polis -halkla ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin önemi - E-Bitik
polis -halkla ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin önemi - E-Bitik
polis -halkla ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin önemi - E-Bitik
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
MAKALELER
1982 Anayasasının “Başlangıcı”nda olduğu gibi 2, 24 ve 174.
maddelerinde de Atatürkçülük bir Anayasal norm olarak kabul edilmiştir.
Atatürkçülük anayasaüstü bir kavramdır. Anayasaüstülük düşüncesi
1789 Fransız Bildirgesinde de vardır. Türkiye’de anayasayı ilk kez yapan kurucu
iktidar (asli kurucu iktidar) ve anayasayı değiştirme iktidarı (tali kurucu iktidar)
insan hakları, uluslararası hukuk ve Atatürk ilke ve inkılapları normlarıyla da
bağlıdırlar.
Anayasaüstülük (supraconstitutionalite) kavramı üçe ayrılabilir;
I. Genel anayasaüstü kuralları;
II. Dış-anayasaüstü kurallar, (uluslararası normlar, ulusalüstü normlar);
III. İç-anayasaüstü kurallar (iç üst normlar; Atatürk İlke ve İnkılapları).
Bunlar üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
I. Genel anayasaüstü kuralları;
Genel anayasaüstü ilkelere şu örnekler verilebilir; insan onuruna saygı, adil
yargılanma hakkı, kişi güvenliği, özel hayatın gizliliğine saygı, insanın fiziki
varlığına dokunulmaması, çoğulculuk, anayasanın yazılı olması, kurucu iktidarın
sahibinin millet olması, kuvvetler ayrılığının bulunması, doğal hukuk prensipleri
(adalet, özgürlük, ortak yarar, dayanışma gibi), temel hakların kurucu iktidarın
iradesinden üstün olması, ulusal egemenlik 1 ve hukukun genel prensipleri gibi 2 .
Hukukun genel ilkelerinin anayasaüstü bir değerde olduğu belirtilmelidir.
Hukukun genel ilkelerine bazı örneklerin verilmesi mümkündür; hakkın kötüye
kullanılmaması (abus du droit), ihkak-ı haktan imtina (deni de justice),
kimsenin kendi davasının yargıcı olmaması (nemo iudex in sua causa),
kazanılmış haklara (droits acquis) saygı, kesin hükme (res iudicata) saygı, ahde
sadakat (pacta sunt servanda), nesafet (equite), ayrımcığın reddi (principe de
non-discrimination) gibi 3 .
* Başbakanlık-ANKARA
1 Ulusal egemenlik ilkesinin (1982/6), anayasaüstü olduğu tezi vardır; ama Maastricht Anlaşmasının
bu teze aykırı olduğu iddia edilmiştir. Maastricht Anlaşmasıyla (1992) ulusal egemenlik
ilkesinin anayasal normlara üstün olup değiştirilemiyeceği görüşü de değişti. Fransız Anayasa
Konseyi 2.09.1992 tarihli kararıyla tali kurucu iktidarın anayasayı değiştirebileceğini kabul etti.
2 Tufts, James Hyden, The Individual and His Relation to Society, M. Kelly Publishers,
New York, 1970, p. 41.
3 Detay için bk. Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 1985, C.I, s. 205-216.
2
ANAYASA VE ATATÜRKÇÜLÜK
Prof. Dr. Hasan T. FENDOĞLU *
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Anayasa ve Atatürkçülük
Anayasa hukuku, sadece anayasa metni ile sınırlı değildir. Anayasanın da
üzerinde kurucu yasama organını bile bağlayan bir süpra-pozitif hukuk vardır.
Asli veya tali kurucu iktidarlar, keyfine göre herşeyi düzenleyemezler; aksi halde,
bu, modası geçmiş bir pozitivizme geri dönüş olur. Özellikle insan hakları
alanında Avrupa’daki (Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, İsviçre gibi) ülkelerin
Anayasa Mahkemeleri genel ilkeler önermekte ve demokrasi, hukuk devleti 4 ,
ölçülülük 5 (ve orantılılık) 6 , eşitlik 7 gibi ortak kıstaslar kullanmaktadırlar.
Fransız Anayasa Konseyi 1979 da verdiği iki ayrı kararında “güçler ayrılığı”
ve kamu hizmetinin devamlılığı” ilkelerinin hukukun genel ilkeleri olduğuna karar
vermiştir. Ulusal Anayasa yargısı ile Ulusal-üstü Anayasa yargısı arasında bu
konuda etkileşim bulunmaktadır. Anayasa Mahkemeleri, özgürlükleri koruyucu
jürisprüdansını, “yaratıcı” yönde geliştirerek, anayasada açıkça yer almayan bir
hakkı insan hakkı olarak anayasal değere sahip kılabiliyorlar; norm işlevini
görüyorlar 8 . İnsan hakları-Devlet diyalektiğinde anayasa yargıçları hukuk
devletinin derinleştirilmesi işlevine gayret göstermektedirler. Türk Anayasa
Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini, anayasadan önce gelen üstün referans
norm olarak benimsemiştir. Anayasa Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini
Anayasanın 2. maddesindeki “hukuk devleti” kavramının ayrılmaz unsurları
olarak yorumlamıştır. Bir ilkenin hukukun genel ilkelerinden biri olarak
kabulünün şartı, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünde belirtildiği gibi onun
“uygar milletlerce tanınmış” olmasıdır 9 .
Anayasa Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini tamamiyle tarif etmekten
kaçınmış, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesine yollama
yapmış hukukun genel ilkeleri ile uluslararası hukuk arasında bir bağ kurmuştur.
II. Dış-anayasaüstü kurallar, (uluslararası normlar, ulusalüstü
normlar);
Uluslar arası normlara gelince, bunların içinde en önemlisi, AİHS’dir. AİHS,
TBMM tarafından 10. 03. 1954 tarihinde 6366 sayılı yasa ile onaylanmış (RG.
4 Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti ilkesini insan haklarının korunmasında referans norm
olarak kullanmaktadır; şöyle ki, yüksek mahkemeye göre hukuk devleti: “Anayasanın açık hükümlerinden
önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkeleri” ve “hukukun
üstün kuralları”, “yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerine
bağlı”, “insan haklarına saygılı”, “hak ve özgürlükleri... güçlendiren”, “adaletli bir hukuk düzeni”
olan devlettir; E. 1990/28, RG. 20814/14.03.1990; Bk. AYMKD, Sy. 22, s.120.
5 Ölçülülük hk. bk. Ch. Rumpf, “Ölçülülük İlkesi ve Anayasa Yargısındaki İşlevi ve Niteliği”,
Anayasa Yargısı, Sy. 10, Ank. 1993, s. 25-48. Modern sosyolojik teorilere göre de, zıt
yararları dengelemek hukukun görevidir.
6 Orantılılık, hukuk devleti ilkesinin bir sonucu olup, eşitlik ile ölçülülük arasında köprü kuran
bir ilkedir. Özgürlük sınırlamalarında araçlar, hedeflenen amaçlara orantılı olmalıdır. Özgürlük
sınırlamaları öngörülen amaç dışında kullanılamaz (1982/13-2).
7 Eşitlik ilkesini Alman, Avusturya, İtalya, Fransız, İspanyol Anayasa Mahkemeleri gibi Türk
AnYM (E. 1990/5, K. 1990/28, RG. 20814/14.03.1990; bk. AYMKD, Sy. 25, s. 8) kullanmaktadırlar.
8 İsviçre örneği için bk. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansı, Ank. 7-10 Mayıs
1990, AnYMY, Sy.3, ss. 265-279.
9 Devlet, hukukun genel kurallarına uyacaktır; bk. AYMKD, Sy. 22, s. 120.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
19. 03. 1954/ 8662), 18. 05. 1954 de belge Avrupa Konseyi’ne tevdi edilmiş, 21.
04. 1987 de AİH Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 27. 09. 1989 tarihinde
de AİHM nin zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır (RG. 20295/ 27. 09. 1989) 10 .
Türk Anayasa Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini ve uluslar arası
meşruiyeti, hukuk devleti kavramından çıkarmakta ve kararlarında ölçü norm
olarak kullanmaktadır. Anayasa Mahkemesine göre, hukukun bilinen ve uygar
ülkelerde benimsenen ilkeleri olan hukukun genel ilkeleri, en azından Anayasal
değerde olup, Anayasanın üstünde yer alır, kanun koyucunun takdir yetkisini
sınırlar 11 . “Kanunlarımızın, Anayasanın açık hükümlerinden önce, hukukun
bilinen ve bütün uygar memleketlerde kabul edilen prensiplerine uygun olması
şarttır” 12 . “Milletlerarası hukuku da, Devletlerin taraf oldukları 2 veya çok taraflı
andlaşmalar, milletlerarası teamüller (örf ve adet), medeni milletlerce kabul
edilen ve temel hukuk prensiplerinden bulunan, iyi niyet, ahde vefa, kazanılmış
haklara saygı, Devletler Hukukunun iç hukuka üstünlüğü ilkeleri ve
yardımcı kaynak sayılan ilmi ve kazai ictihatlar oluşturmaktadır” 13 . “Türk
toplumunu geriletici, temel hak ve hürriyetleri, hukuk devleti ilkesini yok edici”
amaçlarla anayasa değiştirilemez 14 . Atatürk’e göre de, demokrasinin çağdaş bir
demokrasi olması gerekir. Anayasa Mahkemesinin demokratik toplum düzeninin
gerekleri konusunda verdiği kararların en istikrarlı olanı, demokratik toplumlarda
temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamıyacağıdır 15 .
AİHS, aslında, anayasa dahil bütün iç hukuk normları karşısında üstündür.
Avrupa İnsan Hakları Divanı, Open Door ve Dublin Weil Women - Irlanda
Davası’nda, İrlanda Yüksek Mahkemesinin, Birleşik Krallıkta kürtaj yapan
klinikler üzerine bilgi alış-verişini yasaklayan kararını orantılılık ilkesine aykırı
bulmuştur 16 . AİH Divanı, İrlanda Anayasasının hükümlerini doğrudan iptal
etmemiş ama etkisiz kılmıştır. Bunun sonucu olarak, AİH Divanının uygun
bulmadığı anayasa hükmü artık uluslararası arenada dermeyan edilemiyecek,
uluslar arası düzeyde hukuki değerden yoksun bulunacaktır. Faşist İtalya,
Komünist Rusya (1917) ve Nazi Almanyası dışındaki tüm ülkeler, uluslararası
anlaşmalar hukukunun üstünlük ve bağlayıcılığını kabul ederler. Bu nedenledir
10 Detay için bk. Yıldız, Mustafa, “AİHM nin İşlevsel Konumu”, Anayasa Yargısı, 35. Yıl,
1997, C. 14, ss. 255- 332; İşteyişi için bk. J. A. Forewein ve M. E. Vıllıger, “Avrupa İnsan
Hakları Komisyonu Raporu”, 7. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansı, 27 Nisan 1987,
Lizbon, ss. 207- 243.
11 Bk. E. 1963/124, K. 1963/ 243, KT. 11.10. 1963, AYMKD, Sy. 1, s. 349. E. 1963/166, K.
1964/76, KT. 22.12.1964, AMKD, Sy.22, SS. 288-291. E. 1990/7, K. 1990/11, KT. 21.06.
1990, RG. 20776/4.02.1991. E. 1990/17, K. 1990/23, RG. 20677/ 26.10.1990. E. 1990/32, K.
1990/25, RG. 20711/30.11.1990.
12 22.1.21964, E. 63/166, K. 64/76, AYMKD, Sy. 2, s. 237.
13 AYMKD, Sy. 21, Ank. 1991, 2.B., s. 168; AYMKD, Sy. 22, Ank. 1987, s. 255 (kalın harfler
bana ait).
14 26.09.1965, E. 63/173, K. 65/40, AYMKD. Sy.4, sh. 269.
15 Bk. Turhan, Mehmet, “Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”, Anayasa Yargısı,
29. Yıl, Ank. 1991, C. 8, ss. 401- 420.
16 29. 10. 1992 tarihli Open Door ve Dublin Weil Women-İrlanda kararı.
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Anayasa ve Atatürkçülük
ki, asli ve tali kurucu iktidarlar, uluslararası sözleşme normlarına uymak
zorundadırlar.
AİHS kimi ülkelerde iç hukuka henüz katılmamıştır, AİHS’ nın bu ülkelerde
sadece moral etkisi bulunmaktadır. Sözleşmeyle bütünleşmeyen bu ülkeler,
İngiltere, İsveç, Danimarka, İrlanda, İzlanda ve Norveç’tir.
Sözleşmeyle bütünleşen ülkeler ise kendi aralarında 4 gruba ayrılabilir;
Birinci grup, Sözleşmeyi Anayasanın üzerinde görmektedir; Hollanda’nın
1983 tarihli Anayasası ve İspanya’nın 1978 tarihli Anayasası gibi. Hollanda’da
AİHS anayasal değerdedir; ancak bu, anlaşmanın Hollanda Meclisi’nin 2/3 oyu
ile onaylaması şartına bağlıdır.
İkinci grup, Sözleşmeyi Anayasaya eşdeğer gören ülkelerdir; 1964 tarihli
Avusturya Federal Anayasası gibi.
Üçüncü grup, Sözleşmeyi yasanın üzerinde Anayasanın altında gören
devletlerdir ki bunlar; Türkiye, Fransa, Yunanistan, Portekiz ve Belçika’dır.
Fransa’da AİHS, kanun ile Anayasa arası bir değere sahiptir (Fransız 1958
Anayasası, md. 55). 1982 Anayasası’nda 7.5.2004 tarih 5170 sayılı yasa ile
değişiklik yapılmış ve aşağıdaki hüküm getirilmiştir; „Usulüne göre yürürlüğe
konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla
kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır“.
Dördüncü grup ülkeler, Sözleşmeyi yasa düzeyinde görmektedir; Bunlar,
Federal Almanya, İtalya, ve İsviçre’dir. 17 Almanya’da AİHS, kanuna eşdeğer
sayılmaktadır. İtalya’da da AİHS, kanun değerindedir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM), 24 Kasım 1998 tarih 964/1020
sayılı kararında YAŞ kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasına ilişkin AnY
nın 125/2 madde hükmü ile AİHS nın 6/1, AnY nın 36 ve 40. maddesine aykırı
olup olmadığını irdelemiş, sonuçta, AİHS nın bu maddesinin AnY nın üzerinde
olmadığına karar vermiştir 18 .
17 Çavuşoğlu, Naz, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Topluluk Hukukunda
Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Yayını, Ank.
1994, s. 86 vd.
18 Selçuk, bu kararın, “tam bir çelişki” olduğunu, “sözleşme (nin) yurttaşlara değil herkese
uygulanacağını”, “Türk yargısının bu hükümleri yardımcı hüküm olarak değil, destek hüküm
olarak ele al” dığını belirtir; s. 418-419. Geçmişi oldukça onurlu olan Fransa, bugün bile toplum
mühendisliği düşüncesinden vazgeçmemiş, hukuk devleti aşamasından hukukun üstünlüğüne
ulaşamamıştır. Batıyı özümsemek gerekir; aslanı aslan yapan özümsediği koyun etidir. Özgür birey
yaratılmalı, belli bir kültür dayatılmamalı, eleştirel akılcılık olmalıdır. Eleştirene pençemizi değil,
elimizi uzatalım, eleştiri vazgeçilemez bir kamusal haktir. Ortaçağ kendini eleştiremediği için
ortaçağ olmuştur. Eleştirilemeyen bir görüş doğmalaşır, çürüyüp yozlaşır. Düşünce özgürlüğü ve
eleştiri yoksa, tartışan insanlar değil, çarpışan ordular üretilir. Hoşgörü, diyalog ve eleştiri şarttır.
AİHM e göre, Türkiye tutuklama-yargılamada makul süreyi aşmış (2 karar), etkili yargı yolları işlememiş
(8 karar), düşünce özgürlüğü (3 karar) ve AİHS nin 2,3,6,8,10,11,13. maddelerine aykırılıklardan
ülkemiz mahkum olmuştur. Hukuk devrimi, ardındaki felsefi birikim özümsenerek
ve Türk toplumunun uygarlıkla çatışmayan öz değerlerine kıyılmadan gerçekleşmelidir. Selçuk,
s. 420-427. Düşünce özgürlüğü konusunda Anayasa Mahkemesi kararı şöyledir; Düşünce özgürlüğü,
her türlü sorumsuz davranışa cevap veren mutlak ve sınırsız anlamada olamaz; toplumsal
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
III. İç-anayasaüstü kurallar (iç üst normlar; Atatürk İlke ve
İnkılapları);
Anayasanın başlangıç 19 , 2, 24 ve 174. maddelerine göre, Atatürk İlke ve
İnkılapları özel bir önem taşımaktadır ki bunlara iç anayasaüstü normlar
denilebilir. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, Atatürk İlke ve İnkılapları,
Anayasa’dan da üstündür. “Atatürk İlke ve İnkılapları ... 1982 Anayasası’nın
temel dayanağını oluşturmuştur”. 20 “Atatürk’ün ortaya koyduğu ve bugün de
Türk devlet idaresinin bir yönetim kuralı olan” 21 Atatürk İlke ve İnkılaplarına iç
anayasaüstülük denilebilir. Anayasanın 174. maddesindeki inkılap kanunları
“Türkiye Cumhuriyetinin temelini oluşturan ögelerdir” 22 . Atatürk İlke ve
İnkılaplarının özü çağdaşlaşmadır bunun da temel taşı Anayasanın 2, 24 ve 174.
maddelerinden de anlaşılacaği üzere laikliktir. 23
Atatürkçülük, “Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve
refaha sahip olması, devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve ilmin
rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacı ile
temel esasları yine Atatürk tarafından belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına ve
ekonomik hayata, toplumun temel müesseselerine ilişkin gerçekçi fikirlere ve ilkelere,
Atatürkçülük denir”. 24 Bir başka tanıma göre, “Atatürkçülük anti emperyalist, anti
kolonyalist, laik, ilerletici ve yürüyüş halinde bulunan dinamik sürekli bir kalkınma
hareket ve sistemidir”. 25 Atatürk’e göre, Türk Devleti’nin iki temel unsuru vardır; Tam
bağımsızlık ve Milli Egemenlik ilkeleri. 26
yaşayışla dengeli olmalıdır; AYM, 8.4. 1963, E. 1963/16, K. 63/83, AYMKD, S. 1, s. 199.
19 “‘Başlangıç’ Anayasamızın metnine dahildir. Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri
belirten bu kısımdaki prensipler, Anayasa metni içinde bulunmakla, kanun, tüzük, yönetmelik ve
ilh... gibi, bütün diğer mevzu hukuk kaidelerinden, hukuki kıymet bakımından üstün durumdadır.
Diğer kanunlar Anayasaya aykırı olamayacakları gibi, evleviyetle ‘Başlangıç’ kısmındaki
prensiplere de muhalif hükümler ihtiva edemeyeceklerdir. Her ne şekilde olursa olsun, etmiş bulunurlarsa,
Anayasa Mahkemesince iptali mümkündür. Yahut, bu aykırılık davalar görülürken
her zaman taraflarca itiraz yoluyla dermeyan edilebilir... Kısacası, ‘Başlangıç’ kısmındaki hüküm
ve prensiplere aykırı kanunlar, kazai bir murakabe konusu teşkil edebilir ve Anayasa Mahkemesince
iptalleri imkân dahilindedir...” Selçuk ÖZÇELİK, Esas Teşkilât Hukuku, İkinci Cilt, İstanbul
1976, s.148-149. “...Anayasamızın bu alanda getirdiği asıl yenilik, 156/1. madde gereğince
Başlangıç kısmının Anayasa metnine dahil olmasıdır. Böylece Başlangıç kısmında bulunan
temel görüş ve ilkelere de saygı gösterilmesi gerekmektedir. Bu görüş ve ilkelere de aykırı olan
kanunlar hakkında Anayasa Mahkemesine müracaat edilebilecektir. Hukuki sonuçlar bakımından
çok mühim olan bu yenilik Başlangıç kısmını bir sembol olmaktan çıkarmakta ve Anayasaya
geniş gelişmek imkânları sağlamaktadır...” O. ALDIKAÇTI, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi
ve 1961 Anayasası, İstanbul 1970, s. 155.
20 E. 83/2, K. 83/2, KT. 25.10. 1983, AYMKD, Sy. 20, s. 364.
21 AYMKD, Sy. 25, Ank. 1991, 2. B., s. 354-355. Ayrıca bk. AYMKD, Sy. 25, 1991, s. 143 vd.
22 E. 89/1, K. 89/12, KT. 7.3.1989, AMKD, Sy. 25, s. 143.
23 Bk. AYMKD. Sy. 22, s. 311-314; AMKD, Sy. 25, s. 133-165..
24 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca
Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 7.
25 Reşat Kaynar, “Atatürkçülük Nedir”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,
İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 38.
26 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, s. 7.
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Anayasa ve Atatürkçülük
Atatürkçülükte, “herkes kendi için” yerine “herkes herkes için” esası kabul
edilmiştir. 27
Atatürk’ün devlet adamlığını incelemek için O’nun sözleri ve davranışları
üzerinde durmak gerekmektedir. Atatürk’ün devlet adamlığını, “demokrasi,
liderlik, seçkincilik, mazlum uluslara örnek olma, Türklük, dış politika ve
anayasal belgeler” konusundaki görüşlerini ele alarak incelemek istiyoruz. O’nun
demokrasi hakkındaki görüşlerini de “ordu-siyaset ilişkisi, yargı bağımsızlığı,
eşitlik ve adalet” kavramları açısından irdelemek doğru olur. Bu kavramlar
hakkında O’nun ne düşündüğünü saptamamız gerekmektedir.
a. ATATÜRK’ÜN DEMOKRASİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ:
1. Türk demokrasisi. “…Türk demokrasisi Fransa ihtilalinin açtığı yolu
takip etmiş, fakat kendine has ayırıcı özellikleri geliştirmiştir. Zira her millet
inkılabını sosyal çevresinin baskı ve ihtiyacına tabi olan ve hal ve vaziyetine ve bu
ihtilal ve inkılabın meydana geldiği zamana göre yapar…” 28
Atatürk’e göre, Türk Devleti “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesillere” sahip
olmalıdır. 29
“…Milletimizin bugünkü idaresi, hakiki mahiyeti ile bir halk idaresidir. Ve bu
idare tarzı esası meşveret olan (Şura) idaresinden başka bir şey değildir…” 30
“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir”. 31
“…Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yokluk vardır. Her gelişmenin
ve her kurtuluşun anası hürriyettir…” 32
2. Ordu-siyaset ilişkisi. “Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete
karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder”. 33
“…Memleketin genel hayatında orduyu siyasetin dışında tutmak prensibi,
Cumhuriyetin daima dikkat ettiği bir esas noktadır.” 34
3. Yargı bağımsızlığı. “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının birinci
şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul
olunamaz.” 35 “Her şey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey o
kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan, yerine getiren,
daima, karar verenden daha kuvvetlidir.” 36
27 Medeni bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, Ayşe Afetinan, 1969, TTKY, s. 531; ayrıca bk.
Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, s. 200.
28 08 Mart 1928, Le Matin Muhabirine Demeç, ASD, C. III, s. 120.
29 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, s. 121.
30 03 Ocak 1922, General Frunse’nin Ziyafetinde, ASD, II, s. 31.
31 1933, Ayşe Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, TTKY, 1959, s. 251,
aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 43.
32 1906, Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selanik Şubesini Kurarken, ASD, II, s. 1.
33 Atatürkün Yüksek Kumandanlık Kudret ve Meziyetleri, Atatürk Görüşler ve Hatıralarla,Ali
Fuat Cebesoy, 1962, s. 88; ayrıca bk. Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü
Kitap, s. 87.
34 1 Mart 1924, TBMM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 348;, Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Yayını, s. 318; ayrıca bk. Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap,
s. 87.
35 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, s. 74.
36 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
4. Eşitlik. “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı
olanların düşmanıyız.” 37
5. Haklı-güçlü ilişkisi. “…Herhalde alemde bir hak vardır. Ve hak
kuvvetin üstündedir.” 38 Ve “Korku üzerine egemenlik kurulamaz”. 39
Bu cümleler O’nun hakkın, gerçeğin, doğrunun yanında bir toplum ve Devlet
yapısı istediğini belirtmektedir.
b. ATATÜRK’ÜN LİDERLİĞİ:
1. Bilime saygısı. Dolmabahçe’de yapılan bir toplantıda Atatürk’ün
oturması için çok göz alıcı ve muhteşem bir koltuk konulmuş ve Atatürk’ün
yanındakiler Atatürk’e bu koltuğa oturmasını ısrar edince Atatürk’ten aldıkları
cevap şu olmuştur;
“O koltuk profesörlere layıktır”. 40
2. Tarihe ve Tarihimize saygısı. Atatürk; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar
mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir
mahiyet alır”. 41 “Tarihi yapan akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan çok
duygulardır.” 42 Demek suretiyle duygusallığın önemine dikkat çekmiştir.
“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullu medeniyetlere de sahip
olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için
bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için
kendinde kuvvet bulacaktır.” 43
3. Ortak bilince saygısı. Atatürk’ün Devlet adamlığını sadece sözleri değil
yaptıkları da kanıtlamaktadır. Çünkü, “Toplumu ve kendisini eyleme geçiren
koşulları ustalıkla hesaplayan, toplumun dinamiklerini başarı ile yönetebilen lider
Atatürk, ortak bilincin özlemlerini sosyal ve siyasal alanlarda
anlamlandırabilmiştir. Atatürk geçmişle gelecek arasında, değiştirilmesi”
gerekenle düzen arasındaki geçişi başarı ile temsil edebilmiştir.” 44
Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, 5. b., Milli Eğitim Basımevi, s. 79.
37Ülkü Dergisi, C. XII, Sayı, 70, 1938, s. 314; ayrıca bk. Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce
Sistemi, Üçüncü Kitap, s. 127.
38 28 Aralık 1919, Ankara İleri Gelenleriyle Bir konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,
C. II, s. 10.
39 1930, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 1954, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, s.
87, aynı cümle için bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 5.
40 Galip Karagözoğlu, “Atatürk İnkılabının Yerleşmesinde ve gerçekleşmesinde Eğitimin
Rolü ve Yeri”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler, Genelkurmay
Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, s. 133.
41 A. Afetinan, “Atatürk ve Tarih”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,
Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998,
Milli Eğitim Basımevi, s. 151.
42 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, 1952, Türk İnkılap Enstitüsü Yayını, s. 116;
aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 359.
43 E. Ziya Karal, “Atatürk’ün Türk Tarih Tezi”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin
Makaleler, Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı,
Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 162.
44 Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, 2. B., İst.
1981, s. 2.
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Anayasa ve Atatürkçülük
4. Teşkilatçılığı. Atatürk büyük bir teşkilatçıdır. “Bir gazeteci ona
1922’de sormuştu. “Bu savaşı nasıl kazandınız”. Verilen cevap haberleşmenin
önemini belirtiyordu; “Telgraf(ın) telleri ile”. 45 O bir deha idi. “Deha, dikkat,
hafıza,muhakeme,muhayyile ve irade gibi psikolojik melekelerin terkibi bir
üstünlüğüdür”. 46 O’nun sözlerinden;
“Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğinize hiç şüphe yoktur. Fakat
siz acele etmeyin. İlk önce ben ileri gideyim. Ben kırbacımla işaret verdiğim
zaman siz hep birden atılırsınız”. 47
“En büyük askerlik budur; çeşitli ihtimalleri çok iyi hesap etmeli, en iyi
görüneni süratle uygulamalıdır”. 48
Topluma yön vermek isteyenler, toplum adına konuşma durumunda olanlar,
ya da kendilerini konuşmaya yeterli görenler, eylemlerinden önce Atatürk’ün
politikacı yönünü iyi incelemeli, iyi anlamalı ve iyi değerlendirmelidirler. 49
c. ATATÜRK’ÜN SEÇKİN SINIF İLE HALK ARASINDAKİ İLİŞKİ
KONUSUNDAKİ GÖRÜŞÜ:
Atatürk, seçkincilik konusunda, topluma ve toplumun değerlerine saygılı
olmayı istemiştir. O’na göre,
“… Aydın sınıfı ile halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uygunluk
olması lazımdır. Yani aydın sınıfının halka telkin edeceği fikirler, halkın ruh ve
vicdanından alınmış olmalıdır…” 50
Devleti yöneten aydın sınıf ile diğer aydın kişilerin halkımızla bağlantısının
olmasını istemesi demokrasi esaslarının gereği olduğu gibi, halkçılığın da
gereğidir. Toplumundan ve toplumun realitelerinden kopuk olan aydın kuşkusuz
ki, tutunamıyacak ve yararlı olamıyacaktır.
d. ATATÜRK’ÜN MAZLUM MİLLETLERE ÖRNEK OLMA GÖRÜŞÜ:
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı,
belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük
ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu dava bütün mazlum milletlerin
bütün doğunun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar Türkiye, kendisi ile
birlikte olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye
45 Hamza Eroğlu, “Atatürk’ün Üstün Kişiliği”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin
Makaleler, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 52.
46 Eroğlu, “Atatürk’ün Üstün Kişiliği”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,
İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 53.
47 Atatürk, 1915, Anafartalar Muhaberatına ait Tarihçe, 1962, TTK Yayını, derleyen Uluğ
İğdemir, s. 55; aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci
Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara, 1998,
Milli Eğitim Basımevi, 5. Baskı, s. 243.
48 1922, Ülkü dergisi, C. VI, Sayı, 71, 1944, s. 12; aynı konua bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün
Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 241.
49 Suna Kili, “Atatürk ve Politika”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,
Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998,
Milli Eğitim Basımevi, s. 182.
50 20.Mart 1923, Konya Gençleriyle Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (ASD), C.
II, s. 144; Mehmet Evsile, Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular İndeksi, Atatürk
Araştırma Merkezi, Ank. 1999, s. 9
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini
takip edecektir.” 51
Pakistan Devletinin kurucusu Muhammed Ali Cinnah, Atatürk hakkında
şöyle demiştir; “O, Türkiye’yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların
seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti”. 52
e. ATATÜRK’ÜN “TÜRK” GÖRÜŞÜ:
O’na göre, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti
denir”. 53 Görüldüğü gibi, “Atatürk birleştirici ve toplayıcı bir liderdir”. 54
1982 Anayasasının 66. maddesi şöyledir; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkes Türk’tür.” Buna “anayasal vatandaşlık” da denilebilir.
f. ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA GÖRÜŞÜ:
a. “…Dış politika, iç teşkilat ve iç politikaya dayandırılmak mecburiyetindedir,
yani iç teşkilatının tahammül edemiyeceği genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayali
dış politikalar peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kaybederler…” 55
b. “…Biz, Milletler Cemiyetinin güçlülere baskı aleti olmayarak, milletler arasında
ahenk ve dengeyi temin, anlaşmazlıkları, hak ve hukuk dairesinde araştırma ve
çözmeye yarayacak bir müessese halinde oluşmasını ve gelişmesini temenni
ediyoruz.” 56 Derken günümüzdeki BM’in temel problemine de işaret etmektedir.
c. Bilindiği gibi Atatürk, Musul’un, misak-ı milli sınırları içerisinde olduğunu
işaret etmişti; “Musul vilayeti, milli hudutlarımız dahilindedir.” 57
g. ATATÜRK’ÜN LAİKLİK ANLAYIŞI:
Atatürk’ün laiklik anlayışının doğru kavranması gerekir. Atatürk inançlara
saygılı olan laikliği benimser.
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde, Atatürk’ü din karşıtı olarak
göstermek boşuna bir çabadır; bu konuda O’nun şu konuşmaları örnek olarak
verilebilir;
“… İslam Dinini, asırlardan beri uygulandığı gibi her siyasete vasıta olmaktan
uzaklaştırmak ve yaşatmanın gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz.” 58
…Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için
yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler
yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır…” 59
“Dini fikir ve inançlara hürmetkar olmak, öteden beri tabii ve umumi bir
51 7 Temmuz 1922, Reşat Kaynar, “Atatürkçülük Nedir”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe
İlişkin Makaleler, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 21.
52 Millet Gazetesi, 10 Kasım 1954 den nakleden Suna Kili, “Atatürk ve Politika”, s. 172.
53 Reşat Kaynar, “Atatürkçülük Nedir”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,
İkinci Kitap, s. 31.
54 Eroğlu, “Atatürk’ün Üstün Kişiliği”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,
İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 49.
55 17 Şubat 1923, İzmir İktisat Kongresi Açış Söylevi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 105.
56 01 Mart 1924, TBMM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 350.
57 24 Ekim 1922, United Pres Muhabirine Demeç, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, s. 69.
58 01 mart 1924, TBMM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 348-349.
59 07 Şubat 1923, Balıkesir’de halkla Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 98-99.
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Anayasa ve Atatürkçülük
anlayıştır. Bunun aksini düşünmek için sebep yoktur.” 60 “Kuran ayetlerine ve
Peygamberimizin sözlerine gelince, hükümetin yalnız esasları ifade dilmiştir. O esaslar
şunlardır: Danışıp-konuşma (meşveret), adalet ve Devlet Başkanına itaat.” 61 “Türk
milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek
istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince
ters, ilerlemeye engel hiçbir şey kapsamıyor.” 62 “Cenab-ı Risaletpenah efendimiz,
bütün ehl-i islamın, ehl-i kitabın malumu olduğu üzere, taraf-ı Bariden hakayık-ı
diniyeyi dünyayy-ı beşeriyete tebliğ ve tefhime memur buyuruldular ve ismi
Peygamberdir. Yani haber isaline memurdur. Cenab-ı hak, nusu-u Kuraniyesinde
kendisine emaret, saltanat, tacidarlık tevcih etmiş değildir. Hükğmdarlık vermiş
değildir. Peygamberlik vazifesiyle irsal buyurmuştur.” 63 “Ey millet, Allah birdir. Şanı
büyüktür. Allahın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz
Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayiki diniyeyi tebliğe memur ve resul
olmuştur. Kanunu Esasisi, cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşandaki
husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü
dinimiz akla, mantığa, hakikata tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla,
mantığa ve hakilata tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiyei ilahiye
beyninde tezat olması icabederdi. Çünkü bilcümle kavanin- kevniyeyi yapan Cenab-ı
Hak’tır.” 64 “Hangi şey akla, mantığa, kamu menfaetlerine uygundur, biliniz ki o,
bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaetine, İslamın
menfeatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın,
mantığın uygun olduğu bir din olmasaydı en olgun din olmazdı, son din olmazdı.” 65
“Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir.
Allah’ın emrettiği şey, Müslüman erkek ve kadın beraber olarak ilim ve irfan
kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya
gitmek ve ona sahip olmak mecburiyetindedir. İslam ve Türk tarihi incelenirse
görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk
toplum hayatında kadınlar ilim ve irfan bakımından ve diğer hususlarda erkeklerden
kesinlikle geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir”. 66
“Mazinin yanlış ve batıl inanışları ve itikatlarıyle İslamiyeti bozdukları ve bu suretle İslami
gerçeklerden uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.” 67
60 11 Aralık 1924, Times Muhabirine Cevap, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, s. 110.
61 Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 11.
62 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 1954, Türk İnkılap Enstitüsü yayını, s. 70 ve
93; aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 457.
63 1923, Arı İnan, M. K. Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, 1982, TTKY, s. 102;
aynı anlamda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 460..
64 7 Şubat 1923, Balıkesir Paşa Camisi, Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri,
Birinci Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara,
1998, Milli Eğitim Basımevi, 5. Baskı, s. 464.
65 16 Mart 1923, Adana Esnafıyla Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 131.
66 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, 1952, Türk İnkılap Enstitüsü Yayını, s. 85-
86; aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 335.
67 20 Mart 1923, Konya Gençleriyle Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s. 142-143.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
2
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK TÜRK
POLİS TEŞKİLATINA VE
MENSUPLARINA NASIL BAKIYORDU
SORUSUNA CEVAP NİTELİĞİNDEKİ
GURUR DUYULACAK TEBRİKLERİ
GİRİŞ
Demokratik toplumlar ve bu toplumların somutlaşmış biçimi olan aynı
nitelikteki demokratik devletlerin bekası için polis ve polisiye uygulamalar
olmazsa olmazların başında gelir. Hak ve özgürlüklerin korunma altına alındığı
demokratik toplumlarda, bu koruma ve kollama görevi zabıta birimlerine
verilmiştir. Bu bakımdan zabıta bütün gücüyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün dile
getirdiği; “Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır” öz deyişinde olduğu gibi
milletin, kültürel alışkanlık ve demokratik teamüller doğrultusunda oluşturduğu
devlet kadar, devletin sahip olduğu ülke bütünlüğünü de korumak zorundadır.
Bu konumundan dolayı da ülkenin ve ülke insanının en yakın dostu
konumundadır.
Türk’ün İstiklâl Mücadelesinin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk de genel
zabıtanın parçası konumundaki Türk Polisinin, halkın huzur ve güveni açısından
vazgeçilemez olduğunu biliyordu. Aynı zamanda iç güvenliğin sağlanmasında
alternatifinin bulunmadığının idraki içindeydi. Çünkü o, bunu kolayca anlayacak
derecede modern eğitim görmüştü. Aynı zamanda, modern dünyayı bir
bölümüyle tanıma fırsatını bulmuştu. Olağanüstü bir zekâya sahip olduğundan
dolayı bir bütünlük içinde, bütünle parçaları aynı karede görme ve birlikte
değerlendirme zekâsına sahipti.
Anadolu’da birliği sağlama ve işgalden kurtulmanın hesaplarını yaparken,
Türk Polisine ve bilhassa İstanbul’da görev yapan polislere çok özel görevler
vermişti. Anadolu’ya gitme ve Necip Türk Milletiyle bütünleşmesini sağlayacak
emri aldığında ilk olarak, İstanbul’da bulunan toplum önderleriyle subay ve
polisleri gizli cemiyetler kurmaya ve yönetmeye teşvik etti. Anadolu’daki
mücadelede ihtiyaç duyabileceği silah, mühimmat ve malzemelerin bu cemiyetler
vasıtasıyla temin edilmesini planlıyordu. Bu planını da o anda İstanbul’un en
güçlü örgütlenmesi konumundaki asker ve polisin üst amirlerine iletti. İleti, emir
olarak kabul edildi. Böylelikle Anadolu’ya giderken örgütlediği güçleri
* I. Sınıf Emniyet Müdürü, Merkez Emniyet Müdürü, Türk Polis Tarihi Araştırma
Merkezi Başkanı, sahineyup61@gmail.com
Eyüp ŞAHİN *
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
mücadelenin emrine amade bir vaziyette teyakkuz halinde bıraktı. Bu örgütleme
biçimi, onun teşkilatçılığını ve yöneticilik dehasını ortaya koyması bakımından
çok önemlidir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tanzimat’ı takiben her alanda olduğu gibi
eğitim alanında da yapılan yenilikler doğrultusunda zamanın modern eğitim
anlayışına göre yapılandırılan ve aynı anlayışla eğitim veren ‘Mektebi Harbiye’de
eğitim gördü. Bu eğitim, onun liderlik vasfının daha da öne çıkmasında büyük
önem arz etmiştir.
Bu okulun birinci kısmında, genel kültür derslerine ağırlık veriliyordu. Sekiz yıl
süren birinci kısımda genel kültür dersleriyle eğitime tabi tutulan bu yetenekli
gençler arasından sekizinci yılın sonunda, istidadı ve kabiliyeti görülenlerden en
başarılı 100 öğrenci seçilerek ikinci kısma gönderiliyordu. Burada; matematik,
mühendislik, geometri, haritacılık ve geometri uygulamaları eğitimi verilirdi. 1
Böylesine bir eğitim alan, bunun yanında yaratılışının gereği olarak sahip olduğu
büyük zekâ, onun böylesine bulanık ve sisli bir havada ülkenin içinde bulunduğu
zorlukları net olarak görmesini sağladı. Çünkü o, Mustafa Kemal’di ve kendini
ülkesinin kurtuluşuna adamıştı.
İSTİKLAL MÜCADELESİ ÖNCESİNDE
Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Mücadelesini başlatmak üzere Anadolu’ya
gitmeden önce, İstanbul’daki askeri ve sivil kuruluşların önderlerini çeşitli
vesilelerle bir araya topladı. Birbirleriyle ilintili olarak toplanan sivil ve resmi
toplum birimlerinin önderleri, Anadolu’da sürdürülmesi düşünülen mücadelenin
ihtiyaç duyacağı insan ve malzeme kaynağının sağlanması sorunlarını masaya
yatırdı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü doğrultusunda bu girişimleri
sonuçlandırabilecek gizli örgütlerin kurulmasını onaylamakla birlikte istenilen
biçimde örgütlenme faaliyetlerini de üstlendiler.
Yapılan çalışmalar sonucunda; görev sahası ve çalışma biçimi bizzat Atatürk
tarafından kararlaştırılan ‘M.M.’ gurubu hayata geçirildi. Kurulan milli cemiyet, kısa
zaman içinde örgütlenmesini tamamlayarak kendisi için öngörülen yükümlülükleri
yerine getirmeye başladı. ‘Milli Müdafaa’ kelimesinin baş harflerini kendine isim
olarak seçen bu gizli örgütlenme; gençliğini Tulumbacılıkla geçiren ve Çanakkale
Savaşında Mustafa Kemal’in emir çavuşluğu görevini yürüten Topkapılı Cambaz
Mehmet Bey’i ittifakla başkanlığa seçti. Bu örgütlenmeye, İstanbul’da kalan
vatansever asker, polis ve siviller de tereddüt etmeden katıldılar.
Mustafa Kemal’in emir ve direktifleri doğrultusunda, Anadolu’ya silah,
cephane ve insan kaçırmak üzere kurulan M. M. örgütlenmesinin en faal
üyelerini polisler oluşturuyordu. Görevleri gereği geniş mıntıkalarda çalışma
ayrıcalığına sahip olan polisler, bilhassa istihbarat toplamada çok başarılı oldular.
Hayati bilgilere ulaştılar. Anadolu’daki mücadelenin ihtiyaç duyduğu
yöneticilerin güvenli bir biçimde İstanbul’dan ayrılmaları için gerekeni
aksatmadan yerine getirdiler. Bu maksatla Kocaeli yakınlarında bir menzil de
kurdular. 2
1 ERGİN, O. Nuri, “İstanbul Mektepleri ve İlim, Terbiye ve Sanat Müesseseleri
Dolayısıyla Türkiye Maarif Tarihi”, 5 cilt, c.1–2, sayfa: 315–333, İstanbul–1977.
2 SALIŞIK, Selahattin, “Geçmiş Zaman Olur ki: Topkapılı Cambaz Mehmet Bey
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
Birinci Dünya Savaşına katılan Osmanlı Devleti, itilaf devletlerinin yenilgiyi
kabul etmesi sonrası açık bir biçimde yenilmemesine karşılık, bir başına
bırakıldığından dolayı mütareke imzalamak zorunda kaldı. Bunun tabii sonucu
olarak da şehit kanlarıyla adeta hamur gibi yoğrulan Mukaddes Anadolu
topraklarına Türk Milletinin tarihi düşmanları musallat oldu.
Varlığının bütününü vatanın selametine adamış olan Türk Halkı gibi
vatanperver Türk Polisleri de Anadolu topraklarında cereyan eden olaylar
karşısında tarifsiz acılar duyuyordu. Bu acılardan kurtulmanın çaresinin, vatanın
bütünlüğünün sağlanmasından geçtiğine hükmeden Kahraman Polisler,
amirinden memuruna Karakol Cemiyetinin kuruluş faaliyetlerine katıldılar. Bütün
güçlerini cemiyetin başarılı olması için harcadılar. 3
Bahse konu cemiyet, Sivas Kongresinin görevini icra etmesinin ardından
13 Kasım 1919 tarihinde kuruldu. Teşkilatın kurulmasında ve başarılı
görevler ifa etmesinde özellikle planlanan gaye doğrultusunda İstanbul’da
kalan subaylarla “Teşkilât-ı Mahsusa” üyeleri ve polis teşkilatı elemanlarının
büyük gayretleri görüldü.
Karakol Cemiyetinin önemli bir bölümünü oluşturan elemanların bağlı olduğu
“Teşkilatı Mahsusa” 1913 yılında bizzat Enver Paşa tarafından kurularak
kendisine bağlı gizli bir örgüt olarak yapılandırıldı. Birinci Dünya Savaşının
başlamasıyla birlikte devlet ve millet için faydalı hizmetlere imza atan teşkilat ve
üyeleri kendilerinden beklenen hizmetleri fazlasıyla yerine getirdiler.
Dünyanın hayranlığını kazanan ve bazı milli örgütlenmelere örnek teşkil eden
teşkilatı mahsusa yapılanması, zorunlu olarak 1918 yılı itibariyle Osmanlı
Devletinin yönetiminin dışına çıktı. Buna karşılık, teşkilat yönetici ve üyeleri
bünyelerinde taşıdıkları mücadele azmini İstiklâl Mücadelesinin kazanılmasına
yönelttiler. Bu gaye ile yerel manada mücadele birimlerinin kurulması, ‘Kuvayi
Milliye’ birliklerinin oluşturulması, bu birliklerin modernize edilerek düzenli
orduların kurulması ve işgal altında bulunan yerlerde ve bilhassa İstanbul’da gizli
cemiyetlerin kurulması hususunda önemli görevler ifa ettiler.
Bu gaye doğrultusunda İstanbul’da kurulan Karakol Cemiyetinin önemli bir
bölümünü de polisler oluşturuyordu. İşgale rağmen asayiş ve güvenliğin
sağlanması hususunda ihtiyaç duyulmasından dolayı görevlerinin başında kalan
Türk Polisi, halkını korumanın yanında, bu gibi gizli cemiyetlere de katılarak
vatanın kurtulması doğrultusunda hizmet gördüler.
Cemiyet, öncelikli olarak Türklere zulmeden azınlıkların bu emellerinden
vazgeçmesi için gerekli önlemleri almakta gecikmedi. Bu doğrultuda; Topkapı,
Şehremini, Eyüp Sultan, Kasımpaşa, Beyazıt, Aksaray, Bakırköy, Üsküdar,
Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Anadoluhisarı, Beykoz, Kavak, Sarıyer,
Büyük Dere, Beşiktaş ve Galata’da direniş örgütünün şubeleri açıldı ve mücadele
başlatıldı.
Anadolu’da başlayan İstiklal Mücadelesini yürütenlerin ihtiyaç duyduğu araçgereç,
silah-mühimmat ile insan kaynağının temini hususunda Karakol
Kimdir? (III)”, Polis Emeklileri Polis Dergisi, y.22 s275, sayfa:20–21, İstanbul-
3 BİRİNCİ, İhsan, “Milli Mücadele İçin Kurulan Önemli Çeteler III”, Polis Emeklileri
Sosyal Yardım Derneği Polis Dergisi, y.22, s.275, sayfa: 20–21, İstanbul–1975.
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Cemiyetinin çok büyük yarlılıkları görüldü. Bilhassa İstanbul’da kalan, ancak
Anadolu’daki mücadelenin başarıya ulaşmasında ihtiyaç duyulan askeri ve mülki
yöneticilerin işgal altında bulunan İstanbul’dan, Anadolu’ya gönderilmesi
hususuna çok büyük bir önem verildi. Bu gaye doğrultusunda, geçiş yapan
insanların güvenlik içinde istenilen yere ulaştırılmaları için Kocaeli civarında bir
menzil teşkilatı kuruldu. Eski başkent İstanbul ile Milli Mücadelenin komuta
merkezi ve gelecekteki başkenti konumundaki Ankara’nın arasındaki yolun
hemen hemen tam ortasında kurulan bu menzil teşkilâtı, insan kaynaklı geçişlerin
güvenlik içinde ve sağlıklı biçimde yapılmasını sağlıyordu. Menzil yapılanması,
hareketi baltalamak isteyen zararlı unsurların geçişini önleme manasında filtre
görevi de yapıyordu.
Faaliyete geçirilen gizli cemiyetlerin fedakârca çalışmaları sayesinde, Anadolu’da
başlayan Milli Mücadele hareketine hayat vermesi muhtemel üst düzey yöneticilerin
mücadeleye katılmasının sağlanması hususunda övgüye değer çalışmalar yapıldı.
Bunun sonucunda başarı geldi.
İstanbul’da bulunan polis merkez ve mevkilerindeki polisler istisnasız Karakol
Cemiyetine katıldılar. Katılımla birlikte üzerlerine düşen görevleri irdelemeden,
bıkmadan ve usanmadan büyük bir azimle yerine getirdiler. Gizli cemiyet
saflarında bahse konu manada ilk olarak harekete geçen Topkapı Polis Merkezi
çalışanları oldu.
Gizli Cemiyetlerde faal olarak görev yapan polislerden Serezli Ahmet Niyazi,
Gözlüklü Cemal, Komiser Arnavut Tayip, Sivil Memur Saip, Serkomiser Arnavut
Cavit ve Şube Müdürü Mazhar Beylerin büyük yararlılıkları görüldü.
Mareşal Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü’nün, Türk Milletince Anadolu
toprakları üzerinde başlatılan Milli Mücadele hareketine katılmak üzere
İstanbul’dan Ankara’ya güvenlik içinde gitmeleri de bu gizli cemiyetlerin
kahraman elemanları tarafından sağlanmıştır. 4
İSTİKLAL MÜCADELESİ SIRASINDA
M. M. gurubu ve Karakol Cemiyeti, 1453 yılı itibariyle Fatih Sultan Mehmet
Han tarafından fethedildikten sonra Türk Milletine ebedi yurt olarak yeniden
yapılandırılan ve bugünkü kimliğine kavuşturulan İstanbul’un 16 Mart 1920 tarihi
itibariyle itilaf devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine faaliyetlerine hız
verdiler. Bilhassa Fransızların kontrolüne bırakılan sur içi ve Çatalca’ya kadar
uzanan bölgedeki faaliyetlerini üst derecede sürdürdüler. Bunun sebebi; Osmanlı
Toplumunun Tanzimat yönetimiyle birlikte Fransız toplumuyla kurulan toplumsal
ilişkilerde yatıyordu. Kurulan toplumsal ilişkiler, taklitten öteye geçmemiş olsa da
bir ilişki idi ve Milliciler bunun faydasını her zaman ve zeminde gördüler.
Buna paralel olarak oluşan bir başka ayrıcalık da, Fransız askerlerinin
arasında Kuzey Afrika kökenli Müslüman askerlerin bulunmasıydı. O Müslüman
askerlerden oluşan bir birlik, Osmanlı Devletinin malı olan Rami Kışlasının da
kontrolünü üstlenmişti. O kışlada, Osmanlı Devletine, daha doğrusu Türk
4 ŞAHİN, Eyüp, “Türk Polisinin Erdem Mücadelesi ve Kahraman Polisler, Türk Polisinin
İstiklal Mücadelesi İçin Kurulan Karakol Cemiyetindeki Üstün Hizmetleri”, ISBN,
975585–190–9/539, Araştırma Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Yayın No. 152, sayfa:
98–103, Ankara–2001
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
Milletine ait silah ve mühimmat bulunuyordu. Bu silah ve mühimmatın,
Anadolu’da hayat bulan İstiklal Mücadelesine aktarılması hususunda çalışmalar
yapan M. M. Gurubunun genel karargâhı da Fransız işgal bölgesinde
bulunuyordu. Bir bütün halinde değerlendirilen yapılanmanın sonuca gitmede
büyük bir yarar sağlayacağı ve açmazları ortadan kaldıracağı değerlendirmesinin
hayata geçirilmesi için, Fransızlar tarafından Lejyoner olarak adlandırılan
Müslüman Fransız Askerlerinin hiç olmazsa bir bölümünün elde edilmesi
gerekiyordu. Milli örgütlenmeler, bunu sağlamak için olağanüstü ve uzun soluklu
bir çalışma içine girdiler.
Yürütülen istihbarı çalışmalar sonucu yapılan tespitler doğrultusunda; Kuzey
Afrika kökenli Müslüman Fransız askerlerinin bilhassa Cuma namazlarını Eyüp
Sultan Camiinde kıldıkları tespit edildi. M. M. Gurubu ileri gelenleri ile karakol
Cemiyeti mensupları, haftada bir kere topluca camiye gelen ve Türk Milletiyle
gönül bağı bulunan bu askerlerin Anadolu’da başlatılan İstiklal Mücadelesine
sempatiyle yaklaşmalarının sağlanması, en azından karşı olmamaları için Hafız
Kemal Beyi görevlendirdi. Görev emrini alan Hafız Kemal Bey de, her hafta
“İslam’da Yardım” konusunu işlemeye başladı. Verilen vaazlar, Cezayirli
Müslüman askerlerin safları arasında yer alan ve Fransızca bilen sivil emniyet
mensupları ile M. M. Gurubunda görevli sivil kıyafetli subaylarla Karakol
Cemiyetinin üyelerince Müslüman Fransız askerlerine tercüme ediliyordu.
Başlatılan bu çalışmaların başarıya ulaşmasından bilhassa M. M. Gurubu Başkan
Yardımcısı Binbaşı Kemal Koçer ile Hafız Kemal Bey birlikte sorumlu idiler. 5
Yunanlılarla Ege Bölgesinde çarpışan Türk Ordusu taktik gereği, Eskişehir-
Kütahya yönüne doğru çekilmeye başladı. Bu çekilme, düşmanın saldırganlığını
önlemek ve kuvvet topladıktan sonra karşı taarruza geçerek düşmanı Anadolu
Topraklarından atmak için Sakarya Nehrinin Havzasına kadar sürdü. Türk
Ordusu burada durarak savunma mevzilerini inşa etmeye başladı.
Ege Ordusu cephesinde bu hareketlilik sürerken, M. M. Gurubu Başkanı
Topkapılı Cambaz Mehmet Beyin telefonu çaldı. Telefonda İstanbul Emniyet
Müdürü Esat Bey vardı. Kendisini makamına çağırdı. Derhal Emniyet
Müdürünün makamına gitti.
Emniyet Müdürü Esat Beyi kendisini bekler buldu. Esat Bey hiç vakit
kaybetmeden elinde bulunan ve şifresi çözülmüş telgraf suretini uzatarak,
okumasını istedi. Telgrafta şu ifadeler vardı:
“İstanbul Emniyet Müdürü Albay Esat Beye, ‘Zata
Mahsustur.’Eskişehir-Kütahya hattından geri çekiliyoruz. Sakarya
gerisinde toplanacağız. MM Gurubu elindeki her imkânı kullanarak
silah ve cephane yetiştirsin. Şifreli imza: Mustafa Kemal. Açık imza:
Tevfik, Genel Sekreter.”
Mehmet Bey, Rami Kışlasında bulunan silah ve mühimmatın nakle hazır
olmasına karşılık taşıyacak gemi bulmakta zorlandıklarını beyan etti. Bunun
üzerine Emniyet Müdürü Esat Bey Kızılay Başkanı Hamit Beyi aradı. Topkapılı
Cambaz Mehmet Beyin ortaya koyduğu durumu kendisine iletti. “Bir saate kadar
5 SALIŞIK, Selahattin, “Geçmiş Zaman Olur ki: Rami Kışlası Boşaltılıyor (VII)”, Polis
Emeklileri Polis Dergisi, y. 22, s.279, sayfa:29–30, İstanbul.
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
cevap bekliyorum” diyerek telefonu kapadı. Nihayet bir saatten fazla bir zaman
geçtikten sonra Kızılay Başkanı Esat Bey aradı. Not almaya başlayan Esat Beyin
yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Konuşma bittikten sonra tuttuğu notu
Topkapılı Cambaz Mehmet Beye uzattı. Notta:
“Yuvakimyan Hanının birinci katında La Frances şirketi müdürü M.
Şarl Kalçi’yi ziyaret ediniz. Kendisine gerekli talimat verilmiştir. Açık
konuşabilirsiniz.” 6
Harekete geçen M. M. Gurubu ve Karakol Cemiyeti mensupları, gerekli
bağlantıları sağladıktan sonra, Rami Kışlasında bulunan silah ve mühimmatı,
vatansever üyeleri aracılığıyla arabalara taşıdılar. Silah ve mühimmat, arabalarla
Galata Rıhtımına nakledildi. Rıhtıma taşınan silah, mühimmat ve diğer malzeme,
gizliliğe azami dikkat gösterilmek suretiyle 24 Temmuz 1921 akşamı İngiliz Askeri
polisinin gözlerinin önünde Ararat isimli Fransız vapuruna yüklendi. Vapura
yüklenen silah, mühimmat ve diğer malzemeler olması gereken yerde
kullanılmak üzere yola koyuldular
Kayıtlara göre bu malzemeler; 156 000 adet top mermisi, 94 adet top kaması,
100 000 adet çeşitli cinste bomba, 270 adet ağır makineli tüfek, 200 000 adet
kasatura, 463 000 adet çeşitli büyüklükte çadır, 413 adet telefon, 642 adet eğer
takımı, 19 371 adet at başlığı, 3 240 adet koşum takımı, 4 690 adet çeşitli fünya
ile 592 adet lağım fitili ile sayfalar dolusu çeşitli askeri malzemelerden
oluşuyordu. 7
Bunları başaran M. M. Gurubu ile Karakol Cemiyetinin önemli bölümünü Türk
Polisinin vatansever mensupları oluşturuyordu. Ülke sevdalısı bu insanlar,
önderlerinin isteğini kendi benlerinde dahi sorgulamadan, her halükarda irdeleme
gereği duymadan yerine getirmenin kaygısına düştüler. Maddi ve manevi desteklerini
başlatılan mücadeleye yönlendirmede asla bencil davranmadılar. Kurtuluş
Mücadelesinin önderi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polisinin bu yanını iyi bildiğinden
olacak ki, kendilerine Türk Kurtuluş hareketinin en çok ihtiyaç duyacağı kaynakların
temin edilmesi görevini vermişti.
Aynı duygu ve düşüncelerin yönlendirmesiyle İstanbul’un dışında
meydana gelen ve milli kalkışmada Türk Milletine örnek olan Maraş
direnişinin sembol ismi olan Serkomiser Aslan Beyin mücadelesi ayrı bir
önem ifade eder. Aslan Bey, Maraş direnişini başarıya götüren isim olarak
nam salmıştır. Yardıma gelen bazı kuvvetlerin zorlu direniş esnasında
baskılara dayanamayarak, Maraş’tan ayrılmasına karşılık, o ümidini hiç
kaybetmedi. Maraş’ın Fransız istilasından kurtulması için yapılması gereken
her şeyi yaptı ve Maraş’ın Fransızlardan temizlenmesini sağladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin birinci dönem milletvekili olmasına karşılık,
Güney Cephesindeki halkın milli kuvvetler şeklinde örgütlenerek düşmana
yöneltilmesini sağlamak üzere görevlendirildi. Mustafa kemal Atatürk’ün Türk
Polis Teşkilatına ve onun mensuplarına bakışının en berrak görüntüsüdür. Arslan
TOĞUZATA; Maraş Direnişinin başında bulunan isim olmasının yanında,
Fransızlara karşı yürütülen istilayı sona erdirme savaşını, her türlü olumsuzluğa
6 SALIŞIK, Selahattin, a. g. m. sayfa:30.
7 Harp Tarihi Encümeni: “Türk İstiklal Harbi “c.II, sayfa: 70.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
rağmen terk etmemiştir. Birçok insan tarafından terk edilen direnişi başarıya
ulaştırarak Maraş’ı Fransız işgalinden kurtarmayı başarmıştır. 8
İstiklal Mücadelesini başlatmak üzere 19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle Samsuna
gelen Mustafa Kemal Atatürk, 20 Mayıs 1919 Salı günü Samsun Polis
Birimlerinde yaptığı teftişten sonra;
“Vazifeniz mühim ve mukaddestir. Asayişin idame ve istikrarının
ihtimamı için çok fazla gayret göstermelisiniz”
Sözleriyle, polis kuruluşunun toplumun dirlik ve düzeninin sağlanmasında ne
derece önemli olduğunun altını çizmiştir. 9
Kurtuluş Mücadelesinin ivme kazanması için Amasya-Erzurum-Sivas-Ankara
hattında bilgilenme ve bilgilendirme hareketi başlatan Mustafa Kemal Atatürk,
kafasında tasarladığı zorunlu nedenlerden dolayı Amasya'ya gelmeyi
arzuluyordu. Ancak Paşa, Havza'dan Amasya'ya gelmeden evvel halktan ileri
gelen ve güvenilir bir kaç kişi ile Havza'da görüşüp, yöre ve çevresi hakkında
bilgi toplamak istedi. Bu istek doğrultusunda Komiser İsmail Efendi
Başkanlığı'nda toplanan bir heyet ile birlikte Havza'da Mustafa Kemal Paşa ile
görüşüldü. Görüşmeler sonucunda ikna olan Mustafa Kemal, Amasya’ya geldi.
Amasya’da bulunduğu zaman dilimi içinde Amasya Polis Biriminin olağanüstü
ilgisiyle karşılandı ve uğurlandı.
Atatürk’ün uğurlanmasından sonra, bindiği araçtan düşen ve kendisine ait
olan çantayı bularak büyük bir özenle saklaması sonucunda, Amasya Komiser
Muavini Osman Nuri Efendi (ÇAĞAN) Mustafa Kemal tarafından bizzat kaleme
alınan telgrafla birlikte 50 Osmanlı Lirası ile ödüllendirildi. 10
Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’yu düşmandan kurtarmak için harekete
geçtiğini öğrenen polisler, İstanbul Hükümetini tanıladılar. Kuvvayi Milliyenin,
emrine girdiklerini ilan etme gereğini duydular. Bunu da deklere etmekten
çekinmediler. Büyük Millet Meclisinin 02 Haziran 1920 tarih ve ikinci celsesinde
okunan Kastamonu Valisi Cemal Bey’in Zonguldak Polislerinin Kuvayi Milliye
emrine girerek Ferit Paşa hükümetini tanımadıklarına dair telgrafı bunun en güzel
kanıtıdır. Telgraf şu satırlardan oluşuyordu:
“Dâhiliye Vekâletine,
Zonguldak’a talimat-ı mahsusa ile gönderilen Şevket Turgut
Bey’den şimdi alınan telgraf nameye nazaran Zonguldak’ta İstanbul’dan
gelen bilumum polisler ve memurini saire, Kuvayi Milliye emrine
giderek, Ferit Paşa hükümetini tanımadıklarını, Mutasarrıf vekili Kadri
Bey’e tebliğ ettikleri gibi Kuvayi Milliye aleyhtarlarından Mal Müdürü
Mevlüt Lütfü ve İstanbul’dan gelen İnzibat Zabiti Jandarma Bölük
Kumandanı Yüzbaşı Cemil Efendi’ler tevkif edilerek Mahfuzen Devrek’e
8 ŞAHİN, Eyüp, “Türk Polis Teşkilatının Şanlı Geçmişinde ve Cumhuriyete Giden
Yolda İz Bırakan Polisler”, ISBN 975–585–418–5, EGM Yayın No. 371, APK Yayın No.
230, sayfa 451–453, Ankara–2004.
9 SARISAKAL, Baki, “Samsun Polis Tarihi”, Samsun Araştırmaları: 5, ISBN 975–98324–1–
0, sayfa: 5, Samsun, Mart–2006.
10 Bahse Konu bilgi, Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Dairesi Başkanlığı Özlük
Dosyalarının Bulunduğu Arşivdeki Komiser Muavini Osman Nuri Efendi (Çağan)’ın 774
numaralı özlük dosyasındaki bilgilerden elde edilmiştir.
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
izan kılınmış ve mutasarrıf ve refakatinde bulunan Mülkiye Müfettişleri,
kısa bir müzakereden sonra istifa eylemiş tarafımızdan mukaddeme
mutasarrıf vekâletine tayin kılınan Cevdet Bey mutasarrıflık umuruna
vaziyet eylemiştir.” 11
İstanbul’da görev yapan gizli cemiyetlerin Felâh Gurubu, M. M. Gurubu ile
Karakol Cemiyetinin vatansever elemanları, Ankara’da kurulan Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetine yönelen casusluk faaliyetlerini de sıkı biçimde takip
etmeye başladılar. Tüccar ve Gazeteci kimliğine bürünerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetine ulaşmak isteyen casuslar, anında tespit edildikten
sonra, haklarındaki bilgiler, birer adet resimleriyle birlikte kendileri Ankara’ya
varmadan hükümet görevlilerinin eline ulaştırılıyordu. Buna en güzel örnek
Hint asıllı İngiliz casusu Mustafa Sagir’in faaliyetlerinin deşifre edilerek
yargılanması olayıdır.
Dünyanın bir bölümünü kana bulayan Birinci Dünya Savaşı bütün hızıyla
sürüyordu. Suriye’de bulunan Osmanlı Ordusunun komutanlığını ve o havalinin
genel valiliğini Bahriye Nazırı Cemal Paşa yapıyordu. Cemal Paşa, Şam’da
faaliyet gösteren Hilal-i Ahmer Cemiyetinin kayıtlı üyesi olan Nizamettin
ismindeki Hintliyi eline verdiği bir tavsiye mektubuyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti
Başkanı Dr. Esat Paşaya gönderdi.
Dr. Esat Paşa, Cemal Paşanın gönderdiği Hintliyle yakından ilgilenme
gereğini duydu. Kendisine Hilal-i Ahmer Cemiyetinde münasip bir iş vererek
maaşa bağlanmasını da sağladı. Bunlara ek olarak kendisini Teşkilat-ı
Mahsusanın Başkanı Nizamettin Beye de tavsiye etti. Sonuçta; Teşkilat-ı
Mahsusada çalışmasına ve gizli görevler almasına vesile oldu.
Hüsamettin Bey, Esat Paşanın isteğini olumlu bulduğundan dolayı
Nizamettin’i Teşkilat-ı Mahsusanın Hindistan İşleri İstihbarat Şube Müdürü olan
Hint asıllı Miracettin Beye gönderdi. Nizamettin, buna karşılık olarak, öncelikle
Esat Paşa ile Miracettin Beyin arasını açmaya çalıştı. Her ikisine de ayrı ayrı ve
birbirleri aleyhinde ihbarlarda bulunarak onları uzlaşmaz iki düşman haline
getirmek için büyük bir gayret sarf etti. Son olarak da Esat Paşa’yı İngilizlere
ihbar ederek Malta Adasına sürgüne gönderilmesine sebebiyet verdi.
Teşkilat-ı Mahsusanın Hindistan İşleri İstihbarat Şube Müdürü olan Binbaşı
Miracettin Bey Nizamettin’in çelişkili hareket ve davranışlarından şüphelendi.
Şüphesini doğrulatmak gayesiyle de Nizamettin’i gizlice takip ettirmeye başladı.
Yaptırdığı takip ve tarassut sonucunda Nizamettin’in İstanbul’da bulunan İngiliz
istihbarat biriminin merkezi konumunda olan ‘Kroker’ oteline devam ettiğini tespit
ettirdi. Netice olarak da İngiliz Casusu olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu.
Bu arada Hint asıllı İngiliz casusu Nizamettin Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı
Hüsamettin Beye gelerek, “Hüsamettin Beyefendi, Hint İslam Âleminin
temsilcisi olarak İstanbul’a gelen önemli bir kişi sizi mutlaka görmek istiyor”
dedi. Hüsamettin Bey de; “Önemli olduğunu söylediğin bu Hintli kimdir?
İsmini bana söyleyebilir misin?” dedi. Nizamettin, “Evet efendim. Bu kişi Hintli
Mustafa Sagir’dir. Kendisinde, Hint İslam Cemiyeti adına Kurtuluş
Mücadelesinin önderi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine takdim edeceği kutsal
11 “İstiklal Mücadelesinde Türk Polisi”, iem.gov.tr, Ulaşım Tarihi: 25.06.2006.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
bir emanet konumundaki mektup vardır. Milyonlarca altın para yardımını da
paşaya teslim etmek üzere gelmiştir” dedi.
Hüsamettin Bey bir müddet düşündükten ve söyleyecekleri şöyle bir
tarttıktan sonra, “Benden ona tavsiye; İstanbul’dan geldiği yere dönsün.
Şayet İngilizler onu ele geçirirlerse, Bostancı’daki karargâhlarında yol
işlerinde çalıştırırlar, daha kötüsü Çanakkale’deki İngiliz mezarlığında soluğu
alabilir. Sen ona iyilik etmek istiyorsan böyle söyle” dedi.
Bu konuşmalardan sonra yanından ayrılan Nizamettin’i Teşkilat-ı Mahsusa
üyelerine takip ettirdi. Nizamettin doğruca Kroker oteline gitti. Bir müddet sonra
yanında bulunan Mustafa Sagir ile birlikte otelden ayrıldı. Doğruca İngiliz
Sefaretine gittiler. Böylece, Mustafa Sagir’in de Nizamettin gibi İngiliz casusu
olduğu tespit edilmiş oldu.
Profesyonel bir İngiliz casusu olduğu anlaşılan Mustafa Sagir, İstanbul’da
faaliyet gösteren gizli örgüt veya cemiyetlerin içine sızabilmek için olmadık
entrikalar çevirmeye başladı. En büyük gayesi Ankara’ya ulaşmaktı. Bunu
sağlamak için çoğunluğunu İstanbul polisinin oluşturduğu ‘Karakol Cemiyeti’nin
içine girerek oradan alacağı bir mektupla Ankara yollarına düşmek istiyordu. Bu
isteğinde başarılı oldu. Oradan aldığı bir tavsiye mektubuyla Varna üzerinden
İnebolu’ya geçmeye teşebbüs ettiyse de yaptığı deniz yolculuğunda bindiği gemi
fırtınaya tutulduğundan dolayı iğne adasına sığınmak zorunda kaldılar. Burada
Yunanlılar tarafından yakalanarak tutuklandı.
İngiliz gizli servisinin yardımlarıyla tutukluluktan kurtarılan Mustafa Sagir,
İstanbul’a getirildikten sonra göstermelik olarak hapsedildi. Oyuna devam
edilmek suretiyle, hapsedildiği yerden kaçmış izlenimiyle sığındığı Üçüncü
Karakol Cemiyetinin yardımlarını aldı. Elde ettiği belgelerin yardımıyla önce
İnebolu’ya ardında da Ankara’ya ulaşma başarısını gösterdi.
Mustafa Sagir, Ankara’da Mustafa Kemal Paşa adına Kılıç Ali tarafından
merasimle karşılandı. Yanında da zamanın Ankara Valisi, Emniyet Müdürü ile birkaç
milletvekili de bulunuyordu. Karşılama merasiminden sonra istirahatına ayrılan
mahalle çekildi. Aradan bir müddet zaman geçtikten sonra da Mustafa Kemal Paşa
tarafından kabul edildi. Mustafa Kemal Paşa Mustafa Sagir’i kabulü esnasında
kendisine karşı iltifatlarda bulundu. Bu iltifatlar karşısında kendisini kabul ettirdiği
zannına kapılan Mustafa Sagir emin hareketlerde bulunmaya başladı. Nede olsa
Türkün Başbuğu Mustafa Kemal Paşayı gerektiği biçimde tanımıyordu. Siyasi bir
deha ile karşı karşıya olduğu bilmiyordu. Anladığında da iş işten geçmiş olacaktı.
Ankara’da kamp kurar Mustafa Sagir, önceleri otele yerleşti. Aradan geçen
zaman içinde, uygun bir ev tutarak evini eyerleşti. Mustafa Sagir’in bütün
hareketleri dikkatle izleniyordu. Her şeye rağmen tam itimat kazanmamıştı. Bu
konularda şüpheci olan Ankara Hükümetinin yanında Anadolu’daki Milli
Harekete karşı girişilen yoğun faaliyetlerden dolay Ankara Polisi Mustafa Sagir’i
takip ve tarassut altında bulundurmayı ihmal etmedi.
Mustafa Kemal Paşa daha ilk günlerde Mustafa Sagir’in casus olduğunu
anlamıştı. Bir gün bu düşüncesini Yunus Nadi Beye söylemiş, ancak “Şimdilik
kimseye söyleme” diye de tembihte bulunmuştu. Nedenini de daha sonraları
Mareşal Fevzi Çakmak’a şöyle anlatmıştı:
“Maksadım, Ankara ve İstanbul’daki Milli Müsellâh Kuvvetleri ile
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
‘MAH’ Teşkilatının nasıl çalıştığını anlamaktı. Onun için sabırlı olmaya ve
beklemeye karar vermiştim. Ta içimize kadar elini kolunu sallayarak ve
bizim en kadim dostumuz gibi girdiği halde, binlerce insandan mürekkep
bu gizli teşkilat bakalım bu insanı anlamakta isabet ettirecek mi diye
merak ediyordum. Çok şükür ki bu habisi tanımakta onlar da
gecikmediler.”
Ankara’da büyük zorluklarla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun
Hükümetinin Emniyet Genel Müdürlüğü her türlü imkânsızlığa karşılık, Mustafa
Sagir’in mektuplarına gizli sansür uyguladı. Hazırlanan bir kimyasal karışımın
yardımıyla İngiliz casusunun mektupları deşifre edildi ve casus olduğu açıkça
ortaya konuldu. Derhal tutuklandı ve Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Bey
tarafından sorgulandı.
Önceleri yüklendiği görevle ilgili olarak herhangi bir bilgi vermemeye özen
gösterdi. Elde edilen delillerin kendisine gösterilmesinde sonra herhangi bir
zorluk çıkarmadan olanları bir bir anlatmaya başladı. İfadesinde Anadolu’da
başlatılan İstiklâl Savaşına ilişkin İngiliz Hükümetinin yapmak istediklerini anlatan
Sagir, Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde şekillenen ve Kemalist Hareket olarak
nitelenen hareketi temel hedef olarak aldıklarını, bu gaye doğrultusunda Mustafa
Kemal’i öldürmeyi bile planladıklarını ifade etti. İstanbul’da faaliyette bulunan
İngiliz casusluk teşkilatına ilişkin bilgi veren Sagir, tanınmış İngiliz subaylarının bu
faaliyetlerdeki rolünü de deşifre etti.
Mustafa Sagir, ifadesinin devamında; böylesine önemli bir göreve neden
seçildiği hakkında bilgi verdi. Bu zor ve tehlikeli görev için kendisinin
seçilmesinin en önemli nedeni olarak daha önce katıldığı benzeri olaylarda
başarılı olmasını gösterdi. Soğukkanlı oluşunun da bu görev için seçilmesinin bir
başka sebebi olduğunu da ifadesine ekledi. 12
“Miralay Lavrens Osmanlı Devletini altınlarla yıkmıştı. İngilizler beni
de tabancayla Milli Hükümeti ortadan kaldırmakla görevlendirdiler.
Maksadım Mustafa Kemal Paşa’yı varmaktı. Bunun sonucunda Türklerin
İstiklal Savaşı duracak, Milli Hükümet yıkılacaktı. Fakat muvaffak
olamadım. Suç kimsenin değil benimdir. Suikast planı benden başka
kimse tarafından bilinmiyordu.” 13
İstiklal Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda idama mahkûm edildi
ve Karaoğlan Çarşısının ortasında idam edildi. 14
CUMHURİYETİN KURULMASI VE KURUMLARININ
OLUŞTURULMASINDA
Mustafa Kemal Atatürk, I. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşküne
yerleştikten sonra da korumaları vasıtasıyla polisle geçmişteki sıcak ilişkilerini
12 GÖKAY, Bülent, “Ankara’da Bir İngiliz Casusu”, Tarih ve Toplum Dergisi, Şubat–1992,
c.17, s.98, sayfa: 22–23, İstanbul–1992.
13 ERASLAN, F&METİN, İ, “Türk Polis Tarihi Cilt I Kurtuluş Savaşında İç Güvenlik ve
Polis”, sayfa: 201–210, Ankara, Ağustos–1984.
14 ŞAHİN, Eyüp, “Türk Polisinin Erdem Mücadelesi ve Kahraman Polisler, Mustafa
Kemal Atatürk’e Yapılmak İstenen Suikastı Türk Polisi Önledi”, ISBN, 975585–190–
9/539, Araştırma Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Yayın No. 152, sayfa: 120–123,
Ankara–2001
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
sürdürmeye devam etti. Türk Polis Teşkilatı ve onun vatansever mensuplarının
mücadeleye oyan katkılarını asla unutmadı. Her vesileyle bunu ortaya
koymaktan geri kalmadı. Bahse konu dönemde yakın korumalığı görevini
yürüten Ö. Vasıf Bacıoğlu, kendisiyle yapılan ve Polis Dergisinin II. Sayısında
yayınlanan röportajda Atatürk’le olan bir anısını şöyle ifade etmektedir:
“Atatürk, bugünkü ‘Atatürk Orman Çiftliği’nin bulunduğu yere sık sık giderdi.
Çiftliğe giderken bizler de yollarda tertibat alırdık. Bir gidişinde komiser muavini
yolda tertibat almış. Muhafız alay komutanı İsmail Tekçe, hatırlayamadığım bir
nedenle komiser muavinine bir tokat atmış. Bu nedenle Ankara Polis Müdürüyle
arası açılmış. Bunu Atatürk’e duyurmuşlar.
Şimdiki Merkez Bankasının bulunduğu yerin, yan sokağındaki küçük bir
kapıdan girişi bulunan Anadolu Kulübü vardı. O dönemde, devletin üst düzey
yöneticileri oraya gelirlerdi. Atatürk de bazen gelirdi.
Atatürk’ün geldiği bir akşam, yemek için karşısındaki Karpiç Lokantasına
geçildiği sırada biz bir arkadaşımla kapıda yerimizi aldık. Ankara Polis Müdürü
kapının iç tarafında onu karşılamak için yer aldı. Atatürk Polis Müdürünü
görünce Muhafız Alay Komutanı Tekçe’ye tok bir sesle ‘İsmail’ diye bağırdı.
İsmail Tekçe, ‘Buyur Paşam’ diye koşarak geldi. Atatürk, işaret parmağıyla Polis
Müdürünü gösterdi. Bu işaretle onların barışmasını istiyordu. Tekçe elini uzatmak
istemedi. 20–25 saniye sonra Polis Müdürü Tekçe’ye elini uzattı. O zamana
kadar Atatürk’ün emrine kimse karşı gelmemişti. İlk kez onun emrine karşı gelen
bir kişi gördüm.” 15
Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polisinin güç ve kuvvetini Türkiye Cumhuriyetinin
kanunlarından aldığını pekâlâ biliyordu. Bundan dolayı da polisin herhangi bir
hizmeti yerine getirirken kanunların dışında başka hiçbir gücün polise
karışmamasından yanaydı. Onların, Cumhuriyetin varlığının sürmesi için ne kadar
lüzumlu olduklarının farkındaydı. Bir gün, Dolmabahçe Sarayının rıhtımında
otururken Salih Bozok’un görevli polislere müdahale ettiğini gördüğünde
parmağıyla işaret ederek,
“Polise karışılmaz, vazifesini yaparken serbest bırakılmalıdır”
Diyerek, polisin devlet için ne kadar önemli olduğunu etrafındakilere de
anlatmak istemiştir. 16
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 10. yıldönümünde yapılan kutlama ve
gösteriler sonucunda yapılan resmigeçide katılan Polis ve Jandarma birliklerinin
ve bilhassa İstanbul’dan gelen polis merasim birliğinin geçişinden etkilenerek
polis ve jandarma birimlerini gururlandıran şu sözleri söylemiştir:
“Dün sizin hali tavrınızda mertlik ve erkeklik, yürüyüşünüzdeki intizam
ve ciddiyet, size olan haklı itimadı kuvvetlendirdi ve herkesi memnun etti.
Çünkü herkes biliyor ki ve bilmelidir ki, polis ve jandarma kuvvetleri
vatandaşlara huzur ve sükûn temin eden, Cumhuriyetin kanunlarına ve
medeniyet düşmanlarına karşı kullandığı bir kalkandır.
15 YILMAZ, Muharrem, “91 Yaşındaki Emekli Komiser Ö. Vasıf Bacıoğlu, Teşkilatımıza
65 Yıldır Hizmet Ediyor. Yaşayan Tarihimiz”, EGM Polis Dergisi, y.1, s.2, sayfa: 224–229,
Ankara–1995.
16 “Cumhuriyetin 60. Yılında Türk Polisi”, EGM, TPTGV, sayfa: 5, Ankara–1983
12
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Binaenaleyh, Cumhuriyet Kanunlarına, memleketin huzur ve
asayişine karşı gelebilecek ve vatandaşların hürriyetine tecavüz
edebilecek her şeririn kafası behemehal bu kalkana çarpmalı ve
parçalanmalıdır.” 17
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK NASIL BİR POLİS
DÜŞÜNÜYORDU?
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin 10’uncu yıldönümü münasebetiyle
yapılan resmigeçitte görev alan polis ve jandarma birimlerinin yanında bilhassa
İstanbul Polis Müdürlüğünce ve Ekrem Şerif Beyin büyük emek ve çaba
harcayarak tören geçidine hazır hale getirdiği 100 kişilik bir polis birliğinin tören
geçişi seyredenlerin büyük beğenisi kazandı. Aynı biçimde Mustafa Kemal
Atatürk’ün de takdir ve hayranlığını kazandı.
Büyük gazi, o gün polis ve jandarma birlikleri hakkındaki takdir ve övgülerini
dile getirdi. “Dün sizin hali tavrınızda...” diye başlayan bu dile getirişteki
“dün” her gün olabilirdi. Bu söylem polis için övünç vesilesiydi.
Atatürk’ün bu övünç ve takdir dolu sözleri söylemesi, bir şeylerin dile getirilmiş
olması için söylenmemişti. Dünya siyasetinin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden birisi
olan önder, polis ve jandarmanın ülkenin olmazsa olmazlarından olduğunu çok iyi
biliyordu. Bundan dolayı, bilhassa polis teşkilatının çağdaş yöntemlerle idare
edilmesini ve çağdaş bilgilerle donanmış polislerle yenileştirilmesini istiyordu. 18
Bu amaçla, Çankaya Köşkünde bir akşam toplantısı tertip ederek yönetici ve
bilim adamlarının konuyla ilgili görüşlerini almak istedi. Mustafa Kemal
Atatürk’ün, çağdaş ve bilgili polislerin yetiştirilmesi için yeni polis okullarının
açılmasına ve polis amirlerinin iyi eğitim almaları için üst seviyede eğitim veren
okulların hizmete girmesi hususundaki görüşlerine ilk itiraz zamanın içişleri
bakanından geldi. Ancak İçişleri Bakanın tepkisi uygulamaya gerek olmadığı
görüşüyle değil, ekonomik sebeplerden dolayı,
“Polise mahsus ilk, orta ve yüksek öğretim kurumlarının oluşturulması ve
illerde teknik bürolarla sosyal tesisler açılması bu fakir bütçemizle şimdilik
mümkün değildir. Bir müddet daha alışılagelmiş biçimde polis alımına devam
etmekte yarar vardır”
Şeklinde oluştu. Toplantıya katılanların çoğunluğu da bu görüşe katıldılar.
Alışılagelmiş usulle, diğer devlet dairelerinde de olduğu gibi zamanın İtfaiye
Meydanı çevresinde bulunan kahvehane ve hanlarda toplanan insanların
arasından memur adayı toplanıyordu. Memur olma özelliğine sahip olanlar
bahse konu meydandaki kahvehane ve hanlarda toplanarak, devlet kuşunun
kendilerine ulaşmasını beklerlerdi.
İçişleri Bakanın ekonomiyi göz önüne alarak o çerçevede görüş beyan
etmesi ve toplantıda bulunanlardan bazılarının da onun görüşüne katılmasına
karşılık, Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polisinin çağdaş ölçüler doğrultusunda
eğitilmesi hususunda kararlı görünüyordu. Ona göre; ülkenin iç güvenliğinin,
huzur ve asayişinin sağlanması ve devamlılık arz etmesi çok önemli idi.
17 “Cumhuriyetin 60. Yılında Türk Polisi”, EGM, TPTGV, Ankara–1983
18 ŞAHİN, Eyüp, “1907’den 200’e Polis Okulları”, ISBN 975–585–208–5, APK yayın
No.155, sayfa: 119–121, Ankara–2001.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13
MAKALELER
İçişleri Bakanından polis ihtiyacının hangi yöntemlerle karşılandığını sordu.
Aldığı cevaptan sonra, davetlilerden de herhangi bir başka görüş gelmedi. Bunun
üzerine yaverini çağırttı. Yanına gelen yaverine de,
“İtfaiye meydanına git, polis olabilecek vasıfta bir şahsı al, getir”
Dedi. Verilen emir kısa bir zaman içinde yerine getirilerek, günün kabul gören
ölçüleri doğrultusunda polis adayı bir genç alınıp köşke getirildi.
Mustafa Kemal Atatürk, huzuruna getirilen şahsa adını, memleketini ve askerlik
yapıp yapmadığını sordu. İcap eden cevapları aldıktan sonra, tekrar yaverini çağırdı.
Yaverine şarjörüyle birlikte bir tüfek getirmesini emretti. Tüfek ve şarjörü getiren
yaverine, tüfeği Harputlu Fikri’ye vermesini emretti. Tüfeği ve şarjörü alan Harputlu
Fikri’ye de tüfeği doldurmasını emretti. Fikri, emir tekrarına gerek bırakmadan
elindeki tüfeği doldurdu. Tüfeği doldurduktan sonra kendisine,
“Tavana ateş et”
Emrini verdi. Emri alan fikri hiçbir tereddüt göstermeden tavana beş el ateş etti.
Tüfeğiyle tavana ateş eden Fikri, mermilerin bitmesi üzerine Atatürk’ün emrini
beklemeye başladı. Atatürk’ün,
“Dışarı çık”
Emriyle de huzurdan ayrıldı.
Harputlu Fikri odadan çıktıktan sonra, bizzat yanına aldığı ve polisliğini takdir
ettiği yakın koruma polisi olan Ragıp Efendiyi yanına çağırttı. Karşısına gelerek
saygılı bir biçimde emir vermesini bekleyen Ragıp Efendiye hitaben,
“Ragıp, tabancan dolu mu?”
Diye sorunca o da,
“Emrederseniz doldururum, Paşam”
Diye cevap verdi. Atatürk,
“Doldur ve tavana ateş et”
Diye emretti. Verilen emre karşı saygılı bir ifadeyle Atatürk’e baktı, bir
değişim görmeyince de diğer konuklara baktı, onlarda da belirleyici bir tavır
göremedi. Bakışlarını tekrar Atatürk’e yönelterek, saygılı bir sesle
“Emriniz baş üstüne paşam, ama sebebini öğrenebilir miyim?”
Diye sordu. Bunun üzerine Atatürk,
“Çıkabilirsin Ragıp Efendi”
Diyerek odadan çıkmasını emretti.
Polis memuru Ragıp Efendi huzuru terk ettikten sonra, davetlilere dönen
Atatürk, İçişleri Bakanına hitaben:
“Şükrü Bey, Harputlu Fikri’ye seni vurmasını emretseydim seni
vurur muydu?”
Sorusuna, Şükrü Bey hiç tereddüt etmeden,
“Vururdu”
Diye cevap verdi. Aldığı cevap sonucu yüzüne gülümseme yayılan Mustafa
Kemal Atatürk,
“Ragıp Efendiye seni vurmasını emretsem vurur muydu?”
Sorusuna da hiç tereddüt etmeden,
“Vurmazdı Paşam”
14
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Cevabını verdi. İstediği cevapları alan ve bir canlandırmayla da polisin ne
kadar önemli olduğu fikrini toplantıya katılanlara ispatlayan Atatürk, İçişleri
Bakanı Şükrü Beye hitaben,
“O halde kolları sıva, Polis Kolejini ve Polis Enstitüsünü aç, bu
müesseselere en iyi ve en değerli hocaları temin et”
Diye kesin talimatını verdi. 19
Türk Polisine karşı sevgi besleyen Mustafa Kemal Atatürk, polisinin başına
herhangi bir kaza geldiğinde de gerekeni yapmaktan geri kalmazdı. Bunun en güzel
örneklerinden birisi de Fransızlar tarafından haksız biçimde yargılanıp küreğe
mahkûm edilen Polis Memuru Mehmet Cemil Efendi olayıdır. 1919 yılının
kânunuevvel (aralık) ayının nihayetinde nokta nöbetini devralmak üzere Gülhane
Parkının önünden geçmekte olan Cemil Bey, tramvay yolunun yanına geldiğinde
akıllara durgunluk verecek bir olayla karşılaştı. Yol kenarında bulunan bir arabadan
“İmdat! Polis yok mu?” diyen bir bayan sesi yardım istiyordu. Bu halkının imdat
sesiydi. Bu çağrı karşısında hangi polis hareketsiz durabilirdi. O da durmadı,
duramadı. Tramvay da durmuş herkes dışarı çıkıyor, ama herhangi bir
müdahalede bulunmuyordu. Arabaya yaklaştığında iki sarhoş işgal askerinin Türk
bayanlarına sarkıntılık yaptığını gördü.
Sarhoş askerleri ikaz ederek durdurmaya çalıştı. İşgalin sarhoşluğuna karışan
alkolün sarhoşluğunun verdiği sahte gücü arkalarına alan işgalin küstah askerleri
Türk Kadınlarını bırakarak Cemil Beye yöneldiler. Belli ki, onu alt edeceklerini
sanıyorlardı. Kasaturalarını çıkararak Cemil Beye saldırdılar. Kendisine yönelen
saldırı karşısında Gülhane Parkının içine doğru çekildi. Onun geri çekilmesini
korkusuna veren lejyonerler, saldırılarını daha da ileri götürdüler. Sonuçta,
sarhoş askerlerin canına kast ettiklerini açıkça anlayan Cemil Bey, nefsini
müdafaa konumuna girdi. Canına kast eden saldırılardan kurtulmak ve nefsini
müdafaa etmek için en tabi hakkı olan silah kullanma kullanarak saldırganları
yaraladı. Fiil, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman dilimi içinde başladı
ve bitti. Saldırgan Fransız Lejyonerleri aldıkları yaralardan dolayı öldüler. 20
Cemil Bey kaçmadı. Kaçmaya tenezzül bile etmedi. Kendisini yakalamaya
gelenlere mukavemet dahi etmedi. Gözaltına alındıktan sonra, göstermelik
biçimde yargılandı ve ömür boyu kürek mahkûmiyetiyle cezalandırıldı. Nefsi
müdafaa hakikati göz önüne alınmadı. Cezasını çekmek üzere de Fransızlar
tarafından her türlü insanlık ayıbıyla dolu, insanca yaşama şartlarından uzak
Guyana hapishanesine gönderildi. Bu hapishane, Güney Amerikanın ünlü
Şeytan Adalarında bulunuyordu. Taşıdığı özelliklerinden dolayı da hapishanecilik
tarihinin en korkunç hapishanesi konumundaydı.
Uzun müddet yapılan işkencelere sabır gösterdi. İşkenceler insanlık onurunu
ayaklar altına alınca; kaçmaya karar veren Cemil Bey, kaçmanın mümkün
olmadığı söylenen Guyana cehenneminden kaçmayı başardı. Yerli halkın arasına
19 AKSU, Osman Sulhi, “Atatürk’ün Polis Sevgisi”, Polis Emeklileri Polis Dergisi, s.485,
sayfa: 23–24, İstanbul–1992.
20 Adı geçenin EGM Personel Dairesi Başkanlığı bünyesindeki özlük arşivinde bulunan C–
9460 numaralı özlük dosyasındaki belgelerden derlenmiştir.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15
MAKALELER
karıştı. Uzun yıllar onların arasında yaşama başarısını gösterdi. Aradan geçen
yıllardan sonra tesadüfen yakalandı ve tekrar Guyana cehennemine konuldu.
Tıpkı Kelebek Filminin kahramanı gibi, ama kaçışı ondan önce başardı. Buna
rağmen üzerindeki işkence ve zulüm devam ediyordu. 21
Dayanma gücünün yavaş yavaş tükenmeye başladığı dönemde Cemil Beyin
Türkiye’ye getirilmesi için Mustafa Kemal Atatürk devreye girdi. Türkiye Büyük Millet
Meclisini de harekete geçirdi. Öylesine bir diplomatik faaliyet başlattı ki, mağrur
Fransızların başı yere eğildi. Büyük bir merak içinde Türk Başbuğunun bir polis
memuruna verdiği değerin sebebini anlamaya çalışıyorlardı. Bilmiyorlardı ki, bir
kahraman bir başka kahramanı göz ardı etmez ve de edemezdi. Milletine özgürlük ve
bağımsızlık duygusunu doyasıya yaşatan Mustafa Kemal Atatürk, polis memuru
Cemil Beyin ayağına bağlanan pranganın kilidini zorla çözdürdü. 22
Yorgun Cemil Bey, 01 Nisan 1929 yılında Anadolu’suna, Kutsal Vatanına
kavuştu. Limanda merasimle karışılandı. Gemiden indikten sonra kendisini
karşılayanlara önce Fransızca hitap etmeye başladı. Ancak anında kendini
toparlayarak, uzun müddet Türkçe konuşmadığı için şaşırdığını beyan etti. Halkından
özür diledi. 23
POLİS MECMUASI ARACILIĞIYLA OLUŞTURULAN SICAK
İLİŞKİLER
Florinalı Nazım Beyin yönetiminde üstün bir başarı grafiği yakalayan polis
mecmuası işgal döneminde bile İstanbul’daki yayınına devam etti. Yazar ve
şair kimliğini bünyesinde toplayan Florinalı Nazım Bey, Batı Trakyalı olmasının
etkisiyle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’le yakın ve samimi ilişkiler
kurmayı becerdi. Bu yakınlığın da yardımıyla resmi ve dini bayramlarda ve
hatta henüz bayram olarak kutlanılması gündemde olmayan önemli günlerde
kendisine gönderdiği tebrik telgraflarına her zaman aynı sıcaklıkta karşı
telgraflar almıştır. Bu sıcak ilişkinin bir bölümü Florinalı Nazım Bey olmakla
birlikte diğer bir önemli bölümü de Türk Polis Teşkilatıdır. Çünkü Gazi, Türk
Polisinin ülkenin varlığı için ne kadar önemli olduğunu bilmesinden dolayı bu
iltifatların dergi aracılığıyla emniyet görevlilerine iletilmesi hususuna büyük bir
önem veriyordu. Bu gün bile onun iltifat dolu sözleri okunduğu zaman
okuyanın duygularında sevinçli bir berraklık bırakmaktadır.
Teati edilen bu telgrafların bütününe yakını Florinalı Nazım Beyin
yönetimindeki Polis Mecmuasında yayınlanmıştır. Tebrik telgrafları teatilerinin
yayınlanmasının yanında bazı önemli günler öncesi ve arkası verilen demeçlerle,
toplantılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmaları da temin edilerek polis
mecmuasında yayınlanmıştır. Bu yazıları en güzel yanı, o günden bu güne
yaşanan ve gelişen olayların, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anındaki
yorumlarıyla birlikte özümsenmesidir. Bu tebrik, kutlama, açılış ve kapanışla ilgili
örnekler aşağıya alınmıştır:
21 ŞAHİN, Eyüp, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Polis Sevgisi ve Kahraman Polis
Memuru Cemil Efendi”, ISBN, 975–585–190–9/539, Araştırma Planlama ve Koordinasyon
Dairesi Başkanlığı Yayın No. 152, sayfa: 68–72, Ankara–2001
22 ES, Hikmet, F. 26 Ekim 1986 Tarihli Hürriyet Gazetesi.
23 EGM, İç Hizmet Bülteni, y.20, s.181, Ocak, Şubat, Mart–1994, sayfa:164–165, Ankara–1994.
16
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
BÜYÜK GAZİMİZİN İSTANBUL’DAN MÜFARAKATLARI 24
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti ilan edip, cumhuriyetin
kurumlarını da oluşturduktan sonra, yurtdışı gezilerek rağbet etmemesine karşılık,
sık sık yurtiçi gezilere çıkmıştır. Aldığı bazı önemli kararları bizzat halka izah
ederek onların tepkilerinin yanında duygu ve düşüncelerini de bizzat görme
fırsatını yakalamıştır. Bu gezilerden birinde İstanbul halkının ilgi ve alakasına
karşılık vererek güncel konularda fikir beyan etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün beyan ettiği fikirler, zamanın ulusal medyasında yer
aldığı gibi bazı kurumlar tarafından çıkarılan yayın organlarında da yer alıyordu.
Bahse konu kurum yayınlarından birisi olan Polis Mecmuası da bilhassa Osmanlı
Devletinin son ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk yıllarında müdürlüğünü yapan
Nazım Beyin şahsi gayretleri doğrultusunda yapılandırılarak, bu konuda tarihe ışık
tutacak çalışmalarda bulundu.
Bu tespitlerden birisi de Gazinin İstanbul ziyaretleri esnasında yaptığı çalışma
ve etkinlikleri takip ederek büyük önderin görüş ve tespitlerini kayıt altına alma
başarısını göstermiştir. Bu kayıtlar, günümüz bilgi kazanımı ışığında
değerlendirildiğinde yapılan çalışmaların boyutları hakkında gerçekçi bilgilere
ulaşılmasında kaynak görevi yapmaktadırlar.
Bilhassa önemli karaların arifesinde veya uygulamaya konulmasından sonra
yapılan yurtiçi gezileri sırasında halkla temas sırasında ortaya çıkan görüşlerin kayıt
altına alınması ve günümüze ulaştırılması büyük bir önem arz etmektedir. Mustafa
Kemal Atatürk’ün bizzat katıldığı etkinliklerde ortaya çıkan görüş ve düşüncelerin
olduğu gibi not edilerek dergi aracılığıyla günümüze ulaştırılması, geçen zamanı kendi
şartları içinde değerlendirmemiz için faydalıdır.
“Gayet kıymettar vücutlarıyla şehrimize payesiz şerefler veren âlî-şan Reis-i
Cumhurumuz ve büyük münci ve gazimiz Mustafa Kemal Hazretleri, 14 eylüle
müsadif cuma günü saat on beş buçukta (İzmir) vapuruyla bahren ve
Karadeniz’e müteveccihen İstanbul’dan müfarakat buyurmuşlardır.
Saadet-bahş zaman-ı ikametleri, pek çabuk geçen ve halkımızın tahsirini tatmin
edemeyen bu çok muazzez ve mübeccel misafirimizin müfarakatları şehrimizde ulvi
hatıralar bırakan ve bu itibar ile kendilerine karşı lâyezal minnet ve şükran hisleriyle
çarpan kalplerimizde tasviri muhal bir rikkat husule getirmiştir.
Müşarünileyh daima cesim iftiharları önünde görmek iştiyakını bir türlü
bertaraf edemeyen şehrimiz halkı, o gün tamamıyla sokaklara, sahillere
dolmuşlardı. Halkımıza tekâmül asırlarını-adeta avuçlarına taşır gibi-bir kıy, bir
sürat ve semahatla isar ettiğine delalet eden lisanımızın-harf inkılâbı-hadise-i
mütekamilesinin müjde-i zuhurunu bütün kudret-i belagatleriyle buradan-çar-ı
ikdar-ifşa ve ilan etmek suretiyle İstanbul’a müstesna bir (şeref-i tarihi)
kazandıran büyük halaskar ve irşatkarımız,-İstanbul’dan ayrılırken-haklarında
şan-ı Aliyelerine şayan merasim meşa’şa-i teşyiiye icra olundu.
Reisicumhur Hazretleri o gün, Dolmabahçe Sarayını terk etmeden on dakika
evvel Vali Vekili Şehremini Muhiddin Bey hazretlerine kabul buyurmuş ve
kendisine atideki beyanatta bulunmuştur.”
24 “Büyük Gazimizin İstanbul’dan Müfarakatları”, Polis Mecmuası, Dâhiliye Vekâleti,
Emniyeti Umumiye Müdüriyeti, adet: 224, 225, 226, Sayfa 603–604, Ankara–1928.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17
MAKALELER
“İstanbul’da geçirdiğim günler zarfında muhterem halkın, zat-ı
âlinizin, mülki ve askeri makamatın göstermiş oldukları muhabbet ve
misafirperverliğinden dolayı ziyade mütehassıs ve müteşekkirim.
Büyük milletimizin bir kat daha inkişâf ve tealisini temin edecek
olan (yazı inkılabı)’nın fiilen başlaması buradaki ikamet zamanına
tesadüf etti. Bu benim için kıymetli bir hatıradır. Yeni yazımızı
öğrenmek ve öğretmek için muhterem halkın, resmi ve hususi
muhtelif makamat, müessesat ve cemiyetlerin göstermiş oldukları
nihalin şevk ve gayrete yakından muttali’ oldum. Bu meşkûr
faaliyetin mesud semerelerini şimdiden iftiharla görüyorum. Bu
hususta İstanbul matbuatının ve fikir aleminin kıymetli muavenetini
müteşekkirane yad ediyorum. Bu pek yerinde ve şuurlu mesainin
yakın zamanda tam bir muvaffakiyetle neticelendiğini göreceğimize
şüphe yoktur. Güzel İstanbul’un halkına aziz hemşerilerime
saadetler temenni ederim.”
“Suret-i teşyie gelince: Merasim teşebbüsünde bulunmak üzere Dolmabahçe
Sarayı aşağı salonunda ahz-ı mevki eden bilumum rical-i askeriye, mülkiye,
meb’usan, mensubin-i matbuat ve sair birçok zevat, Reis-i Cumhur Hazretlerinin
teşriflerine intizar ediyorlardı.
Gazi Hazretleri, saat on dört buçukta, refakatlerinde Büyük Millet Meclisi Reisi
Kazım Paşa Hazretleri ve maiyetleri erkânı bulunduğu halde, sarayın geniş
merdivenlerinden inerek salonu teşrif etmiş ve iki ihtiram safı şeklinde kendilerine
muntazır olan zevatın arasından geçerek başlarıyla selam vermişler ve:
“Allah’a ısmarladık, arkadaşlar!”
İltifatıyla hazırûna veda buyurmuşlardır.
Gazi-i müşarünileyhe ilerledikçe, hazırûn kendilerini takip etmekte idiler. Bu
suretle, sarayın büyük kapısından bahçeye çıkılmış ve bu sırada, bahçede
bulunan, gazetelerin fotoğraf muhabirleri kendilerinin hareket halinde
fotoğraflarını almışlardır.
Gazi Hazretleri bahçeye çıkınca, selam ve ihtiram vaziyetinde teşkil-i sufuf eden
askeri kıtatın ve polis efendilerin önlerinden geçerek iltifatta bulunmuşlardır.
Reis-i Cumhur Hazretleri müteakiben sarayın rıhtımını teşrif ve hazırûna
tekrar veda ile rekublerine muntazır (Sakarya) motoruna rakib oldular.
Reis-i Cumhur Hazretlerine, aynı motorda, İzmir Vapuruna kadar Büyük
Millet Meclisi Reisi Kazım Paşa Hazretleri, vali vekili ve şehremini Muhiddin Bey,
üçüncü kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa ile sair zevat ve erkân-ı matbuat
refakat ettiler.
Gazi Hazretleri, “İzmir” vapuruna bindikten sonra geminin iskele başında
kendilerini teşyi’ eden zevata, yeniden iltifatta bulunduktan ve hayırlı yolculuk
temennileri arasında birkaç dakika tevkif ettikten sonra, (İzmir) vapuru
Karadeniz’e doğru hareket etmişti.
Reis-i Cumhur Hazretleri, ara sıra semt semt boğazın iki sahilinde toplanan ve
yalılardan bayrak ve mendil sallayan İstanbullulara selam veriyorlar ve “İzmir”in
güvertesinden boğazı temaşa ediyorlardı.”
18
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
ULVİ BİR İLTİFAT VE BUNA MÜTEALLİK TEŞEKKÜRAT
TEBLİGAT 25
Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul ziyaretlerini tamamlayıp deniz
yoluyla Karadeniz’e doğru yol almakta iken, İstanbul’da bulunduğu zaman içinde
kendisine gösterilen ilgiye, bilhassa İstanbul polisinin övgüye değer görev aşkına
karşı gereken iltifatı göstermek gayesiyle gemi telsizi aracılığıyla aşağıya alınan
tebriki dile getirdi.
Türk Polisi İstanbul’daki birimiyle önderine gereken sevgi ve saygıyı
göstermiş, önder de kendisine gösterilen sevgiye kayıtsız kalmamış, o da duygu
ve düşüncelerini bir telsiz aracılığıyla zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Şerif
Beye ve onun vasıtasıyla da İstanbul Polisine, Polis Mecmuası aracılığıyla da
bütün polis teşkilatına iletmiştir. Bu olgu, Türk Polis Teşkilatı için övünülmesi
gereken bil olgudur.
Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün polis sevgisi, şekilcilik arz eden bir
sevgi değildi. O, polisin demokrasiler için vazgeçilemeyecek bir güç olduğunun
farkındaydı. Polisin varlığına da bu açıdan bakıyordu. Cumhuriyet Kanunlarının
uygulayıcısı ve aynı zamanda koruyucusunun Türk Polisi olduğuna inanıyor ve
öyle olmasını da istiyordu. Bunu isterken, Türk Polisinin de çağdaş bilgilerle dolu
olmasından yanaydı.
“Büyük Gazimizin İstanbul’dan müfarakat-ı âliye-i riyasetpenahilerini
müteakip Karadeniz’in dalgaları arasında-telsiz-le İstanbul Polis Müdürü Şerif
Beye tebliğ buyrulan âli bir iltifat nameleri ile buna mukabele-i müdür-i
mumaileyhin-Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumisi vasıtasıyla-büyük müncimize
arz-ı teşekküratı ve bu babda merakiz-i zabıta rüesasına tebliğini mutazammın
yazdığı telgraf ve tamim namenin suretlerini memnuniyetle derç ediyoruz:”
Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, zamanın Emniyet
Müdürünün şahsında, Türk Polisini yüceltirken işgal dönemindeki polisin verdiği
mücadeleyi gözünün önüne getirdiği, hele hele İstanbul Polisinin fedakarlık ve
kahramanlık dolu mücadelesine özel bir yer verdiği muhakkaktı. Onların
kahramanlık ve sevgi dolu mücadelesini hatırlamaması zaten mümkün olamaz.
Milletin sevgisine mazhar olmuş liderler, bütün güçlerini halkından alır. Mustafa
Kemal Atatürk de her zaman halkına yöneldi ve gücünü halkından almayı başka
güçlere karşı yeğ tuttu. Ama bunu yaparken hiçbir zaman tevil yoluna sapmadı.
Yalan beyanda bulunmadı. Başka başka manalara gelecek biçimde söz
söylemedi. İstanbul Emniyet Müdürü Şerif Beye gönderilen tebriki bu açıdan
değerlendirmek en doğrusu olur.
“İstanbul Polis Müdürü Şerif Bey Efendiye
Karadeniz’in dalgaları içinde en çok mucib-i mahzuzatım, kalbi
hissim, samimi hatıram, siz olmaktasınız. Bunu size ve adreslerini
bilmediğim bütün kardeşlere, evlatlara, iblağ ediyorum.
Gazi: Mustafa Kemal”
Doğrusu İstanbul Polisiyle birlikte Polis Teşkilatının bütün çalışanları bu iltifata
25 Polis Mecmuası, adet: 224, Sayfa: 605, Devlet Matbaası, İstanbul–1928.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 19
MAKALELER
layıktı. Çünkü onlar, tavırlarını özgürlük ve bağımsızlıktan yana koyuşlardı. Maaşlarını
İstanbul Hükümetinin vermesine karşılık, Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetinden yana tavır almışlardı. Zonguldak’ta, Kastamonu’da, Maraş’ta,
Antep’te, Adana’da, Urfa’da, Denizli’de ve diğer illerde kurtuluş mücadelesinin
benimsediği ilkeler doğrultusunda iş gördükleri kesindir. Bunların kayıtlarının bir bir
ortaya konması da bugünkü polis önderlerinin namus borcudur.
“Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumisi Tevfik Beyefendiye
Acizlerini ve-bütün zabıta teşkilatını-cihan-baha iltifatıyla bi-payan
saadetlere gark eden büyük halaskarımız Gazi Hazretlerine minnet ve
şükranlarımızın arzına ve hayatımızda en büyük mükâfatı bu lütfe
olduğumuz mukaddes anda idrak ettiğimizin hâk-i payı riyaset
penahilerine alasına lütuf ve satınızı rica ederim efendim.
İstanbul Polis Müdürü: Mehmet Şerif”
Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün tebrik sözlerini doğru olarak
yorumlayan zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Şerif Bey, tebrikin kedisi
için söylendiğini asla ima etmediği gibi, sadece İstanbul Polisi için de
söylenmediğinin farkındaydı. Bu övgüye değer iltifatlı sözlerin bütün Polis Teşkilatı
için söylenildiğinin farkındaydı. O da biliyordu ki, ‘Hattı müdafaa değil, sathı
müdafaa’ görüş ve ekolünden gelen Büyük Önderin, bir hattı, bir parçayı değil; bir
bütünü tüm unsurlarıyla görebilme becerisine sahip yegâne liderlerden bir
tanesiydi.
Zamanın polis dergisinin yöneticileri ve bilhassa Florinalı nazım Bey, Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile sadece kendi benini tatmin
etmek için iletişim içinde olmamıştır. Cumhuriyete giden yolda yapılan çalışmalar
sonucunda, meydana gelen öneli olayların unutulmaması ve bir biçimde
hatırlanılması ve aynı zamanda hatırlanması için gerekenin yapması hususunda
da büyük gayret göstermiştir.
Bahse konu önemli günlerin, milli manada değerlendirilmesi ve toplumun
ortak bilincini oluşturması doğrultusunda Reisicumhurumuz ve diğer devlet
büyükleri nezdinde tebrik edilmesi ve kendilerine tebrik telgraflarının
gönderilmesi sonucunda; tebrik edilenlerin de karşı tebrik göndermeleri
sonucunda milletçe ortak bir şuurun oluşmasına ön oldukları da muhakkaktır. Bu
gibi uygulamalar ve hatırlatmalar sonucunda; günümüzdeki milli bayramlar
uygulaması hayat bulmuştur. Sevenle sevilenin böylesi bir uygulamayla
kaynaşması sonucu Türkiye Cumhuriyeti yükselme trendine girmiştir.
Polis Mecmuasının Müdürü Florinalı Nazım Beyin ilgili, dikkatli ve akılcı
yaklaşımları sonucunda Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir
telgrafından Cumhuriyetin kuruluşunun bayram olarak kutlanılmasına giden
yolda ne kadar faydalı olduğunu göstermektedir. Tabiidir ki, geçmişi günümüze
taşıyan bu gibi tebrik telgraflarının polis mecmuasında veya başka bir kurum
mecmuasında veyahut da herhangi bir gazetede yayınlanarak günümüze
zamanındaki manasıyla ulaşması da ayrıca bir önem arz eder. Polis Mecmuası
vasıtasıyla Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile kurulan bu sıcak
ilişkiler, Onun Türk Polisine gösterdiği sevginin net görüntüleridir.
20
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Gittiği her yurt köşesinde karşısında Türk Polisini gören Mustafa Kemal
Atatürk; “Cumhuriyet Kanunlarına, memleketin huzur ve asayişine karşı
gelebilecek ve vatandaşların hürriyetine tecavüz edebilecek her şeririn
kafası behemehal bu kalkana çarpmalı ve parçalanmalıdır” beyanında
bulunurken hangi addan olursa olsun iç güvenlik birimlerinin elemanlarının
önemini vurgulamıştır.
Günümüz dünyasında iç güvenliğin sağlanması kadar iç güvenlik
elemanlarının eğitiminin sıkı tutulması da çok önemlidir. Bunu yapmak için
eğitim tekniklerinin bütünün kademeli olarak bir arada kullanılmasında sayısız
yarar vardır. Temel eğitimden sonra yetişkinlerin eğitiminin gereken biçimde
yapılmasıyla bilimdeki gelişmeler eğitilmiş her insana kazandırılmış olur. Aynı
bağlamda polis birimlerinin de yetişkin eğitimine tabi tutulması ve mevcut
zamana ait bilgilerle donatılması, iç güvenliğin sağlanmasında büyük yararlar
sağlar.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 21
MAKALELER
Cumhuriyetin temel nitelikleriyle barışık, çağın gerektirdiği eğitimle donanmış
polis birimlerinin iç güvenliğin korunmasında yüklenecekleri görevleri
aksatmadan yürüteceklerinin aksine bir düşüncenin şekillenmesi mümkün
değildir. Eğitilmiş polislerin, haklı nedenlerle tebrik edilmesinin sonucunda
morallerinin yükseleceğinin farkında olan Mustafa Kemal Atatürk, Polis
Mecmuasına gönderdiği tebrikatında:
Nevzâd Cumhuriyetimizin ilk sâl-i tecellisinde, mecmuamız müdürü Florinalı
Nazım Beyin-Cumhur Reisimizin te’bid-i valasına hadım yazılarına ait-Büyük
Gazimizin cihan kıymet takdiratını havi bir telgraf name-i mualla-i tarihi: 26
TÜRKİYE CUMHURİYETİ RİYASETİ
Hususi
İzmir-Göztepe
16. 2. 1340
Florinalı Nazım Bey Efendiye
İlk celile-i gaibin tebriki münasebetiyle irsal buyurulan 9 Şubat
1340 tarihli mektubunuzu aldım. Hakkımda perverde ettiğiniz samimi
hissiyatın ve kuvvet-i şairliğinizin yeni ve yüksek birer eseri olan
manzumeleri de okudum. Teşekkür ederim.
Cumhuriyetin takdir-i valası hususunda tam ve fikir erbabının ifa
edeceği hizmet bittabi pek şümullü ve müessir olur. Bu yoldaki
mesainin daima tahsin ve takdir ile karşılanacağı da şüphesizdir,
efendim.
Türkiye Reis-i Cumhuru
Gazi Mustafa Kemal
Cumhuriyetin ilk yıllarına rastlayan zaman diliminde, Reisicumhur Mustafa
Kemal Atatürk ile kurulan sıcak ilişkilerde kuşku yoktur ki, Polis Mecmuası
Müdürü Florinalı Nazım Beyin önemli bir katkısı vardır. Bunun yanında,
kuşkusuz Reisicumhurumuzun Türk Polisine karşı beslediği sevginin de büyük
önemi vardır.
Polis Mecmuası vasıtasıyla, Milli Bayram niteliğindeki günlerin tebrik
telgraflarıyla hatırlatılmasının ve sonuçta millileşmesi yönündeki çalışmaların
yanında manevi bayramların da kutlanması, tebrik telgraflarının teati edilmesi ve
bu telgrafların Polis Mecmuasının ilgili nüshasında yayınlanması da Cumhuriyet
Yönetimiyle halkın kaynaşması bakımından önemi inkâr edilemez.
Bu konudaki telgraf teatileri sonucu Polis Mecmuasında yayınlanan telgraf
örnekleri aşağıya alınmıştır:
MECMUAMIZ MÜDÜRİYETİNE KIYMETTAR İLTİFATLAR 27
“İyd-i fıtr münasebetiyle arz-ı tebrikat ve tazimatı havi mecmuamız müdürü
Florinalı Nazım Bey tarafından takdim edilmiş telgraf nameler üzerine müdür-i
mumaileyh ber-vechi ati cevaplar beyan-ı teşekkür ve iltifat buyurulmuştur”:
26 Polis Mecmuası, Ağustos, Eylül, Teşrinievvel–1928, Devlet Matbaası, adet: 224, 225, 226,
sayfa: 620, İstanbul–1928.
27 Polis Mecmuası, Mart, Nisan, Mayıs, Devlet Matbaası
Adet 219, 220, 221, sayfa:513, İstanbul–1928.
22
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Ramazan Bayramı dolayısıyla, Polis Mecmuası Müdürü Florinalı Nazım
Beyin, başta Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere diğer
devlet büyüklerinden alınan tebrik telgrafları bir bütün halinde incelendiğinde;
milli günlere olduğu kadar manevi günlere de önem verildiğini görmek
mümkündür. Milli ve manevi bütünleşmenin örneği olan cevabi tebrik telgrafları
aşağıya alınmıştır:
Florinalı Nazım Beye
C. Bil mukabele beyan-ı tebrikat ederim.
Reis-i Cumhur
Gazi Mustafa Kemal
Florinalı Nazım Beye
Teşekkür ve tebrik ederim.
Başvekil
İsmet
İstanbul Yıldız Polis Mecmuası Müdürü Nazım Beye
Tebrik telgrafınızı aldım. Çok teşekkür eder ve bilmukabele takdimi
tebrikat ederim, efendim. 24.03.1928
Şükrü Kaya
Dâhiliye Vekili
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 23
MAKALELER
CİHAN KIYMET BİR İLTİFATNAME 28
TÜRKİYE CUMHURİYETİ RİYASETİ
Hususi
Ankara
1 12 1339
Florinalı Nazım Bey Efendiye
25 Teşrinisani 1339 tarihli mektubunuzla melfufu gazete-i
mektuplarınızı memnuniyetle aldım. Şahsıma karşı her vesile ile izhar
olunan merbutiyet-i samimaneden pek mütehassıs olmaktayım. Büyük
Milletimizin büyük azim ve hamiyetinden doğan bi-misal zaferi tasvir ve
terennüm hususundaki kudret ve muvaffakiyetinizi takdir ve
hakkımdaki ihtisasatınıza teşekkür ederim, efendim.
Türkiye Reis-i Cumhuru
Gazi Mustafa Kemal
“Büyük müncimiz ve âli şan Reis-i Cumhurumuz, Gazi Mustafa Kemal
Hazretlerinin mecmuamız müdürü Florinalı Nazım Beyin (Türk Büyük Zaferini)
tasvir ve terennüm hususundaki gayret ve muvaffakiyet-i edebisini takdir ederek
gayet âlî ve kıymettar bir iltifat name-i tarihiyeleri, balada aynen vaz ve mevki-i
tazim ve mübahat edilmiştir.”
Şair bir kişiliğe sahip olan Florinalı Nazım bey bu husustaki nazımlarını hem
Polis Mecmuasında yayınlıyor ve hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e
göndererek aslında kendi şahsıyla Türk Polisinin duygu ve düşüncelerini
iletiyordu.
Aynı zamanda bu tür iletilerle de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Türk Polisi
arasındaki sevgi bağını güçlendiriyordu. Bu sevgi, liderin inancına karşı Türk
Polisinin verdiği sarsılmaz bağlılık yemini ve o doğrultudaki uygulamanın olması
gereken sonucuydu.
Oluşan bu sevgi bağı, Florinali Nazıb Bey yönetimindeki Polis Mecmuası
aracılığıyla Türk Polisinin bilgisine sunuluyordu. Türk Polisi de Atasının övgüsüne
laik olmak için var gücüyle karşılığını ödemeye çalışıyordu.
SONUÇ
İstiklal Mücadelesinin önderi, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk
Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk Polisine beslediği muhabbet
ve sevgi kesinlikle basit bir polis sevgisi değildi. O kahramanların, İstiklal
Mücadelesi sırasında neler yaptığını bizzat müşahede ettiğinden dolayı, Türkiye
Cumhuriyetinde huzur ve güvenin sağlanmasında da neler yapabileceklerini
tahminden öteye net olarak biliyordu. Bunu bildiğinden dolayı, o birimin
elemanlarına sarsılmaz bir güven duyuyor ve bir o kadar da sevgi besliyordu.
Bu sevgi, Türk Polisinin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iç
güvenliğinin sağlanmasında üstlendiği veya üstleneceği rolden kaynaklanıyordu.
Devlet kurma geleneğinden gelen ve üst düzeyde liderlik unsurlarına sahip bir
28 Polis Mecmuası, Eylül, Teşrinievvel, Teşrinisani 1927, adet, 213, 214, 215, sayfa:412,
Devlet Matbaası, Ankara–1927
24
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
önder olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin en önemli
unsurlarından birisi olan polisin yeni devletteki konumundan bihaber olması
düşünülemezdi.
O, Birinci Dünya Savaşı sonucunda dünyanın uğradığı felaket sonrası dünya
milletlerinden, felakete maruz kalanlarla kalmayanların bir noktada birleşerek
sıcak savaşlara daha az başvuracağını, başka yol ve yöntemleri deneyeceklerini
pekâlâ biliyordu. Bunu bildiğinden dolayı da, başka devletler üzerinde istenilen
baskının oluşturulması için o devletlerin iç dinamiklerinin harekete geçirileceğini
düşünüyordu. İç dinamiklerin kışkırtma, yönlendirme ve menfaat sunma yoluyla
kullanılmasının önlenmesinde de polis ve jandarmanın, daha doğrusu zabıta
birimlerinin bu gibi olumsuzlukları önleme konusundaki güçlü varlığının çok
önemli olduğunu biliyor ve takdir ediyordu.
Bu durumda zabıta birimlerinin olması gereken biçimde yapılandırılması,
yasal olarak güçlendirilmesi de gerekiyordu. Osman Sulhi AKSU, Polis
Dergisinde yayınladığı“Atatürk’ün Polis Sevgisi” adlı makalesinde, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün polise, daha doğrusu zabıta yapılanmasına bakış
açısını anlatırken; Polis Vazife ve Selahiyet Kanunun bizzat dikte ettiğini de ifade
etmektedir. 29 Sadece bu anlatımın bile Gazi’nin zabıta birimlerine ve zabıta
birimlerinin oluşumuna ne kadar önem verdiğinin göstergesidir.
İç güvenliğin sağlanmasının, dış güvenliğin sağlanmasıyla ilintili olduğunun
düşünülmesine karşılık, iç güvenlik uygulamalarında, dış güvenlikte olduğu gibi
bir hasım gücün farz edilmesi ilkesi yoktur. Yani dış güvenlik anlayışında bir
düşmanın varlığından söz edilmesine karşı, iç güvenlikte sadece suçludan veya
suça bulaşmış fert veya topluluklardan söz etmek mümkündür. Suça bulaşan bu
insanların, düşman olarak nitelenip, ortadan kaldırılması sosyal bir devlet için
çözüm değildir.
Bu nitelikleri bilen Reisicumhurumuz Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polis ve
Jandarmasının çağdaş ve nitelikli bir eğitime tabi tutulması hususunda
gerekenlerin yapılmasını emretti. Ancak geçen bölümlerde de izah edildiği gibi
bir canlandırmayla işin yürütülmesinden sorumlu olanlara anlatma yolu seçti.
Devlet başkanı olarak kesin emir vermek suretiyle yapılmasını isteyebilecek
olmasına karşılık, ikna yolunu seçmesi de onun yönetim karakterinin bir başka
göstergesidir.
Bu yolla ikna ettiği yöneticiler de, Türk Polis ve Jandarmasıyla birlikte diğer
güvenlik unsurlarının eğitilmesi hususuna gereken önemi verdiler. Büyük
önderin deha dolu anlatımıyla, iç güvenlik birim ve elemanlarının eğitilmesinin
ne kadar önemli olduğunu anlamakta zorluk çekmediler. Anladıktan sonra da,
gerekeni yapmaya koyuldular.
Geçen kısa zamana karşılık önemli mesafeler kat edildi. Polis Koleji ve Polis
Enstitüsü açıldı. Kolejde üst öğrenime hazırlayıcı eğitim verilirken, Polis
Enstitüsünde Teşkilatın orta ve yüksek amir ihtiyacının karşılanması hususunda
çalışmalar yapıldı. Faaliyete geçirilen orta ve yüksek tahsil birimleri gereken
29 AKSU, Osman Sulhi, a. g. m. sayfa: 23–24, İstanbul–1992.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 25
MAKALELER
amir ihtiyacını karşılamaya uygun olarak yapılandırıldı.
Netice itibariyle; iç güvenlik uzmanlarının ihtiyacı karşılayacak biçimde
çağdaş yol ve yöntemlerle eğitilmesi hususu öne çıktı. Bu oluşum, güvenlik
unsurunun yeni dünya düzeninde konumuyla ilgiliydi.
Bu günün dünyasında; dış güvenlik kadar, belki de daha çok iç güvenlik
uygulamaları önem kazanmıştır. Çünkü sıcak savaşı göze alamayan devletler,
genel olarak kendilerine hasım olarak gördükleri devletlerin iç işlerini karıştırarak,
istek ve arzularını gerçekleştirme yollarını seçmişlerdir. Böylelikle de kendi insan
kaynaklarının herhangi bir tehlikeye düşürülmeden karşı devlet üzerinde
hükümranlık tesis etmektedirler. Hiçbir şey kazanamazlarsa da hasım olarak
belledikleri devletin kalkınma ve teknolojiyi kullanma girişimlerini kesintiye
uğratarak, muhtaç konumda kalmalarını sağladıklarından dolayı kendilerini
mutlu hissederler.
Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal
Atatürk, iç güvenliğin sağlanmasında görev alan polis, jandarma ve diğer zabıta
kurumlarının elemanlarının, insan haklarına saygılı, bilgili, ahlaklı ve haklıdan
yana bir tavır içinde olmalarına büyük bir önem vermiştir. Atfettiği bu önemin
gelecek nesillere canlı bir biçimde ulaşması için de gerekeni yapmıştır. Bu
günümüzü, dünümüze borçlu olduğumuzun göstergesi de bu yapılanlardır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bilgi ve görgüsünün yanında, dehası gereği bir
ülke için zabıtanın hangi manaya geldiğini biliyordu. Bildiklerinin uygulamaya
geçirilmesi için de gerekeni yapmaktan asla geri durmadı. Netice itibariyle; eseri
ortada durmaktadır.
26
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
MAKALELER
2
TÜRK CEZA HUKUKUNDA ŞEREFE KARŞI
SUÇLAR
Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI ∗
Öğr. Gör. Günal KURŞUN ∗∗
Giriş
Herkes, onur, şeref ve haysiyet sahibidir. Ceza hukuku, kişiyi, onuruna, şeref ve
haysiyetine dokunan fiillere karşı korumaktadır. Ne adla olursa olsun, kimsenin kimseyi
aşağılamak hakkı yoktur. Hakaret suçu tarih kadar eski olmakla birlikte, herkesin ayırımsız
onur, şeref ve haysiyet sahibi olduğunun kabul edilmesi yenidir. Gerçekten, kanun
önünde eşitlik ilkesi gereğince, hiç kimse, bir diğer kimseden, daha az şerefli değildir.
Ayırımsız, herkes eşittir, ait olduğu toplumun şerefli bir üyesidir ( An. m.5,10, 17 ).
Medeni Kanun, 24. maddesi hükmünde, kişiyi, onuruna, şeref ve haysiyetine
karşı saldırılar karşısında korumaktadır. Kişi, başkalarından, onuruna, şeref ve haysiyetine
saygı gösterilmesini isteme temel hakkına sahiptir.
Ceza hukuku, kişinin onurunu, şeref ve haysiyetini, cezaî himayenin konusu
yapmıştır. Haksız olarak, bir kimsenin onuruna, şeref ve haysiyetine saldırıda bulunmak,
hakaret suçuna vücut vermektedir.
Ceza Kanunu, hakaret suçunu, Kişilere Karşı Suçlar, ismini taşıyan İkinci Kısmının,
Sekizinci Bölümünde Şerefe Karşı suçlar ismi altında düzenlemiştir. Kanun,
125. maddede hakaret ve sövme suçuna, 126. maddesinde “matufiyet” ilkesine,
127. maddesinde ispat hakkına, 128. maddesinde savunma dokunulmazlığına,
131. maddesinde “ Soruşturma ve kovuşturma koşulu “ madde başlığı altında
şikâyete yer vermiştir.
Kanun, 765. s. Kanunda yer alan, “Memura hakaret” suçunu kaldırmış, kamu
görevlisine karşı görevinden dolayı hakareti cezayı ağırlaştıran bir neden
saymış, kuralın istisna olarak suçun resen takibini öngörmüştür.
765 s. Kanunun Din hürriyetine saldırı olarak düzenlediği bazı fiilleri, Kanun,
ağırlatılmış hakaret ve sövme suçu olarak düzenlemiş, ayrıca 130. maddesinde,
“Kişinin hatırasına hakaret” madde başlığı altında “Ölüye hakaret” suçuna yer
vermiş, 131/2. maddesinde ölüye hakaret suçunun takibini şikâyete bağlamıştır.
Gerçekten, Anayasanın 24. maddesi hükmünün teminatı olan “Din hürriyetine
karşı suçları” büyük bir başarıyla “buharlaştıran” tarihi kanun koyucu, Anayasanın,
2, 10, 24, AİHS’ in 9, 10, 14 ve MK’ un 24. maddesine aykırı olarak Din
∗ Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı
Başkanı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi, Polis Akademisi
Eski Öğretim Üyesi
∗∗ Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Öğretim
Görevlisi
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
hürriyetini ihlal eden davranışları, kendi kabul ettiği sisteme uyarak ör.,“Topluma
Karşı Suçlar” arasında düzenlemesi gerekirken, “Kişilere Karşı Suçlar” arasında
düzenleyerek, hukuk düzeninde ferdî- toplumsal bir kurum olan ve “Kişi” ile hiçbir
ilişkisi bulunmayan kutsal Dini, kişinin bir niteliği saymış; böylece, bildiğimiz
kadar, demokratik laik bir toplum/ hukuk düzeninde emsali olmayan 1, 2 , ancak
11926 yılından bu yana alıştığımız suçların Cürüm-Kabahat ayırımını kaldırmaktan tutunuz da daha
birçok konuda Alman Hukuk Sistemine öykünen Tarihi kanun koyucunun, uzmanlarının Alman
dilini bilmelerine rağmen, o sisteminde, bağımsız bir başlık altında, cezai himayenin konusu yapılan
Din hürriyetini görmezlikten gelmesini, ayrıca Alman Kiliselerinin tüzel kişiliğinin farkında olmamasını
anlamakta zorluk çekiyoruz. Gerçekten, Alman ceza hukukuna bakarak cürüm – kabahat ayırımını ortadan
kaldıran Tarihi Kanun Koyucunun, aynı titizliği Din hürriyetine karşı suçlarda göstermemesi
açıklanabilir bir davranış değildir. Bizden farklı olarak, Alman hukuk sisteminde, Din hürriyetine karşı
suçlar, Kişiye karşı suçlar içinde eritilmemiş, dolayısıyla, kanun önünde eşitlik ilkesi ihlal edilmemiştir.
Esasen, dil fakiri olmamıza rağmen, biz, bu hukuk düzeninde, Din hürriyetine karşı suçların, tıpkı
Zanardelli Kanununda olduğu gibi, bağımsız bir başlık altında düzenlemiş olduğunu saptamış bulunuyoruz.
Tarihi Kanun Koyucunun, elindeki sonsuz imkana rağmen, Alman hukukunun laik toplum/hukuk/devlet
düzenine yakışan bu düzenlemesini görmemiş olması, herhalde sadece bir rastlantı
olarak değerlendirilemez.
2 Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Sn. Meral Ekici Şahin’in talebimiz
üzerine bizim için hazırladığı Alman Ceza Hukuku Sistemine ilişkin kısaltılmış değerlendirmesi, okuyucuya
en az bize olduğu kadar yararlı olacağı inancıyla aşağıda sunulmuştur:
“Alman Ceza Kanunu iki kitaptan oluşmaktadır, genel hükümler ve özel hükümler. İkinci kitap
olan özel hükümler ise 30 kısma ayrılmıştır. Bu kısımlar ayrıca alt bölümlere ayrılmamıştır. Din
ve dünya görüşlerine karşı suçlar ise 11. kısımda düzenlenmiştir. Burada; “Din ve Dünya Görüşüne
İlişkin Suçlar” başlığı altında, dinlere, dini topluluklara ve belirli bir dünya görüşüne sahip
olan topluluklara sövme, dini ayinlerin, cenaze merasimlerinin ve ölülerin istirahatlarının ihlal
edilmesi suçlarına yer verilmiştir.
Alman Ceza Kanununun “dinlere, dini topluluklara ve belirli bir dünya görüşüne sahip olan topluluklara
sövme” başlığını taşıyan 166. maddesinde korunan hukuki menfaatin, doktrin ve uygulamadaki
hâkim görüşe göre toplumsal huzur ve barış olduğu belirtilmiştiri.
166. maddeyle amaçlananın, basit bir şekilde “tanrıya küfredilmesinin cezalandırılması” olmadığı
belirtilmektedirii. Cezalandırılan, başka bir ifadeyle korunmak istenen “toplumsal barış ve huzurun devamı”dır.
Bu nedenle de maddede, “Her kim alenen veya yazıyla, bir başkasının dinsel veya dünya
görüşüne ilişkin inancın içeriğine, toplumsal barış ve huzuru bozmaya elverişli olacak şekilde söverse,
üç yıla kadar hapis veya para cezasıyla cezalandırılır” demek suretiyle, sövme fiilinin toplumsal huzur
ve barışı bozmaya elverişli olmasını aramaktadır. Hatta eski Alman İmparatorluğu Ceza Kanunu bile,
“Tanrıya sövmeyi” cezalandırma için tek başına yeterli görmemekte ayrıca bunun bir öfkeye neden
olması şartını aramaktaydıiii.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; “her kim, toplumsal barış ve huzuru bozmaya elverişli olacak
şekilde, alenen veya yazıyla ülke sınırları içindeki bir kiliseye veya başka bir dini cemaate veya belirli
bir dünya görüşüne sahip topluluğa, bunların kural ve kurumlarına söverse, birinci fıkradaki gibi cezalandırılır.”
demektedir. “Kilisede ilahi söylenmesi, vaftiz törenleri, Meryem anaya saygı gösterilmesi,
vaaz verilmesi, günah çıkartma, vaftiz suyunun kullanılması, mezar nizamnamesi, dinin yüceltilmesi,
azizlerin derecelendirilmesi”, bir dine ait kural ve kurumlar bağlamında değerlendirilecektiriv.
166. madde bağlamında hem bir dini inanç veya belirli bir dünya görüşünün içeriği (örneğin, teslis
inancı, İsa’nın yüceltilmesi), hem de kilise, cami ya da havra cemaatleri, ama bunun yanında Anglikan
Kilisesi ve Rum Ortodoks kilisesi, Katolik Kilisesi, Rum Katolik Kilisesi, Yehova Şahitleri, dinsiz düşünce
toplulukları korunmaktadır. Buna karşın tarikatlar, belirli bir dünya görüşüne sahip toplulukların
sınırını oluşturmakta ve 166. maddece korunmamaktadırlar. Belirli bir politik görüşe sahip toplulukların
bu madde bağlamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği ise tartışmalıdırv.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
Din ve inanç hürriyeti aleyhine işlenen suçlar Alman ders kitaplarında ise, topluma karşı işlenen
suçlar ana başlığı, toplumsal huzur ve barışa karşı işlenen suçlar alt başlığı altında
incelenmektedirvi. Bu da, bu ceza normuyla korunmak istenen hukuki menfaatin “toplumun huzur
ve barışı” olduğunu göstermektedir.
Bu suç niteliği itibariyle sözlü veya yazılı hakaretamiz bir düşünce açıklamasını
gerektirmektedirvii.
Kanunun 167. maddesinde ibadet ve dini ayinlerin ihlali, 167a’da ise cenaze merasimlerinin
ihlali suçu düzenlenmiştir.
168. maddede ise, ölülerin istirahatlarının ihlali ceza yaptırımı altına alınmıştır. Maddenin 1.
fıkrasında, yetkisi olmadığı halde, cesedi veya cesedin bazı kısımlarını, küllerini bulunduğu yerden
alan veya bunlara karşı tahkir edici davranışlarda bulunan kişilerin cezalandırılacağı düzenlenmektedir.
Buna karşın aynı maddenin ikinci fıkrasında, cenazelerin muhafaza edildiği mekânların, mezarların
veya kamuya ait anıt mezarların yıkılması veya bunlara zarar verilmesi veya bunlara karşı tahkir edici
davranışlarda bulunulmasının cezalandırılacağı belirtilmektedir.
168. maddeyle korunan hukuki menfaatin ise, ölü yakınlarının duyguları ve ölülere duyulan
saygı olduğu belirtilmektedirviii.
Görüldüğü gibi Alman Ceza Kanununun 11. kısmında düzenlenen din ve vicdan hürriyetine
karşı suçlar arasında, bir dine veya belirli bir dünya görüşüne veya bu dinin kurallarına ve kurumlarına,
dini topluluklara ve kutsal sayılan değerlere, örneğin kiliseye sövme ve tahkir edici
davranışlarda bulunma ceza yaptırımı altına alınmaktadır. Özellikle 166. maddedeki “dinlere,
dini topluluklara ve belirli bir dünya görüşüne sahip olan topluluklara sövme” suçunun oluşması
için, tahkir edici bir düşüncenin yazılı veya sözlü olarak ifade edilmesi ve bu düşüncenin toplumsal
huzur ve barışı bozmaya elverişli olacak biçimde yayılması gerekmektedir.
Bu bölümde düzenlenen diğer suçların da, benzer şekilde başkalarının din ve dünya görüşlerine, din
ve dünya görüşüyle bağlantılı diğer değerlere saygı gösterilmesi gerektiği yönündeki temel kuralın birer
yansıması olduğunu görüyoruz. Alman Kanun koyucusu din ve dünya görüşünü hukuki koruma altına
alınması gereken ayrı bir değer olarak görmüş ve bu değerleri bağımsız olarak özel bir kısımda düzenlemiştir.
Ancak din hürriyeti aleyhine işlenen suçların düzenlendiği 11. kısımda, bir ibadethanede bulunan
veya belirli bir dünya görüşüne sahip topluluğa ait eşyaların çalınması veya tahrip edilmesi,
başka bir ifadeyle hırsızlık ve kilise malına zarar verme suçu düzenlenmemektedir. Bir ibadethanedeki
eşya, mesela bir camideki halı veya bir kilisedeki şamdan çalındığında veya kilise malına
zarar verildiğinde bunun aynı kısımda cezai yaptırım altına alınmadığını görmekteyiz. Bilakis bu
tür fiiller Alman Ceza Kanunun hırsızlık ve emniyeti suiistimal başlığını taşıyan 19. ve mala zarar
verme başlığını taşıyan 27. kısımlarında düzenlenmişlerdir.
Alman Ceza Kanunun nitelikli hırsızlık suçunu düzenleyen 243. maddesi, bir kiliseden veya bir başka
ibadethaneden, ibadete tahsis edilmiş veya dini bir değer atfedilen bir eşyanın çalınmasını 242. maddedeki
basit hırsızlığa göre daha ağır cezalandırmaktadır.
Benzer şekilde ACK’nın 304. maddesinde; bir dini cemaatin mallarına, ibadethanelerdeki ibadete
mahsus eşyalara veya mezar taşlarına, kamuya ait anıtlara, doğal anıtlara, kamuya ait bir
koleksiyonda korunan veya sergilenen sanatsal, bilimsel veya mesleki bir değeri olan eserlere
veya kamunun kullanımına tahsis edilmiş veya yolların, meydanların, alanların güzelleştirilmesine
tahsis edilmiş eşyalara zarar verilmesi veya bu eşyaların tamamen tahrip edilmesi suçu düzenlenmiştir.
Hırsızlık suçundakine benzer bir şekilde 304. maddedeki fiillerde ACK’nun 303. maddesindeki basit
mala zarar verme suçuna oranla daha ağır cezai yaptırıma bağlanmıştır.
Alman kanun koyucusu dini cemaatlerin mal varlıklarına karşı işlenen suçlar için ayrı bir kısım
ayırmayıp, bu suçları mal aleyhine işlenen suçlarla aynı kısımda düzenlemiştir. Buna karşın din
hürriyeti aleyhine işlenen tahkir edici suçları, şerefe karşı suçlar içinde düzenlememiş, bu suçlar
için ayrı bir kısım ayırmıştır. Alman kanun koyucusunun neden böyle bir düzenleme yaptığına
ilişkin aşağıdaki değerlendirmemin yanlış olmayacağı kanaatindeyim.
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
teokratik bir toplum/hukuk düzeninde görülebilen ilginç bir düzenlemeye yer
vermiştir. 3 .
Bilindiği gibi Almanya’da kilise ve diğer dini cemaatlerin tüzel kişiliği vardır. Tıpkı gerçek kişilerin
olduğu gibi, bu tüzel kişilerin de malları vardır. Ve özel kişilerin malvarlığı aleyhine olduğu
gibi, tüzel kişilerin malvarlığı aleyhine de suç işlenebilmektedir. Bu nedenle de tüzel kişilerin mal
varlıkları aleyhine işlenen suçlar, gerçek kişilerin mal varlığı aleyhine işlenen suçlarla aynı bölümde
düzenlenmiştir. Ancak din ve dünya görüşü kişiden bağımsız ayrı bir hukuki değer olarak
görülmüş ve bu nedenle de şerefe karşı işlenen suçlar arasında değil, bağımsız ayrı bir kısımda düzenlenmiştir.
Sonuç olarak, Alman Ceza Kanunu’nun “ hakaret” başlığını taşıyan şerefe karşı suçların düzenlendiği
14. kısmında, din ve belirli bir dünya görüşünün tahkiri suçlarına yer verilmemiş, bu suçlar “din ve dünya
görüşüne ilişkin suçlar” başlığını taşıyan 11. kısmında ayrı olarak düzenlenmiştir. Buna karşın dini toplulukların
mal varlıklarına karşı işlenen suçlar, hırsızlık ve emniyeti suiistimal başlığını taşıyan 19. kısım ve
mala zarar verme başlığını taşıyan 27. kısımda yer almaktadır.
i TRÖNDLE, Herbert/ FİSCHER, Thomas, Strafgesetzbuch und Nebengesetze, 51. Aufl.,
Münschen 2003, § 166, Rn. 2.
ii Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn. 2.
iii Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn. 2.
iv SCHÖNKE, Adolf/ SCHRÖDER, Horst/LENCKNER, Theodor, Strafgesetzbuch Kommentar,
19 Aufl., München 1978, §166, Rn.18,19;Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn. 2.
v Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn.6.
vi SCHMİDHAEUSER, Eberhard, Strafrecht Besonderer Teil, Grundriss, Tübingen 1980, Rn.
12/11.
vii Celle NJW 86, 1275; LG Göttingen NJW 85, 1654
viii Tröndle/Fischer, StGB, §168, Rn. 2.
3 Laiklik ( An. m. 2 ), dolayısıyla kanun önünde eşitlik ilkesinin ( An. m. 10 ) sonucu olan Din
ve vicdan hürriyeti ( An. m. 24 ), Aydınlanma döneminden bu yana, cezaî himayenin konusu olarak
ceza kanunlarının nerede ve nasıl düzenleneceği konusunda ciddi tartışmalara yer vermiştir. Zanardelli
Kanunu, Dine saldırıları, Kişiye Karşı Suçlar arasında değil, Dini ferdi-toplumsal bir kurum sayarak, “Din
Hürriyetine Karşı Suçlar” adı altında bağımsız bir kategori olarak düzenlemiş, ayrıca Kilisenin mallarına
vaki saldırıları ağırlatılmış hırsızlık suçu saymıştır. İtalyan Ceza Kanunu, Dine saldırıları, İkinci Kitabın,
Dördüncü Başlığında “ Dinî Duyguya ve Ölülere Acıma ( pieta’ ) Duygusuna Karşı Suçlar” suçlar başlığı
altında, 402-406, 407-413. maddelerinde düzenlemiştir. Kanun, İkinci Kitabının Onikici Başlık altında Kişiye
( persona ) karşı suçlara yer vermiştir. Bu suçlar arasında, özellikle hakaret suçlarında kişiye izafeten
dinle ve ölülerle ilgili hiçbir düzenleme yapmamıştır. Bu demektir ki, laik bir toplum/hukuk/ devlet düzeninde,
kişiye karşı suçlar arasında, hiçbir adla ve amaçla dine karşı suçların, özellikle ölülere karşı suçların
yeri yoktur. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerini oluşturan 765 s. Kanunda Kişi karşı suçlar
arasında, dine karşı suçlara yer verilmemiştir. Dine karşı suçlar Din Hürriyetine Karşı Suçlar adı altında
başlı başına bir kategori olarak düzenlenmiştir.
Bilgimizin ve imkânlarımızın yetersizliğini İtiraf etmekle birlikte, biz öyle sanıyoruz ki, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesini İmzalayan Avrupa Birliği Devletlerinin Ceza Hukuku Düzenlerinde
Kanunun düzenlemesine emsal olacak bir düzenlemenin olduğunu sanmıyoruz. Gerçekten, Kanun,
Din ve vicdan hürriyetini cezai himayenin konusu yapmamış, Din ve vicdan hürriyetini ihlal
eden davranışları parçalara bölerek İkinci Kitabında “ Kişiye Karsı Suçlar” başlığı altında, bir
kısmını Yedinci Bölümde “Hürriyete Karşı Suçlar” , bir kısmını sekizinci Bölümde “ Şerefe Karşı
Suçlar “ ve diğer bir kısmını Onuncu Bölümde “Malvarlığına Karşı Suçlar” kategorisi içinde düzenlemiştir.
Dikkatlice bakılmadığında Kanunun çözümünün dahiyane olduğu söylenebilir. Ancak,
Din, Türk Hukuk Düzeninde, Kişinin, İnsanın, Vatandaşın bir niteliği midir sorusu sorulduğunda,
iş karışmaktadır. Gerçekten, Din, ne Anayasada, ne Anayasanın artık bir parçası olan
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, ne de Medeni Kanunda kişinin bir niteliğidir. Böyle olunca,
Din ve vicdan hürriyetine karşı saldırıları düzenleyen hükümlerin, aynen Avrupa Birliği üyesi
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
Böylece, Kanun, çoğu kez, tabiri caizse, kazı koza karıştırarak hakaret ve sövme
suçunun klasik yapısını bozmuş, iki suçu aynı maddede toplayarak “hakaret ve sövme
suçu ayırımını kaldırdığını” iddia etmiş, sonunda başka bir yerde emsali olmayan
bir düzenleme gerçekleştirmiştir.
1. Hukuki konu, fail, mağdur
Suçun ihlal ettiği, cezanın koruduğu hukuki değer veya menfaat, kişinin onuruna,
şeref ve haysiyetine başkalarının saygı göstermesini istemesidir. Kişinin ait olduğu
toplumda saygın olmaya; onurun, şeref ve haysiyetinin sayılmasına hakkı vardır. Bu
hak kişinin temel hakkıdır. Sıkı sıkıya kişiye bağlıdır. Kişinin onurunun, şeref ve haysiyetinin
ihlali hakaret ve sövme suçlarına vücut verir.
Hakaret ve sövme, ister kanunun farklı maddelerinde, isterse aynı maddesinde
düzenlenmiş olsun, benzer yönleri olmakla birlikte, esasta farklı suçlardırlar. O
nedenle Kanunun gerekçesinde yer alan hakaret ve sövme suçu ayırımını kaldırdık
iddiası tutarlılıktan yoksundur.
İstisnasız herkes suçun faili olur. Fail olmak için mutlaka isnat yeteneğine sahip
olmaya gerek yoktur. Bir akıl hastasının, bir çocuğun suçun faili olması mümkündür.
Suçun mağduru, suçla ihlal edilen, ceza ile korunan değer veya menfaatin hamili
kişidir. Kanun “ölüyü” suçun mağduru saymakta, suçun takibini yakınlarının şikâyetine
bağlamış bulunmaktadır ( m. 130, 131/2 ). Çocuğa, bir akıl hastasına hakaret
edildiğinde, şikâyet hakkını kimin kullanacağı konusu tartışmalıdır. Kanunun 76.
maddesinde, CMK’ un 158. maddesinde bu konuda bir açıklık yoktur. Bu durumda,
bunlar adına şikâyette bulunacak kimse, herhalde veli veya vasidir.
1.1. Mağdurun belirlenmesi
Hakaret ve sövme suçlarında, failler, çoğu kez, fiillerinin muhatabı kişilerin
belli olmamasına özen göstermekte, böylece cezasız kalmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar.
Toplumun, suçla mücadelede suçlunun cezasız kalmamasını sağlamak
konusundaki çıkarı ile ifade hürriyetinin korunmasındaki çıkarı, hakaret ve
sövme suçlarında “Matufiyet ilkesinin” bulunmasını sağlamıştır.
Kanun, 126. maddesinde matufiyet hükmüne yer vermiştir. Gerçekten, söz konusu
bu hükme göre, fail hakaret suçunun işlerken mağdurun ismini açıkça belirtmemiş
veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve
mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa,
hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş sayılır.
126. madde hükmü herkesin anlayacağı bir biçimde kaleme alınmamıştır.
Devletlerin Ceza Hukuku Düzenlerinde olduğu gibi, “Kişiye Karşı Suçlar” arasında yeri yoktur.
Laik bir hukuk düzeninde, ne doğrudan ne de dolaylı olarak, Kişiye dinî bir sıfat verilebilir. Türk
hukuk düzeninde Din, kişinin, insanın, vatandaşın ne kimliği ne niteliğidir. Türkiye Cumhuriyeti
bir “ Din “ devleti değildir. Öyleyse, Kanunda yer alan düzenleme, ancak teokratik toplum/hukuk/devlet
düzenlerinde rastlanabilecek bir düzenlemedir.
Bu durum, sistematik açıdan, Ceza Kanununun, bir parçasını oluşturduğu hukuk düzeni ile tutarlı
olmadığını, tabiri caizse “altı kaval üstü şişhane olduğunu” kanıtlamaktadır. Dileğimiz, Ceza
Kanununun, “teokrasi özlemlerinin” giderilmeye çalışıldığı bir alan olmamasıdır. Ceza Kanunun
Anayasaya aykırı olamadığından, Anayasanın, değiştirilmesi bile teklif edilemeyen maddelerinden
olan 2. maddesi hükmü, bu hükmün yansımaları ve göndermede bulunduğu AİHS ciddi bir
tehlikeyi önlemiştir.
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
765 s. Kanunun 484. maddesi hükmünün uyarlanması başarılı olmamıştır. Üstelik
“… tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa…” hükmünün yerine “…
duraksanmayacak bir durum varsa… “ hükmünün konulması, ifade hürriyetinin
alanını keyfi olarak daraltmıştır. O nedenle, anlamı da pek belirgin olmayan bu
hükmün, tereddüde yer vermeyecek derecede karineler varsa biçiminde anlaşılması
gerekmektedir. Gerçekten, karinenin anlamı hukukta bellidir. “Durum”un
“Karine” ile aynı şey olduğu söylenemez, çünkü durum kelimesi, karine kelimesinin
karşılığı yani eş anlamlısı, sinonimi değildir.
2. Fiil
Hakaret suçunda fiil, bir düşünce açıklamasıdır. Düşünce, söz, ses, işaret, yazı, görüntü,
resim, yontu, vs. ile ifade edilebilir. Ancak, hakaret ve sövmede, Kanunun suç
olarak tanımladığı fiil, ortak yanları olmakla birlikte, özünde birbirinden farklıdır. O
nedenle, hakarette ve sövmede fiili ayrı incelemek gerekmektedir 4 .
2.1. Hakaret suçunda fiil
Suç sayılan fiil, kişiye “somut bir fiil veya olgu isnat etmek” fiilidir.
Burada, somut fiil veya olgudan maksat, isnat edilen fiilin veya olgunun yer,
zaman ve kişi bakımından belli, bilinen, yani muayyen olmasıdır. Fiil isnadı, muayyen
bir işin veya davranışın; olgu isnadı, herhalde muayyen bir olayın, bir
vak’a veya hadisenin yakıştırılması anlamındadır. “Olgu” isabetle seçilmiş bir kelime
değildir, çünkü olgunun sözlük anlamı, vakıa veya fenomendir. Bir kimseye
bir fenomen isnadı anlaşılır bir ifade değildir. Kanunun gerekçesinde de “fiil veya
olgu isnadı” denilmektedir. Ancak, sayılan örneklerden hiçbiri, olgu değil, olay, vak’a
veya hadisedir. “… kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar
rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması” bir olgunun isnadı değil, bir fiilin, bir
vak’a veya hadisenin isnatta bulunulmasıdır.
İsnat edilen fiil veya olgu kişinin onurunu, şeref ve saygınlığını “rencide edebilecek
nitelikte” olmalıdır. Rencide etmek, incitmek, kalbini kırmak anlamındadır.
İsnat edilen fiil, nesnel olarak, incitici, kalp kırıcı bir nitelikte olmalıdır. 765 s.
Kanun, bu durumu, “halkın hakaret ve husumetine maruz kılacak yahut namus
ve haysiyetine dokunacak” biçiminde ifade etmiştir. Doğru olan budur, çünkü
Kanun, fiilin muhatabı kişinin gerçekten fiilden incinip incinmemesine bakmamaktadır.
4 Y.4.C.D. 18.12.1986, E: 6276, K: 6191; “Oluşa, kabule göre, sanığın şahsi davacıya yazdığı
mektupta karısı hakkında maddeli hakaretin koca hakkında adiyen sövme suçunu teşkil edeceği
gözetilmeden……ceza tayini, bozmayı gerektirmiş…”,
Y.C.G.K., 07.12.1980, E: 4/341, K: 412; “Şahsi davacının, Nevşehir sorgu hakimliğine verdiği
….dilekçesinde ‘sanığın, aralarında cereyan eden tartışma sırasında kendisine, madde tayini suretiyle hakaret
ettiğini ileri sürerek dava açılmasını istediği, hakimliğin sanığın hakaret suçu uyarınca cezalandırılması
istemiyle son soruşturmanın açılmasına karar verdiği,… yapılan duruşma ve toplanan delillere göre
sanığın ‘orospu’ demek suretiyle hakarette bulunduğu anlaşılmıştır. …Hüküm özel dairece ‘oluşa ve tanık
beyanlarına göre sanığın şahsi davacıya karşı adiyen hakaret (sövme) suçunu işlediği gerekçesiyle bozulmuş,
mahkeme ise …sanığa isnat olunan eylemin isbata ermediği gerekçesiyle direnmiştir. ….İşlenen
suçun vasfının tayini ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirdi. Bu nedenlerle, özel daire bozma kararı
yerinde olup uyulması gerekirken… direnmeye karar verilmesi (nin) bozulmasına….”
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
Öyleyse, Kanunun kullandığı “rencide edebilecek nitelikte” ifadesinde isabet yoktur.
Tarihi kanun koyucunun 765 s. Kanunu kazıma çabası, maalesef doğru olan ifadeyi
görmesini engellemiştir. Kuşkusuz, tartışma olmayan bir konuda tartışma çıkarmak,
kimsenin bir işine yaramaz.
2.2. Sövme suçunda fiil
Sövme suçu sayılan fiil, Kanunun ifadesiyle, sövme suretiyle bir kimsenin
onur, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunmak fiilidir. Açıkçası, fiil, bir kimsenin
onur, şeref ve saygınlığını ona söverek ihlal etmektir.
Kanun, “sövme” fiilini tanımlamamıştır. Sövme, dilde, “1.Sövmek işi, sövgü,
küfretme, 2.Bir kimsenin namus, onur ve kişiliğine yapılan her türlü saldırı” olarak
tanımlanmaktadır. Doktrinde ve uygulamada, bugüne dek, sövmeden, bir
kimseye “küfür etmek”, o kişiye aşağılayıcı bir “sıfat” izafe etme anlaşılmaktadır.
Kanun koyucu, madde gerekçesinde, sövme ile ilgili olarak birçok örneğe yer
vermiş, sövmeyi hakaretten ayırt etmiş, ancak hakaret ve sövmeyi bir tek maddede
toplayarak (m. 125/1 ) “hakaret ve sövme suçu ayırımını kaldırdığını” iddia etmiştir.
Gerçekten, ortada bir yanlış yoksa bir yanlış anlama var. Kanun koyucu, bir
kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan”, “hırsız”, ”rüşvetçi”, “sahtekâr”, “fahişe”,
“kör”, “şaşı”, “topal”, “kambur”, “kel”, “psikopat”, “frengili”, “aidsli” denmesini
sövme saymıştır. Öyleyse, sövme, bir sıfat izafe ederek, bir kişiyi, başkalarının gözünde
aşağılamaktır.
Bir sözün, sesin, işaretin sövme olup olmadığı, genellikle suçun işlendiği yerin
değerlerine göre belirlenir. Gerçekten, bir yerde veya bir çevrede, ör., ulan, kerata,
serseri, vs., gibi küfür sayılan bir şey, başka bir yerde veya çevrede övgü, iltifat
sayılabilir.
2.3. Yüze karşılık, ihtilat, aleniyet
Ne kadar çok onur, şeref ve saygınlığı ihlal ederse etsin, bir fiilin suç olabilmesi
için, fiil, ya yüze karşı işlenmiş olmalı, ya da başkaları ile ihtilat edilerek işlenmiş olmalıdır.
Yüze karşı hakaret, mağdura, yalnızken veya başkalarının yanında yüzüne karşı
hakarette bulunulmasıdır.
Kuşkusuz, gıyapta yapılan hakaret de suçtur. Gerçekten, Kanun, “Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat edilerek işlenmesi
gerekir” demektedir. Kanun “…cezalandırılabilmesi için…” ifadesini kullanmakla
birlikte, ihtilat bir cezalandırılabilme şartı değildir. İhtilat suçun unsurudur.
765 s. Kanunda ihtilatta “ikiden ziyade kimsenin” varlığını ararken, Kanun “en az
üç kişinin” varlığını aramaktadır. Anlamda bir fark yoktur. “İkiden ziyade kimse”,
herhalde “en az üç kişi” anlamındadır 5 .
Fiil, mağdura hitaben yazılıp gönderilmiş bir mektup, telgraf, resim veya herhangi
yazı veya telefonla işlenirsi, suç, yüze karşı işlenmiş sayılmaktadır. Gerçekten,
Kanun, fiilin, mağduru muhatap alan sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile işlenmesini,
yüze karşı işlenmiş saymaktadır.
5 Y.4.C.D. 04.10.1983, E: 4100, K: 4552; “ Oluşa ve dosya kapsamına göre, gıyapta vaki
maddeli hakarete üç kişinin şahadet ettiği anlaşıldığı halde, “ihtilat unsuru”nun oluşmadığından
bahisle, sanığın beraatına karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
Fiil “alenen” de işlenmiş olabilir. Tabii, bu halde, haydi haydi ihtilat vardır.
Kanun, aleniyeti, gerekçede, fiilin gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan
ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır “olarak tanımlamaktadır.
İhtilat için en az üç kişinin varlığını arayan kanunun aleniyet için birden fazla yani
iki kişinin varlığını araması bir çelişkidir. Tanımın doğru değildir. Aleniyet, fiilin,
herkesin önünde işlenmesi veya sayısı belirsiz kişilerce bilinebilir olmasıdır 6 .
3. Hukuka aykırılık
Bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına dokunan fiil hukuka aykırı olmalıdır.
Hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı halinde fiil suç olmaktan çıkar. Gerçekten,
fiilin ispat hakkı, savunma dokunulmazlığı, yasama dokunulmazlığı, kanun
emrini yerine getirme ve bir hakkın kullanılması, özellikle tedip hakkının yerine
getirilmesi cümlesinden olarak işlenmesi halinde, fiil hukuka uygundur, hakaret
suçunu oluşturmaz.
Anne ve babanın çocuklar, öğretmenin öğrenciler, ustanın çıraklar üzerinde,
terbiye hakkından doğan disiplin yetkisi bulunmaktadır. Sınırın aşılmaması kaydıyla
( m. 232/2 ), bu kişilerin azarlanması; onur, şeref ve saygınlığına dokunulması
hakaret ve sövme suçuna vücut vermez. Ancak, kocanın karı üzerinde ne
terbiye hakkı ne de disiplin yetkisi vardır. Kocanın, disiplin yetkisini kullanmak
adı altında, karının onuruna, şeref ve saygınlığına dokunan bir davranışta bulunması,
yerine göre hakaret veya sövme suçunu oluşturur.
Yasama faaliyeti cümlesinden olarak Milletvekillerinin başkalarının onur şeref
ve saygınlığına dokunan bir davranışta bulunmaları halinde, fiil hakaret veya
sövme suçunu oluşturmaz.
Kanun, bir hukuka uygunluk nedeni olarak ispat hakkını ve savunma dokunulmazlığını,
şerefe karşı suçlarda, aralarında mevcut bağıntıdan ötürü özel olarak
düzenlemiş bulunmaktadır.
3.1. İspat hakkı
Anayasa, ispat hakkını, Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında, 39. maddesinde
temel bir insan hakkı olarak düzenlemiştir. İspat hakkı, Anayasanın 36. ve
AİHS’nin 6. maddesinde düzenlediği Hak arama hürriyetinin ve doğru yargılanma
hakkının doğal sonucudur. Özellikle, Basın hürriyetinin olduğu bir hukuk düzeninde
( An. m. 25, 26, 27, 28 ), Haberin kaynağını açıklamaya zorlanamama
hakkı yanında, İspat hakkı, Basının, Basın çalışanlarının, ayrıca Haber alma
hakkı olan herkesin teminatıdır.
“Kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı, bu görev ve hizmetin yerine
getirilmesiyle ilgili olarak yapılan isnatlardan dolayı açılan hakaret davalarında,
sanık, isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bunun dışındaki hallerde ispat
isteminin kabulü, ancak ispat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında
kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır”.
Anayasa, ispat hakkını, görüldüğü üzere, sadece hakaret suçunda öngörmüş-
6 Y.4.C.D. 19.02.1985, E: 803, K: 1034, “Oluşa göre, hakaret suçunun umuma açık olmayan
ve sadece şehirlerarası konuşmaları idare eden santral memureleri ile kontrol görevlilerine ayrılan
bir yerde işlendiği anlaşıldığı cihetle, aleniyet unsuru oluşmayacağı gözetilmeden …. Hüküm
kurulması, bozmayı gerektirmiştir.”
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
tür. Tabii, mümkün olmadığından, sövme suçunda ispat hakkı olmaz. Kimsenin,
kimseye, ör., deli olana deli, hırsıza hırsız, fahişeye fahişe, vs. demeye hakkı yoktur.
Deli, hırsız, fahişe de, kanun önünde eşitlik ilkesi gereğince, insan, kişi olarak,
her kişi ve insan kadar, onuruna şeref ve saygınlığına saygı gösterilmesini isteme
temel hakkına sahiptir.
Kanun, Anayasanın bu düzenlemesi temel olmak üzere, 127. maddesinde iki
fıkra halinde “İsnadın ispatı” adı altında ispat hakkına yer vermiştir. Kanun, “ isnat
edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması halinde kişiye ceza verilmez”
demektedir. Bu hükümden, Anayasaya uygun olarak, ispat hakkının bir hukuka
uygunluk nedeni olduğu sonucu çıkmaktadır.
Ancak Anayasa ile Ceza Kanunu arasında bir uyum bulunmamaktadır. Bunun
nedeni belirsizdir. Anayasa ispat hakkında “Kamu görev ve hizmetinde bulunanlar…”
ile “ Bunun dışındaki halleri …” ayrı ayrı düzenlemiştir. Birinci halde,
sanık, isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bu hak mutlaktır, çünkü
bir şartın olmasına bağlanmış değildir. İkinci halde, ispat isteminin kabulü, ispat
olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararının bulunmasına
yahut şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. Bu demektir ki, ispat hakkı nispidir,
çünkü hakkın kullanılması bir şartın bulunmasına bağlanmış bulunmaktadır.
CK’ unu Anayasanın bu ayırımına uymamış, Kamu görev ve hizmetinde bulunan
kimselerle Kamu görev ve hizmetinde bulunmayan kimseleri bir tutmuş, yani
Kamu görev ve hizmetinde bulunan kişileri Kamu görev ve hizmetinde bulunmayan
kimselere eşitlemiş, böylece, bir mutlak hakkı sanığın aleyhine olacak bir biçimde
nispi hakka dönüştürmüştür. Gerçekten, CK’ unu, ispat isteminin kabulünü,
ispatta kamu yararının bulunması veya şikâyetçinin ispata rıza göstermesi
şartına bağlamıştır. Böylece, CK’ unu, Anayasaya aykırı olarak, ispat hakkının
kapsamını, sanık aleyhine olacak bir biçimde daraltmış bulunmaktadır. Bu durum,
özellikle, basın mensupları bakımından büyük tehlike yaratmaktadır. Görevi,
kamu idaresinin eylem ve işlemlerinden kamuyu haberdar etmek olan basın
mensubu, CK’ una göre verdiği haberin doğruluğunu, “ancak isnat olunan fiilin
doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin
ispata razı olmasına bağlıdır. Burada “şikâyetçinin rızası” şartının gerçekleşmesi
mümkün değildir, çünkü kamu görevlisine karşı işlenen hakaret suçu şikâyete
bağlı değildir, yani kamu görevlisinin “şikâyetçi” kimliği bulunmamaktadır. Bu
demektir ki, hâkim ispatta kamu yararı görmediği takdirde, haber doğru bile olsa,
basın mensubunun haberin doğruluğunu ispat şansı yoktur. Bu durumda, ya
Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Kanun Anayasa Mahkemesine götürülmeli, ya
da doğrudan Anayasa uygulanmalıdır.
Kanun, Anayasada olmayan, zaten olmasına da gerek olmayan, bir hükme
yer vermiştir. Bu, hüküm “İsnat edilen suç” (Bu suç) “nedeniyle hakaret edilen
hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, isnat ispatlanmış
sayılır” hükmüdür. Bir kere, ifade yanlıştır, çünkü ancak verildikten sonra kesinleşme
mümkün olduğundan, “kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi”
mümkün olan bir şey değildir. Burada, doğru ifade, “Bu suç nedeniyle hakaret
edilen hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi ve kararın kesinleşmesi halinde, is-
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
nat ispat edilmiş sayılır” biçimindeki ifadedir. Sonra, isnat edilen suçun muhatabı
kimse, yani hakaret edilen hakkında, bu suç nedeniyle kesin hüküm varsa, zaten
ortada kişinin onurunu, şeref ve saygınlığını inciten bir fiilin isnadı yoktur. Kaldı
ki, kişiye isnat edilen fiil hakkında bir ceza davası varsa, ör., ihaleye fesat karıştırmak
gibi, hakaret davasının açıldığı mahkeme, bu durumu bekletici mesele
yapmak ve davanın sonucunu beklemek zorundadır. Zaten Kanunun gerekçesi
bizi doğrulamaktadır. Gerçekten, Anayasa temeline oturmayan bu hüküm, sadece
yararı olmayan hatta zararı olan bir fazlalıktır, çünkü hüküm, isnat hakkında
beraat kararı değil de, takipsizlik, davanın düşmesi kararları verildiğinde, ispat
imkânı ortadan kalkmakta, kişi ispat hakkını kullanamamaktadır.
Gerekçe Anayasaya uygun bir düzenlemenin yapıldığını söylemekteyse de,
Kanunun hükmü, gerekçeyi doğrulamamaktadır. Açıkçası, gerekçe ne derse desin,
Kanunun hükmü, Anayasa hükmü ile çatışmaktadır.
Kanun, 127/2. maddesinde “ İspat edilmiş fiilinden söz edilerek kişiye hakaret
edilmesi halinde cezaya hükmedilir” demektedir. Bu hüküm, en başta, özellikle
kişinin haber alma hakkını ölçüsüz bir biçimde kayıtladığından, kişinin onur, şeref
ve saygınlığına saygı duyulmasını isteme hakkı ve haber alma hakkı arasındaki
çatışmayı en iyi bir biçimde çözümleyen, kamuyu ve bireyi birbirine feda ettirmeyen
Anayasanın 36. maddesi hükmüne aykırıdır. Kamunun çıkarına aykırı
olarak, kamunun çıkarının korunması görüntüsü altında bizzat kamu görevlisi kişiyi
korumak, üstelik bir de suçun resen takibini sağlamak, özellikle basın çalışanlarını
korkutarak, basın hürriyetini dolaylı olarak kısıtlamak olur.
Hüküm teknik olarak da hatalıdır, çünkü hükmün kapsamı ve sınırları belirsizdir.
Gerekçe “..kesin hükümle sonuçlanmış bir davayla işlediği sabit görülen
bir fiilden bahisle kişiye hakaret edilmesi halinde cezaya hükmedilir. Böylece,
daha önce işlediği bir suçtan dolayı mahkûm edilmiş olan kişiye, bu suçtan bahisle
hakaret edilmiş olmasının tasvip edilmez olduğu vurgulanmıştır" ... " Hakkında
başlatılan soruşturma sonunda takipsizlik kararı veya açılan davada düşme
veya beraat kararı verilen kişiye, soruşturma ve kovuşturma konusu fiilden bahisle
hakaret edilmiş olması halinde, hakaret edenin cezalandırılacağında kuşku
yoktur " denmektedir. Görüldüğü üzere, madde hükmünde olduğu gibi gerekçede
de, mantık biliminin kurallarına aykırı olarak bir bilinmeyenle diğer bir bilinmeyen
açıklanmaya çalışılmıştır. Bu hükümden maksat, kişiye isnat edilen fiil, bir
başka yerde yargılanıp doğru veya gerçek olmadığı bir hükümle tespit edildikten
sonra, hâlâ o isnadı gerçekmişçesine sürdürmeyi yasaklamaksa, zaten böyle bir
davranış, bu hükme gerek olmadan suç olmaktadır.
Ancak, bu madde hükmünü, böyle anlaşılmamaktadır." İspat edilmiş fiilden
söz edilerek kişiye hakaret edilmesi" ispat edilmiş fiilin haberini vermeyi de kapsamaktadır.
Gerçekten, ör., "İhaleye fesat karıştırmak fiilinden birçok kez yargılanıp,
delil yokluğundan berat eden kamu görevlisi A, bu kez de, yargılandığı ihaleye
fesat karıştırmak fiilinden, her nasılsa, delil yetersizliği nedeniyle beraat etmiş
veya takipsizlik kararı verilmiş veyahut zamanaşımından ötürü dava düşürülmüştür"
biçimindeki bir haber, bu madde hükmü karşısında, hakaret suçunu oluşturacaktır.
Bir suçtan birçok kez yargılanan ama her seferinde bir nedenle takipsiz-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
liğe uğrayan, hakkındaki dava düşen veya delil yetersizliğinden beraat eden bir
kamu görevlisi hakkında, bu durumun haber yapılmasının suç sayılmasını anlamakta
zorluk çekilmektedir. Kanun koyucudur, hikmetinden sual olunmaz, demekten
başka bir çaremiz yoktur.
3.2. Savunma dokunulmazlığı
Kanun, 128. maddede, " İddia ve savunma dokunulmazlığı" madde başlığı altında
adlî muafiyeti, yani savunma dokunulmazlığını düzenlemiştir.
Anayasa, " Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma... hakkına sahiptir"
hükmünü koymuştur (m. 36). İster iddia, isterse karşı iddia veya savunma biçiminde
tezahür etsin, savunma hakkı, insanın temel haklarındandır (AİHS, m.6/ 2,
c). Ayrıca, Anayasa, vatandaşa, siyasi haklar ve ödevler cümlesinden olarak, Dilekçe
hakkı tanımıştır (m. 74).
Anayasa, " yargı mercileri önünde" hükmü ile savunma hakkını " yargı " ile
sınırlandırmıştır. Buna karşılık, CK' unu, Anayasanın 74. maddesi hükmüne uyarak,
kişinin kendisi ve kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında "idari makamlar
nezdinde yapılan sözlü ve yazılı başvuru" hükmü ile savunma hakkının sınırlarını
genişletmiş, yargı yanında, idarî başvurularda da bu kişiye hakkı tanımış bulunmaktadır.
Savunma dokunulmazlığı, bir hukuka uygunluk nedenidir. Hakkın kötüye
kullanılması, yani her hukuka uygunluk nedeninin sınırının aşılmasında olduğu
gibi bu hukuka uygunluk nedeninin sınırının aşılması da cezayı gerektirmektedir.
Savunma hakkı, "yargı mercileri" , " idarî makamlar " ve işin icabı olarak buralarda
yapılan "iddia ve savunma" ile sınırlıdır.
Adlî, idarî, askerî mahkemeler, Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan ve Asliye
Mahkemesi görevi yaptığında Kanunun Anayasanın ve Kanunun işaret ettiği yargı
mercileridir. Kuşkusuz, Cumhuriyet Savcılığı, İnfaz Hâkimliği, İcra Tetkik Hâkimliği,
yargı mercii içindedir. İdari makamlar, mevzuatına göre Dilekçe kabul
etme görev ve yetkisine sahip bulunan, valilik, kaymakamlık, emniyet müdürlüğü
vs. gibi idari organlardır.
Kanunun kullandığı "iddia ve savunmanın" terimi dardır, Kanunun maksadını
ifade etmemekte, daha çok CMK' unda muayyen olan iddia ve savunmayı ifade
etmektedir. Tarihi kanun koyucunun, 765 s. Kanunun "esprisini" anlamamış
olması bir talihsizlik olmuştur. Madem Kanunu yorumluyoruz, "iddia ve savunmalar
kapsamında" hükmünü 765 s. Kanunda olduğu şekli ile anlamamıza bir
engel bulunmamaktadır. 765 s. Kanun, "Tarafların veya vekil, müdafi, müşavir
yahut kanuni mümessillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe,
layiha veya sair evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaaların" diyerek
tüm tarafları ve taraf faaliyetini teminata kavuşturmuş olmaktadır. Ceza davası
söz konusu olduğunda, savcı taraf mıdır tartışması yapılmıştır. Savcı kişi olarak taraf
değildir, organ olarak taraftır. Böyle olunca, savcıya saldırı, savcının sanığa saldırısı,
savunma dokunulmazlığının kapsamı dışındadır.
"İddia ve savunmanın kapsamı", yani muhtevası, 765 s. Kanunun ifadesiyle,
"hakareti mutazammın yazı ve sözler" olmalıdır. Kanun, bunu, " kişilerle ilgili so-
12
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
mut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması" biçiminde ifade
etmiştir. Tüm hukuk düzenlerinde "Hakaret suçunun" ne olduğu bellidir. O nedenle,
765 s. Kanun hakareti mutazammın yazı ve söz diyerek, ifade edilmesi gereken
her şeyi ifade etmiştir, çünkü suç olmayan şey, kanunun hakaret dediği söz
veya yazı ile ifade edilen fiillerdir. Bir kere isnadın soyutu somutu nasıl olur, bu
anlaşılmamaktadır, çünkü isnadın doğrusu-yalanı, gerçeği-zahirisi veya hayalisi
olur, ama isnadın soyutu-somutu olmaz. Öte yandan "olumsuz değerlendirmelerde
bulunmanın" da hukuken hiçbir anlamı bulunmamaktadır, çünkü "olumsuz
değerlendirme" zaten ceza hukuku anlamında hakaret oluyorsa, hakaret " somut
isnatta bulunmak" ifadesi ile sağlanmış bulunmaktadır; yok eğer hakaret olmuyorsa,
bu kez de bunun hakaret suçu ile bir ilgisi bulunmamaktadır, öyleyse yeri
burası değildir.
Sonuç olarak, savunma dokunulmazlığının sınırı, hakaret suçudur. Hakaret
suçu oluşturmayan veya başka bir suç oluşturan yazı ve sözler, ör., iftira, suç uydurma
vs., savunma dokunulmazlığının kapsamı dışındadır.
Hakaret suçu oluşturan yazı ve sözler görülmekte olan dava, yargılanmakta
olan isnatla doğrudan bağıntılı olmalıdır. Dava veya isnatla doğrudan bağıntısı
bulunmayan hakareti muhtevi yazı ve söz savunma dokunulmazlığının sınırları
dışında kalmaktadır. Kanun, bunu, "... isnat ve değerlendirmelerin gerçek ve
somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması" biçiminde ifade
etmiştir. Kanunun ifadesi düzgün değildir. Bir şey "gerçek" ise, eğer Tanrıyı, melekleri,
uhrevî âlemi, vs. tartışmıyorsak, o şey somuttur, dolayısıyla "gerçek ve
somut" ifadesi yanlıştır. Herhalde kendi terminolojisine sadık kalmak zorunda
olan bir kanunun, bunu, 125. maddede kullanılan ifade kalıbında ifade edilmesi
gerekirdi. Tarihi Kanun koyucunun görmezlikten geldiği, 657 s. Kanun kendi sistemine
sadık kalmış, savunma dokunulmazlığının suç bakımından sınırını, 480.
maddede düzenlediği hakaret suçunu oluşturan fiillerle sınırlandırmıştır. Böyle
olunca, "Sövme" savunma dokunulmazlığının kapsamı dışında kalmaktadır. Bu
demektir ki, "uyuşmazlığın" tarafı olan bir kimse, iddia ve savunma hakkını kullanma
görüntüsü altında, hiçbir adla, uyuşmazlığın tarafı olan diğer bir kimseye
karşı, yazılı ve sözlü olarak Sövme suçu olarak nitelendirilebilecek olan bir fiil izafe
edemez.
İdarî makamlar nezdinde yapılan yazılı ve sözlü başvuru söz konusu olduğunda, savunma
dokunulmazlığının sınırı, başvurunun konusunu oluşturan şikayet veya taleple
sınırlıdır. Şikâyet veya taleple doğrudan ilişkili olmayan sözlü ve yazılı açıklamalar, savunma
dokunulmazlığının dışındadır. Şartları varsa fiil hakaret suçunu oluşturur.
İddia, savunma ve idarî başvurular zımnında sarf edilen sözler, yapılan açıklamalar,
uyuşmazlıkla veya başvuru ile doğrudan bağıntılı olmalıdır. Ortada doğrudan
bir bağıntı yoksa bu halde, hukuka uygunluk nedeninde sınırın aşılması
söz konusu olur ve 27. madde hükmü uygulanır.
4. Kusurluluk
Hakaret suçunda kusur kasttır. Suçun taksirli biçimi yoktur.
Kast genel kasttır. Kast, hakaret oluşturan fiilini bilmesi ve o fiili istemesi iradesidir.
Hata (CK. m. 30) kastı kaldırır. Kişinin, korkutma veya tehdit (m. 28) ile
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13
MAKALELER
hakaret suçunu işlemeye zorlanması, kusurluluğunu kaldırır, ceza verilmez.
Kusurluluğu kaldıran bu genel nedenler yanında, Kanun, kusurluluk üzerine
etki eden özel nedenlere de yer vermiş bulunmaktadır.
Bunlar, karşılıklı hakaret veya sövme, haksız bir fiile tepki olarak işlenen hakaret
veya sövmedir. Her ikisi, genel olarak kusur üzerine etkili olduğu kabul edilen
haksız tahrikin, ceza kanunlarına giren, hakarete özgü özel bir halini oluşturmaktadır.
4.1. Kusurluluğu kaldıran veya azaltan özel nedenler
4.1.1. Karşılıklı hakaret
Kanun, karşılıklı hakareti 129/3. maddesinde düzenlemiştir.
Kanun “Hakaret suçunun karşılıklı işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre,
taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği
gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir” demektedir. Kanun indirimde veya
ceza vermekten vazgeçmede bir ölçü koymuş değildir.
Gerçekten, Kanun “olayın mahiyetine göre” demekle takdirde göz önüne alınabilecek
bir ölçü getirmiş olmamaktadır. İşin esasına bakılırsa, 765 s. Kanunun
“Eğer iki taraf karşılıklı olarak birbirini tahkir etmiş bulunursa mahkeme icabına göre
iki taraf veya hangi tarafın sebebiyet verdiğini nazara alarak yalnız biri hakkında cezayı
ıskat edebilir” hükmü, ötekine nazaran çok daha mükemmeldir. Hâkimin, takdirini
kullanırken, bu hükmü göz önüne alması, olası keyfi uygulamaları önleyecektir.
4.1.2. Haksız tahrik
Kanun, 129/1. maddesi hükmünde, hakaret suçunun, haksız bir fiile tepki
olarak işlenmesi halini düzenlemiştir. Madde metni doğru, madde başlığı yanlıştır,
çünkü “haksız fiil” başka şey, “haksız bir fiil” başka şeydir. Haksız fiilin ne olduğu,
Borçlar Kanununda (m. 41) bellidir. Burada, haksız fiil değil, haksız bir fiil
söz konusu olmaktadır.
Madem haksız tahrikin özel bir hali ile karşı karşıya bulunulmaktadır, bu indirimden
veya cezasızlık nedeninden yararlanılabilmesi için, haksız tahrikte olduğu
gibi, fiilin haksız olması gerekmektedir. Gerçekten, ör., ev sahibinin herkesin
önünde kiracıdan kirayı istemesi, haksız bir fiil değildir, dolayısıyla burada haksız
bir fiilden söz edilemez.
Haksızlığın etkileri kişi üzerinde devam etmekte olmalıdır. Failin hakaret suçunu
işlediği esnada fiilin etkileri üzerinden kalkmışsa, artık bu nedene dayalı,
olarak ceza indirimi yapılamaz.
Failin, fiilini, “haksız bir fiile tepki olarak” işlediği saptandığında; faile verilecek
ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
Ancak, Kanun, kasten yaralama suçuna bir ayrıcalık tanımıştır. Gerçekten,
Kanun, hakaret suçunun, “kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde,
kişiye ceza verilmez” demektedir. (m. 129/2). Bizce, 657 s. Kanun 485/3.
maddesi hükmü daha doğrudur, çünkü Kanun, özenle “kasıtlı müessir fiil” demekten
kaçınmış; “Şahsı hakkında şiddet kullanılmasından dolayı…” diyerek,
cezasızlığı, sadece kasten yaralama suçuna inhisar ettirmek istememiştir. Esasen
doğrusu da budur.
Gerçekten, sadece yaralama suçlarında değil, birçok suçta, ör., öldürmeye
14
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
teşebbüs, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma,
vs., suçlarında da kişinin "şahsı hakkında şiddet kullanılması" mümkündür.
Bu hallerde fiil zaten suç da teşkil etmemektedir, çünkü "hakkında şiddet kullanılan"
kişinin, şiddet kullanana karşı maddi olarak hakaret suçunu oluşturan fiilleri
olmakla birlikte, hakaret kastı bulunmamaktadır, dolayısıyla fiil hakaret suçunu
oluşturmamaktadır. Yargıtay, birçok kararında "tehevvüren söylenen sözlerin"
hakaret suçunu oluşturmadığını kabul etmiştir. Ancak, ortada bir hukuka uygunluk
nedeni bulunmadığından, Kanun hükmünü, genişletici yorumla genişletmek
mümkün değildir. Öyleyse, sadece kasten yaralama suçuna tepki olarak işlendiğinde,
failine, hakaret suçundan ceza verilmeyecektir.
5. Hakaret ve sövme suçunun tezahür biçimleri ve suçun halleri
Ceza Kanununun suçların tezahürüne ilişkin genel hükümleri özelliklerini yansıtmak
kaydıyla hakaret ve sövme suçlarında da geçerlidir. Gerçekten, hakaret ve
sövme suçlarının teşebbüs derecesinde kalması, birden çok kişi ile birlikte işlenmesi,
suçların içtimaı imkânsız değildir. Ayrıca, Kanun, 125/3. maddesinde, üç
bent halinde, 125/4. maddesinde suçun hallerinden suçu ağırlaştıran nedenlere
de yer vermiştir.
5.1. Teşebbüs, iştirak, içtima
Hakaret ve sövme suçları neticesiz suçlardırlar. Neticesiz suçlarda, hareket
parçalara bölünebildiği taktirde, teşebbüsün mümkün olduğu kabul edilmektedir.
Hakaret ve sövme suçlarında sadece "mektupla hakaret" edildiğinde hareket parçalara
bölünebilmekte ve genel olarak teşebbüsün varlığı kabul edilmektedir. Bunun
dışındaki hallerde hakaret ve sövme suçuna teşebbüs mümkün değildir.
Kanun hakaret ve sövmenin alenen ve basın yoluyla işlenmesini cezayı ağırlatıcı
neden saymıştır. Aleniyet bir suçun unsuru olarak bile alındığında, zaten aleniyetle
birlikte suç oluşturan fiil işlenmeye başlandığından ve suç tamamlandığından,
bu halde teşebbüs mümkün değildir. Basın yoluyla suçun işlenmesine gelince, zaten
yayın şartı yoksa suç da yoktur, dolayısıyla olmayan bir suçun teşebbüsü de
olmaz.
Suçun iştirak halinde işlenmesi mümkündür. Birden çok kimse birlikte hakaret
suçunu oluşturan bir karikatür, resim, heykel, müzik, vs. yaptıklarında iştirak
halinde suç işlemiş olurlar. Hakaret ve sövme içeren bir mektup bir tek kişi tarafından
yazılabileceği gibi, birden çok kişi tarafından da birlikte yazılabilir. Sözlü hakarette,
failin azmettirilme, faile telkin ve tavsiyelerde bulunulması imkânsız değildir. Ancak,
yazılı veya sözlü fiile katılmaksızın sadece taşıyıcı olmakla, suça iştirak edilmiş
olunmaz. Gerçekten, bir mektubu bir haberi, içeriğine katılmaksızın, sadece muhatabına
götüren, yani salt taşıyıcı, postacı olan kişi hakaret suçunun failinin fiiline iştirak
etmiş olmaz.
Hakaret ve sövme suçunun, başka bir suçla içtimai da mümkündür. Kanun
125/5. maddesi hükmünde kanundan doğan bir zincirleme suç biçimine yer
vermiştir. Kanun, " Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı
hakaret edilmesi halinde" suçu kurulu oluşturan kişilere karşı işlenmiş saymakta,
ancak suçun, zincirleme suç " olduğunu kabul etmektedir. Öte yandan, bir ifadenin
hem hakaret, hem de müstehcen olması mümkündür. Bu halde bir fiille ka-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15
MAKALELER
nunun iki ayrı hükmü ihlal edildiğinden, tabii, fikri içtimaın uygulanması gerekmektedir.
5.2. Suçu ağırlatan nedenler
Kanun suçu çevreleyen nedenlerden sadece suçu ağırlatan nedenlere yer
vermiştir. Kanun bu konuda ilginç bir yöntem izlemektedir. Kanun, ya temel cezayı
asgari haddinin üstünde yüksek tutarak suçu ağırlaştırmakta, ya da çıplak
suçun cezasını belirledikten sonra bu ceza üzerinden belli bir oranda cezayı artırmaktadır.
Gerçekten, Kanun 125/3. maddesinin a, b, c bentlerinde temel ceza
üzerinden giderek cezayı artırmakta, buna karşılık, 125/4. fıkra hükmünde cezanın
belirlenmesinden sonra cezayı artırmaktadır.
5.2.1. Temel ceza üzerinden cezanın artırıldığı haller
5.2.1.1. Kamu görevlisine hakaret
Kamu görevlisi olmak cezayı artıran bir neden değildir. Kamu görevlisine karşı
“görevinden dolayı hakaret” cezayı artıran nedendir ( m. 125/3,a ).Kamu görevlisinin
görevi kanunen muayyendir. Öyleyse, kamu görevlisine, görevi olmayan
bir şeyden dolayı hakaret edildiğinde, ceza artırılamaz.
Hakaret suçu, kamu görevlisine karşı, görevinden dolayı işlenmişse; " cezanın
alt sınırı" bir yıldan az olamaz. Kanun koyucu, 125/1. madde hükmünde cezayı
seçenekli öngörmesine rağmen, memura hakarette, açıkça seçenekliliğe yer vermemiş,
"cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz" diyerek zorunlu olarak sadece
hürriyeti bağlayıcı cezaya yer vermiştir. Bu " Kamu görevlisine hakarette" adli para
cezasının verilememesi demektir.
Kanun, kamu görevlisini, 6/c maddesi hükmünde tanımlamıştır. Bu maddeye bakıldığında,
kamu görevliliğin sınırının çok geniş tutulduğu gözlenmektedir. Bu durum,
ağırlatılmış nedenli hakaretin sınırlarını genişletmektedir.
Kanun, kamu görevlisine "görevi başında" hakaret edilmesini, ayrıca cezayı
artıran bir neden saymamıştır. Görevi ile ilgili değilse, kamu görevlisine görevi
başında yapılan hakaret, herhalde basit hakaret olarak değerlendirilecektir. Gerçekten,
ör., A, kuyrukta işlerinin yapılması için bekleyen insanlara dönerek, "it
oğlu it iş yapacağına laklak ediyor" derse, kamu görevlisine sövmeden değil, sadece
sövmeden ceza alacaktır.
5.2.1.2. Düşünce inanç ve kanaatten dolayı hakarete uğramak
Din hürriyetine karşı suçlara yer vermeyen Kanun, kanun önünde eşitlik ilkesini
sağlayarak değil, aslında bu ilkeyi çiğneyerek, “ Dini, siyasi, sosyal, felsefi
inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından,
mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından
dolayı bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmesini cezayı artırıcı
bir neden saymıştır ( m. 125/3, b ). Bu halde, cezanın alt sınırı, bir yıldan az
olamaz.
Ancak, Kanun, 125/3, b maddesi hükmünden anlaşıldığı üzere, Dini, siyasi,
felsefi inanç, düşünce ve kanaatini açıklamamasından, değiştirmemesinden, yaymaya
çalışmamasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmamadan
dolayı bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmesini
cezayı artıran bir neden saymamıştır. Gerçekten, ör., oruç tutmayan, namaz kıl-
16
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
mayan, içki içen, dinini yaymaya çalışmayan bir kimsenin başkaları ile ihtilat edilerek
yerilmesi, aşağılanması, kınanması halinde failin fiilinin hakaret veya sövme
sucuna vücut verip vermediği tartışması bir yana, hakaret veya sövme sayıldığında
ceza artırılamayacaktır. Böylece, Kanun, düşünce inanç ve kanaatleri bakımından
inananlar arasında fark yaratmıştır.
Öte yandan, “felsefi inanç” ifadesi doğru bir ifade değildir, çünkü bir şey
inançsa, felsefe değildir, felsefe ise inanç değildir. Söz konusu ifadenin 1961,
1982 Anayasasında da yer almış olması ona doğruluk sağlamaz.
Dinler, inançlar, siyasi düşünceler, felsefi kanaatler arasındaki çatışma, zıtlık ezelidir.
Bunların tarafı kişilerin karşılıklı zıtlaşmalarına, birbirlerini eleştirdiklerine tarih tanıktır.
Din hürriyetine karşı saldırıları, yerinde değil de, kişiye karşı suçlar arasında düzenlemek,
kanun önünde eşitlik ilkesini ihlal etmek bir yana, ifade hürriyetini AİHS’
in 9 ve10.maddelerine aykırı bir biçimde kayıtlamaktır.
Dini, siyasi, felsefi inanç, düşünce ve kanaatini “açıklamasından”, “değiştirmesinden”,
“yaymaya çalışmasından “ dolayı, bir kimsenin eleştirilmesi, kınanması,
yerilmesi, kısacası onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmesi halinde,
125/1. maddede hakaret için öngörülen cezanın alt sınırının bir yıldan az olmaması
gerekmektedir. Gene, Bir kimsenin, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına
uygun davranmasından dolayı kınanması, yerilmesi, kısaca onur, şeref ve
saygınlığının rencide edilmesi halinde verilecek cezanın alt sınırı bir yıldan az olmayacaktır.
5.2.1.3. Kişinin dininde kutsal sayılan değerlerden bahisle hakarette
bulunmak
Kanun kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle
hakarette bulunmayı ve sövmeyi cezayı artırıcı bir neden saymıştır ( 125/3, c ) .
Kanun, Din hürriyetini cezaî himayenin konusu yapılmadığından, Din, kişiye izafeten,
hakaret ve sövme suçları içinde düzenlemiştir.
“Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerler” hükmünün
kapsamı ve sınırları belirsizdir. Gerçekten, ör., A, B’ ye, “ Dinini, imanını ….
edeyim” , “ Allahsız, seninle Allah başa çıkamaz, kitapsız” veya “Orucunu, namazını
al başına çal, serseri” vs., derse, bu ve benzeri ifadeler Kanunun 125/1.
maddesi hükmünün ihlali mi, yoksa 125/2, c maddesi hükmünün ihlali mi olacağı
hususu pek belli değildir. Hüküm, ancak daraltılarak yorumlanabilir. Böyle
olunca, sövme, herhalde hükmün kapsamı dışında kalacaktır.
5.2.2. Verilecek ceza üzerinden cezanın artırılması
Kanun, 125/4. maddesi hükmünde, hakaretin alenen işlenmesi halinde cezanın,
faille verilecek ceza üzerinden altıda bir oranında artırılmasını öngörmüştür.
Bu hüküm karşısında, sadece hapis cezası verilebilir ve bu ceza üzerinden ceza
artırımı yapılabilir. Kanun, burada, 125/1.maddesi hükmünde öngördüğü seçenekli
cezadan hapis cezasına itibar etmiştir.
Kuşkusuz aleniyet ihtilattan farklıdır. Kanun, gerekçesinde, aleniyeti “fiilin
gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir
olması” olarak tanımlanmıştır. Hakaret, alenen işlendiğinde ceza artırılıyor.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17
MAKALELER
Hakaretin Basın yoluyla işlenmesi, alenen işlenmesidir. Öyleyse, hakaretin
Basın yolu ile işlenmesi, cezayı ağırlaştıran bir nedendir. Kanunun, 2005-5377 s.
Kanunla değiştirilmiş olması, hakaretin Basın yoluyla işlenmesini ağırlatıcı neden
olmaktan çıkarmamış, sadece cezanın ağırlaştırılması oranı değişmiştir.
6. Ceza
Hakaretin cezası üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır.
Hapis veya adli para cezasından birinin verilmesini hâkim takdir edecektir.
Her halde, hâkim, iki cezadan birini seçerken Kanunun 61. maddesi hükmünü
dikkate alacaktır.
Kanun, hapis cezasının asgari ve azami hadlerini gösterirken, adli para cezasının
asgari ve azamı haddini göstermemiştir. Bu durumda, zorunlu olarak genel
hüküm olan Kanunun 52. maddesi hüküm uygulanacaktır. Böyle olunca, hakarette
adli para cezası, beş günden az ve yedi yüz günden fazla olmamak üzere belirlenen
tam gün sayısı esas olmak üzere hesaplanacak para miktarıdır.
Kanunun hükmü çelişkilidir, çünkü seçenekli cezalar arasında bir denklik bulunmamaktadır.
Hakaretin cezasını üç ay hapis cezasından başlatan bir kanun, herhalde
para cezasını beş gün esası üzerinden başlatamaz, çünkü bu, Kanunun kendisi ile çelişmesi
olur. Öyleyse, para cezasının hesabında esas alınacak asgari gün sayısı, üç ay
itibarıyla doksan günden, iki yıl karşılığı olan gün sayısı kadar olan gün sayısıdır ( m.
61/9 ). Kanun, “…aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla
olamaz” dediğine göre, hakaretin cezasının üst sınırı olan iki yıl, yediyüzotuz günün
içindedir. Bu demektir ki, hakarette, para cezanın alt sınırı, doksan gün; üst sınırı,
yediyüzotuz gün üzerinden hesaplanacak para cezasıdır.
Bir başka çelişkili nokta da, suçun nitelikli halinin cezasında belirmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, suçun basit halinin cezası “…üç aydan iki yıla kadar
hapis veya adli para cezası” iken, m. 125/3’de belirtilen suçun nitelikli halinin
cezasının “alt sınırı bir yıldan az olamaz”. Burada hapis cezası ile adli para cezası
şeklinde bir ayrıma gidilip gidilmediği anlaşılamamaktadır. Öyle görülüyor ki,
Kanun koyucu suçun nitelikli halinde artık adli para cezasına hükmedilemeyeceğini,
yalnızca hapis cezası verilebileceğini, bunun da alt sınırının bir yıldan az
olamayacağını anlatmak istemektedir. Belki de, suçun nitelikli halinde de adli para
cezasına hükmedilebileceği, artık gün para cezası sistemine geçildiğine göre bu
cezanın alt sınırının bir yıl ya da 365 gün karşılığı para cezasından az olamayacağı
anlatılmak istenmektedir. Madde gerekçesinde de bu konuda, her zaman olduğu
gibi, bir açıklama bulmak mümkün değildir. Öyle ya da böyle, ne demek istediği
ne metninden ne de gerekçesinden anlaşılabilen Tarihi Kanun Koyucunun,
buradaki suçun nitelikli haline ne caza vereceği anlaşılamamaktadır. Bu konuda
Yargıtay içtihatlarının beklenmesi gerekmektedir.
6. Ölüye hakaret
6.1. Mahiyeti
Kanun, 130. maddesi hükmünde, “Kişinin hatırasına hakaret” madde başlığı altında,
ölümle birlikte “kişi” olmaktan çıkan “ölüyü” cezai himayenin konusu yapmıştır.
Kanun, maddenin 1.fıkrasında “bir kimsenin öldükten sonra hatırasına hakareti”,
2. fıkrasında “ölünün cesedini” veya kemiklerini almayı cezalandırmaktadır.
18
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
Elbette, ölü cezai himayenin konusu olur, ama “Kişilere Karşı Suçlar” arasında
cezai himayenin konusu olamaz, çünkü ölü, ne kişidir, ne de şeydir. Böyle olduğu
içindir ki, ölülerine saygılı olan uygar uluslar, ölüyü, Din hürriyetine karşı
suçlar arasında cezai himayenin konusu yapmaktadırlar.
Diri ile ölü aynı yerde düzenlenemez, çünkü diri ölü, ölü de diri değildir. Öyleyse, ne
aynı şey olmayan iki şey, ne de aynı şeye ait olmayan iki şey aynı yerde düzenlenebilir.
6.2. Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına hakaret
Kanun, “ .. hakaret eden..” diyerek 125. maddeye göndermede bulunmuş,
orada öngördüğü cezayı burada da aynen tekrar etmiştir. Kanun, ölüye hakarette,
hem hakareti, hem de sövmeyi cezalandırmaktadır.
Hakaret ve sövme fiilinin muhatabı ölüdür. Öyleyse, suç, sadece ölülere karşı
işlenebilir. Tabii, ölünün yüzüne karşı hakaret mümkün değildir. Bundan ötürü,
Kanun, suçun unsuru olarak, ihtilatı aramıştır. Ancak, Kanun, suçun alenen işlenebilir
olduğunu kabul etmiş; aleniyeti, suçun ağırlatıcı nedeni saymıştır.
Ölüye hakaret suçu ani suçtur, teşebbüs mümkün değildir, ihtilatın oluşması
veya aleniyetin gerçekleşmesi ile birlikte suç da işlenmiş olmaktadır. Hakaret suçunda
olduğu gibi, ölüye hakaret suçuna iştirak mümkündür.
Bu suçta suçla ihlal edilen ve ceza ile korunan hukuki değerin hamilinin kim
olduğu belli olmamakla birlikte, aşağıda belirtileceği üzere, suçun takibi, ölünün
yakınlarının şikayetine bağlanmıştır.
6. 3. Cesedi, ölünün kemiklerini alma, ölünün kemiklerini tahkir
6.3.1. Mahiyeti
Kanunun, 130/2. maddesi hükmünde öngördüğü suçun, 125/1. madde hükmünde
öngördüğü hakaret suçu ile herhangi bir benzerliği bulunmamaktadır. İki suç arasındaki
tek benzerlik, suçun cezasının hapis cezası olmasıdır.
Kanun, her ne hikmetse, 125/1. maddede öngördüğü adli para cezasını,
130/1. maddede öngördüğü ölüye hakaret suçu için öngörmüş olmasına rağmen,
bu suç için öngörmemiştir. Böyle olunca, Kanun, seçenekli cezaya yer vermeyerek,
cesedi, ölünün kemiklerini alma veya ölünün kemikleri hakkında tahkir edici
fiillerde bulunma suçlarını, cezai himaye bakımından hem kişiye hakaretten, hem
de ölüye hakaretten çok daha önemli görmüş bulunmaktadır.
Kanun, 130/2. maddesi hükmünde, dört ayrı suça yer vermiştir. Bunlar, ölünün
cesedini almak, kemiklerini almak, ceset veya kemikler hakkında tahkir edici
fiilde bulunmak suçlarıdır.
Kanun suçun takibini, ölünün yakınlarının şikâyetine bağlamış olmasına rağmen,
bu suçlarda, suçla ihlal edilen ceza ile korunan hukuki değer veya menfaatin
hamilinin kim olduğu beli değildir. Kanunun, Din hürriyetine karşı suçları buharlaştırma
çabası, sonuçta bu tür çelişkileri doğmasını kaçınılmaz kılmıştır.
6.3. 2. Ölünün kısmen veya tamamen cesedini veya kemiklerini almak
suçu
Kanunun suç saydığı fiil, cesedin veya kemiklerin tamamen veya kısmen
alınması fiilidir. Failin cesedi veya kemiklerin bulunduğu yerden alması, dolayısıyla
ceset veya kemikler üzerinde fiili iktidarını kurmasıyla birlikte suç tamamlanmış
olur.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 19
MAKALELER
Fiil hukuka aykırı olmalıdır. Ölünün sahiplerinin cesedin veya kemiklerin
alınmasına rıza göstermelerinin bir hukuka uygunluk nedeni olup olamayacağının
düşünülmesi gerekmektedir. Diğer hukuka uygunluk nedenlerinin bu suçla bağdaşabilir
olduğunu düşünmüyoruz.
Suç kastla işlenir. Failin bir ölünün cesedini veya kemiklerini tamamen veya
kısmen aldığını bilmesi ve cesedi veya kemikleri almayı istemesi iradesidir. Suçun
taksirli biçimi yoktur. Fiili hata mümkündür. Olduğunda kastı kaldırır.
Bu suçlara teşebbüs mümkündür. Hazırlık hareketleri cezalandırılmaz. Fail,
ancak suçun icrasına başlamış olduğunda cezalandırılabilir.
Suç iştirak halinde de işlenebilir. Bu suçta iştirakin her şekli mümkündür.
Fail üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
6.3.3. Ölünün ceset veya kemikleri hakkında tahkir edici fiillerde
bulunmak
Kanunun 130/1. maddesi hükmü karşısında, bu suçun söz, yazı, işaret, vs. ile
işlenmesi mümkün değildir. Gerçekten, suç, ancak, ör., parçalamak, yakmak, kirletmek,
vs. biçiminde bir fiille işlenebilir.
Fiil hukuka aykırı olmalıdır. Otopsi kanun emrinin yerine getirilmesi olduğundan
fiili hukuka uygun kılar. Burada, ölünün yakınlarının rızasının bulunmasının
fiili suç olmaktan çıkarıp çıkarmayacağı hususunun düşünülmesi gerekmektedir.
Madem Kanun "tahkir edici fiillerde bulunmaktan" söz etmektedir, bu suçta
genel kast yeterli değildir, ayrıca failin fiilini "tahkir" maksadı ile işlemiş olması gerekmektedir.
Bu suçta fiili hata kastı kaldırır. Suçun taksirli biçimi yoktur.
Suça teşebbüs mümkündür.
Suç iştirak halinde de işlenebilir.
Suçun cezası üç aydan iki yıla kadar hapistir.
7. Hakaret, ölüye hakaret suçlarının takibi
Kanun, suçun takibini, 131 maddesinde iki fıkra halinde düzenlemiştir. Kural
olarak, suçun takibi, şikâyete bağlı bulunmaktadır.
Ancak, suç, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmişse, resen takip
edilecektir. Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret, "kamu idaresine"
değil de "kişiye" karşı bir suç olduğundan, kamu görevlisi kişi ile bu tür bir görevi
bulunmayan kişiyi farklı hukuki muameleye tabi tutmanın kabul edilebilir bir
mantığı bulunmamaktadır. Bu, kamu idaresinin eylemlerini ve işlemlerini denetlemek
temel hakkına sahip olan vatandaşa ve özellikle kamu idaresinin eylem ve
işlemlerinden haber verme, onları değerlendirme görev ve yetkisi bulunan Basına
"gözdağı vermek " amacı dışında, hayırlı başka bir amaca hizmet etmez.
Suçun takibi mağdurun şikâyetine bağlıdır. Çocuk söz konusu olduğunda,
kanunda bir açıklık bulunmamaktadır. CMK, 254/ 2. maddesi hükmünde çocuklarla
ilgili getirdiği hüküm yeterince açık değildir. Burada, sorun şudur: Çocuk,
hakarete uğradığında, velisi veya vasisinden bağımsız olarak şikâyet hakkını kullanabilir
mi, yoksa velisi veya vasisinin iznini mi alması gerekmektedir? Bizce, çocuk,
velisine ve vasisine rağmen şikâyet hakkını kullanabilir, ancak velinin ve vasinin
rızası olmadan şikâyetini geri alamaz.
Şikâyet kişinin şahsına bağlı bir haktır. Bu hak ancak suçla ihlal edilen ve ce-
20
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
za ile korunan değer veya menfaatin hamili, yani mağdur tarafından kullanılabilir.
Ancak, istisna olarak mağdur şikâyet ettikten sonra dava görülürken veya şikâyette
bulunma süresi içinde " şikâyet etmeden ölürse" ölenin ikinci dereceye
kadar üstsoyu ve altsoyu, eşi veya kardeşleri tarafından şikâyet hakkı kullanılabilir.
Kanun, şikâyette, mağdurun yakınlarına böyle bir ayrıcalık tanımıştır.
Kanunun 130/1, 2. maddelerinde öngörülen ölüye hakaret, ölünün cesedini
veya kemiklerini almak, ölünün cesedi veya kemikleri üzerinde tahkir edici bir fiil
işleme suçları söz konusu olduğunda Kanun, suçun mağduru olmamalarına rağmen,
suçun takibini ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoy, eş veya kardeşlerinin
şikâyetine bağlamış bulunmaktadır (m.131/2 ). Böyle olunca, Kanunun
bu hükmü karşısında, ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eşi veya kardeşleri
olmayan ölülere karşı saldırılar suç sayılmayacaktır. 765. s. Kanunda bu suç doğru
olarak res'en takip edilen bir suçtur. Kanunun düzenlemesi yanlıştır, çünkü
ölüler arasında fark gözetmek uygar toplumun kuralları ile çelişmektedir. Bu hüküm
karşısında, yakınları olmayan ölülerin himayesi, kişilerin ahlaki duygularına
terkedilmiş olmaktadır. Kanun düzenlemesinin gerekçesini göstermemiştir. Düzenlemenin
"altı kaval üstü şişhane olması" bir yana, eğer suçun mağdurunun kişi
olduğu kabul ediliyorsa, bir kısım kişileri cezai himayeden yararlandırmak ve aynı
durumda olan diğer bir kısım kişileri cezai himayeden yararlandırmamak, herhalde
kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlali olur. Kanunun bu özrünün içtihatla giderilmesi
mümkün değildir. Bunun yolu, kanunun değiştirilmek, fazla akıllı olmaya
kalkışmadan, elbette olabildiği kadar, kökü kazınmış olan 765 s. Kanunu izlemek
olacaktır.
8. Sonuç
Madde gerekçesinde hakaret- sövme suçu ayırımını kaldırdığını iddia eden
Kanun koyucu, gerçekte bu ayırımı ortadan kaldırmamış, iki suçu iki cümle halinde
tek maddede toplamış, sadece her iki suçun cezasını birleştirmiştir.
Kanun koyucu, Türk Hukuk Devriminden bu yana oluşmuş olan ceza hukuku
doktrini ve uygulamasının kökünü kazımış, hakaret ve sövme suçlarının alışılan
kalıplarını bozmuş, daha ileri bir düzenleme yapma başarısını gösterememiştir.
Emsali ancak teokratik hukuk düzenlerinde görülebilen bu düzenleme, ayrıca
ifade hürriyeti önünde bir engel oluşturmakta, kişilerin kamu idaresinin eylem ve
işlemlerini öğrenmeleri imkânını kısıtlamakta, temel bir insan hakkı olan din hürriyetini
himayede zaaf göstermektedir.
Kuşkusuz Kanun uygulanacaktır.
Uygulamada, açıkça çatışmamak kaydıyla, 765 s. Kanun esas olmak üzere
oluşmuş bulunan doktrin ve uygulamanın göz önüne alınması, bu Kanun esas
olmak üzere oluşacak olan yeni doktrin ve uygulamanın oluşmasına katkıda bulunacaktır.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 21
MAKALELER
2
TRAFİK KANUNUNU İHLAL EDENLERİN
DENETLENMESİ VE
CEZALANDIRILMASINDA FAALİYET
ZİNCİRİ. TÜRKİYE VE BAZI AVRUPA BİR-
LİĞİ ÜLKELERİNDEKİ
UYGULAMALAR ∗∗
Doç. Dr. Süleyman IŞILDAR *
ÖZET
Etkili karayolu trafik kontrol ve cezalandırma politikası karayolu trafik güvenliğinin
geliştirilmesine katkıda bulunur. Başarılı trafik kontrol ve cezalandırma faaliyeti,
etkin eğitim, altyapı ve teknik tedbirler gibi karayolunu kullananların tutum
ve davranışlarını olumlu yönde etkiler. Trafik kanunu ihlal edenlerin denetlenmesi
ve cezalandırılmasında faaliyet zinciri; mevzuat, kontrol, sorgulama ve yargılama
halkalarından oluşur. Zincirin kural ihlal edenler aleyhine caydırıcı olabilmesi
için faaliyet zinciri çok iyi organize edilmeli ve en iyi etki için her halka aynı
ahenkle birbirini tamamlamalıdır. Zincir halkalarının birinde eksiklik, etkinliği ortadan
kaldırır. Kontrol ve cezalandırma politikasının daha da etkili olması için
yapılan faaliyetler hakkında kamuoyunun çok iyi bilgilendirilmesi gerekir.
Çalışma materyalleri; trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasıyla
ilgili faaliyet zinciri hakkında yurtiçi ve yurtdışında yayınlanan bilgi
ve belgeleri ile yerli ve yabancı uzmanlar ile yapılan mülakatlardan oluşmaktadır.
Yukarıda belirtilen materyal; durum tespiti karşılaştırma ve örnekleme yolu ile incelenip
yorumlanmış ve uygulamanın içinden kazanılmış tecrübelerin de yardımı ile
trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasında yapılan faaliyetlerin
nasıl başarılı olacağı açıklanarak, geliştirici önerilerde bulunulmuştur.
Bu tebliğde; trafik denetimi ve cezalandırılması hakkında Türkiye ve bazı Avrupa
birliği ülkelerindeki uygulamalar incelenerek tartışılmakta ve Türkiye’deki
uygulamaların daha da başarılı olması için önerilerde bulunulmaktadır.
GİRİŞ
Etkili trafik kontrol ve cezalandırma politikası, karayolu trafik güvenliğinin geliştirilmesine
önemli şekilde katkıda bulunabilir. Karayolunda tutum ve davranışı etkileyici
bir araç olarak trafik denetimi; eğitim, altyapı ve teknik tedbirler gibi etki yapar.
Cezalandırma politikasının etkili olabilmesi için iyice düşünülerek bir denetim
planı yapmalı ve bu faaliyetlerle ilgili olarak kamuoyu iyi bilgilendirilmelidir.
* İnterpol- Europol- Sirene- Dairesi Başkanı, (Trafik Araştırma Merkezi eski müdürü.)
∗∗ Yazarın makalede belirttiği görüşler kurumuna değil kendine ait görüşlerdir.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Trafik denetimi, cezalandırma sisteminin metodudur. Kontrol edilme riski
algılamasının yüksekliği, kaidelere uyum oranını artırır. Bir yandan genel ve bireysel
yakalama şansını artırma amaçlı olmak, öte yandan da öncelik arz eden
istenmeyen tutum ve davranışlara odaklanmalıdır. Bu durumda, özel trafik denetiminden
bahsedilmektedir. Bu denetimin uygulanması, trafik kazaları ve onların
nedenlerinin anlaşılmasını gerektirir. Ayrıca etkili ve yararlı denetimin nasıl
organize edileceğinin çok iyi bilinmesi elzemdir. Etkili ve yararlı denetim
için, iyi eğitimli ve iyi donanımlı trafik polis örgütü gereklidir. Ayrıca, trafik denetiminin
daha başarılı olması için denetim faaliyetlerinin, gerekli bilgilendirme
ve diğer ilgililerle anlaşmaların yapılmasıyla desteklenmesi gerekir. Denetim ile
birlikte bilgilendirme yani kamuoyuna yapılanlar hakkında bilgi verme de çok
önemlidir. Denetleme ve cezalandırma planının gereği gibi gerçekleştirilmesi
için trafikle ilgili birimlerle de tartışılması gereklidir.
Trafik suçlarında kovuşturma ve cezalandırma seri şekilde yapılmalıdır.
Soruşturma, bir trafik suçu sanığına karşı yasal işlemlerin oluşturulması faaliyetidir.
Soruşturma safhasının kalitesi üç ana hususla özetlenebilinir: Verimlilik,
Süratlilik (hızlılık) ve Adil Olma.
Mahkemelerdeki aşırı yüklülük ve takipsizlik, denetleme ve cezalandırma politikasına
zarar vermektedir. Netice olarak bu durum trafik denetimi ve cezalandırmasının
toplumun tutum ve davranışını değiştirmedeki etkisine olumsuz etki
yapmaktadır.
Tedbirlerin etkili bir şekilde uygulanmasını garanti eden yasal çalışmalara (mevzuata)
ihtiyaç vardır. Karayolunda mevzuat, diğer alanlarda olduğu gibi, davranışları
düzene sokar. Trafik kanunlarının fonksiyonu, yaşamları kurtarmak ve acı çekilmesini
önlemektir. Kanun ve yönetmeliklerin yararlı yönleri topluma çok iyi anlatılırsa,
toplum tarafından çok iyi kabul edilmeleri, uyulmaları kolaylaşır.
Mümkün olduğunca davalara takipsizlik sayısını azaltmak gerekir. Bunun için
savcılık ve mahkemelerde personel sayısını artırmak gerekir. Ayrıca para cezalarının
toplanması konusunda polisin yetkisi de artırılmalıdır. Dava sayısı ele alma
kapasitesine göre ayarlanmalıdır. Bu ayarlamada tercihen polis birimleriyle mutabakat
sağlanması gerekir. Takipsizlik de uygulanacak kriterler açıklanmalı ve
birleştirilmelidir.
Trafik denetleme ve cezalandırma politikasının son elemanı, suçlara verilen
kararlardır. Etkili olabilmek için, cezai karar işlemi hızlı uygulanabilir ve kesin olmalıdır.
MATERYAL VE METOD
Çalışma materyalleri; trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasıyla
ilgili faaliyet zinciri hakkında yurtiçi ve yurtdışında yayınlanan bilgi
ve belgeleri ile yerli ve yabancı uzmanlar ile yapılan mülakatlardan oluşmaktadır.
Yukarıda belirtilen materyal; durum tespiti karşılaştırma ve örnekleme yolu ile
incelenip yorumlanmış ve uygulamanın içinden kazanılmış tecrübelerin de yardımı
ile trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasında yapılan
faaliyetlerin nasıl başarılı olacağı açıklanarak, geliştirici önerilerde bulunulmuştur.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
BULGULAR (VERİLER)
TÜRKİYE’DE SUÇLARI RAPOR ETME VE MAHKEMEYE SEVK ETME
1. Suçları Rapor Etme Türkiye de trafik güvenliğini artırıcı çalışmalara
önem verilerek konu ile ilgili yapılması gereken bütün işlemler takip edilmektedir.
Trafik zabıtası, trafik düzeni ve güvenliğini bozucu ve özellikle kazaya meyilli
suçlar üzerinde kontrol ve denetimlerini yoğun bir şekilde sürdürmektedir.
Trafik zabıtası, trafik düzeni ve güvenliği açısından karşılaştıkları ve tespit ettikleri
suçlara el koyarak; trafik kural ihlallerini yapanlar hakkında suç veya trafik
idari para cezası karar tutanağı (5326 sayılı kabahatler kanununun 3. maddesi
gereği) düzenlemek ve düzenlenen tutanaklardan, hafif hapis veya hafif para cezasını
gerektirenleri Cumhuriyet Savcısına, para cezası tahsil ve takibini gerektirenlerin
de ilgili maliye birimlerine iletilmesini sağlar.(5252 sayılı Kanunun 7.
maddesi gereği)
Tutanaklar, Cumhuriyet Savcılığına gönderilecekler için suç, para cezaları için
trafik idari para cezası karar tutanağı olmak üzere iki şekilde olur. Trafik zabıtası,
tespit edilmiş para cezaları için olay yerinde tahsil yapabilir
Trafik zabıtası, karşılaştığı trafik suçunun niteliğine göre (hafif suçlar için) yolu
kullananları eğitici ve öğretici uyarılarda bulunur. Yapılan bu uyarılar ile, yolu
kullananlarda istenilen tutum ve davranış değişikliği gözlenmezse, suçların karşılığı
olan ceza-i müeyyideler uygulanır.
Sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadığını denetlemekle sorumlu olan
yetkililere yardımcı olmak üzere, Karayolu Trafik Güvenliği Kurulunca önerilen
ve Karayolu Trafik Güvenliği Yüksek Kurulunca uygun görülen kişilere Valilerce
"Fahri Trafik Müfettişliği" görevi verilmektedir.
Fahri Trafik Müfettişleri 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun suç saydığı
fiilleri işleyenler hakkında işlem yapılması amacıyla, Emniyet Genel Müdürlüğünce
kendilerine verilen tutanağı düzenlemek ve bunları aracın tescilli olduğu trafik
kuruluşuna gönderilmek üzere en geç bir hafta içerisinde herhangi bir trafik kuruluşuna
teslim etmek zorundadırlar.
Türkiye'de trafik denetiminin etkin hale getirilmesi için denetim sonuçlarının
bilimsel esaslara göre değerlendirilmesi yapılmaktadır.
2. Suçlara El Koyma
Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik kurallarını ihlal edenler hakkında;
Emniyet Genel Müdürlüğünün;
* Trafik zabıtası personeli,
* Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 7. Maddesindeki esaslara uygun olarak
diğer birimlerdeki Emniyet hizmetleri sınıfı personeli,
Jandarma Genel Komutanlığının Karayolu Trafik Yönetmeliğin 8. Maddesi esaslarına
göre yetkili kıldığı personeli;
Karayolları Genel Müdürlüğünün yetkili kıldığı personel tarafından Karayolları
Trafik Kanununun ilgili maddelerine aykırı hareket edenler hakkında; Suç veya
trafik idari para cezası karar tutanağı düzenlenir.
Tutanakların düzenlenmesine ve yapılacak diğer işlemlere ait uygulamalar
"Trafik para cezalarının tahsilinde ve takibinde uygulanacak esas ve usuller ile
kullanılacak belgeler hakkında yönetmelik ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu nun
3.maddesi " esaslarına göre yapılır.
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Sürücülerin yapmış oldukları trafik kural ihlallerinin özelliğine göre, yalnız idari veya
adli işlem yapıldığı gibi, hem idari hem de adli işlem aynı anda yapılabilmektedir.
3. Trafik Zabıtası Tarafından Suçların Yerinde Değerlendirilmesi
Trafik suçlarına, ağırlığına göre verilecek ceza miktarı ve bu cezayı uygulayacak
kuruluş Karayolları Trafik Kanununda belirtilmiştir. Bu çerçevede trafik zabıtası
tarafından olay yerinde trafik idari para cezası karar tutanağına göre para
tahsili yapılabilmektedir. (5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre ilgilinin peşin
ödeme talebi halinde ceza tutarında ¼ indirim söz konusudur).
Tahsilat derhal yapılmadığı takdirde düzenlenen trafik idari para cezası karar
tutanağının bir örneği ilgiliye verilip tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 gün içinde
ödenmesi gerekir.
Trafik zabıtası;
* Trafiği tehlikeye düşürecek engel olacak şekilde veya yasaklanmış yerlerde
park eden araçlara
* Trafik kural ve yasaklarına aykırı davranışları belirlenmiş bulunan, sürücüsü
tespit edilemeyen araçlara,
* 2918 sayılı Karayolu Trafik Kanunu 26/1- 2, 31/b, 36/son ve 49. maddeleri
hükümlerine uymayan araçları kullanan sürücüler, aynı zamanda araç sahibi
değilse araç sahiplerine aynı miktar kadar, tescil plakasına göre trafik idari para
cezası karar tutanağı düzenler.
Trafik zabıtasının, karşılaştığı trafik kural ihlallerinin niteliğine göre olay yerinde
yapabileceği müdahaleler ve işlemler, Karayolları Trafik Kanununda ve buna bağlı
olarak çıkartılan yönetmelikte aynntılı olarak belirtilmiştir.
4. İdari Cezalar
Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik kurallarını ihlal edenler hakkında, ihlalin niteliğine
göre ceza miktarı ve uygulayacak kuruluş, kanunda belirtilmiştir. İdare tarafından verilecek
cezalar ise işlenen trafik ihlalinin ağırlığına göre; para cezası, ceza puanı, sürücü
belgesi geçici geri alma cezası ve aracı trafikten men cezası olarak uygulanır.
Uluslararası ikili veya çok taraflı anlaşmalar uyarınca diplomatik muafiyeti
olan yabancı kişiler hakkında suç veya trafik idari para cezası karar tutanağı düzenlenmesi
gerektiren durumlar ile çeşitli ülkelerdeki değişik uygulamalar dikkate
alınarak, trafik görevlilerince yapılacak işlemlerin yürütülmesi ve uygulanması
esasları İçişleri Bakanlığınca Valiliklere bildirilir.
5. Adli Cezalar.
Karayolu Trafik Kanununun ilgili Maddeleri gereğince verilen hafif hapis ve hafif
para cezaları 5252 sayılı Türk Ceza Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun ile idari para cezalarına dönüştürülmüş olup, idari para cezasına karar vermeye
de Cumhuriyet Savcıları yetkilendirilmiştir. Aynca Türk Ceza Kanununun Trafik
güvenliğini tehlikeye sokma başlıklı 179. maddesinde";
(1) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak
için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hale getirerek, konuldukları
yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine
bir şey koyarak yada teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı,
sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişiye bir yıldan altı yıla
kadar hapis cezası verilir.
(2) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle yada başka bir nedenle emniyetli
bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan
kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." denilmektedir.
6
Kanun Maddesi
14
30/1a
30/1b
31/1a
31/2
39/1-a
46/2-c
47/1-a
47/1-b
48/5
Türkiye'de Bazı Trafik Suçlarını İhlal Edenlere Verilen Cezalarla İlgili Tablo
Trafik Suçunun Konusu
Karayolu yapısı üzerine,
trafiği güçleştirecek, tehlikeye
sokacak veya engel
yaratacak, trafik işaretlerinin
görülmelerini engelleyecek
veya güçleştirecek şekilde bir
şey atmak, dökmek,
uygulama
Servis freni, lastikleri ve dış
ışık donanımları noksan,
bozuk veya teknik şartlara
aykırı araçları kullanmak, Sürücülere
Servis freni ve ışık donanımları
dışında diğer eksiklikleri
bulunan araçlarla, görüşü
engelleyecek veya araç
içindekileri tehlikeye sokacak
süs, aksesuar, eşya ve çıkıntıları
olan veya çevredekileri rahatsız
edecek şekilde duman ve
gürültü çıkaran araçları
kullanmak,
Sürücülere
Araçlarda bulundurulması
mecburi gereçleri kullanılır
şekilde bulundurmamak ve
kullanmamak, Sürücülere
Takoğraf veya taksimetre
cihazlarını bozuk imal etmek
veya bozulmasına vasıta
olmak, bu durumdaki
cihazları araçlarda
kullanmak,
Sürücü belgesi sınıfına göre
yetkisiz araç kullanmak,
Trafiği aksatacak veya
tehlikeye sokacak şekilde
şerit değiştirmek,
Sorumlulara
Sürücülere ve
Kullandıranlara
Sürücülere
Trafik zabıtası veya özel
kıyafetli veya işaret taşıyan
diğer yetkili kişilerin uyarı ve
işaretlerine uymamak, Sürücülere
Işıklı trafik işaretlerinden
kırmızı renkli olanına ve sesli
işaretlere uymamak,
Taksi, dolmuş, minibüs,
otobüs, kamyon ve çekici
gibi ticari amaçla yük veya
yolcu taşımacılığı yapılan
araçlar ile resmi araçları
alkollü kullanmak, kanındaki
alkol miktarı 0,50 promilin
üstünde iken diğer araçları
kullanmak,
Sürücülere
Sürücülere
Kimlere Uygulanacağı
Ceza Miktarı ve Uygulayacak
Kuruluş
Trafik Polisi
Diğer Yetkili
İdari Para
cezası
206,00 YTL Peşin
154,5 YTL
49,00 YTL
Peşin 36,75
YTL.
101,00 YTL
Peşin 75,75 YTL.
49,00 YTL
Peşin 36,75 YTL.
101,00 YTL
Peşin 75,75
YTL.
101,00 YTL
Peşin 75,75
YTL.
101,00 YTL
Peşin 75,75
YTL.
1.defa 416 YTL Peşin 312 2.defa 521YTL peşin
390,75 YTL
Adli Para
cezası
3,139,00 YTL.
206,00 YTL.
3 ve 3 ten fazlasında 834,00 YTL
Mahkeme
için)
(sürücüler Puanı
Hapis
cezası Ceza
3-6 Ay.
1-2 Ay
tekrarında 2-3 ay
3 ve 3 ten fazlasında en az 6 ay
10
8
8
5
10
10
10
15
15
geriye doğru 5 yıl içinde1 defa 6 ay,2 defa 2 yıl,3 ve 3
ten fazlasında 5 yıl (mahkemece)
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Belgelerin Geri Alınması
Belgelerin İptali
Trafikten Men
Araç Kullanmaktan Men
Sürücüler
Diğer Hususlar
Tehlike ve engeller,
ilgili kuruluşlar ve
zabıtaca ortadan
kaldırılır, Bozukluk ve
eksiklikler yolun yapım
ve bakımından
sorumlu kuruluşça
derhal giderilir, Zarar
karşılıkları ve masraflar
sorumlulara ödetilir,
Sürücü aynı
zamanda araç
sahibi değilse,
ayrıca tescil
plakasına da aynı
miktar için ceza
tutanağı düzenlenir,
Sürücü aynı
zamanda araç sahibi
değilse, ayrıca araç
sahibine de tescil
plakasına göre aynı
miktar için ceza
tutanağı düzenlenir,
2 defa alkol aldığı
tespit edilenler Sağlık
Bak.nca sürücü
davranışlarını
geliştirme eğitimine
tabi tutulurlar, eğitimi
tamamlayanların
belgeleri süresi
sonunda iade edilir,3
ve 3 ten fazlasında ise
psiko-teknik
değerlendirme ve
psikiyatri
muayenesine tabi
tutulurlar, muayene
sonrasında durumu
uygun olanlara süresi
sonunda belgeleri
iade edilir,
Kanun Maddesi
49/3
51/2-b
51/5-b
52/1-c
52/1-d
54/1-a
54/1-b
65/1-d
65/1-f
66
67
Trafik Suçunun Konusu
Ticari amaçla yük veya yolcu
tasiyan araçlari tasit kullanma
süreleri disinda kullanmak
veya kullandirmak,
Hiz sinirlarini yüzde otuzdan
fazla asmak
Hiz sinirlarini tespite yarayan
cihazlarin yerlerini belirleyen
veya sürücüyü ikaz eden
cihazlari araçlarda
bulundurmak,
Türkiye'de Bazi Trafik Suçlarini Ihlal Edenlere Verilen Cezalarla Ilgili Tablo
Kimlere Uygulanacagi
Sürücü,sahip ve
isleten
Uymayanlara
Isletenlere
Yol, hava ve trafik durumlari
göz önüne almadan, öndeki
araci güvenli bir mesafe
birakmadan takip etmek, Sürücülere
Kol ve grup halinde araç
kullanirken, diger araçlarin
güvenle girebilecekleri bir
açiklik birakmamak, Sürücülere
Geçme kurallarina riayet
etmemek,
Geçmenin yasak oldugu
yerlerden geçmek,
Sürücülere
Sürücülere
Tehlikeli ve zararli maddeleri
gerekli izin ve tedbirler
alinmadan, tasimak, Sürücü,
Gabari disi yük yüklemek, yük
üzerine veya araç disina yolcu
bindirmek, Sürücü,
Bisiklet, motorlu bisiklet ve
motosikletleri, kurallara
uymadan sürmek,
Park yapmis tasitlar arasindan
çikarken, duraklarken, tasit
yolunun sagina veya soluna
yanasirken, saga veya sola
dönerken, trafik kural ve
yasaklarina uymamak,
isletenler
isletenler
Sürücülere
Sürücülere
Ceza Miktari ve Uygulayacak
Kurulus
Trafik Polisi
Diger Yetkili
Idari Para
cezasi
49,00 YTL
Pesin 36,75 YTL.
206,00 YTL Pesin
154,50 YTL.
49,00 YTL
Pesin 36,70
YTL.
49,00 YTL
Pesin 36,70
YTL.
101,00 YTL
Pesin 75,75
YTL.
101,00 YTL
Pesin 75,75
YTL.
206,00 YTL
Pesin 154,5
YTL.
101,00 YTL
Pesin 75,75
YTL.
101,00 YTL
Pesin 75,75
YTL.
49,00 YTL
Pesin 36,75 YTL.
Adli Para
cezasi
834,00 YTL
1,255,00 YTL
Mahkeme
Hapis
cezasi
4-6 Ay
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
Ceza Puani (sürücüler için)
15
15
15
10
10
15
15
10
10
5
5
geriye dogru 1 yil içinde
5 defa ihlal edildiginde 1
yil süre ile
Belgelerin Geri Alinmasi
Belgelerin Iptali
Trafikten Men
Araç Kullanmaktan Men
Sürücüler
Diger Hususlar
Sürücü ayni zamanda araç
sahibi degilse, araç sahibine
de 101 YTL, pesin 75.750
YTL. ayrica isleten veya
tesebbüs sahibine de 206,00
YTL pesin 154.5 YTL. ceza
yazilir,
Sürücü belgesi geri
alinanlarin süresi sonunda
psiko-teknik degerlendirme
ve psikiyatri uzmaninin
muayenesi sonucunda
sürücü belgesi almasina
mani hali olmadigi
anlasilanlarin belgeleri iade
edilir,
Cihazlar mahkeme karariyla
müsadere edilir,
Ayrica, bütün sorumluluk ve
giderler araç isletenine ait
olmak üzere, fazla yolcular
en yakin yerlesim biriminde
indirilir,
MAKALELER
8
Kanun Maddesi
69/2
118
Trafik Suçunun
Konusu
Başıboş hayvan
bırakma
yasağına riayet
etmeyerek, trafik
kazasına
sebebiyet
vermek,
Trafik suçunun
işlendiği tarihten
geriye doğru 1
yıl içerisinde 100
ceza puanını
doldurmak,
118/7
Türkiye'de Bazı Trafik Suçlarını İhlal Edenlere Verilen Cezalarla İlgili Tablo
Uymayanlara
Sürücülere
Kimlere Uygulanacağı
Sürücü
belgeleri geri
alındığı
halde, geri
alma süresi
içerisinde
araç
kullanmak,
Ceza Miktarı ve Uygulayacak
Kuruluş
Trafik Polisi
Diğer Yetkili
İdari
Para
cezası
49,00 YTL
Peşin 36,75 YTL.
Sürücülere
Adli Para
cezası
Mahkeme
için)
(sürücüler Puanı
Hapis
cezası Ceza
3 Ay.
206,00 YTL.
1-2 Ay tekrarında
2-3 Ay.
MUKAYESELİ ESKİ VE YENİ TRAFİK PARA CEZALARI MİKTARLARI
2003 2004 2005 (%11,2)
1.defasında 2 ay, 2 defasında 4 ay
15
Belgelerin Geri Alınması
18.11.2005 tarih ve 25997
sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan Sıra No:353
sayılı Vergi Usul Kanunu
Genel Tebliği uyarınca
yeniden değerleme oranı
Trafik Para Cezaları için
artış oranı % 9,8 olarak
belirlenmiştir, YTL'ye Göre
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Belgelerin İptali
3. ncü defasında
Trafikten Men
Araç Kullanmaktan Men
Diğer Hususlar
Ceza puanı
nedeniyle sürücü
belgesi geri alınanlar;
birinci defa eğitime,
ikinci defa da psikoteknik
değerlendirme
ve psikiyatri
uzmanının
muayenesine tabi
tutulurlar, muayene
sonucunda sürücülük
yapmasına engel hali
yoksa belgesi iade
edilir,
31.03.2005 tarih ve 25772
(Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren
5326 sayılı Kabahatler
Kanununun 17 inci maddesi
hükmü gereği İdari para
cezasının (Trafik para cezasının)
ilgilisince derhal ödenmesi
halinde tahsil edilecek miktar
YTL'ye Göre
32,100,000 41,200,000 45,800,000 49,00 YTL. 36.75 YTL.
64,700,000 83,100,000 92,400,000 101,00 YTL. 75.75 YTL.
131,900,000 169,400,000 188,300,000 206,00 YTL. 154.5 YTL.
265,300,000 340,900,000 379,000,000 416,00 YTL. 312 YTL
332,600,000 427,300,000 475,100,000 521,00 YTL. 390.75 YTL.
532,600,000 684,300,000 760,900,000 834,00 YTL. 625.5 YTL.
800,000,000 1,028,000,000 1,143,100,000 1,255,00 YTL 941.25 YTL
1,332,800,000 1,712,600,000 1,904,400,000 2,090,00 YTL 1.567.5 YTL.
2,001,000,000 2,571,400,000 2,859,300,000 3,139,00 YTL 2.354.25 YTL.
2918 sayılı
kanunun 37/5 Md.
855.000.000
3.000.000.000 3,294,00 YTL 2.470.5 YTL.
5.000.000.000 5,490,00 YTL 4.117.5 YTL.
10.000.000.000 10,980,00 YTL 8.235 YTL
Mayıs 2006 tarihi itibari ile Türkiye'de Asgari Ücret Net 380,46 YTL.'dir. İngiltere ve Avusturya'da Asgari ücret yaklaşık 750 Euro'dur.
2918 Sayılı KTK’nın 4, 51 ve 118. maddelerinde belirtilen trafik suçlarında ve
119. maddesi ile sürücü belgeleri alındıktan sonra bu kanunun 41. maddesinin
(e) bendinde yazılı suçlardan biri ile mahkûmiyeti halinde de sürücü belgesi geri
alınır. Bu maddeler;
Teknik cihazlarla yapılan tespit sonucunda KTY’de belirtilen (0,50 Promil)
üzerinde alkollü olarak araç kullanıldığı tespit edilen özel araç sürücüleri ile miktarı
ve oranı ne olursa olsun alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen resmi ve
ticari araç sürücülerinin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru 5 yıl içinde;
* Birinci defasında sürücü belgeleri 6 ay süreyle geri alınır ve haklarında
416,00 YTL para cezası ile birlikte 15 ceza puanı uygulanır.
* İkinci defasında sürücü belgeleri 2 yıl süreyle geri alınır ve haklarında
521,00 YTL para cezası ile birlikte 15 ceza puanı uygulanır. Ayrıca bu sürücüler
Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikte gösterilen “Sürücü Davranışlarını Geliştirme Eğitimine” tabi tutulurlar,
eğitimini başarıyla tamamlayanların sürücü belgeleri, süresi sonunda iade
edilir.
* Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri mahkeme kararıyla 5 yıl
süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte
834,00 YTL para cezası ve bunun yanı sıra 15 ceza puanı uygulanır. Bu sürücüler
ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar.
Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma
süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir.
* Taksi veya dolmuş otomobil, minibüs, otobüs, kamyon, çekiçi gibi araçlarla
kamu hizmeti, yük ve yolcu taşımacılığı yapan sürücüler ile resmi araç sürücüleri,
alkollü içki kullanmış olarak araç kullanamazlar.
* Uyuşturucu ve keyif verici maddeleri alarak araç kullananlara, eylemi
başka bir suç oluştursa bile ayrıca, 6 ay hafif hapis cezası ile suçun işlendiği tarihteki
suçun karşılığı olan trafik para cezası uygulanır ve bu suçu işleyen sürücülerin sürücü
belgeleri süresiz geri alınır.
Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını;
%10’dan %30’a (otuz dahil) kadar aşan sürücülere 101,00 YTL para cezası ile
birlikte 5 ceza puanı, %30’dan fazla aşan sürücülere ise 206,00 YTL para cezası
ile birlikte 15 ceza puanı uygulanır. Hız sınırlarını %30’dan fazla aşmak suretiyle
ihlal suçunun işlendiği tarihten geriye doğru 1 yıl içerisinde aynı kuralı 5 defa ihlal
ettiği tespit edilenlerin sürücü belgeleri 1 yıl süreyle geri alınır. Süresi sonunda
psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanının muayenesinden geçirilerek
sürücü belgesi almasına mani hali olmadığı anlaşılanların sürücü belgeleri iade
edilir.
Ceza puanı uygulaması ile ilgili olarak, trafik suçunun işlendiği tarihten geriye
doğru bir yıl içinde toplam 100 ceza puanını dolduran sürücülerin sürücü belgeleri
2 ay süreyle geri alınır. Bu sürenin sonunda sürücü, trafik kuralları ile ilgili
eğitime tabi tutulur. Aynı yıl içinde ikinci defa 100 ceza puanını dolduran sürücülerin
sürücü belgeleri 4 ay süreyle geri alınarak sürücüler, psiko-teknik değerlendirmeye
ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar. Muayene sonucun-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
da sürücülük yapmasına engel hali bulunmayanların sürücü belgeleri, süresi sonunda
iade edilir.
Bir yıl içinde üç defa 100 ceza puanını dolduran sürücülerin sürücü belgeleri
süresiz olarak iptal edilir.
Ölümle sonuçlanan trafik kazalarına asli kusurlu olarak sebebiyet veren sürücülerin
sürücü belgeleri ise 1 yıl süre ile geri alınır.
Ayrıca sürücü belgeleri, belge alındıktan sonra 2918 Sayılı KTK’nın
41.maddesinin (e) bendinde yazılı, TCK’nın 403 ve 404. maddeleri ile 577/2-3
maddelerinden ikiden fazla ve 2918 Sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair
Kanun’un 28. ve 29. maddeleri, 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında
Kanun’nun 12. maddesinin 3. ve takip eden fıkralarındaki suçlardan biriyle mahkumiyet
halinde sürücü belgesi süresiz geri alınır.
Bazı Ünvan sahipleri için Trafik Cezalarında Özel Uygulamalar
Ülke Özel Uygulamaya tabi olanlar:
Danimarka Kraliyet Ailesi ve Diplomatlar
İngiltere Sadece Diplomatlar
Almanya Diplomatlar ve Milletvekilleri
Fransa Sadece Diplomatlar
Hollanda Sadece Diplomatlar
Türkiye TBMM Üyeleri, Hâkim, Savcı
ve Diplomatlar
Ülkemizde trafik kurallarını ihlal eden TBMM Üyeleri, Hâkim, Savcı ve Diplomatlar
için, Karayolları Trafik Kanununun 116 ncı maddesi kapsamında araç tescil
plakasına ceza yazım prosedüründe özel uygulama yoktur.
Trafik kurallarını ihlal eden sürücülerin tespit edilerek sürücünün yüzüne karşı
yaptıkları işlemlerde trafik kuralını ihlal edenin hakim veya Savcı olması durumunda,
trafik suç veya ceza tutanağı düzenlenmemektedir. Bunun yerine maddi
olayı tespit eden ve kuralı ihlal eden kişinin adı, soyadı, ünvanı, görev yeri, ihlal
edilen kural ve ihlale ilişkin diğer bilgiler ile ilgili aracın tescil plakası belirtilmek
suretiyle görevlilerin imzasını taşıyan “Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı”
düzenlenmektedir.
Düzenlenen karar tutanakları Yargıtay üyeleri için Yargıtay başkanlığına, Hakim
ve Savcılar için ilgilinin görev yerine en yakın Ağır ceza Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığına, Merkez kuruluşlarındaki Hakim ve Savcılar için ise Ankara
cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmektedir.
Türkiye Büyük millet Meclisi üyeleri için Valilikler aracılığıyla TBMM Başkanlığına
gönderilmektedir.
Diplomatik muafiyeti olan kişilerin ise Valilikler aracılığıyla Dışişleri Bakanlığına
intikal ettirilmektedir.
HOLLANDA
SUÇLARIN RAPOR EDİLMESİ VE MAHKEMEYE SEVKİ
1) Suçların Rapor Edilmesi:
Suçun önemine bağlı olarak, memur rapor hazırlar veya suç idari bir para ce-
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
zası ile cezalandırılabiliyorsa bu cezayı keser. Küçük suçlarda, polis memuru uzlaştırma
önerebilir. Suçlu kabul ederse olay kapanır.
2) İdari Prosedür
Ceza sisteminin yetersiz hale gelmesi ve mahkemelerin aşırı yüklenmesinden
kaçınmak için, 1990 yılında küçük suçların 500 florini aşmayan para cezası ile
cezalandırılabilmek amacıyla bir idari yasa (Mulder Yasası) kabul edildi.
Düzenlenen rapor, polis tarafından Adalet Bakanlığına bağlı olarak kimlik tespiti
yapan ve suçu izleyen şahsa bir form ve ödeme talimatını gönderen Merkez Adli
Büroya gönderilir. Eğer suç isnat edilen kişi dokümanları Kabul etmezse Mulder yasası
bu kişinin 6 hafta içinde daha yüksek bir makama başvurmasını öngörür. İtirazın
reddedilmesi ihtimaline karşı, suçlu banka numarası ve adresini bildirmek zorundadır.
Daha sonra, yargıç bu başvurunun kabul edilip edilmeyeceğine karar verir
ve para cezasının miktarını değiştirebilir. Eğer suç isnat edilen kişi yargıcın kararını
kabul etmezse, ceza miktarına eşit bir parayı deposit olarak ödeme koşuluyla,
30 gün içerisinde, bölge idare mahkemesine itiraz davası açılabilir.
Suçlu istenilen depozitoyu yatırdığında, bölge mahkemesi davayı ret veya
kabul edebilir. Bu aşamada polisin hazırladığı belge iptal olur ve yargıcın kararı
kabul edilir. Eğer suçlu cezayı ödemeyecek durumda veya ödemez ise bölge hâkiminin
kararıyla:
• Bir ay için, suçlunun suçu işlediği araç trafikten men edilebilir.
• Bir ay için suçlunun ehliyeti geri alınabilir
• Bir ay hapis cezasına çarptırılabilir.
3) Adli Prosedür
Eğer kaydedilen suç Mulder yasasına girmiyorsa, polisin daha detaylı bir raporu
merkezi tahkikat yetkililerine gönderilmesi için hazırlaması zorunlu kılınır.
Polis raporunu tahkik eden birim prosedüre göre davayı suçun işlendiği bölgenin
en yüksek mahkemesi olan kraliyet mahkemesine gönderir. Böylece tahkikat
bölge mahkemesinden kraliyet mahkemesine geçer. Kraliyet savcısı yargılamadan
önce uzlaşma teklifi veya tahkikatın başlamasından vazgeçmeyi teklif
eder. Eğer şüpheli, savcının uzlaşma teklifine katılırsa, bu durum yargıca getirilmez
ve tahkikat polis tarafından yapılır.
Eğer yargılama yapılırsa, bu hüküm para cezasından hapis cezasına kadar
birçok cezai nitelikli önlemi içerir.
Hollanda’da caydırıcılık zinciri nasıl çalışıyor?
Yolu kullananlarda şu duygu yerleşmesi gerekir:Trafik kurallarına uymak
başkalarından çok benim menfaatimedir.Bununla birlikte, bazı insanlar bu
yaklaşımı kabul etmezler. Kabul etmeyenleri ikna etmek için caydırıcı başka
yöntemlere başvurulur. En iyi yöntem yakalanma riskinin artırılmasıdır.
Caydırmanın diğer safhası sorgulanma ve ek bir cezanın ödettirilmesidir.
Hollanda’da geçmiş yıllarda yakalanma riski artırılmıştır. Bu da trafik polisinin
eğitimi ve kullandığı araç-gereçlerin modernleştirilmesidir.(Hızı ölçmek için lazer
tabancalar , fotoğraf ve video çekimi yapılabilecek şekilde donatılmış otomobil ve
motosikletler, yol boyunca otomatik çalışan sabit kontrol cihazları,trafik kontrol
merkezleri vb.) Hollanda’da trafik kurallarını ihlal edenlere verilen para cezaları da
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
artırılmıştır. Hollanda televizyonununda trafik polisiyle işbirliği yapılarak birçok eğitim
filmi çekilmiştir. Bu filmlerin bazıları trafik polisinin gizli olarak sivil ekip arabalarıyla
nasıl çalıştıklarını (suçluları nasıl durdurduklarını nasıl sorguladıklarını nasıl ve niye
hata işlediklerini kendilerine videodan izlettirdikleri; daha sonra nasıl
cezalandırıldıklarını) göstermektedir. Sözü edilen filmi çok sayıda TV seyircisi hatta
birkaç kez seyretmektedir. Trafik suçunu işleyenler suçun ağırlığına göre para cezası
veya savcı veya hakimin kararıyla ehliyetine el konulması gibi ağır cezalar
verilmektedir. Bu nevi programlar, halkın duyarlılığını trafik güvenliği lehinde
artırmaktadır. Kişi hata işlediği zaman yakalanacağı ve cezaya çarptırılacağını
görmektedir.
Hollanda’da hata yapınca % 100 yüz oranlara varan yakalanma ve
cezalandırma şansı vardır.
Trafik suçunu işleyenlerin cezalandırılmasının prosedürü ?
Genelde, trafik suçlarının iki tipi vardır. Yaygın olanları idari prosedürle
ilgilidir. Diğerleri mahkemede yargılanıp ve daha sonra bir yargıç tarafından
ceza verilen suçlardır. İdari prosedürde ; daha önce miktarı belli olan para
cezalarının kural ihlal edenlere ödettirilmesidir. Hollanda para cezasının ödenme
süresi 4 aydır.Kişi ceza için C.savcılığının vereceği kararı kabul etmezse
mahkemeye temyiz edebilir. Zamanında ödenmeyen ceza otomatik olarak alınır.
Kişi parayı ödemezse arabasına, ehliyetine bankadaki hesabına el koyma ve
hapis cezası verilebilir. Bu cezaların çoğunluğuna C.savcıları hükmeder.
Ağır suçlar, normal ceza davası işlemi çerçevesinde ele alınırlar.
Hollanda’da Bazı Trafik Suçlarına Verilen Para Cezaları
Suç: Para Miktarı:
Emniyet kemeri takmamak 75 €
Aracın teknik muayenesini geçirmek 75€
Kırmızı ışıktan geçmek 130€
Araba sürerken elinde telefonla konuşmak 130€
Sağ taraftan araç geçmek 130€
Otobüs şeridinde araç sürmek 130€
Geçiş yasağı olan yerden geçmek 130€
Gereksiz gürültüye sebebiyet vermek 130€
Aracında radar dedektörü bulundurmak 250€
Özürlüler için ayrılan yere park etmek 130€
Hız sınırını 4 Km/s kadar geçmek 14€*
Hız sınırını 22 Km/s kadar geçmek 95€
Hız sınırını 50 ile 55 Km/s kadar geçmek 370€**
* Bu miktar otomobil, mobilet, motorsiklet ve traktör gibi araç sürenler içindir.
Kamyon, otobüs ve römorklu araçlarda miktar 21 Euro’ya çıkmaktadır.
** Hollanda’da sürücü hız limitini 50 Km/s kadar aşarsa polis tarafından durdurulup
ehliyetine el konulup, tutanak tutularak savcılığa gönderilir.
*** Hollanda’da Asgari Ücret Net 800 Euro’dur.
Çek Cumhuriyetinde Polis Teşkilatının Trafikle ilgili Görevleri:
Polis Birimleri; trafik denetimi ve düzenlenmesinden, kaza tahkikatından ve
12
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
kaza bilgilerinin kaydından sorumludur. Çek polisi, trafik kurallarını ihlal edenlere
ancak ihlal yerlerinde para cezası verebilir.
Her belediye teşkilatı, belediye polisi teşkilatı kurmaya yetkilidir. Belediye polisi
trafik kurallarını uygulatmada sınırlı yetkiye sahiptir. Belediye polisi, devlet
polisinin bir parçası değildir.
Hafif suçlar ceza tutanağı düzenleyerek cezalandırılır. İdari suçlara mahalli
yetkililer bakar. Ölüm veya yaralanmayla neticelenen kazaya sebebiyet vermek
adli suçlar grubuna girmektedir.
Polisin göreviyle ilgili Çek Karayolu Kanununda Yapılan Yeni Değişiklikler:
Kanunda yapılan değişiklikler 01.07.2006 da yürürlüğe girecektir. Söz konusu
değişiklikler:
• Ceza puanı sisteminin uygulanması
• Trafik suçlarına verilen cezaların ağırlaştırılması
• Ağır bir trafik suçunun ihlal edilmesi halinde polise sürücü belgesini alma
yetkisi
• Ağır bir suçun işlenmesi halinde teknik cihazı kullanarak araç sürmenin engellenmesi
yetkisinin polise verilmesi
• Uyuşturucu madde ve alkol alarak araç kullananlar suçu, adli suç kapsamına
alınır.
Çek Ceza Puanı Sistemi – Ceza Puanları Tablosu
(En Fazla Puan Aldıran Suçlar ve Puanları Tablosu)
Ceza Puanı
Suç
Sayısı
Uygun olmayan ehliyet cinsiyle araç kullanmak 7
Alkol seviyesi 0.3 promilin üzerinde araç sürmek 7
Alkol kontrolünü kabul etmemek 7
Nefes testinin olumlu olması halinde şayet sürücü alkol
7
etkisi altında değilse tıbbi muayeneyi kabul etmemek
Şayet sürücü uyuşturucu etkisinde değilse tıbbi muaye-
7
neyi kabul etmemek
Gerekli şekilde görevini yapmamaktan dolayı ölüm veya
7
ağır yaralamayla neticelenen kazaya neden sürücüler
Ölümle, yaralamayla veya 50.000 Cek parası üzeri maddi
hasarla neticelenen kazada aracını durdurmamak, polise
kazayı bildirmemek, ilk ve acil yardımı yapacakları çağır- 7
mamak, polise ve ilk yardım yapacak kurumlara kazayı haber
verdikten sonra kaza yerine geri dönmemek
Çek Cumhuriyetinde ceza puanı uygulaması 01 Temmuz 2006’dan itibaren başlayacaktır.
Ceza puanları ihlal edilen trafik kuralının önemine göre 1 ile 7 puan arasındadır.
7 ceza puanını gerektiren trafik ihlalleri tablo halinde yukarıda sunulmuştur.
Ceza puanı sistemi faaliyetleri, polis teşkilatı tarafından değil, idari birimler tarafından
yürütülür. Ceza puanı limiti 12 puandır. 12 puan dolunca sürücü belgesi 1
yıllığına geri alınır. 12 ay içinde trafik suçu işlemeyen sürücüden 4 puan düşürülür.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13
MAKALELER
Şayet sürücü 24 ay içinde suç işlemezse ayrıca 4 ceza puanı daha silinir. 36 ay
içinde suç işlemeyen sürücünün tüm ceza puanları silinir.
Sürücü belgesi 12 ceza puanını doldurmasından dolayı alınan sürücü, belgesini
almadan önce mesleki yeterlilik sınavından olumlu netice alması gerekir.
AVUSTURYA
1) Caydırıcılık Zinciri Nasıl Dönüyor ?
Karayolu güvenliği kampanyaları yapılmaktadır. Halkın, hız limiti aşıldığı
zaman veya emniyet kemeri kullanılmadığı zaman kazaların olumsuz neticelerini
görmesi sağlanmaktadır. Bu kampanyalar kanalıyla çocukların araçlarda güvenli
şekilde taşınmasının önemi gösterilmektedir.
2) Kural İhlal Edenleri Cezalandırma Yöntemi Nasıldır ?
Polis daha önce miktarı belli olan sabit para cezalarını hemen alabilmektedir.
Miktarı liste halinde belli olan para cezalarının ödenmesi için araç sahibinin
evine para cezası tutanağı gönderilerek polis para cezasını tahsil edebilmektedir.
Kişilerin ihbarına binaen , trafik kuralını ihlal ettiği iddia edilen şahıs ve şahidi
sorgulayarak polis ceza verebilir. Verilen cezalara 14 gün içinde itiraz etme
durumu vardır. Para cezasını ödeyemeyenlere hapis cezası verilebilinir.
Ağır suçlarda ehliyeti belirli süre alınabilinir. (Alkol ve uyuşturucu madde
etkisi altında araç kullanmak, şehir içinde hız limitini 40 km/s aşmak, şehir
dışında hız limitini 50 km/s aşmak ) suçlarında ehliyet 2 haftalığına geri
alınabilinir.
Trafik suçlarına prensip olarak idari cezalar verilmektedir. Trafik kazaları
neticesinde ölüm veya yaralanma durumunda adli cezalar verilmektedir.
TARTIŞMA
Bugün trafik kazalarının oluşumlarına bakıldığında temelinde trafik akımını ve
güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde gerek alkollü iken, gerekse diğer trafik
kurallarına riayet etmeden araç kullanan sürücülerin ve altyapı eksikliklerinin
bulunduğunu görmekteyiz.
5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasasında trafik güvenliğini tehlikeye sokma
başlığı altında aşağıdaki düzenlemeler yapılmıştır.
Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma
MADDE 179 (2)”Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin
hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare
eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli
bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan
kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” Hükmü yer almaktadır.
Ancak, sözü edilen maddenin uygulanmasında bazı şehir ve beldelerimizde
uygulama değişikliği nedeniyle trafik güvenliğinin beklentisi doğrultusunda netice
alınamamaktadır.
Şöyle ki, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası uygulamaya konulmadan önce
basında “ Alkollü sürücüye büyük ceza geliyor. Alkollü araç kullanan yandı.
Alkollü sürücüye hapis cezası geliyor.” Gibi haberler yer aldı. Alkollü sürücülerle
ilğili her il, hatta aynı il’de veya ilçe de Cumhuriyet Savcılarımızın
14
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
değerlendirmelerine göre farklı uygulamalar gelişti ve başlatıldı. Bazı savcılarımız
karayolları trafik kanununa göre işlem yapıldıysa ayrıca adli işlem yapılmasına
gerek yok şeklinde kolluk görevlilerimize talimatını verirken, bazı savcılarımız da
sürücü alkollü olabilir ancak, direksiyonu iyi tutuyorsa, yani tehlikeli araç
kullanmıyor ise bu suç oluşmamıştır, işlem yapmaya gerek yok talimatını
vermektedir. Öte yandan bazı savcılarımız da 2918 sayılı kanuna göre alkolden
işlem yapılan tüm sürücülere aynı zamanda da 179/3 ‘e göre de mutlaka işlem
yapılması gerektiğini belirtmektedir. Bazı savcılarımız da neyin bu konuda baz
alınacağı hususunda tereddüdünün olduğunu ileri sürerek eğer yasal limit olan
0.50 promil üzeri baz alınacak ise ticari araç kullananlar da hangi kriter dikkate
alınacak? Diye sormaktadır. Savcılarımızdan bazıları da tehlike suçundan işlem
yapılabilmesi için somut bir olaya dayandırılması gerektiğini belirterek işlem
yapılması için somut olay aramaktadır. Örneğin şahıs alkollü iken kaza yapması
veya alkolün etkisi ile ters yöne gitmesi gibi. Görüldüğü gibi halihazırda
uygulamada bu konuda yeknesaklık ve birliktelik sağlanmış değildir.Değişik
yaklaşım ve yorumlardan dolayı 2918 sayılı kanun hükmüne göre yapılan
işlemler trafik güvenliğimiz aleyhinde olumsuz etkilenmektedir.
Şöyle ki; Yapılan trafik kontrol ve denetimleri esnasında alkolmetre cihazı ile
sürücünün yapılan alkol ölçümünde 0.60 promil alkollü olduğu tespit edilerek
2918 sayılı kanunun 48/5 maddesi gereğince işlem yapıldıktan sonra, adli
makamlarca da 5237 sayılı kanunun 179/3 maddesi gereğince adli işlem
yapılması için ilgili adli kolluk birimine sevk edildiğinde savcılarımızın talimatı ile
tekrar şahsın alkollünü almak için sağlık kuruluşlarına sevki yapıldığı ancak, bu
işlem esnasında zaman sürekli ilerlediği için 0.60 promil ile trafik polisinin aldığı
alkollü sürücünün kanındaki alkol miktarı geçen zamana bağlı olarak
düştüğünden, çoğu zaman yasal limit olan 0.50 promilin altına da düştüğünden
şahısa her hangi bir işlem yapılmadan bırakıldığı görülmektedir.
Bilindiği gibi bilimsel olarak alkol 20 dakikada kanda en yüksek düzeye
çıkmakta ve daha sonra karaciğer tarafından okside edilerek tüketilmektedir. Yani
zaman içerisinde kandaki alkol miktarı düşmektedir. Düşüş oranı kişinin,
bünyesine, aldığı gıdaya, alkol miktarı gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir.
Adli makamlar sağlık kuruluşlarının verdiği alkol raporunu esas aldıklarından
0.50 promilin altında alkollü olan bir sürücüye adli işlem yapmadığı gibi trafik
zabıtasının ( Polis ve Jandarmamızın) 2918 sayılı kanun hükmüne göre yaptığı
işlemi geçikmeden dolayı alkol seviyesi düştüğünden delilsiz hale getirmektedir.
Şöyle ki, hakkında 2918 sayılı kanunun hükmüne göre alkolden işlem yapılan
şahıs daha sonra bu işlemlere ilgili mahkemelerde itiraz ettiğinde trafik polisinin
Kalibrasyon ayarı zamanında yapılmış sağlıklı çalışır durumda olan alkolmetre ile
yaptığı ölçümleri değil, sağlık kuruluşlarının alkol ölçümlerini esas alarak kararlar
vermektedir. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi yürürlükteki mevzuat hükümleri
bazen bazı yerlerde yorum ve uygulama değişikliği nedeniyle uyumlu
işletilememektedir. Birimler ya da kurumlar bir birinin tesis ettiği işlemleri
destekleyici ve eşgüdümü sağlayacak şekilde tesis etmesi veya yasal mevzuatı
işletmesi halinde kural ihlal edenler üzerinde caydırıcı olacaktır.Aksi bir işlemin
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15
MAKALELER
yapılmaya çalışılması durumunda alkollü sürücülere veya suçlulara güven ve
cesaret verilmiş olunacaktır.
Bu sorunun çözümü için aşağıdaki konulara her şeyden önce yetkili
makamlarımızın açıklık getirmesi gerekmektedir.
1- 5237 Sayılı kanunun 179 maddesinin 3. fıkrasında “ Alkol veya
uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç
sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi iki yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Hükmü yer almaktadır. Bu kanun hükmüne
göre adli işlemin yapılabilmesi için şahıs alkol ve uyuşturucunun etkisi altında
iken hangi hallerde ve koşullarda emniyetli ve güvenli araç sevk edemeyecek
durumdadır? Kandaki alkolün ölçüsü ve miktarı ne olmalıdır? Hususi otomobiller
de yasal limit olan 0.50 promil üzeri olacak ise Ticari araçlarda bunun ölçüsü ne
olacaktır? Bu konuların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Yasanın ruhuna
ve özüne uygun olarak uygulamaya esas olmak üzere bir an önce tamamlayıcı ve
açıklayıcı yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.
2- 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Yasasında, Trafik Güvenliğini Tehlikeye
Sokma başlığı altında yer alan 179 maddesinin 2. fıkrasında “ Kara, deniz, hava
ve demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık ve ya malvarlığı açısından
tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.” Hükmü yer almaktadır.
Maddenin 2. fıkrasındaki “ tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden
kişi.” Ibaresi geniş ve kapsamlı bir kavram olup, yorum ve değerlendirmelere açık
bulunmaktadır. 2918 Sayılı Karayolları Trafik kanunun da yer alan hangi
eylemlerin veya durumun bu kavram kapsamında değerlendirileceği hususu ile
somut olaylarda koşulları ve sınırlarının nasıl tayin edileceği yönünde bazı
tereddütler hasıl olmuştur. Basit bir trafik kuralı ihlali bu suç kapsamında
değerlendirilebilir mi?
Genel tehlike suçu ile ilgili olarak bu konuda da açıklayıcı ve tamamlayıcı
yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Büyük ümitlerle görevlendirdiğimiz Fahri Trafik Müfettişlerimizin bazılarından
bugün beklenilen verim alınamamaktadır. Şöyle ki; bir yıl içerisinde bir suç
tutanağı dahi tanzim etmeden cebinde fahri trafik müfettişi kartı ile gördüğü kural
ihlallerini görmezden gelen müfettişlerimiz bulunmaktadır.
Bu durumda çözüm olarak fahri trafik müfettişlerimizin görev süreleri (5) yıl
ile sınırlandırılabilinir. Zaman içerisinde çoğu müfettişlerimizin görev aşkını ve
heyecanını kaybettiği görülmektedir. Görevin verildiği ilk yıllar performansı
yüksek iken, daha sonra ki yıllarda düşmektedir. Hatta görevini hiç yapmayanlar
da bulunmaktadır.
Dünya genelinde yaygın olan trafik suçlarında özel uygulama diplomatlara
yönelik yapılmaktadır. Diplomatlara ceza yazılmasında ülkeler, karşılıklılık
(mütekabiliyet) esasına göre ya işlemden kaldırmakta yada cezayı tahsil
etmektedir. Ülkemizde de trafik cezalarının uygulanmasına yönelik özel
uygulama sadece diplomatlara olmasının trafik güvenliğimiz için daha uygun
olacağına inanılmaktadır.
16
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
SONUÇ
Trafik güvenliğinin geliştirilmesinde, yolu kullananların (sürücü, yaya ve
yolcuların) trafik kurallarına uyması temeldir. İnsanların kurallara uyması için iyi
eğitilmesi gerekir. Kurallara uymayı kolaylaştıracak mühendislik tedbirlerinin
alınıp insanların hizmetine sunulmalıdır. Etkili trafik kontrol ve cezalandırma
sistemi de insanların kazalardan korunması için elzemdir. Kısacası; Trafik
güvenliğine yönelik olumlu tutum ve davranış iyi eğitim, ihtiyaçları karşılayacak
mühendislik faaliyetleri ve caydırıcı kontrol-cezalandırma işlemlerinin aynı
zamanda ve birbirini tamamlayıcı şekilde yapılmasıyla mümkündür.
Trafik kazalarından kaynaklanan çok önemli zararlar sosyal konumumuz ve
mevkimiz ne olursa olsun hepimizi dolaylı ve dolaysız etkilemektedir. Daha fazla
kaybetmeden imkanlarımızı kazaların önlenmesi için kullanmamız gerekmektedir.
Trafik yasasını ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasında faaliyet
zinciri; mevzuat, kontrol (denetim), sorgulama ve yargılama halkalarından oluşur.
Zincirin kural ihlal edenler aleyhine caydırıcı olabilmesi için faaliyet zinciri çok iyi
organize edilmeli ve en iyi etki için her halka aynı ahenkle birbirini
tamamlamalıdır.
KAYNAKLAR
1) Avrupa Birliği tarafından desteklenen “Escape” projesi nihai raporu,( Trafic
enforcement in Europe: effects, measures, needs and future), Nisan 2003.
2) L’importance pour la sécurité de la politique pénale en matiére de circulation,
Institut Belge Pour La Securite Routiere, Dıscussion Paper no: 99-01
Mai.1999
3) Sjaak Bax’dan alınan e-mail, Amsterdam, 25/2/2006.
4) Josef Kricker’den alınan e-mail, Viyana 10/04/2006.
5) Josef Mikulik’den alınan e-mail, Prag 27/03/2006.
6) Peter Tazelaar’dan alınan e-mail, Den Haag, 07/03/2006.
7) Sven-Olof Hassel’den alınan e-mail, Helsinki 26/02/2006.
8) Trafik Güvenliği görevlileriyle Türkiye ve Lyon/Fransa ve Berlin/Almanya’da
2005 ve 2006 da yapılan mülakatlar.
9) Draft Report on the communication from the commission “Promoting Road
Safety in the EU-the programme for 1997-2001, European Parliament,
11/11/1997.
10) IŞILDAR S.: Trafik Güvenliğinin Önemi ve Yabancı Uzmanlara Göre Trafik
Polisi Denetiminin Başarı Şartları, Bildiri,Milli Pprodüktivite Merkezi Sempozyumu,
Ankara 7-8/05/1998.
11) Türkiye ve Avrupa’da Karayolu Trafiğini Düzenleyen Yasal Dayanaklar, Trafik
Suçlarının Takibi ile Cezalandırılması ve Trafik Polisi. Emniyet Genel Müdürlüğü
Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayını, Ankara, 1998.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17
MAKALELER
ÖZET
Bütün dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler sebebi ile, kurumların bu
teknolojik gelişmeleri takip etmelerinin yanı sıra, kurumsal işleyişin etkinliğinin
arttırılmasında halkın desteğinin kazanılması yadsınamaz bir gerçektir. Bu
çerçevede, kurumların bünyesinde sürdürülen polis - halkla ilişkiler çalışmalarında
etkinlik sağlanabilmesi açısından, iyi bir kurum imajı yatılmak isteniyorsa kurumsal
eylem ve işlemlerin kitlelere daha iyi anlatılabilmesini sağlayan kurumsal iletişim
faaliyetlerinin genişleterek devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan polis halkla
ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin çok yönlü olarak kullanılması halka
desteğinin sağlanması açısından önemli olduğu söylenebilir
Bu çalışmada emniyet kurumunun davranış ve işlemlerinde halk desteğinin
sağlanmasında kurumsal iletişimin önemi vurgulanmaya çalışılacaktır
Anahtar kelimeler: , Kurumsal iletişim, Kurumsal işlemler, Halkla ilişkiler,
GİRİŞ
Kurumların ilişkide bulunduğu toplum kesiminin güven ve desteğini sağlamak
için giriştiği iki yönlü iletişime dayalı, sonuçta kamuoyunda teşkilata, teşkilatın da
toplumun isteği yönünde değişikliklerin gerçekleşmesine, böylece teşkilat ile halk
arasında olabilecek en uygun uyum ve dengeli bir ilişki sağlanmasına yönelik
sistemli ve sürekli çabaların geliştirilmesi kurumsal işleyişin etkinliğini arttıracaktır.
İlişkilerin en belirgin özelliği, iki yönlü olmasıdır. Sistemli ve bilinçli yürütülen
iletişim halka, halktan da teşkilata bilgi akımı sağlamaktır. Bu amaçla çağımızın
gelişmiş iletişim teknolojisinin verdiği imkanlardan mümkün olduğu kadar etkili
bir şekilde yararlanmak esastır. Bahsettiğimiz iki yönlü iletişimin ilk amacı;
Kurumun halka iyi tanıtılması, halkta, teşkilat için olumlu bir görüntü
yaratılmasını sağlamak; Halkla ilişkiler bağlamında tanıtma söz konusu
olduğunda tartışmasız uyulması gereken ilk ilke, halka gerçekleri, yalnız gerçekleri
söylemektir. Bunun tersinin, yani halka gerçek dışı bilgi aktarmanın, uzun vadede
kurumun uğrayacağı zararlar bilinmektedir.
İletişim olgusunun, halktan teşkilata doğru bilgi akışını sağlayan ikinci yönüne
baktığımızda; Teşkilatın yürüttüğü hizmetlere ilişkin olarak halkın beklentileri,
görüşleri, dilek ve yakınmalarının, iyi işleyen halkla ilişkiler programları
* Harran Üni..İ.İ.B.F İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Osman bey kampusu/Şanlıurfa
email:feritk@hotmail.com
2
POLİS -HALKLA İLİŞKİLER
BAĞLAMINDA KURUMSAL İLETİŞİMİN
ÖNEMİ
Yrd Doç Dr. Ferit KÜÇÜK *
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
aracılığıyla, teşkilata akması, yönetimce özümlenmesi ve cevap verilmesi, halkın
desteğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır. Kısaca; iletişim olayı örgütsel
verimlilik, etkinliğin gerçekleştirilmesi süreci ile bir arada düşünülmeli, bu amacın
çok etkili bir öğesi olarak değerlendirilmelidir. Kurumda, düzenli ve programlı
biçimde yürütülmesi gereken iletişim çalışmalarının, örgütsel amacın
gerçekleştirilmesine önemli katkıları bulunmaktadır 1 . .
1.Kurumsal iletişim
Bu başlık alında iletişim kavramı ve kurumsal iletişim kavramlarının yanı sıra
iletişimin sınıflandırılmasına yer verilecektir.
1.1.İletişim kavramı
İletişimin en kısa tanımı “bir kişinin bir bilgiyi anlaşılır bir biçimde başkalarına
aktarmasıdır”. İletişim, kişilerin amaçsız etkileşimleri olmaktan ziyade, bir etki
oluşturmaya veya davranış nedeni olmaya dönük bilginin bir kişiden başka bir
kişiye bilinçli olarak aktarılmasıdır. 2
İletişim aktif ve pasif, belli bir süreçteki sözlü veya sözsüz iletişimsel bir tutum
ve davranıştır. İletişim konuşma, semboller, dizayn unsurları, mimik, beden dili,
rol davranışı, giyim, renk vb, değişik işaret sistemlerinden yararlanır. Bu
tanımlamada iletişimin kurum imajına katkısı vurgulanmaktadır. 3
İletişim olgusu bireyler, gruplar ve örgütler arası ilişkileri oluşturan bir
düzendir. Bir sistem olarak iletişim olgusunun en büyük amacı, kopuk ya da
dağınık ilişkilerin belirli bir düzene sokularak bireyle örgüt amaçları arasında bir
dengenin kurulmasıdır. 4
1.2.Kurumsal iletişim
Kurumsal iletişim tüm pazar alanlarına paydaş gruplarına kurumsal
davranışın etkinliğini iletir. 5 Kurumsal iletişim, kurumun değerlerini, davranış
biçimlerini hedef kitlelere anlatamıyorsa, hedef kitlelerin kurumu algılamaları
yetersiz olacaktır. İletişimsiz değerler ve stratejiler anlaşılmayacak yada
sahiplenilmeyecektir. 6
1 . http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm/09/04/2006
2Erdoğan İlhan, İşletmelerde Davranış, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. İstanbul, 1994, ss.
278-279
3 Okay Ayla, Kurum Kimliği, Mediacat, Kitapları, 2.Baskı, Ankara 2000, s.167
4 Sabuncuoğlu Zeyyat – Tüz Melek , Örgütsel Psikoloji, Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd.Şti.,
., ss. 51-52 Bursa 1998
5Steidl Peter,-Emery, Gery, Corporate Image an Identity Strategies and Proffessional,
Mc Wool Pub, Aust. 1997, s. 77
6 Ind, A.g.e., s. 76
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
İşletmenin işleyişini sağlamak ve işletmeyi hedeflerine ulaştırmak amacıyla,
gerek işletmeyi oluşturan çeşitli bölüm ve öğeler gerekse işletme ile çevresi
arasında girişilen devamlı bilgi ve düşünce alışverişine veya bölümler arasında
gerekli ilişkilerin kurulmasına olanak tanıyan toplumsal bir süreçtir. 7
Kurum çevresine iyi bir imaj sunabilmesi sağlıklı bir iletişime geçebilmesi için
öncelikle kendi içinde iletişim kanallarını mükemmel bir biçimde çalıştırması, bir
kurum içi imaj oluşturması gerekmektedir. İyi bir kurum imajı kazanabilmek için
öncelikle çalışanların tarihi başarıları hakkında, değer yargıları, standartları,
amaçları ile bilgilendirilmesi gerekir. Kurum personeline gösterilen saygının yanı
sıra, ödüllendirme mekanizmaları, eğitim ve planlı bir iletişiminde hazırlanmış
olması gerekir. 8
Kurum imajı açısından iletişim kurumun kendi eylemlerini iletmesi ve bunun
yansımasını alması anlamında iki yönlü bir ilişki içersindedir. Kurum kendileri
görme tarzını, ve hedef grupların kendilerini görme, değerlendirme tarzını
içermektedir.
Aşağıdaki şekilde kurum ve hedef kitle arasında gerçekleşen iletişime her iki
tarafın sahip olduğu imaj örtüşmekte ve bu taraflar arasında ki doğruluğu esas
alan iletişim bir uyumun oluşmasını sağlamaktadır. 9
7Akat İlter – Budak Gönül – Budak Gülay, İşletme Yönetimi, Beta Basım Yayım, İstanbul,
1994, s. 272
8Jague Al ,The Winning Corporation, Acropolis Books Ltd. Washington D.C. 1987, s. 180
4
Kurumun kendi hakkında sahip
olduğu izlenim
Hedef grubun kuruluş ile ilgili
Görüşleri hakkında yönetimin
düşünceleri
9 Okay, A.g.e., s. 168
Uyum
Doğruluk
Doğruluk
Şekil:5. Kurum İmajının Değerlendirilmesi
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hedef kitlenin kurumu görme
şekli izlenimi
Hedef grubun yönetimin kendi
kuruluşu ile ilgili görüşleri hakkındaki
düşünceleri
KAYNAK: Okay Ayla, Kurum Kimliği, Mediacat, Kitapları, 2.Baskı, Ankara
2000, s.168
1.3.Kurumsal iletişimin sınıflandırılması ve alanları
Kuruluşlar çok çeşitli gruplarla iletişim faaliyetleri içerisinde bulunmaktadırlar.
Kurumsal iletişim bu açıdan reklam, kurumsal satış, promosyon, halkla ilişkiler,
kurumsal dizayn ve aynı zamanda çalışanlarla yönetim ve yönetimle paydaş grupları
arasındaki iletişimi de içermektedir. 10
Kuruluşun hedef kitleyle kurduğu kurumsal iletişimin temeli kurumsal
faaliyete dayanmakta ve tüm iletişim çabaları ortak bir temelden ve aynı
felsefeden hareket edilerek gerçekleştirilmelidir. Bu şekilde kurum imajı anlayışını
gerçekleştirmek mümkün olabilecektir. 11
Kurumsal iletişim kuruluşun iletişim faaliyetleri için uzun vadede geçerli
dizayn kriterlerini ortaya koyar. Bu bakımdan kurumsal iletişim kuruluşun
dahili ve harici tüm iletişim çabaları için temel oluşturur ve bundan
sorumludur.
Kurumsal iletişim alanları farklı yazarlar tarafından farklı biçimde
belirlenmektedir. Örneğin üçlü bir ayırımla; Kurumsal reklamcılık, kurumsal satış
promosyonu ve kurumun halkla ilişkiler faaliyetleri olarak sayılırken; başka bir
ayırmada ise; reklam, halkla ilişkiler, satış promosyonu, doğrudan iletişim,
sponsorluk halkla ilişkileri, kurumsal iletişim yöntemleri olarak ortaya
konulmuştur. 12 Daha geniş bir perspektifle ele alındığı için ikinci yaklaşımı
kullanabiliriz. Bu yaklaşımda ayrım yedi başlık altında toplanmıştır.
Kurum içi iletişim
Halkla ilişkiler
Kurumsal reklamcılık
Satış ve geliştirme
Doğrudan pazarlama
Sergi ve fuarlar
Polis halkla ilişkiler açısından kurum içi iletişim, halkla ilişkiler ve kurumsal
reklamcılık alanlarına yönelik değerlendirmeler yapılmaya çalışılacaktır.
1.3.1.Kurum içi iletişim
Kurumların hedef grupları temelde kurum iç ve kurum dışı olmak üzere ikili
ayrıma tabi tutulmaktadır. Bu gruptan içte olanlar kurumun çalışanlarıdır ve
kurumu hem içten hem de dıştan gözlemledikleri için, kurum açısından oldukça
önemli bir etkiye sahiptirler. Kurum içi iletişimin muhatabı olan bu hedef kitle
üzerinde bir imaj oluştuğunda bu kendi çalışma ilişkilerini ve kendi çevrelerini
dolaysıyla da dış hedef kitleyi de etkileyeceklerdir. 13 . Çalışanlar kurumun en değerli
varlığıdır. Çalışanlar kurumlarına minnettarlık duyduklarında onlar topluma pozitif
duydular gönderirler. Sonuç olarak çalışanlar arasında iyi niyeti ortaya çıkarmak
10 Susanne G. Scott “A Stakeholder Approach to Organizational Identity” Academy of
Management Review, Vol: 22, Jun 2001, s. 276
11 Okay, A.g.e., s. 173
12 Okay, A.g.e., s. 175
13 Okay, A.g.e., s. 177
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
önemlidir. İletişim bu yönde bir etki yapması açısından önemli bir araçtır. 14
1988 yılında Almanya’da yapılmış olan bir araştırmaya göre işlerinden
memnun olan çalışanların % 82’si kendilerini kurumları hakkında hemen her
zaman için “çok iyi” bilgilendirilmiş olarak hissetmektedirler. Buna karşı
işinden memnun olmayan kişilerin % 77si kurumlarından yeterli bilgi
alamadıklarını vurgulamışlardır. Bu araştırma sonuçları, kurumun
çalışanlarının verimliliklerinin artması için kurum içi iletişimin ne kadar etkili
olduğunu göstermektedir.Çünkü verimlilik memnuniyette artış gösterecektir. 15
Dahili iletişim zaman zaman kurum içi halkla ilişkiler veya insan ilişkileri
şeklinde de kullanılmaktadır. Halkla ilişkiler bir bakıma toplum içinde belirli
gruplarla insancıl ilişkilerin geliştirilme sanatıdır. İnsan ilişkilerinin temel
amacı kurumda “mekanik ve ekonomik” insan yerine “Mutlu ve Sosyal
İnsan” imajın yaratmaktır. Halkla ilişkiler ise mutlu bir çevre amacını güder.
Çevrede yer alan kişi ve kuruluşlarla uyumlu ve olumlu ilişkiler kurmak, insan
toplum bütünleşmesini yaratmak, halkla ilişkilerin temel amacıdır. Bu
yapısıyla “mutlu insan” sloganını benimseyen insan ilişkileri ile “mutlu çevre”
yaratmak isteyen halkla ilişkilerin özetle birleştikleri görülür. 16 Kurum içi
iletişim açısından,
Emniyet kurumu ile ilgili olarak yapılan bazı araştırmalarda;Çalışan
kimselerin, çalışma arkadaşları ne kadar önemli ise beraber çalıştıkları amirleri de
o kadar önemlidir. Çalışan personel, amirlerinin her zaman adaletli, disiplinli, iyi
yapılan işlerin mükafatlandırılmasını ve eğer elinde ise, yapılan küçük hataları
bağışlayıcı karaktere sahip olmasını isterler 17 .
Personelin çalıştıkları yerlerden bekledikleri en önemli şey, çalıştıkları ortamın
huzurlu ve çalışma arkadaşları ile ilişkilerinin iyi olmasıdır. Personelin daha
disiplinli ve düzenli çalışması, işine daha fazla özen göstermesi, ancak işinde belli
bir kariyere, makama yükselme arzusu gütmesinden kaynaklanmaktadır.
Çalışan kimselerin büyük bir kısmı, çalıştığı yerlere kendilerinde bulunan bir
takım kabiliyetler neticesinde gelmişlerdir. Bu yüzden çalıştıkları yerlerde,
kabiliyetlerini geliştirecek ortamın bulunmasını arzu etmektedirler. Çalışan herkes,
çalıştığı yerde kendi fikirlerinin de hesaba katılmasını ve belli konularda söz sahibi
olmayı isterler.
Kurum içi iletişimde çalışanlara organizasyonun amaçları, felsefesi, hakkında
bilgiler verilmelidir. Kurum içi iletişim çalışmalarında göz önünde bulundurulması
gereken noktalar şunlardır.: 18
- Aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya çapraz ve dışa dönük akışının
tespit edilmesi 19
14Gray G. James, Managing the Corporate Image, Quarum Books,. 1986, s. 116
15 Okay, A.g.e., s. 177
16 Sabuncuoğlu Zeyyat, İşletmelerde Halkla İlişkiler, Genişletilmiş 4. Baskı Ezgi Kitapevi,
s. 18 Bursa, Mart 1998
17 . http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm/09/04/2006
6
18 Okay, A.g.e., s. 178
19 Sabuncuoğlu, Tüz, A.g.e., ss. 60-67
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
- Kuruluştaki olumlu yada olumsuz tüm gelişmeler hakkında çalışanları
haberdar etmek
- Kuruluşun planlaması, hedefleri, pazarlama ve reklam hedefleri hakkında
çalışanları bilgilendirmek
- Kuruluşun yayın araçları yolu ile çalışanları bilgilendirmek
- Kararların alınmasına çalışanların katılması
- Kuruluş içinde görüşlerini bildirme olanağının varlığı
- Çalışanların bilgi ve becerilerini geliştirmeleri açısından eğitilmeleri
- İyi bir çalışma durumunda çalışanın övülmesi ve takdir edilmesi
- Üstün başarıları parasal olarak ödüllendirmek
- Düzenli kuruluş toplantıları yapmak
- Çalışanların aileleri ile ilişkilere girmek ve kurum aile bütünleşmesini
sağlamak
Çalışanlara yönelik olarak geliştirilmiş olan iletişimin şu noktaları
kapsamalıdır: 20
- Çalışanların morallerinde ve çalıştıkları kuruma karşı olan tutumlarında
olumlu ve fark edilir bir biçimde düzelme ve pozitif bir yaklaşım sağlaması
- Kurumun kendisi ve hedefleri konusunda bilgi ve anlayış düzeyinde gelişme
-Kurum içerisindeki gruplar arasında anlamazlık ve çıkar çatışması
durumlarında azalma
- Üretkenliğin ve motivasyonun artması
Çalışanlara yönelik iletişimin temel görevi; kurumsal felsefenin, kurumsal
amaç ve düşüncelerin iletilmesidir. Kurum imajı kavramı içerisinde çalışanlara
yönelik iletişimin çift anlamı söz konusudur;
Birinci anlamı; tüm diğer iletişim şekilleri kuruluşun tanınması için hizmet
eden kurumlar dahili iletişim aracılığıyla kendilerini çalışanlarına tanıtmak,
göstermek isterler. Böylece çalışanlar kurumun hedefleriyle ve dolaysıyla kurumla
bütünleşeceklerdir. Çalışanlara yönelik iletişim kısmen dışa yönelik olduğunda da
yeni çalışanların kazanılması için önemli bir yardım sağlayacaktır.
İkinci anlamı ise; çalışanlara yönelik iletişim (çalışanlar tarafından etkilenen)
kurumsal davranış için bir temel oluşturacaktır. Çalışanlara iletilen bilgiler ne kadar
iyi, makul ve ikna edici olursa onların kurum ile bütünleşmeleri ve dolaysıyla daha
verimli olmaları sağlanacaktır. 21
Dahili iletişimde kullanılacak çok sayıda araç mevcuttur.Bu araçları şöyle
sıralayabiliriz: 22
1.Yazılı iletişim araçları
Örgütlerde mesajın kalıcılığı açısından yazılı materyaller kullanılır. Bunlar;
İşletme gazetesi: Bu yayın organı ile çalışanlar, işletmenin teknik ve sosyal
sorunlarını öğrenme ve özellikle kendilerini yakından ilgilendiren konuları bilme
imkanını elde ederler.
20 Oktay Mahmut, Halkla ilişkiler Mesleğinin İletişim Yöntemi ve Araçları, Der
Yayınları, 1998, s. 182
21 Okay, A.g.e., s. 181
22 Sabuncuoğlu, Tüz, A.g.e., ss. 68-71
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
Broşür ve elkitapları: Bu yayın araçları, işletmeyi tanıtma amacı güder, kuruma ilk
gelenlerde ise tanıtıcı bilgiler toplu olarak ve ilgi çekici nitelikte sunulmaya çalışılır.
Afiş, ilan tahtası, bültenler. Bu araçlarla işgörenin bir konuya ilgisinin
çekilmesi sağlanır.
Yazılı raporlar: bir konu ile ilgili araştırma sonuçlarını içerir.
Bunların dışında kurumda, sirküler, dağıtılan mektuplar, dergiler kurumda
yazılı materyaller arasında iletişim araçları olarak kullanılır.
2.Sözlü iletişim araçları
- Konferans ve seminerler
- Görüşme ve toplantılar
- Görsel işitsel iletişim araçları
Bunlar arasında tercih edilenler kurum içi yayınlar, gazeteler, kurum içi
bilgilendirme panoları ve çalışanlara yönelik bilgilendirici telefon hizmetidir. 23
Diğer araçları ise şu şekilde sayılabilir: 24
- Çalışanlara yönelik dergiler
- Enformasyon bildirileri
- Ev bildirileri
- Sosyal bilanço ve sosyal bildiri raporları
- Şikayet kutusu
- Çalışanlar için düzenli basın yansımaları
- Orta derecedekiler için bültenler
- Üstler tarafından sözlü enformasyon
- Enformasyon filmleri ve videolar
- Kuruluş seyahatleri
- Bölüm buluşmaları
- Çalışanların iş sonrası buluşmaları
- Emekliler için buluşma günleri
- Çalışanların yakınları için çeşitli toplantılar
-Diğer halkla ilişkiler aktivitelerine çalışanların davet edilmesi (açılış,
onurlandırmalar, sergiler, yıldönümü kutlamaları vb.)
- Rol oyunları (Örneğin; bir gün boyunca astın, üstün yerine geçmesi)
-Dışa yönelik halkla ilişkiler aktiviteleri hakkında çalışanların önceden
bilgilendirilmesi
- Yarışmalar, çekilişler
- Çalışanlara yönelik çeşitli hizmetler (sağlık, yemek, kütüphane vb.)
- Çalışanların yaratıcı sosyal faaliyetlere katılması (Örneğin, iş arkadaşları arasında
bakıma muhtaç olanlara veya sakat olanlara yardım edilmesi, bağış toplanması gibi)
- Çalışanlara ücreti dışında bir takım olanakların sağlanması
- Yetenekli olanların yaratıcılıklarının desteklenmesi
- Çalışanların görüşlerinin alınması
23 Peltekoğlu Filiz Balta , “Halkla İlişkiler ve Sosyal Sorumluluk” Marmara İletişim Dergisi ,
Say.2, Nisan 1993, ., ss. 144-145
24Bogner M. Frans, “Dahili İletişim”, Çeviren: Ayla Saruhan, Marmara İletişim Dergisi,
Sayı:2, Nisan 1993, ss. 310-311
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
- Çalışanların önerilerde bulunmasını teşvik edilmesi
Kurum içi iletişim çabaları, çalışanların işe olan memnuniyetlerini, takım
çalışmasını ve bağlılıklarını etkileyen önemli bir unsurdur. Bu faktörler insan
kaynakları performansını artıran faktörlerdir.
1.3.2.Halkla ilişkiler
Halkla ilişkiler kurumsal imajın biçimlendirilmesinde önemli araçlardan
birisidir. Kökeni çok eskilere dayanan halkla ilişkilerin çok sayıda tanımı
yapılmıştır. 25
Halkla ilişkiler, içinde bulunduğu kişi ve kuruluşlarla karşılıklı olarak sağlıklı
doğru ve güvenilir ilişkiler kurmak, geliştirmek kamuoyunda olumlu izlenimler
yaratmak ve toplumla bütünleşmek olarak tanımlanmıştır. 26
Uluslar arası halkla ilişkiler derneği halkla ilişkileri şöyle tanımlamıştır: “Bir
girişimin kamu yada özel sektörde faaliyet gösteren bir kuruluşun temasta
bulunduğu kimselerin anlayış, sempati ve desteğini elde etmek için yaptığı sürekli
ve örgütlü bir yönetim görevidir. İngiltere Halkla İlişkiler Enstitüsü ise halkla
ilişkileri; Halkla kurum arasında karşılıklı anlayış ve iyi niyeti sağlamak,
planlanmış ve desteklenmiş faaliyetleri sürdürmek amacıyla yapılan faaliyetler
olarak tanımlanmıştır. 27
Bir başka tanımda halkla ilişkiler; kamu yada özel sektöre ait kurumların
olumlu bir tarafa sahip olabilmeleri için gerekli tanıtım politikasının saptanması,
kuruluşların bu doğrultuda yönlendirilmesi, insan grupları ile kuruluşlar arasında
bilgi akışının gerekli etkinliği kazanarak amaçlanan sonuca ulaşması için yapılan
planlı faaliyetler olarak tanımlanmıştır. 28
İlişki yönetimiyle halkla ilişkiler kurum ile halkları arasındaki ortak çıkarlar,
değerler ve faydalar üzerinde yoğunlaşır. Böylece, gerçi halkla ilişkileri yapan bir
firma veya firmanın bir bölümüdür, fakat iddia edilen amaç, kurumun sorumlu
bir şekilde, kamu halkları çıkarına uygun is görmesini sağlamaktır. Bu tür halkla
ilişkilerin gerçekçiliği, kısa dönemde vurgun vurma ve köseyi dönme ticari
kültürüyle uyuşmaz; ancak uzun dönemli kalıcılığı ve bu kalıcılıkta rekabet
üstünlüğünü elde etmeyi amaçlayan ve bu tür bir is kültürüne sahip is
ortamlarında olabilme olasılığına sahiptir. Bu tur kampanyalarda ortak güven,
özveri, işbirliği ve ortak fayda gibi faktörler islenir. Bu tür halkla ilişkiler yaygın
olarak örgüt içi iletişim ve ilişkilere uygulanmıştır 29
1.3.2.1.Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler
Kurumun ilişkide bulunduğu toplum kesiminin güven ve desteğini sağlamak
için giriştiği iki yönlü iletişime dayalı, sonuçta kamuoyunda kuruma , kurumunda
da toplumun isteği yönünde değişikliklerin gerçekleşmesine, böylece kurum ile
halk arasında olabilecek en uygun uyum ve dengeli bir ilişki sağlanmasına
yönelik sistemli ve sürekli çabalardır.Halkla ilişkilerin en belirgin özelliği, iki yönlü
25 Okay, A.g.e., s. 182
26 Sabuncuoğlu (halkla...), A.g.e., s. 5
27 Jefkins Frank, Public Relation, Pıtman Publishing 1992, ss. 7-8
28 Mardin Betül, Değerli Dostum, Sanı Matbaacılık Ltd. Şti. İstanbul. 1996, s. 18
29 http://www.sosyalhizmetuzmani.org/hipratigi.htm05/04/2006
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
iletişim olayı olmasıdır. Sistemli ve bilinçli yürütülen halkla ilişkiler çalışmalarında
en başta yapılan, kurumdan halka, halktan da kuruma bilgi akışı sağlamaktır. Bu
amaçla çağımızın gelişmiş iletişim teknolojisinin verdiği imkanlardan mümkün
olduğu kadar etkili bir şekilde yararlanmak esastır. Bahsettiğimiz iki yönlü
iletişimin ilk amacı; Kurumun halka iyi tanıtılması, halkta kurum için olumlu bir
imaj yaratılmasını sağlamaktır. Halkla ilişkiler bağlamında tanıtma söz konusu
olduğunda tartışmasız uyulması gereken ilk ilke, halka gerçekleri, yalnız gerçekleri
söylemektir. Bunun tersinin, yani halka gerçek dışı bilgi aktarmanın, uzun vadede
kuruma onaramayacağı zararlar verdiği bilinmektedir.
Halkla ilişkilerde, iletişim olgusunun, halktan teşkilata doğru bilgi akışını
sağlayan ikinci yönüne baktığımızda; Kurumun yürüttüğü hizmetlere ilişkin olarak
halkın beklentileri, görüşleri, dilek ve yakınmalarının, iyi işleyen halkla ilişkiler
programları aracılığıyla, kuruma akması, yönetimce özümlenmesi ve cevap
verilmesi, halkın desteğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır.
Bir kurumun etkili ve ciddi bir halkla ilişkiler çalışmasıyla gerçekleştireceği
faydaları şu şekilde sıralamak mümkündür. 30
- Tanınmışlık derecesinin artırılması
- İmajın değiştirilmesi veya güçlendirilmesi
- Kurumun kamuoyunda yer alması
- Güven ve inandırıcılığının oluşturulması
- Başarı için olumlu bir izlenim yaratılması
- Çalışma alanının ve çalışanların motivasyonunun iyileştirilmesi
- Hedef kitlenin sempatisinin kazanılması
- Medyada objektif haberlerin yer alması
-Yasal kurumlarca ve diğer ortaklar tarafından proje ve yatırımların
desteklenmesi
- Çalışma alanında daha iyi koşulların oluşması
- Kriz ortamında medyadan ve hedef kitleden objektif tutum ve anlayışın
görülmesi
- Toplumda var olan asılsız haberlerin ve dedikoduların en aza indirilmesi
Özet olarak, yapılan halkla ilişkiler tanımlarında, halkla ilişkilerin kurumlarının
hedef kitleleriyle iki yönlü iletişime dayandığı, anlayış ve güven ortamının
yaratılması ve bunun sürdürülmesi, kamuoyunda kuruluş hakkında olumlu bir
imajın oluşturulması gibi temel amaçlar ifade edilmiştir.
Kurum imajı oluşturma çabaları sıklıkla halkla ilişkilerle bağlantıya
getirilmektedir. Bunun nedeni gerek halkla ilişkiler, gerekse kurum imajının aynı
hedef gruplarına yönelmeleri ve kurum imajının da tıpkı halkla ilişkiler gibi hedef
grubuna olumlu bir görünüm iletip anlayış dolu bir ortam yaratma isteğidir. 31
Bir halkla ilişkiler çabasının başlıca hedef gruplarını toplumsal çevre,
potansiyel işgücü, çalışanlar, hammadde yada hizmet sağlayanlar dağıtıcılar,
finanssal kitleler, tüketici ve ürünü kullananlar ve kamuoyu önderleri olarak
30 Okay, A.g.e., s. 114
31 A.g.e., s. 185
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
ayrılırken 32 Kurum imajı oluşturulurken bu hedef gruplarını dikkate aldıkları
söylenebilir.
Kurum çalışanlarının halkla ilişkilerinde ve görevlerinde başarılı olabilmeleri
için bazı fedakarlıklarda bulunmak zorundadırlar. Bu da şu profili
gerektirmektedir. Emniyet çalışanları açısından;
Polis; Atatürk İlkelerine sıkı sıkıya bağlı, ciddi, zeki, asil, samimi, art fikirsiz,
araştırıcı, çalışkan, güçlü, sabırlı, yardım sever, tevekkül sahibi, dinamik,
gelişmeye açık, insan ilişkilerinde son derece dikkatli, iyi ilişkileri hep artıda,
sevecen ve sempatik, yaratıcı, takipçi, başladığı işi bitiren, cesaretli, gerektiğinde
halktan yardım almasını bilen, yardıma muhtaç herkese yardım eden, sır tutan,
meslek haysiyeti konusunda son derece duyarlı, yapıcı, çözücü, kilitlerin fiziki
değil beyinden fonksiyon almasını tercih eden kişilik sahibi olması gerekmektedir.
Amir açısından ise;
Memurlarını iyi yetiştirmek, işine dikkat ve ilgi göstermek, devamlı
mükemmeli aramak , araştırmacı bir yapıya sahip olmak, vasıflı amir olmanın en
önemli şartlarındandır. Amirin vasıflı olması, halktan kuruma karşı güven
duygusunun oluşmasında da önemli rol oynamaktadır.
Kurum içerisinde yapılan yeni uygulamalar, polisi sadece bir güvenlik
kuvveti olmaktan çıkartıp, polis teşkilatı, halkın destek ve güvenini arkasına
alan, toplumun huzur ve güven içerisinde yaşama sürecine yardımcı olan,
toplumun menfaatini işin önceliği sayan bir profesyonel kuruluş haline
getirmelidir. O halde polisin bütün faaliyetleri halkla beraber ve onlar için
olmalıdır. 33
Yapılan bazı araştırmalar, polisin genelde, zamanının büyük bir kısmını
olayları çözmede harcadığını, vatandaşlara fazla vakit ayırmadığını
göstermektedir. Buna paralel olarak vatandaşlarında polise sadece kendilerine bir
tecavüzün olduğunda başvurduğunu ortaya koymaktadır. Halbuki polis vaktinin
bir kısmını halka ayırabilse, onlarla daha iyi ilişkiler kursa, hem araştırdığı olaylar
daha çabuk çözülecek, hem de halkla olan münasebetler gelişecektir. Çoğu
zaman vatandaşlar polisten çekindikleri ve suçlu kimselerin tehditlerinden
korktuklarından olayla ilgili bilgileri polise vermemektedirler. Bunlara ilaveten
polis, sorunlarından dolayı kendisine müracaat eden şahısların durumlarını çok
iyi tespit etmelidir. Onlara kendileriyle çok iyi şekilde ilgilenildiği izlenimini
vermesi gerekmektedir.
Yine iletişim eksikliği açısından halkın belli bir kısmı polisin büro çalışanı gibi
mesailerinin 08 de başladığını ve saat 17 de bittiği bilinmektedir.Bur da eksik
olan polisin her alanda olduğu gibi kurumsal çalışma şartları da dahil her türlü
eyleminin, iletişim yöntemleri kullanılarak halka anlatılmamasıdır.
Sorunların halk üzerindeki etkisi, halkın yüzde kaçının bu sorunlardan
etkilendiğini algılamalı ve sorunun önemine göre nasıl hareket edilmesi
gerekiyorsa öyle davranmalıdır. Halkı rahatsız eden problemleri çok iyi tespit
32 Peltekoğlu A.g.e., s: 65-67
33 http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm06/04/2006
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
edip, bunları çözmede halkın bilgisine ve yardımına müracaat edip, halkın
tepkisini çok iyi ölçmek gerekir.Problem çözümünde polis ile halkın karşılıklı
etkileşimi göz önüne alınarak, polisin yapacağı bir uygulama ve hareketin ne
gibi olumlu ve olumsuz sonuçlar doğuracağı hesap edilmeli, problemler tespit
edildikten sonra alternatif çözümler üretilmeli ve alınan kararlar iyi bir şekilde
değerlendirildikten sonra uygulamaya geçilmeli, neticesine göre de sonuç
değerlendirilmesi yapılmalıdır. Diğer taraftan polis ile halk ilişkilerinin daha
iyi hale getirilebilmesi için insan kaynakları politikası yanında, hizmetin daha
etkin ve yararlı kılınmasına yönelik araştırma ve değerlendirilmeler de
yapılmalıdır.
Halkın gözünde polis hakkında oluşan imajlarda yazılı ve görsel medyanın da
çok önemli rol oynadığını unutmamak gerekir. Bunun yanında halkın polisten
beklentilerini belirlemek ve ona göre hizmet verebilmek için başta okullar olmak
üzere dernekler ve sosyal kurumlar arasında seminerler, konferanslar, bilimsel
tartışmalar sık, sık yapılmalı, yarışmalar ve anketler düzenlen-meli, halkla
ilişkilerin yoğun bir biçimde sürdürülmesi gerekmektedir.
Yukarıda belirtilen konular hakkında yapılan araştırmalar sonucunda,
çalışanların halktan, halkında görevlilerden beklentilerini yansıtmaktadır. Bu
durumda, karşılıklı saygı ve güvene dayalı, özverili çalışma sonucu birçok
hizmetin daha iyi bir şekilde devamını sağlamak mümkün olacaktır. Kurum bir
yandan teknolojik yönden diğer yandan da bu teknolojiyi kullanacak vasıflı
kimselere ihtiyaç duymaktadır. Kurum açısında vasıflı ve eğitimli çalışanın
çoğalması iletişim ve görevin etkinliği açısından önemli olacaktır.
1.3.3.Kurumsal reklamcılık
Kurumsal reklamcılık, belirli bir kaynak tarafından malların hizmetlerin veya
düşüncelerin para karşılığında iletişim araçları yolu ile oluşturulmasıdır. 34
Kurumsal reklamcılık ilk etapta kurumun aktivitelerini daha şeffaf bir hale
getirmek ve kurumun topluma olan katkısının, konumunu ve sorumluluğunu
netleştirmek için kurum hakkında bilgi vermeye hizmet Kurumsal reklam
uygulama konulduğunda dikkat edilmesi gereken nokta, kurumsal reklamın
kurumun genel ortaya çıkış karakterini desteklemesi ve kurum felsefesi ile uyumlu
olması gereğidir. Bir değer noktada hem iş hem de dış iletişim arasındaki
uyumun olmasıdır. Kurumsal reklamcılık ile kurum dışı hedef kitleye gönderilen
mesaj, kurum içindeki gerçeği yansıtmıyorsa kurumun güvenirliği tehlikeye düşer.
Bu durumda hem çalışanlarda hem de ilgili kamuoyunda bir ayrılık meydana
gelebilmektedir. 35 Kurumsal reklamcılık iyi bir imaj oluşturmaya yardımcı olur. 36 .
Kurumsal reklamcılığın iletim aracı olarak kullanılmasının özünde, kurumun
felsefesinin halka anlatılmasıdır. Güvenlik ihtiyacı olan toplumun kurum
felsefesine ve dolayısı ile kurumun halka bakışını bilmesi açsından önemlidir.
SONUÇ
34Tenekecioğlu Birol “İşletmelerde Reklam” Dünyada ve Türkiye’de Reklamcılık
Reklamın gücü, Derleyen: Ali Atıf Bir, Ankara; Bilgi Yayınevi, 1998, s. 18
35 A.g.e., s. 191
36 Okay, A.g.e., s. 189
12
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Gelişen hızlı çağda kurumsal etkinlik ve halkın desteği alınarak kurumsal
etkinlik arttırılmak isteniyor ise; Kurumsal iletişim bütün boyutları ile kurumsal üst
düzeyde stratejik bir konu olarak ele alınmalı ve uygulanmalıdır. Ayrıca bu
konuda kurum insan kaynakları kurumsal iletişimin ilk olarak uygulanması
gereken yer olmalıdır. Eğer kurum içinde kurumun yaptığı eylemler ve
davranışlar kurum çalışanları tarafından bilinmiyor ise kurumsal politikalara sahip
çıkılmayacak dolayısı ile kurumsal iletişlimin etkinliği zayıflayacaktır.
Kurumsal iletişimin etkinliğinin arttırılmasında kamuoyunun görüşleri
önemlidir. Bu açıdan toplumun kurum ile ilgili bilmek istedikleri yasalar
çerçevesinde toplum kesimlerine anlatılmalıdır
İyi bir kurumsal imaj bırakılmak isteniyor ise; iletişim teknikleri hem iç hem de
dış guruplar açısından harekete geçirilmesi gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Akat İlter – Budak Gönül – Budak Gülay, İşletme Yönetimi, Beta Basım
Yayım, İstanbul, 1994
Bogner M. Frans, “Dahili İletişim”, Çeviren: Ayla Saruhan, Marmara İletişim
Dergisi, Sayı:2, Nisan 1993, ss. 310-311
Erdoğan İlhan, İşletmelerde Davranış, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
İstanbul, 1994
Gray G. James, Managing the Corporate Image, Quarum Books,. 1986
http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm06/04/2006
http://www.sosyalhizmetuzmani.org/hipratigi.htm05/04/2006
Jague Al ,The Winning Corporation, Acropolis Books Ltd. Washington D.C.
1987, s. 180
Jefkins Frank, Public Relation, Pıtman Publishing 1992, ss. 7-8
Mardin Betül, Değerli Dostum, Sanı Matbaacılık Ltd. Şti. İstanbul. 1996
Okay Ayla, Kurum Kimliği, Mediacat, Kitapları, 2.Baskı, Ankara 2000, s.167
Oktay Mahmut, Halkla ilişkiler Mesleğinin İletişim Yöntemi ve Araçları,
Der Yayınları, 1998
Peltekoğlu Filiz Balta , “Halkla İlişkiler ve Sosyal Sorumluluk” Marmara
İletişim Dergisi , Say.2, Nisan 1993, ., ss. 144-145
Sabuncuoğlu Zeyyat – Tüz Melek , Örgütsel Psikoloji, Alfa Basım Yayım
Dağıtım Ltd.Şti., Bursa 1998
Steidl Peter,-Emery, Gery, Corporate Image an Identity Strategies and
Proffessional, Mc Wool Pub, Aust. 1997, s. 77
Susanne G. Scott “A Stakeholder Approach to Organizational Identity”
Academy of Management Review, Vol 22, Jun 2001, s.276
Sabuncuoğlu Zeyyat, İşletmelerde Halkla İlişkiler, Genişletilmiş 4. Baskı Ezgi
Kitapevi, s. 18 Bursa, Mart 1998
Tenekecioğlu Birol “İşletmelerde Reklam” Dünyada ve Türkiye’de
Reklamcılık Reklamın gücü, Derleyen: Ali Atıf Bir, Ankara; Bilgi Yayınevi,
1998
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13
MAKALELER
2
‘ŞİDDET’ ÜZERİNE!..
‘Sevgi yerine korku ile büyüyen yürekler yüzyılların getirisi
şiddeti daha da büyüterek egemen kıldılar. Korkuyu bastırmak
için saldırmak -sorunları çözmek yerine daha da artırsa
da- istem dışı davranış olarak adlandırılır. İster tepki diyelim,
ister içgüdüsel dürtü! Duygular yerine şiddeti doğuran korku
bastırılınca sevgi yeşerecektir. Sevgi çoğaldıkça da şiddet -yok
olmasa da- azalacaktır.’
Toplum yaşamımızın gündemini meşgul eden ve de toplumun genelini
rahatsız eden bir olgu, bir gerçek; şiddet. İnsanlığın varoluşundan bu yana insan
kaynaklı bir olgu. Normal yoldan sorunlarını çözemeyen insanlar, toplumlar, devletler
şiddet yoluna başvurarak sonuca ulaşmışlar. Bu olgu savaşları, terörü içinde
barındırmış, beslemiştir.
Şiddet günlük yaşantımızda farklı şekillerde karşımıza çıkmak suretiyle
bizlerle iç içelik kazanmıştır. Hak ihlaline karşı hak alma şeklinde başlayarak kendiside
hak ihlaline dönüşse de insanların, çevrenin, toplumların hoş görmesiyle
(tolere etmesiyle) kendine meşruluk sağlama yolunu tutmuştur. Aşağıdaki tekerleme
anlatımlarımı pekiştiriyor dersem abartı olmaz: ‘Hakkı’nın Hakkı’da
hakkı varmış, Hakkı Hakkı’dan hakkını istemiş, Hakkı Hakkı’ya hakkını
vermeyince, Hakkı Hakkı’nın hakkından gelmiş.’ Ne var bunda? Hakkı
en doğal olanı yapmış!
Toplumlar ilkel çağlarda kabile, klan, boy şeklinde örgütlenmişler. Sonrasında
feodal yapıya ulaşmışlar. O zaman güçlünün güçsüze yapmış olduğu
‘şiddet’ göze görünmez, olağan sayılırmış. Devlet örgütlenmesi olsa da her şey
güçlüden yanaymış. Kanunlar, uygulamalar sonrasında modern devlet yapısında
aileler yerine halkın genelinin tercih ettiği kişiler onlar adına ülkeyi yönetmeye talip
olmuş, demokrasiyi cumhuriyeti hayata geçirmişler. Bu yönetimlerde de iktidara
gelenler güçlülerin yanında, güçlerine güç katarak kanunlar çıkarınca Devlet
‘şemsiye’ gibi görünüm arzetmiş. Şemsiyenin içersinde kalanlar ıslanmaz, kenarında
kalanlar ise yağmurdan kısmen nasiplerini alırken, şemsiyenin altına giremeyenler
tamamen ıslanmışlardır.
Bu kısır döngü devam ederken ‘İnsan Hakları Bildirgesi’ ile Dil, Din, Irk,
Cinsiyet ayrımına son verilmesi için yazılı kurallar ve yaptırımlar getirilir. Bunun
*1.Sınıf Emniyet Müdürü Polis Başmüfettişi rkocoz@yahoo.com
Remzi KOÇÖZ *
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
‘Şiddet’ Üzerine!..
sonucu günümüze kadar toplumlar olumsuz yönlerini törpüleyerek hak ihlallerini
en aza indirmek için uğraş verirler. Bu uğraş batıdan-doğuya doğru gittikçe azalma
gösterir. Doğuda gidişat daha yavaş ve ağırdır.
Gelelim asıl konumuza… Günümüz Türkiye’sinde ilköğretim okulu düzeyinde
şiddetin varlığı sonucu kavgalar, yaralamalar ölüme dönüşür. TV dizileri,
filmler, spor karşılaşmaları şiddeti tırmandıran faktörlerden bazılarıdır. Mahalle
kavgaları, aile içi kavgalarda da şiddet öne çıkar. Çocuklara örnek olacak büyükler
kendi davranışlarını denetleyemediklerinden çocuklara yasak koymaları adeta
tetikleyici bir hal olur. Gazete ve TV haberlerinde de şiddet olağan görüntülerdir.
Böyle olunca da çocuklar arasında oynanan oyunlar birilerine-bir şeylere zarar
vermeye dönüşür. Çocuklar görmüş oldukları şiddeti uygularken olağan bir şey,
oyun zanneder. Şiddetin asıl nedenlerini; sosyal, kültürel, ekonomik boyutlarını
görmezden gelemeyiz.
Çocuklarımız için sokak ve çevre olumsuzluklar potansiyeli haline gelmişken
bu olumsuzluk okullara kadar sirayet etmekte gecikmez. “Çocuklar arasında
bu tür ilişkiler yaşanır, barışırlar, şakadır, geçer, münferit olaylar,
büyütmeyelim, abartmayalım!” şeklinde duyarsız kalınarak, ötelenerek,
görmezden gelinerek, gelecekte olabilecek olumsuzluklara açık kapı bırakılır.
Münferit olarak addedilen olay sonucu bir hiç uğruna kaybedilen taze bir yaşam
daha toplumumuzun duyarsızlıklar hanesinde yerini alır. Piyangonun yarın kime
vuracağı belli olmazken sadece ateş düştüğü yeri yakar. Her şeyde olduğu gibi bu
yaşananlarda unutulup gidecektir.
Ancak o olayı yaşayan ruhsal travma geçiren küçük beyinler, gelecekte
bu toplumu yöneteceklerdir. Şiddet kendi sorununu çözmediği gibi yeni açmazlara
doğru şiddet şiddeti doğurarak, başka bir şiddeti tetikleyecektir.
Toplum olarak freni boşalmış bir araba gibi bayır aşağı gidiyoruz. Bir yere
mi çarpacağız, birini mi ezeceğiz, taklamı atacağız? Kimse ne olacağını kestiremiyor.
Cinnet toplumuna doğru yol alıyoruz.
Sigara yasağı ile ilgili yeni bin kanun gündemde.. Sağlığa zararlı olan bir
maddeyi yasaklamak için 10 yıl geçmeden ikincisini çıkarıyoruz. Birincisinde neyi
gerçekleştirebildik? Şimdi ise kapsamını genişleterek kanunu değiştiriyoruz. Yasaklamalarla
nereye kadar gideceğiz. Bir yere kadar etkisi olur. Ondan ötesi ne
olacak?
Eğitim, bakış açısı değişmedikçe yasaklarla, kanunlarla bir yere varamayız.
Aksine yasak, tepki yerine rağbet oluşturur. Yetişen nesli -gençliği, çocukları-
kötü alışkanlıklardan korumanın çarelerine bakalım. Kanun çıkararak büyüklerle
yapılabilecek çok şey yoktur. Tiryakiyi geri döndürmek zordur. Onun için yarından
tezi yok bu konuda çocuklarımızı bu illetten korumanın yollarını uygulamaya
koyalım. Devlet, kurumlar, sigara sektörü, okullar, eğitimciler, aileler kısacası toplumun
tüm katmanları elele vererek ulusal seferberlik ilan edilmelidir.
Okul önlerinde, kafelerde sigarayla başlayan serüven alkol ve uyuşturucuya
geçiş yaparak genç ciğerlerde onulmaz tahribatlarla sağlıksız bir gelecek,
sağlıksız bir toplumun sinyallerini veriyor.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
Şiddetin Tanımı ve Kapsamı;
“Şiddet; güç, zorlama ve baskı yoluyla bedensel yada
ruhsal zarara neden olan söz, yaklaşım, tutum ve hareketlerin
tümüdür. Şiddetin fiziksel, cinsel, duygusal, sözel, ekonomik ve
politik olmak üzere birçok çeşidinden söz etmek mümkündür.”
(1)
“Şiddet içgüdüsel olarak varolan ve çevre etkenlerden kaynaklanan bir
davranış olarak görülür. Şiddete yol açan temel etkenler anne, baba, çocuk, aile
ilişkisi, nesillerdir sürdürülen şiddet içeren davranışlardır. Sosyal, kültürel ve
ekonomik faktörler şiddet oluşumunda rol oynarlar. Her geçen gün şiddetin günlük
yaşamımızda daha çok yer aldığı görülmektedir. Şiddetin bu denli yoğun olarak
günlük yaşamda yer alması da şiddetin kanıksanmasına yol açmaktadır. Şiddet
ayrıca bir problem çözme aracı olarak kullanıldığından, bu kanıksama şiddetin
birçok boyutta kullanılmasına ve çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmasına neden
olmaktadır.“(2)
4
Şiddetin basit tanımı ve kapsamına göz attıktan sonra
asıl konumuza dönelim. Uzmanlar, bilim adamları, Eğitim
sendikaları, köşe yazarları ve emniyet teşkilatının olaya bakış
ve çözüm önerilerine göz atalım.
Okullarda Şiddet Konusunda Yapılan Çalışma Ve Değerlendirmelerden
Kesitler :
Milliyet gazetesinin, "Okulda Şiddete Son" sloganıyla başlattığı forumda
söz alan uzmanlar, çözüm önerilerini tartıştı. Emniyet yetkilileri, çocuk
suçlarına yönelik çarpıcı rakamlar verirken uzmanlar, bakanlık, aileler ve toplumun
her kesiminin şiddetle mücadele etmesi gerektiğini söyledi.
Akademisyenler ve Uzmanlar Gözüyle;
Prof. Dr. Nur Vergin (Siyaset sosyologu): “Şiddet toplumda
zaten var. Bugün de var, yarın da olacak. Şiddete yönelik, şiddet içerikli programların
yer almasının aslında olumlu bir tarafının olduğu da belirtiliyor. Şiddette
medyanın doğrudan ve tek başına bir etkisi yok. Sosyoekonomik, sosyokültürel
faktörlerin etkisi altında tabii ki medyanın önemli bir yeri var. Anneler babalar
çocuklarıyla arkadaşlık etsinler. 'Kurtlar Vadisi' sosyolojik bir Türkiye gerçekliğini
yansıtmıştır. Maalesef finali nedeniyle olamadı. Televoleler suça teşvik ediyor, bu
tarz programlar genel ahlak erozyonuna da kapıyı aralıyor. İnsanlara şunu öğretiyor:
'Böyle yapmazsan kurtuluş yok' Mutlaka illegal bir şeyler yapmamız lazım.
Türkiye'de mafya kültürü hâkimdir.”
Prof. Dr. Nilüfer Narlı (Bahçeşehir Üniversitesi -Sosyolog):
“Türkiye'deki şiddet kültürüne bakarsak, şiddetin enstrümantal olduğunu
kanıksamış durumdayız. İletişim becerilerini kullanarak sorunları çözmek ye-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
‘Şiddet’ Üzerine!..
rine bir tane vururum, bağırırım... Okulların imkânlarının yeterince kullanılmadığı
görüşündeyim. Ailelerin de olaya çok farklı bakmasını sağlamamız gerekiyor.
Çocuk ailede şiddet uygulayan modelleri görüyor. Öte yandan bunları Çünkü
sadece polisiye tedbirlerle çözülemez. Türkiye'de yasaları kullanmıyoruz ve kanunların
yaptırımı da zayıf.”
Prof. Dr. Ünsal Oskay (Beykent Üniversitesi-İletişim Bilimci):
“Her şey ucuz maliyetli, hızlı, çabuk eskiyen bir hal aldı. Orta sınıfın rolü bugün
değişmiş durumda. 1950'lerden önce orta sınıf gerçekten mutedil bir sınıftı. Komşusuna,
bakkalına 'akıllı ol, terbiyeli ol, nezaketli ol' diyen bir yaklaşım vardı. Orta
sınıf Amerika'dan başlayarak bize doğru geliyor. Petrolden, kaçakçılıktan o kesim
orta sınıfı her eve iki araba sağlayarak, orta sınıfı toplumun esas gayze uğrayan
kalabalık kesimine karşı kendisine kadar eleştirel gelmeden bir paravan olarak
kullanıyordu. İnsanlar ilişkileri içinde paylaşarak yaşamı düzeltmek yerine başka
türlü bir şey oldu, bencil bir zekâ ile yaşanan hayat. Ama bir şey yapmadan da
durmak abes bir şey.”
Tarık Sekmenli (Rehberlik Öğretmeni):“Şiddetin birtakım nedenleri
var; öğrenme problemi olan çocuklar, motivasyonun düşük, kitap okuma alışkanlığının
zayıf olması, akademik başarı ve ilgisinin az olması, ebeveynlerinin tutarsız
disiplini, anne babanın saldırganlığı, sıcak bir atmosferin olmaması, aile içi
şiddet... Rehberlik servisi olarak konuşmanın dışında farklı seçenekler koyuyoruz.
Empatik olmasını öneriyoruz. Bu konuda kitaplar tavsiye ediyoruz.”
Prof. Dr. Betül Aydın (Marmara Üniversitesi-Psikolog):
“Şiddeti makro ve mikro düzeyde anlatmak lazım. Bir bitki gibi düşünmek
mümkün. Onu besleyen pek çok faktör var. Şiddet sabittir ama duygular da
sabittir. İnsanların birbirine uyum sağlama, taklit etme veya birlikte olma gibi doğasında
olan bir gelenek var. Bu gerçek hayattaki modellerle uyuşuyorsa ailede
kabadayılık varsa, bu kalıcı bir davranış haline geliyor. Çözüme yönelik söyleyebileceğimiz
şu; sanal âlemden gerçek âleme adım atmalıyız. Tek başına okullar
sorumlu değil. Bu Milli Eğitim Bakanlığı'nı da aşan bir konu. 2.5 ay tatil bu çocuklar.
Yaz aylarında beceri eğitimleri verilebilir. Topyekûn bir seferberliğin yararlı
olacağını söylüyorum. Televizyonlara çok iş düştüğünü düşünüyorum.”
Çözüm Önerileri:
� Medya ve genelinde Televizyonlara çok iş düşüyor.
� Çözüme aileden başlanmalı. Ailelere rehberlik eğitimi verilmeli.
� Anne baba tutumları tutarlı olmalı. Aileler çocuklarını kontrol etmeli.
� Şiddeti sadece polis ya da medya ile çözmek mümkün değil. Katılımcılık
şart.
� İnternet kafeler, güvenlik görevlilerinin, Milli Eğitim'in, psikologların ve
bilgisayar öğretmenlerinin de bulunduğu bir programla kontrol edilmeli.
� Okuldaki denetimler sıklaştırılmalı.
� Muhtaç öğrencilere sivil toplum, okullar ve tüm toplum sahip çıkmalı.
� Rehber öğretmenlerin bu iş için gerekli alanlardan gelmeleri sağlanmalı.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
6
� İlköğretimden itibaren iletişim becerilerini geliştirecek derslere ağırlık verilmeli.
� Okul içi sosyal etkinliklere, spor, sanat faaliyetlerine ağırlık verilmeli.
� Okullarda, öğrencilerin kararlara katılacağı organlar oluşturulmalı (okul
öğrenci birliği, öğrenci meclisi vb.)
� Çocuğun okul içinde kendisini ifade edebileceği ortam oluşturulmalı.
� Yaz aylarında öğretmenlerle öğrencilerin birlikte çalışacağı sosyal sorumluluk
projeleri uygulanabilir. (3)
Yabancı Uzman Gözüyle;
Hem bir eğitmen, hem de bir Amerikalı olan Uğur Dershaneleri
Washington Direktörü Paul Brunson, Türkiye'de son günlerde okullarda artan
şiddet olaylarının Amerika'daki okullarda 1980'li yıllarda başlayıp artan şiddet eylemleriyle
benzerlik gösterdiğine dikkat çekerek; "Başkan Ronald Reagan döneminde
savunma giderlerine ayrılan gelirin çok fazla olması, işsizliğin artmasına ve
bu paydan eğitime gitmesi gereken gelirin de yine savunmaya harcanmasına yol
açtı. Zaten aynı dönemde okulda baş gösteren şiddet olaylarıyla paralel olarak
okullarda uyuşturucu problemleri de artmıştı. Ancak o zaman Amerika reaksiyon
göstermekte gecikmişti. Şimdi Türkiye, okullarda birden artan şiddet olaylarına
karşı hassasiyet gösterip zamanında gereken önlemleri almalı ki, Amerika'nın
düştüğü duruma düşmesin" dedi. (4)
Emniyet Cephesinden;
Milliyet gazetesinin "Okulda Şiddete Son" sloganıyla başlattığı forumda
çarpıcı istatistikler açıklandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün yaptığı araştırmada,
çocuk ve öğrenci suçluluğu konusunda ortaya çıkan tablodaki sayılar düşündürücü.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün verilerine göre:
Suçlu Öğrenciler ve Yaş Grupları
• Toplam olay sayısı: 392
• Adli işlem gören çocuk sayısı: 587
• 0-12 kız yaş grubu: 7
• 0-12 erkek yaş grubu: 17
• 13-18 kız yaş grubu: 35
• 13-18 erkek yaş grubu: 528
• Gasp (soygun): 15
• Öldürme: 3
• Ailesine teslim edilenler: 558
• Öğrenci olup kuruma teslim edilenler: 9
• Tutuklanan: 20
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
• % 6'sı 1 kardeş
• % 26'sı 2 kardeş
• % 23'ü 3 kardeş
• % 12'si 4 kardeş
• % 12'si 5 kardeş
• % 8'i 6 kardeş
• % 3'ü 7 kardeş
• % 4'ü 8 kardeş
• % 6'sı da 9 kardeş
Suçlu Çocuklar ve Kardeş Sayısı
‘Şiddet’ Üzerine!..
Son 3 Yılda Suç İşleyenlerin Sayısı
• 2003'te 10.496 çocuk hakkında işlem yapıldı.
• 2004'te de 11.569 olay oldu.
• 2003'te 14.301 çocuk yakalandı.
• 2004'te de 15.272 çocuk yakalandı, yakalanan çocuklarda % 7'lik artış oldu.
• 2004'te 11.569 olay meydana geldi.
• 2005'te de 11.382 olay meydana geldi, % 2'lik düşüş oldu.
• 2004'te 14.874 çocuk sayısı saptandı.
• 2005 yılında 14.016 çocuk yakalandı, % 6'lık düşüş oldu.
01. 01. 2006 – 15. 03. 2006 Arasında Durum
• Toplam olay sayısı: 2326
• Yakalanan çocuk sayısı: 2702
• Ailesine teslim edilen: 2200
• Sosyal Hizmetler Kurumu'na teslim edilen: 276
• Tevkif olup tutuklananlar: 221
• Öldürme olayı: 13
Öğrenciler Tarafından İşlenen Suçlar
• Toplam olay sayısı : 392 (Üç aylık)
• Gasp ve soygun: 15
• Öldürme: 3
• Kaçırma: 1
• Polise ve devlet memuruna hakaret: 3
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
8
• 6136 S.K.M: 27
• Darp: 48
• Yaralama: 68
• Tehdit: 4
• İntihara teşebbüs:3
• Dolandırıcılık ve yankesicilik: 14
• Oto ve otodan hırsızlık: 14
• Ev hırsızlığı: 9
• İş yeri hırsızlığı: 26
• Kapkaç: 2
• Ölümlü trafik kazası: 1
• Yaralamalı trafik kazası: 6
• Ehliyetsiz alkollü araç kullanma: 25
• Narkotik suç: 8
• Terör suçu: 1
• Mali kaçakçılık suçları: 29
• Cinsel suç: 4
• Tasnif dışı suçlar: 80
Suçlu Çocukların Nüfus Kayıtlarına Göre Dağılımı
• Marmara Bölgesi: % 25 (İstanbul ve çevresi dahil)
• Güneydoğu Bölgesi: % 22
• Doğu Anadolu Bölgesi: % 20
• Karadeniz Bölgesi: % 18
• İç Anadolu Bölgesi: % 10
• Akdeniz Bölgesi: % 3
• Ege Bölgesi: % 2
Emniyetin Aldığı Önlemler;
� Ailede suç işleyen kişi varsa emniyet çocuğu aileden alıyor.
� Beyoğlu'nda yaşayan esmer vatandaşlara yönelik çalışmalar yapılıyor.
� Okullarda gerek risk gruplarına yönelik gerekse narkotik seminerleri veriliyor.
� Kurumlarda kalan çocuklar arasında, suç işleyenlerin masum çocukları
suça teşvik etmesine yönelik valilikle birlikte çalışma yürütülüyor. (5)
Foruma katılan İstanbul Asayişten Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
‘Şiddet’ Üzerine!..
Tayfur Erdal Ceren, yaptıkları çalışmaları ve olayların sayısal yorumunu şöyle
anlattı:
’Şiddet yükseldi', "İstanbul genelinde 2004-2005 yılları arasında cinayet
ve yaralama olaylarında yüzde 28'lik artış oldu. Trafik, alacak - verecek ve aile
içi tartışmalar gibi basit nedenlerden insanlar suç işleyebiliyor. Toplumdaki
şiddet biraz yükselmiş durumda.
Çocuk Şube Müdürlüğü 2001'de ayrı birim olarak kuruldu ve aynı yıl
çalışmaya başladı. Çocuk suçlarında, esas profesyonel suç işleyenler, aileleriyle
beraber yaşayanlar. Bu durumda çocuğu şiddete aile sevk ediyor. Koruma kararı
aldığımız olaylar oluyor. Anne baba eğer hırsızsa bunlarla ilgili işlem yapıyoruz
ve çocuğu aileden koparıyoruz.
‘Beyoğlu ve hırsızlık’, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü bünyesinde gelişme
yapılması gerekir. Suç işleyen çocukları, suç işlemeyen çocukların yanına
koymak yanlış. Suç işleyenler, masum çocukları suça teşvik ediyor. Bu konuyla
ilgili olarak çalışma yapıyoruz. Aileye teslim edilemeyen suç işleyen çocuklar için
Çatalca'da birim kurulacak. Geçen yıl, öz anne ve babasıyla yaşayan ve suç işleyen
çocukların oranı yüzde 84'tü. Demek ki, aile kültürü çocuğu teşvik ediyor.
Beyoğlu bölgesindekilerin yüzde 90'ı hırsızlık yapıyor. Bunların büyük
bir kısmı Güneydoğu'dan gelme. Buna yönelik çalışmalarımız devam ediyor.
PKK'nın nevruz ve diğer gösterilerinde bu çocuklar PKK'nın yanında yer alarak,
ateş yakma, molotof atma gibi konularda görev alıyor.
'Aileler ilgisiz', Emniyet olarak her olaydan ders çıkarmaya çalışıyoruz.
Yönetmelik 'Okullardaki risk grubuna giren öğrencilerin iyileştirilmesi ve
tedbir alınması için İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, okul idareleri, rehber öğretmenler,
ailelerle ortak çalışmalar yapar' diyor. Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bir yazı
yazdık ve Çocuk Şube Müdürlüğü olarak 'Bu konularda sorunları olan okullar
bize başvursun' dedik. Bununla ilgili olarak geçen sene 19 okul başvurdu. Ama
burada arkadaşların söylediği konu şu, 6 okula gitmişler fakat ailelerden tek talep
gelmemiş." (6)
Şiddet konusunda İstanbul kadar olmasa da Ankara ve İzmir başta olmak
üzere büyük illerimiz kendi ölçeklerinde yukarıdaki rakam ve değerlendirmelerin
benzerlerini verecektir.
Geçmiş yıllarda il emniyet müdürlükleri bünyesinde ‘şiddete karşı’ kampanya vb.
çalışmalar düzenlenmiştir. ‘Gençliği kötü alışkanlıklardan koruma’ faaliyetleri çerçevesinde
yapılan çalışmalar gibi... Elazığ Emniyet Müdürü iken Feyzullah
Arslan’ın gerçekleştirmiş olduğu kampanya ise başarılı olunan ilk örneklerden biri
olarak karşımıza çıkar.
Elazığ Emniyet Müdürlüğünün “Bıçağı Bırak, Kalemi Al Kampanyası”
(1999):
“Elazığ’da göreve başladıktan kısa bir süre sonra, il genelinde meydana
gelen vukuatlardan bir çoğunun bıçakla yaralama olduğunu gördüm. Gün geçmiyordu
ki telsiz anonslarında 3-5 tane bıçakla yaralama hadisesi geçmesin. Bu
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
çözüm yoluna başarıyla ulaşabilmek için de bir kampanya başlattık. Kampanya
sloganımız şöyleydi: ‘Kalem Taşımak Bilimin, Bıçak Taşımak Cehaletin
Göstergesidir. Kalem Bıçaktan Keskindir. Bıçağı Bırak, Kalemi Al.’
Kampanyanın devam ettiği dönemde yerel televizyonlar, gazeteler, kamu kurum
ve kuruluşları, okullar, dernekler, tüm sivil toplum örgütleri bize destek verdiler.
Kampanyanın son dönemlerinde, Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti, kampanyayı
devralarak devam ettirme kararı aldı. Kampanya süresince (18.05 /
18.07.1999) 13.000 adet kalem dağıtılarak, yaklaşık 8.500 adet bıçak toplandı.
Sonuçta ise; bıçakla işlenen suçlar %30 oranında azaldı.” (7)
Eğitim Sendikalarından;
Türk Eğitim-Sen de okullarda artış gösteren şiddet olaylarına yönelik,
Türkiye genelinde 7. ve 8. sınıftan 1136 öğrenci arasında bir anket yaptırdı. Hangi
tür televizyon dizilerini tercih ettikleri yönündeki soruya öğrencilerin % 21’i mafya,
19.5’i komedi, 44.8’i ise aksiyon, macera, korku, gerilim türünde filmleri izlediğini
belirtti. Öğrenciler arasında en çok oynanan oyun türünün % 66.5 ile savaş ve
dövüş oyunları olduğu ortaya çıktı. Araştırmadan, öğrenciler arasındaki taciz oranının
% 92 olduğu sonucu da çıktı. Başka bir tespit bizi “erkekli kızlı çeteleşme
eğiliminin artarak tehlikenin ilköğretim okullarına kadar indiğine” götürüyor. (Basından)
Köşe Yazarlarından;
Abbas GÜÇLÜ, “Okullarda şiddet neden artıyor?” adlı makalesinde,
okula gidilen gün ve saat sayısının gidilmeyenden çok daha az olduğundan
çocuğun aile ve okul yerine sokak vede başından hiç kalkmadıkları şiddet
içerikli diziler ile internetten etkilendiklerine vurgu yaptıktan sonra şiddete sebebiyet
veren maddeler halinde bir durum tespiti sonrası çözümleri sıralıyor.
“Nasıl çözülür?
-Her şeyden önce devleti yönetenlerin, sorunu küçümsemekten kaçınmaları
gerekiyor.
-Bilgisayarlara filtre ve sanal oyunlara denetim daha ciddi anlamda düşünülmelidir.
-Televizyonlarda yayımlanan şiddet içerikli film ve diziler, çocukların
ayakta olmadığı saatlere kaydırılmalıdır.
-Öğrenciler kadar, okul çağında olup da okul dışında kalan çocuk ve
gençlerle de ilgilenilmesi gerekiyor. Onları hayata hazırlayan, meslek kazandıran,
spora, sanata ve diğer kültürel etkinliklere yönelten gençlik merkezleri bir an önce
açılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
-Polis ve adliye, gençlik sorunlarının gideceği son merci olmalıdır. “ (8)
Oral ÇALIŞLAR, “Okullar açılırken şiddete dikkat” adlı makalesinde,
bir gurup insanın geçen yıl yaşananlardan yola çıkarak okullarda şiddete
karşı bazı adımlar atmak amacıyla ‘Vurma! Konuş’ başlıklı bir inisiyatif oluşturarak
gazetecilere destek vermeleri için yapmış oldukları Sevgi ÖZKAN imzalı çağ-
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
‘Şiddet’ Üzerine!..
rıya yer vermiş:
“Konumuz: Toplumumuzun ve çağın iletişim dili haline gelen şiddet
olgusu. Biz, toplumun iletişim dilini, şiddet önleyici biçimde etkileme amacıyla bir
araya gelen bir sosyal bilinç gurubuyuz..
Arzumuz: Vurma! Konuş sloganının, şiddet önleyici olarak bireysel ve
toplumsal iletişimde etkinleştirilmesi. Özellikle yeni nesillerin pedagojisinde etkili
bir yer kazanmasını sağlamak. Toplumumuzda, genel olarak ‘sevmek’ kavramının,
‘dövmek’ ve ‘hırpalamak’ kavramlarıyla çakıştığını ve genel olarak insan eğitiminin
hayvan eğitimiyle modellendiğini, konuşmaya pek yer verilmediğini görmekteyiz.
Özetle: Çağın getirdiği daha başka etkenlerin yanında, toplumumuzun
geçmiş yaşam deneylerinde ve bugün, şiddet yatkınlığının açık izlerine rastlanmaktadır.
Bu duruma çağın etkili gücü olarak görsel ve yazılı iletişim kanalları da
yeterince katkı yapınca ortaya hepimizi etkileyen bir sonuç çıkmaktadır. Beklentimiz
çok sayıda köşe yazarının okulların açıldığı gün (18 Eylül) ‘Vurma! Konuş’
önerisini eşzamanlı bir etki sağlayacak biçimde topluma iletmesi…”(9)
Şeklinde devam eden ‘Vurma! Konuş’ önerisi ve bu girişimin desteklenmesini
bekleyen çağrının diğer sivil toplum kuruluşlarını da duyarlı hale getirerek
bir bütünlük oluşturması halinde bu canavara karşı başarı dahada hız kazanabilir.
Sonuç;
Şiddet dün vardı, bugün var, yarında var olacak. Avrupa kıtasında da
var, Amerika
kıtasında da… Sosyal-Ekonomik dengesizlikleri olan toplumlarda ise boyutları
daha yüksek. Ülkemiz açısından toplumsal bir seferberliğin kıyısındayız. Çok
farklı çözüm önerileri uzmanlar, otoriteler tarafından sunulmaktadır. Toplantılar,
sempozyumlar, konferanslar yapılmakta toplumsal mutabakat aranmaktadır.
Polisiye tedbirler, yasaklamalar, yazılı kurallarla gün kurtarılabilir. Gelecek
için kalıcı olamaz. Toplumlar kendi geçmişini sorguladığında nerelerde, nasıl
hatalar yaptık? Sevgiyi, dostluğu, dayanışmayı, paylaşmayı, saygıyı nasıl yok ettik?
Bunları yeniden nasıl yeşertebiliriz. Hedef ne olmalı. Vizyon ne olmalı?
Bu konuda en büyük görev devlete ve onun organlarına düşüyor. Ardından
okullara, öğretmenlere ve ailelere de büyük sorumluluklar yüklüyor.
Okul-aile-çevre üçgeni pekiştirilmeli.. öğrencilerin sosyal, kültürel, sportif etkinliklerle
zamanlarını değerlendirebilecekleri alanlar çoğaltılarak her okul bünyesinde
kulüpler oluşmalı.. bunları destekleyecek kültür, sanat ve spor merkezleri çoğaltılarak
tüm gençlik olumlu yönde gelişme kaydetmek üzere kanalize edilmeli. Geleceğin
sanatçıları, sporcuları, bilim adamları, yöneticileri için fırsat eşitliği yaratılmalıdır.
Başıboş, amaçsız, hedefsiz, ürkek, kendine güvensiz bir gençlikten kurtularak;
daha dinamik, daha kararlı, daha duyarlı bir gençlik, bir gelecek yaratarak
karamsarlıktan kurtulabiliriz.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlanarak bu boşluğu doldurmak amacıyla
Halkevleri, tüm kurumlara kurmaları zorunlu kılınan spor kulüpleri (En az üç
branş), Halk eğitim merkezleri, kültür merkezleri, kütüphaneler kurulmuştur.
Bu kurumların etkinlikleri zamanla cazibesini yitirerek yetersiz hale gelir,
arayış içersinde olan gençliği kucaklayamaz. Bunların yerine internet kafeler, barlar,
diskolar, sinemalar gibi eğlence merkezleri alternatif olur. Sonucunda da bir
kültür şokuna uğrayan dejenere bir gençlik ortaya çıkar. Bunun mimarları gençliğe
yatırımı dershanelerde gören aileler, ekonomik açıdan gelişen-zenginleşen eğitimciler
ile bunlara seyirci kalan, vizyon yaratamayan özelinde milli eğitim, genelinde
sistemdir.
Bireysellik, bencillik ön plana çıkmış, herkes kendi çapında çocuklarını
kurtarmanın yolunu tutmuştur. Nereye kadar? Kurumlar çökünce, sistem çökünce
herkes bunun altında kalacaktır. Bunu çözmek adına yetki ve vekalet alan irade
sorunları çözmek yerine daha sarmal hale gelmesini seyretmekte adeta kaosa
çanak tutmaktadır.
Şiddet geçmişte Vandalizm, Moğol istilası, Haçlı seferleri şeklinde yerle
bir edilen şehirlerin, uygarlıklarla; günümüzde kentlerin yeniden varolan varoşlarıyla
kent kültürüne yabancılaşan gençlerin, çocukların istilasına uğramıştır. Kırmalar,
dökmeler, yakmalar, yağmalar, gasp, soygun ve kapkaçlar polisi taşlamaya
kadar seyir izleyen bir gelişme…
Dünyanın değişik kentlerinde Avrupa’nın göbeğinde gençlik eylemleri,
sokak çatışmaları yaşanırken hiçbirinde çocuklar ve kadınlar yok. İstekleri belli,
niçin eylem yaptıkları belli… Bizdeki durum ise çok farklı freni boşalmış yada
dümeni kırılmış bir araba gibi belirsizlik içersinde yol alıyor, nerede, nasıl ve ne
zaman duracağı belirsiz!
12
rkocoz@yahoo.com
Kaynakça:
Remzi
KOÇÖZ
1.Sınıf
Emniyet Müdürü
Polis Başmüfettişi
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
‘Şiddet’ Üzerine!..
(1) Alptekin, Serap, www.dokudanişmanlik.com/tvsiddetvetoplum.htm
(2) POLAT Oğuz, www.kriminoloji.com 2002
(3) Milliyet, 26.03.2006, ‘‘Şiddetle topyekûn mücadele şart’’, Güncel,
Ümran Avcı, Burcum Devrez-İstanbul,
(www.milliyet.com/2006/03/26/guncel/agun.html)
(4) Milliyet, 27.03.2006, “Şiddete yönelmede sorumlu aileler”,Güncel,
Ümran Avcı, Burcum Devrez, Gülay Fırat- İstanbul,
(www.milliyet.com/2006/03/27/guncel/agun.html)
(5) agg.
(6) agg.
(7) ARSLAN Feyzullah, "Gül, Güldür, Düşündür", 2002, s.37-
38
(8) GÜÇLÜ, Abbas, “Okullarda şiddet neden artıyor?”, Milliyet, 26. 03.
2006, s.22
(9) ÇALIŞLAR, Oral, “Okullar açılırken şiddete dikkat”, Cumhuriyet,
10. 09. 2006, s. 4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13
MAKALELER
ysa, Lydia-Karia sınırı yakınında, Menderes (Maiandros) Irmağı’nın
kuzeyinde bugünkü Aydın (Tralleis) ilinin yaklaşık
30 km doğusunda bulunan Sultanhisar ilçesinin 3 km kuzeybatısında
ve Aydın (Mesogis) Dağları’nın güney yamacında kurulmuş bir
Karia kentidir. 1
Kent hakkındaki bilgilerimizin çoğu antikçağ yazarlarından Amasya’lı
Strabon (İ.Ö.64-İ.S.19) ile Byzantium’lu Stephanos’un (İ.S. 6.y.y.’da yaşayan)
verdiği bilgilere dayanmaktadır. Nysa kenti ne yazık ki tarih olaylarını
etkilemiş kendine özgü bir tarihe sahip değildir. Ancak, Eskiçağ’ın ünlü coğrafyacısı
Strabon’a göre; Mesogis Dağı’nın eteğindeki bu kent özellikle Roma
İmparatorluğu’nun egemenliği altındayken kültürel alanda önemli bir noktaya
ulaşmıştır. 2
Burada Nysa tarihine girmeden genellikle antik yazılı kaynak ve sikkelerden
yararlanarak yaptığım “Nysa Kenti Kahraman Ktistesi: Athymbros” adlı bu
çalışmada kentin mitolojik kuruluşuna ve kitstes’ine ilişkin bilgiler sunmayı amaçlıyorum.
Ktistes 3 N
, genellikle şehirlerin tanrı, kahraman ya da tarihi kurucularına verilen
bir isim olup eskiçağda çoğunlukla şehirlerin tanrı veya kahraman bir ya da
birkaç ktistes’i bulunmaktadır. Bu durum o çağda dinin ve mitolojinin kişisel ve
toplumsal hayatta oynadığı önemli rol göz önünde bulundurulduğunda doğal
karşılanacaktır.
* Öğretim Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ
Tarihi Anabilim Dalı
1 Strabon XIV.1.43; Head 1901, LXXVIII; İdil 2002, 254 vd.
2 İdil 2002, 256-259; Umar 2001, 254-262: Kentte gerçekleştirilen kazılar sonucu gün ışığına
çıkarılan hayli zengin Roma Çağı kalıntıları Strabon’u doğrulamaktadır. Ayrıca bkz.
Strabon XIV.1.48: “Nysa’da doğmuş olan ünlü kişiler şunlardır: Panaitos’un en iyi öğrencilerinden
olan stoik filozof Apollonios. Aristarkhos’un öğrencisi olan Menekrates ve onun oğlu
Aristodemos. Ben gençken ve Aristodemos’un yaşlılık çağında, onun bütün derslerine
Nysa’da devam etmiştim.”
3 Ktistes: Hellen dilinde κτιζω fiilinden ο κτιστης, ου; Latin dilinde ise conditor, oris, masc.
Anlamında kurucu demektir.
2
NYSA KENTİ KAHRAMAN KTİSTESİ:
ATHYMBROS
Yrd. Doç. Dr.Hüseyin ÜRETEN *
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Böylece, tarihi ktistes’lerin kurduğu bir çok şehir tarihin ışığı altında kolaylıkla
incelenebilecektir. Fakat bazı şehirlerin mitolojik devirlere kadar inen kuruluşları
ve mitolojik ktistes’leri sadece bir masal ülkesinde kurulmuş şehirler
ve yaşamış kahramanlar gibi görünmekle beraber, acaba bu kuruluş efsanelerinde
ve kahramanlarında bir gerçek payı yok mudur? şeklinde bir soru da
akla gelmiyor değil. 4
Biz biliyoruz ki, eskiçağda özellikle Hellenleşme çağında, Hellen dilinde anlamı
olmayan kent adlarını açıklamak, kente şanlı bir tarihçe sağlamak için öyküler
uydurulması, zorunluymuş gibi izlenen bir gelenek olmuştur.
İşte Nysa’nın kuruluşu, erken tarihçesi konusunda da böyle öyküler oldukça
fazladır. Öğrenim gördüğü Nysa kenti hakkında pek çok bilgi sunan Strabon 5 ,
kentin kuruluşuna ve ktistesine ilişkin, yaşadığı çağdaki yerel inanç hakkında da
Geographika (=Antik Anadolu Coğrafyası) adlı eserinde aynen şunları yazmaktadır:
“Öyküye göre, Ladedaimon’dan gelmiş Athymbros, Athymbrados ve
Hydreios adlı üç kardeş kendi isimlerine göre adlandırılan üç kent kurmuşlardır;
fakat bu kentler sonradan, yetersiz şekilde iskan edildiklerinden Nysa, bunlarda
oturanlar tarafından kurulmuştur; fakat halen Athymbros Nysa’lılar tarafından
gerçek kurucuları olarak kabul edilir.”
Nysa’nın Suriye Krallığı tarafından kurulmuş bir koloni olduğunu kaydetmiş
olan tek eskiçağ yazarı Stephanos 6 ’a göre ise “Nyssa daha önce Pythopolis adını
taşıyormuş ve kente bu adın verilmesinin nedeni, İ.Ö.480 yılında Sardeis’den
Yunanistan üzerine seferini sürdürmeğe başlayan İran Şahı Kserkses’in, Sardeis
yolundayken bu yöreden geçtiği sırada Pythes adlı birinin onu burada ağırlamış
olması imiş. Yine Stephanos’un aktardığı bir söylentiye göre, ... kentin sonradan
Nyssa/Nysa adını alması, İ.Ö.3.yüzyılda yöreye egemen olan Seleukoslar Devleti
Kralı I.Antiokhos’un eşi bu adı taşıdığı içinmiş; kenti Antiokhos kurmuş ve ona
eşinin adını vermiş.” 7
Anlaşıldığı kadarıyla Strabon’dan öğrendiğimiz, onun çağındaki yerel inanca
bakılırsa, Yunanistan’daki Sparta’dan buraya gelen üç kardeşten Athymbros’un
kenti kurduğuna inanılmaktaydı. 8 Oysa, Nysa’nın Suriye Krallığı tarafından ku-
4 Bkz. Pekman 1970, 7-9. Pekman, Eskiçağda Bazı Anadolu Şehirlerinin Tanrı ve Kahraman
Ktistes’leri adlı kitabında her ne kadar Nysa kentine yer vermemiş olsa da birçok Anadolu şehrinin
ktisteslerinden ayrıntılı olarak söz etmiştir.
5 Bkz. Strabon XIV.1.46: ...και νυν Αθυμβρον αρχηγετην νομιζουσιν οι Νυσαεις.
6 Bkz. Kaya 2002, 121-135: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Ali Kaya yayımladığı söz konusu makalesinde
Büyük İskender’in ölümünden sonra kurulan Seleukoslar tarafından Büyük Menderes Havzası’nda
kurulan yerleşmeler hakkında İ.S.II. yüzyılda yaşamış olan tarihçi Appianos dışında hiçbir
eskiçağ yazarının söz etmediğini ayrıca tarihçinin kent olarak nitelendirdiği yerleşimlerin ise birer
koloni olduğundan söz etmektedir.
7 Bkz. Umar 2001, 259.
8 Bilge Umar, bu Spartalı kurucu kardeşler inancının Lydia’nın en önemli kenti olan Sardeis
dolayısıyla İran egemenliği çağında Swarda Satraplığı diye anıldığı dönemin anısını yaşattığını
düşünmektedir. Bkz. Umar 2001, 257.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
rulmuş bir koloni olduğunu kaydetmiş olan tek eskiçağ yazarı Stephanos’a göre
ise kent Suriye Kralı I.Antiokhos tarafından kurulmuştur. 9
Mehmet Ali Kaya’nın “Suriye Krallığı’nın Maiandros Irmağı Havzasındaki Kolonileri”
başlıklı makalesinde belirttiği gibi “I.Antiokhos’un Nysa’daki Pluto tapınağına
(Plutonium) olan sıcak ilgisi ve Nysa’da Seleukeia ve Antiokheia adında
iki kavimin/mahallenin varlığının bilinmesi, koloninin bu kral tarafından kurulmuş
olduğunu doğrular niteliktedir. Koloni adını, Suriye Kraliyet ailesi bireylerinden
birinden almış olmalıdır.” 10 Nitekim I.Antiokhos’un Nysa adında bir karısının varlığına
ilişkin hiçbir kayıt da bulunmamaktadır.
Görüldüğü üzere, Strabon ve Stephanos’un kent hakkında verdikleri bilgilerin çelişiyor
olması karşısında başvurduğumuz epigrafik ve nümizmatik kaynakların da
sunduğu bilgiler ışığında bizim için Strabon’un ifadesi akla daha yatkın gelmektedir.
Nysa’da bulunmuş olan, üstelik Strabon’un çağından çok daha eski,
İ.Ö.3.yüzyıldan kalma yazıtlar, kent adının Athymbria halkının ise Athymbria’lılar
diye anıldığını göstermektedir. 11
Söz konusu yazıtlar Nysa, Akharaka’da bulunan Pluton Tapınağı’na asylia
hakkının verilmesiyle ilgili kral yazışmaları olup ilki İ.Ö.281 yılına aittir. 12 Yüksekliği
56 cm ve genişliği 75 cm olan beyaz kireç taşından kesilmiş bir blok üzerinde
yer alan yazıt, Nysa yakınındaki Salavatlı köyünde ele geçmiştir. Harf ve yazım
karakteristiği açısından İ.Ö. 281 yılına tarihlenen yazıt; Seleukos Krallığı’nı kurarak
İ.Ö.305 yılında ‘Basileus’ unvanını alan Kral Seleukos Nikator (İ.Ö.311-281)
ile oğlu ve naibi olan I.Antiokhos (İ.Ö.281-261) tarafından Nysa’daki Pluton Tapınağı’ndan
dolayı kente verilen ayrıcalığı konu edinen bir mektuptur.
İkinci yazıt da harf karakteristiğindeki ve yazım biçimindeki farklılık nedeniyle
İ.Ö.2.yüzyıla tarihlenen ve Pluton Tapınağı’ndan dolayı Nysa kentine tanınan geleneksel
ayrıcalığı konu edinen bir mektuptur. 13 Bir önceki yazıt ile benzerlik sergilen
bu yazıt Nysa yakınlarında iki ayrı blok halinde bulunmuştur. Ancak, iki
blok halinde bulunan mektup her ne kadar 1893 yılında Kubitschek tarafından
okunarak bilim dünyasına tanıtılmış olsa da hangi Hellenistik kral tarafından yazılmış
olduğu kesin olarak bilinememiştir.
Özetle, her iki yazıt da aynı döneme ait birer kraliyet yazışması ve Nysa halkını
Athymbria’lılar olarak göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Nysa’nın Yunanistan’daki Sparta’dan gelen Athymbros tarafından kurulmuş
olduğunu gösteren arkeolojik bulgular sadece epigrafik verilerle sınırlı değildir.
Bu inancın varlığı ve devamı Roma İmparatorluk Dönemi’ne ilişkin nümizmatik
verilerle de desteklenebilmektedir. 14
9 Bkz.Kaya 2000, 124, d.n.22.
10 Kaya 2000, 121-135.
11 Bkz. Welles 1934, 54-60, no.9; 260-264, no.64. Nysa, Akharaka’da bulunan Pluton Tapınağı’na
asylia hakkının verilmesiyle ilgili kral yazışmaları üç tanedir. Nysa’da bulunan Pluton
Tapınağı ve Pluton (=Hades) Kültü hakkında ayrıca bkz. Sina 2002, 140-143.
12 Welles 1934, 54-60, no.9.
4
13 Welles 1934, 260-264, no.64.
14 Head 1901, 176, no.34 ve 181, no.54.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Nysa kentinde İ.Ö. 133 yılında Roma’nın Asya eyaleti oluncaya kadar geçen
sürede çok sayıda sikke basıldığı söylenemez. Kentin Roma İmparatorluk dönemi
sikke darpları ise Augustus (İ.Ö.31-İ.S.14) döneminde başlar ve Gallienus
(İ.S.253-268) dönemine kadar sürer. 15
İmparatorluk dönemi Nysa sikkelerinden Marcus Aurelius (İ.S.161-180) ve
Maximinus (İ.S.235-238) dönemlerinde basılan ve British Museum Sikke Katalogu’nda
sergilenen iki sikke üzerlerinde taşıdıkları Athymbros tasvirleriyle kentin
kuruluş inancı açısından önemli birer örnek oluşturmaktadırlar. 16
Roma İmparatorluk Dönemi sikkelerinin ön yüzlerinde önemli bir özellik olarak
yer alan imparatorların isim ve unvanları, imparatorların portrelerine yakın
bir şekilde sikke yuvarlağına yerleştirilmiştir. Sikkelerdeki yazılar ise imparator
egemenken, elinde tuttuğu görevlerin sıralanmasını, çoğalan övgüleri ve ilave
edilen unvanları içerir. Ayrıca ön yüzde yer alan ifadeler de arka yüzde konu edilen
olayların tarih içindeki yerinin saptanmasında yararlıdır. Sikkelerdeki arka
yüz yazıları ise farklı mesajlar içerir ve ön yüz yazılarına oranla daha zengindir.
Roma İmparatorluk Dönemi sikkelerinde arka yüze yerleştirilen yazılarda yine
doğrudan imparatorun propagandasını yapmaya ve bazı tarihsel olayları açıklamaya
yöneliktir.
Bu bağlamda, İmparator Marcus Aurelius ♣ (İ.S.235-238) dönemine ait olan
bronz bir sikkenin ön yüzünde Genç Marcus Aurelius Caesar’ın zırh ve
paludamentum (=pelerin) giyimli sağa dönük büstü ve
Μ•ΑVΡΗΛΙ•ΟVHPOC•KAI• lejandı yer almaktadır. Arka yüzde ise sol kolu kısa
pelerine sarılmış, cepheden çıplak olarak ayakta duran Athymbros, başı sola dönük
ve sağ elinde yanan bir altarın üstünde phiale (=tören kabı), sol elinde ise
mızrak tutarken ΑΘVMBPOC•NVCAΕΩΝ•ΕΠΙAIΠΑΙΩΝΙΟV lejandıyla birlikte
tasvir edilmiştir. 17 Görüldüğü gibi sikke üzerinde Nysa kenti NVCAΕΩΝ
lejandıyla ifade edilmektedir. Aynı zamanda kentte görev yapan magistratus
(yüksek dereceli memur) adı da ΕΠΙAIΠΑΙΩΝΙΟVΓ (=επι Αι.Παιωνιου γρ) şeklinde
yazılmıştır. 18
15 Roma İmparatorluk Dönemi, Augustus’un İ.Ö.31 yılında Actium Savaşı’nı kazanmasıyla
başlar. Bu dönemde her üç madenden (altın, gümüş, bakır) de sikke basma hakkı İmparator’a
aittir. Roma İmparatorluk Dönemi’nde sadece Roma’da değil eyaletlerde de sikke basılmıştır.
Roma İmparatorluğu içindeki otonom Hellen kentleri ve Roma kolonileri İ.S.3.yüzyıla kadar sikke
basma hakkına sahiptir. Bkz. Baydur 1998, 29-107.
16 Head 1901, 176, no.34, Lev.XX.5 (Marcus Aurelius sikkesi) ve 181, no.54 (Maximinus sik-
kesi)
♣ Marcus Aurelius (7.3.161-17.3.180): Marcus Annius Verus, 138 yılında Dius tarafından evlat
edinilince Marcus Aelius Aurelius Verus Ceasar ; imparator olunca da İmparator Caesar Marcus
Aurelius Antoninus Augustus adını almıştır. İmparator Aurelius, Germenlere karşı kazanılan utkulardan
ötürü 173 yılında Germanicus, 175 yılında da Sarmaticus sanlarını almıştır.
M.Aurelius zamanındaki sürekli savaşlar büyük harcamaları gerektirdiğinden, gümüş sikkeler bozulmuş,
gümüş oranı çok düşmüştür. Gümüşten ve değersiz metalden sikkelerin üslupları da bozulmuştur.
İmparator 180 yılında Viyana’da (Vindobona) vebadan ölmüştür.
17 Head 1901, 176, no.34, Lev.XX.5.
18 Nysa sikkelerinde İmparatorluk öncesi kistophorlar ve bronz sikkelerin üzerindeki
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
İmparator Maximinus ♣♣ (İ.S.235-238) dönemine ait Athymbros tasvirinin bulunduğu
ikinci bronz sikkenin ön yüzünde ise zırhlı ve paludamentum (=pelerin)
giyimli defne çelenkli sağa dönük Maximinus büstü ve
AVTKΓΙΟVOVHMAΙIMEINOC lejandı yer almaktadır. Arka yüzünde tasvir edilen
Athymbros tıpkı İmparator Marcus Aurelius dönemindeki bronz sikkede olduğu
gibi sol kolu kısa pelerine sarılmış, cepheden çıplak olarak ayakta, başı sola dönük
ve sağ elinde yanan bir altarın üstünde phiale (=tören kabı), sol elinde ise
mızrak tutarken ΑΘVMBPOC NYCAEΩΝ (=Nysalıların Athymbros’u) lejandıyla
birlikte betimlenmiştir. 19
Ayrıca söz konusu her iki sikkede de görüleceği üzere, yukarıda Strabon’un
da andığı mitolojide kentin kurucusu olarak geçmekle birlikte herhangi bir efsanede
geçmeyen kahraman Athymbros, attribütü olacağını tahmin ettiğimiz phiale
(=tören kabı) ile görülmektedir.
Görüldüğü üzere, antik yazılı kaynaklar ve sikkelerden yararlanarak yaptığımız
bu çalışmada, Aydın-Denizli yolu üzerinde Sultanhisar ilçesine lokalize
edilen Nysa antik kenti, İ.S.2.yüzyılda yaşamış olan tarihçi Appianos’tan anlaşıldığı
kadarıyla Büyük Maiandros (Büyük Menderes) Irmağı Havzası’nı işgal
eden Suriye Krallığı tarafından kurulmuş bir kolonidir. Büyük bir olasılıkla
koloni ‘Nysa’ adını Suriye Kraliyet ailesi bireylerinden birinden almış olmalıdır.
Ancak, bu isim I.Antiokhos’un karısının adı değildir. Zira I.Antiokhos’un
‘Nysa’ adında bir karısının varlığına ilişkin kayda rastlanmamıştır.
Nysa, her ne kadar kendine özgü bir tarihe sahip olmasa da özellikle Roma
İmparatorluğu’nun egemenliği çağında çok gelişmiş, kültür açısından da hayli ileri
gitmiş bir antik kenttir.
Gerçekten de Seleukos kolonisi olarak kurulmadan önce Yunanistan’daki
Sparta’dan buraya gelen üç kardeşten biri olan Athymbros tarafından kurulmuş
önemli bir Karia kenti olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası, Antiokhos bu
kenti yeniden kurarcasına geliştirmiş olabilir, kenti Nysa olarak da adlandırmış
olabilir, ancak buraya çeşitli zamanlarda –İ.Ö.14.yüzyıl ile 6.yüzyıl arasında-
Yunanistan’dan ve adalar üzerinden yapılan kolonizasyon hareketleri
sonucunda genellikle kıyı bölgelerinde yerleşimlerin olduğu da asla unutulmamalıdır.
magistratların isimleri genellikle tam olup nominativus (yalın) halde, fakat bazen monograma
çevrilmiş ya da kısaltılmış olarak da bulunur. İmparatorluk sikkelerinde ise Augustus zamanından
Nero zamanına kadar magistratus ismi hala nominativ haldedir. Domitianus zamanından
itibaren ise her zaman genetivus (-in) halindedir ve genellikle επι’den sonra gelir. Bkz.
Üreten 2005, 7.
♣♣ Maximinus Thrax (6.3.235-7.7.238): Severus Alexander’in öldürülmesiyle Severuslar hanedanı
son bulmuştur. Bundan sonra ordu tarafından İmparator ilan edilen Trakya kökenli bir
köylü çocuğu olan Maximinus Thrax’dır. İmparator’un unvanları arasında Germenleri sınır ötesine
attığı için Germanicus vardır. İmparator Maximinus Thrax, sürekli savaşlarla uğraşmış ve
hiç Roma’ya gelmemiştir. Ekonomik sıkıntı artmış ve gümüş sikkelerdeki gümüş oranı %25’in
altına düşmüştür.
19 Head 1901, 181, no.54.
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
KAYNAKÇA
Baydur 1998. Nezahat Baydur, Roma Sikkeleri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, 1998.
Head 1901. Barclay von Head, Catalogue of the Greek Coins of Lydia,
London: Printed by Order of the Trustees, 1901.
Kaya 2000. Mehmet Ali Kaya, “Suriye Krallığı’nın Büyük Menderes Havzası’ndaki
Kolonileri”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi,
XV, 121-135.
Pekman 1970. Adnan Pekman, Eskiçağda Bazı Anadolu Şehirlerinin Tanrı
ve Kahraman Ktistes’leri, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., 1970.
---------- 2000. Strabon, Geographika:Antik Anadolu Coğrafyası (Kitap:XII-XIII-
XIV), çev. Adnan Pekman, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2000.
Sina 2002. Ayşen Eti Sina, “Karia Tanrıları ve Kültleri”, Ankara 2002, 140-143
(Yayınlanmamış Doktora Tezi).
Tulay 2001. Ahmet Semih Tulay, Genel Numizmatik Sözlüğü, İstanbul: Arkeoloji
ve Sanat Yayınları, 2001.
Umar 2001. Bilge Umar, Lydia: Bir Tarihsel Coğrafya Araştırması ve Gezi
Rehberi, İstanbul: Inkılap, 2001.
Üreten 2005. Barclay von Head, Royal Correspondance in the Hellenistic
Period,
“Nysa (Kenti) Sikkeleri” çev. Hüseyin Üreten, Aydın! Aydın..., 18, Ağustos
2005, 7.
Welles 1934. C.B.Welles, Royal Correspondance in the Hellenistic
Period, New Haven, 1934.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
2
LİDERLİK KARŞILAŞTIRMALARI
1.Giriş
Milletlerin tarihlerindeki dönüm noktalarını, bu dönemlere damgasını vuranların
kişilik yapılarıyla birlikte düşünmek ve bu kişilikleri de içinde yaşadıkları
sosyal çevre ve bu çevrenin yönlendirmesi, birikimi ortamında ele almak ve değerlendirmek
gerekmektedir.
Toplumlar mı büyük liderleri yaratır, yoksa büyük liderler mi büyük toplumları
yaratır? sözünden, büyük toplumların büyük liderler çıkardığı gibi, büyük liderlerin
de toplumların değişmesinde ve gelişmesinde lokomotif görevi yaparak
önemli roller oynadıkları anlaşılmaktadır. Bunların yanında, toplumların içerisinde
bulundukları sıkıntılarının da büyük liderlerin yetişmesinde önemli bir etken
olduğunu görmekteyiz.
2. M. KEMAL ATATÜRK’ÜN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ
M. K. Atatürk’ün Liderlik özellikleri 50 ana madde altında toplanmıştır.
BUNLAR:
1: Açık olma
2: Adam yetiştirme
3: Bilgi ve tecrübe sahibi olma
4: Bilgi toplama yeteneği
5: Bilgilendirme alışkanlığı
6: Kendini bilme
7: Cesur olma
8: Çevre bilincine sahip olma
9: Dayanıklı olma
10: Karşısındakini dinleme alışkanlığı
11: Soyut düşünebilme yeteneği
12: Emrivakiye izin vermeme
13: Esnek olabilme
14: Espri sahibi olma
15: Fedakar olma
16: Gerçekçi olma
17: Göreve talip olma
18: Güvenilir olma
19: Kendine güvenme
20: Hazırlıklı olma
* Başkomiser, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı
Ramazan TERKEŞLİ *
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
21: Hedefe yönelik kararlı olma
22: Hesap adamı olma
23: İkna etme yeteneği
24: İnisiyatif kullanma
25: İnsan sarrafı olma
26: İnsana değer verme
27: Yaptığı işe güvenme
28: Kamuoyu oluşturma yeteneği
29: Çabuk karar verebilme yeteneği
30: Karar verme yeteneği
31: Konuşma ve yazma yeteneği
32: Liyakat aşığı olma
33: Mükemmeliyetçi olma
34: Müsamahalı olma
35: müteşebbis olma
36: Mütevazi olma
37: Öğrenme azmine sahip olma
38: Öncü olma
39: Örgütleme yeteneği
40: Prensip sahibi olma
41: Problem çözücü olma
42: Programlı olma
43: Sıra dışı olma
44: Sorumluluk alma alışkanlığı
45: Strateji bilincine sahip olma
46: Olacakları tahmin edebilme
47: Vizyon sahibi olma
48: Yönetme yeteneği
49: Zaman mevhumuna sahip olma
50: Zamanlama yeteneği
Başarısı düşmanı tarafından dahi takdir edilen bir liderdir.
Türk Orduları, 1922’de Yunan Ordularını Akdeniz’e dökünce, İngiltere parlamentosu
büyük bir toplantı yaptı. Lordlar Kamarası ile Avam Kamarası heyecanlı
bir sahne yaşadı. Celse açılınca İşçi Partisi Lideri Makdonald kürsüye gelerek;
“Nerede Başvekil Loyd Corc. Bize ne söz verdi, netice ne oldu. Hazineden
büyük paralar alıp bizi boş yere masraflara soktu. Hani Boğazlar bizim olacak,
Anadolu taksim olunacaktı? Heyhat, hiçbiri olmadı. Bunun hesabını bize versin!”
Dediği zaman, yavaş yavaş Lovd Corc kürsüye geldi:
“Arkadaşlar! Asırlar, pek nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın
ki; o büyük dahiyi, asrımızda Türk Milleti yetiştirdi. MUSTAFA KEMAL’in dehasına
karşı elden ne gelir?” Diyerek kürsüden indi ve Başvekaletten istifasını verdi”
(Şapolyo, 1958:508).
Mesleğinin altyapısından gelen bir liderdir.
1893 Askeri Rüştiye; sınıf başkanıydı. Matematik öğretmeni, en az kendisi
kadar matematiğe hakim bu gence isimlerinin karışmaması için “Kemal” mahlasını
ekledi. 1895 Manastır Askeri İdadisi; ikincilikle bitirdi, okul haricinde
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
fransızca öğrendi. 1899 Harbiye; 1902’de piyade teğmen olarak mezun oldu. Birincilikle
bitirdiği için Harp Akademisine devam etti. 1905’te kurmay yüzbaşı oldu.
Harbiye ve Harp akademisinde ülke sorunları ile yakından ilgilenmeye başladı.
Gizli gazete çıkardı. Hitabetini arkadaşlarına yaptığı konuşmalarla geliştirdi.
Şam’daki 5 nci Ordu birliklerinde bulundu, Dürzi isyanlarına tanık oldu. Askerlikle
ilgili; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Takımın ve Bölüğün Muharebe Talimi
(çeviri), Tabiye Tatbikat Seyahati ve Cumali Ordugahı isimli incelemeler yazdı. 3
ncü Orduya atandı. 31 Mart Olayını bastıran Harekat Ordusunun kurmay başkanlığını
yaptı. Trablusgarb’de İtalyanlarla savaştı. 1912 Kasımında Bolayır Kolordusunun
Harekat Şubesi Müdürlüğüne atandı. Bu kolordu Edirne’yi geri aldı.
1913 yılı ekiminde Sofya Askeri Ataşeliğine atandı. 1915’de Maydos’taki 19 ncu
Tümenin komutanlığına atandı. Çanakkale savaşına tümen komutanı olarak girdi,
grup komutanı olarak Osmanlı İmparatorluğunun ve birinci dünya savaşının
kaderini değiştirdi. 1916’da 16 ncı Kolordu komutanı olarak Rus Kafkas Ordusunu
Muş’tan geri attı. 1917’de Suriye cephesinde 7 nci Ordu komutanı oldu. Sina,
Filistin ve Şam’da Yıldırım Ordular Grubunu imhadan kurtardı (Atatürkçülük,1983:225-232).
Ulusun alınyazısını değiştirebilmiş bir liderdir.
“Tek bir komutanın bir seferin kaderini ve bir ulusun alınyazısını Mustafa
Kemal kadar etkilemesine tarihte pek az raslanır.” Bu dikkate değer satırlar, Birinci
Dünya Harbinde Çanakkale Savaşı ile ilgili resmi İngiliz harp tarihinde yer
alır (Atatürkçülük,1983:215).
En zor anlarda en doğru kararı verebilen ve bu kararlarını süratle
uygulayabilen bir liderdir.
Çanakkale savaşı sırasında, 19 ncu Tümen Komutanı olarak verdiği emirde
(25 Nisan 1915) Mustafa Kemal şöyle diyordu: ”Ben size taarruzu emretmiyorum,
ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında başka
kuvvetler ve kumandanlar yerimize geçebilir.” (Atatürkçülük,1983:218).
Meslektaşlarına ve astlarına sahip çıkan bir liderdir.
Büyük Taarruz’daki başarısının sırrını soranlara; “Türk Komutanları komuta
etmesini, Türk askeri de ölmesini bilmiştir. Harbi kazanmanın sırrı da işte bundan
ibarettir.” (Atatürkçülük,1983:235).
Motive etmeyi ihmal etmeyen ve sevebilen bir liderdir.
Mahiyetindeki askeri için, “Dünyanın hiç bir ordusunda yüreği seninkinden
daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir.
Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiç bir
korkunun yıldıramadığı demir gibi kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin
için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime en aziz borç bilirim”
(Atatürkçülük,1983:236).
En bunalımlı ve en sıkışık anda dahi, insanlara el uzatan bir liderdir.
1918 yılında, mütarekeye öncülük eden günlerde, Osmanlı Ordusunun
Şam’dan çekilişi sırasında, Mustafa Kemal Paşa yalnız askerlerinin değil, sivil halkın,
kadın ve çocukların da koruyucusu olarak onların yiyeceklerini ordu levazımından
sağlamıştır. En bunalımlı ve en sıkışık bir anda, açlıkla mücadele eden
insanlara el uzatmış ve yardım sağlamıştır (Atatürkçülük,1983:50).
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Cesareti, bilgisi, görgüsü ve hoşgörüsü ile astlarını kendine bağlayabilen
ve peşinden sürükleyebilen bir liderdir.
Üstleri kabiliyetini takdir ederler, fakat idaresi güç bir subay olduğunu raporlarında
belirtirlerdi. İhtirasını bilirler ve toleransla karşılarlardı. Komutası altında
çalışanlar onu severlerdi. Cesaretli ve isabetli kararlarını beğenirlerdi. Erlerini lüzumsuz
yere yormaz ve kırdırmazdı. Subaylarına inisiyatiflerini kullanmak fırsatını
bırakırdı. Ancak ateş hattında sert ve müsamahasız olurdu. Askerini peşinden sürüklemesini
bilirdi (Engin, 1978:52-53).
Yeni stratejiler geliştirip başarı ile uygulayabilen bir liderdir.
23 Ağustos – 13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi. Yunanlılar merkezde
bir kaç noktayı yarınca durumu değerlendiren Mustafa Kemal şu günlük
emrini verdi; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.
Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Bir
kıt’a bulunduğu yerden atılsa bile, ilk durabildiği yerde düşmana karşı cephe kurarak
muharebeye devam eder. Yanlarındaki birliğin çekildiğini gören öbür birlikler
ona bağlı olmazlar. Bulundukları mevziide sonuna kadar sebat ve mukavemete
mecburdurlar (Engin, 1978:122).
Astlarını ve kabiliyetlerini çok iyi bilen ve astlarını bu kabiliyetleri
doğrultusunda yönlendirebilen bir liderdir.
Kariyerinde çok az ceza vermiş ve kumandası altındakilerin hatalarını hep
müsamahayla karşılamıştır. Mahiyetindeki kumandanları karakter özellikleri ve
davranış eğilimleriyle tanıyordu. Birliklerin teker teker savaş kabiliyeti hakkında
hayret uyandıracak derecede doğru bilgi sahibiydi. Mustafa Kemal, kumandanların
karşılaştıkları koşulları değerlendirerek ve ne yapabileceklerini hesaplayarak
karar verirdi (Engin, 1978:125-126).
Yaptığını saklamak riyakarlığından, kendi gibi halkı da kurtarmaya
çalışan bir liderdir.
Falih Rıfkı Atay, bir akşam yemeği sonrası Atatürk’le arasında geçen konuşmayı
şöyle aktarır:
-Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki :
-Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi
daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak....
Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü :
-Dün geceyi yazacak mısın?
-Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?
-Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış
olursunuz (Atay, 1980:12).
Onurlu bir liderdir.
Mustafa Kemal çocukluk yıllarında, pek oyun oynamaz, mahallesinde sokak
oyunlarını seyreder, fakat katılmazdı. Bir gün komşu çocukları birdirbir oynarken
Mustafa Kemal’i de çağırmışlar:
-Gel sen de oyna, demişler.
-Mustafa: “Peki” demiş ve olduğu yerde ayakta durmuş.
-Ama eğil ki atlayalım, demişler.
-Mustafa başını sallayarak:
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
-“Ben eğilmem!” Üstümden böyle atlayabilirseniz, atlayın, şeklinde cevap
vermiş (Atay, 1980:21).
Cesaretli, gerçekçi, uzak görüşlü, esnek bir liderdir.
Milletinin felaket uçurumuna yuvarlanışını uzak görüşü ile sezebiliyorsa ve
bunu gerçekçi olarak değerlendirebiliyorsa, çareler arayıp cesaretle ortaya koyabiliyorsa,
o insan büyük bir askeri liderdir.
Eğer bir insan; okuduğu bir konuyu kavrayınca yazarının çizdiği çerçeveye
bağlı kalmaksızın kendi ölçüleriyle yargıya varırsa, hızlı düşünür, sorunların ortaya
çıkartabileceği yakın ve uzak olasılıkları anında kavrar, cesaretli kararları
duraksamaksızın alabilir ve aşamayacağı engeller önünde esneklik göstermesini
bilirse , bir liderdir (Engin, 1978:11).
Mustafa Kemal Atatürk Dedi ki :
“Ben bir eser vücuda getirdimse milletimin kudret ve kuvvetine ve ondan aldığım
ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum sizleri koşturdum, yaptım”
“ Büyük işler mühim teşebbüsler ancak müşterek mesai ile gerçekleşebilir”
“Buraya gelecek kimseler arasında ülkeyi temsil niteliğini taşıyanlarla gerektiğinde
hükümet kurmak ve yönetmek yeteneğine sahip olanların bulunması
önemlidir”
“ Şimdiye kadar elde ettiğimiz zaferleri ancak birlik ve dayanışma sayesinde
elde ettik. Zaferin meyvelerini toplamak için de bu yolda devam etmek gereklidir”
“İnsanlar tek başına çalışırlarsa başarılı olamazlar”
“İnsanların yaşamına, çalışmasına egemen olan güç, yaratma ve icat etme
yeteneğidir”
“Her vaziyette her meselede talimat verenle o talimatı uzakta ve bilhassa talimat
verenin temasta bulunmadığı şartlar altında uygulayan arasında görüş ayrılıkları
olabilir”
“Yapmak maddi ve manevi kuvvetleri zeka ve maharetleri birleştirmektir”
“Kumandanlar emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli ve yapılması
mümkün olan konularda emir verirler. Emir verirken kendini o emri yerine getirecek
olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek
ve bilmek lazımdır”
“Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini rehber tutmak lazımdır.”
Tanıklar Mustafa Kemal Atatürk’ü Anlattılar.
“ Mustafa Kemal’in günü, sabahın erken saatlerinde yurdun her yanından gelen
haberleri dinlemekle başlamaktadır. Sekreteri Hayati daha tan ağarırken içi
telgraflarla dolu dosyaları önüne sürmektedir.
Mustafa Kemal, her sabah Hayati’yi kapıda görünce aynı sözlerle seslenir,
Gel bakalım oğlum, yine neler var?
Sekreteri Antep’te Fransız işgal Güçlerinin davranışları konusunda telgrafı okur.
Durumda bir yenilik var mı ?
Fransızları Amerikan Okulun dan atmışlar ama düşman karşı saldırıya geçmiş.
Şehrin içinde ateş açılmış. Şehitler varmış. Mustafa Kemal.
Not al, der. Bu durumda tek çıkış yolu Antep ve Urfa’nın ortak hareket etmeleridir.
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hayati başka bir telgrafı okur.
Ulusal göçler sonunda Fransızları püskürtmüşler ama silah ve gereç sıkıntısı
çekiyorlarmış. Mardin de silah varmış kendilerine vermelerini istiyorlarmış.
Mardin’e bildirin onlara silah ve cephane versinler.
Urfa daha çemberde.
Oradaki garnizona hem destek güçleri gönderilmeli, bunu ilgililere bildir. Sonucu
da bana haber versinler.
Adana’daki Ulusal güçler kıyıya yakın bir Fransız gemisini ateşe vermeyi başarmışlar.
Bu savaşın en iyi yöntemi düşmanı rahat bırakmamaktır. İyi etmişler.
Çete Reisi Demirci Efe sizi kutluyor.
Bana hala Mustafa Kemal Ağabey diyor mu?
Diyor.
“Aferin ona”
Latife Uşaklıgil anlatıyor:
“ Mustafa Kemal Paşa ile evli bulunduğumuz sıralardaydı, İzmir! deydik. Doktorlar
Paşaya sakin bir yaşantı ve dinlenmesini ön görüyorlardı. Fakat kendileri
ancak birkaç gün buna uydular.
Bir türlü uyuyamadığı gece saat iki sularında bana
Latife ban şimdi bir tramvaya binmek istiyorum, dedi.
O saatte bu olanaksızdı. Ama isteğinin yerine gelmemiş olması onu belki de
üzecekti, kendilerine,
Paşam dinlenseniz daha iyi olmaz mı, vakitte hayli geç oldu, dedim.
Bende vaktin geç olmasından yararlanarak tramvaya binmek istiyorum ya.....
cevabını verince,
Pekiyi, temin edelim dedim.
Telefon edildi ve bir atlı tramvay hazırlandı. Yaver’le birlikte gittik. Bir sürücüden
başka kimse yoktu. Paşa bir ara tramvay sürücüsünün yanına yaklaştı,
sordu,
Sen atları kamçılayarak mı idare edersin ?
Tabii Paşam....... Kamçısız idare mi edilir mi ?
Biz görmedik...
Sen şu yerini bana ver de kamçısız idare edeyim.
Sürücü derhal yerini Paşa’ya bıraktı. Paşa dizginleri ele aldı ve kamçı kullanmadan
atları sürmeye başladı, sürücüye sordu.
Nasıl idare edebiliyor muyum ?
Fevkalade Paşam..... Benden daha güzel idare ediyorsunuz.
Bende senin gibi bir idareciyim. Yüz binlerce insanı yönettim. Onları ölüme
giden yola seve seve sevk ettim, ama hiç birine kamçı kullanmadım, dedi
“Bir 30 Ağustos zafer bayramı gecesi, sofrada Şükrü Kaya’nın
Paşam Kurtuluş Savaşında Başkomutan sıfatıyla savaşlarda verdiğiniz emirler
bir yerde toplanmış mıdır? sorusu üzerine Atatürk,
Bir gün Kurtuluş Savaşının Milli Mücadelenin askerleri tarihini yazacaklar,
belki de benim Başkomutan sıfatıyla bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır.
Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben savaşta her zaman o cep-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
heden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri komutanlara dikte eder
onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra “ şimdi ordu birliklerimize
hemen bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla duyurunuz” derdim.
“ Gazi Mustafa Kemal Paşa 1923’te Eskişehir’de şehrin ileri gelenleri ile bir
sohbet yaparlar.
Gazi: Yunan işgalinden evvel görmüştüm. Mektepleriniz çok iyi idi. Şimdi
mektepleriniz ne haldedir ? Kaç mektep vardır ?
Maarif müdürü: Beş erkek, iki kız mektebi vardır.
Gazi: Erkek ve kız talebe miktarı ne kadardır ?
Maarif müdürü: Toplam 2000 kadar.
Gazi: Şehrin nüfusu ne kadar ?
Mutasarrıf: Yirmi bin
Gazi: 22 000 nüfus kaç hane sayılır ?
Mutasarrıf: Altı bin hane eder.
Gazi: O halde her haneye kaç çocuk isabet ediyor ?
Mutasarrıf: Üç haneye bir çocuk kadar bir şey....
Gazi: Bu kafi midir ?
Maarif müdürü: Mahalli mektepleri de vardır.
Gazi: Kaç tane ?
Maarif müdürü: Sekiz veya on....
Gazi: Niçin sekiz veya on? Maarif Müdürü bunun adedini bilmezse kim bilecek?
Kesin rakam söylemeli. Mahalle mektebi o kadar önemsiz mi böyle söylüyorsunuz
? Mektepten çıktıktan sonra bu çocuklar dışarıda bir yerde çalışabilirler
mi ?
Maarif müdürü: Hayır
Gazi: Nasıl mektep yapalım ki, bu mektepten çıkanlar çıktıktan sonra aç kalmasınlar?
Maarif müdürü: bir sanayi mektebi lazımdır
Gazi: Her Maarif vekilinin birer program vardı. Memleketin Maarifinde çeşitli
programların uygulanması yüzünden eğitim berbat bir hale gelmiştir. Buna karşı
ne düşündünüz?
Maarif müdürü: O iş vekalete aittir.
Gazi: Tecrübenizden, fikirlerinizden vekaleti haberdar etmiyor musunuz ? Düşündüklerinizi
araştırmalarınızı vekalete yazmıyor musunuz ?
Maarif müdürü: Tecrübem eksiktir. Yeni geldim. Bir şey yazamadım. Bendeniz
Van’da Diyarbakır’da bulunmuştum.
Gazi: Bazı esaslar vardır ki Van’da da, Diyarbakır’da da hiçbir tarafta değişmez.
“ Şimdi barışı izleyen siyasi dönemin baş sorunu bu olacaktı:
Gazinin kendisiyle Rauf Bey ve ötekilerin tasarladığı demokratik kuvvetler
arasında iktidar savaşı.
Mustafa Kemal şu sırada bu konuda bu tartışmaya girmek istemiyordu. Rauf
Bey’in çekilmesinden dolayı üzüntülerini bildirdi. O da,
Üzülmeyin paşam diye karşılık verdi. Bu ülkeyi bir düzine namuslu adamla
yönetebilirsiniz.
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Sonra Sivas’a hareket etti. İstasyonda kabine arkadaşları ve dostları tarafından
tarafından uğurlandı.
Gazi Fethi Bey’i Başvekilliğe atadı. Niçin ismet Paşayı seçmediğini soranlara.
Onu sonrası için saklıyorum, diye cevap verdi.
Telgraf 14 Eylülde Ulus Gazetesinde yayınlandı ve yayınlanmasıyla beraber de
memlekette ve özellikle politika çevrelerinde büyük yankılar yaptı. Atatürk’ün o güne
kadar bir vekile böyle tantanalı telgraf gönderdiği görülmemişti. Vekil değil sanki
başvekilmiş gibi davranılıyor, kendisinden memleketin iktisadi çıkmazdan kurtulması
bekleniyordu. Şahsı için övücü sözler kullanılıyor, radikal çalışmaya teşvik ediliyor
ve bu çalışma sırasında bir engelle karşılaşırsa maddi ve manevi güçlerle destekleneceği
haber veriliyordu. Adeta İsmet Paşa “Kabinenin idari işler Başvekili”idi,
görüntü bu idi. Fısıltılar almış yürümüştü. Bundan en fazla İsmet Paşanın rahatsız
olması tabii idi.
Yaz geçmiş Atatürk Ankara’ya gelmişti. İsmet Paşa kendisini ziyaret için Çankaya’ya
çıktı. Az sonra konuşma memleketin iktisadi işlerine geçmişti. Atatürk
Celal Bayar’dan memnun olup olmadığını sordu. İsmet Paşa,
Terbiyeli bir insandır, kendisini sevdiğimi bilirsiniz, dedi. Sonra ekledi, teşekkür
telgrafına verdiğiniz cevap görülmemiş bir şeydi. Atatürk,
Nasıl?.... dedi.
İsmet Paşa serzenişli bir sesle,
Bir bakana değil, bir başbakana çekilmiş gibi...... Bu telgraf karşısında müsaade
ediniz de başvekilliği kendisine terk edeyim....
Atatürk bir kahkaha kopardı. İşi şakaya dökerek,
Şimdi değil, ileride.... Onunda sırası gelir! Dedi (Baykal, 2004).
2. MAHATMA GANDİ’ NİN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ
Sakin ve dengeli bir liderdi.
Gandi kendi benliği ile çelişkiye düşmemiş oluyor ve haksızlık yapan kişilerle sabırla
ve barış içinde çatışmak için güç kazanıyordu. O sözleri ve düşünceleri ciddiye
alıyordu. Eğer bir ahlaksal düşünü bir kere doğru bulursa, onu kendi hayatına uygulaması
gerektiği kanısında idi. Ancak bunu yaptıktan sonradır ki, bu düşünü başkalarına
salık verebilirdi. Yalnız kendi uyguladıklarını başkalarından istiyordu.
Sağlına dikkat eden bir liderdi.
Gandi, bedensel direnme gücünü, doğaya uygun bir hayat yaşamasına ve
sağlığa uygun bir şekilde beslenmesine bağlar.
Ruhsal güce sahip bir liderdi.
Gandihi’nin topluluk eğitimi konusundaki görüşleri geleneklerden tamamen
sıyrılmıştı.
Gokhale; Gandi’de çevresindeki basit insanlardan kahramanlar ve kendini
adamışlar çıkaracak büyük bir ruhsal güc vardır.
Maddi zevkler, şöhret, yükselme gibi isteklerle hiçbir ilgisi olmayan
ve doğru bildiği yolda yürümekten başka hiçbir şey düşünmeyen
bir liderdir.
Oxfort’tan profesör Gilbert Murray, Hibbert Journal’daki şu yazısı ile anlatıyor:
maddi zevkler, şöhret, yükselme gibi isteklerle hiçbir ilgisi olmayan ve doğru
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
bildiği yolda yürümekten başka hiçbir şey düşünmeyen bir insanla çarpışırken
çok dikkatli olmak gerekir. O tehlikeli ve huzur kaçırıcı bir düşmandır; çünkü kolayca
altedilebilecek vücüdunun manevi hayatı üzerinde hiçbir etkisi yoktur
(fischer, 1971:71).
Empati yapan bir liderdi.
Gandi yedi ay boyunca, sürekli olarak, ağır bir iklimin hüküm sürdüğü ülkeyi
gezdi. Yemeğini dolu, sıcak, kirli trenlerde yedi. Kendisinden birşeyler öğrenmek
isteyen yüzbinler üstünde insan toplulukları önünde konuşmalar yaptı. Bağırışan
insanlar her yerde mahatmayı görmek istiyorlardı, onu görünce kendilerini yükselmiş
sayıyorlardı. Bir köy halkı, eğer Gandi’nin treni köylerinde durmazsa, trenin
önüne yatacaklarını bildirdi. Tren durdu ve uykusundan kaldırılan Gandi, gözüktüğü
zaman, itişen kalabalık diz çöktü, herkes ağlıyordu. Yedi aylık süresince
Gandi hep aynı yemeği yedi: Günde üç öğün süt, 3 dilim ekmek, 2 portakal, taze
yahut kuru üzüm.
Gerçekçi, harekete geçirmek için farklı metotlar kullanan bir liderdi.
Gandi gerçekçi idi. Ben pratik bir gerçekçiyim derdi. Onun gerçekçiliği kötülüğün
planlarını içine almayı değil, kötülükle mücadele etmeyi gerektiriyordu. İyiliği
harekete geçirmek için hindu-müslüman dostluğu adına bir oruca başladı.
Gandi’nin oruç tutması, insanları birleştirmek amacı güderdi. “şu anda iki topluluğu
birleştirmek için yazıp söylediklerim yararlı olmuyor.” O halde, oruç tutmalıyım.
Eğer batılı birşey bilidrmek isterse, konuşur, tartışır. Fakat doğu insanı oturur
oturur, düşüncelere dalar ve acı çeker. Gandi doğu ve batı yöntemlerini birlikte
kullanıyordu.
Yaşantısıyla örnek olan bir liderdi.
Gandi’nin sarındığı örtü, atkıları, yatak takımları, mendilleri, hep kendi dokuduğu
khadi adı verilen kumaştandı. Bunu giyen Hintlilerin sayısı hergün artıyordu.
Giyenler bu bizim özğürlük üniformamız diyorlardı.
Yardımlaşmayı teşvik eden bir liderdi.
Gandi’nin ülküsü, kalkınmış mutlu bir Hindistan görmekti. Gandi kendi hayatında
gönüllü olarak yoksulluğu seçmiş olması ve büyük varlıkları bu uğurda tepmesinden
çıkmadır. Gandi varlıklıların, bir kısım mallarını yoksullara vermelerini
öğütlüyordu.
Korkusuz bir liderdi.
Gandi korkusuzdu. Diğer özelliklerinin yanısıra en çok bu özellik, onu 20-30
yaşları arasında orta bir insan olmaktan çıkarıp olağanüstü bir insan yapmıştı.
Herkesin farklılığını kabul eden ve herkesi seven bir liderdi.
Eğitimci olma niteliğini sürdüren Gandi, insanları oldukları gibi alıyordu. Onlara
karşı duyduğu sevgi, kendini hoşgörülü yapıyordu. Kendisine çok sert kurallar
uyguluyordu. Diğer insanlara karşı ise yumuşaktı.
Güvenilir bir liderdi.
Gandi yalnız söz söylemekle kalmamış, birşeyler yapan bir çaba adamı ve
verdiği sözü ne olursa olsun yerine getiren bir önderdir.
Konuksever bir liderdi.
Gandi doğuştan demokrattı. Gandi insanları soyut olarak değil, çevresindeki
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
kadınları, erkekleri, çocukları seviyordu. Umudu tek tek kişilere ve kişilerden
oluşmuş topluluklara yardım edebilmekti. Gandi her şeyden önce konukseverliği
ile karşısındakinin direncini daha başlangıçtan kırıyordu. Gandi’nin sözünden
dönmezliği insanların onun tasarılarına uymalarını sağlıyordu.
Şakadan hoşlanan bir liderdi (fischer,1971).
Stratejik bir liderdi.
Gandi, “stratejimiz, haksız bir hükümete karşı meydan okuma kabilinden olarak,
ehemmiyetsiz bir nizama aykırı hareket etmektir,” diyor.(Jeanette,
1971:108)
Takipçileriyle omuz omuza, ekip çalışmasına yatkın ve etkileyici bir
lider.
Gandi zevkle kamp kuruyordu. Büyük kazanlarda pişen çorbayı kendi elleriyle
karıştırıyordu. Yardımcı gönüllülerle birlikte halka hela yerleri kazmasını, çöp
ve pislikleri atmalarını öğretti. Sağlık bakımı hakkındaki bu ilk derslere gösterilen
alaka ve ittat, liderleri çok memnun etmişti. (Jeanette, 1971:111)
Vizyon sahibi bir liderdi.
“Zenginlik ve ihtişamla süslenmiş asilzadeleri, sayıya gelmeyen fakirlerle kıyas
ediyorum. Ve bu asilzadelere demek istiyorum ki, siz bu mücevherlerden soyunmadıkça
ve bu serveti vatandaşlarınızın menfaatine kullanmadıkça, Hindistan kurtuluş
yüzü görmez.”(Jeanette, 1971:125)
Davasında ısrarcı ve son nefesine kadar mücadele eden bir liderdi.
Gandi yattığı yerden, gazetelere yazılar yazarak, zulme karşı şiddetsiz, sevgi ve fedakarlık
ruhu ile muhalefetin nasıl yapılabileceğini izah ediyordu (Jeanette,
1971:147).
Eğitime önem veren bir liderdi.
“Hürriyetimizi bir eğitim seferberliğiyle kazanacağız. Bu seferberlik, milyonlarca
halkımızı, satyagraha için hazır hale getirinceye kadar tesirli bir kongrenin sürekli
baskısı ve şiddetsiz mukavemetin kuvvetiyle devam edecektir.” (Jeanette,
1971:159).
Gerçek adı Mohandas Karamçhand Gandi olan Mahatma Gandi 2 Ekim
1869 yılında, Batı Hindistan'ın Kathia war yarımadasındaki Porbandar liman kasabasında
dünyaya geldi. Hindistan'ın bir eyalet hükümetinin Başbakanı,
'Devvan'ın oğluydu. Adı 'Karamçhand' olan, fakat Kaba Gandi olarak bilinen,
Başbakan, paraya ve maddiyata önem vermeyen ve bu yüzden varını yoğunu
hayır kurumlarına bağışladıktan sonra, ailesine hiç bir şey bırakmayı bile düşünmeyen
biriydi. Annesi Putlibai, dindar ve hayırsever bir hanımdı. Kendini
hastalara adamış, onların bakıcılığını yapıyordu. Gandi, 13 yaşındayken anne
ve babasının isteği üzerine evlendirildi. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra babası
öldü. Delikanlı çağında öğrenim için İngiltere'ye gönderildi ve avukat oldu. İngiltere'de
bulunduğu süre içinde özgür ve Hıristiyan yoksullarla ilişki kurdu. O zamanlar
henüz yeni bir şey sayılan 'L. Tolstoy'un şiddet ve kötülükle işbirliği yapılmaması
düşüncelerini iyice benimsedi. 1891'de öğrenimi bitmiş ve Hindistan'a
döndü (Sinha, 1972:62).
Haksızlığa boyun eğmeyen bir liderdi.
Mahatma Gandi'nin sesi çok saygılı bir sesti. Fakat haksızlığa boyun eğme-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
mek kararı korkunç ve acımasız bir biçimde gözlerinden okunuyordu. Bu sesin
öncülüğü altında, Hindistan sessiz, fakat güçlü bir başkaldırma düzenleyerek
Türkiye için İngiltere’ye karşı ayaklanıp onlarla olan işbirliğine son vermek istedi:
«Aklî dengesi yerinde olan bütün vatandaşların söyleyeceği bir tek şey
vardır; o da Türkiye' ye yapılanların çok haksızca olduğu ve bu sona erinceye
kadar da sizinle işbirliği yapmayacağımızda» (Sinha, 1972:57).
Birisi orta boylu, zayıf, göz kamaştıran gri-mavi gözlü, Çanakkale kahramanı
olarak bilinen, ünlü Türk kılıcıyle düş manla savaşıp vatanın bütünlüğünü
korumaya kararlı Mustafa Kemal Paşa'ydı. Öbürüyse, ufak tefek, siyah
gözlü, zayıf yüzlü, başında beyaz küçük takke bulunan, vücudu beyaz
kumaşla sarılı bir adamın önderliğinde, Güney Afrika Savaşı kahramanı
olarak tanınan Mahatma Gandi'ydi. O yumuşak, şiddet aleyhtarı ve sömürgecilerle
işbirliğinden sakınan davranışlarıyla kötülerin elinden adaleti almaya
kararlıydı. O'nun silahı kurşunlar ve süngüler değildi, yün ve yumak
rehberi, çıkrık ise silahıydı. Aralarındaki bütün bu farklara rağmen her ikisi
de kendi ülkelerinde aynı hedefler için savaşan iki büyük önderdiler. Amaçları,
adalet için savaşmak, toplumsal kötülükleri ve emperyalizmi önleyerek
dürüst bir ulusal yaşantıyı güvenlik altına almaktı (Sinha, 1972:58).
Alçak gönüllü bir liderdi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hindu-Müslüman birliği lideri olarak meydana
çıkan Mahatma Gandi, hayatını ve kendini insanlığa adamış çok alçak gönüllü
bir insandı. Sonsuz sabrı ve halka duyduğu sevgisiyle daima adaletin sağlanması
için uğraşmış, halkı tehdit eden bütün kanunsuzlukları yermişti (Sinha,
1972:62).
Ayrımcılığı kabul etmiyen ve düzeltilmesi için and içen bir liderdi.
Mahatma Gandî; İslâm, Hindu ve Hıristiyan karışımı insancıl düşünceleri
benimseyerek, felsefesini genişletti. Halka, Musa Peygamber gibi yardımlarda
bulunuyor, sonunda tartışma sırasında duyguları incinse bile, yine de aralarını
bulup gönüllerini hoş etmeye çalışıyordu. Irk ayrımı sorunu iyice büyüyüp kendini
göstermeye başladığı zaman, yeni birleşmiş hükümetin halka 'İsrail tanımayan
Firavun' gibi davranışlarında, Mahatma Gandi halka önderlik yapmaya
koyuldu. Güney Afrika'nın ırk ayrımı kanunları Gandi'ye o kadar vicdan azabı
çektiriyordu ki, bu haksızlık ortadan kalkıncaya kadar orada kalmaya ant içti
(Sinha, 1972:63).
Davası uğrunda hiçbir zorluktan kaçmayan ve kazanacağına inan bir
liderdi.
1912-13 yıllarında Gandi, Güney Afrika Irk Ayırımı Kanunu'na karşı ilk
pasif direnmesine girişti. Bir yanda şiddete karşı Gandi'nin pasif uğraşıları,
öbür yanda ise Hükümet kuvvetleri, zulüm ve işkence vardı. Gandi dört kere
yakalanarak tutuklanmış, sayısız hakarete uğramıştı. Fakat yılmayan direniş
gücü ve büyüleyen yüce kişiliğiyle uğraştı ve sonunda kazandı. Böylece sertlik,
nezaketin karşı sında eğilmiş oldu. Yirmi yıllık fedakârlıktan sonra, Smuts
-Gandi anlaşmasıyle pasif uğraşı üstün gelmişti. Böylece sertliğe karşı uysallık,
direnişe karşılık vermemek ve haksızlığa karşı hak, kazanılmıştı (Sinha,
1972:65).
12
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Sorunları kanunlara göre çözen, etik kurallara uyan, sabırlı ve kararlı
bir liderdi.
Mahatma Gandi pratik bir adamdı. Öyle ki, Türkiye konusunda Hükümet'ten
bir şey isterken, bunu 'kanunî yönden çözümleyip dünyayı kendisine
güldürmemeyi başarabiliyordu. Attığı her adımın bir anlamı, manevî desteği
ve kesin bir kararı vardı. Sabırlıydı, bekleyebilirdi. Sonuca göre, ya karşı çıkar
ya da memnun olurdu. Bazı kimseler Pencap kırımını göz önünde bulundurarak,
güvenliği kutlamaktan kaçınan halk için ikinci bir bahane olarak gösterilmesini
istedikleri zaman Gandi, onlara «Pencap kırımına karşı büyük bir
üzüntü duyduğu halde bunu yine de Hilâfet ve Türk sorunuyle karıştırmak istemediklerini,
çünkü böyle bjr hareketin Türk davasını baltalayacağını,» söyledi
(Sinha, 1972:76).
Kamuoyu oluşturan ve iletişime önem veren bir liderdi.
Gandi'nin 1919 yılı boyunca bütün amacı, Müslüman kardeşleri uğruna şimdiye
kadar yapmış olduğu halkı kışkırtmalar, toplantılar, söylevler ve sessiz gösterilerle
(yani oruç, dua ve grevlerle) Hindistan Hükümeti'ne baskı yaparak, Türkiye
konusunda düşündüklerini ve bu yolda yapmak istediklerini, Hindistan Hükümeti'nin
de üstünde olan Majesteleri Londra Hükümeti'ne ve aynı zamanda
Paris'teki Barış Konferansı'na iletilmesini sağlamaktı. Bundan da anlaşılıyor ki,
Gandi toplantılar, kongreler, nutuklar ve dileklerle halkı kışkırtarak meydana gelen
tehlikeli durumu ortadan kaldırmaya çalışmıştır (Sinha, 1972:77).
Verdiği sözü tutan ve verilen sözün tutulmasını takip eden bir liderdi.
Hak ve adalet adına başlayan savaşın haksızlık ve silahsızlandırmayla sonuçlanmasını,
İtilâf Devletleri'yle Britanya' nın zorla kabul ettirdikleri antlaşmalarla
Türk ve Arap ülkelerinin zincire vurulmasını gören Gandi iyice sarsılmıştı. Hak ve
adaleti seven bir insan olarak, politika ya da din, onun için hiç bir anlam taşımıyordu.
Nitekim Gandi'nin bütün çabaları, üç büyük devlet liderinin verdikleri
resmî sözlerin yerine getirilmesini görmekti.
Sömürgeciliğe karşı ve herkesin kendi geleceğini kendisinin seçmesi
gerektiğini düşünen (Derokratik) bir liderdi.
Gandi'nin düşündüğü ve üzerinde durduğu başka bir konu da, kendi geleceğini
seçme yöntemiydi. Aslında Gandi, doğru ve etraflıca düşünen, adalet sahibi
bir kişiydi ve Hindistan için özerklik sağlamak çabasındaydı. Ne Arapları ne de
başka bir devleti kendi kendisini yönetmek isteğinden yoksun bırakmak istemiyordu.
Her ulus, sömürünün pençesinden kurtulup kendi özgürlüğüne kavuşmalıydı
(Sinha, 1972:89).
Fedakar, vefalı ve korkusuz bir liderdi.
Gandi, halk önünde şöyle bir konuşma yaptı:
«Bu çekişme belki uzun sürecek, acı ve şiddetli olacak, fakat şunu iyi bilin ki
yapılan her fedakârlık, bu uğraşı için çok değerlidir.»
Aynı zamanda, Türkiye'ye adalet tanınması konusunda fedakârlıklar isteyen
düşüncelerini şu biçimde açıkladı :
«Kayıtsızca adaleti çiğneyip 70 milyon Müslüman kardeşimin din duygularını
yaralayan kimselerin tatlı sözleri yerine, tutuklanmayı tercih ederim.»
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13
MAKALELER
Doğru sözlü ve gerçekçi bir liderdi.
Gandi'nin çağdaşı ve hareketin görgü tanığı olan Müslüman bir yazar, gördükleri
karşısında şaşkınlığını şu kelimelerle belirtiyor: «Mahatma Gandi' ye karşı
olan bütün saygıma rağmen, bir grup Müslümanın onun önünde sanki peygambermiş
gibi eğidiklerini gördükçe sınırsız bir şaşkınlığa düşüyorum, çünkü biz
Müslümanlar için kutsal Peygamber Hz. Muhammet'ten sonra her hangi bir kimseyi
peygamber kabul etmek günahtır.» Gerçekte bu, Mahatma Gandi'nin alçak
gönüllülüğüne, doğru sözlülüğüne ve gerçekçiliğine saygı duymaktan başka bir
şey değildi (Sinha, 1972:132).
Öfkesini bastıran, ölümü herzaman karşılamaya hazır ve politik mücadele
yapan bir liderdi.
1922 yılı Gandi'nin: «Halkımız hapiste yatmaya hazır olmadıkça ve biz ölümü
karşılamaya, öfkemizi bastırmayı beceremedikçe Pencap ve Türkiye'deki sorunlar
çözümlenemez.» diyen çağrısı üzerine, tam bir politik mücadeleyle başladı
(Sinha, 1972:133).
Pasif direnmenin gücüne inanan ve genel uygulama öncesi test yapabilen
bir liderdi.
Gandi'yi şiddete baş vurmaktan alıkoyan başka bir neden de, pasif direnmenin
gücüne olan sarsılmaz inancıydı. Her şeye rağmen Gandi, ortamın artık hataların
derhal düzeltilmesi için, köklü bir silah olan 'Şiddetsiz İtaatsizliğe' hazır, olgun
bir duruma geldiği kanısındaydı. Bombay Eyaleti'nde 87.000 nüfuslu
Bordoli ilçesini, bütün Hindistan'ı kapsayacak olan bir kamparyanın ilk deneme
bölgesi olarak seçti (Sinha, 1972:134).
Büyük bir ilke adamıydı ve ilkelerine son derece bağlı bir liderdi.
Gandi, büyük bir ilke adamıydı ve ilkelerine son derece bağlıydı. Hareketine,
'Şiddete Baş Vurmama' adı altında başlamış ve halkı buna inandırmıştı. Şimdi hareket
şiddete dönüşünce, ilkesine karşı olduğu için, olayları hoşgörmesi imkânsızdı.
Kendisi de itiraf ediyordu: «Kendi ilkelerimizi reddetmekle suçlanmak ya da Tanrı'ya
karşı günah işlemektense korkaklıkla suçlanalım daha iyi.» (Sinha, 1972:136)
Şiddet hareketlerine, ülkesinin bağımsızlığını feda edecek derecede
karşı bir liderdi.
Herkes şunu anlamıştı ki, Gandi, özellikle Asya' da, genel olarak da dünyadaki
öbür devlet adamlarından farklı olarak, gerekirse, bir tek şiddet hareketine başvurmaktan
kaçınacak ve ülkesinin bağımsızlık umudunu feda etmeyi göze alacak
yaradılışta bir insandı.
Gandi bundan başka: «Kaba kuvvetin kırmızı şarabı ve zayıf ırkların yağmasıyla
beslenen hiç bir İmparatorluk şimdiye kadar, umduğu kadar uzun yaşayamamıştır;
dünyadaki fiziksel yönden zayıf ırkların düzenli sömürüsüne ve açıkça
kaba kuvvete sırtını dayamış bulunan İngiliz İmparatorluğu da eğer evrene hükmeden
âdil bir Tanrı varsa yaşaya- mayacaktır (Sinha, 1972:137).
Herkesin içtenlikle saygı duyduğu bir liderdi.
Mahatma Gandi, yargılama salonuna girdiğinde bütün salon kendiliğinden
ve içten gelen bir saygıyla ayağa kalktı. Bu narin, sakin ve halim selim görünüşlü
adam, dar elbiseleri içerisinde herkeste büyük bir saygı uyandırmaktaydı
(Sinha, 1972:140).
14
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Harekete geçiren ve etkileyici bir liderdi.
Aradan iki yıl bile geçmeden, bu yarı çıplak, çıplak ayaklı silahsız ihtilâlci büyük
ölçüde bir ayaklanma yarlatabilmiş, dört yüz milyonluk bir ulusu uykusundan
uyandırmış ve onların gönüllerindeki ateşi alevlendirerek haksızlığa uğramış
bir ülkeye manevî destek olmuştu. Gerçeği söylemek gerekirse, şayet Gazi Mustafa
Kemal Paşa, Türk İstiklâl Savaşı'nın kılıcı ise, Mahatma Gandi de, manevî desteklerinden
biriydi (Sinha, 1972:184).
Değişimci, dönüşümcü ve girişimci bir liderdi.
Mustafa Kemal gibi Gandi'nin de, memleketinde yapılması gereken bir toplumsal
yenileşme ve yenileştirme arzularını şu sözleri ispatlar: «Ben Hindistan'ı
sadece İngiliz boyunduruğundan kurtarmak değil, memleketimi her türlü boyunduruktan
kurtarmak istiyorum.» «Yapılması gereken yenileştirmeler dıştan çok,
memleketin içinde yapılmalıdır.» «Memleketimizdeki toplumsal kötülüklerin bağımsızlığa
doğru attığımız adımlarımızı engellediğinin ne kadar eriken farkına varılırsa,
istediğimiz amaca o kadar çabuk yetişiriz.» «Toplumsal reformları ertelemek
için, bağımsızlığa erişmeyi beklemek, bağımsızlığın anlamını bilmemekten
dolayıdır.»
Bu yüzden, bağımsızlık tasarılarının yanı sıra, girişimlerine hız veren güç, toplumların
eğitiminde kendini göstermiş ve onu ayakta tutmuştur (Sinha,
1972:247).
Glasgovv Herald'da T. Z. Hodgend, şöyle yazıyordu: «O, (Gandi) Hindistan
hareketinin, Doğu'yla Batı eşitliğini sağlama çabalarının ruhu ve aynı zamanda
gününün en güçlü, fakat en şaşırtıcı kişiliğine sahip insandır.»
O, Mustafa Kemal'in reformlarını büyük bir ilgiyle sessiz bir seyirci olarak yıllarca
izledi ve sonra belki de Fransız filozofu Voltaire gibi haykırdı: «Sizinle aynı
düşüncede olmayabilirim, fakat ben ölünceye kadar sizin bunları söyleme hakkınızı
savunacağım.» (Sinha, 1972:260)
3. ADOLF HİTLER’İN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ
Adolf Hitler, 20 Nisan 1889 yılında Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında
doğdu. İlk tahsilini doğduğu kasabada gördü. Orta tahsilini Linz şehrinin
realschulesinde yaptı. On üç yaşında babasını, on altı yaşında annesini kaybetti.
Orta öğrenimini bitirince ressam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi
sınavına girdi ancak başarısız oldu. Alman Tarih derslerinde Akademideki Profesörlerin
Yahudi olduğu, ve Yahudilere Karşi ilk kinin burada oluştuğu anlatılır.
Bir başka resmi tez ise Hitlerin annesinin ölüm anında gelen doktor bir
yahudiydi. Adolf Hitler annesinin ölümünü kabullenemeyip, bu yahudi doktoru
sorumlu tuttu. 1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca
Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra
Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi
Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın
adını NSDAP (Nationalsozialistische deutsche Arbeiterpartei/ Nasyonal Sosyalist
Alman İşçi partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına argoda
"Nazi" isim verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını
verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi
Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15
MAKALELER
Alman kanını taşıyanlara hasredilmesin lazım geleceği programın esaslı maddelerindendi.
Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından
birini teşkil eder. Völkische Beobachter adlı Gazeteyi yandaşları çıkarıyordu.
Josef Göbels bu Gazetenin tamamen partibülteni halini almasını sağladı.
Gazetede fırkasının fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.
1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat
başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman
içinde "Mein Kampf" (Mücadelem) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Aynı zamanda
fırkanın yeni teşebbüslerini hazırladı. 1924 ve 1929 yıllar arasında
partisi başarısız kaldı. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden beri daha fazla oy
kazanabildi. 1930 seçimlerinde yüzde 18 oylar ile SPD'den sonra ikinci büyük
parti oldu. Hitlerin oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden
daha fazla kırsal bölgeler ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta
ve üst kesimden geldi.
Seçimle işbaşına gelen Adolf Hitler kısa zamanda anayasa değişikliği hakkını
elde etti. Hemen ardından diğer Partileri yasakladı. Almanya'da aşırı çoğalan
işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası açtı. Bunların en bariz örneği otobanlardır.
Görünümde halkın hizmetine Otoban inşaa ettirdi, yıllar sonra anlaşıldı
ki, bu yollar tanklar için hazırlanmış. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına
aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli
etken oldu. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler Savaşın
bitimine günler kala kendini vurdurarak intihar etti (1945)
İnsanlık tarihinde, siyasi hiçbir lidere Adolf Hitler'e tapıldığı gibi tapılmamıştı;
Hitleri izleyen kitlelerin sayısı, neredeyse diğer liderlerin tümünü izleyenlerden
fazlaydı; üstelik hemen hepsi seviyordu ve hayrandı.
Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi ya da
neydi? Oniki yıl onun basın sözcülüğünü yapan Otto Dietrich "Çılgınca milliyetçi
düşünceleri olan şeytani bir adamdı..." diyordu.
Hitler ve yandaşları korkuyorlardı; karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı.
Son anda bile; Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300.000 Alman
vardı ve Hitler çılgınca emirler verdi; "Metroyu sular altında bırakın, herkes
ölsün, bu bir büyü ayinidir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza
koşacaktır." Gerçekten çıldırmış mıydı? Yoksa öğretiyi mi uyguluyordu?
1923'e geri dönelim
Aydınlardan uzak olun, onlar bugün sizi bir konuda desteklerken, yarın tersini
yaparlar. Ama kitle oluştuğu zaman, söylediğiniz her şey kalıcı olan hipnotik bir
etkidir, önemli olan irademi kabul ettirmem" dir; bu psiko-biyolojik bir olaydır;
yabancı fikirler rakiplerinin elektrik alanına yerleşirler ve hastalık belirtileri başlar.
Artık önemli olan, direnişi kırmaktır; işte o zaman zehirlenmenin yarattığı yıkımı
artırmak en iyi yöntemdir. Buna manevi zehirlenme diyebilirsiniz... "Danzig Krizi
konuşmasından...
"Allah beni, insanlığın kurtarıcısı olarak seçti."
"Bilim, toplumsal bir olaydır ve bütün toplumsal olaylar gibi, kitleye getirdiği
kar ve zarardan başka bir meşru sınıra sahip değildir... Şansıma teşekkür ediyorum
ki, beni bilimsel eğitimden korudu. Bu sayede, bazı ilkel inançlardan uzak
16
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
kalabildim. Her şeyi anıtsal bir tarafsızlık ve buzdan bir ruhla yargılıyorum... Allah,
beni insanlığın kurtarıcısı olarak tayin etti." Bir yemek konuşmasından...
"Evrensel Yöneticiler Tarikatı"
"Bireysel vicdani ve sorumluluğu öne alan Hıristiyan doktrinine karşı, bireyin
hiçliğini ve onun milletin göze görünen ölmezliği içinde kalıcılığını kabul eden
kurtarıcılık doktrinini koyuyorum. insanların, bir kurtarıcının açısı ve ölümüyle satın
alınıp kurtarılması inancını kaldırıyor ve onun yerine yeteneklerin kalıcılığı
inancını öneriyorum... Merhametin tek bir tedavisi vardır; o da hastayı ölmeye
bırakmak. Kutsal Kadehin "Graal" bahsettiği ölümsüzlük, yalnız soylu ve asil kanlı
insanlar içindir... Artık milletlerin rekabeti değil, ırkların mücadelesi geçerlidir...
Yahudilerin Allah'ı mevcut olmayacaktır, zor zamanlar geçirecegiz ve engelleri
bizzat ben ortaya çıkaracağım. Sadece en sert ve erkek ırk kalıcı olacaktır ve
dünya yeni bir çehre alacaktır. Bir gün, İngiltere, Fransa ve Amerika'nın yeni liderleriyle
anlaşabileceğiz ama bunlar öncelikle katılmak suretiyle sistemimizi tamamlamalıdırlar.
O zaman Nasyonalizm'den büyük bir şey kalmayacaktır. Çesitli
diller konuşan ama tümü aynı kökten gelen, tümü evrensel yöneticiler tarikatının
üyesi olan güçlü insanlar arasında anlaşma olacaktır."
Siyasi bir sohbetten...
Hitlerin hayatı, kendi başına çelişkilerle dolu. Bunlardan biri kendini oldu bitti
Yahudi düşmanı olarak göstermesine rağmen, Yahudi olan Eva Braun ile uzun
süre beraber yaşadı. Kendini 1. Numaralı Kominist düşmanı ilan etmesine rağmen
o zamanın Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Josef Stalin ile karşılıklı "Saldırmazlık
Paktı"imzaladı.
Kendini bir Piyon gibi değerlendiren Krupp, Deutsche Bank , Thyssen emperyalist
şirketlere, seçimi kazanana kadar göz kırpmış, Şansölye olduğu ilk gün
kürsü de "Beni buradan hiç kimse sağ olarak indiremeyecektir" demiştir
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler).
Etkileyici konuşan bir liderdir.
Toplum büyülenerek sürü haline getirilmiştir. Beyaz Saray Psikiyatrı Prof.
Vamık D. Volkan'dan şu satırlarla başlayayım: "O konuştukça Tanrı'nın pelerini
hışırdıyormuşçasına bir etki oluşturuyordu..." Bu satırlar, "Hitler'in sesindeki gücü
tanımlamak için" Alman basınında yer almış. Alman halkının bilinçaltına, Hitler
ile Tanrı arasında ilişki mesajı veriliyordu böylece...
Simgeler kullanan bir liderdir. Berlin'deki her büyük sanat mağazası
vitrininde "Hitler'in başında hareyle çevrelenen portresi" yer alıyordu. Sadece
İsa'nın ve diğer Azizlerin başları üzerinde görülen bu hare, fotoğraflarda
Hitler'in de başını Tanrı'nın kutsadığı taç gibi süslemekteydi. Hitler de "on
emir"in projeksiyonunu kendi dönemine taşıyan kişisel imajlarla yansıtıyordu
topluma.
Kutsanan bir liderdir. Örneğin, Eylül 1937'de yapılan Nürnberg Rallisi'nde
Hitler'in fotoğrafının altında Yuhanna
İncili'nin başlangıç dizesi yazıyordu: "Önce söz vardı..." Konuşmaları böylece
kutsanmış oluyordu.
Keyfi hareket eden bir liderdir.
Altıncı emir ise şöyle saptırılmıştı: "Öldürmeyeceksin, fakat çöreğin bozuk par-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17
MAKALELER
çası olan Yahudileri, eşcinselleri, çingeneleri ve fiziksel ya da zihinsel yetersizliği
olanları öldürmelisin."
Etrafındaki arkadaşları tarafından yüceltilen bir liderdir.
Başını Tanrı'nın kutsadığı hare süslemeden önce "Führer" miti nasıl yaratılmıştı?
Üç örnek.... Propaganda nazırı Göbbels, "Hitler hakkında espri yapılmasını"
yasaklamıştı. Hitler'in bir sanatçı olmaya çalıştığı günlerde yaptığı yağlıboya
resimler ve suluboya çalışmalar toplatılmıştı.
Göbbels'in başında bulunduğu propaganda grubundan izin alınmaksızın
Hitler'in yazmış olduğu "KAVGAM" kitabından alıntı yapılması yasaklanmıştı.
Amaç, Hitler'in nükte yoluyla, resimlerine sanatsal yaklaşımla, kitabına ebedi
ve bilimsel bakışla "eleştiri" yapılmasını önlemekti. Tanrı katında olan Hitler eleştirilmezdi.
Hitler cam fanus içinde bir yalnız kral haline getirilmişti. Fanus içindeki Führer
imgesi iyiliksever bir tanrı, çocukların ve hayvanların dostu, vejetaryen, doğa âşığı,
lekesiz ve temiz kutsal varlıktı.
Kendisi gibi liderler yetiştiren bir liderdi. Açık değildi ve iletişim
engellerini ortadan kaldırmayan bir liderdir.
Cam fanus içindeki "yalnız kral"a kimse yaklaşmamalıydı.
Cam fanusun dokularını Hitler'in en yakın yandaşları oluşturmuştu. Hitler'e
yaklaşmak isteyen onlara çarpardı. Onlar da Hitler'i taklit ederek kendilerini "küçük
tanrılar" haline getirmişlerdi. Hitler'in özsaygılarını sürdürmek için onu gözleriyle,
yürekleriyle ve özleriyle alkışlıyorlardı. Liderin özbenliğinin güvende olduğu
ve sarsılmayacağı inancının orunmasına sürekli yardımcı oldular. Bu özsaygı ve
özgüven hiç kırılmamalıydı (www.milliyet.com /2005/11/02/yazar/ civaoglu.html).
Kadınlara değer veren, onları etkileyen ve kendi amaçları
doğruldusunda
kullanmayı çok iyi bilen bir liderdir.
Adolf Hitler'in kadınları cezbeden ve zaman zaman büyük mitinglerde kitle
histerisine yol açan bir gücü vardı. Toplumun kalburüstü tabakasına mensup kadınlar,
hayranlık duydukları Hitler'e iktidara giden yolu açtılar (Nazi Kadınları
Anna Maria Sigmund Doğan Kitapçılık / Dünya Tartışıyor Dizisi ).
İnsan hayatını ancak inandığı şeylerin uğruna feda edebilir.
Bir milletin kendi kendini idare etmesinden daha yüksek bir hükümet şekli
düşünülebilir mi?
Tutucu ve ideolojik bir liderdir.
Alman olduğunu unutma. Alman kız çocuğu bir gün gelecek bir Alman annesi
olacaksın, daima bunu düşün.
Gençlik, mücadeleyi kendisi devam ettirecektir. Ecnebi şarkıları söylemekten
imtina edecektir. Gençlik Alman şan ve şerefinden uzaklaştırılmaya ne kadar uğraşılırsa
o, bu adi mücadeleye daima karşı koyacaktır Kendi harçlıklarından arttırarak,
harb hazinesi biriktirecektir.] Yabancı öğretmenlere karşı daima uyanık bulunacaktır.
Milletinin geçmişten ders çıkarması için tarih şuurunu önemseyen
bir liderdir.
Mekteplerde tarih dersi çok zaman lâyıkı ile tedris edilmez. Tarih dersinin
18
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
maksadını, öğretmenler yalnızca tarihleri ve hâdiseleri öğretmekten ibaret olduğunu
zannetmektedirler. Bir talebe için bir harbin başlama ve bitiş tarihlerini bilmek
ehemmiyetli değildir. Tarih okumak, tarihî hâdiseleri doğuran ve icap ettiren
şeyleri öğrenmek ve araştırmaktır. Esas hüner şuradadır: Esaslı olanı saklamak,
teferruatı ise unutmak (Hitler, 1972:18).
Kendisiyle hesaplaşmasını bilen bir liderdir.
Sonu gelmeyen yokluk ve ihtiyaçlar beni avucunun içine aldı ve bazı kere
beni parçalamaya yeltendi. İşte iradem böyle günlerin çetin mücadelesi ile gelişti
ve sonunda ben galip çıktım. Bu günler irademi sertleştirdi ve bana sert olma
kabiliyetini kazandırdı. Bu bakımda bu devreye minnettar kaldım. Bu devre beni
sertleştirdi. Rüyadan uyandırdı. Zaruret dünyasının içine attı.
Vizyon sahibi bir liderdir.
ALMAN milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz
herhangi bir fikir beslemediğim iki şeyi gördüm: MARKSÇILIK ve YAHUDİLİK .
Yaratıcı düşünebilen bir liderdir.
Bugün kat'i şekilde şuna inandım ki, bir insanda yaratıcı düşüncelerin en
büyük kısmı umumiyetle gençlik çağlarında kendini gösterebiliyor (Hitler,
1972:22).
Basının gücünü bilen bir liderdir.
Basın, basit ve ciddiyetten uzak bir hadiseyi ehemmiyetli bir devlet meselesi
haline getirmeyi, birkaç gün içinde kolaylıkla beceriyordu. Aynı zamanda basın,
mühim bir meseleyi milletin hafızasından silecek şekilde yaptığı neşriyatta da
muvaffak oluyordu (Hitler, 1972:86).
İnsan haklarına inanan bir liderdir.
Eğer bir millet insan hakları için giriştiği mücadelede mağlup çıkmışsa, talih
terazisi meseleyi tartmış ve o milletin bu ölümlü dünyada hayat saadetine bir
hakkı olmadığı hükmüne varmıştır. Bu dünya, bu düzen, korkak ve yüreksiz milletler
için kurulmamıştır (Hitler, 1972:98).
Tabandan gelen insanların sebatlı, feragata sahip ve işi çözebileceğine
inana bir liderdir.
Sebatlı çalışmalar, başarı tacını giyinceye kadar gösterilen büyük feragatlar
sayesinde savunulan davaya yeni şampiyonlar getirir. Fakat bunun için büyük
toplulukların içinden halk çocuklarını almak gerekir. Sadece onlar bu mücadelenin
kanlı neticesine kadar dövüşmek için azim ve sebata sahiptirler (Hitler,
1972:104).
Farklı bir adalet anlayışı olan bir liderdir.
Bir milletin diğer bir millete nisbetle elli misli fazla bir toprağa sahip olması Allah’ın
iradesine uygun düşmez (Hitler, 1972:139).
İdealleri uğrunda hayatını feda edebilecek bir liderdir.
İnsan hiçbir zaman iktisiyat uğrunda feda edilmez. İnsan, bir iş için değil, bir
ideal için hayatını feda eder (Hitler, 1972:153).
Şeref ve namusun önemini bilen ve esareti kabul etmeyen bir liderdir.
Şeref ve namustan mahrum milletler umumiyetle er geç hürriyet ve istiklallerini
kaybederler. İnsanın hayatında en çirkin şey esaret zinciridir (Hitler,
1972:179).
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 19
MAKALELER
Propagandanın önemini bilen bir liderdir.
Propagandanın maksadı, tek tek ve ilmi surette fertlerin malumat sahibi kılmak
değildir. Vazifesi, kütlelerin dikkatini muayyen hadiseler, zaruret ve icabet
üzerine çekmektir(Hitler, 1972:181).
Milletinin geleceğini, geçici menfaatlere tercih eden bir liderdir.
İşte daima budalalıkla akraba durumunda olan gurur ve kendisini büyük
görmeden dolayı siyasetçilerin çoğu, büyük halk topluluklarının o andaki geçici
sevgilerini kazanmak veya kaybetmemek için geleceğin büyük planlarını bir kenara
iterler (Hitler, 1972:214).
Toplum için terbiyenin gereğine inanan bir liderdir.
Hükümet hiçbir kuvvetin durduramadığı bir azim ve kararla bu terbiye vasıtasını
avucunun içine almalı ve onu devlet ile milletin hizmetinde bulundurmalıdır.
Fuhşu kaldırmak isteyen önce fuhşa sebep olan ahlaki bozuklukları bertaraf etmelidir
(Hitler, 1972:246).
Sanatın insanlığın yararına kullanılmasını isteyen bir liderdir.
Tiyatro, sinema, edebiyat, güzel sanatların diğer kolları, basın duvar ilanları,
sergiler medeniyetin ve devletin prensibi olan ahlaki bir fikrin hizmetine verilmelidir
(Hitler, 1972:260).
Mücadeleci bir liderdir.
Herşeyin mücadeleden ibaret olduğu bu dünyada, mükafatı biz kendi samimiyetimizden
ibaret olan bir mücadele eder kuvvet bulunmazsa, yaşama hakkımızı
da kaybetmişiz demektir (Hitler, 1972:264).
Değişim ve dönüşümcü bir liderdir.
İnkilapların ruhu ve gayesi bu binayı yıkmak değil, kötü olanı veya kötü yapılmış
şeyi ortadan kaldırmak, var olan şeyin yanında yeniden ortaya sağlam ve
daha fazla birşey koymaktan ibarettir (Hitler, 1972:268).
Irkçı bir liderdir.
Tabiat zayıf kimselerin kuvvetlilerle çiftleşmesini istemez, yüksek bir ırkın, basit
bir ırkla karışmasını kabul etmez. Çünkü binlerce asırdan beri tabiatın beşeriyeti
yüceltmek için takip ettiği gaye bir anda boş bir iş haline sokulmuş olur (Hitler,
1972:295).
Lider veya deha’nın doğuştan kazanılan bir özellik olduğuna inanan
bir liderdir.
Hakiki deha fıtrıdir. Hiçbir zaman terbiye veyahut tahsilin neticesi değildir
(Hitler, 1972:304).
Teşkilatı meydana getirmek için ilk şart, o teşkilat unsurunun başına icap
eden kabiliyetli kimseyi getirmektir.
Liderlikte karar verme, istidat ve liyakatın önemini vurgulayan bir
liderdir.
Şef olmak için yalnız irade sahibi olmak kafi değildir. İstadat ve liyakate de ihtiyaç
vardır. En iyi şef iktidar ve kabiliyeti, karar verme ruhunu ve icrada sebat ve
ısrarı bir araya toplayan kimsedir (Hitler, 1972:370).
Sağlıklı olmanın önemini bilen bir liderdir.
Daima, sağlam ve enerjik bir düşünme gücü, ancak sağlam ve kuvvetli bir
vücutta bulunur (Hitler, 1972:414).
20
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Otoriter bir liderdir.
Ekseriyet tarafından karar verme yoktur. Yalnız, mesul şefler vardır. İstişare kelimesi
iptidai manasına dönmelidir. Herkesin yanında müşavirler bulunabilir. Fakat
nihai ve kat’i kararlar bir kişinindir. Yalnız bir adam otorite emir ve iktidar hakkı ile
birlikte milletine karşı mesuliyeti omuzlarına alacaktır. Bu, böyle olacaktır.
Kalıcı çözümler üretebilen ve sosyal analizler yapan bir liderdir.
Zorlama ancak zorlama ile, tedhiş, ancak tedhiş ile yok edilebilir. İşte ancak o
zaman yeni bir rejim kurmak mümkün olur.
Siyasi partiler “karşılıklı menfaatler” ile anlaşmaya meyyaldirler. Felsefi doktrinler
ise anlaşamazlar. Hatta siyasi partiler muarızlarıyla da anlaşmaya varırlar
(Hitler, 1972:462).
Yönetimde performans ve kariyerin önemine inanan bir liderdir.
Bir teşkilat, mahiyeti itibariyle, ancak zeki ve yüksek amirlerin, emirleri ve idareleri
ile payidar olabilir (Hitler, 1972:472).
Onurlu bir liderdir.
Bizim hareketimiz toplulukların uşağı değil, efendisi olmalıydı (Hitler,
1972:483).
Vizyon sahibi bir liderdir.
Bir alemi ihyabetmek kalkındırmak isteyen hareket, hale değil, geleceğe hizmet
etmelidir. Tarihte en büyük ve devamlı olan başarılar umumiyetle başlangıçlarında
anlaşılmamış olan hareketlerdir (Hitler, 1972:485).
Düşüncelerini uygulamaya koyan ve girişimci bir liderdir.
Kısa bir zaman evvel hiçlikten sivrilip çıkmış olan ve bugün milletimizin bütün
iç ve dış düşmanları ve muarızları tarafından zulum ve tazyik altında tutulmaya
layık görülen genç hareketimizin hayret verici gelişmesi bu fikir anlayışımızdan ve
onu tatbik edişimizden ileri gelmektedir (Hitler, 1972:499).
Rakiplerinin durumunu gözleyen bir liderdir.
Toplantılarımızda sarfedilen sözler fikir ve kanaatler, mevzu ve şekil itibariyle
rakiplerimizin mukabelesini davet edecek mahiyette idiler.
Korkusuz bir liderdir.
Bizler çoğu zaman tavşan postuna girmiş bu ahmak burjuvaların paniğe kapılışlarına
kahkahalarla gülüyorduk (Hitler, 1972:504-505).
Cebir ve şiddet yanlısı bir liderdir.
Aklın bittiği yerde, son karar cebir ve şiddete aittir. En iyi müdafaa silahı ise,
hücuma geçmektir.
Davası uğrunda hayatını feda etmeyi göze alan bir liderdir.
Ben, ferdi hayatı feda ederek, her zaman ve her yerde, bütün bir milletin hayatını
korumak için canlı bir şuurun idrak ettiği bir askerlik hizmetinden bahsediyordum
(Hitler, 1972:516).
Mücadelesinde gençleri inandıran ve onları arkasına alan bir liderdir.
Sözlerimi bitirdiğim vakit, bu delikanlılar bana, mutantan çok daha keskin çok
daha gür bir şekilde üç defa “heil” diye bağırarak cevap verdiler(Hitler,
1972:533).
Birlik ve beraberlik ruhunun başarıdaki rolünü bilen bir liderdir.
Pek açıktır ki, çeşitli yollar üzerinde dağılan bu kuvvetler, tek bir kuvvet halin-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 21
MAKALELER
de bir noktada birleşecek olursa başarı ihtimali çok daha çabuk ve muhakkaktır.
Fakat buğüne kadar yapılan iş böyle olmamıştır(Hitler, 1972:540).
Cesaret sahibi bir liderdir.
Kaçanın başına korktuğu şey muhakkak gelecektir. Cephede ölmek ihtimal
dahilindedir. Fakat, kaçarken ölmek muhakkaktır(Hitler, 1972:556).
Topluma itaat etmenin gerekliliğine inanan bir liderdir.
Nasyonal- Sosyalist düşünceye göre mühimsenecek ve dikkate alınacak nokta,
zayıf amirlere itaat değil, topluluğa karşı itaat etmektir. Böyle bir anda, vazife
milletin huzurundaki şahsi mesuliyetten ibarettir (Hitler, 1972:561).
Kanunlara önem veren bir liderdir.
Fakat bizim bu teşkilatımız hiçbir zaman gizli bir cemiyet olmayacaktır. Çünkü
gizli cemiyetlerin maksatları, gayri kanuni olabilir (Hitler, 1972:573).
Haksızlıklara tahammül edemeyen bir liderdir.
Hükümetin en yüksek makamlarında, koskoca bir imparatorluğu satmış, iki
milyon ölünün bir işe yaramayan fedakarlıklarının günahını üzerine almış milyonlarca
harp malülünün mesuliyetlerini omuzlarına yüklenmiş, tam bir ruh
sukuneti ve istirahati içinde cumhuriyetçi işlerini görmekle meşgul bir takım adi
köpekler dururken, bir topun yerini düşmana haber vermiş bulunan bir kimseyi
kurşuna dizmek mantıksızlıktır. Bir devlette, hükümetin, büyük hainleri masum
olarak ilan etmesi ve küçük hainlere ceza vermesi mantıksızlıktan başka birşey
değildir.
Sporun gerekliliğine inanan bir liderdi.
Teşkilatın üyeleri fiziki gelişmelerini askeri terbiye ile değil spor tatbikatı ile elde
etmeliydiler. Boks ve jiujitsu bana göre bir top atışı taliminden çok daha faydalıdır
(Hitler, 1972:576).
Dini siyasete alet etmeyen bir liderdir.
Ben buğün dahi, ırkçı harekete dini kavgaları karıştırmaya yeltenen kimseleri,
herhengi bir komünisten daha çok milletimizin düşmanı kabul ederim ve bu fikrimi
söylemekte tereddüt göstermem (Hitler, 1972:594).
Katı bir liderdir.
Nasyonal Sosyalist fikirlerin zaferlerin ne kadar büyük olursa, bahşedeceği
ferdi hürriyet de o kadar büyük olacaktır.
Örgütlenmenin önemini bilen bir liderdir.
Bir teşkilat mevcudiyetini organik bir hayata ve organik bir gelişmeye borçludur.
Teşkilatçı herşeyden önce bir psikolog olmalıdır. Teşkilatçı insanı olduğu gibi
kabul etmelidir. Teşkilatçı insanı bilmek mecburiyetindedir (Hitler, 1972:610-611).
Propaganda ve kamuoyu oluşturmanın gerekliliğine inana bir liderdi.
Propaganda ne kadar şiddetli olursa, teşkilatta o kadar süratle büyür. Diğer
taraftan, Propagandaların arkasında bulunan teşkilat ne kadar kuvvetli olursa,
Propaganda da o kadar iyi ve rahat çalışır (Hitler, 1972:615).
Çalışanına sahip çıkan bir liderdir.
Nazi işçisi milli iktisadi refahın, kendi maddi saadetinin teminatı manasına
geldiğini anlamalıdır(Hitler, 1972:632).
Stratejik bir liderdir.
Dış siyasete öyle bir yön verilmelidir ki millet kahramanlığı yüzünden perişan
22
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
ir duruma sürüklenmemelidir. Sözün kısası dış siyaset milletin bekasını sağlama
yönünde yapılacak çalışmalardan ibaret olmalıdır (Hitler, 1972:646).
Rasyonel bir liderdir.
Akıl rehberimiz, irade kuvvetimiz olsun! Hareket ve davranışlarımızı emreden
mukaddes vazife bize sebat ve devamlılık versin. İmanımız bizim için bir koruyucu
ve en yüksek hakim olarak kalsın (Hitler, 1972:657).
Başkalarına yaşama hakkı tanımayan bir liderdir.
Almanya ya bir dünya devleti olacaktır, ya da ortadan kalkacaktır (Hitler,
1972:670).
Fedakar bir liderdir.
Milletler, haylazlıklarla değil fedakarlıklarla kurtarılır (Hitler, 1972:695).
Geleneklere bağlılığı savunan bir liderdir.
Irkların tecavüze uğradığı bir devirde, kendini meydana getiren en iyi unsurlarını
muhafaza altına alan ve bunları en büyük bir kıskançlıkla muhafaza eden bir
devlet er geç dünyanın efendisi olur (Hitler, 1972:701).
4. FATİH SULTAN MEHMET’İN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ
Fatih’in Hayatı
Fatih Sultan Mehmet 30 Mart 1432 yılında Pazar günü seher vakti Edirne’de
dünyaya gelmiştir. Annesi ise Kastamonu-Sinop beyi İsfandiyaroğlu İbrahim
Bey’in kızı Hatice Halime Hüma Hatun olarak bilinmektedir. Fatih’i dünyaya getirdiğinde
15 yaşında genç bir bayan idi. Fatih’in son saltanatını görmeden 1449
yılında vefat etmiş Muradiye Camii’nin doğusunda Hatuniye Türbesi’ne defnedilmiştir
(Kuşat, 2003:136). Şehzade Mehmet doğduktan sonra bakımını Daya
Hatun adlı bir dadı yapmıştır (Kuşat, 2003:136). Ayrıca, Fatih’in saygısından dolayı
Validem diye hitap ettigi II. Murat’ın Sırp kralı George Brankoviç’in kızı olan
Mara Hatun’un da Fatih üzerinde birtakım etkiler bıraktıgı tahmin edilmekle birlikte
bunlar da bilinmemektedir. Fatih 3 Mayıs 1481 yılında Perşembe günü çok
genç denebilecek 50 yaşında bir sefere giderken Gebze yakınlarında
Hünkarçayırı (Tekirçayırı) denilen yerde ölmüştür. İstanbul’da adına yaptırdığı
caminin bahçesine defnedilmiş, sonra üzerine türbe yapılmıştır. Fatih’in Nikris
hastalığından öldüğü söylense de, ne şekilde hangi hastalıktan öldüğü kesin olarak
bilinmediğinden özel doktoru olan Yakup Paşa tarafından zehirlenerek öldürüldüğü
iddiaları da mevcuttur (Kızıltoprak, 2003:210-211)
Çocukluğunda öğrenmekten çok harp sanatına ilgi duyan bir liderdir.
Fatih çocukluğunda oldukça hareketli ve ele avuca sığmayan bir kişiliğe sahip
idi. Ilk önceleri okumak ve öğrenmekten çok, harp sanatına ilgi duymuş hocalarının
öğrenme konusundaki sözlerini dinlememiştir. Bunun üzerine II. Murat Fatih’in
hocalığına biraz daha sert yapılı olan Molla Gürani’yi atamıştır. Daha ilk
karşılaşmada Molla Gürani ile dalga geçmeye çalışan genç şehzadeye
Gürani’nin, değnegini göstererek “İşte bu itaat etmen için, haydi şimdi çalışmaya”
dediği belirtilmektedir (Kızıltoprak, 2003:210-211).
Küçük yaşlarında kardeşlerine karşı kıskançlık duygusu beslemiştir.
Fatih II. Murat’ın altı oglundan dördüncüsü olarak dünyaya gelmiştir. Büyük
kardeşleri Ahmet, Alaaddin Ali’yi babaları II. Murat’ın çok sevdigi, buna kar-şılık
ise II. Mehmet’i pek fazla sevmedigi anlatılmaktadır. Bu durum Fatih’te kardeşle-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 23
MAKALELER
rine karşı bir kıskançlık duygusu oluşturdugu belirtilmektedir (Kızıltoprak,
2002:46). Belki de O’nun bu duygusal durumu, babasının gözüne girmek amacıyla
davranışlarını yönlendirmiştir.
Gerek din bilimlerinde, sosyal bilimlerde, gerekse pozitif bilimlerde
oldukça iyi
bir eğitim görmüş bir liderdir.
Fatih çok iyi ögrenim görmüş, gerek din bilimlerinde, sosyal bilimlerde, gerekse
pozitif bilimlerde oldukça iyi bir düzeye gelmiştir. Edebiyata, din felsefesine,
cografya, tarih ve askeri konulara büyük ilgi göstermiştir. Matematik ile çok yakından
ilgilenmiş özellikle de edebiyat onun en sevdigi alan olarak bilinmekle birlikte
bıraktığı kitaplarının üçte birinin tarih ve coğrafyaya ait olması (İnancık,
1968:147) oldukça ilginçtir. Türkçe’nin yanında Farsça, Arapça, Yunanca, Sırpça,
Italyanca ve Slavca’yı da belirli ölçülerde ögrendigi belirtilmektedir (İnancık,
1970:534).
Babası tarafından devrin en ünlü hocalarından ders aldırılmış bir
liderdir.
Babası II. Murat, Fatih’in egitimine çok önem vermiş, en iyi hocalardan ders
aldırtmıştır. Molla Gürani Fatih’in yetişmesinde en büyük paya sahip olmakla birlikte,
Hocazade, Molla Ilyas, Siraceddin Halebi, Molla Abdülkadır, Hasan
Samsuni, Molla Hayrettin de çocukluk dönemi hocaları arasında sayılırlar.
Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücutlu,
heybetli ve iyi giyimli olup karizmatik bir kişiliğe sahipti. Seyrek güler,
yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi (İnancık, 1970:534).
Gerek yerli gerekse yabancı kaynaklarda,
� Her şeyi öğrenmek isteyen,
� Her şeyi araştırarak karar veren,
� Oldukça dindar,
� Adaletli,
� Çok akıllı,
� Cesaretli,
� İdrak ve sezgi kabiliyeti yüksek,
� Bilim adamları ve şairlere önem veren ve onları koruyan,
� İhtiraslı,
� Kendine güveni oldukça yüksek bir padişah olarak nitelendirilen Fâtih Sultan
Mehmet, tarihin kaydettiği büyük liderlerden birisidir.
� Fatih’in son derece iyi eğitim almış,
� Parlak bir zekaya sahip,
� Bir şeyi yapma konusunda aşırı kararlı ve tutkuyla bağlı,
� Düşüncesinden asla vazgeçmeyen,
� Gerektiği zaman sert kararlar alabilen,
� Kimseden çekinmeyen,
� Büyük hayalleri olan ve bu hayallerini yerine getirme hususunda her türlü
zorluğa hazır olan,
� Nadiren gülen,
� Projelerini yerine getirme konusunda oldukça inatçı,
24
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
� Atılgan,
� Cüretkar ve büyük bir devlet adamı ve lideri özelliği taşıyan bir kişiliğe sahip
olduğu bilinmektedir (Payot,1934: 49; İnalcık, 1970: 543).
Bazen de,
� Oldukça sakin,
� Mülayim,
� Yumuşak,
� İyi kalpli ve affedici idi. Yani iki duygu durumu arasında bir duygusal yapıya
sahip idi.
Tedbirli, temkinli ve stratejik bir liderdir.
Fatih, çok tedbirli ve temkinli davranırdı. Bir savaştan önce bütün detayları
inceler, ona göre karar verirdi. Hatta düşmanlarını çok iyi aldatırdı. Birçok savaşta
düşmanlarına başka yerlerle savaşacakmış intibaını uyandırıp onları hazırlıksız
yakalamıştır. Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların
gizli kalmasına çok dikkat ederdi. O’nun bir seferden önce seferin nereye yapıldığını
soran bir Kazaskere; "eğer bunu sakalımın tellerinden birisi biliyor olsa idi
onu derhal koparır yakardım” (Kızıltoprak, 2002:217) sözü meşhurdur.
Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklıydı.
Çok cesur, varmak istediği hedefe varmak için ne gerekiyorsa yapardı
(İnalcık, 1968:147).
Belgrad savaşında ordunun Hunyadi’nin kuvvetleri karşısında bozğuna uğradığını
görünce, hırsından dudaklarından kanlar akmaya başlamış ve atıyla ileri
atılarak ordunun önünde tek başına kılıcını çekip düşman üzerine saldırmaktan
çekinmemiştir. Onun bu büyük fedakarlığı savaşın zaferle sonuçlanmasına neden
olmuştur. Fatih yapmış oldugu hiçbir savaştan mağlubiyetle ayrılmamıştır. Gerek
İstanbul’un alınmasında, gerekse başka savaşlarda yerinde duramaz ordusuyla
birlikte hücum ederdi (Tansel, 971:1-2).
Evrensel, herkesi kabullenen ve engin hoşgörüsü olan bir liderdir.
Fatih’in, Osmanlı sultanları içerisinde İslam dışındaki dinlere en hoşgörülüsü
olduğu, bu din mensuplarına ve din adamlarına kendi dinlerini öğrenme ve yaşama
konusunda göstermiş olduğu engin hoşgörülü tutum ve davranışlarından
anlamaktayız. O’nun bu hoşgörüsünün arkasında Roma ve İtalya’yı fethetme düşüncesinin
olduğu iddia edilse de yalnızca Hıristiyanlara değil, oluşturmak istediği
devlet felsefesinin bir gereği olarak bütün mezheplere, dinlere ve mensuplarına
rahat hareket edebilme imkanlarını tanımıştır. Bunların yanında, İslam dininin
yaşam kurallarını takip etme konusunda hassas da davranırdı. Özellikle
Hocazade’ye derin bir sevgi besledigi ve Akşemsettin’in ise engin bir ferasete sahip
olduguna inandığı’ belirtilmektedir (İnalcık, 2003:189).
� Fatih Osmanlı devletini imparatorluk haline getirmiş,
� İmparator kurucusu olma vasfına ulaşmış,
� Devletinin imparatorluğa dönüşmesinin kültürel ve devlet felsefesi açısından
da alt yapısını oluşturmuş,
� Bu nedenle dünya hakimiyeti kurmak amacında olmuş,
� Geniş ve ileri görüşlü bir lider olarak tanımlanmaktadır (İnalcık, 1970:534).
Yaşadığı olumsuz tecrübelerden ders çıkarmış bir liderdir.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 25
MAKALELER
Bir kişinin başarısızlıkları da başarıları kadar güdüleyici rol oynayabilmektedir.
Dolayısıyla Fatih’in ilk tahta çıktığında yaşamış olduğu olumsuzluklar, O’nu daha
sonraki dönemlerinde nasıl adım atması gerektiği konusunda düşünmeye sevk
etmiştir.
Çocuk yaşlarında (6 yaş) valilik yaptığı söylense de bunun pek doğru olmadığı,
ilk sultanlık denemesini 12 yaşında 1444-1446 yılları arasında yaptığını öğrenmekteyiz
(İnalcık, 1970:507).
12 yaşında, Babası ölmeden tahta çıkan ilk ve tek Osmanlı Sultanı
olarak bilinmektedir.
II. Murat henüz 40 yaşında iken, Manisa valisi olan 12 yaşındaki oğlu Mehmet’i
1444’te yerine geçirmek üzere Edirne’ye getirmiştir. Aynı yılın Agustos
ayında Mahiliç ovasında kapıkulu askerleri ve paşalar önünde tahtı oğluna teslim
ettigini ilan etmiştir. Babası ölmeden tahta çıkan ilk ve tek Osmanlı Sultanı olarak
bilinmektedir (Akgündüz, 1999:68).
Milli ve dini liderlerin biyografilerini dikkatle araştırmış onların başarılarının
arkasındaki sırların neler olduğunu öğrenmeye çalışmıştır.
Fatih’i güdüleyen yakın sosyal çevrenin yanında uzak çevrenin de etkisinin
oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu 5 yıllık süre içerisinde, güvendiği hocalarının
yardımlarıyla tarihte yaşamış başarılı liderlerin biyografilerini dikkatle araştırmış
onların başarılarının arkasındaki sırların neler olduğunu öğrenmeye çalışmıştır.
Kahraman liderlerden Hz. Süleyman, Hz. Davud, İskender, 1. Alaaddin
Keykubat gibi dini ve milli liderleri incelediğini öğrenmekteyiz (Araz, 2000:6-7).
Bu da bize gösteriyor ki çok genç yaşta tahta çıkan Fatih bu liderlerle özdeşleşmiş,
onların başarılarının sırlarını öğrenmiş ve onları örnek almaya çalışmıştır.
Vizyon sahibi bir liderdir.
Bu süre içerisinde Fatih, Latince, İtalyanca, Farsızca yani Doğu dillerinin yanında
Batı’da konuşulan dilleri belirli ölçülerde öğrenmiştir (Araz, 2000:38). O
günkü Batı’da konuşulan dillerini öğrenme istek ve arzusu Şehzade’nin ileride
neler yapmak istediğinin de bir ön hazırlığı olarak algılanabilir.
Yakın çevresine karşı nasıl davranabileceğini bilen bir liderdir.
Fatih’in bilhassa Çandarlı Halil Paşa tarafından başarısız sayılması ve küçük
düşürülmesi, Yeniçerilerin kendisine karşı ayaklanması, O’nu o kadar etkilemiş
ki, Çandarlı Halil Paşa ve Yeniçeriler ile nasıl baş edilebileceğini ve İstanbul’u nasıl
alacağının planlarını bu süre zarfında yapmıştır. Bu süreçte babası II. Murat
zaman zaman Şehzade Mehmet’i Edirne’ye getirtip bazı seferlere götürmüş ve
tecrübe kazanmıştır.
Babasından etkilenen, bilim ve bilim adamına önem veren bir liderdir.
Gönüllü, mert, cömert, duygusal bir insan Hacı Bayram veli, kendisini çekemeyenler
tarafından bazı aslı olmayan Fatih’in babası II. Murat ince ruhlu,
alçandı. Bilime, bilim adamlarına oldukça önem verir onlarla birlikte olmayı ve
onlardan yararlanmayı severdi. II. Murat’ın bu davranışı oğlu Mehmet için de en
önemli ve ilk örnek kişiliktir. Fatih’i tanımak için II. Murat’ın da çok iyi bilinmesi
gerekmektedir. Bir gün nedenlerle Sultan II. Murat’a şikayet edilir. Sultan Murat
onu Ankara’dan
26
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
II. Murat bir gün Hacı Bayram veliye, İstanbul’u almak istediğini, büyük babası
Yıldırım Beyazıt, amcası Musa Çelebi ve kendisinin şehri muhasara etmelerine
rağmen alamadıklarını ve bu şehrin Osmanlı için çok önemli olduğunu anlatır
ve alınması için Hacı Bayram veliden yardım ister. Hacı Bayram veli de gülümseyerek:
“Beğim! bu şehri sen alamayacaksın. Ben göremem ama… bu beşikteki
şehzade ile bizim köse (Akşemnsettin) alacaktır. Emin olasın” der (Araz,
2000:49).
İnancından güç alan bir liderdir.
Ölürken yapmış oldugu bir konuşmasında Akşemsettin hakkında; “....... Eğer
şeyhim izin vermiş olsa idi zikir yolunu tercih eder ve saltanatı terk ederdim”
(Kızıltoprak, 2002:212) dedigi aktarılmaktadır. Hz. Muhammet’ten nakledildigi
söylenen: “Er geç, bir gün Kostantiniye feth olacaktır. Onu fethedecek emir ne
güzel, ne bahtiyar bir emirdir. Askerleri de ne bahtiyar askerlerdir.” (Hambel,
1982:335) hadisi Şehzade Mehmet’te İstanbul’u alarak bu övgüye layık olduğu
ve bu emirin kendisi ve askerin de kendi askeri olduğu inancını uyandırmış ve
bunu gerçekleştirmek için bütün gücüyle çalışmıştır.
Çevresi tarafından şuuraltı oluşturulmuş bir liderdir.
Fatih, dedesi ve babasının yanında hep İstanbul’un fethi hikayeleri ve amaçlarıyla
büyümüş ve İstanbul’un alınması fikri Fatih’in bilinç altına ekilmiştir. Bütün
bu gelişmeler sanki O’nu İstanbul’u feth ve O dilli, siyasal, askeri, ekonomik
ve kültürel olmak a tahta geçer geçmez hemen fetih hazırlıklarına başlamıştır.
Çünkü tahta geçişiyle İstanbul’u fethi arasında iki yıl iki ay gibi oldukça kısa bir
süre geçmiştir. İstanbul’u fetih için yaptırmış olduğu Rumeli Hisarı’nın dört ay
gibi çok kısa bir sürede yapılmış olması ve hisarın yapımında bizzat kendisinin
de çalışması bunu kanıtlamaktadır.
Değişimci ve dönüşümcü bir liderdir.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih gerek iç siyasette, gerekse dış siyasette birtakım
radikal değişikliklere gitti. İktidarını güçlendirmek için Çandarlı Halil Paşa’yı
fetihten bir gün sonra, 30 Mayıs 1453 günü önce görevden alıp çocukları
ve yakın akrabaları ile birlikte tevkif ve hapsettirmiş ve mallarına el koydurmuştur.
Daha sonra bir arabayla Edirne’ye göndermiş ve 40 gün sonra da idam ettirmiştir
(İnalcık, 1987:73,79). Çandarlı’nın Rumlarla işbirliği yaptığı ve ihanet
ettiği nedeniyle idam ettirdiği söylense de, aslında bu bir gerçek neden olarak görülmemektedir.
Gerçek sebep ise, gençlik yıllarında tahttan inmesine ve küçük
düşürülmesine, onurunun kırılmasına neden olduğuna inandığı Çandırlı’dan bir
öç alma olarak görülmesi daha akılcı görülmektedir.
Kimlik, lider kişilik ve Başarısına engel olacak durumları ortadan
kaldıran bir liderdir.
Böylece, fetih hareketlerinde kendisine engel olabilecek büyük ailelerin devlet
yönetimindeki nüfuzlarını kırmış, liderliğini daha da pekiştirmiştir. Her yıl ara verilmeden
çıkılan seferlerden yorgun düşen askerler, yorgunluğunu dahi Sultana
iletemeye cesaret edememişlerdir. Bundan sonra da devlet yönetiminde başarısız
olanları hemen görevden almış savaşmak istemeyen yeniçerileri cezalandırma
konusunda hiç tereddüt etmemiştir. Bu konuda o kadar ısrarcı davranmış ki en
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 27
MAKALELER
büyük vezirlerinden ve üstelik ‘kayın-babası olan ve çocukluğundan beri hep
destek gördüğü Zaganos Paşayı dahi Belgrad seferinde başarısız oldu diye azledip
Balıkesir’e sürdürmüş ve kızından da boşanmıştır (İnalcık, 1987:133). Böylece
Fatih, kimlik, liderlik ve kişiliğinin önünde bir gölge olarak gördüğü Zaganos
Paşa gibi daima kendisinden yana tavır koyanları azlederek gerçek kimliğini ortaya
koymaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.
Kanunların uygulanması konusunda taviz vermemiştir.
Devletin ve kanunların hakimiyetini güçlendirmek için gerekli her önlemi almaktan
geri durmamış bu konuda da birçok önemli vezirini ya azletmiş veya
idam ettirmiştir. Böylece, her sefere çıkıştan önce savaşmak istemeyen veya çok
fazla savaş yaptıkları konusunda şikayetlerde bulunan, ayaklanma çıkarmak isteyen
Yeniçerilere de gözdağı vermiş onları yola getirmeyi başarmıştır.
Tek adamlığı tercih eden, otoriter, merkeziyetçi bir yönetim anlayışına
sahip bir liderdir.
Fatih otoriter, merkeziyetçi bir yönetim anlayışına sahip bir Sultan idi. "Dünyada
tek bir din tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı
olmalıdır" (Kızıltoprak, 2003:233). diyordu. Bunlardan anlıyoruz ki Fatih tek
adamlığı tercih eden rakiplerinin olmasına tahammül edemeyen bir liderdi.
Etki ve yetki alanını geliştiren ve birleştiren bir liderdir.
Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu'da Isfendiyar, Trabzon, Karaman
ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını
tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad
hariç), Eflak-Bogdan ve sair ülkeleri fethetti. Sultanlığı süresinde 17 imparatorluk,
devlet krallık, beyliği ortadan kaldırdı. Osmanlı toprakları Tuna'dan Fırat'a kadar
yayıldı. Böylece, Anadolu'da milli birlik kurulmuş oldu.
Kendisine güven ve başarmak için çok çalışan bir liderdir.
Fatih’te babasından daha güçlü bir güven duygusu vardı (Tansel, 1971:15).
Dolayısıyla Fatih de bir anlamda babasının başarılarıyla yarışmıştır diyebiliriz. Fatih’in
İstanbul’un fethi sırasında Bizans elçisine “Efendilerinize söyleyin şimdiki
Osmanlı Padişahı öncekilere asla benzemez. Şimdi benim iktidarımın ulaştığı yerlere
onların hayalleri bile yetişememiştir.” (Tansel, 1971:6) sözü bunu kanıtlıyor
görünmektedir. Dolayısıyla, Fatih babasından ve dedelerinden daha başarılı olduğunu
göstermek için var gücüyle çalışmıştır.
Devamlı düşünen ve çalışan bir liderdir.
Bir yandan manevi ilimlerle temeli kurarken, diğer yandan da manevi ilimlerle
onu tezyin ve techiz eder. Devamlı düşünen ve çalışan bir şahsiyyet. Küçük
şeyler alemine yol bulup da giremez. Derin düşünce, ulvi ve buudlu bir hedef.
Dar sahanın adamı onu ihata etmekten mahrumdur, acizdir.
Şair bir liderdir.
O maddi ve manevi sahada mimardır. Avni mahlasıyla yazdığı şiirinde:
“Hüner bir şehir bünyâd eylemektir.
Reâya kalbin âbad eylemektir.”
Yahya Kemal’de:”Fetih’den sonra İstanbul’un imarı hemen başladı. O devirde
harb ne kadar sürekli olmuşsa, imarda o kadar sürekli olmuştur.” (Beyatlı:
1969:47).
28
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Bu ilim ve deha sahibi zat, hocalarına gereken hürmet ve saygıyı gösterip kusur
etmez, büyüklüğünü burada da gösterir.
Denetime önem veren ve halkın nabzını tutan bir liderdir.
Fetihden önce tebdili kıyafet yapıp bir sabah çarşıya çıkar. Birkaç şey almak
için bir bakkala girdiğinde, bakkal kendisine birisini verip, diğerlerini vermez. Sebebini
sorduğunda, aldığı cevap gayet manidardır:
“Efendim, ben siftah yaptım. Komşum daha yapmadı. Aynı kalitede onda da
vardır.”
Bir yandan şaşkınlık, diğer yandan memnuniyet kaplamıştır Sultanı. Diğer
esnafta da aynı durumla karşılaşan Fatih, böyle birbirine karşı emniyet ve hakperestlik
içerisinde bulunan halka sahip olduktan sonra, İstanbul’un kendisine nasib
olacağını, Allah’ın yardımıyla dünyanın fethinin dahi kendisine müyesser olacağına
kanaat getirir. Bu inançla.”Ya ben Bizansı alırım yahut Bizans beni
alır”demiştir.
Dukas der:”Keyahsar, denizde köprü yaparak karada yürür gibi bu köprü üstünden
bu kadar asker geçirdi. Bu yeni makedonyalı (yani padişah, Fatih) ve
bana kalırsa neslinin en büyük padişahı olan Mehmed, karayı denize tahvil etti.
Ve dalgalar yerine gemileri dağların tepesinden geçirdi. Binaenaleyh bu,
Keyahsar’ı da geçti.” (Çınar Dergisi, 1977:14).
Adaletten, şahsı konu olmuş olsa dahi ayrılmamıştır.
Umum Osmanlı Sultanları gibi o da Şer’i şerifle amel etmiş, adaletten
ayrilmamiştir. İşin içinde kendi şahsi tehlike de olsa bile...
“Meşhur İslam seyyahi ve tarihçisi Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şöyle
der:” İlk İstanbul kadısı (Hakimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda, Haşmetli
Padişah Fatih ile bir Rum mimari arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder:
Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih, bir Rum mimarına
teslim eder. Mimar’da Fatih’in arzusunun hilafına olarak, bu sütunları
üçer arşın kesip kısaltır. Fatih, cezâen, Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı
da, Fatih aleyhine dava açar. Bunun üzerine mahkemeye celb edilen büyük padişah,
başköşeye geçmek istemiş. Birdenbire, hakimin şu ihtarıyla karşılaşmış:
-Oturma beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’i olacaksın; ayakta beraber dur!
Hızır bey çelebi; bu koca şanlı Padişah-ı maznun-a, haksız el kestirdiği için,
kendisinin de kısasa tabi olduğunu ve elinin kesileceğinin bildirir.
Fakat, mimar kısası istemediği için, büyük Fatih, günde on altun tazminata
mahkum olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi
altuna çıkarır.
Adaletinde de isbat edildiği gibi; elini kestirdiği kişi, azatlı köle Sinan Atik’tir.
Hükümden sonra Fatih çıkardığı demir sopayı Kadıya göstererek:-Eğer sen Allah’ın
hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla
senin başını paramparça ederdim.”
Kadı Hızır’da, sakladığı kama gibi şeyi çıkararak: Sende benim hükmümü kabul
etmeseydin, bende bununla seni delik-deşik ederdim”der. İşte adalet.
Adil olduğunun diğer bir misali de; Fatih Kanunnamesin de:”Ve her kimesneye
evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizamı alem için katletmek
münasiptir. Ekseri ulema dahi tecviz etmiştir.(caiz görmüştür.) Anınla amil olalar
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 29
MAKALELER
(Uzunçarşılı, 1972:45-46).
Bilim ve bilim adamına değer veren bir liderdir.
Daha, şehzadelik yıllarını ilim ve felsefe yönünü geliştirerek değerlendirmiş
olması ve oluşturduğu bu alt yapıyı, yönetimin başına geçtiğinde de devam ettirmesi,
İslam dünyasında üretilen bilgi birikimiyle yetinmeyip, Batı’lı bilgi birikimini
de tanımak ve ondan yararlanmak istemesi, bu katkının göstergelerinden biri
olarak görülmelidir. Nitekim dönemin tarihçilerinden Kritovulas, onun Meşşâî
ve Stoa felsefesine olan ilgisine dikkat çekerek, bu konudaki uzmanlardan yararlandığını
kaydeder (Adıvar, 1982:32).
5. LİDERLERİN ÖZELLİKLERİNİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ
Gazi Mustafa Kemal'le, Mahatma Gandi arasında bazı fanklara rağmen, sözgelişi,
biri ülkesinin bağımsızlık savaşında kılıçla, öbürü kılıçsız savaştı. Biri Batıcı,
öteki Doğucu idi. Biri köklü ve devrimci değişikliklere inanan bir toplum reformcusu,
öbürü ağır ağır değişikliğin, organik gelişmenin savunucusuydu. Biri ünlü
bir general, öbürü bir Mahatma (Aziz) idi. Biri daima Batılı kıyafetlerle bir Batılı
olarak görünür, öbürü yarı çıplak, yoksul görünüşüyle tipik bir Doğuluydu. Biri
mükemmel bir gerçekçi, öbürü seçkin bir ülkücüydü. Biri devrimci hareketleriyle
ve ihtilâlci tutumuyla bize Martin Luther'in, VIII. Henry'nin, Washington' un,
Garibaldi'nin ve Bismark'ın hayatını ve davranışlarını hatırlatıyordu. Öbürü ünlü
sadeliği ve kendini şiddetten sakınmaya ve gerçeğe adayışıyla Budist Asoka, Halife
Ömer, St. Paul, St. Francis ve William Pen'i hatırlatıyordu. Fakat bütün bunlara
rağmen, bu Asya'nın iki çağdaş Atatürk'ü arasında, kadın hakları, eğitim, laiklik,
insan hakları, milliyetçilik, insan sevgisi, dünya barışı, ekonomik gelişme ve
din gibi pek çok konuda büyük benzerlikler göze çarpmak tadır.
Atatürk ile Gandi arasındaki ilk büyük benzerlik, her ikisinin de ülkelerinin
hak ve özgürlükleri davasına sarılmış olmalarıdır. Atatürk bunu şöyle görüyordu:
«Her halde dünyada bir hak vardır ve hak, gücün üstündedir. Şu kadar ki ulusun
hukukunu anlamış olup savunma ve korunması emrinde her türlü fedakârlığa
hazır olduğuna dair dünyaya bir kanaat vermek gerekir.»
Gandi de onda gerçeğin bir parçasını buluyordu: «Ben Hindistan'ın özgürlüğü
için yaşıyorum ve onun için ölürüm, çünkü o, gerçeğin bir parçasıdır. Yalnızca
özgür bir Hindistan, gerçek Tanrı'ya tapabilir. Ben Hindistan'ın özgürlüğü için
çaba harcıyorum, çünkü bu ülkede doğmuş olmak ve onun kültürünün mirasına
sahip olmak beni ona hizmet etme göreviyle yükümlü tutar ve benden hizmet
beklemek onun hakkıdır.»
Hak ve özgürlük davasına inanmış insanlar olarak her ikisi de, bunu savunmanın
ulusal bir görevleri ve doğuştan hakları olduğu sonucuna varmışlardı. Bu
nedenle bir yabancı ülkenin koruyuculuğunu ya da baskısını kabullenmek bütün
insancıl nitelikleri ve ulusal hakları yitirmek; acizliği, tutsaklığı ve güçsüzlüğü itiraf
etmek demekti. Bu görüş, ülkelerinin özgürlük mücadeleleri sırasında her ikisinin
davranışlarında ve konuşmalarında açıkça belirir. Atatürk'ün sözleriyle: «Özgürlük
ve bağımsızlık benim karakterimdir.», «Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü
vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.», «Ne kadar zengin
ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık
karşısında uşak olmak durumundan daha yüksek bir davranışa lâyık olamaz.»
30
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Gandi'nin sözlerinde de benzer bir ifade görülür: «Bağımsızlık benim doğuştan
hakkımdır.», «Nasıl ki her insanın yemek, içmek ve soluk almak, vazgeçilmez
ihtiyacıysa, her ulusun da ne kadar kötü çözerse çözsün, kendi sorunlarını kendi
kendine çözmesi en doğal hakkıdır. Bu yüzden şayet özgür insanlar olarak yaşayamıyorsak,
ölmeye hazır olmalıyız.»
Her ikisi de mücadeleleri boyunca, hakkın yanında oldular. Ona, hayatlarından
çok daha fazla önem verdiler. Bundan ötürü barışı kucaklamaya hazır oldukları
halde, ona kavuşmak onu kaybetmek pahasına olunca, yanaşmadılar. Gandi'nin
bu konudaki görüşü gayet açıktır: «Ben bir barış adamıyım. Barışa inanırım,
fakat onu hiç bir fiyatla istemem.»
Atatürk'ün düşüncesi de buna benzerdi: «Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman,
tam bağımsızlık istiyoruz dediğimizi herkesin bilmesi lâzımdır.»
Tipik bir benzerlik de, her ikisinin yurtseverlik, milliyetçilik ve insancıl duygularında
görülür. Aslında ülkelerinin bağımsızlıkları, gerçek bir yurtseverlik ve milliyetçiliğin
sonucudur. Bu yüzden, bu duyguları halkları arasında canlı tutmaya
çaba harcadılar. Atatürk'ün yurtseverliği kendisinin şu sözlerinde en güzel örneğini
verir: «Benim hayatta biricik övüncüm, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.»,
«Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun, kutlu olan sensin. Hepimiz senin
için fedaiyiz... Türk toprağı! Sen, seni seven Türk ulusunun mezarı değilsin. Türk
ulusu için yaratıcılığını göster.» Milliyetçiliği de şu sözlerinde yansımaktadır: «Biz
doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz.», «Benim için en büyük
korunma noktası ve şefaat kaynağı ulusumun bağrıdır.», «Bir Türk dünyaya bedeldir,»
ve «Ne mutlu Türküm diyene!»
«Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının
çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.», «Biz kimsenin düşmanı
değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.», «Türkiye'nin güvenliğini
amaç edinen, hiç bir ulusun aleyhinde olmayan, bir barış yolu bizim daima ilkemiz
olacaktır.», «Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyorum.», «Barış yolunda nereden
bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu, gönülden karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.»
Atatürk gibi Gandi de büyük bir yurtseverliği de kolayca şu sözlerinden anlaşıldığına
göre Hindistan, dünyanın en değerli ülkesidir, çünkü o benim kendi ülkemdir,
çünkü ben onda en büyük iyiliği buldum.», «Hindistan'daki her şey bana
çekici görünüyor. En yüksek isteklere sahip bir insanın isteyebileceği her şeye sahip.»,
«Şuna inanıyorum ki, Hint uygarlığı, dünyada hiç bir kimsenin yanşamayacağı
bir uygarlıktır. Atalarımızın ektikleri tohumlara hiç bir şey eşit olamaz.»
Hem Atatürk, hem Gandi sömürgeciliğin amansız bir düşmanı idiler. Ülkelerinin
özgürlükleri için, yaptıkları mücadeleler sömürüye karşı savaşın en güçlü örnekleriydi.
Atatürk şuna inanmıştı ki: «... Hiç bir gücün bir ulusu yaşamak hakkından
yoksun bırakamayacağı kanısındayız.», «Biz ecnebilere karşı herhangi bir
düşmanca duygu beslemediğimiz gibi, onlarla içten ilişkilerde bulunmak arzusundayız.»,
«Ancak benim ulusumu esir etmek isteyen bir u!u-sun, bu arzusundan
vazgeçinceye kadar aman vermeyen düşmanıyım.», «Sömürgecilik ve toprak
edinme, yeryüzünden yok olacaktır.»
Atatürk ile Gandi arasında başka bir benzerlik de, ulusal ekonomik kalkınma,
kendi kendine yeterlilik ve bununla İlgili olarak izledikleri milliyetçi - toplumcu
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 31
MAKALELER
politika alanlarında görülebilir.
Gandi ile Atatürk arasındaki en belirgin ayrılık, aynı amaca - kendi ülkelerinin
yabancı boyunduruğundan kurtarılması amacına - ulaşmakta izledikleri yöntemin
farklılığıdır. Birincisi, amacına kılıç yoluyla ulaşırken, ikincisi kılıçsız, ünlü ikiz silahına
dayanarak - Pasif Direnme ve Şiddetten Kaçınma - aynı amaca varmıştır.
Fakat bu, ülkelerinin coğrafya, politik toplum şartlarından ve zaman farkından ileri
gelmektedir. Bu konuda, yorumda bulunan Ord. Prof. Enver Ziya Karal şöyle demektedir:
«Davalarda benzerlik, usullerde ayrılık... bu farklar Hindistan ile Türkiye'nin
coğrafya, politika ve sosyal durumlarının ayrı oluşundan meydana gelmiştir.»
Onların bu yöntem ayrılığı, toplumsal devrimler alanında da görülür. Atatürk
hiç bir zaman devrimlerin uygulanmasının yavaş ve devrimci bir yoldan olmasını
istemezdi. Devrimlerinde başarılı oldu, ancak ayaklanmalar ve siyasal karşı koymalarla
karşılaştı. Bunların hemen bastırılması için çok sert tedbirler almak zorunda
kaldı. Öte yanda köklü, devrimci yöntemin tersine, Gandi daima yavaş ve
devrimci reform yolunu seçti.
Gerçeği söylemek gerekirse, hem Atatürk, hem Gandi, her ikisi de, Asya'da
modern çağın, özgürlüğün ve toplumsal devrimlerin öncüleridirler.
Büyük Asya kıtasını sömürücü oyunlarının pençesinden kurtararak özgürlüğe
kavuşturma ve toplumları gerici, tutucu doğmalardan kurtarmak gibi büyük görevlen
üzerlerine almışlardır. Bütün insanların, sınıf, inanç ve din farkı gözetilmeksizin,
ülkelerinin evlâtları olduklarını ve eşit haklara sahip bulunduklarını ilân
eden gerçek demokratlardı. Hayatları boyunca, ülkelerinin okumuşlarını aydınlatmak!
Uluslarını, boşinan ve temelsiz inançlardan temizlemek, kişileri ve ulusları
doğru yola sokabilmek için temel gerçekleri öğretmeye uğraştılar.
Onlar öyle büyük kurtarıcıydılar ki, 'kendi ulusları için vücut ve kanlarını feda
etmekten çekinmediler. İşte bu nedenle, unutulmaz insanlar oldular. Benzerlerini
dünya daha çok uzun bir süre göremeyecektir ve insanlık tarihindeki izleri asla silinmeyecektir
(Sinha, 1972:260-286).
Fatih Sultan Mehmet’le, Adolf Hitlerin bazı ortak liderlik özellikleri var. Mustafa
Kemal ile de Gandi’nin bazı ortak özellikleri var.
Fatih ve Hitler’in amaçları farklı olmuş olsa bile her ikisinde de cihan hakimiyeti
düşüncesi var.
Bunun tersine ise Mustafa Kemal ve Gandi “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” fikrini
savunmuşlardır. Her milletin özgürce yaşaması gerektiğini vurgulamışlardır.
İkinci olarak, hem Hitler hem de Mustafa Kemal milliyetçi bir liderlik özelliği
sergilemişlerdir. Birisi Türk milliyetçiliği, diğeri ise Alman milliyetçiliği.
Diğer taraftan bu liderler içerisinde geleceğe lider olarak hazırlanan tek lider,
Fatih Sultan Mehmet’tir. Diğerleri her ne kadar çocukluktan itibaren farklı olduklarını
göstermiş olsalar bile Fatih Sultan Mehmet gibi babaları tarafından eğitimleriyle
çok yakından ilgilenilip yetiştirilememişlerdir. Fatih‘in yetişmiş olmasında
ise tabiki Fatih’in babasının dönemin sultanı olması etkili olmuştur.
Yine Fatih Sultan Mehmet, örgütlenmiş yapıda fetihler gerçekleştirirken, diğer
liderler örgütlenmeyle uğraşmışlardır.
KAYNAKÇA
ADIVAR, Adnan. (1982). Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi yayınevi, İstanbul.
32
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
AKGÜNDÜZ, Ahmet. (1999). Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul.
AKGÜNDÜZ, Ahmet. (1999). (Osmanlı Kanunnameleri. İstanbul.
ARAZ, Nezihe. (2000). Fatih’in İçsel Dünyası, İstanbul.
Genelkurmay Başkanlığı. (1983). ATATÜRKÇÜLÜK (İkinci Kitap), Ankara
Gnkur. Basımevi, Ankara, s.50,215,218,225,232,235,236.
ATAY, Falih Rıfkı . (1980). Çankaya, SENA Matbaacılık İstanbul, s.12,21.
BAYKAL, Adnan Nur. (2004). Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik Sırları
(Yöneticiler İçin Yeni Bir Bakış) Sistem Yayıncılık; İstanbul.
BEYATLI, Yahya Kemal. (1969). Aziz İstanbul, İstanbul, sh.47.
CİHAN, Ahmet Kamil. (2003). Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı :14
s:5.
ERGİN, Feridun. (1978). K.Atatürk, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları
No.5, Duran Ofset Matbaacılık ve Ambalaj Sanayi İstanbul, s.
11,52,53,122,125,126.
HANBEL, Ahmed b. (1982). El-Müsned, IV, İstanbul.
HITLER, Adolf. (1972). Kavgam, Toker Matbası, İstanbul.
İNALCIK, H. (1987). Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Türk Tarih
Kurumu bas. Ankara
İNALCIK, H . (1970). İslam Ansiklopedisi, “Mehmet II” maddesi, C.XVII,
M. E. B. yay. İstanbul.
İNALCIK, H. (1968). Türk Ansiklopedisi, “Fatih Sultan Mehmet” maddesi,
C. XVI, M. E. B. Ankara.
KIZILTOPRAK, Kemal. (2002). Fatih Sultan Mehmet Han’ın Liderlik Sırları,
İstanbul.
KIZILTOPRAK, Kemal. (2003). Fatih Sultan Mehmet, s. 210-211.
KUŞAT, Ali. (2003). Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı:14 Yıl : S:131-
148.
PANOS, Levon Dabagyan. (1976). Fatih ve Fetih Olayı, İstanbul.
ŞAPOLYO, Enver Behnan. (1958). Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi,
İstanbul, s. 508.
TANSEL, Selahattin. (1971). Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan
Mehmet’in Siyasi ve Askeri Faaliyetleri, M.E.B. Ankara.
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı. (1972). Osmanlı Tarihi, C. I. T.T.K. Basımı, Ankara.
(1977). Çınar Dergisi. Temmuz sh.14.
SINHA, R.K. (1972). “Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi”, Milliyet yayınları,
İstanbul
FISCHER, Louis. (1971). “Emperyalizme Karşı Silahsız Savaşçı”, Çeviren:
Engin Tonguç. Varlık yayınevi, İstanbul
EATON, Jeanette. (1971) “Gandi Kılıçsız Mücahit”, Çeviren: Sofi Huri.
Redhouse yayınevi, İstanbul.
(www.milliyet.com/2005/11/02/yazar/civaoglu.html).
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler).
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 33
MAKALELER
2
BİLGİ TOPLUMUNDA BEŞERİ SERMAYE
VE KALKINMA İLİŞKİSİ ÜZERİNE
TEORİK BİR DEĞERLENDİRME
Araş. Gör. Deniz ÖZYAKIŞIR *
GİRİŞ
Toplumsal sistemleri nitelendiren en temel özelliklerin maddi üretim koşulları
ve ona dayalı üretim ilişkileri olduğu genelde kabul gören bir tanımlama ve
görüştür. Bu bağlamda, üretime en fazla katkı sağlayan faktör hangisi ise onun
etrafında şekillenen toplum biçimine de o ad verilmektedir. Şöyle ki; İlkel
komünal düzenlerde üretimde taştan yapma araçlar en çok rol oynadıkları için
bu dönemlere kaba ve yeni taş devri denilmektedir. Sınıflı toplum dönemlerinde
üretimde en temel rolü tüm kişiliğiyle mülkiyet konusu olan “köle insan”
oynadığı için bu düzenlere de köleci toplum adı verilmiştir. Bu sürecin hemen
ardından feodal toplum biçimlenmiş ve gelişme göstermiştir. Sonrasında ise
maddi üretim alanında büyük bir üstünlük sağlayan sanayi (fabrika) üretimi ve
sermaye, kapitalist toplumu veya sanayi toplumu dediğimiz yeni bir toplum biçimini
ortaya çıkarmıştır.
Buraya kadar yapılan tarihsel çözümlemelerdeki amaç, içinde yaşadığımız
bilgi toplumu da dahil olmak üzere tüm toplum biçimlerinin şekillenmesinde ve
gelişmesinde üretimde rol oynayan temel araçların ve bu araçlar temelinde gelişen
mülkiyet ilişkilerinin önemine dikkat çekmektir.
Bu bağlamda diğer toplum biçimlerindeki üretim faktörlerinden farklı olarak
“bilgi” temelinde biçimlenen ve teknolojinin itici bir güç olarak gelişmesine katkı
sağladığı yeni bir toplum biçimiyle karşı karşıyayız. Bilgi Toplumu olarak ifadesini
bulan bu toplum biçiminin en temel özelliği, bilgi merkezli ve teknoloji patentli
üretim yapılanmasının olması ve söz konusu teknolojik bilginin ekonominin her
alanında kullanılabilir olmasıdır. Buradaki amaç bilginin sınırlarını genişletmek ve
üretimde yüksek verim elde etmektir. Bilgi toplumunda emek bilgi işçisi olarak
ifadesini bulurken sanayi toplumunun mavi yakalıları yerine bilgi toplumunda
uzman iş gücü olarak beyaz yakalılar göze çarpmaktadır.
Gelinen noktada ülkeler, ekonomi politikalarını oluştururken, söz konusu
mevcut sürecin araçlarını ve dinamiklerini göz önüne alarak hareket etmektedirler.
Ayrıca bu dönemde gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerin kalkınmak
için fiziki sermayeden farklı olarak beşeri sermayeye ağırlık verdiklerini görmekteyiz.
* Kafkas Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
İşte bütün bu değerlendirmeler ışığında genel olarak Bilgi toplumuna özelde
ise beşeri sermaye kavramına ve kalkınmayla olan ilişkisine yönelik bir seminer
çalışmasının hazırlanması uygun görülmüştür. Buna yönelik olarak iki bölüm halinde
hazırlanan bu çalışmada Bilgi toplumu sürecine ilişkin teorik bir çerçeve çizilmiş
ve bu süreç içerisinde gelişen beşeri sermaye ve kalkınma ilişkisine yer verilmiştir.
Söz konusu ilişkinin niteliği teorik çözümlemelerle ortaya konulmuş ve
pozitif bir ilişkinin varlığı saptanmıştır.
1. BİLGİ TOPLUMUNUN DOĞUŞU, GELİŞİMİ VE DİNAMİKLERİ
Bilgi toplumunun teorik anlamda alt yapısını Danniel Belle’ kadar götürmek
mümkündür. Bell 1973 yılında yazdığı “The Coming of-Industrial Society: A
Venture in Social Forecasting” adlı eserinde “sanayi sonrası toplum” kavramını
ortaya atmıştır. Yazar “sanayi sonrası toplumu” dinamizmini bilgiden alan merkezi
ve öncü insanı toplumun ihtiyaç duyduğu vasıflarla donatılmış uzmanlardan
oluşan, temel üretim sektörü hizmetler olan ve kişiler arası bir oyunun geçerli olduğu
bir toplum olarak tanımlamaktadır. (KUTLU, 2000: 13)
M.U Porat, daha 1978’de ABD’nin bir “bilgi toplumu” olduğunu belirterek
şunları yazıyordu: “1967’de ABD sosyal hasılasının %25’i bilgi-iletişim mal ve
hizmetlerinin üretim, işleme ve dağıtımından kaynaklanıyordu...1970’te çalışanların
yaklaşık yarısı “bilgi işçisi” olarak adlandırılabilirdi... Bunlar toplam işgücü
gelirinin %53’ünün üzerinde bir pay almaktadırlar (PORAT, 1978: 29) Bu nedenle
Fritz Mchlup’un “bilgi ekonomisi”; Brzezinski’nin “teknetronik çağ; “Rolf
Dahrendorff’un “post-kapitalizm”, Amital Etzioni’nin “post-modern”; Daniel
Bell’in “post-indistriyel “ve Peter F. Drucker’in “Post Business Society” dediği bir
toplum yapısı doğmaktaydı. Bu yeni toplum yapısını Porat, “bilgi toplumu”
(informasion society) (PORAT,1978: 30) olarak adlandırıyordu.
Bilgi Toplumunun tarihsel arka planına baktığımızda Sanayi Devrimi sonrasında
özellikle teknolojik gelişmeler temelinde yaşanan köklü değişimlerin etkisini
görmekteyiz. Özellikle İkinci Dünya savaşında sonra dünyanın önde gelen gelişmiş
ülkeleri her alanda bilgi teknolojisinin kullanımına öncelik vererek yüksek verimlilik
elde etmeye çalıştılar. Söz konusu dönemde bilginin üretimde kullanılması
gelişmeyi ve refahı beraberinde getirmiştir.
Bilgi toplumu 1950 ve 1960’lı yıllarda ABD, Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri
gibi gelişmiş ülkelerde bilgi teknolojilerinin giderek artan bir şekilde kullanımıyla
ortaya çıkmış bir aşamadır. Gelişmiş ülkelerde şekillenen bu aşamanın en önemli
özelliği bilginin ve bilgi teknolojilerinin tarım, sanayi, hizmetler gibi sektörlerin
yanı sıra eğitim, sağlık, iletişim gibi her alanda kullanılabilir olmasıdır. Bu nedenle,
bilgi toplumundaki gelişmeler kısa sürede üretimin ve verimliliğin artmasına
yol açmakta ve yeni teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri de teşvik
etmektedir. (AKTAN & TUNÇ,1998: 118-134)
1990’lara gelindiğindeyse Naisbitt ve Aburdene (NAİSBİTT &
ABURDENE,1990: 11) yaşanan çağı, insanlık tarihinde akıllara durgunluk veren
bir teknolojik yenilenme, benzeri görülmemiş ekonomik olanaklar ve şaşırtıcı si-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
yasi gelişmeler ile kültürel yeniden doğuşlardan dolayı 2000’li yılları “büyük yönelimler”
(Megatrends) çağı olarak ilan ediyorlardı. Bu yeni yönelimlerin temelinde
“bilgi işlem “ veya kısaca “bilişim teknolojisi” yatıyordu.
Bu teknolojiye dayalı olarak şekillenmeye başlayan bilgi toplumunun itici gücü,
bilgi ve bilgiyi işleyen bilgisayarlar oluyordu. Bilgisayarlarla birlikte; istenen
bilgileri, istenildiği kadar depolayabilen, bunları işleyen, buradan yeni bilgiler
üreten “bilişim teknolojileri” insanlığın hizmetine sunuluyordu.(SARIASLAN,
1992: 1) Bilgi toplumuna yönelik çizilen bu teorik çerçeveden de anlaşıldığı üzere
bilgi toplumu; teknoloji ve bilgi temelinde şekillenen ve itici gücünü küreselleşmenin
dinamizminden alarak gelişme gösteren sanayi sonrası toplum biçimidir.
1.1. Bilgi Toplumunun Dinamikleri
1.1.1 Küreselleşme
Bilgi toplumunda, bilgi ve iletişim teknolojisinin yarattığı ortam içinde ekonomik
faaliyet küreselleşme (globalleşme) eğilimine girdi. İletişim sistemlerinin
ülke sınırlarını küçültmesi, bölgesel gruplaşmalara dayalı bütünleşme eğilimlerini
beraberinde getirdi. (ERKAN, 1998: 98) Küreselleşme; ekonomik, siyasal, sosyal
ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak, dünya
çapında yayılmasını ifade etmektedir. Bu nedenle küreselleşmeyi mevcut sürecin
temel dinamizmi olarak ele almakta fayda vardır.
Küreselleşme aslında çok boyutlu bir gelişme olarak, toplumları derinden ve
çok yönlü etkileyen bir süreçler topluluğu niteliğindedir. Ekonomik, siyasal, kültürel,
toplumsal, teknolojik vb. alanlarda yaşanan değişim ve dönüşümler, küreselleşme
süreçleri olarak tanımlanmaktadır. (DPT, 2000: 1)
Küreselleşmenin bilgisayarlaşma, minyatürleşme, dijitalleşme, uydu iletişimi,
fiberoptik teknolojisi ve internet olarak belirlenen kendine özgü bazı tanımlayıcı
teknolojileri de bulunmaktadır. Bunlar aracılığı ile, küreselleşmenin tanımlayıcı
perspektifini bütünleşme olarak ifade etmek mümkündür. (FRİEDMAN, 2000: 31)
Sonuç olarak küreselleşme, toplumsal ilişkilerin zamansal ve mekansal oluşumunda
genişleme, derinleşme, küçülme ve hızlanma yaratmaktadır. Bu açıdan küreselleşme;
değişimi, bu değişime karşı olumlu yada olumsuz tepkileri, dolayısıyla hem aktörler,
hem kurumlar hem de zihniyet düzeylerinde yenilikleri gerekli kılmaktadır.
Küreselleşme ile ortaya çıkan köklü yapısal değişmede sanayi toplumu yerini giderek
tamamen yapısal farklar gösteren bilgi toplumuna bırakmaktadır. Farklı paradigmalara
dayanan bilgi toplumda, fabrika ve maddi üretim toplumun temel özelliği
olma niteliğini kaybetmekte, bunun yerine sembolik unsurların önem kazandığı
bilgi üretimi önem kazanmaktadır. Benzer biçimde, sanayi toplumunda stratejik rol
oynayan sermaye, yerini bilgiye bırakmakta ve üretim faktörleri arasında önemli
yeri olan hammadde ve işgücü önemini giderek kaybetmektedir
Bu açıdan bilgi, daha önce benzeri görülmedik ölçüde teknik yenilenmeyi ve
ekonomik büyümeyi sadece yönetmekle kalmamakta, kendisi de hızla ekonominin
temel faaliyeti ve mesleki değişimin temel belirleyicisi haline gelmektedir.
(KUMAR,1999:24)
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
1.1.2. İletişim ve Enformasyon Teknolojileri
Bilim tarihi incelendiğinde, çağlar boyunca toplumların yenilik isteği ve farklı
şeyler bulma arzuları sonucu, bilimsel çalışmalar ve AR-GE faaliyetlerine olan ihtiyacın
sürekli arttığı görülmektedir. Bilimsel düşünceyi özümsemiş ve bunu bir
yaşam tarzı olarak kabul etmiş olan toplumlar; üretimde, ticarette, hizmetlerin kalitesinde
ve kişilerin refah düzeylerinin yükseltilmesinde önemli ilerlemeler sağlamışlardır.
Bilimsel gelişme sürecinde her yeni bilgi, yeni bir bilginin üretilmesinde aracı
olarak, bilgi üretim sürecinin hızla artmasına neden olmuştur (DPT, 2005:
2)Bilgi, bir şeyi yada bir kişiyi değiştiren enformasyon anlamına gelmektedir. Bunu
ya eylem için etkili bir neden oluşturarak yada, bir kişiyi (veya kuruluşu) farklı
veya daha etkili bir eylemi gerçekleştirebilecek bir konuma getirerek yapmaktadır.
(DRUCKER, 1992: 256) Teknoloji kavramı genel olarak, bilginin ve bilgiye
dayalı yöntemlerin herhangi bir işin yapılmasına uygulanması olarak tanımlanabilir.
Bir işe uygulanan bilgi ve bilgiye dayalı yöntem o işin daha kısa sürede yapılmasına
imkan tanıyorsa, bu durumda bir teknolojik gelişmeden söz etmek
mümkündür.
Teknolojik gelişme çoğunlukla yeni makine tasarımları, yeni gereçlerin kullanılması,
yeni işlem ve yöntemler ve yeni mal tasarımı yoluyla gerçekleşmektedir.
Genel olarak üretim yada yapılan işin kapasitesini artırmaya yönelik her yatırım,
yeni teknoloji uygulaması anlamına gelmektedir. (ŞAYLAN, 1995: 98) Enformasyon
ve iletişim teknolojilerinin en önemli etkisi, kendisini diğer teknolojilerden
ayıran "doğuran" (generic) niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bundan önceki
teknolojik gelişmeler sadece belli bir mamulün veya sektörün üretimini etkilerken,
bu teknolojiler ekonomide oldukça geniş bir uygulama alanı bularak ekonomik
etkinliği daha çok geniş bir alanda sağlamaktadır. (HOUGHTON& PETER,
2000: 2) Bilgi ile teknoloji arasında, giderek artan bir hızla birbirlerini her seferinde
bir üst düzeyde üreterek çoğaltan bir ilişki mevcuttur. Sonuç olarak bilim üretebilmek
için, mutlaka teknoloji üretmek gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Elektronik
alanındaki bilimsel buluşlar ve bunların hızla sanayiye uygulanması dünya ölçeğinde
bir iletişim ve bilişim patlamasına yola açmıştır. Artık dünyanın hiçbir yeri,
başka bir yerine uzak ve yabancı değildir. Son derece gelişmiş ve önemli ölçekte
merkezileşmiş iletişim araçlarının kullanımı sonucu, dünya giderek küresel bir köye
dönüşmektedir. Toplumların bilgiyi elde etme, bilgiye sahip olma ve kullanma
düzeyi, uluslararası piyasa paylarının hangi düzeyde olduğunu ölçmede kullanılan
bir kriter konumuna ulaşmıştır.
1.1.3. Mikro-elektronik ve Biyo-teknolojik Gelişmeler
Bilgisayar ile iletişim teknolojisinin temelinde mikro elektronikteki gelişmeler
yatmaktadır. Mikro elektroniğin kullanıldığı alanlarda çok hızlı gelişmeler yaşanmaktadır.
“Japonların NE-5X/X süper elektronik hesap makinesinin sanayide 20
milyondan fazla işlem hızında olmasının bilimsel çalışmalarda, uzay çalışmalarındaki
önemi açıktır”. Daha birkaç yıl öncesine kadar kullanılan cihazlardaki kırıntı
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
yongaya (chip) bir milyona yakın eleman yetiştirilebilmekteydi. (KAFALI, 1991:
37) Mikro elektronikteki gelişme ile birlikte, iletişim (telekominikasyon) teknolojisi
de yenilenmiştir. Mikro elektronik ve iletişim birbirini tamamlayarak birlikte gelişmektedir.
Mikro elektronik teknolojisindeki gelişme, yeni ürün ve teknolojiler
yaratırken, iletişim donanımındaki gelişmeler; sanayi üretiminin altyapısını oluşturarak
getirdiği hızlı değişimle, ekonomide girdi temini ve verimliliği hızla artırmaktadır.
Bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişme, üretim için her türlü
bilgi akışını hızlandırıp kolaylaştırdığı gibi, zaman ve mekan (ulaşım) kullanımında
sağladığı avantajlarla, üretimde etkinlik ve verimliliği arttırmışlardır. ( ERKAN,
1998: 80-81) Bütün bu dinamiklere paralel olarak bilgi toplumunun temel parametrelerini
yapılan AR-GE harcamalarını bütçedeki payı ve bilgi sektörünün istihdamdaki
payı oluşturmaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelere baktığımızda bu
payların oldukça yüksek olduğunu görebiliriz.
Bunun yanında Avrupa Birliğinde bilgi toplumu belirlemesinde bilgi sektörünün
ekonomideki payı tespit edilmekte, bunun için de eğitim harcamalarına ve
kişi basına bilgi teknoloji ve haberleşme harcamalarının Gayri Safi Milli Hasıladaki
paylarına bakılmaktadır. (DURA & ATİK, 2002: 203-205)
2. BEŞERİ SERMAYE VE KALKINMA İLİŞKİSİ: TEORİK ÇERÇEVE
Beşeri sermaye kavramı, sanayi toplumundaki fiziki sermayeye alternatif olarak
bilgi toplumunda ön plana çıkmış ve ülkeler için kalkınma stratejisi olarak
önem kazanmıştır. Bilgi toplumunun personel alt yapısı olarak ifade edilen beşeri
sermaye özünde uzmanlaşmış insanı tanımlayan bir kavramdır. Söz konusu bu
sermaye biçiminde insana yatırım gelişmek ve kalkınmak için öncelikli hedeftir.
Sosyo-ekonomik gelişmenin insan unsurunu kapsayan personel altyapı, beşeri
sermaye olarak da bilinmektedir. Bu kavramdan, “işbölümüne dayanan bir
ekonomide, sayı ve özellikleri açısından kişilerin ekonomik faaliyetinin seviyesi ve
bütünleşme derecesine katkıları yönündeki yetenekleri” ( JOCHİMSEN, 1966:
133-145) anlaşılmaktadır. Sosyo-ekonomik gelişmede insan unsuru, girişimcilik,
uzmanlaşmış işgücü, teknikerlik ve vasıfsız işçilik ile yöneticilik, eğitimcilik, örgütsel
ve teknik gelişme için araştırma, geliştirme, planlama ve ekonomi politikası
alanındaki uğraşları ve fonksiyonları kapsamaktadır. Eğitim ve sağlık ekonomisinin
konusunu oluşturan personel altyapıya yönelik harcamalar toplum açısından
yatırım fakat bireyler açısından tüketim özelliği göstermektedir. Personel altyapı;
eğitim, öğretim, araştırma ve uzmanlaşma süreçleri içinde oluşturulup yaratılmaktadır.
(ERKAN, 1998: 27)
Bu bağlamda Alfred Marshall, beşeri sermayenin piyasasının olmaması yüzünden
(SCHULTZ, 1971: 27) ve J. Mill de refahın insanlar için olduğu, kendilerinin
refah kaynağı olarak görülemeyeceği nedeniyle beşeri sermayeye karşı çıkmışlardır.
(BOWMEN,1968:103) Ancak gelinen noktada, üretime katılan kişinin
sahip olduğu ve genel anlamda insanın niteliğini vurgulayan bilgi, beceri, tecrübe
ve dinamizm gibi pozitif değerler, beşeri sermaye olarak kabul edilmektedir.
(TANSEL& GÜNGÖR, 1997: 532) Çünkü söz konusu değerler, üretimde kullanı-
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
lan diğer faktörlerin daha verimli değerlendirilmesine imkan vermekte; ayrıca yeni
teknolojilerin icadı ve rasyonel bir şekilde kullanılmasına da yol açmaktadır.
Bu nedenle ekonomik faaliyetlerdeki rasyonellik artmakta ve ülke ekonomisi daha
hızlı kalkınabilmektedir. Beşeri sermayeyi sadece eğitimle özdeşleştirmek
mümkün değildir. Çünkü konu insanın niteliğini vurguladığı için, eğitimin yanında
sağlık, dinamik nüfus miktarı ve beyin göçü gibi diğer faktörleri de beşeri sermaye
birikimine etki eden unsurlar arasında değerlendirmek gerekmektedir.
2.1. Beşeri Sermaye ve Fiziki Sermayenin Karşılaştırılması
Üretim faktörleri içinde önemli bir konuma sahip olan sermaye faktörü, son yıllara
kadar hep fiziki sermayeyi nitelemekteydi. Ancak kişisel ve toplumsal özelliklerin
üretime olan etkilerinin giderek önem kazanması, söz konusu pozitif değerlerin
de sermaye olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Ancak söz konusu gelişmeler,
sermaye kavramının yeniden tanımlaması ve yenileriyle birlikte klasik sermayenin
karşılaştırılması gereğini ortaya koymuştur. Klasik iktisat öğretisinde sermaye, üretime
katılan makine ve teçhizat gibi fiziksel değerleri nitelemekteydi. Ancak, beşeri
sermaye ile birlikte sosyal sermayenin (fertler ve kurumlar arasındaki her türlü güvene
dayalı iletişimin pozitif ekonomik etkileri) de iktisat literatüründe yerini almasıyla
sermaye kavramının yeniden tanımlanması gerekmiştir. Artık gelinen noktada
sermaye, üretime pozitif katkısı olan her türlü maddi ve maddi olmayan iktisadi değerler
olarak kabul edilmektedir. (KARAGÜL, 2003: 79-80)
Beşeri sermayenin fiziki sermayeden tamamen farklı olduğu bir başka yönü
ise durağan olmamasıdır. Çünkü beşeri sermaye devamlı değişken bir yapıya sahiptir.
Bu manada, ülke insanlarının niteliğinde ve niceliğindeki sürekli değişimlerin
önemli bir rolü bulunmaktadır. Beşeri sermayenin dinamik oluşu nedeniyle
stoklanması mümkün değildir. Bu nedenle beşeri sermayenin kullanılmadığı her
zaman dilimi onun kaybı anlamına gelmektedir. Beşeri sermaye ile fiziki sermayenin
ayrıldığı diğer bir önemli yönü ise nötr olmamasıdır. Fiziki sermaye kullanılıp
kullanılmama ve nerede ne zaman kullanılacağı konusunda tamamen yansız,
diğer bir ifade ile pasif bir konumdadır. Ancak beşeri sermaye için aynı şeyi söylemek
olası değildir. Çünkü beşeri sermaye nerede, ne zaman ve hangi şartlarda
çalışacağına kendisi karar vermek durumdadır. Öte yandan, beşeri sermayenin
devamlılığını sürdürebilmek için tüketici olarak asgari ihtiyaçları da bulunmaktadır.
Bundan dolayı eğer beşeri sermaye, üretime koşulmaması ve bunun karşılığı
olarak, müteşebbis ise kârını, işçi ise ücretini alamaması halinde, bir dizi insani ve
sosyal problemlere neden olabilmektedir. (KARAGÜL, 2002: 30) Görüldüğü şekliyle
beşeri sermaye üretime katkısı ve maliyeti itibariyle fiziki sermaye ile benzeşmekte
ise de, birçok yönden ondan ayrılmaktadır. Özellikle istihdam sorunu
bunların en önemlisidir.
2.2. Kalkınma Kavramına Kısa Bir Bakış
Ekonomik büyüme ve kalkınma kavramları İkinci Dünya Harbi ertesinden beri
ekonomi dünyasında en çok kullanılan kavramlar arasındaydı. Ancak sanayi
toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci öncesindeki kriz dönemi olan 1970’li
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
yıllar ile 1980’lerde, bu kavramın yerine “istikrar” kavramı ön plana çıktı. 1990’lı
yıllarda, bilgi teknolojisinin ve bilgi toplumunun istikrar kazanma eğilimi ile büyüme
ve kalkınmaya olan yönelimde yeniden bir canlanma başlamak üzeredir.
Ancak bu dönemde büyüme ve kalkınmanın sanayi toplumunda olduğundan
farklı bir biçimde gerçekleşmesi beklenmektedir. (ERKAN, 1998: 12) Burada
özellikle belirtilmelidir ki; kalkınma ve ekonomik büyüme farklı kavramlardır. Ancak
gelinen noktada kalkınmayı salt GSMH’daki artış ile açıklayan yaklaşımların
olduğunu görmekteyiz. Bu yaklaşımlara göre GSMH artışı sağlayan her ülke kalkınmıştır.
Oysa, GSMH artışıyla ölçülen bir ekonomik büyüme, geniş kitlelerin yoksullaşması,
toplumsal gerilimler, aşırı bölgesel dengesizlikler, doğal çevrenin tahribi
ve uzun dönemde büyümesinin koşullarının aşındırılması pahasına gerçekleşebiliyor.
Böyle bir ülke batılılar tarafından rahatlıkla “ekonomik mucize” yaratmış
sayılabiliyor... Ve ekonomik mucizenin öteki yüzünde, genel bir siyasal istikrarsızlık,
aşırı düzeyde gelir dengesizliği, kültürel kimlik erozyonu vb. bulunabilir. (BAŞ-
KAYA, 2000: 34-35) Böylece sosyal, siyasal ve ekonomik içerikleriyle birlikte
toplumsal bir olgu olan kalkınma kavramı, ekonomi gibi tek bir faktörü kapsayacak
bir biçimde içeriği daraltılmış ve literatürde bu anlamda kullanılmıştır. Sosyokültürel
ve siyasal yönleri ise ihmal edilmiştir. (YAVİLİOĞLU, 2002: 63)
2.3. Beşeri Sermaye ve Kalkınma İlişkisi
Ekonomik faaliyetlerin en temel unsuru olan üretimin gerçekleştirilmesi, üretim
faktörü olarak adlandırılan bir dizi ekonomik değerin belirli koşul ve oranlarda
bir araya getirilmesine bağlıdır. Söz konusu üretim faktörleri, niteliği ve niceliği
zaman içinde değişen şartlara bağlı olarak farklılaşabilmektedir. Bu bağlamda
1980’lere kadar iktisat literatüründeki güçlü konumunu sürdürebilen neoklasik iktisat
teorisi ağırlıklı olarak büyümenin nicelik yönüne ağırlık vermiştir
(KİPRİTÇİOĞLU, 1998: 210). Dolayısıyla, 18. ve 19 yy’da üzerinde yeterince
durulmayan beşeri sermaye faktörü 20. yy’ın sonlarında, gelişmiş ülkelerde bir
çok ekonomik çalışmaya konu olmuş ve değişik boyutlarıyla ekonomik gelişmeyle
olan ilişkisi analiz edilmiştir. Adi geçen çalışmalarda, beşeri sermaye olarak
kabul edilen insani kalitenin, ülke gelişmesindeki payının oldukça yüksek olduğu
gerçeğiyle karşılaşılmıştır. (KARAGÜL, 2003: 2) Bu bağlamda bilgi toplumunda
kalkınma göstergesi olarak ön plana çıkan eğitim ve sağlık gibi kavramlar beşeri
sermaye açısından ele alınarak derlendirmelere tabi tutulmuştur. Eğitim ve sağlık
alanlarında iyileştirmeye yönelik yatırımların artması ülke kalkınması açısından
olumlu etki yaratmaktadır. Burada önemli olan bir nokta ise eğitim ve sağlığın eş
zamanlı olarak yatırıma dahil edilmesi ve böylelikle iki sektör arasında sinerjik bir
etki yaratılarak kalkınmanın hızlandırılmasıdır. Eğitim ve sağlığa aynı anda yatırım
yapılmasındaki amaç sağlıklı bireylerin daha iyi eğitilebilir olmasındandır. Bu
gerçeklik yapılan bir çok amprik çalışmada da açıkça ortaya çıkmıştır
Mushkin yaptığı ampirik çalışmada, ekonomik gelişme sürecinde eğitim ve
sağlığa eş zamanlı yapılan yatırımların olumlu etkilerini saptamıştır. Bu çerçevede
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
sağlıklı ve eğitimli fertlerin, toplumda tüketici ve üretici olarak daha etkin davrandıkları
tespit edilmiştir. Ayrıca, sağlıklı fertlerin daha iyi eğitilebilir olması gerçeği
diğer bir husustur. Bir başka önemli nokta ise, sağlıklı insanların eğitilmesi halinde
eğitim yatırımından daha uzun süreli yararlanma imkanı doğmasıdır
(MUSHKİN, 1962: 156). Bu bağlamda yine Türkiye dahil birçok gelişmekte olan
ülkelerden gelişmiş ülkelere önemli miktarlarda beyin göçü yaşanmaktadır. Dolayısıyla
bu ülkeler yetiştirdikleri beşeri sermayeyi de yeterince kullanamamaktadırlar.
Bu nedenle az gelişmiş ülkeler eğitime yaptıkları yatırımın karşılığını yeterince
alamamaktadırlar. (KARAGÜL, 2003: 80) Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler
genç nüfus bakımından zengin olmakla birlikte bu nüfusa eğitim ve sağlık
açısından yeterince yatırım yapılmadığı için söz konusu ülkeler ile gelişmiş ülkeler
arasında büyük uçurumlar görülmektedir. Ayrıca eğitimli nüfusun beyin göçü temelinde
ülkeden ayrılması da ülkenin az gelişmişliğini bir kat daha arttırmaktadır.
1990’lı yıllarda beşeri sermaye ve ekonomik büyüme alanında en kapsamlı
çalışmayı Robert J. Barro yapmıştır. İlgili çalışmada Barro ilave bir yıllık eğitim
düzeyinin iktisadi büyümeyi % 0.44 oranında arttırdığını tespit etmiştir (BARRO,
1998: 5-6)
SONUÇ
Bilgi toplumuna yönelik yapılan değerlendirmelerde söz konusu toplumun
sanayi sonrası dönemin temel dinamiklerinden kaynaklanan gelişmelere paralel
olarak gelişme gösterdiği vurgulanmaktadır. Bu gelişmenin karakteristiğine baktığımızda
özünde “bilgi”yi barındırdığını ve asıl gücünü de buradan aldığını görmekteyiz.
Söz konusu toplum biçiminin temel dinamiklerini oluşturan teknolojik
gelişmeler ve küreselleşme tam da bu noktada etkisini göstermekte ve mevcut gelişmenin
açıklanmasında adeta referans görevi üstlenmektedir. Bu bağlamda teknolojik
ilerleme ve buna bağlı olarak ivme kazanan küreselleşme süreci bilgi toplumuna
geçişin ana unsurlarını oluşturmuştur şeklinde bir sonuca varmak mümkündür.
Mevcut sürecin bu temelde gelişme göstermesi kuşkusuz beraberinde pek çok
ilişkiyi de getirecektir. Çalışmaya konu olan ilişki ise beşeri sermaye ve kalkınma
arasındaki ilişkidir. Söz konusu ilişkinin niteliğini açıklama noktasında çeşitli çözümlemeler
yapılmış ve aradaki ilişkinin olumlu olduğu görülmüştür.Öte yandan
beşeri sermayeyi sadece eğitime yatırım olarak bilmemek gerektiği ve bilgi toplumuna
geçmek isteyen ülkeler tarafından kalkınma stratejisi olarak uygulanması
gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu konuda yapılan bir çok çalışmada da söz konusu
ilişkinin niteliğine yönelik aynı sonuca varılmıştır. Yapılan değerlendirmelerde
ayrıca sanayi toplumundaki fiziki sermaye ile bilgi toplumundaki beşeri
sermaye arasındaki tamamlayıcılığa dikkat çekilmiş ve gelişme için iki sermaye
türünün bir arada kullanılması gerektiği ortaya çıkmıştır. Şurası özellikle belirtilmelidir
ki; bilgi toplumu temelde bilgiye ve bilgi merkezli unsurlara bağlı olarak
gelişmesini sürdürmektedir. Bu da gelecekte “bilgi” nin önemine paralel olarak
bu alanda ilerleme kaydeden ülkelerin hızla kalkınacağını açıkça göstermektedir.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
Öte yandan bu süreçte mevcut şartlardan kaynaklanan bir takım ilişkilerin çıkması
doğal olmakla birlikte bu ilişkilerin ülkeler tarafından doğru algılanması kalkınma
için hayli önemlidir. Bu gerçeklik temelinden hareketle bilgi toplumunda
kalkınma paradigmalarına yön veren beşeri sermayenin önemi bir kez daha ortaya
çıkmıştır.
Sonuç olarak, beşeri sermayeye yatırım yaparak kalkınmasını burada arayan
ülkelerin bilgi toplumu olma yolunda epey mesafe alacaklarını söyleyebiliriz. Zira
eğitim ve sağlık harcamalarına geniş bütçe ayıran ülkelerin gelişmişlik bakımından
daima önde oldukları su götürmez bir gerçektir.
KAYNAKLAR
AKTAN, C,C. & TUNÇ, M. (1998), "Bilgi Toplumu ve Türkiye " Yeni Türkiye
Dergisi, Ocak-Şubat, Sayı 20, Cilt 1, Yıl 4, Ankara.
BARRO, R. J. (1998), Human Capital and Growth in Cross-Country Regression,
Harvard University Press.
BAŞKAYA, F. (2000), Kalkınma İktisadının Yükselişi Ve Düşüşü, İmge
Kitabevi Yayınları, Ankara,
BOWMAN, M. (1968), The Human Investment Revolution in Economic
Thought, (Ed.) Mark Blaug, Economics Education 1, Penguin Books,
London
DPT. (2000), VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Küreselleşme Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Ankara http://ekutup.dpt.gov.tr/bilim/yucelih/biltek.html, (Erişim :
03/06/2006)
Drucker, P.F. (1993),Yeni Gerçekler, Çev: B. Karanakçı,Türkiye İş Bankası
Yay., Ankara
DURA C. & ATİK, H. (2002), Bilgi Toplumu, Bilgi Ekonomisi ve Türkiye,
Literatür Yayınevi, İstanbul
ERKAN, H. (1998), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş bankası
Kültür Yayınları, 4.Baskı
FRİEDMAN, T. (2000), L. Lexus ve Zeytin Ağacı Küreselleşmenin Geleceği
(Çev: Özsayar Elif), Boyner Holding Yay., İstanbul
HOUGHTON, J. & PETER S. (2000), "A Primer on the Knowledge Economy",
Centre For Strategic Economic Studies, Victoria University, Melbourne
City MC
JOCHİMSEN, R. (1991), Theorie der Infrastruktur, Grundlagen der
marktwirtschaftlichen Entwicklung, Mohr, Tübingen
KAFALI, K. (1991), “21.Yüzyılda Bilim ve Teknoloji”, 21.Yüzyıl Ansiklopedisi,
Hazırlayan: Abbas Güçlü, Milliyet Yayınları, İstanbul
KARAGÜL, M. (2002), “Beşeri Sermayenin İktisadi Gelişmedeki Rolü ve Türkiye
Boyutu”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları No: 37. Afyon
KARAGÜL, M. (2003), "Beşeri Sermayenin Ekonomik Büyümeyle İlişkisi ve Etkin
Kullanımı" Akdeniz Üniv.İ.İ.B.F. Dergisi (5), Antalya
http://www.akdeniz.edu.tr/iibf/yeni/genel/dergi/Sayi05/11Karagul.pdf (Erişim:28/06/2006)
KUMAR, K. (1999), Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar
Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, Dost Kitabevi Yay., Ankara
KUTLU, E. (2000), Bilgi Toplumunda Kalkınma Stratejileri, Anadolu Üniversitesi
Yay. No: 1209, I.İ.B.F. Yay. No: 167, Eskişehir
KİPRİTÇİOĞLU, A. (1998), “İktisadi Büyümenin yeni Belirleyicileri ve Yeni Büyüme
Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri”, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi Cilt: 53; No: 1-4, Ankara
MUSHKİN, S. (1962), Health as an Investment, Journal of Political Economy,
V.70, No. 5, Part 2
NAİSBİTT, J. & PATRİCA A. (1990), Managatrens 2000 (Büyük Yönelimler)
From Yayınları, İstanbul
PORAT, M. (1978), “Emergence of An İnformation Economy” Economic
Impact, No.24, 1978/4
SARIASLAN, H. (1992), “Venture Capital (Risk Sermayesi) Finansman Modeli
ve Türkiye’de Uygulama Olanakları”, ASO Yayınları, Ayrı Baskı, Ankara
SCHULTZ, T. (1971), Investment in Human Capital, The Free Press, N.Y.
ŞAYLAN, G. (1995), Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge
Kitapevi Yay. No: 109, Ankara
TANSEL, A. & GÜNGÖR, N. D. (1997), The Educational Attainment of
Turkey’s Labor Force: A Comparison Across Provinces and Over Time,
METU Studies in Development, 24,(4)
YAVİLİOĞLU, C. (2002), “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi Ve Kavramsal Kökenleri,
Cumhuriyet Üniversitesi”, İ.İ.B.F. Dergisi, Sivas
http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/133.pdf (Erişim:01/06/2006)
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
2
HUKUKUMUZA GÖRE POLİSİN; OLAY
YERİ İNCELEME VE DİĞER
GÖREVLERİNDE
“ELKOYMA” İŞLEMLERİ
Ziyaettin KAYGUSUZ *
GİRİŞ
Kamu düzenini sağlamakla görevli olan polis, suç ve suçlularla mücadelede
bilimsel, teknik ve hukuk kuralları içerisinde çeşitli tedbirleri ve önlemleri almakla
yetkili kılınmıştır. Bu tedbirler içerisinde, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini yakından
ilgilendiren durumlardan birisi de elkoymadır.
Elkoyma işlemi, bulunulan durum, kişilerin ve ortamın özelliğine göre hukukun
öngördüğü çeşitli şekillerde yapılabilir. Elkoyma tedbiri, temel insan haklarını
yakından ilgilendirdiğinden, ulusal(Anayasa, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu(PVSK),
Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK), Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu,
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği(Arama Yönetmeliği) vb) ve uluslararası(BM
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri vb) hukuki metinlerde yer almış, yapılma
usulü, yetki ve sınırları belirlenmiştir.
Bir koruma ve güvenlik tedbiri olarak yapılan elkoyma işlemi, hem adli hem
de önleme amaçlı olarak yapılabilir. Bu nedenle elkoyma işlemi, hangi amaçla
yapılırsa yapılsın, neticesinde toplumda huzur ve güvenin tesis edilmesi ve korunması
amacına hizmet eder.
Avrupa Birliğine girme sürecindeki ülkemizin, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni
(AİHS) imzalaması hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) yargı yetkisini kabul etmesi sebebiyle, elkoyma tedbirinin de içinde olduğu
ceza yargılaması, belirlenen kriterlere göre yürütülmesi büyük önem arzeder.
Delillere elkoymak için yapılan olay yeri inceleme, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması
ve meydana gelen olayın niteliğinin tespit edilmesi amacıyla yapılır. Bu
nedenle, olay yeri incelemesi genel olarak, ceza yargılaması koruma tedbirlerinden
arama ve elkoyma işlemlerini yerine getirdiğinden, uzmanlar aracılığıyla hukukilik
ilkesi çerçevesinde, teknik ve bilimsel usullere uygun olarak yerine getirilmesi
gerekir.
Bu çalışma, Avrupa Birliği müktesebatına uyum amacıyla ülkemizde yapılan
son mevzuat değişikliklerine göre yapılacak elkoyma işlemlerinde, ekte belirtilen
*4. Sınıf Emniyet Müdürü, Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği, Ankara,
Temmuz 2006.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…
kaynaklardan da yararlanılarak, özellikle polisin uygulamalarına ışık tutması ve
tereddütlerinin giderilmesine katkı sağlaması amacıyla ele alınmıştır.
1. Elkoymanın Tanımı ve Niteliği
Bir suçu aydınlatmak için gerekli olan delilleri temin etmek veya müsadereye
tabi eşyayı emniyet altına almak için yapılan ve bir ceza muhakemesi işlemi olan
elkoyma, uygulamada müsadere ile karıştırılmaktadır. Müsadereye tabi eşya,
elkoymanın konusu olabilmekteyse de, “müsadere”, elkoymadan çok farklı neticeleri
olan bir kavramdır.
Yapılması ilgilinin rızası bağlı olmayan elkoyma, bir ceza değil, istenilen amaca
ulaşıldığında kendiliğinden sona eren, geçici bir koruma tedbiridir. Aynı zamanda,
ceza muhakemesi sonucunda doğru kararın verilmesini sağlamaya yönelik
bir araçtır.
Doktrinde birçok tanımı yapılan elkoymanın, Arama Yönetmeliği; “Suçun veya
tehlikelerin önlenmesi amacıyla veya suçun delili olabileceği veya müsadereye tabi
olduğu için, bir eşya üzerinde, rızası olmamasına rağmen, zilyedin tasarruf yetkisinin
kaldırılması işlemine” şeklinde ifade edilmiştir. Bir başka ifade ile elkoyma, ceza muhakemesini
amacına ulaştırmak için, kural olarak hakim, gecikmede sakınca bulunması
halinde savcı veya kolluk amiri tarafından, delil elde etme ve/veya müsadere
amacına yönelik olarak, sanık, şüpheli veya üçüncü bir kişinin rızası dışında zilyetliğindeki
bir eşyanın tasarruf yetkisinin adli makamlara devredilmesi şeklinde tanımlanabilir.
Elkoyma tedbirine başvurulurken, öncelikle koruma tedbirlerinin genel özellikleri
(geçici ve araç olma) ve önşartları (haklı görünüş, gecikemezlik, orantılılık
ve yasallık) ile elkoymaya hakim olan ilkeler (hukuk devleti, insan onurunun dokunulmazlığı,
dürüst işlem ilkesi, özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı vb)
göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca, bütün koruma tedbirleri gibi elkoyma da geçicidir.
Elkonulan eşya, yargılama sonunda ya müsadere edilir ya da zilyedine iade
edilir. Kunter ve Yenisey’e göre, delil olabilecek eşyaya elkoyma tutucu bir koruma
tedbiridir ve son karara kadar devam eder.
Ceza muhakemesinin amacına ulaşabilmesi için elkoyma yasağı bulunmadığı
sürece, delil veya delil niteliğinde bulunan ya da müsadereye tabi her şey muhafaza
altına alınabilir. Bu tür eşyanın zilyedinin rızası varsa “muhafaza ve emniyet
altına alma”; rızası yoksa “elkoyma” söz konusudur. Mevzuatımızdaki hükümleri
incelediğimizde genel olarak basit elkoyma, postada elkoyma, basılmış eserlere
elkoyma, bilgisayarlarda elkoyma, taşınmaz hak ve alacaklara elkoyma ve geçici
elkoyma gibi çeşitlerinin olduğu görülmektedir.
2. Hukuki Dayanaklar
• Uluslararası Düzenlemeler
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 3. maddesi ile 12. maddesinde "Hiç
kimse özel hayatı, ailesi, meskeni ve yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref
ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere
karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır" şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Yine, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 8. maddesi ise "Her şahıs hususi ve aile
hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet edilmesi hakkına maliktir. Bu
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3
MAKALELER
hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir cemiyette
ancak milli güvenlik, amme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın muhafazası,
suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlakın ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin
korunması için zaruri bulunduğu derecede kanunla derpiş edilmesi şartıyla
vuku bulabilir" şeklinde düzenleme yapılmıştır. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin elkoyma konusunda ülkemizle ilgili verdiği kararlar da belirtilen
gerekçeler ve kriterler de bu konuda polis için bir kaynak sayılır.
• Anayasa
Anayasa’nın özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20. maddesinde ve konut dokunulmazlığını
düzenleyen 21. maddesinde, elkoyma koruma tedbiri ile ilgili olarak,
kişilerin bu temel hak ve özgürlüklerinin hangi şartlarda ve şekilde sınırlanabileceği
genel olarak düzenlenmiştir.
• Ceza Muhakemesi Kanunu
Ceza muhakemesi tedbiri olarak CMK’da düzenlenen elkoyma, kanunun 123
ile 134. maddeleri arasındaki hükümlerde yer almaktadır.
• Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu
Kanunun 9. maddesinde, suçun önlenmesi amacıyla yapılan üst, eşya ve
araç aramalarında suç unsurlarına rastlanması halinde elkoyma işleminin yapılabileceği
belirtilmiştir. Ayrıca, Kanunun Ek 4. maddesinde, bir suçla karşılaştığında
polisin adli amaçlı olarak yapacağı elkoyma ile ilgili düzenleme bulunmaktadır.
• Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu
Kanunun 19 ve 20. maddelerinde, kaçakçılıkla ilgili elkonulacak eşya ve durumlar
belirtilmiştir. Bu Kanunda zoralımı öngörülen kaçak eşyaya derhal
elkonulur ve en yakın gümrük idaresine veya gümrük idaresince izin verilen yerlere
miktarını ve cins, marka, tip, model, seri numarası gibi eşyanın ayırıcı özelliklerini
gösterir bir tutanakla teslim edilir.
• Basın Kanunu
Basın hürriyetini yakından ilgilendirdiğinden delil elde etmek amacıyla basılmış
eserlerin hepsine değil bir kısmına elkonulabilir. Kanunun 25. maddesinde
elkoyma ile ilgili olarak; “soruşturma için sübut vasıtası olarak her türlü basılmış
eserin en fazla üç adedine Cumhuriyet savcısı, gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kolluk el koyabilir” şeklinde düzenlenmiştir.
• Türk Ceza Kanunu
Kanunda “eşya müsaderesi” ve “kazanç müsaderesi” şeklinde 54 ve 55. maddelerde
düzenleme yapılmıştır. Buna göre, müsadereye tabi olan eşya, failin tutuklanma
koşuluna bağlı olarak suçta kullanılan ya da kullanılmak üzere hazırlanan ya
da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyaya elkoyma işlemi yapıldıktan sonra,
fail mahkum olduğunda bu eşya müsadere edilecektir. Yine, yasada sayılmış olan
bazı nesneler, bir ceza mahkumiyeti olmamasına ve faile ait olmamasına rağmen,
elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır. Bu nesneler, kullanılması, yapılması,
taşınması, bulundurulması ve satılması suç teşkil eden nesnelerdir.
• Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği
Elkoyma ve koruma altına alma ile ilgili olarak değişik kanunlarda yer alan
4
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…
konunun uygulamasının nasıl ve ne şekilde olacağı Yönetmeliğin 15, 16 ve 17.
maddelerinde belirtilmiştir.
• Suç Eşyası Yönetmeliği
Suç eşyasına elkoyma konusu Yönetmeliğin 5. maddesinde ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Yönetmeliğe göre, suç eşyası ve suçla ilgili ekonomik kazancın,
muhafaza altına alınması, elkonulması, elden çıkarılması, iadesi, müsaderesi ve
imhasına ilişkin işlemlerin yapılmasında uyulacak usul ve esasları düzenlemiştir.
3. Elkoymanın Amaçları
3.1 Delil Elde Etmek
Elkoyma, ceza muhakemesinin sağlıklı yürütülmesi ve verilecek kararların
uygulanmasını sağlamak amacıyla yapılır. Bu amaçlara da ancak, delil olabilecek
veya müsadere edilebilecek eşyaya elkoyma ile mümkündür.
Maddi gerçeğin araştırıldığı ceza muhakemesinde hukuk devleti ilkesi çerçevesinde
her şey delildir. Bir başka ifade ile hukukumuz ceza muhakemesinde serbest
delil sistemini kabul etmiştir. O halde delil olan her şey, kural olarak
elkoymanın konusunu oluşturur. Bu nedenle elkoyma, delillerin toplanması ve
failin o suçu işleyip işlemediğinin tespit edilmesine yardım eder.
Elkoyma konusu ile ilgili Ceza yargılamasında iki grup eşya sayılmaktadır.
İlki, olay yerinde bulunan veya olayla ilgili olarak delil değerlendirmesi yapılacak
bazı eşyaya elkonulması amacıyla “soruşturma için ispat bakımından faydalı
görülen eşya”, ikincisi ise, “müsadereye tabi eşya” olarak belirtilmektedir
(CMK m.123).
Olay yerinde delil elde etme amacıyla yapılacak aramada, delil bulunduğunda
bunun elde edilmesi elkoyma ile olacaktır. Delil olabilecek eşyaya el koyma
tutucu bir koruma tedbiridir. Bu amaçla yapılan araştırma sonucu elde edilen delillere
elkonulabilir.
Gökçen ve Kaymaz’a göre elkoymanın ilk amacı, delil elde etme ve böylece
muhakemenin sağlıklı bir biçimde yapılmasını sağlamaktır. Örneğin, sahte evrak
tanzim etmek suçunda tanzim edilen evraka, ceza muhakemesinde değerlendirilebilmesi
için elkonulması gibi. Ancak, hukuk düzeninin tanımadığı, delil yasakları
içinde kalan, gerçekçi olmayan, yani beş duyumuzla algılanamayan, akıl ve
mantık kurallarına aykırı, suç ile ilgili olayı aksettirmeyen araçlar delil niteliğini
haiz sayılmazlar ve bu durumda olan eşyaya elkonulamaz.
3.2 Müsadere Etmek
Ceza muhakemesi sonunda verilecek kararların uygulanmasını teminat altına
alabilmek için müsadereye tabi eşyaya elkonulması gerekir(CMK 123). Müsadereye
tabi olan eşya, failin tutuklanma koşuluna bağlı olarak suçta kullanılan ya
da kullanılmak üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyaya
elkoyma işlemi yapıldıktan sonra, fail mahkum olduğunda bu eşya müsadere
edilecektir. Yine, yasada sayılmış olan bazı nesneler, bir ceza mahkumiyeti
olmamasına ve faile ait olmamasına rağmen, elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır.
Bu nesneler, kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması
suç teşkil eden nesnelerdir (TCK m.54).
Arapça asıllı olan “müsadere” kelimesi, hukuk terminolojisinde, işlenen bir suç
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5
MAKALELER
karşılığı olarak, mahkumun malvarlığının tamamı veya bir kısmı üzerindeki mülkiyetine
son verilmesi ve bu mülkiyetin kamuya devredilmesi anlamına gelir. Suç failinin,
bütün malvarlığı üzerindeki haklarının devlete geçmesi halinde “genel müsadere”,
sadece işlenen suç ile ilgili belirli mallar veya üzerindeki haklarının devlete geçmesi
halinde “özel müsadere” söz konusu olur. Modern ceza hukuku genel müsadereyi
kabul etmemektedir(Anayasa m. 38/8).
Yurtcan ve Gökçen’e göre müsadereye tabi olan eşya iki gruptur; İlki, failin
mahkum olması halinde, müsadere edilecek eşyadır. Bunlar, suçta kullanılan ya
da kullanılmak üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyadır.
Böyle bir eşyaya CMK hükümlerine göre elkonulabilir. Diğeri ise; kullanılması,
yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması suç olan eşyadır.
Elkoyma için bir suçta kullanılmasına gerek yoktur.
3.3 Önleme(Güvenlik) Tedbiri Olarak Yapılması
Genel olarak, suçu veya bir tehlikeyi önlemeye hizmet eden tedbirlere “önleme
tedbiri” denilir. Eğer bir tehlike uzaksa, önleme tedbirinden bahsedilir; polisin
toplumu koruma ve tehlikeyi önleme ile ilgili olarak, suçların işlenmesinin önlenmesi
görevi vardır (PVSK-2).
Önleme tedbiri olarak elkoyma konusu, başta Anayasanın 20 ve 21. maddeleri,
PVSK’nın 9. maddesi ile Arama Yönetmeliğinin ilgili maddelerinde kamu
düzeninin sağlanması ve suçların önlenmesi amacıyla elkoymanın yapılabileceği
belirtilmektedir.
Konu ile ilgili olarak; sürücü belgesine (önleme tedbiri olarak) el koyma, toplumsal
etkinlikler ve spor karşılaşmalarında önleyici elkoyma, kamu kuruluşları, cezaevi
ve hava alanlarında geçici el koyma uygulamaları ile eğitim kurumlarında sigara, bıçak
ve alkollü içki araması yapan Özel güvenlik görevlileri de önleme amacıyla yaptıkları
elkoyma işlemleri bu konuda örnek olarak gösterilebilir.
4. Elkoymanın Şartları
4.1. Şüphe Yönünden
Elkoymanın en önemli şartı, bir suç işlendiği veya suç delili elde etme hususundaki
şüphenin varlığıdır. Ceza muhakemesinde, “Araştırma Mecburiyeti İlkesi”
gereği, bir fiilin işlendiğini haber alan yetkili makamlarca derhal soruşturmaya
başlanır. Konu, CMK tarafından da düzenlenmiştir.
CMK’da bazı koruma tedbirleri için(arama, elkoyma, yakalama ve tutuklama
vb) farklı şüphe derecesi aranmıştır. Şüphe kavramı ile ilgili genel olarak kabul
edilen sınıflandırma, şu şekilde yapılabilir: Basit şüphe, önleme ve araştırma
amaçlı işlemlerde, makul şüphe veya somut emarelerle desteklenen şüphe soruşturma
evresi, yeterli şüphe kovuşturma evresi(kamu davasının açılması), kuvvetli
şüphe ise tutuklama için aranmaktadır.
CMK da, elkoyma bakımından da şüphenin derecesi konusunda bazı düzenlemeler
yapılmıştır. Örneğin, 128. maddede, taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma
için “kuvvetli şüphe” aranmıştır. 129. maddede, Postada elkoyma için “şüphe”
aranmıştır. Bu şüphe yeterli şüphe olması gerekir. 134. madde de ise, bilgisayarlarda
elkoyma işlemini ancak “başka suretle delil elde etme imkanının bulunmaması halinde”
yapılabileceği belirtilmiştir. Yine Arama Yönetmeliğinin “Makul şüphe” başlıklı 6.
6
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…
maddesinde adli aramalar için gereken makul şüphe konusunda bazı tanımlamalar
yapılmıştır.
Özbek’e göre şüphe ölçülebilen, belirli bir kavram değildir. Fakat ummadan
daha fazla ve fakat yeterli ya da kuvvetli şüpheden daha az bir anlamı vardır.
Umma sübjektif, şüphe ise objektif anlam içerir. Yaşanmış olaylar, yetkilileri bir
suçun işlendiği düşüncesine götürüyorsa burada şüphe vardır denebilir.
Erem’e göre, elkoyma tedbirinin uygulanması, şüpheliyi sanık durumuna getirdiğinden,
olaylara dayanan (ihbar, sıcak takip, gözetleme, iz takibi gibi) bir
şüphenin bulunması gerekir. Bu şüphe bir suça taalluk etmelidir. Elkoyma açısından
basit şüphenin yeterli olup olmadığı konusunda, elkoymaya neden olan
suçun niteliğine ve ağırlığına bakmak gerekir. Örneğin, Gökçen ve Kaymaz’a göre
organize suç için elkoymada, basit şüphe yeterli görülmektedir.
Kunter ve Yenisey’e göre, basit veya yeterli şüphe olmayan durumlarda, kolluk
görevlisinin takdir yetkisini kullanarak elkoyma yapması veya hakiminin
elkoyma kararı vermesi halinde, elkoymayla elde edilen delil hukuka aykırı delil
olacaktır.
4.2 Eşya Yönünden
Elkoyma konusu ile ilgili CMK’da iki grup eşya sayılmaktadır. İlki, olay yerinde
bulunan veya olayla ilgili delil olabilecek “soruşturma için ispat bakımından
faydalı görülen eşya”; ikincisi ise, “müsadereye tabi eşya” olarak belirtilmektedir(CMK
m.123). Müsadereye tabi olan eşya, failin tutuklanma koşuluna bağlı
olarak suçta kullanılan ya da kullanılmak üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden
meydana gelen eşya olup, elkoyma işlemi yapıldıktan sonra, fail mahkûm
olduğunda bu eşya müsadere edilecektir(TCK m.54/1). Yine, yasada sayılmış
olan bazı nesneler, bir ceza mahkûmiyeti ve faile ait olmamasına rağmen,
elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır. Bu nesneler, kullanılması, yapılması,
taşınması, bulundurulması ve satılması suç teşkil eden nesnelerdir(TCK m. 54/4).
Arapça olan “eşya” kelimesi “şey”’in çoğuludur. Gökçen’e göre “şey”, canlı
varlığın karşıtı olarak, cansız varlıklardır. Hukuki manada eşya; maddi varlığı
olup üzerinde hâkimiyet kurulması mümkün olan, sınırlanabilen, insan dışı, ekonomik
değer taşıyan her türlü cansız varlıkları ifade eder.
Elkoyma açısından, delil niteliğindeki ya da müsadereye tabi eşyayı elinde
bulunduran kişinin, malik ya da zilyet olması, ya da suça iştirak edip etmemesi,
sanık veya mağdur olması önemsizdir. Bu eşyanın fiile iştirak eden kişi ile ya da
mağdurla doğrudan bir ilgisinin bulunmasının ya da zilyedin muhakemedeki pozisyonunun
ne olduğunun da kıymeti yoktur.
Kunter ve Yenisey göre, canlı insan vücuduna elkoyma mümkün değildir. İnsan
vücudundan ayrılmış (kıl, kan, diş gibi) parçalar vücuttan ayrılmayı takiben
eşya durumuna girerler. Ayrı bir koruma tedbiri olan beden muayenesi, CMK 75
ve 76. maddeleri ile Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler
Ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmeliğinde detaylı şekilde düzenlenmiş
ve delil aranması amacıyla yapılması öngörülmüştür.
Kaymaz’a göre faydalı veya yararlı görülen eşyadan maksat “eşyada, potansiyel
olarak delil niteliğinin bulunması”dır. Bir eşyanın gerçekten delil niteliğini haiz
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7
MAKALELER
olup olmadığı, onun emniyet altına alınmasından sonra, delil olarak değerlendirilmesi
sırasında anlaşılacağı için, bu eşyaya elkoyma esnasında yürütülen ceza muhakemesinde
olayı aydınlatmak amacıyla herhangi bir şekilde kullanabileceğinin
ortaya çıkması yeterlidir. Gökçen’e göre bu eşyanın, ancak delil olan başka bir
nesne ile birlikte ikame edilebiliyor veya kuvvetlendiriliyor ya da anlam kazanıyor
olması, onun yararlı görülen eşya sayılmasına engel oluşturmaz. Yine, elkoymaya
konu olan delil niteliğindeki eşya, şüpheli veya sanığın aleyhine olabileceği gibi lehine
de olabilir. Burada önemli olan, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen
fiilin aydınlatılması için yardımcı olma özelliğinin bulunmasıdır.
4.3. Zaman Bakımından
Ceza muhakemesi, soruşturma evresi ile başlar ve kesin hükümle sona erer.
Dolayısıyla elkoyma kararı verebilmek için soruşturma evresinin başlamış olması
gerektiğinden, soruşturma makamlarının belli bir suçun işlendiği konusunda
şüphenin oluşmasını sağlamak için elkoyma yapmaları hukuka aykırı olur.
Elkoyma kural olarak günün herhangi bir saatinde yapılabilir. Ancak, adli
amaçlı elkoyma işlemi eğer gecikmesinde sakınca yoksa “kapalı alanlarda” yapılacak
arama koruma tedbiri gibi elkoymanın da gündüz yapılması gerekir. Bununla
beraber “açık alanlarda” ise elkoyma işleminin her zaman yapılmasında
bir engel bulunmamaktadır.
Elkoyma kararı verilmesinden itibaren, ne kadar süre içinde uygulanacağı
konusunda CMK’da bir açıklık yoktur. Elkoymanın, makul bir süre içinde yerine
getirilmesi gerekir. Makul süre olaydan olaya değişebilir. Örneğin, gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde, Cumhuriyet savcısı ve polisin de elkoyma emri verebileceğine
göre, hakimce verilen bir arama kararının uzun süre bekletilmesi, dürüst
işlem ilkesine(adil yargılanma ilkesi) aykırı olacaktır.
Toroslu ve Yurtcan’a göre, elkoymanın süresi konusunda yasal düzenlemelerde
açık bir hüküm yoktur. “Geçici olma” tüm koruma tedbirleri için bir özellik olduğundan,
süre konusunda hassas davranılmalıdır. Elkonulan eşyanın delil niteliğinde olmadığı
veya delil özelliği devam etmediği ya da müsadereye tabi olmadığı anlaşıldığında
elkoymaya derhal son verilmesi gerekir.
4.4. Yer Bakımından
Elkonulması yasak eşya ile ilgili istisnalar bir yana bırakılacak olursa, yer bakımından
herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. CMK ülkemiz sınırları içinde uygulanan
bir kanun olması nedeniyle, elkoyma ancak Türkiye sınırları içinde bulunan eşya
açısından söz konusudur. Bununla birlikte elkoyma işleminin uygulanmasında yer
konusunda bazı özel düzenlemeler de bulunmaktadır.
Elkoyma işleminin gerçekleştirileceği yer konusunda, açık alanlar ile kapalı
alanlar da yapılma usulleri biraz farklılık gösterir. Çünkü açık alanlarda yapılacak
elkoyma günün her saatinde yapılabilecekken, kapalı mekanlarda yapılacak
elkoyma ise, gecikmesinde tehlike yoksa gündüz yapılması gerekir. Bu gibi yerlerde
yapılacak elkoyma işleminde ise bazı kişilerin hazır bulunması da gerekebilir.
CMK’nın 119/5. fıkrası ile 251/4. fıkrasında “askeri mahal” kavramı kullanılmış
ve bu mahallerde yapılacak arama işlemi, Cumhuriyet savcısının istem ve
katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.
8
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…
1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi gereği, diplomasi
dokunulmazlığı bulunan kişilerin konutu, üstü ve eşyası aranamaz ve elkoyma
yapılamaz.
Hakim ve savcıların, ağır cezayı gerektiren suçüstü hali dışında suç işlediği
iddiasıyla üzerleri ve konutları aranamaz ve elkoyma yapılamaz. Durum Adalet
Bakanlığına derhal bildirilir.
Avukat bürolarında arama ve elkoyma işlemi CMK 130/1 fıkrasına göre ancak
mahkeme kararı ile Cumhuriyet savcısının denetiminde yapılabilir.
5. Elkoyma Emri Ve Kararını Verme Yetkisi
Elkoyma işlemi, temel hak ve özgürlükleri sınırladığı için, hukukumuzda
elkoymaya kural olarak hakimin karar vermesi aranmıştır. Elkoyma emri veya
kararını verme yetkisi ile ilgili olarak Anayasanın 20 ve 21. maddeleri esas alınarak,
CMK 127/1. fıkrası ile Arama Yönetmeliğinin 15. maddesinde; Hakim kararı
üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının,
Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile
kolluk görevlileri, elkoyma işlemini yapabilecekleri öngörülmüştür.
Aynı maddenin 4. fıkrasında, zilyetliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı
değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu konuda bir karar verilmesini
isteyebileceği hüküm altına alınmıştır. Askeri mahallerde yapılacak elkoyma
işlemi ise, 6. fıkraya göre ancak, Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî
makamlar tarafından yerine getirilir.
Kaymaz’a göre, devlet menfaatleri ile kişi menfaatleri arasında denge gözetilmesini
gerektiren elkoyma kararı için, hakim kanuna uygunluk yanında, amaca
uygunluğu da gözeteceğinden, kişi için bir güvence oluşturur.
Hâkimin elkoyma kararı verebilmesi için, öncelikle elkoymanın kanun ve yönetmelikte
belirtilen şartlara uygun olması gerekir. Soruşturma evresinde sulh hâkimi,
kovuşturma evresinde ise mahkeme elkoyma kararı verir.
Postada elkoymada(CMK 129) sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca
olan durumlarda Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilirken, avukat
bürolarında elkoyma ise(CMK 130) ancak mahkeme kararı ile yapılabilir. Bilgisayarlar
da elkoyma işlemi ise(CMK 134) Cumhuriyet savcısının istemi ve hâkimin
kararı ile gerçekleştirilebilir.
CMK dışındaki bazı kanunlarda da, bazı mercilere (Vali, Kaymakam, Sıkıyönetim
Komutanı, Gemi Kaptanı vb.) elkoyma emri verebilme ve elkoyma yapabilme
hususunda yetki verilmiştir. Bu kanunlarda aksine hüküm yoksa, elkoyma
CMK hükümlerine göre yapılır.
6. Elkoyma İşleminin Yapılması (Elkoyma Kararının Uygulanması)
6.1. Genel Olarak(Basit Elkoyma)
Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk amirinin
yazılı emri ile elkoyma işlemini yapan kolluk görevlilerince, suç eşyasına
elkonulduğuna dair bir tutanak düzenlenir(CMK 127/1). Elkonulan eşya, usulüne
uygun olarak ambalajlanıp etiketlendirildikten sonra soruşturma evrakı ile birlikte
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9
MAKALELER
Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi yirmidört saat içinde görevli
hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren 48 saat içinde
açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar. Elkonulan eşyanın bu süre içerisinde
muhafazası için gerekli tedbirler, Cumhuriyet başsavcılığınca alınır.
Elkonulan eşyanın teslim alınmasına dair işlemler Cumhuriyet savcısının talimatı
doğrultusunda emanet memurunca yerine getirilir.
Elkoyma işleminin uygulanması şu şeklide sıralanabilir;
• Elkoyma kararı ilgili kişiye bildirilir (CMK 124).
• Elkoyma işlemi sırasında elkonulamayacak belge ve mektuplara
elkonulmaz(CMK 126)
• Kararı, hakim, savcı veya kolluk icra eder.
• İstenen eşyayı vermeyenler hakkında disiplin hapsine ilişkin hükümler uygulanır(CMK
124).
• Elkoyma kararına göre yapılan el koyma işlemi tutanağa geçirilir.
• Elkoyma işleminde görev alan personelin açık kimliği tutanağa yazılır.
• El koyma işlemi, suçtan zarar gören mağdura bildirilir(CMK 127/5).
• Askeri mahallerde ve avukat bürolarında yapılan el koymalarda C.Savcısı
hazır bulunur(CMK 127/6) .
• İstenen eşyayı vermeyenler hakkında CMK 60. maddesinde öngörülen disiplin
hapsi uygulanır(CMK 124).
• Devlet sırrı niteliğindeki belgeler, mahkeme hakimi veya heyeti tarafından
incelenir(CMK 125/2).
CMK’da, elkoyma kararının yerine getirilmesinde yetkililer açısından herhangi
bir sınırlama getirilmemiştir. Hakim, savcı elkoymayı bizzat uygulayabilir, yardımcı
görevlilerinden istifade edebilir veya bu konuda polis ve jandarmayı görevlendirilebilir.
Hatta, memur olmayan hamal ve taşıyıcı gibi şahısların da yardımından
istifade edilebilir.
Hakim kararıyla yapılan elkoyma sırasında ilgilinin veya yakınlarının hazır
bulunması zorunlu değildir. Ancak savcı veya kolluk tarafından yapılan
elkoymada, alakadar şahıs veya bunun mümeyyiz olan hısımlarından birinin hazır
bulunması gerekmektedir.
Zilyetliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı değerlerine elkonulan kimse,
hâkimden her zaman elkoymanın kaldırılması konusunda bir karar verilmesini isteyebilir.
Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra
edilir. Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararı, bu
araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Banka veya
diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, iletişim araçlarıyla
bu yerlere derhâl bildirilerek yerine getirilir.
6.2. Zor Kullanma İle Yapılması
Her elkoymada, temel bir hakkın, ilgilinin isteyip istememesine bakılmaksızın
henüz hüküm verilmeden kısıtlanması söz konusu olduğundan, potansiyel bir zorlama
içerir. Elkoymaya maruz kalacak kişinin daima elkoyma yapacak görevli ile
işbirliği içinde hareket etmesi beklenemeyeceğinden, elkoymanın amacına ulaşması
ve etkinliğin sağlamak için gerekli oranda(orantılılık ilkesi) zor kullanılabilir.
10
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…
Elkoymadan önce, eşyanın zilyedi olan kişiye elkoyma konusunun açıklanması,
soruşturmanın amacına zarar vermemek şartıyla elkoyma nedeninin
bildirilmesi ve razı olmadığı takdirde eşyanın zorla alınacağının açıklanması
gerekir. Eşyanın rıza ile verilmemesi durumunda Devletin zor kullanma hakkı
doğar. Burada kişinin rızası ile vermemesi halinde kullanılacak zor, amaca uygun
olarak elde edilmesi gereken eşyanın elde edilmesi ile son bulmalıdır(CMK
123/2, 124/2).
Ancak, elkoyma tedbiri için zor kullanma konusunda çok dikkat edilmesi gerekir.
Zira, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması halinde TCK 256. maddesine
göre, “kasten yaralama suçu” oluşur ve buna ilişkin hükümler uygulanır.
Bu nedenle, zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada,
kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanmaması
gerekir. Ayrıca, görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine
veya kamunun zararına ya da bu işlemden kazanç sağlayan kamu görevlisi
ile ilgili olarak TCK 257/1 fıkrasına göre “görevi kötüye kullanma” suçu
oluşacaktır. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise, görevin gereklerini yapmakta ihmal
veya gecikme olması halinde de kamu görevlisine ceza verilmesi öngörülmüştür.
Özbek’e göre, zor kullanma elkoymaya karşı çıkan kişiye karşı olabileceği gibi,
eşyaya da yönelik olabilir. Mesela elkonulacak eşyanın bulunduğu kasanın kilidinin
kırılması gibi. Ne şekilde elkoyma yapılırsa yapılsın, sanığın haklarını kullanabilme
imkanını ortadan kaldıracak şekilde zorlama yöntemi uygulanamaz.
Adlî kolluğun olay yerinde aldığı tedbirlere uyulmaması halinde, CMK 168.
maddesine göre, bunların yapılmasına engel olan veya yetkisi içinde aldığı tedbirlere
aykırı davranan kişileri, işlemler sonuçlanıncaya kadar ve gerektiğinde zor
kullanarak bundan men etme yetkisi tanınmıştır. Bu kişileri gözaltında tutma süresi,
elkoymanın gerçekleşmesi ile sınırlı olmalı; her halükarda 24 saatı geçmemelidir.
7. Elkoyma Çeşitleri
7.1 Taşınmazlara, Hak Ve Alacaklara Elkoyma
Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoymanın nasıl ve ne şekilde olacağı
CMK’ın 128. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Belirtilenlere elkoyma
işleminin yapılabilmesi için, özetle;
• Suçun işlendiğine veya suçtan elde edildiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin
bulunması,
• İşlenen suçun CMK 128/2’de sayılan suçlardan olması,
• Hakim kararı bulunması (CMK 128/9) ve,
• Elkoyma ile ilgili verilen karar çerçevesinde CMK 128/3, 4, 5, 6, 7 fıkralarına
göre işlem yapılması, gerekir.
CMK 128. maddesine göre, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine
ve bu suçlardan elde edildiğine dair kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde,
şüpheli veya sanığa ait; “ Taşınmazlara, kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,
banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba, gerçek veya tüzel
kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, kıymetli evraka, ortağı bulunduğu
şirketteki ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına, diğer malvarlığı değerleri-
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11
MAKALELER
ne”, elkonulabilir. Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli
veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma
işlemi yapılabileceği yasal metinde öngörülmüştür.
7.2. Postada Elkoyma
Öztürk ve Gökçen’e göre postada elkoyma; delil niteliğinde ve/veya müsadereye
tabi olan posta gönderilerinin (mektup, koli, telgraf vb.) ilgililerin rızası bulunmaksızın
adliyede emanet dairesi denilen yere konulmak suretiyle emniyet altına
alınması olarak ifade edilebilir. Diğer bir değişle postada elkoyma işlemi, evrakların
postada olduğu zamanda uygulanır. Bu nedenle eşya postada değil de,
şahıslarda veya başka bir yerde bulunuyorsa, basit elkoyma hükümlerine göre
elkonulabilir. Dolayısıyla bu tür evrak kargo vb. özel posta hizmeti veren kuruluşlarda
ise postada elkoyma değil, basit elkoymaya dair hükümler uygulanacaktır.
Postada elkoyma işleminin yapılabilmesi için;
• Suç delili oluşturduğundan şüphe edilmesi,
• Gerçeğin ortaya çıkması için el konulmasının gerekmesi,
• Hakim kararı veya C.Savcısının yazılı emri, gerekir.
Postada el koymaya karar verilmesi halinde gönderiye el konulması ile yetinilir.
İçeriği açılamaz. Posta memurları huzuruyla mühürlenen gönderi Hakim ve
C.Savcısına teslim edilir (CMK 129/2).
Yukarıda belirtilen işlemlerin aksi durumunda bu işlerle görevlendirilenler haberleşme
özgürlüğünü ihlal suçunu işlemiş olurlar (TCK 132, 137). Yine TCK’nın
134/1 fıkrasında, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimselerin cezalandırılacağı
öngörülmüştür.
7.3. Avukat Bürolarında Elkoyma
Avukat bürolarında elkoyma işleminin nasıl yapılacağı CMK’ın 130. maddesinde
düzenlenmiştir. Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen
olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro
başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.
Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda
arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat
ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda,
bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca
mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza
hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim,
elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu
saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten
tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, 24 saat içinde verilir.
Postada elkoyma durumunda bürosunda arama yapılan avukat veya baro başkanı
veya onu temsil eden avukatın karşı koyması üzerine de aynı usuller uygulanır
(CMK 130, Arama Yön. 13).
7.4. Eşya Veya Kazancın Muhafaza Altına Alınması Ve Bunlara
Elkonulması
Eşya ve kazancın müsadere edilmesi konusunu oluşturan değerler ve durumları
TCK’ın 54 ve 55. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, müsadereye tabi
12
Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006
Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…
olan eşya, failin tutuklanma koşuluna bağlı olarak suçta kullanılan ya da kullanılmak
üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyaya
elkoyma işlemi yapıldıktan sonra, fail mahkum olduğunda bu eşya müsadere
edilecektir. Yine, yasada sayılmış olan bazı nesneler, bir ceza mahkumiyeti olmamasına
ve faile ait olmamasına rağmen, elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır.
Bu nesneler, kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması
suç teşkil eden maddelerdir.
Ayrıca, CMK’ın 123. maddesinde de eşya ve kazanca elkoyma ile ilgili şu düzenleme
yapılmıştır:
• İspat aracı olarak yararlı görülen ya da eşya veya kazanç müsaderesinin
konusunu oluşturan malvarlığı değerleri, muhafaza altına alınır.
• Yanında bulunduran kişinin rızasıyla teslim etmediği bu tür eşyaya
elkonulabilir.
7.5. Bilgisayarlarda elkoyma
Hukuki düzenlemelere yeni giren bir kavram olan bilgisayarlarda elkoyma ile
ilgili işlemler CMK’ın 134. maddesi ile Arama Yönetmeliğinin 17. maddelerinde
düzenlenmiştir. Buna göre, bilgisayarlara, bilgisayar programlarına ve kütüklerine
elkonulabilir. Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde
etme imkânının bulunmaması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine
şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde
arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların
çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.
Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden