsi’ni ve 1920 yılında DârülfünûnTıp Fakültesi’ni bitirmiştir. Lağvedilinceye kadar Dârü’l-Hılâfeti’l-Aliyye medres<strong>el</strong>erinde 1923 senesinde on aytabiblik yapmıştır. 1927’de Haseki Hastanesi’nde dâhiliyeihtisasını tamamlayarak, aynı yıl Paris’e gitmiş ve iki yılsüreyle burada alanıyla ilgili çalışmalarda bulunmuştur.1929 senesinde üç ay araştırma amacıyla Viyana’da kalmış,1930’dan itibaren üniversitede göreve başlamıştır.Öğrenciliğinden itibaren bu tarihe kadar tıp alanında çeşitlimüesses<strong>el</strong>erde görevleri olmuştur. (2)Çalışmalarını Türk tıp ve ilimler tarihi merkezli yürütenSüheyl Ünver, 1939 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’ndeTürkiye’deki ilk Tıp Tarihi Enstitüsü ve Müzesi’ni kurmuştur.1939’da profesör, 1954’te ordinaryüs profesör olan Hoca,1951 yılında da Dr. Süheyl Ünver Arşiv ve Kütüphanesi’nikurmuştur. Bu arşive 3000 civarında yazma ve matbûeserle, 5000 kadar sanat eseri örnekleri ve binlerce notbırakmıştır. Bu çalışmalarını yurt dışında da sürdürmüşve çok sayıda ülkede toplantılara katılarak sergiler düzenlemiştir.(3) Süheyl Ünver sanata olan istidâdı ve merakısebebiyle 1916 yılında Medresetü’l-Hattâtîn’e girmiş, buradaYeniköylü Nuri Bey’den tezhib, Hattat NecmeddinSünbül Efendi CamiiOkyay’dan ebrû, eniştesi Hattat Hacı Hasan Rıza’dan isesülüs ve nesih yazıyı öğrenerek, 1923’te birincilikle mezunolmuştur. Süheyl Hoca 1919-1920 yıllarında iki öz<strong>el</strong> okuldahüsn-i hat ve resim dersleri vermiş, 1936-1956 yıllarıarasında da Güz<strong>el</strong> Sanatlar Akademisi’nde Türk Minyatürühocalığı yapmıştır. (4)Süheyl Ünver İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ikiye bölündüğüzaman Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geçmiş, TıpTarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nü yeniden kurarak çalışmalarınaburada devam etmiştir. 1973 yılında emekliyeayrılan Hoca, yine kürsüye devam ederek öğrenciler yetiştirmiştir.14 Şubat 1986 tarihinde vefat eden Süheyl Ünver,Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde medfundur. SüheylÜnver’in iki bin civarındaki yayını dört cild hâlinde, SüheylÜnver Bibliyografyası’nda biraraya getirilmiştir. Yabancıdildeki yayınları ise ayrı bir eserde toplanmıştır. (5)Mevcut eserleri Süheyl Ünver’in özverili ve titiz çalışmadisiplininin bir göstergesidir. Bizzat kendi tecrübe ve seyahatlerinedayanarak teşkil ettiği eşsiz arşivi ise, tamamenkendi suluboya resimleri, çizimleri ve <strong>el</strong> yazısı notlarındanoluşur. Bu sayısız çizim ve notlar b<strong>el</strong>li başlıklar altındaderlenerek defter ve dosya şeklinde tasnif edilmişlerdir.Hoca, eserlerinden oluşan külliyâtı İ.Ü. Tıp Tarihi Enstitüsü,Cerrahpaşa Tıp Tarihi Entitüsü, Türk Tarih Kurumu, BayezidKütüphanesi ve Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlamıştır.Sadece Süleymaniye Kütüphanesi’nde birbirinden çokfarklı mevzûlarda 1116 adet defteri ve 453 adet dosyasıbulunmaktadır. (6)Süheyl Ünver ömrü boyunca gezdiği, gördüğü her mekânıbir şekilde resmetmiş, fotoğrafını çekmiş ve tesadüf ettiğiher bilgiyi ve ayrıntıyı notlar hâlinde kaydetmiştir. (7) Buşekilde meydana getirdiği defterlerinden birisi de “SünbülEfendimnâme” adını verdiği defterdir. Bu defter SüleymaniyeKütüphanesi’ndeki Dr. A. Süheyl Ünver Bağışları arasında630 numarada kayıtlıdır. Süheyl Ünver’in <strong>el</strong> yazısıyla45
Sünbül Efendi Türbesikaleme aldığı bu defter 13 varaktır. Bu defterde SüheylÜnver, 1963-1968 sen<strong>el</strong>eri arasında Koca Mustafa PaşaCâmii’ne ve Sünbül Efendi Türbesi’ne yaptığı ziyâretlerihâtıra üslûbuyla anlatmaktadır.Sünbül Efendimnâme hem Süheyl Ünver’in anlatımıyla buyıllarda Koca Mustafa Paşa Külliyesi ve çevresinin durumuhakkında bilgi vermesi, hem de Süheyl Bey’in zihinve gönül dünyasına açılan bir pencere olması bakımındanönemlidir. Öyle anlaşılıyor ki Haseki’de doğup büyüyenSüheyl Ünver ve ailesi için Koca Mustafa Paşa semti veSünbül Sinan Hazretleri’nin ayrı bir yeri vardı. Süheyl Bey,Sünbül Efendim veya Sünbülüm diye hitâp ettiği hazretiziyâret ederken aynı zamanda geçmişini de tahassürleyâd etmektedir. (8)Süheyl Ünver bu seyahatleri esnasında Koca Mustafa PaşaSemti’ni sadece mimarîsi, mezar taşları gibi dış görünüşüitibariyle değil, berberiyle, kahvesiyle, semt sâkinleriyle,ziyâretçileriyle, kısacası rûhuyla birlikte aksettirmiştir. AyrıcaSüheyl Bey, Bir Rum<strong>el</strong>i evlâdı olması hasebiyle kendisiyleYahyâ Kemal arasında bu semt üzerinden bir yakınlıkkurmaktadır. Bu semt Yahyâ Kemal için Üsküb, kendisiiçin ise babasının doğduğu Tırnova’dır. Aynı zamanda busemt ve mahalle İstanbul’un fethinin nişân<strong>el</strong>eri arasındayer alır. Süheyl Ünver ile Yahyâ Kemal arasındaki yakınlıkve birbirlerine duydukları sevgi ve saygı bilinen bir husustur. (9)Bu 13 varaklık defter gözden geçirildiğinde Süheyl Bey’inçalışma metodu, araştırma tekniği hakkında da bilgi edinmekmümkün olmaktadır. Kendisinin son derece titiz,müdakkik, yerinde inc<strong>el</strong>eme yapan, disiplinli bir mütehassısolduğu âşikârdır. Aynı zamanda sosyal çevreyi dearaştırmasına dâhil eden iyi bir gözlemcidir.Bu gezilerinden bazılarını öğrencileriyle birlikte gerçekleştirmesiise onun sadece tahta başında değil, bizzat eserlerinyanı başında ders veren ve sadece okuyarak değil,görerek edinilen bilgiye kıymet atfeden bir hoca olduğununisbâtıdır. Bu derslerin çay molalarıyla da keyifli birersohbete dönüştüğü anlaşılmaktadır. Öyle görülüyor ki SüheylBey’in hocalıktan ayrı bir hayatı olmamış; yaşayaraköğrenmiş ve öğreterek yaşamıştır. Yine bu defterden yolaçıkarak Süheyl Ünver’in, feyz aldığı büyüklerine, aile dostlarınave âşinâ olduğu kişilere gösterdiği sadâkati de onunerdemlerinden biri olarak kaydetmek yerinde olacaktır.Sünbül Efendimnâme hakîkî bir vatanperver, vefâlı bir İstanbulâşığı ve yılmaz bir kültür hizmetlisi olan Süheyl ÜnverHoca’yı tanımaya vesile olacak örneklerden sadece birtanesidir. Süheyl Ünver Bey’in raflarda günyüzüne çıkmayıbekleyen sayısız eserleri yayınlandığında, İstanbul’un geçmişide önemli ölçüde aydınlığa kavuşacaktır.Kaynaklar:1-Prof. h.c. M. Uğur Derman Bey’in bu hususları açıklayıcıhâtıratı için bkz. M. Uğur Derman, “Hâtıralardaki SüheylÜnver (1898-1986)”, Lâle, 6 (Aralık 1988), ss. 31-39.2-Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ekrem Kadri Unat, “Ord.Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver’in Hayatı ve Türk Tıp TarihiKurumuna Hizmetleri”, Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver(1898-1986), Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1986, s. 9-14.3-Unat, s. 14-15.4-Unat, s. 11, 14.5-Unat, s. 16, 17. Süheyl Ünver’in hayatı ve şahsiyeti hakkındadaha geniş bilgi için bkz. Ahmed Güner Sayar, A. Süheyl ÜnverHayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986, Eren, İstanbul 1994.6-Mine Esiner Özen, “Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver’inSüleymaniye Kütüphanesi’ndeki Defter ve Dosyaları”, Ord.Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver (1898-1986), Edebiyat Fakültesi,İstanbul 1986, s. 43-46; Zuhal Özaydın, Süheyl ÜnverHoca’dan Notlar (Menâkıb-ı Süheyl Bey), Türk Tıp Tarihi Kurumu,İstanbul 1997, s. 36.7-Derman, s. 35.8-Sünbül Efendimnâme, vr. 2a, 16a, 19a.9-Sayar, s. 365-370; Özaydın, s. 10.*Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi.46
*** SÜNBÜL EFENDİMNÂME ***[1] Sünbül Efendimnâme (1)1963, 1964, 1965, 1966, 1967, 1968-----≈-----[1a] Koca Mustafa Paşa’daSünbül Efendi’deSaatler27.VIII.1963Bism.1931’de fotoğrafımla kıble tarafındaki bostandan SünbülEfendi Camii1967’de 3-4 defa1968’de Avrupa’da olduğum cihetle az gittim.-----≈-----[1b] Rahmetli büyük kayınvâlidemiz Fahriye Hanım EyübSultan’da otururdu. Birgün Eyüb Sultan semtinin fakirlerledolu olduğu söylendi. “Ne bileyim devletlû [Eyüb Sultan]fakirlerden hoşlanırmış demek” dedi. Koca Mustafa Paşasemti bildim bil<strong>el</strong>i fakir. Biz de böyle mi diyeceğiz SünbülEfendi Hazretleri için.-----≈-----[2a] 27 Ağustos 1963 SalıBir saat. 4.50-5.50.Varak [1]Hazret-i Sünbülümü ve mukarreblerini ziyâret. Fâtihalarithâfı. Teveccüh-i derûnî bir inşirâh-ı kalbî doğurdu. Ne güz<strong>el</strong>bir haremgâh-ı visâlde idim. Ne hoş bir tavâf oldu. Birdefa. Ben onu sardım. Artık o benim içimde. Dile kolay <strong>el</strong>liVarak [1a]yaşına bastı. Ben orada n<strong>el</strong>er gördüm. Pek yaşlı bir hekimİbrahim Bey’in odası yok. Yerini bulamadım. Kendisiâlem-i ılliyyîne uçmuş. Saydığınız hastalık a’râzına göreİskenderiye’de, Prizren’de asrî bir reçetesini verirdi. Tam birpolifarmasi idi.Birbirini ta’kîben ve birbirinden muhteşem şeyhlerin vebilhassa Şeyh Rızâ Efendi’nin önlerinden ta‘zîm ile geçtimveyahud kalbimin içindeki panteonu ziyâret ettim. Bugünavluyu bakımlı gördüm. Mukaddes servi kurusunun mahfazasınıyeşile boyamalarına üzüldüm ve cehâletlerindenkendileri gibi çiğ yeşil budalası yobaz ruhlulara kırıldım.Güz<strong>el</strong> bir anatomi kitabı yazan Hâfız Mehmed tabîbimizinkabir taşını ön ve arka sıralarında bugün bulamadım vediğer tarafları arayamadım.Büyük babam Hattat Mehmed Şevki Efendi [1829-1887],dayısı Hattat Hulûsî Efendi [ö. 1874] ve Hattat Sâmi Efendi[1838-1912] yazısıyla iki [? üç] mezar taşının önlerindeyazıcılarını tekrîmle andım. İyi de oyulmuş. Geçmişgünler dedim. Bu günkü gibi ama, tıpkı değil. Meğerse bumisafirhâneden kimler geçmiş ve geçirilmiş.Âh eski büyüklerin panteonu bana ne ilhamlar verdi. Onlarınmenkıb<strong>el</strong>erini toplama kolaylığını da duâlarım arasınasıkıştırdım.Elli sene önceki Nakşî dostların Küçük Hüseyin Efendisi[’nin][1828-1930] Mektebi önünde kemâl-i edeble oturarak birçay içtim. Üç yudumluk. 25 kuruş. Temiz bir yer. Yerler sulanmış,süpürülmüş. Hava da bugün bu serinlikle uymuş.Kalabalık ama o kalblerin dışında, içimde bir tenhalık. Meğerseiç boşalınca ilham kaynağı bir yer hâlinde. Cenâb-ı47
Hakk’ın bu ilham merkezinde bu geçmiş büyüklerinyâdıyla şâdân olmamı dilerdim ve bunu kaleme almaklaSünbül Efendi tec<strong>el</strong>lîgâhlarına hizmet edeyim dedim. H<strong>el</strong>eo mubârek oğlu efsanesi, zamanı g<strong>el</strong>ecek bu defterde çıkacak.Bu arada seferber olan ve iyi görmeğe alışan gözlerim,sünnet olacak çocukların ziyâretlerden avdetlerini gördü.Ann<strong>el</strong>eri ve büyük ann<strong>el</strong>eri refakatinde, babaları yok. Neyapsın bîçâr<strong>el</strong>er ekmek parası peşinde.Yâ Hazret-i Sünbül sen makamında dirisin, sen hâlâ açıkbir psikoterapi muâyenehânende sana koşan mahzunlarıtedavi ediyorsun. Sanki ruh sağlığı-----≈-----Varak [1b][3a] dispanserlerine örnek olmuşsun. Bir farkla. Sana teveccühedenlerin içine girip oturuyor ve onları inşirah denizindeyıkıyorsun. Ferahlayıp derin bir iman hediyeni alarakdönüyorlar. Sana ilticâ edenler ne kadar bahtiyâr.Hâlâ başı sıkılanların m<strong>el</strong>cei Koca Mustafa Paşa SünbülEfendi Hânkahı; vaktiyle bir Bizans manastırı. O zamanınehl-i kitâb olan Hıristiyan Rumlarının da m<strong>el</strong>cei. Hem debu semtteki köyün fukarâ m<strong>el</strong>cei. O zamanın Hıristiyanruhâniyeti burada nasıl Müslüman olmuş görülüyor. Demekki buranın ruhâniyeti 15 asırlık. Son beş asrı Ayasofyagibi Müslüman. Ama an’an<strong>el</strong>erinden bize geçenler azdeğil.Ben bu havâ-yı ruhânî içinde iken tefli bir çingene, burnundançeng<strong>el</strong>lediği ayısıyla geçti. Birisi, yanımdaki sandalyedearkadaşına: “Nedir bu ayının çektiği?” dedi. Ben departilere girenleri düşündüm.Derken muazzam bir g<strong>el</strong>in alayı geçti. Yeni taksilere binmişler.Sayısını kaçırdım. En önde bahtiyarlık içinde birg<strong>el</strong>in. Canım pek debdeb<strong>el</strong>i bir geçiş. Kızcağızın her haldegönlüne göre. Öyle korna çaldılar ki Koca Mustafa havasıkarmakarışık oldu. “G<strong>el</strong>inin âilesi veyâhud damad tarafıher halde ya bir c<strong>el</strong>eb veya bir gecekonducu veya havadankazananın biri olmalı” dedim. Zira başka türlü böylebir halt edilemezdi. Kibar ve İstanbul’a yakışır vakarlı birgeçit olmadı.Kahvede boşuna kâğıt oynayanlar gurup gurup. Bakmayameraklılar da etrafını almış. Yanıma da namazdan çıktıktansonra Arnavudmuş, bir yaşlı oturdu. Serâpâ ibadetkesilmiş. Dili de her nefes alıp verdikçe dışarı ve içeriye“Allah, Allah” der gibi. Dilinin harekâtı bu sezişe müsâitti.Mubârekleşmiş. Fakirce biri. Her halde hararetten yanmışki 25 kuruşa bir ufak bardak soğuk limonata getirtti.Derken beni tanıyan karşıki dükkanın berberi ve bir yüzbaşıbabası Mehmed Başargil yanıma g<strong>el</strong>di. Osmanlılıkicabı ona da bir çay getirttim. N<strong>el</strong>er n<strong>el</strong>er anlattı.Ali Haydar Mithat Fazlı. Bu zât-ı muhterem Mithat Paşa[’nın]oğlu. 25 senedir bu berberin müdâvimi. Haftada iki gün g<strong>el</strong>ir,tıraş olur. Sabahları kahvaltıyı bisküvi, bir paket çukulatave bir kahve ile yapar. Hayatında asla soğanlı yemekyememiş. Babasından kalan tesbih [için] “Ben ölünce se-48
nin” demiş. Fakat [Mehmed Bey] alamamış. Zira [Ali HaydarBey] hastahânede ölmüş. Tesbihin üzerinde yakutları varmış.Prostatından am<strong>el</strong>iyatını yapan çok inandığı doktorAli Eşref [Gürs<strong>el</strong>]. Yirminci-----≈-----[4a] gün şifâ yurdunda ölüyor. Hastahâneye hiç g<strong>el</strong>eni gideniolmuyor. Mehmed Bey gidince ağlamış.Mehmed Bey 40 senedir burada berber. Babası 1293 harbindehicret ederek g<strong>el</strong>miş. Tam Koca Mustafa Paşa Câmiiavlusu ön kapısı yanında bir berber dükkanı açmış, 55sene icrâ-yı sanâat eylemiş. “Ben hatırlarım” dedim.Ali Haydar Mithat Bey Koca Mustafa Paşa’da ancak MehmedBey’de otururmuş. “Ama ne muhabbetler olurdu” diyor.Mehmed Bey adeta mahrem-i esrârı olmuş.“Benim cenazem, öldükten 48 saat sonra gömülecek” demiş.Buna da sebep şu imiş: Kendisi Londra’da iken saraydabirisi ölmüş. 24 saat sonra gömmüşler; lâkin gömülüncedirilmiş. Bunu duyunca kararı: “Beni ölümümden 48 saatsonra gömün” [olmuş]. Ali Haydar Bey ömründe evlenmemiş.Londra’da Kral sarayına mensub bir kadınla tanışmış,sonra kimse ile görüşmemiş.Yahyâ Kemal faslı:Koca Mustafa Paşa semti[nin] kâşifi Yahyâ Kemal, oturduğumkahvenin en ön sırasında oturur. Zaten yer öylesıraya müsaid.Şişman bir zât olan Yahyâ Kemal buraya g<strong>el</strong>ince Ali HaydarBey bende ise mutlaka yanına gider. Diğer müdavimler:Receb Peker g<strong>el</strong>irdi. Kayınbirâderi eczâcı İlhâmi Bey kezâ.Şimdiki Sünbül Efendi temsîlî şeyhi Râzî Efendi. Mâliye’ninBeşiktaş’ta[ki] anbarında memur. Geç vakit işinden döner.Kuşları, sülünleri var.Baş İmam Osman Efendi:Ben 50 sene önce Dâvud Paşa medresesinde taleb<strong>el</strong>iğinibilirim. Hâlâ baş imam. İkinci imamın vekili varmış. YahyâKemal’in öksüz bıraktığı Koca Mustafa semtinden dönerkengördüklerim, yol boyu çirkin. Hekimoğlu Ali Paşa minaresionarılıyor. Çınara açılan kapı yerinde. İlerisinde yolailerlemiş ufak ve zarif çeşme yıkılmış. Haznesinin arka duvarıyıkılmış. Yanına bir adî terkos çeşmesi yapmışlar. Neçirkin. Muhyiddin [Hattatoğlu] Bey[’in] oğlu İlhan annesiyleevlerini sıvatmışlar. Sevindim. Oradan otobüsle Sirkeci’ye,dolmuşla Karaköy’e, 6.30 vapuruyla Kadıköy’e. OradanGöztepe.-----≈-----[4b] 1961’de oturduğumuz kahvenin karşısında bu ev dururdu.Bir buçuk asırlık. İki sene önce yarısını yıktılar. Bunukendi fotoğraf [makinemle] çektim. Öbür kısmı da berbadbir [şekilde] düz<strong>el</strong>tmişler. 1966’da tamamen yıkıldı. Bu evher halde bir asır önce bir konaktı ve âlemdi. 1964-----≈-----[5a] Eskiden dış kapıdan avluya her yer evliyâ ile dolu,boş yer yok. “Yürümek ayıp olur, günâha gireriz” diye pekçok hürmetkârlar kemâl-i ta‘zîmle diz üstü yürüyerek girerlermiş.Mehmed Bey babasından naklen söylerdi. Bende Mehmed Bey’e [anlattım ki,] bâlâ ricâlinden -şimdi isminihatırlamadığım- bir zât da Cumâları <strong>el</strong>ine süpürgeyialarak avluyu süpürürdü. “Bâlâ ricâlinden” demek, eskidenmüşir (şimdi mareşal) pâyesine varmaktı. Âh İstanbul! Senne[ler] gördün geçirdin. Milyonda birini bu defterde toplarsamne mutlu bana.49
[DERKENAR:] Bir bühtan. Yahyâ Kemal’i sevmeyenler KocaMustafa Paşa şiirini bu semti görmeden yazdı derlermiş.Ne gaflet.-----≈-----[5b] Sultan Mahmud bu mezarlıktan yeniçeri kavuklarınıkaldırtmış.-----≈-----28 Ağustos 1963 Çarşamba.Bugün enstitü günüm değildi, gitmedim. Yalnız HasekiHastahânesi’nde bizim Süreyyâ’yı [Özder] ziyârete gittim.Oradan beni İnci [Ayan (Birol)] ve zevci [Erdener Birol] veÇiçek [Ayan (Derman)] Küçükçekmece yanındaki AtomReaktörü’ne götürdüler.Oradan dönüşte Haseki durağında inerek dolmuşla KocaMustafa Paşa’ya dün arayamadığım teşrih muallimi HâfızMehmed Bey’in kabrine gittim. Mâdem ki bu makam-ımuallâya tekrar güz<strong>el</strong> tâliim sevkıyle, bugün Allah’ın lutfuylatekrar g<strong>el</strong>dim. Sünbül Efendimizi ziyâretle müşerrefoldum. Fakîr gönlümü onun ganî kalbine rabtettim. Yinemünşerih oldum. Cenâb-ı Hakk kullarına meded ü inâyetbuyursun.[6a] Beni mağfiret kıl ey Rabb-i YezdânBi-hakk-ı arş-ı a‘zam-ı Nûr-i YezdânG<strong>el</strong>ip kabrim ziyâret eden ihvân[DERKENAR:] Buraları da HamûşânEd<strong>el</strong>er rûhuma bir fâtiha ihsânŞerife Hanım-------Dikkatle nazar kıl bu mezârım taşınaKimse bilmez bu ahvâli g<strong>el</strong>meyenin başına[DERKENAR:] Başda Yâ Hû <strong>el</strong>-Fırâk mine’l-mevt---Sâbık ser zağarî Kırk iki Mehmed Ağa 1217[DERKENAR:] Kavuğu çıkarılmış. Kırılmamış.---Âh ile zâr kılarak tâz<strong>el</strong>iğime doymadımÇün ec<strong>el</strong> peymânesi dolmuş murâdım almadımHasretâ fânî cihânda tûl-i ömr sürmedimFirkatâ takdîr bu imiş tâ ez<strong>el</strong>den bilmedimMûsâ Efendi 1300Bizim berber Mehmed Bey’e uğradım. Yine bu asîl ruhlufakîr semtten konuştuk. Yahyâ Kemal kahvesine meğersevaktiyle Von Papen de g<strong>el</strong>irmiş. Yahyâ Kemal’in şiiriniyazma tasarısıyla buraya g<strong>el</strong>mesi 8-10 defadan fazla. ZamanıPakistan sefirliğinden önce ve esnasında ve sonra.Bizim Çifte Mehmed isimli azîz berberlerimiz çayını dahiiçmişler. Sözlerinden hatırlamıyorlar. Ali Haydar Bey’in yanınagitmesi şöyle oluyor. Merhum tıraş olmakta. “YahyâKemal g<strong>el</strong>di” diyorlar. Yahyâ’nın yanına gidiyor, öpüşüyor.Bir saatten fazla konuşuyorlar. Sonra doktor Hâfız MehmedBey’in taşını aramaya çıktım. Kapıyı açtılar. Mezarlıktayarım saatten fazla dolaştım. Nihayet buldum. Şöylebirkaç taşta bulduklarımı ve okuduklarımı sıralayayım:Bakıp geçme ricâm budur ey Muhammed ümmetiÖlünün diriden hemân bir fâtihadır minnetiKabrimi ziyâret eden ey Resûl’ün ümmetiBize bir fâtiha ihsân eder bulur CennetiSancı illetinden ölen Emine Hanım. 126250
---Bu cihân bâğına g<strong>el</strong>dim bir mürüvvet görmedim.Derdime dermân aradım bir ilâcın bulmadımÂh u zâr kılarak tâz<strong>el</strong>iğime doymadımÇün ec<strong>el</strong> peymânesi dolmuş murâdıma ermedim.---Bir civân-ı nâzenîn-i miskindirBu mezâr eylemiş nâzik teniniHâk ile yeksânRûzigâr1145 Ali EfendiÎn meyyit Sarây-ı HümâyûnUstası Koru AğasıMustafa Ağa 1219-----≈-----[6b] Akşam üzeri resmi çıkar.-----≈-----[7a] Nahilbendli Hattat Ömer Efendi 1171Takma kavuğu kaldırılmış:Yeniçeriyân-ı Dergâh-ı Âlî ocağı yazıcılarındanKâtibzâde Ahmed Efendi 1158---Hekim Hâfız Mehmed Bey:Yanında mahdûmu:Hüve’l-Hallâku’l-BâkîMecâlis-i Mâliye Kalemi mümeyyizive merhum mîralayHâfız Mehmed Bey’in mahdûmuHâfız İbrâhim Cevad Bey’inRûhu için rızâen lillâh Fâtiha2 Zilkâde 1316 / Ketebehû Nûri----3 Eylül 1963 SalıAkşam üzeri eczâcı Uğur Derman ile artık Üsküb ismini deverdiğim Koca Mustafa Paşa’ya gittik. Berber Mehmed Beymeşguldü, ona uğramadık. En geride kaldırıma oturarakbirer kokakola getirttik.Derken bizim Hattat Şevket Efendi [Pektaş, 1880-1969] g<strong>el</strong>di.Onunla birlikte çay içtik. Hazret-i Sünbül’ü ziyâret ettik.Ve biraz erkence döndük.51
Vâlide de öyle. Oradaki câmi Üsküb’deki büyüklükte. Evler,sokaklar, çeşme ve başında toplananlar, kârgir medres<strong>el</strong>erÜsküb’deki gibi. Orası da Koca Mustafa Paşa nasıl birÜsküb’ün beğenilen ve pitoresk bir yeri ise, Atik Vâlide debunun ikincisi. Fâtih’i ve Yavuz’u […]leriyle, kahramanlıklarıve eserleri ile metheden Abdülhak Hâmid. Zira o İstanbullu,Üsküblü değil.Yahyâ Kemal niye Süleymaniye’yi diline dolamadı? ZiraÜsküb’de Süleymaniye yok; Fâtih yok idi. Olanı aradı buldu.Üsküb yerine Koca Mustafa Paşa’yı ve Atik Vâlide’yiterennüm etti. Yoksa maksadı Üsküb idi. Bu muhabbetşiirlerinin başından şimdiki isimlerini silin yerine Üskübdeyin ihkak-ı hak etmiş olursunuz. Üst<strong>el</strong>ik ‘artık Üsküb’dedoğmuyoruz’ ma’nâsına g<strong>el</strong>en cümlede de bir üzülüş ifadeediyor.” İşte Koca Mustafa Paşa’nın bende bugünkü intibâıve Uğur’a anlattığım yorumum bu merkezde. Merhum şairsağ olsaydı bu fikrime acaba ne derdi?-----≈-----[9a] 25 Mart 1964Bugün Yedikule’de eski tanıdıklarımızdan Ülfet Hanım’ıncenazesini Koca Mustafa Paşa’da karşıladım. Soğuk birgündü. Kapıdan girince sağ taraf mezar taşlarını birer birergözden geçirdim. Ve epey notlar aldım. Onları KocaMustafa Paşa dosyasına koydum. Kışın sonunda bu semtiperperişan görmekle üzgünüm.Uğur’a şu suâli sordum: “İstanbul’da ruhnevâz yerler yalnızKoca Mustafa Paşa,-----≈-----[8a] yalnız Atik Vâlide değil. Daha onlar gibi yerlerimiz pekçok. Mes<strong>el</strong>â Eyüb Sultan, Suriçi, Aksaray, Sahhaflar, Nişancalarve mümâsili pitoresk yerlerimizi Yahyâ Kemal terennümetmiyor da, Koca Mustafa Paşa ve Atik Vâlide’yi terennümediyor ve bu iki yeri meşhûr kılıyor, neden?” Böylebir suâl karşısında kalacağını tahmin etmediğinden birmüddet düşündü. “Bulamayacağım” dedi.Ben de, eğer hayatta olsaydı Yahyâ Kemal’in de hoşunagidecek bir izahta bulundum. “Her ikisi de Üsküb’e benzediğiiçin” dedim ve devam ettim: “Yahyâ Kemal bütünhayatı boyunca ve bilhassa son en olgun çağlarında benceÜsküb hasretiyle yandı, pişti, kavruldu. Her yerde bilhassapek sevdiği İstanbul’da Üsküb’e benzer yerler aradı.İki tane buldu. Birisi bu Koca Mustafa Paşa semti. Mutlakaburasını Üsküb’de bir yere benzetti. Önünde beş metr<strong>el</strong>ikbir cadde, ufak bir berber dükkânı, bir bakkal ve üstündebirer katlı eski evler. Karşısında kahve. Yazlığı meydanda.Kışlığı Sünbül Efendi Dergâhı kapısı yanında.Kahvenin arkasında kiliseden dönme bir câmi, ufak.Üsküb’dekiler kadar. Hazîresinde Sünbül Efendi gibimubârek bir v<strong>el</strong>î. Zira orada da v<strong>el</strong>îsiz ve etrafında mezaristansızcâmi yok. Çarşısı, pazarı, kahvesi, evliyâsı, câmiihepsi bir arada, hepsi küçürek, cadde de öyle. Dükkânlarda tıpkı. Evler de bir buçuk kat. Bundan âlâ Üsküb müolur? ‘Ne yazık ki artık doğmuyoruz o yerlerde’ diyor.İşte Koca Mustafa Paşa’da doğanlar eskisine nazaran fazla.Fakat Üsküb’de artık Yahyâ Kemaller doğmuyor. AtikBundan 10 gün önce yine buraya g<strong>el</strong>dim. [Hekimbaşı] NuhEfendi türbesi ve medresesi yerini gördüm. Oradan HekimoğluAli Paşa yoluyla Cerrahpaşa’ya kadar yürüdüm.Perişan bir durumda. Her sene biraz daha çirkinleşen busemtten müteessir ayrıldım. İhtisâslarımı ayrıca yazdığımcihetle burada tekrar etmiyorum.Nisan 1964. Bu gün Başvekâlet Arşivi’nde çok yoruldum.Akşam üzeri Koca Mustafa Paşa’ya giderek açık Yahyâ Kemalkahvesinde oturdum. Berber Mehmed Efendi yanımag<strong>el</strong>di. Hoş beş. Bir saat kadar kaldım. Bir miktar evliyâ-yıkirâmı ziyâret ettim. Münşerih oldum ve dinlendim. Vaktindedöndüm.7 Mayıs 1964 PerşembeSoğukça bir gün. Yine Yahyâ Kemal kahvehânesine gittim.Hava serince idi. Hazret-i Sünbülümü ve civârındakievliyâ-yı kirâmı ziyâret ile mağmum gönlüm sürûr ile doldu.Ta‘zîm duruşum bana inşirah verdi.Zaman zaman “Elem neşrah leke” âyetini okuyacağım.Saâdet miftâhımı istediğim zaman çevireceğim. Cenâb-ıHakk, Hazretimin tec<strong>el</strong>lisiyle beni kâmyâb edecek, müjd<strong>el</strong>erimialdım. Ünverler’in (?) ve memleketimizin s<strong>el</strong>âmetineadeta saâdetler bahşolundu.Koca Mustafa Paşa durağı meydanı eski darlığında. Eskilikhavası lehülhamd kaybolmadı. Yanımda ilk mektebçocukları paydos oldu. Fakîr çocuklar sâkince, bazıları kakışarakgeçtiler. Bir adam yanıma g<strong>el</strong>di. “Ben sizi tanıyacağım”dedi. “Hepimiz Allah’ın kulları değil miyiz?” dedim.“Evet evet” dedi ve uzaklaştı.Yanımda eski Koca Mustafa Paşa Askerî Rüşdiyesi[’nin]zarif kapısı. Yanımda Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri İlkMektebi. Solda Sünbül Efendi hânkahı kapısı. Hayatın pek52
çabuk geçtiği nişân<strong>el</strong>eri. Mezartaşlı dehliz. Çayhâne[de]hafif hafif radyo havaları. Karşımda simitçi fırını ve bizimberber Mehmed Efendi. Şirin, lâkin boyasız, lâkin düzgünev. Altında tütüncü ve herşeyci. Bir ufak tuhâfiye. Sağındaleblebici, boyahâne, diğer berber, kolacı, büyük direklisaat.Ben bu sahanın ortasında bir nokta gibiyim. Burası adetaSünbül Efendi Hazretleri semti[nin]DERKENAR: Bu arada birkaç defa daha ziyâretim oldu. KocaMustafa Paşa dosyasına bakın.-----≈-----[10a] ağzı gibi. Acaba ben dili olabilir miyim? Fakat burasınıen güz<strong>el</strong> terennüm eden Yahyâ Kemal. O, buranınbülbülü kesildi. Ben de yalnız düşünürü.Fakat gözlerim buradan geçecek Hâfız Sa‘deddin Efendi’yi,Sünbül Efendi dergâhı mürîd ve muhibleri[ni], rütbe-i bâlâsahibi mütevâzı‘ları, Zâkir başı İbrâhim Bey’i –ki Merkezşeyhi[nin] damadı ve arslan yapılı- [aradı]…Daha önce buraya çok sık g<strong>el</strong>en büyük pederim [Hattat]Şevki Efendi’yi ve dayısı Hattat Hulûsi Efendi’yi, buranınyakını ve meftûnu yakınlarımızı ve annemi ve kimlerikimleri hatırlamadım, onlar da geçmiş zamanlarda buralardangeçmişlerdi. O mubârek ayaklarının bastığı yerlerita‘zîmle andım.Şunu düşündüm: Haseki’de artık oturamam. Orası benimhâtıralarımın hazîresi, türbedârlıklarını yapmaya tecessürkudretim yok. Çınarda oturamam. Zira orada KuşadalıHazretleri mubârek halîfesi V<strong>el</strong>î Efendi[’nin] mezarını HalkPartisi halkevi yapacağım diye kaldırdı. Lâkin prestijini vemevkıini kaybetti. Cerrahpaşa’da oturamam. Tahsin Beyve Nazmi Efendiler yok.Koca Mustafa Paşa yol boyu için hayır. Zira eski âşinâlarkalmadı ki önden gitsin. Samatya’da rumikolar (?) kokar.Oradan ruh kaçmış, olmaz. Bayezid’de enîs-i rûhum, azîzim[Abdülaziz] Mecdi Tolun [1865-1940] yok. Onun geçtiği yollarağlama yerlerim olur ve oturamam.Cağaloğlu geçmiş hatıralarımla dolu. Hiç biri kalmadı, gönlümüzülür. Sâkin olamam. Beşiktaş’a gidemem. Hayri Beyyok. Üsküdar da olmaz. Ressam Rıza Bey Hocam [1858-1930] yok. Taşkasab’da bizim yerimiz vardı. Orayı ne kadarsevmiştim. Fakat f<strong>el</strong>ek onu da çok gördü. Ondan da olduk.Sağlık olsun ne diyeyim. Şehremini taraflarına çıkamam.Fındıkzâde çok sıkışık ve dolu. Âşinâ-yı kalbîlerim yok. […]bak arkalara ve katlara. Vaz geç.Aksaray kalmadı. Lâl<strong>el</strong>i Baba’sız olmaz. Divanyolu’ndadîvâne olamam. Çarşıkapısı’nda iş yok. Vezneciler de kalmadı.Vefâ olmaz. Zira orada [Türbedar] Amîş’im [1807-1920] ve [Ahmed] Naîm’im [1870-1934] yok. Bilmem ki diğersemtleri de sayayım mı? Çi fâide. Ben de şimdi orasınıgörür “Olmaz” derim, burada “Hayır” der dolaşırım.-----≈-----[11a] Orası olmaz, burası olmaz. Neresi olacağını yazarımama okuyanlar üzülür diye meskût geçeyim. Haydi bakalımhayırlısı.Ağustos 1964Bu yaz Koca Mustafa Paşa’da Sünbül Efendimize çok git-53
Koca Mustafa Paşa’ya gittiğimde, bu semti, tanımadığımve babacığımın doğduğu [yer olan] Tırnova’ya çok benzetirim.Acaba, beni on yaşımda yetim bırakan bu asîl ruhluve çalışkan babacığım sanki benden önce Tırnova’ya gidergibi g<strong>el</strong>ir ve rûhen münşerih olduğunu hissederim, kirahmetli hayatı boyunca Tırnova’nın hasretini çekmişti. YâRabbi güz<strong>el</strong> ve Türk Rum<strong>el</strong>imizi bozan ve bozduranlar Sendencezâlarını bulsunlar. Bir şeyler demem başka. BurasıYahyâ Kemal’in de Üskübü idi.-----≈-----mek istediğim halde ağustos ayı ortalarında bir defa gidebildim.Bizim ora arkadaşı berber Mehmed Efendi’yleoturduk. Bir ayakkabıcı ile tanıştık. Bir boyacı da kedi meraklısıimiş, ayakkabılarımı boyadı. Hoş bir saat geçirdim.Yine Hazret-i Sünbülümü ziyâret ettim. Münşerih oldum.Hak erenlerin her zaman himmetleri hâzır olsun.25.VIII.1964 Koca Mustafa Paşa’ya Âzâde, Çiçek ve Tülayhanımlarla gittik. Biraz oturduk. Çay içtik, yağlı baton simidi[krik kırak ] yedik. Sonra berber Mehmed Bey’i de alarakSeyyid Nizâm Hazretleri Tekkesi önünde resimler aldık.Midhat Paşa çiftliğine g<strong>el</strong>dik. Bağçesinde oturduk.Mahdûmu dostumuz Ali Haydar Midhat Bey’i andık. Bizeüzüm ve ayçiçeği ikram ettiler. Evinin 40 sen<strong>el</strong>ik emektarbekçisini köşkü boşaltarak kiracı gibi koymuşlar. O da fahriyyenoraları muhafaza ediyor. Ekiyor biçiyor. Hayatınıkazanıyor. Beni tanıdı. Bir müddet kaldık. Resimler aldık.Dönüşte Silivri Kapısı İbrâhim Paşa Câmii avlusunda meşgulolduk, resimler aldık ve Koca Mustafa Paşa’ya MehmedBey’i bırakarak döndük. 23.IX.1964 Çarşamba Bugün rûhenCenâb-ı Hakk’a şükürler olsun incir çekirdeğini doldurmazkendi tasnî‘ımiz olan üzüntülerden kurtulmak için, SünbülEfendimizi Ramazan Efendimizin huzurundan geçerek bilhassaziyârete gittim. Geçen sefer gönlümden ziyâret etmiştim.Zira “Böyle büyük zevât sık sık tasdî‘ edilmez” diyordum.Bu sefer ziyâretimden içime g<strong>el</strong>en tebşîrâttan pekmütehassis oldum. Rûhen çocukluğumdan beri bağlı olduğumbu Pîr-i muhteremin huzurunda cidden münşerih oldum.Cenâb-ı Hakk cümleyi ferâha kavuştursun. Hava peksoğuk. Yağışlı ve rüzgârlı idi. Kahvede oturamadım. BerberMehmed Efendime girdim. Orada bir çay içtim. Otobüse yetişip5.45’de Sirkeci’den vapurla Kadıköyü’ne geçtim.[12a] lehülhamd bu semt uhrevîliğini bozmadı.1965 yılı, XI.Bu yıl zarfında pek çok defalar Hazret-i Sünbülüm’ü veaynı zamanda Ramazan Efendi Hazretlerini ziyâret ilemüşerref ve gönlüm inşirahla doldu. Gönlüme g<strong>el</strong>en iyitebşîrâtın cümlesi lehülhamd tahakkuk etti. Bu cihetleşâdımıza hadd ü pâyân olmadı. Bu ziyâretlerimi ayrıcadefterlerime ve kâğıtlara ve sen<strong>el</strong>ik takvime de derc ettim.Bu sene hazretlerimi ve muhitlerini diğer sen<strong>el</strong>erden az olmamaküzere ziyâret etmek ve harîm-i ismetlerinde destbe dest ta‘zîmde bulunmakla bahtiyarlık hissettim. Bu seneninsondan ikisi 28 Ekim’de oldu. Bir buçuk saat YahyâKemal kahvesinde oturdum. Hep kendimle huzur içindeidim. Yanıma g<strong>el</strong>enler de olmadı. Oradan 5.30’da kalkarak6.35 Yalova sürat posta vapuruyla Yalova’ya ve oradanoldukça geç vakitte yani İstanbul’dan hareketimden 3 saatsonra Bursa’ya vardım. Orada da iki gece kalıp döndüm.Bursa’da evliyamdan uzaktakileri kalben, yakınlardakinikalıben ziyâret ile münbasıt oldum.3.VIII.1966. Bu sene de Koca Mustafa Paşa semtine ancakdört-beş defa gittim. Her seferinde pek tekrîm ettiğim RamazanEfendi Hazretlerine uğramak şartıyla; neş’<strong>el</strong>i olayım,gussalıca olayım hep Sünbül Efendimi ve RamazanEfendimi mutlaka ziyâret ederim.Bu sene de mu’tâd ziyâretlerimi yaptım. Yahyâ Kemalkahvesinde oturdum çay içtim. H<strong>el</strong>e bugün bilhassa YahyâKemal’in mürîdi Âsım Sönmez Bey’le [1902-1977] HattatŞevket [Pektaş] Efendi’yi ziyârete gittik. Ba‘de’z-ziyâreHazret-i Sünbül’ü yakından bu sefer Hazret-i Ramazan’ızâhiren uzaktan ziyâret ettik. Oturup çay içerken DoktorSırrı Ayç<strong>el</strong>ik Bey de g<strong>el</strong>di. Güz<strong>el</strong> sohbetler ettik. Küçük HüseyinEfendi Hazretleri’nden bahsettik. Buranın panteonununbaş misafiri Hattat Hâfız Osman’ı (1642-1698) yâd ey-54
lâne-i fakîrânesine eczâcı Uğur Derman ve marangoz Mehmed[Emin Mahyacılar] beylerle gitmiştik. Kulakları ağırişitiyordu. Hayır duasını aldık.Her seferinde Yahyâ Kemal’in kahvehânesinde otururdum.Bir çay içerdim. Bir defasında ayakkabımı boyattım. TabiiSünbül Efendimizi, Rızâ Efendimizi ve bilhassa RamazanEfendimizi ziyâretten haz duydum.1968. Bu senenin yazında iki buçuk ay kış hüküm sürenHollanda, Londra ve Münih’te bulunduğumdan hareketimdenönce semtimi ziyâret etmiştim. Avdette giderkenEfendimiz gibi Ramazan Efendimiz, Sünbül Efendimiz gibibüyüklerimi ziyâret ettim. Fakat Cerrah Paşa’ya kadar olanasfaltı Koca Mustafa Paşa’ya kadar uzatma çabasındankanalizasyon vesilesiyle yol berbattı. Gittiğim gün yağışlıolduğundan arka yollardan geçerek çok zahmet çektim. Bucihetle tekrar gidemedim. Ama aklım fikrim hep o semtte.Cep defterimde tarihi yazılı. Ama 1968 yılı içinde bizimgrupla ve eczâcı Uğur Bey’in arabasıyla Koca MustafaPaşa’ya gittik. Fakat Cerrah Paşa yolundan geçemedik. Zirakanalizasyon ancak açılmıştı.ledik. Akşam da çabuklaşmaya başladı. Vaktinde döndük.Gönlüm gülzâr-ı sürûr oldu ve neş’e ile doldu.-----≈-----[12b] (Koca Mustafa Paşa Dosyası)Yazılacak:-Miralay Recep Ferdi Bey-Koca Mustafa Paşa’yı 3 IX 68’de ziyâretimKoca Mustafa Paşa mezarlığı içinde bir kuyu (b<strong>el</strong>ki kapalısarnıç) varmış. Eskiden mâlum, kapatmışlar. Suyu bir türlübitmiyor.Buraya Îsâ kuyusu derlermiş.İçinden bir haçlı taş çıkmış. Müzeden g<strong>el</strong>ip alıp götürmüşler.Yine bu kuyudan bakraçlar ve kaplar da çıkıyormuş.-----≈-----[13a] 1967 yılı zarfında birkaç defa Koca Mustafa – SünbülEfendi semtine gitmem müyesser oldu. Çok kalamadım.Bir seferinde vaktiyle sahn hocalarından olup medârisinlağvıyla ayrılan Hoca Efendi’yi 90 yaşını geçmiş bir pîr-ifâni olarak gördüm. Fakat görüşmek mukadder değilmiş.Görüşüp <strong>el</strong>ini öpemedim. Sonra rahmet-i Rahmân’a kavuştuğunuduydum. Makamı gülzâr olsun. Mubârek bir medresehocası idi. 1924’te Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medres<strong>el</strong>eritabîbi iken ders verdiği Tâbhâne Medresesi’nde görüşürdük.Aksaray’da Sinekli Bakkal’da oturan ulemâdan AliRıza Efendi de orada müdür idi. Ellerini öperdim.Bu zât-ı şerîfin bana çok teveccühü vardı. Bir görüşmemiziistemişti. Yine Koca Mustafa Paşa’da ufak, temiz, kullanışlıAnnemin babası Hattat Mehmed Şevki Efendi’nin pederiKastamonu’da Seyyidler köyünden <strong>el</strong>-Hâc Ahmed Ağa’nınHaseki Bekir Paşa Camii avlusunda [ki] kabir taşını ziyâretettik. Arka yollardaki eski eserlerimizi göre göre Koca MustafaPaşa’ya g<strong>el</strong>dik ve orada ziyâretimizden sonra döndük.Hollanda’ya gitmemizden önce idi.Dipnotlar:1-Bu metni baştan sona gözden geçirerek eksiklerimi giderenve hatalarımı tashih eden Prof. Dr. İsmail KARA BeyHocam’a, yine okunamayan bazı k<strong>el</strong>im<strong>el</strong>er konusundayardımcı olan Mustafa OĞUZ Bey’e teşekkürlerimi takdimederim. Metnin tamamını tetkik ederek k<strong>el</strong>ime ve cüml<strong>el</strong>eritâmir, tashih ve ikmâl eden, bazı şahısların soy isimlerininve doğum-vefat tarihlerinin ilâvesiyle, bazı yer isimlerinintesbiti konusunda mühim katkılarda bulunan Prof. h.c. M.Uğur DERMAN Bey Hocam’a ise husûsen şükranlarımı arzederim. Metin içerisinde köş<strong>el</strong>i parantezle verilen ilâv<strong>el</strong>erinbütünü ve dipnotta U.D. kısaltması ile gösterilen notlar M.Uğur DERMAN Beyefendi’ye aittir.2-Franz von Papen (1879-1969), Alman devlet adamı vediplomat [haz.]3-Prof. Dr. Çiçek Derman Hanımefendi’nin, bu ziyâretle ilgiliolarak aynı tarihte defterine kaydettiği bilgiye göre, o günçayla birlikte krik krak yemişlerdir. [haz.]4-Bu zât-ı şerif diye bahsedilen Gümülcin<strong>el</strong>i Hafız MustafaEfendi’dir. [U.D.]55
Tarih, Deniz, Sanat;ÇanakkaleYazı: Yusuf Kadir SAYGIN - Fotoğraflar: Ömer VEFAÇanakkale Boğazı, tabii ve tarihi güz<strong>el</strong>likleri ile kültür turizminin can damarlarından biri... 1. Dünya Savaşı’ndanizler taşıyan G<strong>el</strong>ibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, mitolojiye konu olmuş antik kent Truva, türkülere ilham olanAynalı Çarşı ile yurt içinden ve yurt dışından pek çok turisti ağırlayan eşsiz bir kıyı kenti… 5 bin yıldır birçok medeniyeteev sahipliği yapmış bu kenti öz<strong>el</strong> kılan bir başka şey ise yüzyıllardır varlığını koruyan eşsiz seramikleridir.
Çanakkale’nin tarihi yaklaşık MÖ 3000 yıllarına kadar dayanır.Asya ve Avrupa'nın Ege Denizi ile birbirinden ayrıldığıbenzersiz coğrafyada konuşlanan, bu nedenle tarihboyu göç ve istilalara maruz kalan ilimiz, farklı coğrafyalardang<strong>el</strong>en pek çok topluluğa kucak açmış, bunun sonucuoldukça renkli bir kültür mozaiğine sahip olmuştur.Binlerce yıllık tarihi zenginliği kültüründe barındırarak efsan<strong>el</strong>ereve mitolojik hikay<strong>el</strong>ere ev sahipliği yapmış busevimli kıyı kentimizde medeniyetlerin g<strong>el</strong>işimiyle birliktepek çok <strong>el</strong> sanatı da varlık göstermiştir.
Mitolojiye göre Kral Athamas'ın çocukları Phryxus ve H<strong>el</strong>le,üvey ann<strong>el</strong>eri tarafından sokağa atılır. Bunun üzerine özann<strong>el</strong>eri Bulut Tanrıçası Neph<strong>el</strong>e, çocukları için uçabilenaltın postlu bir koç gönderir. Koçun üzerine binen prensPhryxus ve prenses H<strong>el</strong>le gökyüzünde uçmaya başlar. Ancakprenses H<strong>el</strong>le aniden suya düşer ve boğulur. O gündensonra da Boğaz, "H<strong>el</strong>lespont" adıyla anılır. Dünya arkeolojiliteratürünün önemli mekanlarından olan Truva, Neandria,Alexandria-Troas, Assos, Chryse, Dardanos ve Lampsakosda antik çağlarda, "H<strong>el</strong>lespont" olarak anılan bu şehrinsınırları içindedir.Çanakkale Boğazı, Avrupa yakasındaki G<strong>el</strong>ibolu Yarımadasıile Asya yakasındaki Biga Yarımadası’nı altın sarısıkumsallarla birbirine bağlar. En dar yeri bin 250, en genişyeri ise 8 bin metre olan Çanakkale Boğazı, stratejik konumuylatarih boyunca Marmara çevresinde egemenlikkuran bütün uygarlıklar için önem arz etmiştir. Boğazın58
iki yakasında da tarih boyunca birçok kale yer almıştır.Fatih Sultan Mehmet de İstanbul'un fethini gerçekleştirmedenönce Kilitbahir ve şehre bugünkü adını veren ÇanakKalesi’ni (Kale-i Sultaniye/Çimenlik Kalesi) yaptırarakboğazdan geçişleri kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Bununyanında Çanakkale Boğazı, tabii ve tarihi güz<strong>el</strong>likleri,turistik mekanları ve taze deniz ürünlerinin ustaca sunulduğutarihi dokulu mistik restoranlarıyla kültür turizminehitap eden bir mekandır.Çanakkale Geçilmez!“Dur yolcu!Bilmeden g<strong>el</strong>ip bastığın,Bu toprak,Bir devrin battığı yerdir.”Çanakkale, metrekaresinde 6 bin merminin atıldığı bir savaşıhaykırır dünyaya… 8,5 ayın ardından kadını, erkeği,59
çocuğu ile 215 bine yakın Türk’ün ve bir o kadar da Avustralya,Yeni Z<strong>el</strong>anda ve İngiliz askerinin hayatını kaybettiği,Kurtuluş Savaşı’nın tem<strong>el</strong>lerinin atıldığı yerdir Çanakkale…Koyunda, koynunda, işgale g<strong>el</strong>enlerin, işgale direnenlerinhikay<strong>el</strong>erine ev sahipliği yapan, buram buram tarih vekahramanlık kokan bir mekandır.Savaşın tüm şiddetiyle yaşandığı 33 bin hektarlık alanıkapsayan bölge, 1973 yılında milli park ilan edilmiştir. G<strong>el</strong>iboluYarımadası Tarihi Milli Parkı, Çanakkale ilimizin enönemli gezi yerlerinden biridir. Parkın kara sınırlarını G<strong>el</strong>iboluYarımadası’nda Saroz Körfezi’ndeki Ece Limanı ileÇanakkale Boğazı’nda yer alan Akbaş İsk<strong>el</strong>esi arasında çizilecekbir hat oluşturur.Çanakkale, “Geçilmez” mesajıyla da ayrı bir anlam taşırTürk milleti ve dünya için… Kumkale, Beşike, Bolayır,Seddülbahir, Arıburnu, Kabatepe, Conkbayırı ve Anafartalar…13muharebenin simgesidir. Her safhasıyla, dünyayaibret veren ve satırlara sığmayacak büyüklükte bir direnişinadıdır. Savaşı kaybetmiş ülk<strong>el</strong>erden g<strong>el</strong>en ziyaretçileride sık sık ağırlayan bu topraklar, dikilen anıtlarıyla insanıaltında yatanı düşünmeye zorlar…G<strong>el</strong>ibolu savaşlarında ölen, gömüldükleri yer bilinmeyenve kaybolan yaklaşık 21 bin kişiye ithaf edilen H<strong>el</strong>les Anıtı,karşılarındaki 3 alaya yaklaşık 10 kişiyle kafa tutan YahyaÇavuş Anıtı… Ya da 3. Kirte Muharebesi’nde şehit düşen 9bin askerimizin adına yaptırılan Son Ok Anıtı… Ayrıca Fransız,İngiliz, Avustralya ve Yeni Z<strong>el</strong>anda’ya ait de 33 anıtve mezarlık, bırakın anlamayı, düşünemeyeceğimiz anlarıtemsil ediyor…Savaşta kaybettiğimiz tüm şehitlerimiz anısına dikilen“Çanakkale Şehitler Abidesi”… 41 metre 70 santimetr<strong>el</strong>ikyüksekliğiyle göğe yüks<strong>el</strong>en bu abide, tüm heybetiylebaşkaldırışı simg<strong>el</strong>iyor. Abide kabartmaları, gülleri, çevresindekimezarları ve tam ortasındaki Türk bayrağıyla hemo anıları yaşatıyor, hem de o anları anıtlaştırıyor… OnbaşıSeyit’in kim olduğunu, düşman gemilerine kafa tutanNusret mayın gemisinin, Muavenet’in ne ifade ettiğini hepimizçok iyi biliyoruz. Anıtın yakınındaki müzede, savaşalanında bulunan fotoğraflar, kemer tokaları, t<strong>el</strong>sizler vekalkanlar gibi obj<strong>el</strong>erin yer aldığı savaş hatıralarını görebilmenizmümkün.60
Bir kahramanlık örneği olan 57. Alay Şehitliği de duygularıdoruk noktasına ulaştıran mekanlardan biri. Binbaşı HüseyinAvni Bey komutasındaki yaklaşık 650 subay ve asker,Conkbayırı’nda kendilerinden sayıca çok fazla olan düşmanakarşı taarruza geçmiştir. Savaşta tamamı şehit olan57. Piyade Alayı için dikilen anıtın üzerinde “Dünya askerliktarihinin en kahraman birliği” yazıyor. Ordumuz bugünonların anısını hiçbir alaya “57. Alay” ismini vermeyerekyaşatıyor… Bu alayın sancağı ise Avustralya’da M<strong>el</strong>bourneMüzesi’nde, “Bu alay sancağı G<strong>el</strong>ibolu savaş alanındangetirilmiş, ama esir edilmemiştir. Çünkü, Türk Ordusu'nunmilli g<strong>el</strong>eneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eriölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızında altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarakbulunmuştur. Kahramanlık örneği olarak karşınızda duranbu Türk alay sancağını s<strong>el</strong>amlamadan geçmeyin” ifad<strong>el</strong>eriylesergileniyor.Efsanevi Truva Atıİntepe Bucağı, Tevfikiye Köyü yakınında, Çanakkale'ye 30kilometre mesafede bulunan Turuva şehri, Hisarlık Tepesiüzerinde kurulmuştur. Homeros ve İlyada Destanları’nada konu olan şehir Trak'lar tarafından kurulmuş, zamaniçerisinde birkaç kez yakılıp yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir.Efsan<strong>el</strong>ere göre, rekabet halindeki Truvalılar ile Yunanlar,Truva Kralı Priamos'un oğlu Paris’in Afrodit tarafından kendisinevaat edilen H<strong>el</strong>ena'yı kaçırmasıyla savaş başlar. 10yıl boyunca süren savaşlarda Truva, kalın duvarları olangüçlü kal<strong>el</strong>eri sayesinde düşman saldırılarına boyun eğmez.Yunanlar Truva’yı savaşarak <strong>el</strong>de edemeyeceklerinianlarlar ve bir savaş hilesine başvururlar. Buna göre,savaştan vazgeçerek evlerine dönecekleri izlenimi verenordular geride kocaman tahta at bırakarak geri çekilirler.Savaşı kazandıklarını zannederek kutlamalara başlayanTruvalılar bu tahta atı da savaş ganimeti olarak kendi <strong>el</strong>leriylekalenin içine taşırlar. Gece olduğunda tahta atın içinegizlenmiş askerler rehavet içerisindeki Truvalılar’a saldırırve kısa sürede şehri <strong>el</strong>e geçirirler. İşte, sembolik ahşapTruva Atı bu efsanevi savaşı anlatır.61
Çanakkale İçinde Aynalı Çarşıİstanbul’daki Mısır Çarşısı’nı andıran Aynalı Çarşı’nın ne zamanve kim tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemeklebirlikte bazı kaynaklara göre 1889 yılında İkinciAbdülhamid’in padişahlığı sırasında, Çanakkale’nin öndeg<strong>el</strong>en Yahudi ail<strong>el</strong>erinden birinin üyesi İlya Halyo tarafındaninşa ettirilmiştir. Üstü küçük kubb<strong>el</strong>erle örtülüolan çarşının aydınlık olabilmesi içinse koridorları çokgenköş<strong>el</strong>i pencer<strong>el</strong>erle donatılmıştır. Eskiden atlar için “ayna”denilen at gözlüklerinin satılıyor olmasından dolayı çarşıya“Aynalı Çarşı” adı verildiği sanılmaktadır. Başka birkaynağa göre ise çarşıda cep aynası satıldığı için bu adlaanılmaktadır.1915 yılında G<strong>el</strong>ibolu çıkartması sırasında tahrip olan çarşı,1918 - 1921 yıllarında Çanakkale’yi işgal eden İngiliz askerlerinceat ahırı olarak kullanılmıştır. 1967 yılında yapılanbir çalışmayla bugünkü görünümünü alan çarşı daha sonralarıÇanakkale B<strong>el</strong>ediyesi’nce onarılmış ve restorasyonçalışmaları yapılmıştır.Çanakkale deyince akla ilk g<strong>el</strong>en yerlerden olan AynalıÇarşı’nın girişinde ziyaretçileri kemerli bir kapı ve üzerindeyer alan beyaz mermer kitabe karşılar. 1889 yılında yapılançarşıdan geriye kalan tek orijinal eser de bu mermeryazıt ve altındaki oymalı kırmızı taştır. Çarşıda, Çanakkalehatırası ürünler, züccaciye, tekstil ürünleri ile çeşitli gıdamadd<strong>el</strong>eri ve baharatlar satılmaktadır.Eşsiz Seramikler DiyarıÇanakkale 17. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarınadek önemli bir seramik merkezi olmuştur. 17. yüzyıl ile19. yüzyılın ilk yarısı örnekleri stil, kompozisyon, renk vedesen öz<strong>el</strong>likleri ile ilgi çeker. Öz<strong>el</strong>likle 18. yüzyılda seramikyapımı alanında tüm dünyada haklı bir ün kazanmışve 19. yüzyıla g<strong>el</strong>indiğinde g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> bir tarzla üretilen62
Çanakkale seramikleri, Avrupa’daki birçok ülkede görülmeyebaşlanmıştır. G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Çanakkale seramiklerininana malzemesi kırmızı plastik kil olup, dekor zeminlerindeastar kullanılmıştır. Dekor için gen<strong>el</strong>likle kahverengi, mor,turuncu, kiremit rengi, sarı ve mavi gibi renkler tercih edilmiştir.Dekorlama işleminin tamamlanmasının ardındanseramikler kurşunlu şeffaf sırla sırlanır. Sır içinse kahverengi,yeşilimsi bej, koyu yeşil, turuncu ya da krom sarısı gibirenkler göze çarpar. Bu dönemde fırça dekorlu küpler, kenarıdilimli çukur çanaklar, iki-üç renkli dekoratif ve çapraztaramalı bordürü olan değişik boyda tabaklar üretilmiştir.18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarında ise naif sahn<strong>el</strong>er,köşkler, kalyonlar ve hayvan motifleriyle süslenmiş guruptabaklar göz alıcı bir kusursuzlukla üretilmiştir.19. yüzyılın ikinci yarısına g<strong>el</strong>indiğinde üretim giderek endüstriy<strong>el</strong>bir hal almıştır. Formların özgünlüğü artmış veyeni süsleme teknikleri g<strong>el</strong>iştirilmiştir. Bu dönemde sır,zeytin yeşili, cam yeşili, krom sarısı, pas rengi, morumsukahverengi gibi değişik tonlar almaya ve sırların etkisi,formu tümüyle ya da açıklıklar kalarak kaplamaya başlamıştır.Bazı formların dekorlarında ise sır üstü altın yaldızkullanılmıştır.Daha sonraları yapılan seramikler, barok süsler, rozetler,yapraklar, çiçek ya da hayvan motifleriyle bezenmiştir. Budekorlar sır altına çömlekçi çamuru ile kabartma olarakyapılmıştır. 20. yüzyıl başına dek süren bu dönem eserleriarasında; hayvan heyk<strong>el</strong>i şeklinde ve üzerlerinde rozet bulunançeşitli kaplar, çift kulplu, şişkin gövd<strong>el</strong>i ve düz ağızlıçömlekler, dışa dönük yuvarlak ağızlı, açma yeri oymalı vemadeni musluklu fıçı biçimli kaplar, uzun boyunlu şiş<strong>el</strong>er,kıvrık kulplu sürahiler, tekne ve gemi formunda kandiller,akıtma sır tekniği ile yapılmış baharatlıklar ve şekerliklergibi günd<strong>el</strong>ik hayatta kullanılan eşyalar sayılabilir. Oldukçaabartılı olan bu dönem seramikleri, diplomatlar, gezginlerve denizciler tarafından hatıra mahiyetinde ülk<strong>el</strong>erinegötürülmüştür. Günümüzde seramik üretimi vazo, saksı,küllük, tuzluk, şamdan vb. hediy<strong>el</strong>ik eşya yapımıyla devamettirilmektedir.Çanakkale’de seramikçiliğin yanı sıra halıcılık da oldukçag<strong>el</strong>işmiştir. Şehrin folklorik yapısını günümüze taşıyanbu <strong>el</strong> sanatı öz<strong>el</strong>likle Ezine, Ayvacık ve Bayramiç ilç<strong>el</strong>erindeyaygındır. Kilim dokumacılığı ile başlayan halıcılık"düğümlü doku" denilen halıcığa geçmiştir. Çanakkalefolklorunu yansıtan <strong>el</strong> halılarının en b<strong>el</strong>irgin öz<strong>el</strong>likleri desenlerininçeşitliliği, doku kalitesi ve kullanılan renkleridir.Halılarda en çok kullanılan malzeme yündür.Çanakkale’de gen<strong>el</strong>likle seccade büyüklüğünde desenlihalılar üretilir. Öz<strong>el</strong>likle en önemli geçim kaynağı halıcılıkolan Ayvacık, kendine özgü desenleri olan ve saf yündendokunmuş halılarıyla dikkat çeker. Çanakkale halılarınınkalitesi, kurulan kooperatif sayesinde korunmaktadır. Buarada, Bayramiç ve Biga köylerinde yünden giysilik aba,çamaşırlık, Eceabat köylerinde yerli pamuktan makromeve şalvar dokunur. Yörede, çare, çorap, kese işçiliği deyaygındır.Resim: Anatolian Arts Arşivi63
İSMEK Usta Öğreticisi ve Minyatür SanatçısıTaner ALAKUŞ:"Sanat Sürekli Öğrenmektir"Ekrem Hamdi YAZICI“Sanat hayatımda önce öğrenmek, sonra öğrenmek, öğrendikçe daha da öğrenmek gerektiğini anladım.” diyenminyatür sanatçısı Taner Alakuş, İSMEK’te de minyatür dersleri veriyor. Minyatür sanatı ile ilgili düşünc<strong>el</strong>erinibizlerle paylaşan Alakuş’un bir de çağrısı var; “Biz sanatkârlar ömrümüz yettiğince bu kulvarda çalışıp, dahasonra da bu sanat misyonumuzu daha ileri götürecek pırıl pırıl öğrenciler yetiştirm<strong>el</strong>iyiz. Tabii ki yetiştirirken dehiçbir şey saklamadan, bütün öğrendiklerimizi onlara eksiksiz öğretip onlara zaman kazandırmalıyız ki onlar dabunun üzerine yeni bir şeyler ekleyebilsinler.”64
“Bugün yüzlerce yıldır yaşamış ve çeşitli evrimlerden geçmişkâh çok parlak dönemler yaşamış kâh unutulmayayüz tutmuş ama her zaman var olmuş bir sanatın, minyatürsanatının bir temsilcisi olarak günümüzde bu sanatıicra etmenin inanılmaz keyfini yaşıyorum. H<strong>el</strong>e bu sanatımeslek olarak yapmanın, ondan ekmek yemenin, keyifve haz alarak yaptığım bir işten aş çıkarmanın keyfini anlatmamak<strong>el</strong>im<strong>el</strong>er kifayetsiz kalır.” diyen Taner Alakuş,minyatür sanatının günümüzdeki en önemli üstatlarındanbiri olarak gösteriliyor. İSMEK’te minyatür branşında derslervererek bu sanatın daha çok insana ulaşmasına vesileolan Alakuş, çok değerli bilgi birikimini kursiyerleriylepaylaşıyor. Kıymetli sanatkâr, İSMEK El Sanatları Dergisiiçin minyatür sanatını, bu sanatı icra etmenin ve öğretmeninkendisinde yarattığı derin hissiyatı bizlerle paylaştı.Kendine ait çalışmaların görs<strong>el</strong>leriyle Taner Alakuş’un dilindenminyatür;“Günümüzde hızla kalabalıklaşan, şiddete daha da meyilliolan bir toplum için en önemli doktrin maneviyattır. Maneviyatladoğru orantılı olarak g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk <strong>sanatlar</strong>ımızıng<strong>el</strong>işmesi toplum sağlığı için çok önemlidir.Minyatür sanatını icra ederken maddeden kopup maneviyatımızadöneriz. Öğrenmesi ve uygulanması çok zor birsanattır. Nefsi terbiye eder, sabretmeyi öğretir. Ne kadarsabırlı ve titiz çalışılırsa o derece iyi eserlerin ortaya çıkacağıbilinir ve böylece bir anlamda nefis terbiye edilir.Hocaya saygı ana prensip olduğu için hocanın yönlendirm<strong>el</strong>eridoğrusunda ilk günden, ilk çizgi çalışmalarından birsanatkâr oluncaya kadar hatta daha sonrasında dahi hocadaima baş tacıdır. “Ben” kavramı yoktur, “biz” kavramıvardır. Sanatkâr minyatürünü yaparken kafasında bitmişolan eserin önce eskizini yapar. Daha sonra renklendirmeyebaşlar. Renklendirme işlemi bitince kontur işleminegeçilir. Bu süreçte sanatkârın dış dünya ile alakası kesilir,zihninde bitmiş olan hayali eseri bir an önce kağıda dökmeyeçalışır. Zamanın nasıl geçtiğini anlamaz, konsantrasyonen üst noktadadır. Menzile erişmek üzere olan bir66
ok gibi durmadan çalışır. Hiç aralıksız 10 saat çalışsa dahizaman bir an gibi oluverir.Sanat hayatımda önce öğrenmek, sonra öğrenmek, öğrendikçedaha da öğrenmek gerektiğini anladım.eser üretiyorsunuz. Yeterli donanım ve birikim oluştuktansonra bir sanatkârın en önemli eseri öğrencileri olmaktadır.Başından beri anlattığım gibi öğrencilerinize bilgileriniziaktarırken, öğretmenin ne kadar zor bir iş olduğunuSanatkârın tam donanımlı olması gerekmektedir. Bu yüzdençok çalışmalı, çok okumalı, çok görm<strong>el</strong>i, sürekli üretm<strong>el</strong>idir.Zamanla anladım ki; üretmek sadece eser ortayaçıkarmak demek değilmiş. Öğrenciliğimin ilk dönemlerindeüretmek, yalnızca öğrenmek, daha doğrusu sürekli öğrenmeyeçalışmak, nerede hangi konferans, sergi vs. varsakoşturup bilinçaltımı görs<strong>el</strong> ve duyusal olarak beslemekmiş.Şimdi daha iyi anlıyorum ki; bu birikim potansiy<strong>el</strong>enerjiymiş. Mezun olduktan sonra hayata atılınca, okulunbize eksik verdiği tarafları, insan ilişkilerini ve uzun soluklusanat maratonunda hangi eksiklikleri nasıl tamamlamamızgerektiğini öğrendik. Bir sinerji yaratıp iyi bir sanatçıolmak için günü değil, yarını hedef alıp yaşam tarzınıona göre şekillendiriyorsun. Sanattaki başarımı, omurgalıduruş dediğimiz duruş tarzıma borçluyum. Hiç kimseyekul olmadan, kimsenin de bana kul olmasını beklemedengeçirdim. Bunun yanı sıra sabit bir fikre bağlanmadım veyalnızca kendi hislerine göre hareket eden bir sanatkârda değilim. Her çeşit sergiyi (resim, grafik, g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> vs.)gezebilirim. Farklı <strong>sanatlar</strong>la ilgili seminerleri, toplantılarıvs. dinlemekten ve bunlarla ilgi materyalleri okumaktankeyif alırım.Eğitmen olduktan sonra şunu anladım ki; yeterli donanımlarıolmadan insanların eğitmen, öğretmen olmamasıgerekiyor. Şükürler olsun donanım olarak kendimi yeterliderecede görüyorum. Bu dönemdeki üretim, öğrenci yetiştirmekoluyor. Mezuniyetten sonra b<strong>el</strong>li bir süre sanatta67
anlıyorsunuz. Emek ve uzunca bir süre zaman harcıyor,her zaman aynı sabrı ve uygulamada aynı performansıgöstererek onların g<strong>el</strong>işmesine yardımcı oluyorsunuz. Buhayatınızdaki başka bir keyif dönemidir. Onların içinden okadar iyi öğrenciler çıkıyor ki sizin de ileri gitmenize, performansınızıtetiklemenize sebep olabiliyorlar.Bu dönemimizi ben olgunluk dönemi olarak algılıyorum.Ne kadar sevinseniz de, ne kadar gönül verseniz de artıkfiziki durumunuz performansınızı olumsuz etkilemeyebaşlıyor. Gözler daha az görüyor, daha çabuk yoruluyorsunuz,sinir sisteminiz daha hassaslaşıyor. Ama bu dönemdetecrübe, birikim, donanım devreye giriyor, ilahi adaletbu olsa gerek. Gençler de olmayan en önemli şeyler. Bugünbizim sanatımızın bence en önemli eksiği, günümüzünhastalığı olan “ben” kavramı. Biraz ince çalışan, birazemek harcayan sanatkâr bile olamamış sanatkâr adayadaylarının hemen “ben” dem<strong>el</strong>eri. Sanatımızın duayenlerinesataşıp, prim yapmaya çalışmalarına ben, g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong><strong>sanatlar</strong>ın magazinleri diyorum. Bunu çok genç arkadaş-68
larımızın yaptığı gibi yaşları bizlerden hayli büyük insanlarında bu sayede reklam yapmaya çalıştığını görüyor veüzülüyorum. Sanata bunca emek vermiş insanları hiçe sayarak,“benden başka sanatçı yok” demek nasıl büyük birvebaldir. Bunu sanat izleyicilerine bırakıyorum. İnsanlaraen iyi mesajı vermek; çıkartılan eserlerle olur, konuşarakdeğil. Üreten insan dilsizleşir, sanatı konuşur, çok konuşaninsanın sanatı kör<strong>el</strong>ir, beyni kirlenir. Maneviyatı bozulur.O yüzden lütfen çok fazla konuşmadan, fırçalarımızı konuşturalım.Bizler ömrümüz yettiğince bu kulvarda çalışıp,daha sonra da bu sanat misyonumuzu daha ileri götürecekpırıl pırıl öğrenciler yetiştirm<strong>el</strong>iyiz. Tabii ki yetiştirirkende hiçbir şey saklamadan, bütün öğrendiklerimizi onlaraeksiksiz öğretip onlara zaman kazandırmalıyız ki onlar dabunun üzerine yeni bir şeyler ekleyebilsinler.Bana bu sanatı öğreten hocalarım D. Tahsin Aykutalp,Yakup Cem’in <strong>el</strong>lerinden öpüyorum. Onlara minnettarım.Say<strong>el</strong>erinde sanat öğrendim, ayaklarımın üzerinde dimdikduruyorsam onlar sayesindedir…”71
Çağdaş Sanatı DönüştürenKlasik EsinlerYazı ve Fotoğraflar: Prof. Dr. İlhan ÖZKEÇECİ*, Şule Bilge ÖZKEÇECi**İlk çağlardan beri kalıcı olmayı, kendinden izler bırakmayı isteyen tüm toplumlar sanatın gücünü keşfetmiş vekendilerini ifade etmede onu kullanmışlardır. Güçlü bir iletişim aracı olan sanat geçmişi günümüze taşırken,g<strong>el</strong>eceğimizi de yapılandırır. Bu sebeple sanat tüm insanlık tarihiyle paral<strong>el</strong>lik gösteren uzun süreci ile çok yönlüdür,çok boyutludur. Dönem ve toplumlara göre sanat etkinliklerinde çok değişik beğeniler ve yorumlar görülmeklebirlikte bu kapsayıcılık hiç değişmez, sadece dönüşür.S<strong>el</strong>imiye Hünkar Mahfili
Türkiye, insanoğlunun dünya üzerinde var olduğu çağlardanitibaren yerleşim görmüş, zengin kültürlerin, ihtişamlımedeniyetlerin kaynaştığı, bugün de jeopolitik öneminikoruyan topraklar üzerindedir ve köklü tarihi ile neredeysetüm dünyayı etkileyecek geniş bir coğrafyayı kapsayarakAnadolu’yu çoktan aşan bir kültür<strong>el</strong> birikime sahiptir.Bu birikim Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi kimliğinikoruyarak sanata değer veren ve tutucu olmayan biryaklaşımla değerlendirilmiş, 16. yüzyılda dünyada zirveyeçıkan yeni bir sentez oluşturulmuştur.Çağımızda, tüm dünyaya gen<strong>el</strong>leyebileceğimiz bir biçimdesanatsal üretimin etkinliğinden söz etmek zordur. Teknolojikg<strong>el</strong>işm<strong>el</strong>erin öne çıktığı görülürken, estetik boyutunaynı oranda g<strong>el</strong>iştiği söylenemez. Teknoloji üretmede biraraç haline g<strong>el</strong>en bilim ile metal grileri parlatarak, betongrileri yumuşatarak modern dünyaya estetik kılıflar uydurmayahizmet eden sanatın amacını da yeniden sorgulayabiliriz.Sanatın tartışmalı kapsamı günümüzün giderek karmaşıklaşanyaşam biçimleri içinde daha da muğlâklaşıyor.Günümüzde iletişim ve yayın organları, görs<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>,öz<strong>el</strong>likle sinema g<strong>el</strong>işiyor ve toplum üzerinde çok dahaetkili oluyor. Diğer yandan tasarım öne çıkıyor, dolayısıylaotomobil, t<strong>el</strong>efon, beyaz eşya vb. teknolojik aletler, tekstil,mobilya hatta reklâm sektörü bile bir şekilde sanatkapsamına giriyor.Duygu ve düşünc<strong>el</strong>eri en etkili aktarım biçimi olan sanatsaltasarımda bilgi ve birikim önemlidir. Kültürlerin önplana çıktığı, küres<strong>el</strong>leşme süreci olarak adlandırılan veyer<strong>el</strong> kimliklerin önem kazandığı, medeniyetler çatışması,uzlaşması vs. gibi kavramların tartışıldığı günümüz dünyasında,çok zengin sanat, kültür ve medeniyet mirasıolan Türkiye’nin g<strong>el</strong>işm<strong>el</strong>eri iyi değerlendirmesi, avantajadönüştürmesi gerekir. Bu bağlamda her toplum, kendinesunulan yeniyi ve köklerinde var olan eskiyi sorgulamak,tartışmak ve deng<strong>el</strong>eri iyi kurmak durumundadır. Zira özgünolmadan evrens<strong>el</strong> olunamaz.Sanat eseri toplum ne kadar değer verirse o kadar değerlidir.Bu bir döngü. Sanatçı da toplumu ne kadar iyi gözlemlerve yansıtırsa o ölçüde başarılı olur, olacaktır. Öz<strong>el</strong>yetenekleri olan sanatçılar, içinde yaşadıkları dünyayave topluma karşı daha çok sorumludur. Sanatçı, eserinesomut biçimler verirken ona soyut manalar da katmalı,toplumunun kültür ve medeniyet seviyesini yüks<strong>el</strong>tm<strong>el</strong>i,sorunlara duyarlı olmalı, yaşadığımız çağa ve onun sanatınakatkı sağlamalı, ilklere imza atıp, örnek ve önder olmalı.Sanatçı eser verirken bu kaygıları taşımalı, işlevs<strong>el</strong>,kültür<strong>el</strong>, toplumsal düşünülm<strong>el</strong>i, bu anlayışla sanat eseri,seyredilen bir obje olmaktan çıkarak hayatın içinde yaşananbir olgu olmalıdır.Bu yazımızda; çağdaş sanata yeni ufuklar açacak herdem taze kalan, her beğeniye hitap eden gerçek sanateseri olarak hep önemini koruyan klasik <strong>sanatlar</strong>ımızdanörnekler vererek görkemli mimari formları, onları bütünleyendekoratif unsurları ve diğer sanat obj<strong>el</strong>erini görs<strong>el</strong>olarak yorumlamayı amaçladık.Pazırık Halısıİlk eserimiz “Pazırık halısı” olarak tanınan muhteşem birhalı, dünyanın bilinen ilk halısı. 1949 yılında Altay Dağı'nıneteklerindeki Pazırık bölgesinde buzullar arasında kalmışbir kurganda bulundu. M.Ö. IV. – V. yüzyıllara, günümüzdenyaklaşık 2500 yıl öncesine tarihleniyor. 183x196 cm.ölçülerinde, 3.58 m 2 ’lik bu eşsiz halının atkı ve çözgüleriyün. Gördes düğümü yani Türk düğümü ile kırmızı, küfyeşili, kahverengi ve sarı renklerle dokunmuş halının üzerindemerkezde 24 kareden oluşan bir desen yer alır, bukar<strong>el</strong>erin ortalarında palmet motifi olarak bilinen ve günümüzekadar çok yaygın kullanılan soyut motiflerinin ilkörnekleri görülür. Kar<strong>el</strong>erin etrafını saran birinci bordürdeefsanevi bir hayvan olan grifon figürleri, daha enli ikincibordürde Hun sanatında metal, ahşap ve keçe üzerindetürlü şekillerde bulunan Sığın geyikleri yer alır. Üçüncübordürde, orta kar<strong>el</strong>erin içinde de görülen sembolik palmetmotifi vardır. Dördüncü bordürde, tırısla giden atlar,atlara binmiş veya bir atlamalı olarak yanında yürüyeninsan figürleri sıralanmıştır. İnsanların kıyafetleri bütünbordür boyunca gerek renk gerekse biçim bakımındanaynı öz<strong>el</strong>liklere sahiptir. Atların hepsinin y<strong>el</strong><strong>el</strong>eri kesilmiş,kuyrukları bağlıdır.Bu eşsiz eserin <strong>el</strong>e geçmesiyle başlayan tartışmada pekçok araştırmacı, Orta Asya’daki göçebe topluluklarının bumükemm<strong>el</strong>likte bir halıyı dokuyacak kültür ve tekniktenyoksun oldukları ve üzerinde bulunan grifonların Ahamenidhanedanı (İran’da bu dönemde hüküm sürmüş birhanedan) zamanındaki Pers üslûbunu yansıttığı iddiasıylahalıyı İran’a mal etmek istemiştir.Bu örnek, sanat eserinin aynı zamanda b<strong>el</strong>ges<strong>el</strong> yönününve sanatçının yaşadığı çağın hayat tarzını eserine yansıtmasınınne derece önemli olduğunu göstermektedir. Halınındesenin hazırlayan yetenekli sanatçı veya sanatçılarbu derece başarılı soyut ve realist desen ve figür birikimininyanında aynı zamanda b<strong>el</strong>ges<strong>el</strong> nit<strong>el</strong>ikli eser vermişlerdir.Halının bordüründe görülen ve natüralist bir anlayışladokunan sığın geyikleri sadece Asya’da yaşayan hayvanlardır.Atların kuyruklarının bağlanması Türk topluluklarıarasında yaygın bir g<strong>el</strong>enektir, savaşa giden askerin ölümü(şehitliği) göze aldığını gösterir ve y<strong>el</strong><strong>el</strong>erinin kesilmesiTürklerde bir yas alâmeti olarak bilinmektedir. Dolayısıy-73
la bu halının desenini tasarlayan dahi sanatçı binlerce yılöncesinden günümüze g<strong>el</strong>en eserine kendi düşüncesinin,inancının ve yaşantısının imzasını da atmıştır. Daha sonrabir İskit mezarında bulunan son derece ince dokunmuşhalı kalıntıları Pazırık halısının b<strong>el</strong>li bir yerden getirilmiştek örnekler olmadığını, aksine yaygın bir g<strong>el</strong>eneğin ürünleriolduğunu göstermiştir.Çok olgun bir sanat anlayışını yansıtan bu şahane halınınhem dokumu yönünden, hem desen ve kompozisyon açısındanhem de malzeme kalitesi bakımından bu olgunluğaerişmek için geriye doğru çok uzun bir birikim süreciolduğu muhakkaktır. Bu değerli dokumanın, aksini iddiaeden tüm zorlama iddialara rağmen, Orta Asya topluluklarınındoğayla iç içe yaşamlarında zengin hayal güçleriyleg<strong>el</strong>iştirdikleri desenlerle, -muhtem<strong>el</strong>en güz<strong>el</strong> genç kızların-mahir <strong>el</strong>lerinde dokunduğunu ifade etmek en gerçekçiyaklaşımdır. Sınırsız bozkır topraklarının buna benzer,b<strong>el</strong>ki de daha güz<strong>el</strong>, gözler görmedik başka örnekleri saklamadığınıkimse iddia edemeyeceği gibi, bunların -birgün-gün ışığına çıkarılamayacağını da kimse bilemez.Sultan HanıSanat eserine bambaşka boyutlar katan bir diğer eseri Sultanhanını <strong>el</strong>e alalım. Sultan Han, Aksaray-Konya karayoluüzerinde, kendi adıyla anılan Sultan Han kasabasındadır.Sultan HanıAnadolu S<strong>el</strong>çuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafındanyaptırılan eser 1229 yılında tamamlanmıştır. Mimarı ŞamlıMuhammed bin Havlan'dır. Yaklaşık 4990 m 2 lik bir alanasahip olan dörtgen planlı yapı, Anadolu'daki S<strong>el</strong>çuklu kervansaraylarınınen büyüğüdür. Klasik S<strong>el</strong>çuklu kervansarayşemasının en başarılı örneklerinden olan Sultan Hanileri taşan mermer taç kapısı, köş<strong>el</strong>erdeki kul<strong>el</strong>erle 50metre genişliğindeki abidevi cephesi ve dıştan kul<strong>el</strong>erledesteklenmiş duvarlarıyla bir kaleyi andırmaktadır.Sultan Han kışlık ve yazlık olmak üzere açık ve kapalı ikikısımdan, -açık bir avlu ve hol bölümünden- oluşmaktadır.Açık avlunun ortasında bulunan köşk mescid dört kemerüzerine oturtulmuştur. Avlunun iki yanında mutfak, hamamgibi birimler yer alır. Hol bölümü yolcular ve hayvanlarınaayrılmıştır. Doğu cephesindeki muhteşem taç kapıve mescidin geometrik bezem<strong>el</strong>eri, S<strong>el</strong>çuklu taş süslemesanatının en güz<strong>el</strong> örneklerindendir.Kervansaraylar devlet adamları tarafından yaptırılan vakıfyapılarıdır. Geniş bozkırların ortasında insanların hemkendisine hem hayvanlarına yiyecek, barınacak, tedavigörecek güvenli bir sığınak olan bu kurumlarda misafirlerinbütün ihtiyaçları ücretsiz karşılanır.Issız dağ başlarında insanı karşılayan işlevliği ve planlamasıile sürekliliği olan kervansaraylar uzaktan doğayla uyum-74
lu malzemesi, sanki orada tabiatın bir parçası gibi bütünleşmişkonumlanması, mimari tarz ve yapılanma olarakvazgeçilemez estetik duyarlılığıyla dikkati çeker. Yakınlaşıncakale gibi taş duvarlarla kuşatılmış bir kütlevi etkiyiihtişamıyla ve heybetiyle tamamlayıp taçlandıran ince birzarafetle işlenmiş taç kapı büyülü çekiciliğiyle konuğunuiçeri davet eder. İnce bir işçiliğe ve anıtsal bir görünümesahip olan anıtsal taç kapılar taşın sertliğine, katılığına tambir tezat oluşturacak biçimde dant<strong>el</strong> gibi işlenmiştir. Yeryer sığ veya derin işleme teknikleri kullanılarak ince vekalın çok sayıda bordürle çevr<strong>el</strong>enen taç kapılara çarpıcıve hareketli bir form kazandırılmıştır. Görkemli ve deringörünümü kapılar mukarnaslarla kapı üzerine kadar indirilerekinsanı rahatlatan boyutlara getirilir.Büyük meşhur kervan yolları üzerine -gen<strong>el</strong>de- bir günlükyürüyüş mesafesiyle kurulan bu görkemli yapılar hertürlü zorlu iklim şartlarında ve yorucu bir yolculuğun sonundayolculara bu ihtişamlı kapılarını açar.Sultan Hanı Köşk MescidiŞimdi çoğu yıkık dökük, kimi restore edilip turistlere gösterilenama hiçbiri asli işleviyle hayatta olmayan bu güz<strong>el</strong>yapılar hem sanat hem siyaset eseridir. Kervansaraylartarihi İpek yolunun önemli bir bölümünü teşkil eden buyolların ekonomiye katkısını iyi değerlendirerek ticaretiteşvik etmek, canlı tutmak, cazip hale getirmek, yollarıgüvenli kılmak için yürütülen devlet politikasının bir eseridir.Bu tedbir ve teşvikler sayesinde Anadolu S<strong>el</strong>çukluhâkimiyetine girmesinin ardından XII. yüzyıl sonuna kadaruluslararası ticaretin merkezi olmuştur. Hem fonksiyon<strong>el</strong>yönüyle hem siyasi olarak hem ekonomik hem toplumsalaçıdan her açıdan, düşünülmüş işlev ve estetiğin inanılmazbütünlüğünü yansıtan kompleks yapılardır.İnsanları, eşyaları, bilgileri, kültürleri, savaşları, sevgileritaşıyan yolların bu asil, sade, görmüş geçirmiş konaklarıne bilinmez sırlar saklarlar ve bir masal gibi dinlemesinibilene hüzünlü hatıralarını, heyecanlı, uzun maceralarınıanlatırlar, hem de gözsüz gördüklerini dilsiz anlatırlar.Sivas Gök Medrese’de Hayat AğacıÜçüncü örneğimiz Sahib Ata Fahreddin Ali tarafından 1271tarihinde yaptırılmış olan Sivas Gök Medrese’nin şahanetaç kapısında yer alan görkemli bir rozet. Simetrik bir düzenlemeile nar ağacı şeklinde yapılmış, iri formu ve güçlügrafik etkisiyle bu özgün tasarım simges<strong>el</strong> olarak bir hayatağacı figürüdür.Tabiatın vazgeçilmezi ağaçların Türk süslemeciliğindeönemli yeri vardır. Stilize olarak veya yarı üslûplaşmış biçimderesmedilen ağaçların başında çok güçlü simges<strong>el</strong>anlatıma sahip olan hayat ağacı motifi g<strong>el</strong>ir. Kökleri tarihinbilemediğimiz çağlarına kadar inen hayat ağacı çok eski75
leyen, gen<strong>el</strong>likle kuşlar ve kartallarla birlikte resmedilenbir simgedir. Şaman inançlarına göre; hayat ağacı dünyanıneksenidir. Şamanın gökyüzü veya yeraltı seyahatindeağaç merdiven veya yol vazifesi görür. Aslan, ejder yaniyılan ve masal yaratıkları tarafından beklenen ve dünyanıntam ortasından yüks<strong>el</strong>en bu ağacın kökleri yeraltınainer, dalları ise dünya dağının zirvesine yüks<strong>el</strong>ir. Böylecebu kutsal ağaç, dünyanın her üç katını -gök, yer ve yeraltıdünyalarını- birbirine bağlamaktadır. Dünya Ağacı’nın zirvesinde,görevi, gökleri korumak olan iki başlı bir kartalyuva kurmuştur.Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin uykusunagirip, hâkimiyetinin ner<strong>el</strong>ere kadar uzanacağını söyleyen,her tarafa dal-budak salan ve budaklarının gölgesi dört biryanı örten de ağaçtı. Türk mitolojisinde, Tanrı’ya kavuşmanınyolu olarak görülen “Evliya Ağaç”, veya insanlar, ejderlerve başka tılsımlı hayvanlar tarafından korunduğunainanılan, hayat ağacının İslâm inancındaki Tuba ağacı gibikökleri göklerde ve cennette bulunmaktadır.dönemlerden itibaren neredeyse bütün medeniyet çevr<strong>el</strong>erindeyoğun biçimde kullanılmıştır ve her toplumuninanç sistemine göre farklı sembolik anlamlar taşır. Öyle kihikâyesi ilk insanla başlar. Hz. Âdem ve Havva'nın cennettenkovulmasına sebep olan bazılarına göre <strong>el</strong>ma ağacı,bazılarına göre incir, bazılarına göre ise bir nar ağacıdır.İslâm sanatında görülen hayat ağacına farklı anlamlaryüklenmiştir. Hayat ağacı Sidret’ül-Münteha (son ağaç) ilebağlantılandırılır. Kur’an’da Hz. Muhammed’in Miraç sırasındaen üst sınırda yer alan Sidret’ül-Münteha’ya kadar,yani mahlûkat âleminin son noktasına yüks<strong>el</strong>diği bildirilir.Peygamber’in ulaştığı sınırdan sonra Cennet’ül-me’vâ yeralır, kutsal ağaç Sidre’de insan bilgisi sona erer. Buradanitibaren gayb ve bilinmezler âlemi başlar.Dede Korkut kitabında da adı geçen, bazen bir şemadâhilinde, bazen de bağımsız bir motif olarak kullanılanhayat ağacı S<strong>el</strong>çuklu ve Beylikler döneminde cennet anlamınıda kazanır. Dalları arasında yer alan narlar cennetmeyv<strong>el</strong>erini, kuşlar cennet kuşlarını sembolize eder.Orta Asya'dan Orta Avrupa içlerine, Japonya'dan Amerikakıtasına eski Yakın Doğu sanatından, semavi dinlere bütündünyayı saran bir efsane, bir mit, bir sembol olarakkabul edilen Sümerler’in ışık ağacı olarak adlandırdıklarıbu simge, Sümer silindir mühürlerinden Hitit, Urartu, Asur,Ahameniş ve Sasani taş kabartmalarına kadar pek çokyerde görülür.Kutsal ağaç, dünya ağacı gibi isimlerle de anılan aynı zamandainsan, insanın canı ve soy anlamlarıyla da bağlantılıolan hayat ağacı evreni, cenneti, ölümsüzlüğü, ebediyeti,hayatın başlangıcını, çoğalmayı, suyu, yağmuru, bereketiyani kullanıldığı toplumun inancına göre çeşitli simges<strong>el</strong>anlamları taşır. Ağaç kültü animizmde, ağaçların saygıgösterilmesi gereken bir ruha sahip oldukları ve ağaçlaragösterilen saygının bereketi etkilediğine inanmaktan kaynaklananbir külttür.Ağaç, Türk toplumlarının g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> dünya görüşlerinde,insanların birbirleriyle ve doğanın insanlarla bağını sembolizeeder. Bu simges<strong>el</strong> anlamlarının yansıması olaraktabiata saygılı bir yaşam biçimi g<strong>el</strong>işmiş, ağaç kutsal bilinmişve onu kesmek günah sayılmıştır.Türklerin ve Moğolların Gök tanrı inancında ve KuzeyAmerikanın yerli inançlarında, dünyanın merkezinde durduğuna,yer ve gök alemini birleştirdiğine inanılan “Dünyalarağacı” vardır. Eski Türk inanç sistemi Şamanizm’egöre hayat ağacı (şaman ağacı) dünyanın merkezini b<strong>el</strong>ir-Hayat Ağacı76
Buharâ’nın fethini müjd<strong>el</strong>er. Bu işaretle Buhara üzerinesefere çıkan Timur (1336-1405) zafere ulaştıktan sonramanevi bir şükran hissi ile Ahmed Yesevi’nin mütevazıkabrini ziyaret eder. Timur, bazı ölçüleri bizzat b<strong>el</strong>irleyerekkabrin üzerine muhteşem bir türbe ile mescit, dergâh,mutfak ve diğer hizmet binaları ile beraber büyük bir külliyeyapılmasını emreder. O dönem Türkistan'ın en ünlümimarı Hoca Hüseyin Şirazi tarafından yapılan ve çağınınmimari şaheserlerinden olan türbenin inşası iki yılda tamamlanır.Timur külliyenin ihtiyaçları için türbeyi kuşatangeniş bir araziyi ve Türkistan’daki sulama kanallarının g<strong>el</strong>irlerinivakfiye olarak tespit eder.Külliyenin ceph<strong>el</strong>erinin büyük kısmı ve biri düz diğeri dilimliiki kubbesi çinilerle kaplıdır. Yapının yüzeyinde çinituğlalar üzerinde büyük boy kufi yazılar ve üst kısımlarındayazı kuşakları yer alır. Güneydeki onsekiz metr<strong>el</strong>ik taçkapının iki yanında çifte minar<strong>el</strong>er bulunmaktadır. Buradankubbesi 37,5 m olan tekke meydanına girilir. Yesevi’ninyeşim taşından sandukası bulunan türbe mihver üstündekuzeyde bulunmaktadır. Çok ince oymacılık sanatı gösterenahşap kapılar ve altın yaldızlı tunç tokmakları ileher ayrıntısı tek tek mükemm<strong>el</strong>leştirilen yapı bütünde dehaşmetli ve bir o kadarda asaletli bir görünüm sergiler.Çift başlı kartal; yukarıda sözünü ettiğimiz kültürlerdehâkimiyet, krallık sembolü olarak Anadolu'da M.Ö. 3.000yıllarından, günümüze kadar kullanılag<strong>el</strong>miştir.Sivas Gök Medrese kapısında tepesinde çift başlı kartalarması bulunan, dallarına kuşlar konmuş simetrik bu narağacı güçlü grafik değeri ve simges<strong>el</strong> anlatımıyla S<strong>el</strong>çukludönemi Türk sanatının en güz<strong>el</strong> örneklerinden biridir.Sanatta etkileşim kaçınılmazdır, çünkü estetik mükemm<strong>el</strong>liğeulaşmak, evrens<strong>el</strong> beğenileri olgunlaştırmak kolaydeğildir, buna kişilerin değil, milletlerin bile ömrü yetmez.Dolayısıyla sanat, her toplumun katkısıyla g<strong>el</strong>işir. Ama görüldüğügibi sanatçıların <strong>sanatlar</strong>ına yön veren ise, tem<strong>el</strong>deinanç ve düşünce sistemleridir. Estetik olarak çok farklıve zengin görs<strong>el</strong> yorumları olan insanlık tarihinin köklü veortak sembolü olan hayat ağacı geçmişten bize önemli birsüreklilik taşır ama ruhuyla birlikte.Hoca Ahmet Yesevi TürbesiTürk İslam mimarisinde öyle eserler vardır ki, bu abideeserler kendileri gibi abide şahsiyetlerle hatırlanır. Mes<strong>el</strong>aSüleymaniye veya S<strong>el</strong>imiye denilince akla eserin mimarıMimar Sinan g<strong>el</strong>irken, Sultan Ahmet denilince, yaptıran(banisi) padişah Sultan Ahmet g<strong>el</strong>ir. İşte ismiyle müsemmabu muhteşem eserlerden biri de, dingin ve bilgece duruşuylabüyük Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevi'nin türbesidir.Türkistan'ın manevi merkezi olarak kabul edilen vegünümüzde Türkistan'ın (Güney Kazakistan) Yasi (Yesi)şehrinde bulunan Hoca Ahmed Yesevi Türbesi 1389-1405yılları arasında Timur döneminde inşa edilmiştir.Rivayete göre Ahmed Yesevi, kendisinden iki asır sonrayaşayan büyük Türk hanı Emir Timur’un rüyasına girerek"Pir-i Türkistan", "Hazret-i Türkistan", “Hoca Ahmet”, “KulHace Ahmet” isimleri ile tanınan Ahmet Yesevi, 11. yüzyılınikinci yarısında (1093) bugünkü Kazakistan'da doğmuş.Babasının ölümünden sonra, Yesi'ye yerleşerek “ArslanBaba” adlı bir Türk şeyhinden manevi eğitimi almış, oradanBuhara'ya giderek, Şeyh Yusuf Hemedani'ye bağlanmış,tasavvuf eğitimini tamamlamış, onun yerine geçmiş.Ahmet Yesevi, ilk Türk-İslâm mutasavvıfı olup, “Hikmet”adı verilen şiirler yazmıştır. Türklere, İslâm'ı tanıtma yolundakitaleb<strong>el</strong>eri de bu hikmetleri, bütün Türk dünyasınayayarak Türkçe'nin yayılmasını ve korunmasını sağlamışlardır.Yesevi öğretisinin bu denli etkili olmasının tem<strong>el</strong>nedenlerinden biri; Ahmet Yesevi'nin düşünc<strong>el</strong>erini anlatmakiçin, o dönemde g<strong>el</strong>enek olduğu üzere Arapçaveya Farsça'yı değil, Türkçe'yi seçmesidir. Ayrıca İslam'ındeğerlerini Türk kültürünün değerleri ile kaynaştıran Yeseviöğretisi, öz<strong>el</strong>likle bozkırlarda yaşayan Türk boylarınınİslamiyet'i benimsemesini kolaylaştırmıştır.Osmanlı topraklarında doğmasa da, Osmanlı dönemindeyaşamasa da Ahmet Yesevi'nin Osmanlı İmparatorluğuüzerinde önemli etkileri olmuştur. Taleb<strong>el</strong>eri Ahmet Yesevidergâhından aldıkları ışığı, “Horasan"a, “Diyar-ı Rum”a(Anadolu'ya) ve “Balkanlar”a” (Avrupa'ya) kadar yaymışlar,Anadolu ve Rum<strong>el</strong>i'de Türk varlığının oluşmasını sağlamışlardır.Anadolu’nun Türkleşmesinde çok büyük rol oynayanYunus Emre, Hacı Bektaş-ı V<strong>el</strong>i, Şeyh Edebali, SarıSaltuk, Geyikli Baba hep onun yolundan giden maneviTürk öncüleridir. Sanat ve ticaret ahlâkını koruyan “Ahiler”,Anadolu kadınını aydınlatan “Bacıyan-ı Rumlar” siviltoplum kuruluşu olarak örgütlenerek çağlarında toplumsalyapıyı biçimlendirmişlerdir.Sovyet Rus yönetimi Yesevi külliyesini "Kültür-park" adıaltında bir müze haline getirip dini maksatlı ziyareti ve dergahtaherhangi bir şekilde ibadet edilmesini yasaklamıştır.Dergâh içinde yer alan tarihi kıymete haiz birçok eşyayıda başta Hermitage müzesi olmak üzere değişik müz<strong>el</strong>eredağıtmıştır. Bu yasağa rağmen Yesevi Külliyesi’ninTürkistan'ın çeşitli yerlerinden g<strong>el</strong>en çeşitli Türk boyların-77
Hoca Ahmet Yesevi Türbesidan Müslümanlar nezdindeki itibarı ve Yesevi’nin maneviotoritesi yıkılamamıştır. Türkistan Müslümanları külliyeyiasliyetine uygun olarak yaşatma azmini sürdürmüşlerdir.Bu muhteşem eser, 2002 yılında UNESCO tarafından, dünyatarih kültür mirası olarak kabul edilmiş, yakın zamanda daTürkiye Cumhuriyeti tarafından restore edilmiştir (1993-2000). Son dönemde Kazakistan makamlarının gayreti iletürbeye ait tarihi materyalin, öz<strong>el</strong>likle yedi ayrı metalinalaşımından dökülmüş olan iki ton ağırlığındaki ve üçbinlitre su alma kapasitesindeki ünlü döküm kazanın iadesisağlanmıştır."Şu Ahmet Yesevi kim, bir araştırın göreceksiniz,Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız"Yahya Kemal Beyatlı böyle söylüyor, O’nun hakkında. AhmedYesevi asırlarca bu kadar geniş bir sahada tesirini devamettiren ve etkileri günümüze kadar ulaşan Orta AsyaTürk dünyasının en büyük ismidir. Hayatı efsane olan bubüyük insanı bu derece uzun ömürlü ve saygın kılan f<strong>el</strong>sefeyiiyi kavramak gerekir. Yesevi’yi insanları biçimlendirenbir sanatçı olarak düşünürsek ölümsüz olabilmenintadı doyasıya sanatta da var ve gerçek sanatçının bu gücüvar.S<strong>el</strong>imiye Camii KubbesiEdirne’nin hiçbir şehre nasip olmayacak muhteşem tacıS<strong>el</strong>imiye Camii hakkında çok şey söyleyebiliriz. Osmanlımimarisini zirv<strong>el</strong>ere çıkaran, teknik öz<strong>el</strong>liklerindeki üstünlükve ayrıcalıklarından söz edebiliriz. Mimar Sinan’ın,dönemin padişahı Sultan II. S<strong>el</strong>im’in buyruğu ile Edirne’de1568-1575 yılları arasında inşa ettiği S<strong>el</strong>imiye Camii, 22202m 2 alanı ile “kapladığı yer bakımından en geniş cami” olarakmimarlık tarihine geçmiştir. Tümüyle 2475 m 2 , iç bölümüyle1.575 m 2 alanı kaplayan S<strong>el</strong>imiye camii sadece bircami değil medrese, hamam, türbe, imaret gibi birçok binadanoluşan külliye g<strong>el</strong>eneğini devam ettiren bir yapılarbütünüdür ancak Mimar Sinan, külliyenin öbür yapılarınınboyutlarını küçük tutarak tüm dikkatlerin cami üzerindetoplanmasını sağlamıştır.Duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında yer alan cami, yaklaşık40 m boyunda, 60 m eninde bir ibadet yeri ile bunakuzeyden bitişen, hemen hemen aynı ölçülerde avludanoluşur. Camii medrese ve Dar-ül Hadis, dört yanı duvarlarlaçevrili, 190 x 130 m boyutlarında büyük dikdörtgen avlununiçine, ortada cami ve güneydeki köş<strong>el</strong>erde ikiz eğitimyapıları olmak üzere, simetrik bir düzende yerleştirilmiştir.Ortasında 16 köş<strong>el</strong>i, üzeri açık bir şadırvan bulunan avlununçevresi üstü örtülü, önü açık revaklarla çevrilidir.Sinan'ın S<strong>el</strong>imiye'den önce yaptığı her yapıda, S<strong>el</strong>imiye'denbir parça bulmak mümkündür. Usta mimar, S<strong>el</strong>imiye camiindenönce Hadım İbrahim Paşa camiinde ve RüstemPaşa camiinde sekiz köş<strong>el</strong>i kaide üzerine oturan kubbeşeklini de denemişti. Böylece Sinan büyük pratik araştırmalarlacamiler için kendine en ideal görünen âbide fikriniiyice hazırlayıp g<strong>el</strong>iştirdikten sonra plan açısından altıgenveya sekizgen çardaklı şema düzeninin uygulamaları ileyenilikler getirdiği en büyük şaheseri S<strong>el</strong>imiye'nin inşasınabaşlamıştır.Dikey ve yatay hareketleri ile hem dinamik hem dengedebu mükemm<strong>el</strong> eseri kadar muhteşem mimarınındehası ve esin kaynakları üzerinde konuşulabilir. Mes<strong>el</strong>aS<strong>el</strong>imiye’nin devasa kütlesinin insanın gözüne hiç batmayacakbiçimde maharetle kadem<strong>el</strong>enerek boyutlandırmasındaMimar Sinan’ın Kayseri’de geçen çocukluğu dönemindeheybetli Erciyes dağından ilham aldığı söylenir.Efsan<strong>el</strong>er ve rivayetlerle bez<strong>el</strong>i tarihi <strong>el</strong>e alınabilir S<strong>el</strong>imiyeCamii. En çok müezzin mahf<strong>el</strong>indeki mermer sütun üze-78
S<strong>el</strong>imiye Camii-Edirnerinde, kabartma olarak yapılmış olan ters bir lale motifihakkında efsanesi ile meşhur olan Camii’nin açılışını inşafermanını yazan II. S<strong>el</strong>im ne yazık ki ömrü vefa etmediğiiçin görememiştir.S<strong>el</strong>imiye Camii, bütünü meydana getiren her bir öz<strong>el</strong>liği ileilgi çekici olmakla beraber, bu bütünün ortaya koyuluş biçimive tüm yönlerin içinde herhangi birinin öne çıkmayarakbütünün içinde yer alması ile diğer abidevi eserlerdenayrılmaktadır. Çok uzaklardan göze çarpan dört minaresiyletüm dikkatleri üzerine çeken S<strong>el</strong>imiye şehir siluetindekihâkimiyetini açıkça b<strong>el</strong>li eder. Bu yönüyle, büyük birmimar olmasından başka Mimar Sinan'ın aynı zamandaşehircilikte de uzman olduğunu gösteren bir eserdir.Cami sadece mimarisi değil onu tamamlayan tüm diğer<strong>sanatlar</strong>ı da g<strong>el</strong>işmenin en yüksek noktalarına varmıştır.Mimar Sinan S<strong>el</strong>imiye'de dış yapı biçimi kadar iç mekântasarımına da ağırlık vermiştir. Mermerden yapılmış minber,işçiliğindeki inc<strong>el</strong>ik, yükseklik, büyüklük ve güz<strong>el</strong>likbakımından bu grubun diğer şaheserlerini gölgede bırakır.Mihrap tarafında duvarlar, minberin arkası ve külahıile camideki bütün alt kat pencer<strong>el</strong>erin alınlıkları göz alıcıçinilerle kaplanmıştır. Mihrap duvarındaki büyük çini panolarınrenk ve kompozisyonlarıyla Osmanlı ve dünyaçiniciliğinin şaheserleri arasındadır. H<strong>el</strong>e Hünkâr mahfilindebulunan bahar dallı, natüralist çiçeklerle ve soyutmotiflerle bez<strong>el</strong>i çiniler mekânı bir hayal bahçesine çevirir.Kökü karanfil, lâle ve sümbüllerle zenginleştirilmiş meyvevermiş iki <strong>el</strong>ma ağacı bütün Osmanlı çinilerinde tek orijinaldekordur.Osmanlı Saltanatı'nın Edirne'ye en büyük armağanı olarakbeş asıra yaklaşan geçmişiyle dimdik ayakta duran heybetiyleve estetik mükemm<strong>el</strong>liği insanı kendine hayranbırakan S<strong>el</strong>imiye Camii'nin kubbesine dikkat çek<strong>el</strong>im.S<strong>el</strong>imiye Camii, yüksekliği 43,25 m, çapı 31,25 m olan muazzambir kubbeye sahiptir. Kubbe üzerindeki kurşununağırlığı 18 tondur. Eserin kilit taşı 5 ton olup, taşın üzerindebeş metr<strong>el</strong>ik altın kaplı âlem bulunur. Bu büyük kubbe 6m genişliğindeki payanda kemerlerle birbirine bağlananve fil ayağı denen dev sütunlar üzerine oturur. İki tanesikıble duvarına bitişik olan fil ayaklarının öteki altı tanesiikişer ikişer doğu, kuzey ve batı duvarlarının önünde yeralır. Burada önemli olan sadece büyüklük değildir, dünyadadaha büyük yapılarda var ama bu eserde iç mekânınferahlığı, aydınlığı ve insanları bir kubbe altında, bölünmemiş,parçalanmamış her taraftan son sınırlarına kadar gerilmişdeng<strong>el</strong>i tek bir mekânda bir araya getirme amacıylakurulan bütünlük eşsizdir. Yapının içinde tek ve büyükkubbeyle sağlanan görkemli bütünlük, bir başka ifadeylebütün halinde toplanmış olan iç mekân dünya mimarisindeeşi olmayan bir etki ve mana taşır. Cami, içeri gireniönce bu bütünlüğün heybetiyle ardından her bir detayıince ince düşünülmüş esere şahane bir sükûn veren unsurlarıylabüyüler.Kubbe mimarisi ilk olarak milattan önceki dönemlerdeMezopotamya’da görülür. Kubbe k<strong>el</strong>imesi Batı dillerine,Müslümanların Endülüs’teki hâkimiyetleri sırasında İspanyolcaaracılığı ile girmiştir. Tarihi g<strong>el</strong>işimi süreci içindeboyutları büyüyen kubbe asıl önemli g<strong>el</strong>işimini Türk veİslam mimarisinde kaydetmiştir. Zamanla cami mimarisininvazgeçilmez bir unsuru haline g<strong>el</strong>en kubbe mimarisindeOsmanlı mimarları aşılamayan bir zirve ulaşmıştır.Kubbenin yapılmasındaki ideal olan mekân bütünlüğünütemin etmekle, mimarideki son şeklini Osmanlı mimarlarıvermiştir. Abanma ve taşımadaki problemlere rasyon<strong>el</strong>çözümleri de Osmanlı mimarisi getirmiştir. Türk mimarisi,ana mekânda geometrik ve köş<strong>el</strong>i, üst yapıda kubbeye uygunolarak dairevi ve kürevi geçiş unsurlarını anlayış içindetatbik etmiş mekan içindeki dayanakları görünür hale ge-79
tirdiği gibi dış payanda sistemi ile kubbe ağırlığını toprağakadar götüren kadem<strong>el</strong>i teşkilatı gerçekleştirmiştir.Mimarimizde en üst noktayı teşkil eden ve klasik devirmimarisinin bir sentezi olan Mimar Sinan, kubbe inşasındada bazı yenilikler getirmiştir. Erken devirdeki Türküçgenleri ve bunu takip eden sarkıtlarla süslü pandantiflerinyerine, kubbeye geçişte daha yumuşak olan tromplarıkullanmıştır.Kubbe, mimaride evreni temsil eden bir simgedir. Tüminanç sistemlerinde bu sebep ile dini yapıların çoğundakubbes<strong>el</strong> örtü sistemleri tercih edilmiştir.Asya toplumlarının mimarisinde tem<strong>el</strong> olan merkezi mekâng<strong>el</strong>eneğini taçlandıran S<strong>el</strong>imiye Camii'nin kubbesi, gökkubbenin altına toplanan tüm insanlık gibi birliği, bütünlüğütemsil eder. Kubbe, Osmanlı medeniyetinin merkeziyetçidünya görüşüne uygun olarak, bu düşünce tarzınınmimari karakterde yansımasıdır. S<strong>el</strong>imiye Camii'nin muhteşemkubbesi ise Osmanlı devletinin kuruluş ve g<strong>el</strong>işmef<strong>el</strong>sefesiyle birebir örtüşen bir zihniyetin ürünü olarak bumedeniyetin en ihtişamlı dönemlerini anlatmaktadır.“S<strong>el</strong>imiye'nin mekân büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışıketkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstünolduğu” söylenir (Prof. Dr. Ernst Diez). Bu kanaat bir anlamdaSinan’ın başarısının kanıtıdır, çünkü ondan istenen“benzeri olmayan bir camii, bir eser yapması”dır. Aslındayenilik, değişim, hiç olmayanı, hiç görülmemişi yapmak isteğiher dönemde, her topumda değişmeyen bir olgu amabaşarmak herkese nasip olmuyor.Mostar KöprüsüMostar Köprüsü, Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin Mostarşehrinden geçen Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ınS<strong>el</strong>imiye Camii iç mekanöğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşaedildi. Neretva Nehri'nden 24 m yüksekte 30 m uzunluğunda,4 m genişliğinde olan Mostar Köprüsü, döneminegöre g<strong>el</strong>işmiş bir teknolojiyle inşa edildi. Köprü inşaatında456 kalıp taş kullanıldı. Köprü, inşa edildikten sonra yakınındakişehre ismini verdi, şehirde ticareti canlandırdı vezenginleştirdi. Böylece Mostar, Hersek bölgesinin önemlibir şehri haline g<strong>el</strong>di. G<strong>el</strong>eneğe göre şehrin erkekleri, nişanlılarınacesaretlerini ispatlamak için düğün öncesindeköprüden atlarlardı.Güz<strong>el</strong> günlere de savaşlara tanık olan bu eşsiz köprüBosna-Hersek'te başlayan iç savaş sırasında yıkıldı. MostarKöprüsü'ne ilk saldırıyı 1992'de Bosnalı Sırplar düzenledi.1993'te Hırvat tankları köprüye daha büyük bir zarar verensaldırılarını başlattı. Kasım ayının sonunda köprü tamamenyıkıldı. Dev taşları, nehrin sularına gömüldü.Savaş sonrasında İngiliz güçleri yıkılan köprünün yerinegeçici bir demir köprü yaptı. Mostar civarındaki diğer köprülerde tahrip edildiğinden, nehrin iki yakasını birleştirentek yapı olarak bu köprü kaldı.Yüzbinlerin hayatına mal olan, canını yakan, evlerindensürülen, tecavüze ya da toplu kıyıma uğrayan insanlarındramıyla Bosna–Hersek’teki bu yüzkarası savaşın hafızalardakalan en manidar görüntülerden biride Mostar Köprüsüyıkılışıdır. Hemen her siyasi görüşten insanın oradayaşananların bir insanlık suçu olduğunda hemfikir olduğubu iğrenç savaşta sadece orada yaşayanlar değil tanık olantüm insanlık izleri geçmeyecek derin yaralar aldı. Bir ülkeninyazılı tarihi Saraybosna’daki Üniversite Kütüphanesiatılan bombalarla kül oldu. Evler ve ibadethan<strong>el</strong>er bombalandı,hatta dozerle yıkıldı. Savaşı uzaktan izleyenlerin aklındabu vahşetten geriye, sadece ayrıntılarından arınmışbir dehşet hissi kaldı. Ve b<strong>el</strong>ki bir de Mostar köprüsününyıkılış anına ait görüntüler.80
Mostar KöprüsüMostar Köprüsü'nün eski haline uygun olarak yeniden inşasıçalışmaları (TİKA) UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteğiyle1997'de başladı. Köprünün inşaatını bir Türk şirketiüstlendi. Macar ordusundan dalgıçlar orijinal taşları bulupvinçlerle çıkardı. Civardaki taş ocaklarından yeni taşlar dagetirilerek inşaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarındaTürkiye'nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerininhazır bulunduğu bir törenle, İngiliz Prensi Charlestarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açıldı. Açılışı çok sayıdat<strong>el</strong>evizyon ekibi naklen yayınla seyircilerine ulaştırdı.Mostar Köprüsü, eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılındaDünya Kültür Mirası Listesi'ne eklendi.Adını etrafına kurulan şehre veren Mostar köprüsünü bukadar öz<strong>el</strong> kılan şey neydi? Eskiliği mi? Güz<strong>el</strong>liği mi? Birmühendislik harikası olması mı? Adına yazılan şiirler mi?Ülkesinin en önemli turistik sembollerinden biri olmasımı? Muhtem<strong>el</strong>en bunların hepsi. Ve bunların da ötesindedaha önemli bir şeyler.Üzerinden insanların araçların geçtiği sıradan köprülerdenbiri gibi değil Mostar köprüsü bir simgeydi. Sanki tek gözlüsivri kemeriyle ve mimarinin başarısını yansıtan yüksekliğiile geçmişi g<strong>el</strong>eceğe uzatan, eskileri yenilere ulaştıranbir gökkuşağı gibi. Sanki manevi bir mertebe, yüc<strong>el</strong>ten birmerhale, bir yiğitlik, kahramanlık efsanesi gibi. Sanki biriktirdiğitüm zenginlikleri, asaleti, bilg<strong>el</strong>iği, güz<strong>el</strong>liği kendindensonrakilere cömertçe sunan, altından akan sularıngeçiciliğine inat kalıcılıkları simg<strong>el</strong>er gibi. Sanki saygı duyulanbir otorite gibi bağlayan, birleştiren bir güç gibi.Onu inşa eden medeniyetin hiç ard niyetsiz diğerlerineulaşmak için inşa ettiği bir köprüydü Mostar, yüzyıllarboyunca Bosna'da hoşgörü ve kültür<strong>el</strong> çeşitliliğin sembolüydü.Şehrin Müslüman ve Hırvat kesimini, birbirine bağlıyordu.Köprünün yıkımı, Mostar'ın çok uluslu mirasınınreddedilmesi anlamına g<strong>el</strong>iyordu. Bombalanan aslında birmühür gibi görünen bu ruhtu.Bu köprü aynı köprü mü? Değil. Mostarlılar için hayatlarınınbir parçası olan ve yapıldığı medeniyet çevresi içindeyaşayan tüm toplumları birbirine ulaştırmayı amaçlayanbu köprünün artık o eski ruhu yok çünkü. Bugün çokuluslu bir yönetim tarafından idare edilen Mostar'da savaşdöneminde başlayan bölünm<strong>el</strong>er hala devam etmektedir.Hırvatlar nehrin batısında, Müslümanlar ise doğusunda yaşıyor.Savaş sırasında şehirden ayrılan Sırplarsa bir dahageri dönmedi.Sanat da bir köprüdür. İşlevs<strong>el</strong>liğin ve b<strong>el</strong>ges<strong>el</strong> nit<strong>el</strong>iğin önplanda tutulduğu Türk sanatında amaç, sadece mimari, estetikbir öge olmanın veya bir duvarı süslemenin ötesinde,olguları, hayatı, inancı b<strong>el</strong>g<strong>el</strong>emek olmuştur. Binlerce yıllıkgeniş ve zengin g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> kültüründe bu tarz bir sanatanlayışının hâkim olduğu Türk klâsik <strong>sanatlar</strong>ının mimari,süsleme ve dekorasyon boyutları yanında, asıl düşüns<strong>el</strong>boyutuyla günümüzün sanat eğitimine yansıması önemlibir husustur.Sonuç olarak mananın dengesinin madde lehine bozularakinsanlık için olumsuz bir hayat tarzını da beraberindegetirdiği günümüz dünyasında maddeyi tamamlayan manalaravurgu yaptık. Görüneni bütünleyen, onu anlamlandıranve çok derin süreklilikler barındıran simges<strong>el</strong>likleredikkat çektik.*Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi**Sanatçı-Sosyolog81
Âsâr-ı KadîmeHatice ÜRÜN*Geçmişin izlerini ararken, eski zamanın seslerini işitmek, her parçanınlisan-ı halini dinlemek… Nadir olana sahip olma isteği, bilginin gözzevkiyle buluşması… Sermayesi ise geçmişe saygı ve merak; işteÂsâr-ı Kadîme…Tombak şerbetlikten detay
Bir çağın, bir devrin, bir kültürün b<strong>el</strong>gesi nit<strong>el</strong>iğindeki antikaeserlerin koleksiyonculuğu, insanlık tarihi kadar eskidir.Asurlular döneminde Bağdat’ta antikacılar olduğu,Eski Mısır’da Firavun’a daha önceki dönemlere ait antikahediy<strong>el</strong>er verildiği, yine ölen firavunun yanına değerli eşyalarınınkonulduğu kayıtlarda mevcuttur. Antikalarıngörs<strong>el</strong> zevkin ötesinde tarihi değerleriyle de ilgilenildiğiİngiltere'de, 16. yüzyıldan sonra ülkenin tarihi geçmişineışık tutan antikalar toplanmaya başlamıştır. 1857'deLondra'da, 1863'te Viyana'da, 1882'de Paris'te ve 1897’deNew York'ta dünyanın en çok tanınan antika koleksiyonumüz<strong>el</strong>eri açılmıştır. Ülkemizde ise 16. ve 19. yüzyıllara aitOsmanlı dönemi antika eserleri Topkapı Sarayı Müzesi’nde;arkeolojik eserler Vehbi Koç Vakfı’na bağlı Sadberk HanımMüzesi’nde; hat ve resim üzerine eserler Sakıp SabancıMüzesi’nde; ağırlık ve ölçü üzerine eserler Suna veİnan Kıraç Vakfı’na bağlı Pera Müzesi’nde; seramik üzerineolan parçaları Antalya Kale içindeki Akdeniz MedeniyetleriMüzesi’nde bulmak mümkündür.Biçim, malzeme, işçilik itibariyle eşine az rastlanan ve birsanat değeri olan taşınabilir her türlü eşya “antika” olaraknit<strong>el</strong>endirilebilir. Günümüzde antika terimi, tarihi değertaşıyan en az 100 yıllık sanat eserleri için kullanılırken çokönemli bir sanatçının sınırlı sayıda ürettiği bir eser de antikayani “âsâr-ı atîka” kapsamına girebiliyor.Eski eser manasına g<strong>el</strong>en “âsâr-ı kadîme” ise taşıdığı öz<strong>el</strong>likleregöre sınıflandırılır. Fransa’ya ait bir antika, Napolyon15. Louis dönemi antikası, İngilizlere ait bir obje, döneminkral veya kraliçesinin adını taşıyan Victoria ya da Georgeantikası, Osmanlı Devleti’nde Sultan III. S<strong>el</strong>im dönemine aitçeşm-i bülbül gibi ünlü bir kişiye veya tarihs<strong>el</strong> bir dönemeait antikalar bir grup oluştururken yapıldığı yerin ismiyleanılan Beykoz pors<strong>el</strong>enleri ve cam eşyası, Tophane mangalve lül<strong>el</strong>eri, İznik çinisi, 18. yüzyıl ve 19. yüzyıl Kütahyaseramikleri ve Çanakkale seramikleri ise başka bir grubuoluşturur.20. yüzyıla g<strong>el</strong>indiğinde antika koleksiyonculuğu büyükrağbet gören bir uğraş haline g<strong>el</strong>miş hatta antika eserlerçoğu kişi ve kurum tarafından yatırım aracı olarak görülmeyebaşlamıştır. Günümüzde alım satım ile ilgili uluslararasışirketler tarafından müzayed<strong>el</strong>er gerçekleştirilmekte,eserler daha geniş pazarda şöhret kazanmakta ve rekordenebilecek fiyatlara satılmaktadır. Türkiye, İlkçağ, Bizans,Doğu Roma, Osmanlı, Türk ve İslam eserleri bakımındanen zengin koleksiyonlara sahip ülk<strong>el</strong>erden biridir.Osmanlı lisanıyla âsâr-ı atîka (antika eser) ve âsâr-ıkadîme'nin (eski eser) bu kadar önem kazanmasının başlıcasebeplerinden biri g<strong>el</strong>işen teknoloji karşısında <strong>el</strong> işçiliğininneredeyse bitiyor olmasıdır. Sanayi makin<strong>el</strong>erininfabrikasyon üretimi, sanat ve estetik zevkin değerini yitirmesi,eşyanın daha çok işlevs<strong>el</strong>liğinin ön plana çıkması,daha hızlı zamanda daha çok para kazanma isteği ve gü-Üzerindeki işçiliğe göre Neoklasik, Rokoko, Art Nouveaudiye anılan antikalar yine bir grup içerisinde <strong>el</strong>e alınırken,bir diğer gruplama ise hüsn-i hat, tombak, sedef, tuğralıgümüş, s<strong>el</strong>adon gibi işin çeşidine göre yapılır.İnsanlık Tarihi Kadar Eski Bir Uğraş: Antika KoleksiyonculuğuKendine has kokusuyla bir döneme şahitlik yapmış antikalar,maddi değerlerinin yanı sıra geçmişten günümüzetaşıdıklarıyla da önemlidir. Herhangi bir antikacıya girdiğinizdeeski zamanları anlatan eşyalara rastlarsınız. Hereşya kendi hikâyesini anlatır, bir şeyler fısıldar kulağınıza.Sedef işinden bir beşik; düşünsenize kaç bebek o beşiktebüyümüş, kaç anne ninniler söylemiş, kaç uykusuz geceyeşahit olmuştur o beşik? Ya da tik tak sesleriyle, sahiplerineacı tatlı anlar getiren ve nice kavuşmalar için sürekliyoklanan saatler?83
Hoca Ali Rıza tablosuz<strong>el</strong>e duyulan özlem de yine günümüzde antikanın değeriniartırmıştır. Her eski eşya antika mıdır? Elbette ki olamaz.Eski eşya aranıldığında daha kolay bulunan, taşınması veucuz olması sebebiyle tercih gören, sanat ve estetik olarakbir kaygı güdülmeden yapılan, günlük hayatta çokçakullanılan eşya sınıfıdır.Merakın Mesleğe Dönüştüğü Nokta: AntikacılıkAntika toplayan, ticaretini yapan, satan ve satın alankişilere “antikacı” denilmektedir. Antikacılarınarkeoloji, sanat tarihi ve tarihkonularında bilgi sahibi olmaları gerekmektedir.Ülkemizde antikanın meslekhaline g<strong>el</strong>mesi 19. yüzyıla dayanır. Antikasatışı ülke içinde yapılmakta, koleksiyonerçağdaş bir resim alsa dahi ülke dışınaçıkarmak istediğinde Ayasofya Müzesi’nebaşvurup onay almaktadır. Ayrıca antikacıbizim kültürümüze ait bir eşya ya da objeninyabancılara gitmemesi konusunda hassasiyetgösterm<strong>el</strong>idir. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat VarlıklarınıKoruma Kanunu ile yeraltı, yer üstü, sualtı taşınır ve taşınmaz eserler koruma altınaalınmıştır.Eski eser ticareti, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nınizniyle yapılmaktadır. İstanbul’da Kapalıçarşı,Nişantaşı, Kadıköy, Tophane, Üsküdar veMecidiyeköy’de bu işle meşgul olan esnaflar hâlâmevcuttur. Çoğu esnaf bu işe geçmişin kokusunuduymak, eski zamanların sesini işitmek ve aynı zamandapara kazanmak için başlamış, işin sermayesiolarak da geçmiş yıllara duydukları merak vesaygıyı göstermişlerdir.Antika işiyle uğraşmak isteyenlerin maddi imkânlarının iyiolması gerekir. Antika pahalı bir uğraş olduğu için beklenmedikyerden iyi bir sanat eserine rastlayınca ani kararvermek gerekeceğinden maddiyatın hazırda bulunmasışarttır. Bu işle ilgilenmek için önc<strong>el</strong>ikle geçmişe ilgi, sabır,zaman, bilgi, estetik anlayış ve merak gerekir. Antikakoleksiyoncusu önc<strong>el</strong>ikle neyin koleksiyonunu yapacaksaonunla ilgili bulabildiği kadar kaynak bulup kitap okumalıve koleksiyonculuğa öyle başlamalıdır. Bu gazoz kapağıda olabilir, madalyalar da, fermanlar da olabilir.Eğer bilgisi yoksa aynı eserden fazlaca toplar ve<strong>el</strong>indekiler eşya yığını olmaktan öteye geçemez.Koleksiyoncuların en çok ilgilendikleri antikalarşunlardır: cam eşya, saatler, metal eşya (altın, gümüş,kral madeni, pirinç), mobilya, seramik,pors<strong>el</strong>en, halı ve kilimdir. Ülkemizde isekartpostallar, çeşitli ünlülerin mektuplarıve zarfları gibi kâğıt üzerine koleksiyonlarda fazlaca toplanır. Resimler,hat eserleri ve tombaklar daha çokgörs<strong>el</strong> amaçla alınır.El İşçiliği ve İnce Bir Zevkin Ürünü OsmanlıAntikalarıEl işçiliği ve estetik açıdan en iyi antikaOsmanlı dönemi antikalarıdır. 16. yüzyılKanuni döneminden Sultan III. Murat dönemininsonuna kadar olan yıllarda Osmanlıdöneminin en önemli, en muhteşem sanat eserlerimeydana g<strong>el</strong>miştir. Ganimet ve savaşg<strong>el</strong>irlerinden Topkapı hazinesi dolmuş venakkaşhan<strong>el</strong>er kurulmuştur. Osmanlı <strong>sanatlar</strong>ınıbugünlere taşıyan ustaların işleri,bu atöly<strong>el</strong>erden çıkmıştır. Bu atöly<strong>el</strong>er84
için İran’dan g<strong>el</strong>en ustalar, dönemin sanatçılarına eğitimvermiş ve özgün tasarımlar meydana g<strong>el</strong>miştir. Bu desenlerg<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>a, cilt kapaklarına, Bursa’da dokunançatmalara, İstanbul’da dokunan kemha kumaşlarına,kaftanların üzerindeki nakışlara ve tombaklara yansımıştır.O dönemin eserleri Osmanlı Devleti’nin en büyük veen muhteşem antikalarıdır. Aynı dönemlere ait Fransız veRus antikaları da kıymetlidir. Fransızlar mobilya, varak vebronzda; Ruslar gümüş, altın ve resimde çok iyi örneklervermiştir. İngilizler antika konusunda en meraklı, antikakoleksiyonerliği ve korumacılığında en başarılı ülkedir.Âsâr-ı Kadîme’de Aykırı ParçalarÂsâr-ı kadîmede en önemli eser “aykırı parça” olarak anılır.Bu parça kendi döneminin en nadir, en gösterişlive en önemli eseridir. Sahibi için gerek parasalgerekse manevi anlamda bir cevherdir. Bunaörnek olarak Osmanlı tombak şerbetlik, Beykozpiştov gülabdan, Kanuni Sultan Süleymandönemine ait Necefli maşrapa, Mevlevibir ustanın yaptığı bir saat sayılabilir.TombaklarAltın her çağda çok değerli ve azbulunan bir metal olduğundan hereşya altından yapılamamış, onun yerinetombak eserler kullanılmıştır. Osmanlıİmparatorluğu’nda en çok iki alanda tombakkullanılmıştır. Bu alanlardan ilki leğen,ibrik, kapaklı sahan, maşrapa, kahve stili, gülabdan,fincan zarfı, kandil, tas, güğüm, buhurdangibi günlük eşyalardır. Bir diğeri ise miğfer,kalkan, at koşum takımı, kılıç, tören alemi gibi askerimalzem<strong>el</strong>erdir.Tombak ŞerbetlikÇift tombak şamdanYukarıda sağda görülen 18. yüzyıl sonu 19.yüzyıl başı yapılmış şaheser nadide bir şerbetlik.Yüksekliği 70 cm. Dövme tekniği ile bakırdan yapılmış,kakma kabartma tekniği ile yukarıdan aşağıya doğrudilimlenerek, üzeri yaprak ve çiçek motifleriyle bezenmiştir.Kapak tutamağı gerçek bir çiçek gibi nakşedilmiştir.Kolay taşınabilmesi için yapraklardan oluşan kulpların üstüneve musluğuna birer kuş kondurulmuştur. Bu desenlerbu şahesere hayat vermiş, kuşlar şerbet içmeye g<strong>el</strong>mişşekildedir. Üç pençe ayaklı geometrik şekillere benzemiştombak kaidesi bu ihtişamı bütünler.Beykoz CamlarıOsmanlı cam sanatı, 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarınadoğru Sultan III. S<strong>el</strong>im’in Mehmed Dede isimli birMevlevi dervişini cam sanatını öğrenmek ve g<strong>el</strong>iştirmeküzere İtalya’ya göndermesiyle g<strong>el</strong>işmiştir. MehmedDede, Avrupa’da Venedik cam işçiliği tekniğiniöğrenip g<strong>el</strong>iştirdikten sonra Beykoz’dabir imalathane kurmuş ve üretime başlamıştır.Sarayın desteğiyle bu imalathanede saydamve süt renginde (opalin) billur su bardakları,kâs<strong>el</strong>er, koku şiş<strong>el</strong>eri, laledanlar,çeşm-i bülbüller, şekerlik ve çiçeklikler,tabak ve vazolar üretilmiştir.Antika piyasasında Beykoz işi olarakbilinen bu cam eserler, altın yaldızve boya kullanılarak çiçek motifleriylebezenmiş, opalin gülabdanlarkuş şeklinde yapılmıştır. Zaman içindePaşabahçe, Çubuklu ve İncirliköy’de decam atöly<strong>el</strong>eri açılmıştır.Beykoz GülabdanTombak şerbetlikGülsuyu serpmek için kullanılan, dibi ve gövdesigeniş, ağzı dar kaplara “gülabdan” denir. Gülabdanlarmetalden yapıldığı gibi cam ve seramikten de yapılır.Yuvarlak tabanı içinde armudi gövdesi mevcuttur.Gövde yukarı doğru sivrilerek gülabdanınboğaz kısmını meydana getirir. Gülsuyununakacağı tepe kısmı çoğunlukla gül motiflisüzeklidir. Cam ve seramik olanlarınsa tepe-85
si düz ve küçük d<strong>el</strong>iklidir. Bu süzek ya da d<strong>el</strong>ikli tep<strong>el</strong>iklergövdeden ayrı bir parça olup gülsuyu doldurulduktan sonratıpa gibi yerleştirilir. Elma veya diğer meyve resimleriylesüslü olanları vardır, ayrıca hendesi nakışlı olanları dahanadir olduğu için daha kıymetlidir.Osmanlı Saat ŞaheseriEski çağlarda Mezopotamya, Mısır, Suriye, H<strong>el</strong>enistik veRoma medeniyetleri önce güneş saati, sonrasında da kumsaati kullanmıştır. İslam dininde namaz saatlerini ayarlamakiçin güneş saati tercih görmüş, Abbasi HalifesiHarun’ür- Reşid devrinde (807) ilk çalar saatkullanılmıştır. 12. yüzyıl sonlarında Avrupa’damekanik saat kullanılmaya başlanmış, 13. yüzyılsonlarında Fransa’da zemberekli saatleryapılmıştır. “İsk<strong>el</strong>et Saat” olarak da anılanzarfsız saat tarzı, Osmanlı Mevlevi saat ustalarıtarafından 19. yüzyıl boyunca imaledilmiştir. Saatin bütün makine aksamıolan çarklar, tomurcuklar, eşapman, zemberek,sarkaç, balans gibi parçaları gözlerönündedir. Ahşap ya da maden tabanlı gen<strong>el</strong>likleayarlanabilir 4 ayaklı isk<strong>el</strong>et üzerinetozdan korumak amaçlı bir fanus içindeolması saatin bütün ayrıntılarının gözleseyrini mümkün kılar. Sultan II. Mahmuddöneminde yaşamış saat ustalarıEsseyid-El Hac Dürri, Ahmed Gülşeni,Ahmed Eflaki Dede ve oğlu HüseyinHaki, Mehmed Şükrü gibi Mevleviustalardır.Öz<strong>el</strong>likle Ahmed Efkani Dede,Mevlevi saatçiler arasında en tanınmışıdır.18 yaşında YenikapıMevlevihanesi’nde Mevlevi çilesinidoldurduktan sonra “Dede”olmuştur. 1840 yılında Sultan II. Mahmud türbesi yanındaSultan Abdülmecid tarafından yaptırılan muvakkithaneninilk muvakkidi olmuştur. Kendi imzasıyla bilinen 11saat ve Mevlevi külahı şeklindeki saatleri, Topkapı Sarayıve Dolmabahçe Sarayları’nda yer almaktadır. Osmanlıİmparatorluğu’nun bu büyük ustası 1876 tarihinde vefatetmiştir.Mehmed Şükrü de Ahmed Efkani Dede’nin öğrencisidir.1853 tarihinde oval tabanlı dört ayak üzere yüks<strong>el</strong>en makineüzerinde iki ayrı saat kadranı kullanarak çok hünerlibir saat yapmıştır. Bu iki kadrandan biri alaturkazamanı, diğeri de alafranga zamanı gösterir. Saatteyeni teknikler oluşturmuş, iki kadran arasındayaptığı bu saatinde nadide “Mehmed Şükrü 1269”imzası ve tarihi yer alır.Solda görülen Mehmet Şükrü imzalı isk<strong>el</strong>etsaat beş kadrandan oluşmaktadır. 4 ayaklıdikdörtgen taban üzere yüks<strong>el</strong>en makineüstünde 5 ayrı saat kadranı mevcuttur. Bukadranlardan biri saati, biri günleri, biri ayları,diğeri İslami ayları, son kadran da eski Türkçegünleri gösterir. Saatin en üst kısmında kartuşiçinde saati yapanın imzası ve eserin tarihiyer alır. Yine bu kartuş içinde “MehmedŞükrü min t<strong>el</strong>amiz-i Ahmed Dede” ifadesimevcut olup saat üzerinde yazının hattatıZiya Efendi’dir.Osmanlı’da Hat SanatıOsmanlı padişahı II. Bayazıd’ınhat hocası olan Şeyh Hamdullah,“Aklam-ı Sitte” denilen ve sülüs,nesih, muhakkak, reyhanî, tevkiive rık’a yazı türlerinden yeni biryazı türü ortaya çıkarmıştır. Şeyh86
Osmanlı murassa arma87
Hamdullah’ın üslubunu oğlu ve öğrencisi hattat MustafaDede sürdürmüş ve 16. yüzyılda “Karahisari” olarak tanınanhattat Ahmed Şemseddin, sülüs, reyhanî ve muhakkakyazıyı g<strong>el</strong>iştirerek kendine has bir yazı çeşidi oluşturmuştur.17. yüzyılda hattat Hafız Osman ile birlikte hatsanatı zirveye ulaşmıştır. Hafız Osman nesih yazıyı g<strong>el</strong>iştirmiş,Sultan II. Ahmed ve II. Mustafa’nın hat hocalığını yapmıştır.Sonrasında Üny<strong>el</strong>i İsmail ve kardeşi Mustafa Rakım,Mehmed Esad Yesari ve oğlu Yesarizade Mustafa İzzet;19. yüzyılda ise Mahmud C<strong>el</strong>aleddin, KazaskerMustafa İzzet Efendi, Sami Efendi ve ŞevkiEfendi gibi isimler hat sanatının en önemliisimleri olmuştur. 19. yüzyılda, çok büyükebatta ve çok sayıda yazılmış, PeygamberEfendimiz Hz. Muhammed’in dış görünüşüve vasıflarını anlatan Hilye-i Şerif örneklerivardır.Hattatların kullandığı araç ve gereçlerin Osmanlı<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ında önemli bir yeri vardır.Ahar yapımına hazır hale getirilecek <strong>el</strong> yapımıkâğıtlar, mürekkep yapmak için havanda ismürekkebiyle dövülen Arap zamkı, hokkave kamışın içinde saklandığı divitler,kamış ucunu kesmede kullanılanmakta ve kalemtıraşlar, yazılan Kur’anıKerim’i saklamak için muhafazalar, bunların yapımıiçin çalışan sanatkârların oluşmasını sağlamış,hat eserleri kadar bu eşyalar üzerindeki desenve işçilikler de hayranlık sebebi olmuştur.Osmanlı’da GümüşBeyaz renkte ve parlak olan bu maden ilkçağlardanberi bilinmekte, öz<strong>el</strong>likle süs eşyalarındakullanılmaktadır. Gümüşün ince yapraklarhaline getirilerek başka bir madde üzerinekaplanması tekniği çok eskidir. Doğrudangümüş eşyalar ise kazıma, kabartama, kakma teknikleriylesüslendiği gibi, gümüş levhaların kafes gibi kesilerek(acur) süslemesi, gümüşün t<strong>el</strong> haline getirilerek lehimlerleistenilen motiflerin yapılması (t<strong>el</strong>kari) ve gümüş üzerinekazınan motiflerin kükürt ve maden karışımı bir maddedoldurularak perdahlanması sonucu siyahlaşması (savatlama)teknikleri ile süslenir.Saray nakkaşhan<strong>el</strong>erinde 15. yüzyılda gümüş eserlerüretilmiştir. 1433 yılında Edirne Sarayı’nda II.Murad döneminde altın yaldızlı tepsilerdeyemek sunulduğu, kadehlerin gümüş olduğuBertrondon de la Brocquiere’de mevcuttur.Fatih Sultan Mehmet devrinde sarayda padişahve kazaskerin altın, vezirlerin gümüş,askerlerinse normal kaplarda yemek yediğiİtalyan tüccar Lacopo de Promontorio tarafındanifade edilmiştir. III. Murat dönemindeise askerlerin masraflarını karşılamak için sikkekestirmek üzere saray hazinesindeki altın vegümüşlerin eritildiği, değerli taş kakmaların söktürüldüğübilinmektedir. Bu sebepten ötürü 16.yüzyıla ait az sayıda gümüş günümüzekadar ulaşabilmiştir.İznik seramiklerinin biçim ve desenlerini tekrarlayangümüş eserler, merkezi düzende veya şems<strong>el</strong>eriçinde rumi – palmet kompozisyonları, dal kıvrımlarıarasında hayati çiçekleri, saz yaprak motiflerimevcuttur. 17. yüzyıldan günümüze, öz<strong>el</strong>likle türb<strong>el</strong>erevakfedilen gümüş kandil ve mihrap şamdanları,bezemesiz düz yüzeyleri ve yalın formlarıyla dikkatçekmektedir.18. yüzyıldan itibaren Avrupa’nınetkisiyle klasik Osmanlı form ve desenlerininyerini Varak ve Rokoko formları almıştır.Kabarma tekniğinde güller, Osmanlı devletarması, mimari kompozisyonlar, dökümle88
yapılmış çiçek, kuş ve hayvan biçiminde tutamaklar budönemin eşyalarında yaygın olarak kullanılmıştır. 19. yüzyılsonlarında Van yapımı savatlı gümüşler manzara ve bitkis<strong>el</strong>bezem<strong>el</strong>i desenler kullanılmıştır.Osmanlı’da SedefkârlıkSıcak denizlerde bulunan istiridye türünden deniz kabuğununya da akıntılı sularda tuz, kireç ve fosfordan oluşankalker bir maddenin ahşap süslemeyle uygulanma işlemidir.Sümerlilerde sedefin traş edilerek ahşaba uygulandığı,Uzakdoğu ve Güney Asya’da sedef süslem<strong>el</strong>ere rastlanıldığıbilinse de sedef en yaygın olarak Osmanlı sanatında görülmektedir.Edirne’deki Bayazıd Camii’nin kapı kanatlarında,16. yüzyılda kapı, pencere ve dolap kanatları, kürsü, çekmece,Kur’an mahfazası, rahle, masa, koltuk, kanepe gibimobilyalarda, tütün tabakası, kahve takımı, silah kabzasıvs. tüm ahşap eşyalarda sedef çokça kullanılmıştır. Beyazarusek, çöp, ters sedef olmak üzere çeşitlenir. Beyaz sedef,çift kabuklu ve daha düzdür. Arusek sedef tek kabuklu veaçık pembe, mavi, yeşil tondadır. Çöp sedef koyu renkli,daha çok meneviş desen taşır. Taş sedef ise beyaz sedefindaha az parlak olanına denir.Ceviz, abanoz, maun vb. ahşap yapılar üzerine çeşitli formlardaaçılan yuvalara, aynı biçimlerde kesilmiş sedefleriyapıştırarak gömme yoluyla yapılan süslemeye “sedefkakma” denir. Ahşabın üzerine sedefleri çeşitli motifleroluşturacak şekilde doğrudan yapıştırarak <strong>el</strong>de edilenbezemeye “sedef kaplama” denir. Son büyük usta olansedefkâr Vasıf, sedefkârlığı “ahşap bezeme sanatı” olaraktanımlar. Macunlama tekniği bir çeşit sedef mozaiktir. Oyulanyüzeye sedef parçaları yerleştirilir, aralarındaki boşluklar,ağaç topuzu ve tutkaldan yapılan macunla doldurulur.Donduktan sonra yüzey zımparalanır. Bütün bu tekniklerdaha çok İstanbul’da uygulandığı için bu tür sedef işçiliğine“Eser-i İstanbul” denir. Sedef işçiliği, gerek matuf öz<strong>el</strong>liklerive gerekse kullanım sahaları ve tarları bakımından dörtana grupta toplanmaktadır; Eser-i İstanbul, Şam işi, Viyanaişi ve Kudüs işi. Bunlardan Eser-i İstanbul ve Şam işi tamamenOsmanlı karakterini taşır, gömme veya kaplamatekniğiyle hazırlanan “İstanbul işi” eserlerde fildişi, bağ vekemik yardımcı unsur olarak kullanılır. Bağın altına “altınvarak” yapıştırılır. Başta İstanbul Topkapı Sarayı, Türk-İslamEserleri, Ankara’da Etnografya, Bursa’da Türk-İslam EserleriMüz<strong>el</strong>eri’nde öz<strong>el</strong> koleksiyon ve evlerde sedef işçiliği örneklerimevcuttur.Kaynaklar:Dilara ÇAM, Geçmişten Günümüze Antikalar, Yeni AsyaÂsâr-ı Atîka: Antika ve Sanat Galerisi Can ÖNEN, Bilnet Matbaacılık2008İstanbul Antikacıları: Faik KIRIMLI, Beta Ofset 1996Antik A.Ş Fotoğraf Arşivi 2008Antika ve Eski Eserler Kılavuzu: Mehmet Önder, Türkiye İş BankasıKültür Yayınları 1995Tombak, İ.Gündağ Kayaoğlu, Dışbank Yayınları 1992Türk Cam İşleri ve Beykoz İşleri, Fuad Bayramoğlu, Türkiye İşBankası Kültür Yay. 1996*iSMEK Usta Öğreticisi89
Modern Masallar Diyarı:Dubai ve Abu DhabiYazı: Ayşe ÇAL Fotoğraflar: Ömer VEFAModern masallar diyarı Dubai ve Abu Dhabi, her şeyin uçlarda yaşandığı tezatlar ülkesi. Ortalıkta pek gözükmeyenve şaşaalı yaşam süren yerli halkın yanında çok düşük ücretlerle geçim savaşı veren yabancı işçileri bir aradabarındıran bu topraklar, kısa bir süre öncesine kadar çöl iken, şimdilerde 180 farklı ülkeden insanın yaşadığıuluslararası ticaret merkezi haline g<strong>el</strong>miş. Çöl kumlarını kazanca dönüştürmesini becerebilen bu diyarlar hergünmodern masalların yaşanmasına şahit oluyor.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Arap yarımadasının güneydoğusundayedi emirlikten oluşan bir İslam ülkesi.Türkiye’den 4 saatlik bir hava yolculuğuyla ulaşılan ülkeninbaşkenti Abu Dhabi. İSMEK olarak bir fuara katılmak üzereg<strong>el</strong>diğimiz Abu Dhabi’ye ayak basar basmaz ilk tanıştığımızhavanın yoğun sıcaklığıydı. Sanki tüm vücudunuz bir tabakanıniçine hapsolmuşçasına sıcağı derinliklerinize kadarhissediyorsunuz. Ülkede en soğuk ay olan Ocak ayında 24derece olan sıcaklıklar, Temmuz ayında ise 48 dereceyekadar yüks<strong>el</strong>iyor. Yılda bir veya iki defa yağmurun yağdığıülkede yaşayanlar soğuk ve kışla tanışmamış. Ne var kiçöl ikliminin hüküm sürmesine rağmen ülkede yeşil alanlaroldukça fazla. Şehrin iklimini yumuşatmak için yapayormanlar oluşturulmuş. Bazılarında vahşi hayatın hükümsürdüğü bu orman adaları projesi sonuç vermiş ve şehrinhava sıcaklığını 3-4 derece de olsa düşürülebilmiş. Bunarağmen akşam 17:00’a kadar sokaklarda dolaşmak pekmümkün değil. Zaten alış veriş ve eğlence merkezlerininçoğu da öğleden sonra açılıyor. Kapalı hiçbir mekan yok kiklimasız olsun. Ülkemizde lüks görülebilen klimalar bu ülkedezaruri bir ihtiyaç. H<strong>el</strong>e araçlarda klimasız seyahat etmekneredeyse imkansız. Allah’tan benzin bu ülkede çokucuz da tüm araçlarda klimalar çalışıyor. Ancak benzininucuz olması dolayısıyla her ailede birkaç otomobil bulunuyorve bu da trafik sorununa yol açıyor. Öz<strong>el</strong>likle Dubai’deiş saatlerinde trafik çekilmez bir hal alıyor.Ahenkli Bir Uyum İçindeki Kültür<strong>el</strong> MozaikAbu Dhabi, gerçekten bildiğimiz Arap ülkesi kimliğindençok uzak. Sokaklarda çok sayıda Hintli, Pakistanlı, Endonezyalı,Filipinli, Mısırlı, Sudanlı, Lübnanlı, Amerikalı veİngiliz görmek mümkün. Bu çok farklı ülk<strong>el</strong>erden g<strong>el</strong>miş,apayrı kültür ve karakterlere sahip insanlar gen<strong>el</strong>de birbiriylesorunsuz yaşıyor.Ülkede şu anda 180 farklı ülkeden insanın yaşadığı b<strong>el</strong>irtiliyor.Bütün bu tablonun içinde yerli halk Araplar neredediye soracak olursanız; onlar gerçekten azınlıkta. Yerlihalkın gen<strong>el</strong> nüfusa oranı sadece yüzde 20. Yerli halkasokakta rastlamak pek mümkün değil. Halkın yüzde 80’iise yabancılardan oluşurken, çalışan işgücünün yüzde 90'ayakını da yine yabancılardan meydana g<strong>el</strong>mekte. YerliAraplar, gen<strong>el</strong>de mülk sahibi ve işveren ya da ülkenin yönetimindeyer alan üst düzey bir bürokrat. Onları garsonluk,tezgâhtarlık, temizlik ya da inşaat işçisi olarak görmekimkânsız. Bütün bu işlerde yurt dışından g<strong>el</strong>en işçiler çalışıyor.Ot<strong>el</strong>lerde ve restoranlarda çalışanların, çocuk bakıcısıve temizlikçilerin çoğunu Hintli, Filipinli, Endonezyalıve Pakistanlılar oluşturuyor. Taksicilerin gen<strong>el</strong>i de yinePakistanlı. İşte bu modern çağ kentinin asıl yükünü buinsanlar sırtlıyor. Tek hedefi para kazanıp ülk<strong>el</strong>erine geridönmek olan bu insanların aylık g<strong>el</strong>irleri ise 150- 500 dolararasında değişiyor. Çalışanların en azından İngilizce bilmekzorunluluğunun bulunduğu ülkede, bir şoför yabancı iseyaklaşık 500 dolar alıyor. Şoför yerli Araplardansa bu rakam2 bin 200 dolara çıkıyor. Eğitimsiz işgücünün bütüngayretlerine rağmen ingilizce konusundaki durumları pekde parlak değil.92
Bedevilik’ten Modernizme Uzanan YolBir zamanlar çöllerde bedevi bir yaşam süren Birleşik ArapEmirlikleri’nde hayat 1958 yılında petrolün bulunmasıylatümüyle değişmiş. BAE, petrol zengini bir ülke haline g<strong>el</strong>irkenAbu Dhabi de petrol rezervlerinin çoğunu <strong>el</strong>inde bulundurmasıhasebiyle en zengin şehir olmuş. Dolayısıyla,parayla sahip olunabilecek her şeye sahipler. Bedevilikdönemlerinde sosyal ve siyasal sorunları bulunan ülke,bugün refah düzeyinin zirvesini yaşıyor. İhtişamlı, ilginçbinalar ve son mod<strong>el</strong> arabalar bu ülkenin sıradan görüntüleriolmuş. Son yılların en hızlı g<strong>el</strong>işiminin görüldüğü buyerlerde, hayal gücünün parayla birleştiğinde n<strong>el</strong>er yapılacağıgözler önüne seriliyor. 1960’lı yıllarda çekilmiş fotoğraflarda,bomboş bir çöl, çadır ve balıkçı tekn<strong>el</strong>eri dışındahiç bir şey gözükmeyen ülkede, şimdi boş bir alan bulmanızçok zor. Her yeri dolduran çimler, ağaçlar, inanılmazyükseklikteki benzersiz gökd<strong>el</strong>enler, ot<strong>el</strong>ler ve alışverişmerkezleri görenleri büyülüyor.İSMEK olarak “Yeni Dünya Tasarımları” başlıklı Uluslararasıİç Dekorasyon Fuarı’na katılmak amacıyla dört kişilik birekiple g<strong>el</strong>diğimiz Abu Dhabi’den, yaklaşık 2 saat süren birotomobil yolculuğuyla Dubai’ye geçiyoruz. BAE’nin başkentiAbu Dhabi olsa da, Dubai ülkedeki alışveriş merkezlerininçoğuna ev sahipliği yaptığı için ‘ticari başkent’ olarakanılıyor. Sadece 40 yıllık bir tarihi geçmişe sahip olanDubai, Arap g<strong>el</strong>enekleriyle Batı kültürünün iç içe geçtiğimasmavi denizi, çöl safarisi, lüks ot<strong>el</strong>leri ve cazip alışverişmerkezleriyle dünya turizminde büyük rağbet görüyor.İsmi, ülkenin de önünde yer almaya başlayan Dubai, herkesinaradığını bulabileceği ve keyifli anılarla dönülecekpopüler bir tatil kenti. Çölün ortasına inşa edilen mühen-Abu Dhabi, gen<strong>el</strong> olarak bir yarım ada ve çevresindekiadalardan ibaret bir gökd<strong>el</strong>enler şehri. Şehrin bugünküihtişamına kavuşmasında BAE’nin eski başkanı ve AbuDhabi emiri merhum Şeyh Zayed Bin Sultan Al Nahyan’ınproj<strong>el</strong>eri önemli rol oynuyor. Öz<strong>el</strong>likle Emirates PalaceOt<strong>el</strong>, şehrin zenginliğini dünyaya göstermek için yapılmış,ihtişamıyla göz kamaştıran ve gerçek olduğuna inanmasıoldukça güç olan devasa bir şaheser. Seyrine doyamadığımızbu güz<strong>el</strong>lik, inşaat sektörünün ve mimarinin ulaşabildiğison teknolojiyi gözler önüne seriyor. Dünyanın enpahalı ve en prestijli ot<strong>el</strong>leri arasında üçüncü sırada yeralan Emirates Palace’nin yapımına tam 3 milyar Amerikandoları harcanmış. Öyle ki Emirates Palace’ın içerisindegöreceğiniz sarı olan her şey gerçek altından yapılmış.Bu ot<strong>el</strong> aynı zamanda ülkenin, 100 yıl içinde tükeneceğisanılan petrol rezervlerinden sonra da aynı zenginlik veihtişam içinde yaşamasını sağlayacak bir yatırım olarakifade ediliyor. Şehirde görülmeye değer diğer yerler isedünyanın 2. büyük camisi olan Abu Dhabi Camisi, İttihatCaddesi, Volkan Çeşmesi ve marina.Cazib<strong>el</strong>i Alışveriş Merkezlerinin Kalbi Dubai’de Atıyor93
Ekonomisini her geçen gün güçlendiren BAE, dev proj<strong>el</strong>ereimza atmaktan vazgeçmiyor. İnşaat atılımlarıyla öne çıkanülkede, 2004 yılının Eylül ayında inşaasına başlananBurj Dubai, halen inşaat halinde olmasına rağmen dahaşimdiden dünyanın en yüksek binasını geçmiş bile. Tamamlandığındayüksekliği 800 metreyi aşacağı tahminedilen kulede ot<strong>el</strong>ler, modern rezidanslar, ofisler, apartmanlarve eğlence ünit<strong>el</strong>eri gibi birimlerle birlikte toplam35 bin kişinin ikâmet edebileceği söyleniyor.
dislik harikası bu şehir nasıl oluyor da onca turisti kendineçekmeyi başarıyor derseniz, bunda tam bir alışverişcenneti olmasının rolü büyük. Dubai’de, alışveriş kavramınınyeni boyutu ile tanışabilirsiniz. Bu şehirde, satılan ithal mallarvergiden muaf tutulmakta. Bu nedenle dünyaca ünlü markalarıkendi ülk<strong>el</strong>erinden çok daha ucuza satın alabilirsiniz.Yılın b<strong>el</strong>li zamanlarında bu şehirde de, Abu Dhabi’de düzenlenenve İSMEK olarak bizim de katılarak kursiyerlerimizinbaşarılı <strong>el</strong> sanatı ürünlerini pazarlama imkanı bulduğumuztürden alışveriş fuarları düzenleniyor. Bu fuarlarda Uluslararasıfirmalar ürünlerini Ortadoğu ülk<strong>el</strong>erine pazarlıyorlar.Dubai’deki en görkemli yapı ise şehrin resmi simgesi olanve küçük bir adacığa oturtulmuş 7 yıldızlı Burj El ArabOt<strong>el</strong>i. Dış görünüşü dahi insanları cezbetmeye yeten ot<strong>el</strong>igezmek için rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Bu şehirdegörülmeye değer diğer yerlerin başında Jumeirah Camiig<strong>el</strong>iyor. Ne var ki, İslam dininin hüküm sürdüğü bu topraklardacami sayısının azlığı gerçekten dikkat çekici. TümDubai’nin en güz<strong>el</strong> şekliyle gözler önüne serildiği mekanise Emirates Kul<strong>el</strong>eri. Burada, bir yandan şehrin olağanüstümimarisini izlerken bir yandan da çok güz<strong>el</strong> fotoğraf kar<strong>el</strong>eriyakalayabilirsiniz. Saat Kulesi, Dünya Ticaret Merkezi,Emirates Palace, dünyaca ünlü sergilere ev sahipliği yapıyor.95
3 milyar dolara mal olan Emirates Palace şehrin zenginliğini dünyaya göstermek için yapılmış, ihtişamıyla gözkamaştıran ve gerçek olduğuna inanması oldukça güç devasa bir şaheser.
Dubai Körfezi, Rüzgar Kul<strong>el</strong>eri, altın ve baharat çarşıları iseşehrin görülmeye değer diğer güz<strong>el</strong> mekanları. Tabii şehrinotantik havasını soluyabileceğiniz en güz<strong>el</strong> mekan ise Deira.Yeni Proj<strong>el</strong>er Nefes KesiyorEkonomisini her geçen gün güçlendiren BAE, dev proj<strong>el</strong>ereimza atmaktan vazgeçmiyor. İnşaat atılımlarıyla öne çıkanülkede, 2004 yılının Eylül ayında inşasına başlanan BurjDubai, halen inşaat halinde olmasına rağmen daha şimdidendünyanın en yüksek binasını sollamış bile. Tamamlandığındayüksekliği 800 metreyi aşacağı tahmin edilenkulede ot<strong>el</strong>ler, modern rezidanslar, ofisler, apartmanlarve eğlence ünit<strong>el</strong>eri gibi birimlerle birlikte toplam 35 binkişinin ikamet edeceği söyleniyor. Kulenin ilgi çekici birbaşka öz<strong>el</strong>liği ise 76. katta yapılacak yüzme havuzunundünyanın en yüksek yüzme havuzu olarak planlanması.Bu arada ne derece doğrudur bilemiyoruz ama Burj Dubaiile ilgili duyduğumuz en ilginç ayrıntı ise güneşli bir gündekulenin tepesinden kilometr<strong>el</strong>erce ötedeki İran’ı görmekmümkün olabilecek. İslami mimaride sıklıkla kullanılançöl çiçeklerinden esinlenilerek tasarlanmış binanın aynızamanda bir mühendislik amacı da bulunuyor. Yapınınkütlesinin zirveye yaklaştıkça eksilmesi kıvrılan bir biçimoluşturuyor ve bu da yapıyı daha sabit kılıyor.98
Ülkedeki dev proj<strong>el</strong>erden biri de "Palmiye Adaları" diyetanımlanan ve uzaydan da görülebilecek adalar topluluğu.Turizmi ticarete başarılı bir şekilde harmanlamayı başaranDubai, hurma ağacı şeklinde tasarlanan ve "DünyanınSekizinci Harikası" olarak lanse edilen Palmiye Adası’ylaünlülere tatil için g<strong>el</strong>dikleri bu mekanda mülk edinmeimkanı da veriyor. Denizi doldurarak yapılan, mimarlık vemühendislik şaheseri olarak nit<strong>el</strong>endirilen Palmiye Adaları,bugüne kadar insan <strong>el</strong>iyle yapılan en büyük yapay adaprojesi olma öz<strong>el</strong>liğine de sahip. 5 kilometre kar<strong>el</strong>ik biralanda villalar ve lüks ot<strong>el</strong>lere ev sahipliği yapan PalmiyeAdası’nda Venedik kanalları, Japon bahç<strong>el</strong>eri, Brezilya yağmurormanları gibi mekanlar tasarlanmış. Dalış meraklılarıiçin de Maldivler’in adeta bir kopyası inşa edilirken bualanda ulaşım h<strong>el</strong>ikopter ve tekn<strong>el</strong>erle sağlanıyor. Henüzyapımı süren villaların en düşük fiyat 1,5 milyon dolar.Hollywood’dan ve spor dünyasından tanıdığımız birçokünlü şimdiden bu adadan yerlerini ayırtmışlar bile.Dubai ve Abu Dhabi, daha uzun sür<strong>el</strong>er bir yandan turistleri,öbür yandan tüccarları cezbetmeye devam edecekgibi gözüküyor.99
İSMEK Hat Usta Öğreticisinden El Yazma Mushaf“O’nun K<strong>el</strong>âmını YazmayaMuvaffak Olabilmek!..”İlhan SEFAHat sanatını “Allah’ın bir lütfu” olarak gören Mehmet Arif Vural, “Gayem; hat sanatının üzerimize ihsan buyurulmasıve bu ikramın bir bed<strong>el</strong>i olarak başka hiçbir amaç düşünmeden O’nun k<strong>el</strong>amını yazmaya muvaffakolabilmek. Bir yandan Kur’an hattını muhafaza ederken bir yandan da kolay okunabilirliği sağlamak konusundadenizden bir damla misali iştirak niyetiyle yola çıktık.” sözleriyle dillendiriyor mushaf yazmak gibi zor bir yolculuğaçıkmaktaki maksadını...Sanat, insanlığın evrens<strong>el</strong> bir değeri olarak hemen herçağda, tüm kültürlerde var olmayı başarmış bir olgudur.Kimi zaman içinde bulunulan fiziks<strong>el</strong> çevreyle,tarihi g<strong>el</strong>işm<strong>el</strong>erle, kimi zaman da dini unsurlarla hayatbulan sanat, şekilden şekle girerek b<strong>el</strong>ki de insanruhunun dışa vurumu olarak sonsuza kadar varlığınıkoruyacaktır. Ancak ne acıdır ki; birçok sanat türü günümüzdehak ettiği yeri korumakta güçlük çekmekteve hatta unutulmaya mahkum edilmektedir adeta. Sanatınevrens<strong>el</strong>liğinin yadsınılamaz gerçekliği bir yana;yüzyıllar öncesinin hazin<strong>el</strong>eri Türk-İslam <strong>sanatlar</strong>ınınyakın tarihlere kadar çeşitli sıkıntılar yaşadığı hepimizceaşikar. Bununla birlikte şükür ki bu <strong>el</strong>îm durumunfarkındalığıyla gençleri harekete geçirerek bizi biz yapandeğerleri içinde barındıran Türk-İslam <strong>sanatlar</strong>ımızışaha kaldıracak sanat erbapları da yok değil. İşteİSMEK Usta Öğreticisi Mehmet Arif Vural sanata gönülverenlerden biri olarak önemli bir hizmete imza atıyor.
Hat sanatını “Allah’ın bir lütfu” olarak gören Mehmet ArifVural, “Gayem; hat sanatının üzerimize ihsan buyurulmasıve bu ikramın bir bed<strong>el</strong>i olarak başka hiçbir amaçdüşünmeden O’nun k<strong>el</strong>amını yazmaya muvaffak olabilmek.Bir yandan Kur’an hattını muhafaza ederken bir yandanda kolay okunabilirliği sağlamak konusunda denizdenbir damla misali iştirak niyetiyle yola çıktık.” sözleriyle dillendiriyorbu yolculuğa çıkmaktaki maksadını.Teknoloji Sanata Girerse…İslam dünyasında yaygın bir söz vardır: “Kur’an Mekke’denazİl oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı”. Bu, Türkleringüz<strong>el</strong> yazma yeteneğini doğrulayan bir anlatımdır.Yazının yalnızca okunabilir olması yetmez, bir sanat dalıolarak göze güz<strong>el</strong> görünmesi de gereklidir. Hat, Kur’an-ıKerim’e bağlı yazdığımız, içerisinde ilahi temaları barındırang<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk-İslam <strong>sanatlar</strong>ımızdandır. Bu sanatı <strong>el</strong>,kalem, mürekkep gibi maddi araçların, sanatçının kişiliğindekiduygularla birleşerek oluşturdukları bir ruh olayıolarak da tanımlayabiliriz. Çünkü hat sanatı konusunudoğadan değil, insan ruhundan alır. İslam dünyasında hatsanatının sınır tanımaksızın g<strong>el</strong>işmesinin bir nedeni deKur’an’daki ayet ve Hz. Muhammed’in hadislerinin bazılarındagüz<strong>el</strong> yazı yazmaya yön<strong>el</strong>ik teşviklerdir. Hat' a bakışaçımız böyleyken tamamı teknoloji kullanılarak oluşturulaneserlere sanat demek, hat, tezhip gibi <strong>sanatlar</strong>a gönülveren gerçek sanatkarlara saygısızlık değil midir?Hattat Mehmet Arif Vural da bu konudaki rahatsızlığını venesih hattının önemini şu sözlerle aktarıyor bizlere: “Hz.Osman döneminden başlayıp Abbasiler dönemine kadarkufi hattıyla yazılan Kur’an, hicri 3. yüzyıldan itibaren nesihhattıyla yazılmaya başlamıştır. Aklam-ı Sitte’nin İbn-iMukle tarafından tertibiyle birlikte mushaf yazımında nesihyazının bir önceki merhalesi sayılabilen reyhani yazıİbn-ül Bevvab tarafından kullanılmıştır. Sonrasında YakutEl Musta’sımi tarafından muhakkak, reyhani ve nesih hatlarıKur’an yazmak için çok mükemm<strong>el</strong> bir şekilde kullanılmayabaşlanmıştır. Karahisari’nin meşhur birkaç hatçeşidi ile yazmış olduğu mushaf başta olmak üzere Kur’anbirçok hat çeşidi ile çok defa yazılmıştır. Ancak Şeyh Hamdullahmektebiyle zirveye ulaşan nesih hattı çok kolayokunan ve yazılan yazı haline g<strong>el</strong>miştir. Böylece mushafkitabetinde nesih yazı diğer hat çeşitlerine tercih edilir olmuştur.Şeyh Hamdullah’ın g<strong>el</strong>iştirmiş olduğu bu yazıyaHafız Osman canlılık ve estetik kazandırmış ve nesih yazısınıadeta Kur’an’a hizmetkar etmiş, yazdığı mushaflarınbasılmasıyla İslam alemine tanıtmıştır. Sonraki dönemlerdeHasan Rıza Efendi’nin yazdığı basılan mushaflardaokunaklı ve açık olarak nesih hattı icra edilmiştir. Mushafkitabetinde nesih hattının zirvesi hattat Şevki Efendi tarafındantayin edilmiş ve günümüze kadar nesih hattınınnadide ve estetik yönleriyle mushaflar yazılmaya devamedilmiştir. Yukarıda çok kısa olarak açıkladığımız mushafkitabetinde hat sanatının tekamülünden anlaşılıyor ki;nesih hattı Kur’an’ı yazmak için en uygun hat çeşididir.İşte nesih hattı zerafeti ve estetiği ile Kur’an’ın kitabet ve101
kıraatine hizmet etmesi için ilahi mukadderat ile takdir vetayin edilmiştir denilse münasiptir.Bildiğimiz gibi teknoloji herşeyin içine girdiği gibi sanatında içine girmiştir. Öz<strong>el</strong>likle hat sanatının içine ise son yıllardamushaf yazımında girmeye başlamıştır. Buna gösterilensebepler ise; millet olarak kendi eksikliğimiz sayılankolay okuyamama, harek<strong>el</strong>eri karıştırma ve yazıdaki sıkışıklıklardır.Bu bahan<strong>el</strong>erle birlikte makine yazısına isteristemez rağbet artmıştır. Bu durum, en az beşyüz yıllıkköklü bir geçmişe sahiptir. Şevki Efendi gibi hattatlara rüyavasıtasıyla talim olunan ve Kur’an’ın güz<strong>el</strong>liğine yakışannesih hattına iltifat edilmemesi ve <strong>el</strong> yazma mushaflarınmeşakkatlara katlanarak yazılmasının gerekli olmadığı gibifikirler ortaya çıkarmıştır. Teknolojinin bu haliyle Kur’an’ahizmet etmesi <strong>el</strong>betteki kaçınılmaz fıtri bir g<strong>el</strong>işmedir.Ancak bu g<strong>el</strong>işm<strong>el</strong>erin Kur’an’ın asıl hüviyetine münasipolan hattını asla unutturmaması gerekiyor. Zaten insanlaryaratılışı gereği güz<strong>el</strong> ve estetik hayranıdır. O insana birşeyleri kabullendirmek ve öğretmek istiyorsanız bu yönünehitap etmek durumundasınız. Çok kıymetli bir hediyeyiuygunsuz bir biçimde ve kötü bir kılıfla takdim edersenizo hediyenin değerini hafife almış olursunuz. Kur’an’ı Hakimgibi değeri nihayetsiz olan hakikatleri insanlara tebliğve takdim etmeye yarayan yazı da o bilginin değerini korumasıaçısından güz<strong>el</strong> ve estetik olmalıdır. Zaten hüsn-ühattın çıkış kaynağı Kur’an’dır. Yani Kur’an ayetlerini engüz<strong>el</strong> bir şekilde Kur-an’ın ulviyetine yakışır bir biçimdeyazma çabasından ortaya çıkmış bir sanattır.”Mushaftaki İntizam ve ÖlçülerYazdığı mushafın basılarak bugüne ve g<strong>el</strong>eceğe faydalıbir eser olarak yer edinmesini temenni eden Mehmet ArifVural’ın yazdığı <strong>el</strong> yazma mushafın öz<strong>el</strong>likleri ise şöyle:- Bu mushaf, Hattat Hamit Aytaç’ın Hizmet Vakfı’na yazdığımushafa bakılarak yazılmıştır.- Mushaf, yazıların kolayca silinip düz<strong>el</strong>tilmesini sağlayan,mürekkeple kağıt zemin arasında koruyucu tabaka oluşturanaharlama işleminden geçirildikten sonra, forma halinegetirilen kağıtlara yazılmıştır.- Klasik tarzda altın ve çeşitli boyalarla süslemesi yapılaraktezhibe dikkat edilmiştir. Buradaki amaç ise, zamanımızdaneredeyse terk edilen bu klasik Osmanlı üslubunun g<strong>el</strong>eceknesillere aktarılmasıdır.Hattat Mehmet Arif Bey’in mushafı eski mushaflarda olanöz<strong>el</strong>liklerle beraber şu noktalarda bazı farklılıklar arzediyor:- Mehmet Arif Bey’in mushafı, her sayfanın sonuna g<strong>el</strong>enayetin mutlaka o sayfada bittiği ve yeni bir sayfanın başkabir ayetle başladığı berkenar mushaf olma öz<strong>el</strong>liği taşır.- Sayfaların her biri berkenar ve on beş satır oluşuna sadıkkalınarak kurşun kalemle kar<strong>el</strong>i bir sayfaya taklit etmedenfarklı bir kompozisyonla eskiz yapılarak yazılmıştır. Bueskizin sebebi daha önceki yazılmış mushaf sayfalarındakisıkışık ve seyrek yerlerin itina ile ayarlanmasını sağlamakve yeni bir sayfa kompozisyonu oluşturmaktır.- Sayfaların en ve boylarında klasik üslubun dışına çıkılmamasınadikkat edilmiştir. İşte bu şekilde kurşun kalemleyazılan her bir satır, yazılacak olan satırın üst tarafına katlanarakkonup onun hizasından itina ile her satır, sonuve başı b<strong>el</strong>irlenmiş bir biçimde muntazamanyazılmıştır.102
- Satır sonlarındaki k<strong>el</strong>imenin terkip, izafet, car mecrur, sıfatmevsuf gibi ayrılmaması gereken terkipleri göz önündebulundurulup okuma kolaylığı sağlamak amacıyla satırsonları ve başları tanzim edilmiş. Örneğin ‘Alallah’ k<strong>el</strong>imesindeki‘ala’ harf-i cerinin satırın sonunda kalıp Allah lafzınındiğer satırın başına g<strong>el</strong>mesini eng<strong>el</strong>leyip birbirindenayırmamak gibi.Mehmet Arif Vural, mushafı hazırlarken, günümüz insanınınKur’an alfabesinden ve hat sanatından uzak kaldıklarınıdüşünerek bazı kolaylıklara gittiklerini de b<strong>el</strong>irtiyor. VuralNesih hattının öz<strong>el</strong>liklerini muhafaza etmeye çalışarakyaptıkları değişikliklerden bazılarını şöyle anlatıyor:“Örneğin ‘mim’ harfinin gizli olarak yazılış biçimini yine‘mim’ harfinin diğer yazılış biçimi olan açık mim şeklindeveya üst üste yazılmış olan ve alttaki bir noktanın hangisineait olduğunun şaşırılması muhtem<strong>el</strong> olan durumlardaharfleri yan yana yazmaya ve noktayı da hangi harfeait ise onun üzerine veya altına koymaya özen gösterdik.Harek<strong>el</strong>er konusundaki şaşırmaları dikkate alarak harek<strong>el</strong>emekonusunda son derece titiz davranmaya çalıştık.Bu şekilde nesih hattını bu zamandaki insanların da kolayokumasını sağlamış ve hattan uzaklaşmalarını bir nebzeolsun önlemiş olur muyuz acaba diye düşünüyorum.”Mushafın sure başlığı ve ayet duraklarıyla ilgili öz<strong>el</strong>likleriise şöyle:- Sure başlıklarında herhangi bir değişiklik yapılmadan ikisatır içerisine yerleştirilmiştir. Ayet duraklarında önemlibir farklılık yer alır. Önceki mushafların tamamında mutlakabazı satır başlarında ayet durağı vardır. Bu durağıniçindeki ayet numarası önceki satırda biten ayete aitken,zaman zaman satırın başıyla başlayan ayete aitmiş gibi algılanabildiğindenbu yanlış anlaşılmayı önlemek amacıyla,ayet duraklarının hiç birisi satırın başına getirilmemiştir.Sabır ve İnc<strong>el</strong>iktir İşin SırrıVural’ın mushaf çalışması, Türk İslam <strong>sanatlar</strong>ını günümüzdesürdürmeye çalışmanın zorluklarını da gözlerönüne seriyor. Mehmet Arif Bey, mushaf çalışmasına başlarkenyaşadığı ilk sıkıntının kağıt temini olduğunu b<strong>el</strong>irterek,“Kağıdın asitsiz, mushafa uygun renkte ve arkalı önlüyazılacağı için kalınlığının uygun olması yanında tezhipyapılmaya uygun oluşu gibi bir çok şartları kendinde bulundurankağıdı bulmak hiç de kolay olmadı. Bu vasıflarauygun kağıt bulunduktan sonra işinin ehli olanlar tarafındanson derece titizlik ve itina ile ahar yapıldı. Sonra okağıtları ağırlıkların altında aylarca bekletilerek yazılmayahazır hale g<strong>el</strong>di” diyor.Kalem seçiminde de son derece titiz davrandığını vurgulayanVural, “Kamış kalemle uzun süre yazı yazılacağı içinkalemin bozulmaması gerekiyor. Bu iş için en uygunu daCava kamışından yapılan kalem.”Yine Vural’dan öğreniyoruz ki hattatlar tarafından önc<strong>el</strong>iklitercih edilen Cava kalemi, ince olduğu için ilk açılmasıbüyük bir hassasiyet istiyor. İyi açılan bir kalemle yaklaşıkyirmi sayfa yazılabiliyor. Yapılacak küçük düz<strong>el</strong>tm<strong>el</strong>er dekalemin ömrünü uzatabiliyor. Bu mushafta, kalem ucununkalınlığı tam 1 milimetre olarak ayarlanmış. Bütün mushaftaaynı kalınlığın muhafaza edilmesi de işin olmazsa olmazlarıarasında. Çünkü, milimetrenin 30-40’da biri kadarkalınlık dahi sayfanın ahengi üzerinde büyük etki sahibi.Bu hassas ayarı tutturabilmek için de hassas uzunluk ayarlamasısağlayan dijital kumpas ve büyüteçler kullanılmış.Ve yazıya rengini verecek olan mürekkep. Bu da mushafoluşturulmasında titizlikle üzerinde durulması gerekenaşamalardan biri. Nesih yazısında kullanılan mürekkebinçok akışkan olması gerekiyor. İyi dövülmüş bir mürekkebibulmakta ayrı bir maharet. Vural, kendi yaptığı mürek-103
104
kebe yüz<strong>el</strong>li binden fazla tokmak vurduğunu, bu mürekkeplede beş-on cüz yazabildiğini anlatıyor. Sonrasında isekalit<strong>el</strong>i bir İran mürekkebiyle devam etmiş yazmaya. Tashihaşamasında istediği verimi alamayınca, son altı-yedicüzde bezir yağının isinden yapılmış yeni bir mürekkepletamamlamış mushafı. Ancak, mürekkebin hafif açık olmasıayrı bir koyulaştırma işlemi gerektirmiş. Pes etmemişve onunda üstesinden g<strong>el</strong>erek tamamlamış muhsafı. Tamamlamıştamamlamasına ama; ne var ki içinde yine deecdadın kullandığı mürekkebi bulamamanın ince bir sızısıvar b<strong>el</strong>li ki…Yazının göze keyif veren bir intizam içerisinde yazılabilmesiiçin gerekli çizgileri b<strong>el</strong>irlemek amacıyla kullanılanmistarda ise pratik bir yol izlemiş Vural. Yazılacak sayfanınboyutunda yaklaşık 0.3 milimetre kalınlığında bir asetatkesilmiş. Satır araları ve sayfa kenarları, asetatın üzerine1 milimetre kalınlığında kanal açılarak çizilmiş. Bağlantıyerleri koparılmayan bu asetat kağıt üzerine koyulmuşve kurşun kalemle çizgiler atılmış. Satır araları ise kesiciolmayan bir metal uçla hafif bastırılarak diğer sayfayla hizalamasağlanmış ve kağıt yazıya hazır hale getirilmiş.Tesadüf Değil Tevafukİş, Allah aşkıyla ve inandığın uğruna çaba harcamak olunca,devreye ilahi yardım da girmiş <strong>el</strong>bet. İslam’da "tesadüfyoktur, tevafuk vardır" gerçeği Türk İslam <strong>sanatlar</strong>ında zarifbir şekilde yerini almış bu mushafta.Mushafta, öz<strong>el</strong>likle Allah k<strong>el</strong>amının ve bazı k<strong>el</strong>im<strong>el</strong>erin altalta aynı hizaya g<strong>el</strong>mesi için öz<strong>el</strong> bir çaba sarf edilmemiş.Mehmet Arif Vural, hiç hesap etmedikleri bu olayın kendiliğindeng<strong>el</strong>iştiğini öz<strong>el</strong>likle b<strong>el</strong>irtirken, “Kurşun kalemleön çalışma yaparken hemen hemen her sayfada az veyaçok Allah lafızlarının tevafuk ettiğini görünce bunu ilahi birteşvik kabul ettik ve bu şekilde muhafaza ettik. Dolayısıylaher sayfanın orijinal bir tevafuku oldu” diyor.Mushafın Yazılışı Sırasındaki TevafuklarKıble ile ilgili ayetin yazılma anı, ayetin iniş zamanı olanberat gecesine denk g<strong>el</strong>miş. Ramazan ayı ile ilgili ayetlerinKur’an’da sadece bir yerde bulunmasına rağmen, bu ayetlerise Ramazan’ın iki gün öncesinde işlenmiş satırlara…Mehmet Arif Vural, Kur-an-ı Kerim’de bir yerde bulunanabdestle ilgili ayeti yazmadan önce ise Kütüb-ü Sitte’yiaçtığında da abdestle ilgili hadisleri okumuş. Yeniden çalışmakiçin oturduğunda yazacağı bölümün abdest ile ilgiliayet olduğunu görmesi de, başka bir latif tevafuk olarakortaya çıkmış...Hattat Mehmet Arif Vural yazdığı bu mushafı tamamladığını,inşaallah en kısa zamanda basılacağını ve ümmetinistifadesine sunulacağını ifade etti.Mehmet Arif Vural, mushafı hazırlarken yaşadığı zorluklarıdile getirirken, İSMEK’in Türk İslam <strong>sanatlar</strong>ıyla ilgili açtığıkursların önemine de dikkat çekiyor. Vural, İstanbul BüyükşehirB<strong>el</strong>ediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları’nda Çini,Ebru, Hat, Minyatür, Sedef İşçiliği ve Tezhip gibi kurslarlagençlerin unutulmaya yüz tutan ata yadigarlarına yenidengönül vermesini sağladığını vurgulayarak, “Bu mushafıhazırlarken, öz<strong>el</strong>likle kitap ciltçiliği ve tezhip konularındabilgi sahibi insan sayısının az olduğunu gördüğümde hayalkırıklığı yaşadım. İnanıyorum ki, İSMEK’in açtığı kurslar sayesindebirçok gencimiz bu güz<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>a gönül vererekbu alandaki eksikliği kapatacaktır” dedi.Dünyanın dört bir yanında açılan sergilerde Türk-İslam <strong>sanatlar</strong>ınınbüyük ilgi görmesi, hatta bu sanatı öğrenmekiçin yurtdışından yabancıların ülkemize g<strong>el</strong>mesi, geçmişimizeait değerlerin korunması açısından çok sevindirici…105
Geçmişten GünümüzeTürk El SanatlarıProf. Dr. H. Örcün BARIŞTAAnadolu ve çevresinde serpilip g<strong>el</strong>işen Türk <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının engin bir geçmişi ve bizlere ulaştırdığızengin bir hazinesi vardır. S<strong>el</strong>çuklu dönemi, Beylikler dönemi, Osmanlı İmparatorluğu dönemive Türkiye Cumhuriyeti dönemi başlıkları altında <strong>el</strong>e alınarak inc<strong>el</strong>enebilecek örneklerdenoluşan bu hazine, Türklerin dünya sanatına armağanıdır. Yurt içi ve yurt dışında pek çok müzedesergilenen örnekler buna tanıklık etmektedir.Bu yazıda amacımız Osmanlı İmparatorluğu dönemi kanalıylagünümüze ulaşan Türk <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı ile ilgili gen<strong>el</strong>bilgiler vermek, bu örneklerde gözlenen süslem<strong>el</strong>erdekigüçlü birikimi gözler önüne sermek, bugünkü durumunudaha iyi anlayabilmek için bu <strong>sanatlar</strong> ve bunların süslem<strong>el</strong>erinetoplu bir bakış yapmaktır.1453 yılında Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethiylebaşlayan Osmanlı İmparatorluğu dönemi mimari alanındaolduğu gibi <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı olarak adlandırılan sanat dallarındada ün yapmıştır. Bilindiği gibi klasik estetik terminolojisinde<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı tamlaması güz<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong> dışında kalan güz<strong>el</strong><strong>sanatlar</strong> düzeyine ulaşmamış örnekleri kapsamakta, <strong>el</strong>sanatı olarak nit<strong>el</strong>endirilen örnekler estetik açıdan ikinci,üçüncü kategori iş, ürün, eser karşılığında kullanılmaktadır.Oysa Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray, ordu,ev, işlik, çarşı, hapishane, eğitim kurumları vb. merkezlerdeuygulanan <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının iş ürünü, endüstriy<strong>el</strong> üretimürünü, <strong>el</strong> sanatı, artistik <strong>el</strong> sanatı, kültür varlığı, eser vb.gibi isimlerle adlandırılmış kategorilerde bulunan çeşitliörnekleri bulunmaktadır. Hem güz<strong>el</strong> hem yararlıolma öz<strong>el</strong>liği taşıyan, yaratıcı güç ve başarılı beceriningöstergesi olan ürünlerden oluşan, döneminduygu ve düşünce sistemini yansıtan <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ıörnekleri arasında estetik değeri ve sanatsal boyutubulunan, iş ürünü nit<strong>el</strong>iği gösteren parçalardangüz<strong>el</strong> sanat düzeyine kadar ulaşan değişik kategorilerdeörnekleri vardır. Ya kurumsal eğitimleya da kurumsal eğitim dışında g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> yolladededen, nineden, anadan, babadan, ustadanöğrenilerek kuşaktan kuşağa geçerek süreg<strong>el</strong>enevdeki sanatsever, amatör teknikerdençarşıdaki profesyon<strong>el</strong> meslek gruplarınakadar geniş bir alana dağılan bu sanatdalları becerili işçi, usta ve sanatçının yakendi başına ya da grup çalışması (kolektifçalışma) kanalıyla yapmış olduğu ürünya da kültür varlıklarından oluşmaktadır. (1)Yakın bir geçmişe kadar yabancı literatürdeküçük <strong>sanatlar</strong> adıyla da bilinen <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ınınbir grubu taşınabilir kültür varlıkları yanısıra taşınmaz kültür varlıkları, başka deyişle mimariile bağlantılı ustalık alanlarının ürünlerinide kapsamaktadır. El sanatçısı tamlaması altında küm<strong>el</strong>enenmeslek gruplarından yola çıkılarak çeşitli isimlerletanınan sanat dalları, kullanılan gereçlerden yola çıkılarakalfabetik bir sistematikle ağaç işleri, alçı işleri, boya işleri,boynuz işleri, cam işleri, deri işleri, iplik işleri (tekstil), kağıtişleri, keçe işleri, metal işleri, taş işleri, toprak işleri ve karışıkya da bileşik gereçlerle yapılan işler şeklinde sıralanmaktadır.Bu dalların her biri kendi içinde ya ustalık alanlarıya kullanılan gereç ya da üretilen üründen adını alangruplara ayrılarak çok geniş bir y<strong>el</strong>pazeye yayılmaktadır.Osmanlı İmparatorluğu Döneminin El Sanatları İle İlgiliGen<strong>el</strong> BilgilerOsmanlı İmparatorluğu dönemi’nde başkent İstanbul <strong>el</strong><strong>sanatlar</strong>ı açısından çok zengin bir merkezdir. Burada hemsaray çevresinde küm<strong>el</strong>enen ehl-i hiref adı ile bilinen,teknik yönü ağır basan işler yapan sanat sahibi esnaf anlamınag<strong>el</strong>en (2) zanaatkarlar hem hassa mimarlar ocağınınbu dala ilgi duyan neccarların (ince marangozluk işleri) (3)verdiği ürünler hem ordunun işlikleri hem de saraydışında çarşıda ve evlerde halk sanatının ürünlerindenoluşan çok sayıda örnek yapılmıştır. Günümüzeulaşan yazılı b<strong>el</strong>g<strong>el</strong>erden ehl-i hiref örgütününTopkapı Sarayı’nda örgütlenmesi XV. yüzyıl sonlarındaII. Bayezit döneminde tamamlandığı; FatihSultan Mehmet döneminde Edirne Sarayı’nda dabenzer bir örgütün bulunduğu; XVI. yüzyılda 45bölük halinde örgütlenen ehl-i hiref’in en önemli<strong>el</strong>emanları nakkaşlar, kuyumcular, katipler,ciltçiler, çiniciler, kumaş dokuyucuları, hertürlü maden işini yapan kazgancılar, ahşapişleriyle uğraşan kündekarlar ve marangozlardanoluştuğu; padişahın yaptırdığıcami, saray, köşk vb. mimari eserlerinsüslenmesinde doğal olarak ehl-i hirefsanatçılarının önemli bir bölümü görevaldığı; hat, kalem işi, çini, ahşap vb. gibisüslem<strong>el</strong>er de ehl-i hirefe mensup sanatçılartarafından gerçekleştirildiği; 1573 yılına aitbir kayda göre bu örgütte 983 kişi bulunduğu (4)ortaya çıkmaktadır.106
İstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Şehir Müzesi’nden Nur-u Osmaniye Camisi’nin çeşme sebilini yansıtan, 4516 envanter numaralı Yıldız pors<strong>el</strong>en tabak.Bir başka örgüt ise imparatorluğun imar-bayındırlık gereksinimlerinikarşılamak için oluşturulmuş tüm inşaatlarıplanlamak, yapmak ve onarmak amacıyla kurulmuşHassa Mimarlar Ocağı'dır. Yazılı b<strong>el</strong>g<strong>el</strong>erden ilk kuruluşutam olarak bilinmeyen bu devlete ait mesleki kuruluşunfaaliyetleri 1453’ten sonraki bir tarihte başladığı; sık sıkdeğişen sayılarının 1527- 1528 yıllarında 14 olarak b<strong>el</strong>irlendiği;saray içinde Birun bölümünden sayılan Hassa MimarlarOcağı sarayın dört ünlü eminliğinden birincisi olanşehreminliğine bağlı olduğu; hassa başmimarının yönetimialtındaki Hassa Mimarlar Ocağı’nın ana <strong>el</strong>emanları hassamimarlar kethudası, kalem katibi, mimarlar, minareciler,mermerciler, taşçılar, sıvacılar, neccarlar (marangozlar),nakkaşlar (bezemeciler)’ (5) dan oluştuğu; Hassa MimarlarOcağı’nın önc<strong>el</strong>ikli görevi tıpkı Ehl-i Hiref Teşkilatı’na mensupsanatçı grupları gibi, kadro ve maaşla bağlı bulunduğuOsmanlı saray ihtiyaçlarını karşılamak olduğu; bukuruluşun ehl-i hiref’ten farkı ise yaptığı işin nit<strong>el</strong>iği gereği,faaliyetini sultanın sarayı ölçeğinde değil, önce sultanınbaşkenti yani İstanbul kenti ölçeğinde, sonra da üst yürütmeorganı olarak imparatorluk ölçeğinde <strong>el</strong>e aldığı; (6) anlaşılmaktadır.Bu ocağın yetiştirdiği Mimar Sinan, Mehmed,Davut, Dalgıç Ahmed ünlü ustalar ve öğrencileri ve dahabaşka mimarların ilk sanat bilgilerini Topkapı Sarayı’ndakiHas Bahçe’de kurulmuş saray at<strong>el</strong>y<strong>el</strong>erinde edinmiş olduklarıileri sürülmektedir. (7)Sarayın plastik <strong>sanatlar</strong> alanlarındaki etkinlikleri yanı sırasaray dışındaki mimari etkinliklerle bağlantılı söz konusu<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının uygulandığı bu iki devlete bağlı kuruluştanbaşka halkın gereksinimlerini sağlamak amacıyla çeşitliisimler altında küm<strong>el</strong>enen çeşitli işliklerde g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> yollarlaeğitilen ustaların yaptığı ürünler bulunmaktadır. Bukonuda halk sanatçılarının yaptığı işler, kazançları ile ilgilibilgiler veren narh defterleri meslek grupları konusundada bizleri aydınlatmaktadır.1640 tarihli Narh Defteri’ndekikayıtlardan kutucuyan (kutucular), çilingiran (çilingirler),çıkrıkçıyan (çıkrıçılar) ve doğramacıyan (doğramacılar) vb.gibi alanlarda uğraş verildiği (8) ve bu iş kollarında çalışanneccar, doğramacıyan ve nakkaşan vb. gibi ustaların almasıgereken ücretlerin de b<strong>el</strong>irtilmiştir. (9) Yazılı kaynaklardansağlanan bu bilgileri görs<strong>el</strong> kaynaklar tamamlamaktadır.Bu konuda bu dönemde kaleme alınmış surnam<strong>el</strong>eri bezeyenminyatürlerde esnaf alaylarının geçişlerini gösterensahn<strong>el</strong>ere yer verilmiştir. Bu örnekler Osmanlı İmpratorluğudöneminin mimari ile bağlantılı taşınmaz ve taşınabilirnit<strong>el</strong>ikteki kültür varlıkları konusunda bizlere ışık tutmaktadır.Öte yandan günümüze ulaşarak müz<strong>el</strong>eri bezeyenpek çok kültür varlığı örneği yazılı ve görs<strong>el</strong> kaynaklardansağladığımız bilgilerimizi doğruluğunu sınamamıza olanakvermektedir.Kişinin artistik çalışmalarının ve toplumun estetik değerlerininsergilendiği <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ınında verilen ürünlerin taşınabilirkültür varlıklarından oluşan bir grubunun doğum,evlenme, ölüm gibi hayatın üç ana dönemi çevresinde küm<strong>el</strong>enenörf adetlerin yanı sıra g<strong>el</strong>eneklerle beslenmiş, göreneklerleserpilmiş, dinin de etkisiyle Osmanlı İmparatorluğudöneminde aşamalarla yöres<strong>el</strong> düzeyden başlayarakulusal ve uluslararası bir platforma ulaştığı görülmektedir.Bu parçalar arasında doğum adetleriyle bağlantılı olarakbeşikler, işlem<strong>el</strong>i beşik örtüleri, çevr<strong>el</strong>er, peşkirler, yatakörtüleri, şerbet ve tatlı takımları doğacak bebeğe yapılanhazırlıklara işaret etmektedir.Evlenme adetleriyle ilgili olarak yapılan işlem<strong>el</strong>i bindallılar,duvaklar, erkek şalvarları ve y<strong>el</strong>ekleri, çevr<strong>el</strong>er, uçkurlar,iç çamaşırları; terlik, yemeni ve çizm<strong>el</strong>er; erkek için hazır-107
lanmış traş önlükleri ve örtüleri, traş takımları; hanımlariçin hazırlanmış işlem<strong>el</strong>i hamam takımları, hamam tasları,kildanlar; erkekler için köstekler; hanımlar için bilezikler,küp<strong>el</strong>er, kemerler dikkati çekmektedir. Bu giyim parçalarıdışında şerbet takımları, tatlı takımları, şeker tasları, kahvetakımları, nargile ve mangal vb. gibi sergilenen eşyalargöz kamaştırmaktadır. Bazen haftalarca süren düğünlerdesergilenen cehizler arasında kilimler, cicimler, halılar;işlem<strong>el</strong>i havlular, oda ve yatak takımları, yastıklar; yazmalar;oyalarla çevr<strong>el</strong>enmiş çevr<strong>el</strong>er; <strong>el</strong> örgüsü çoraplarınyanı sıra sandıklar, takunyalar, kaşıklar, kazanlar, ibrikler,kahve zarfları, aynalar, tepsiler, yemek tabakları, çanaklar,aşure takımları düğüne verilen önemi göstermektedir.Din ve ölümle ilgili eşyalar arasında ise seccad<strong>el</strong>er, havlularve peşkirler, cüz kes<strong>el</strong>eri; rahl<strong>el</strong>er, sünnet <strong>el</strong>bis<strong>el</strong>eri,hamaylılar, mevlüt örtüleri, kına, sabun ve para kes<strong>el</strong>eriyerleştirilen işlem<strong>el</strong>i bohçalar, dini törenler yanı sıra abdestalmada ve namaz kılmada kullanılan eşyaların zarafetidikkat çekmektedir. (10)Ya iki boyutlu ya üç boyutlu tasarlanmış bu örneklerinyapımında kullanılmış olan ağaç, alçı, boynuz, cam, deri,iplik, kağıt, keçe, metal, taş, toprak işleri vb. gibi gereçlerleuygulanan biçimlendirme ve süsleme teknikleri üstdüzeyde bir teknolojinin varlığına işaret etmektedir. Yontma,oyma, kakma, kazıma, çökertme, kanal açma, kalıpladökme, <strong>el</strong>le çekme, üfleme, yamama, dokuma, iğne yürütme,ilmek atma, düğüm atma, boyama, sırlama vb.gibi isimlerle bilinen tem<strong>el</strong> teknikler ve bunların çeşitlem<strong>el</strong>eriçok becerili bir işçiliği gözler önüne sermektedir.Önceden b<strong>el</strong>irttiğimiz gibi müz<strong>el</strong>eri bezeyen örnekler Osmanlıİmparatorluğu dönemi <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının plastik öz<strong>el</strong>liklerininyüzyıllar boyu izlenebileceği nesn<strong>el</strong> kaynaklar oluşturmaktave bu dönemin bu alandaki kültür varlıklarınınsüslem<strong>el</strong>erine toplu bir bakış yapma olanağı vermektedir.Bunlar üzerinde yapılan gözlemler doğrultusunda <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ınınsüslem<strong>el</strong>eri ana çizgileriyle kısaca şöyle özetlenebilir:Süslem<strong>el</strong>erde Gözlenen Gen<strong>el</strong> Öz<strong>el</strong>likler ve ÜslupOsmanlı İmparatorluğu döneminden kalan <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı örneklerindegözlenen süslem<strong>el</strong>ere minyatürler dışında toplubir bakış yapılabilir ve örneklerin yapılış biçimi bir tarafabırakılarak bunlarda seçilen konular, konuların biçimlendirilişi,renklendirme ve kompozisyon başka deyişle budönemde görülen süslem<strong>el</strong>erin gen<strong>el</strong> öz<strong>el</strong>likleri ve üslubukronolojik bir sistematikle 16. yüzyıldan başlayarak 17.yüzyıl, 18. yüzyıl, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreği olaraksırasıyla şöyle tanıtılabilir:16. Yüzyıl Sanatı16. yüzyılda sanatçılar ve ustalarca ya somut ya soyut yada ikisinin bileşiminden oluşan karma konular seçilmiştir.Somut konular arasında nar çiçeği, lale, karanfil, zanbak,sümbül, yaban gülü, nar, <strong>el</strong>ma vb. gibi bitkis<strong>el</strong> bezem<strong>el</strong>er;rumi, kuş, kuzu, ejder vb. gibi figürlü bezem<strong>el</strong>erden oluşmaktadır.Çoğu anlam yüklü konuların sergilendiği motiflerdenen yaygın olarak seçilen içi başka motiflerle dolgulanmışbitkis<strong>el</strong> bezem<strong>el</strong>erdir. Nesn<strong>el</strong>i bezenm<strong>el</strong>er arasındakadeh biçimi vazolar, hançerler ilgi çekmektedir. Soyutkonular arasında yıldız, altıgen, beşgen, üçgen, madalyon,rozet, geçm<strong>el</strong>i örgü, üç top (çintemani- Timur beneği) vb.gibi geometrik bezem<strong>el</strong>er; kufi, neshi yazı türleri ilginç seçimlerdir.Geometrik bezem<strong>el</strong>erin ve yazılı bezem<strong>el</strong>erinöz<strong>el</strong>likle ağaç işleri dalında türler olan vaaz kürsüleri, kapıkanatları ile pencere kapaklarında seçkin örnekleri vardır.Somut ve soyut konuların bir arada kullanıldığı karma konularresim nit<strong>el</strong>iğindeki minyatür anlayışına uyum sağlamaktadır.Taş işçiliğinin mezar taşları türlerinde kadeh biçimivazolara yerleştirilmiş çiçeklerle tasarlanmış bir tür natürmortolarak nit<strong>el</strong>endirilebilecek vazoda çiçek motifleri karma konularkapsamında çeşitlem<strong>el</strong>er arz etmektedir. Benzer bir durumtaş işleri türlerinden mihrap ve minberler için söz konusudur.Soyut ve somut konulardan oluşan karma konu çeşitlem<strong>el</strong>erindeseçilen konular sanatçıların, ustaların Doğu ile Batı arasındabir ara dünya ortaya koydukları düşündürmektedir.İstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Şehir Müzesi’nden 3229 envanter numaralı inci ile süslenmişdal biçimli kadın başı süsü.İstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Şehir Müzesi’nden 3230 envanter numaralı mercan ile süslenmişdal biçimli kadın başı süsü.108
narlar vb. motiflerle seçimi ve dağılımında cesur çıkışlaryapmışlar, çizgi ile sağladıkları hareket olgusunu renklegüçlendirmişlerdir.Süslem<strong>el</strong>erde gözlenen kompozisyonlar iki başlık altındatoplanmaktadır: Bir motiften oluşturulmuş kompozisyonlarve birden fazla motifin yin<strong>el</strong>enmesi ile oluşturulmuşkompozisyonlar. Bir motiften oluşturulmuş kompozisyonlardaustalar ünit<strong>el</strong>eri birleştirerek tek bir birim içindesunmuşlar ve bu kapalı kompozisyonlarla bazen resims<strong>el</strong>bir etkiye ulaşmışlardır. Seramik, ağaç işleri, taş işleri, işlem<strong>el</strong>erve halılar kapsamında ilginç örnekler sergilemişlerdir.Birden fazla motifin yin<strong>el</strong>enmesi ile oluşturulmuşkompozisyonlarda motif sıralamalarına başvurmuşlardır.Motifleri düzgün, atlayarak, bağlantılı ve geçm<strong>el</strong>i sıralamalarlabiçiminde yerleştirmişler ve yatay, dikey, diagonaleksende g<strong>el</strong>işen ya da merkeze doğru yönlendirilmişmotiflerle bir merkeze doğru akıp giden düzenle yüzeyleribezemişlerdir. Kompozisyon kurgusu içinde gen<strong>el</strong>likle simetridenkaçınmışlardır. Açık kompozisyonlar olarak tasarlananbu kompozisyonlarda gen<strong>el</strong>likle zemin ve zeminikuşatan bordürü birbirinden koparmışlardır. Çiniler, taş işleri,işlem<strong>el</strong>er ve halılarda böyle tasarlanmış çeşitlem<strong>el</strong>ersergilemişlerdir. Bordür biçiminde hazırlanmış kompozisyonlardamotifleri yin<strong>el</strong>erken çizgis<strong>el</strong> düzenlem<strong>el</strong>ere özengöstermişlerdir.17. Yüzyıl SanatıBu parçalarda ustalar motif, bordür ve kompozisyonlarınıhazırlarken antinatüralist bir tutumla doğaya yaklaşmışlarve doğadaki güz<strong>el</strong>liği kendi yorumları ile yansıtmışlardır.Batı anlayışıyla gölge ışık, ve perspektif gibi nesn<strong>el</strong>eri gerçeğeyaklaştıran onların oylum kazanmasını sağlayan nit<strong>el</strong>iklerdenkaçınmışlardır. Böylece yüzeyde hareket sağlamışlardır.Sert geometrik çizgilerin yardımıyla biçimlerinioluşturmuşlar arı bir yaklaşımla tasarlarının yansıtmışlardır.Bazı örneklerde soyutlamalarla gerçek üstü bir üslubayön<strong>el</strong>mişlerdir. Bazen soyut (abstre) bazen sembolik bazenanlam yüklü değerler aktarmışladır. Güçlü doğa gözleminebağlı olarak yapılan cisimlendirm<strong>el</strong>erde dik açıların oluşturduğukar<strong>el</strong>er, dikdörtgenler, üçgenlerin yanı sıra dairevb. gibi geometrik birimlere başvurmuşlardır. Biçimlerindeyalın ifadeye özen göstermişler ve nesnenin özündekikarekteri yansıtma çabası gütmüşlerdir. Batı anlamındapür estetik anlayışına yaklaşım göstererek doğayı dış görünüşündenkısmen sıyırmışlar ve bir mimari kuruluş gibibiçimlendirerek adeta doğanın özünü formilize etmişlerve böylece bazen konstrüktivist olarak nit<strong>el</strong>endirebilecekbir üsluba yön<strong>el</strong>mişlerdir. Geometrik ve yazılı bezem<strong>el</strong>erlenon–figüratif şekillendirm<strong>el</strong>er aktarmışlardır.Önceki yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da süslem<strong>el</strong>erdesoyut, somut ve karma konular seçilmiştir. Somut konulararasında küpe çiçeği, süsen, servi ağacı, hurma ağacıgibi bitkis<strong>el</strong> bezem<strong>el</strong>er; sütun, kemer, kandil, çarık vb. gibinesn<strong>el</strong>i bezem<strong>el</strong>er yeni seçimler olarak ilgi çekmektedir.Biçimlendirm<strong>el</strong>er açısından antinatüralist biçimlendirm<strong>el</strong>erinyanı sıra realist, sür-realist biçimlendirm<strong>el</strong>erin devreyegirdiği non-figüratif şekillendirm<strong>el</strong>erin azaldığı farkedilmektedir. Çizgiyle gerçeğe yaklaşan sanatçıların bukez oran, simetri, renk vb. ög<strong>el</strong>erle oynayarak algılamadaoptik hareket ve puslu görüntülerle soyutlama eğiliminiYansıtılan biçimler ya bir renkle ya da birden fazla renkkullanarak renklendirilmiştir. Bir renkli biçimlerini altınve gümüş rengi; birden fazla renkli biçimlerinin domateskırmızısı, yakut rengi, mavi, boncuk mavi ana renkleri vebeyaz, yeşil, sarı yardımcı renkler ile renklendirmişlerdir.Bazı örneklerde bej, kahverengi, gibi natur<strong>el</strong> renkleri dekullanmışlardır. Renklerin dağılımında antinatüralist birtutumla doğaya yaklaşmışlardır. Büyük lek<strong>el</strong>er biçimindeserdikleri renklerde tonlamadan kaçınmışlar sert kontrastlarabaşvurmuşlardır. Kırmızı dallar, mavi yapraklar veİstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Şehir Müzesi’nden 1747 envanter numaralı seramik mangaltakımı.109
g<strong>el</strong>en saat, pors<strong>el</strong>en gibi eşyaların yanı sıra desen kataloglarınınetkileriyle buket gibi yeni konuların işlendiği buyüzyılda natürmort türünün yaygınlaştığı, vazoda çiçekmotiflerine tabakta meyve motiflerinin eklendiği, ağaç,çadır, gibi motiflerle manzara ressamlığına doğru adımlaratıldığı izlenimini uyandırmaktadır. Soyut konular arasındageometrik bezemenin azaldığı, yazılı bezeme türlerindeokunabilir yazı şeritlerinin giderek yaygınlaştığı, bu aradayüzyılın sonunda bir grupta yazının karma konular arasındayansıtılan tasarıdan ayrı bir anlam yüküyle beyitlerbiçiminde de kullanıldığı gözlenmektedir. Çiniler, taş işleri,halılar, işlem<strong>el</strong>er çeşitlem<strong>el</strong>er içermektedir.farklı bir bakış açısıyla sürdürdükleri gözlenmektedir. 16.yüzyıla kıyasla düzen ve simetri endişesinin b<strong>el</strong>irdiği birgrupta birimlerin bir mekan içine yerleştirildiği ve çiçeklerinyaprakların hafif ‘C’ kıvrımlı dallar çevresinde toplandığıancak bu kez sanatçıların bilinçli renk seçimi, dağılımı yada optik oyunlarla bu öz<strong>el</strong>likleri erittikleri bu öz<strong>el</strong>likle hareketöğesinin hâlâ önemsendiğine işaret etmektedir.Ustalar bu yüzyılda da 16. yüzyılda olduğu gibi ya birrenkle ya da birden fazla renk kullanarak biçimlerinirenklendirmişlerdir. Birden fazla renk kullanarak yapılmışrenklendirm<strong>el</strong>erde biçimlendirmeye yardımcı olmak önplanda tutulmuştur. Renklendirme açısından yüzyılın ilkçeyreğinde 16. yüzyıla benzer bir tutumla domates kırmızısı,yakut rengi ve mavinin ana renk olarak seçilmeye devamedildiği yüzyılın ortaları ve ikinci yarısında bir gruptasarı, bej, sütlü kahverengi, pembe, açık mavi, yeşilin past<strong>el</strong>tonlarının beğeni kazandığı ve altın, gümüş rengininyaygınlaştığı fark edilmektedir. Renk dağılımı açısındanise 16. yüzyıla benzer bir tutumun yanı sıra bir grupta yanyana aynı rengin iki ayrı tonunun kullanılmasına ya dayeşil yapraklar, kahverengi dallar gibi naturalist bir gözlemleyapılan renklendirm<strong>el</strong>erle doğaya yaklaşma eğilimikendini göstermektedir. Ancak gen<strong>el</strong> olarak eğer çizgiile gerçek görüntüye yaklaşılmışsa past<strong>el</strong> renklerleve altın gümüş rengiyle silik görüntü yansıtma eğilimialgılanmaktadır.16. yüzyıl kompozisyon çeşitlem<strong>el</strong>erinin yin<strong>el</strong>endiğibu yüzyılda bir grupta giderektek motiften oluşan kompozisyonlara yön<strong>el</strong>indiğibir grupta ise bir merkeze doğruyönlendirilmiş motiflerden oluşankompozisyonların ağırlık kazandığı görülmektedir.18. Yüzyıl SanatıBu yüzyılda önceki yüzyıllarda görülenbitkis<strong>el</strong> bezem<strong>el</strong>erin boru çiçekleri,krizantem, tütün yaprağı vb. gibiyeni bitkis<strong>el</strong> bezeme konuları vetabak, çadır vb. nesn<strong>el</strong>i bezem<strong>el</strong>erledevam ettiği gözlenmektedir.Bir açıdan Batı’danBiçimlendirme açısından önceden görülen biçimlendirm<strong>el</strong>erinyanı sıra bu yüzyılda bir grupta b<strong>el</strong>iren natüralist,empresyonist ve romantik bir tutumla yapılan biçimlendirm<strong>el</strong>erleçeşitlem<strong>el</strong>er sergilendiği gözden kaçmamaktadır.Bu yüzyılda çizgi ve renkle oynayan ustaların bazıempresyonist görüntülere ulaştıkları yaygınlıkla ‘C’ kıvrımlıdallar çevresinde ‘C’ kıvrımlı hareketin devam ettiğiçiçekli ya da yapraklı dallardan oluşan birimlerde ‘C’kıvrımlı çizgilerle yüzeyin bazı noktalarında bir derinliğinbaşka deyişle perspektifin b<strong>el</strong>irdiği görülmektedir. Ancakbu kez renklendirme ile simetrinin bozulduğu ya da bazıbirimlerin renklendirmesinde gerçekten kaçılarak gerçeğeyaklaşan öz<strong>el</strong>liklerin eritildiği gözlenmektedir. Benzerbir durum bazı dokuma örnekleri için söz konusudur. Buörneklerde gerçekten kaçış ya yüzeye dağılan birimlerindüzeni bozularak ya da puslu görüntü veren metal ipliklerkullanarak sağlanmıştır.Yeni bir kompozisyon türünün b<strong>el</strong>irmediği bu yüzyılda ustalarınkompozisyonlarda bilinçli estetik oyunlarına yön<strong>el</strong>diği,yeni arayışlar içinde olduğu görülmektedir.Kompozisyonların renklendirilmesinde ikili bir gidiş dikkatimiziçekmektedir. Birinci grupta önceki yüzyılda olduğugibi antinatüralist bir yaklaşımla renklendirme yapılmıştır.Bu örneklerde beyazın değer kazandığı gözden kaçmamaktadır.İkinci grupta beyaz, pembe, sarı, koyu sarı,turuncu, mavi, koyu mavi gibi tonlamalar vardır. Altın vegümüş renginin yaygın görüldüğü bu grupta turkuaz veamatist moru renkleri ilginçtir.19. Yüzyıl Sanatı19. yüzyılda ustalar konularını ya somut ya soyutya da karma konulardan seçmişlerdir. Somutkonular arasında mine, orkide, mimoza,manolya, sarmaşık gülü, leylak, asma yaprağı,defne yaprağı, keng<strong>el</strong> yaprağı, kavun,karpuz, başak, palmiye, salkım söğüt vb.bitkis<strong>el</strong> bezem<strong>el</strong>er vardır. Nesn<strong>el</strong>i bezemetüründe gemi, y<strong>el</strong>ken, kayık, köşk,mescit vb. mimari motifleri doğa ürünleriarasında sergilenerek, resim sanatıylaortak bir betimleme anlayışınayön<strong>el</strong>mişlerdir. Zaman zaman mimarive çadırlarla oluşturdukları bezem<strong>el</strong>eryanı sıra natürmortlarla 18. yüzyılkonularını yenilemişlerdir.Ağaç işleri, taş işleri, duvarresmi, cam altı resmi,işlem<strong>el</strong>er, halılar veoyalarla yeni arayışlara110
Yeni bir kompozisyon türünün ortaya çıkmadığı 19. yüzyıldaönceki kompozisyon türleri yin<strong>el</strong>enmiştir. Giderekbir motiften oluşturulmuş kompozisyonların arttığı, birdenfazla motifin yin<strong>el</strong>enmesi ile oluşturulmuş kompozisyonlarailginin azaldığı gözlenmektedir. Bu arada birgrupta S<strong>el</strong>çuklu Dönemi’ne kadar geriye doğru dönüş verumi palmet motifleri gibi motiflerin yeniden devreye girdiğigözden kaçmamaktadır. Neoklasik bir üslup olaraknit<strong>el</strong>endirilebilecek bir yaklaşımla örneklerin bezendiğigörülmektedir. Çiniler, taş işleri ve işlem<strong>el</strong>er arasında bukonuda güz<strong>el</strong> örnekler vardır. Yüzyılın sonlarında kurulanteknik eğitim kurumları ve Sanay-i Nefise Mektebi vb. kurumlarlaplastik <strong>sanatlar</strong>ın bazı alanları yavaş yavaş saraydışına çıkmıştır.20. Yüzyıl Sanatıyön<strong>el</strong>mişlerdir. Figürlü bezem<strong>el</strong>er açısından insan, at, kuş,yılan, şahmeran vb. konulara eğilen ustalar soyut konulararasında yazılı bezeme ve geometrik bezeme türlerindeçok başarılı örnekler vermişlerdir. Karma konular arasındaçok ilginç manzara ve portr<strong>el</strong>er sergilemişlerdir.Bu dönemde konstrüktivist, antinatüralist, realist, empresyonistve non-figüratif biçimlendirm<strong>el</strong>er görülmektedir.Kuşkusuz en tipik biçimlendirm<strong>el</strong>er g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> olaraknit<strong>el</strong>endirilebilecek antinat İstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesiŞehir Müzesi’nden 3818 envanter numaralı, “Akranlar içindeyüz karalığı âb-ı sabun ile ağarmaz,” yazılı berber tası.Realist aktarımlarla Batı etkisiyle düzenlenmiş natüralist,realist, sür-realist, empresyonist yansıtmaların bileşimindenoluşan birimlerle sunulan bileşik biçimlendirm<strong>el</strong>erdir.Zaman zaman non-figüratif formlarla zenginleştirilen budüzenlem<strong>el</strong>erde sembolik ve sür-realist değerler, ulaşılmıştır.Perspektifin bazen başarılı uygulandığı örneklerindışında natüralist birimlerin h<strong>el</strong>ezon biçiminde sarmaşıkdalları arasında gizlendiği gözlenmektedir. Çoğunlukla optikdeğerlerde oynamalarla isteyerek oransız ya da asimetrikdüzenlenmiş biçimlerle yüzeyde hareket sağlanmıştır.18.yüzyılın sonunda yaygınlaşan parıltılı gereçlerinve biçimlendirm<strong>el</strong>erin aracılığıyla hareket kazandırılankompozisyonların çoğaldığı, hareket kazanan çizginin veartan renk sayısının aynı amaca yön<strong>el</strong>ik kullanıldığı gözlenmektedir.Bu yüzyılda ya bir renk ya da birden fazla renkle biçimlerrenklendirilmiştir. Birden fazla renkli örneklerde yakutrengi, domates kırmızısı, bordo, pembe, kurmay rengi,kırmızı, güvez rengi, amatist moru, mor, leylak rengi,mavi, turkuaz, yeşil, sarı, acı sarı, hardal rengi, kavun içi,gül kurusu, beyaz, siyah, açık ve koyu kahverengi, altınile gümüş rengi renklendirmede kullanılmıştır. Biçimlendirmedekiüsluba paral<strong>el</strong> dağıtılan renklerin bir gruptatonlamalarının çoğaldığı bir grupta ise tonlamasız renklerinseçildiği görülmektedir. Amatist moru yüzyılın tipikrengidir. Gen<strong>el</strong>likle bir kompozisyonda yer alan birimlefarklı renklendirilmiştir. G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> olarak nit<strong>el</strong>endirilebilecekantinatüralist renklendirm<strong>el</strong>erde tonlamasız sertkontrastlar görülmektedir. Non-figüratif formların renklendirilmesindezengin bir renk seçimi vardır. Bu arada birgrup taş işleri, ağaç işleri ile oya üç boyutlu çalışmaların dayapılmış olduğunu ortaya koymaktadır.20. yüzyılın ilk çeyreğinde önceki yüzyıllarda görülen konuların,biçimlendirm<strong>el</strong>erin, kompozisyonların, renklendirm<strong>el</strong>erinyenilendiği, g<strong>el</strong>işen teknoloji karşısında ustalarınyeni arayışlara yön<strong>el</strong>diği gözlenmektedir. Bünyesinderesim, heyk<strong>el</strong>, mimari ve hakkaklık gibi dallar bulunanSanay-i Nefise Mektebi ile teknik eğitimle sürdürülen öğrenimleyavaş yavaş <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı çarşıya kaymış ve halksanatı ustaları tarafından uygulanmıştır.Kısaca bir özet olarak yukarıda sunulan süslem<strong>el</strong>erde gözlenengen<strong>el</strong> öz<strong>el</strong>likler ve üslup her yüzyılda kendine özgübir kimlikle karşımıza çıkmaktadır. Günümüze ulaşan kültürvarlıkları her yüzyılın erken tarihli örneklerinde öncekiyüzyıl öz<strong>el</strong>liklerinden ve üslubundan beslenerek g<strong>el</strong>işenbir üslubun var olduğuna ve bu üslubun giderek bir öncekiyüzyıldan devir alınan öz<strong>el</strong>likleri özümseyerek ondanesinlenerek yeni arayışlara yön<strong>el</strong>erek süreg<strong>el</strong>diği ortayakoymaktadır. Böylece her yüzyılın kendi damgasını taşıyanve zaman zaman <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ından koparak güz<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>düzeyine ulaşan kimliği, kişiliği olan üsluplarla süslenmişörneklerin zenginliğini gözler önüne sermektedir.Türkiye Cumhuriyeti Dönemi’nde El SanatlarıTürkiye Cumhuriyeti dönemi’nde <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı eğitim veöğretimi meslek lis<strong>el</strong>eri, mesleki eğitim fakült<strong>el</strong>eri ve teknikeğitim fakült<strong>el</strong>erinde yapılan örgün öğrenim yanı sıraMilli Eğitim Bakanlığı ile bazı bakanlıklar ve b<strong>el</strong>ediy<strong>el</strong>erceaçılan yaygın eğitim kursları kanalıyla sürdürülmektedir.Mesleki ve teknik orta öğrenim kurumlarında <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ıadı altında sürdürülen bu öğretim programlarında iplikişleri (tekstil) ağırlıklı küm<strong>el</strong>enen dallar yanı sıra ağaç işleri,metal işleri ve toprak işleri gibi dallar; yüksek öğrenimkurumlarında ise güz<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong> fakült<strong>el</strong>erinin g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong><strong>sanatlar</strong> tem<strong>el</strong> alanı kapsamında halı-kilim, eskikumaş desenleri, çini, tezhip, hat ve cilt vb. dallarda öğrenimyapılmaktadır. Gerek orta gerek yüksek öğrenimİstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Şehir Müzesi’nden 4165 envanter numaralı, “Bir fincan kahveninkırk yıl hatırı var” yazılı kahve fincanı.111
neks<strong>el</strong> Sanatlar Bölümü’nce 20. yüzyılın sonlarında sür<strong>el</strong>iyayına dönüştürülen <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı sempozyumları kitaplarıhem yaygın hem örgün öğretim hem de halk plastik <strong>sanatlar</strong>ıkonusunda önemli bir kaynak oluşturmaktadır. (14)B<strong>el</strong>ediy<strong>el</strong>erce sürdürülen yaygın eğitim programları da 21.yüzyılda yayınlanmıştır. İSMEK’in 2007-2008 Eğitim DönemiBranş Rehberi’nde <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı kurs program adları şöylesıralanmaktadır. Mesleki teknik eğitimler: trikotaj, evtekstili, kitap ciltçiliği; El Sanatları: cam işlemeciliği, beyaziş, gravür, ahşap rölyef, ahşap boyama, vitray, ahşap oymacılığı,kırkyama, kumaş boyama, kurd<strong>el</strong>e nakışı, mefruşat,mozaik, resim, cam boyama, cam süslemeciliği, fantezigiyim, folyo, giyim, gümüş sim örücülüğü, t<strong>el</strong> kırma, <strong>el</strong>nakışı, t<strong>el</strong>kari, örücülük-şiş örücülüğü, makine nakışı, ipekboyama, iğne oyası, Çin iğnesi, seramik, desen tasarımı, <strong>el</strong><strong>sanatlar</strong>ı, ev aksesuarları, polimer takı tasarımı, deri aksesuarları,yün örücülüğü, takı tasarımı; Türk İslam Sanatları:hat, tezhip, kalem işi, sedef işçiliği, ebru, minyatür, çini. (15)Halk plastik <strong>sanatlar</strong>ında yapılan işten başka deyişlemeslekten yola çıkılarak yapılan bir sınıflamada bu dallar:alemcilik, bastonculuk, bakırcılık, beşikçilik, bıçakçılık,boncukculuk, boyacılık, cam altı ressamlığı, çarıkçılık, çinicilik,dericilik, dokumacılık, dülgerlik, halıcılık, işlemecilik,kalaycılık, kaşıkçılık, keçecilik, kilimcilik, koşumculuk,köşkerlik, kuyumculuk, nakışlı çul dokumacılık, nalbantlık,oyacılık, örgücülük, örücülük, saraçlık, semercilik, sepetçilik,süpürgecilik, taşçılık, tenekecilik, urgancılık, üzerlikişçiliği, yazmacılık ve yorgancılık olarak dizilmektedir. (16)kurumlarındaki örgün öğretim programları doğrultusundaöğretim ve eğitim verilmektedir. Aynı zamanda Milli EğitimBakanlığı’nın olgunlaşma enstitüleri, Çıraklık ve YaygınEğitim Gen<strong>el</strong> Müdürlüğü'nün yanı sıra bazı bakanlıklarve b<strong>el</strong>ediy<strong>el</strong>erce <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının çeşitli dallarında yaygıneğitim paket programlarıyla da öğrenim yapılmaktadır. Bukurumlarda uygulanan örgün eğitim programları Milli EğitimBakanlığı'nın ve Yüksek Öğrenim Kurumu’nun çeşitliyayınları kanalıyla yayınlanmıştır. Benzer bir olgu yaygıneğitim yapılan alanlar için söz konusudur. Çıraklık ve YaygınEğitim Gen<strong>el</strong> Müdürlüğü'nce yayınlanmış halk eğitimmerkezlerinde sürdürülen <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı eğitimi programlarıbu konuda önem arzetmektedir. Uygulanan programların1992-1994 yıllarındaki dökümü 20. yüzyıl sonlarındaki durumunsaptaması açısından bir b<strong>el</strong>ge nit<strong>el</strong>iğindedir. (11)Bu eğitim kurumları dışında <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı kurumsal eğitimalmamış ustalar aracılığıyla halk plastik <strong>sanatlar</strong>ı olarak dauygulanmaktadır. Bu konuda yayınlanmış iki çalışma 21.yüzyıldaki halk plastik <strong>sanatlar</strong>ı alanları ve ustaları konusundabizleri bilgilendirmektedir. Bunlardan birincisi MilliEğitim Bakanlığı Kız Teknik Öğrenim tarafından yayınlananG<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> El Sanatları Türkiye Profili Ön Araştırma Raporudur.(12) İkincisi ise "TBMM, G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk El SanatlarıÜretici ve Sanatkarlarının Sorunlarının Araştırılarak, El SanatlarınınG<strong>el</strong>iştirilmesi, Korunması ve G<strong>el</strong>ecek KuşaklaraAktarılması İçin Alınması Gereken Önlemlerin B<strong>el</strong>irlenmesiAmacıyla Kurulan (10/128) Esas Numaralı Meclis AraştırmasıRaporu"dur. (13) Bu arada 9 Eylül Üniversitesi G<strong>el</strong>e-Gerek Milli Eğitim Bakanlığı’na gerek diğer bakanlıklara vegerekse b<strong>el</strong>ediy<strong>el</strong>ere bağlı olarak farklı amaçlar doğrultusunda<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının pek çok dalında eğitim ve öğretimyapılmakta ve işçi, usta, becerili usta vb. farklı düzeylerdeinsan gücü yetiştirilmekte ve ekonomiye katkıda bulunulmaktadır.Kursların bitiminde binlerce ürünün coşkuile sergilendiği bir sanat ortamı oluşturan bu kurumlarınteknik öğrenime ağırlık verdiği, sanatseverlere olanaklarsağlandığı ve onların yaşamlarına yeni bir boyut kazandırıldığıgözlenmektedir. Meslek edinme kurslarında çokyol alınmış olduğunu göstermektedir. Ancak sergilenenürünler yaratıcılığın g<strong>el</strong>iştirilmesi doğrultusunda eğitimsüresinin başka deyişle zamanın yeterli olmadığına işaretetmektedir.Bu durum ilgili kurumların yaratıcılığın g<strong>el</strong>iştirilmesine deeğilmesini bunun için yeni motif, desen ve bordürlerin yapıldığı;eski örneklerden motif, desen, bordür ve kompozisyonlarınçıkarılarak çizildiği, stüdyo-atölye birimleri içerenbir dizayn ünitesi ve sanatseverlerin kendinden önceyapılmış örnekleri gözleyebilmesi kopya ile uygulayarakteknik öğrenebilmesi için sanat alanlarıyla ilgili tarihi veetnografik bilgi ve görs<strong>el</strong>lerin derlendiği kitaplık ve b<strong>el</strong>g<strong>el</strong>iğide içeren bir sanat tarihi disiplini sistematiği ile oluşturulmuşdokümantasyon ünitesi (17) gibi ünit<strong>el</strong>erin servisvermesinin katkısı olacağını düşündürmektedir.Böyle bir donanım hem yaratıcılığı g<strong>el</strong>iştirecek hem deülkemizin büyük ölçüde becerili ustaya gereksinim duyduğukültür varlıklarının bakımı (konservasyon), onarımı(restorasyon) alanlarında meslek kurslarından almış olduklarıdonanımla çalışabilecek <strong>el</strong>eman yetiştirme açısındanbüyük yarar sağlayacaktır. Günümüzde değişen <strong>el</strong><strong>sanatlar</strong>ı tamlamasının tanımı ile sürdürülen etkinliklerefarklı sanatsal bir boyut yeni bir vizyon kazandıracaktır.112
İstanbul Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Şehir Müzesi'nden 1262 (1845-46 M.) tarihli Eser-i İstanbul yazılı, 3285 envanter numaralı sürahideki Osmanlı arması.Kaynakça:1-H.Örcün Barışta, Halk Plastik Sanatları Sunusu, TBMM,G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk El Sanatları Üretici ve SanatkarlarınınSorunlarının Araştırılarak, El Sanatlarının G<strong>el</strong>iştirilmesi,Korunması ve G<strong>el</strong>ecek Kuşaklara Aktarılması İçin AlınmasıGereken Önlemlerin B<strong>el</strong>irlenmesi Amacıyla Kurulan(10/128) Esas Numaralı Meclis Araştırması Raporu, TürkiyeBüyük Millet Meclisi, S.Sayısı 10006, Dönem 22, YasamaYılı 4, s.44.2-S<strong>el</strong>çuk Mülayim, Sinan ve Çağı, Marmara ÜniversitesiYay. Nu. 473, Fen Edebiyat Fakültesi Yay. Nu.10, İstanbul,1989, s.51.3-Mülayim., A.g.e.,s.57.4-S<strong>el</strong>çuk Mülayim, Mimarlar ve Ustalar, Thema LarousseTematik Ansiklopedi, Milliyet, 1993-1994, C.s.261.5-Zeki Sönmez., Osmanlı Mimarisinin G<strong>el</strong>işiminde Hassa MimarlarOcağı’nın Yeri Örgütlenme Biçimi ve Faaliyetleri, Osmanlı,Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, s.184-185.6-Sönmez, A.g.m.s.186-187.7-C<strong>el</strong>al Esat, Arseven, Türk Sanatı, Cem Yayınevi, 1984, s.239.8-Mübahat Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve1640 Tarihli Narh Defteri, Enderun Matbaası, İstanbul, 1983,s.206, 303, 299, 302, 322.9-Kütükoğlu., A.g.e., s.324.10-H.Örcün Barışta., Türk El Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı,1988,İlav<strong>el</strong>i İkinci Baskı, 1998, s.IX,11-H. Örcün Barışta, Murat Çerkez, Hakan Çetin, MuhammedGörür, Nurşen Özkul., Yaygın Eğitim Kurumları ProgramlarındakiG<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk El Sanatları Üzerine, Türkiye’de ElSanatları G<strong>el</strong>eneği ve Çağdaş Sanatlar İçindeki Yeri Sempozyumu,Ankara, 1997, s.198-207.12-G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> El Sanatları Türkiye Profili Ön Araştırma Raporu,Kız Teknik Öğretim Gen<strong>el</strong> Müdürlüğü, 2005.13-TBMM, G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk El Sanatları Üretici ve SanatkarlarınınSorunlarının Araştırılarak, El Sanatlarının G<strong>el</strong>iştirilmesi,Korunması ve G<strong>el</strong>ecek Kuşaklara Aktarılması İçinAlınması Gereken Önlemlerin B<strong>el</strong>irlenmesi Amacıyla Kurulan(10/128) Esas Numaralı Meclis Araştırması Raporu,A,g.e.,s.220-238.14-H.Örcün Barışta., Günümüzde El Sanatları Yapılan YüksekÖğretim Kurumları ve Bu Kurumlarca Yapılan Sür<strong>el</strong>iYayınlarla B<strong>el</strong>irlenen Eğitim Kurumları Dışında UygulananEl Sanatları Üzerine, V. Türk Kültürü Kongresi, Atatürk KültürMerkezi, Ankara 2005, s.1-9.15-2007-2008 Eğitim Dönemi Branş Rehberi, İstanbul BüyükşehirB<strong>el</strong>ediyesi, İSMEK, s.4,5.16-H.Örcün, Barışta., Türkiye Cumhuriyeti Dönemi HalkPlastik Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2005, s.16.17-H.Örcün Barışta., Isparta Halıcılığı Üzerine, Kamu ve Öz<strong>el</strong>Kuruluşlarla Orta Öğretimde Üniversit<strong>el</strong>erde El SanatlarınaYaklaşım ve Sorunları Sempozyumu Bildirileri, Kültür BakanlığıHalk Kültürlerini Araştırma ve G<strong>el</strong>iştirme Gen<strong>el</strong> Müdürlüğü-Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü, 1994, s.60.113
Kitaba İşlenen Medeniyet;Türk Cilt SanatıAydın ÇAKIRTAŞ*Türk cilt sanatı, en mükemm<strong>el</strong> çağını Osmanlı’da yaşamıştır. İslâm estetiği (bediiyat) bakış açısını en iyi algılayanOsmanlı toplumu, kültürde ve sanatta öz<strong>el</strong>likle İstanbul’un fethiyle birlikte muazzam bir yüks<strong>el</strong>işe geçmiştir.Çağ kapatıp çağ açan, ‘Doğu’nun Rönesansı’ olarak tarih sayfalarına geçen İstanbul’un fethi, ilim, kültür vesanatta da bir Rönesans’a vesile olmuştur.Türk Cilt Sanatı, kökeni Orta Asya’ya uzanan kadîm birsanattır. Kâğıdın Orta Asya’da kullanılmaya başlamasıylabirlikte, Türklerde ciltçilik g<strong>el</strong>işme göstererek bir sanat dalıhaline g<strong>el</strong>miş, böyl<strong>el</strong>ikle Türk Cilt Sanatı, Türk sanat tarihindekiyerini almıştır. Şüphesiz bu sanat dalını layıkıylaidrâk edebilmek için kâğıdın icâdından önceki dönemlereve bu dönemlerde kullanılan yazı malzem<strong>el</strong>erine de bakmakfaydalı olacaktır. Bunun için Türk Cilt Sanatı Tarihiaraştırmalarını konu alan bilims<strong>el</strong> ve akademik yayınlarıninc<strong>el</strong>enmesi gerekmektedir. Bu noktada yazımızın nihaigayesi, efrâdını câmi, ağyârını mâni bir bakış açısıyla, ciltsanatı hakkında teferruata girmeden gen<strong>el</strong> bilgiler vermek,ecdâdımızın bizlere emânet olarak bıraktığı kültür<strong>el</strong>mirasın zenginliğini ve estetik boyutlarını kavramayaçalışmaktır.Cilt (Cild), Arapça’da “deri” anlamına g<strong>el</strong>ir. Bir kitabın sahif<strong>el</strong>erinindağılmasını eng<strong>el</strong>lemek ve ömrünün uzun olmasınısağlamak için muhafaza amacıyla yapılan kapaklaracilt, teclid (ciltleme) işini yapanlara ise müc<strong>el</strong>lid (ciltçi) denilmektedir.Bu sanatta kullanılan ana malzemenin deriolması münasebetiyle Arapça “cild” ifadesi yaygınlık kazanarakgünümüze g<strong>el</strong>miştir.
"Kur’an-ı Kerim”, Şeyh Abdullah Amasî, A 6375, MİLBaktığınızda, pek çok estetik unsuru müşahede edebileceğinizcilt kapaklarının ilk örnekleri MS VII. yüzyıla ait birUygur cildi olup, Karahoço kazılarında Albert von Le Coqtarafından bulunmuştur. Uygurlu sanatkârlar ile ciltçilikÇin’i de etkisine alarak oradan İran’a geçmiştir. IX. yüzyıldada Halife Mutasım-Billâh devrinde Samarra’ya gidenUygur Türkleri bu ülk<strong>el</strong>erde ciltçiliğin g<strong>el</strong>işmesine katkıdabulunmuşlardır. Aynı yüzyılda Mısırlı Koptlar’ın da ciltçiliknoktasında çalışmaları olduğu, sanat tarihçileri tarafındanifade edilmektedir.Türklerin İslâmiyet’e geçmeye başlamalarıyla birlikte ciltsanatı da büyük bir g<strong>el</strong>işim katetmiştir. Müslümanlarınvahiy ekseni etrafında kitaba ve yazıya mukaddes birönem atfetm<strong>el</strong>eri, ilâhi k<strong>el</strong>âm olan Kur’an-ı Kerim’in kitaphaline getirilerek tüm insanlığa ulaştırılması ihtiyacınıb<strong>el</strong>irlemiştir. İşte bu anlayış ilâhi k<strong>el</strong>âmın en güz<strong>el</strong> şekildeyazılmasını t<strong>el</strong>kin ederek; hüsn-ü hat’ın, en güz<strong>el</strong> şekildeokunarak; dinî musîkînin, en güz<strong>el</strong> şekilde tezyîn edilmesinit<strong>el</strong>kin ederek de; tezhip ve cilt sanatının oluşmasınazemin hazırlamıştır.“Terceme-i Tarih-i Taberi”, El-B<strong>el</strong>’ami Muhammed b. Muhammed, Ayasofya 3053, SK.sanatının İslâm yazmaları içinde neşvü nema bulmasınısağlamıştır. Böyl<strong>el</strong>ikle hat, tezhip, minyatür, cilt ve ebrîgibi kitap <strong>sanatlar</strong>ında üslûplaştırma (stilizasyon) tem<strong>el</strong>etkenlerden birisi haline g<strong>el</strong>miştir.Yine aynı anlayış etrafında Müslüman sanatkârlar, İslâmcoğrafyasındaki ilmî hareketlilik içerisinde, yazmalarınİslâmî anlayışın Hz. Peygamber döneminden itibaren yerleşmesiylebirlikte sanatın ve sanatkârın konumu da şekillenmeyebaşlamış, birtakım ontolojik ve sosyolojik yaklaşımlarb<strong>el</strong>irmiştir. Kimi araştırmacılara göre İslâmiyet’inilk yıllarında puta tapıcılığın yaygın olması resim ve tasvirnoktasında Müslüman sanatkârların tavırlarında b<strong>el</strong>irleyiciolmuş, fakat bu konuda ilâhi otorite tarafından kesin birtavır koyulmadığı ifade edilmiştir. Sonraki dönemlerde iseMüslümanların tevhit inançlarının kökleşmesi ve puta tapıcılığınbitmesiyle birlikte kainatı olduğu gibi kopyalamakaygısı taşıyan Batı resmine karşın Müslüman sanatkâr,fanî olma şuuru ile kainattaki eşyayı ve insanı b<strong>el</strong>li birüslûp içinde, perspektiften uzak resmederek minyatür115
“Divân”, Niyazi Mısrî, A 3840, MİL.“Cevahiru’t-Tefsir li-Tuhfeti’l-Emir”, <strong>el</strong>-Kâşifi Kemaleddin, Halet Efendi 5, SK.kapaklarına mücerret bir medeniyet nakşetmişlerdir.Taşkent, Buhara, Herat, Semerkant, Tebriz, İsfahan,Bağdat, Şam, Mekke, Medine, Kahire, Endülüs, İstanbulgibi ilim merkezlerinde farklı yüzyıllardameydana g<strong>el</strong>miş muht<strong>el</strong>if üslûplarla karşımıza çıkar.Hatayî (Kâşî, Horasan, Buhara ve Dıhlevî), Herat(Herat, Şiraz, İsfahan), Arap (El-Cezire, Halep, Fas), Rumî(S<strong>el</strong>çuk), Memlûk (Mısır), Türk (Diyarbakır, Bursa, Edirne,İstanbul, Şükûfe, Rufan ‘Lake’, Barok), Magrıbî (İspanya,Sivilya, Fas), Lâke (İran, Hint) ve Buhara-yıCedîd b<strong>el</strong>li başlı cilt üslûpları olarak kaynaklardageçmektedir. Uygurlar, Emeviler, Abbasilerve Memlûklüler’den sonra, S<strong>el</strong>çuklularlaAnadolu’ya intikal eden cilt sanatı g<strong>el</strong>işiminiher geçen zaman diliminde sürdürmüştür.Türk cilt sanatı, en mükemm<strong>el</strong> çağınıOsmanlı’da yaşamıştır. Az evv<strong>el</strong> arz ettiğimizİslâm estetiği (bediiyat) bakış açısınıen iyi algılayan Osmanlı toplumu kültürdeve sanatta öz<strong>el</strong>likle İstanbul’un fethiyle birliktemuazzam bir yüks<strong>el</strong>işe geçmiştir. Çağ kapatıpçağ açan, ‘Doğu'nun Rönesansı’ olarak tarih sayfalarınageçen İstanbul’un fethi, ilim, kültür ve sanattada bir Rönesans’a vesile olmuştur. Muzaffer komutanFatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul merkezli olaraktüm Osmanlı muhitlerinde başlattığı kültür<strong>el</strong> ve sanatsalaçılımlar fevkalâde önemlidir. Bu bağlamdaDoğu'dan ve Batı'dan sanatkârlar, alimler getirtilerekşehir adeta bir şantiyeye çevrilmiş, imâr faaliyetlerisultan tarafından “büyük cihat” olarak t<strong>el</strong>âkkiedilerek ortaya konulmak istenen cihân-şümûl devletinbaşkenti olacak Konstantinapol (İstanbul)’ün her dil,din ve renkten müteşekkil bir kültür başkenti yapılmasıhedeflenmiştir.Fâtih Sultan Mehmet kitap <strong>sanatlar</strong>ına da oldukçameraklıydı. Sarayda şöhretli ressamlarla nakkaşlardanoluşan bir Nakkaşhâne (Nakışhâne) kurdurup, Edirneve Anadolu’nun en hatırı sayılır hattat, müzehhip venakkaşlarını getirterek bunların başına döneminünlü nakkaşı Baba Nakkaş’ı koyduğu malûmdur.Nakkaşhâne g<strong>el</strong>eneği Timurlu Sarayı ve AnadoluS<strong>el</strong>çukluları’ndan beri süreg<strong>el</strong>miştir.Öz<strong>el</strong>likle hükümdar saraylarında görülenbu g<strong>el</strong>eneği Osmanlı sultanları da devamettirmişler, Edirne ve İstanbul merkezli faaliyetgösteren nakkaşhân<strong>el</strong>er öz<strong>el</strong>liklesaray eşrâfına hat, minyatür, tezhip ve ciltsanatını yansıtan pek çok nadide yazmaeserler takdim etmişlerdir.Cilt sanatı, Osmanlı’da en üstün dönemini 15.yüzyıl (Klâsik dönemin başlangıcı) ve 16. yüzyılda(Klâsik Dönem) yakalamıştır. Her sanat birimindeolduğu gibi cilt sanatı da devletin siyasî veiktisadî gücüyle bağlantılı olarak toplu bir orkestrasyonhalinde g<strong>el</strong>işme göstermiştir.Osmanlı ciltçiliğine başlangıç olarak kabul edilenAnadolu S<strong>el</strong>çuklu ciltçiliğinin en erken örnekleri,XII. yüzyıl sonlarına aittir. Açık ve koyu kahverengideriden yapılan S<strong>el</strong>çuklu ciltlerinde, gen<strong>el</strong>likle yuvarlakşemse içinde rumilerden oluşan kompozisyonlargörülür.116
“Mushaf-ı Şerif”, H.964, Fatih 13, SK.117
“Takvîm al-Tevârih”, Mustafa b. Abd Allah al-Konstantini, Ayasofya 3162/1, SK.Fatih döneminde Osmanlı ciltçiliği kendine özgü nit<strong>el</strong>iklerg<strong>el</strong>iştirmeye başlamıştır. Bu dönemde siyah, kahverengi,kırmızı ve vişne renkleri tercih edilmiştir. Şems<strong>el</strong>er ovalve salbeklidir. Şemse ve köşebentlerde stilize motifler görülür.II. Bayezit döneminde, ciharguşe olarak adlandırılan ikirenkli, küçük kar<strong>el</strong>i ipekli kumaşlardan yapılmış ciltler görülmektedir.XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin klâsik döneminde cilt sanatıda g<strong>el</strong>işmiş örneklerini vermiştir. Müc<strong>el</strong>litbaşı MehmetÇ<strong>el</strong>ebi, Süleyman Ç<strong>el</strong>ebi, Mustafa Ç<strong>el</strong>ebi gibi sanatçılar ciltsanatının en güz<strong>el</strong> örneklerini vermişlerdir.Ciltçilik XVIII. yüzyılda, öz<strong>el</strong>likle III. Ahmet ve sadrazamıNevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın isteğiyle yeni bircanlanma dönemine girmiştir. Bu yüzyılın cilt ustası AliÜsküdarî’dir. XIX. yüzyıl ciltlerinde görülen, Barok ve Rokokoetkisi, Türk cildinde eski öz<strong>el</strong>liklerin yitirilmesine nedenolmuştur.Klâsik bir cildin bölümlerini, 1. kitabın alt ve üstünü örtenve kenar çıkıntıları olmayan alt ve üst kapaklar, 2. kitabınarkasını örten, bugünkülere benzemeyen düzlükte dipsırt,3. kitabın ağız kısmını örten, alt kapağa bağlı, üst köşeucu üst kapakla kitabın iç kapağı arasına giren “miklep”,4. miklebin kapağa bağlandığı, miklebe hareket edebilmeimkânı sağlayan “sertap” kısmı oluşturmaktadır. Bunlarailâveten yazma eser ciltlerini yıpranmaktan koruyan ve“Başâ’ir Zavi’l-Tamyiz fî Latâ’if al-Kitab al-Aziz”, El-Firûz Âbâdî, H. 1165, Hamidiye 29, SK.“cilbend” adı verilen kap ile, “şiraze”yi de ekleyebiliriz. Şiraze,kitabın yapraklarını muntazam bir şekilde tutan örgüanlamına g<strong>el</strong>ir.Cilt kapakları üzerindeki tezyini unsurlar da bu sanatınönemli bir yönünü teşkil eder. Müslüman sanatkârınestetik algılayışı birbirinden müstesna motifler ile stilizeedilerek yazma eserlere mücerred bir medeniyet bahşeder.Nice <strong>el</strong> yazması Kur’an-ı Kerim’ler, Dalâ’ül-Hayrat’lar,Risâl<strong>el</strong>er muht<strong>el</strong>if tarzda malzeme ile tezyin edilerek günümüzekadar ulaşmıştır.Ciltler, eskiden kullanılan malzemeye, taşıdıkları sanat değerineve süsleme unsurlarına göre isimlendirilmişlerdir.“Ebrî, çarkuşe cilt, rugan, zerduva, kumaş cilt, gömme, yekşahcilt, zilbahar, kafes, mülevven cilt” gibi isimlendirm<strong>el</strong>erbunlardan bazılarıdır.Cilt kapağının etrafına çerçeve gibi ince yahut geniş bordürlerçekilerek yapılan kısımlara “zencirek”, kapağın köşesineyapılan bezemeye “köşebend”, ortadaki bezemeyede “şemse” tâbir olunur. Bu bezem<strong>el</strong>er de her dönemdefarklı karakteristik öz<strong>el</strong>likler teşkil etmiştir. Bu bezem<strong>el</strong>eriçerisinde şemse motifi b<strong>el</strong>ki de en ön plâna çıkan motiftir.Şems, Arapça’da güneş demektir. Kimi şems<strong>el</strong>erin dendanlarınaçekilen ince tığlar ise güneşin ışıklarını simg<strong>el</strong>er.Şems<strong>el</strong>er, S<strong>el</strong>çuklu ve XVI. Yüzyıla kadar Osmanlı ciltlerindeumumiyetle yuvarlak yapılmıştır. XVII. yüzyıldanitibaren beyzî şems<strong>el</strong>ere rastlanır. Şemse, salbekli şemse,mülemma şemse, alttan ayırma, üstten ayırma, mülevven,soğuk, müşebbek ve katı şeklinde çeşitlere ayrılmaktadır.118
Kaynaklar:Türk ciltlerinde gen<strong>el</strong>likle şemse ile köşebent arasındakibölüm boş bırakılmıştır. S<strong>el</strong>çuklu ve öncesindeki dönemlerdecilt kapaklarındaki motifler hendesî (geometrik)’tir.Osmanlılar’da ise tercih edilen motifler daha ziyâde kolaylıklaişlenebilen ve sanatta bir g<strong>el</strong>enek halini almış hatayî,rumî, bulut, penç ve yaprak gibi motifler terkib edilmiştir.Son tahlilde, cilt sanatının bugünlere ulaşmasında Osmanlısarayının etkisi büyüktür. Minyatüre göre bu sanatdalı saray dışında da rağbet görmüştür. Evliyâ Ç<strong>el</strong>ebi’ninaktardığına göre XVII. yüzyılda yalnız İstanbul’da 10 ciltatölyesinde 300 ciltçi çalışmıştır. Eski ciltlerin 10 altından1000 altına kadar değer bulduğu devirler olmuş, kıymetlitaşlarla süslü ciltler daha büyük fiyatlarla satılmışlardır.Ecdâd yadigarı, babadan oğula kalan paha biçilmez bu ciltkapakları kültür<strong>el</strong> miras olarak evleri, müz<strong>el</strong>eri ve yazmaeser kütüphan<strong>el</strong>erini süslemişlerdir.Cumhuriyet döneminde, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizdede ciltçilikte makin<strong>el</strong>eşmeye gidilmiştir. Okumayazmanın mecburi oluşu, okuyucu sayısının fazlalaşmasınabağlı olarak artan talep ancak makine cildi ile karşılanmıştır.Bu devirde cilt sanatı üzerinde çalışan kurumlarımızİstanbul Güz<strong>el</strong> Sanatlar Akademisi, Ankara Gazi EğitimEnstitüsü Resim-İş Bölümü ile Tatbikî Güz<strong>el</strong> Sanatlar YüksekOkulu iken, günümüzde bu sayı artmıştır. Öz<strong>el</strong>liklekimi üniversit<strong>el</strong>erin güz<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong> fakült<strong>el</strong>eri ile sosyalbilimler enstitülerinde, b<strong>el</strong>ediy<strong>el</strong>erin halka açık kurs merkezlerindeve vakıfların büny<strong>el</strong>erinde cilt sanatı üzerineçalışmalar tertiplenmektedir.1. Abut, Mualla. “Turkish Bindings”. Türkiye Turing ve OtomobilKurumu B<strong>el</strong>leteni. Sayı.181, 1957, ss. 25-26.2. Aksoy, Şule. “Kitap Süslem<strong>el</strong>erinde Türk Barok-RokokoÜslûbu”. Sanat. Sayı.6, 1977, ss.126-136.3. Mustafa Ali. Menakıb-ı Hünerverân. İstanbul: Matbaa-iÂmire, 1926.4. Arıtan, Ahmet Saim. “Ciltçilik”, İslâm Ansiklopedisi. C.7,İstanbul: Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları, 1993.5. Arseven, C<strong>el</strong>al Esad. “Cild-Eski Türk Cildleri”, Sanat Ansiklopedisi.C.1, İstanbul: MEB Basımevi, 1950.6. Aslanapa, Oktay. “The Timurid and Herat BookbindingsWith Original Inscription in the Libraries of Istanbul”, FiftyInternational Congres of Turkish Art. Budapest: AcademiaKiado. 22-27 September 1975, ss. 12-17.7. “Osmanlı Devri Cilt Sanatı”. Türkiyemiz. Sayı. 38, 1982,ss. 12-17.8. Bayraktar, Nimet. “Yazma Eserlerin Değerlendirme Ölçülerive Sanat Değeri”. Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni.Sayı. 19/4, 1970, ss.321-327.9. Binark, İsmet. “Türk Kitapçılık Tarihinde Cilt Snatı”, TürkKültürü, Sayı 3, 1965.10. Türk Cilt Sanatı. Ankara: Milli Kütüphane Yayınları,1968.11. Çığ, Kemal. Türk Kitap Kapları. İstanbul, 1971.12. Klâsik Türk Cild Sanatı Duayeni İslam Seçen 45. SanatYılı Etkinliği. Ed. Gürcan Mavili, İstanbul: İstanbul BüyükşehirB<strong>el</strong>ediyesi, 2008.13. Mavili, Gürcan. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki 13. ve14. Yüzyıllara Ait Cilt Sanatı Örnekleri. (Basılmamış YüksekLisans Tezi) İstanbul: Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsü, 2002.14. Özen, Mine Esiner. Türk Cilt Sanatı, Ankara: Türkiye İşBankası Yayınları, 1998.15. Tekin, Şinasi. Eski Türklerde Yazı, Kağıt, Kitap ve KağıtDamgaları, İstanbul 1998.16. Ünver, A. Süheyl. “Türk İnce El Sanatları Tarihi Üzerine”.Atatürk Konferansları I.Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları,1964. s.103-153.* Araştırmacı Kütüphaneci, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Sanatları AnaBilim Dalı MA.Bu çalışmalar bünyesinde kimi kurum ve kuruluşlar ilecilt sanatına gönül vermiş bazı isimleri burada zikretmemizgerektiğini düşünüyorum. Evv<strong>el</strong>â, SüleymaniyeKütüphanesi’nin büyük müc<strong>el</strong>lid, cilt sanatı duayeni İslamSeçen hoca öncülüğünde gerçekleştirilen restorasyon vecilt kursları önemsenm<strong>el</strong>idir. Hakezâ, Mimar Sinan Güz<strong>el</strong>Sanatlar Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi,S<strong>el</strong>çuk Üniversitesi gibi üniversit<strong>el</strong>erin sosyal bilimlerenstitülerinde cilt sahasında yapılan yüksek lisansve doktora çalışmaları desteklenm<strong>el</strong>idir. Ayrıca İstanbulBüyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İS-MEK) bünyesinde verilen eğitimlerin de cilt sanatının öğreniminekatkı sağladığı unutulmamalıdır.119
Galata Mevlevîhânesive Kitab<strong>el</strong>eriYazı: Sabiha TAK* - Fotoğraflar: Nebi URGANCI, Murat ALBAYRAKMevlevî kültürünü İstanbul’da en güz<strong>el</strong> anlatan mekânlardan biri şüphesiz Galata Mevlevîhânesidir. Mevleviyolu tarih boyunca bir kültür, sanat ve medeniyet mektebi olmuştur. Nice ‘can’ ve ‘dede’ler yetiştirmiştir.Mevlevî meşrebine bağlı Dede Efendiler’in, Mesnevî okutan mevlevîhânların, mevlevî musîkîsini icrâ edenbestekârların, hattatların, semâzenlerin, neyzenlerin, dervîşlerin, şairlerin türbe ve kabirlerini tanımadan hakîkîanlamda mevlevî olunamaz.
Orijinal adı Kulekapı Mevlevîhânesi olan GalataMevlevîhânesi, Beyoğlu’nda Tün<strong>el</strong> tarafında Gâlib DedeCaddesi’nde bulunan mimari bir yapıdır. İstanbul’un fethindensonra 1491 yılında Osmanlı’nın yeni başkentindekurulan ikinci Mevlevî tekkesidir. Kayıtlarda ilk zamanlarBizans’ın St. Theodore Manastırı iken Batılı gezginlertarafından inc<strong>el</strong>endiğinde yapının zamanla BeyoğluMevlevîhânesi (Kulekapı Mevlevîhânesi)’ne dönüştürüldüğügörülmektedir. Ağaçlarla kaplı bu ıssız yeri, Sultan II.Bayezid, bostancıbaşılık ve beylerbeylik yapan İskenderPaşa’ya verir, o da burada bir av çiftliği kurar. Mevlânâ’nıntorunlarından Semâî Mehmet Dede, paşadan arazisininbir bölümünü Mevlevî dergâhı yapmak için ister. İskenderPaşa da bu dileği kabul eder ve 1491’de GalataMevlevîhânesi’nin yapımına başlanır.
Galata Mevlevîhânesi, kuruluşundan kısa bir süre sonrahalveti zaviyesine dönüşür; 17. yüzyıl başlarında KasımpaşaMevlevîhânesi'nin kurucusu Sırrı Abdi Dede'nin çabalarıylayeniden Mevlevîhâne haline getirilir. Mevlevîhâne1608 yılında onarım görür. Yapı 1765 yılında yangın görürve Sultan III. Mustafa tarafından yeniden inşa ettirilir. SultanIII. S<strong>el</strong>im 1791-1792 yılında Mevlevîhâne yapılarını yeniletirve semâhâneye hünkar mahfili ilave ettirir. SultanII. Mahmut döneminde büyük çapta onarılır. II. Mahmuttarafından 1835 yılında yeniden inşa ettirilir. Adile Sultan1847 yılında sarnıç, şadırvan ve çamaşırhaneyi ilave ettirir.Sultan Abdülmecit 1859-1860 yılında semâhâneyi,s<strong>el</strong>amlığı ve dedegân hücr<strong>el</strong>erini kapsayacak şekildeMevlevîhâne’yi yeniden yaptırır. 1871 yılında türbe kısmıeklenir. 1975 yılında Divan Edebiyatı Müzesi adı altındahizmete girer.Mevlevîhâne’nin geniş iç avlusuna, III. S<strong>el</strong>im devrine aitbüyük ve yüksek bir taç kapı ile girilir. Taç kapının dış yüzündekimanzum kitâbenin sözleri şair Mehmed Lebib’in;c<strong>el</strong>î ta’lik hattı ise İstanbul’da en çok ve en güzîde eserdeimzası bulunan ünlü hattat Yesârîzâde Mustafa İzzetEfendi’nindir. Kitâbenin ortasında mahlâsıyla SultanII. Mahmud’un tuğrası yer alır.Girişte sağda iki katlı bir yapı dikkati çeker. Avluya bakanalt katında Hasan Ağa Çeşmesi ve üzerinde iki kitâbesi bulunur.Binanın dörtgen bir plân üzerine oturan ikinci katıise kütüphânedir. Hâlet Efendi Kütüphânesi olarak anılankütüphânede bulunan kitaplar ve <strong>el</strong> yazmaları SüleymaniyeKütüphânesi’ne devredilmiştir. Bu bölüme binanın yankısmındaki taş merdivenden çıkılır. Bu kitaplığın cümlekapısı üzerinde Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin hattıile yazılmış ve sözleri binanın bânîsi Hâlet Efendi’ye ait birkitâbe göze çarpar. Kitâbede şöyle der:Ey vâkıf-ı her hâlim olan Mevlânâ,Hâlet yolunda cânını vakfetse sezâ…Mecmûa-ı isyânımı setretmek için;Etti keremin üstüne bir kubbe binâ.Galata Mevlevihanesi Kitabesi1819 yılında Mevlevîhâne’nin giriş kapısının sağındaki çokamaçlı yapı; alt katta sebil, çeşme, muvakkithane, iç avludançıkılan üst katta; kütüphane ve mektebin yer aldığı ikikatlı kâgir bina, Hâlet Efendi tarafından ciddi bir biçimdetamir ettirilmiştir.Galata Mevlevihanesi kapı girişi içten görünümSolundaki açık türbe 1871’de hayli değişik, seçmeci birüslupla, tekne tonoz üstüne piramidal basamaklı mermerbir çatı getirilerek yeniden yaptırılmıştır. Bu türbede1823 yılında Konya’da idam edilen Hâlet Efendi’ninkendisi yatmaktadır. Vücudu Konya’da, başı da GalataMevlevîhânesi’nde gömülüdür. Orada gömülü kesik başınaait taş vardır. Daha sonra kesik baş Beşiktaş’taki YahyaEfendi Dergâhı haziresine gömülmüştür. Köfeki taşındanve mermerden olan türbenin avlu ve caddeye üçerdenolmak üzere dokuz yuvarlak penceresi bulunmaktadır. Enüst noktada ise büyük bir kaide üzerine taş bir Mevlevîsikkesi yerleştirilmiştir. Kudretullah Dede türbesi olarakda geçer.Ayrıca Hâlet Efendi, türb<strong>el</strong>er ve derviş hücr<strong>el</strong>erini onartmış,avluyu mermerle döşetmiş, hazireyi pirinç şebek<strong>el</strong>erlesüslemiştir. 19. yüzyıl başlarında Hâlet Efendi’ninyaptırdığı, avlunun sol tarafında bulunan türbede meşhurmesnevî şârihi İsmail Ankaravî Dede (Rusûhî Dede) ile sondevrin en büyük dîvân şairi Gâlib Dede (Şeyh Gâlib) yatmaktadır.Yirmiden fazla eseri kaleme alan Rusûhî Dede,dergâhta âmâ olarak tam yedi yıl Mesnevî-i Şerif okutmuştur.1631’de vefat etmiştir. Bu türbe dikdörtgen plânlıkesme köfeki taşındandır. Üzeri tonoz örtülü olup, üstkısmına da Mevlevî sikkesinden bir alem yerleştirilmiştir.Avluya yön<strong>el</strong>ik dikdörtgen söv<strong>el</strong>i demir parmaklıklı dört,iki yanında birer penceresi vardır. Türbe girişi öncedensarnıç görünümlü çilehaneydi. Avludan inilen çilehanedebir zamanlar var olduğu bilinen eski bir manastırın ayazmasıbulunur. Manastırdan kalma sarnıça türbenin altındaninilir. Günümüzde türbe dıştan ziyaret edilmektedir.Sarnıçın girişi üzerinde H.1227 (1812) tarihli c<strong>el</strong>î-sülüs yazılıbir kitâbe yer alır:Râh-ı Mevlânâda Ey Gâlib budur şeyhu’ş-şuyûhHazret-i şârih Rusûhî kıdvetü ehl-i rusûhII. Mahmud devrinde önemli işler yapmış Hâlet Efendi gerçektençok canlar yakan bir devlet adamı olarak bilinir.Samimi ve ilginç bir Mevlevîdir. Bu hâlet-i rûhiyenin altındayatan sebep Hâlet Efendi’nin Şeyh Gâlib ve III. S<strong>el</strong>imarasındaki dostluktan faydalanma gayesine yön<strong>el</strong>iktir.Galata Mevlevîhânesi’nde Mevlevîlerle hem-hâl olurkendiğer yandan keyfine düşkün büyüklerin saz ve işret sofralarındabulunmasıdır. Devrin şairlerinden biri kendini tutamaz,idamına şu iki mısra ile mersiyesini dile getirir:Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûrYıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubûrLâedrîŞu fıkra onlara aittir;122
Hâlet Efendi ile Şeyh Gâlib birlikte yürürken bir sürü köpeğinkendi aralarında hırlaştıklarını görürler. Şeyh Gâlibtakılmak ister arkadaşına:-Bu ne hâlet!Hâlet Efendi altta kalır mı, cevabını hemen verir:-Bilmem acaba hangisi gâlip?Mevlevîhâne’nin avlu içindeki büyükçe ahşap konak görünümündekiüç katlı ana bina çok pencer<strong>el</strong>idir ve 1860’dayapılmış, günümüze kadar g<strong>el</strong>miş ve iyi korunmuştur.Ana yapının ana öğesi sekiz ahşap paye ve ahşap direğinb<strong>el</strong>irlediği parmaklıklarla ayrılan, iki kat yüksekliğindekisekizgen bölüm olan bu yapı Galata Mevlevîhânesi’ninsemâhânesidir.İçeriye girildiğinde sekizgen bir alan olan genişçe bir meydanvardır. Meydanın çevresini zarif görünüşlü on dörtahşap sütun kuşatır. Mihrabın da yer aldığı erkek izleyicilereait “züvvar” bölümünün sol arkasında kafesle ayrılan“bacılar” mahfili vardır. Semâhânenin sağ tarafında şeyhdairesi yer alır. Hünkâr mahfili de buradadır. Bodrum katındaise dedegân hücr<strong>el</strong>eri yer almaktadır. Ana yapınınyarı bodrum olan alt katına, hem giriş katından merdivenleulaşılmakta, hem de yandan bahçe yönünden girilebilmektedir.İkisi uçta, ikisi yanlarda dört eyvanlı uzun ortamekanın (sofa) her iki yanında dedegân hücr<strong>el</strong>eri bulunmaktadır.Giriş kapısı üzerindeki kitâbede Zîver tarih düşmüştür.Müze olarak kullanılmakta olan bu ahşap yapının girişkapısı üzerinde Sultan Abdülmecid'in tamir kitâbesi yeralmaktadır ve 1853 tarihini taşımaktadır. Bu kitâbede şubeyitler yer alır:Lafzen ü mânen iki mısra‘da üç târîhleÜçler âsâ kutb-i devrânı ider Zîver senâBin ikiyüz yetmiş altı sâli içinde bihînKıldı bu dergâhı Şeh Abdülmecîd a’lâ binâ 1276, 1276Zîver son iki mısrada üç tarih düşmüştür.18. yüzyıl Barok mimarisinin en güz<strong>el</strong> örneği olansemâhânede günümüzde Türk musîkî aletleri ile, Mevlevîkültürüne ait eserler sergilenmektedir. Ahşap kafeslerleayrılmış olan üst kısmında ise kronolojik sıra ile Dîvân şairlerininDîvân’ları ile Mevlevîhâne’de yetişmiş olan ŞeyhGâlib, İsmail Ankaravî (Rusûhî Dede), Esrar ve Fasih Ded<strong>el</strong>erile Şair Leylâ Hanım'a ait <strong>el</strong> yazması eserler bulunmaktadır.Üst kata, üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır. Kapınınhemen üstündeki, sekizgenin bir kenarındaki bölüm, mutrıbmaksuresi müzisyen dervişlere ayrılmıştır. Bu katın sağtarafında hünkâr ve Konya Dergahı Postnişîni’ne ayrılanç<strong>el</strong>ebi mahfilleri, sol kanatta da yabancı konukların mahfilleriyer almaktadır. Mevlevîhâne’de Şeyh Gâlib’den sonraMehmet Rûhî Dede, Mahmud Dede, Kudretullah Dede,Atâullah Dede, V<strong>el</strong>ed Ç<strong>el</strong>ebi (vekil) ve Ahmed C<strong>el</strong>âleddinDede’nin postnişîn olarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır.Mevlevîhâne, 1824’te matbah, mescid ve dokuz dervişhücresinin ortadan kalkmasına yol açan büyük bir yangıngeçirmiştir.1835 yılında II. Mahmud Mevlevîhâne’yi yenideninşa ettirir. Kızı Âdile Sultan sarnıç, şadırvan ve çamaşırhanebölümlerini koruması altına alır. Semâhâne,s<strong>el</strong>amlık ve dedegân hücr<strong>el</strong>erini içine alan bugünkü anabinayı Sultan Abdülmecid 1859’da yaptıracaktır.Karşınızda bulunan semâhâneden önce anlamına g<strong>el</strong>en adlı hazîre bölümüsolda kalır. Burada Şeyh Gâlib’in öğrencisi EsrarDede, Türkiye’de ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika,Semahane girişiHasan Ağa Çeşmesi123
Adile Sultan SarnıcıMevlevîhâne’de şeyhlik yapmış olanlar, eşleri, kudümzenler,neyzenler ve Dîvân sahibi şairler medfundur. AyrıcaHumbaracı Ahmed Paşa'nın, ünlü bestekâr VardakostaSeyyid Ahmed Ağa'nın, Nâyî Osman Dede'nin ve Teped<strong>el</strong>enliAli Paşa'nın aile efradının mezarları buradadır.Esrar Dede, 18. yüzyıl Dîvân şairlerinden ve Mevlevî şeyhlerindendir.1748 yılında İstanbul Sütlüce'de doğmuştur.Ömrünün son 9 yılını Galata Mevlevîhânesi’nde geçirmiştir.Esrar Dede meşîhat makamlığını kazandığı halde şeyhininyanından ayrılmamıştır. Esrar Dede ve mürşidi ŞeyhGâlib'in Osmanlı Sultanı III. S<strong>el</strong>im Han'a tam bir muhabbetve bağlılıkları vardı. Bu durum, sultanın aleyhinde olanlarınbu zatlar hakkında ileri geri konuşmalarına sebep oluyordu.Bunlara karşı Esrar Dede bir gaz<strong>el</strong>inde:Şeyh Galip Dede TürbesiNe Süleyman, ne S<strong>el</strong>îm'in kuluyuzHazret-i Rabb-i Rahîm'in kuluyuzHüsrev-i âleme yok minnetimizÖyle bir şâh-ı kerîmin kuluyuzdiyerek çok güz<strong>el</strong> cevap vermiştir. Esrar Dede, Miracgecesine tesadüf eden bir vakitte, 1796 yılında GalataMevlevîhânesi’nde vefat etti. Henüz 49 yaşındaydı. Lugat-ıTilyan adında bir Türkçe-İtalyanca sözlüğü bulunmaktadır.Biraz Latince, İtalyanca ve Fransızca öğrenmiştir. Mevlevîşairlerin hayatını anlatan, dili Arapça ve Farsça Mevlevîsözlüğünden çıkarılmış k<strong>el</strong>im<strong>el</strong>erle dolu olan, gaz<strong>el</strong> örnekleriverdiği "Tezkire-i Şuarâ-yı Mevlevîyye" adlı eseri veDîvân’ı vardır. Ayrıca döneminde hattıyla da ilgi çekmiştir.Yazdığı Dîvân’ından iyi bir hattat olduğu gözden kaçmamaktadır.Hocası Şeyh Gâlib’in söylediği şu târih rubâisi,Hamüşan124
Çok amaçlı yapı, kütüphane, çeşme ve solda Halet Efendi Türbesi piramidal önde Şeyh Galip TürbesiEsrar Dede’nin mezar taşında ise şöyle yazılıdır:Esrâr Dede çilleyi hatmettiği demSırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküpGâlib dedi târîhini efsûs efsûsHemdemleri hayran kodu Esrar göçüp(Esrar Dede çileyi bitirince tâbût hırkasını başına çekip gizlendi.Gâlib ne yazık ki onun târihini “Arkadaşlarını Esrarhayran koyup göçüp gitti” diye söyledi.) Esrar Dede kendisinden100 yıl önce ölen Mevlevî dervişi Fasih Dede’ninkabrinin sol yanına defnedilmiştir.Semâhânenin önündeki mermer döş<strong>el</strong>i yolun sağ ve soltarafında ünlü ded<strong>el</strong>erin kabir taşları dizilidir. Hâmûşân’agirmeden önce İstanbul Galata Mevlevîhânesi’nin bahçesindeGavsî Ahmed Dede’nin kabri bulunur. Nâyî OsmanDede’nin kayınpederi olan Gavsî Ahmed Dede, GalataMevlevîhânesi Şeyhi Ârızî Dede’nin yanında Mesnevîhânyani Mesnevî okuyucusu olmuştur. Aynı zamanda GalataMevlevîhânesi şeyhi olmuştur. 1697 (H.1109) yılında vefatetmiştir. Görev yaptığı Galata Mevlevîhânesi bahçesinedefnedilmiştir. Şiirleri ârifâne olan Gavsî Ahmed Dede’ninDîvân’ı bulunmaktadır.Sürurî, Şeyh Gâlib’in vefatına aşağıdaki enfes târihi düşürmüştürki hayatında onunla iyi geçinemediği rivayetedilir.Hüzn ile yazdı Sürûrî târîhGeçti Gâlib Dede candan yâhû 1213 (1799)Şeyh Gâlib henüz 42 yaşında iken hastalanarak vefat etmiştir.Mirac gecesinde vefat ettiğini söyleyebiliriz. CenazesiGalata Mevlevîhânesi’nin avlusunda, girişte hemensoldaki ahşap türbede yatan Şârih-i Mesnevî İsmail RusûhîDede’nin ayak ucuna gömülmüştür. Bu türbede yatanşeyhler şunlardır; Şeyh İsa Efendi, Şeyh S<strong>el</strong>im Efendi veMehmed Ruhi Dede.Günümüzde Dîvan Edebiyatı Müzesi olarak kullanılan GalataMevlevîhânesi, Osmanlı kültürüne ilgi duyan herkesinmutlaka ziyaret etmesi gereken bir yerdir. Ziyaret öncesindebu bilgi ve intibaları okumanın, geziyi daha yararlıhâle getireceğini umuyorum. Hüsn-ü Aşk’ında bulunan şumeşhur beytindekiİn dem ki zi şâiri eser nîstSultân-ı suhan menem diger nîst (1)kendi ifadesine karşılık olarak, Ey Büyük Gâlib! Biz Hüsn-üAşk adlı eserini bile idrak etmekte zorlanıyoruz diyebilecekmiyiz?Kaynaklar:Esrar Dede, Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye, Üniv. Kit. 3894Sinanoğlu, Oktay, Bye-Bye Türkçe, Otopsi, İstanbul 2005Yardım, Mehmet Nuri, Edebiyatımızın Güleryüzü, Çatı Kitapları,Ankara 2002Ayvazoğlu, Beşir, Kuğunun Son Şarkısı, Ötüken, İstanbulBanarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, DevletKitapları, İstanbul 1987Gölpınarlı, Abdülbâki, Şeyh Galib Seçm<strong>el</strong>er ve Hüsn-ü Aşk,Murat Matbaacılık, İstanbul 19761- Şairlikten bir iz, bir b<strong>el</strong>irti bile bulunmayan bu solukta,bu zamanda söz üstâdı benim, başkası değil. Gölpınarlıçevirisi.*İSMEK Osmanlıca İhtisas Öğreticisi125
Ağacın KalbineHat İstiflerini DokuyorDilek CANSanatını, “Ağaçların sert damarlarını bırakıp, yumuşak kısımlarını çıkartarak yapılan bir sanat” olarak nit<strong>el</strong>endirenSerda Uzun, en güz<strong>el</strong> hat istiflerini ağaçlara dokuyor… 10 yıldan bu yana 100’ün üzerinde levhaya imza atanSerda Bey, hat sanatını çok sevdiği için başka birşey nakşetmeyi düşünmemiş ahşabın kalbine… İmzası ise altınyaldızlı siyah bir lale…Ağaç damar oyma sanatı… Bu sanatın ağaç oymacılığındanteknik açıdan çok farklı olduğunu ve şu anda Türkiye’debunu icra eden tek kişinin kendisi olduğunu söylüyor SerdaUzun… Asıl mesleği dekorasyonculuk olan Uzun, 20 yıldırhat yazıyor. Hiç kimseden icazet almamış. Bir sergideEmin Barın’ın makili ve kufi yazılarını görmüş veo şekilde başlamış hat yazmaya… Daha sonraçok eski bir dergide rahmetli Nail Arıkdal’ınlevhalarını görmüş ağaç damar oyma sanatında.Çok etkilenmiş, o gün bugündürde bu işi aynı aşk ve şevkle yapmaya devamediyor.10 yıldan bu yana 100’ün üzerinde levhayaimza atan Serda Bey, hat sanatını çoksevdiği için başka bir şey nakşetmeyi düşünmemişahşabın kalbine… “Güz<strong>el</strong> biristif görünce heyecanlanıyorum, bubenim tutkum. Büyük hattatlarımızıngüz<strong>el</strong> istiflerinden feyz alarakyaptım bütün işlerimi… EminBarın, Hattat Urfalı Behçet… Öyleki her güz<strong>el</strong> istifi ağaca dökmekisterim, hattı ağaçlara dokurumadeta… S<strong>el</strong>çuklu eserlerindeçok kullanılan makili yani geometriktarzı seviyorum. Eserlerimdesıkça yer veriyorum”diyor Serda Uzun eserlerihakkında…Levhalarını tek tek inc<strong>el</strong>iyoruzsanatkârın ve hayranlıkduyuyoruz her ayrıntısına…Bu sanatı icra edebilmekiçin n<strong>el</strong>er gerekli diyoruz.“Önc<strong>el</strong>ikle aşk, emek vesabır” diyor. Sonra başlıyor anlatmaya; “Ağaç çok farklıbir malzemedir. Öylesine güz<strong>el</strong>dir ki derdinizi dinler herşeyden önce… Üzülür, sevinir sizinle birlikte, hatta dermanarar dertlerinize, damarlarında saklı şifası ile usul usul akarsize. Sonra Allah lafzını işlersiniz kalbine. Sizi daha çok severbağlanır, bir olursunuz o tek birlikte…”Hiçbir Eserin Benzeri YokSerda Bey, levhalarda daha yumuşak oldukları için ladin,köknar ve çam ağacı kullandığını söylüyor. Ve eserlerininoluşum sürecini şöyle aktarıyor; “Damarları gösterebilmeöz<strong>el</strong>liği olan bir ağaç arıyorum önc<strong>el</strong>ikle. Kereste satan 10dükkanı bile gezmem gerekebiliyor bazen. İstediğim ağacıbulduktan sonra yazıyı yazabilmek için marangozlarınkullandıkları aletlerle kalibre ediyorum ahşabı. Ardındanhoşuma giden bir istifi kalemle ağacın üstüne çiziyorumya da kopyalıyorum. Sonra keskin uçlu bıçaklarla ağaçlarınparmak izlerini bozmadan yumuşak kısımları çıkartıyorum.Bu sanatı ‘ağaçların sert damarlarını bırakıp, yumuşakkısımlarını çıkartarak yapılan bir sanat’ olarak danit<strong>el</strong>endirebiliriz.”“Aynı yaşta, aynı damarlara sahip ağacı bir daha bulmakmümkün değil, o yüzden eserler tek oluyor, bir daha aynıeser yapılamıyor.” diyen sanatkâr, bu sanatı icra edebilmekiçin hattı, ağaçları sevmek gerektiğini, <strong>el</strong> becerisi olanher insanın birkaç teknik öğrenerek yapabileceği birşeyolduğunu ekliyor. “Bir eserin bitme süresi ise istifin ve ağacınzorluk dercesine göre değişiyor” diyor, bazen 20 günbazen 1 ay bazen daha da uzun…Sanatkâr eserlerinde renk kullanmayı sevmiyor, kullandığındada sadece siyah rengi tercih ediyor. Ancak eserlerininhepsinde altın yaldızlı siyah bir lale görmek mümkün.Laleyi Allah lafzına yakın bir ifadesi olduğundan dolayı çoksevdiğini ifade eden Serda Bey için bu figür bir imza…
Serda Uzun, şu ana kadar Süleymaniye Kütüphanesi’nde,Koca<strong>el</strong>i Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi’nde ve memleketi olan RizeGüneysu’da sergiler açmış. Sanatkârın 3 eseri, SüleymaniyeKütüphanesi’nde daimi eser olarak sergileniyor. Hedefininyurtdışında sergiler açmak ve bu sanatı dünyayagöstermek olduğunu ifade eden Uzun, “Büyük kitl<strong>el</strong>erinulaştığı noktalarda eserlerimi insanlara seyrettirebilmeyiçok istiyorum. İçlerinden bir kişi dahi olsa ‘ben yapabilirim’dese onunla ilgilenmekten, bu sanatı öğretmekten büyükzevk alırım.” diyor. Şu ana kadar dört öğrencisi olan SerdaBey, “Öğrenmenin sınırı yok, çok genç arkadaşlarımdançok güz<strong>el</strong> şeyler öğreniyorum. Zaten hat, tezhip, minyatürgibi güz<strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>la uğraşan insanları öz<strong>el</strong> insanlar olarakgörüyorum. Ben sanatın her türlüsünü severim. Emek verilmişherşey benim için öz<strong>el</strong>dir. Görs<strong>el</strong>lik adına yapılanherşey güz<strong>el</strong>dir. H<strong>el</strong>e ki bunlar içerisinde Allah lafzındangüz<strong>el</strong> birşey olamaz. Herkes mutlaka bir sanat dalıyla uğraşmalı.Ve bence yapılan eserler insan ömrünü aşacakeserler olmalı. Biz iz bırakmak adına… Ancak gururlanacağıdeğil de keyifleneceği bir eser benim bahsettiğim…” diyesözlerini noktalıyor.127
Kadim ZamanlarınKadim Şehri:AhlatYazı: Emine UÇAK - Fotoğraflar: Adnan ERDOĞANUrartular’ın Halads’ı, Ermeniler’in Şaleat’ı, Süryaniler’inK<strong>el</strong>ath’ı, Araplar’ın Hil’at’ı, İranlılar ve Türkler’in iseAhlat’ı… Kısacası kadim zamanların kadim şehridirAhlat…
Yöre halkının deyimiyle Van Denizi’nin kıyısında tarihi vedoğal güz<strong>el</strong>likleriyle adeta saklı bir cennet Ahlat… Urartular,Bizanslılar, Persler, Abbasiler gibi nice uygarlıklarınhüküm sürdüğü Ahlat, hak ettiği görkeme, S<strong>el</strong>çuklu dönemindekavuşmuş. Kümbetleri, tarihi mezarları, camileriyleAhlat, S<strong>el</strong>çuklu’nun açık şehir müzesi konumundaki varlığınıbugün de sessiz sedasız sürdürüyor. Tarihi eserlerinyanı sıra Ahlat, doğal güz<strong>el</strong>likleri ve <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ıyla da ayrıcalıklıbir konuma ait.İşte bu yitik cennetin tab<strong>el</strong>asını gördüğümüzde hoş olmayanbir sürprizle karşılaştık. Güneydoğu için geç sayılan22:00 sularıydı. Ve arabamız tık diye duruverdi.Van Denizi’nin kıyısında öylece kalakaldık. İmdadımızaTatvan’daki akrabalar, küçük kızımın deyimiyle (Süpermenabi) yetişti… Arabamızı minibüslerinin peşine taktılarve Ahlat’ın içinden geçerek Tatvan’a ulaştık. Ertesi günAhlat’a tekrar gittik. Kümbetleriyle, mezar taşlarıyla, durusakinliğiyle, sokaklarındaki neş<strong>el</strong>i çocuklarıyla karşıladı bukez bizi Ahlat…Uygarlık Savaşlarının Değişmez KalesiAhlat, Süphan ve Nemrut dağları arasında bulunan platoüzerinde kurulmuş, Bitlis’e bağlı bir ilçe. Bugün birazkaderine terkedilmiş görünse de başta bahsettiğim gibibüyük uygarlıklara ev sahipliği yapmış bu şirin ilçe… Tarihihakkında biraz bilgi verecek olursak: önce Asur, ardındanUrartu ve Medler’in hakimiyetindeki Ahlat, M.Ö. 6. yüzyıldanitibaren Persler’in <strong>el</strong>ine geçer.Persler’i savaşta yenen Büyük İskender, Ahlat’ı hakimiyetialtına alır. M.Ö. 328’de İskender’in Babil Satrabı Slevkos’abağlanan Ahlat, daha sonra Partlar’ın <strong>el</strong>ine geçer. 395’teBüyük Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonraAhlat, Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans İmp.) hakimiyetsahasındaki topraklara katılır.639’lu yıllardan itibaren bu kez Abbasiler’in hakimiyetinegeçen Ahlat’ı fetheden kumandan ise Halit Bin V<strong>el</strong>id’dir.Abbasiler’den sonra bir süre Doğu Roma İmparatorluğu’na129
geçen Ahlat, 1040 yılından S<strong>el</strong>çuklu egemenliğindedir artık.Malazgirt Zaferi ve kısa süre sonra kurulan Ahlat Şahlardönemi Ahlat’ın “altın çağ”ını yaşatır. Bu dönemde Ahlatbatıda Diyarbakır’a, doğuda Erzurum’a kadar uzanan genişbir alana hükmeder. Orta Çağ’ın büyük şehirleri olan Bağdat,Halep, Şam, Kahire, Musul ne idiyse Ahlat’ta o yıllardaoydu. Kasr-ı Şirin Anlaşması’na kadar ara ara İranlılar’ın <strong>el</strong>inegeçse de bu tarihten itibaren Osmanlı’nın denetimindekalmıştır.Kültür<strong>el</strong> ve Estetik DuyarlılıkAhlat’ta ilk durağımız S<strong>el</strong>çuklu Mezarlığı oldu… Mezarlardevasa taş kitab<strong>el</strong>eriyle, dünyanın geçiciliğini haykırıyoradeta yüzyıllardan bu yana… Her biri sanat eseri değerindekikitab<strong>el</strong>erin bazıları geçen zamana direnemeyerekyere serilmiş… Bazıları da definecilerin hışmına uğramış…Ama yine de bütün görkemleriyle ziyaretçilerini karşılamayadevam ediyorlar…Mezarlıklar en çok Ahlat’ın eski mahall<strong>el</strong>erinde yer alıyor.Bazı mezar taşları, ölçülerden çok büyük, 3.50 m. yüksekliğevaran ve her cephesinde süsleme bulunan dikdörtgenprizma şeklindeki şâhid<strong>el</strong>eriyle dikkat çekici. Mezar taşlarınınkitab<strong>el</strong>erinde ayetler, hadisler ve dini nasihatler sıksık kullanılmış. Bazılarında ise mezar sahibinin kişiliğini ve130
yaşantısında yaptığı yararlı çalışmaları anlatan şiirlerin yeraldığını öğreniyoruz.Mezarlığın ardından kümbetleri ziyaret ediyoruz teker teker.En başta Van Gölü kıyısına çok yakın olan ve Ahlat’takien büyük kümbet olan Ulu Kümbet’i ziyaret ediyoruz. Kitabesiolmadığı için kim tarafından ve kimin için yapıldığıbilinmiyor. Ardından Çifte Türb<strong>el</strong>er olarak anılan HüseyinTimur-Esen Tekin ve Bugatay Aka-Şirin Hatun kümbetleriniziyaret ediyoruz. Hangisinin büyük olduğuna karar vermekzor. Durduğunuz yöne göre değişiyor büyüklükleriancak ikisinin de aynı ölçülerde olduğu b<strong>el</strong>irtiliyor.Ahlat’ın simgesi olan ve mimarisiyle de öne çıkan kümbetise Bayındır Kümbet… Minaresi yıkılan camisiyle mezarlıklarınhemen yakınında bütün haşmetiyle zamanın ötesindensesleniyor. Kitabesinde, 1481’de Rüstem Bey’in oğluBayındır için yapıldığı b<strong>el</strong>irtiliyor.Kümbetler ŞehriYaklaşık 10 kümbet bulunuyor Ahlat’ta. Her biri diğerindendaha estetik… Yaklaşık bir hafta boyunca Kars’tanAhlat’a, Van Gölü kıyılarından Doğubeyazıt’a yaptığımız bugezide fark ediyorum ki; hangi dinden ve inançtan olursaolsun tüm eserler yörenin karekteristik öz<strong>el</strong>likleri, mima-131
isi göz önünde yapılarak var edilmiş. Ermeniler, Ruslar,Türkler ve diğer bütün uygarlıklar yapılarında kendi mimariöz<strong>el</strong>liklerini kullanırken, çevreye de, estetiğe de tersdüşmemeye özen göstermiş. Kilis<strong>el</strong>erde de camilerde deyöres<strong>el</strong> taşlar kullanılmış. Oysa günümüz mimarisinde hiçböyle bir kaygı göremiyoruz. Doğubeyazıt’taki muhteşemİshakpaşa Sarayı’nın restorasyonunda bile ‘aslına uygunluk’gözardı edilmiş örneğin… Ahlat’ta yeni yapılarda dayörenin karakteristik taşının kullanılıyor oluşunu görmekbu bakımdan beni sevindirdi.Yeri g<strong>el</strong>mişken Ahlat taşına değinmemek olmaz. Ahlattaşı, Süphan Dağı eteklerindeki taş ocaklarından çıkarılıyor.Bu taşlar, Nemrut Dağı’nın volkanik püskürm<strong>el</strong>erindenoluşmuş. O yüzden bazıları daha çok yanık öz<strong>el</strong>liğitaşıyor. Ve ne kadar çok yanıksa o kadar sağlam oluyor.Taşın renginin bir kısmı koyu kestane bir kısmı açık kahverengidir.İçerisinde cam madd<strong>el</strong>eri bulunmaktadır. Taşasağlamlık kazandıran bu cam madd<strong>el</strong>erdir. Ahlat taşı, eskiuygarlıklardan bu yana kolayca işlenebildiği için mimarideve sanat eserlerinde sıklıkla kullanılmış.Ahlat BastonlarıAhlat’ın tarihi güz<strong>el</strong>liklerinden sonra mid<strong>el</strong>erimize de birgüz<strong>el</strong>lik yaşattık. Yolseverlerin tercihlerinden şaşmadık ve132
soluğu bir kamyoncu lokantasında aldık. Yeşil ağaçlarınardından görünen Van Denizi’nin kıyısında yediğimiz ‘kavurma’tercihimizin doğru olduğunu bize kanıtladı… Yemeğinardından Ahlat’ın ünlü baston ustalarından HamdiKarakuzu’nun imalathanesine doğru yola çıktık… HamdiBey, genç yaşına rağmen bastonculukla aranan bir isim.Babasından devr aldığı bu zanaatı, kardeşi Adem ile yaşatmayaçalışıyor. Öz<strong>el</strong>likle baston başlıklarına getirdiğimodern yorumlarla tanınıyor Karakuzu kardeşler... Futboltakımlarının renklerinden, fok balığı katliamlarına tepkiolarak fok balık başlıklı bastonlara kadar bir çok yeni çalışmalarımevcut. Ağaç olarak gen<strong>el</strong>likle ceviz ağacı kullandıklarınıb<strong>el</strong>irten Hamdi Bey bunda, sağlamlık ve iyi cilatutuşun önemli sebep olduğunu ifade ediyor. Uzun ve hersafhası tamamen <strong>el</strong> işçiliğine dayanan bir zanaat bastonculuk.Öz<strong>el</strong>likle başlıkları hayvan figürlü olan bastonlarınbüyük ilgi gördüğünü öğreniyoruz. Ahlat bastonları sadeceülkemizde değil yurt dışında da büyük ilgi görüyor. HamdiBey’e verdiği bilgiler sebebiyle teşekkür ettikten sonra bukez güzergahımızı Nemrut Krater Gölü’ne çeviriyoruz.Ahlat ve hemen yanı başındaki Tatvan’ın doğal güz<strong>el</strong>likleriniteker teker yazmak kolay değil. Der<strong>el</strong>erden, mesireyerlerine, küçük ş<strong>el</strong>al<strong>el</strong>erden ovalara bir çok güz<strong>el</strong>lik var.Ama bunların içinde Nemrut Krater Gölü’nün büyük biryeri var. Türkiye’nin en büyük krater gölü olan NemrutGölü’ne vardığımızda hava bölgeye göre sıcak sayılabilecekbir seviyedeydi. Ama aniden bastıran yağmur ve rüzgarardından yağan doluyla iki saat içinde dört mevsimibirden yaşadık. Büyük krater gölünün dışında 4 küçük göldaha mevcut; Nemrut’ta... Bunlardan Ilık gölün kenarındasıcak su kaynakları bulunuyor. Bu göllerin daha öncebir olduğu ama sarsıntılarla g<strong>el</strong>en tümseklerle ayrıldığıdüşünülüyor. Gölün etrafındaki mağara ve kayalıklardanbuharların çıktığını görünce biraz ürperiyoruz. Krater gölününvolkanik patlamayla olduğunu hatırlıyoruz. Vaktiylenasıl bir kıyamet yaşandığını bilmiyorum ama NemrutKrater Gölü bütün sakinliği ve güz<strong>el</strong>liğiyle yanı başımızdauzanıyor. Ani bastıran dolu yağışı sebebiyle gölde sandalgezintisi yapmadan dönüş yoluna geçiyoruz. Krater gölüneson kez tep<strong>el</strong>erden bakıyoruz. Durduğumuz bu tepedenaşağı bakınca Van Gölü’nü, yukarı bakınca NemrutGölü’nü görüyoruz. Tarihi, kültür<strong>el</strong> ve tabii güz<strong>el</strong>liklerlegeçirdiğimiz bu dört mevsimlik günün tatlı yorgunluğuyladönüyoruz ot<strong>el</strong>imize. Yarın sabah yeni bir yolda yeni başlangıçlaryapmak için...133
Kahramanmaraş'taCeviz Oyma SanatıYazı ve Fotoğraflar: Sina NEFTÇİAhşap oymacılığı konusunda son yıllarda gözle görülür bir başarı yakalayan Kahramanmaraş’ta bir marangozatölyesi camiler için çivi ve yapıştırıcı kullanmadan mihrap, minber, vaiz kürsüsü ve müezzin mahf<strong>el</strong>leri yaparkenHristiyanlar için de ceviz ağacından işlem<strong>el</strong>i tabutlar yapıyor.
Kahramanmaraş ilimiz öz<strong>el</strong>likle ceviz oymacılığıkonusunda çok önemli bir yeresahip. Genç kızların çeyiz sandıklarından,son derece ince işçilikle hazırlanan mücevherkutularına kadar her türlü kullanımve süs eşyalarının yapıldığı ili ziyaretedenler kendilerine de bu inceişçilikli eşyaları satın almadangeçemiyor. İlde bulunan iriliufaklı bir çok atölyede harılharıl birbirinden ilginç ve farklıdizaynda çeyiz sandığı, rahle,mücevher kutusu, ayna imal ediliyor.Şehrin ekonomisinde son dereceönemli bir yere sahip bu oymacılıksanatını daha farklı bir alanataşıyan müteşebbislerden biriside Ali Gülaçtı. O klasik eşya yerineceviz ağacından camiler içingerekli olan mihrap, minber, vaizkürsüsü, kapı, balkon bölümleri,müezzin mahf<strong>el</strong>i, levha ve rahl<strong>el</strong>erile türb<strong>el</strong>er için oymalı sandukaimal ediyor.Dedesi ve babası marangoz olanGülaçtı, 16 yıldan bu yana mesleğiklasik oymacılık işinden farklı biryöne kaydırmış. Abisiyle birlikteminber yapmaya başlayan Ali Gülaçtı, ilkbaşlarda yılda birkaç tane minber yaparkenşimdi Türkiye’nin her yerine ve yurtdışındaki camilere de minber gönderiyor.Şu ana dek 120 camiye ürün gönderdiklerinive bunlar içinde Almanya, Avusturya,Fransa, Kıbrıs, Dubai ve Azerbaycangibi ülk<strong>el</strong>erin de bulunduğunusöyleyen Gülaçtı, aynı zamandaTürkiye’de yeni restoreedilen camilerin ahşap işlerininde büyük oranda kendilerine g<strong>el</strong>diğinedikkat çekiyor. Onun işlerinintercih edilmesinin nedeni iseişindeki titizlik ve kullandığı mod<strong>el</strong>inklasikliği...Cami içi aksesuarlarda S<strong>el</strong>çuklumotifini ve barok tarzını kullananAli Bey, S<strong>el</strong>çuklu motiflerinde herkarenin b<strong>el</strong>li bir anlamı olduğunukaydederek, aynı zamanda istenilentarza uygun mod<strong>el</strong>leri de yaptıklarınıifade ediyor. “Ceviz ağacıhem klasik anlamda kullanılan birağaç hem de kolay işlenebiliyor veuzun ömürlü. Şu an <strong>el</strong>imizdeki imkanlarlabunun 300 yıl dayanacağınısöyleyebiliyoruz. Ama o terbiyesistemini öğrenirsek daha uzunsüre dayanması da mümkün ola-135
caktır.” diyen Gülaçtı, minber, kürsü ve diğer işlerde enküçük bir çivi ve yapıştırıcı kullanmadıklarını b<strong>el</strong>irtiyor.Ebatları 4-7 metre arasında değişen minberleri 10-35 binTL fiyatla satılırken vaiz kürsüleri de 4-8 bin lira arasındadeğişiyor. Müezzin yeri de yüksekliğine göre 6-7 bin liraarasında değişen bir fiyata satılıyor. Ancak bunların oymatarzında olanlarının fiyatı 16 bin TL’ye kadar çıkıyor. 14tanesi oyma bölümünde olmak üzere toplam 55 kişininçalıştığı atölyede işçiler gün boyu büyük bir titizlikle <strong>el</strong>lerindekiişleri yetiştirmeye çalışıyorlar.Camiye Minber, Hristiyan’a Tabut...Camiler için her türlü ahşap işçiliğini en kalit<strong>el</strong>i şekildeyapmayı hedeflediklerini b<strong>el</strong>irten Gülaçtı, aynı zamandaHristiyan dünyası için de tabut hazırlıyor. Hristiyanlarıntabutla birlikte gömülmesi ritü<strong>el</strong>inin büyük bir pazarı ortayaçıkardığını fark eden Ali Gülaçtı, bu pazarın iştahlarınıkabarttığını ve Avrupa için ceviz ağacından oymalı tabutimal ettiklerini kaydediyor.“Ben de numun<strong>el</strong>ik tabutlar üreterek Avrupa’da fuarlarakatıldım. Tabutlarımın işçiliği harika. Çok büyük ilgi gördü.Ancak Avrupa’ya tabutlarımızdan henüz hiç satamadım.Çünkü direkt alıcıya ulaşma imkanımız olmadı. Aracılaraulaştık, ancak aracılar da çok fazla sayıda tabut istiyorlar.Bunu K.Maraş şartlarında yetiştirmemiz mümkün değil.”diyen Gülaçtı, işin peşini bırakmadıklarını ve bu iş için ortakaradıklarını b<strong>el</strong>irtiyor.Türkiye’de minber işiyle uğraşan beş altı firmanın olduğunukaydeden Ali Gülaçtı, ilk hedefinin Kahramanmaraş’ıahşap ve oyma minber konusunda bir merkez haline getirmekolduğunu ifade ediyor. Gülaçtı, yaptıkları her ürüneömür boyu garanti verdiklerini, herhangi bir kurtlanma,çatlama, bozulma durumunda ürünü yenisiyle değiştirdiklerinikaydediyor.Camiler için S<strong>el</strong>çuklu usulü minber, mihrap, kürsü, müezzinmahf<strong>el</strong>i, türb<strong>el</strong>er için sanduka üretimi yapan Gülaçtı,Kahramanmaraş’ı oymacılık noktasında merkez haline getirmeyeçalıştıklarını b<strong>el</strong>irtiyor.136
Ebru Sanatına Modern YorumZehra Betül KESİCİBin yıllık mazisiyle g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı arasında ayrı bir yeri olan ebrunungünümüzdeki başarılı temsilcilerinden birisi de Osman Şimşek. Gönül verdiği busanatı kendi serbest deneyimleri ile öğrenen Şimşek, uyguladığı farklı metotlarlaebruya yeni bir soluk kazandırmak için uğraş veriyor.
Ebru; milli kültürümüzün ve g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> sanatımızın bin yıllıktemsilcisi… Ecdadımızın ruh ve gönül güz<strong>el</strong>liğini yansıtanata sanatımız… Osman Şimşek de gönlünü ebruya düşürensanatçılarımızdan biri. Ebru sanatının modern çağa ayakuydurması için uğraş veren Osman Şimşek, bu sanata ilkolarak 1986 yılında bir ansiklopedide okuduğu tuzlu suebrusu ile başladı. Ebruyu kendi serbest deneyimleri ileöğrenen sanatçı, tuzun ebru üzerindeki olumsuz etkilerinigördükten sonra tuzlu sudan tamamen vazgeçti.Bir ustanın yol göstericiliği ve desteği olmadan tekniğini g<strong>el</strong>iştirmeyeçalışan sanatçı; boyaların inc<strong>el</strong>tme oranı, su üstünedöküş biçimleri ve kağıdın temas ettirme şekilleri ileilgili bir takım yeni uygulamalar yaptı. Bir tonluk hazneiçerisine doldurduğu su ile seramik boyalarını buluşturarakbirbirinden güz<strong>el</strong> eserler meydana çıkardı.Ebru sanatının, değişim ve g<strong>el</strong>işimlere ayak uydurarakçağın sanat anlayışına uygun bir boyutkazanması gerekliliğini savunan Şimşek,çalışmalarını bu çizgide sürdürdü. Sanatçı,çalışmalarında klasik ebrunun yanı sıra yenidenem<strong>el</strong>er ve formlarla özgün bir tarz oluştururkeneserleri için, “İnsanlar eserlerimebaktığında, kendi ruhsal ve kültür<strong>el</strong> altyapılarınagöre, benim yapmak istediğimden çokdaha farklı şeyler algılayabiliyorlar” diyor.“Ebru zor bir sanat değildir. Kolay öğrenilir; fakatilerlemek için sabırla çok tekrarlamak gerekir” diyenOsman Şimşek, malzeme seçimi ve özgün uygulamateknikleri sayesinde edindiği bilgi ve birikimlerini bu sanatagönül vermiş yüzlerce öğrenciye de ebru sanatını öğrettive sevdirdi.Ebrunun, öğrenciler ve halk tarafından tanınması veAnadolu'da yeniden soluk bulması için Milli EğitimBakanlığı'na bir kurs programı hazırlayan Şimşek, aynı zamandabu kurslarda öğretici olarak da görev aldı. Sanatçı,5 yılı aşan bu sürecin ardından çalışmalarına Manyas'takievinin bodrumunda açtığı atölyesinde devam etti. OsmanŞimşek; kağıt, tekstil ve cam üzerine yaptığı çalışmalarlaebru sanatına kattığı yenilikler sayesinde 1997 yılında katıldığıKültür Bakanlığı Devlet Ebru Yarışması’nda“Tuğra Besm<strong>el</strong>e” adlı tablo çalışması ile başarıödülü kazandı.“Uygun boya ve malzeme olduktan sonra ebruyapılmayacak hiçbir şey yok” diyen OsmanSavaş, son denem<strong>el</strong>erine otomobil boyası vedijital baskı boyalarını da eklemiş. G<strong>el</strong>iştirdiğiyeni tarz ebru tekniklerini ve kurallarınıyayınlanmak üzere notlar tutan sanatçı,“Teknolojik g<strong>el</strong>işm<strong>el</strong>er ebru sanatında hergeçen gün yeni ufuklar açıyor. Ebru sanatıda değişim ve g<strong>el</strong>işimlere ayak uydurup kendiniyenileyerek, çağın sanat anlayışına uygunbir boyut kazanmalı” diyor. Şimşek, sanat çevr<strong>el</strong>erindenuzakta kendi tekniğini ve kurallarınıg<strong>el</strong>iştirmeye devam ediyor.138
Ebru, Moda Dünyasına Yeni Bir Soluk Getirdi40 kişis<strong>el</strong> sergi açan ve 50’den fazla karma sergiye katılanödüllü ebru ustası Osman Şimşek, g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> ebru sanatınıkumaşlar üzerine de uyguluyor. Sanatçının, tekstil boyalarıylakumaş üzerine, g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> ebru metotlarını uygulayarak<strong>el</strong>de ettiği özgün çalışmaları, çok geçmeden sanatcamiasının da ilgisini çekti. Ünlü modacı Cemil İpekçi, 2003yılında gerçekleştirdiği 'Sahire' adlı defilesinde, Şimşek'inebrularıyla bezenmiş kumaşlarla hazırladığı eserlerini sergiledi.16. yüzyıl ile 18. yüzyıl tarihleri arasında Türk kadınınıngiyim tarzının yansıtıldığı defile, gerek yurt dışındagerekse yurt içinde büyük ilgi gördü. Tüm bunlar sanatçıyıyeni araştırmalara ve denem<strong>el</strong>er yapmaya yönlendirdi.Şimşek, tekstil üzerine ebru uygulamalarını daha dagenişleterek tam 25 metre boyunda ve 1,5 metre enindeebru çalışmalarına imza attı.Bu ebatlarda ebru uygulamasının hayli zor olduğunu b<strong>el</strong>irtenŞimşek, “Tekstil üzerine uyguladığım ebrularda başarılıolunca neden bunu daha büyük ebatlarda hazırlamayayımdiye düşündüm. Daha sonra 3 metre 10 santimuzunluğunda ve 160 santim genişliğinde bir tekne hazırladım.Bu ebatlarda bir tekne için kitre hazırlamak oldukçazahmetli ve pahalıdır. Ama ben bu problemi musluk suyukullanarak aştım. Sonuç olarak ortaya tüm zahmetlerimedeğecek çalışmalar çıktı” diyor. Sanatçının eserleri; ressamlar,hattatlar ve minyatürcüler tarafından ise zeminolarak kullanılıyor.139
Tarih Kokan Bir Mekan:Kayseri EviYazı: Uğur YURT - Fotoğraflar: Ömer VEFAKayseri Büyükşehir B<strong>el</strong>ediyesi tarafından 2002 yılında inşa ettirilen tarihi Kayseri Evi, şehir içinde kaybolmayayüz tutmuş g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Kayseri mimarisini yansıtan hoş bir yapı. Perdesinden sedirine, tırabzanlarından tavansüslem<strong>el</strong>erine kadar özenle tefriş edilen bu evi farklı kılan bir başka yanı ise, 19. yüzyıl Kayseri aile yaşantısındanesintiler sunarak, günümüz çocuklarına b<strong>el</strong>ki de içinde hiç yaşayamayacakları bu evlerdeki hayatı anlatıyorolması...Fotoğraf: Uğur YURT
Dolambaçlı yollardan çıkıp Kayseri’nin en büyük yeşil alanıBeştep<strong>el</strong>er Parkı’na vardığınızda sizi ilk olarak gösterişliyapısıyla ‘Kayseri Evi’ karşılar. Bazı t<strong>el</strong>evizyon dizilerine evsahipliği de yapan iki katlı taş yapı, g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Kayseri evmimarisini yansıtan Cumhuriyet Mahallesi’ndeki AtatürkEvi’nin kopyasıdır adeta. Perdesinden sedirine, tırabzanlarındantavan süslem<strong>el</strong>erine kadar özenle tefriş edilmiş, 19.yüzyıl Kayseri aile yaşantısından esintiler sunulan bu evig<strong>el</strong>in hep beraber gez<strong>el</strong>im. Ana kapıdan içeri girdiğimizde,her iki yönden dolanıp üst katta birleşen ahşap merdivenilk göze çarpan unsur oluyor Kayseri Evi’nde. Birinci kattabugün mutfak olarak kullanılan bölümün dışında tambeş oda var ve bunlar o dönemin yaşantısını bize anlatanmumya heyk<strong>el</strong>lerle tefriş edilmiş. Cümle kapısının hemensağındaki odada, konu komşu toplanmış yarenlik ediliyorbağlama eşliğinde. Yaşlılar, önlerindeki keçi boynuzu, dutkurusu, kaysı kurusu, iğde, pestil ve kuru üzümden atıştırıpsohbeti koyulaştırırken, âşıklar bir köşede <strong>el</strong>inde bağlamasıile sıranın kendisine g<strong>el</strong>mesini bekliyor. D<strong>el</strong>ikanlılarise aralarına karışan büyüklerine saygıda kusur etmeden‘yüzük’ oynuyorlar. B<strong>el</strong>ki de bilgisayarın, t<strong>el</strong>evizyonun adınınbile bilinmediği dönemlerde uzun kış gec<strong>el</strong>erinin eneğlenc<strong>el</strong>i oyunuydu ‘yüzük’. Fincanların altına saklananyüzüğü bulmak esastı bu oyunda, bulamayan taraf cezayarazıydı taa en başında.Kayseri Sofrası Mantısız Olur mu?Keyfini bozmadan bu odadakilerin sessizce çekip kapıyı,tam karşıdaki kapıdan dalıyoruz içeri. Bizi çeken bir kokuvar bu kapının ardında. Sarımsaklı yoğurdu, sumağı ve yanındabazlamasıyla mantı ziyafeti var bu odada. Durulurmu hiç, dalıyoruz tabi içeri. Evin g<strong>el</strong>ini bakır sürahiden sudolduruyor maşrapalara, küçük kayın bazlamayı bölerkenhacı baba ilk kaşığı indirmiş bile midesine. Mantı bütünalbenisi ile size gülümsüyor adeta. Tahta kaşıklar, kütükoyularak yapılmış tuzluk, bakır sini ve tabi ki bazlamanınayrılmaz ekürisi çemen, bu sofranın diğer aksesuarları. Alyanaklı gürbüz torun beşikte derin derin uyuyor. B<strong>el</strong>li kihalinden pek memnun. Beşikteki oyma sanatının inc<strong>el</strong>ik-141
leri gözden kaçmıyor... Bebek kadar güz<strong>el</strong>,bebek kadar zarif ve narin. Sofranın gerisindesedir, üzerinde hasır basılmış yastıklarve onların da üzerinde kar gibi bembeyaz,<strong>el</strong> emeği göz nuru dant<strong>el</strong> işlem<strong>el</strong>er cezbediyormantı sofrasından gözünü alabilenleri.Hepsi sizi alıp götürüyor taa yüzyıllarötesine. Mutluluk fışkırıyor bu ailenin herbir ferdinin kırmızı yanaklarından, ışıldayangözlerinden. Kayseri’de kış yaklaştı mıev hanımlarını bir t<strong>el</strong>aş sarar ki sormayın;mantı, makarna kesilecektir çünkü. Konukomşu toplanır, torbalarla unlar, koli koliyumurtalar alınır. Sonra kim için hazırlanacaksakışlık nevale, o eve toplanılıp maniler, türkülereşliğinle kesilir erişt<strong>el</strong>er, makarnalar... Şimdilerdeartık pek rastlanılmayan bu manzarayımerak ediyorsanız Kayseri Evi’nin bu odasındakilersizi bekliyor. Bir yanda hamur kesenler,bir yanda mantı sıkanlar. Herkes tatlı bir t<strong>el</strong>aşlaaksatmadan yapıyor işini. Kayseri’nin ünlü evsucuğu da unutulmamış bu odada. Bir köşedede iki üç ev hanımı sucuk dolduruyorlar keyifle.Bu kış pek çetin geçecek anlaşılan Kayseri’de.Atlas Yorganlar ÇeyizdenYatak odasındayız şimdi. Yatsı namazını kılmış142
izim evin orta yaşlı çifti. Bey Kur’an okuyor, hanımise huşu içinde tespih çekiyor. Çift kişilik eski karyolabu odanın en dikkat çeken aksesuarı. Bakır oymacılığınıngüz<strong>el</strong> örneklerinden birini yansıtan veadeta sanat eseri gibi duran bu yaylı karyolanınüzerinde ise atlas yorgan göz kamaştırıyor. Tabiüzerindeki sırma işlem<strong>el</strong>eri ile…Geçiyoruz yan odaya. Burada en dikkat çekenunsur ise bir zamanlar Kayseri’deki hemenhemen her evde görmeye alışık olduğumuz,bugün ise ancak bazı ilç<strong>el</strong>erde rastladığımızhalı tezgahı oluyor. Rengarenk ipler sarkardı halıtezgahının üzerinden. Mod<strong>el</strong>deki motifler ince inceişlenirdi nasırlı <strong>el</strong>lerle tezgahtaki direzlerin üzerinde.El emeği göz nuru halılar çıkardı ortaya. Sonrapazarın yolunu tutan bu halılar, geçim kapısıolurdu birçok ailenin. Vaktinde emek verip çokhalı dokuyanlar derin bir iç çekip ‘ne günlerdengeçtik’ demek istiyorlarsa Kayseri Evi’nde buodayı gezmeyi ihmal etmesinler.Hasılı geçmişe kısa bir yolculuk yaparak eskigünleri yadetmek için Kayseri Evi, açmış kapılarınıbekliyor sizleri.143
Fırçasız RessamMetin AKARSLANAyşe Eren SÜNKİTAY*40’lı yaşlarında sağlığı bozulan, <strong>el</strong>leri titrediği için fırça tutamayan Akarslan, gönlünü ve yıllarınıverdiği resim sanatını bırakamayacağını anlayınca çözüm arayışları içerisinde parmaklarını,hatta tırnaklarını kullanmaya başlar. Boya ve tinerle inc<strong>el</strong>en derisi kanayana kadar resimyapar. Beyazları pembedir sanatçının uzun zaman, ta ki parmakları nasırdan kalınlaşıncayakadar… Bu dönemden sonra yaptığı resimler fark edilir ve Akarslan önemli galerilerden sergiteklifleri almaya başlar.Türk resim sanatına 50 yıldır emek veren Metin Akarslan, ülkemizden ziyade yurtdışındaki başarılı sergileriyle tanınmış 1939 İstanbul doğumlu bir sanatçımız… Akarslan,Hattat Kadri Efendi’nin yedi oğlundan biri. Hat kaligrafisine aşinalığı, babasının yanısıra dönemin önemli diğer hattatı olan babasının atölye arkadaşı Hamid Aytaç Beyile birlikte başlar. Ailedeki güz<strong>el</strong> yazı yeteneği ablasını Maliye’dekibir göreve taşırken, en küçük kardeş olan Metin Bey, meslekedinmek gayesiyle Sultanahmet Sanat Okulu’na gider.144
Cağaloğlu’nda matbaalarda çalışmaya başlar, bir ara günlükbir gazetede bulunur. Hat sanatının şimdiki gibi “doldurma”tekniği ile değil hüner gerektiren ve her bir harfiçin yeterli miktarda mürekkebi doğru tahmin ederek“çekme” yöntemiyle yapılması, bu sanatı istediği gibi icraedemediğini gören Metin Bey’i resme yön<strong>el</strong>tir. Sanatçı,resme ilk başlayışının, henüz malzeme temininin mümkünolmadığı koşullarda, nalburdan alınan toz boyalar vebezir yağını karıştırmak suretiyle hazırladığı boyayı, eskibir yastık bezini tuval olarak kullanıp uygulaması şeklindeolduğunu anlatıyor.İlk gençlik yıllarında mutluluğu resim sanatında bulan MetinAkarslan, askerlikten sonra Devlet Mahsulleri Ofisi’ndebir yandan çalışır, bir yandan da Üsküdarlı usta bir ressamdantuval alarak, hafta sonları ücret karşılığı İtalyan145
tarzı resim kopyaları yapar. Dekoratif figürleri alıcı bulanMetin Bey, Kadıköy’deki bir mobilya mağazasına üç yıl süreyleresimlerini satar.Bahariye’ye taşındıktan sonra tanıdığı ressam İsmet Topraksayesinde resmin ne demek olduğunu anlamaya başlayansanatçı, Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu’nu ise kendisineresim sanatında ileri ufuklar açan insanlar olaraktanımlıyor. Böyl<strong>el</strong>ikle bu birikimlerin ışığında sanat resmiyapmaya yeniden, yeniden, yeniden başlar…Sanatçı, ilk olarak 1992 yılında, İnci Bengisu’nun teklifiyleHobi Sanat Galerisi’nde “Taşın Dili” adlı, Aztek, Mısır veİnka uygarlıklarını mistik bir anlayışla yorumladığı sergisiniaçar. Bunu Kaş ve Pera Sanat Galerileri’ndeki sergileriizler. İlk yurt dışı sergisi ise İspanya’nın Lugo şehrinde genişyankı uyandırır. B<strong>el</strong>çika’nın Brüks<strong>el</strong> ve İsviçre’nin Lozanşehirlerindeki sergilerinde Metin Akarslan, adından başarıylasöz ettirir.21 Kasım 2005’den bu yana Ankara’da Kültür ve TurizmBakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen 1. Uluslararası TürkiyeGraamen Mikrokredi Sanat Bienali’nin “Dünya’da YoksulluklaMücad<strong>el</strong>e” konulu sergisindeki “Giz” adlı eseri halensergilenmeye devam eden Akarslan’a, TİSVA’ya yaptığıbağıştan dolayı onur b<strong>el</strong>gesi verilir. Sanatçı, bugüne kadaryurt içi ve yurt dışında toplam 35 kişis<strong>el</strong> ve karma sergiyekatılır.Çalışmalarını Picasso’ya benzetenler olmakla birlikte “Elementarizm”adı verilen ve Almanya’da ortaya çıkmış olanbir akımın Türkiye’deki tek temsilcisi olduğunu ifade eden146
Akarslan’ın sanat hayatını, kahverengi rengin etkin olduğu“kahverengi” dönem, kırmızı rengin yoğunluğunda geçen“kırmızı” dönem, yine kullanılan renk etkisine göre anılan“mavi” dönem ve halen çalışmalarını sürdürmekte olduğusiyahla beyaz arasındaki bütün nüansları kullandığı“siyah-beyaz” dönem olarak dörde ayırabiliriz.Yine kendisine ait ve g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> Türk <strong>sanatlar</strong>ında bilinengravür tekniğine yakın, ancak daha farklı bir tekniği icatetmiş olan ressam, bunun doğuşunu şöyle anlatıyor; “ÇocukluğumFatih Karagümrük’te geçti. Buradaki kahvehan<strong>el</strong>erdebir kısım yaşlıların, isledikleri beyaz pors<strong>el</strong>en tabaklarınyüzeyine toplu iğne ucuyla resim yaptıklarını vedükkan sahibine hediye ettiklerini hatırlıyorum. B<strong>el</strong>ki de ogünlerden kalma bir etkiyle kendi tekniğini oluşturdum.”“Sanat sıra dışı insanların sıra dışı yapıtlarıdır” diyen MetinAkarslan, halen sanatta söz sahibi ülkenin Amerika değilAvrupa olduğunu, Avrupa’da yüz yıl önce başlayan veg<strong>el</strong>işimini bir yere kadar tamamlamış olan resim sanatınınTürkiye’de paral<strong>el</strong> bir g<strong>el</strong>işim çizgisini takip etmediğinisöylüyor. Henüz yapılacak çok iş olduğunu b<strong>el</strong>irtensanatçı, yeteneğin yanı sıra isteğe göre de akademileringençlere kapılarını sonuna kadar açması gerektiğinin altınıçiziyor, süreç içerisinde yetenekli olanların var olmayadevam edeceğine inandığını da ekliyor.Halen Kadıköy Moda Sineması girişindeki pasajda bulunanve sanat çevresinden pek çok dostunun ziyaretine g<strong>el</strong>diğigüz<strong>el</strong> atölyesinde çalışmalarına devam eden Metin Akarslan,Arapça, Farsça ve Osmanlıca dillerine hakim. Deneyimlerinigenç arkadaşlarıyla paylaşan sanatçı, bitmeyenenerjisiyle öğrenmeye ve üretmeye devam ediyor…*İSMEK Ömerli Kurs Merkezi İdarecisi147
Mimar Sinan'ın Osmanlı veBizans'ı HarmanladığıKılıç Ali Paşa KülliyesiDr. Hatice AKSUMedrese, türbe ve hamam ile küçük bir külliye teşkil eden Kılıç Ali Paşa Camii, Tophane Meydanı’ndadır. Evv<strong>el</strong>ceTophane Camii olarak isimlendirilen bu eseri yaptıran 16. yüzyılın ünlü denizcilerinden Uluç Ali Paşa olarak dabilinen ve 1572 – 1587 arasında kaptan-ı derya olan Kılıç Ali Paşa’dır. Külliyenin o yılların Hassa Başmimarı olanMimar Sinan tarafından yapıldığı, bu mimarın eserlerinin adlarını veren çeşitli arşiv kayıtlarından öğrenilir.
Kılıç Ali Paşa Camii, giriş kapısı üzerindeki, Şair Ulvî’ninyazdığı dört mısralık tarih kitabesinden anlaşıldığı üzere988/1580-81’de tamamlandığına göre, Sinan’ın yaşlılıkdöneminde yarattığı son eserlerdendir. Yandaki avlukapısı üstündeki dört beyitlik tarih de aynı yılı gösterir.Osmanlı dönemi İstanbulunda usulden olduğu üzere şehrinbaşlıca isk<strong>el</strong><strong>el</strong>erinin başlarında bir cami ile bir de çeşmeyapılıyordu. Bu prensibe uygun olarak, Galata tarafının enönemli isk<strong>el</strong><strong>el</strong>erinden Tophane İsk<strong>el</strong>esi başında da Kılıç AliPaşa Camii’nin yeri seçilirken, kurucusunun uzun denizcilikyaşamı da göz önünde tutularak, su kıyısına yakınbu yer uygun görülmüş olmalıdır. Şehir topografyasındakideğişiklikler yüzünden bugün cami ve külliyesi kıyıdanuzakta kalmıştır. Cami geniş bir alanı çeviren bir avlu duvarıiçindedir. Evv<strong>el</strong>ce bu duvar bir dikdörtgeni sınırlarken1956’larda Tophane Meydanı tarafındaki cephesi şevlibiçimde türbeye doğru geri alınmıştır. Duvar şadırvantarafında da geri çekilmiştir.Kılıç Ali Paşa Camii, Mimar Sinan’ın (ö. 1588) uzun mimarlıkyaşamının son büyük eserlerinden olmasına rağmen, şaşırtıcıbir uygulama yapılarak meydana getirilmiştir. BuradaSinan, çok daha küçük ölçüde olmak üzere Ayasofya’nınplanını ve Osmanlı dönemi Türk mimarisinin unsurlarınıkullanarak eserini inşa etmiştir.Sinan’ın çok g<strong>el</strong>işmiş eserler vermişken,birdenbire böyle bir uygulamayageçmiş olması, ancak onun bir değişiklikdenemesi yapma isteğiile açıklanabilir. Esas camimekânı tam bir dikdörtgenbiçiminde olup, mihrap biryarım kubbe ile örtülü, ileritaşan bir çıkıntının içindedir.Ayrıca girişe yakınolarak yanlarda iki çıkıntı daha vardır. Bunlardan sağdaki,minarenin kürsü kısmıdır. Soldaki ise içindeki merdivenleharim kısmını çeviren galeriye çıkışı sağlar. Esas mekândahâkim dört paye vardır. Bunların taşıdığı dört kemerinüstünde ise, geçişi pandantiflerle olan 12,70 m çapındapencer<strong>el</strong>i ve kasnaklı bir kubbe bulunur. İki yanlarda pay<strong>el</strong>erinaralarına ikişer sütun konularak, mekânı üç taraftansaran galerilerin taşınması sağlanmıştır. Mekân, kıbleyönü ekseni üzerinde Ayasofya’da ve sonraları Bayezid veSüleymaniye camilerinde de olduğu gibi iki yarım kubbeile örtülmüştür. Galerilerin bölümleri köş<strong>el</strong>erde küçükkubb<strong>el</strong>er, aralarda çapraz tonozlar ile örtülmüştür. Ayasofyaile benzerliği en fazla vurgulayan <strong>el</strong>eman, iki yanlardakibirer çift destek payandasıdır. Halbuki burada Sinan,çok iyi inc<strong>el</strong>ediği Ayasofya’nın planı ile üst yapısını, gerekestetik gerek statik bakımlarından daha kusursuz olarakdeğişik bir mimari anlayışla yorumlamıştır. Bu bakımdanKılıç Ali Paşa Camii basit bir taklit değil, Ayasofya mimarisining<strong>el</strong>iştirilmiş bir aşamasıdır denilebilir. (1) Caminin soncemaat yeri sütunlara dayanan kemerlerin taşıdığı beşkubbe ile örtülüdür. Fakat bu son cemaat yerini üç taraftansaran ve üstü öne meyilli kurşun kaplı çatılarla örtülübir sundurma revak yapılmıştır. Bu uygulamaya kalabalıkcemaati olan camilerde sıkça rastlanır.Caminin tarih boyunca önemli bir değişikliğeuğradığını gösteren bir izveya b<strong>el</strong>ge bilinmez. Ancak bazıeski fotoğraflardan 19. yüzyılınortalarında minaresinin,gövdesinin ortalarındanitibaren üst kısmının yenilenmişolduğu anlaşılır.Külliyenin medreseve hamam gibi yapıları,19.yüzyılda kötü149
ir yerleşim sonucu işyerlerinin çoğalması ile binalarlasarılmıştır. 19. yüzyıldaki onarımda, petek kısmına baroksüslem<strong>el</strong>er ile taş bir külah yapılan minare, son yıllardaorijinal mimarisine uygun bir biçime sokularak, kurşunkaplı sivri külahına kavuşturulmuştur. Caminin, gerek soncemaat yerinde, gerek içinde 16. yüzyıl İznik çinileri ile bezenmişolduğu görülür. Mihrabın etrafı ve kıble duvarı daçinilerle kaplanmıştır. Son cemaat yeri pencere alınlıklarındaİznik taş çini eserlerde lacivert zemin üzerine beyazrenkle ayetler hat sanatı ile istifli olarak işlenmiştir. Kenarlarındaturkuaz zemin üzerine hurde rumili kenar suyupenç motifleri ile kompozisyon oluşturmaktadır.16. yüzyıl İznik çinilerinin en güz<strong>el</strong> örneklerini bu camidegörmekteyiz. Caminin mihrap cephesi tamamen çinilerlekaplıdır. Pencere üzerinde ise ayet kuşağı çini üzerine yazılmıştır.Zemin lacivert, üzerinde beyaz renkli hat yazılarıylayer almakta, kenarları kırmızı zemin üzerine rumimotifleriyle tasarlanmıştır. Diğer desenlerde sazyolu yapraklarıarasında hatayi ve pençlerden oluşan kompozisyonlargirift dallarla, çiniler üzerinde devam etmektedir.Mihraptaki çini bölümün üst kısmı taç şeklinde rumi kuşaklasonlanıp, bu bölümden itibaren kalemişleri başlayarakkubbeye kadar uzanmaktadır. Mihrapta lacivert zeminüzerine beyaz “Ya Hannan Ya Mennan” yazısı yer almaktadır.Etrafı turkuvaz üzerine beyaz rumilerle bezenmiştir.Pencere üstlerindeki çini panoların üstlerinde alçı müzeyyenpencer<strong>el</strong>er bulunmakta ve iki çini pano alanını bütünolarak kaplamaktadır. Müzeyyen pencer<strong>el</strong>erdeki camlarturkuvaz, kırmızı, kavuniçi, yeşil renklerden oluşmaktarumi kompozisyonlar kenar bordüründe penç motifiyleberaber kullanılmıştır. Renkli alçı pencer<strong>el</strong>erden birinde,bunların 1331/1913’te Bursalı Tevfik adında bir usta tarafındanyapıldığını bildiren bir imza görülür.Mihrap kısmında yer alan alçı müzeyyen pencer<strong>el</strong>er çokince işçiliklidir ve orta bölümlerinde yeşil ve kırmızı büyükebatlı camlar bulunmaktadır. Pencer<strong>el</strong>erin alt ve üstlerindeayetler yer almaktadır. Mihrap bölgesinde bulunanmüzeyyen pencer<strong>el</strong>erin üstlerde olanların etraflarında isekalemişi süslem<strong>el</strong>eri oluşturulmuş bordür çalışması yeralmaktadır. Müezzin mahfil tavan altı, ahşap üzerine uygulananEdirnekâri süsleme ile işlenmiştir. 16. yüzyılın engüz<strong>el</strong> örneklerinden olan kalemişi motiflerde alçı kabartmaolarak çalışılmış, üzerlerine altın varak yapıştırılmış verenklendirilmiştir. Zemin yeşil, bordo; motifler kahverengi,150
yeşil, yavruağzı renkleridir ve altın kullanılmıştır. Motif tasarımları16. yüzyılın önemli öz<strong>el</strong>liği olan sazyolu tarzındaçalışılmıştır. Üç bölüm bordür üzerinde bordürün aralarındaşemse içerisinde rumi kompozisyon bulunmaktadır.Son cemaat yerindeki pencer<strong>el</strong>erin üst alınlıklarında çinipanoların içinde ayet-i kerime yazıları bulunmakta ve kenarbordürleri turkuvaz renklidir. İçlerinde beyaz renklipenç ve rumiler tasarlanmıştır. Camii süslemesinde kalemişlerikubb<strong>el</strong>erde ve yarım kubb<strong>el</strong>erle aslan göğüslerindeyer almaktadır. Kubbe ortasında ve yarım kubb<strong>el</strong>erinortasında aslan göğüslerinin kubb<strong>el</strong>erin ortasında merkeziolarak ayet-i kerime yerleştirilmiştir. Mahfil altlarındakiçapraz tonozların orta köş<strong>el</strong>erinde çintemani motifi yerleştirilmiştir.Camii içerisinde büyük levhalarda "Allah","Muhammed" lafzı ve dört halifenin ismi bulunmaktadır.Zeminleri yeşil olup yazılar ahşap üzerine kabartma yazılmıştır.Mihrap mermerdir. Üzerinde mescit yazısı kabartmayazılmıştır, zemin yeşildir. Minber mermer malzemeüzerine oyma işçiliklidir. Üzerinde rumi kompozisyonlaryer almakta ve altın varak kaplamalıdır. Caminin minaresidaha önceki onarımda barok süslem<strong>el</strong>i olup, daha sonrasivri kurşun külahı ile günümüzdeki halini almıştır. Külliyeduvarının köşesinde bulunan sebilin, Abdülaziz dönemindeDolmabahçe -Tophane Caddesi’nindüzenlenip genişletilmesi sırasında burayataşınarak yerleştirildiği söylenmektedir.14,10 m çapında bir kubbe ileörtülü olan hamam, caminin sağtarafında tek hamam olarak yapılmıştır.Hamamın yapımı ile ilgilib<strong>el</strong>ge 23 Muharrem 991/1583 tarihliolduğuna göre, külliyenin yapımıbu tarihe kadar sürdüğü düşünülmektedir.Batı tarafında bir girişe sahip olanhamamın duvarları taş ve tuğla olarak karma teknikteörülmüştür. Hamam mimarisinde değişik bir sistem uygulanarakılıklık bölümleri hemen camekânın arkasında yeralmayıp, yanda, çok küçük mekânlar halindedir sıcaklıkbölümü ise, yuvarlak bir merkezi kısma, yıldız biçimindekemerlerle açılan tiptedir.Medrese, hamam gibi medrese de tuğla hatıllı taş örgülükarma teknikte inşa edilmiştir. Kare planda olup revaklıavlu etrafında 18 hücre sıralanır. Kuzeyde olan bir tanesigiriş bölümüdür, medrese ortasında hazireye çıkıntı halindebüyük kubb<strong>el</strong>i dershane-mescit yer alır. Caminin kıbletarafında ve denize daha yakın bir yerde olan türbe, dışduvarları ile sekizgen biçiminde, kesme taş yapılı bir binadır.Türbenin mimarisinde, benzerine pek rastlanmayandeğişik bir uygulama görülür. Üstünü, gen<strong>el</strong>likle türb<strong>el</strong>erinçoğunda olduğu gibi iç içe çifte kubbe örter. Türbeningirişi derince bir nişin içindedir, içeride ise, girişlerin karşısındayer alan iki sütun, giriş nişinin masif duvarlarıyla,kubbeyi taşıyan kemerlere destek olmuştur. Caminin yantarafında ve türbe etrafındaki hazirede çok sayıda mezarvardır. Bunların arasında bazı Türk denizcilerinin kabirleride bulunmaktadır. Aralarında, Fındıklı sırtlarındaki DefterdarEbu’l-Fazl ve Beyoğlu’ndaki Ağa camilerindengetirilen mezar taşları da yer almaktadır.Burada matematikçi Hasan Fuad Paşaile Kaptan-ı Derya Ateş MehmedPaşa’nın kabirleri de görülür.Bibliyografya:Semvi Eyice; İstanbul Ansiklopedisi,Kılıç Ali Paşa Külliyesi, s.558-557Halil Ethem; Camilerimiz, s.70-72R.M.Meriç; Mimar Sinan Hayatı Eseri,Ankara,1964, s.26-46151
Eser: Vildan BaydemirBarış, Aşk, Sağlık veYaşam İçin “Su”Rukal KAYRAİDGSA (yeni adı ile Mimar Sinan Güz<strong>el</strong> Sanatlar Üniversitesi) mezunu 17 sanatçı, “SU” konulu resim, heyk<strong>el</strong>,fotoğraf ve enstalasyon sergisi düzenledi. Taksim Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen sergide, dünyanın karşıkarşıya olduğu “SU”suzluk sorununa dikkat çekmek, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “SU”yu korumak vegündemde tutmak için biraraya g<strong>el</strong>en sanatçılar, önümüzdeki yıllarda susuzluğun daha da artacağını, su savaşlarınındüşünülenden çok daha yakın olduğunu vurguladı.Ortak paydası İDGSA (şimdiki adı ile Mimar Sinan Güz<strong>el</strong>Sanatlar Üniversitesi) olan 17 sanatçı, aldıkları eğitimi vesosyal sorumluluk duygularını bir potada eriterek, bütünalgılarını, hayal güçlerini ve emeklerini ortaya koyup“SU” için çalıştı. “SU”yu gündeme taşımak, konuşmak vetartışmak için işler üretti. Çünkü biliyorlar ki; “SU”yun bunaihtiyacı var. “SU”yun korunmaya, kollanmaya, sevgiye veyok olmaması için g<strong>el</strong>iştirilecek proj<strong>el</strong>ere ihtiyacı var. “SU”yaşadığımız gezegenin olmazsa olmazı! Dünyamızın %71’i sularla kaplı. Yaşamın kaynağı “SU”. Küres<strong>el</strong> ısınma ilebirlikte bilinçsiz tüketim, dünyanın “SU” kaynaklarını hızlakirletiyor ve yok ediyor. Eylül ayında Stockholm’de “SU”konferansı yapıldı. Açıklanan rapora göre 2025 yılında,her üç kişiden ikisi susuzlukla karşı karşıya kalacak.Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü’nün hazırladığı haritayagöre Ortadoğu, “SU”yu en yetersiz olan bölg<strong>el</strong>erin başındag<strong>el</strong>iyor. Önümüzdeki yıllarda dünyada “SU” paylaşımsavaşlarının çıkması kaçınılmaz.“SU”yun bir mesajı var. Umarsızlıkla görmezden g<strong>el</strong>emeyeceğimizbir mesaj: “Suyumuzu koruyamazsak; Barış olmayacak,Aşk olmayacak, Sevgi olmayacak, Sağlık olmayacakdaha da önemlisi Yaşam olmayacak!”Ali Ayyıldız, Ayşe Pınarlı, Cahide Er<strong>el</strong>, Çetin Özer, ErtuğAtlı, Ferhan Tunçer, Güns<strong>el</strong>i Toker, Hakan Kürklü, HanzaTurgul, İldem Arabacıoğlu, Kutay Uzer, Mediha Aşkın, MuratKürüz, Nesteren Silivrili, Recep Baydemir, Refik Tiniş,Vildan Baydemir’den oluşan “SU” grubu diyor ki;“ ‘İnsan doğanın bir parçasıdır. O nedenle insanın yaratıcılığıdoğanın yaratıcılığının bir parçasıdır. Doğa, insandakendi bilincine varır.’... FICTHE’nin bu sözleri hiç şüphesizbizim bu işe girişmemizdeki en önemli faktörleri sıralıyor,gözler önüne seriyor. Yüzyıllarca insanoğlu olarak yeryüzündensürekli çaldık. Sonuçları geç fark etsek de gerideçok kirlenmiş, çalınmış, değerlerini yitirmiş zavallı bir dün-152
ya kalmış. Bizler hala <strong>el</strong>i kolu bağlı seyirciyiz bu talana, buvahşete, bu yozluğa… Ama yüzyıllardır fark etmediğimizbir gerçek var ki, yaşamın ilk tem<strong>el</strong> varlığı olan su bizimlekonuşuyor. Bize her şeyi sunan yeryüzü, su ile var. Canlılıksu ile var olmuş. Cenin, su içinde oluşuyor. Damarlarınızdakan adında bir iç deniz coşku ile akmasa hayat sürebilirmi? Denizler, okyanuslar olmasa nasıl bir yaşam olurdu?Yokluğunu bilmediğimiz şeyleri anlamamız olanak dışıdır.Böyle susuz bir imajinasyon, algılarımız dışı bir durumdur.Ama gerçekten, artık fena halde, hızla bu korkunç son g<strong>el</strong>iyor.Biz hiçbir şeyi umursamazsak, bedava bulduğumuzbu güz<strong>el</strong> yaşam, suyun bizi terk etmesi ile son bulacak.Terk etmeye başladı bile. Şimdi de onun uğruna savaşlarbaşlamak üzere… Yine tahrip, yine acı, koskoca bir hiç.Doğanın ve yaşamın mucizesini anlamak için suyu bilm<strong>el</strong>iyiz.Su bize evreni anlatacaktır. İnsan <strong>el</strong>i değmemiş akandevinen özgür sudan bahsediyoruz, doğal olarak. Sterilizeedilmiş, klorlu musluktan akan ya da durgun su değil konumuz.Hareket eden, değişim içindeki, akıştaki, özgür vekatışıksızlık anlattığımız. Durgun su ölüdür. Hasta bedenidüşün<strong>el</strong>im kan akışı yavaşlayıp durduğunda çürüme başlar.Beyne giden sıvı akımı aniden dursa ölüm gerçekleşir.Hayatın kaynağı su, hareketlidir. Enerjiyi iletir. Kurşun zehirlenmesiolayında bedenin kendini iyileştirme gücündenfaydalanmak için minumum dozda kurşun katılarak tedaviedilir. Su, bilgiyi kopyalayıp hafızasında tutarak iyileştiricienerjiyi sağlar.20. yy’da petrol için savaşılmıştı 21. yy’da da su için savaşılacağıgözler önünde. Peki, dünyada sanayileşmeoldukça, hava kirlendikçe yağmur suları da kirlenecek.Yeraltı suları da… Çevre kirlendikçe denizlerde, tankerlerbattıkça sanayi atıkları oldukça, okyanuslar kirlendikçehayatın kaynağı su aslında ölümün kaynağına dönecek.Bu duruma bir son veremezsek, mesajlarını iyi dileklerini,bizimde şükranlarımızı alarak, bizden evrene her şeyienerjiye boğan kaynak su sonumuzu yaratacak. Çünkü buaslında onun da sonudur. Çok geç olmadan <strong>el</strong> <strong>el</strong>e güz<strong>el</strong>likleriüretirken sevgi ve şükranlarımızı sunmakla ona olanborcumuzu ödem<strong>el</strong>iyiz. Bu sergi, bu sevgi ve şükranlarınsunumu için bir başlangıç olmuştur.”Eser: Ferhan TuncerEser: Ayşe Pınarlı153
Büyülü Resim SanatıHatZübeyde Cihan ÖZSAYINER*İslam kaynaklarında; cismani aletlerle meydana getirilen, ruhani bir hendese olarak tanımlananhat sanatı, aslında bin küsur yıl önce doğup, tamamen mistik bir hava içinde g<strong>el</strong>işmişbüyülü bir resim sanatıdır.Hat sanatını oluşturan harflerin yalnız başlarına olduğukadar, başta, ortada ve sonda öteki harflerle birleşerek,değişik bir plastik görünüş zenginliği meydana getirdiğigörülmektedir.Modern sanatın öncüsü olan Picasso, hat eserlerindekiplastik etki karşısında şunları söylüyordu: “Benim resimdevarmak istediğim son noktaya, İslam yazısı çoktan g<strong>el</strong>miştir.Ama bunlar ne kadar ritmik! Bunlardan bir şeylerçıkar, bir şeyler çıkar. Doğulu renkçidir, ama renkçidençok fazla, çizgici, soyuttur. Bu soyut dehasınınen güz<strong>el</strong> örnekleri bunlar, bu yazılar.”Birçok Türk ressamının hocası olan AndreLhote (1885–1962) ünlü hattatların(Ahmet Karahisari, Şeyh Hamdullah,Mustafa Rakım) yazılarını gördüğüzaman hayranlığını dilegetirerek; “Okuyamıyorum buyazıları. Okuyamadığım daha iyi.Salt çizgi senfonilerini tadabiliyorumböyl<strong>el</strong>ikle... Resim sanatınıntem<strong>el</strong>i nedir? Desen, çizgi de,İngres'in deyimi ile, müzikal olmalı.İşte bütün bunlar, bu yazılarda var.”demiştir.Form bakımından maddi kültüre, muhteva bakımındanda manevi kültüre ait olan hat sanatının tem<strong>el</strong>i; nokta,çizgi ve harfler arasındaki ilişkilerdir. Bunu fark eden Batılısanatçılar, hat sanatını eserlerinde kullanarak, yeni bir ifadedili ortaya koymuşlardır. Öz<strong>el</strong>likle Mondrian, Klee, Mirogibi ressamların resimlerinde hat sanatından izler ve etkilenişlerbulmaktayız.Arap yazısının menşeinin, Arami asıllı “Nebati” yazısınadayandığı, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılankazılar sonucunda ortaya çıkmıştır.Kuran-ı Kerim'de yer alan Alâk suresinin 1. ve 5. ayetlerinde(“... Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğiniöğreten, keremi erişilmez mertebede olan, Allah'ın adıile oku”) ve Kalem suresinin birinci ayetinde (“Hokka ilekalemi, kalemle yazdıklarımı şahit tutarım ki”) yazmanınönemi vurgulanmaktadır.IV. Halife Ali'nin (656 – 661) halif<strong>el</strong>iğizamanında, devletin başşehri olanKufe'ye istinaden "kufi" adını alanyazı, Emeviler ve Abbasiler devrindede kullanıldı.Abbasiler devrinde, vezir ve hattatolan İbn. Mukle, “aklam-ı sitte”denilen altı hat çeşidini içinealan (muhakkak, reyhanı, sülüs,nesih, tevki, rika) yazıları meydanaçıkarmıştır. “Aklam-ı sitte”, 6 kalemyani 6 yazı anlamındadır.Hat sanatında kullanılan ana malzeme,mürekkep ve kamış kalemdir.Kalemler “divit” veya “kalemdan”lar içinde muhafaza edilir,kamış kalemler, “kalemtraş” ile yazılacak hale getirilir,bu işlem, "makta" denilen bir zemin üzerinde yapılırdı.Yazı yazmakta kullanılan mürekkep, gen<strong>el</strong>likle “ismürekkebi”dir. İs mürekkebi “is, arap zamkı ve su” karı-154
şöyle sıralanabilir : “Ferhat Paşa, Hasan Ç<strong>el</strong>ebi, Derviş Mehmet,Demircikulu Yusuf”“Hafız Osman Ekolü”ne mensup hattatlar ise: “Hoca MehmetRasim, Yahya bin Osman, İsmail Zühdi Efendi”dir.Hat sanatının çok geniş bir kullanım sahası vardır.Yazma kitaplar öz<strong>el</strong>likle Kuran-ı Kerimler, hat sanatının engüz<strong>el</strong> örneklerini gösterirler.Yazmaların dışında hattatlar çok sayıda hat levhalarınıyazmışlardır. Bu levhalardaki hatlar devrinin öz<strong>el</strong>liğini taşıyantezhipler (süsleme sanatı) ile bezenmişlerdir.Osmanlı mimarisinde hat sevilerek kullanılan bir sanatolmuştur. Giriş kitabesi, ana kubbe, pandantifler, minber,mihrap, alçı camlar (vitraylar), usta hattatların kalemindençıkmış hatlar ile bezenmişlerdir. Yazılar da seçilen metinler,insanlara “mesaj verme” amaçlıdır.Bir hattatın yetişmesi kolay olmadığı gibi, yazacak haleg<strong>el</strong>mesi için (<strong>el</strong> kırılması) en az beş yıl gibi bir süre geçmesigerekirdi. Hat öğrencisi, uzun yıllar meşk ettikten sonra,icazet (diploma) alarak, ancak yazı yazabilirdi.Hattatlar arasında, bir üstattan yetişerek, “icazet” almakg<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong>leşmiş ise de, eski üstatların eserlerine bakarak,yetişen hattatlar da (Mahmud C<strong>el</strong>aleddin) vardır.şımından meydana g<strong>el</strong>irdi. İs mürekkebinin dışında, renklimürekkebin kullanıldığı (zırnık, lâl, üstübeç, altın) bilinmektedir.Mürekkep, “lika”lı hokkanın içine koyulurdu. Yazı “mistar”denilen satırlık ile kâğıdın üzerine düzgün olarak yazılırdı.Yazının zır-i meşk (yazı altlığı) üzerinde yazıldığı bilinmektedir.“Aklam-ı sitte”den sonra, yazı çeşitlerinde (“Talik” ve Divani”)artış görülmektedir.Osmanlı İmparatorluğu zamanında, hat sanatı zirveye çıkmıştır.Bu devirde, hattatlar tarafından “ekoller” yaratılmıştır.Bu ekolleri sayacak olursak, klasizmin başlangıcı olan“Şeyh Hamdullah Ekolü”, “Ahmet Karahisari Ekolü”, “HafızOsman Ekolü”dür.“Şeyh Hamdullah Ekolü”ne bağlı olan hattatlar şunlardır:“Mustafa Dede, Şükrullah Halife, Ali bin Mustafa, Behrambin Abdullah, Ebul Fazl Mehmet Ç<strong>el</strong>ebi, Hayreddin Halil,Hüseyin Şah Ç<strong>el</strong>ebi, Mahmud Defteri, Mehmet bin Sadi,Mustafa bin Nasuh, Recep bin Mustafa”“Ahmet Karahisari Ekolü”ne bağlı olan hattatların isimleriHattatlar, alçak gönüllü olmalarından dolayı eserlerineimza atmazlardı. Hattatların imzasının Arapça olması da,asırlaşmış bir g<strong>el</strong>enektir. “Bunu yazdı” anlamına g<strong>el</strong>en:“ketebehu, nemekahu, harrerehu, sevvedehu” ibar<strong>el</strong>eri,imzanın başında yer alırdı.Çok geniş bir sahada kullanımı olan hat sanatı, günümüzdede değerli hattatlar tarafından yaşatılmaktadır. Hat sanatınındaha nice yıllar korunarak, g<strong>el</strong>ecek nesillere aktarılmasıen büyük dileğimizdir.Dipnotlar:Nihat Baydaş, "Hat Sanatımız ve Batı'ya Tesiri", VakıflarDergisi, Sayı 16, Ank. 1922, s.161.Ali Alpaslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul 1999.Zübeyde Cihan Özsayıner, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'ndeBulunan Tezhipli Kuran-ı Kerimler, Ankara 1999.Zübeyde Cihan Özsayıner, Mimar Sinan'ın İstanbul'dakiCami ve Türb<strong>el</strong>erindeki Hat Düzeni ve Anlamı, İstanbul Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Bilim Dalı,Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1993.M. Uğur Derman, "Türk Hat Sanatı", Başlangıcından BugüneTürk Sanatı, Ank. 1993, s.373–396.*Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi Müdürü155
İstanbul 2010’a İSMEK'tenGöz Kamaştıran EserlerYusuf ILGINİstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi dolayısıyla yarışmalarını üç yıl boyunca “2010 Avrupa KültürBaşkenti İstanbul” başlığı altında yapmayı kararlaştıran İSMEK, bu yıl ikincisini düzenlediği organizasyona tümİstanbulluları davet ediyor. Yarışmalarda başarılı olan eserlerin, 2010 yılında görkemli bir sergi ile sanatseverlerlebuluşturulması hedefleniyor.1600 yılı aşan süre boyunca 120’den fazla imparator vesultanın hüküm sürdüğü, üç semavi dinin ve pek çokmedeniyetin buluşma noktası İstanbul, Asya ile AvrupaKıtaları'nın dar bir deniz geçidi olan "Boğaziçi" ile ayrıldığıyerde, iki kıta üzerinde kurulu tek şehir… Doğu ve Batıarasındaki eşsiz coğrafyası, tabii güz<strong>el</strong>likleri, kültür<strong>el</strong> vesanatsal değerleri, abidevi yapıları, ekonomik öz<strong>el</strong>likleri vetarihs<strong>el</strong> mirası ile öne çıkan İstanbul, Avrupa Birliği tarafından2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti ilan edildi.2010 yılına kadar devam edecek olan hazırlık sürecinde,çeşitli kurum, kuruluş ve kişiler tarafından yeni proj<strong>el</strong>erüretiliyor, organizasyonlar düzenleniyor. İSMEK de geçtiğimizyıllarda çeşitli konularda gerçekleştirdiği branş ya-
ışmalarını 2008, 2009 ve 2010 yıllarını kapsayan üç yılboyunca “2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul” başlığıaltında yapmayı kararlaştırdı. Bu sayede İstanbul’un sanathayatına katkıda bulunmayı hedefleyen İSMEK, kültür<strong>el</strong>değerlerimizin korunup g<strong>el</strong>ecek kuşaklara aktarılmasınoktasında önemli bir görevi yerine getiriyor.İSMEK bu organizasyonlar zinciri kapsamında geçtiğimiz yıl,kırkyama, makine nakışı, resim, ebru, tezhip, çini, minyatür,hat, fotoğraf ve rölyef branşlarının yer aldığı yarışmayıbütün İSMEK kursiyerlerine açık olacak şekilde düzenledi.Yarışmaya 670 kursiyer, 10 branşta 679 eserle başvurdu.Eserlerin her birinin alanında isim yapmış profesyon<strong>el</strong> birjüri tarafından titizlikle değerlendirilmesinin ardından dereceyegirenler törenle ödüllerini aldı.Bu yıl düzenlenecek olan yarışma daha çok insana ulaşmasıaçısından ilgili branşlarda usta öğretici/öğretmen olmayanherkese açık olarak düzenleniyor. Kırkyama, makinenakışı, resim, ebru, tezhip, çini, minyatür, hat, fotoğrafve rölyef branşlarında yapılan yarışmada İstanbul’a ait herşey konu olabiliyor. İstanbul’un bahç<strong>el</strong>eri, çarşıları, çeşm<strong>el</strong>eri,darüşşifaları, dikili taşları, kilis<strong>el</strong>eri, külliy<strong>el</strong>eri, medres<strong>el</strong>eri,müz<strong>el</strong>eri, sarayları, surları, sarnıçları, türb<strong>el</strong>eri, köprüleri,askeri mekanları, ayrıca eskimeyen meslekleri, örf,adet, g<strong>el</strong>enek ve oyunları yarışma konuları arasında yeralabiliyor.Yarışmaya katılacak ürünler 06/04/2009 – 11/04/2009 tarihleriarasında Anadolu yakasında İSMEK Bölge Ofisi’ne(0216 310 12 08), Avrupa yakasında İSMEK Atölye’ye (0212534 08 30) teslim edilecek. Yarışmadan sonra ürünler24/04/2009 – 01/05/2009 tarihleri arasında daha önce teslimedilen merkezlerden alınacak.Yarışmada hat, tezhip, minyatür dalında birincilere 3500TL, ikincilere 2500 TL, üçüncülere 2000 TL; ebru, çini, makinenakışı, rölyef, kırkyama, resim, fotoğraf dalında isebirincilere 2750 TL, ikincilere 2250 TL, üçüncülere 2000 TL,tüm dallarda mansiyon alanlara ise 500 TL para ödülü takdimedilecek.Üç yıl boyunca branş yarışmalarında başarılı olan eserlerin,2010 yılında görkemli bir sergi ile sanatseverlerle buluşturulmasıhedefleniyor.157
Kadim ŞehirlerİSMEK'te BuluştuHanife ÖZTENİSMEK, 31 Ocak – 1 Şubat 2009 tarihleri arasında ülkemizden seçkin akademisyenler ile 15 ülkeden 17 kadimşehir temsilcilerinin katıldığı “İpek ve Baharat Yolu Üzerindeki Kadim Şehirlerde G<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> El Sanatları ve Yer<strong>el</strong>Yönetimlerin Katkıları” konulu uluslararası sempozyum ve sergi düzenledi. İlginin yoğun olduğu organizasyonakatılan kadim şehir temsilcileri böylesine verimli geçen sempozyumun g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> hale g<strong>el</strong>erek devam etmesigerektiğini dile getirdi.İSMEK ülkemizden seçkin akademisyenlerin ve 15 ülkeden17 şehrin temsilcilerinin katılımlarıyla 31 Ocak – 1 Şubat2009 tarihleri arasında gerçekleştirdiği “Kadim ŞehirlerdeG<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> El Sanatları ve Yer<strong>el</strong> Yönetimlerin Katkıları” konuluuluslararası sempozyum ve sergisi ile İpek ve BaharatYolu’nun üzerindeki kadim şehirlerin g<strong>el</strong>eneks<strong>el</strong> <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ıalanındaki mevcut durumunu ortaya koymaya çalıştı.Ayrıca yer<strong>el</strong> yönetimlerin kültür varlıklarımızı koruyup g<strong>el</strong>iştirerekyaşadığımız dünyayı daha güz<strong>el</strong> bir hale getirebileceklerinedikkat çekti.Ülkemizden Prof. Dr. Saadetin Ökten, Prof. Dr. MehmetGenç, Dr. Ertuğrul Ökten ve Prof. Dr. S<strong>el</strong>çuk Mülayim ile Çin,Endonezya, Suriye, Portekiz, İran, Moldova, Rusya, Ukrayna,Polonya, Gürcistan, Macaristan, Bosna-Hersek, Makedonya,İtalya ve Türkiye’den kadim şehir temsilcilerinin sunumlargerçekleştirdiği sempozyumun açılış konuşmasını İBB Gen<strong>el</strong>Sekreter Yardımcısı Sabri Der<strong>el</strong>i yaptı. Sabri Der<strong>el</strong>i; “İstanbulBüyükşehir B<strong>el</strong>ediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ınhimay<strong>el</strong>erinde gerçekleşecek olan sempozyum ve serginin;katılımcı şehirler arasında; sosyal, kültür<strong>el</strong>, sanatsal vehatta iktisadi işbirliğine katkısı olacağından asla şüphemizyoktur. Bu sempozyum; yer<strong>el</strong> yönetimlerin, şehirlerin kültürvarlıklarının korunması, <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ının yaşatılması, g<strong>el</strong>iştirilmesi,g<strong>el</strong>eceğe taşınması noktasında , işbirliği ve bilgipaylaşımına vesile olacaktır." şeklinde konuştu.Sempozyumun sonunda Prof. Dr. Saadetin Ökten, bir değerlendirmekonuşması yaptı. Ökten’in konuşması iki günsüren sempozyumun özeti nit<strong>el</strong>iğindeydi. Ökten’in değerlendirmekonuşmasını, sempozyuma katılma imkanı yakalayamayanİSMEK El Sanatları Dergisi okurları için yayınlıyoruz.“Bu çalışmaya başlarken 2008 sonbaharında doğrusu benbiraz ürkek ve çekingendim. Nasıl bir sonuç alacağımızıbilmiyordum. Fakat benim açımdan fevkalade üst düzeydeve tatminkâr geçti. Tüm katılımcılara şükranlarımısunuyorum. Fevkalâde güz<strong>el</strong> ve ufuk açıcı katkılarda bulundular.İpek Yolu, çoğumuzun bildiğimizi zannettiğimizboyutta bir olgu değilmiş. Bunu kendi adıma söyleyebilirim.Ama zannederim salonda bulunanların büyük çoğunluğuda katılacaktır; İpek Yolu büyük bir insanlık tarihininortaya koyduğu, uzun zamanları alan, birçok toplumunkatıldığı, çok renkli, çok boyutlu, çok derinlikli, bir büyükvaka imiş. Ve her ne kadar modern devirlerde yaşamıyorgibi görünse de alttan alta bir derin su akıntısı gibi hayatımızıtaz<strong>el</strong>eyen, güz<strong>el</strong>leştiren, bize yaşama sevinci veren,hayatımızı yer<strong>el</strong>likten evrens<strong>el</strong>liğe doğru evrilten, dönüştürenbir büyük güz<strong>el</strong>lik imiş. Şu anda da vardır ve varolacaktır. Bizim görevimiz uzak Çin’den dost Lizbon’a kadar,kuzeydeki St. Petersburg’dan güneydeki Şam’a kadarbütün katılımcı şehirler ve katılmak isteyip de katılamayandost şehirlerle beraber bu olguyu tekrar hayatımızageçirmektir. Biz efendim eski dünyayız. Biz eski dünyanın-kendim için söylüyorum bunu ama evrens<strong>el</strong> boyutu hiçöyle değil- hakim, kadim ve görgülü toplumlarıyız. Bizlereski dünyanın hikmet sahibi, bilgi sahibi toplumlarıyız.Bugün yaşayanlar onların torunlarıdır. Yarın yaşayacaklarda bizim çocuklarımız, bizim devamımızdır. Dolayısıyla bueski dünyanın birikimini bütün dünya, şu veya bu fikir, şuveya bu düzen, şu veya bu siyasal otorite ihmal etmem<strong>el</strong>idir.Ederse bed<strong>el</strong>i fevkalâde ağır olur ve bunu bütündünya öder. İşte İpek Yolu böyle birşeydir.‘İpek Yolu bizi yer<strong>el</strong>likten kurtardı, evrens<strong>el</strong>liğe doğru evriltti.’Bunu, sempozyumun ilk günü anlatılan tüm folklorikdetaylardan çok net öğrendik. Çin’in ipeği Türkistan’ag<strong>el</strong>di, halı oldu. Oradan Osmanlı Sarayı’na gitti, oradanVarşova’ya uzandı. Mes<strong>el</strong>a ben burada kağıdı dinlemekisterdim. Kağıt eksik kaldı. Hindistan’dan katılımcı olmadı.Endonezya’nın batiği g<strong>el</strong>di. Batik, Batı saraylarını süsledi.Bugün Türkiye’de hanımefendilerin şalları olarak, fularlarıolarak var. St. Petersburg’un halılar ve kilimler üzerineyaptığı enteresan inc<strong>el</strong>eme ilgi çekici ve çok takdir ediciydi.İsfahan ise tamamen ayrı bir bahis. Öz<strong>el</strong>likle müziği vebir yaşlı ile bir gencin <strong>el</strong> imajının insan hayatında ne dereceönemli olduğunu vurgulayan filmiyle… Burada tek tekhepsini saymam mümkün değil ama hepsine tekrar teşekkürediyorum. Bize kim olduğumuzu -biz derken uzakÇin’den dost Lizbon’a kadar, kuzeydeki St. Petersburg’dangüneydeki Şam’a, b<strong>el</strong>ki Kahire’ye, b<strong>el</strong>ki önümüzdeki gün-158
lerde Yemen’e kadar uzanan çok geniş bir coğrafya- eskidünyayı ve kimliğimizi bize tekrar hatırlattı. Bu bir eskibiçimdi, binlerce yıl süreg<strong>el</strong>di. Bunun deniz boyutu vardı,kara boyutu vardı. Bu büyük hadise bizim hem ruhsalhem fiziks<strong>el</strong> dünyamızı biçimlendirdi. Ama artık bu yok,doğru. Aslında bu yok değil, bu yok gibi görünüyor. Pekibunun yerine ne var? Onu da sizlere söyleyeceğim. Bununyerine küres<strong>el</strong>leşme adını verdiğimiz bir büyük olguvar. Bu noktada öz<strong>el</strong>likle Lizbon ve Ukrayna’nın enteresantartışmaları oldu. Bu küres<strong>el</strong>leşme ile kültür<strong>el</strong> kimliği nereyekoyacağız, nasıl uzlaştıracağız? Bendeniz, bu konudakifikrimi kendime saklayacağım. Ama şunu hatırlatmakistiyorum; bu dünya faniler dünyasıdır, küres<strong>el</strong>leşme debâki kalacak bir şey değildir. Globalleşme de hızlı yaşananbu çağda bir süre sonra mutlaka tarihe intikal edecektir.Ama insanlık kalacak, insani değerler devam edecek.Merhametimiz, saygımız, hoşgörümüz, sevgimiz ve paylaşımcıyanımız devam edecektir. Globalleşmeden sonra bizne yapacağız? Bir büyük enkazın altında yok mu olacağızveya yıpranacağız? Yahut da onun bıraktığı boşluğu dolduracak,hatta ondan çok daha etkin bir şekilde dolduracakyeni bir uygarlık düzeyine mi geçeceğiz? Bu noktayıda arz etmek istiyorum. Hiç unutmayınız ki küres<strong>el</strong>leşmeninde bir kimliği vardır. O bir biçimler hiyerarşisisidir. Birbiçimler kompozisyonudur. Bir ayağı iletişimle, bir ayağıborsayla, bir ayağı uluslararası şirketlerle ilişkilendirilebilir.Çok detaya girmeye gerek yok, o size bir takım biçimlerleg<strong>el</strong>iyor. İlk defa Türkiye’ye g<strong>el</strong>diği biçim 50’li yıllarda blucinidi. Biz ondan evv<strong>el</strong> bilmezdik blucini. Ya normal pantolonya da şalvar giyerdik. 60’lı yıllarda Coca Cola ile g<strong>el</strong>di.80’li yıllarda da Mc Donalds ile g<strong>el</strong>di. G<strong>el</strong>ecektir de, amaarkasında bir hayat f<strong>el</strong>sefesi vardır. O f<strong>el</strong>sefeyi iyi bilmemizlazım. O f<strong>el</strong>sefe ile bizim İpek Yolu f<strong>el</strong>sefesinin, İpekYolu zenginliğinin, İpek Yolu birikiminin, İpek Yolu neşesininne olduğunu mukayese etmemiz lazım. Eski dünyanınbirikimi ile küres<strong>el</strong>leşmenin hayat f<strong>el</strong>sefesi arasındaki kalitefarkını -tabii varsa eğer- görebilmemiz ve tercihimiziiyi yapmamız lazım.Varşova ve Halep üzerinde duruldu şehir bazında. Bu daçok önemlidir, çünkü kültür insanlarla kâindir. İnsan daöz<strong>el</strong>likle çağımızda artık şehirde vardır. Şehri ortadan kaldırdığınızzaman insan unsurunu muhafaza etmeniz, diriltmenizve ona yeni açılımlar vermeniz mümkün değildir. Ohalde kültürümüzün dış kabuğu olarak ben ona bir büyükfanus diyorum. Bir büyük fanus olarak işe şehirlerimizdenbaşlamak lazımdır. Şehirlerimizi küres<strong>el</strong>leşmeyle birlikteyeni bir evreye taşırken çok iyi düşünmek ve kendi kültür<strong>el</strong>kimliğimizi şehirlerimize yansıtan unsurları çok dikkatlekorumak mecburiyetindeyiz. Zaten sempozyum dabize yapılanın bu olduğunu göstermiştir. Her şehir banagöre bir büyük kitaptır. Bazı şehirler kalın, meşin ciltli, eskibir kitaptır. İçinde ne olduğunu bilmezsiniz ama açtığınızzaman ayrı bir macerayı, ayrı bir tutkuyu, ayrı bir ufku,zaman zaman ayrı bir ihtirası, ama zaman zaman da büyükidealleri görürsünüz ve o şehirlere hayran olursunuz.Bir takım şehirler de renkli, çok iyi baskılı ama resmin arkasındaçok fazla bir şey olmayan kitaplara benzer. Bizimeski dünyanın şehirleri biraz evv<strong>el</strong> söylemeye çalıştığımgibi dıştan bir şeye benzemeyen kalın ciltli kitaplara benzer.İşte bu kitaplar korunmak mecburiyetindedir. Bunlarıkoruduğumuz zaman bir sonraki zaman diliminde karşımızaçıkacak problemleri çözmek mümkün olabilecektir.Kısaca bu gen<strong>el</strong> sözlerden sonra olayı biraz daha öz<strong>el</strong>eindirgemek istersek her şehirde bir çarşıdan bahsettiler.Her şehirde bir eski bölgeden bahsettiler. Her şehirde bueski çarşıdaki dükkanlardan bahsettiler. Bu dükkanlardakiöz<strong>el</strong> insanlardan ve bu insanların sattığı öz<strong>el</strong> eşyalardanbahsettiler. Bu öz<strong>el</strong> eserler Levis fabrikasında imal edilenpantolonlar değildi. Yer<strong>el</strong> emekle, yer<strong>el</strong> zevkle, yer<strong>el</strong>göz nuruyla, yer<strong>el</strong> kapitalle üretilmişlerdir, özgündürler…Yer<strong>el</strong> derken biraz evv<strong>el</strong>ki açıklamalarıma bir atıfta bulunmakistiyorum. O da şudur; İpek Yolu bir semboldürama eski dünya kesinlikle yer<strong>el</strong> değildir. Aradaki büyükiletişim, büyük kültür<strong>el</strong> alışveriş bize o yer<strong>el</strong>liğin uzakÇin’den dost Lizbon’a kadar, Varşova’dan St. Petersburg’a,Şam’a, Kahire’ye, Yemen’e kadar bir büyük evrens<strong>el</strong>liğinkatkılarını gösterir. Kesinlikle yer<strong>el</strong>i sadece lokal,küçük bir mahalle kasvedilmiş bir öz<strong>el</strong>lik olarak görmey<strong>el</strong>im.B<strong>el</strong>ki Grankov’dan bir küçük bebek alırsınız, b<strong>el</strong>kiBudapeşte’den bir kart almışsınızdır, bir yerde bir yemekyemişsinizdir. Yahut güneye doğru uzanmışsınızdırbir lokum, bir baklava yemişsinizdir Şam’da. Bu yer<strong>el</strong>liğinötesinde başka renkler vardır bunun içinde. Bu dükkan,bu satılan ürün, bu çarşı ve bu şehir yukardan aşağıyadoğru bir öz<strong>el</strong>likler yumağıdır. O eski dünyadır, orda insanideğerler ön plandadır. Bu fırtınalı günlerde krizdenbahsettiler, kriz g<strong>el</strong>ir geçer, birkaç yıllık periyotlardır bunlar.Kapitalizmin krizleridir. Ama küres<strong>el</strong>leşme daha uzunsoluklu yaklaşımdır. Yapılacak olan şey gayet net. Zatenbu işleri yapanlar var. Örneğin Budapeşte Festivali çokenteresan g<strong>el</strong>di. Muhakkak diğer dost şehirlerde de bunabenzer etkinlikler vardır. Esnaf ve sanatkârlar var. Bunlarbirebir eserle temasta olan insanlardır. Bu çok önemli birşey. Herhangi bir şehirde bir başka ülkede üretilmiş ürünüalmak yerine bizzat o insanın <strong>el</strong>inden çıkmış menşei b<strong>el</strong>li,insanın gönlünün kokusu sinmiş eserlerle muhatap olmakayrı bir tat. Bu sanatkârlar iyi ki varlar ve hâlâ çalışıyorlar.Ama bu küres<strong>el</strong>leşme etkisi altında çok fazla ortadagörünmüyorlar. Yapacağımız şey bu insanları görmek, buinsanları tanımak ve bu insanlara saygı yetmez sevgi duymak.Bunun için bir takım çalışmalar da var. Biraz da onlardanbahsed<strong>el</strong>im. Destek faaliyetleri, bu artık şart. Kamudestekleyebilir. Merkezi hükümet veya yer<strong>el</strong> hükümetler,bunlar kamudur. Öz<strong>el</strong> kurumlar destekleyebilir ve eğitimkurumları destekleyebilir. Gönlüm isterdi ki bugün buradasayısı onları geçen eğitim kurumlarının bireys<strong>el</strong> olarak değil,kurumsal olarak aktif katılımları olsun. Dolayısıyla destekverilmesi noktasında eğitim de çok önemli. Esnaf vesanatkârlar ve onlara destek olan kurumlar zaman zamantopluma kendilerini anlatıyorlar. Bu anlatılanlara da dostolmak lazım. Mes<strong>el</strong>a içimden geçti Ağustos ayında bende Budapaşte’de olabilir miyim, hasat zamanında yeni ekmektenben de yiyebilir miyim diye. Ama isterseniz dahaönce bizim ülkemizde var olan iğne oyalarına, dokumalara,Erzurum işi oltu taşlarına, t<strong>el</strong>karilere bir uzanalım, birbakalım. Buldan dokumalarına bir bakalım. Ama fabrikalardaüretilene değil <strong>el</strong>de dokunanlara…”Sempozyum bildirileri yakında İSMEK tarafından kitap olarakyayınlanacak ve bu kitap www.ismek.org adresindentüm İSMEK yayınları gibi ücretsiz olarak indirilebilecek.159
İSMEK EL SANATLARI DERGİSİ YAZI HAZIRLAMA VE GÖNDERME KURALLARI1. GENEL YAKLAŞIMİSMEK EL SANATLARI DERGİSİ’ne isteyen herkes yazı gönderebilir. Dergi içeriğinin <strong>el</strong> <strong>sanatlar</strong>ı ile ilgili olduğu ve ilgisizyazılara yer verilmeyeceği bilinm<strong>el</strong>idir. Gönderilen yazılar yayın kurulunca yayına değer bulunmadığı takdirde iadeetme zorunluluğu yoktur. Yayına değer görülen yazıların her türlü malzemesi yazı sahibine iade edilecektir. Yazılarındaha önce hiçbir şekilde yayınlanmamış olması ve alıntı yapıldığı takdirde bunun muhakkak surette b<strong>el</strong>irtilmesi gerekmektedir.Yazıların görs<strong>el</strong> malzem<strong>el</strong>eri, orijinal veya dijital ortamda yazı ile birlikte gönderilm<strong>el</strong>i, dijital malzemeninyüksek çözünürlükte olmasına dikkat edilm<strong>el</strong>idir. Dergi editörlüğü, yayınlanması için gönderilen yazılarda ana çatıyıbozmadan, uygun gördüğü değişiklikleri yapma hakkına sahiptir.2. YAZININ HAZIRLANMASIYazı aşağıda verilen yapıda hazırlanmalıdır:a. Yazı Başlığı: Sayfa başında, satır ortasına Times New Roman fontu ile 12 punto büyüklükte ve koyu (bold) harflerleyazılır.b. Yazar Adları: Yazı başlığından sonra bir aralık boşluk bırakılarak sola dayalı şekilde ünvanı ile birlikte ad küçük,soyad büyük harflerle 12 punto koyu (bold) olarak yazılır ve soyadın üzerine bir açıklama işareti konur. Yazar adlarınınsonuna konan bu açıklama işaretinin karşılığı yazının sonuna çizilecek kısa bir çizgiden sonra, yazarın varsa kurumunuda b<strong>el</strong>irtecek şekilde tanıtım bilgileri açık ve kısa olarak 10 punto ile yazılır.c. Spotlar: Yazının tuttuğu Word sayfası adedince, 30-50 k<strong>el</strong>ime arası spotlar tespit edilerek, ana metinden önce “spotlar”başlığı altında ve metin içindeki sırasına göre spotlar b<strong>el</strong>irtilir.d. Ana Metin: Metin spotlardan sonra 2 satır boşluk bırakılarak başlar. Times New Roman fontu ile 12 punto büyüklükte,1.5 satır arası ve normal harflerle yazılır. Ara başlıklarla metin bölümlenir. Ara başlıklarla bir üst satır arasında birsatır boşluk bırakılır. Ara başlıktan sonra yazı, paragraf başı yapılarak ve bir satır boşluk bırakılarak yazılır.e. Kaynaklar: Makale içinde kaynaklara atıf metin üstünde numara ile verilm<strong>el</strong>i, yazı sonunda kaynaklar sıralı olarakb<strong>el</strong>irtilm<strong>el</strong>idir.f. Yazım Biçimi: Makal<strong>el</strong>er A4 sayfasına üstten, alttan, sol ve sağ kenardan 2 mm boş bırakılarak yazılmalı, yazı uzunluğutoplam 10 sayfayı geçmem<strong>el</strong>idir. Yazılar Word 6.0’da Times New Roman yazı karakterinde, 12 punto ve bir buçukaralıklı olarak yazılmalıdır.g. Yazının görs<strong>el</strong> malzemesi: Yazı ile ilgili görs<strong>el</strong> malzeme temin edilmesi öz<strong>el</strong>likle alan yazılarında zorunludur. Görs<strong>el</strong>malzemenin en az en 300 dpi çözünürlükte ve 20 cm eninde olması gerekmektedir.3. YAZININ TESLİMİYukarıda geçen kurallara uygun yazılar, asıl ve kopya olmak üzere 2 adet CD’de Word 6.0 kayıtlı olarak, dergi adresine<strong>el</strong>den veya posta ile iletilebileceği gibi, ismek@ ismek.org adresine mail ile de gönderilebilir.Yazı Gönderme Adresleri:Mektup Adresi:İskenderpaşa Mah. Ahmediye Cad.Hacı Salih Efendi Sok. No:6Fatih/İstanbulT<strong>el</strong>: (0212) 531 01 41 / Faks: (0212) 534 85 38Elektronik Posta Adresi:ismek@ismek.org160