08.12.2012 Views

polis -halkla ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin önemi - E-Bitik

polis -halkla ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin önemi - E-Bitik

polis -halkla ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin önemi - E-Bitik

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

MAKALELER

1982 Anayasasının “Başlangıcı”nda olduğu gibi 2, 24 ve 174.

maddelerinde de Atatürkçülük bir Anayasal norm olarak kabul edilmiştir.

Atatürkçülük anayasaüstü bir kavramdır. Anayasaüstülük düşüncesi

1789 Fransız Bildirgesinde de vardır. Türkiye’de anayasayı ilk kez yapan kurucu

iktidar (asli kurucu iktidar) ve anayasayı değiştirme iktidarı (tali kurucu iktidar)

insan hakları, uluslararası hukuk ve Atatürk ilke ve inkılapları normlarıyla da

bağlıdırlar.

Anayasaüstülük (supraconstitutionalite) kavramı üçe ayrılabilir;

I. Genel anayasaüstü kuralları;

II. Dış-anayasaüstü kurallar, (uluslararası normlar, ulusalüstü normlar);

III. İç-anayasaüstü kurallar (iç üst normlar; Atatürk İlke ve İnkılapları).

Bunlar üzerinde kısaca durmak istiyoruz.

I. Genel anayasaüstü kuralları;

Genel anayasaüstü ilkelere şu örnekler verilebilir; insan onuruna saygı, adil

yargılanma hakkı, kişi güvenliği, özel hayatın gizliliğine saygı, insanın fiziki

varlığına dokunulmaması, çoğulculuk, anayasanın yazılı olması, kurucu iktidarın

sahibinin millet olması, kuvvetler ayrılığının bulunması, doğal hukuk prensipleri

(adalet, özgürlük, ortak yarar, dayanışma gibi), temel hakların kurucu iktidarın

iradesinden üstün olması, ulusal egemenlik 1 ve hukukun genel prensipleri gibi 2 .

Hukukun genel ilkelerinin anayasaüstü bir değerde olduğu belirtilmelidir.

Hukukun genel ilkelerine bazı örneklerin verilmesi mümkündür; hakkın kötüye

kullanılmaması (abus du droit), ihkak-ı haktan imtina (deni de justice),

kimsenin kendi davasının yargıcı olmaması (nemo iudex in sua causa),

kazanılmış haklara (droits acquis) saygı, kesin hükme (res iudicata) saygı, ahde

sadakat (pacta sunt servanda), nesafet (equite), ayrımcığın reddi (principe de

non-discrimination) gibi 3 .

* Başbakanlık-ANKARA

1 Ulusal egemenlik ilkesinin (1982/6), anayasaüstü olduğu tezi vardır; ama Maastricht Anlaşmasının

bu teze aykırı olduğu iddia edilmiştir. Maastricht Anlaşmasıyla (1992) ulusal egemenlik

ilkesinin anayasal normlara üstün olup değiştirilemiyeceği görüşü de değişti. Fransız Anayasa

Konseyi 2.09.1992 tarihli kararıyla tali kurucu iktidarın anayasayı değiştirebileceğini kabul etti.

2 Tufts, James Hyden, The Individual and His Relation to Society, M. Kelly Publishers,

New York, 1970, p. 41.

3 Detay için bk. Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 1985, C.I, s. 205-216.

2

ANAYASA VE ATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. Hasan T. FENDOĞLU *

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Anayasa ve Atatürkçülük

Anayasa hukuku, sadece anayasa metni ile sınırlı değildir. Anayasanın da

üzerinde kurucu yasama organını bile bağlayan bir süpra-pozitif hukuk vardır.

Asli veya tali kurucu iktidarlar, keyfine göre herşeyi düzenleyemezler; aksi halde,

bu, modası geçmiş bir pozitivizme geri dönüş olur. Özellikle insan hakları

alanında Avrupa’daki (Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, İsviçre gibi) ülkelerin

Anayasa Mahkemeleri genel ilkeler önermekte ve demokrasi, hukuk devleti 4 ,

ölçülülük 5 (ve orantılılık) 6 , eşitlik 7 gibi ortak kıstaslar kullanmaktadırlar.

Fransız Anayasa Konseyi 1979 da verdiği iki ayrı kararında “güçler ayrılığı”

ve kamu hizmetinin devamlılığı” ilkelerinin hukukun genel ilkeleri olduğuna karar

vermiştir. Ulusal Anayasa yargısı ile Ulusal-üstü Anayasa yargısı arasında bu

konuda etkileşim bulunmaktadır. Anayasa Mahkemeleri, özgürlükleri koruyucu

jürisprüdansını, “yaratıcı” yönde geliştirerek, anayasada açıkça yer almayan bir

hakkı insan hakkı olarak anayasal değere sahip kılabiliyorlar; norm işlevini

görüyorlar 8 . İnsan hakları-Devlet diyalektiğinde anayasa yargıçları hukuk

devletinin derinleştirilmesi işlevine gayret göstermektedirler. Türk Anayasa

Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini, anayasadan önce gelen üstün referans

norm olarak benimsemiştir. Anayasa Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini

Anayasanın 2. maddesindeki “hukuk devleti” kavramının ayrılmaz unsurları

olarak yorumlamıştır. Bir ilkenin hukukun genel ilkelerinden biri olarak

kabulünün şartı, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünde belirtildiği gibi onun

“uygar milletlerce tanınmış” olmasıdır 9 .

Anayasa Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini tamamiyle tarif etmekten

kaçınmış, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesine yollama

yapmış hukukun genel ilkeleri ile uluslararası hukuk arasında bir bağ kurmuştur.

II. Dış-anayasaüstü kurallar, (uluslararası normlar, ulusalüstü

normlar);

Uluslar arası normlara gelince, bunların içinde en önemlisi, AİHS’dir. AİHS,

TBMM tarafından 10. 03. 1954 tarihinde 6366 sayılı yasa ile onaylanmış (RG.

4 Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti ilkesini insan haklarının korunmasında referans norm

olarak kullanmaktadır; şöyle ki, yüksek mahkemeye göre hukuk devleti: “Anayasanın açık hükümlerinden

önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkeleri” ve “hukukun

üstün kuralları”, “yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerine

bağlı”, “insan haklarına saygılı”, “hak ve özgürlükleri... güçlendiren”, “adaletli bir hukuk düzeni”

olan devlettir; E. 1990/28, RG. 20814/14.03.1990; Bk. AYMKD, Sy. 22, s.120.

5 Ölçülülük hk. bk. Ch. Rumpf, “Ölçülülük İlkesi ve Anayasa Yargısındaki İşlevi ve Niteliği”,

Anayasa Yargısı, Sy. 10, Ank. 1993, s. 25-48. Modern sosyolojik teorilere göre de, zıt

yararları dengelemek hukukun görevidir.

6 Orantılılık, hukuk devleti ilkesinin bir sonucu olup, eşitlik ile ölçülülük arasında köprü kuran

bir ilkedir. Özgürlük sınırlamalarında araçlar, hedeflenen amaçlara orantılı olmalıdır. Özgürlük

sınırlamaları öngörülen amaç dışında kullanılamaz (1982/13-2).

7 Eşitlik ilkesini Alman, Avusturya, İtalya, Fransız, İspanyol Anayasa Mahkemeleri gibi Türk

AnYM (E. 1990/5, K. 1990/28, RG. 20814/14.03.1990; bk. AYMKD, Sy. 25, s. 8) kullanmaktadırlar.

8 İsviçre örneği için bk. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansı, Ank. 7-10 Mayıs

1990, AnYMY, Sy.3, ss. 265-279.

9 Devlet, hukukun genel kurallarına uyacaktır; bk. AYMKD, Sy. 22, s. 120.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

19. 03. 1954/ 8662), 18. 05. 1954 de belge Avrupa Konseyi’ne tevdi edilmiş, 21.

04. 1987 de AİH Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 27. 09. 1989 tarihinde

de AİHM nin zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır (RG. 20295/ 27. 09. 1989) 10 .

Türk Anayasa Mahkemesi, hukukun genel ilkelerini ve uluslar arası

meşruiyeti, hukuk devleti kavramından çıkarmakta ve kararlarında ölçü norm

olarak kullanmaktadır. Anayasa Mahkemesine göre, hukukun bilinen ve uygar

ülkelerde benimsenen ilkeleri olan hukukun genel ilkeleri, en azından Anayasal

değerde olup, Anayasanın üstünde yer alır, kanun koyucunun takdir yetkisini

sınırlar 11 . “Kanunlarımızın, Anayasanın açık hükümlerinden önce, hukukun

bilinen ve bütün uygar memleketlerde kabul edilen prensiplerine uygun olması

şarttır” 12 . “Milletlerarası hukuku da, Devletlerin taraf oldukları 2 veya çok taraflı

andlaşmalar, milletlerarası teamüller (örf ve adet), medeni milletlerce kabul

edilen ve temel hukuk prensiplerinden bulunan, iyi niyet, ahde vefa, kazanılmış

haklara saygı, Devletler Hukukunun iç hukuka üstünlüğü ilkeleri ve

yardımcı kaynak sayılan ilmi ve kazai ictihatlar oluşturmaktadır” 13 . “Türk

toplumunu geriletici, temel hak ve hürriyetleri, hukuk devleti ilkesini yok edici”

amaçlarla anayasa değiştirilemez 14 . Atatürk’e göre de, demokrasinin çağdaş bir

demokrasi olması gerekir. Anayasa Mahkemesinin demokratik toplum düzeninin

gerekleri konusunda verdiği kararların en istikrarlı olanı, demokratik toplumlarda

temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamıyacağıdır 15 .

AİHS, aslında, anayasa dahil bütün iç hukuk normları karşısında üstündür.

Avrupa İnsan Hakları Divanı, Open Door ve Dublin Weil Women - Irlanda

Davası’nda, İrlanda Yüksek Mahkemesinin, Birleşik Krallıkta kürtaj yapan

klinikler üzerine bilgi alış-verişini yasaklayan kararını orantılılık ilkesine aykırı

bulmuştur 16 . AİH Divanı, İrlanda Anayasasının hükümlerini doğrudan iptal

etmemiş ama etkisiz kılmıştır. Bunun sonucu olarak, AİH Divanının uygun

bulmadığı anayasa hükmü artık uluslararası arenada dermeyan edilemiyecek,

uluslar arası düzeyde hukuki değerden yoksun bulunacaktır. Faşist İtalya,

Komünist Rusya (1917) ve Nazi Almanyası dışındaki tüm ülkeler, uluslararası

anlaşmalar hukukunun üstünlük ve bağlayıcılığını kabul ederler. Bu nedenledir

10 Detay için bk. Yıldız, Mustafa, “AİHM nin İşlevsel Konumu”, Anayasa Yargısı, 35. Yıl,

1997, C. 14, ss. 255- 332; İşteyişi için bk. J. A. Forewein ve M. E. Vıllıger, “Avrupa İnsan

Hakları Komisyonu Raporu”, 7. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansı, 27 Nisan 1987,

Lizbon, ss. 207- 243.

11 Bk. E. 1963/124, K. 1963/ 243, KT. 11.10. 1963, AYMKD, Sy. 1, s. 349. E. 1963/166, K.

1964/76, KT. 22.12.1964, AMKD, Sy.22, SS. 288-291. E. 1990/7, K. 1990/11, KT. 21.06.

1990, RG. 20776/4.02.1991. E. 1990/17, K. 1990/23, RG. 20677/ 26.10.1990. E. 1990/32, K.

1990/25, RG. 20711/30.11.1990.

12 22.1.21964, E. 63/166, K. 64/76, AYMKD, Sy. 2, s. 237.

13 AYMKD, Sy. 21, Ank. 1991, 2.B., s. 168; AYMKD, Sy. 22, Ank. 1987, s. 255 (kalın harfler

bana ait).

14 26.09.1965, E. 63/173, K. 65/40, AYMKD. Sy.4, sh. 269.

15 Bk. Turhan, Mehmet, “Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”, Anayasa Yargısı,

29. Yıl, Ank. 1991, C. 8, ss. 401- 420.

16 29. 10. 1992 tarihli Open Door ve Dublin Weil Women-İrlanda kararı.

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Anayasa ve Atatürkçülük

ki, asli ve tali kurucu iktidarlar, uluslararası sözleşme normlarına uymak

zorundadırlar.

AİHS kimi ülkelerde iç hukuka henüz katılmamıştır, AİHS’ nın bu ülkelerde

sadece moral etkisi bulunmaktadır. Sözleşmeyle bütünleşmeyen bu ülkeler,

İngiltere, İsveç, Danimarka, İrlanda, İzlanda ve Norveç’tir.

Sözleşmeyle bütünleşen ülkeler ise kendi aralarında 4 gruba ayrılabilir;

Birinci grup, Sözleşmeyi Anayasanın üzerinde görmektedir; Hollanda’nın

1983 tarihli Anayasası ve İspanya’nın 1978 tarihli Anayasası gibi. Hollanda’da

AİHS anayasal değerdedir; ancak bu, anlaşmanın Hollanda Meclisi’nin 2/3 oyu

ile onaylaması şartına bağlıdır.

İkinci grup, Sözleşmeyi Anayasaya eşdeğer gören ülkelerdir; 1964 tarihli

Avusturya Federal Anayasası gibi.

Üçüncü grup, Sözleşmeyi yasanın üzerinde Anayasanın altında gören

devletlerdir ki bunlar; Türkiye, Fransa, Yunanistan, Portekiz ve Belçika’dır.

Fransa’da AİHS, kanun ile Anayasa arası bir değere sahiptir (Fransız 1958

Anayasası, md. 55). 1982 Anayasası’nda 7.5.2004 tarih 5170 sayılı yasa ile

değişiklik yapılmış ve aşağıdaki hüküm getirilmiştir; „Usulüne göre yürürlüğe

konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla

kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek

uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır“.

Dördüncü grup ülkeler, Sözleşmeyi yasa düzeyinde görmektedir; Bunlar,

Federal Almanya, İtalya, ve İsviçre’dir. 17 Almanya’da AİHS, kanuna eşdeğer

sayılmaktadır. İtalya’da da AİHS, kanun değerindedir.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM), 24 Kasım 1998 tarih 964/1020

sayılı kararında YAŞ kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasına ilişkin AnY

nın 125/2 madde hükmü ile AİHS nın 6/1, AnY nın 36 ve 40. maddesine aykırı

olup olmadığını irdelemiş, sonuçta, AİHS nın bu maddesinin AnY nın üzerinde

olmadığına karar vermiştir 18 .

17 Çavuşoğlu, Naz, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Topluluk Hukukunda

Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Yayını, Ank.

1994, s. 86 vd.

18 Selçuk, bu kararın, “tam bir çelişki” olduğunu, “sözleşme (nin) yurttaşlara değil herkese

uygulanacağını”, “Türk yargısının bu hükümleri yardımcı hüküm olarak değil, destek hüküm

olarak ele al” dığını belirtir; s. 418-419. Geçmişi oldukça onurlu olan Fransa, bugün bile toplum

mühendisliği düşüncesinden vazgeçmemiş, hukuk devleti aşamasından hukukun üstünlüğüne

ulaşamamıştır. Batıyı özümsemek gerekir; aslanı aslan yapan özümsediği koyun etidir. Özgür birey

yaratılmalı, belli bir kültür dayatılmamalı, eleştirel akılcılık olmalıdır. Eleştirene pençemizi değil,

elimizi uzatalım, eleştiri vazgeçilemez bir kamusal haktir. Ortaçağ kendini eleştiremediği için

ortaçağ olmuştur. Eleştirilemeyen bir görüş doğmalaşır, çürüyüp yozlaşır. Düşünce özgürlüğü ve

eleştiri yoksa, tartışan insanlar değil, çarpışan ordular üretilir. Hoşgörü, diyalog ve eleştiri şarttır.

AİHM e göre, Türkiye tutuklama-yargılamada makul süreyi aşmış (2 karar), etkili yargı yolları işlememiş

(8 karar), düşünce özgürlüğü (3 karar) ve AİHS nin 2,3,6,8,10,11,13. maddelerine aykırılıklardan

ülkemiz mahkum olmuştur. Hukuk devrimi, ardındaki felsefi birikim özümsenerek

ve Türk toplumunun uygarlıkla çatışmayan öz değerlerine kıyılmadan gerçekleşmelidir. Selçuk,

s. 420-427. Düşünce özgürlüğü konusunda Anayasa Mahkemesi kararı şöyledir; Düşünce özgürlüğü,

her türlü sorumsuz davranışa cevap veren mutlak ve sınırsız anlamada olamaz; toplumsal

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

III. İç-anayasaüstü kurallar (iç üst normlar; Atatürk İlke ve

İnkılapları);

Anayasanın başlangıç 19 , 2, 24 ve 174. maddelerine göre, Atatürk İlke ve

İnkılapları özel bir önem taşımaktadır ki bunlara iç anayasaüstü normlar

denilebilir. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, Atatürk İlke ve İnkılapları,

Anayasa’dan da üstündür. “Atatürk İlke ve İnkılapları ... 1982 Anayasası’nın

temel dayanağını oluşturmuştur”. 20 “Atatürk’ün ortaya koyduğu ve bugün de

Türk devlet idaresinin bir yönetim kuralı olan” 21 Atatürk İlke ve İnkılaplarına iç

anayasaüstülük denilebilir. Anayasanın 174. maddesindeki inkılap kanunları

“Türkiye Cumhuriyetinin temelini oluşturan ögelerdir” 22 . Atatürk İlke ve

İnkılaplarının özü çağdaşlaşmadır bunun da temel taşı Anayasanın 2, 24 ve 174.

maddelerinden de anlaşılacaği üzere laikliktir. 23

Atatürkçülük, “Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve

refaha sahip olması, devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve ilmin

rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacı ile

temel esasları yine Atatürk tarafından belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına ve

ekonomik hayata, toplumun temel müesseselerine ilişkin gerçekçi fikirlere ve ilkelere,

Atatürkçülük denir”. 24 Bir başka tanıma göre, “Atatürkçülük anti emperyalist, anti

kolonyalist, laik, ilerletici ve yürüyüş halinde bulunan dinamik sürekli bir kalkınma

hareket ve sistemidir”. 25 Atatürk’e göre, Türk Devleti’nin iki temel unsuru vardır; Tam

bağımsızlık ve Milli Egemenlik ilkeleri. 26

yaşayışla dengeli olmalıdır; AYM, 8.4. 1963, E. 1963/16, K. 63/83, AYMKD, S. 1, s. 199.

19 “‘Başlangıç’ Anayasamızın metnine dahildir. Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri

belirten bu kısımdaki prensipler, Anayasa metni içinde bulunmakla, kanun, tüzük, yönetmelik ve

ilh... gibi, bütün diğer mevzu hukuk kaidelerinden, hukuki kıymet bakımından üstün durumdadır.

Diğer kanunlar Anayasaya aykırı olamayacakları gibi, evleviyetle ‘Başlangıç’ kısmındaki

prensiplere de muhalif hükümler ihtiva edemeyeceklerdir. Her ne şekilde olursa olsun, etmiş bulunurlarsa,

Anayasa Mahkemesince iptali mümkündür. Yahut, bu aykırılık davalar görülürken

her zaman taraflarca itiraz yoluyla dermeyan edilebilir... Kısacası, ‘Başlangıç’ kısmındaki hüküm

ve prensiplere aykırı kanunlar, kazai bir murakabe konusu teşkil edebilir ve Anayasa Mahkemesince

iptalleri imkân dahilindedir...” Selçuk ÖZÇELİK, Esas Teşkilât Hukuku, İkinci Cilt, İstanbul

1976, s.148-149. “...Anayasamızın bu alanda getirdiği asıl yenilik, 156/1. madde gereğince

Başlangıç kısmının Anayasa metnine dahil olmasıdır. Böylece Başlangıç kısmında bulunan

temel görüş ve ilkelere de saygı gösterilmesi gerekmektedir. Bu görüş ve ilkelere de aykırı olan

kanunlar hakkında Anayasa Mahkemesine müracaat edilebilecektir. Hukuki sonuçlar bakımından

çok mühim olan bu yenilik Başlangıç kısmını bir sembol olmaktan çıkarmakta ve Anayasaya

geniş gelişmek imkânları sağlamaktadır...” O. ALDIKAÇTI, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi

ve 1961 Anayasası, İstanbul 1970, s. 155.

20 E. 83/2, K. 83/2, KT. 25.10. 1983, AYMKD, Sy. 20, s. 364.

21 AYMKD, Sy. 25, Ank. 1991, 2. B., s. 354-355. Ayrıca bk. AYMKD, Sy. 25, 1991, s. 143 vd.

22 E. 89/1, K. 89/12, KT. 7.3.1989, AMKD, Sy. 25, s. 143.

23 Bk. AYMKD. Sy. 22, s. 311-314; AMKD, Sy. 25, s. 133-165..

24 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca

Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 7.

25 Reşat Kaynar, “Atatürkçülük Nedir”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,

İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 38.

26 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, s. 7.

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Anayasa ve Atatürkçülük

Atatürkçülükte, “herkes kendi için” yerine “herkes herkes için” esası kabul

edilmiştir. 27

Atatürk’ün devlet adamlığını incelemek için O’nun sözleri ve davranışları

üzerinde durmak gerekmektedir. Atatürk’ün devlet adamlığını, “demokrasi,

liderlik, seçkincilik, mazlum uluslara örnek olma, Türklük, dış politika ve

anayasal belgeler” konusundaki görüşlerini ele alarak incelemek istiyoruz. O’nun

demokrasi hakkındaki görüşlerini de “ordu-siyaset ilişkisi, yargı bağımsızlığı,

eşitlik ve adalet” kavramları açısından irdelemek doğru olur. Bu kavramlar

hakkında O’nun ne düşündüğünü saptamamız gerekmektedir.

a. ATATÜRK’ÜN DEMOKRASİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ:

1. Türk demokrasisi. “…Türk demokrasisi Fransa ihtilalinin açtığı yolu

takip etmiş, fakat kendine has ayırıcı özellikleri geliştirmiştir. Zira her millet

inkılabını sosyal çevresinin baskı ve ihtiyacına tabi olan ve hal ve vaziyetine ve bu

ihtilal ve inkılabın meydana geldiği zamana göre yapar…” 28

Atatürk’e göre, Türk Devleti “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesillere” sahip

olmalıdır. 29

“…Milletimizin bugünkü idaresi, hakiki mahiyeti ile bir halk idaresidir. Ve bu

idare tarzı esası meşveret olan (Şura) idaresinden başka bir şey değildir…” 30

“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir”. 31

“…Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yokluk vardır. Her gelişmenin

ve her kurtuluşun anası hürriyettir…” 32

2. Ordu-siyaset ilişkisi. “Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete

karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder”. 33

“…Memleketin genel hayatında orduyu siyasetin dışında tutmak prensibi,

Cumhuriyetin daima dikkat ettiği bir esas noktadır.” 34

3. Yargı bağımsızlığı. “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının birinci

şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul

olunamaz.” 35 “Her şey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey o

kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan, yerine getiren,

daima, karar verenden daha kuvvetlidir.” 36

27 Medeni bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, Ayşe Afetinan, 1969, TTKY, s. 531; ayrıca bk.

Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, s. 200.

28 08 Mart 1928, Le Matin Muhabirine Demeç, ASD, C. III, s. 120.

29 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, s. 121.

30 03 Ocak 1922, General Frunse’nin Ziyafetinde, ASD, II, s. 31.

31 1933, Ayşe Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, TTKY, 1959, s. 251,

aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 43.

32 1906, Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selanik Şubesini Kurarken, ASD, II, s. 1.

33 Atatürkün Yüksek Kumandanlık Kudret ve Meziyetleri, Atatürk Görüşler ve Hatıralarla,Ali

Fuat Cebesoy, 1962, s. 88; ayrıca bk. Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü

Kitap, s. 87.

34 1 Mart 1924, TBMM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 348;, Türk İnkılap Tarihi

Enstitüsü Yayını, s. 318; ayrıca bk. Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap,

s. 87.

35 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, s. 74.

36 Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

4. Eşitlik. “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı

olanların düşmanıyız.” 37

5. Haklı-güçlü ilişkisi. “…Herhalde alemde bir hak vardır. Ve hak

kuvvetin üstündedir.” 38 Ve “Korku üzerine egemenlik kurulamaz”. 39

Bu cümleler O’nun hakkın, gerçeğin, doğrunun yanında bir toplum ve Devlet

yapısı istediğini belirtmektedir.

b. ATATÜRK’ÜN LİDERLİĞİ:

1. Bilime saygısı. Dolmabahçe’de yapılan bir toplantıda Atatürk’ün

oturması için çok göz alıcı ve muhteşem bir koltuk konulmuş ve Atatürk’ün

yanındakiler Atatürk’e bu koltuğa oturmasını ısrar edince Atatürk’ten aldıkları

cevap şu olmuştur;

“O koltuk profesörlere layıktır”. 40

2. Tarihe ve Tarihimize saygısı. Atatürk; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar

mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir

mahiyet alır”. 41 “Tarihi yapan akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan çok

duygulardır.” 42 Demek suretiyle duygusallığın önemine dikkat çekmiştir.

“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullu medeniyetlere de sahip

olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için

bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için

kendinde kuvvet bulacaktır.” 43

3. Ortak bilince saygısı. Atatürk’ün Devlet adamlığını sadece sözleri değil

yaptıkları da kanıtlamaktadır. Çünkü, “Toplumu ve kendisini eyleme geçiren

koşulları ustalıkla hesaplayan, toplumun dinamiklerini başarı ile yönetebilen lider

Atatürk, ortak bilincin özlemlerini sosyal ve siyasal alanlarda

anlamlandırabilmiştir. Atatürk geçmişle gelecek arasında, değiştirilmesi”

gerekenle düzen arasındaki geçişi başarı ile temsil edebilmiştir.” 44

Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, 5. b., Milli Eğitim Basımevi, s. 79.

37Ülkü Dergisi, C. XII, Sayı, 70, 1938, s. 314; ayrıca bk. Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce

Sistemi, Üçüncü Kitap, s. 127.

38 28 Aralık 1919, Ankara İleri Gelenleriyle Bir konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,

C. II, s. 10.

39 1930, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 1954, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, s.

87, aynı cümle için bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 5.

40 Galip Karagözoğlu, “Atatürk İnkılabının Yerleşmesinde ve gerçekleşmesinde Eğitimin

Rolü ve Yeri”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler, Genelkurmay

Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, s. 133.

41 A. Afetinan, “Atatürk ve Tarih”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,

Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998,

Milli Eğitim Basımevi, s. 151.

42 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, 1952, Türk İnkılap Enstitüsü Yayını, s. 116;

aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 359.

43 E. Ziya Karal, “Atatürk’ün Türk Tarih Tezi”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin

Makaleler, Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı,

Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 162.

44 Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, 2. B., İst.

1981, s. 2.

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Anayasa ve Atatürkçülük

4. Teşkilatçılığı. Atatürk büyük bir teşkilatçıdır. “Bir gazeteci ona

1922’de sormuştu. “Bu savaşı nasıl kazandınız”. Verilen cevap haberleşmenin

önemini belirtiyordu; “Telgraf(ın) telleri ile”. 45 O bir deha idi. “Deha, dikkat,

hafıza,muhakeme,muhayyile ve irade gibi psikolojik melekelerin terkibi bir

üstünlüğüdür”. 46 O’nun sözlerinden;

“Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğinize hiç şüphe yoktur. Fakat

siz acele etmeyin. İlk önce ben ileri gideyim. Ben kırbacımla işaret verdiğim

zaman siz hep birden atılırsınız”. 47

“En büyük askerlik budur; çeşitli ihtimalleri çok iyi hesap etmeli, en iyi

görüneni süratle uygulamalıdır”. 48

Topluma yön vermek isteyenler, toplum adına konuşma durumunda olanlar,

ya da kendilerini konuşmaya yeterli görenler, eylemlerinden önce Atatürk’ün

politikacı yönünü iyi incelemeli, iyi anlamalı ve iyi değerlendirmelidirler. 49

c. ATATÜRK’ÜN SEÇKİN SINIF İLE HALK ARASINDAKİ İLİŞKİ

KONUSUNDAKİ GÖRÜŞÜ:

Atatürk, seçkincilik konusunda, topluma ve toplumun değerlerine saygılı

olmayı istemiştir. O’na göre,

“… Aydın sınıfı ile halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uygunluk

olması lazımdır. Yani aydın sınıfının halka telkin edeceği fikirler, halkın ruh ve

vicdanından alınmış olmalıdır…” 50

Devleti yöneten aydın sınıf ile diğer aydın kişilerin halkımızla bağlantısının

olmasını istemesi demokrasi esaslarının gereği olduğu gibi, halkçılığın da

gereğidir. Toplumundan ve toplumun realitelerinden kopuk olan aydın kuşkusuz

ki, tutunamıyacak ve yararlı olamıyacaktır.

d. ATATÜRK’ÜN MAZLUM MİLLETLERE ÖRNEK OLMA GÖRÜŞÜ:

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı,

belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük

ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu dava bütün mazlum milletlerin

bütün doğunun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar Türkiye, kendisi ile

birlikte olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye

45 Hamza Eroğlu, “Atatürk’ün Üstün Kişiliği”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin

Makaleler, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 52.

46 Eroğlu, “Atatürk’ün Üstün Kişiliği”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,

İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 53.

47 Atatürk, 1915, Anafartalar Muhaberatına ait Tarihçe, 1962, TTK Yayını, derleyen Uluğ

İğdemir, s. 55; aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci

Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara, 1998,

Milli Eğitim Basımevi, 5. Baskı, s. 243.

48 1922, Ülkü dergisi, C. VI, Sayı, 71, 1944, s. 12; aynı konua bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün

Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 241.

49 Suna Kili, “Atatürk ve Politika”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,

Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998,

Milli Eğitim Basımevi, s. 182.

50 20.Mart 1923, Konya Gençleriyle Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (ASD), C.

II, s. 144; Mehmet Evsile, Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular İndeksi, Atatürk

Araştırma Merkezi, Ank. 1999, s. 9

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini

takip edecektir.” 51

Pakistan Devletinin kurucusu Muhammed Ali Cinnah, Atatürk hakkında

şöyle demiştir; “O, Türkiye’yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların

seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti”. 52

e. ATATÜRK’ÜN “TÜRK” GÖRÜŞÜ:

O’na göre, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti

denir”. 53 Görüldüğü gibi, “Atatürk birleştirici ve toplayıcı bir liderdir”. 54

1982 Anayasasının 66. maddesi şöyledir; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile

bağlı olan herkes Türk’tür.” Buna “anayasal vatandaşlık” da denilebilir.

f. ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA GÖRÜŞÜ:

a. “…Dış politika, iç teşkilat ve iç politikaya dayandırılmak mecburiyetindedir,

yani iç teşkilatının tahammül edemiyeceği genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayali

dış politikalar peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kaybederler…” 55

b. “…Biz, Milletler Cemiyetinin güçlülere baskı aleti olmayarak, milletler arasında

ahenk ve dengeyi temin, anlaşmazlıkları, hak ve hukuk dairesinde araştırma ve

çözmeye yarayacak bir müessese halinde oluşmasını ve gelişmesini temenni

ediyoruz.” 56 Derken günümüzdeki BM’in temel problemine de işaret etmektedir.

c. Bilindiği gibi Atatürk, Musul’un, misak-ı milli sınırları içerisinde olduğunu

işaret etmişti; “Musul vilayeti, milli hudutlarımız dahilindedir.” 57

g. ATATÜRK’ÜN LAİKLİK ANLAYIŞI:

Atatürk’ün laiklik anlayışının doğru kavranması gerekir. Atatürk inançlara

saygılı olan laikliği benimser.

Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde, Atatürk’ü din karşıtı olarak

göstermek boşuna bir çabadır; bu konuda O’nun şu konuşmaları örnek olarak

verilebilir;

“… İslam Dinini, asırlardan beri uygulandığı gibi her siyasete vasıta olmaktan

uzaklaştırmak ve yaşatmanın gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz.” 58

…Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için

yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler

yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır…” 59

“Dini fikir ve inançlara hürmetkar olmak, öteden beri tabii ve umumi bir

51 7 Temmuz 1922, Reşat Kaynar, “Atatürkçülük Nedir”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe

İlişkin Makaleler, İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 21.

52 Millet Gazetesi, 10 Kasım 1954 den nakleden Suna Kili, “Atatürk ve Politika”, s. 172.

53 Reşat Kaynar, “Atatürkçülük Nedir”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,

İkinci Kitap, s. 31.

54 Eroğlu, “Atatürk’ün Üstün Kişiliği”, Atatürkçülük, Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Makaleler,

İkinci Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1998, Milli Eğitim Basımevi, s. 49.

55 17 Şubat 1923, İzmir İktisat Kongresi Açış Söylevi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 105.

56 01 Mart 1924, TBMM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 350.

57 24 Ekim 1922, United Pres Muhabirine Demeç, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, s. 69.

58 01 mart 1924, TBMM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 348-349.

59 07 Şubat 1923, Balıkesir’de halkla Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 98-99.

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Anayasa ve Atatürkçülük

anlayıştır. Bunun aksini düşünmek için sebep yoktur.” 60 “Kuran ayetlerine ve

Peygamberimizin sözlerine gelince, hükümetin yalnız esasları ifade dilmiştir. O esaslar

şunlardır: Danışıp-konuşma (meşveret), adalet ve Devlet Başkanına itaat.” 61 “Türk

milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek

istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince

ters, ilerlemeye engel hiçbir şey kapsamıyor.” 62 “Cenab-ı Risaletpenah efendimiz,

bütün ehl-i islamın, ehl-i kitabın malumu olduğu üzere, taraf-ı Bariden hakayık-ı

diniyeyi dünyayy-ı beşeriyete tebliğ ve tefhime memur buyuruldular ve ismi

Peygamberdir. Yani haber isaline memurdur. Cenab-ı hak, nusu-u Kuraniyesinde

kendisine emaret, saltanat, tacidarlık tevcih etmiş değildir. Hükğmdarlık vermiş

değildir. Peygamberlik vazifesiyle irsal buyurmuştur.” 63 “Ey millet, Allah birdir. Şanı

büyüktür. Allahın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz

Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayiki diniyeyi tebliğe memur ve resul

olmuştur. Kanunu Esasisi, cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşandaki

husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü

dinimiz akla, mantığa, hakikata tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla,

mantığa ve hakilata tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiyei ilahiye

beyninde tezat olması icabederdi. Çünkü bilcümle kavanin- kevniyeyi yapan Cenab-ı

Hak’tır.” 64 “Hangi şey akla, mantığa, kamu menfaetlerine uygundur, biliniz ki o,

bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaetine, İslamın

menfeatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın,

mantığın uygun olduğu bir din olmasaydı en olgun din olmazdı, son din olmazdı.” 65

“Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir.

Allah’ın emrettiği şey, Müslüman erkek ve kadın beraber olarak ilim ve irfan

kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya

gitmek ve ona sahip olmak mecburiyetindedir. İslam ve Türk tarihi incelenirse

görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk

toplum hayatında kadınlar ilim ve irfan bakımından ve diğer hususlarda erkeklerden

kesinlikle geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir”. 66

“Mazinin yanlış ve batıl inanışları ve itikatlarıyle İslamiyeti bozdukları ve bu suretle İslami

gerçeklerden uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.” 67

60 11 Aralık 1924, Times Muhabirine Cevap, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, s. 110.

61 Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 11.

62 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 1954, Türk İnkılap Enstitüsü yayını, s. 70 ve

93; aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 457.

63 1923, Arı İnan, M. K. Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, 1982, TTKY, s. 102;

aynı anlamda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 460..

64 7 Şubat 1923, Balıkesir Paşa Camisi, Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri,

Birinci Kitap, Genelkurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara,

1998, Milli Eğitim Basımevi, 5. Baskı, s. 464.

65 16 Mart 1923, Adana Esnafıyla Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 131.

66 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, 1952, Türk İnkılap Enstitüsü Yayını, s. 85-

86; aynı konuda bk. Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, s. 335.

67 20 Mart 1923, Konya Gençleriyle Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s. 142-143.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

2

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK TÜRK

POLİS TEŞKİLATINA VE

MENSUPLARINA NASIL BAKIYORDU

SORUSUNA CEVAP NİTELİĞİNDEKİ

GURUR DUYULACAK TEBRİKLERİ

GİRİŞ

Demokratik toplumlar ve bu toplumların somutlaşmış biçimi olan aynı

nitelikteki demokratik devletlerin bekası için polis ve polisiye uygulamalar

olmazsa olmazların başında gelir. Hak ve özgürlüklerin korunma altına alındığı

demokratik toplumlarda, bu koruma ve kollama görevi zabıta birimlerine

verilmiştir. Bu bakımdan zabıta bütün gücüyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün dile

getirdiği; “Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır” öz deyişinde olduğu gibi

milletin, kültürel alışkanlık ve demokratik teamüller doğrultusunda oluşturduğu

devlet kadar, devletin sahip olduğu ülke bütünlüğünü de korumak zorundadır.

Bu konumundan dolayı da ülkenin ve ülke insanının en yakın dostu

konumundadır.

Türk’ün İstiklâl Mücadelesinin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk de genel

zabıtanın parçası konumundaki Türk Polisinin, halkın huzur ve güveni açısından

vazgeçilemez olduğunu biliyordu. Aynı zamanda iç güvenliğin sağlanmasında

alternatifinin bulunmadığının idraki içindeydi. Çünkü o, bunu kolayca anlayacak

derecede modern eğitim görmüştü. Aynı zamanda, modern dünyayı bir

bölümüyle tanıma fırsatını bulmuştu. Olağanüstü bir zekâya sahip olduğundan

dolayı bir bütünlük içinde, bütünle parçaları aynı karede görme ve birlikte

değerlendirme zekâsına sahipti.

Anadolu’da birliği sağlama ve işgalden kurtulmanın hesaplarını yaparken,

Türk Polisine ve bilhassa İstanbul’da görev yapan polislere çok özel görevler

vermişti. Anadolu’ya gitme ve Necip Türk Milletiyle bütünleşmesini sağlayacak

emri aldığında ilk olarak, İstanbul’da bulunan toplum önderleriyle subay ve

polisleri gizli cemiyetler kurmaya ve yönetmeye teşvik etti. Anadolu’daki

mücadelede ihtiyaç duyabileceği silah, mühimmat ve malzemelerin bu cemiyetler

vasıtasıyla temin edilmesini planlıyordu. Bu planını da o anda İstanbul’un en

güçlü örgütlenmesi konumundaki asker ve polisin üst amirlerine iletti. İleti, emir

olarak kabul edildi. Böylelikle Anadolu’ya giderken örgütlediği güçleri

* I. Sınıf Emniyet Müdürü, Merkez Emniyet Müdürü, Türk Polis Tarihi Araştırma

Merkezi Başkanı, sahineyup61@gmail.com

Eyüp ŞAHİN *

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


mücadelenin emrine amade bir vaziyette teyakkuz halinde bıraktı. Bu örgütleme

biçimi, onun teşkilatçılığını ve yöneticilik dehasını ortaya koyması bakımından

çok önemlidir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tanzimat’ı takiben her alanda olduğu gibi

eğitim alanında da yapılan yenilikler doğrultusunda zamanın modern eğitim

anlayışına göre yapılandırılan ve aynı anlayışla eğitim veren ‘Mektebi Harbiye’de

eğitim gördü. Bu eğitim, onun liderlik vasfının daha da öne çıkmasında büyük

önem arz etmiştir.

Bu okulun birinci kısmında, genel kültür derslerine ağırlık veriliyordu. Sekiz yıl

süren birinci kısımda genel kültür dersleriyle eğitime tabi tutulan bu yetenekli

gençler arasından sekizinci yılın sonunda, istidadı ve kabiliyeti görülenlerden en

başarılı 100 öğrenci seçilerek ikinci kısma gönderiliyordu. Burada; matematik,

mühendislik, geometri, haritacılık ve geometri uygulamaları eğitimi verilirdi. 1

Böylesine bir eğitim alan, bunun yanında yaratılışının gereği olarak sahip olduğu

büyük zekâ, onun böylesine bulanık ve sisli bir havada ülkenin içinde bulunduğu

zorlukları net olarak görmesini sağladı. Çünkü o, Mustafa Kemal’di ve kendini

ülkesinin kurtuluşuna adamıştı.

İSTİKLAL MÜCADELESİ ÖNCESİNDE

Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Mücadelesini başlatmak üzere Anadolu’ya

gitmeden önce, İstanbul’daki askeri ve sivil kuruluşların önderlerini çeşitli

vesilelerle bir araya topladı. Birbirleriyle ilintili olarak toplanan sivil ve resmi

toplum birimlerinin önderleri, Anadolu’da sürdürülmesi düşünülen mücadelenin

ihtiyaç duyacağı insan ve malzeme kaynağının sağlanması sorunlarını masaya

yatırdı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü doğrultusunda bu girişimleri

sonuçlandırabilecek gizli örgütlerin kurulmasını onaylamakla birlikte istenilen

biçimde örgütlenme faaliyetlerini de üstlendiler.

Yapılan çalışmalar sonucunda; görev sahası ve çalışma biçimi bizzat Atatürk

tarafından kararlaştırılan ‘M.M.’ gurubu hayata geçirildi. Kurulan milli cemiyet, kısa

zaman içinde örgütlenmesini tamamlayarak kendisi için öngörülen yükümlülükleri

yerine getirmeye başladı. ‘Milli Müdafaa’ kelimesinin baş harflerini kendine isim

olarak seçen bu gizli örgütlenme; gençliğini Tulumbacılıkla geçiren ve Çanakkale

Savaşında Mustafa Kemal’in emir çavuşluğu görevini yürüten Topkapılı Cambaz

Mehmet Bey’i ittifakla başkanlığa seçti. Bu örgütlenmeye, İstanbul’da kalan

vatansever asker, polis ve siviller de tereddüt etmeden katıldılar.

Mustafa Kemal’in emir ve direktifleri doğrultusunda, Anadolu’ya silah,

cephane ve insan kaçırmak üzere kurulan M. M. örgütlenmesinin en faal

üyelerini polisler oluşturuyordu. Görevleri gereği geniş mıntıkalarda çalışma

ayrıcalığına sahip olan polisler, bilhassa istihbarat toplamada çok başarılı oldular.

Hayati bilgilere ulaştılar. Anadolu’daki mücadelenin ihtiyaç duyduğu

yöneticilerin güvenli bir biçimde İstanbul’dan ayrılmaları için gerekeni

aksatmadan yerine getirdiler. Bu maksatla Kocaeli yakınlarında bir menzil de

kurdular. 2

1 ERGİN, O. Nuri, “İstanbul Mektepleri ve İlim, Terbiye ve Sanat Müesseseleri

Dolayısıyla Türkiye Maarif Tarihi”, 5 cilt, c.1–2, sayfa: 315–333, İstanbul–1977.

2 SALIŞIK, Selahattin, “Geçmiş Zaman Olur ki: Topkapılı Cambaz Mehmet Bey

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

Birinci Dünya Savaşına katılan Osmanlı Devleti, itilaf devletlerinin yenilgiyi

kabul etmesi sonrası açık bir biçimde yenilmemesine karşılık, bir başına

bırakıldığından dolayı mütareke imzalamak zorunda kaldı. Bunun tabii sonucu

olarak da şehit kanlarıyla adeta hamur gibi yoğrulan Mukaddes Anadolu

topraklarına Türk Milletinin tarihi düşmanları musallat oldu.

Varlığının bütününü vatanın selametine adamış olan Türk Halkı gibi

vatanperver Türk Polisleri de Anadolu topraklarında cereyan eden olaylar

karşısında tarifsiz acılar duyuyordu. Bu acılardan kurtulmanın çaresinin, vatanın

bütünlüğünün sağlanmasından geçtiğine hükmeden Kahraman Polisler,

amirinden memuruna Karakol Cemiyetinin kuruluş faaliyetlerine katıldılar. Bütün

güçlerini cemiyetin başarılı olması için harcadılar. 3

Bahse konu cemiyet, Sivas Kongresinin görevini icra etmesinin ardından

13 Kasım 1919 tarihinde kuruldu. Teşkilatın kurulmasında ve başarılı

görevler ifa etmesinde özellikle planlanan gaye doğrultusunda İstanbul’da

kalan subaylarla “Teşkilât-ı Mahsusa” üyeleri ve polis teşkilatı elemanlarının

büyük gayretleri görüldü.

Karakol Cemiyetinin önemli bir bölümünü oluşturan elemanların bağlı olduğu

“Teşkilatı Mahsusa” 1913 yılında bizzat Enver Paşa tarafından kurularak

kendisine bağlı gizli bir örgüt olarak yapılandırıldı. Birinci Dünya Savaşının

başlamasıyla birlikte devlet ve millet için faydalı hizmetlere imza atan teşkilat ve

üyeleri kendilerinden beklenen hizmetleri fazlasıyla yerine getirdiler.

Dünyanın hayranlığını kazanan ve bazı milli örgütlenmelere örnek teşkil eden

teşkilatı mahsusa yapılanması, zorunlu olarak 1918 yılı itibariyle Osmanlı

Devletinin yönetiminin dışına çıktı. Buna karşılık, teşkilat yönetici ve üyeleri

bünyelerinde taşıdıkları mücadele azmini İstiklâl Mücadelesinin kazanılmasına

yönelttiler. Bu gaye ile yerel manada mücadele birimlerinin kurulması, ‘Kuvayi

Milliye’ birliklerinin oluşturulması, bu birliklerin modernize edilerek düzenli

orduların kurulması ve işgal altında bulunan yerlerde ve bilhassa İstanbul’da gizli

cemiyetlerin kurulması hususunda önemli görevler ifa ettiler.

Bu gaye doğrultusunda İstanbul’da kurulan Karakol Cemiyetinin önemli bir

bölümünü de polisler oluşturuyordu. İşgale rağmen asayiş ve güvenliğin

sağlanması hususunda ihtiyaç duyulmasından dolayı görevlerinin başında kalan

Türk Polisi, halkını korumanın yanında, bu gibi gizli cemiyetlere de katılarak

vatanın kurtulması doğrultusunda hizmet gördüler.

Cemiyet, öncelikli olarak Türklere zulmeden azınlıkların bu emellerinden

vazgeçmesi için gerekli önlemleri almakta gecikmedi. Bu doğrultuda; Topkapı,

Şehremini, Eyüp Sultan, Kasımpaşa, Beyazıt, Aksaray, Bakırköy, Üsküdar,

Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Anadoluhisarı, Beykoz, Kavak, Sarıyer,

Büyük Dere, Beşiktaş ve Galata’da direniş örgütünün şubeleri açıldı ve mücadele

başlatıldı.

Anadolu’da başlayan İstiklal Mücadelesini yürütenlerin ihtiyaç duyduğu araçgereç,

silah-mühimmat ile insan kaynağının temini hususunda Karakol

Kimdir? (III)”, Polis Emeklileri Polis Dergisi, y.22 s275, sayfa:20–21, İstanbul-

3 BİRİNCİ, İhsan, “Milli Mücadele İçin Kurulan Önemli Çeteler III”, Polis Emeklileri

Sosyal Yardım Derneği Polis Dergisi, y.22, s.275, sayfa: 20–21, İstanbul–1975.

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Cemiyetinin çok büyük yarlılıkları görüldü. Bilhassa İstanbul’da kalan, ancak

Anadolu’daki mücadelenin başarıya ulaşmasında ihtiyaç duyulan askeri ve mülki

yöneticilerin işgal altında bulunan İstanbul’dan, Anadolu’ya gönderilmesi

hususuna çok büyük bir önem verildi. Bu gaye doğrultusunda, geçiş yapan

insanların güvenlik içinde istenilen yere ulaştırılmaları için Kocaeli civarında bir

menzil teşkilatı kuruldu. Eski başkent İstanbul ile Milli Mücadelenin komuta

merkezi ve gelecekteki başkenti konumundaki Ankara’nın arasındaki yolun

hemen hemen tam ortasında kurulan bu menzil teşkilâtı, insan kaynaklı geçişlerin

güvenlik içinde ve sağlıklı biçimde yapılmasını sağlıyordu. Menzil yapılanması,

hareketi baltalamak isteyen zararlı unsurların geçişini önleme manasında filtre

görevi de yapıyordu.

Faaliyete geçirilen gizli cemiyetlerin fedakârca çalışmaları sayesinde, Anadolu’da

başlayan Milli Mücadele hareketine hayat vermesi muhtemel üst düzey yöneticilerin

mücadeleye katılmasının sağlanması hususunda övgüye değer çalışmalar yapıldı.

Bunun sonucunda başarı geldi.

İstanbul’da bulunan polis merkez ve mevkilerindeki polisler istisnasız Karakol

Cemiyetine katıldılar. Katılımla birlikte üzerlerine düşen görevleri irdelemeden,

bıkmadan ve usanmadan büyük bir azimle yerine getirdiler. Gizli cemiyet

saflarında bahse konu manada ilk olarak harekete geçen Topkapı Polis Merkezi

çalışanları oldu.

Gizli Cemiyetlerde faal olarak görev yapan polislerden Serezli Ahmet Niyazi,

Gözlüklü Cemal, Komiser Arnavut Tayip, Sivil Memur Saip, Serkomiser Arnavut

Cavit ve Şube Müdürü Mazhar Beylerin büyük yararlılıkları görüldü.

Mareşal Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü’nün, Türk Milletince Anadolu

toprakları üzerinde başlatılan Milli Mücadele hareketine katılmak üzere

İstanbul’dan Ankara’ya güvenlik içinde gitmeleri de bu gizli cemiyetlerin

kahraman elemanları tarafından sağlanmıştır. 4

İSTİKLAL MÜCADELESİ SIRASINDA

M. M. gurubu ve Karakol Cemiyeti, 1453 yılı itibariyle Fatih Sultan Mehmet

Han tarafından fethedildikten sonra Türk Milletine ebedi yurt olarak yeniden

yapılandırılan ve bugünkü kimliğine kavuşturulan İstanbul’un 16 Mart 1920 tarihi

itibariyle itilaf devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine faaliyetlerine hız

verdiler. Bilhassa Fransızların kontrolüne bırakılan sur içi ve Çatalca’ya kadar

uzanan bölgedeki faaliyetlerini üst derecede sürdürdüler. Bunun sebebi; Osmanlı

Toplumunun Tanzimat yönetimiyle birlikte Fransız toplumuyla kurulan toplumsal

ilişkilerde yatıyordu. Kurulan toplumsal ilişkiler, taklitten öteye geçmemiş olsa da

bir ilişki idi ve Milliciler bunun faydasını her zaman ve zeminde gördüler.

Buna paralel olarak oluşan bir başka ayrıcalık da, Fransız askerlerinin

arasında Kuzey Afrika kökenli Müslüman askerlerin bulunmasıydı. O Müslüman

askerlerden oluşan bir birlik, Osmanlı Devletinin malı olan Rami Kışlasının da

kontrolünü üstlenmişti. O kışlada, Osmanlı Devletine, daha doğrusu Türk

4 ŞAHİN, Eyüp, “Türk Polisinin Erdem Mücadelesi ve Kahraman Polisler, Türk Polisinin

İstiklal Mücadelesi İçin Kurulan Karakol Cemiyetindeki Üstün Hizmetleri”, ISBN,

975585–190–9/539, Araştırma Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Yayın No. 152, sayfa:

98–103, Ankara–2001

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

Milletine ait silah ve mühimmat bulunuyordu. Bu silah ve mühimmatın,

Anadolu’da hayat bulan İstiklal Mücadelesine aktarılması hususunda çalışmalar

yapan M. M. Gurubunun genel karargâhı da Fransız işgal bölgesinde

bulunuyordu. Bir bütün halinde değerlendirilen yapılanmanın sonuca gitmede

büyük bir yarar sağlayacağı ve açmazları ortadan kaldıracağı değerlendirmesinin

hayata geçirilmesi için, Fransızlar tarafından Lejyoner olarak adlandırılan

Müslüman Fransız Askerlerinin hiç olmazsa bir bölümünün elde edilmesi

gerekiyordu. Milli örgütlenmeler, bunu sağlamak için olağanüstü ve uzun soluklu

bir çalışma içine girdiler.

Yürütülen istihbarı çalışmalar sonucu yapılan tespitler doğrultusunda; Kuzey

Afrika kökenli Müslüman Fransız askerlerinin bilhassa Cuma namazlarını Eyüp

Sultan Camiinde kıldıkları tespit edildi. M. M. Gurubu ileri gelenleri ile karakol

Cemiyeti mensupları, haftada bir kere topluca camiye gelen ve Türk Milletiyle

gönül bağı bulunan bu askerlerin Anadolu’da başlatılan İstiklal Mücadelesine

sempatiyle yaklaşmalarının sağlanması, en azından karşı olmamaları için Hafız

Kemal Beyi görevlendirdi. Görev emrini alan Hafız Kemal Bey de, her hafta

“İslam’da Yardım” konusunu işlemeye başladı. Verilen vaazlar, Cezayirli

Müslüman askerlerin safları arasında yer alan ve Fransızca bilen sivil emniyet

mensupları ile M. M. Gurubunda görevli sivil kıyafetli subaylarla Karakol

Cemiyetinin üyelerince Müslüman Fransız askerlerine tercüme ediliyordu.

Başlatılan bu çalışmaların başarıya ulaşmasından bilhassa M. M. Gurubu Başkan

Yardımcısı Binbaşı Kemal Koçer ile Hafız Kemal Bey birlikte sorumlu idiler. 5

Yunanlılarla Ege Bölgesinde çarpışan Türk Ordusu taktik gereği, Eskişehir-

Kütahya yönüne doğru çekilmeye başladı. Bu çekilme, düşmanın saldırganlığını

önlemek ve kuvvet topladıktan sonra karşı taarruza geçerek düşmanı Anadolu

Topraklarından atmak için Sakarya Nehrinin Havzasına kadar sürdü. Türk

Ordusu burada durarak savunma mevzilerini inşa etmeye başladı.

Ege Ordusu cephesinde bu hareketlilik sürerken, M. M. Gurubu Başkanı

Topkapılı Cambaz Mehmet Beyin telefonu çaldı. Telefonda İstanbul Emniyet

Müdürü Esat Bey vardı. Kendisini makamına çağırdı. Derhal Emniyet

Müdürünün makamına gitti.

Emniyet Müdürü Esat Beyi kendisini bekler buldu. Esat Bey hiç vakit

kaybetmeden elinde bulunan ve şifresi çözülmüş telgraf suretini uzatarak,

okumasını istedi. Telgrafta şu ifadeler vardı:

“İstanbul Emniyet Müdürü Albay Esat Beye, ‘Zata

Mahsustur.’Eskişehir-Kütahya hattından geri çekiliyoruz. Sakarya

gerisinde toplanacağız. MM Gurubu elindeki her imkânı kullanarak

silah ve cephane yetiştirsin. Şifreli imza: Mustafa Kemal. Açık imza:

Tevfik, Genel Sekreter.”

Mehmet Bey, Rami Kışlasında bulunan silah ve mühimmatın nakle hazır

olmasına karşılık taşıyacak gemi bulmakta zorlandıklarını beyan etti. Bunun

üzerine Emniyet Müdürü Esat Bey Kızılay Başkanı Hamit Beyi aradı. Topkapılı

Cambaz Mehmet Beyin ortaya koyduğu durumu kendisine iletti. “Bir saate kadar

5 SALIŞIK, Selahattin, “Geçmiş Zaman Olur ki: Rami Kışlası Boşaltılıyor (VII)”, Polis

Emeklileri Polis Dergisi, y. 22, s.279, sayfa:29–30, İstanbul.

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


cevap bekliyorum” diyerek telefonu kapadı. Nihayet bir saatten fazla bir zaman

geçtikten sonra Kızılay Başkanı Esat Bey aradı. Not almaya başlayan Esat Beyin

yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Konuşma bittikten sonra tuttuğu notu

Topkapılı Cambaz Mehmet Beye uzattı. Notta:

“Yuvakimyan Hanının birinci katında La Frances şirketi müdürü M.

Şarl Kalçi’yi ziyaret ediniz. Kendisine gerekli talimat verilmiştir. Açık

konuşabilirsiniz.” 6

Harekete geçen M. M. Gurubu ve Karakol Cemiyeti mensupları, gerekli

bağlantıları sağladıktan sonra, Rami Kışlasında bulunan silah ve mühimmatı,

vatansever üyeleri aracılığıyla arabalara taşıdılar. Silah ve mühimmat, arabalarla

Galata Rıhtımına nakledildi. Rıhtıma taşınan silah, mühimmat ve diğer malzeme,

gizliliğe azami dikkat gösterilmek suretiyle 24 Temmuz 1921 akşamı İngiliz Askeri

polisinin gözlerinin önünde Ararat isimli Fransız vapuruna yüklendi. Vapura

yüklenen silah, mühimmat ve diğer malzemeler olması gereken yerde

kullanılmak üzere yola koyuldular

Kayıtlara göre bu malzemeler; 156 000 adet top mermisi, 94 adet top kaması,

100 000 adet çeşitli cinste bomba, 270 adet ağır makineli tüfek, 200 000 adet

kasatura, 463 000 adet çeşitli büyüklükte çadır, 413 adet telefon, 642 adet eğer

takımı, 19 371 adet at başlığı, 3 240 adet koşum takımı, 4 690 adet çeşitli fünya

ile 592 adet lağım fitili ile sayfalar dolusu çeşitli askeri malzemelerden

oluşuyordu. 7

Bunları başaran M. M. Gurubu ile Karakol Cemiyetinin önemli bölümünü Türk

Polisinin vatansever mensupları oluşturuyordu. Ülke sevdalısı bu insanlar,

önderlerinin isteğini kendi benlerinde dahi sorgulamadan, her halükarda irdeleme

gereği duymadan yerine getirmenin kaygısına düştüler. Maddi ve manevi desteklerini

başlatılan mücadeleye yönlendirmede asla bencil davranmadılar. Kurtuluş

Mücadelesinin önderi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polisinin bu yanını iyi bildiğinden

olacak ki, kendilerine Türk Kurtuluş hareketinin en çok ihtiyaç duyacağı kaynakların

temin edilmesi görevini vermişti.

Aynı duygu ve düşüncelerin yönlendirmesiyle İstanbul’un dışında

meydana gelen ve milli kalkışmada Türk Milletine örnek olan Maraş

direnişinin sembol ismi olan Serkomiser Aslan Beyin mücadelesi ayrı bir

önem ifade eder. Aslan Bey, Maraş direnişini başarıya götüren isim olarak

nam salmıştır. Yardıma gelen bazı kuvvetlerin zorlu direniş esnasında

baskılara dayanamayarak, Maraş’tan ayrılmasına karşılık, o ümidini hiç

kaybetmedi. Maraş’ın Fransız istilasından kurtulması için yapılması gereken

her şeyi yaptı ve Maraş’ın Fransızlardan temizlenmesini sağladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin birinci dönem milletvekili olmasına karşılık,

Güney Cephesindeki halkın milli kuvvetler şeklinde örgütlenerek düşmana

yöneltilmesini sağlamak üzere görevlendirildi. Mustafa kemal Atatürk’ün Türk

Polis Teşkilatına ve onun mensuplarına bakışının en berrak görüntüsüdür. Arslan

TOĞUZATA; Maraş Direnişinin başında bulunan isim olmasının yanında,

Fransızlara karşı yürütülen istilayı sona erdirme savaşını, her türlü olumsuzluğa

6 SALIŞIK, Selahattin, a. g. m. sayfa:30.

7 Harp Tarihi Encümeni: “Türk İstiklal Harbi “c.II, sayfa: 70.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

rağmen terk etmemiştir. Birçok insan tarafından terk edilen direnişi başarıya

ulaştırarak Maraş’ı Fransız işgalinden kurtarmayı başarmıştır. 8

İstiklal Mücadelesini başlatmak üzere 19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle Samsuna

gelen Mustafa Kemal Atatürk, 20 Mayıs 1919 Salı günü Samsun Polis

Birimlerinde yaptığı teftişten sonra;

“Vazifeniz mühim ve mukaddestir. Asayişin idame ve istikrarının

ihtimamı için çok fazla gayret göstermelisiniz”

Sözleriyle, polis kuruluşunun toplumun dirlik ve düzeninin sağlanmasında ne

derece önemli olduğunun altını çizmiştir. 9

Kurtuluş Mücadelesinin ivme kazanması için Amasya-Erzurum-Sivas-Ankara

hattında bilgilenme ve bilgilendirme hareketi başlatan Mustafa Kemal Atatürk,

kafasında tasarladığı zorunlu nedenlerden dolayı Amasya'ya gelmeyi

arzuluyordu. Ancak Paşa, Havza'dan Amasya'ya gelmeden evvel halktan ileri

gelen ve güvenilir bir kaç kişi ile Havza'da görüşüp, yöre ve çevresi hakkında

bilgi toplamak istedi. Bu istek doğrultusunda Komiser İsmail Efendi

Başkanlığı'nda toplanan bir heyet ile birlikte Havza'da Mustafa Kemal Paşa ile

görüşüldü. Görüşmeler sonucunda ikna olan Mustafa Kemal, Amasya’ya geldi.

Amasya’da bulunduğu zaman dilimi içinde Amasya Polis Biriminin olağanüstü

ilgisiyle karşılandı ve uğurlandı.

Atatürk’ün uğurlanmasından sonra, bindiği araçtan düşen ve kendisine ait

olan çantayı bularak büyük bir özenle saklaması sonucunda, Amasya Komiser

Muavini Osman Nuri Efendi (ÇAĞAN) Mustafa Kemal tarafından bizzat kaleme

alınan telgrafla birlikte 50 Osmanlı Lirası ile ödüllendirildi. 10

Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’yu düşmandan kurtarmak için harekete

geçtiğini öğrenen polisler, İstanbul Hükümetini tanıladılar. Kuvvayi Milliyenin,

emrine girdiklerini ilan etme gereğini duydular. Bunu da deklere etmekten

çekinmediler. Büyük Millet Meclisinin 02 Haziran 1920 tarih ve ikinci celsesinde

okunan Kastamonu Valisi Cemal Bey’in Zonguldak Polislerinin Kuvayi Milliye

emrine girerek Ferit Paşa hükümetini tanımadıklarına dair telgrafı bunun en güzel

kanıtıdır. Telgraf şu satırlardan oluşuyordu:

“Dâhiliye Vekâletine,

Zonguldak’a talimat-ı mahsusa ile gönderilen Şevket Turgut

Bey’den şimdi alınan telgraf nameye nazaran Zonguldak’ta İstanbul’dan

gelen bilumum polisler ve memurini saire, Kuvayi Milliye emrine

giderek, Ferit Paşa hükümetini tanımadıklarını, Mutasarrıf vekili Kadri

Bey’e tebliğ ettikleri gibi Kuvayi Milliye aleyhtarlarından Mal Müdürü

Mevlüt Lütfü ve İstanbul’dan gelen İnzibat Zabiti Jandarma Bölük

Kumandanı Yüzbaşı Cemil Efendi’ler tevkif edilerek Mahfuzen Devrek’e

8 ŞAHİN, Eyüp, “Türk Polis Teşkilatının Şanlı Geçmişinde ve Cumhuriyete Giden

Yolda İz Bırakan Polisler”, ISBN 975–585–418–5, EGM Yayın No. 371, APK Yayın No.

230, sayfa 451–453, Ankara–2004.

9 SARISAKAL, Baki, “Samsun Polis Tarihi”, Samsun Araştırmaları: 5, ISBN 975–98324–1–

0, sayfa: 5, Samsun, Mart–2006.

10 Bahse Konu bilgi, Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Dairesi Başkanlığı Özlük

Dosyalarının Bulunduğu Arşivdeki Komiser Muavini Osman Nuri Efendi (Çağan)’ın 774

numaralı özlük dosyasındaki bilgilerden elde edilmiştir.

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


izan kılınmış ve mutasarrıf ve refakatinde bulunan Mülkiye Müfettişleri,

kısa bir müzakereden sonra istifa eylemiş tarafımızdan mukaddeme

mutasarrıf vekâletine tayin kılınan Cevdet Bey mutasarrıflık umuruna

vaziyet eylemiştir.” 11

İstanbul’da görev yapan gizli cemiyetlerin Felâh Gurubu, M. M. Gurubu ile

Karakol Cemiyetinin vatansever elemanları, Ankara’da kurulan Türkiye Büyük

Millet Meclisi Hükümetine yönelen casusluk faaliyetlerini de sıkı biçimde takip

etmeye başladılar. Tüccar ve Gazeteci kimliğine bürünerek Türkiye Büyük

Millet Meclisi Hükümetine ulaşmak isteyen casuslar, anında tespit edildikten

sonra, haklarındaki bilgiler, birer adet resimleriyle birlikte kendileri Ankara’ya

varmadan hükümet görevlilerinin eline ulaştırılıyordu. Buna en güzel örnek

Hint asıllı İngiliz casusu Mustafa Sagir’in faaliyetlerinin deşifre edilerek

yargılanması olayıdır.

Dünyanın bir bölümünü kana bulayan Birinci Dünya Savaşı bütün hızıyla

sürüyordu. Suriye’de bulunan Osmanlı Ordusunun komutanlığını ve o havalinin

genel valiliğini Bahriye Nazırı Cemal Paşa yapıyordu. Cemal Paşa, Şam’da

faaliyet gösteren Hilal-i Ahmer Cemiyetinin kayıtlı üyesi olan Nizamettin

ismindeki Hintliyi eline verdiği bir tavsiye mektubuyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti

Başkanı Dr. Esat Paşaya gönderdi.

Dr. Esat Paşa, Cemal Paşanın gönderdiği Hintliyle yakından ilgilenme

gereğini duydu. Kendisine Hilal-i Ahmer Cemiyetinde münasip bir iş vererek

maaşa bağlanmasını da sağladı. Bunlara ek olarak kendisini Teşkilat-ı

Mahsusanın Başkanı Nizamettin Beye de tavsiye etti. Sonuçta; Teşkilat-ı

Mahsusada çalışmasına ve gizli görevler almasına vesile oldu.

Hüsamettin Bey, Esat Paşanın isteğini olumlu bulduğundan dolayı

Nizamettin’i Teşkilat-ı Mahsusanın Hindistan İşleri İstihbarat Şube Müdürü olan

Hint asıllı Miracettin Beye gönderdi. Nizamettin, buna karşılık olarak, öncelikle

Esat Paşa ile Miracettin Beyin arasını açmaya çalıştı. Her ikisine de ayrı ayrı ve

birbirleri aleyhinde ihbarlarda bulunarak onları uzlaşmaz iki düşman haline

getirmek için büyük bir gayret sarf etti. Son olarak da Esat Paşa’yı İngilizlere

ihbar ederek Malta Adasına sürgüne gönderilmesine sebebiyet verdi.

Teşkilat-ı Mahsusanın Hindistan İşleri İstihbarat Şube Müdürü olan Binbaşı

Miracettin Bey Nizamettin’in çelişkili hareket ve davranışlarından şüphelendi.

Şüphesini doğrulatmak gayesiyle de Nizamettin’i gizlice takip ettirmeye başladı.

Yaptırdığı takip ve tarassut sonucunda Nizamettin’in İstanbul’da bulunan İngiliz

istihbarat biriminin merkezi konumunda olan ‘Kroker’ oteline devam ettiğini tespit

ettirdi. Netice olarak da İngiliz Casusu olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu.

Bu arada Hint asıllı İngiliz casusu Nizamettin Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı

Hüsamettin Beye gelerek, “Hüsamettin Beyefendi, Hint İslam Âleminin

temsilcisi olarak İstanbul’a gelen önemli bir kişi sizi mutlaka görmek istiyor”

dedi. Hüsamettin Bey de; “Önemli olduğunu söylediğin bu Hintli kimdir?

İsmini bana söyleyebilir misin?” dedi. Nizamettin, “Evet efendim. Bu kişi Hintli

Mustafa Sagir’dir. Kendisinde, Hint İslam Cemiyeti adına Kurtuluş

Mücadelesinin önderi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine takdim edeceği kutsal

11 “İstiklal Mücadelesinde Türk Polisi”, iem.gov.tr, Ulaşım Tarihi: 25.06.2006.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

bir emanet konumundaki mektup vardır. Milyonlarca altın para yardımını da

paşaya teslim etmek üzere gelmiştir” dedi.

Hüsamettin Bey bir müddet düşündükten ve söyleyecekleri şöyle bir

tarttıktan sonra, “Benden ona tavsiye; İstanbul’dan geldiği yere dönsün.

Şayet İngilizler onu ele geçirirlerse, Bostancı’daki karargâhlarında yol

işlerinde çalıştırırlar, daha kötüsü Çanakkale’deki İngiliz mezarlığında soluğu

alabilir. Sen ona iyilik etmek istiyorsan böyle söyle” dedi.

Bu konuşmalardan sonra yanından ayrılan Nizamettin’i Teşkilat-ı Mahsusa

üyelerine takip ettirdi. Nizamettin doğruca Kroker oteline gitti. Bir müddet sonra

yanında bulunan Mustafa Sagir ile birlikte otelden ayrıldı. Doğruca İngiliz

Sefaretine gittiler. Böylece, Mustafa Sagir’in de Nizamettin gibi İngiliz casusu

olduğu tespit edilmiş oldu.

Profesyonel bir İngiliz casusu olduğu anlaşılan Mustafa Sagir, İstanbul’da

faaliyet gösteren gizli örgüt veya cemiyetlerin içine sızabilmek için olmadık

entrikalar çevirmeye başladı. En büyük gayesi Ankara’ya ulaşmaktı. Bunu

sağlamak için çoğunluğunu İstanbul polisinin oluşturduğu ‘Karakol Cemiyeti’nin

içine girerek oradan alacağı bir mektupla Ankara yollarına düşmek istiyordu. Bu

isteğinde başarılı oldu. Oradan aldığı bir tavsiye mektubuyla Varna üzerinden

İnebolu’ya geçmeye teşebbüs ettiyse de yaptığı deniz yolculuğunda bindiği gemi

fırtınaya tutulduğundan dolayı iğne adasına sığınmak zorunda kaldılar. Burada

Yunanlılar tarafından yakalanarak tutuklandı.

İngiliz gizli servisinin yardımlarıyla tutukluluktan kurtarılan Mustafa Sagir,

İstanbul’a getirildikten sonra göstermelik olarak hapsedildi. Oyuna devam

edilmek suretiyle, hapsedildiği yerden kaçmış izlenimiyle sığındığı Üçüncü

Karakol Cemiyetinin yardımlarını aldı. Elde ettiği belgelerin yardımıyla önce

İnebolu’ya ardında da Ankara’ya ulaşma başarısını gösterdi.

Mustafa Sagir, Ankara’da Mustafa Kemal Paşa adına Kılıç Ali tarafından

merasimle karşılandı. Yanında da zamanın Ankara Valisi, Emniyet Müdürü ile birkaç

milletvekili de bulunuyordu. Karşılama merasiminden sonra istirahatına ayrılan

mahalle çekildi. Aradan bir müddet zaman geçtikten sonra da Mustafa Kemal Paşa

tarafından kabul edildi. Mustafa Kemal Paşa Mustafa Sagir’i kabulü esnasında

kendisine karşı iltifatlarda bulundu. Bu iltifatlar karşısında kendisini kabul ettirdiği

zannına kapılan Mustafa Sagir emin hareketlerde bulunmaya başladı. Nede olsa

Türkün Başbuğu Mustafa Kemal Paşayı gerektiği biçimde tanımıyordu. Siyasi bir

deha ile karşı karşıya olduğu bilmiyordu. Anladığında da iş işten geçmiş olacaktı.

Ankara’da kamp kurar Mustafa Sagir, önceleri otele yerleşti. Aradan geçen

zaman içinde, uygun bir ev tutarak evini eyerleşti. Mustafa Sagir’in bütün

hareketleri dikkatle izleniyordu. Her şeye rağmen tam itimat kazanmamıştı. Bu

konularda şüpheci olan Ankara Hükümetinin yanında Anadolu’daki Milli

Harekete karşı girişilen yoğun faaliyetlerden dolay Ankara Polisi Mustafa Sagir’i

takip ve tarassut altında bulundurmayı ihmal etmedi.

Mustafa Kemal Paşa daha ilk günlerde Mustafa Sagir’in casus olduğunu

anlamıştı. Bir gün bu düşüncesini Yunus Nadi Beye söylemiş, ancak “Şimdilik

kimseye söyleme” diye de tembihte bulunmuştu. Nedenini de daha sonraları

Mareşal Fevzi Çakmak’a şöyle anlatmıştı:

“Maksadım, Ankara ve İstanbul’daki Milli Müsellâh Kuvvetleri ile

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


‘MAH’ Teşkilatının nasıl çalıştığını anlamaktı. Onun için sabırlı olmaya ve

beklemeye karar vermiştim. Ta içimize kadar elini kolunu sallayarak ve

bizim en kadim dostumuz gibi girdiği halde, binlerce insandan mürekkep

bu gizli teşkilat bakalım bu insanı anlamakta isabet ettirecek mi diye

merak ediyordum. Çok şükür ki bu habisi tanımakta onlar da

gecikmediler.”

Ankara’da büyük zorluklarla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun

Hükümetinin Emniyet Genel Müdürlüğü her türlü imkânsızlığa karşılık, Mustafa

Sagir’in mektuplarına gizli sansür uyguladı. Hazırlanan bir kimyasal karışımın

yardımıyla İngiliz casusunun mektupları deşifre edildi ve casus olduğu açıkça

ortaya konuldu. Derhal tutuklandı ve Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Bey

tarafından sorgulandı.

Önceleri yüklendiği görevle ilgili olarak herhangi bir bilgi vermemeye özen

gösterdi. Elde edilen delillerin kendisine gösterilmesinde sonra herhangi bir

zorluk çıkarmadan olanları bir bir anlatmaya başladı. İfadesinde Anadolu’da

başlatılan İstiklâl Savaşına ilişkin İngiliz Hükümetinin yapmak istediklerini anlatan

Sagir, Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde şekillenen ve Kemalist Hareket olarak

nitelenen hareketi temel hedef olarak aldıklarını, bu gaye doğrultusunda Mustafa

Kemal’i öldürmeyi bile planladıklarını ifade etti. İstanbul’da faaliyette bulunan

İngiliz casusluk teşkilatına ilişkin bilgi veren Sagir, tanınmış İngiliz subaylarının bu

faaliyetlerdeki rolünü de deşifre etti.

Mustafa Sagir, ifadesinin devamında; böylesine önemli bir göreve neden

seçildiği hakkında bilgi verdi. Bu zor ve tehlikeli görev için kendisinin

seçilmesinin en önemli nedeni olarak daha önce katıldığı benzeri olaylarda

başarılı olmasını gösterdi. Soğukkanlı oluşunun da bu görev için seçilmesinin bir

başka sebebi olduğunu da ifadesine ekledi. 12

“Miralay Lavrens Osmanlı Devletini altınlarla yıkmıştı. İngilizler beni

de tabancayla Milli Hükümeti ortadan kaldırmakla görevlendirdiler.

Maksadım Mustafa Kemal Paşa’yı varmaktı. Bunun sonucunda Türklerin

İstiklal Savaşı duracak, Milli Hükümet yıkılacaktı. Fakat muvaffak

olamadım. Suç kimsenin değil benimdir. Suikast planı benden başka

kimse tarafından bilinmiyordu.” 13

İstiklal Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda idama mahkûm edildi

ve Karaoğlan Çarşısının ortasında idam edildi. 14

CUMHURİYETİN KURULMASI VE KURUMLARININ

OLUŞTURULMASINDA

Mustafa Kemal Atatürk, I. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşküne

yerleştikten sonra da korumaları vasıtasıyla polisle geçmişteki sıcak ilişkilerini

12 GÖKAY, Bülent, “Ankara’da Bir İngiliz Casusu”, Tarih ve Toplum Dergisi, Şubat–1992,

c.17, s.98, sayfa: 22–23, İstanbul–1992.

13 ERASLAN, F&METİN, İ, “Türk Polis Tarihi Cilt I Kurtuluş Savaşında İç Güvenlik ve

Polis”, sayfa: 201–210, Ankara, Ağustos–1984.

14 ŞAHİN, Eyüp, “Türk Polisinin Erdem Mücadelesi ve Kahraman Polisler, Mustafa

Kemal Atatürk’e Yapılmak İstenen Suikastı Türk Polisi Önledi”, ISBN, 975585–190–

9/539, Araştırma Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Yayın No. 152, sayfa: 120–123,

Ankara–2001

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

sürdürmeye devam etti. Türk Polis Teşkilatı ve onun vatansever mensuplarının

mücadeleye oyan katkılarını asla unutmadı. Her vesileyle bunu ortaya

koymaktan geri kalmadı. Bahse konu dönemde yakın korumalığı görevini

yürüten Ö. Vasıf Bacıoğlu, kendisiyle yapılan ve Polis Dergisinin II. Sayısında

yayınlanan röportajda Atatürk’le olan bir anısını şöyle ifade etmektedir:

“Atatürk, bugünkü ‘Atatürk Orman Çiftliği’nin bulunduğu yere sık sık giderdi.

Çiftliğe giderken bizler de yollarda tertibat alırdık. Bir gidişinde komiser muavini

yolda tertibat almış. Muhafız alay komutanı İsmail Tekçe, hatırlayamadığım bir

nedenle komiser muavinine bir tokat atmış. Bu nedenle Ankara Polis Müdürüyle

arası açılmış. Bunu Atatürk’e duyurmuşlar.

Şimdiki Merkez Bankasının bulunduğu yerin, yan sokağındaki küçük bir

kapıdan girişi bulunan Anadolu Kulübü vardı. O dönemde, devletin üst düzey

yöneticileri oraya gelirlerdi. Atatürk de bazen gelirdi.

Atatürk’ün geldiği bir akşam, yemek için karşısındaki Karpiç Lokantasına

geçildiği sırada biz bir arkadaşımla kapıda yerimizi aldık. Ankara Polis Müdürü

kapının iç tarafında onu karşılamak için yer aldı. Atatürk Polis Müdürünü

görünce Muhafız Alay Komutanı Tekçe’ye tok bir sesle ‘İsmail’ diye bağırdı.

İsmail Tekçe, ‘Buyur Paşam’ diye koşarak geldi. Atatürk, işaret parmağıyla Polis

Müdürünü gösterdi. Bu işaretle onların barışmasını istiyordu. Tekçe elini uzatmak

istemedi. 20–25 saniye sonra Polis Müdürü Tekçe’ye elini uzattı. O zamana

kadar Atatürk’ün emrine kimse karşı gelmemişti. İlk kez onun emrine karşı gelen

bir kişi gördüm.” 15

Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polisinin güç ve kuvvetini Türkiye Cumhuriyetinin

kanunlarından aldığını pekâlâ biliyordu. Bundan dolayı da polisin herhangi bir

hizmeti yerine getirirken kanunların dışında başka hiçbir gücün polise

karışmamasından yanaydı. Onların, Cumhuriyetin varlığının sürmesi için ne kadar

lüzumlu olduklarının farkındaydı. Bir gün, Dolmabahçe Sarayının rıhtımında

otururken Salih Bozok’un görevli polislere müdahale ettiğini gördüğünde

parmağıyla işaret ederek,

“Polise karışılmaz, vazifesini yaparken serbest bırakılmalıdır”

Diyerek, polisin devlet için ne kadar önemli olduğunu etrafındakilere de

anlatmak istemiştir. 16

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 10. yıldönümünde yapılan kutlama ve

gösteriler sonucunda yapılan resmigeçide katılan Polis ve Jandarma birliklerinin

ve bilhassa İstanbul’dan gelen polis merasim birliğinin geçişinden etkilenerek

polis ve jandarma birimlerini gururlandıran şu sözleri söylemiştir:

“Dün sizin hali tavrınızda mertlik ve erkeklik, yürüyüşünüzdeki intizam

ve ciddiyet, size olan haklı itimadı kuvvetlendirdi ve herkesi memnun etti.

Çünkü herkes biliyor ki ve bilmelidir ki, polis ve jandarma kuvvetleri

vatandaşlara huzur ve sükûn temin eden, Cumhuriyetin kanunlarına ve

medeniyet düşmanlarına karşı kullandığı bir kalkandır.

15 YILMAZ, Muharrem, “91 Yaşındaki Emekli Komiser Ö. Vasıf Bacıoğlu, Teşkilatımıza

65 Yıldır Hizmet Ediyor. Yaşayan Tarihimiz”, EGM Polis Dergisi, y.1, s.2, sayfa: 224–229,

Ankara–1995.

16 “Cumhuriyetin 60. Yılında Türk Polisi”, EGM, TPTGV, sayfa: 5, Ankara–1983

12

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Binaenaleyh, Cumhuriyet Kanunlarına, memleketin huzur ve

asayişine karşı gelebilecek ve vatandaşların hürriyetine tecavüz

edebilecek her şeririn kafası behemehal bu kalkana çarpmalı ve

parçalanmalıdır.” 17

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK NASIL BİR POLİS

DÜŞÜNÜYORDU?

Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin 10’uncu yıldönümü münasebetiyle

yapılan resmigeçitte görev alan polis ve jandarma birimlerinin yanında bilhassa

İstanbul Polis Müdürlüğünce ve Ekrem Şerif Beyin büyük emek ve çaba

harcayarak tören geçidine hazır hale getirdiği 100 kişilik bir polis birliğinin tören

geçişi seyredenlerin büyük beğenisi kazandı. Aynı biçimde Mustafa Kemal

Atatürk’ün de takdir ve hayranlığını kazandı.

Büyük gazi, o gün polis ve jandarma birlikleri hakkındaki takdir ve övgülerini

dile getirdi. “Dün sizin hali tavrınızda...” diye başlayan bu dile getirişteki

“dün” her gün olabilirdi. Bu söylem polis için övünç vesilesiydi.

Atatürk’ün bu övünç ve takdir dolu sözleri söylemesi, bir şeylerin dile getirilmiş

olması için söylenmemişti. Dünya siyasetinin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden birisi

olan önder, polis ve jandarmanın ülkenin olmazsa olmazlarından olduğunu çok iyi

biliyordu. Bundan dolayı, bilhassa polis teşkilatının çağdaş yöntemlerle idare

edilmesini ve çağdaş bilgilerle donanmış polislerle yenileştirilmesini istiyordu. 18

Bu amaçla, Çankaya Köşkünde bir akşam toplantısı tertip ederek yönetici ve

bilim adamlarının konuyla ilgili görüşlerini almak istedi. Mustafa Kemal

Atatürk’ün, çağdaş ve bilgili polislerin yetiştirilmesi için yeni polis okullarının

açılmasına ve polis amirlerinin iyi eğitim almaları için üst seviyede eğitim veren

okulların hizmete girmesi hususundaki görüşlerine ilk itiraz zamanın içişleri

bakanından geldi. Ancak İçişleri Bakanın tepkisi uygulamaya gerek olmadığı

görüşüyle değil, ekonomik sebeplerden dolayı,

“Polise mahsus ilk, orta ve yüksek öğretim kurumlarının oluşturulması ve

illerde teknik bürolarla sosyal tesisler açılması bu fakir bütçemizle şimdilik

mümkün değildir. Bir müddet daha alışılagelmiş biçimde polis alımına devam

etmekte yarar vardır”

Şeklinde oluştu. Toplantıya katılanların çoğunluğu da bu görüşe katıldılar.

Alışılagelmiş usulle, diğer devlet dairelerinde de olduğu gibi zamanın İtfaiye

Meydanı çevresinde bulunan kahvehane ve hanlarda toplanan insanların

arasından memur adayı toplanıyordu. Memur olma özelliğine sahip olanlar

bahse konu meydandaki kahvehane ve hanlarda toplanarak, devlet kuşunun

kendilerine ulaşmasını beklerlerdi.

İçişleri Bakanın ekonomiyi göz önüne alarak o çerçevede görüş beyan

etmesi ve toplantıda bulunanlardan bazılarının da onun görüşüne katılmasına

karşılık, Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polisinin çağdaş ölçüler doğrultusunda

eğitilmesi hususunda kararlı görünüyordu. Ona göre; ülkenin iç güvenliğinin,

huzur ve asayişinin sağlanması ve devamlılık arz etmesi çok önemli idi.

17 “Cumhuriyetin 60. Yılında Türk Polisi”, EGM, TPTGV, Ankara–1983

18 ŞAHİN, Eyüp, “1907’den 200’e Polis Okulları”, ISBN 975–585–208–5, APK yayın

No.155, sayfa: 119–121, Ankara–2001.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13


MAKALELER

İçişleri Bakanından polis ihtiyacının hangi yöntemlerle karşılandığını sordu.

Aldığı cevaptan sonra, davetlilerden de herhangi bir başka görüş gelmedi. Bunun

üzerine yaverini çağırttı. Yanına gelen yaverine de,

“İtfaiye meydanına git, polis olabilecek vasıfta bir şahsı al, getir”

Dedi. Verilen emir kısa bir zaman içinde yerine getirilerek, günün kabul gören

ölçüleri doğrultusunda polis adayı bir genç alınıp köşke getirildi.

Mustafa Kemal Atatürk, huzuruna getirilen şahsa adını, memleketini ve askerlik

yapıp yapmadığını sordu. İcap eden cevapları aldıktan sonra, tekrar yaverini çağırdı.

Yaverine şarjörüyle birlikte bir tüfek getirmesini emretti. Tüfek ve şarjörü getiren

yaverine, tüfeği Harputlu Fikri’ye vermesini emretti. Tüfeği ve şarjörü alan Harputlu

Fikri’ye de tüfeği doldurmasını emretti. Fikri, emir tekrarına gerek bırakmadan

elindeki tüfeği doldurdu. Tüfeği doldurduktan sonra kendisine,

“Tavana ateş et”

Emrini verdi. Emri alan fikri hiçbir tereddüt göstermeden tavana beş el ateş etti.

Tüfeğiyle tavana ateş eden Fikri, mermilerin bitmesi üzerine Atatürk’ün emrini

beklemeye başladı. Atatürk’ün,

“Dışarı çık”

Emriyle de huzurdan ayrıldı.

Harputlu Fikri odadan çıktıktan sonra, bizzat yanına aldığı ve polisliğini takdir

ettiği yakın koruma polisi olan Ragıp Efendiyi yanına çağırttı. Karşısına gelerek

saygılı bir biçimde emir vermesini bekleyen Ragıp Efendiye hitaben,

“Ragıp, tabancan dolu mu?”

Diye sorunca o da,

“Emrederseniz doldururum, Paşam”

Diye cevap verdi. Atatürk,

“Doldur ve tavana ateş et”

Diye emretti. Verilen emre karşı saygılı bir ifadeyle Atatürk’e baktı, bir

değişim görmeyince de diğer konuklara baktı, onlarda da belirleyici bir tavır

göremedi. Bakışlarını tekrar Atatürk’e yönelterek, saygılı bir sesle

“Emriniz baş üstüne paşam, ama sebebini öğrenebilir miyim?”

Diye sordu. Bunun üzerine Atatürk,

“Çıkabilirsin Ragıp Efendi”

Diyerek odadan çıkmasını emretti.

Polis memuru Ragıp Efendi huzuru terk ettikten sonra, davetlilere dönen

Atatürk, İçişleri Bakanına hitaben:

“Şükrü Bey, Harputlu Fikri’ye seni vurmasını emretseydim seni

vurur muydu?”

Sorusuna, Şükrü Bey hiç tereddüt etmeden,

“Vururdu”

Diye cevap verdi. Aldığı cevap sonucu yüzüne gülümseme yayılan Mustafa

Kemal Atatürk,

“Ragıp Efendiye seni vurmasını emretsem vurur muydu?”

Sorusuna da hiç tereddüt etmeden,

“Vurmazdı Paşam”

14

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Cevabını verdi. İstediği cevapları alan ve bir canlandırmayla da polisin ne

kadar önemli olduğu fikrini toplantıya katılanlara ispatlayan Atatürk, İçişleri

Bakanı Şükrü Beye hitaben,

“O halde kolları sıva, Polis Kolejini ve Polis Enstitüsünü aç, bu

müesseselere en iyi ve en değerli hocaları temin et”

Diye kesin talimatını verdi. 19

Türk Polisine karşı sevgi besleyen Mustafa Kemal Atatürk, polisinin başına

herhangi bir kaza geldiğinde de gerekeni yapmaktan geri kalmazdı. Bunun en güzel

örneklerinden birisi de Fransızlar tarafından haksız biçimde yargılanıp küreğe

mahkûm edilen Polis Memuru Mehmet Cemil Efendi olayıdır. 1919 yılının

kânunuevvel (aralık) ayının nihayetinde nokta nöbetini devralmak üzere Gülhane

Parkının önünden geçmekte olan Cemil Bey, tramvay yolunun yanına geldiğinde

akıllara durgunluk verecek bir olayla karşılaştı. Yol kenarında bulunan bir arabadan

“İmdat! Polis yok mu?” diyen bir bayan sesi yardım istiyordu. Bu halkının imdat

sesiydi. Bu çağrı karşısında hangi polis hareketsiz durabilirdi. O da durmadı,

duramadı. Tramvay da durmuş herkes dışarı çıkıyor, ama herhangi bir

müdahalede bulunmuyordu. Arabaya yaklaştığında iki sarhoş işgal askerinin Türk

bayanlarına sarkıntılık yaptığını gördü.

Sarhoş askerleri ikaz ederek durdurmaya çalıştı. İşgalin sarhoşluğuna karışan

alkolün sarhoşluğunun verdiği sahte gücü arkalarına alan işgalin küstah askerleri

Türk Kadınlarını bırakarak Cemil Beye yöneldiler. Belli ki, onu alt edeceklerini

sanıyorlardı. Kasaturalarını çıkararak Cemil Beye saldırdılar. Kendisine yönelen

saldırı karşısında Gülhane Parkının içine doğru çekildi. Onun geri çekilmesini

korkusuna veren lejyonerler, saldırılarını daha da ileri götürdüler. Sonuçta,

sarhoş askerlerin canına kast ettiklerini açıkça anlayan Cemil Bey, nefsini

müdafaa konumuna girdi. Canına kast eden saldırılardan kurtulmak ve nefsini

müdafaa etmek için en tabi hakkı olan silah kullanma kullanarak saldırganları

yaraladı. Fiil, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman dilimi içinde başladı

ve bitti. Saldırgan Fransız Lejyonerleri aldıkları yaralardan dolayı öldüler. 20

Cemil Bey kaçmadı. Kaçmaya tenezzül bile etmedi. Kendisini yakalamaya

gelenlere mukavemet dahi etmedi. Gözaltına alındıktan sonra, göstermelik

biçimde yargılandı ve ömür boyu kürek mahkûmiyetiyle cezalandırıldı. Nefsi

müdafaa hakikati göz önüne alınmadı. Cezasını çekmek üzere de Fransızlar

tarafından her türlü insanlık ayıbıyla dolu, insanca yaşama şartlarından uzak

Guyana hapishanesine gönderildi. Bu hapishane, Güney Amerikanın ünlü

Şeytan Adalarında bulunuyordu. Taşıdığı özelliklerinden dolayı da hapishanecilik

tarihinin en korkunç hapishanesi konumundaydı.

Uzun müddet yapılan işkencelere sabır gösterdi. İşkenceler insanlık onurunu

ayaklar altına alınca; kaçmaya karar veren Cemil Bey, kaçmanın mümkün

olmadığı söylenen Guyana cehenneminden kaçmayı başardı. Yerli halkın arasına

19 AKSU, Osman Sulhi, “Atatürk’ün Polis Sevgisi”, Polis Emeklileri Polis Dergisi, s.485,

sayfa: 23–24, İstanbul–1992.

20 Adı geçenin EGM Personel Dairesi Başkanlığı bünyesindeki özlük arşivinde bulunan C–

9460 numaralı özlük dosyasındaki belgelerden derlenmiştir.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15


MAKALELER

karıştı. Uzun yıllar onların arasında yaşama başarısını gösterdi. Aradan geçen

yıllardan sonra tesadüfen yakalandı ve tekrar Guyana cehennemine konuldu.

Tıpkı Kelebek Filminin kahramanı gibi, ama kaçışı ondan önce başardı. Buna

rağmen üzerindeki işkence ve zulüm devam ediyordu. 21

Dayanma gücünün yavaş yavaş tükenmeye başladığı dönemde Cemil Beyin

Türkiye’ye getirilmesi için Mustafa Kemal Atatürk devreye girdi. Türkiye Büyük Millet

Meclisini de harekete geçirdi. Öylesine bir diplomatik faaliyet başlattı ki, mağrur

Fransızların başı yere eğildi. Büyük bir merak içinde Türk Başbuğunun bir polis

memuruna verdiği değerin sebebini anlamaya çalışıyorlardı. Bilmiyorlardı ki, bir

kahraman bir başka kahramanı göz ardı etmez ve de edemezdi. Milletine özgürlük ve

bağımsızlık duygusunu doyasıya yaşatan Mustafa Kemal Atatürk, polis memuru

Cemil Beyin ayağına bağlanan pranganın kilidini zorla çözdürdü. 22

Yorgun Cemil Bey, 01 Nisan 1929 yılında Anadolu’suna, Kutsal Vatanına

kavuştu. Limanda merasimle karışılandı. Gemiden indikten sonra kendisini

karşılayanlara önce Fransızca hitap etmeye başladı. Ancak anında kendini

toparlayarak, uzun müddet Türkçe konuşmadığı için şaşırdığını beyan etti. Halkından

özür diledi. 23

POLİS MECMUASI ARACILIĞIYLA OLUŞTURULAN SICAK

İLİŞKİLER

Florinalı Nazım Beyin yönetiminde üstün bir başarı grafiği yakalayan polis

mecmuası işgal döneminde bile İstanbul’daki yayınına devam etti. Yazar ve

şair kimliğini bünyesinde toplayan Florinalı Nazım Bey, Batı Trakyalı olmasının

etkisiyle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’le yakın ve samimi ilişkiler

kurmayı becerdi. Bu yakınlığın da yardımıyla resmi ve dini bayramlarda ve

hatta henüz bayram olarak kutlanılması gündemde olmayan önemli günlerde

kendisine gönderdiği tebrik telgraflarına her zaman aynı sıcaklıkta karşı

telgraflar almıştır. Bu sıcak ilişkinin bir bölümü Florinalı Nazım Bey olmakla

birlikte diğer bir önemli bölümü de Türk Polis Teşkilatıdır. Çünkü Gazi, Türk

Polisinin ülkenin varlığı için ne kadar önemli olduğunu bilmesinden dolayı bu

iltifatların dergi aracılığıyla emniyet görevlilerine iletilmesi hususuna büyük bir

önem veriyordu. Bu gün bile onun iltifat dolu sözleri okunduğu zaman

okuyanın duygularında sevinçli bir berraklık bırakmaktadır.

Teati edilen bu telgrafların bütününe yakını Florinalı Nazım Beyin

yönetimindeki Polis Mecmuasında yayınlanmıştır. Tebrik telgrafları teatilerinin

yayınlanmasının yanında bazı önemli günler öncesi ve arkası verilen demeçlerle,

toplantılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmaları da temin edilerek polis

mecmuasında yayınlanmıştır. Bu yazıları en güzel yanı, o günden bu güne

yaşanan ve gelişen olayların, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anındaki

yorumlarıyla birlikte özümsenmesidir. Bu tebrik, kutlama, açılış ve kapanışla ilgili

örnekler aşağıya alınmıştır:

21 ŞAHİN, Eyüp, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Polis Sevgisi ve Kahraman Polis

Memuru Cemil Efendi”, ISBN, 975–585–190–9/539, Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Dairesi Başkanlığı Yayın No. 152, sayfa: 68–72, Ankara–2001

22 ES, Hikmet, F. 26 Ekim 1986 Tarihli Hürriyet Gazetesi.

23 EGM, İç Hizmet Bülteni, y.20, s.181, Ocak, Şubat, Mart–1994, sayfa:164–165, Ankara–1994.

16

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


BÜYÜK GAZİMİZİN İSTANBUL’DAN MÜFARAKATLARI 24

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti ilan edip, cumhuriyetin

kurumlarını da oluşturduktan sonra, yurtdışı gezilerek rağbet etmemesine karşılık,

sık sık yurtiçi gezilere çıkmıştır. Aldığı bazı önemli kararları bizzat halka izah

ederek onların tepkilerinin yanında duygu ve düşüncelerini de bizzat görme

fırsatını yakalamıştır. Bu gezilerden birinde İstanbul halkının ilgi ve alakasına

karşılık vererek güncel konularda fikir beyan etmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün beyan ettiği fikirler, zamanın ulusal medyasında yer

aldığı gibi bazı kurumlar tarafından çıkarılan yayın organlarında da yer alıyordu.

Bahse konu kurum yayınlarından birisi olan Polis Mecmuası da bilhassa Osmanlı

Devletinin son ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk yıllarında müdürlüğünü yapan

Nazım Beyin şahsi gayretleri doğrultusunda yapılandırılarak, bu konuda tarihe ışık

tutacak çalışmalarda bulundu.

Bu tespitlerden birisi de Gazinin İstanbul ziyaretleri esnasında yaptığı çalışma

ve etkinlikleri takip ederek büyük önderin görüş ve tespitlerini kayıt altına alma

başarısını göstermiştir. Bu kayıtlar, günümüz bilgi kazanımı ışığında

değerlendirildiğinde yapılan çalışmaların boyutları hakkında gerçekçi bilgilere

ulaşılmasında kaynak görevi yapmaktadırlar.

Bilhassa önemli karaların arifesinde veya uygulamaya konulmasından sonra

yapılan yurtiçi gezileri sırasında halkla temas sırasında ortaya çıkan görüşlerin kayıt

altına alınması ve günümüze ulaştırılması büyük bir önem arz etmektedir. Mustafa

Kemal Atatürk’ün bizzat katıldığı etkinliklerde ortaya çıkan görüş ve düşüncelerin

olduğu gibi not edilerek dergi aracılığıyla günümüze ulaştırılması, geçen zamanı kendi

şartları içinde değerlendirmemiz için faydalıdır.

“Gayet kıymettar vücutlarıyla şehrimize payesiz şerefler veren âlî-şan Reis-i

Cumhurumuz ve büyük münci ve gazimiz Mustafa Kemal Hazretleri, 14 eylüle

müsadif cuma günü saat on beş buçukta (İzmir) vapuruyla bahren ve

Karadeniz’e müteveccihen İstanbul’dan müfarakat buyurmuşlardır.

Saadet-bahş zaman-ı ikametleri, pek çabuk geçen ve halkımızın tahsirini tatmin

edemeyen bu çok muazzez ve mübeccel misafirimizin müfarakatları şehrimizde ulvi

hatıralar bırakan ve bu itibar ile kendilerine karşı lâyezal minnet ve şükran hisleriyle

çarpan kalplerimizde tasviri muhal bir rikkat husule getirmiştir.

Müşarünileyh daima cesim iftiharları önünde görmek iştiyakını bir türlü

bertaraf edemeyen şehrimiz halkı, o gün tamamıyla sokaklara, sahillere

dolmuşlardı. Halkımıza tekâmül asırlarını-adeta avuçlarına taşır gibi-bir kıy, bir

sürat ve semahatla isar ettiğine delalet eden lisanımızın-harf inkılâbı-hadise-i

mütekamilesinin müjde-i zuhurunu bütün kudret-i belagatleriyle buradan-çar-ı

ikdar-ifşa ve ilan etmek suretiyle İstanbul’a müstesna bir (şeref-i tarihi)

kazandıran büyük halaskar ve irşatkarımız,-İstanbul’dan ayrılırken-haklarında

şan-ı Aliyelerine şayan merasim meşa’şa-i teşyiiye icra olundu.

Reisicumhur Hazretleri o gün, Dolmabahçe Sarayını terk etmeden on dakika

evvel Vali Vekili Şehremini Muhiddin Bey hazretlerine kabul buyurmuş ve

kendisine atideki beyanatta bulunmuştur.”

24 “Büyük Gazimizin İstanbul’dan Müfarakatları”, Polis Mecmuası, Dâhiliye Vekâleti,

Emniyeti Umumiye Müdüriyeti, adet: 224, 225, 226, Sayfa 603–604, Ankara–1928.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17


MAKALELER

“İstanbul’da geçirdiğim günler zarfında muhterem halkın, zat-ı

âlinizin, mülki ve askeri makamatın göstermiş oldukları muhabbet ve

misafirperverliğinden dolayı ziyade mütehassıs ve müteşekkirim.

Büyük milletimizin bir kat daha inkişâf ve tealisini temin edecek

olan (yazı inkılabı)’nın fiilen başlaması buradaki ikamet zamanına

tesadüf etti. Bu benim için kıymetli bir hatıradır. Yeni yazımızı

öğrenmek ve öğretmek için muhterem halkın, resmi ve hususi

muhtelif makamat, müessesat ve cemiyetlerin göstermiş oldukları

nihalin şevk ve gayrete yakından muttali’ oldum. Bu meşkûr

faaliyetin mesud semerelerini şimdiden iftiharla görüyorum. Bu

hususta İstanbul matbuatının ve fikir aleminin kıymetli muavenetini

müteşekkirane yad ediyorum. Bu pek yerinde ve şuurlu mesainin

yakın zamanda tam bir muvaffakiyetle neticelendiğini göreceğimize

şüphe yoktur. Güzel İstanbul’un halkına aziz hemşerilerime

saadetler temenni ederim.”

“Suret-i teşyie gelince: Merasim teşebbüsünde bulunmak üzere Dolmabahçe

Sarayı aşağı salonunda ahz-ı mevki eden bilumum rical-i askeriye, mülkiye,

meb’usan, mensubin-i matbuat ve sair birçok zevat, Reis-i Cumhur Hazretlerinin

teşriflerine intizar ediyorlardı.

Gazi Hazretleri, saat on dört buçukta, refakatlerinde Büyük Millet Meclisi Reisi

Kazım Paşa Hazretleri ve maiyetleri erkânı bulunduğu halde, sarayın geniş

merdivenlerinden inerek salonu teşrif etmiş ve iki ihtiram safı şeklinde kendilerine

muntazır olan zevatın arasından geçerek başlarıyla selam vermişler ve:

“Allah’a ısmarladık, arkadaşlar!”

İltifatıyla hazırûna veda buyurmuşlardır.

Gazi-i müşarünileyhe ilerledikçe, hazırûn kendilerini takip etmekte idiler. Bu

suretle, sarayın büyük kapısından bahçeye çıkılmış ve bu sırada, bahçede

bulunan, gazetelerin fotoğraf muhabirleri kendilerinin hareket halinde

fotoğraflarını almışlardır.

Gazi Hazretleri bahçeye çıkınca, selam ve ihtiram vaziyetinde teşkil-i sufuf eden

askeri kıtatın ve polis efendilerin önlerinden geçerek iltifatta bulunmuşlardır.

Reis-i Cumhur Hazretleri müteakiben sarayın rıhtımını teşrif ve hazırûna

tekrar veda ile rekublerine muntazır (Sakarya) motoruna rakib oldular.

Reis-i Cumhur Hazretlerine, aynı motorda, İzmir Vapuruna kadar Büyük

Millet Meclisi Reisi Kazım Paşa Hazretleri, vali vekili ve şehremini Muhiddin Bey,

üçüncü kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa ile sair zevat ve erkân-ı matbuat

refakat ettiler.

Gazi Hazretleri, “İzmir” vapuruna bindikten sonra geminin iskele başında

kendilerini teşyi’ eden zevata, yeniden iltifatta bulunduktan ve hayırlı yolculuk

temennileri arasında birkaç dakika tevkif ettikten sonra, (İzmir) vapuru

Karadeniz’e doğru hareket etmişti.

Reis-i Cumhur Hazretleri, ara sıra semt semt boğazın iki sahilinde toplanan ve

yalılardan bayrak ve mendil sallayan İstanbullulara selam veriyorlar ve “İzmir”in

güvertesinden boğazı temaşa ediyorlardı.”

18

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


ULVİ BİR İLTİFAT VE BUNA MÜTEALLİK TEŞEKKÜRAT

TEBLİGAT 25

Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul ziyaretlerini tamamlayıp deniz

yoluyla Karadeniz’e doğru yol almakta iken, İstanbul’da bulunduğu zaman içinde

kendisine gösterilen ilgiye, bilhassa İstanbul polisinin övgüye değer görev aşkına

karşı gereken iltifatı göstermek gayesiyle gemi telsizi aracılığıyla aşağıya alınan

tebriki dile getirdi.

Türk Polisi İstanbul’daki birimiyle önderine gereken sevgi ve saygıyı

göstermiş, önder de kendisine gösterilen sevgiye kayıtsız kalmamış, o da duygu

ve düşüncelerini bir telsiz aracılığıyla zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Şerif

Beye ve onun vasıtasıyla da İstanbul Polisine, Polis Mecmuası aracılığıyla da

bütün polis teşkilatına iletmiştir. Bu olgu, Türk Polis Teşkilatı için övünülmesi

gereken bil olgudur.

Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün polis sevgisi, şekilcilik arz eden bir

sevgi değildi. O, polisin demokrasiler için vazgeçilemeyecek bir güç olduğunun

farkındaydı. Polisin varlığına da bu açıdan bakıyordu. Cumhuriyet Kanunlarının

uygulayıcısı ve aynı zamanda koruyucusunun Türk Polisi olduğuna inanıyor ve

öyle olmasını da istiyordu. Bunu isterken, Türk Polisinin de çağdaş bilgilerle dolu

olmasından yanaydı.

“Büyük Gazimizin İstanbul’dan müfarakat-ı âliye-i riyasetpenahilerini

müteakip Karadeniz’in dalgaları arasında-telsiz-le İstanbul Polis Müdürü Şerif

Beye tebliğ buyrulan âli bir iltifat nameleri ile buna mukabele-i müdür-i

mumaileyhin-Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumisi vasıtasıyla-büyük müncimize

arz-ı teşekküratı ve bu babda merakiz-i zabıta rüesasına tebliğini mutazammın

yazdığı telgraf ve tamim namenin suretlerini memnuniyetle derç ediyoruz:”

Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, zamanın Emniyet

Müdürünün şahsında, Türk Polisini yüceltirken işgal dönemindeki polisin verdiği

mücadeleyi gözünün önüne getirdiği, hele hele İstanbul Polisinin fedakarlık ve

kahramanlık dolu mücadelesine özel bir yer verdiği muhakkaktı. Onların

kahramanlık ve sevgi dolu mücadelesini hatırlamaması zaten mümkün olamaz.

Milletin sevgisine mazhar olmuş liderler, bütün güçlerini halkından alır. Mustafa

Kemal Atatürk de her zaman halkına yöneldi ve gücünü halkından almayı başka

güçlere karşı yeğ tuttu. Ama bunu yaparken hiçbir zaman tevil yoluna sapmadı.

Yalan beyanda bulunmadı. Başka başka manalara gelecek biçimde söz

söylemedi. İstanbul Emniyet Müdürü Şerif Beye gönderilen tebriki bu açıdan

değerlendirmek en doğrusu olur.

“İstanbul Polis Müdürü Şerif Bey Efendiye

Karadeniz’in dalgaları içinde en çok mucib-i mahzuzatım, kalbi

hissim, samimi hatıram, siz olmaktasınız. Bunu size ve adreslerini

bilmediğim bütün kardeşlere, evlatlara, iblağ ediyorum.

Gazi: Mustafa Kemal”

Doğrusu İstanbul Polisiyle birlikte Polis Teşkilatının bütün çalışanları bu iltifata

25 Polis Mecmuası, adet: 224, Sayfa: 605, Devlet Matbaası, İstanbul–1928.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 19


MAKALELER

layıktı. Çünkü onlar, tavırlarını özgürlük ve bağımsızlıktan yana koyuşlardı. Maaşlarını

İstanbul Hükümetinin vermesine karşılık, Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi

Hükümetinden yana tavır almışlardı. Zonguldak’ta, Kastamonu’da, Maraş’ta,

Antep’te, Adana’da, Urfa’da, Denizli’de ve diğer illerde kurtuluş mücadelesinin

benimsediği ilkeler doğrultusunda iş gördükleri kesindir. Bunların kayıtlarının bir bir

ortaya konması da bugünkü polis önderlerinin namus borcudur.

“Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumisi Tevfik Beyefendiye

Acizlerini ve-bütün zabıta teşkilatını-cihan-baha iltifatıyla bi-payan

saadetlere gark eden büyük halaskarımız Gazi Hazretlerine minnet ve

şükranlarımızın arzına ve hayatımızda en büyük mükâfatı bu lütfe

olduğumuz mukaddes anda idrak ettiğimizin hâk-i payı riyaset

penahilerine alasına lütuf ve satınızı rica ederim efendim.

İstanbul Polis Müdürü: Mehmet Şerif”

Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün tebrik sözlerini doğru olarak

yorumlayan zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Şerif Bey, tebrikin kedisi

için söylendiğini asla ima etmediği gibi, sadece İstanbul Polisi için de

söylenmediğinin farkındaydı. Bu övgüye değer iltifatlı sözlerin bütün Polis Teşkilatı

için söylenildiğinin farkındaydı. O da biliyordu ki, ‘Hattı müdafaa değil, sathı

müdafaa’ görüş ve ekolünden gelen Büyük Önderin, bir hattı, bir parçayı değil; bir

bütünü tüm unsurlarıyla görebilme becerisine sahip yegâne liderlerden bir

tanesiydi.

Zamanın polis dergisinin yöneticileri ve bilhassa Florinalı nazım Bey, Türkiye

Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile sadece kendi benini tatmin

etmek için iletişim içinde olmamıştır. Cumhuriyete giden yolda yapılan çalışmalar

sonucunda, meydana gelen öneli olayların unutulmaması ve bir biçimde

hatırlanılması ve aynı zamanda hatırlanması için gerekenin yapması hususunda

da büyük gayret göstermiştir.

Bahse konu önemli günlerin, milli manada değerlendirilmesi ve toplumun

ortak bilincini oluşturması doğrultusunda Reisicumhurumuz ve diğer devlet

büyükleri nezdinde tebrik edilmesi ve kendilerine tebrik telgraflarının

gönderilmesi sonucunda; tebrik edilenlerin de karşı tebrik göndermeleri

sonucunda milletçe ortak bir şuurun oluşmasına ön oldukları da muhakkaktır. Bu

gibi uygulamalar ve hatırlatmalar sonucunda; günümüzdeki milli bayramlar

uygulaması hayat bulmuştur. Sevenle sevilenin böylesi bir uygulamayla

kaynaşması sonucu Türkiye Cumhuriyeti yükselme trendine girmiştir.

Polis Mecmuasının Müdürü Florinalı Nazım Beyin ilgili, dikkatli ve akılcı

yaklaşımları sonucunda Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir

telgrafından Cumhuriyetin kuruluşunun bayram olarak kutlanılmasına giden

yolda ne kadar faydalı olduğunu göstermektedir. Tabiidir ki, geçmişi günümüze

taşıyan bu gibi tebrik telgraflarının polis mecmuasında veya başka bir kurum

mecmuasında veyahut da herhangi bir gazetede yayınlanarak günümüze

zamanındaki manasıyla ulaşması da ayrıca bir önem arz eder. Polis Mecmuası

vasıtasıyla Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile kurulan bu sıcak

ilişkiler, Onun Türk Polisine gösterdiği sevginin net görüntüleridir.

20

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Gittiği her yurt köşesinde karşısında Türk Polisini gören Mustafa Kemal

Atatürk; “Cumhuriyet Kanunlarına, memleketin huzur ve asayişine karşı

gelebilecek ve vatandaşların hürriyetine tecavüz edebilecek her şeririn

kafası behemehal bu kalkana çarpmalı ve parçalanmalıdır” beyanında

bulunurken hangi addan olursa olsun iç güvenlik birimlerinin elemanlarının

önemini vurgulamıştır.

Günümüz dünyasında iç güvenliğin sağlanması kadar iç güvenlik

elemanlarının eğitiminin sıkı tutulması da çok önemlidir. Bunu yapmak için

eğitim tekniklerinin bütünün kademeli olarak bir arada kullanılmasında sayısız

yarar vardır. Temel eğitimden sonra yetişkinlerin eğitiminin gereken biçimde

yapılmasıyla bilimdeki gelişmeler eğitilmiş her insana kazandırılmış olur. Aynı

bağlamda polis birimlerinin de yetişkin eğitimine tabi tutulması ve mevcut

zamana ait bilgilerle donatılması, iç güvenliğin sağlanmasında büyük yararlar

sağlar.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 21


MAKALELER

Cumhuriyetin temel nitelikleriyle barışık, çağın gerektirdiği eğitimle donanmış

polis birimlerinin iç güvenliğin korunmasında yüklenecekleri görevleri

aksatmadan yürüteceklerinin aksine bir düşüncenin şekillenmesi mümkün

değildir. Eğitilmiş polislerin, haklı nedenlerle tebrik edilmesinin sonucunda

morallerinin yükseleceğinin farkında olan Mustafa Kemal Atatürk, Polis

Mecmuasına gönderdiği tebrikatında:

Nevzâd Cumhuriyetimizin ilk sâl-i tecellisinde, mecmuamız müdürü Florinalı

Nazım Beyin-Cumhur Reisimizin te’bid-i valasına hadım yazılarına ait-Büyük

Gazimizin cihan kıymet takdiratını havi bir telgraf name-i mualla-i tarihi: 26

TÜRKİYE CUMHURİYETİ RİYASETİ

Hususi

İzmir-Göztepe

16. 2. 1340

Florinalı Nazım Bey Efendiye

İlk celile-i gaibin tebriki münasebetiyle irsal buyurulan 9 Şubat

1340 tarihli mektubunuzu aldım. Hakkımda perverde ettiğiniz samimi

hissiyatın ve kuvvet-i şairliğinizin yeni ve yüksek birer eseri olan

manzumeleri de okudum. Teşekkür ederim.

Cumhuriyetin takdir-i valası hususunda tam ve fikir erbabının ifa

edeceği hizmet bittabi pek şümullü ve müessir olur. Bu yoldaki

mesainin daima tahsin ve takdir ile karşılanacağı da şüphesizdir,

efendim.

Türkiye Reis-i Cumhuru

Gazi Mustafa Kemal

Cumhuriyetin ilk yıllarına rastlayan zaman diliminde, Reisicumhur Mustafa

Kemal Atatürk ile kurulan sıcak ilişkilerde kuşku yoktur ki, Polis Mecmuası

Müdürü Florinalı Nazım Beyin önemli bir katkısı vardır. Bunun yanında,

kuşkusuz Reisicumhurumuzun Türk Polisine karşı beslediği sevginin de büyük

önemi vardır.

Polis Mecmuası vasıtasıyla, Milli Bayram niteliğindeki günlerin tebrik

telgraflarıyla hatırlatılmasının ve sonuçta millileşmesi yönündeki çalışmaların

yanında manevi bayramların da kutlanması, tebrik telgraflarının teati edilmesi ve

bu telgrafların Polis Mecmuasının ilgili nüshasında yayınlanması da Cumhuriyet

Yönetimiyle halkın kaynaşması bakımından önemi inkâr edilemez.

Bu konudaki telgraf teatileri sonucu Polis Mecmuasında yayınlanan telgraf

örnekleri aşağıya alınmıştır:

MECMUAMIZ MÜDÜRİYETİNE KIYMETTAR İLTİFATLAR 27

“İyd-i fıtr münasebetiyle arz-ı tebrikat ve tazimatı havi mecmuamız müdürü

Florinalı Nazım Bey tarafından takdim edilmiş telgraf nameler üzerine müdür-i

mumaileyh ber-vechi ati cevaplar beyan-ı teşekkür ve iltifat buyurulmuştur”:

26 Polis Mecmuası, Ağustos, Eylül, Teşrinievvel–1928, Devlet Matbaası, adet: 224, 225, 226,

sayfa: 620, İstanbul–1928.

27 Polis Mecmuası, Mart, Nisan, Mayıs, Devlet Matbaası

Adet 219, 220, 221, sayfa:513, İstanbul–1928.

22

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Ramazan Bayramı dolayısıyla, Polis Mecmuası Müdürü Florinalı Nazım

Beyin, başta Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere diğer

devlet büyüklerinden alınan tebrik telgrafları bir bütün halinde incelendiğinde;

milli günlere olduğu kadar manevi günlere de önem verildiğini görmek

mümkündür. Milli ve manevi bütünleşmenin örneği olan cevabi tebrik telgrafları

aşağıya alınmıştır:

Florinalı Nazım Beye

C. Bil mukabele beyan-ı tebrikat ederim.

Reis-i Cumhur

Gazi Mustafa Kemal

Florinalı Nazım Beye

Teşekkür ve tebrik ederim.

Başvekil

İsmet

İstanbul Yıldız Polis Mecmuası Müdürü Nazım Beye

Tebrik telgrafınızı aldım. Çok teşekkür eder ve bilmukabele takdimi

tebrikat ederim, efendim. 24.03.1928

Şükrü Kaya

Dâhiliye Vekili

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 23


MAKALELER

CİHAN KIYMET BİR İLTİFATNAME 28

TÜRKİYE CUMHURİYETİ RİYASETİ

Hususi

Ankara

1 12 1339

Florinalı Nazım Bey Efendiye

25 Teşrinisani 1339 tarihli mektubunuzla melfufu gazete-i

mektuplarınızı memnuniyetle aldım. Şahsıma karşı her vesile ile izhar

olunan merbutiyet-i samimaneden pek mütehassıs olmaktayım. Büyük

Milletimizin büyük azim ve hamiyetinden doğan bi-misal zaferi tasvir ve

terennüm hususundaki kudret ve muvaffakiyetinizi takdir ve

hakkımdaki ihtisasatınıza teşekkür ederim, efendim.

Türkiye Reis-i Cumhuru

Gazi Mustafa Kemal

“Büyük müncimiz ve âli şan Reis-i Cumhurumuz, Gazi Mustafa Kemal

Hazretlerinin mecmuamız müdürü Florinalı Nazım Beyin (Türk Büyük Zaferini)

tasvir ve terennüm hususundaki gayret ve muvaffakiyet-i edebisini takdir ederek

gayet âlî ve kıymettar bir iltifat name-i tarihiyeleri, balada aynen vaz ve mevki-i

tazim ve mübahat edilmiştir.”

Şair bir kişiliğe sahip olan Florinalı Nazım bey bu husustaki nazımlarını hem

Polis Mecmuasında yayınlıyor ve hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e

göndererek aslında kendi şahsıyla Türk Polisinin duygu ve düşüncelerini

iletiyordu.

Aynı zamanda bu tür iletilerle de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Türk Polisi

arasındaki sevgi bağını güçlendiriyordu. Bu sevgi, liderin inancına karşı Türk

Polisinin verdiği sarsılmaz bağlılık yemini ve o doğrultudaki uygulamanın olması

gereken sonucuydu.

Oluşan bu sevgi bağı, Florinali Nazıb Bey yönetimindeki Polis Mecmuası

aracılığıyla Türk Polisinin bilgisine sunuluyordu. Türk Polisi de Atasının övgüsüne

laik olmak için var gücüyle karşılığını ödemeye çalışıyordu.

SONUÇ

İstiklal Mücadelesinin önderi, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk

Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk Polisine beslediği muhabbet

ve sevgi kesinlikle basit bir polis sevgisi değildi. O kahramanların, İstiklal

Mücadelesi sırasında neler yaptığını bizzat müşahede ettiğinden dolayı, Türkiye

Cumhuriyetinde huzur ve güvenin sağlanmasında da neler yapabileceklerini

tahminden öteye net olarak biliyordu. Bunu bildiğinden dolayı, o birimin

elemanlarına sarsılmaz bir güven duyuyor ve bir o kadar da sevgi besliyordu.

Bu sevgi, Türk Polisinin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iç

güvenliğinin sağlanmasında üstlendiği veya üstleneceği rolden kaynaklanıyordu.

Devlet kurma geleneğinden gelen ve üst düzeyde liderlik unsurlarına sahip bir

28 Polis Mecmuası, Eylül, Teşrinievvel, Teşrinisani 1927, adet, 213, 214, 215, sayfa:412,

Devlet Matbaası, Ankara–1927

24

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


önder olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin en önemli

unsurlarından birisi olan polisin yeni devletteki konumundan bihaber olması

düşünülemezdi.

O, Birinci Dünya Savaşı sonucunda dünyanın uğradığı felaket sonrası dünya

milletlerinden, felakete maruz kalanlarla kalmayanların bir noktada birleşerek

sıcak savaşlara daha az başvuracağını, başka yol ve yöntemleri deneyeceklerini

pekâlâ biliyordu. Bunu bildiğinden dolayı da, başka devletler üzerinde istenilen

baskının oluşturulması için o devletlerin iç dinamiklerinin harekete geçirileceğini

düşünüyordu. İç dinamiklerin kışkırtma, yönlendirme ve menfaat sunma yoluyla

kullanılmasının önlenmesinde de polis ve jandarmanın, daha doğrusu zabıta

birimlerinin bu gibi olumsuzlukları önleme konusundaki güçlü varlığının çok

önemli olduğunu biliyor ve takdir ediyordu.

Bu durumda zabıta birimlerinin olması gereken biçimde yapılandırılması,

yasal olarak güçlendirilmesi de gerekiyordu. Osman Sulhi AKSU, Polis

Dergisinde yayınladığı“Atatürk’ün Polis Sevgisi” adlı makalesinde, Gazi

Mustafa Kemal Atatürk’ün polise, daha doğrusu zabıta yapılanmasına bakış

açısını anlatırken; Polis Vazife ve Selahiyet Kanunun bizzat dikte ettiğini de ifade

etmektedir. 29 Sadece bu anlatımın bile Gazi’nin zabıta birimlerine ve zabıta

birimlerinin oluşumuna ne kadar önem verdiğinin göstergesidir.

İç güvenliğin sağlanmasının, dış güvenliğin sağlanmasıyla ilintili olduğunun

düşünülmesine karşılık, iç güvenlik uygulamalarında, dış güvenlikte olduğu gibi

bir hasım gücün farz edilmesi ilkesi yoktur. Yani dış güvenlik anlayışında bir

düşmanın varlığından söz edilmesine karşı, iç güvenlikte sadece suçludan veya

suça bulaşmış fert veya topluluklardan söz etmek mümkündür. Suça bulaşan bu

insanların, düşman olarak nitelenip, ortadan kaldırılması sosyal bir devlet için

çözüm değildir.

Bu nitelikleri bilen Reisicumhurumuz Mustafa Kemal Atatürk, Türk Polis ve

Jandarmasının çağdaş ve nitelikli bir eğitime tabi tutulması hususunda

gerekenlerin yapılmasını emretti. Ancak geçen bölümlerde de izah edildiği gibi

bir canlandırmayla işin yürütülmesinden sorumlu olanlara anlatma yolu seçti.

Devlet başkanı olarak kesin emir vermek suretiyle yapılmasını isteyebilecek

olmasına karşılık, ikna yolunu seçmesi de onun yönetim karakterinin bir başka

göstergesidir.

Bu yolla ikna ettiği yöneticiler de, Türk Polis ve Jandarmasıyla birlikte diğer

güvenlik unsurlarının eğitilmesi hususuna gereken önemi verdiler. Büyük

önderin deha dolu anlatımıyla, iç güvenlik birim ve elemanlarının eğitilmesinin

ne kadar önemli olduğunu anlamakta zorluk çekmediler. Anladıktan sonra da,

gerekeni yapmaya koyuldular.

Geçen kısa zamana karşılık önemli mesafeler kat edildi. Polis Koleji ve Polis

Enstitüsü açıldı. Kolejde üst öğrenime hazırlayıcı eğitim verilirken, Polis

Enstitüsünde Teşkilatın orta ve yüksek amir ihtiyacının karşılanması hususunda

çalışmalar yapıldı. Faaliyete geçirilen orta ve yüksek tahsil birimleri gereken

29 AKSU, Osman Sulhi, a. g. m. sayfa: 23–24, İstanbul–1992.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 25


MAKALELER

amir ihtiyacını karşılamaya uygun olarak yapılandırıldı.

Netice itibariyle; iç güvenlik uzmanlarının ihtiyacı karşılayacak biçimde

çağdaş yol ve yöntemlerle eğitilmesi hususu öne çıktı. Bu oluşum, güvenlik

unsurunun yeni dünya düzeninde konumuyla ilgiliydi.

Bu günün dünyasında; dış güvenlik kadar, belki de daha çok iç güvenlik

uygulamaları önem kazanmıştır. Çünkü sıcak savaşı göze alamayan devletler,

genel olarak kendilerine hasım olarak gördükleri devletlerin iç işlerini karıştırarak,

istek ve arzularını gerçekleştirme yollarını seçmişlerdir. Böylelikle de kendi insan

kaynaklarının herhangi bir tehlikeye düşürülmeden karşı devlet üzerinde

hükümranlık tesis etmektedirler. Hiçbir şey kazanamazlarsa da hasım olarak

belledikleri devletin kalkınma ve teknolojiyi kullanma girişimlerini kesintiye

uğratarak, muhtaç konumda kalmalarını sağladıklarından dolayı kendilerini

mutlu hissederler.

Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal

Atatürk, iç güvenliğin sağlanmasında görev alan polis, jandarma ve diğer zabıta

kurumlarının elemanlarının, insan haklarına saygılı, bilgili, ahlaklı ve haklıdan

yana bir tavır içinde olmalarına büyük bir önem vermiştir. Atfettiği bu önemin

gelecek nesillere canlı bir biçimde ulaşması için de gerekeni yapmıştır. Bu

günümüzü, dünümüze borçlu olduğumuzun göstergesi de bu yapılanlardır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bilgi ve görgüsünün yanında, dehası gereği bir

ülke için zabıtanın hangi manaya geldiğini biliyordu. Bildiklerinin uygulamaya

geçirilmesi için de gerekeni yapmaktan asla geri durmadı. Netice itibariyle; eseri

ortada durmaktadır.

26

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


MAKALELER

2

TÜRK CEZA HUKUKUNDA ŞEREFE KARŞI

SUÇLAR

Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI ∗

Öğr. Gör. Günal KURŞUN ∗∗

Giriş

Herkes, onur, şeref ve haysiyet sahibidir. Ceza hukuku, kişiyi, onuruna, şeref ve

haysiyetine dokunan fiillere karşı korumaktadır. Ne adla olursa olsun, kimsenin kimseyi

aşağılamak hakkı yoktur. Hakaret suçu tarih kadar eski olmakla birlikte, herkesin ayırımsız

onur, şeref ve haysiyet sahibi olduğunun kabul edilmesi yenidir. Gerçekten, kanun

önünde eşitlik ilkesi gereğince, hiç kimse, bir diğer kimseden, daha az şerefli değildir.

Ayırımsız, herkes eşittir, ait olduğu toplumun şerefli bir üyesidir ( An. m.5,10, 17 ).

Medeni Kanun, 24. maddesi hükmünde, kişiyi, onuruna, şeref ve haysiyetine

karşı saldırılar karşısında korumaktadır. Kişi, başkalarından, onuruna, şeref ve haysiyetine

saygı gösterilmesini isteme temel hakkına sahiptir.

Ceza hukuku, kişinin onurunu, şeref ve haysiyetini, cezaî himayenin konusu

yapmıştır. Haksız olarak, bir kimsenin onuruna, şeref ve haysiyetine saldırıda bulunmak,

hakaret suçuna vücut vermektedir.

Ceza Kanunu, hakaret suçunu, Kişilere Karşı Suçlar, ismini taşıyan İkinci Kısmının,

Sekizinci Bölümünde Şerefe Karşı suçlar ismi altında düzenlemiştir. Kanun,

125. maddede hakaret ve sövme suçuna, 126. maddesinde “matufiyet” ilkesine,

127. maddesinde ispat hakkına, 128. maddesinde savunma dokunulmazlığına,

131. maddesinde “ Soruşturma ve kovuşturma koşulu “ madde başlığı altında

şikâyete yer vermiştir.

Kanun, 765. s. Kanunda yer alan, “Memura hakaret” suçunu kaldırmış, kamu

görevlisine karşı görevinden dolayı hakareti cezayı ağırlaştıran bir neden

saymış, kuralın istisna olarak suçun resen takibini öngörmüştür.

765 s. Kanunun Din hürriyetine saldırı olarak düzenlediği bazı fiilleri, Kanun,

ağırlatılmış hakaret ve sövme suçu olarak düzenlemiş, ayrıca 130. maddesinde,

“Kişinin hatırasına hakaret” madde başlığı altında “Ölüye hakaret” suçuna yer

vermiş, 131/2. maddesinde ölüye hakaret suçunun takibini şikâyete bağlamıştır.

Gerçekten, Anayasanın 24. maddesi hükmünün teminatı olan “Din hürriyetine

karşı suçları” büyük bir başarıyla “buharlaştıran” tarihi kanun koyucu, Anayasanın,

2, 10, 24, AİHS’ in 9, 10, 14 ve MK’ un 24. maddesine aykırı olarak Din

∗ Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı

Başkanı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi, Polis Akademisi

Eski Öğretim Üyesi

∗∗ Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Öğretim

Görevlisi

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

hürriyetini ihlal eden davranışları, kendi kabul ettiği sisteme uyarak ör.,“Topluma

Karşı Suçlar” arasında düzenlemesi gerekirken, “Kişilere Karşı Suçlar” arasında

düzenleyerek, hukuk düzeninde ferdî- toplumsal bir kurum olan ve “Kişi” ile hiçbir

ilişkisi bulunmayan kutsal Dini, kişinin bir niteliği saymış; böylece, bildiğimiz

kadar, demokratik laik bir toplum/ hukuk düzeninde emsali olmayan 1, 2 , ancak

11926 yılından bu yana alıştığımız suçların Cürüm-Kabahat ayırımını kaldırmaktan tutunuz da daha

birçok konuda Alman Hukuk Sistemine öykünen Tarihi kanun koyucunun, uzmanlarının Alman

dilini bilmelerine rağmen, o sisteminde, bağımsız bir başlık altında, cezai himayenin konusu yapılan

Din hürriyetini görmezlikten gelmesini, ayrıca Alman Kiliselerinin tüzel kişiliğinin farkında olmamasını

anlamakta zorluk çekiyoruz. Gerçekten, Alman ceza hukukuna bakarak cürüm – kabahat ayırımını ortadan

kaldıran Tarihi Kanun Koyucunun, aynı titizliği Din hürriyetine karşı suçlarda göstermemesi

açıklanabilir bir davranış değildir. Bizden farklı olarak, Alman hukuk sisteminde, Din hürriyetine karşı

suçlar, Kişiye karşı suçlar içinde eritilmemiş, dolayısıyla, kanun önünde eşitlik ilkesi ihlal edilmemiştir.

Esasen, dil fakiri olmamıza rağmen, biz, bu hukuk düzeninde, Din hürriyetine karşı suçların, tıpkı

Zanardelli Kanununda olduğu gibi, bağımsız bir başlık altında düzenlemiş olduğunu saptamış bulunuyoruz.

Tarihi Kanun Koyucunun, elindeki sonsuz imkana rağmen, Alman hukukunun laik toplum/hukuk/devlet

düzenine yakışan bu düzenlemesini görmemiş olması, herhalde sadece bir rastlantı

olarak değerlendirilemez.

2 Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Sn. Meral Ekici Şahin’in talebimiz

üzerine bizim için hazırladığı Alman Ceza Hukuku Sistemine ilişkin kısaltılmış değerlendirmesi, okuyucuya

en az bize olduğu kadar yararlı olacağı inancıyla aşağıda sunulmuştur:

“Alman Ceza Kanunu iki kitaptan oluşmaktadır, genel hükümler ve özel hükümler. İkinci kitap

olan özel hükümler ise 30 kısma ayrılmıştır. Bu kısımlar ayrıca alt bölümlere ayrılmamıştır. Din

ve dünya görüşlerine karşı suçlar ise 11. kısımda düzenlenmiştir. Burada; “Din ve Dünya Görüşüne

İlişkin Suçlar” başlığı altında, dinlere, dini topluluklara ve belirli bir dünya görüşüne sahip

olan topluluklara sövme, dini ayinlerin, cenaze merasimlerinin ve ölülerin istirahatlarının ihlal

edilmesi suçlarına yer verilmiştir.

Alman Ceza Kanununun “dinlere, dini topluluklara ve belirli bir dünya görüşüne sahip olan topluluklara

sövme” başlığını taşıyan 166. maddesinde korunan hukuki menfaatin, doktrin ve uygulamadaki

hâkim görüşe göre toplumsal huzur ve barış olduğu belirtilmiştiri.

166. maddeyle amaçlananın, basit bir şekilde “tanrıya küfredilmesinin cezalandırılması” olmadığı

belirtilmektedirii. Cezalandırılan, başka bir ifadeyle korunmak istenen “toplumsal barış ve huzurun devamı”dır.

Bu nedenle de maddede, “Her kim alenen veya yazıyla, bir başkasının dinsel veya dünya

görüşüne ilişkin inancın içeriğine, toplumsal barış ve huzuru bozmaya elverişli olacak şekilde söverse,

üç yıla kadar hapis veya para cezasıyla cezalandırılır” demek suretiyle, sövme fiilinin toplumsal huzur

ve barışı bozmaya elverişli olmasını aramaktadır. Hatta eski Alman İmparatorluğu Ceza Kanunu bile,

“Tanrıya sövmeyi” cezalandırma için tek başına yeterli görmemekte ayrıca bunun bir öfkeye neden

olması şartını aramaktaydıiii.

Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; “her kim, toplumsal barış ve huzuru bozmaya elverişli olacak

şekilde, alenen veya yazıyla ülke sınırları içindeki bir kiliseye veya başka bir dini cemaate veya belirli

bir dünya görüşüne sahip topluluğa, bunların kural ve kurumlarına söverse, birinci fıkradaki gibi cezalandırılır.”

demektedir. “Kilisede ilahi söylenmesi, vaftiz törenleri, Meryem anaya saygı gösterilmesi,

vaaz verilmesi, günah çıkartma, vaftiz suyunun kullanılması, mezar nizamnamesi, dinin yüceltilmesi,

azizlerin derecelendirilmesi”, bir dine ait kural ve kurumlar bağlamında değerlendirilecektiriv.

166. madde bağlamında hem bir dini inanç veya belirli bir dünya görüşünün içeriği (örneğin, teslis

inancı, İsa’nın yüceltilmesi), hem de kilise, cami ya da havra cemaatleri, ama bunun yanında Anglikan

Kilisesi ve Rum Ortodoks kilisesi, Katolik Kilisesi, Rum Katolik Kilisesi, Yehova Şahitleri, dinsiz düşünce

toplulukları korunmaktadır. Buna karşın tarikatlar, belirli bir dünya görüşüne sahip toplulukların

sınırını oluşturmakta ve 166. maddece korunmamaktadırlar. Belirli bir politik görüşe sahip toplulukların

bu madde bağlamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği ise tartışmalıdırv.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

Din ve inanç hürriyeti aleyhine işlenen suçlar Alman ders kitaplarında ise, topluma karşı işlenen

suçlar ana başlığı, toplumsal huzur ve barışa karşı işlenen suçlar alt başlığı altında

incelenmektedirvi. Bu da, bu ceza normuyla korunmak istenen hukuki menfaatin “toplumun huzur

ve barışı” olduğunu göstermektedir.

Bu suç niteliği itibariyle sözlü veya yazılı hakaretamiz bir düşünce açıklamasını

gerektirmektedirvii.

Kanunun 167. maddesinde ibadet ve dini ayinlerin ihlali, 167a’da ise cenaze merasimlerinin

ihlali suçu düzenlenmiştir.

168. maddede ise, ölülerin istirahatlarının ihlali ceza yaptırımı altına alınmıştır. Maddenin 1.

fıkrasında, yetkisi olmadığı halde, cesedi veya cesedin bazı kısımlarını, küllerini bulunduğu yerden

alan veya bunlara karşı tahkir edici davranışlarda bulunan kişilerin cezalandırılacağı düzenlenmektedir.

Buna karşın aynı maddenin ikinci fıkrasında, cenazelerin muhafaza edildiği mekânların, mezarların

veya kamuya ait anıt mezarların yıkılması veya bunlara zarar verilmesi veya bunlara karşı tahkir edici

davranışlarda bulunulmasının cezalandırılacağı belirtilmektedir.

168. maddeyle korunan hukuki menfaatin ise, ölü yakınlarının duyguları ve ölülere duyulan

saygı olduğu belirtilmektedirviii.

Görüldüğü gibi Alman Ceza Kanununun 11. kısmında düzenlenen din ve vicdan hürriyetine

karşı suçlar arasında, bir dine veya belirli bir dünya görüşüne veya bu dinin kurallarına ve kurumlarına,

dini topluluklara ve kutsal sayılan değerlere, örneğin kiliseye sövme ve tahkir edici

davranışlarda bulunma ceza yaptırımı altına alınmaktadır. Özellikle 166. maddedeki “dinlere,

dini topluluklara ve belirli bir dünya görüşüne sahip olan topluluklara sövme” suçunun oluşması

için, tahkir edici bir düşüncenin yazılı veya sözlü olarak ifade edilmesi ve bu düşüncenin toplumsal

huzur ve barışı bozmaya elverişli olacak biçimde yayılması gerekmektedir.

Bu bölümde düzenlenen diğer suçların da, benzer şekilde başkalarının din ve dünya görüşlerine, din

ve dünya görüşüyle bağlantılı diğer değerlere saygı gösterilmesi gerektiği yönündeki temel kuralın birer

yansıması olduğunu görüyoruz. Alman Kanun koyucusu din ve dünya görüşünü hukuki koruma altına

alınması gereken ayrı bir değer olarak görmüş ve bu değerleri bağımsız olarak özel bir kısımda düzenlemiştir.

Ancak din hürriyeti aleyhine işlenen suçların düzenlendiği 11. kısımda, bir ibadethanede bulunan

veya belirli bir dünya görüşüne sahip topluluğa ait eşyaların çalınması veya tahrip edilmesi,

başka bir ifadeyle hırsızlık ve kilise malına zarar verme suçu düzenlenmemektedir. Bir ibadethanedeki

eşya, mesela bir camideki halı veya bir kilisedeki şamdan çalındığında veya kilise malına

zarar verildiğinde bunun aynı kısımda cezai yaptırım altına alınmadığını görmekteyiz. Bilakis bu

tür fiiller Alman Ceza Kanunun hırsızlık ve emniyeti suiistimal başlığını taşıyan 19. ve mala zarar

verme başlığını taşıyan 27. kısımlarında düzenlenmişlerdir.

Alman Ceza Kanunun nitelikli hırsızlık suçunu düzenleyen 243. maddesi, bir kiliseden veya bir başka

ibadethaneden, ibadete tahsis edilmiş veya dini bir değer atfedilen bir eşyanın çalınmasını 242. maddedeki

basit hırsızlığa göre daha ağır cezalandırmaktadır.

Benzer şekilde ACK’nın 304. maddesinde; bir dini cemaatin mallarına, ibadethanelerdeki ibadete

mahsus eşyalara veya mezar taşlarına, kamuya ait anıtlara, doğal anıtlara, kamuya ait bir

koleksiyonda korunan veya sergilenen sanatsal, bilimsel veya mesleki bir değeri olan eserlere

veya kamunun kullanımına tahsis edilmiş veya yolların, meydanların, alanların güzelleştirilmesine

tahsis edilmiş eşyalara zarar verilmesi veya bu eşyaların tamamen tahrip edilmesi suçu düzenlenmiştir.

Hırsızlık suçundakine benzer bir şekilde 304. maddedeki fiillerde ACK’nun 303. maddesindeki basit

mala zarar verme suçuna oranla daha ağır cezai yaptırıma bağlanmıştır.

Alman kanun koyucusu dini cemaatlerin mal varlıklarına karşı işlenen suçlar için ayrı bir kısım

ayırmayıp, bu suçları mal aleyhine işlenen suçlarla aynı kısımda düzenlemiştir. Buna karşın din

hürriyeti aleyhine işlenen tahkir edici suçları, şerefe karşı suçlar içinde düzenlememiş, bu suçlar

için ayrı bir kısım ayırmıştır. Alman kanun koyucusunun neden böyle bir düzenleme yaptığına

ilişkin aşağıdaki değerlendirmemin yanlış olmayacağı kanaatindeyim.

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

teokratik bir toplum/hukuk düzeninde görülebilen ilginç bir düzenlemeye yer

vermiştir. 3 .

Bilindiği gibi Almanya’da kilise ve diğer dini cemaatlerin tüzel kişiliği vardır. Tıpkı gerçek kişilerin

olduğu gibi, bu tüzel kişilerin de malları vardır. Ve özel kişilerin malvarlığı aleyhine olduğu

gibi, tüzel kişilerin malvarlığı aleyhine de suç işlenebilmektedir. Bu nedenle de tüzel kişilerin mal

varlıkları aleyhine işlenen suçlar, gerçek kişilerin mal varlığı aleyhine işlenen suçlarla aynı bölümde

düzenlenmiştir. Ancak din ve dünya görüşü kişiden bağımsız ayrı bir hukuki değer olarak

görülmüş ve bu nedenle de şerefe karşı işlenen suçlar arasında değil, bağımsız ayrı bir kısımda düzenlenmiştir.

Sonuç olarak, Alman Ceza Kanunu’nun “ hakaret” başlığını taşıyan şerefe karşı suçların düzenlendiği

14. kısmında, din ve belirli bir dünya görüşünün tahkiri suçlarına yer verilmemiş, bu suçlar “din ve dünya

görüşüne ilişkin suçlar” başlığını taşıyan 11. kısmında ayrı olarak düzenlenmiştir. Buna karşın dini toplulukların

mal varlıklarına karşı işlenen suçlar, hırsızlık ve emniyeti suiistimal başlığını taşıyan 19. kısım ve

mala zarar verme başlığını taşıyan 27. kısımda yer almaktadır.

i TRÖNDLE, Herbert/ FİSCHER, Thomas, Strafgesetzbuch und Nebengesetze, 51. Aufl.,

Münschen 2003, § 166, Rn. 2.

ii Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn. 2.

iii Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn. 2.

iv SCHÖNKE, Adolf/ SCHRÖDER, Horst/LENCKNER, Theodor, Strafgesetzbuch Kommentar,

19 Aufl., München 1978, §166, Rn.18,19;Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn. 2.

v Tröndle/Fischer, StGB, § 166, Rn.6.

vi SCHMİDHAEUSER, Eberhard, Strafrecht Besonderer Teil, Grundriss, Tübingen 1980, Rn.

12/11.

vii Celle NJW 86, 1275; LG Göttingen NJW 85, 1654

viii Tröndle/Fischer, StGB, §168, Rn. 2.

3 Laiklik ( An. m. 2 ), dolayısıyla kanun önünde eşitlik ilkesinin ( An. m. 10 ) sonucu olan Din

ve vicdan hürriyeti ( An. m. 24 ), Aydınlanma döneminden bu yana, cezaî himayenin konusu olarak

ceza kanunlarının nerede ve nasıl düzenleneceği konusunda ciddi tartışmalara yer vermiştir. Zanardelli

Kanunu, Dine saldırıları, Kişiye Karşı Suçlar arasında değil, Dini ferdi-toplumsal bir kurum sayarak, “Din

Hürriyetine Karşı Suçlar” adı altında bağımsız bir kategori olarak düzenlemiş, ayrıca Kilisenin mallarına

vaki saldırıları ağırlatılmış hırsızlık suçu saymıştır. İtalyan Ceza Kanunu, Dine saldırıları, İkinci Kitabın,

Dördüncü Başlığında “ Dinî Duyguya ve Ölülere Acıma ( pieta’ ) Duygusuna Karşı Suçlar” suçlar başlığı

altında, 402-406, 407-413. maddelerinde düzenlemiştir. Kanun, İkinci Kitabının Onikici Başlık altında Kişiye

( persona ) karşı suçlara yer vermiştir. Bu suçlar arasında, özellikle hakaret suçlarında kişiye izafeten

dinle ve ölülerle ilgili hiçbir düzenleme yapmamıştır. Bu demektir ki, laik bir toplum/hukuk/ devlet düzeninde,

kişiye karşı suçlar arasında, hiçbir adla ve amaçla dine karşı suçların, özellikle ölülere karşı suçların

yeri yoktur. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerini oluşturan 765 s. Kanunda Kişi karşı suçlar

arasında, dine karşı suçlara yer verilmemiştir. Dine karşı suçlar Din Hürriyetine Karşı Suçlar adı altında

başlı başına bir kategori olarak düzenlenmiştir.

Bilgimizin ve imkânlarımızın yetersizliğini İtiraf etmekle birlikte, biz öyle sanıyoruz ki, Avrupa

İnsan Hakları Sözleşmesini İmzalayan Avrupa Birliği Devletlerinin Ceza Hukuku Düzenlerinde

Kanunun düzenlemesine emsal olacak bir düzenlemenin olduğunu sanmıyoruz. Gerçekten, Kanun,

Din ve vicdan hürriyetini cezai himayenin konusu yapmamış, Din ve vicdan hürriyetini ihlal

eden davranışları parçalara bölerek İkinci Kitabında “ Kişiye Karsı Suçlar” başlığı altında, bir

kısmını Yedinci Bölümde “Hürriyete Karşı Suçlar” , bir kısmını sekizinci Bölümde “ Şerefe Karşı

Suçlar “ ve diğer bir kısmını Onuncu Bölümde “Malvarlığına Karşı Suçlar” kategorisi içinde düzenlemiştir.

Dikkatlice bakılmadığında Kanunun çözümünün dahiyane olduğu söylenebilir. Ancak,

Din, Türk Hukuk Düzeninde, Kişinin, İnsanın, Vatandaşın bir niteliği midir sorusu sorulduğunda,

iş karışmaktadır. Gerçekten, Din, ne Anayasada, ne Anayasanın artık bir parçası olan

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, ne de Medeni Kanunda kişinin bir niteliğidir. Böyle olunca,

Din ve vicdan hürriyetine karşı saldırıları düzenleyen hükümlerin, aynen Avrupa Birliği üyesi

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

Böylece, Kanun, çoğu kez, tabiri caizse, kazı koza karıştırarak hakaret ve sövme

suçunun klasik yapısını bozmuş, iki suçu aynı maddede toplayarak “hakaret ve sövme

suçu ayırımını kaldırdığını” iddia etmiş, sonunda başka bir yerde emsali olmayan

bir düzenleme gerçekleştirmiştir.

1. Hukuki konu, fail, mağdur

Suçun ihlal ettiği, cezanın koruduğu hukuki değer veya menfaat, kişinin onuruna,

şeref ve haysiyetine başkalarının saygı göstermesini istemesidir. Kişinin ait olduğu

toplumda saygın olmaya; onurun, şeref ve haysiyetinin sayılmasına hakkı vardır. Bu

hak kişinin temel hakkıdır. Sıkı sıkıya kişiye bağlıdır. Kişinin onurunun, şeref ve haysiyetinin

ihlali hakaret ve sövme suçlarına vücut verir.

Hakaret ve sövme, ister kanunun farklı maddelerinde, isterse aynı maddesinde

düzenlenmiş olsun, benzer yönleri olmakla birlikte, esasta farklı suçlardırlar. O

nedenle Kanunun gerekçesinde yer alan hakaret ve sövme suçu ayırımını kaldırdık

iddiası tutarlılıktan yoksundur.

İstisnasız herkes suçun faili olur. Fail olmak için mutlaka isnat yeteneğine sahip

olmaya gerek yoktur. Bir akıl hastasının, bir çocuğun suçun faili olması mümkündür.

Suçun mağduru, suçla ihlal edilen, ceza ile korunan değer veya menfaatin hamili

kişidir. Kanun “ölüyü” suçun mağduru saymakta, suçun takibini yakınlarının şikâyetine

bağlamış bulunmaktadır ( m. 130, 131/2 ). Çocuğa, bir akıl hastasına hakaret

edildiğinde, şikâyet hakkını kimin kullanacağı konusu tartışmalıdır. Kanunun 76.

maddesinde, CMK’ un 158. maddesinde bu konuda bir açıklık yoktur. Bu durumda,

bunlar adına şikâyette bulunacak kimse, herhalde veli veya vasidir.

1.1. Mağdurun belirlenmesi

Hakaret ve sövme suçlarında, failler, çoğu kez, fiillerinin muhatabı kişilerin

belli olmamasına özen göstermekte, böylece cezasız kalmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar.

Toplumun, suçla mücadelede suçlunun cezasız kalmamasını sağlamak

konusundaki çıkarı ile ifade hürriyetinin korunmasındaki çıkarı, hakaret ve

sövme suçlarında “Matufiyet ilkesinin” bulunmasını sağlamıştır.

Kanun, 126. maddesinde matufiyet hükmüne yer vermiştir. Gerçekten, söz konusu

bu hükme göre, fail hakaret suçunun işlerken mağdurun ismini açıkça belirtmemiş

veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve

mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa,

hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş sayılır.

126. madde hükmü herkesin anlayacağı bir biçimde kaleme alınmamıştır.

Devletlerin Ceza Hukuku Düzenlerinde olduğu gibi, “Kişiye Karşı Suçlar” arasında yeri yoktur.

Laik bir hukuk düzeninde, ne doğrudan ne de dolaylı olarak, Kişiye dinî bir sıfat verilebilir. Türk

hukuk düzeninde Din, kişinin, insanın, vatandaşın ne kimliği ne niteliğidir. Türkiye Cumhuriyeti

bir “ Din “ devleti değildir. Öyleyse, Kanunda yer alan düzenleme, ancak teokratik toplum/hukuk/devlet

düzenlerinde rastlanabilecek bir düzenlemedir.

Bu durum, sistematik açıdan, Ceza Kanununun, bir parçasını oluşturduğu hukuk düzeni ile tutarlı

olmadığını, tabiri caizse “altı kaval üstü şişhane olduğunu” kanıtlamaktadır. Dileğimiz, Ceza

Kanununun, “teokrasi özlemlerinin” giderilmeye çalışıldığı bir alan olmamasıdır. Ceza Kanunun

Anayasaya aykırı olamadığından, Anayasanın, değiştirilmesi bile teklif edilemeyen maddelerinden

olan 2. maddesi hükmü, bu hükmün yansımaları ve göndermede bulunduğu AİHS ciddi bir

tehlikeyi önlemiştir.

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

765 s. Kanunun 484. maddesi hükmünün uyarlanması başarılı olmamıştır. Üstelik

“… tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa…” hükmünün yerine “…

duraksanmayacak bir durum varsa… “ hükmünün konulması, ifade hürriyetinin

alanını keyfi olarak daraltmıştır. O nedenle, anlamı da pek belirgin olmayan bu

hükmün, tereddüde yer vermeyecek derecede karineler varsa biçiminde anlaşılması

gerekmektedir. Gerçekten, karinenin anlamı hukukta bellidir. “Durum”un

“Karine” ile aynı şey olduğu söylenemez, çünkü durum kelimesi, karine kelimesinin

karşılığı yani eş anlamlısı, sinonimi değildir.

2. Fiil

Hakaret suçunda fiil, bir düşünce açıklamasıdır. Düşünce, söz, ses, işaret, yazı, görüntü,

resim, yontu, vs. ile ifade edilebilir. Ancak, hakaret ve sövmede, Kanunun suç

olarak tanımladığı fiil, ortak yanları olmakla birlikte, özünde birbirinden farklıdır. O

nedenle, hakarette ve sövmede fiili ayrı incelemek gerekmektedir 4 .

2.1. Hakaret suçunda fiil

Suç sayılan fiil, kişiye “somut bir fiil veya olgu isnat etmek” fiilidir.

Burada, somut fiil veya olgudan maksat, isnat edilen fiilin veya olgunun yer,

zaman ve kişi bakımından belli, bilinen, yani muayyen olmasıdır. Fiil isnadı, muayyen

bir işin veya davranışın; olgu isnadı, herhalde muayyen bir olayın, bir

vak’a veya hadisenin yakıştırılması anlamındadır. “Olgu” isabetle seçilmiş bir kelime

değildir, çünkü olgunun sözlük anlamı, vakıa veya fenomendir. Bir kimseye

bir fenomen isnadı anlaşılır bir ifade değildir. Kanunun gerekçesinde de “fiil veya

olgu isnadı” denilmektedir. Ancak, sayılan örneklerden hiçbiri, olgu değil, olay, vak’a

veya hadisedir. “… kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar

rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması” bir olgunun isnadı değil, bir fiilin, bir

vak’a veya hadisenin isnatta bulunulmasıdır.

İsnat edilen fiil veya olgu kişinin onurunu, şeref ve saygınlığını “rencide edebilecek

nitelikte” olmalıdır. Rencide etmek, incitmek, kalbini kırmak anlamındadır.

İsnat edilen fiil, nesnel olarak, incitici, kalp kırıcı bir nitelikte olmalıdır. 765 s.

Kanun, bu durumu, “halkın hakaret ve husumetine maruz kılacak yahut namus

ve haysiyetine dokunacak” biçiminde ifade etmiştir. Doğru olan budur, çünkü

Kanun, fiilin muhatabı kişinin gerçekten fiilden incinip incinmemesine bakmamaktadır.

4 Y.4.C.D. 18.12.1986, E: 6276, K: 6191; “Oluşa, kabule göre, sanığın şahsi davacıya yazdığı

mektupta karısı hakkında maddeli hakaretin koca hakkında adiyen sövme suçunu teşkil edeceği

gözetilmeden……ceza tayini, bozmayı gerektirmiş…”,

Y.C.G.K., 07.12.1980, E: 4/341, K: 412; “Şahsi davacının, Nevşehir sorgu hakimliğine verdiği

….dilekçesinde ‘sanığın, aralarında cereyan eden tartışma sırasında kendisine, madde tayini suretiyle hakaret

ettiğini ileri sürerek dava açılmasını istediği, hakimliğin sanığın hakaret suçu uyarınca cezalandırılması

istemiyle son soruşturmanın açılmasına karar verdiği,… yapılan duruşma ve toplanan delillere göre

sanığın ‘orospu’ demek suretiyle hakarette bulunduğu anlaşılmıştır. …Hüküm özel dairece ‘oluşa ve tanık

beyanlarına göre sanığın şahsi davacıya karşı adiyen hakaret (sövme) suçunu işlediği gerekçesiyle bozulmuş,

mahkeme ise …sanığa isnat olunan eylemin isbata ermediği gerekçesiyle direnmiştir. ….İşlenen

suçun vasfının tayini ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirdi. Bu nedenlerle, özel daire bozma kararı

yerinde olup uyulması gerekirken… direnmeye karar verilmesi (nin) bozulmasına….”

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

Öyleyse, Kanunun kullandığı “rencide edebilecek nitelikte” ifadesinde isabet yoktur.

Tarihi kanun koyucunun 765 s. Kanunu kazıma çabası, maalesef doğru olan ifadeyi

görmesini engellemiştir. Kuşkusuz, tartışma olmayan bir konuda tartışma çıkarmak,

kimsenin bir işine yaramaz.

2.2. Sövme suçunda fiil

Sövme suçu sayılan fiil, Kanunun ifadesiyle, sövme suretiyle bir kimsenin

onur, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunmak fiilidir. Açıkçası, fiil, bir kimsenin

onur, şeref ve saygınlığını ona söverek ihlal etmektir.

Kanun, “sövme” fiilini tanımlamamıştır. Sövme, dilde, “1.Sövmek işi, sövgü,

küfretme, 2.Bir kimsenin namus, onur ve kişiliğine yapılan her türlü saldırı” olarak

tanımlanmaktadır. Doktrinde ve uygulamada, bugüne dek, sövmeden, bir

kimseye “küfür etmek”, o kişiye aşağılayıcı bir “sıfat” izafe etme anlaşılmaktadır.

Kanun koyucu, madde gerekçesinde, sövme ile ilgili olarak birçok örneğe yer

vermiş, sövmeyi hakaretten ayırt etmiş, ancak hakaret ve sövmeyi bir tek maddede

toplayarak (m. 125/1 ) “hakaret ve sövme suçu ayırımını kaldırdığını” iddia etmiştir.

Gerçekten, ortada bir yanlış yoksa bir yanlış anlama var. Kanun koyucu, bir

kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan”, “hırsız”, ”rüşvetçi”, “sahtekâr”, “fahişe”,

“kör”, “şaşı”, “topal”, “kambur”, “kel”, “psikopat”, “frengili”, “aidsli” denmesini

sövme saymıştır. Öyleyse, sövme, bir sıfat izafe ederek, bir kişiyi, başkalarının gözünde

aşağılamaktır.

Bir sözün, sesin, işaretin sövme olup olmadığı, genellikle suçun işlendiği yerin

değerlerine göre belirlenir. Gerçekten, bir yerde veya bir çevrede, ör., ulan, kerata,

serseri, vs., gibi küfür sayılan bir şey, başka bir yerde veya çevrede övgü, iltifat

sayılabilir.

2.3. Yüze karşılık, ihtilat, aleniyet

Ne kadar çok onur, şeref ve saygınlığı ihlal ederse etsin, bir fiilin suç olabilmesi

için, fiil, ya yüze karşı işlenmiş olmalı, ya da başkaları ile ihtilat edilerek işlenmiş olmalıdır.

Yüze karşı hakaret, mağdura, yalnızken veya başkalarının yanında yüzüne karşı

hakarette bulunulmasıdır.

Kuşkusuz, gıyapta yapılan hakaret de suçtur. Gerçekten, Kanun, “Mağdurun gıyabında

hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat edilerek işlenmesi

gerekir” demektedir. Kanun “…cezalandırılabilmesi için…” ifadesini kullanmakla

birlikte, ihtilat bir cezalandırılabilme şartı değildir. İhtilat suçun unsurudur.

765 s. Kanunda ihtilatta “ikiden ziyade kimsenin” varlığını ararken, Kanun “en az

üç kişinin” varlığını aramaktadır. Anlamda bir fark yoktur. “İkiden ziyade kimse”,

herhalde “en az üç kişi” anlamındadır 5 .

Fiil, mağdura hitaben yazılıp gönderilmiş bir mektup, telgraf, resim veya herhangi

yazı veya telefonla işlenirsi, suç, yüze karşı işlenmiş sayılmaktadır. Gerçekten,

Kanun, fiilin, mağduru muhatap alan sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile işlenmesini,

yüze karşı işlenmiş saymaktadır.

5 Y.4.C.D. 04.10.1983, E: 4100, K: 4552; “ Oluşa ve dosya kapsamına göre, gıyapta vaki

maddeli hakarete üç kişinin şahadet ettiği anlaşıldığı halde, “ihtilat unsuru”nun oluşmadığından

bahisle, sanığın beraatına karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

Fiil “alenen” de işlenmiş olabilir. Tabii, bu halde, haydi haydi ihtilat vardır.

Kanun, aleniyeti, gerekçede, fiilin gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan

ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır “olarak tanımlamaktadır.

İhtilat için en az üç kişinin varlığını arayan kanunun aleniyet için birden fazla yani

iki kişinin varlığını araması bir çelişkidir. Tanımın doğru değildir. Aleniyet, fiilin,

herkesin önünde işlenmesi veya sayısı belirsiz kişilerce bilinebilir olmasıdır 6 .

3. Hukuka aykırılık

Bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına dokunan fiil hukuka aykırı olmalıdır.

Hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı halinde fiil suç olmaktan çıkar. Gerçekten,

fiilin ispat hakkı, savunma dokunulmazlığı, yasama dokunulmazlığı, kanun

emrini yerine getirme ve bir hakkın kullanılması, özellikle tedip hakkının yerine

getirilmesi cümlesinden olarak işlenmesi halinde, fiil hukuka uygundur, hakaret

suçunu oluşturmaz.

Anne ve babanın çocuklar, öğretmenin öğrenciler, ustanın çıraklar üzerinde,

terbiye hakkından doğan disiplin yetkisi bulunmaktadır. Sınırın aşılmaması kaydıyla

( m. 232/2 ), bu kişilerin azarlanması; onur, şeref ve saygınlığına dokunulması

hakaret ve sövme suçuna vücut vermez. Ancak, kocanın karı üzerinde ne

terbiye hakkı ne de disiplin yetkisi vardır. Kocanın, disiplin yetkisini kullanmak

adı altında, karının onuruna, şeref ve saygınlığına dokunan bir davranışta bulunması,

yerine göre hakaret veya sövme suçunu oluşturur.

Yasama faaliyeti cümlesinden olarak Milletvekillerinin başkalarının onur şeref

ve saygınlığına dokunan bir davranışta bulunmaları halinde, fiil hakaret veya

sövme suçunu oluşturmaz.

Kanun, bir hukuka uygunluk nedeni olarak ispat hakkını ve savunma dokunulmazlığını,

şerefe karşı suçlarda, aralarında mevcut bağıntıdan ötürü özel olarak

düzenlemiş bulunmaktadır.

3.1. İspat hakkı

Anayasa, ispat hakkını, Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında, 39. maddesinde

temel bir insan hakkı olarak düzenlemiştir. İspat hakkı, Anayasanın 36. ve

AİHS’nin 6. maddesinde düzenlediği Hak arama hürriyetinin ve doğru yargılanma

hakkının doğal sonucudur. Özellikle, Basın hürriyetinin olduğu bir hukuk düzeninde

( An. m. 25, 26, 27, 28 ), Haberin kaynağını açıklamaya zorlanamama

hakkı yanında, İspat hakkı, Basının, Basın çalışanlarının, ayrıca Haber alma

hakkı olan herkesin teminatıdır.

“Kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı, bu görev ve hizmetin yerine

getirilmesiyle ilgili olarak yapılan isnatlardan dolayı açılan hakaret davalarında,

sanık, isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bunun dışındaki hallerde ispat

isteminin kabulü, ancak ispat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında

kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır”.

Anayasa, ispat hakkını, görüldüğü üzere, sadece hakaret suçunda öngörmüş-

6 Y.4.C.D. 19.02.1985, E: 803, K: 1034, “Oluşa göre, hakaret suçunun umuma açık olmayan

ve sadece şehirlerarası konuşmaları idare eden santral memureleri ile kontrol görevlilerine ayrılan

bir yerde işlendiği anlaşıldığı cihetle, aleniyet unsuru oluşmayacağı gözetilmeden …. Hüküm

kurulması, bozmayı gerektirmiştir.”

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

tür. Tabii, mümkün olmadığından, sövme suçunda ispat hakkı olmaz. Kimsenin,

kimseye, ör., deli olana deli, hırsıza hırsız, fahişeye fahişe, vs. demeye hakkı yoktur.

Deli, hırsız, fahişe de, kanun önünde eşitlik ilkesi gereğince, insan, kişi olarak,

her kişi ve insan kadar, onuruna şeref ve saygınlığına saygı gösterilmesini isteme

temel hakkına sahiptir.

Kanun, Anayasanın bu düzenlemesi temel olmak üzere, 127. maddesinde iki

fıkra halinde “İsnadın ispatı” adı altında ispat hakkına yer vermiştir. Kanun, “ isnat

edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması halinde kişiye ceza verilmez”

demektedir. Bu hükümden, Anayasaya uygun olarak, ispat hakkının bir hukuka

uygunluk nedeni olduğu sonucu çıkmaktadır.

Ancak Anayasa ile Ceza Kanunu arasında bir uyum bulunmamaktadır. Bunun

nedeni belirsizdir. Anayasa ispat hakkında “Kamu görev ve hizmetinde bulunanlar…”

ile “ Bunun dışındaki halleri …” ayrı ayrı düzenlemiştir. Birinci halde,

sanık, isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bu hak mutlaktır, çünkü

bir şartın olmasına bağlanmış değildir. İkinci halde, ispat isteminin kabulü, ispat

olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararının bulunmasına

yahut şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. Bu demektir ki, ispat hakkı nispidir,

çünkü hakkın kullanılması bir şartın bulunmasına bağlanmış bulunmaktadır.

CK’ unu Anayasanın bu ayırımına uymamış, Kamu görev ve hizmetinde bulunan

kimselerle Kamu görev ve hizmetinde bulunmayan kimseleri bir tutmuş, yani

Kamu görev ve hizmetinde bulunan kişileri Kamu görev ve hizmetinde bulunmayan

kimselere eşitlemiş, böylece, bir mutlak hakkı sanığın aleyhine olacak bir biçimde

nispi hakka dönüştürmüştür. Gerçekten, CK’ unu, ispat isteminin kabulünü,

ispatta kamu yararının bulunması veya şikâyetçinin ispata rıza göstermesi

şartına bağlamıştır. Böylece, CK’ unu, Anayasaya aykırı olarak, ispat hakkının

kapsamını, sanık aleyhine olacak bir biçimde daraltmış bulunmaktadır. Bu durum,

özellikle, basın mensupları bakımından büyük tehlike yaratmaktadır. Görevi,

kamu idaresinin eylem ve işlemlerinden kamuyu haberdar etmek olan basın

mensubu, CK’ una göre verdiği haberin doğruluğunu, “ancak isnat olunan fiilin

doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin

ispata razı olmasına bağlıdır. Burada “şikâyetçinin rızası” şartının gerçekleşmesi

mümkün değildir, çünkü kamu görevlisine karşı işlenen hakaret suçu şikâyete

bağlı değildir, yani kamu görevlisinin “şikâyetçi” kimliği bulunmamaktadır. Bu

demektir ki, hâkim ispatta kamu yararı görmediği takdirde, haber doğru bile olsa,

basın mensubunun haberin doğruluğunu ispat şansı yoktur. Bu durumda, ya

Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Kanun Anayasa Mahkemesine götürülmeli, ya

da doğrudan Anayasa uygulanmalıdır.

Kanun, Anayasada olmayan, zaten olmasına da gerek olmayan, bir hükme

yer vermiştir. Bu, hüküm “İsnat edilen suç” (Bu suç) “nedeniyle hakaret edilen

hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, isnat ispatlanmış

sayılır” hükmüdür. Bir kere, ifade yanlıştır, çünkü ancak verildikten sonra kesinleşme

mümkün olduğundan, “kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi”

mümkün olan bir şey değildir. Burada, doğru ifade, “Bu suç nedeniyle hakaret

edilen hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi ve kararın kesinleşmesi halinde, is-

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

nat ispat edilmiş sayılır” biçimindeki ifadedir. Sonra, isnat edilen suçun muhatabı

kimse, yani hakaret edilen hakkında, bu suç nedeniyle kesin hüküm varsa, zaten

ortada kişinin onurunu, şeref ve saygınlığını inciten bir fiilin isnadı yoktur. Kaldı

ki, kişiye isnat edilen fiil hakkında bir ceza davası varsa, ör., ihaleye fesat karıştırmak

gibi, hakaret davasının açıldığı mahkeme, bu durumu bekletici mesele

yapmak ve davanın sonucunu beklemek zorundadır. Zaten Kanunun gerekçesi

bizi doğrulamaktadır. Gerçekten, Anayasa temeline oturmayan bu hüküm, sadece

yararı olmayan hatta zararı olan bir fazlalıktır, çünkü hüküm, isnat hakkında

beraat kararı değil de, takipsizlik, davanın düşmesi kararları verildiğinde, ispat

imkânı ortadan kalkmakta, kişi ispat hakkını kullanamamaktadır.

Gerekçe Anayasaya uygun bir düzenlemenin yapıldığını söylemekteyse de,

Kanunun hükmü, gerekçeyi doğrulamamaktadır. Açıkçası, gerekçe ne derse desin,

Kanunun hükmü, Anayasa hükmü ile çatışmaktadır.

Kanun, 127/2. maddesinde “ İspat edilmiş fiilinden söz edilerek kişiye hakaret

edilmesi halinde cezaya hükmedilir” demektedir. Bu hüküm, en başta, özellikle

kişinin haber alma hakkını ölçüsüz bir biçimde kayıtladığından, kişinin onur, şeref

ve saygınlığına saygı duyulmasını isteme hakkı ve haber alma hakkı arasındaki

çatışmayı en iyi bir biçimde çözümleyen, kamuyu ve bireyi birbirine feda ettirmeyen

Anayasanın 36. maddesi hükmüne aykırıdır. Kamunun çıkarına aykırı

olarak, kamunun çıkarının korunması görüntüsü altında bizzat kamu görevlisi kişiyi

korumak, üstelik bir de suçun resen takibini sağlamak, özellikle basın çalışanlarını

korkutarak, basın hürriyetini dolaylı olarak kısıtlamak olur.

Hüküm teknik olarak da hatalıdır, çünkü hükmün kapsamı ve sınırları belirsizdir.

Gerekçe “..kesin hükümle sonuçlanmış bir davayla işlediği sabit görülen

bir fiilden bahisle kişiye hakaret edilmesi halinde cezaya hükmedilir. Böylece,

daha önce işlediği bir suçtan dolayı mahkûm edilmiş olan kişiye, bu suçtan bahisle

hakaret edilmiş olmasının tasvip edilmez olduğu vurgulanmıştır" ... " Hakkında

başlatılan soruşturma sonunda takipsizlik kararı veya açılan davada düşme

veya beraat kararı verilen kişiye, soruşturma ve kovuşturma konusu fiilden bahisle

hakaret edilmiş olması halinde, hakaret edenin cezalandırılacağında kuşku

yoktur " denmektedir. Görüldüğü üzere, madde hükmünde olduğu gibi gerekçede

de, mantık biliminin kurallarına aykırı olarak bir bilinmeyenle diğer bir bilinmeyen

açıklanmaya çalışılmıştır. Bu hükümden maksat, kişiye isnat edilen fiil, bir

başka yerde yargılanıp doğru veya gerçek olmadığı bir hükümle tespit edildikten

sonra, hâlâ o isnadı gerçekmişçesine sürdürmeyi yasaklamaksa, zaten böyle bir

davranış, bu hükme gerek olmadan suç olmaktadır.

Ancak, bu madde hükmünü, böyle anlaşılmamaktadır." İspat edilmiş fiilden

söz edilerek kişiye hakaret edilmesi" ispat edilmiş fiilin haberini vermeyi de kapsamaktadır.

Gerçekten, ör., "İhaleye fesat karıştırmak fiilinden birçok kez yargılanıp,

delil yokluğundan berat eden kamu görevlisi A, bu kez de, yargılandığı ihaleye

fesat karıştırmak fiilinden, her nasılsa, delil yetersizliği nedeniyle beraat etmiş

veya takipsizlik kararı verilmiş veyahut zamanaşımından ötürü dava düşürülmüştür"

biçimindeki bir haber, bu madde hükmü karşısında, hakaret suçunu oluşturacaktır.

Bir suçtan birçok kez yargılanan ama her seferinde bir nedenle takipsiz-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

liğe uğrayan, hakkındaki dava düşen veya delil yetersizliğinden beraat eden bir

kamu görevlisi hakkında, bu durumun haber yapılmasının suç sayılmasını anlamakta

zorluk çekilmektedir. Kanun koyucudur, hikmetinden sual olunmaz, demekten

başka bir çaremiz yoktur.

3.2. Savunma dokunulmazlığı

Kanun, 128. maddede, " İddia ve savunma dokunulmazlığı" madde başlığı altında

adlî muafiyeti, yani savunma dokunulmazlığını düzenlemiştir.

Anayasa, " Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı

mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma... hakkına sahiptir"

hükmünü koymuştur (m. 36). İster iddia, isterse karşı iddia veya savunma biçiminde

tezahür etsin, savunma hakkı, insanın temel haklarındandır (AİHS, m.6/ 2,

c). Ayrıca, Anayasa, vatandaşa, siyasi haklar ve ödevler cümlesinden olarak, Dilekçe

hakkı tanımıştır (m. 74).

Anayasa, " yargı mercileri önünde" hükmü ile savunma hakkını " yargı " ile

sınırlandırmıştır. Buna karşılık, CK' unu, Anayasanın 74. maddesi hükmüne uyarak,

kişinin kendisi ve kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında "idari makamlar

nezdinde yapılan sözlü ve yazılı başvuru" hükmü ile savunma hakkının sınırlarını

genişletmiş, yargı yanında, idarî başvurularda da bu kişiye hakkı tanımış bulunmaktadır.

Savunma dokunulmazlığı, bir hukuka uygunluk nedenidir. Hakkın kötüye

kullanılması, yani her hukuka uygunluk nedeninin sınırının aşılmasında olduğu

gibi bu hukuka uygunluk nedeninin sınırının aşılması da cezayı gerektirmektedir.

Savunma hakkı, "yargı mercileri" , " idarî makamlar " ve işin icabı olarak buralarda

yapılan "iddia ve savunma" ile sınırlıdır.

Adlî, idarî, askerî mahkemeler, Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan ve Asliye

Mahkemesi görevi yaptığında Kanunun Anayasanın ve Kanunun işaret ettiği yargı

mercileridir. Kuşkusuz, Cumhuriyet Savcılığı, İnfaz Hâkimliği, İcra Tetkik Hâkimliği,

yargı mercii içindedir. İdari makamlar, mevzuatına göre Dilekçe kabul

etme görev ve yetkisine sahip bulunan, valilik, kaymakamlık, emniyet müdürlüğü

vs. gibi idari organlardır.

Kanunun kullandığı "iddia ve savunmanın" terimi dardır, Kanunun maksadını

ifade etmemekte, daha çok CMK' unda muayyen olan iddia ve savunmayı ifade

etmektedir. Tarihi kanun koyucunun, 765 s. Kanunun "esprisini" anlamamış

olması bir talihsizlik olmuştur. Madem Kanunu yorumluyoruz, "iddia ve savunmalar

kapsamında" hükmünü 765 s. Kanunda olduğu şekli ile anlamamıza bir

engel bulunmamaktadır. 765 s. Kanun, "Tarafların veya vekil, müdafi, müşavir

yahut kanuni mümessillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe,

layiha veya sair evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaaların" diyerek

tüm tarafları ve taraf faaliyetini teminata kavuşturmuş olmaktadır. Ceza davası

söz konusu olduğunda, savcı taraf mıdır tartışması yapılmıştır. Savcı kişi olarak taraf

değildir, organ olarak taraftır. Böyle olunca, savcıya saldırı, savcının sanığa saldırısı,

savunma dokunulmazlığının kapsamı dışındadır.

"İddia ve savunmanın kapsamı", yani muhtevası, 765 s. Kanunun ifadesiyle,

"hakareti mutazammın yazı ve sözler" olmalıdır. Kanun, bunu, " kişilerle ilgili so-

12

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

mut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması" biçiminde ifade

etmiştir. Tüm hukuk düzenlerinde "Hakaret suçunun" ne olduğu bellidir. O nedenle,

765 s. Kanun hakareti mutazammın yazı ve söz diyerek, ifade edilmesi gereken

her şeyi ifade etmiştir, çünkü suç olmayan şey, kanunun hakaret dediği söz

veya yazı ile ifade edilen fiillerdir. Bir kere isnadın soyutu somutu nasıl olur, bu

anlaşılmamaktadır, çünkü isnadın doğrusu-yalanı, gerçeği-zahirisi veya hayalisi

olur, ama isnadın soyutu-somutu olmaz. Öte yandan "olumsuz değerlendirmelerde

bulunmanın" da hukuken hiçbir anlamı bulunmamaktadır, çünkü "olumsuz

değerlendirme" zaten ceza hukuku anlamında hakaret oluyorsa, hakaret " somut

isnatta bulunmak" ifadesi ile sağlanmış bulunmaktadır; yok eğer hakaret olmuyorsa,

bu kez de bunun hakaret suçu ile bir ilgisi bulunmamaktadır, öyleyse yeri

burası değildir.

Sonuç olarak, savunma dokunulmazlığının sınırı, hakaret suçudur. Hakaret

suçu oluşturmayan veya başka bir suç oluşturan yazı ve sözler, ör., iftira, suç uydurma

vs., savunma dokunulmazlığının kapsamı dışındadır.

Hakaret suçu oluşturan yazı ve sözler görülmekte olan dava, yargılanmakta

olan isnatla doğrudan bağıntılı olmalıdır. Dava veya isnatla doğrudan bağıntısı

bulunmayan hakareti muhtevi yazı ve söz savunma dokunulmazlığının sınırları

dışında kalmaktadır. Kanun, bunu, "... isnat ve değerlendirmelerin gerçek ve

somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması" biçiminde ifade

etmiştir. Kanunun ifadesi düzgün değildir. Bir şey "gerçek" ise, eğer Tanrıyı, melekleri,

uhrevî âlemi, vs. tartışmıyorsak, o şey somuttur, dolayısıyla "gerçek ve

somut" ifadesi yanlıştır. Herhalde kendi terminolojisine sadık kalmak zorunda

olan bir kanunun, bunu, 125. maddede kullanılan ifade kalıbında ifade edilmesi

gerekirdi. Tarihi Kanun koyucunun görmezlikten geldiği, 657 s. Kanun kendi sistemine

sadık kalmış, savunma dokunulmazlığının suç bakımından sınırını, 480.

maddede düzenlediği hakaret suçunu oluşturan fiillerle sınırlandırmıştır. Böyle

olunca, "Sövme" savunma dokunulmazlığının kapsamı dışında kalmaktadır. Bu

demektir ki, "uyuşmazlığın" tarafı olan bir kimse, iddia ve savunma hakkını kullanma

görüntüsü altında, hiçbir adla, uyuşmazlığın tarafı olan diğer bir kimseye

karşı, yazılı ve sözlü olarak Sövme suçu olarak nitelendirilebilecek olan bir fiil izafe

edemez.

İdarî makamlar nezdinde yapılan yazılı ve sözlü başvuru söz konusu olduğunda, savunma

dokunulmazlığının sınırı, başvurunun konusunu oluşturan şikayet veya taleple

sınırlıdır. Şikâyet veya taleple doğrudan ilişkili olmayan sözlü ve yazılı açıklamalar, savunma

dokunulmazlığının dışındadır. Şartları varsa fiil hakaret suçunu oluşturur.

İddia, savunma ve idarî başvurular zımnında sarf edilen sözler, yapılan açıklamalar,

uyuşmazlıkla veya başvuru ile doğrudan bağıntılı olmalıdır. Ortada doğrudan

bir bağıntı yoksa bu halde, hukuka uygunluk nedeninde sınırın aşılması

söz konusu olur ve 27. madde hükmü uygulanır.

4. Kusurluluk

Hakaret suçunda kusur kasttır. Suçun taksirli biçimi yoktur.

Kast genel kasttır. Kast, hakaret oluşturan fiilini bilmesi ve o fiili istemesi iradesidir.

Hata (CK. m. 30) kastı kaldırır. Kişinin, korkutma veya tehdit (m. 28) ile

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13


MAKALELER

hakaret suçunu işlemeye zorlanması, kusurluluğunu kaldırır, ceza verilmez.

Kusurluluğu kaldıran bu genel nedenler yanında, Kanun, kusurluluk üzerine

etki eden özel nedenlere de yer vermiş bulunmaktadır.

Bunlar, karşılıklı hakaret veya sövme, haksız bir fiile tepki olarak işlenen hakaret

veya sövmedir. Her ikisi, genel olarak kusur üzerine etkili olduğu kabul edilen

haksız tahrikin, ceza kanunlarına giren, hakarete özgü özel bir halini oluşturmaktadır.

4.1. Kusurluluğu kaldıran veya azaltan özel nedenler

4.1.1. Karşılıklı hakaret

Kanun, karşılıklı hakareti 129/3. maddesinde düzenlemiştir.

Kanun “Hakaret suçunun karşılıklı işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre,

taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği

gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir” demektedir. Kanun indirimde veya

ceza vermekten vazgeçmede bir ölçü koymuş değildir.

Gerçekten, Kanun “olayın mahiyetine göre” demekle takdirde göz önüne alınabilecek

bir ölçü getirmiş olmamaktadır. İşin esasına bakılırsa, 765 s. Kanunun

“Eğer iki taraf karşılıklı olarak birbirini tahkir etmiş bulunursa mahkeme icabına göre

iki taraf veya hangi tarafın sebebiyet verdiğini nazara alarak yalnız biri hakkında cezayı

ıskat edebilir” hükmü, ötekine nazaran çok daha mükemmeldir. Hâkimin, takdirini

kullanırken, bu hükmü göz önüne alması, olası keyfi uygulamaları önleyecektir.

4.1.2. Haksız tahrik

Kanun, 129/1. maddesi hükmünde, hakaret suçunun, haksız bir fiile tepki

olarak işlenmesi halini düzenlemiştir. Madde metni doğru, madde başlığı yanlıştır,

çünkü “haksız fiil” başka şey, “haksız bir fiil” başka şeydir. Haksız fiilin ne olduğu,

Borçlar Kanununda (m. 41) bellidir. Burada, haksız fiil değil, haksız bir fiil

söz konusu olmaktadır.

Madem haksız tahrikin özel bir hali ile karşı karşıya bulunulmaktadır, bu indirimden

veya cezasızlık nedeninden yararlanılabilmesi için, haksız tahrikte olduğu

gibi, fiilin haksız olması gerekmektedir. Gerçekten, ör., ev sahibinin herkesin

önünde kiracıdan kirayı istemesi, haksız bir fiil değildir, dolayısıyla burada haksız

bir fiilden söz edilemez.

Haksızlığın etkileri kişi üzerinde devam etmekte olmalıdır. Failin hakaret suçunu

işlediği esnada fiilin etkileri üzerinden kalkmışsa, artık bu nedene dayalı,

olarak ceza indirimi yapılamaz.

Failin, fiilini, “haksız bir fiile tepki olarak” işlediği saptandığında; faile verilecek

ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Ancak, Kanun, kasten yaralama suçuna bir ayrıcalık tanımıştır. Gerçekten,

Kanun, hakaret suçunun, “kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde,

kişiye ceza verilmez” demektedir. (m. 129/2). Bizce, 657 s. Kanun 485/3.

maddesi hükmü daha doğrudur, çünkü Kanun, özenle “kasıtlı müessir fiil” demekten

kaçınmış; “Şahsı hakkında şiddet kullanılmasından dolayı…” diyerek,

cezasızlığı, sadece kasten yaralama suçuna inhisar ettirmek istememiştir. Esasen

doğrusu da budur.

Gerçekten, sadece yaralama suçlarında değil, birçok suçta, ör., öldürmeye

14

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

teşebbüs, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma,

vs., suçlarında da kişinin "şahsı hakkında şiddet kullanılması" mümkündür.

Bu hallerde fiil zaten suç da teşkil etmemektedir, çünkü "hakkında şiddet kullanılan"

kişinin, şiddet kullanana karşı maddi olarak hakaret suçunu oluşturan fiilleri

olmakla birlikte, hakaret kastı bulunmamaktadır, dolayısıyla fiil hakaret suçunu

oluşturmamaktadır. Yargıtay, birçok kararında "tehevvüren söylenen sözlerin"

hakaret suçunu oluşturmadığını kabul etmiştir. Ancak, ortada bir hukuka uygunluk

nedeni bulunmadığından, Kanun hükmünü, genişletici yorumla genişletmek

mümkün değildir. Öyleyse, sadece kasten yaralama suçuna tepki olarak işlendiğinde,

failine, hakaret suçundan ceza verilmeyecektir.

5. Hakaret ve sövme suçunun tezahür biçimleri ve suçun halleri

Ceza Kanununun suçların tezahürüne ilişkin genel hükümleri özelliklerini yansıtmak

kaydıyla hakaret ve sövme suçlarında da geçerlidir. Gerçekten, hakaret ve

sövme suçlarının teşebbüs derecesinde kalması, birden çok kişi ile birlikte işlenmesi,

suçların içtimaı imkânsız değildir. Ayrıca, Kanun, 125/3. maddesinde, üç

bent halinde, 125/4. maddesinde suçun hallerinden suçu ağırlaştıran nedenlere

de yer vermiştir.

5.1. Teşebbüs, iştirak, içtima

Hakaret ve sövme suçları neticesiz suçlardırlar. Neticesiz suçlarda, hareket

parçalara bölünebildiği taktirde, teşebbüsün mümkün olduğu kabul edilmektedir.

Hakaret ve sövme suçlarında sadece "mektupla hakaret" edildiğinde hareket parçalara

bölünebilmekte ve genel olarak teşebbüsün varlığı kabul edilmektedir. Bunun

dışındaki hallerde hakaret ve sövme suçuna teşebbüs mümkün değildir.

Kanun hakaret ve sövmenin alenen ve basın yoluyla işlenmesini cezayı ağırlatıcı

neden saymıştır. Aleniyet bir suçun unsuru olarak bile alındığında, zaten aleniyetle

birlikte suç oluşturan fiil işlenmeye başlandığından ve suç tamamlandığından,

bu halde teşebbüs mümkün değildir. Basın yoluyla suçun işlenmesine gelince, zaten

yayın şartı yoksa suç da yoktur, dolayısıyla olmayan bir suçun teşebbüsü de

olmaz.

Suçun iştirak halinde işlenmesi mümkündür. Birden çok kimse birlikte hakaret

suçunu oluşturan bir karikatür, resim, heykel, müzik, vs. yaptıklarında iştirak

halinde suç işlemiş olurlar. Hakaret ve sövme içeren bir mektup bir tek kişi tarafından

yazılabileceği gibi, birden çok kişi tarafından da birlikte yazılabilir. Sözlü hakarette,

failin azmettirilme, faile telkin ve tavsiyelerde bulunulması imkânsız değildir. Ancak,

yazılı veya sözlü fiile katılmaksızın sadece taşıyıcı olmakla, suça iştirak edilmiş

olunmaz. Gerçekten, bir mektubu bir haberi, içeriğine katılmaksızın, sadece muhatabına

götüren, yani salt taşıyıcı, postacı olan kişi hakaret suçunun failinin fiiline iştirak

etmiş olmaz.

Hakaret ve sövme suçunun, başka bir suçla içtimai da mümkündür. Kanun

125/5. maddesi hükmünde kanundan doğan bir zincirleme suç biçimine yer

vermiştir. Kanun, " Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı

hakaret edilmesi halinde" suçu kurulu oluşturan kişilere karşı işlenmiş saymakta,

ancak suçun, zincirleme suç " olduğunu kabul etmektedir. Öte yandan, bir ifadenin

hem hakaret, hem de müstehcen olması mümkündür. Bu halde bir fiille ka-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15


MAKALELER

nunun iki ayrı hükmü ihlal edildiğinden, tabii, fikri içtimaın uygulanması gerekmektedir.

5.2. Suçu ağırlatan nedenler

Kanun suçu çevreleyen nedenlerden sadece suçu ağırlatan nedenlere yer

vermiştir. Kanun bu konuda ilginç bir yöntem izlemektedir. Kanun, ya temel cezayı

asgari haddinin üstünde yüksek tutarak suçu ağırlaştırmakta, ya da çıplak

suçun cezasını belirledikten sonra bu ceza üzerinden belli bir oranda cezayı artırmaktadır.

Gerçekten, Kanun 125/3. maddesinin a, b, c bentlerinde temel ceza

üzerinden giderek cezayı artırmakta, buna karşılık, 125/4. fıkra hükmünde cezanın

belirlenmesinden sonra cezayı artırmaktadır.

5.2.1. Temel ceza üzerinden cezanın artırıldığı haller

5.2.1.1. Kamu görevlisine hakaret

Kamu görevlisi olmak cezayı artıran bir neden değildir. Kamu görevlisine karşı

“görevinden dolayı hakaret” cezayı artıran nedendir ( m. 125/3,a ).Kamu görevlisinin

görevi kanunen muayyendir. Öyleyse, kamu görevlisine, görevi olmayan

bir şeyden dolayı hakaret edildiğinde, ceza artırılamaz.

Hakaret suçu, kamu görevlisine karşı, görevinden dolayı işlenmişse; " cezanın

alt sınırı" bir yıldan az olamaz. Kanun koyucu, 125/1. madde hükmünde cezayı

seçenekli öngörmesine rağmen, memura hakarette, açıkça seçenekliliğe yer vermemiş,

"cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz" diyerek zorunlu olarak sadece

hürriyeti bağlayıcı cezaya yer vermiştir. Bu " Kamu görevlisine hakarette" adli para

cezasının verilememesi demektir.

Kanun, kamu görevlisini, 6/c maddesi hükmünde tanımlamıştır. Bu maddeye bakıldığında,

kamu görevliliğin sınırının çok geniş tutulduğu gözlenmektedir. Bu durum,

ağırlatılmış nedenli hakaretin sınırlarını genişletmektedir.

Kanun, kamu görevlisine "görevi başında" hakaret edilmesini, ayrıca cezayı

artıran bir neden saymamıştır. Görevi ile ilgili değilse, kamu görevlisine görevi

başında yapılan hakaret, herhalde basit hakaret olarak değerlendirilecektir. Gerçekten,

ör., A, kuyrukta işlerinin yapılması için bekleyen insanlara dönerek, "it

oğlu it iş yapacağına laklak ediyor" derse, kamu görevlisine sövmeden değil, sadece

sövmeden ceza alacaktır.

5.2.1.2. Düşünce inanç ve kanaatten dolayı hakarete uğramak

Din hürriyetine karşı suçlara yer vermeyen Kanun, kanun önünde eşitlik ilkesini

sağlayarak değil, aslında bu ilkeyi çiğneyerek, “ Dini, siyasi, sosyal, felsefi

inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından,

mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından

dolayı bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmesini cezayı artırıcı

bir neden saymıştır ( m. 125/3, b ). Bu halde, cezanın alt sınırı, bir yıldan az

olamaz.

Ancak, Kanun, 125/3, b maddesi hükmünden anlaşıldığı üzere, Dini, siyasi,

felsefi inanç, düşünce ve kanaatini açıklamamasından, değiştirmemesinden, yaymaya

çalışmamasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmamadan

dolayı bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmesini

cezayı artıran bir neden saymamıştır. Gerçekten, ör., oruç tutmayan, namaz kıl-

16

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

mayan, içki içen, dinini yaymaya çalışmayan bir kimsenin başkaları ile ihtilat edilerek

yerilmesi, aşağılanması, kınanması halinde failin fiilinin hakaret veya sövme

sucuna vücut verip vermediği tartışması bir yana, hakaret veya sövme sayıldığında

ceza artırılamayacaktır. Böylece, Kanun, düşünce inanç ve kanaatleri bakımından

inananlar arasında fark yaratmıştır.

Öte yandan, “felsefi inanç” ifadesi doğru bir ifade değildir, çünkü bir şey

inançsa, felsefe değildir, felsefe ise inanç değildir. Söz konusu ifadenin 1961,

1982 Anayasasında da yer almış olması ona doğruluk sağlamaz.

Dinler, inançlar, siyasi düşünceler, felsefi kanaatler arasındaki çatışma, zıtlık ezelidir.

Bunların tarafı kişilerin karşılıklı zıtlaşmalarına, birbirlerini eleştirdiklerine tarih tanıktır.

Din hürriyetine karşı saldırıları, yerinde değil de, kişiye karşı suçlar arasında düzenlemek,

kanun önünde eşitlik ilkesini ihlal etmek bir yana, ifade hürriyetini AİHS’

in 9 ve10.maddelerine aykırı bir biçimde kayıtlamaktır.

Dini, siyasi, felsefi inanç, düşünce ve kanaatini “açıklamasından”, “değiştirmesinden”,

“yaymaya çalışmasından “ dolayı, bir kimsenin eleştirilmesi, kınanması,

yerilmesi, kısacası onur, şeref ve saygınlığının rencide edilmesi halinde,

125/1. maddede hakaret için öngörülen cezanın alt sınırının bir yıldan az olmaması

gerekmektedir. Gene, Bir kimsenin, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına

uygun davranmasından dolayı kınanması, yerilmesi, kısaca onur, şeref ve

saygınlığının rencide edilmesi halinde verilecek cezanın alt sınırı bir yıldan az olmayacaktır.

5.2.1.3. Kişinin dininde kutsal sayılan değerlerden bahisle hakarette

bulunmak

Kanun kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle

hakarette bulunmayı ve sövmeyi cezayı artırıcı bir neden saymıştır ( 125/3, c ) .

Kanun, Din hürriyetini cezaî himayenin konusu yapılmadığından, Din, kişiye izafeten,

hakaret ve sövme suçları içinde düzenlemiştir.

“Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerler” hükmünün

kapsamı ve sınırları belirsizdir. Gerçekten, ör., A, B’ ye, “ Dinini, imanını ….

edeyim” , “ Allahsız, seninle Allah başa çıkamaz, kitapsız” veya “Orucunu, namazını

al başına çal, serseri” vs., derse, bu ve benzeri ifadeler Kanunun 125/1.

maddesi hükmünün ihlali mi, yoksa 125/2, c maddesi hükmünün ihlali mi olacağı

hususu pek belli değildir. Hüküm, ancak daraltılarak yorumlanabilir. Böyle

olunca, sövme, herhalde hükmün kapsamı dışında kalacaktır.

5.2.2. Verilecek ceza üzerinden cezanın artırılması

Kanun, 125/4. maddesi hükmünde, hakaretin alenen işlenmesi halinde cezanın,

faille verilecek ceza üzerinden altıda bir oranında artırılmasını öngörmüştür.

Bu hüküm karşısında, sadece hapis cezası verilebilir ve bu ceza üzerinden ceza

artırımı yapılabilir. Kanun, burada, 125/1.maddesi hükmünde öngördüğü seçenekli

cezadan hapis cezasına itibar etmiştir.

Kuşkusuz aleniyet ihtilattan farklıdır. Kanun, gerekçesinde, aleniyeti “fiilin

gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir

olması” olarak tanımlanmıştır. Hakaret, alenen işlendiğinde ceza artırılıyor.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17


MAKALELER

Hakaretin Basın yoluyla işlenmesi, alenen işlenmesidir. Öyleyse, hakaretin

Basın yolu ile işlenmesi, cezayı ağırlaştıran bir nedendir. Kanunun, 2005-5377 s.

Kanunla değiştirilmiş olması, hakaretin Basın yoluyla işlenmesini ağırlatıcı neden

olmaktan çıkarmamış, sadece cezanın ağırlaştırılması oranı değişmiştir.

6. Ceza

Hakaretin cezası üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır.

Hapis veya adli para cezasından birinin verilmesini hâkim takdir edecektir.

Her halde, hâkim, iki cezadan birini seçerken Kanunun 61. maddesi hükmünü

dikkate alacaktır.

Kanun, hapis cezasının asgari ve azami hadlerini gösterirken, adli para cezasının

asgari ve azamı haddini göstermemiştir. Bu durumda, zorunlu olarak genel

hüküm olan Kanunun 52. maddesi hüküm uygulanacaktır. Böyle olunca, hakarette

adli para cezası, beş günden az ve yedi yüz günden fazla olmamak üzere belirlenen

tam gün sayısı esas olmak üzere hesaplanacak para miktarıdır.

Kanunun hükmü çelişkilidir, çünkü seçenekli cezalar arasında bir denklik bulunmamaktadır.

Hakaretin cezasını üç ay hapis cezasından başlatan bir kanun, herhalde

para cezasını beş gün esası üzerinden başlatamaz, çünkü bu, Kanunun kendisi ile çelişmesi

olur. Öyleyse, para cezasının hesabında esas alınacak asgari gün sayısı, üç ay

itibarıyla doksan günden, iki yıl karşılığı olan gün sayısı kadar olan gün sayısıdır ( m.

61/9 ). Kanun, “…aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla

olamaz” dediğine göre, hakaretin cezasının üst sınırı olan iki yıl, yediyüzotuz günün

içindedir. Bu demektir ki, hakarette, para cezanın alt sınırı, doksan gün; üst sınırı,

yediyüzotuz gün üzerinden hesaplanacak para cezasıdır.

Bir başka çelişkili nokta da, suçun nitelikli halinin cezasında belirmektedir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, suçun basit halinin cezası “…üç aydan iki yıla kadar

hapis veya adli para cezası” iken, m. 125/3’de belirtilen suçun nitelikli halinin

cezasının “alt sınırı bir yıldan az olamaz”. Burada hapis cezası ile adli para cezası

şeklinde bir ayrıma gidilip gidilmediği anlaşılamamaktadır. Öyle görülüyor ki,

Kanun koyucu suçun nitelikli halinde artık adli para cezasına hükmedilemeyeceğini,

yalnızca hapis cezası verilebileceğini, bunun da alt sınırının bir yıldan az

olamayacağını anlatmak istemektedir. Belki de, suçun nitelikli halinde de adli para

cezasına hükmedilebileceği, artık gün para cezası sistemine geçildiğine göre bu

cezanın alt sınırının bir yıl ya da 365 gün karşılığı para cezasından az olamayacağı

anlatılmak istenmektedir. Madde gerekçesinde de bu konuda, her zaman olduğu

gibi, bir açıklama bulmak mümkün değildir. Öyle ya da böyle, ne demek istediği

ne metninden ne de gerekçesinden anlaşılabilen Tarihi Kanun Koyucunun,

buradaki suçun nitelikli haline ne caza vereceği anlaşılamamaktadır. Bu konuda

Yargıtay içtihatlarının beklenmesi gerekmektedir.

6. Ölüye hakaret

6.1. Mahiyeti

Kanun, 130. maddesi hükmünde, “Kişinin hatırasına hakaret” madde başlığı altında,

ölümle birlikte “kişi” olmaktan çıkan “ölüyü” cezai himayenin konusu yapmıştır.

Kanun, maddenin 1.fıkrasında “bir kimsenin öldükten sonra hatırasına hakareti”,

2. fıkrasında “ölünün cesedini” veya kemiklerini almayı cezalandırmaktadır.

18

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

Elbette, ölü cezai himayenin konusu olur, ama “Kişilere Karşı Suçlar” arasında

cezai himayenin konusu olamaz, çünkü ölü, ne kişidir, ne de şeydir. Böyle olduğu

içindir ki, ölülerine saygılı olan uygar uluslar, ölüyü, Din hürriyetine karşı

suçlar arasında cezai himayenin konusu yapmaktadırlar.

Diri ile ölü aynı yerde düzenlenemez, çünkü diri ölü, ölü de diri değildir. Öyleyse, ne

aynı şey olmayan iki şey, ne de aynı şeye ait olmayan iki şey aynı yerde düzenlenebilir.

6.2. Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına hakaret

Kanun, “ .. hakaret eden..” diyerek 125. maddeye göndermede bulunmuş,

orada öngördüğü cezayı burada da aynen tekrar etmiştir. Kanun, ölüye hakarette,

hem hakareti, hem de sövmeyi cezalandırmaktadır.

Hakaret ve sövme fiilinin muhatabı ölüdür. Öyleyse, suç, sadece ölülere karşı

işlenebilir. Tabii, ölünün yüzüne karşı hakaret mümkün değildir. Bundan ötürü,

Kanun, suçun unsuru olarak, ihtilatı aramıştır. Ancak, Kanun, suçun alenen işlenebilir

olduğunu kabul etmiş; aleniyeti, suçun ağırlatıcı nedeni saymıştır.

Ölüye hakaret suçu ani suçtur, teşebbüs mümkün değildir, ihtilatın oluşması

veya aleniyetin gerçekleşmesi ile birlikte suç da işlenmiş olmaktadır. Hakaret suçunda

olduğu gibi, ölüye hakaret suçuna iştirak mümkündür.

Bu suçta suçla ihlal edilen ve ceza ile korunan hukuki değerin hamilinin kim

olduğu belli olmamakla birlikte, aşağıda belirtileceği üzere, suçun takibi, ölünün

yakınlarının şikayetine bağlanmıştır.

6. 3. Cesedi, ölünün kemiklerini alma, ölünün kemiklerini tahkir

6.3.1. Mahiyeti

Kanunun, 130/2. maddesi hükmünde öngördüğü suçun, 125/1. madde hükmünde

öngördüğü hakaret suçu ile herhangi bir benzerliği bulunmamaktadır. İki suç arasındaki

tek benzerlik, suçun cezasının hapis cezası olmasıdır.

Kanun, her ne hikmetse, 125/1. maddede öngördüğü adli para cezasını,

130/1. maddede öngördüğü ölüye hakaret suçu için öngörmüş olmasına rağmen,

bu suç için öngörmemiştir. Böyle olunca, Kanun, seçenekli cezaya yer vermeyerek,

cesedi, ölünün kemiklerini alma veya ölünün kemikleri hakkında tahkir edici

fiillerde bulunma suçlarını, cezai himaye bakımından hem kişiye hakaretten, hem

de ölüye hakaretten çok daha önemli görmüş bulunmaktadır.

Kanun, 130/2. maddesi hükmünde, dört ayrı suça yer vermiştir. Bunlar, ölünün

cesedini almak, kemiklerini almak, ceset veya kemikler hakkında tahkir edici

fiilde bulunmak suçlarıdır.

Kanun suçun takibini, ölünün yakınlarının şikâyetine bağlamış olmasına rağmen,

bu suçlarda, suçla ihlal edilen ceza ile korunan hukuki değer veya menfaatin

hamilinin kim olduğu beli değildir. Kanunun, Din hürriyetine karşı suçları buharlaştırma

çabası, sonuçta bu tür çelişkileri doğmasını kaçınılmaz kılmıştır.

6.3. 2. Ölünün kısmen veya tamamen cesedini veya kemiklerini almak

suçu

Kanunun suç saydığı fiil, cesedin veya kemiklerin tamamen veya kısmen

alınması fiilidir. Failin cesedi veya kemiklerin bulunduğu yerden alması, dolayısıyla

ceset veya kemikler üzerinde fiili iktidarını kurmasıyla birlikte suç tamamlanmış

olur.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 19


MAKALELER

Fiil hukuka aykırı olmalıdır. Ölünün sahiplerinin cesedin veya kemiklerin

alınmasına rıza göstermelerinin bir hukuka uygunluk nedeni olup olamayacağının

düşünülmesi gerekmektedir. Diğer hukuka uygunluk nedenlerinin bu suçla bağdaşabilir

olduğunu düşünmüyoruz.

Suç kastla işlenir. Failin bir ölünün cesedini veya kemiklerini tamamen veya

kısmen aldığını bilmesi ve cesedi veya kemikleri almayı istemesi iradesidir. Suçun

taksirli biçimi yoktur. Fiili hata mümkündür. Olduğunda kastı kaldırır.

Bu suçlara teşebbüs mümkündür. Hazırlık hareketleri cezalandırılmaz. Fail,

ancak suçun icrasına başlamış olduğunda cezalandırılabilir.

Suç iştirak halinde de işlenebilir. Bu suçta iştirakin her şekli mümkündür.

Fail üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

6.3.3. Ölünün ceset veya kemikleri hakkında tahkir edici fiillerde

bulunmak

Kanunun 130/1. maddesi hükmü karşısında, bu suçun söz, yazı, işaret, vs. ile

işlenmesi mümkün değildir. Gerçekten, suç, ancak, ör., parçalamak, yakmak, kirletmek,

vs. biçiminde bir fiille işlenebilir.

Fiil hukuka aykırı olmalıdır. Otopsi kanun emrinin yerine getirilmesi olduğundan

fiili hukuka uygun kılar. Burada, ölünün yakınlarının rızasının bulunmasının

fiili suç olmaktan çıkarıp çıkarmayacağı hususunun düşünülmesi gerekmektedir.

Madem Kanun "tahkir edici fiillerde bulunmaktan" söz etmektedir, bu suçta

genel kast yeterli değildir, ayrıca failin fiilini "tahkir" maksadı ile işlemiş olması gerekmektedir.

Bu suçta fiili hata kastı kaldırır. Suçun taksirli biçimi yoktur.

Suça teşebbüs mümkündür.

Suç iştirak halinde de işlenebilir.

Suçun cezası üç aydan iki yıla kadar hapistir.

7. Hakaret, ölüye hakaret suçlarının takibi

Kanun, suçun takibini, 131 maddesinde iki fıkra halinde düzenlemiştir. Kural

olarak, suçun takibi, şikâyete bağlı bulunmaktadır.

Ancak, suç, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmişse, resen takip

edilecektir. Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret, "kamu idaresine"

değil de "kişiye" karşı bir suç olduğundan, kamu görevlisi kişi ile bu tür bir görevi

bulunmayan kişiyi farklı hukuki muameleye tabi tutmanın kabul edilebilir bir

mantığı bulunmamaktadır. Bu, kamu idaresinin eylemlerini ve işlemlerini denetlemek

temel hakkına sahip olan vatandaşa ve özellikle kamu idaresinin eylem ve

işlemlerinden haber verme, onları değerlendirme görev ve yetkisi bulunan Basına

"gözdağı vermek " amacı dışında, hayırlı başka bir amaca hizmet etmez.

Suçun takibi mağdurun şikâyetine bağlıdır. Çocuk söz konusu olduğunda,

kanunda bir açıklık bulunmamaktadır. CMK, 254/ 2. maddesi hükmünde çocuklarla

ilgili getirdiği hüküm yeterince açık değildir. Burada, sorun şudur: Çocuk,

hakarete uğradığında, velisi veya vasisinden bağımsız olarak şikâyet hakkını kullanabilir

mi, yoksa velisi veya vasisinin iznini mi alması gerekmektedir? Bizce, çocuk,

velisine ve vasisine rağmen şikâyet hakkını kullanabilir, ancak velinin ve vasinin

rızası olmadan şikâyetini geri alamaz.

Şikâyet kişinin şahsına bağlı bir haktır. Bu hak ancak suçla ihlal edilen ve ce-

20

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

za ile korunan değer veya menfaatin hamili, yani mağdur tarafından kullanılabilir.

Ancak, istisna olarak mağdur şikâyet ettikten sonra dava görülürken veya şikâyette

bulunma süresi içinde " şikâyet etmeden ölürse" ölenin ikinci dereceye

kadar üstsoyu ve altsoyu, eşi veya kardeşleri tarafından şikâyet hakkı kullanılabilir.

Kanun, şikâyette, mağdurun yakınlarına böyle bir ayrıcalık tanımıştır.

Kanunun 130/1, 2. maddelerinde öngörülen ölüye hakaret, ölünün cesedini

veya kemiklerini almak, ölünün cesedi veya kemikleri üzerinde tahkir edici bir fiil

işleme suçları söz konusu olduğunda Kanun, suçun mağduru olmamalarına rağmen,

suçun takibini ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoy, eş veya kardeşlerinin

şikâyetine bağlamış bulunmaktadır (m.131/2 ). Böyle olunca, Kanunun

bu hükmü karşısında, ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eşi veya kardeşleri

olmayan ölülere karşı saldırılar suç sayılmayacaktır. 765. s. Kanunda bu suç doğru

olarak res'en takip edilen bir suçtur. Kanunun düzenlemesi yanlıştır, çünkü

ölüler arasında fark gözetmek uygar toplumun kuralları ile çelişmektedir. Bu hüküm

karşısında, yakınları olmayan ölülerin himayesi, kişilerin ahlaki duygularına

terkedilmiş olmaktadır. Kanun düzenlemesinin gerekçesini göstermemiştir. Düzenlemenin

"altı kaval üstü şişhane olması" bir yana, eğer suçun mağdurunun kişi

olduğu kabul ediliyorsa, bir kısım kişileri cezai himayeden yararlandırmak ve aynı

durumda olan diğer bir kısım kişileri cezai himayeden yararlandırmamak, herhalde

kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlali olur. Kanunun bu özrünün içtihatla giderilmesi

mümkün değildir. Bunun yolu, kanunun değiştirilmek, fazla akıllı olmaya

kalkışmadan, elbette olabildiği kadar, kökü kazınmış olan 765 s. Kanunu izlemek

olacaktır.

8. Sonuç

Madde gerekçesinde hakaret- sövme suçu ayırımını kaldırdığını iddia eden

Kanun koyucu, gerçekte bu ayırımı ortadan kaldırmamış, iki suçu iki cümle halinde

tek maddede toplamış, sadece her iki suçun cezasını birleştirmiştir.

Kanun koyucu, Türk Hukuk Devriminden bu yana oluşmuş olan ceza hukuku

doktrini ve uygulamasının kökünü kazımış, hakaret ve sövme suçlarının alışılan

kalıplarını bozmuş, daha ileri bir düzenleme yapma başarısını gösterememiştir.

Emsali ancak teokratik hukuk düzenlerinde görülebilen bu düzenleme, ayrıca

ifade hürriyeti önünde bir engel oluşturmakta, kişilerin kamu idaresinin eylem ve

işlemlerini öğrenmeleri imkânını kısıtlamakta, temel bir insan hakkı olan din hürriyetini

himayede zaaf göstermektedir.

Kuşkusuz Kanun uygulanacaktır.

Uygulamada, açıkça çatışmamak kaydıyla, 765 s. Kanun esas olmak üzere

oluşmuş bulunan doktrin ve uygulamanın göz önüne alınması, bu Kanun esas

olmak üzere oluşacak olan yeni doktrin ve uygulamanın oluşmasına katkıda bulunacaktır.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 21


MAKALELER

2

TRAFİK KANUNUNU İHLAL EDENLERİN

DENETLENMESİ VE

CEZALANDIRILMASINDA FAALİYET

ZİNCİRİ. TÜRKİYE VE BAZI AVRUPA BİR-

LİĞİ ÜLKELERİNDEKİ

UYGULAMALAR ∗∗

Doç. Dr. Süleyman IŞILDAR *

ÖZET

Etkili karayolu trafik kontrol ve cezalandırma politikası karayolu trafik güvenliğinin

geliştirilmesine katkıda bulunur. Başarılı trafik kontrol ve cezalandırma faaliyeti,

etkin eğitim, altyapı ve teknik tedbirler gibi karayolunu kullananların tutum

ve davranışlarını olumlu yönde etkiler. Trafik kanunu ihlal edenlerin denetlenmesi

ve cezalandırılmasında faaliyet zinciri; mevzuat, kontrol, sorgulama ve yargılama

halkalarından oluşur. Zincirin kural ihlal edenler aleyhine caydırıcı olabilmesi

için faaliyet zinciri çok iyi organize edilmeli ve en iyi etki için her halka aynı

ahenkle birbirini tamamlamalıdır. Zincir halkalarının birinde eksiklik, etkinliği ortadan

kaldırır. Kontrol ve cezalandırma politikasının daha da etkili olması için

yapılan faaliyetler hakkında kamuoyunun çok iyi bilgilendirilmesi gerekir.

Çalışma materyalleri; trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasıyla

ilgili faaliyet zinciri hakkında yurtiçi ve yurtdışında yayınlanan bilgi

ve belgeleri ile yerli ve yabancı uzmanlar ile yapılan mülakatlardan oluşmaktadır.

Yukarıda belirtilen materyal; durum tespiti karşılaştırma ve örnekleme yolu ile incelenip

yorumlanmış ve uygulamanın içinden kazanılmış tecrübelerin de yardımı ile

trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasında yapılan faaliyetlerin

nasıl başarılı olacağı açıklanarak, geliştirici önerilerde bulunulmuştur.

Bu tebliğde; trafik denetimi ve cezalandırılması hakkında Türkiye ve bazı Avrupa

birliği ülkelerindeki uygulamalar incelenerek tartışılmakta ve Türkiye’deki

uygulamaların daha da başarılı olması için önerilerde bulunulmaktadır.

GİRİŞ

Etkili trafik kontrol ve cezalandırma politikası, karayolu trafik güvenliğinin geliştirilmesine

önemli şekilde katkıda bulunabilir. Karayolunda tutum ve davranışı etkileyici

bir araç olarak trafik denetimi; eğitim, altyapı ve teknik tedbirler gibi etki yapar.

Cezalandırma politikasının etkili olabilmesi için iyice düşünülerek bir denetim

planı yapmalı ve bu faaliyetlerle ilgili olarak kamuoyu iyi bilgilendirilmelidir.

* İnterpol- Europol- Sirene- Dairesi Başkanı, (Trafik Araştırma Merkezi eski müdürü.)

∗∗ Yazarın makalede belirttiği görüşler kurumuna değil kendine ait görüşlerdir.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Trafik denetimi, cezalandırma sisteminin metodudur. Kontrol edilme riski

algılamasının yüksekliği, kaidelere uyum oranını artırır. Bir yandan genel ve bireysel

yakalama şansını artırma amaçlı olmak, öte yandan da öncelik arz eden

istenmeyen tutum ve davranışlara odaklanmalıdır. Bu durumda, özel trafik denetiminden

bahsedilmektedir. Bu denetimin uygulanması, trafik kazaları ve onların

nedenlerinin anlaşılmasını gerektirir. Ayrıca etkili ve yararlı denetimin nasıl

organize edileceğinin çok iyi bilinmesi elzemdir. Etkili ve yararlı denetim

için, iyi eğitimli ve iyi donanımlı trafik polis örgütü gereklidir. Ayrıca, trafik denetiminin

daha başarılı olması için denetim faaliyetlerinin, gerekli bilgilendirme

ve diğer ilgililerle anlaşmaların yapılmasıyla desteklenmesi gerekir. Denetim ile

birlikte bilgilendirme yani kamuoyuna yapılanlar hakkında bilgi verme de çok

önemlidir. Denetleme ve cezalandırma planının gereği gibi gerçekleştirilmesi

için trafikle ilgili birimlerle de tartışılması gereklidir.

Trafik suçlarında kovuşturma ve cezalandırma seri şekilde yapılmalıdır.

Soruşturma, bir trafik suçu sanığına karşı yasal işlemlerin oluşturulması faaliyetidir.

Soruşturma safhasının kalitesi üç ana hususla özetlenebilinir: Verimlilik,

Süratlilik (hızlılık) ve Adil Olma.

Mahkemelerdeki aşırı yüklülük ve takipsizlik, denetleme ve cezalandırma politikasına

zarar vermektedir. Netice olarak bu durum trafik denetimi ve cezalandırmasının

toplumun tutum ve davranışını değiştirmedeki etkisine olumsuz etki

yapmaktadır.

Tedbirlerin etkili bir şekilde uygulanmasını garanti eden yasal çalışmalara (mevzuata)

ihtiyaç vardır. Karayolunda mevzuat, diğer alanlarda olduğu gibi, davranışları

düzene sokar. Trafik kanunlarının fonksiyonu, yaşamları kurtarmak ve acı çekilmesini

önlemektir. Kanun ve yönetmeliklerin yararlı yönleri topluma çok iyi anlatılırsa,

toplum tarafından çok iyi kabul edilmeleri, uyulmaları kolaylaşır.

Mümkün olduğunca davalara takipsizlik sayısını azaltmak gerekir. Bunun için

savcılık ve mahkemelerde personel sayısını artırmak gerekir. Ayrıca para cezalarının

toplanması konusunda polisin yetkisi de artırılmalıdır. Dava sayısı ele alma

kapasitesine göre ayarlanmalıdır. Bu ayarlamada tercihen polis birimleriyle mutabakat

sağlanması gerekir. Takipsizlik de uygulanacak kriterler açıklanmalı ve

birleştirilmelidir.

Trafik denetleme ve cezalandırma politikasının son elemanı, suçlara verilen

kararlardır. Etkili olabilmek için, cezai karar işlemi hızlı uygulanabilir ve kesin olmalıdır.

MATERYAL VE METOD

Çalışma materyalleri; trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasıyla

ilgili faaliyet zinciri hakkında yurtiçi ve yurtdışında yayınlanan bilgi

ve belgeleri ile yerli ve yabancı uzmanlar ile yapılan mülakatlardan oluşmaktadır.

Yukarıda belirtilen materyal; durum tespiti karşılaştırma ve örnekleme yolu ile

incelenip yorumlanmış ve uygulamanın içinden kazanılmış tecrübelerin de yardımı

ile trafik kanununu ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasında yapılan

faaliyetlerin nasıl başarılı olacağı açıklanarak, geliştirici önerilerde bulunulmuştur.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

BULGULAR (VERİLER)

TÜRKİYE’DE SUÇLARI RAPOR ETME VE MAHKEMEYE SEVK ETME

1. Suçları Rapor Etme Türkiye de trafik güvenliğini artırıcı çalışmalara

önem verilerek konu ile ilgili yapılması gereken bütün işlemler takip edilmektedir.

Trafik zabıtası, trafik düzeni ve güvenliğini bozucu ve özellikle kazaya meyilli

suçlar üzerinde kontrol ve denetimlerini yoğun bir şekilde sürdürmektedir.

Trafik zabıtası, trafik düzeni ve güvenliği açısından karşılaştıkları ve tespit ettikleri

suçlara el koyarak; trafik kural ihlallerini yapanlar hakkında suç veya trafik

idari para cezası karar tutanağı (5326 sayılı kabahatler kanununun 3. maddesi

gereği) düzenlemek ve düzenlenen tutanaklardan, hafif hapis veya hafif para cezasını

gerektirenleri Cumhuriyet Savcısına, para cezası tahsil ve takibini gerektirenlerin

de ilgili maliye birimlerine iletilmesini sağlar.(5252 sayılı Kanunun 7.

maddesi gereği)

Tutanaklar, Cumhuriyet Savcılığına gönderilecekler için suç, para cezaları için

trafik idari para cezası karar tutanağı olmak üzere iki şekilde olur. Trafik zabıtası,

tespit edilmiş para cezaları için olay yerinde tahsil yapabilir

Trafik zabıtası, karşılaştığı trafik suçunun niteliğine göre (hafif suçlar için) yolu

kullananları eğitici ve öğretici uyarılarda bulunur. Yapılan bu uyarılar ile, yolu

kullananlarda istenilen tutum ve davranış değişikliği gözlenmezse, suçların karşılığı

olan ceza-i müeyyideler uygulanır.

Sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadığını denetlemekle sorumlu olan

yetkililere yardımcı olmak üzere, Karayolu Trafik Güvenliği Kurulunca önerilen

ve Karayolu Trafik Güvenliği Yüksek Kurulunca uygun görülen kişilere Valilerce

"Fahri Trafik Müfettişliği" görevi verilmektedir.

Fahri Trafik Müfettişleri 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun suç saydığı

fiilleri işleyenler hakkında işlem yapılması amacıyla, Emniyet Genel Müdürlüğünce

kendilerine verilen tutanağı düzenlemek ve bunları aracın tescilli olduğu trafik

kuruluşuna gönderilmek üzere en geç bir hafta içerisinde herhangi bir trafik kuruluşuna

teslim etmek zorundadırlar.

Türkiye'de trafik denetiminin etkin hale getirilmesi için denetim sonuçlarının

bilimsel esaslara göre değerlendirilmesi yapılmaktadır.

2. Suçlara El Koyma

Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik kurallarını ihlal edenler hakkında;

Emniyet Genel Müdürlüğünün;

* Trafik zabıtası personeli,

* Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 7. Maddesindeki esaslara uygun olarak

diğer birimlerdeki Emniyet hizmetleri sınıfı personeli,

Jandarma Genel Komutanlığının Karayolu Trafik Yönetmeliğin 8. Maddesi esaslarına

göre yetkili kıldığı personeli;

Karayolları Genel Müdürlüğünün yetkili kıldığı personel tarafından Karayolları

Trafik Kanununun ilgili maddelerine aykırı hareket edenler hakkında; Suç veya

trafik idari para cezası karar tutanağı düzenlenir.

Tutanakların düzenlenmesine ve yapılacak diğer işlemlere ait uygulamalar

"Trafik para cezalarının tahsilinde ve takibinde uygulanacak esas ve usuller ile

kullanılacak belgeler hakkında yönetmelik ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu nun

3.maddesi " esaslarına göre yapılır.

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Sürücülerin yapmış oldukları trafik kural ihlallerinin özelliğine göre, yalnız idari veya

adli işlem yapıldığı gibi, hem idari hem de adli işlem aynı anda yapılabilmektedir.

3. Trafik Zabıtası Tarafından Suçların Yerinde Değerlendirilmesi

Trafik suçlarına, ağırlığına göre verilecek ceza miktarı ve bu cezayı uygulayacak

kuruluş Karayolları Trafik Kanununda belirtilmiştir. Bu çerçevede trafik zabıtası

tarafından olay yerinde trafik idari para cezası karar tutanağına göre para

tahsili yapılabilmektedir. (5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre ilgilinin peşin

ödeme talebi halinde ceza tutarında ¼ indirim söz konusudur).

Tahsilat derhal yapılmadığı takdirde düzenlenen trafik idari para cezası karar

tutanağının bir örneği ilgiliye verilip tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 gün içinde

ödenmesi gerekir.

Trafik zabıtası;

* Trafiği tehlikeye düşürecek engel olacak şekilde veya yasaklanmış yerlerde

park eden araçlara

* Trafik kural ve yasaklarına aykırı davranışları belirlenmiş bulunan, sürücüsü

tespit edilemeyen araçlara,

* 2918 sayılı Karayolu Trafik Kanunu 26/1- 2, 31/b, 36/son ve 49. maddeleri

hükümlerine uymayan araçları kullanan sürücüler, aynı zamanda araç sahibi

değilse araç sahiplerine aynı miktar kadar, tescil plakasına göre trafik idari para

cezası karar tutanağı düzenler.

Trafik zabıtasının, karşılaştığı trafik kural ihlallerinin niteliğine göre olay yerinde

yapabileceği müdahaleler ve işlemler, Karayolları Trafik Kanununda ve buna bağlı

olarak çıkartılan yönetmelikte aynntılı olarak belirtilmiştir.

4. İdari Cezalar

Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik kurallarını ihlal edenler hakkında, ihlalin niteliğine

göre ceza miktarı ve uygulayacak kuruluş, kanunda belirtilmiştir. İdare tarafından verilecek

cezalar ise işlenen trafik ihlalinin ağırlığına göre; para cezası, ceza puanı, sürücü

belgesi geçici geri alma cezası ve aracı trafikten men cezası olarak uygulanır.

Uluslararası ikili veya çok taraflı anlaşmalar uyarınca diplomatik muafiyeti

olan yabancı kişiler hakkında suç veya trafik idari para cezası karar tutanağı düzenlenmesi

gerektiren durumlar ile çeşitli ülkelerdeki değişik uygulamalar dikkate

alınarak, trafik görevlilerince yapılacak işlemlerin yürütülmesi ve uygulanması

esasları İçişleri Bakanlığınca Valiliklere bildirilir.

5. Adli Cezalar.

Karayolu Trafik Kanununun ilgili Maddeleri gereğince verilen hafif hapis ve hafif

para cezaları 5252 sayılı Türk Ceza Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında

Kanun ile idari para cezalarına dönüştürülmüş olup, idari para cezasına karar vermeye

de Cumhuriyet Savcıları yetkilendirilmiştir. Aynca Türk Ceza Kanununun Trafik

güvenliğini tehlikeye sokma başlıklı 179. maddesinde";

(1) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak

için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hale getirerek, konuldukları

yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine

bir şey koyarak yada teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı,

sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişiye bir yıldan altı yıla

kadar hapis cezası verilir.

(2) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki

yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle yada başka bir nedenle emniyetli

bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan

kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." denilmektedir.

6

Kanun Maddesi

14

30/1a

30/1b

31/1a

31/2

39/1-a

46/2-c

47/1-a

47/1-b

48/5

Türkiye'de Bazı Trafik Suçlarını İhlal Edenlere Verilen Cezalarla İlgili Tablo

Trafik Suçunun Konusu

Karayolu yapısı üzerine,

trafiği güçleştirecek, tehlikeye

sokacak veya engel

yaratacak, trafik işaretlerinin

görülmelerini engelleyecek

veya güçleştirecek şekilde bir

şey atmak, dökmek,

uygulama

Servis freni, lastikleri ve dış

ışık donanımları noksan,

bozuk veya teknik şartlara

aykırı araçları kullanmak, Sürücülere

Servis freni ve ışık donanımları

dışında diğer eksiklikleri

bulunan araçlarla, görüşü

engelleyecek veya araç

içindekileri tehlikeye sokacak

süs, aksesuar, eşya ve çıkıntıları

olan veya çevredekileri rahatsız

edecek şekilde duman ve

gürültü çıkaran araçları

kullanmak,

Sürücülere

Araçlarda bulundurulması

mecburi gereçleri kullanılır

şekilde bulundurmamak ve

kullanmamak, Sürücülere

Takoğraf veya taksimetre

cihazlarını bozuk imal etmek

veya bozulmasına vasıta

olmak, bu durumdaki

cihazları araçlarda

kullanmak,

Sürücü belgesi sınıfına göre

yetkisiz araç kullanmak,

Trafiği aksatacak veya

tehlikeye sokacak şekilde

şerit değiştirmek,

Sorumlulara

Sürücülere ve

Kullandıranlara

Sürücülere

Trafik zabıtası veya özel

kıyafetli veya işaret taşıyan

diğer yetkili kişilerin uyarı ve

işaretlerine uymamak, Sürücülere

Işıklı trafik işaretlerinden

kırmızı renkli olanına ve sesli

işaretlere uymamak,

Taksi, dolmuş, minibüs,

otobüs, kamyon ve çekici

gibi ticari amaçla yük veya

yolcu taşımacılığı yapılan

araçlar ile resmi araçları

alkollü kullanmak, kanındaki

alkol miktarı 0,50 promilin

üstünde iken diğer araçları

kullanmak,

Sürücülere

Sürücülere

Kimlere Uygulanacağı

Ceza Miktarı ve Uygulayacak

Kuruluş

Trafik Polisi

Diğer Yetkili

İdari Para

cezası

206,00 YTL Peşin

154,5 YTL

49,00 YTL

Peşin 36,75

YTL.

101,00 YTL

Peşin 75,75 YTL.

49,00 YTL

Peşin 36,75 YTL.

101,00 YTL

Peşin 75,75

YTL.

101,00 YTL

Peşin 75,75

YTL.

101,00 YTL

Peşin 75,75

YTL.

1.defa 416 YTL Peşin 312 2.defa 521YTL peşin

390,75 YTL

Adli Para

cezası

3,139,00 YTL.

206,00 YTL.

3 ve 3 ten fazlasında 834,00 YTL

Mahkeme

için)

(sürücüler Puanı

Hapis

cezası Ceza

3-6 Ay.

1-2 Ay

tekrarında 2-3 ay

3 ve 3 ten fazlasında en az 6 ay

10

8

8

5

10

10

10

15

15

geriye doğru 5 yıl içinde1 defa 6 ay,2 defa 2 yıl,3 ve 3

ten fazlasında 5 yıl (mahkemece)

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006

Belgelerin Geri Alınması

Belgelerin İptali

Trafikten Men

Araç Kullanmaktan Men

Sürücüler

Diğer Hususlar

Tehlike ve engeller,

ilgili kuruluşlar ve

zabıtaca ortadan

kaldırılır, Bozukluk ve

eksiklikler yolun yapım

ve bakımından

sorumlu kuruluşça

derhal giderilir, Zarar

karşılıkları ve masraflar

sorumlulara ödetilir,

Sürücü aynı

zamanda araç

sahibi değilse,

ayrıca tescil

plakasına da aynı

miktar için ceza

tutanağı düzenlenir,

Sürücü aynı

zamanda araç sahibi

değilse, ayrıca araç

sahibine de tescil

plakasına göre aynı

miktar için ceza

tutanağı düzenlenir,

2 defa alkol aldığı

tespit edilenler Sağlık

Bak.nca sürücü

davranışlarını

geliştirme eğitimine

tabi tutulurlar, eğitimi

tamamlayanların

belgeleri süresi

sonunda iade edilir,3

ve 3 ten fazlasında ise

psiko-teknik

değerlendirme ve

psikiyatri

muayenesine tabi

tutulurlar, muayene

sonrasında durumu

uygun olanlara süresi

sonunda belgeleri

iade edilir,


Kanun Maddesi

49/3

51/2-b

51/5-b

52/1-c

52/1-d

54/1-a

54/1-b

65/1-d

65/1-f

66

67

Trafik Suçunun Konusu

Ticari amaçla yük veya yolcu

tasiyan araçlari tasit kullanma

süreleri disinda kullanmak

veya kullandirmak,

Hiz sinirlarini yüzde otuzdan

fazla asmak

Hiz sinirlarini tespite yarayan

cihazlarin yerlerini belirleyen

veya sürücüyü ikaz eden

cihazlari araçlarda

bulundurmak,

Türkiye'de Bazi Trafik Suçlarini Ihlal Edenlere Verilen Cezalarla Ilgili Tablo

Kimlere Uygulanacagi

Sürücü,sahip ve

isleten

Uymayanlara

Isletenlere

Yol, hava ve trafik durumlari

göz önüne almadan, öndeki

araci güvenli bir mesafe

birakmadan takip etmek, Sürücülere

Kol ve grup halinde araç

kullanirken, diger araçlarin

güvenle girebilecekleri bir

açiklik birakmamak, Sürücülere

Geçme kurallarina riayet

etmemek,

Geçmenin yasak oldugu

yerlerden geçmek,

Sürücülere

Sürücülere

Tehlikeli ve zararli maddeleri

gerekli izin ve tedbirler

alinmadan, tasimak, Sürücü,

Gabari disi yük yüklemek, yük

üzerine veya araç disina yolcu

bindirmek, Sürücü,

Bisiklet, motorlu bisiklet ve

motosikletleri, kurallara

uymadan sürmek,

Park yapmis tasitlar arasindan

çikarken, duraklarken, tasit

yolunun sagina veya soluna

yanasirken, saga veya sola

dönerken, trafik kural ve

yasaklarina uymamak,

isletenler

isletenler

Sürücülere

Sürücülere

Ceza Miktari ve Uygulayacak

Kurulus

Trafik Polisi

Diger Yetkili

Idari Para

cezasi

49,00 YTL

Pesin 36,75 YTL.

206,00 YTL Pesin

154,50 YTL.

49,00 YTL

Pesin 36,70

YTL.

49,00 YTL

Pesin 36,70

YTL.

101,00 YTL

Pesin 75,75

YTL.

101,00 YTL

Pesin 75,75

YTL.

206,00 YTL

Pesin 154,5

YTL.

101,00 YTL

Pesin 75,75

YTL.

101,00 YTL

Pesin 75,75

YTL.

49,00 YTL

Pesin 36,75 YTL.

Adli Para

cezasi

834,00 YTL

1,255,00 YTL

Mahkeme

Hapis

cezasi

4-6 Ay

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7

Ceza Puani (sürücüler için)

15

15

15

10

10

15

15

10

10

5

5

geriye dogru 1 yil içinde

5 defa ihlal edildiginde 1

yil süre ile

Belgelerin Geri Alinmasi

Belgelerin Iptali

Trafikten Men

Araç Kullanmaktan Men

Sürücüler

Diger Hususlar

Sürücü ayni zamanda araç

sahibi degilse, araç sahibine

de 101 YTL, pesin 75.750

YTL. ayrica isleten veya

tesebbüs sahibine de 206,00

YTL pesin 154.5 YTL. ceza

yazilir,

Sürücü belgesi geri

alinanlarin süresi sonunda

psiko-teknik degerlendirme

ve psikiyatri uzmaninin

muayenesi sonucunda

sürücü belgesi almasina

mani hali olmadigi

anlasilanlarin belgeleri iade

edilir,

Cihazlar mahkeme karariyla

müsadere edilir,

Ayrica, bütün sorumluluk ve

giderler araç isletenine ait

olmak üzere, fazla yolcular

en yakin yerlesim biriminde

indirilir,


MAKALELER

8

Kanun Maddesi

69/2

118

Trafik Suçunun

Konusu

Başıboş hayvan

bırakma

yasağına riayet

etmeyerek, trafik

kazasına

sebebiyet

vermek,

Trafik suçunun

işlendiği tarihten

geriye doğru 1

yıl içerisinde 100

ceza puanını

doldurmak,

118/7

Türkiye'de Bazı Trafik Suçlarını İhlal Edenlere Verilen Cezalarla İlgili Tablo

Uymayanlara

Sürücülere

Kimlere Uygulanacağı

Sürücü

belgeleri geri

alındığı

halde, geri

alma süresi

içerisinde

araç

kullanmak,

Ceza Miktarı ve Uygulayacak

Kuruluş

Trafik Polisi

Diğer Yetkili

İdari

Para

cezası

49,00 YTL

Peşin 36,75 YTL.

Sürücülere

Adli Para

cezası

Mahkeme

için)

(sürücüler Puanı

Hapis

cezası Ceza

3 Ay.

206,00 YTL.

1-2 Ay tekrarında

2-3 Ay.

MUKAYESELİ ESKİ VE YENİ TRAFİK PARA CEZALARI MİKTARLARI

2003 2004 2005 (%11,2)

1.defasında 2 ay, 2 defasında 4 ay

15

Belgelerin Geri Alınması

18.11.2005 tarih ve 25997

sayılı Resmi Gazetede

yayımlanan Sıra No:353

sayılı Vergi Usul Kanunu

Genel Tebliği uyarınca

yeniden değerleme oranı

Trafik Para Cezaları için

artış oranı % 9,8 olarak

belirlenmiştir, YTL'ye Göre

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006

Belgelerin İptali

3. ncü defasında

Trafikten Men

Araç Kullanmaktan Men

Diğer Hususlar

Ceza puanı

nedeniyle sürücü

belgesi geri alınanlar;

birinci defa eğitime,

ikinci defa da psikoteknik

değerlendirme

ve psikiyatri

uzmanının

muayenesine tabi

tutulurlar, muayene

sonucunda sürücülük

yapmasına engel hali

yoksa belgesi iade

edilir,

31.03.2005 tarih ve 25772

(Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede

yayımlanarak yürürlüğe giren

5326 sayılı Kabahatler

Kanununun 17 inci maddesi

hükmü gereği İdari para

cezasının (Trafik para cezasının)

ilgilisince derhal ödenmesi

halinde tahsil edilecek miktar

YTL'ye Göre

32,100,000 41,200,000 45,800,000 49,00 YTL. 36.75 YTL.

64,700,000 83,100,000 92,400,000 101,00 YTL. 75.75 YTL.

131,900,000 169,400,000 188,300,000 206,00 YTL. 154.5 YTL.

265,300,000 340,900,000 379,000,000 416,00 YTL. 312 YTL

332,600,000 427,300,000 475,100,000 521,00 YTL. 390.75 YTL.

532,600,000 684,300,000 760,900,000 834,00 YTL. 625.5 YTL.

800,000,000 1,028,000,000 1,143,100,000 1,255,00 YTL 941.25 YTL

1,332,800,000 1,712,600,000 1,904,400,000 2,090,00 YTL 1.567.5 YTL.

2,001,000,000 2,571,400,000 2,859,300,000 3,139,00 YTL 2.354.25 YTL.

2918 sayılı

kanunun 37/5 Md.

855.000.000

3.000.000.000 3,294,00 YTL 2.470.5 YTL.

5.000.000.000 5,490,00 YTL 4.117.5 YTL.

10.000.000.000 10,980,00 YTL 8.235 YTL

Mayıs 2006 tarihi itibari ile Türkiye'de Asgari Ücret Net 380,46 YTL.'dir. İngiltere ve Avusturya'da Asgari ücret yaklaşık 750 Euro'dur.


2918 Sayılı KTK’nın 4, 51 ve 118. maddelerinde belirtilen trafik suçlarında ve

119. maddesi ile sürücü belgeleri alındıktan sonra bu kanunun 41. maddesinin

(e) bendinde yazılı suçlardan biri ile mahkûmiyeti halinde de sürücü belgesi geri

alınır. Bu maddeler;

Teknik cihazlarla yapılan tespit sonucunda KTY’de belirtilen (0,50 Promil)

üzerinde alkollü olarak araç kullanıldığı tespit edilen özel araç sürücüleri ile miktarı

ve oranı ne olursa olsun alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen resmi ve

ticari araç sürücülerinin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru 5 yıl içinde;

* Birinci defasında sürücü belgeleri 6 ay süreyle geri alınır ve haklarında

416,00 YTL para cezası ile birlikte 15 ceza puanı uygulanır.

* İkinci defasında sürücü belgeleri 2 yıl süreyle geri alınır ve haklarında

521,00 YTL para cezası ile birlikte 15 ceza puanı uygulanır. Ayrıca bu sürücüler

Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak

yönetmelikte gösterilen “Sürücü Davranışlarını Geliştirme Eğitimine” tabi tutulurlar,

eğitimini başarıyla tamamlayanların sürücü belgeleri, süresi sonunda iade

edilir.

* Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri mahkeme kararıyla 5 yıl

süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte

834,00 YTL para cezası ve bunun yanı sıra 15 ceza puanı uygulanır. Bu sürücüler

ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar.

Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma

süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir.

* Taksi veya dolmuş otomobil, minibüs, otobüs, kamyon, çekiçi gibi araçlarla

kamu hizmeti, yük ve yolcu taşımacılığı yapan sürücüler ile resmi araç sürücüleri,

alkollü içki kullanmış olarak araç kullanamazlar.

* Uyuşturucu ve keyif verici maddeleri alarak araç kullananlara, eylemi

başka bir suç oluştursa bile ayrıca, 6 ay hafif hapis cezası ile suçun işlendiği tarihteki

suçun karşılığı olan trafik para cezası uygulanır ve bu suçu işleyen sürücülerin sürücü

belgeleri süresiz geri alınır.

Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını;

%10’dan %30’a (otuz dahil) kadar aşan sürücülere 101,00 YTL para cezası ile

birlikte 5 ceza puanı, %30’dan fazla aşan sürücülere ise 206,00 YTL para cezası

ile birlikte 15 ceza puanı uygulanır. Hız sınırlarını %30’dan fazla aşmak suretiyle

ihlal suçunun işlendiği tarihten geriye doğru 1 yıl içerisinde aynı kuralı 5 defa ihlal

ettiği tespit edilenlerin sürücü belgeleri 1 yıl süreyle geri alınır. Süresi sonunda

psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanının muayenesinden geçirilerek

sürücü belgesi almasına mani hali olmadığı anlaşılanların sürücü belgeleri iade

edilir.

Ceza puanı uygulaması ile ilgili olarak, trafik suçunun işlendiği tarihten geriye

doğru bir yıl içinde toplam 100 ceza puanını dolduran sürücülerin sürücü belgeleri

2 ay süreyle geri alınır. Bu sürenin sonunda sürücü, trafik kuralları ile ilgili

eğitime tabi tutulur. Aynı yıl içinde ikinci defa 100 ceza puanını dolduran sürücülerin

sürücü belgeleri 4 ay süreyle geri alınarak sürücüler, psiko-teknik değerlendirmeye

ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar. Muayene sonucun-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

da sürücülük yapmasına engel hali bulunmayanların sürücü belgeleri, süresi sonunda

iade edilir.

Bir yıl içinde üç defa 100 ceza puanını dolduran sürücülerin sürücü belgeleri

süresiz olarak iptal edilir.

Ölümle sonuçlanan trafik kazalarına asli kusurlu olarak sebebiyet veren sürücülerin

sürücü belgeleri ise 1 yıl süre ile geri alınır.

Ayrıca sürücü belgeleri, belge alındıktan sonra 2918 Sayılı KTK’nın

41.maddesinin (e) bendinde yazılı, TCK’nın 403 ve 404. maddeleri ile 577/2-3

maddelerinden ikiden fazla ve 2918 Sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair

Kanun’un 28. ve 29. maddeleri, 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında

Kanun’nun 12. maddesinin 3. ve takip eden fıkralarındaki suçlardan biriyle mahkumiyet

halinde sürücü belgesi süresiz geri alınır.

Bazı Ünvan sahipleri için Trafik Cezalarında Özel Uygulamalar

Ülke Özel Uygulamaya tabi olanlar:

Danimarka Kraliyet Ailesi ve Diplomatlar

İngiltere Sadece Diplomatlar

Almanya Diplomatlar ve Milletvekilleri

Fransa Sadece Diplomatlar

Hollanda Sadece Diplomatlar

Türkiye TBMM Üyeleri, Hâkim, Savcı

ve Diplomatlar

Ülkemizde trafik kurallarını ihlal eden TBMM Üyeleri, Hâkim, Savcı ve Diplomatlar

için, Karayolları Trafik Kanununun 116 ncı maddesi kapsamında araç tescil

plakasına ceza yazım prosedüründe özel uygulama yoktur.

Trafik kurallarını ihlal eden sürücülerin tespit edilerek sürücünün yüzüne karşı

yaptıkları işlemlerde trafik kuralını ihlal edenin hakim veya Savcı olması durumunda,

trafik suç veya ceza tutanağı düzenlenmemektedir. Bunun yerine maddi

olayı tespit eden ve kuralı ihlal eden kişinin adı, soyadı, ünvanı, görev yeri, ihlal

edilen kural ve ihlale ilişkin diğer bilgiler ile ilgili aracın tescil plakası belirtilmek

suretiyle görevlilerin imzasını taşıyan “Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı”

düzenlenmektedir.

Düzenlenen karar tutanakları Yargıtay üyeleri için Yargıtay başkanlığına, Hakim

ve Savcılar için ilgilinin görev yerine en yakın Ağır ceza Mahkemesi Cumhuriyet

Başsavcılığına, Merkez kuruluşlarındaki Hakim ve Savcılar için ise Ankara

cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmektedir.

Türkiye Büyük millet Meclisi üyeleri için Valilikler aracılığıyla TBMM Başkanlığına

gönderilmektedir.

Diplomatik muafiyeti olan kişilerin ise Valilikler aracılığıyla Dışişleri Bakanlığına

intikal ettirilmektedir.

HOLLANDA

SUÇLARIN RAPOR EDİLMESİ VE MAHKEMEYE SEVKİ

1) Suçların Rapor Edilmesi:

Suçun önemine bağlı olarak, memur rapor hazırlar veya suç idari bir para ce-

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


zası ile cezalandırılabiliyorsa bu cezayı keser. Küçük suçlarda, polis memuru uzlaştırma

önerebilir. Suçlu kabul ederse olay kapanır.

2) İdari Prosedür

Ceza sisteminin yetersiz hale gelmesi ve mahkemelerin aşırı yüklenmesinden

kaçınmak için, 1990 yılında küçük suçların 500 florini aşmayan para cezası ile

cezalandırılabilmek amacıyla bir idari yasa (Mulder Yasası) kabul edildi.

Düzenlenen rapor, polis tarafından Adalet Bakanlığına bağlı olarak kimlik tespiti

yapan ve suçu izleyen şahsa bir form ve ödeme talimatını gönderen Merkez Adli

Büroya gönderilir. Eğer suç isnat edilen kişi dokümanları Kabul etmezse Mulder yasası

bu kişinin 6 hafta içinde daha yüksek bir makama başvurmasını öngörür. İtirazın

reddedilmesi ihtimaline karşı, suçlu banka numarası ve adresini bildirmek zorundadır.

Daha sonra, yargıç bu başvurunun kabul edilip edilmeyeceğine karar verir

ve para cezasının miktarını değiştirebilir. Eğer suç isnat edilen kişi yargıcın kararını

kabul etmezse, ceza miktarına eşit bir parayı deposit olarak ödeme koşuluyla,

30 gün içerisinde, bölge idare mahkemesine itiraz davası açılabilir.

Suçlu istenilen depozitoyu yatırdığında, bölge mahkemesi davayı ret veya

kabul edebilir. Bu aşamada polisin hazırladığı belge iptal olur ve yargıcın kararı

kabul edilir. Eğer suçlu cezayı ödemeyecek durumda veya ödemez ise bölge hâkiminin

kararıyla:

• Bir ay için, suçlunun suçu işlediği araç trafikten men edilebilir.

• Bir ay için suçlunun ehliyeti geri alınabilir

• Bir ay hapis cezasına çarptırılabilir.

3) Adli Prosedür

Eğer kaydedilen suç Mulder yasasına girmiyorsa, polisin daha detaylı bir raporu

merkezi tahkikat yetkililerine gönderilmesi için hazırlaması zorunlu kılınır.

Polis raporunu tahkik eden birim prosedüre göre davayı suçun işlendiği bölgenin

en yüksek mahkemesi olan kraliyet mahkemesine gönderir. Böylece tahkikat

bölge mahkemesinden kraliyet mahkemesine geçer. Kraliyet savcısı yargılamadan

önce uzlaşma teklifi veya tahkikatın başlamasından vazgeçmeyi teklif

eder. Eğer şüpheli, savcının uzlaşma teklifine katılırsa, bu durum yargıca getirilmez

ve tahkikat polis tarafından yapılır.

Eğer yargılama yapılırsa, bu hüküm para cezasından hapis cezasına kadar

birçok cezai nitelikli önlemi içerir.

Hollanda’da caydırıcılık zinciri nasıl çalışıyor?

Yolu kullananlarda şu duygu yerleşmesi gerekir:Trafik kurallarına uymak

başkalarından çok benim menfaatimedir.Bununla birlikte, bazı insanlar bu

yaklaşımı kabul etmezler. Kabul etmeyenleri ikna etmek için caydırıcı başka

yöntemlere başvurulur. En iyi yöntem yakalanma riskinin artırılmasıdır.

Caydırmanın diğer safhası sorgulanma ve ek bir cezanın ödettirilmesidir.

Hollanda’da geçmiş yıllarda yakalanma riski artırılmıştır. Bu da trafik polisinin

eğitimi ve kullandığı araç-gereçlerin modernleştirilmesidir.(Hızı ölçmek için lazer

tabancalar , fotoğraf ve video çekimi yapılabilecek şekilde donatılmış otomobil ve

motosikletler, yol boyunca otomatik çalışan sabit kontrol cihazları,trafik kontrol

merkezleri vb.) Hollanda’da trafik kurallarını ihlal edenlere verilen para cezaları da

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

artırılmıştır. Hollanda televizyonununda trafik polisiyle işbirliği yapılarak birçok eğitim

filmi çekilmiştir. Bu filmlerin bazıları trafik polisinin gizli olarak sivil ekip arabalarıyla

nasıl çalıştıklarını (suçluları nasıl durdurduklarını nasıl sorguladıklarını nasıl ve niye

hata işlediklerini kendilerine videodan izlettirdikleri; daha sonra nasıl

cezalandırıldıklarını) göstermektedir. Sözü edilen filmi çok sayıda TV seyircisi hatta

birkaç kez seyretmektedir. Trafik suçunu işleyenler suçun ağırlığına göre para cezası

veya savcı veya hakimin kararıyla ehliyetine el konulması gibi ağır cezalar

verilmektedir. Bu nevi programlar, halkın duyarlılığını trafik güvenliği lehinde

artırmaktadır. Kişi hata işlediği zaman yakalanacağı ve cezaya çarptırılacağını

görmektedir.

Hollanda’da hata yapınca % 100 yüz oranlara varan yakalanma ve

cezalandırma şansı vardır.

Trafik suçunu işleyenlerin cezalandırılmasının prosedürü ?

Genelde, trafik suçlarının iki tipi vardır. Yaygın olanları idari prosedürle

ilgilidir. Diğerleri mahkemede yargılanıp ve daha sonra bir yargıç tarafından

ceza verilen suçlardır. İdari prosedürde ; daha önce miktarı belli olan para

cezalarının kural ihlal edenlere ödettirilmesidir. Hollanda para cezasının ödenme

süresi 4 aydır.Kişi ceza için C.savcılığının vereceği kararı kabul etmezse

mahkemeye temyiz edebilir. Zamanında ödenmeyen ceza otomatik olarak alınır.

Kişi parayı ödemezse arabasına, ehliyetine bankadaki hesabına el koyma ve

hapis cezası verilebilir. Bu cezaların çoğunluğuna C.savcıları hükmeder.

Ağır suçlar, normal ceza davası işlemi çerçevesinde ele alınırlar.

Hollanda’da Bazı Trafik Suçlarına Verilen Para Cezaları

Suç: Para Miktarı:

Emniyet kemeri takmamak 75 €

Aracın teknik muayenesini geçirmek 75€

Kırmızı ışıktan geçmek 130€

Araba sürerken elinde telefonla konuşmak 130€

Sağ taraftan araç geçmek 130€

Otobüs şeridinde araç sürmek 130€

Geçiş yasağı olan yerden geçmek 130€

Gereksiz gürültüye sebebiyet vermek 130€

Aracında radar dedektörü bulundurmak 250€

Özürlüler için ayrılan yere park etmek 130€

Hız sınırını 4 Km/s kadar geçmek 14€*

Hız sınırını 22 Km/s kadar geçmek 95€

Hız sınırını 50 ile 55 Km/s kadar geçmek 370€**

* Bu miktar otomobil, mobilet, motorsiklet ve traktör gibi araç sürenler içindir.

Kamyon, otobüs ve römorklu araçlarda miktar 21 Euro’ya çıkmaktadır.

** Hollanda’da sürücü hız limitini 50 Km/s kadar aşarsa polis tarafından durdurulup

ehliyetine el konulup, tutanak tutularak savcılığa gönderilir.

*** Hollanda’da Asgari Ücret Net 800 Euro’dur.

Çek Cumhuriyetinde Polis Teşkilatının Trafikle ilgili Görevleri:

Polis Birimleri; trafik denetimi ve düzenlenmesinden, kaza tahkikatından ve

12

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


kaza bilgilerinin kaydından sorumludur. Çek polisi, trafik kurallarını ihlal edenlere

ancak ihlal yerlerinde para cezası verebilir.

Her belediye teşkilatı, belediye polisi teşkilatı kurmaya yetkilidir. Belediye polisi

trafik kurallarını uygulatmada sınırlı yetkiye sahiptir. Belediye polisi, devlet

polisinin bir parçası değildir.

Hafif suçlar ceza tutanağı düzenleyerek cezalandırılır. İdari suçlara mahalli

yetkililer bakar. Ölüm veya yaralanmayla neticelenen kazaya sebebiyet vermek

adli suçlar grubuna girmektedir.

Polisin göreviyle ilgili Çek Karayolu Kanununda Yapılan Yeni Değişiklikler:

Kanunda yapılan değişiklikler 01.07.2006 da yürürlüğe girecektir. Söz konusu

değişiklikler:

• Ceza puanı sisteminin uygulanması

• Trafik suçlarına verilen cezaların ağırlaştırılması

• Ağır bir trafik suçunun ihlal edilmesi halinde polise sürücü belgesini alma

yetkisi

• Ağır bir suçun işlenmesi halinde teknik cihazı kullanarak araç sürmenin engellenmesi

yetkisinin polise verilmesi

• Uyuşturucu madde ve alkol alarak araç kullananlar suçu, adli suç kapsamına

alınır.

Çek Ceza Puanı Sistemi – Ceza Puanları Tablosu

(En Fazla Puan Aldıran Suçlar ve Puanları Tablosu)

Ceza Puanı

Suç

Sayısı

Uygun olmayan ehliyet cinsiyle araç kullanmak 7

Alkol seviyesi 0.3 promilin üzerinde araç sürmek 7

Alkol kontrolünü kabul etmemek 7

Nefes testinin olumlu olması halinde şayet sürücü alkol

7

etkisi altında değilse tıbbi muayeneyi kabul etmemek

Şayet sürücü uyuşturucu etkisinde değilse tıbbi muaye-

7

neyi kabul etmemek

Gerekli şekilde görevini yapmamaktan dolayı ölüm veya

7

ağır yaralamayla neticelenen kazaya neden sürücüler

Ölümle, yaralamayla veya 50.000 Cek parası üzeri maddi

hasarla neticelenen kazada aracını durdurmamak, polise

kazayı bildirmemek, ilk ve acil yardımı yapacakları çağır- 7

mamak, polise ve ilk yardım yapacak kurumlara kazayı haber

verdikten sonra kaza yerine geri dönmemek

Çek Cumhuriyetinde ceza puanı uygulaması 01 Temmuz 2006’dan itibaren başlayacaktır.

Ceza puanları ihlal edilen trafik kuralının önemine göre 1 ile 7 puan arasındadır.

7 ceza puanını gerektiren trafik ihlalleri tablo halinde yukarıda sunulmuştur.

Ceza puanı sistemi faaliyetleri, polis teşkilatı tarafından değil, idari birimler tarafından

yürütülür. Ceza puanı limiti 12 puandır. 12 puan dolunca sürücü belgesi 1

yıllığına geri alınır. 12 ay içinde trafik suçu işlemeyen sürücüden 4 puan düşürülür.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13


MAKALELER

Şayet sürücü 24 ay içinde suç işlemezse ayrıca 4 ceza puanı daha silinir. 36 ay

içinde suç işlemeyen sürücünün tüm ceza puanları silinir.

Sürücü belgesi 12 ceza puanını doldurmasından dolayı alınan sürücü, belgesini

almadan önce mesleki yeterlilik sınavından olumlu netice alması gerekir.

AVUSTURYA

1) Caydırıcılık Zinciri Nasıl Dönüyor ?

Karayolu güvenliği kampanyaları yapılmaktadır. Halkın, hız limiti aşıldığı

zaman veya emniyet kemeri kullanılmadığı zaman kazaların olumsuz neticelerini

görmesi sağlanmaktadır. Bu kampanyalar kanalıyla çocukların araçlarda güvenli

şekilde taşınmasının önemi gösterilmektedir.

2) Kural İhlal Edenleri Cezalandırma Yöntemi Nasıldır ?

Polis daha önce miktarı belli olan sabit para cezalarını hemen alabilmektedir.

Miktarı liste halinde belli olan para cezalarının ödenmesi için araç sahibinin

evine para cezası tutanağı gönderilerek polis para cezasını tahsil edebilmektedir.

Kişilerin ihbarına binaen , trafik kuralını ihlal ettiği iddia edilen şahıs ve şahidi

sorgulayarak polis ceza verebilir. Verilen cezalara 14 gün içinde itiraz etme

durumu vardır. Para cezasını ödeyemeyenlere hapis cezası verilebilinir.

Ağır suçlarda ehliyeti belirli süre alınabilinir. (Alkol ve uyuşturucu madde

etkisi altında araç kullanmak, şehir içinde hız limitini 40 km/s aşmak, şehir

dışında hız limitini 50 km/s aşmak ) suçlarında ehliyet 2 haftalığına geri

alınabilinir.

Trafik suçlarına prensip olarak idari cezalar verilmektedir. Trafik kazaları

neticesinde ölüm veya yaralanma durumunda adli cezalar verilmektedir.

TARTIŞMA

Bugün trafik kazalarının oluşumlarına bakıldığında temelinde trafik akımını ve

güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde gerek alkollü iken, gerekse diğer trafik

kurallarına riayet etmeden araç kullanan sürücülerin ve altyapı eksikliklerinin

bulunduğunu görmekteyiz.

5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasasında trafik güvenliğini tehlikeye sokma

başlığı altında aşağıdaki düzenlemeler yapılmıştır.

Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma

MADDE 179 (2)”Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin

hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare

eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli

bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan

kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” Hükmü yer almaktadır.

Ancak, sözü edilen maddenin uygulanmasında bazı şehir ve beldelerimizde

uygulama değişikliği nedeniyle trafik güvenliğinin beklentisi doğrultusunda netice

alınamamaktadır.

Şöyle ki, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası uygulamaya konulmadan önce

basında “ Alkollü sürücüye büyük ceza geliyor. Alkollü araç kullanan yandı.

Alkollü sürücüye hapis cezası geliyor.” Gibi haberler yer aldı. Alkollü sürücülerle

ilğili her il, hatta aynı il’de veya ilçe de Cumhuriyet Savcılarımızın

14

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


değerlendirmelerine göre farklı uygulamalar gelişti ve başlatıldı. Bazı savcılarımız

karayolları trafik kanununa göre işlem yapıldıysa ayrıca adli işlem yapılmasına

gerek yok şeklinde kolluk görevlilerimize talimatını verirken, bazı savcılarımız da

sürücü alkollü olabilir ancak, direksiyonu iyi tutuyorsa, yani tehlikeli araç

kullanmıyor ise bu suç oluşmamıştır, işlem yapmaya gerek yok talimatını

vermektedir. Öte yandan bazı savcılarımız da 2918 sayılı kanuna göre alkolden

işlem yapılan tüm sürücülere aynı zamanda da 179/3 ‘e göre de mutlaka işlem

yapılması gerektiğini belirtmektedir. Bazı savcılarımız da neyin bu konuda baz

alınacağı hususunda tereddüdünün olduğunu ileri sürerek eğer yasal limit olan

0.50 promil üzeri baz alınacak ise ticari araç kullananlar da hangi kriter dikkate

alınacak? Diye sormaktadır. Savcılarımızdan bazıları da tehlike suçundan işlem

yapılabilmesi için somut bir olaya dayandırılması gerektiğini belirterek işlem

yapılması için somut olay aramaktadır. Örneğin şahıs alkollü iken kaza yapması

veya alkolün etkisi ile ters yöne gitmesi gibi. Görüldüğü gibi halihazırda

uygulamada bu konuda yeknesaklık ve birliktelik sağlanmış değildir.Değişik

yaklaşım ve yorumlardan dolayı 2918 sayılı kanun hükmüne göre yapılan

işlemler trafik güvenliğimiz aleyhinde olumsuz etkilenmektedir.

Şöyle ki; Yapılan trafik kontrol ve denetimleri esnasında alkolmetre cihazı ile

sürücünün yapılan alkol ölçümünde 0.60 promil alkollü olduğu tespit edilerek

2918 sayılı kanunun 48/5 maddesi gereğince işlem yapıldıktan sonra, adli

makamlarca da 5237 sayılı kanunun 179/3 maddesi gereğince adli işlem

yapılması için ilgili adli kolluk birimine sevk edildiğinde savcılarımızın talimatı ile

tekrar şahsın alkollünü almak için sağlık kuruluşlarına sevki yapıldığı ancak, bu

işlem esnasında zaman sürekli ilerlediği için 0.60 promil ile trafik polisinin aldığı

alkollü sürücünün kanındaki alkol miktarı geçen zamana bağlı olarak

düştüğünden, çoğu zaman yasal limit olan 0.50 promilin altına da düştüğünden

şahısa her hangi bir işlem yapılmadan bırakıldığı görülmektedir.

Bilindiği gibi bilimsel olarak alkol 20 dakikada kanda en yüksek düzeye

çıkmakta ve daha sonra karaciğer tarafından okside edilerek tüketilmektedir. Yani

zaman içerisinde kandaki alkol miktarı düşmektedir. Düşüş oranı kişinin,

bünyesine, aldığı gıdaya, alkol miktarı gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir.

Adli makamlar sağlık kuruluşlarının verdiği alkol raporunu esas aldıklarından

0.50 promilin altında alkollü olan bir sürücüye adli işlem yapmadığı gibi trafik

zabıtasının ( Polis ve Jandarmamızın) 2918 sayılı kanun hükmüne göre yaptığı

işlemi geçikmeden dolayı alkol seviyesi düştüğünden delilsiz hale getirmektedir.

Şöyle ki, hakkında 2918 sayılı kanunun hükmüne göre alkolden işlem yapılan

şahıs daha sonra bu işlemlere ilgili mahkemelerde itiraz ettiğinde trafik polisinin

Kalibrasyon ayarı zamanında yapılmış sağlıklı çalışır durumda olan alkolmetre ile

yaptığı ölçümleri değil, sağlık kuruluşlarının alkol ölçümlerini esas alarak kararlar

vermektedir. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi yürürlükteki mevzuat hükümleri

bazen bazı yerlerde yorum ve uygulama değişikliği nedeniyle uyumlu

işletilememektedir. Birimler ya da kurumlar bir birinin tesis ettiği işlemleri

destekleyici ve eşgüdümü sağlayacak şekilde tesis etmesi veya yasal mevzuatı

işletmesi halinde kural ihlal edenler üzerinde caydırıcı olacaktır.Aksi bir işlemin

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15


MAKALELER

yapılmaya çalışılması durumunda alkollü sürücülere veya suçlulara güven ve

cesaret verilmiş olunacaktır.

Bu sorunun çözümü için aşağıdaki konulara her şeyden önce yetkili

makamlarımızın açıklık getirmesi gerekmektedir.

1- 5237 Sayılı kanunun 179 maddesinin 3. fıkrasında “ Alkol veya

uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç

sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi iki yıla

kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Hükmü yer almaktadır. Bu kanun hükmüne

göre adli işlemin yapılabilmesi için şahıs alkol ve uyuşturucunun etkisi altında

iken hangi hallerde ve koşullarda emniyetli ve güvenli araç sevk edemeyecek

durumdadır? Kandaki alkolün ölçüsü ve miktarı ne olmalıdır? Hususi otomobiller

de yasal limit olan 0.50 promil üzeri olacak ise Ticari araçlarda bunun ölçüsü ne

olacaktır? Bu konuların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Yasanın ruhuna

ve özüne uygun olarak uygulamaya esas olmak üzere bir an önce tamamlayıcı ve

açıklayıcı yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.

2- 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Yasasında, Trafik Güvenliğini Tehlikeye

Sokma başlığı altında yer alan 179 maddesinin 2. fıkrasında “ Kara, deniz, hava

ve demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık ve ya malvarlığı açısından

tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile

cezalandırılır.” Hükmü yer almaktadır.

Maddenin 2. fıkrasındaki “ tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden

kişi.” Ibaresi geniş ve kapsamlı bir kavram olup, yorum ve değerlendirmelere açık

bulunmaktadır. 2918 Sayılı Karayolları Trafik kanunun da yer alan hangi

eylemlerin veya durumun bu kavram kapsamında değerlendirileceği hususu ile

somut olaylarda koşulları ve sınırlarının nasıl tayin edileceği yönünde bazı

tereddütler hasıl olmuştur. Basit bir trafik kuralı ihlali bu suç kapsamında

değerlendirilebilir mi?

Genel tehlike suçu ile ilgili olarak bu konuda da açıklayıcı ve tamamlayıcı

yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Büyük ümitlerle görevlendirdiğimiz Fahri Trafik Müfettişlerimizin bazılarından

bugün beklenilen verim alınamamaktadır. Şöyle ki; bir yıl içerisinde bir suç

tutanağı dahi tanzim etmeden cebinde fahri trafik müfettişi kartı ile gördüğü kural

ihlallerini görmezden gelen müfettişlerimiz bulunmaktadır.

Bu durumda çözüm olarak fahri trafik müfettişlerimizin görev süreleri (5) yıl

ile sınırlandırılabilinir. Zaman içerisinde çoğu müfettişlerimizin görev aşkını ve

heyecanını kaybettiği görülmektedir. Görevin verildiği ilk yıllar performansı

yüksek iken, daha sonra ki yıllarda düşmektedir. Hatta görevini hiç yapmayanlar

da bulunmaktadır.

Dünya genelinde yaygın olan trafik suçlarında özel uygulama diplomatlara

yönelik yapılmaktadır. Diplomatlara ceza yazılmasında ülkeler, karşılıklılık

(mütekabiliyet) esasına göre ya işlemden kaldırmakta yada cezayı tahsil

etmektedir. Ülkemizde de trafik cezalarının uygulanmasına yönelik özel

uygulama sadece diplomatlara olmasının trafik güvenliğimiz için daha uygun

olacağına inanılmaktadır.

16

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


SONUÇ

Trafik güvenliğinin geliştirilmesinde, yolu kullananların (sürücü, yaya ve

yolcuların) trafik kurallarına uyması temeldir. İnsanların kurallara uyması için iyi

eğitilmesi gerekir. Kurallara uymayı kolaylaştıracak mühendislik tedbirlerinin

alınıp insanların hizmetine sunulmalıdır. Etkili trafik kontrol ve cezalandırma

sistemi de insanların kazalardan korunması için elzemdir. Kısacası; Trafik

güvenliğine yönelik olumlu tutum ve davranış iyi eğitim, ihtiyaçları karşılayacak

mühendislik faaliyetleri ve caydırıcı kontrol-cezalandırma işlemlerinin aynı

zamanda ve birbirini tamamlayıcı şekilde yapılmasıyla mümkündür.

Trafik kazalarından kaynaklanan çok önemli zararlar sosyal konumumuz ve

mevkimiz ne olursa olsun hepimizi dolaylı ve dolaysız etkilemektedir. Daha fazla

kaybetmeden imkanlarımızı kazaların önlenmesi için kullanmamız gerekmektedir.

Trafik yasasını ihlal edenlerin denetlenmesi ve cezalandırılmasında faaliyet

zinciri; mevzuat, kontrol (denetim), sorgulama ve yargılama halkalarından oluşur.

Zincirin kural ihlal edenler aleyhine caydırıcı olabilmesi için faaliyet zinciri çok iyi

organize edilmeli ve en iyi etki için her halka aynı ahenkle birbirini

tamamlamalıdır.

KAYNAKLAR

1) Avrupa Birliği tarafından desteklenen “Escape” projesi nihai raporu,( Trafic

enforcement in Europe: effects, measures, needs and future), Nisan 2003.

2) L’importance pour la sécurité de la politique pénale en matiére de circulation,

Institut Belge Pour La Securite Routiere, Dıscussion Paper no: 99-01

Mai.1999

3) Sjaak Bax’dan alınan e-mail, Amsterdam, 25/2/2006.

4) Josef Kricker’den alınan e-mail, Viyana 10/04/2006.

5) Josef Mikulik’den alınan e-mail, Prag 27/03/2006.

6) Peter Tazelaar’dan alınan e-mail, Den Haag, 07/03/2006.

7) Sven-Olof Hassel’den alınan e-mail, Helsinki 26/02/2006.

8) Trafik Güvenliği görevlileriyle Türkiye ve Lyon/Fransa ve Berlin/Almanya’da

2005 ve 2006 da yapılan mülakatlar.

9) Draft Report on the communication from the commission “Promoting Road

Safety in the EU-the programme for 1997-2001, European Parliament,

11/11/1997.

10) IŞILDAR S.: Trafik Güvenliğinin Önemi ve Yabancı Uzmanlara Göre Trafik

Polisi Denetiminin Başarı Şartları, Bildiri,Milli Pprodüktivite Merkezi Sempozyumu,

Ankara 7-8/05/1998.

11) Türkiye ve Avrupa’da Karayolu Trafiğini Düzenleyen Yasal Dayanaklar, Trafik

Suçlarının Takibi ile Cezalandırılması ve Trafik Polisi. Emniyet Genel Müdürlüğü

Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayını, Ankara, 1998.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17


MAKALELER

ÖZET

Bütün dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler sebebi ile, kurumların bu

teknolojik gelişmeleri takip etmelerinin yanı sıra, kurumsal işleyişin etkinliğinin

arttırılmasında halkın desteğinin kazanılması yadsınamaz bir gerçektir. Bu

çerçevede, kurumların bünyesinde sürdürülen polis - halkla ilişkiler çalışmalarında

etkinlik sağlanabilmesi açısından, iyi bir kurum imajı yatılmak isteniyorsa kurumsal

eylem ve işlemlerin kitlelere daha iyi anlatılabilmesini sağlayan kurumsal iletişim

faaliyetlerinin genişleterek devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan polis halkla

ilişkiler bağlamında kurumsal iletişimin çok yönlü olarak kullanılması halka

desteğinin sağlanması açısından önemli olduğu söylenebilir

Bu çalışmada emniyet kurumunun davranış ve işlemlerinde halk desteğinin

sağlanmasında kurumsal iletişimin önemi vurgulanmaya çalışılacaktır

Anahtar kelimeler: , Kurumsal iletişim, Kurumsal işlemler, Halkla ilişkiler,

GİRİŞ

Kurumların ilişkide bulunduğu toplum kesiminin güven ve desteğini sağlamak

için giriştiği iki yönlü iletişime dayalı, sonuçta kamuoyunda teşkilata, teşkilatın da

toplumun isteği yönünde değişikliklerin gerçekleşmesine, böylece teşkilat ile halk

arasında olabilecek en uygun uyum ve dengeli bir ilişki sağlanmasına yönelik

sistemli ve sürekli çabaların geliştirilmesi kurumsal işleyişin etkinliğini arttıracaktır.

İlişkilerin en belirgin özelliği, iki yönlü olmasıdır. Sistemli ve bilinçli yürütülen

iletişim halka, halktan da teşkilata bilgi akımı sağlamaktır. Bu amaçla çağımızın

gelişmiş iletişim teknolojisinin verdiği imkanlardan mümkün olduğu kadar etkili

bir şekilde yararlanmak esastır. Bahsettiğimiz iki yönlü iletişimin ilk amacı;

Kurumun halka iyi tanıtılması, halkta, teşkilat için olumlu bir görüntü

yaratılmasını sağlamak; Halkla ilişkiler bağlamında tanıtma söz konusu

olduğunda tartışmasız uyulması gereken ilk ilke, halka gerçekleri, yalnız gerçekleri

söylemektir. Bunun tersinin, yani halka gerçek dışı bilgi aktarmanın, uzun vadede

kurumun uğrayacağı zararlar bilinmektedir.

İletişim olgusunun, halktan teşkilata doğru bilgi akışını sağlayan ikinci yönüne

baktığımızda; Teşkilatın yürüttüğü hizmetlere ilişkin olarak halkın beklentileri,

görüşleri, dilek ve yakınmalarının, iyi işleyen halkla ilişkiler programları

* Harran Üni..İ.İ.B.F İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Osman bey kampusu/Şanlıurfa

email:feritk@hotmail.com

2

POLİS -HALKLA İLİŞKİLER

BAĞLAMINDA KURUMSAL İLETİŞİMİN

ÖNEMİ

Yrd Doç Dr. Ferit KÜÇÜK *

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


aracılığıyla, teşkilata akması, yönetimce özümlenmesi ve cevap verilmesi, halkın

desteğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır. Kısaca; iletişim olayı örgütsel

verimlilik, etkinliğin gerçekleştirilmesi süreci ile bir arada düşünülmeli, bu amacın

çok etkili bir öğesi olarak değerlendirilmelidir. Kurumda, düzenli ve programlı

biçimde yürütülmesi gereken iletişim çalışmalarının, örgütsel amacın

gerçekleştirilmesine önemli katkıları bulunmaktadır 1 . .

1.Kurumsal iletişim

Bu başlık alında iletişim kavramı ve kurumsal iletişim kavramlarının yanı sıra

iletişimin sınıflandırılmasına yer verilecektir.

1.1.İletişim kavramı

İletişimin en kısa tanımı “bir kişinin bir bilgiyi anlaşılır bir biçimde başkalarına

aktarmasıdır”. İletişim, kişilerin amaçsız etkileşimleri olmaktan ziyade, bir etki

oluşturmaya veya davranış nedeni olmaya dönük bilginin bir kişiden başka bir

kişiye bilinçli olarak aktarılmasıdır. 2

İletişim aktif ve pasif, belli bir süreçteki sözlü veya sözsüz iletişimsel bir tutum

ve davranıştır. İletişim konuşma, semboller, dizayn unsurları, mimik, beden dili,

rol davranışı, giyim, renk vb, değişik işaret sistemlerinden yararlanır. Bu

tanımlamada iletişimin kurum imajına katkısı vurgulanmaktadır. 3

İletişim olgusu bireyler, gruplar ve örgütler arası ilişkileri oluşturan bir

düzendir. Bir sistem olarak iletişim olgusunun en büyük amacı, kopuk ya da

dağınık ilişkilerin belirli bir düzene sokularak bireyle örgüt amaçları arasında bir

dengenin kurulmasıdır. 4

1.2.Kurumsal iletişim

Kurumsal iletişim tüm pazar alanlarına paydaş gruplarına kurumsal

davranışın etkinliğini iletir. 5 Kurumsal iletişim, kurumun değerlerini, davranış

biçimlerini hedef kitlelere anlatamıyorsa, hedef kitlelerin kurumu algılamaları

yetersiz olacaktır. İletişimsiz değerler ve stratejiler anlaşılmayacak yada

sahiplenilmeyecektir. 6

1 . http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm/09/04/2006

2Erdoğan İlhan, İşletmelerde Davranış, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. İstanbul, 1994, ss.

278-279

3 Okay Ayla, Kurum Kimliği, Mediacat, Kitapları, 2.Baskı, Ankara 2000, s.167

4 Sabuncuoğlu Zeyyat – Tüz Melek , Örgütsel Psikoloji, Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd.Şti.,

., ss. 51-52 Bursa 1998

5Steidl Peter,-Emery, Gery, Corporate Image an Identity Strategies and Proffessional,

Mc Wool Pub, Aust. 1997, s. 77

6 Ind, A.g.e., s. 76

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

İşletmenin işleyişini sağlamak ve işletmeyi hedeflerine ulaştırmak amacıyla,

gerek işletmeyi oluşturan çeşitli bölüm ve öğeler gerekse işletme ile çevresi

arasında girişilen devamlı bilgi ve düşünce alışverişine veya bölümler arasında

gerekli ilişkilerin kurulmasına olanak tanıyan toplumsal bir süreçtir. 7

Kurum çevresine iyi bir imaj sunabilmesi sağlıklı bir iletişime geçebilmesi için

öncelikle kendi içinde iletişim kanallarını mükemmel bir biçimde çalıştırması, bir

kurum içi imaj oluşturması gerekmektedir. İyi bir kurum imajı kazanabilmek için

öncelikle çalışanların tarihi başarıları hakkında, değer yargıları, standartları,

amaçları ile bilgilendirilmesi gerekir. Kurum personeline gösterilen saygının yanı

sıra, ödüllendirme mekanizmaları, eğitim ve planlı bir iletişiminde hazırlanmış

olması gerekir. 8

Kurum imajı açısından iletişim kurumun kendi eylemlerini iletmesi ve bunun

yansımasını alması anlamında iki yönlü bir ilişki içersindedir. Kurum kendileri

görme tarzını, ve hedef grupların kendilerini görme, değerlendirme tarzını

içermektedir.

Aşağıdaki şekilde kurum ve hedef kitle arasında gerçekleşen iletişime her iki

tarafın sahip olduğu imaj örtüşmekte ve bu taraflar arasında ki doğruluğu esas

alan iletişim bir uyumun oluşmasını sağlamaktadır. 9

7Akat İlter – Budak Gönül – Budak Gülay, İşletme Yönetimi, Beta Basım Yayım, İstanbul,

1994, s. 272

8Jague Al ,The Winning Corporation, Acropolis Books Ltd. Washington D.C. 1987, s. 180

4

Kurumun kendi hakkında sahip

olduğu izlenim

Hedef grubun kuruluş ile ilgili

Görüşleri hakkında yönetimin

düşünceleri

9 Okay, A.g.e., s. 168

Uyum

Doğruluk

Doğruluk

Şekil:5. Kurum İmajının Değerlendirilmesi

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006

Hedef kitlenin kurumu görme

şekli izlenimi

Hedef grubun yönetimin kendi

kuruluşu ile ilgili görüşleri hakkındaki

düşünceleri


KAYNAK: Okay Ayla, Kurum Kimliği, Mediacat, Kitapları, 2.Baskı, Ankara

2000, s.168

1.3.Kurumsal iletişimin sınıflandırılması ve alanları

Kuruluşlar çok çeşitli gruplarla iletişim faaliyetleri içerisinde bulunmaktadırlar.

Kurumsal iletişim bu açıdan reklam, kurumsal satış, promosyon, halkla ilişkiler,

kurumsal dizayn ve aynı zamanda çalışanlarla yönetim ve yönetimle paydaş grupları

arasındaki iletişimi de içermektedir. 10

Kuruluşun hedef kitleyle kurduğu kurumsal iletişimin temeli kurumsal

faaliyete dayanmakta ve tüm iletişim çabaları ortak bir temelden ve aynı

felsefeden hareket edilerek gerçekleştirilmelidir. Bu şekilde kurum imajı anlayışını

gerçekleştirmek mümkün olabilecektir. 11

Kurumsal iletişim kuruluşun iletişim faaliyetleri için uzun vadede geçerli

dizayn kriterlerini ortaya koyar. Bu bakımdan kurumsal iletişim kuruluşun

dahili ve harici tüm iletişim çabaları için temel oluşturur ve bundan

sorumludur.

Kurumsal iletişim alanları farklı yazarlar tarafından farklı biçimde

belirlenmektedir. Örneğin üçlü bir ayırımla; Kurumsal reklamcılık, kurumsal satış

promosyonu ve kurumun halkla ilişkiler faaliyetleri olarak sayılırken; başka bir

ayırmada ise; reklam, halkla ilişkiler, satış promosyonu, doğrudan iletişim,

sponsorluk halkla ilişkileri, kurumsal iletişim yöntemleri olarak ortaya

konulmuştur. 12 Daha geniş bir perspektifle ele alındığı için ikinci yaklaşımı

kullanabiliriz. Bu yaklaşımda ayrım yedi başlık altında toplanmıştır.

Kurum içi iletişim

Halkla ilişkiler

Kurumsal reklamcılık

Satış ve geliştirme

Doğrudan pazarlama

Sergi ve fuarlar

Polis halkla ilişkiler açısından kurum içi iletişim, halkla ilişkiler ve kurumsal

reklamcılık alanlarına yönelik değerlendirmeler yapılmaya çalışılacaktır.

1.3.1.Kurum içi iletişim

Kurumların hedef grupları temelde kurum iç ve kurum dışı olmak üzere ikili

ayrıma tabi tutulmaktadır. Bu gruptan içte olanlar kurumun çalışanlarıdır ve

kurumu hem içten hem de dıştan gözlemledikleri için, kurum açısından oldukça

önemli bir etkiye sahiptirler. Kurum içi iletişimin muhatabı olan bu hedef kitle

üzerinde bir imaj oluştuğunda bu kendi çalışma ilişkilerini ve kendi çevrelerini

dolaysıyla da dış hedef kitleyi de etkileyeceklerdir. 13 . Çalışanlar kurumun en değerli

varlığıdır. Çalışanlar kurumlarına minnettarlık duyduklarında onlar topluma pozitif

duydular gönderirler. Sonuç olarak çalışanlar arasında iyi niyeti ortaya çıkarmak

10 Susanne G. Scott “A Stakeholder Approach to Organizational Identity” Academy of

Management Review, Vol: 22, Jun 2001, s. 276

11 Okay, A.g.e., s. 173

12 Okay, A.g.e., s. 175

13 Okay, A.g.e., s. 177

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

önemlidir. İletişim bu yönde bir etki yapması açısından önemli bir araçtır. 14

1988 yılında Almanya’da yapılmış olan bir araştırmaya göre işlerinden

memnun olan çalışanların % 82’si kendilerini kurumları hakkında hemen her

zaman için “çok iyi” bilgilendirilmiş olarak hissetmektedirler. Buna karşı

işinden memnun olmayan kişilerin % 77si kurumlarından yeterli bilgi

alamadıklarını vurgulamışlardır. Bu araştırma sonuçları, kurumun

çalışanlarının verimliliklerinin artması için kurum içi iletişimin ne kadar etkili

olduğunu göstermektedir.Çünkü verimlilik memnuniyette artış gösterecektir. 15

Dahili iletişim zaman zaman kurum içi halkla ilişkiler veya insan ilişkileri

şeklinde de kullanılmaktadır. Halkla ilişkiler bir bakıma toplum içinde belirli

gruplarla insancıl ilişkilerin geliştirilme sanatıdır. İnsan ilişkilerinin temel

amacı kurumda “mekanik ve ekonomik” insan yerine “Mutlu ve Sosyal

İnsan” imajın yaratmaktır. Halkla ilişkiler ise mutlu bir çevre amacını güder.

Çevrede yer alan kişi ve kuruluşlarla uyumlu ve olumlu ilişkiler kurmak, insan

toplum bütünleşmesini yaratmak, halkla ilişkilerin temel amacıdır. Bu

yapısıyla “mutlu insan” sloganını benimseyen insan ilişkileri ile “mutlu çevre”

yaratmak isteyen halkla ilişkilerin özetle birleştikleri görülür. 16 Kurum içi

iletişim açısından,

Emniyet kurumu ile ilgili olarak yapılan bazı araştırmalarda;Çalışan

kimselerin, çalışma arkadaşları ne kadar önemli ise beraber çalıştıkları amirleri de

o kadar önemlidir. Çalışan personel, amirlerinin her zaman adaletli, disiplinli, iyi

yapılan işlerin mükafatlandırılmasını ve eğer elinde ise, yapılan küçük hataları

bağışlayıcı karaktere sahip olmasını isterler 17 .

Personelin çalıştıkları yerlerden bekledikleri en önemli şey, çalıştıkları ortamın

huzurlu ve çalışma arkadaşları ile ilişkilerinin iyi olmasıdır. Personelin daha

disiplinli ve düzenli çalışması, işine daha fazla özen göstermesi, ancak işinde belli

bir kariyere, makama yükselme arzusu gütmesinden kaynaklanmaktadır.

Çalışan kimselerin büyük bir kısmı, çalıştığı yerlere kendilerinde bulunan bir

takım kabiliyetler neticesinde gelmişlerdir. Bu yüzden çalıştıkları yerlerde,

kabiliyetlerini geliştirecek ortamın bulunmasını arzu etmektedirler. Çalışan herkes,

çalıştığı yerde kendi fikirlerinin de hesaba katılmasını ve belli konularda söz sahibi

olmayı isterler.

Kurum içi iletişimde çalışanlara organizasyonun amaçları, felsefesi, hakkında

bilgiler verilmelidir. Kurum içi iletişim çalışmalarında göz önünde bulundurulması

gereken noktalar şunlardır.: 18

- Aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya çapraz ve dışa dönük akışının

tespit edilmesi 19

14Gray G. James, Managing the Corporate Image, Quarum Books,. 1986, s. 116

15 Okay, A.g.e., s. 177

16 Sabuncuoğlu Zeyyat, İşletmelerde Halkla İlişkiler, Genişletilmiş 4. Baskı Ezgi Kitapevi,

s. 18 Bursa, Mart 1998

17 . http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm/09/04/2006

6

18 Okay, A.g.e., s. 178

19 Sabuncuoğlu, Tüz, A.g.e., ss. 60-67

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


- Kuruluştaki olumlu yada olumsuz tüm gelişmeler hakkında çalışanları

haberdar etmek

- Kuruluşun planlaması, hedefleri, pazarlama ve reklam hedefleri hakkında

çalışanları bilgilendirmek

- Kuruluşun yayın araçları yolu ile çalışanları bilgilendirmek

- Kararların alınmasına çalışanların katılması

- Kuruluş içinde görüşlerini bildirme olanağının varlığı

- Çalışanların bilgi ve becerilerini geliştirmeleri açısından eğitilmeleri

- İyi bir çalışma durumunda çalışanın övülmesi ve takdir edilmesi

- Üstün başarıları parasal olarak ödüllendirmek

- Düzenli kuruluş toplantıları yapmak

- Çalışanların aileleri ile ilişkilere girmek ve kurum aile bütünleşmesini

sağlamak

Çalışanlara yönelik olarak geliştirilmiş olan iletişimin şu noktaları

kapsamalıdır: 20

- Çalışanların morallerinde ve çalıştıkları kuruma karşı olan tutumlarında

olumlu ve fark edilir bir biçimde düzelme ve pozitif bir yaklaşım sağlaması

- Kurumun kendisi ve hedefleri konusunda bilgi ve anlayış düzeyinde gelişme

-Kurum içerisindeki gruplar arasında anlamazlık ve çıkar çatışması

durumlarında azalma

- Üretkenliğin ve motivasyonun artması

Çalışanlara yönelik iletişimin temel görevi; kurumsal felsefenin, kurumsal

amaç ve düşüncelerin iletilmesidir. Kurum imajı kavramı içerisinde çalışanlara

yönelik iletişimin çift anlamı söz konusudur;

Birinci anlamı; tüm diğer iletişim şekilleri kuruluşun tanınması için hizmet

eden kurumlar dahili iletişim aracılığıyla kendilerini çalışanlarına tanıtmak,

göstermek isterler. Böylece çalışanlar kurumun hedefleriyle ve dolaysıyla kurumla

bütünleşeceklerdir. Çalışanlara yönelik iletişim kısmen dışa yönelik olduğunda da

yeni çalışanların kazanılması için önemli bir yardım sağlayacaktır.

İkinci anlamı ise; çalışanlara yönelik iletişim (çalışanlar tarafından etkilenen)

kurumsal davranış için bir temel oluşturacaktır. Çalışanlara iletilen bilgiler ne kadar

iyi, makul ve ikna edici olursa onların kurum ile bütünleşmeleri ve dolaysıyla daha

verimli olmaları sağlanacaktır. 21

Dahili iletişimde kullanılacak çok sayıda araç mevcuttur.Bu araçları şöyle

sıralayabiliriz: 22

1.Yazılı iletişim araçları

Örgütlerde mesajın kalıcılığı açısından yazılı materyaller kullanılır. Bunlar;

İşletme gazetesi: Bu yayın organı ile çalışanlar, işletmenin teknik ve sosyal

sorunlarını öğrenme ve özellikle kendilerini yakından ilgilendiren konuları bilme

imkanını elde ederler.

20 Oktay Mahmut, Halkla ilişkiler Mesleğinin İletişim Yöntemi ve Araçları, Der

Yayınları, 1998, s. 182

21 Okay, A.g.e., s. 181

22 Sabuncuoğlu, Tüz, A.g.e., ss. 68-71

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

Broşür ve elkitapları: Bu yayın araçları, işletmeyi tanıtma amacı güder, kuruma ilk

gelenlerde ise tanıtıcı bilgiler toplu olarak ve ilgi çekici nitelikte sunulmaya çalışılır.

Afiş, ilan tahtası, bültenler. Bu araçlarla işgörenin bir konuya ilgisinin

çekilmesi sağlanır.

Yazılı raporlar: bir konu ile ilgili araştırma sonuçlarını içerir.

Bunların dışında kurumda, sirküler, dağıtılan mektuplar, dergiler kurumda

yazılı materyaller arasında iletişim araçları olarak kullanılır.

2.Sözlü iletişim araçları

- Konferans ve seminerler

- Görüşme ve toplantılar

- Görsel işitsel iletişim araçları

Bunlar arasında tercih edilenler kurum içi yayınlar, gazeteler, kurum içi

bilgilendirme panoları ve çalışanlara yönelik bilgilendirici telefon hizmetidir. 23

Diğer araçları ise şu şekilde sayılabilir: 24

- Çalışanlara yönelik dergiler

- Enformasyon bildirileri

- Ev bildirileri

- Sosyal bilanço ve sosyal bildiri raporları

- Şikayet kutusu

- Çalışanlar için düzenli basın yansımaları

- Orta derecedekiler için bültenler

- Üstler tarafından sözlü enformasyon

- Enformasyon filmleri ve videolar

- Kuruluş seyahatleri

- Bölüm buluşmaları

- Çalışanların iş sonrası buluşmaları

- Emekliler için buluşma günleri

- Çalışanların yakınları için çeşitli toplantılar

-Diğer halkla ilişkiler aktivitelerine çalışanların davet edilmesi (açılış,

onurlandırmalar, sergiler, yıldönümü kutlamaları vb.)

- Rol oyunları (Örneğin; bir gün boyunca astın, üstün yerine geçmesi)

-Dışa yönelik halkla ilişkiler aktiviteleri hakkında çalışanların önceden

bilgilendirilmesi

- Yarışmalar, çekilişler

- Çalışanlara yönelik çeşitli hizmetler (sağlık, yemek, kütüphane vb.)

- Çalışanların yaratıcı sosyal faaliyetlere katılması (Örneğin, iş arkadaşları arasında

bakıma muhtaç olanlara veya sakat olanlara yardım edilmesi, bağış toplanması gibi)

- Çalışanlara ücreti dışında bir takım olanakların sağlanması

- Yetenekli olanların yaratıcılıklarının desteklenmesi

- Çalışanların görüşlerinin alınması

23 Peltekoğlu Filiz Balta , “Halkla İlişkiler ve Sosyal Sorumluluk” Marmara İletişim Dergisi ,

Say.2, Nisan 1993, ., ss. 144-145

24Bogner M. Frans, “Dahili İletişim”, Çeviren: Ayla Saruhan, Marmara İletişim Dergisi,

Sayı:2, Nisan 1993, ss. 310-311

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


- Çalışanların önerilerde bulunmasını teşvik edilmesi

Kurum içi iletişim çabaları, çalışanların işe olan memnuniyetlerini, takım

çalışmasını ve bağlılıklarını etkileyen önemli bir unsurdur. Bu faktörler insan

kaynakları performansını artıran faktörlerdir.

1.3.2.Halkla ilişkiler

Halkla ilişkiler kurumsal imajın biçimlendirilmesinde önemli araçlardan

birisidir. Kökeni çok eskilere dayanan halkla ilişkilerin çok sayıda tanımı

yapılmıştır. 25

Halkla ilişkiler, içinde bulunduğu kişi ve kuruluşlarla karşılıklı olarak sağlıklı

doğru ve güvenilir ilişkiler kurmak, geliştirmek kamuoyunda olumlu izlenimler

yaratmak ve toplumla bütünleşmek olarak tanımlanmıştır. 26

Uluslar arası halkla ilişkiler derneği halkla ilişkileri şöyle tanımlamıştır: “Bir

girişimin kamu yada özel sektörde faaliyet gösteren bir kuruluşun temasta

bulunduğu kimselerin anlayış, sempati ve desteğini elde etmek için yaptığı sürekli

ve örgütlü bir yönetim görevidir. İngiltere Halkla İlişkiler Enstitüsü ise halkla

ilişkileri; Halkla kurum arasında karşılıklı anlayış ve iyi niyeti sağlamak,

planlanmış ve desteklenmiş faaliyetleri sürdürmek amacıyla yapılan faaliyetler

olarak tanımlanmıştır. 27

Bir başka tanımda halkla ilişkiler; kamu yada özel sektöre ait kurumların

olumlu bir tarafa sahip olabilmeleri için gerekli tanıtım politikasının saptanması,

kuruluşların bu doğrultuda yönlendirilmesi, insan grupları ile kuruluşlar arasında

bilgi akışının gerekli etkinliği kazanarak amaçlanan sonuca ulaşması için yapılan

planlı faaliyetler olarak tanımlanmıştır. 28

İlişki yönetimiyle halkla ilişkiler kurum ile halkları arasındaki ortak çıkarlar,

değerler ve faydalar üzerinde yoğunlaşır. Böylece, gerçi halkla ilişkileri yapan bir

firma veya firmanın bir bölümüdür, fakat iddia edilen amaç, kurumun sorumlu

bir şekilde, kamu halkları çıkarına uygun is görmesini sağlamaktır. Bu tür halkla

ilişkilerin gerçekçiliği, kısa dönemde vurgun vurma ve köseyi dönme ticari

kültürüyle uyuşmaz; ancak uzun dönemli kalıcılığı ve bu kalıcılıkta rekabet

üstünlüğünü elde etmeyi amaçlayan ve bu tür bir is kültürüne sahip is

ortamlarında olabilme olasılığına sahiptir. Bu tur kampanyalarda ortak güven,

özveri, işbirliği ve ortak fayda gibi faktörler islenir. Bu tür halkla ilişkiler yaygın

olarak örgüt içi iletişim ve ilişkilere uygulanmıştır 29

1.3.2.1.Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler

Kurumun ilişkide bulunduğu toplum kesiminin güven ve desteğini sağlamak

için giriştiği iki yönlü iletişime dayalı, sonuçta kamuoyunda kuruma , kurumunda

da toplumun isteği yönünde değişikliklerin gerçekleşmesine, böylece kurum ile

halk arasında olabilecek en uygun uyum ve dengeli bir ilişki sağlanmasına

yönelik sistemli ve sürekli çabalardır.Halkla ilişkilerin en belirgin özelliği, iki yönlü

25 Okay, A.g.e., s. 182

26 Sabuncuoğlu (halkla...), A.g.e., s. 5

27 Jefkins Frank, Public Relation, Pıtman Publishing 1992, ss. 7-8

28 Mardin Betül, Değerli Dostum, Sanı Matbaacılık Ltd. Şti. İstanbul. 1996, s. 18

29 http://www.sosyalhizmetuzmani.org/hipratigi.htm05/04/2006

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

iletişim olayı olmasıdır. Sistemli ve bilinçli yürütülen halkla ilişkiler çalışmalarında

en başta yapılan, kurumdan halka, halktan da kuruma bilgi akışı sağlamaktır. Bu

amaçla çağımızın gelişmiş iletişim teknolojisinin verdiği imkanlardan mümkün

olduğu kadar etkili bir şekilde yararlanmak esastır. Bahsettiğimiz iki yönlü

iletişimin ilk amacı; Kurumun halka iyi tanıtılması, halkta kurum için olumlu bir

imaj yaratılmasını sağlamaktır. Halkla ilişkiler bağlamında tanıtma söz konusu

olduğunda tartışmasız uyulması gereken ilk ilke, halka gerçekleri, yalnız gerçekleri

söylemektir. Bunun tersinin, yani halka gerçek dışı bilgi aktarmanın, uzun vadede

kuruma onaramayacağı zararlar verdiği bilinmektedir.

Halkla ilişkilerde, iletişim olgusunun, halktan teşkilata doğru bilgi akışını

sağlayan ikinci yönüne baktığımızda; Kurumun yürüttüğü hizmetlere ilişkin olarak

halkın beklentileri, görüşleri, dilek ve yakınmalarının, iyi işleyen halkla ilişkiler

programları aracılığıyla, kuruma akması, yönetimce özümlenmesi ve cevap

verilmesi, halkın desteğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır.

Bir kurumun etkili ve ciddi bir halkla ilişkiler çalışmasıyla gerçekleştireceği

faydaları şu şekilde sıralamak mümkündür. 30

- Tanınmışlık derecesinin artırılması

- İmajın değiştirilmesi veya güçlendirilmesi

- Kurumun kamuoyunda yer alması

- Güven ve inandırıcılığının oluşturulması

- Başarı için olumlu bir izlenim yaratılması

- Çalışma alanının ve çalışanların motivasyonunun iyileştirilmesi

- Hedef kitlenin sempatisinin kazanılması

- Medyada objektif haberlerin yer alması

-Yasal kurumlarca ve diğer ortaklar tarafından proje ve yatırımların

desteklenmesi

- Çalışma alanında daha iyi koşulların oluşması

- Kriz ortamında medyadan ve hedef kitleden objektif tutum ve anlayışın

görülmesi

- Toplumda var olan asılsız haberlerin ve dedikoduların en aza indirilmesi

Özet olarak, yapılan halkla ilişkiler tanımlarında, halkla ilişkilerin kurumlarının

hedef kitleleriyle iki yönlü iletişime dayandığı, anlayış ve güven ortamının

yaratılması ve bunun sürdürülmesi, kamuoyunda kuruluş hakkında olumlu bir

imajın oluşturulması gibi temel amaçlar ifade edilmiştir.

Kurum imajı oluşturma çabaları sıklıkla halkla ilişkilerle bağlantıya

getirilmektedir. Bunun nedeni gerek halkla ilişkiler, gerekse kurum imajının aynı

hedef gruplarına yönelmeleri ve kurum imajının da tıpkı halkla ilişkiler gibi hedef

grubuna olumlu bir görünüm iletip anlayış dolu bir ortam yaratma isteğidir. 31

Bir halkla ilişkiler çabasının başlıca hedef gruplarını toplumsal çevre,

potansiyel işgücü, çalışanlar, hammadde yada hizmet sağlayanlar dağıtıcılar,

finanssal kitleler, tüketici ve ürünü kullananlar ve kamuoyu önderleri olarak

30 Okay, A.g.e., s. 114

31 A.g.e., s. 185

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


ayrılırken 32 Kurum imajı oluşturulurken bu hedef gruplarını dikkate aldıkları

söylenebilir.

Kurum çalışanlarının halkla ilişkilerinde ve görevlerinde başarılı olabilmeleri

için bazı fedakarlıklarda bulunmak zorundadırlar. Bu da şu profili

gerektirmektedir. Emniyet çalışanları açısından;

Polis; Atatürk İlkelerine sıkı sıkıya bağlı, ciddi, zeki, asil, samimi, art fikirsiz,

araştırıcı, çalışkan, güçlü, sabırlı, yardım sever, tevekkül sahibi, dinamik,

gelişmeye açık, insan ilişkilerinde son derece dikkatli, iyi ilişkileri hep artıda,

sevecen ve sempatik, yaratıcı, takipçi, başladığı işi bitiren, cesaretli, gerektiğinde

halktan yardım almasını bilen, yardıma muhtaç herkese yardım eden, sır tutan,

meslek haysiyeti konusunda son derece duyarlı, yapıcı, çözücü, kilitlerin fiziki

değil beyinden fonksiyon almasını tercih eden kişilik sahibi olması gerekmektedir.

Amir açısından ise;

Memurlarını iyi yetiştirmek, işine dikkat ve ilgi göstermek, devamlı

mükemmeli aramak , araştırmacı bir yapıya sahip olmak, vasıflı amir olmanın en

önemli şartlarındandır. Amirin vasıflı olması, halktan kuruma karşı güven

duygusunun oluşmasında da önemli rol oynamaktadır.

Kurum içerisinde yapılan yeni uygulamalar, polisi sadece bir güvenlik

kuvveti olmaktan çıkartıp, polis teşkilatı, halkın destek ve güvenini arkasına

alan, toplumun huzur ve güven içerisinde yaşama sürecine yardımcı olan,

toplumun menfaatini işin önceliği sayan bir profesyonel kuruluş haline

getirmelidir. O halde polisin bütün faaliyetleri halkla beraber ve onlar için

olmalıdır. 33

Yapılan bazı araştırmalar, polisin genelde, zamanının büyük bir kısmını

olayları çözmede harcadığını, vatandaşlara fazla vakit ayırmadığını

göstermektedir. Buna paralel olarak vatandaşlarında polise sadece kendilerine bir

tecavüzün olduğunda başvurduğunu ortaya koymaktadır. Halbuki polis vaktinin

bir kısmını halka ayırabilse, onlarla daha iyi ilişkiler kursa, hem araştırdığı olaylar

daha çabuk çözülecek, hem de halkla olan münasebetler gelişecektir. Çoğu

zaman vatandaşlar polisten çekindikleri ve suçlu kimselerin tehditlerinden

korktuklarından olayla ilgili bilgileri polise vermemektedirler. Bunlara ilaveten

polis, sorunlarından dolayı kendisine müracaat eden şahısların durumlarını çok

iyi tespit etmelidir. Onlara kendileriyle çok iyi şekilde ilgilenildiği izlenimini

vermesi gerekmektedir.

Yine iletişim eksikliği açısından halkın belli bir kısmı polisin büro çalışanı gibi

mesailerinin 08 de başladığını ve saat 17 de bittiği bilinmektedir.Bur da eksik

olan polisin her alanda olduğu gibi kurumsal çalışma şartları da dahil her türlü

eyleminin, iletişim yöntemleri kullanılarak halka anlatılmamasıdır.

Sorunların halk üzerindeki etkisi, halkın yüzde kaçının bu sorunlardan

etkilendiğini algılamalı ve sorunun önemine göre nasıl hareket edilmesi

gerekiyorsa öyle davranmalıdır. Halkı rahatsız eden problemleri çok iyi tespit

32 Peltekoğlu A.g.e., s: 65-67

33 http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm06/04/2006

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

edip, bunları çözmede halkın bilgisine ve yardımına müracaat edip, halkın

tepkisini çok iyi ölçmek gerekir.Problem çözümünde polis ile halkın karşılıklı

etkileşimi göz önüne alınarak, polisin yapacağı bir uygulama ve hareketin ne

gibi olumlu ve olumsuz sonuçlar doğuracağı hesap edilmeli, problemler tespit

edildikten sonra alternatif çözümler üretilmeli ve alınan kararlar iyi bir şekilde

değerlendirildikten sonra uygulamaya geçilmeli, neticesine göre de sonuç

değerlendirilmesi yapılmalıdır. Diğer taraftan polis ile halk ilişkilerinin daha

iyi hale getirilebilmesi için insan kaynakları politikası yanında, hizmetin daha

etkin ve yararlı kılınmasına yönelik araştırma ve değerlendirilmeler de

yapılmalıdır.

Halkın gözünde polis hakkında oluşan imajlarda yazılı ve görsel medyanın da

çok önemli rol oynadığını unutmamak gerekir. Bunun yanında halkın polisten

beklentilerini belirlemek ve ona göre hizmet verebilmek için başta okullar olmak

üzere dernekler ve sosyal kurumlar arasında seminerler, konferanslar, bilimsel

tartışmalar sık, sık yapılmalı, yarışmalar ve anketler düzenlen-meli, halkla

ilişkilerin yoğun bir biçimde sürdürülmesi gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen konular hakkında yapılan araştırmalar sonucunda,

çalışanların halktan, halkında görevlilerden beklentilerini yansıtmaktadır. Bu

durumda, karşılıklı saygı ve güvene dayalı, özverili çalışma sonucu birçok

hizmetin daha iyi bir şekilde devamını sağlamak mümkün olacaktır. Kurum bir

yandan teknolojik yönden diğer yandan da bu teknolojiyi kullanacak vasıflı

kimselere ihtiyaç duymaktadır. Kurum açısında vasıflı ve eğitimli çalışanın

çoğalması iletişim ve görevin etkinliği açısından önemli olacaktır.

1.3.3.Kurumsal reklamcılık

Kurumsal reklamcılık, belirli bir kaynak tarafından malların hizmetlerin veya

düşüncelerin para karşılığında iletişim araçları yolu ile oluşturulmasıdır. 34

Kurumsal reklamcılık ilk etapta kurumun aktivitelerini daha şeffaf bir hale

getirmek ve kurumun topluma olan katkısının, konumunu ve sorumluluğunu

netleştirmek için kurum hakkında bilgi vermeye hizmet Kurumsal reklam

uygulama konulduğunda dikkat edilmesi gereken nokta, kurumsal reklamın

kurumun genel ortaya çıkış karakterini desteklemesi ve kurum felsefesi ile uyumlu

olması gereğidir. Bir değer noktada hem iş hem de dış iletişim arasındaki

uyumun olmasıdır. Kurumsal reklamcılık ile kurum dışı hedef kitleye gönderilen

mesaj, kurum içindeki gerçeği yansıtmıyorsa kurumun güvenirliği tehlikeye düşer.

Bu durumda hem çalışanlarda hem de ilgili kamuoyunda bir ayrılık meydana

gelebilmektedir. 35 Kurumsal reklamcılık iyi bir imaj oluşturmaya yardımcı olur. 36 .

Kurumsal reklamcılığın iletim aracı olarak kullanılmasının özünde, kurumun

felsefesinin halka anlatılmasıdır. Güvenlik ihtiyacı olan toplumun kurum

felsefesine ve dolayısı ile kurumun halka bakışını bilmesi açsından önemlidir.

SONUÇ

34Tenekecioğlu Birol “İşletmelerde Reklam” Dünyada ve Türkiye’de Reklamcılık

Reklamın gücü, Derleyen: Ali Atıf Bir, Ankara; Bilgi Yayınevi, 1998, s. 18

35 A.g.e., s. 191

36 Okay, A.g.e., s. 189

12

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Gelişen hızlı çağda kurumsal etkinlik ve halkın desteği alınarak kurumsal

etkinlik arttırılmak isteniyor ise; Kurumsal iletişim bütün boyutları ile kurumsal üst

düzeyde stratejik bir konu olarak ele alınmalı ve uygulanmalıdır. Ayrıca bu

konuda kurum insan kaynakları kurumsal iletişimin ilk olarak uygulanması

gereken yer olmalıdır. Eğer kurum içinde kurumun yaptığı eylemler ve

davranışlar kurum çalışanları tarafından bilinmiyor ise kurumsal politikalara sahip

çıkılmayacak dolayısı ile kurumsal iletişlimin etkinliği zayıflayacaktır.

Kurumsal iletişimin etkinliğinin arttırılmasında kamuoyunun görüşleri

önemlidir. Bu açıdan toplumun kurum ile ilgili bilmek istedikleri yasalar

çerçevesinde toplum kesimlerine anlatılmalıdır

İyi bir kurumsal imaj bırakılmak isteniyor ise; iletişim teknikleri hem iç hem de

dış guruplar açısından harekete geçirilmesi gerekmektedir.

KAYNAKLAR

Akat İlter – Budak Gönül – Budak Gülay, İşletme Yönetimi, Beta Basım

Yayım, İstanbul, 1994

Bogner M. Frans, “Dahili İletişim”, Çeviren: Ayla Saruhan, Marmara İletişim

Dergisi, Sayı:2, Nisan 1993, ss. 310-311

Erdoğan İlhan, İşletmelerde Davranış, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.

İstanbul, 1994

Gray G. James, Managing the Corporate Image, Quarum Books,. 1986

http://www.caginpolisi.com.tr/9/18-19.htm06/04/2006

http://www.sosyalhizmetuzmani.org/hipratigi.htm05/04/2006

Jague Al ,The Winning Corporation, Acropolis Books Ltd. Washington D.C.

1987, s. 180

Jefkins Frank, Public Relation, Pıtman Publishing 1992, ss. 7-8

Mardin Betül, Değerli Dostum, Sanı Matbaacılık Ltd. Şti. İstanbul. 1996

Okay Ayla, Kurum Kimliği, Mediacat, Kitapları, 2.Baskı, Ankara 2000, s.167

Oktay Mahmut, Halkla ilişkiler Mesleğinin İletişim Yöntemi ve Araçları,

Der Yayınları, 1998

Peltekoğlu Filiz Balta , “Halkla İlişkiler ve Sosyal Sorumluluk” Marmara

İletişim Dergisi , Say.2, Nisan 1993, ., ss. 144-145

Sabuncuoğlu Zeyyat – Tüz Melek , Örgütsel Psikoloji, Alfa Basım Yayım

Dağıtım Ltd.Şti., Bursa 1998

Steidl Peter,-Emery, Gery, Corporate Image an Identity Strategies and

Proffessional, Mc Wool Pub, Aust. 1997, s. 77

Susanne G. Scott “A Stakeholder Approach to Organizational Identity”

Academy of Management Review, Vol 22, Jun 2001, s.276

Sabuncuoğlu Zeyyat, İşletmelerde Halkla İlişkiler, Genişletilmiş 4. Baskı Ezgi

Kitapevi, s. 18 Bursa, Mart 1998

Tenekecioğlu Birol “İşletmelerde Reklam” Dünyada ve Türkiye’de

Reklamcılık Reklamın gücü, Derleyen: Ali Atıf Bir, Ankara; Bilgi Yayınevi,

1998

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13


MAKALELER

2

‘ŞİDDET’ ÜZERİNE!..

‘Sevgi yerine korku ile büyüyen yürekler yüzyılların getirisi

şiddeti daha da büyüterek egemen kıldılar. Korkuyu bastırmak

için saldırmak -sorunları çözmek yerine daha da artırsa

da- istem dışı davranış olarak adlandırılır. İster tepki diyelim,

ister içgüdüsel dürtü! Duygular yerine şiddeti doğuran korku

bastırılınca sevgi yeşerecektir. Sevgi çoğaldıkça da şiddet -yok

olmasa da- azalacaktır.’

Toplum yaşamımızın gündemini meşgul eden ve de toplumun genelini

rahatsız eden bir olgu, bir gerçek; şiddet. İnsanlığın varoluşundan bu yana insan

kaynaklı bir olgu. Normal yoldan sorunlarını çözemeyen insanlar, toplumlar, devletler

şiddet yoluna başvurarak sonuca ulaşmışlar. Bu olgu savaşları, terörü içinde

barındırmış, beslemiştir.

Şiddet günlük yaşantımızda farklı şekillerde karşımıza çıkmak suretiyle

bizlerle iç içelik kazanmıştır. Hak ihlaline karşı hak alma şeklinde başlayarak kendiside

hak ihlaline dönüşse de insanların, çevrenin, toplumların hoş görmesiyle

(tolere etmesiyle) kendine meşruluk sağlama yolunu tutmuştur. Aşağıdaki tekerleme

anlatımlarımı pekiştiriyor dersem abartı olmaz: ‘Hakkı’nın Hakkı’da

hakkı varmış, Hakkı Hakkı’dan hakkını istemiş, Hakkı Hakkı’ya hakkını

vermeyince, Hakkı Hakkı’nın hakkından gelmiş.’ Ne var bunda? Hakkı

en doğal olanı yapmış!

Toplumlar ilkel çağlarda kabile, klan, boy şeklinde örgütlenmişler. Sonrasında

feodal yapıya ulaşmışlar. O zaman güçlünün güçsüze yapmış olduğu

‘şiddet’ göze görünmez, olağan sayılırmış. Devlet örgütlenmesi olsa da her şey

güçlüden yanaymış. Kanunlar, uygulamalar sonrasında modern devlet yapısında

aileler yerine halkın genelinin tercih ettiği kişiler onlar adına ülkeyi yönetmeye talip

olmuş, demokrasiyi cumhuriyeti hayata geçirmişler. Bu yönetimlerde de iktidara

gelenler güçlülerin yanında, güçlerine güç katarak kanunlar çıkarınca Devlet

‘şemsiye’ gibi görünüm arzetmiş. Şemsiyenin içersinde kalanlar ıslanmaz, kenarında

kalanlar ise yağmurdan kısmen nasiplerini alırken, şemsiyenin altına giremeyenler

tamamen ıslanmışlardır.

Bu kısır döngü devam ederken ‘İnsan Hakları Bildirgesi’ ile Dil, Din, Irk,

Cinsiyet ayrımına son verilmesi için yazılı kurallar ve yaptırımlar getirilir. Bunun

*1.Sınıf Emniyet Müdürü Polis Başmüfettişi rkocoz@yahoo.com

Remzi KOÇÖZ *

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


‘Şiddet’ Üzerine!..

sonucu günümüze kadar toplumlar olumsuz yönlerini törpüleyerek hak ihlallerini

en aza indirmek için uğraş verirler. Bu uğraş batıdan-doğuya doğru gittikçe azalma

gösterir. Doğuda gidişat daha yavaş ve ağırdır.

Gelelim asıl konumuza… Günümüz Türkiye’sinde ilköğretim okulu düzeyinde

şiddetin varlığı sonucu kavgalar, yaralamalar ölüme dönüşür. TV dizileri,

filmler, spor karşılaşmaları şiddeti tırmandıran faktörlerden bazılarıdır. Mahalle

kavgaları, aile içi kavgalarda da şiddet öne çıkar. Çocuklara örnek olacak büyükler

kendi davranışlarını denetleyemediklerinden çocuklara yasak koymaları adeta

tetikleyici bir hal olur. Gazete ve TV haberlerinde de şiddet olağan görüntülerdir.

Böyle olunca da çocuklar arasında oynanan oyunlar birilerine-bir şeylere zarar

vermeye dönüşür. Çocuklar görmüş oldukları şiddeti uygularken olağan bir şey,

oyun zanneder. Şiddetin asıl nedenlerini; sosyal, kültürel, ekonomik boyutlarını

görmezden gelemeyiz.

Çocuklarımız için sokak ve çevre olumsuzluklar potansiyeli haline gelmişken

bu olumsuzluk okullara kadar sirayet etmekte gecikmez. “Çocuklar arasında

bu tür ilişkiler yaşanır, barışırlar, şakadır, geçer, münferit olaylar,

büyütmeyelim, abartmayalım!” şeklinde duyarsız kalınarak, ötelenerek,

görmezden gelinerek, gelecekte olabilecek olumsuzluklara açık kapı bırakılır.

Münferit olarak addedilen olay sonucu bir hiç uğruna kaybedilen taze bir yaşam

daha toplumumuzun duyarsızlıklar hanesinde yerini alır. Piyangonun yarın kime

vuracağı belli olmazken sadece ateş düştüğü yeri yakar. Her şeyde olduğu gibi bu

yaşananlarda unutulup gidecektir.

Ancak o olayı yaşayan ruhsal travma geçiren küçük beyinler, gelecekte

bu toplumu yöneteceklerdir. Şiddet kendi sorununu çözmediği gibi yeni açmazlara

doğru şiddet şiddeti doğurarak, başka bir şiddeti tetikleyecektir.

Toplum olarak freni boşalmış bir araba gibi bayır aşağı gidiyoruz. Bir yere

mi çarpacağız, birini mi ezeceğiz, taklamı atacağız? Kimse ne olacağını kestiremiyor.

Cinnet toplumuna doğru yol alıyoruz.

Sigara yasağı ile ilgili yeni bin kanun gündemde.. Sağlığa zararlı olan bir

maddeyi yasaklamak için 10 yıl geçmeden ikincisini çıkarıyoruz. Birincisinde neyi

gerçekleştirebildik? Şimdi ise kapsamını genişleterek kanunu değiştiriyoruz. Yasaklamalarla

nereye kadar gideceğiz. Bir yere kadar etkisi olur. Ondan ötesi ne

olacak?

Eğitim, bakış açısı değişmedikçe yasaklarla, kanunlarla bir yere varamayız.

Aksine yasak, tepki yerine rağbet oluşturur. Yetişen nesli -gençliği, çocukları-

kötü alışkanlıklardan korumanın çarelerine bakalım. Kanun çıkararak büyüklerle

yapılabilecek çok şey yoktur. Tiryakiyi geri döndürmek zordur. Onun için yarından

tezi yok bu konuda çocuklarımızı bu illetten korumanın yollarını uygulamaya

koyalım. Devlet, kurumlar, sigara sektörü, okullar, eğitimciler, aileler kısacası toplumun

tüm katmanları elele vererek ulusal seferberlik ilan edilmelidir.

Okul önlerinde, kafelerde sigarayla başlayan serüven alkol ve uyuşturucuya

geçiş yaparak genç ciğerlerde onulmaz tahribatlarla sağlıksız bir gelecek,

sağlıksız bir toplumun sinyallerini veriyor.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

Şiddetin Tanımı ve Kapsamı;

“Şiddet; güç, zorlama ve baskı yoluyla bedensel yada

ruhsal zarara neden olan söz, yaklaşım, tutum ve hareketlerin

tümüdür. Şiddetin fiziksel, cinsel, duygusal, sözel, ekonomik ve

politik olmak üzere birçok çeşidinden söz etmek mümkündür.”

(1)

“Şiddet içgüdüsel olarak varolan ve çevre etkenlerden kaynaklanan bir

davranış olarak görülür. Şiddete yol açan temel etkenler anne, baba, çocuk, aile

ilişkisi, nesillerdir sürdürülen şiddet içeren davranışlardır. Sosyal, kültürel ve

ekonomik faktörler şiddet oluşumunda rol oynarlar. Her geçen gün şiddetin günlük

yaşamımızda daha çok yer aldığı görülmektedir. Şiddetin bu denli yoğun olarak

günlük yaşamda yer alması da şiddetin kanıksanmasına yol açmaktadır. Şiddet

ayrıca bir problem çözme aracı olarak kullanıldığından, bu kanıksama şiddetin

birçok boyutta kullanılmasına ve çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmasına neden

olmaktadır.“(2)

4

Şiddetin basit tanımı ve kapsamına göz attıktan sonra

asıl konumuza dönelim. Uzmanlar, bilim adamları, Eğitim

sendikaları, köşe yazarları ve emniyet teşkilatının olaya bakış

ve çözüm önerilerine göz atalım.

Okullarda Şiddet Konusunda Yapılan Çalışma Ve Değerlendirmelerden

Kesitler :

Milliyet gazetesinin, "Okulda Şiddete Son" sloganıyla başlattığı forumda

söz alan uzmanlar, çözüm önerilerini tartıştı. Emniyet yetkilileri, çocuk

suçlarına yönelik çarpıcı rakamlar verirken uzmanlar, bakanlık, aileler ve toplumun

her kesiminin şiddetle mücadele etmesi gerektiğini söyledi.

Akademisyenler ve Uzmanlar Gözüyle;

Prof. Dr. Nur Vergin (Siyaset sosyologu): “Şiddet toplumda

zaten var. Bugün de var, yarın da olacak. Şiddete yönelik, şiddet içerikli programların

yer almasının aslında olumlu bir tarafının olduğu da belirtiliyor. Şiddette

medyanın doğrudan ve tek başına bir etkisi yok. Sosyoekonomik, sosyokültürel

faktörlerin etkisi altında tabii ki medyanın önemli bir yeri var. Anneler babalar

çocuklarıyla arkadaşlık etsinler. 'Kurtlar Vadisi' sosyolojik bir Türkiye gerçekliğini

yansıtmıştır. Maalesef finali nedeniyle olamadı. Televoleler suça teşvik ediyor, bu

tarz programlar genel ahlak erozyonuna da kapıyı aralıyor. İnsanlara şunu öğretiyor:

'Böyle yapmazsan kurtuluş yok' Mutlaka illegal bir şeyler yapmamız lazım.

Türkiye'de mafya kültürü hâkimdir.”

Prof. Dr. Nilüfer Narlı (Bahçeşehir Üniversitesi -Sosyolog):

“Türkiye'deki şiddet kültürüne bakarsak, şiddetin enstrümantal olduğunu

kanıksamış durumdayız. İletişim becerilerini kullanarak sorunları çözmek ye-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


‘Şiddet’ Üzerine!..

rine bir tane vururum, bağırırım... Okulların imkânlarının yeterince kullanılmadığı

görüşündeyim. Ailelerin de olaya çok farklı bakmasını sağlamamız gerekiyor.

Çocuk ailede şiddet uygulayan modelleri görüyor. Öte yandan bunları Çünkü

sadece polisiye tedbirlerle çözülemez. Türkiye'de yasaları kullanmıyoruz ve kanunların

yaptırımı da zayıf.”

Prof. Dr. Ünsal Oskay (Beykent Üniversitesi-İletişim Bilimci):

“Her şey ucuz maliyetli, hızlı, çabuk eskiyen bir hal aldı. Orta sınıfın rolü bugün

değişmiş durumda. 1950'lerden önce orta sınıf gerçekten mutedil bir sınıftı. Komşusuna,

bakkalına 'akıllı ol, terbiyeli ol, nezaketli ol' diyen bir yaklaşım vardı. Orta

sınıf Amerika'dan başlayarak bize doğru geliyor. Petrolden, kaçakçılıktan o kesim

orta sınıfı her eve iki araba sağlayarak, orta sınıfı toplumun esas gayze uğrayan

kalabalık kesimine karşı kendisine kadar eleştirel gelmeden bir paravan olarak

kullanıyordu. İnsanlar ilişkileri içinde paylaşarak yaşamı düzeltmek yerine başka

türlü bir şey oldu, bencil bir zekâ ile yaşanan hayat. Ama bir şey yapmadan da

durmak abes bir şey.”

Tarık Sekmenli (Rehberlik Öğretmeni):“Şiddetin birtakım nedenleri

var; öğrenme problemi olan çocuklar, motivasyonun düşük, kitap okuma alışkanlığının

zayıf olması, akademik başarı ve ilgisinin az olması, ebeveynlerinin tutarsız

disiplini, anne babanın saldırganlığı, sıcak bir atmosferin olmaması, aile içi

şiddet... Rehberlik servisi olarak konuşmanın dışında farklı seçenekler koyuyoruz.

Empatik olmasını öneriyoruz. Bu konuda kitaplar tavsiye ediyoruz.”

Prof. Dr. Betül Aydın (Marmara Üniversitesi-Psikolog):

“Şiddeti makro ve mikro düzeyde anlatmak lazım. Bir bitki gibi düşünmek

mümkün. Onu besleyen pek çok faktör var. Şiddet sabittir ama duygular da

sabittir. İnsanların birbirine uyum sağlama, taklit etme veya birlikte olma gibi doğasında

olan bir gelenek var. Bu gerçek hayattaki modellerle uyuşuyorsa ailede

kabadayılık varsa, bu kalıcı bir davranış haline geliyor. Çözüme yönelik söyleyebileceğimiz

şu; sanal âlemden gerçek âleme adım atmalıyız. Tek başına okullar

sorumlu değil. Bu Milli Eğitim Bakanlığı'nı da aşan bir konu. 2.5 ay tatil bu çocuklar.

Yaz aylarında beceri eğitimleri verilebilir. Topyekûn bir seferberliğin yararlı

olacağını söylüyorum. Televizyonlara çok iş düştüğünü düşünüyorum.”

Çözüm Önerileri:

� Medya ve genelinde Televizyonlara çok iş düşüyor.

� Çözüme aileden başlanmalı. Ailelere rehberlik eğitimi verilmeli.

� Anne baba tutumları tutarlı olmalı. Aileler çocuklarını kontrol etmeli.

� Şiddeti sadece polis ya da medya ile çözmek mümkün değil. Katılımcılık

şart.

� İnternet kafeler, güvenlik görevlilerinin, Milli Eğitim'in, psikologların ve

bilgisayar öğretmenlerinin de bulunduğu bir programla kontrol edilmeli.

� Okuldaki denetimler sıklaştırılmalı.

� Muhtaç öğrencilere sivil toplum, okullar ve tüm toplum sahip çıkmalı.

� Rehber öğretmenlerin bu iş için gerekli alanlardan gelmeleri sağlanmalı.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

6

� İlköğretimden itibaren iletişim becerilerini geliştirecek derslere ağırlık verilmeli.

� Okul içi sosyal etkinliklere, spor, sanat faaliyetlerine ağırlık verilmeli.

� Okullarda, öğrencilerin kararlara katılacağı organlar oluşturulmalı (okul

öğrenci birliği, öğrenci meclisi vb.)

� Çocuğun okul içinde kendisini ifade edebileceği ortam oluşturulmalı.

� Yaz aylarında öğretmenlerle öğrencilerin birlikte çalışacağı sosyal sorumluluk

projeleri uygulanabilir. (3)

Yabancı Uzman Gözüyle;

Hem bir eğitmen, hem de bir Amerikalı olan Uğur Dershaneleri

Washington Direktörü Paul Brunson, Türkiye'de son günlerde okullarda artan

şiddet olaylarının Amerika'daki okullarda 1980'li yıllarda başlayıp artan şiddet eylemleriyle

benzerlik gösterdiğine dikkat çekerek; "Başkan Ronald Reagan döneminde

savunma giderlerine ayrılan gelirin çok fazla olması, işsizliğin artmasına ve

bu paydan eğitime gitmesi gereken gelirin de yine savunmaya harcanmasına yol

açtı. Zaten aynı dönemde okulda baş gösteren şiddet olaylarıyla paralel olarak

okullarda uyuşturucu problemleri de artmıştı. Ancak o zaman Amerika reaksiyon

göstermekte gecikmişti. Şimdi Türkiye, okullarda birden artan şiddet olaylarına

karşı hassasiyet gösterip zamanında gereken önlemleri almalı ki, Amerika'nın

düştüğü duruma düşmesin" dedi. (4)

Emniyet Cephesinden;

Milliyet gazetesinin "Okulda Şiddete Son" sloganıyla başlattığı forumda

çarpıcı istatistikler açıklandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün yaptığı araştırmada,

çocuk ve öğrenci suçluluğu konusunda ortaya çıkan tablodaki sayılar düşündürücü.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün verilerine göre:

Suçlu Öğrenciler ve Yaş Grupları

• Toplam olay sayısı: 392

• Adli işlem gören çocuk sayısı: 587

• 0-12 kız yaş grubu: 7

• 0-12 erkek yaş grubu: 17

• 13-18 kız yaş grubu: 35

• 13-18 erkek yaş grubu: 528

• Gasp (soygun): 15

• Öldürme: 3

• Ailesine teslim edilenler: 558

• Öğrenci olup kuruma teslim edilenler: 9

• Tutuklanan: 20

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


• % 6'sı 1 kardeş

• % 26'sı 2 kardeş

• % 23'ü 3 kardeş

• % 12'si 4 kardeş

• % 12'si 5 kardeş

• % 8'i 6 kardeş

• % 3'ü 7 kardeş

• % 4'ü 8 kardeş

• % 6'sı da 9 kardeş

Suçlu Çocuklar ve Kardeş Sayısı

‘Şiddet’ Üzerine!..

Son 3 Yılda Suç İşleyenlerin Sayısı

• 2003'te 10.496 çocuk hakkında işlem yapıldı.

• 2004'te de 11.569 olay oldu.

• 2003'te 14.301 çocuk yakalandı.

• 2004'te de 15.272 çocuk yakalandı, yakalanan çocuklarda % 7'lik artış oldu.

• 2004'te 11.569 olay meydana geldi.

• 2005'te de 11.382 olay meydana geldi, % 2'lik düşüş oldu.

• 2004'te 14.874 çocuk sayısı saptandı.

• 2005 yılında 14.016 çocuk yakalandı, % 6'lık düşüş oldu.

01. 01. 2006 – 15. 03. 2006 Arasında Durum

• Toplam olay sayısı: 2326

• Yakalanan çocuk sayısı: 2702

• Ailesine teslim edilen: 2200

• Sosyal Hizmetler Kurumu'na teslim edilen: 276

• Tevkif olup tutuklananlar: 221

• Öldürme olayı: 13

Öğrenciler Tarafından İşlenen Suçlar

• Toplam olay sayısı : 392 (Üç aylık)

• Gasp ve soygun: 15

• Öldürme: 3

• Kaçırma: 1

• Polise ve devlet memuruna hakaret: 3

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

8

• 6136 S.K.M: 27

• Darp: 48

• Yaralama: 68

• Tehdit: 4

• İntihara teşebbüs:3

• Dolandırıcılık ve yankesicilik: 14

• Oto ve otodan hırsızlık: 14

• Ev hırsızlığı: 9

• İş yeri hırsızlığı: 26

• Kapkaç: 2

• Ölümlü trafik kazası: 1

• Yaralamalı trafik kazası: 6

• Ehliyetsiz alkollü araç kullanma: 25

• Narkotik suç: 8

• Terör suçu: 1

• Mali kaçakçılık suçları: 29

• Cinsel suç: 4

• Tasnif dışı suçlar: 80

Suçlu Çocukların Nüfus Kayıtlarına Göre Dağılımı

• Marmara Bölgesi: % 25 (İstanbul ve çevresi dahil)

• Güneydoğu Bölgesi: % 22

• Doğu Anadolu Bölgesi: % 20

• Karadeniz Bölgesi: % 18

• İç Anadolu Bölgesi: % 10

• Akdeniz Bölgesi: % 3

• Ege Bölgesi: % 2

Emniyetin Aldığı Önlemler;

� Ailede suç işleyen kişi varsa emniyet çocuğu aileden alıyor.

� Beyoğlu'nda yaşayan esmer vatandaşlara yönelik çalışmalar yapılıyor.

� Okullarda gerek risk gruplarına yönelik gerekse narkotik seminerleri veriliyor.

� Kurumlarda kalan çocuklar arasında, suç işleyenlerin masum çocukları

suça teşvik etmesine yönelik valilikle birlikte çalışma yürütülüyor. (5)

Foruma katılan İstanbul Asayişten Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


‘Şiddet’ Üzerine!..

Tayfur Erdal Ceren, yaptıkları çalışmaları ve olayların sayısal yorumunu şöyle

anlattı:

’Şiddet yükseldi', "İstanbul genelinde 2004-2005 yılları arasında cinayet

ve yaralama olaylarında yüzde 28'lik artış oldu. Trafik, alacak - verecek ve aile

içi tartışmalar gibi basit nedenlerden insanlar suç işleyebiliyor. Toplumdaki

şiddet biraz yükselmiş durumda.

Çocuk Şube Müdürlüğü 2001'de ayrı birim olarak kuruldu ve aynı yıl

çalışmaya başladı. Çocuk suçlarında, esas profesyonel suç işleyenler, aileleriyle

beraber yaşayanlar. Bu durumda çocuğu şiddete aile sevk ediyor. Koruma kararı

aldığımız olaylar oluyor. Anne baba eğer hırsızsa bunlarla ilgili işlem yapıyoruz

ve çocuğu aileden koparıyoruz.

‘Beyoğlu ve hırsızlık’, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü bünyesinde gelişme

yapılması gerekir. Suç işleyen çocukları, suç işlemeyen çocukların yanına

koymak yanlış. Suç işleyenler, masum çocukları suça teşvik ediyor. Bu konuyla

ilgili olarak çalışma yapıyoruz. Aileye teslim edilemeyen suç işleyen çocuklar için

Çatalca'da birim kurulacak. Geçen yıl, öz anne ve babasıyla yaşayan ve suç işleyen

çocukların oranı yüzde 84'tü. Demek ki, aile kültürü çocuğu teşvik ediyor.

Beyoğlu bölgesindekilerin yüzde 90'ı hırsızlık yapıyor. Bunların büyük

bir kısmı Güneydoğu'dan gelme. Buna yönelik çalışmalarımız devam ediyor.

PKK'nın nevruz ve diğer gösterilerinde bu çocuklar PKK'nın yanında yer alarak,

ateş yakma, molotof atma gibi konularda görev alıyor.

'Aileler ilgisiz', Emniyet olarak her olaydan ders çıkarmaya çalışıyoruz.

Yönetmelik 'Okullardaki risk grubuna giren öğrencilerin iyileştirilmesi ve

tedbir alınması için İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, okul idareleri, rehber öğretmenler,

ailelerle ortak çalışmalar yapar' diyor. Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bir yazı

yazdık ve Çocuk Şube Müdürlüğü olarak 'Bu konularda sorunları olan okullar

bize başvursun' dedik. Bununla ilgili olarak geçen sene 19 okul başvurdu. Ama

burada arkadaşların söylediği konu şu, 6 okula gitmişler fakat ailelerden tek talep

gelmemiş." (6)

Şiddet konusunda İstanbul kadar olmasa da Ankara ve İzmir başta olmak

üzere büyük illerimiz kendi ölçeklerinde yukarıdaki rakam ve değerlendirmelerin

benzerlerini verecektir.

Geçmiş yıllarda il emniyet müdürlükleri bünyesinde ‘şiddete karşı’ kampanya vb.

çalışmalar düzenlenmiştir. ‘Gençliği kötü alışkanlıklardan koruma’ faaliyetleri çerçevesinde

yapılan çalışmalar gibi... Elazığ Emniyet Müdürü iken Feyzullah

Arslan’ın gerçekleştirmiş olduğu kampanya ise başarılı olunan ilk örneklerden biri

olarak karşımıza çıkar.

Elazığ Emniyet Müdürlüğünün “Bıçağı Bırak, Kalemi Al Kampanyası”

(1999):

“Elazığ’da göreve başladıktan kısa bir süre sonra, il genelinde meydana

gelen vukuatlardan bir çoğunun bıçakla yaralama olduğunu gördüm. Gün geçmiyordu

ki telsiz anonslarında 3-5 tane bıçakla yaralama hadisesi geçmesin. Bu

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

çözüm yoluna başarıyla ulaşabilmek için de bir kampanya başlattık. Kampanya

sloganımız şöyleydi: ‘Kalem Taşımak Bilimin, Bıçak Taşımak Cehaletin

Göstergesidir. Kalem Bıçaktan Keskindir. Bıçağı Bırak, Kalemi Al.’

Kampanyanın devam ettiği dönemde yerel televizyonlar, gazeteler, kamu kurum

ve kuruluşları, okullar, dernekler, tüm sivil toplum örgütleri bize destek verdiler.

Kampanyanın son dönemlerinde, Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti, kampanyayı

devralarak devam ettirme kararı aldı. Kampanya süresince (18.05 /

18.07.1999) 13.000 adet kalem dağıtılarak, yaklaşık 8.500 adet bıçak toplandı.

Sonuçta ise; bıçakla işlenen suçlar %30 oranında azaldı.” (7)

Eğitim Sendikalarından;

Türk Eğitim-Sen de okullarda artış gösteren şiddet olaylarına yönelik,

Türkiye genelinde 7. ve 8. sınıftan 1136 öğrenci arasında bir anket yaptırdı. Hangi

tür televizyon dizilerini tercih ettikleri yönündeki soruya öğrencilerin % 21’i mafya,

19.5’i komedi, 44.8’i ise aksiyon, macera, korku, gerilim türünde filmleri izlediğini

belirtti. Öğrenciler arasında en çok oynanan oyun türünün % 66.5 ile savaş ve

dövüş oyunları olduğu ortaya çıktı. Araştırmadan, öğrenciler arasındaki taciz oranının

% 92 olduğu sonucu da çıktı. Başka bir tespit bizi “erkekli kızlı çeteleşme

eğiliminin artarak tehlikenin ilköğretim okullarına kadar indiğine” götürüyor. (Basından)

Köşe Yazarlarından;

Abbas GÜÇLÜ, “Okullarda şiddet neden artıyor?” adlı makalesinde,

okula gidilen gün ve saat sayısının gidilmeyenden çok daha az olduğundan

çocuğun aile ve okul yerine sokak vede başından hiç kalkmadıkları şiddet

içerikli diziler ile internetten etkilendiklerine vurgu yaptıktan sonra şiddete sebebiyet

veren maddeler halinde bir durum tespiti sonrası çözümleri sıralıyor.

“Nasıl çözülür?

-Her şeyden önce devleti yönetenlerin, sorunu küçümsemekten kaçınmaları

gerekiyor.

-Bilgisayarlara filtre ve sanal oyunlara denetim daha ciddi anlamda düşünülmelidir.

-Televizyonlarda yayımlanan şiddet içerikli film ve diziler, çocukların

ayakta olmadığı saatlere kaydırılmalıdır.

-Öğrenciler kadar, okul çağında olup da okul dışında kalan çocuk ve

gençlerle de ilgilenilmesi gerekiyor. Onları hayata hazırlayan, meslek kazandıran,

spora, sanata ve diğer kültürel etkinliklere yönelten gençlik merkezleri bir an önce

açılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

-Polis ve adliye, gençlik sorunlarının gideceği son merci olmalıdır. “ (8)

Oral ÇALIŞLAR, “Okullar açılırken şiddete dikkat” adlı makalesinde,

bir gurup insanın geçen yıl yaşananlardan yola çıkarak okullarda şiddete

karşı bazı adımlar atmak amacıyla ‘Vurma! Konuş’ başlıklı bir inisiyatif oluşturarak

gazetecilere destek vermeleri için yapmış oldukları Sevgi ÖZKAN imzalı çağ-

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


‘Şiddet’ Üzerine!..

rıya yer vermiş:

“Konumuz: Toplumumuzun ve çağın iletişim dili haline gelen şiddet

olgusu. Biz, toplumun iletişim dilini, şiddet önleyici biçimde etkileme amacıyla bir

araya gelen bir sosyal bilinç gurubuyuz..

Arzumuz: Vurma! Konuş sloganının, şiddet önleyici olarak bireysel ve

toplumsal iletişimde etkinleştirilmesi. Özellikle yeni nesillerin pedagojisinde etkili

bir yer kazanmasını sağlamak. Toplumumuzda, genel olarak ‘sevmek’ kavramının,

‘dövmek’ ve ‘hırpalamak’ kavramlarıyla çakıştığını ve genel olarak insan eğitiminin

hayvan eğitimiyle modellendiğini, konuşmaya pek yer verilmediğini görmekteyiz.

Özetle: Çağın getirdiği daha başka etkenlerin yanında, toplumumuzun

geçmiş yaşam deneylerinde ve bugün, şiddet yatkınlığının açık izlerine rastlanmaktadır.

Bu duruma çağın etkili gücü olarak görsel ve yazılı iletişim kanalları da

yeterince katkı yapınca ortaya hepimizi etkileyen bir sonuç çıkmaktadır. Beklentimiz

çok sayıda köşe yazarının okulların açıldığı gün (18 Eylül) ‘Vurma! Konuş’

önerisini eşzamanlı bir etki sağlayacak biçimde topluma iletmesi…”(9)

Şeklinde devam eden ‘Vurma! Konuş’ önerisi ve bu girişimin desteklenmesini

bekleyen çağrının diğer sivil toplum kuruluşlarını da duyarlı hale getirerek

bir bütünlük oluşturması halinde bu canavara karşı başarı dahada hız kazanabilir.

Sonuç;

Şiddet dün vardı, bugün var, yarında var olacak. Avrupa kıtasında da

var, Amerika

kıtasında da… Sosyal-Ekonomik dengesizlikleri olan toplumlarda ise boyutları

daha yüksek. Ülkemiz açısından toplumsal bir seferberliğin kıyısındayız. Çok

farklı çözüm önerileri uzmanlar, otoriteler tarafından sunulmaktadır. Toplantılar,

sempozyumlar, konferanslar yapılmakta toplumsal mutabakat aranmaktadır.

Polisiye tedbirler, yasaklamalar, yazılı kurallarla gün kurtarılabilir. Gelecek

için kalıcı olamaz. Toplumlar kendi geçmişini sorguladığında nerelerde, nasıl

hatalar yaptık? Sevgiyi, dostluğu, dayanışmayı, paylaşmayı, saygıyı nasıl yok ettik?

Bunları yeniden nasıl yeşertebiliriz. Hedef ne olmalı. Vizyon ne olmalı?

Bu konuda en büyük görev devlete ve onun organlarına düşüyor. Ardından

okullara, öğretmenlere ve ailelere de büyük sorumluluklar yüklüyor.

Okul-aile-çevre üçgeni pekiştirilmeli.. öğrencilerin sosyal, kültürel, sportif etkinliklerle

zamanlarını değerlendirebilecekleri alanlar çoğaltılarak her okul bünyesinde

kulüpler oluşmalı.. bunları destekleyecek kültür, sanat ve spor merkezleri çoğaltılarak

tüm gençlik olumlu yönde gelişme kaydetmek üzere kanalize edilmeli. Geleceğin

sanatçıları, sporcuları, bilim adamları, yöneticileri için fırsat eşitliği yaratılmalıdır.

Başıboş, amaçsız, hedefsiz, ürkek, kendine güvensiz bir gençlikten kurtularak;

daha dinamik, daha kararlı, daha duyarlı bir gençlik, bir gelecek yaratarak

karamsarlıktan kurtulabiliriz.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

Cumhuriyetin ilk yıllarından başlanarak bu boşluğu doldurmak amacıyla

Halkevleri, tüm kurumlara kurmaları zorunlu kılınan spor kulüpleri (En az üç

branş), Halk eğitim merkezleri, kültür merkezleri, kütüphaneler kurulmuştur.

Bu kurumların etkinlikleri zamanla cazibesini yitirerek yetersiz hale gelir,

arayış içersinde olan gençliği kucaklayamaz. Bunların yerine internet kafeler, barlar,

diskolar, sinemalar gibi eğlence merkezleri alternatif olur. Sonucunda da bir

kültür şokuna uğrayan dejenere bir gençlik ortaya çıkar. Bunun mimarları gençliğe

yatırımı dershanelerde gören aileler, ekonomik açıdan gelişen-zenginleşen eğitimciler

ile bunlara seyirci kalan, vizyon yaratamayan özelinde milli eğitim, genelinde

sistemdir.

Bireysellik, bencillik ön plana çıkmış, herkes kendi çapında çocuklarını

kurtarmanın yolunu tutmuştur. Nereye kadar? Kurumlar çökünce, sistem çökünce

herkes bunun altında kalacaktır. Bunu çözmek adına yetki ve vekalet alan irade

sorunları çözmek yerine daha sarmal hale gelmesini seyretmekte adeta kaosa

çanak tutmaktadır.

Şiddet geçmişte Vandalizm, Moğol istilası, Haçlı seferleri şeklinde yerle

bir edilen şehirlerin, uygarlıklarla; günümüzde kentlerin yeniden varolan varoşlarıyla

kent kültürüne yabancılaşan gençlerin, çocukların istilasına uğramıştır. Kırmalar,

dökmeler, yakmalar, yağmalar, gasp, soygun ve kapkaçlar polisi taşlamaya

kadar seyir izleyen bir gelişme…

Dünyanın değişik kentlerinde Avrupa’nın göbeğinde gençlik eylemleri,

sokak çatışmaları yaşanırken hiçbirinde çocuklar ve kadınlar yok. İstekleri belli,

niçin eylem yaptıkları belli… Bizdeki durum ise çok farklı freni boşalmış yada

dümeni kırılmış bir araba gibi belirsizlik içersinde yol alıyor, nerede, nasıl ve ne

zaman duracağı belirsiz!

12

rkocoz@yahoo.com

Kaynakça:

Remzi

KOÇÖZ

1.Sınıf

Emniyet Müdürü

Polis Başmüfettişi

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


‘Şiddet’ Üzerine!..

(1) Alptekin, Serap, www.dokudanişmanlik.com/tvsiddetvetoplum.htm

(2) POLAT Oğuz, www.kriminoloji.com 2002

(3) Milliyet, 26.03.2006, ‘‘Şiddetle topyekûn mücadele şart’’, Güncel,

Ümran Avcı, Burcum Devrez-İstanbul,

(www.milliyet.com/2006/03/26/guncel/agun.html)

(4) Milliyet, 27.03.2006, “Şiddete yönelmede sorumlu aileler”,Güncel,

Ümran Avcı, Burcum Devrez, Gülay Fırat- İstanbul,

(www.milliyet.com/2006/03/27/guncel/agun.html)

(5) agg.

(6) agg.

(7) ARSLAN Feyzullah, "Gül, Güldür, Düşündür", 2002, s.37-

38

(8) GÜÇLÜ, Abbas, “Okullarda şiddet neden artıyor?”, Milliyet, 26. 03.

2006, s.22

(9) ÇALIŞLAR, Oral, “Okullar açılırken şiddete dikkat”, Cumhuriyet,

10. 09. 2006, s. 4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13


MAKALELER

ysa, Lydia-Karia sınırı yakınında, Menderes (Maiandros) Irmağı’nın

kuzeyinde bugünkü Aydın (Tralleis) ilinin yaklaşık

30 km doğusunda bulunan Sultanhisar ilçesinin 3 km kuzeybatısında

ve Aydın (Mesogis) Dağları’nın güney yamacında kurulmuş bir

Karia kentidir. 1

Kent hakkındaki bilgilerimizin çoğu antikçağ yazarlarından Amasya’lı

Strabon (İ.Ö.64-İ.S.19) ile Byzantium’lu Stephanos’un (İ.S. 6.y.y.’da yaşayan)

verdiği bilgilere dayanmaktadır. Nysa kenti ne yazık ki tarih olaylarını

etkilemiş kendine özgü bir tarihe sahip değildir. Ancak, Eskiçağ’ın ünlü coğrafyacısı

Strabon’a göre; Mesogis Dağı’nın eteğindeki bu kent özellikle Roma

İmparatorluğu’nun egemenliği altındayken kültürel alanda önemli bir noktaya

ulaşmıştır. 2

Burada Nysa tarihine girmeden genellikle antik yazılı kaynak ve sikkelerden

yararlanarak yaptığım “Nysa Kenti Kahraman Ktistesi: Athymbros” adlı bu

çalışmada kentin mitolojik kuruluşuna ve kitstes’ine ilişkin bilgiler sunmayı amaçlıyorum.

Ktistes 3 N

, genellikle şehirlerin tanrı, kahraman ya da tarihi kurucularına verilen

bir isim olup eskiçağda çoğunlukla şehirlerin tanrı veya kahraman bir ya da

birkaç ktistes’i bulunmaktadır. Bu durum o çağda dinin ve mitolojinin kişisel ve

toplumsal hayatta oynadığı önemli rol göz önünde bulundurulduğunda doğal

karşılanacaktır.

* Öğretim Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ

Tarihi Anabilim Dalı

1 Strabon XIV.1.43; Head 1901, LXXVIII; İdil 2002, 254 vd.

2 İdil 2002, 256-259; Umar 2001, 254-262: Kentte gerçekleştirilen kazılar sonucu gün ışığına

çıkarılan hayli zengin Roma Çağı kalıntıları Strabon’u doğrulamaktadır. Ayrıca bkz.

Strabon XIV.1.48: “Nysa’da doğmuş olan ünlü kişiler şunlardır: Panaitos’un en iyi öğrencilerinden

olan stoik filozof Apollonios. Aristarkhos’un öğrencisi olan Menekrates ve onun oğlu

Aristodemos. Ben gençken ve Aristodemos’un yaşlılık çağında, onun bütün derslerine

Nysa’da devam etmiştim.”

3 Ktistes: Hellen dilinde κτιζω fiilinden ο κτιστης, ου; Latin dilinde ise conditor, oris, masc.

Anlamında kurucu demektir.

2

NYSA KENTİ KAHRAMAN KTİSTESİ:

ATHYMBROS

Yrd. Doç. Dr.Hüseyin ÜRETEN *

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Böylece, tarihi ktistes’lerin kurduğu bir çok şehir tarihin ışığı altında kolaylıkla

incelenebilecektir. Fakat bazı şehirlerin mitolojik devirlere kadar inen kuruluşları

ve mitolojik ktistes’leri sadece bir masal ülkesinde kurulmuş şehirler

ve yaşamış kahramanlar gibi görünmekle beraber, acaba bu kuruluş efsanelerinde

ve kahramanlarında bir gerçek payı yok mudur? şeklinde bir soru da

akla gelmiyor değil. 4

Biz biliyoruz ki, eskiçağda özellikle Hellenleşme çağında, Hellen dilinde anlamı

olmayan kent adlarını açıklamak, kente şanlı bir tarihçe sağlamak için öyküler

uydurulması, zorunluymuş gibi izlenen bir gelenek olmuştur.

İşte Nysa’nın kuruluşu, erken tarihçesi konusunda da böyle öyküler oldukça

fazladır. Öğrenim gördüğü Nysa kenti hakkında pek çok bilgi sunan Strabon 5 ,

kentin kuruluşuna ve ktistesine ilişkin, yaşadığı çağdaki yerel inanç hakkında da

Geographika (=Antik Anadolu Coğrafyası) adlı eserinde aynen şunları yazmaktadır:

“Öyküye göre, Ladedaimon’dan gelmiş Athymbros, Athymbrados ve

Hydreios adlı üç kardeş kendi isimlerine göre adlandırılan üç kent kurmuşlardır;

fakat bu kentler sonradan, yetersiz şekilde iskan edildiklerinden Nysa, bunlarda

oturanlar tarafından kurulmuştur; fakat halen Athymbros Nysa’lılar tarafından

gerçek kurucuları olarak kabul edilir.”

Nysa’nın Suriye Krallığı tarafından kurulmuş bir koloni olduğunu kaydetmiş

olan tek eskiçağ yazarı Stephanos 6 ’a göre ise “Nyssa daha önce Pythopolis adını

taşıyormuş ve kente bu adın verilmesinin nedeni, İ.Ö.480 yılında Sardeis’den

Yunanistan üzerine seferini sürdürmeğe başlayan İran Şahı Kserkses’in, Sardeis

yolundayken bu yöreden geçtiği sırada Pythes adlı birinin onu burada ağırlamış

olması imiş. Yine Stephanos’un aktardığı bir söylentiye göre, ... kentin sonradan

Nyssa/Nysa adını alması, İ.Ö.3.yüzyılda yöreye egemen olan Seleukoslar Devleti

Kralı I.Antiokhos’un eşi bu adı taşıdığı içinmiş; kenti Antiokhos kurmuş ve ona

eşinin adını vermiş.” 7

Anlaşıldığı kadarıyla Strabon’dan öğrendiğimiz, onun çağındaki yerel inanca

bakılırsa, Yunanistan’daki Sparta’dan buraya gelen üç kardeşten Athymbros’un

kenti kurduğuna inanılmaktaydı. 8 Oysa, Nysa’nın Suriye Krallığı tarafından ku-

4 Bkz. Pekman 1970, 7-9. Pekman, Eskiçağda Bazı Anadolu Şehirlerinin Tanrı ve Kahraman

Ktistes’leri adlı kitabında her ne kadar Nysa kentine yer vermemiş olsa da birçok Anadolu şehrinin

ktisteslerinden ayrıntılı olarak söz etmiştir.

5 Bkz. Strabon XIV.1.46: ...και νυν Αθυμβρον αρχηγετην νομιζουσιν οι Νυσαεις.

6 Bkz. Kaya 2002, 121-135: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi

Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Ali Kaya yayımladığı söz konusu makalesinde

Büyük İskender’in ölümünden sonra kurulan Seleukoslar tarafından Büyük Menderes Havzası’nda

kurulan yerleşmeler hakkında İ.S.II. yüzyılda yaşamış olan tarihçi Appianos dışında hiçbir

eskiçağ yazarının söz etmediğini ayrıca tarihçinin kent olarak nitelendirdiği yerleşimlerin ise birer

koloni olduğundan söz etmektedir.

7 Bkz. Umar 2001, 259.

8 Bilge Umar, bu Spartalı kurucu kardeşler inancının Lydia’nın en önemli kenti olan Sardeis

dolayısıyla İran egemenliği çağında Swarda Satraplığı diye anıldığı dönemin anısını yaşattığını

düşünmektedir. Bkz. Umar 2001, 257.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

rulmuş bir koloni olduğunu kaydetmiş olan tek eskiçağ yazarı Stephanos’a göre

ise kent Suriye Kralı I.Antiokhos tarafından kurulmuştur. 9

Mehmet Ali Kaya’nın “Suriye Krallığı’nın Maiandros Irmağı Havzasındaki Kolonileri”

başlıklı makalesinde belirttiği gibi “I.Antiokhos’un Nysa’daki Pluto tapınağına

(Plutonium) olan sıcak ilgisi ve Nysa’da Seleukeia ve Antiokheia adında

iki kavimin/mahallenin varlığının bilinmesi, koloninin bu kral tarafından kurulmuş

olduğunu doğrular niteliktedir. Koloni adını, Suriye Kraliyet ailesi bireylerinden

birinden almış olmalıdır.” 10 Nitekim I.Antiokhos’un Nysa adında bir karısının varlığına

ilişkin hiçbir kayıt da bulunmamaktadır.

Görüldüğü üzere, Strabon ve Stephanos’un kent hakkında verdikleri bilgilerin çelişiyor

olması karşısında başvurduğumuz epigrafik ve nümizmatik kaynakların da

sunduğu bilgiler ışığında bizim için Strabon’un ifadesi akla daha yatkın gelmektedir.

Nysa’da bulunmuş olan, üstelik Strabon’un çağından çok daha eski,

İ.Ö.3.yüzyıldan kalma yazıtlar, kent adının Athymbria halkının ise Athymbria’lılar

diye anıldığını göstermektedir. 11

Söz konusu yazıtlar Nysa, Akharaka’da bulunan Pluton Tapınağı’na asylia

hakkının verilmesiyle ilgili kral yazışmaları olup ilki İ.Ö.281 yılına aittir. 12 Yüksekliği

56 cm ve genişliği 75 cm olan beyaz kireç taşından kesilmiş bir blok üzerinde

yer alan yazıt, Nysa yakınındaki Salavatlı köyünde ele geçmiştir. Harf ve yazım

karakteristiği açısından İ.Ö. 281 yılına tarihlenen yazıt; Seleukos Krallığı’nı kurarak

İ.Ö.305 yılında ‘Basileus’ unvanını alan Kral Seleukos Nikator (İ.Ö.311-281)

ile oğlu ve naibi olan I.Antiokhos (İ.Ö.281-261) tarafından Nysa’daki Pluton Tapınağı’ndan

dolayı kente verilen ayrıcalığı konu edinen bir mektuptur.

İkinci yazıt da harf karakteristiğindeki ve yazım biçimindeki farklılık nedeniyle

İ.Ö.2.yüzyıla tarihlenen ve Pluton Tapınağı’ndan dolayı Nysa kentine tanınan geleneksel

ayrıcalığı konu edinen bir mektuptur. 13 Bir önceki yazıt ile benzerlik sergilen

bu yazıt Nysa yakınlarında iki ayrı blok halinde bulunmuştur. Ancak, iki

blok halinde bulunan mektup her ne kadar 1893 yılında Kubitschek tarafından

okunarak bilim dünyasına tanıtılmış olsa da hangi Hellenistik kral tarafından yazılmış

olduğu kesin olarak bilinememiştir.

Özetle, her iki yazıt da aynı döneme ait birer kraliyet yazışması ve Nysa halkını

Athymbria’lılar olarak göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Nysa’nın Yunanistan’daki Sparta’dan gelen Athymbros tarafından kurulmuş

olduğunu gösteren arkeolojik bulgular sadece epigrafik verilerle sınırlı değildir.

Bu inancın varlığı ve devamı Roma İmparatorluk Dönemi’ne ilişkin nümizmatik

verilerle de desteklenebilmektedir. 14

9 Bkz.Kaya 2000, 124, d.n.22.

10 Kaya 2000, 121-135.

11 Bkz. Welles 1934, 54-60, no.9; 260-264, no.64. Nysa, Akharaka’da bulunan Pluton Tapınağı’na

asylia hakkının verilmesiyle ilgili kral yazışmaları üç tanedir. Nysa’da bulunan Pluton

Tapınağı ve Pluton (=Hades) Kültü hakkında ayrıca bkz. Sina 2002, 140-143.

12 Welles 1934, 54-60, no.9.

4

13 Welles 1934, 260-264, no.64.

14 Head 1901, 176, no.34 ve 181, no.54.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Nysa kentinde İ.Ö. 133 yılında Roma’nın Asya eyaleti oluncaya kadar geçen

sürede çok sayıda sikke basıldığı söylenemez. Kentin Roma İmparatorluk dönemi

sikke darpları ise Augustus (İ.Ö.31-İ.S.14) döneminde başlar ve Gallienus

(İ.S.253-268) dönemine kadar sürer. 15

İmparatorluk dönemi Nysa sikkelerinden Marcus Aurelius (İ.S.161-180) ve

Maximinus (İ.S.235-238) dönemlerinde basılan ve British Museum Sikke Katalogu’nda

sergilenen iki sikke üzerlerinde taşıdıkları Athymbros tasvirleriyle kentin

kuruluş inancı açısından önemli birer örnek oluşturmaktadırlar. 16

Roma İmparatorluk Dönemi sikkelerinin ön yüzlerinde önemli bir özellik olarak

yer alan imparatorların isim ve unvanları, imparatorların portrelerine yakın

bir şekilde sikke yuvarlağına yerleştirilmiştir. Sikkelerdeki yazılar ise imparator

egemenken, elinde tuttuğu görevlerin sıralanmasını, çoğalan övgüleri ve ilave

edilen unvanları içerir. Ayrıca ön yüzde yer alan ifadeler de arka yüzde konu edilen

olayların tarih içindeki yerinin saptanmasında yararlıdır. Sikkelerdeki arka

yüz yazıları ise farklı mesajlar içerir ve ön yüz yazılarına oranla daha zengindir.

Roma İmparatorluk Dönemi sikkelerinde arka yüze yerleştirilen yazılarda yine

doğrudan imparatorun propagandasını yapmaya ve bazı tarihsel olayları açıklamaya

yöneliktir.

Bu bağlamda, İmparator Marcus Aurelius ♣ (İ.S.235-238) dönemine ait olan

bronz bir sikkenin ön yüzünde Genç Marcus Aurelius Caesar’ın zırh ve

paludamentum (=pelerin) giyimli sağa dönük büstü ve

Μ•ΑVΡΗΛΙ•ΟVHPOC•KAI• lejandı yer almaktadır. Arka yüzde ise sol kolu kısa

pelerine sarılmış, cepheden çıplak olarak ayakta duran Athymbros, başı sola dönük

ve sağ elinde yanan bir altarın üstünde phiale (=tören kabı), sol elinde ise

mızrak tutarken ΑΘVMBPOC•NVCAΕΩΝ•ΕΠΙAIΠΑΙΩΝΙΟV lejandıyla birlikte

tasvir edilmiştir. 17 Görüldüğü gibi sikke üzerinde Nysa kenti NVCAΕΩΝ

lejandıyla ifade edilmektedir. Aynı zamanda kentte görev yapan magistratus

(yüksek dereceli memur) adı da ΕΠΙAIΠΑΙΩΝΙΟVΓ (=επι Αι.Παιωνιου γρ) şeklinde

yazılmıştır. 18

15 Roma İmparatorluk Dönemi, Augustus’un İ.Ö.31 yılında Actium Savaşı’nı kazanmasıyla

başlar. Bu dönemde her üç madenden (altın, gümüş, bakır) de sikke basma hakkı İmparator’a

aittir. Roma İmparatorluk Dönemi’nde sadece Roma’da değil eyaletlerde de sikke basılmıştır.

Roma İmparatorluğu içindeki otonom Hellen kentleri ve Roma kolonileri İ.S.3.yüzyıla kadar sikke

basma hakkına sahiptir. Bkz. Baydur 1998, 29-107.

16 Head 1901, 176, no.34, Lev.XX.5 (Marcus Aurelius sikkesi) ve 181, no.54 (Maximinus sik-

kesi)

♣ Marcus Aurelius (7.3.161-17.3.180): Marcus Annius Verus, 138 yılında Dius tarafından evlat

edinilince Marcus Aelius Aurelius Verus Ceasar ; imparator olunca da İmparator Caesar Marcus

Aurelius Antoninus Augustus adını almıştır. İmparator Aurelius, Germenlere karşı kazanılan utkulardan

ötürü 173 yılında Germanicus, 175 yılında da Sarmaticus sanlarını almıştır.

M.Aurelius zamanındaki sürekli savaşlar büyük harcamaları gerektirdiğinden, gümüş sikkeler bozulmuş,

gümüş oranı çok düşmüştür. Gümüşten ve değersiz metalden sikkelerin üslupları da bozulmuştur.

İmparator 180 yılında Viyana’da (Vindobona) vebadan ölmüştür.

17 Head 1901, 176, no.34, Lev.XX.5.

18 Nysa sikkelerinde İmparatorluk öncesi kistophorlar ve bronz sikkelerin üzerindeki

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

İmparator Maximinus ♣♣ (İ.S.235-238) dönemine ait Athymbros tasvirinin bulunduğu

ikinci bronz sikkenin ön yüzünde ise zırhlı ve paludamentum (=pelerin)

giyimli defne çelenkli sağa dönük Maximinus büstü ve

AVTKΓΙΟVOVHMAΙIMEINOC lejandı yer almaktadır. Arka yüzünde tasvir edilen

Athymbros tıpkı İmparator Marcus Aurelius dönemindeki bronz sikkede olduğu

gibi sol kolu kısa pelerine sarılmış, cepheden çıplak olarak ayakta, başı sola dönük

ve sağ elinde yanan bir altarın üstünde phiale (=tören kabı), sol elinde ise

mızrak tutarken ΑΘVMBPOC NYCAEΩΝ (=Nysalıların Athymbros’u) lejandıyla

birlikte betimlenmiştir. 19

Ayrıca söz konusu her iki sikkede de görüleceği üzere, yukarıda Strabon’un

da andığı mitolojide kentin kurucusu olarak geçmekle birlikte herhangi bir efsanede

geçmeyen kahraman Athymbros, attribütü olacağını tahmin ettiğimiz phiale

(=tören kabı) ile görülmektedir.

Görüldüğü üzere, antik yazılı kaynaklar ve sikkelerden yararlanarak yaptığımız

bu çalışmada, Aydın-Denizli yolu üzerinde Sultanhisar ilçesine lokalize

edilen Nysa antik kenti, İ.S.2.yüzyılda yaşamış olan tarihçi Appianos’tan anlaşıldığı

kadarıyla Büyük Maiandros (Büyük Menderes) Irmağı Havzası’nı işgal

eden Suriye Krallığı tarafından kurulmuş bir kolonidir. Büyük bir olasılıkla

koloni ‘Nysa’ adını Suriye Kraliyet ailesi bireylerinden birinden almış olmalıdır.

Ancak, bu isim I.Antiokhos’un karısının adı değildir. Zira I.Antiokhos’un

‘Nysa’ adında bir karısının varlığına ilişkin kayda rastlanmamıştır.

Nysa, her ne kadar kendine özgü bir tarihe sahip olmasa da özellikle Roma

İmparatorluğu’nun egemenliği çağında çok gelişmiş, kültür açısından da hayli ileri

gitmiş bir antik kenttir.

Gerçekten de Seleukos kolonisi olarak kurulmadan önce Yunanistan’daki

Sparta’dan buraya gelen üç kardeşten biri olan Athymbros tarafından kurulmuş

önemli bir Karia kenti olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası, Antiokhos bu

kenti yeniden kurarcasına geliştirmiş olabilir, kenti Nysa olarak da adlandırmış

olabilir, ancak buraya çeşitli zamanlarda –İ.Ö.14.yüzyıl ile 6.yüzyıl arasında-

Yunanistan’dan ve adalar üzerinden yapılan kolonizasyon hareketleri

sonucunda genellikle kıyı bölgelerinde yerleşimlerin olduğu da asla unutulmamalıdır.

magistratların isimleri genellikle tam olup nominativus (yalın) halde, fakat bazen monograma

çevrilmiş ya da kısaltılmış olarak da bulunur. İmparatorluk sikkelerinde ise Augustus zamanından

Nero zamanına kadar magistratus ismi hala nominativ haldedir. Domitianus zamanından

itibaren ise her zaman genetivus (-in) halindedir ve genellikle επι’den sonra gelir. Bkz.

Üreten 2005, 7.

♣♣ Maximinus Thrax (6.3.235-7.7.238): Severus Alexander’in öldürülmesiyle Severuslar hanedanı

son bulmuştur. Bundan sonra ordu tarafından İmparator ilan edilen Trakya kökenli bir

köylü çocuğu olan Maximinus Thrax’dır. İmparator’un unvanları arasında Germenleri sınır ötesine

attığı için Germanicus vardır. İmparator Maximinus Thrax, sürekli savaşlarla uğraşmış ve

hiç Roma’ya gelmemiştir. Ekonomik sıkıntı artmış ve gümüş sikkelerdeki gümüş oranı %25’in

altına düşmüştür.

19 Head 1901, 181, no.54.

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


KAYNAKÇA

Baydur 1998. Nezahat Baydur, Roma Sikkeleri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat

Yayınları, 1998.

Head 1901. Barclay von Head, Catalogue of the Greek Coins of Lydia,

London: Printed by Order of the Trustees, 1901.

Kaya 2000. Mehmet Ali Kaya, “Suriye Krallığı’nın Büyük Menderes Havzası’ndaki

Kolonileri”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi,

XV, 121-135.

Pekman 1970. Adnan Pekman, Eskiçağda Bazı Anadolu Şehirlerinin Tanrı

ve Kahraman Ktistes’leri, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., 1970.

---------- 2000. Strabon, Geographika:Antik Anadolu Coğrafyası (Kitap:XII-XIII-

XIV), çev. Adnan Pekman, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2000.

Sina 2002. Ayşen Eti Sina, “Karia Tanrıları ve Kültleri”, Ankara 2002, 140-143

(Yayınlanmamış Doktora Tezi).

Tulay 2001. Ahmet Semih Tulay, Genel Numizmatik Sözlüğü, İstanbul: Arkeoloji

ve Sanat Yayınları, 2001.

Umar 2001. Bilge Umar, Lydia: Bir Tarihsel Coğrafya Araştırması ve Gezi

Rehberi, İstanbul: Inkılap, 2001.

Üreten 2005. Barclay von Head, Royal Correspondance in the Hellenistic

Period,

“Nysa (Kenti) Sikkeleri” çev. Hüseyin Üreten, Aydın! Aydın..., 18, Ağustos

2005, 7.

Welles 1934. C.B.Welles, Royal Correspondance in the Hellenistic

Period, New Haven, 1934.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

2

LİDERLİK KARŞILAŞTIRMALARI

1.Giriş

Milletlerin tarihlerindeki dönüm noktalarını, bu dönemlere damgasını vuranların

kişilik yapılarıyla birlikte düşünmek ve bu kişilikleri de içinde yaşadıkları

sosyal çevre ve bu çevrenin yönlendirmesi, birikimi ortamında ele almak ve değerlendirmek

gerekmektedir.

Toplumlar mı büyük liderleri yaratır, yoksa büyük liderler mi büyük toplumları

yaratır? sözünden, büyük toplumların büyük liderler çıkardığı gibi, büyük liderlerin

de toplumların değişmesinde ve gelişmesinde lokomotif görevi yaparak

önemli roller oynadıkları anlaşılmaktadır. Bunların yanında, toplumların içerisinde

bulundukları sıkıntılarının da büyük liderlerin yetişmesinde önemli bir etken

olduğunu görmekteyiz.

2. M. KEMAL ATATÜRK’ÜN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ

M. K. Atatürk’ün Liderlik özellikleri 50 ana madde altında toplanmıştır.

BUNLAR:

1: Açık olma

2: Adam yetiştirme

3: Bilgi ve tecrübe sahibi olma

4: Bilgi toplama yeteneği

5: Bilgilendirme alışkanlığı

6: Kendini bilme

7: Cesur olma

8: Çevre bilincine sahip olma

9: Dayanıklı olma

10: Karşısındakini dinleme alışkanlığı

11: Soyut düşünebilme yeteneği

12: Emrivakiye izin vermeme

13: Esnek olabilme

14: Espri sahibi olma

15: Fedakar olma

16: Gerçekçi olma

17: Göreve talip olma

18: Güvenilir olma

19: Kendine güvenme

20: Hazırlıklı olma

* Başkomiser, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı

Ramazan TERKEŞLİ *

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


21: Hedefe yönelik kararlı olma

22: Hesap adamı olma

23: İkna etme yeteneği

24: İnisiyatif kullanma

25: İnsan sarrafı olma

26: İnsana değer verme

27: Yaptığı işe güvenme

28: Kamuoyu oluşturma yeteneği

29: Çabuk karar verebilme yeteneği

30: Karar verme yeteneği

31: Konuşma ve yazma yeteneği

32: Liyakat aşığı olma

33: Mükemmeliyetçi olma

34: Müsamahalı olma

35: müteşebbis olma

36: Mütevazi olma

37: Öğrenme azmine sahip olma

38: Öncü olma

39: Örgütleme yeteneği

40: Prensip sahibi olma

41: Problem çözücü olma

42: Programlı olma

43: Sıra dışı olma

44: Sorumluluk alma alışkanlığı

45: Strateji bilincine sahip olma

46: Olacakları tahmin edebilme

47: Vizyon sahibi olma

48: Yönetme yeteneği

49: Zaman mevhumuna sahip olma

50: Zamanlama yeteneği

Başarısı düşmanı tarafından dahi takdir edilen bir liderdir.

Türk Orduları, 1922’de Yunan Ordularını Akdeniz’e dökünce, İngiltere parlamentosu

büyük bir toplantı yaptı. Lordlar Kamarası ile Avam Kamarası heyecanlı

bir sahne yaşadı. Celse açılınca İşçi Partisi Lideri Makdonald kürsüye gelerek;

“Nerede Başvekil Loyd Corc. Bize ne söz verdi, netice ne oldu. Hazineden

büyük paralar alıp bizi boş yere masraflara soktu. Hani Boğazlar bizim olacak,

Anadolu taksim olunacaktı? Heyhat, hiçbiri olmadı. Bunun hesabını bize versin!”

Dediği zaman, yavaş yavaş Lovd Corc kürsüye geldi:

“Arkadaşlar! Asırlar, pek nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın

ki; o büyük dahiyi, asrımızda Türk Milleti yetiştirdi. MUSTAFA KEMAL’in dehasına

karşı elden ne gelir?” Diyerek kürsüden indi ve Başvekaletten istifasını verdi”

(Şapolyo, 1958:508).

Mesleğinin altyapısından gelen bir liderdir.

1893 Askeri Rüştiye; sınıf başkanıydı. Matematik öğretmeni, en az kendisi

kadar matematiğe hakim bu gence isimlerinin karışmaması için “Kemal” mahlasını

ekledi. 1895 Manastır Askeri İdadisi; ikincilikle bitirdi, okul haricinde

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

fransızca öğrendi. 1899 Harbiye; 1902’de piyade teğmen olarak mezun oldu. Birincilikle

bitirdiği için Harp Akademisine devam etti. 1905’te kurmay yüzbaşı oldu.

Harbiye ve Harp akademisinde ülke sorunları ile yakından ilgilenmeye başladı.

Gizli gazete çıkardı. Hitabetini arkadaşlarına yaptığı konuşmalarla geliştirdi.

Şam’daki 5 nci Ordu birliklerinde bulundu, Dürzi isyanlarına tanık oldu. Askerlikle

ilgili; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Takımın ve Bölüğün Muharebe Talimi

(çeviri), Tabiye Tatbikat Seyahati ve Cumali Ordugahı isimli incelemeler yazdı. 3

ncü Orduya atandı. 31 Mart Olayını bastıran Harekat Ordusunun kurmay başkanlığını

yaptı. Trablusgarb’de İtalyanlarla savaştı. 1912 Kasımında Bolayır Kolordusunun

Harekat Şubesi Müdürlüğüne atandı. Bu kolordu Edirne’yi geri aldı.

1913 yılı ekiminde Sofya Askeri Ataşeliğine atandı. 1915’de Maydos’taki 19 ncu

Tümenin komutanlığına atandı. Çanakkale savaşına tümen komutanı olarak girdi,

grup komutanı olarak Osmanlı İmparatorluğunun ve birinci dünya savaşının

kaderini değiştirdi. 1916’da 16 ncı Kolordu komutanı olarak Rus Kafkas Ordusunu

Muş’tan geri attı. 1917’de Suriye cephesinde 7 nci Ordu komutanı oldu. Sina,

Filistin ve Şam’da Yıldırım Ordular Grubunu imhadan kurtardı (Atatürkçülük,1983:225-232).

Ulusun alınyazısını değiştirebilmiş bir liderdir.

“Tek bir komutanın bir seferin kaderini ve bir ulusun alınyazısını Mustafa

Kemal kadar etkilemesine tarihte pek az raslanır.” Bu dikkate değer satırlar, Birinci

Dünya Harbinde Çanakkale Savaşı ile ilgili resmi İngiliz harp tarihinde yer

alır (Atatürkçülük,1983:215).

En zor anlarda en doğru kararı verebilen ve bu kararlarını süratle

uygulayabilen bir liderdir.

Çanakkale savaşı sırasında, 19 ncu Tümen Komutanı olarak verdiği emirde

(25 Nisan 1915) Mustafa Kemal şöyle diyordu: ”Ben size taarruzu emretmiyorum,

ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında başka

kuvvetler ve kumandanlar yerimize geçebilir.” (Atatürkçülük,1983:218).

Meslektaşlarına ve astlarına sahip çıkan bir liderdir.

Büyük Taarruz’daki başarısının sırrını soranlara; “Türk Komutanları komuta

etmesini, Türk askeri de ölmesini bilmiştir. Harbi kazanmanın sırrı da işte bundan

ibarettir.” (Atatürkçülük,1983:235).

Motive etmeyi ihmal etmeyen ve sevebilen bir liderdir.

Mahiyetindeki askeri için, “Dünyanın hiç bir ordusunda yüreği seninkinden

daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir.

Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiç bir

korkunun yıldıramadığı demir gibi kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin

için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime en aziz borç bilirim”

(Atatürkçülük,1983:236).

En bunalımlı ve en sıkışık anda dahi, insanlara el uzatan bir liderdir.

1918 yılında, mütarekeye öncülük eden günlerde, Osmanlı Ordusunun

Şam’dan çekilişi sırasında, Mustafa Kemal Paşa yalnız askerlerinin değil, sivil halkın,

kadın ve çocukların da koruyucusu olarak onların yiyeceklerini ordu levazımından

sağlamıştır. En bunalımlı ve en sıkışık bir anda, açlıkla mücadele eden

insanlara el uzatmış ve yardım sağlamıştır (Atatürkçülük,1983:50).

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Cesareti, bilgisi, görgüsü ve hoşgörüsü ile astlarını kendine bağlayabilen

ve peşinden sürükleyebilen bir liderdir.

Üstleri kabiliyetini takdir ederler, fakat idaresi güç bir subay olduğunu raporlarında

belirtirlerdi. İhtirasını bilirler ve toleransla karşılarlardı. Komutası altında

çalışanlar onu severlerdi. Cesaretli ve isabetli kararlarını beğenirlerdi. Erlerini lüzumsuz

yere yormaz ve kırdırmazdı. Subaylarına inisiyatiflerini kullanmak fırsatını

bırakırdı. Ancak ateş hattında sert ve müsamahasız olurdu. Askerini peşinden sürüklemesini

bilirdi (Engin, 1978:52-53).

Yeni stratejiler geliştirip başarı ile uygulayabilen bir liderdir.

23 Ağustos – 13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi. Yunanlılar merkezde

bir kaç noktayı yarınca durumu değerlendiren Mustafa Kemal şu günlük

emrini verdi; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.

Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Bir

kıt’a bulunduğu yerden atılsa bile, ilk durabildiği yerde düşmana karşı cephe kurarak

muharebeye devam eder. Yanlarındaki birliğin çekildiğini gören öbür birlikler

ona bağlı olmazlar. Bulundukları mevziide sonuna kadar sebat ve mukavemete

mecburdurlar (Engin, 1978:122).

Astlarını ve kabiliyetlerini çok iyi bilen ve astlarını bu kabiliyetleri

doğrultusunda yönlendirebilen bir liderdir.

Kariyerinde çok az ceza vermiş ve kumandası altındakilerin hatalarını hep

müsamahayla karşılamıştır. Mahiyetindeki kumandanları karakter özellikleri ve

davranış eğilimleriyle tanıyordu. Birliklerin teker teker savaş kabiliyeti hakkında

hayret uyandıracak derecede doğru bilgi sahibiydi. Mustafa Kemal, kumandanların

karşılaştıkları koşulları değerlendirerek ve ne yapabileceklerini hesaplayarak

karar verirdi (Engin, 1978:125-126).

Yaptığını saklamak riyakarlığından, kendi gibi halkı da kurtarmaya

çalışan bir liderdir.

Falih Rıfkı Atay, bir akşam yemeği sonrası Atatürk’le arasında geçen konuşmayı

şöyle aktarır:

-Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki :

-Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi

daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak....

Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü :

-Dün geceyi yazacak mısın?

-Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?

-Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış

olursunuz (Atay, 1980:12).

Onurlu bir liderdir.

Mustafa Kemal çocukluk yıllarında, pek oyun oynamaz, mahallesinde sokak

oyunlarını seyreder, fakat katılmazdı. Bir gün komşu çocukları birdirbir oynarken

Mustafa Kemal’i de çağırmışlar:

-Gel sen de oyna, demişler.

-Mustafa: “Peki” demiş ve olduğu yerde ayakta durmuş.

-Ama eğil ki atlayalım, demişler.

-Mustafa başını sallayarak:

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

-“Ben eğilmem!” Üstümden böyle atlayabilirseniz, atlayın, şeklinde cevap

vermiş (Atay, 1980:21).

Cesaretli, gerçekçi, uzak görüşlü, esnek bir liderdir.

Milletinin felaket uçurumuna yuvarlanışını uzak görüşü ile sezebiliyorsa ve

bunu gerçekçi olarak değerlendirebiliyorsa, çareler arayıp cesaretle ortaya koyabiliyorsa,

o insan büyük bir askeri liderdir.

Eğer bir insan; okuduğu bir konuyu kavrayınca yazarının çizdiği çerçeveye

bağlı kalmaksızın kendi ölçüleriyle yargıya varırsa, hızlı düşünür, sorunların ortaya

çıkartabileceği yakın ve uzak olasılıkları anında kavrar, cesaretli kararları

duraksamaksızın alabilir ve aşamayacağı engeller önünde esneklik göstermesini

bilirse , bir liderdir (Engin, 1978:11).

Mustafa Kemal Atatürk Dedi ki :

“Ben bir eser vücuda getirdimse milletimin kudret ve kuvvetine ve ondan aldığım

ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum sizleri koşturdum, yaptım”

“ Büyük işler mühim teşebbüsler ancak müşterek mesai ile gerçekleşebilir”

“Buraya gelecek kimseler arasında ülkeyi temsil niteliğini taşıyanlarla gerektiğinde

hükümet kurmak ve yönetmek yeteneğine sahip olanların bulunması

önemlidir”

“ Şimdiye kadar elde ettiğimiz zaferleri ancak birlik ve dayanışma sayesinde

elde ettik. Zaferin meyvelerini toplamak için de bu yolda devam etmek gereklidir”

“İnsanlar tek başına çalışırlarsa başarılı olamazlar”

“İnsanların yaşamına, çalışmasına egemen olan güç, yaratma ve icat etme

yeteneğidir”

“Her vaziyette her meselede talimat verenle o talimatı uzakta ve bilhassa talimat

verenin temasta bulunmadığı şartlar altında uygulayan arasında görüş ayrılıkları

olabilir”

“Yapmak maddi ve manevi kuvvetleri zeka ve maharetleri birleştirmektir”

“Kumandanlar emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli ve yapılması

mümkün olan konularda emir verirler. Emir verirken kendini o emri yerine getirecek

olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek

ve bilmek lazımdır”

“Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini rehber tutmak lazımdır.”

Tanıklar Mustafa Kemal Atatürk’ü Anlattılar.

“ Mustafa Kemal’in günü, sabahın erken saatlerinde yurdun her yanından gelen

haberleri dinlemekle başlamaktadır. Sekreteri Hayati daha tan ağarırken içi

telgraflarla dolu dosyaları önüne sürmektedir.

Mustafa Kemal, her sabah Hayati’yi kapıda görünce aynı sözlerle seslenir,

Gel bakalım oğlum, yine neler var?

Sekreteri Antep’te Fransız işgal Güçlerinin davranışları konusunda telgrafı okur.

Durumda bir yenilik var mı ?

Fransızları Amerikan Okulun dan atmışlar ama düşman karşı saldırıya geçmiş.

Şehrin içinde ateş açılmış. Şehitler varmış. Mustafa Kemal.

Not al, der. Bu durumda tek çıkış yolu Antep ve Urfa’nın ortak hareket etmeleridir.

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hayati başka bir telgrafı okur.

Ulusal göçler sonunda Fransızları püskürtmüşler ama silah ve gereç sıkıntısı

çekiyorlarmış. Mardin de silah varmış kendilerine vermelerini istiyorlarmış.

Mardin’e bildirin onlara silah ve cephane versinler.

Urfa daha çemberde.

Oradaki garnizona hem destek güçleri gönderilmeli, bunu ilgililere bildir. Sonucu

da bana haber versinler.

Adana’daki Ulusal güçler kıyıya yakın bir Fransız gemisini ateşe vermeyi başarmışlar.

Bu savaşın en iyi yöntemi düşmanı rahat bırakmamaktır. İyi etmişler.

Çete Reisi Demirci Efe sizi kutluyor.

Bana hala Mustafa Kemal Ağabey diyor mu?

Diyor.

“Aferin ona”

Latife Uşaklıgil anlatıyor:

“ Mustafa Kemal Paşa ile evli bulunduğumuz sıralardaydı, İzmir! deydik. Doktorlar

Paşaya sakin bir yaşantı ve dinlenmesini ön görüyorlardı. Fakat kendileri

ancak birkaç gün buna uydular.

Bir türlü uyuyamadığı gece saat iki sularında bana

Latife ban şimdi bir tramvaya binmek istiyorum, dedi.

O saatte bu olanaksızdı. Ama isteğinin yerine gelmemiş olması onu belki de

üzecekti, kendilerine,

Paşam dinlenseniz daha iyi olmaz mı, vakitte hayli geç oldu, dedim.

Bende vaktin geç olmasından yararlanarak tramvaya binmek istiyorum ya.....

cevabını verince,

Pekiyi, temin edelim dedim.

Telefon edildi ve bir atlı tramvay hazırlandı. Yaver’le birlikte gittik. Bir sürücüden

başka kimse yoktu. Paşa bir ara tramvay sürücüsünün yanına yaklaştı,

sordu,

Sen atları kamçılayarak mı idare edersin ?

Tabii Paşam....... Kamçısız idare mi edilir mi ?

Biz görmedik...

Sen şu yerini bana ver de kamçısız idare edeyim.

Sürücü derhal yerini Paşa’ya bıraktı. Paşa dizginleri ele aldı ve kamçı kullanmadan

atları sürmeye başladı, sürücüye sordu.

Nasıl idare edebiliyor muyum ?

Fevkalade Paşam..... Benden daha güzel idare ediyorsunuz.

Bende senin gibi bir idareciyim. Yüz binlerce insanı yönettim. Onları ölüme

giden yola seve seve sevk ettim, ama hiç birine kamçı kullanmadım, dedi

“Bir 30 Ağustos zafer bayramı gecesi, sofrada Şükrü Kaya’nın

Paşam Kurtuluş Savaşında Başkomutan sıfatıyla savaşlarda verdiğiniz emirler

bir yerde toplanmış mıdır? sorusu üzerine Atatürk,

Bir gün Kurtuluş Savaşının Milli Mücadelenin askerleri tarihini yazacaklar,

belki de benim Başkomutan sıfatıyla bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır.

Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben savaşta her zaman o cep-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

heden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri komutanlara dikte eder

onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra “ şimdi ordu birliklerimize

hemen bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla duyurunuz” derdim.

“ Gazi Mustafa Kemal Paşa 1923’te Eskişehir’de şehrin ileri gelenleri ile bir

sohbet yaparlar.

Gazi: Yunan işgalinden evvel görmüştüm. Mektepleriniz çok iyi idi. Şimdi

mektepleriniz ne haldedir ? Kaç mektep vardır ?

Maarif müdürü: Beş erkek, iki kız mektebi vardır.

Gazi: Erkek ve kız talebe miktarı ne kadardır ?

Maarif müdürü: Toplam 2000 kadar.

Gazi: Şehrin nüfusu ne kadar ?

Mutasarrıf: Yirmi bin

Gazi: 22 000 nüfus kaç hane sayılır ?

Mutasarrıf: Altı bin hane eder.

Gazi: O halde her haneye kaç çocuk isabet ediyor ?

Mutasarrıf: Üç haneye bir çocuk kadar bir şey....

Gazi: Bu kafi midir ?

Maarif müdürü: Mahalli mektepleri de vardır.

Gazi: Kaç tane ?

Maarif müdürü: Sekiz veya on....

Gazi: Niçin sekiz veya on? Maarif Müdürü bunun adedini bilmezse kim bilecek?

Kesin rakam söylemeli. Mahalle mektebi o kadar önemsiz mi böyle söylüyorsunuz

? Mektepten çıktıktan sonra bu çocuklar dışarıda bir yerde çalışabilirler

mi ?

Maarif müdürü: Hayır

Gazi: Nasıl mektep yapalım ki, bu mektepten çıkanlar çıktıktan sonra aç kalmasınlar?

Maarif müdürü: bir sanayi mektebi lazımdır

Gazi: Her Maarif vekilinin birer program vardı. Memleketin Maarifinde çeşitli

programların uygulanması yüzünden eğitim berbat bir hale gelmiştir. Buna karşı

ne düşündünüz?

Maarif müdürü: O iş vekalete aittir.

Gazi: Tecrübenizden, fikirlerinizden vekaleti haberdar etmiyor musunuz ? Düşündüklerinizi

araştırmalarınızı vekalete yazmıyor musunuz ?

Maarif müdürü: Tecrübem eksiktir. Yeni geldim. Bir şey yazamadım. Bendeniz

Van’da Diyarbakır’da bulunmuştum.

Gazi: Bazı esaslar vardır ki Van’da da, Diyarbakır’da da hiçbir tarafta değişmez.

“ Şimdi barışı izleyen siyasi dönemin baş sorunu bu olacaktı:

Gazinin kendisiyle Rauf Bey ve ötekilerin tasarladığı demokratik kuvvetler

arasında iktidar savaşı.

Mustafa Kemal şu sırada bu konuda bu tartışmaya girmek istemiyordu. Rauf

Bey’in çekilmesinden dolayı üzüntülerini bildirdi. O da,

Üzülmeyin paşam diye karşılık verdi. Bu ülkeyi bir düzine namuslu adamla

yönetebilirsiniz.

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Sonra Sivas’a hareket etti. İstasyonda kabine arkadaşları ve dostları tarafından

tarafından uğurlandı.

Gazi Fethi Bey’i Başvekilliğe atadı. Niçin ismet Paşayı seçmediğini soranlara.

Onu sonrası için saklıyorum, diye cevap verdi.

Telgraf 14 Eylülde Ulus Gazetesinde yayınlandı ve yayınlanmasıyla beraber de

memlekette ve özellikle politika çevrelerinde büyük yankılar yaptı. Atatürk’ün o güne

kadar bir vekile böyle tantanalı telgraf gönderdiği görülmemişti. Vekil değil sanki

başvekilmiş gibi davranılıyor, kendisinden memleketin iktisadi çıkmazdan kurtulması

bekleniyordu. Şahsı için övücü sözler kullanılıyor, radikal çalışmaya teşvik ediliyor

ve bu çalışma sırasında bir engelle karşılaşırsa maddi ve manevi güçlerle destekleneceği

haber veriliyordu. Adeta İsmet Paşa “Kabinenin idari işler Başvekili”idi,

görüntü bu idi. Fısıltılar almış yürümüştü. Bundan en fazla İsmet Paşanın rahatsız

olması tabii idi.

Yaz geçmiş Atatürk Ankara’ya gelmişti. İsmet Paşa kendisini ziyaret için Çankaya’ya

çıktı. Az sonra konuşma memleketin iktisadi işlerine geçmişti. Atatürk

Celal Bayar’dan memnun olup olmadığını sordu. İsmet Paşa,

Terbiyeli bir insandır, kendisini sevdiğimi bilirsiniz, dedi. Sonra ekledi, teşekkür

telgrafına verdiğiniz cevap görülmemiş bir şeydi. Atatürk,

Nasıl?.... dedi.

İsmet Paşa serzenişli bir sesle,

Bir bakana değil, bir başbakana çekilmiş gibi...... Bu telgraf karşısında müsaade

ediniz de başvekilliği kendisine terk edeyim....

Atatürk bir kahkaha kopardı. İşi şakaya dökerek,

Şimdi değil, ileride.... Onunda sırası gelir! Dedi (Baykal, 2004).

2. MAHATMA GANDİ’ NİN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ

Sakin ve dengeli bir liderdi.

Gandi kendi benliği ile çelişkiye düşmemiş oluyor ve haksızlık yapan kişilerle sabırla

ve barış içinde çatışmak için güç kazanıyordu. O sözleri ve düşünceleri ciddiye

alıyordu. Eğer bir ahlaksal düşünü bir kere doğru bulursa, onu kendi hayatına uygulaması

gerektiği kanısında idi. Ancak bunu yaptıktan sonradır ki, bu düşünü başkalarına

salık verebilirdi. Yalnız kendi uyguladıklarını başkalarından istiyordu.

Sağlına dikkat eden bir liderdi.

Gandi, bedensel direnme gücünü, doğaya uygun bir hayat yaşamasına ve

sağlığa uygun bir şekilde beslenmesine bağlar.

Ruhsal güce sahip bir liderdi.

Gandihi’nin topluluk eğitimi konusundaki görüşleri geleneklerden tamamen

sıyrılmıştı.

Gokhale; Gandi’de çevresindeki basit insanlardan kahramanlar ve kendini

adamışlar çıkaracak büyük bir ruhsal güc vardır.

Maddi zevkler, şöhret, yükselme gibi isteklerle hiçbir ilgisi olmayan

ve doğru bildiği yolda yürümekten başka hiçbir şey düşünmeyen

bir liderdir.

Oxfort’tan profesör Gilbert Murray, Hibbert Journal’daki şu yazısı ile anlatıyor:

maddi zevkler, şöhret, yükselme gibi isteklerle hiçbir ilgisi olmayan ve doğru

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

bildiği yolda yürümekten başka hiçbir şey düşünmeyen bir insanla çarpışırken

çok dikkatli olmak gerekir. O tehlikeli ve huzur kaçırıcı bir düşmandır; çünkü kolayca

altedilebilecek vücüdunun manevi hayatı üzerinde hiçbir etkisi yoktur

(fischer, 1971:71).

Empati yapan bir liderdi.

Gandi yedi ay boyunca, sürekli olarak, ağır bir iklimin hüküm sürdüğü ülkeyi

gezdi. Yemeğini dolu, sıcak, kirli trenlerde yedi. Kendisinden birşeyler öğrenmek

isteyen yüzbinler üstünde insan toplulukları önünde konuşmalar yaptı. Bağırışan

insanlar her yerde mahatmayı görmek istiyorlardı, onu görünce kendilerini yükselmiş

sayıyorlardı. Bir köy halkı, eğer Gandi’nin treni köylerinde durmazsa, trenin

önüne yatacaklarını bildirdi. Tren durdu ve uykusundan kaldırılan Gandi, gözüktüğü

zaman, itişen kalabalık diz çöktü, herkes ağlıyordu. Yedi aylık süresince

Gandi hep aynı yemeği yedi: Günde üç öğün süt, 3 dilim ekmek, 2 portakal, taze

yahut kuru üzüm.

Gerçekçi, harekete geçirmek için farklı metotlar kullanan bir liderdi.

Gandi gerçekçi idi. Ben pratik bir gerçekçiyim derdi. Onun gerçekçiliği kötülüğün

planlarını içine almayı değil, kötülükle mücadele etmeyi gerektiriyordu. İyiliği

harekete geçirmek için hindu-müslüman dostluğu adına bir oruca başladı.

Gandi’nin oruç tutması, insanları birleştirmek amacı güderdi. “şu anda iki topluluğu

birleştirmek için yazıp söylediklerim yararlı olmuyor.” O halde, oruç tutmalıyım.

Eğer batılı birşey bilidrmek isterse, konuşur, tartışır. Fakat doğu insanı oturur

oturur, düşüncelere dalar ve acı çeker. Gandi doğu ve batı yöntemlerini birlikte

kullanıyordu.

Yaşantısıyla örnek olan bir liderdi.

Gandi’nin sarındığı örtü, atkıları, yatak takımları, mendilleri, hep kendi dokuduğu

khadi adı verilen kumaştandı. Bunu giyen Hintlilerin sayısı hergün artıyordu.

Giyenler bu bizim özğürlük üniformamız diyorlardı.

Yardımlaşmayı teşvik eden bir liderdi.

Gandi’nin ülküsü, kalkınmış mutlu bir Hindistan görmekti. Gandi kendi hayatında

gönüllü olarak yoksulluğu seçmiş olması ve büyük varlıkları bu uğurda tepmesinden

çıkmadır. Gandi varlıklıların, bir kısım mallarını yoksullara vermelerini

öğütlüyordu.

Korkusuz bir liderdi.

Gandi korkusuzdu. Diğer özelliklerinin yanısıra en çok bu özellik, onu 20-30

yaşları arasında orta bir insan olmaktan çıkarıp olağanüstü bir insan yapmıştı.

Herkesin farklılığını kabul eden ve herkesi seven bir liderdi.

Eğitimci olma niteliğini sürdüren Gandi, insanları oldukları gibi alıyordu. Onlara

karşı duyduğu sevgi, kendini hoşgörülü yapıyordu. Kendisine çok sert kurallar

uyguluyordu. Diğer insanlara karşı ise yumuşaktı.

Güvenilir bir liderdi.

Gandi yalnız söz söylemekle kalmamış, birşeyler yapan bir çaba adamı ve

verdiği sözü ne olursa olsun yerine getiren bir önderdir.

Konuksever bir liderdi.

Gandi doğuştan demokrattı. Gandi insanları soyut olarak değil, çevresindeki

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


kadınları, erkekleri, çocukları seviyordu. Umudu tek tek kişilere ve kişilerden

oluşmuş topluluklara yardım edebilmekti. Gandi her şeyden önce konukseverliği

ile karşısındakinin direncini daha başlangıçtan kırıyordu. Gandi’nin sözünden

dönmezliği insanların onun tasarılarına uymalarını sağlıyordu.

Şakadan hoşlanan bir liderdi (fischer,1971).

Stratejik bir liderdi.

Gandi, “stratejimiz, haksız bir hükümete karşı meydan okuma kabilinden olarak,

ehemmiyetsiz bir nizama aykırı hareket etmektir,” diyor.(Jeanette,

1971:108)

Takipçileriyle omuz omuza, ekip çalışmasına yatkın ve etkileyici bir

lider.

Gandi zevkle kamp kuruyordu. Büyük kazanlarda pişen çorbayı kendi elleriyle

karıştırıyordu. Yardımcı gönüllülerle birlikte halka hela yerleri kazmasını, çöp

ve pislikleri atmalarını öğretti. Sağlık bakımı hakkındaki bu ilk derslere gösterilen

alaka ve ittat, liderleri çok memnun etmişti. (Jeanette, 1971:111)

Vizyon sahibi bir liderdi.

“Zenginlik ve ihtişamla süslenmiş asilzadeleri, sayıya gelmeyen fakirlerle kıyas

ediyorum. Ve bu asilzadelere demek istiyorum ki, siz bu mücevherlerden soyunmadıkça

ve bu serveti vatandaşlarınızın menfaatine kullanmadıkça, Hindistan kurtuluş

yüzü görmez.”(Jeanette, 1971:125)

Davasında ısrarcı ve son nefesine kadar mücadele eden bir liderdi.

Gandi yattığı yerden, gazetelere yazılar yazarak, zulme karşı şiddetsiz, sevgi ve fedakarlık

ruhu ile muhalefetin nasıl yapılabileceğini izah ediyordu (Jeanette,

1971:147).

Eğitime önem veren bir liderdi.

“Hürriyetimizi bir eğitim seferberliğiyle kazanacağız. Bu seferberlik, milyonlarca

halkımızı, satyagraha için hazır hale getirinceye kadar tesirli bir kongrenin sürekli

baskısı ve şiddetsiz mukavemetin kuvvetiyle devam edecektir.” (Jeanette,

1971:159).

Gerçek adı Mohandas Karamçhand Gandi olan Mahatma Gandi 2 Ekim

1869 yılında, Batı Hindistan'ın Kathia war yarımadasındaki Porbandar liman kasabasında

dünyaya geldi. Hindistan'ın bir eyalet hükümetinin Başbakanı,

'Devvan'ın oğluydu. Adı 'Karamçhand' olan, fakat Kaba Gandi olarak bilinen,

Başbakan, paraya ve maddiyata önem vermeyen ve bu yüzden varını yoğunu

hayır kurumlarına bağışladıktan sonra, ailesine hiç bir şey bırakmayı bile düşünmeyen

biriydi. Annesi Putlibai, dindar ve hayırsever bir hanımdı. Kendini

hastalara adamış, onların bakıcılığını yapıyordu. Gandi, 13 yaşındayken anne

ve babasının isteği üzerine evlendirildi. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra babası

öldü. Delikanlı çağında öğrenim için İngiltere'ye gönderildi ve avukat oldu. İngiltere'de

bulunduğu süre içinde özgür ve Hıristiyan yoksullarla ilişki kurdu. O zamanlar

henüz yeni bir şey sayılan 'L. Tolstoy'un şiddet ve kötülükle işbirliği yapılmaması

düşüncelerini iyice benimsedi. 1891'de öğrenimi bitmiş ve Hindistan'a

döndü (Sinha, 1972:62).

Haksızlığa boyun eğmeyen bir liderdi.

Mahatma Gandi'nin sesi çok saygılı bir sesti. Fakat haksızlığa boyun eğme-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

mek kararı korkunç ve acımasız bir biçimde gözlerinden okunuyordu. Bu sesin

öncülüğü altında, Hindistan sessiz, fakat güçlü bir başkaldırma düzenleyerek

Türkiye için İngiltere’ye karşı ayaklanıp onlarla olan işbirliğine son vermek istedi:

«Aklî dengesi yerinde olan bütün vatandaşların söyleyeceği bir tek şey

vardır; o da Türkiye' ye yapılanların çok haksızca olduğu ve bu sona erinceye

kadar da sizinle işbirliği yapmayacağımızda» (Sinha, 1972:57).

Birisi orta boylu, zayıf, göz kamaştıran gri-mavi gözlü, Çanakkale kahramanı

olarak bilinen, ünlü Türk kılıcıyle düş manla savaşıp vatanın bütünlüğünü

korumaya kararlı Mustafa Kemal Paşa'ydı. Öbürüyse, ufak tefek, siyah

gözlü, zayıf yüzlü, başında beyaz küçük takke bulunan, vücudu beyaz

kumaşla sarılı bir adamın önderliğinde, Güney Afrika Savaşı kahramanı

olarak tanınan Mahatma Gandi'ydi. O yumuşak, şiddet aleyhtarı ve sömürgecilerle

işbirliğinden sakınan davranışlarıyla kötülerin elinden adaleti almaya

kararlıydı. O'nun silahı kurşunlar ve süngüler değildi, yün ve yumak

rehberi, çıkrık ise silahıydı. Aralarındaki bütün bu farklara rağmen her ikisi

de kendi ülkelerinde aynı hedefler için savaşan iki büyük önderdiler. Amaçları,

adalet için savaşmak, toplumsal kötülükleri ve emperyalizmi önleyerek

dürüst bir ulusal yaşantıyı güvenlik altına almaktı (Sinha, 1972:58).

Alçak gönüllü bir liderdi.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hindu-Müslüman birliği lideri olarak meydana

çıkan Mahatma Gandi, hayatını ve kendini insanlığa adamış çok alçak gönüllü

bir insandı. Sonsuz sabrı ve halka duyduğu sevgisiyle daima adaletin sağlanması

için uğraşmış, halkı tehdit eden bütün kanunsuzlukları yermişti (Sinha,

1972:62).

Ayrımcılığı kabul etmiyen ve düzeltilmesi için and içen bir liderdi.

Mahatma Gandî; İslâm, Hindu ve Hıristiyan karışımı insancıl düşünceleri

benimseyerek, felsefesini genişletti. Halka, Musa Peygamber gibi yardımlarda

bulunuyor, sonunda tartışma sırasında duyguları incinse bile, yine de aralarını

bulup gönüllerini hoş etmeye çalışıyordu. Irk ayrımı sorunu iyice büyüyüp kendini

göstermeye başladığı zaman, yeni birleşmiş hükümetin halka 'İsrail tanımayan

Firavun' gibi davranışlarında, Mahatma Gandi halka önderlik yapmaya

koyuldu. Güney Afrika'nın ırk ayrımı kanunları Gandi'ye o kadar vicdan azabı

çektiriyordu ki, bu haksızlık ortadan kalkıncaya kadar orada kalmaya ant içti

(Sinha, 1972:63).

Davası uğrunda hiçbir zorluktan kaçmayan ve kazanacağına inan bir

liderdi.

1912-13 yıllarında Gandi, Güney Afrika Irk Ayırımı Kanunu'na karşı ilk

pasif direnmesine girişti. Bir yanda şiddete karşı Gandi'nin pasif uğraşıları,

öbür yanda ise Hükümet kuvvetleri, zulüm ve işkence vardı. Gandi dört kere

yakalanarak tutuklanmış, sayısız hakarete uğramıştı. Fakat yılmayan direniş

gücü ve büyüleyen yüce kişiliğiyle uğraştı ve sonunda kazandı. Böylece sertlik,

nezaketin karşı sında eğilmiş oldu. Yirmi yıllık fedakârlıktan sonra, Smuts

-Gandi anlaşmasıyle pasif uğraşı üstün gelmişti. Böylece sertliğe karşı uysallık,

direnişe karşılık vermemek ve haksızlığa karşı hak, kazanılmıştı (Sinha,

1972:65).

12

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Sorunları kanunlara göre çözen, etik kurallara uyan, sabırlı ve kararlı

bir liderdi.

Mahatma Gandi pratik bir adamdı. Öyle ki, Türkiye konusunda Hükümet'ten

bir şey isterken, bunu 'kanunî yönden çözümleyip dünyayı kendisine

güldürmemeyi başarabiliyordu. Attığı her adımın bir anlamı, manevî desteği

ve kesin bir kararı vardı. Sabırlıydı, bekleyebilirdi. Sonuca göre, ya karşı çıkar

ya da memnun olurdu. Bazı kimseler Pencap kırımını göz önünde bulundurarak,

güvenliği kutlamaktan kaçınan halk için ikinci bir bahane olarak gösterilmesini

istedikleri zaman Gandi, onlara «Pencap kırımına karşı büyük bir

üzüntü duyduğu halde bunu yine de Hilâfet ve Türk sorunuyle karıştırmak istemediklerini,

çünkü böyle bjr hareketin Türk davasını baltalayacağını,» söyledi

(Sinha, 1972:76).

Kamuoyu oluşturan ve iletişime önem veren bir liderdi.

Gandi'nin 1919 yılı boyunca bütün amacı, Müslüman kardeşleri uğruna şimdiye

kadar yapmış olduğu halkı kışkırtmalar, toplantılar, söylevler ve sessiz gösterilerle

(yani oruç, dua ve grevlerle) Hindistan Hükümeti'ne baskı yaparak, Türkiye

konusunda düşündüklerini ve bu yolda yapmak istediklerini, Hindistan Hükümeti'nin

de üstünde olan Majesteleri Londra Hükümeti'ne ve aynı zamanda

Paris'teki Barış Konferansı'na iletilmesini sağlamaktı. Bundan da anlaşılıyor ki,

Gandi toplantılar, kongreler, nutuklar ve dileklerle halkı kışkırtarak meydana gelen

tehlikeli durumu ortadan kaldırmaya çalışmıştır (Sinha, 1972:77).

Verdiği sözü tutan ve verilen sözün tutulmasını takip eden bir liderdi.

Hak ve adalet adına başlayan savaşın haksızlık ve silahsızlandırmayla sonuçlanmasını,

İtilâf Devletleri'yle Britanya' nın zorla kabul ettirdikleri antlaşmalarla

Türk ve Arap ülkelerinin zincire vurulmasını gören Gandi iyice sarsılmıştı. Hak ve

adaleti seven bir insan olarak, politika ya da din, onun için hiç bir anlam taşımıyordu.

Nitekim Gandi'nin bütün çabaları, üç büyük devlet liderinin verdikleri

resmî sözlerin yerine getirilmesini görmekti.

Sömürgeciliğe karşı ve herkesin kendi geleceğini kendisinin seçmesi

gerektiğini düşünen (Derokratik) bir liderdi.

Gandi'nin düşündüğü ve üzerinde durduğu başka bir konu da, kendi geleceğini

seçme yöntemiydi. Aslında Gandi, doğru ve etraflıca düşünen, adalet sahibi

bir kişiydi ve Hindistan için özerklik sağlamak çabasındaydı. Ne Arapları ne de

başka bir devleti kendi kendisini yönetmek isteğinden yoksun bırakmak istemiyordu.

Her ulus, sömürünün pençesinden kurtulup kendi özgürlüğüne kavuşmalıydı

(Sinha, 1972:89).

Fedakar, vefalı ve korkusuz bir liderdi.

Gandi, halk önünde şöyle bir konuşma yaptı:

«Bu çekişme belki uzun sürecek, acı ve şiddetli olacak, fakat şunu iyi bilin ki

yapılan her fedakârlık, bu uğraşı için çok değerlidir.»

Aynı zamanda, Türkiye'ye adalet tanınması konusunda fedakârlıklar isteyen

düşüncelerini şu biçimde açıkladı :

«Kayıtsızca adaleti çiğneyip 70 milyon Müslüman kardeşimin din duygularını

yaralayan kimselerin tatlı sözleri yerine, tutuklanmayı tercih ederim.»

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 13


MAKALELER

Doğru sözlü ve gerçekçi bir liderdi.

Gandi'nin çağdaşı ve hareketin görgü tanığı olan Müslüman bir yazar, gördükleri

karşısında şaşkınlığını şu kelimelerle belirtiyor: «Mahatma Gandi' ye karşı

olan bütün saygıma rağmen, bir grup Müslümanın onun önünde sanki peygambermiş

gibi eğidiklerini gördükçe sınırsız bir şaşkınlığa düşüyorum, çünkü biz

Müslümanlar için kutsal Peygamber Hz. Muhammet'ten sonra her hangi bir kimseyi

peygamber kabul etmek günahtır.» Gerçekte bu, Mahatma Gandi'nin alçak

gönüllülüğüne, doğru sözlülüğüne ve gerçekçiliğine saygı duymaktan başka bir

şey değildi (Sinha, 1972:132).

Öfkesini bastıran, ölümü herzaman karşılamaya hazır ve politik mücadele

yapan bir liderdi.

1922 yılı Gandi'nin: «Halkımız hapiste yatmaya hazır olmadıkça ve biz ölümü

karşılamaya, öfkemizi bastırmayı beceremedikçe Pencap ve Türkiye'deki sorunlar

çözümlenemez.» diyen çağrısı üzerine, tam bir politik mücadeleyle başladı

(Sinha, 1972:133).

Pasif direnmenin gücüne inanan ve genel uygulama öncesi test yapabilen

bir liderdi.

Gandi'yi şiddete baş vurmaktan alıkoyan başka bir neden de, pasif direnmenin

gücüne olan sarsılmaz inancıydı. Her şeye rağmen Gandi, ortamın artık hataların

derhal düzeltilmesi için, köklü bir silah olan 'Şiddetsiz İtaatsizliğe' hazır, olgun

bir duruma geldiği kanısındaydı. Bombay Eyaleti'nde 87.000 nüfuslu

Bordoli ilçesini, bütün Hindistan'ı kapsayacak olan bir kamparyanın ilk deneme

bölgesi olarak seçti (Sinha, 1972:134).

Büyük bir ilke adamıydı ve ilkelerine son derece bağlı bir liderdi.

Gandi, büyük bir ilke adamıydı ve ilkelerine son derece bağlıydı. Hareketine,

'Şiddete Baş Vurmama' adı altında başlamış ve halkı buna inandırmıştı. Şimdi hareket

şiddete dönüşünce, ilkesine karşı olduğu için, olayları hoşgörmesi imkânsızdı.

Kendisi de itiraf ediyordu: «Kendi ilkelerimizi reddetmekle suçlanmak ya da Tanrı'ya

karşı günah işlemektense korkaklıkla suçlanalım daha iyi.» (Sinha, 1972:136)

Şiddet hareketlerine, ülkesinin bağımsızlığını feda edecek derecede

karşı bir liderdi.

Herkes şunu anlamıştı ki, Gandi, özellikle Asya' da, genel olarak da dünyadaki

öbür devlet adamlarından farklı olarak, gerekirse, bir tek şiddet hareketine başvurmaktan

kaçınacak ve ülkesinin bağımsızlık umudunu feda etmeyi göze alacak

yaradılışta bir insandı.

Gandi bundan başka: «Kaba kuvvetin kırmızı şarabı ve zayıf ırkların yağmasıyla

beslenen hiç bir İmparatorluk şimdiye kadar, umduğu kadar uzun yaşayamamıştır;

dünyadaki fiziksel yönden zayıf ırkların düzenli sömürüsüne ve açıkça

kaba kuvvete sırtını dayamış bulunan İngiliz İmparatorluğu da eğer evrene hükmeden

âdil bir Tanrı varsa yaşaya- mayacaktır (Sinha, 1972:137).

Herkesin içtenlikle saygı duyduğu bir liderdi.

Mahatma Gandi, yargılama salonuna girdiğinde bütün salon kendiliğinden

ve içten gelen bir saygıyla ayağa kalktı. Bu narin, sakin ve halim selim görünüşlü

adam, dar elbiseleri içerisinde herkeste büyük bir saygı uyandırmaktaydı

(Sinha, 1972:140).

14

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Harekete geçiren ve etkileyici bir liderdi.

Aradan iki yıl bile geçmeden, bu yarı çıplak, çıplak ayaklı silahsız ihtilâlci büyük

ölçüde bir ayaklanma yarlatabilmiş, dört yüz milyonluk bir ulusu uykusundan

uyandırmış ve onların gönüllerindeki ateşi alevlendirerek haksızlığa uğramış

bir ülkeye manevî destek olmuştu. Gerçeği söylemek gerekirse, şayet Gazi Mustafa

Kemal Paşa, Türk İstiklâl Savaşı'nın kılıcı ise, Mahatma Gandi de, manevî desteklerinden

biriydi (Sinha, 1972:184).

Değişimci, dönüşümcü ve girişimci bir liderdi.

Mustafa Kemal gibi Gandi'nin de, memleketinde yapılması gereken bir toplumsal

yenileşme ve yenileştirme arzularını şu sözleri ispatlar: «Ben Hindistan'ı

sadece İngiliz boyunduruğundan kurtarmak değil, memleketimi her türlü boyunduruktan

kurtarmak istiyorum.» «Yapılması gereken yenileştirmeler dıştan çok,

memleketin içinde yapılmalıdır.» «Memleketimizdeki toplumsal kötülüklerin bağımsızlığa

doğru attığımız adımlarımızı engellediğinin ne kadar eriken farkına varılırsa,

istediğimiz amaca o kadar çabuk yetişiriz.» «Toplumsal reformları ertelemek

için, bağımsızlığa erişmeyi beklemek, bağımsızlığın anlamını bilmemekten

dolayıdır.»

Bu yüzden, bağımsızlık tasarılarının yanı sıra, girişimlerine hız veren güç, toplumların

eğitiminde kendini göstermiş ve onu ayakta tutmuştur (Sinha,

1972:247).

Glasgovv Herald'da T. Z. Hodgend, şöyle yazıyordu: «O, (Gandi) Hindistan

hareketinin, Doğu'yla Batı eşitliğini sağlama çabalarının ruhu ve aynı zamanda

gününün en güçlü, fakat en şaşırtıcı kişiliğine sahip insandır.»

O, Mustafa Kemal'in reformlarını büyük bir ilgiyle sessiz bir seyirci olarak yıllarca

izledi ve sonra belki de Fransız filozofu Voltaire gibi haykırdı: «Sizinle aynı

düşüncede olmayabilirim, fakat ben ölünceye kadar sizin bunları söyleme hakkınızı

savunacağım.» (Sinha, 1972:260)

3. ADOLF HİTLER’İN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ

Adolf Hitler, 20 Nisan 1889 yılında Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında

doğdu. İlk tahsilini doğduğu kasabada gördü. Orta tahsilini Linz şehrinin

realschulesinde yaptı. On üç yaşında babasını, on altı yaşında annesini kaybetti.

Orta öğrenimini bitirince ressam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi

sınavına girdi ancak başarısız oldu. Alman Tarih derslerinde Akademideki Profesörlerin

Yahudi olduğu, ve Yahudilere Karşi ilk kinin burada oluştuğu anlatılır.

Bir başka resmi tez ise Hitlerin annesinin ölüm anında gelen doktor bir

yahudiydi. Adolf Hitler annesinin ölümünü kabullenemeyip, bu yahudi doktoru

sorumlu tuttu. 1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca

Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra

Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi

Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın

adını NSDAP (Nationalsozialistische deutsche Arbeiterpartei/ Nasyonal Sosyalist

Alman İşçi partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına argoda

"Nazi" isim verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını

verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi

Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 15


MAKALELER

Alman kanını taşıyanlara hasredilmesin lazım geleceği programın esaslı maddelerindendi.

Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından

birini teşkil eder. Völkische Beobachter adlı Gazeteyi yandaşları çıkarıyordu.

Josef Göbels bu Gazetenin tamamen partibülteni halini almasını sağladı.

Gazetede fırkasının fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.

1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat

başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman

içinde "Mein Kampf" (Mücadelem) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Aynı zamanda

fırkanın yeni teşebbüslerini hazırladı. 1924 ve 1929 yıllar arasında

partisi başarısız kaldı. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden beri daha fazla oy

kazanabildi. 1930 seçimlerinde yüzde 18 oylar ile SPD'den sonra ikinci büyük

parti oldu. Hitlerin oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden

daha fazla kırsal bölgeler ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta

ve üst kesimden geldi.

Seçimle işbaşına gelen Adolf Hitler kısa zamanda anayasa değişikliği hakkını

elde etti. Hemen ardından diğer Partileri yasakladı. Almanya'da aşırı çoğalan

işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası açtı. Bunların en bariz örneği otobanlardır.

Görünümde halkın hizmetine Otoban inşaa ettirdi, yıllar sonra anlaşıldı

ki, bu yollar tanklar için hazırlanmış. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına

aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli

etken oldu. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler Savaşın

bitimine günler kala kendini vurdurarak intihar etti (1945)

İnsanlık tarihinde, siyasi hiçbir lidere Adolf Hitler'e tapıldığı gibi tapılmamıştı;

Hitleri izleyen kitlelerin sayısı, neredeyse diğer liderlerin tümünü izleyenlerden

fazlaydı; üstelik hemen hepsi seviyordu ve hayrandı.

Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi ya da

neydi? Oniki yıl onun basın sözcülüğünü yapan Otto Dietrich "Çılgınca milliyetçi

düşünceleri olan şeytani bir adamdı..." diyordu.

Hitler ve yandaşları korkuyorlardı; karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı.

Son anda bile; Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300.000 Alman

vardı ve Hitler çılgınca emirler verdi; "Metroyu sular altında bırakın, herkes

ölsün, bu bir büyü ayinidir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza

koşacaktır." Gerçekten çıldırmış mıydı? Yoksa öğretiyi mi uyguluyordu?

1923'e geri dönelim

Aydınlardan uzak olun, onlar bugün sizi bir konuda desteklerken, yarın tersini

yaparlar. Ama kitle oluştuğu zaman, söylediğiniz her şey kalıcı olan hipnotik bir

etkidir, önemli olan irademi kabul ettirmem" dir; bu psiko-biyolojik bir olaydır;

yabancı fikirler rakiplerinin elektrik alanına yerleşirler ve hastalık belirtileri başlar.

Artık önemli olan, direnişi kırmaktır; işte o zaman zehirlenmenin yarattığı yıkımı

artırmak en iyi yöntemdir. Buna manevi zehirlenme diyebilirsiniz... "Danzig Krizi

konuşmasından...

"Allah beni, insanlığın kurtarıcısı olarak seçti."

"Bilim, toplumsal bir olaydır ve bütün toplumsal olaylar gibi, kitleye getirdiği

kar ve zarardan başka bir meşru sınıra sahip değildir... Şansıma teşekkür ediyorum

ki, beni bilimsel eğitimden korudu. Bu sayede, bazı ilkel inançlardan uzak

16

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


kalabildim. Her şeyi anıtsal bir tarafsızlık ve buzdan bir ruhla yargılıyorum... Allah,

beni insanlığın kurtarıcısı olarak tayin etti." Bir yemek konuşmasından...

"Evrensel Yöneticiler Tarikatı"

"Bireysel vicdani ve sorumluluğu öne alan Hıristiyan doktrinine karşı, bireyin

hiçliğini ve onun milletin göze görünen ölmezliği içinde kalıcılığını kabul eden

kurtarıcılık doktrinini koyuyorum. insanların, bir kurtarıcının açısı ve ölümüyle satın

alınıp kurtarılması inancını kaldırıyor ve onun yerine yeteneklerin kalıcılığı

inancını öneriyorum... Merhametin tek bir tedavisi vardır; o da hastayı ölmeye

bırakmak. Kutsal Kadehin "Graal" bahsettiği ölümsüzlük, yalnız soylu ve asil kanlı

insanlar içindir... Artık milletlerin rekabeti değil, ırkların mücadelesi geçerlidir...

Yahudilerin Allah'ı mevcut olmayacaktır, zor zamanlar geçirecegiz ve engelleri

bizzat ben ortaya çıkaracağım. Sadece en sert ve erkek ırk kalıcı olacaktır ve

dünya yeni bir çehre alacaktır. Bir gün, İngiltere, Fransa ve Amerika'nın yeni liderleriyle

anlaşabileceğiz ama bunlar öncelikle katılmak suretiyle sistemimizi tamamlamalıdırlar.

O zaman Nasyonalizm'den büyük bir şey kalmayacaktır. Çesitli

diller konuşan ama tümü aynı kökten gelen, tümü evrensel yöneticiler tarikatının

üyesi olan güçlü insanlar arasında anlaşma olacaktır."

Siyasi bir sohbetten...

Hitlerin hayatı, kendi başına çelişkilerle dolu. Bunlardan biri kendini oldu bitti

Yahudi düşmanı olarak göstermesine rağmen, Yahudi olan Eva Braun ile uzun

süre beraber yaşadı. Kendini 1. Numaralı Kominist düşmanı ilan etmesine rağmen

o zamanın Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Josef Stalin ile karşılıklı "Saldırmazlık

Paktı"imzaladı.

Kendini bir Piyon gibi değerlendiren Krupp, Deutsche Bank , Thyssen emperyalist

şirketlere, seçimi kazanana kadar göz kırpmış, Şansölye olduğu ilk gün

kürsü de "Beni buradan hiç kimse sağ olarak indiremeyecektir" demiştir

(http://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler).

Etkileyici konuşan bir liderdir.

Toplum büyülenerek sürü haline getirilmiştir. Beyaz Saray Psikiyatrı Prof.

Vamık D. Volkan'dan şu satırlarla başlayayım: "O konuştukça Tanrı'nın pelerini

hışırdıyormuşçasına bir etki oluşturuyordu..." Bu satırlar, "Hitler'in sesindeki gücü

tanımlamak için" Alman basınında yer almış. Alman halkının bilinçaltına, Hitler

ile Tanrı arasında ilişki mesajı veriliyordu böylece...

Simgeler kullanan bir liderdir. Berlin'deki her büyük sanat mağazası

vitrininde "Hitler'in başında hareyle çevrelenen portresi" yer alıyordu. Sadece

İsa'nın ve diğer Azizlerin başları üzerinde görülen bu hare, fotoğraflarda

Hitler'in de başını Tanrı'nın kutsadığı taç gibi süslemekteydi. Hitler de "on

emir"in projeksiyonunu kendi dönemine taşıyan kişisel imajlarla yansıtıyordu

topluma.

Kutsanan bir liderdir. Örneğin, Eylül 1937'de yapılan Nürnberg Rallisi'nde

Hitler'in fotoğrafının altında Yuhanna

İncili'nin başlangıç dizesi yazıyordu: "Önce söz vardı..." Konuşmaları böylece

kutsanmış oluyordu.

Keyfi hareket eden bir liderdir.

Altıncı emir ise şöyle saptırılmıştı: "Öldürmeyeceksin, fakat çöreğin bozuk par-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 17


MAKALELER

çası olan Yahudileri, eşcinselleri, çingeneleri ve fiziksel ya da zihinsel yetersizliği

olanları öldürmelisin."

Etrafındaki arkadaşları tarafından yüceltilen bir liderdir.

Başını Tanrı'nın kutsadığı hare süslemeden önce "Führer" miti nasıl yaratılmıştı?

Üç örnek.... Propaganda nazırı Göbbels, "Hitler hakkında espri yapılmasını"

yasaklamıştı. Hitler'in bir sanatçı olmaya çalıştığı günlerde yaptığı yağlıboya

resimler ve suluboya çalışmalar toplatılmıştı.

Göbbels'in başında bulunduğu propaganda grubundan izin alınmaksızın

Hitler'in yazmış olduğu "KAVGAM" kitabından alıntı yapılması yasaklanmıştı.

Amaç, Hitler'in nükte yoluyla, resimlerine sanatsal yaklaşımla, kitabına ebedi

ve bilimsel bakışla "eleştiri" yapılmasını önlemekti. Tanrı katında olan Hitler eleştirilmezdi.

Hitler cam fanus içinde bir yalnız kral haline getirilmişti. Fanus içindeki Führer

imgesi iyiliksever bir tanrı, çocukların ve hayvanların dostu, vejetaryen, doğa âşığı,

lekesiz ve temiz kutsal varlıktı.

Kendisi gibi liderler yetiştiren bir liderdi. Açık değildi ve iletişim

engellerini ortadan kaldırmayan bir liderdir.

Cam fanus içindeki "yalnız kral"a kimse yaklaşmamalıydı.

Cam fanusun dokularını Hitler'in en yakın yandaşları oluşturmuştu. Hitler'e

yaklaşmak isteyen onlara çarpardı. Onlar da Hitler'i taklit ederek kendilerini "küçük

tanrılar" haline getirmişlerdi. Hitler'in özsaygılarını sürdürmek için onu gözleriyle,

yürekleriyle ve özleriyle alkışlıyorlardı. Liderin özbenliğinin güvende olduğu

ve sarsılmayacağı inancının orunmasına sürekli yardımcı oldular. Bu özsaygı ve

özgüven hiç kırılmamalıydı (www.milliyet.com /2005/11/02/yazar/ civaoglu.html).

Kadınlara değer veren, onları etkileyen ve kendi amaçları

doğruldusunda

kullanmayı çok iyi bilen bir liderdir.

Adolf Hitler'in kadınları cezbeden ve zaman zaman büyük mitinglerde kitle

histerisine yol açan bir gücü vardı. Toplumun kalburüstü tabakasına mensup kadınlar,

hayranlık duydukları Hitler'e iktidara giden yolu açtılar (Nazi Kadınları

Anna Maria Sigmund Doğan Kitapçılık / Dünya Tartışıyor Dizisi ).

İnsan hayatını ancak inandığı şeylerin uğruna feda edebilir.

Bir milletin kendi kendini idare etmesinden daha yüksek bir hükümet şekli

düşünülebilir mi?

Tutucu ve ideolojik bir liderdir.

Alman olduğunu unutma. Alman kız çocuğu bir gün gelecek bir Alman annesi

olacaksın, daima bunu düşün.

Gençlik, mücadeleyi kendisi devam ettirecektir. Ecnebi şarkıları söylemekten

imtina edecektir. Gençlik Alman şan ve şerefinden uzaklaştırılmaya ne kadar uğraşılırsa

o, bu adi mücadeleye daima karşı koyacaktır Kendi harçlıklarından arttırarak,

harb hazinesi biriktirecektir.] Yabancı öğretmenlere karşı daima uyanık bulunacaktır.

Milletinin geçmişten ders çıkarması için tarih şuurunu önemseyen

bir liderdir.

Mekteplerde tarih dersi çok zaman lâyıkı ile tedris edilmez. Tarih dersinin

18

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


maksadını, öğretmenler yalnızca tarihleri ve hâdiseleri öğretmekten ibaret olduğunu

zannetmektedirler. Bir talebe için bir harbin başlama ve bitiş tarihlerini bilmek

ehemmiyetli değildir. Tarih okumak, tarihî hâdiseleri doğuran ve icap ettiren

şeyleri öğrenmek ve araştırmaktır. Esas hüner şuradadır: Esaslı olanı saklamak,

teferruatı ise unutmak (Hitler, 1972:18).

Kendisiyle hesaplaşmasını bilen bir liderdir.

Sonu gelmeyen yokluk ve ihtiyaçlar beni avucunun içine aldı ve bazı kere

beni parçalamaya yeltendi. İşte iradem böyle günlerin çetin mücadelesi ile gelişti

ve sonunda ben galip çıktım. Bu günler irademi sertleştirdi ve bana sert olma

kabiliyetini kazandırdı. Bu bakımda bu devreye minnettar kaldım. Bu devre beni

sertleştirdi. Rüyadan uyandırdı. Zaruret dünyasının içine attı.

Vizyon sahibi bir liderdir.

ALMAN milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz

herhangi bir fikir beslemediğim iki şeyi gördüm: MARKSÇILIK ve YAHUDİLİK .

Yaratıcı düşünebilen bir liderdir.

Bugün kat'i şekilde şuna inandım ki, bir insanda yaratıcı düşüncelerin en

büyük kısmı umumiyetle gençlik çağlarında kendini gösterebiliyor (Hitler,

1972:22).

Basının gücünü bilen bir liderdir.

Basın, basit ve ciddiyetten uzak bir hadiseyi ehemmiyetli bir devlet meselesi

haline getirmeyi, birkaç gün içinde kolaylıkla beceriyordu. Aynı zamanda basın,

mühim bir meseleyi milletin hafızasından silecek şekilde yaptığı neşriyatta da

muvaffak oluyordu (Hitler, 1972:86).

İnsan haklarına inanan bir liderdir.

Eğer bir millet insan hakları için giriştiği mücadelede mağlup çıkmışsa, talih

terazisi meseleyi tartmış ve o milletin bu ölümlü dünyada hayat saadetine bir

hakkı olmadığı hükmüne varmıştır. Bu dünya, bu düzen, korkak ve yüreksiz milletler

için kurulmamıştır (Hitler, 1972:98).

Tabandan gelen insanların sebatlı, feragata sahip ve işi çözebileceğine

inana bir liderdir.

Sebatlı çalışmalar, başarı tacını giyinceye kadar gösterilen büyük feragatlar

sayesinde savunulan davaya yeni şampiyonlar getirir. Fakat bunun için büyük

toplulukların içinden halk çocuklarını almak gerekir. Sadece onlar bu mücadelenin

kanlı neticesine kadar dövüşmek için azim ve sebata sahiptirler (Hitler,

1972:104).

Farklı bir adalet anlayışı olan bir liderdir.

Bir milletin diğer bir millete nisbetle elli misli fazla bir toprağa sahip olması Allah’ın

iradesine uygun düşmez (Hitler, 1972:139).

İdealleri uğrunda hayatını feda edebilecek bir liderdir.

İnsan hiçbir zaman iktisiyat uğrunda feda edilmez. İnsan, bir iş için değil, bir

ideal için hayatını feda eder (Hitler, 1972:153).

Şeref ve namusun önemini bilen ve esareti kabul etmeyen bir liderdir.

Şeref ve namustan mahrum milletler umumiyetle er geç hürriyet ve istiklallerini

kaybederler. İnsanın hayatında en çirkin şey esaret zinciridir (Hitler,

1972:179).

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 19


MAKALELER

Propagandanın önemini bilen bir liderdir.

Propagandanın maksadı, tek tek ve ilmi surette fertlerin malumat sahibi kılmak

değildir. Vazifesi, kütlelerin dikkatini muayyen hadiseler, zaruret ve icabet

üzerine çekmektir(Hitler, 1972:181).

Milletinin geleceğini, geçici menfaatlere tercih eden bir liderdir.

İşte daima budalalıkla akraba durumunda olan gurur ve kendisini büyük

görmeden dolayı siyasetçilerin çoğu, büyük halk topluluklarının o andaki geçici

sevgilerini kazanmak veya kaybetmemek için geleceğin büyük planlarını bir kenara

iterler (Hitler, 1972:214).

Toplum için terbiyenin gereğine inanan bir liderdir.

Hükümet hiçbir kuvvetin durduramadığı bir azim ve kararla bu terbiye vasıtasını

avucunun içine almalı ve onu devlet ile milletin hizmetinde bulundurmalıdır.

Fuhşu kaldırmak isteyen önce fuhşa sebep olan ahlaki bozuklukları bertaraf etmelidir

(Hitler, 1972:246).

Sanatın insanlığın yararına kullanılmasını isteyen bir liderdir.

Tiyatro, sinema, edebiyat, güzel sanatların diğer kolları, basın duvar ilanları,

sergiler medeniyetin ve devletin prensibi olan ahlaki bir fikrin hizmetine verilmelidir

(Hitler, 1972:260).

Mücadeleci bir liderdir.

Herşeyin mücadeleden ibaret olduğu bu dünyada, mükafatı biz kendi samimiyetimizden

ibaret olan bir mücadele eder kuvvet bulunmazsa, yaşama hakkımızı

da kaybetmişiz demektir (Hitler, 1972:264).

Değişim ve dönüşümcü bir liderdir.

İnkilapların ruhu ve gayesi bu binayı yıkmak değil, kötü olanı veya kötü yapılmış

şeyi ortadan kaldırmak, var olan şeyin yanında yeniden ortaya sağlam ve

daha fazla birşey koymaktan ibarettir (Hitler, 1972:268).

Irkçı bir liderdir.

Tabiat zayıf kimselerin kuvvetlilerle çiftleşmesini istemez, yüksek bir ırkın, basit

bir ırkla karışmasını kabul etmez. Çünkü binlerce asırdan beri tabiatın beşeriyeti

yüceltmek için takip ettiği gaye bir anda boş bir iş haline sokulmuş olur (Hitler,

1972:295).

Lider veya deha’nın doğuştan kazanılan bir özellik olduğuna inanan

bir liderdir.

Hakiki deha fıtrıdir. Hiçbir zaman terbiye veyahut tahsilin neticesi değildir

(Hitler, 1972:304).

Teşkilatı meydana getirmek için ilk şart, o teşkilat unsurunun başına icap

eden kabiliyetli kimseyi getirmektir.

Liderlikte karar verme, istidat ve liyakatın önemini vurgulayan bir

liderdir.

Şef olmak için yalnız irade sahibi olmak kafi değildir. İstadat ve liyakate de ihtiyaç

vardır. En iyi şef iktidar ve kabiliyeti, karar verme ruhunu ve icrada sebat ve

ısrarı bir araya toplayan kimsedir (Hitler, 1972:370).

Sağlıklı olmanın önemini bilen bir liderdir.

Daima, sağlam ve enerjik bir düşünme gücü, ancak sağlam ve kuvvetli bir

vücutta bulunur (Hitler, 1972:414).

20

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Otoriter bir liderdir.

Ekseriyet tarafından karar verme yoktur. Yalnız, mesul şefler vardır. İstişare kelimesi

iptidai manasına dönmelidir. Herkesin yanında müşavirler bulunabilir. Fakat

nihai ve kat’i kararlar bir kişinindir. Yalnız bir adam otorite emir ve iktidar hakkı ile

birlikte milletine karşı mesuliyeti omuzlarına alacaktır. Bu, böyle olacaktır.

Kalıcı çözümler üretebilen ve sosyal analizler yapan bir liderdir.

Zorlama ancak zorlama ile, tedhiş, ancak tedhiş ile yok edilebilir. İşte ancak o

zaman yeni bir rejim kurmak mümkün olur.

Siyasi partiler “karşılıklı menfaatler” ile anlaşmaya meyyaldirler. Felsefi doktrinler

ise anlaşamazlar. Hatta siyasi partiler muarızlarıyla da anlaşmaya varırlar

(Hitler, 1972:462).

Yönetimde performans ve kariyerin önemine inanan bir liderdir.

Bir teşkilat, mahiyeti itibariyle, ancak zeki ve yüksek amirlerin, emirleri ve idareleri

ile payidar olabilir (Hitler, 1972:472).

Onurlu bir liderdir.

Bizim hareketimiz toplulukların uşağı değil, efendisi olmalıydı (Hitler,

1972:483).

Vizyon sahibi bir liderdir.

Bir alemi ihyabetmek kalkındırmak isteyen hareket, hale değil, geleceğe hizmet

etmelidir. Tarihte en büyük ve devamlı olan başarılar umumiyetle başlangıçlarında

anlaşılmamış olan hareketlerdir (Hitler, 1972:485).

Düşüncelerini uygulamaya koyan ve girişimci bir liderdir.

Kısa bir zaman evvel hiçlikten sivrilip çıkmış olan ve bugün milletimizin bütün

iç ve dış düşmanları ve muarızları tarafından zulum ve tazyik altında tutulmaya

layık görülen genç hareketimizin hayret verici gelişmesi bu fikir anlayışımızdan ve

onu tatbik edişimizden ileri gelmektedir (Hitler, 1972:499).

Rakiplerinin durumunu gözleyen bir liderdir.

Toplantılarımızda sarfedilen sözler fikir ve kanaatler, mevzu ve şekil itibariyle

rakiplerimizin mukabelesini davet edecek mahiyette idiler.

Korkusuz bir liderdir.

Bizler çoğu zaman tavşan postuna girmiş bu ahmak burjuvaların paniğe kapılışlarına

kahkahalarla gülüyorduk (Hitler, 1972:504-505).

Cebir ve şiddet yanlısı bir liderdir.

Aklın bittiği yerde, son karar cebir ve şiddete aittir. En iyi müdafaa silahı ise,

hücuma geçmektir.

Davası uğrunda hayatını feda etmeyi göze alan bir liderdir.

Ben, ferdi hayatı feda ederek, her zaman ve her yerde, bütün bir milletin hayatını

korumak için canlı bir şuurun idrak ettiği bir askerlik hizmetinden bahsediyordum

(Hitler, 1972:516).

Mücadelesinde gençleri inandıran ve onları arkasına alan bir liderdir.

Sözlerimi bitirdiğim vakit, bu delikanlılar bana, mutantan çok daha keskin çok

daha gür bir şekilde üç defa “heil” diye bağırarak cevap verdiler(Hitler,

1972:533).

Birlik ve beraberlik ruhunun başarıdaki rolünü bilen bir liderdir.

Pek açıktır ki, çeşitli yollar üzerinde dağılan bu kuvvetler, tek bir kuvvet halin-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 21


MAKALELER

de bir noktada birleşecek olursa başarı ihtimali çok daha çabuk ve muhakkaktır.

Fakat buğüne kadar yapılan iş böyle olmamıştır(Hitler, 1972:540).

Cesaret sahibi bir liderdir.

Kaçanın başına korktuğu şey muhakkak gelecektir. Cephede ölmek ihtimal

dahilindedir. Fakat, kaçarken ölmek muhakkaktır(Hitler, 1972:556).

Topluma itaat etmenin gerekliliğine inanan bir liderdir.

Nasyonal- Sosyalist düşünceye göre mühimsenecek ve dikkate alınacak nokta,

zayıf amirlere itaat değil, topluluğa karşı itaat etmektir. Böyle bir anda, vazife

milletin huzurundaki şahsi mesuliyetten ibarettir (Hitler, 1972:561).

Kanunlara önem veren bir liderdir.

Fakat bizim bu teşkilatımız hiçbir zaman gizli bir cemiyet olmayacaktır. Çünkü

gizli cemiyetlerin maksatları, gayri kanuni olabilir (Hitler, 1972:573).

Haksızlıklara tahammül edemeyen bir liderdir.

Hükümetin en yüksek makamlarında, koskoca bir imparatorluğu satmış, iki

milyon ölünün bir işe yaramayan fedakarlıklarının günahını üzerine almış milyonlarca

harp malülünün mesuliyetlerini omuzlarına yüklenmiş, tam bir ruh

sukuneti ve istirahati içinde cumhuriyetçi işlerini görmekle meşgul bir takım adi

köpekler dururken, bir topun yerini düşmana haber vermiş bulunan bir kimseyi

kurşuna dizmek mantıksızlıktır. Bir devlette, hükümetin, büyük hainleri masum

olarak ilan etmesi ve küçük hainlere ceza vermesi mantıksızlıktan başka birşey

değildir.

Sporun gerekliliğine inanan bir liderdi.

Teşkilatın üyeleri fiziki gelişmelerini askeri terbiye ile değil spor tatbikatı ile elde

etmeliydiler. Boks ve jiujitsu bana göre bir top atışı taliminden çok daha faydalıdır

(Hitler, 1972:576).

Dini siyasete alet etmeyen bir liderdir.

Ben buğün dahi, ırkçı harekete dini kavgaları karıştırmaya yeltenen kimseleri,

herhengi bir komünisten daha çok milletimizin düşmanı kabul ederim ve bu fikrimi

söylemekte tereddüt göstermem (Hitler, 1972:594).

Katı bir liderdir.

Nasyonal Sosyalist fikirlerin zaferlerin ne kadar büyük olursa, bahşedeceği

ferdi hürriyet de o kadar büyük olacaktır.

Örgütlenmenin önemini bilen bir liderdir.

Bir teşkilat mevcudiyetini organik bir hayata ve organik bir gelişmeye borçludur.

Teşkilatçı herşeyden önce bir psikolog olmalıdır. Teşkilatçı insanı olduğu gibi

kabul etmelidir. Teşkilatçı insanı bilmek mecburiyetindedir (Hitler, 1972:610-611).

Propaganda ve kamuoyu oluşturmanın gerekliliğine inana bir liderdi.

Propaganda ne kadar şiddetli olursa, teşkilatta o kadar süratle büyür. Diğer

taraftan, Propagandaların arkasında bulunan teşkilat ne kadar kuvvetli olursa,

Propaganda da o kadar iyi ve rahat çalışır (Hitler, 1972:615).

Çalışanına sahip çıkan bir liderdir.

Nazi işçisi milli iktisadi refahın, kendi maddi saadetinin teminatı manasına

geldiğini anlamalıdır(Hitler, 1972:632).

Stratejik bir liderdir.

Dış siyasete öyle bir yön verilmelidir ki millet kahramanlığı yüzünden perişan

22

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


ir duruma sürüklenmemelidir. Sözün kısası dış siyaset milletin bekasını sağlama

yönünde yapılacak çalışmalardan ibaret olmalıdır (Hitler, 1972:646).

Rasyonel bir liderdir.

Akıl rehberimiz, irade kuvvetimiz olsun! Hareket ve davranışlarımızı emreden

mukaddes vazife bize sebat ve devamlılık versin. İmanımız bizim için bir koruyucu

ve en yüksek hakim olarak kalsın (Hitler, 1972:657).

Başkalarına yaşama hakkı tanımayan bir liderdir.

Almanya ya bir dünya devleti olacaktır, ya da ortadan kalkacaktır (Hitler,

1972:670).

Fedakar bir liderdir.

Milletler, haylazlıklarla değil fedakarlıklarla kurtarılır (Hitler, 1972:695).

Geleneklere bağlılığı savunan bir liderdir.

Irkların tecavüze uğradığı bir devirde, kendini meydana getiren en iyi unsurlarını

muhafaza altına alan ve bunları en büyük bir kıskançlıkla muhafaza eden bir

devlet er geç dünyanın efendisi olur (Hitler, 1972:701).

4. FATİH SULTAN MEHMET’İN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ

Fatih’in Hayatı

Fatih Sultan Mehmet 30 Mart 1432 yılında Pazar günü seher vakti Edirne’de

dünyaya gelmiştir. Annesi ise Kastamonu-Sinop beyi İsfandiyaroğlu İbrahim

Bey’in kızı Hatice Halime Hüma Hatun olarak bilinmektedir. Fatih’i dünyaya getirdiğinde

15 yaşında genç bir bayan idi. Fatih’in son saltanatını görmeden 1449

yılında vefat etmiş Muradiye Camii’nin doğusunda Hatuniye Türbesi’ne defnedilmiştir

(Kuşat, 2003:136). Şehzade Mehmet doğduktan sonra bakımını Daya

Hatun adlı bir dadı yapmıştır (Kuşat, 2003:136). Ayrıca, Fatih’in saygısından dolayı

Validem diye hitap ettigi II. Murat’ın Sırp kralı George Brankoviç’in kızı olan

Mara Hatun’un da Fatih üzerinde birtakım etkiler bıraktıgı tahmin edilmekle birlikte

bunlar da bilinmemektedir. Fatih 3 Mayıs 1481 yılında Perşembe günü çok

genç denebilecek 50 yaşında bir sefere giderken Gebze yakınlarında

Hünkarçayırı (Tekirçayırı) denilen yerde ölmüştür. İstanbul’da adına yaptırdığı

caminin bahçesine defnedilmiş, sonra üzerine türbe yapılmıştır. Fatih’in Nikris

hastalığından öldüğü söylense de, ne şekilde hangi hastalıktan öldüğü kesin olarak

bilinmediğinden özel doktoru olan Yakup Paşa tarafından zehirlenerek öldürüldüğü

iddiaları da mevcuttur (Kızıltoprak, 2003:210-211)

Çocukluğunda öğrenmekten çok harp sanatına ilgi duyan bir liderdir.

Fatih çocukluğunda oldukça hareketli ve ele avuca sığmayan bir kişiliğe sahip

idi. Ilk önceleri okumak ve öğrenmekten çok, harp sanatına ilgi duymuş hocalarının

öğrenme konusundaki sözlerini dinlememiştir. Bunun üzerine II. Murat Fatih’in

hocalığına biraz daha sert yapılı olan Molla Gürani’yi atamıştır. Daha ilk

karşılaşmada Molla Gürani ile dalga geçmeye çalışan genç şehzadeye

Gürani’nin, değnegini göstererek “İşte bu itaat etmen için, haydi şimdi çalışmaya”

dediği belirtilmektedir (Kızıltoprak, 2003:210-211).

Küçük yaşlarında kardeşlerine karşı kıskançlık duygusu beslemiştir.

Fatih II. Murat’ın altı oglundan dördüncüsü olarak dünyaya gelmiştir. Büyük

kardeşleri Ahmet, Alaaddin Ali’yi babaları II. Murat’ın çok sevdigi, buna kar-şılık

ise II. Mehmet’i pek fazla sevmedigi anlatılmaktadır. Bu durum Fatih’te kardeşle-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 23


MAKALELER

rine karşı bir kıskançlık duygusu oluşturdugu belirtilmektedir (Kızıltoprak,

2002:46). Belki de O’nun bu duygusal durumu, babasının gözüne girmek amacıyla

davranışlarını yönlendirmiştir.

Gerek din bilimlerinde, sosyal bilimlerde, gerekse pozitif bilimlerde

oldukça iyi

bir eğitim görmüş bir liderdir.

Fatih çok iyi ögrenim görmüş, gerek din bilimlerinde, sosyal bilimlerde, gerekse

pozitif bilimlerde oldukça iyi bir düzeye gelmiştir. Edebiyata, din felsefesine,

cografya, tarih ve askeri konulara büyük ilgi göstermiştir. Matematik ile çok yakından

ilgilenmiş özellikle de edebiyat onun en sevdigi alan olarak bilinmekle birlikte

bıraktığı kitaplarının üçte birinin tarih ve coğrafyaya ait olması (İnancık,

1968:147) oldukça ilginçtir. Türkçe’nin yanında Farsça, Arapça, Yunanca, Sırpça,

Italyanca ve Slavca’yı da belirli ölçülerde ögrendigi belirtilmektedir (İnancık,

1970:534).

Babası tarafından devrin en ünlü hocalarından ders aldırılmış bir

liderdir.

Babası II. Murat, Fatih’in egitimine çok önem vermiş, en iyi hocalardan ders

aldırtmıştır. Molla Gürani Fatih’in yetişmesinde en büyük paya sahip olmakla birlikte,

Hocazade, Molla Ilyas, Siraceddin Halebi, Molla Abdülkadır, Hasan

Samsuni, Molla Hayrettin de çocukluk dönemi hocaları arasında sayılırlar.

Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücutlu,

heybetli ve iyi giyimli olup karizmatik bir kişiliğe sahipti. Seyrek güler,

yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi (İnancık, 1970:534).

Gerek yerli gerekse yabancı kaynaklarda,

� Her şeyi öğrenmek isteyen,

� Her şeyi araştırarak karar veren,

� Oldukça dindar,

� Adaletli,

� Çok akıllı,

� Cesaretli,

� İdrak ve sezgi kabiliyeti yüksek,

� Bilim adamları ve şairlere önem veren ve onları koruyan,

� İhtiraslı,

� Kendine güveni oldukça yüksek bir padişah olarak nitelendirilen Fâtih Sultan

Mehmet, tarihin kaydettiği büyük liderlerden birisidir.

� Fatih’in son derece iyi eğitim almış,

� Parlak bir zekaya sahip,

� Bir şeyi yapma konusunda aşırı kararlı ve tutkuyla bağlı,

� Düşüncesinden asla vazgeçmeyen,

� Gerektiği zaman sert kararlar alabilen,

� Kimseden çekinmeyen,

� Büyük hayalleri olan ve bu hayallerini yerine getirme hususunda her türlü

zorluğa hazır olan,

� Nadiren gülen,

� Projelerini yerine getirme konusunda oldukça inatçı,

24

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


� Atılgan,

� Cüretkar ve büyük bir devlet adamı ve lideri özelliği taşıyan bir kişiliğe sahip

olduğu bilinmektedir (Payot,1934: 49; İnalcık, 1970: 543).

Bazen de,

� Oldukça sakin,

� Mülayim,

� Yumuşak,

� İyi kalpli ve affedici idi. Yani iki duygu durumu arasında bir duygusal yapıya

sahip idi.

Tedbirli, temkinli ve stratejik bir liderdir.

Fatih, çok tedbirli ve temkinli davranırdı. Bir savaştan önce bütün detayları

inceler, ona göre karar verirdi. Hatta düşmanlarını çok iyi aldatırdı. Birçok savaşta

düşmanlarına başka yerlerle savaşacakmış intibaını uyandırıp onları hazırlıksız

yakalamıştır. Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların

gizli kalmasına çok dikkat ederdi. O’nun bir seferden önce seferin nereye yapıldığını

soran bir Kazaskere; "eğer bunu sakalımın tellerinden birisi biliyor olsa idi

onu derhal koparır yakardım” (Kızıltoprak, 2002:217) sözü meşhurdur.

Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklıydı.

Çok cesur, varmak istediği hedefe varmak için ne gerekiyorsa yapardı

(İnalcık, 1968:147).

Belgrad savaşında ordunun Hunyadi’nin kuvvetleri karşısında bozğuna uğradığını

görünce, hırsından dudaklarından kanlar akmaya başlamış ve atıyla ileri

atılarak ordunun önünde tek başına kılıcını çekip düşman üzerine saldırmaktan

çekinmemiştir. Onun bu büyük fedakarlığı savaşın zaferle sonuçlanmasına neden

olmuştur. Fatih yapmış oldugu hiçbir savaştan mağlubiyetle ayrılmamıştır. Gerek

İstanbul’un alınmasında, gerekse başka savaşlarda yerinde duramaz ordusuyla

birlikte hücum ederdi (Tansel, 971:1-2).

Evrensel, herkesi kabullenen ve engin hoşgörüsü olan bir liderdir.

Fatih’in, Osmanlı sultanları içerisinde İslam dışındaki dinlere en hoşgörülüsü

olduğu, bu din mensuplarına ve din adamlarına kendi dinlerini öğrenme ve yaşama

konusunda göstermiş olduğu engin hoşgörülü tutum ve davranışlarından

anlamaktayız. O’nun bu hoşgörüsünün arkasında Roma ve İtalya’yı fethetme düşüncesinin

olduğu iddia edilse de yalnızca Hıristiyanlara değil, oluşturmak istediği

devlet felsefesinin bir gereği olarak bütün mezheplere, dinlere ve mensuplarına

rahat hareket edebilme imkanlarını tanımıştır. Bunların yanında, İslam dininin

yaşam kurallarını takip etme konusunda hassas da davranırdı. Özellikle

Hocazade’ye derin bir sevgi besledigi ve Akşemsettin’in ise engin bir ferasete sahip

olduguna inandığı’ belirtilmektedir (İnalcık, 2003:189).

� Fatih Osmanlı devletini imparatorluk haline getirmiş,

� İmparator kurucusu olma vasfına ulaşmış,

� Devletinin imparatorluğa dönüşmesinin kültürel ve devlet felsefesi açısından

da alt yapısını oluşturmuş,

� Bu nedenle dünya hakimiyeti kurmak amacında olmuş,

� Geniş ve ileri görüşlü bir lider olarak tanımlanmaktadır (İnalcık, 1970:534).

Yaşadığı olumsuz tecrübelerden ders çıkarmış bir liderdir.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 25


MAKALELER

Bir kişinin başarısızlıkları da başarıları kadar güdüleyici rol oynayabilmektedir.

Dolayısıyla Fatih’in ilk tahta çıktığında yaşamış olduğu olumsuzluklar, O’nu daha

sonraki dönemlerinde nasıl adım atması gerektiği konusunda düşünmeye sevk

etmiştir.

Çocuk yaşlarında (6 yaş) valilik yaptığı söylense de bunun pek doğru olmadığı,

ilk sultanlık denemesini 12 yaşında 1444-1446 yılları arasında yaptığını öğrenmekteyiz

(İnalcık, 1970:507).

12 yaşında, Babası ölmeden tahta çıkan ilk ve tek Osmanlı Sultanı

olarak bilinmektedir.

II. Murat henüz 40 yaşında iken, Manisa valisi olan 12 yaşındaki oğlu Mehmet’i

1444’te yerine geçirmek üzere Edirne’ye getirmiştir. Aynı yılın Agustos

ayında Mahiliç ovasında kapıkulu askerleri ve paşalar önünde tahtı oğluna teslim

ettigini ilan etmiştir. Babası ölmeden tahta çıkan ilk ve tek Osmanlı Sultanı olarak

bilinmektedir (Akgündüz, 1999:68).

Milli ve dini liderlerin biyografilerini dikkatle araştırmış onların başarılarının

arkasındaki sırların neler olduğunu öğrenmeye çalışmıştır.

Fatih’i güdüleyen yakın sosyal çevrenin yanında uzak çevrenin de etkisinin

oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu 5 yıllık süre içerisinde, güvendiği hocalarının

yardımlarıyla tarihte yaşamış başarılı liderlerin biyografilerini dikkatle araştırmış

onların başarılarının arkasındaki sırların neler olduğunu öğrenmeye çalışmıştır.

Kahraman liderlerden Hz. Süleyman, Hz. Davud, İskender, 1. Alaaddin

Keykubat gibi dini ve milli liderleri incelediğini öğrenmekteyiz (Araz, 2000:6-7).

Bu da bize gösteriyor ki çok genç yaşta tahta çıkan Fatih bu liderlerle özdeşleşmiş,

onların başarılarının sırlarını öğrenmiş ve onları örnek almaya çalışmıştır.

Vizyon sahibi bir liderdir.

Bu süre içerisinde Fatih, Latince, İtalyanca, Farsızca yani Doğu dillerinin yanında

Batı’da konuşulan dilleri belirli ölçülerde öğrenmiştir (Araz, 2000:38). O

günkü Batı’da konuşulan dillerini öğrenme istek ve arzusu Şehzade’nin ileride

neler yapmak istediğinin de bir ön hazırlığı olarak algılanabilir.

Yakın çevresine karşı nasıl davranabileceğini bilen bir liderdir.

Fatih’in bilhassa Çandarlı Halil Paşa tarafından başarısız sayılması ve küçük

düşürülmesi, Yeniçerilerin kendisine karşı ayaklanması, O’nu o kadar etkilemiş

ki, Çandarlı Halil Paşa ve Yeniçeriler ile nasıl baş edilebileceğini ve İstanbul’u nasıl

alacağının planlarını bu süre zarfında yapmıştır. Bu süreçte babası II. Murat

zaman zaman Şehzade Mehmet’i Edirne’ye getirtip bazı seferlere götürmüş ve

tecrübe kazanmıştır.

Babasından etkilenen, bilim ve bilim adamına önem veren bir liderdir.

Gönüllü, mert, cömert, duygusal bir insan Hacı Bayram veli, kendisini çekemeyenler

tarafından bazı aslı olmayan Fatih’in babası II. Murat ince ruhlu,

alçandı. Bilime, bilim adamlarına oldukça önem verir onlarla birlikte olmayı ve

onlardan yararlanmayı severdi. II. Murat’ın bu davranışı oğlu Mehmet için de en

önemli ve ilk örnek kişiliktir. Fatih’i tanımak için II. Murat’ın da çok iyi bilinmesi

gerekmektedir. Bir gün nedenlerle Sultan II. Murat’a şikayet edilir. Sultan Murat

onu Ankara’dan

26

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


II. Murat bir gün Hacı Bayram veliye, İstanbul’u almak istediğini, büyük babası

Yıldırım Beyazıt, amcası Musa Çelebi ve kendisinin şehri muhasara etmelerine

rağmen alamadıklarını ve bu şehrin Osmanlı için çok önemli olduğunu anlatır

ve alınması için Hacı Bayram veliden yardım ister. Hacı Bayram veli de gülümseyerek:

“Beğim! bu şehri sen alamayacaksın. Ben göremem ama… bu beşikteki

şehzade ile bizim köse (Akşemnsettin) alacaktır. Emin olasın” der (Araz,

2000:49).

İnancından güç alan bir liderdir.

Ölürken yapmış oldugu bir konuşmasında Akşemsettin hakkında; “....... Eğer

şeyhim izin vermiş olsa idi zikir yolunu tercih eder ve saltanatı terk ederdim”

(Kızıltoprak, 2002:212) dedigi aktarılmaktadır. Hz. Muhammet’ten nakledildigi

söylenen: “Er geç, bir gün Kostantiniye feth olacaktır. Onu fethedecek emir ne

güzel, ne bahtiyar bir emirdir. Askerleri de ne bahtiyar askerlerdir.” (Hambel,

1982:335) hadisi Şehzade Mehmet’te İstanbul’u alarak bu övgüye layık olduğu

ve bu emirin kendisi ve askerin de kendi askeri olduğu inancını uyandırmış ve

bunu gerçekleştirmek için bütün gücüyle çalışmıştır.

Çevresi tarafından şuuraltı oluşturulmuş bir liderdir.

Fatih, dedesi ve babasının yanında hep İstanbul’un fethi hikayeleri ve amaçlarıyla

büyümüş ve İstanbul’un alınması fikri Fatih’in bilinç altına ekilmiştir. Bütün

bu gelişmeler sanki O’nu İstanbul’u feth ve O dilli, siyasal, askeri, ekonomik

ve kültürel olmak a tahta geçer geçmez hemen fetih hazırlıklarına başlamıştır.

Çünkü tahta geçişiyle İstanbul’u fethi arasında iki yıl iki ay gibi oldukça kısa bir

süre geçmiştir. İstanbul’u fetih için yaptırmış olduğu Rumeli Hisarı’nın dört ay

gibi çok kısa bir sürede yapılmış olması ve hisarın yapımında bizzat kendisinin

de çalışması bunu kanıtlamaktadır.

Değişimci ve dönüşümcü bir liderdir.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih gerek iç siyasette, gerekse dış siyasette birtakım

radikal değişikliklere gitti. İktidarını güçlendirmek için Çandarlı Halil Paşa’yı

fetihten bir gün sonra, 30 Mayıs 1453 günü önce görevden alıp çocukları

ve yakın akrabaları ile birlikte tevkif ve hapsettirmiş ve mallarına el koydurmuştur.

Daha sonra bir arabayla Edirne’ye göndermiş ve 40 gün sonra da idam ettirmiştir

(İnalcık, 1987:73,79). Çandarlı’nın Rumlarla işbirliği yaptığı ve ihanet

ettiği nedeniyle idam ettirdiği söylense de, aslında bu bir gerçek neden olarak görülmemektedir.

Gerçek sebep ise, gençlik yıllarında tahttan inmesine ve küçük

düşürülmesine, onurunun kırılmasına neden olduğuna inandığı Çandırlı’dan bir

öç alma olarak görülmesi daha akılcı görülmektedir.

Kimlik, lider kişilik ve Başarısına engel olacak durumları ortadan

kaldıran bir liderdir.

Böylece, fetih hareketlerinde kendisine engel olabilecek büyük ailelerin devlet

yönetimindeki nüfuzlarını kırmış, liderliğini daha da pekiştirmiştir. Her yıl ara verilmeden

çıkılan seferlerden yorgun düşen askerler, yorgunluğunu dahi Sultana

iletemeye cesaret edememişlerdir. Bundan sonra da devlet yönetiminde başarısız

olanları hemen görevden almış savaşmak istemeyen yeniçerileri cezalandırma

konusunda hiç tereddüt etmemiştir. Bu konuda o kadar ısrarcı davranmış ki en

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 27


MAKALELER

büyük vezirlerinden ve üstelik ‘kayın-babası olan ve çocukluğundan beri hep

destek gördüğü Zaganos Paşayı dahi Belgrad seferinde başarısız oldu diye azledip

Balıkesir’e sürdürmüş ve kızından da boşanmıştır (İnalcık, 1987:133). Böylece

Fatih, kimlik, liderlik ve kişiliğinin önünde bir gölge olarak gördüğü Zaganos

Paşa gibi daima kendisinden yana tavır koyanları azlederek gerçek kimliğini ortaya

koymaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.

Kanunların uygulanması konusunda taviz vermemiştir.

Devletin ve kanunların hakimiyetini güçlendirmek için gerekli her önlemi almaktan

geri durmamış bu konuda da birçok önemli vezirini ya azletmiş veya

idam ettirmiştir. Böylece, her sefere çıkıştan önce savaşmak istemeyen veya çok

fazla savaş yaptıkları konusunda şikayetlerde bulunan, ayaklanma çıkarmak isteyen

Yeniçerilere de gözdağı vermiş onları yola getirmeyi başarmıştır.

Tek adamlığı tercih eden, otoriter, merkeziyetçi bir yönetim anlayışına

sahip bir liderdir.

Fatih otoriter, merkeziyetçi bir yönetim anlayışına sahip bir Sultan idi. "Dünyada

tek bir din tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı

olmalıdır" (Kızıltoprak, 2003:233). diyordu. Bunlardan anlıyoruz ki Fatih tek

adamlığı tercih eden rakiplerinin olmasına tahammül edemeyen bir liderdi.

Etki ve yetki alanını geliştiren ve birleştiren bir liderdir.

Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu'da Isfendiyar, Trabzon, Karaman

ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını

tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad

hariç), Eflak-Bogdan ve sair ülkeleri fethetti. Sultanlığı süresinde 17 imparatorluk,

devlet krallık, beyliği ortadan kaldırdı. Osmanlı toprakları Tuna'dan Fırat'a kadar

yayıldı. Böylece, Anadolu'da milli birlik kurulmuş oldu.

Kendisine güven ve başarmak için çok çalışan bir liderdir.

Fatih’te babasından daha güçlü bir güven duygusu vardı (Tansel, 1971:15).

Dolayısıyla Fatih de bir anlamda babasının başarılarıyla yarışmıştır diyebiliriz. Fatih’in

İstanbul’un fethi sırasında Bizans elçisine “Efendilerinize söyleyin şimdiki

Osmanlı Padişahı öncekilere asla benzemez. Şimdi benim iktidarımın ulaştığı yerlere

onların hayalleri bile yetişememiştir.” (Tansel, 1971:6) sözü bunu kanıtlıyor

görünmektedir. Dolayısıyla, Fatih babasından ve dedelerinden daha başarılı olduğunu

göstermek için var gücüyle çalışmıştır.

Devamlı düşünen ve çalışan bir liderdir.

Bir yandan manevi ilimlerle temeli kurarken, diğer yandan da manevi ilimlerle

onu tezyin ve techiz eder. Devamlı düşünen ve çalışan bir şahsiyyet. Küçük

şeyler alemine yol bulup da giremez. Derin düşünce, ulvi ve buudlu bir hedef.

Dar sahanın adamı onu ihata etmekten mahrumdur, acizdir.

Şair bir liderdir.

O maddi ve manevi sahada mimardır. Avni mahlasıyla yazdığı şiirinde:

“Hüner bir şehir bünyâd eylemektir.

Reâya kalbin âbad eylemektir.”

Yahya Kemal’de:”Fetih’den sonra İstanbul’un imarı hemen başladı. O devirde

harb ne kadar sürekli olmuşsa, imarda o kadar sürekli olmuştur.” (Beyatlı:

1969:47).

28

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Bu ilim ve deha sahibi zat, hocalarına gereken hürmet ve saygıyı gösterip kusur

etmez, büyüklüğünü burada da gösterir.

Denetime önem veren ve halkın nabzını tutan bir liderdir.

Fetihden önce tebdili kıyafet yapıp bir sabah çarşıya çıkar. Birkaç şey almak

için bir bakkala girdiğinde, bakkal kendisine birisini verip, diğerlerini vermez. Sebebini

sorduğunda, aldığı cevap gayet manidardır:

“Efendim, ben siftah yaptım. Komşum daha yapmadı. Aynı kalitede onda da

vardır.”

Bir yandan şaşkınlık, diğer yandan memnuniyet kaplamıştır Sultanı. Diğer

esnafta da aynı durumla karşılaşan Fatih, böyle birbirine karşı emniyet ve hakperestlik

içerisinde bulunan halka sahip olduktan sonra, İstanbul’un kendisine nasib

olacağını, Allah’ın yardımıyla dünyanın fethinin dahi kendisine müyesser olacağına

kanaat getirir. Bu inançla.”Ya ben Bizansı alırım yahut Bizans beni

alır”demiştir.

Dukas der:”Keyahsar, denizde köprü yaparak karada yürür gibi bu köprü üstünden

bu kadar asker geçirdi. Bu yeni makedonyalı (yani padişah, Fatih) ve

bana kalırsa neslinin en büyük padişahı olan Mehmed, karayı denize tahvil etti.

Ve dalgalar yerine gemileri dağların tepesinden geçirdi. Binaenaleyh bu,

Keyahsar’ı da geçti.” (Çınar Dergisi, 1977:14).

Adaletten, şahsı konu olmuş olsa dahi ayrılmamıştır.

Umum Osmanlı Sultanları gibi o da Şer’i şerifle amel etmiş, adaletten

ayrilmamiştir. İşin içinde kendi şahsi tehlike de olsa bile...

“Meşhur İslam seyyahi ve tarihçisi Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şöyle

der:” İlk İstanbul kadısı (Hakimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda, Haşmetli

Padişah Fatih ile bir Rum mimari arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder:

Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih, bir Rum mimarına

teslim eder. Mimar’da Fatih’in arzusunun hilafına olarak, bu sütunları

üçer arşın kesip kısaltır. Fatih, cezâen, Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı

da, Fatih aleyhine dava açar. Bunun üzerine mahkemeye celb edilen büyük padişah,

başköşeye geçmek istemiş. Birdenbire, hakimin şu ihtarıyla karşılaşmış:

-Oturma beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’i olacaksın; ayakta beraber dur!

Hızır bey çelebi; bu koca şanlı Padişah-ı maznun-a, haksız el kestirdiği için,

kendisinin de kısasa tabi olduğunu ve elinin kesileceğinin bildirir.

Fakat, mimar kısası istemediği için, büyük Fatih, günde on altun tazminata

mahkum olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi

altuna çıkarır.

Adaletinde de isbat edildiği gibi; elini kestirdiği kişi, azatlı köle Sinan Atik’tir.

Hükümden sonra Fatih çıkardığı demir sopayı Kadıya göstererek:-Eğer sen Allah’ın

hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla

senin başını paramparça ederdim.”

Kadı Hızır’da, sakladığı kama gibi şeyi çıkararak: Sende benim hükmümü kabul

etmeseydin, bende bununla seni delik-deşik ederdim”der. İşte adalet.

Adil olduğunun diğer bir misali de; Fatih Kanunnamesin de:”Ve her kimesneye

evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizamı alem için katletmek

münasiptir. Ekseri ulema dahi tecviz etmiştir.(caiz görmüştür.) Anınla amil olalar

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 29


MAKALELER

(Uzunçarşılı, 1972:45-46).

Bilim ve bilim adamına değer veren bir liderdir.

Daha, şehzadelik yıllarını ilim ve felsefe yönünü geliştirerek değerlendirmiş

olması ve oluşturduğu bu alt yapıyı, yönetimin başına geçtiğinde de devam ettirmesi,

İslam dünyasında üretilen bilgi birikimiyle yetinmeyip, Batı’lı bilgi birikimini

de tanımak ve ondan yararlanmak istemesi, bu katkının göstergelerinden biri

olarak görülmelidir. Nitekim dönemin tarihçilerinden Kritovulas, onun Meşşâî

ve Stoa felsefesine olan ilgisine dikkat çekerek, bu konudaki uzmanlardan yararlandığını

kaydeder (Adıvar, 1982:32).

5. LİDERLERİN ÖZELLİKLERİNİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ

Gazi Mustafa Kemal'le, Mahatma Gandi arasında bazı fanklara rağmen, sözgelişi,

biri ülkesinin bağımsızlık savaşında kılıçla, öbürü kılıçsız savaştı. Biri Batıcı,

öteki Doğucu idi. Biri köklü ve devrimci değişikliklere inanan bir toplum reformcusu,

öbürü ağır ağır değişikliğin, organik gelişmenin savunucusuydu. Biri ünlü

bir general, öbürü bir Mahatma (Aziz) idi. Biri daima Batılı kıyafetlerle bir Batılı

olarak görünür, öbürü yarı çıplak, yoksul görünüşüyle tipik bir Doğuluydu. Biri

mükemmel bir gerçekçi, öbürü seçkin bir ülkücüydü. Biri devrimci hareketleriyle

ve ihtilâlci tutumuyla bize Martin Luther'in, VIII. Henry'nin, Washington' un,

Garibaldi'nin ve Bismark'ın hayatını ve davranışlarını hatırlatıyordu. Öbürü ünlü

sadeliği ve kendini şiddetten sakınmaya ve gerçeğe adayışıyla Budist Asoka, Halife

Ömer, St. Paul, St. Francis ve William Pen'i hatırlatıyordu. Fakat bütün bunlara

rağmen, bu Asya'nın iki çağdaş Atatürk'ü arasında, kadın hakları, eğitim, laiklik,

insan hakları, milliyetçilik, insan sevgisi, dünya barışı, ekonomik gelişme ve

din gibi pek çok konuda büyük benzerlikler göze çarpmak tadır.

Atatürk ile Gandi arasındaki ilk büyük benzerlik, her ikisinin de ülkelerinin

hak ve özgürlükleri davasına sarılmış olmalarıdır. Atatürk bunu şöyle görüyordu:

«Her halde dünyada bir hak vardır ve hak, gücün üstündedir. Şu kadar ki ulusun

hukukunu anlamış olup savunma ve korunması emrinde her türlü fedakârlığa

hazır olduğuna dair dünyaya bir kanaat vermek gerekir.»

Gandi de onda gerçeğin bir parçasını buluyordu: «Ben Hindistan'ın özgürlüğü

için yaşıyorum ve onun için ölürüm, çünkü o, gerçeğin bir parçasıdır. Yalnızca

özgür bir Hindistan, gerçek Tanrı'ya tapabilir. Ben Hindistan'ın özgürlüğü için

çaba harcıyorum, çünkü bu ülkede doğmuş olmak ve onun kültürünün mirasına

sahip olmak beni ona hizmet etme göreviyle yükümlü tutar ve benden hizmet

beklemek onun hakkıdır.»

Hak ve özgürlük davasına inanmış insanlar olarak her ikisi de, bunu savunmanın

ulusal bir görevleri ve doğuştan hakları olduğu sonucuna varmışlardı. Bu

nedenle bir yabancı ülkenin koruyuculuğunu ya da baskısını kabullenmek bütün

insancıl nitelikleri ve ulusal hakları yitirmek; acizliği, tutsaklığı ve güçsüzlüğü itiraf

etmek demekti. Bu görüş, ülkelerinin özgürlük mücadeleleri sırasında her ikisinin

davranışlarında ve konuşmalarında açıkça belirir. Atatürk'ün sözleriyle: «Özgürlük

ve bağımsızlık benim karakterimdir.», «Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü

vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.», «Ne kadar zengin

ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık

karşısında uşak olmak durumundan daha yüksek bir davranışa lâyık olamaz.»

30

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Gandi'nin sözlerinde de benzer bir ifade görülür: «Bağımsızlık benim doğuştan

hakkımdır.», «Nasıl ki her insanın yemek, içmek ve soluk almak, vazgeçilmez

ihtiyacıysa, her ulusun da ne kadar kötü çözerse çözsün, kendi sorunlarını kendi

kendine çözmesi en doğal hakkıdır. Bu yüzden şayet özgür insanlar olarak yaşayamıyorsak,

ölmeye hazır olmalıyız.»

Her ikisi de mücadeleleri boyunca, hakkın yanında oldular. Ona, hayatlarından

çok daha fazla önem verdiler. Bundan ötürü barışı kucaklamaya hazır oldukları

halde, ona kavuşmak onu kaybetmek pahasına olunca, yanaşmadılar. Gandi'nin

bu konudaki görüşü gayet açıktır: «Ben bir barış adamıyım. Barışa inanırım,

fakat onu hiç bir fiyatla istemem.»

Atatürk'ün düşüncesi de buna benzerdi: «Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman,

tam bağımsızlık istiyoruz dediğimizi herkesin bilmesi lâzımdır.»

Tipik bir benzerlik de, her ikisinin yurtseverlik, milliyetçilik ve insancıl duygularında

görülür. Aslında ülkelerinin bağımsızlıkları, gerçek bir yurtseverlik ve milliyetçiliğin

sonucudur. Bu yüzden, bu duyguları halkları arasında canlı tutmaya

çaba harcadılar. Atatürk'ün yurtseverliği kendisinin şu sözlerinde en güzel örneğini

verir: «Benim hayatta biricik övüncüm, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.»,

«Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun, kutlu olan sensin. Hepimiz senin

için fedaiyiz... Türk toprağı! Sen, seni seven Türk ulusunun mezarı değilsin. Türk

ulusu için yaratıcılığını göster.» Milliyetçiliği de şu sözlerinde yansımaktadır: «Biz

doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz.», «Benim için en büyük

korunma noktası ve şefaat kaynağı ulusumun bağrıdır.», «Bir Türk dünyaya bedeldir,»

ve «Ne mutlu Türküm diyene!»

«Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının

çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.», «Biz kimsenin düşmanı

değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.», «Türkiye'nin güvenliğini

amaç edinen, hiç bir ulusun aleyhinde olmayan, bir barış yolu bizim daima ilkemiz

olacaktır.», «Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyorum.», «Barış yolunda nereden

bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu, gönülden karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.»

Atatürk gibi Gandi de büyük bir yurtseverliği de kolayca şu sözlerinden anlaşıldığına

göre Hindistan, dünyanın en değerli ülkesidir, çünkü o benim kendi ülkemdir,

çünkü ben onda en büyük iyiliği buldum.», «Hindistan'daki her şey bana

çekici görünüyor. En yüksek isteklere sahip bir insanın isteyebileceği her şeye sahip.»,

«Şuna inanıyorum ki, Hint uygarlığı, dünyada hiç bir kimsenin yanşamayacağı

bir uygarlıktır. Atalarımızın ektikleri tohumlara hiç bir şey eşit olamaz.»

Hem Atatürk, hem Gandi sömürgeciliğin amansız bir düşmanı idiler. Ülkelerinin

özgürlükleri için, yaptıkları mücadeleler sömürüye karşı savaşın en güçlü örnekleriydi.

Atatürk şuna inanmıştı ki: «... Hiç bir gücün bir ulusu yaşamak hakkından

yoksun bırakamayacağı kanısındayız.», «Biz ecnebilere karşı herhangi bir

düşmanca duygu beslemediğimiz gibi, onlarla içten ilişkilerde bulunmak arzusundayız.»,

«Ancak benim ulusumu esir etmek isteyen bir u!u-sun, bu arzusundan

vazgeçinceye kadar aman vermeyen düşmanıyım.», «Sömürgecilik ve toprak

edinme, yeryüzünden yok olacaktır.»

Atatürk ile Gandi arasında başka bir benzerlik de, ulusal ekonomik kalkınma,

kendi kendine yeterlilik ve bununla İlgili olarak izledikleri milliyetçi - toplumcu

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 31


MAKALELER

politika alanlarında görülebilir.

Gandi ile Atatürk arasındaki en belirgin ayrılık, aynı amaca - kendi ülkelerinin

yabancı boyunduruğundan kurtarılması amacına - ulaşmakta izledikleri yöntemin

farklılığıdır. Birincisi, amacına kılıç yoluyla ulaşırken, ikincisi kılıçsız, ünlü ikiz silahına

dayanarak - Pasif Direnme ve Şiddetten Kaçınma - aynı amaca varmıştır.

Fakat bu, ülkelerinin coğrafya, politik toplum şartlarından ve zaman farkından ileri

gelmektedir. Bu konuda, yorumda bulunan Ord. Prof. Enver Ziya Karal şöyle demektedir:

«Davalarda benzerlik, usullerde ayrılık... bu farklar Hindistan ile Türkiye'nin

coğrafya, politika ve sosyal durumlarının ayrı oluşundan meydana gelmiştir.»

Onların bu yöntem ayrılığı, toplumsal devrimler alanında da görülür. Atatürk

hiç bir zaman devrimlerin uygulanmasının yavaş ve devrimci bir yoldan olmasını

istemezdi. Devrimlerinde başarılı oldu, ancak ayaklanmalar ve siyasal karşı koymalarla

karşılaştı. Bunların hemen bastırılması için çok sert tedbirler almak zorunda

kaldı. Öte yanda köklü, devrimci yöntemin tersine, Gandi daima yavaş ve

devrimci reform yolunu seçti.

Gerçeği söylemek gerekirse, hem Atatürk, hem Gandi, her ikisi de, Asya'da

modern çağın, özgürlüğün ve toplumsal devrimlerin öncüleridirler.

Büyük Asya kıtasını sömürücü oyunlarının pençesinden kurtararak özgürlüğe

kavuşturma ve toplumları gerici, tutucu doğmalardan kurtarmak gibi büyük görevlen

üzerlerine almışlardır. Bütün insanların, sınıf, inanç ve din farkı gözetilmeksizin,

ülkelerinin evlâtları olduklarını ve eşit haklara sahip bulunduklarını ilân

eden gerçek demokratlardı. Hayatları boyunca, ülkelerinin okumuşlarını aydınlatmak!

Uluslarını, boşinan ve temelsiz inançlardan temizlemek, kişileri ve ulusları

doğru yola sokabilmek için temel gerçekleri öğretmeye uğraştılar.

Onlar öyle büyük kurtarıcıydılar ki, 'kendi ulusları için vücut ve kanlarını feda

etmekten çekinmediler. İşte bu nedenle, unutulmaz insanlar oldular. Benzerlerini

dünya daha çok uzun bir süre göremeyecektir ve insanlık tarihindeki izleri asla silinmeyecektir

(Sinha, 1972:260-286).

Fatih Sultan Mehmet’le, Adolf Hitlerin bazı ortak liderlik özellikleri var. Mustafa

Kemal ile de Gandi’nin bazı ortak özellikleri var.

Fatih ve Hitler’in amaçları farklı olmuş olsa bile her ikisinde de cihan hakimiyeti

düşüncesi var.

Bunun tersine ise Mustafa Kemal ve Gandi “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” fikrini

savunmuşlardır. Her milletin özgürce yaşaması gerektiğini vurgulamışlardır.

İkinci olarak, hem Hitler hem de Mustafa Kemal milliyetçi bir liderlik özelliği

sergilemişlerdir. Birisi Türk milliyetçiliği, diğeri ise Alman milliyetçiliği.

Diğer taraftan bu liderler içerisinde geleceğe lider olarak hazırlanan tek lider,

Fatih Sultan Mehmet’tir. Diğerleri her ne kadar çocukluktan itibaren farklı olduklarını

göstermiş olsalar bile Fatih Sultan Mehmet gibi babaları tarafından eğitimleriyle

çok yakından ilgilenilip yetiştirilememişlerdir. Fatih‘in yetişmiş olmasında

ise tabiki Fatih’in babasının dönemin sultanı olması etkili olmuştur.

Yine Fatih Sultan Mehmet, örgütlenmiş yapıda fetihler gerçekleştirirken, diğer

liderler örgütlenmeyle uğraşmışlardır.

KAYNAKÇA

ADIVAR, Adnan. (1982). Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi yayınevi, İstanbul.

32

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


AKGÜNDÜZ, Ahmet. (1999). Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul.

AKGÜNDÜZ, Ahmet. (1999). (Osmanlı Kanunnameleri. İstanbul.

ARAZ, Nezihe. (2000). Fatih’in İçsel Dünyası, İstanbul.

Genelkurmay Başkanlığı. (1983). ATATÜRKÇÜLÜK (İkinci Kitap), Ankara

Gnkur. Basımevi, Ankara, s.50,215,218,225,232,235,236.

ATAY, Falih Rıfkı . (1980). Çankaya, SENA Matbaacılık İstanbul, s.12,21.

BAYKAL, Adnan Nur. (2004). Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik Sırları

(Yöneticiler İçin Yeni Bir Bakış) Sistem Yayıncılık; İstanbul.

BEYATLI, Yahya Kemal. (1969). Aziz İstanbul, İstanbul, sh.47.

CİHAN, Ahmet Kamil. (2003). Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı :14

s:5.

ERGİN, Feridun. (1978). K.Atatürk, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları

No.5, Duran Ofset Matbaacılık ve Ambalaj Sanayi İstanbul, s.

11,52,53,122,125,126.

HANBEL, Ahmed b. (1982). El-Müsned, IV, İstanbul.

HITLER, Adolf. (1972). Kavgam, Toker Matbası, İstanbul.

İNALCIK, H. (1987). Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Türk Tarih

Kurumu bas. Ankara

İNALCIK, H . (1970). İslam Ansiklopedisi, “Mehmet II” maddesi, C.XVII,

M. E. B. yay. İstanbul.

İNALCIK, H. (1968). Türk Ansiklopedisi, “Fatih Sultan Mehmet” maddesi,

C. XVI, M. E. B. Ankara.

KIZILTOPRAK, Kemal. (2002). Fatih Sultan Mehmet Han’ın Liderlik Sırları,

İstanbul.

KIZILTOPRAK, Kemal. (2003). Fatih Sultan Mehmet, s. 210-211.

KUŞAT, Ali. (2003). Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı:14 Yıl : S:131-

148.

PANOS, Levon Dabagyan. (1976). Fatih ve Fetih Olayı, İstanbul.

ŞAPOLYO, Enver Behnan. (1958). Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi,

İstanbul, s. 508.

TANSEL, Selahattin. (1971). Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan

Mehmet’in Siyasi ve Askeri Faaliyetleri, M.E.B. Ankara.

UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı. (1972). Osmanlı Tarihi, C. I. T.T.K. Basımı, Ankara.

(1977). Çınar Dergisi. Temmuz sh.14.

SINHA, R.K. (1972). “Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi”, Milliyet yayınları,

İstanbul

FISCHER, Louis. (1971). “Emperyalizme Karşı Silahsız Savaşçı”, Çeviren:

Engin Tonguç. Varlık yayınevi, İstanbul

EATON, Jeanette. (1971) “Gandi Kılıçsız Mücahit”, Çeviren: Sofi Huri.

Redhouse yayınevi, İstanbul.

(www.milliyet.com/2005/11/02/yazar/civaoglu.html).

(http://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler).

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 33


MAKALELER

2

BİLGİ TOPLUMUNDA BEŞERİ SERMAYE

VE KALKINMA İLİŞKİSİ ÜZERİNE

TEORİK BİR DEĞERLENDİRME

Araş. Gör. Deniz ÖZYAKIŞIR *

GİRİŞ

Toplumsal sistemleri nitelendiren en temel özelliklerin maddi üretim koşulları

ve ona dayalı üretim ilişkileri olduğu genelde kabul gören bir tanımlama ve

görüştür. Bu bağlamda, üretime en fazla katkı sağlayan faktör hangisi ise onun

etrafında şekillenen toplum biçimine de o ad verilmektedir. Şöyle ki; İlkel

komünal düzenlerde üretimde taştan yapma araçlar en çok rol oynadıkları için

bu dönemlere kaba ve yeni taş devri denilmektedir. Sınıflı toplum dönemlerinde

üretimde en temel rolü tüm kişiliğiyle mülkiyet konusu olan “köle insan”

oynadığı için bu düzenlere de köleci toplum adı verilmiştir. Bu sürecin hemen

ardından feodal toplum biçimlenmiş ve gelişme göstermiştir. Sonrasında ise

maddi üretim alanında büyük bir üstünlük sağlayan sanayi (fabrika) üretimi ve

sermaye, kapitalist toplumu veya sanayi toplumu dediğimiz yeni bir toplum biçimini

ortaya çıkarmıştır.

Buraya kadar yapılan tarihsel çözümlemelerdeki amaç, içinde yaşadığımız

bilgi toplumu da dahil olmak üzere tüm toplum biçimlerinin şekillenmesinde ve

gelişmesinde üretimde rol oynayan temel araçların ve bu araçlar temelinde gelişen

mülkiyet ilişkilerinin önemine dikkat çekmektir.

Bu bağlamda diğer toplum biçimlerindeki üretim faktörlerinden farklı olarak

“bilgi” temelinde biçimlenen ve teknolojinin itici bir güç olarak gelişmesine katkı

sağladığı yeni bir toplum biçimiyle karşı karşıyayız. Bilgi Toplumu olarak ifadesini

bulan bu toplum biçiminin en temel özelliği, bilgi merkezli ve teknoloji patentli

üretim yapılanmasının olması ve söz konusu teknolojik bilginin ekonominin her

alanında kullanılabilir olmasıdır. Buradaki amaç bilginin sınırlarını genişletmek ve

üretimde yüksek verim elde etmektir. Bilgi toplumunda emek bilgi işçisi olarak

ifadesini bulurken sanayi toplumunun mavi yakalıları yerine bilgi toplumunda

uzman iş gücü olarak beyaz yakalılar göze çarpmaktadır.

Gelinen noktada ülkeler, ekonomi politikalarını oluştururken, söz konusu

mevcut sürecin araçlarını ve dinamiklerini göz önüne alarak hareket etmektedirler.

Ayrıca bu dönemde gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerin kalkınmak

için fiziki sermayeden farklı olarak beşeri sermayeye ağırlık verdiklerini görmekteyiz.

* Kafkas Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

İşte bütün bu değerlendirmeler ışığında genel olarak Bilgi toplumuna özelde

ise beşeri sermaye kavramına ve kalkınmayla olan ilişkisine yönelik bir seminer

çalışmasının hazırlanması uygun görülmüştür. Buna yönelik olarak iki bölüm halinde

hazırlanan bu çalışmada Bilgi toplumu sürecine ilişkin teorik bir çerçeve çizilmiş

ve bu süreç içerisinde gelişen beşeri sermaye ve kalkınma ilişkisine yer verilmiştir.

Söz konusu ilişkinin niteliği teorik çözümlemelerle ortaya konulmuş ve

pozitif bir ilişkinin varlığı saptanmıştır.

1. BİLGİ TOPLUMUNUN DOĞUŞU, GELİŞİMİ VE DİNAMİKLERİ

Bilgi toplumunun teorik anlamda alt yapısını Danniel Belle’ kadar götürmek

mümkündür. Bell 1973 yılında yazdığı “The Coming of-Industrial Society: A

Venture in Social Forecasting” adlı eserinde “sanayi sonrası toplum” kavramını

ortaya atmıştır. Yazar “sanayi sonrası toplumu” dinamizmini bilgiden alan merkezi

ve öncü insanı toplumun ihtiyaç duyduğu vasıflarla donatılmış uzmanlardan

oluşan, temel üretim sektörü hizmetler olan ve kişiler arası bir oyunun geçerli olduğu

bir toplum olarak tanımlamaktadır. (KUTLU, 2000: 13)

M.U Porat, daha 1978’de ABD’nin bir “bilgi toplumu” olduğunu belirterek

şunları yazıyordu: “1967’de ABD sosyal hasılasının %25’i bilgi-iletişim mal ve

hizmetlerinin üretim, işleme ve dağıtımından kaynaklanıyordu...1970’te çalışanların

yaklaşık yarısı “bilgi işçisi” olarak adlandırılabilirdi... Bunlar toplam işgücü

gelirinin %53’ünün üzerinde bir pay almaktadırlar (PORAT, 1978: 29) Bu nedenle

Fritz Mchlup’un “bilgi ekonomisi”; Brzezinski’nin “teknetronik çağ; “Rolf

Dahrendorff’un “post-kapitalizm”, Amital Etzioni’nin “post-modern”; Daniel

Bell’in “post-indistriyel “ve Peter F. Drucker’in “Post Business Society” dediği bir

toplum yapısı doğmaktaydı. Bu yeni toplum yapısını Porat, “bilgi toplumu”

(informasion society) (PORAT,1978: 30) olarak adlandırıyordu.

Bilgi Toplumunun tarihsel arka planına baktığımızda Sanayi Devrimi sonrasında

özellikle teknolojik gelişmeler temelinde yaşanan köklü değişimlerin etkisini

görmekteyiz. Özellikle İkinci Dünya savaşında sonra dünyanın önde gelen gelişmiş

ülkeleri her alanda bilgi teknolojisinin kullanımına öncelik vererek yüksek verimlilik

elde etmeye çalıştılar. Söz konusu dönemde bilginin üretimde kullanılması

gelişmeyi ve refahı beraberinde getirmiştir.

Bilgi toplumu 1950 ve 1960’lı yıllarda ABD, Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri

gibi gelişmiş ülkelerde bilgi teknolojilerinin giderek artan bir şekilde kullanımıyla

ortaya çıkmış bir aşamadır. Gelişmiş ülkelerde şekillenen bu aşamanın en önemli

özelliği bilginin ve bilgi teknolojilerinin tarım, sanayi, hizmetler gibi sektörlerin

yanı sıra eğitim, sağlık, iletişim gibi her alanda kullanılabilir olmasıdır. Bu nedenle,

bilgi toplumundaki gelişmeler kısa sürede üretimin ve verimliliğin artmasına

yol açmakta ve yeni teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri de teşvik

etmektedir. (AKTAN & TUNÇ,1998: 118-134)

1990’lara gelindiğindeyse Naisbitt ve Aburdene (NAİSBİTT &

ABURDENE,1990: 11) yaşanan çağı, insanlık tarihinde akıllara durgunluk veren

bir teknolojik yenilenme, benzeri görülmemiş ekonomik olanaklar ve şaşırtıcı si-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

yasi gelişmeler ile kültürel yeniden doğuşlardan dolayı 2000’li yılları “büyük yönelimler”

(Megatrends) çağı olarak ilan ediyorlardı. Bu yeni yönelimlerin temelinde

“bilgi işlem “ veya kısaca “bilişim teknolojisi” yatıyordu.

Bu teknolojiye dayalı olarak şekillenmeye başlayan bilgi toplumunun itici gücü,

bilgi ve bilgiyi işleyen bilgisayarlar oluyordu. Bilgisayarlarla birlikte; istenen

bilgileri, istenildiği kadar depolayabilen, bunları işleyen, buradan yeni bilgiler

üreten “bilişim teknolojileri” insanlığın hizmetine sunuluyordu.(SARIASLAN,

1992: 1) Bilgi toplumuna yönelik çizilen bu teorik çerçeveden de anlaşıldığı üzere

bilgi toplumu; teknoloji ve bilgi temelinde şekillenen ve itici gücünü küreselleşmenin

dinamizminden alarak gelişme gösteren sanayi sonrası toplum biçimidir.

1.1. Bilgi Toplumunun Dinamikleri

1.1.1 Küreselleşme

Bilgi toplumunda, bilgi ve iletişim teknolojisinin yarattığı ortam içinde ekonomik

faaliyet küreselleşme (globalleşme) eğilimine girdi. İletişim sistemlerinin

ülke sınırlarını küçültmesi, bölgesel gruplaşmalara dayalı bütünleşme eğilimlerini

beraberinde getirdi. (ERKAN, 1998: 98) Küreselleşme; ekonomik, siyasal, sosyal

ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak, dünya

çapında yayılmasını ifade etmektedir. Bu nedenle küreselleşmeyi mevcut sürecin

temel dinamizmi olarak ele almakta fayda vardır.

Küreselleşme aslında çok boyutlu bir gelişme olarak, toplumları derinden ve

çok yönlü etkileyen bir süreçler topluluğu niteliğindedir. Ekonomik, siyasal, kültürel,

toplumsal, teknolojik vb. alanlarda yaşanan değişim ve dönüşümler, küreselleşme

süreçleri olarak tanımlanmaktadır. (DPT, 2000: 1)

Küreselleşmenin bilgisayarlaşma, minyatürleşme, dijitalleşme, uydu iletişimi,

fiberoptik teknolojisi ve internet olarak belirlenen kendine özgü bazı tanımlayıcı

teknolojileri de bulunmaktadır. Bunlar aracılığı ile, küreselleşmenin tanımlayıcı

perspektifini bütünleşme olarak ifade etmek mümkündür. (FRİEDMAN, 2000: 31)

Sonuç olarak küreselleşme, toplumsal ilişkilerin zamansal ve mekansal oluşumunda

genişleme, derinleşme, küçülme ve hızlanma yaratmaktadır. Bu açıdan küreselleşme;

değişimi, bu değişime karşı olumlu yada olumsuz tepkileri, dolayısıyla hem aktörler,

hem kurumlar hem de zihniyet düzeylerinde yenilikleri gerekli kılmaktadır.

Küreselleşme ile ortaya çıkan köklü yapısal değişmede sanayi toplumu yerini giderek

tamamen yapısal farklar gösteren bilgi toplumuna bırakmaktadır. Farklı paradigmalara

dayanan bilgi toplumda, fabrika ve maddi üretim toplumun temel özelliği

olma niteliğini kaybetmekte, bunun yerine sembolik unsurların önem kazandığı

bilgi üretimi önem kazanmaktadır. Benzer biçimde, sanayi toplumunda stratejik rol

oynayan sermaye, yerini bilgiye bırakmakta ve üretim faktörleri arasında önemli

yeri olan hammadde ve işgücü önemini giderek kaybetmektedir

Bu açıdan bilgi, daha önce benzeri görülmedik ölçüde teknik yenilenmeyi ve

ekonomik büyümeyi sadece yönetmekle kalmamakta, kendisi de hızla ekonominin

temel faaliyeti ve mesleki değişimin temel belirleyicisi haline gelmektedir.

(KUMAR,1999:24)

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

1.1.2. İletişim ve Enformasyon Teknolojileri

Bilim tarihi incelendiğinde, çağlar boyunca toplumların yenilik isteği ve farklı

şeyler bulma arzuları sonucu, bilimsel çalışmalar ve AR-GE faaliyetlerine olan ihtiyacın

sürekli arttığı görülmektedir. Bilimsel düşünceyi özümsemiş ve bunu bir

yaşam tarzı olarak kabul etmiş olan toplumlar; üretimde, ticarette, hizmetlerin kalitesinde

ve kişilerin refah düzeylerinin yükseltilmesinde önemli ilerlemeler sağlamışlardır.

Bilimsel gelişme sürecinde her yeni bilgi, yeni bir bilginin üretilmesinde aracı

olarak, bilgi üretim sürecinin hızla artmasına neden olmuştur (DPT, 2005:

2)Bilgi, bir şeyi yada bir kişiyi değiştiren enformasyon anlamına gelmektedir. Bunu

ya eylem için etkili bir neden oluşturarak yada, bir kişiyi (veya kuruluşu) farklı

veya daha etkili bir eylemi gerçekleştirebilecek bir konuma getirerek yapmaktadır.

(DRUCKER, 1992: 256) Teknoloji kavramı genel olarak, bilginin ve bilgiye

dayalı yöntemlerin herhangi bir işin yapılmasına uygulanması olarak tanımlanabilir.

Bir işe uygulanan bilgi ve bilgiye dayalı yöntem o işin daha kısa sürede yapılmasına

imkan tanıyorsa, bu durumda bir teknolojik gelişmeden söz etmek

mümkündür.

Teknolojik gelişme çoğunlukla yeni makine tasarımları, yeni gereçlerin kullanılması,

yeni işlem ve yöntemler ve yeni mal tasarımı yoluyla gerçekleşmektedir.

Genel olarak üretim yada yapılan işin kapasitesini artırmaya yönelik her yatırım,

yeni teknoloji uygulaması anlamına gelmektedir. (ŞAYLAN, 1995: 98) Enformasyon

ve iletişim teknolojilerinin en önemli etkisi, kendisini diğer teknolojilerden

ayıran "doğuran" (generic) niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bundan önceki

teknolojik gelişmeler sadece belli bir mamulün veya sektörün üretimini etkilerken,

bu teknolojiler ekonomide oldukça geniş bir uygulama alanı bularak ekonomik

etkinliği daha çok geniş bir alanda sağlamaktadır. (HOUGHTON& PETER,

2000: 2) Bilgi ile teknoloji arasında, giderek artan bir hızla birbirlerini her seferinde

bir üst düzeyde üreterek çoğaltan bir ilişki mevcuttur. Sonuç olarak bilim üretebilmek

için, mutlaka teknoloji üretmek gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Elektronik

alanındaki bilimsel buluşlar ve bunların hızla sanayiye uygulanması dünya ölçeğinde

bir iletişim ve bilişim patlamasına yola açmıştır. Artık dünyanın hiçbir yeri,

başka bir yerine uzak ve yabancı değildir. Son derece gelişmiş ve önemli ölçekte

merkezileşmiş iletişim araçlarının kullanımı sonucu, dünya giderek küresel bir köye

dönüşmektedir. Toplumların bilgiyi elde etme, bilgiye sahip olma ve kullanma

düzeyi, uluslararası piyasa paylarının hangi düzeyde olduğunu ölçmede kullanılan

bir kriter konumuna ulaşmıştır.

1.1.3. Mikro-elektronik ve Biyo-teknolojik Gelişmeler

Bilgisayar ile iletişim teknolojisinin temelinde mikro elektronikteki gelişmeler

yatmaktadır. Mikro elektroniğin kullanıldığı alanlarda çok hızlı gelişmeler yaşanmaktadır.

“Japonların NE-5X/X süper elektronik hesap makinesinin sanayide 20

milyondan fazla işlem hızında olmasının bilimsel çalışmalarda, uzay çalışmalarındaki

önemi açıktır”. Daha birkaç yıl öncesine kadar kullanılan cihazlardaki kırıntı

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

yongaya (chip) bir milyona yakın eleman yetiştirilebilmekteydi. (KAFALI, 1991:

37) Mikro elektronikteki gelişme ile birlikte, iletişim (telekominikasyon) teknolojisi

de yenilenmiştir. Mikro elektronik ve iletişim birbirini tamamlayarak birlikte gelişmektedir.

Mikro elektronik teknolojisindeki gelişme, yeni ürün ve teknolojiler

yaratırken, iletişim donanımındaki gelişmeler; sanayi üretiminin altyapısını oluşturarak

getirdiği hızlı değişimle, ekonomide girdi temini ve verimliliği hızla artırmaktadır.

Bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişme, üretim için her türlü

bilgi akışını hızlandırıp kolaylaştırdığı gibi, zaman ve mekan (ulaşım) kullanımında

sağladığı avantajlarla, üretimde etkinlik ve verimliliği arttırmışlardır. ( ERKAN,

1998: 80-81) Bütün bu dinamiklere paralel olarak bilgi toplumunun temel parametrelerini

yapılan AR-GE harcamalarını bütçedeki payı ve bilgi sektörünün istihdamdaki

payı oluşturmaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelere baktığımızda bu

payların oldukça yüksek olduğunu görebiliriz.

Bunun yanında Avrupa Birliğinde bilgi toplumu belirlemesinde bilgi sektörünün

ekonomideki payı tespit edilmekte, bunun için de eğitim harcamalarına ve

kişi basına bilgi teknoloji ve haberleşme harcamalarının Gayri Safi Milli Hasıladaki

paylarına bakılmaktadır. (DURA & ATİK, 2002: 203-205)

2. BEŞERİ SERMAYE VE KALKINMA İLİŞKİSİ: TEORİK ÇERÇEVE

Beşeri sermaye kavramı, sanayi toplumundaki fiziki sermayeye alternatif olarak

bilgi toplumunda ön plana çıkmış ve ülkeler için kalkınma stratejisi olarak

önem kazanmıştır. Bilgi toplumunun personel alt yapısı olarak ifade edilen beşeri

sermaye özünde uzmanlaşmış insanı tanımlayan bir kavramdır. Söz konusu bu

sermaye biçiminde insana yatırım gelişmek ve kalkınmak için öncelikli hedeftir.

Sosyo-ekonomik gelişmenin insan unsurunu kapsayan personel altyapı, beşeri

sermaye olarak da bilinmektedir. Bu kavramdan, “işbölümüne dayanan bir

ekonomide, sayı ve özellikleri açısından kişilerin ekonomik faaliyetinin seviyesi ve

bütünleşme derecesine katkıları yönündeki yetenekleri” ( JOCHİMSEN, 1966:

133-145) anlaşılmaktadır. Sosyo-ekonomik gelişmede insan unsuru, girişimcilik,

uzmanlaşmış işgücü, teknikerlik ve vasıfsız işçilik ile yöneticilik, eğitimcilik, örgütsel

ve teknik gelişme için araştırma, geliştirme, planlama ve ekonomi politikası

alanındaki uğraşları ve fonksiyonları kapsamaktadır. Eğitim ve sağlık ekonomisinin

konusunu oluşturan personel altyapıya yönelik harcamalar toplum açısından

yatırım fakat bireyler açısından tüketim özelliği göstermektedir. Personel altyapı;

eğitim, öğretim, araştırma ve uzmanlaşma süreçleri içinde oluşturulup yaratılmaktadır.

(ERKAN, 1998: 27)

Bu bağlamda Alfred Marshall, beşeri sermayenin piyasasının olmaması yüzünden

(SCHULTZ, 1971: 27) ve J. Mill de refahın insanlar için olduğu, kendilerinin

refah kaynağı olarak görülemeyeceği nedeniyle beşeri sermayeye karşı çıkmışlardır.

(BOWMEN,1968:103) Ancak gelinen noktada, üretime katılan kişinin

sahip olduğu ve genel anlamda insanın niteliğini vurgulayan bilgi, beceri, tecrübe

ve dinamizm gibi pozitif değerler, beşeri sermaye olarak kabul edilmektedir.

(TANSEL& GÜNGÖR, 1997: 532) Çünkü söz konusu değerler, üretimde kullanı-

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

lan diğer faktörlerin daha verimli değerlendirilmesine imkan vermekte; ayrıca yeni

teknolojilerin icadı ve rasyonel bir şekilde kullanılmasına da yol açmaktadır.

Bu nedenle ekonomik faaliyetlerdeki rasyonellik artmakta ve ülke ekonomisi daha

hızlı kalkınabilmektedir. Beşeri sermayeyi sadece eğitimle özdeşleştirmek

mümkün değildir. Çünkü konu insanın niteliğini vurguladığı için, eğitimin yanında

sağlık, dinamik nüfus miktarı ve beyin göçü gibi diğer faktörleri de beşeri sermaye

birikimine etki eden unsurlar arasında değerlendirmek gerekmektedir.

2.1. Beşeri Sermaye ve Fiziki Sermayenin Karşılaştırılması

Üretim faktörleri içinde önemli bir konuma sahip olan sermaye faktörü, son yıllara

kadar hep fiziki sermayeyi nitelemekteydi. Ancak kişisel ve toplumsal özelliklerin

üretime olan etkilerinin giderek önem kazanması, söz konusu pozitif değerlerin

de sermaye olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Ancak söz konusu gelişmeler,

sermaye kavramının yeniden tanımlaması ve yenileriyle birlikte klasik sermayenin

karşılaştırılması gereğini ortaya koymuştur. Klasik iktisat öğretisinde sermaye, üretime

katılan makine ve teçhizat gibi fiziksel değerleri nitelemekteydi. Ancak, beşeri

sermaye ile birlikte sosyal sermayenin (fertler ve kurumlar arasındaki her türlü güvene

dayalı iletişimin pozitif ekonomik etkileri) de iktisat literatüründe yerini almasıyla

sermaye kavramının yeniden tanımlanması gerekmiştir. Artık gelinen noktada

sermaye, üretime pozitif katkısı olan her türlü maddi ve maddi olmayan iktisadi değerler

olarak kabul edilmektedir. (KARAGÜL, 2003: 79-80)

Beşeri sermayenin fiziki sermayeden tamamen farklı olduğu bir başka yönü

ise durağan olmamasıdır. Çünkü beşeri sermaye devamlı değişken bir yapıya sahiptir.

Bu manada, ülke insanlarının niteliğinde ve niceliğindeki sürekli değişimlerin

önemli bir rolü bulunmaktadır. Beşeri sermayenin dinamik oluşu nedeniyle

stoklanması mümkün değildir. Bu nedenle beşeri sermayenin kullanılmadığı her

zaman dilimi onun kaybı anlamına gelmektedir. Beşeri sermaye ile fiziki sermayenin

ayrıldığı diğer bir önemli yönü ise nötr olmamasıdır. Fiziki sermaye kullanılıp

kullanılmama ve nerede ne zaman kullanılacağı konusunda tamamen yansız,

diğer bir ifade ile pasif bir konumdadır. Ancak beşeri sermaye için aynı şeyi söylemek

olası değildir. Çünkü beşeri sermaye nerede, ne zaman ve hangi şartlarda

çalışacağına kendisi karar vermek durumdadır. Öte yandan, beşeri sermayenin

devamlılığını sürdürebilmek için tüketici olarak asgari ihtiyaçları da bulunmaktadır.

Bundan dolayı eğer beşeri sermaye, üretime koşulmaması ve bunun karşılığı

olarak, müteşebbis ise kârını, işçi ise ücretini alamaması halinde, bir dizi insani ve

sosyal problemlere neden olabilmektedir. (KARAGÜL, 2002: 30) Görüldüğü şekliyle

beşeri sermaye üretime katkısı ve maliyeti itibariyle fiziki sermaye ile benzeşmekte

ise de, birçok yönden ondan ayrılmaktadır. Özellikle istihdam sorunu

bunların en önemlisidir.

2.2. Kalkınma Kavramına Kısa Bir Bakış

Ekonomik büyüme ve kalkınma kavramları İkinci Dünya Harbi ertesinden beri

ekonomi dünyasında en çok kullanılan kavramlar arasındaydı. Ancak sanayi

toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci öncesindeki kriz dönemi olan 1970’li

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

yıllar ile 1980’lerde, bu kavramın yerine “istikrar” kavramı ön plana çıktı. 1990’lı

yıllarda, bilgi teknolojisinin ve bilgi toplumunun istikrar kazanma eğilimi ile büyüme

ve kalkınmaya olan yönelimde yeniden bir canlanma başlamak üzeredir.

Ancak bu dönemde büyüme ve kalkınmanın sanayi toplumunda olduğundan

farklı bir biçimde gerçekleşmesi beklenmektedir. (ERKAN, 1998: 12) Burada

özellikle belirtilmelidir ki; kalkınma ve ekonomik büyüme farklı kavramlardır. Ancak

gelinen noktada kalkınmayı salt GSMH’daki artış ile açıklayan yaklaşımların

olduğunu görmekteyiz. Bu yaklaşımlara göre GSMH artışı sağlayan her ülke kalkınmıştır.

Oysa, GSMH artışıyla ölçülen bir ekonomik büyüme, geniş kitlelerin yoksullaşması,

toplumsal gerilimler, aşırı bölgesel dengesizlikler, doğal çevrenin tahribi

ve uzun dönemde büyümesinin koşullarının aşındırılması pahasına gerçekleşebiliyor.

Böyle bir ülke batılılar tarafından rahatlıkla “ekonomik mucize” yaratmış

sayılabiliyor... Ve ekonomik mucizenin öteki yüzünde, genel bir siyasal istikrarsızlık,

aşırı düzeyde gelir dengesizliği, kültürel kimlik erozyonu vb. bulunabilir. (BAŞ-

KAYA, 2000: 34-35) Böylece sosyal, siyasal ve ekonomik içerikleriyle birlikte

toplumsal bir olgu olan kalkınma kavramı, ekonomi gibi tek bir faktörü kapsayacak

bir biçimde içeriği daraltılmış ve literatürde bu anlamda kullanılmıştır. Sosyokültürel

ve siyasal yönleri ise ihmal edilmiştir. (YAVİLİOĞLU, 2002: 63)

2.3. Beşeri Sermaye ve Kalkınma İlişkisi

Ekonomik faaliyetlerin en temel unsuru olan üretimin gerçekleştirilmesi, üretim

faktörü olarak adlandırılan bir dizi ekonomik değerin belirli koşul ve oranlarda

bir araya getirilmesine bağlıdır. Söz konusu üretim faktörleri, niteliği ve niceliği

zaman içinde değişen şartlara bağlı olarak farklılaşabilmektedir. Bu bağlamda

1980’lere kadar iktisat literatüründeki güçlü konumunu sürdürebilen neoklasik iktisat

teorisi ağırlıklı olarak büyümenin nicelik yönüne ağırlık vermiştir

(KİPRİTÇİOĞLU, 1998: 210). Dolayısıyla, 18. ve 19 yy’da üzerinde yeterince

durulmayan beşeri sermaye faktörü 20. yy’ın sonlarında, gelişmiş ülkelerde bir

çok ekonomik çalışmaya konu olmuş ve değişik boyutlarıyla ekonomik gelişmeyle

olan ilişkisi analiz edilmiştir. Adi geçen çalışmalarda, beşeri sermaye olarak

kabul edilen insani kalitenin, ülke gelişmesindeki payının oldukça yüksek olduğu

gerçeğiyle karşılaşılmıştır. (KARAGÜL, 2003: 2) Bu bağlamda bilgi toplumunda

kalkınma göstergesi olarak ön plana çıkan eğitim ve sağlık gibi kavramlar beşeri

sermaye açısından ele alınarak derlendirmelere tabi tutulmuştur. Eğitim ve sağlık

alanlarında iyileştirmeye yönelik yatırımların artması ülke kalkınması açısından

olumlu etki yaratmaktadır. Burada önemli olan bir nokta ise eğitim ve sağlığın eş

zamanlı olarak yatırıma dahil edilmesi ve böylelikle iki sektör arasında sinerjik bir

etki yaratılarak kalkınmanın hızlandırılmasıdır. Eğitim ve sağlığa aynı anda yatırım

yapılmasındaki amaç sağlıklı bireylerin daha iyi eğitilebilir olmasındandır. Bu

gerçeklik yapılan bir çok amprik çalışmada da açıkça ortaya çıkmıştır

Mushkin yaptığı ampirik çalışmada, ekonomik gelişme sürecinde eğitim ve

sağlığa eş zamanlı yapılan yatırımların olumlu etkilerini saptamıştır. Bu çerçevede

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

sağlıklı ve eğitimli fertlerin, toplumda tüketici ve üretici olarak daha etkin davrandıkları

tespit edilmiştir. Ayrıca, sağlıklı fertlerin daha iyi eğitilebilir olması gerçeği

diğer bir husustur. Bir başka önemli nokta ise, sağlıklı insanların eğitilmesi halinde

eğitim yatırımından daha uzun süreli yararlanma imkanı doğmasıdır

(MUSHKİN, 1962: 156). Bu bağlamda yine Türkiye dahil birçok gelişmekte olan

ülkelerden gelişmiş ülkelere önemli miktarlarda beyin göçü yaşanmaktadır. Dolayısıyla

bu ülkeler yetiştirdikleri beşeri sermayeyi de yeterince kullanamamaktadırlar.

Bu nedenle az gelişmiş ülkeler eğitime yaptıkları yatırımın karşılığını yeterince

alamamaktadırlar. (KARAGÜL, 2003: 80) Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler

genç nüfus bakımından zengin olmakla birlikte bu nüfusa eğitim ve sağlık

açısından yeterince yatırım yapılmadığı için söz konusu ülkeler ile gelişmiş ülkeler

arasında büyük uçurumlar görülmektedir. Ayrıca eğitimli nüfusun beyin göçü temelinde

ülkeden ayrılması da ülkenin az gelişmişliğini bir kat daha arttırmaktadır.

1990’lı yıllarda beşeri sermaye ve ekonomik büyüme alanında en kapsamlı

çalışmayı Robert J. Barro yapmıştır. İlgili çalışmada Barro ilave bir yıllık eğitim

düzeyinin iktisadi büyümeyi % 0.44 oranında arttırdığını tespit etmiştir (BARRO,

1998: 5-6)

SONUÇ

Bilgi toplumuna yönelik yapılan değerlendirmelerde söz konusu toplumun

sanayi sonrası dönemin temel dinamiklerinden kaynaklanan gelişmelere paralel

olarak gelişme gösterdiği vurgulanmaktadır. Bu gelişmenin karakteristiğine baktığımızda

özünde “bilgi”yi barındırdığını ve asıl gücünü de buradan aldığını görmekteyiz.

Söz konusu toplum biçiminin temel dinamiklerini oluşturan teknolojik

gelişmeler ve küreselleşme tam da bu noktada etkisini göstermekte ve mevcut gelişmenin

açıklanmasında adeta referans görevi üstlenmektedir. Bu bağlamda teknolojik

ilerleme ve buna bağlı olarak ivme kazanan küreselleşme süreci bilgi toplumuna

geçişin ana unsurlarını oluşturmuştur şeklinde bir sonuca varmak mümkündür.

Mevcut sürecin bu temelde gelişme göstermesi kuşkusuz beraberinde pek çok

ilişkiyi de getirecektir. Çalışmaya konu olan ilişki ise beşeri sermaye ve kalkınma

arasındaki ilişkidir. Söz konusu ilişkinin niteliğini açıklama noktasında çeşitli çözümlemeler

yapılmış ve aradaki ilişkinin olumlu olduğu görülmüştür.Öte yandan

beşeri sermayeyi sadece eğitime yatırım olarak bilmemek gerektiği ve bilgi toplumuna

geçmek isteyen ülkeler tarafından kalkınma stratejisi olarak uygulanması

gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu konuda yapılan bir çok çalışmada da söz konusu

ilişkinin niteliğine yönelik aynı sonuca varılmıştır. Yapılan değerlendirmelerde

ayrıca sanayi toplumundaki fiziki sermaye ile bilgi toplumundaki beşeri

sermaye arasındaki tamamlayıcılığa dikkat çekilmiş ve gelişme için iki sermaye

türünün bir arada kullanılması gerektiği ortaya çıkmıştır. Şurası özellikle belirtilmelidir

ki; bilgi toplumu temelde bilgiye ve bilgi merkezli unsurlara bağlı olarak

gelişmesini sürdürmektedir. Bu da gelecekte “bilgi” nin önemine paralel olarak

bu alanda ilerleme kaydeden ülkelerin hızla kalkınacağını açıkça göstermektedir.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

Öte yandan bu süreçte mevcut şartlardan kaynaklanan bir takım ilişkilerin çıkması

doğal olmakla birlikte bu ilişkilerin ülkeler tarafından doğru algılanması kalkınma

için hayli önemlidir. Bu gerçeklik temelinden hareketle bilgi toplumunda

kalkınma paradigmalarına yön veren beşeri sermayenin önemi bir kez daha ortaya

çıkmıştır.

Sonuç olarak, beşeri sermayeye yatırım yaparak kalkınmasını burada arayan

ülkelerin bilgi toplumu olma yolunda epey mesafe alacaklarını söyleyebiliriz. Zira

eğitim ve sağlık harcamalarına geniş bütçe ayıran ülkelerin gelişmişlik bakımından

daima önde oldukları su götürmez bir gerçektir.

KAYNAKLAR

AKTAN, C,C. & TUNÇ, M. (1998), "Bilgi Toplumu ve Türkiye " Yeni Türkiye

Dergisi, Ocak-Şubat, Sayı 20, Cilt 1, Yıl 4, Ankara.

BARRO, R. J. (1998), Human Capital and Growth in Cross-Country Regression,

Harvard University Press.

BAŞKAYA, F. (2000), Kalkınma İktisadının Yükselişi Ve Düşüşü, İmge

Kitabevi Yayınları, Ankara,

BOWMAN, M. (1968), The Human Investment Revolution in Economic

Thought, (Ed.) Mark Blaug, Economics Education 1, Penguin Books,

London

DPT. (2000), VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Küreselleşme Özel İhtisas Komisyonu

Raporu, Ankara http://ekutup.dpt.gov.tr/bilim/yucelih/biltek.html, (Erişim :

03/06/2006)

Drucker, P.F. (1993),Yeni Gerçekler, Çev: B. Karanakçı,Türkiye İş Bankası

Yay., Ankara

DURA C. & ATİK, H. (2002), Bilgi Toplumu, Bilgi Ekonomisi ve Türkiye,

Literatür Yayınevi, İstanbul

ERKAN, H. (1998), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş bankası

Kültür Yayınları, 4.Baskı

FRİEDMAN, T. (2000), L. Lexus ve Zeytin Ağacı Küreselleşmenin Geleceği

(Çev: Özsayar Elif), Boyner Holding Yay., İstanbul

HOUGHTON, J. & PETER S. (2000), "A Primer on the Knowledge Economy",

Centre For Strategic Economic Studies, Victoria University, Melbourne

City MC

JOCHİMSEN, R. (1991), Theorie der Infrastruktur, Grundlagen der

marktwirtschaftlichen Entwicklung, Mohr, Tübingen

KAFALI, K. (1991), “21.Yüzyılda Bilim ve Teknoloji”, 21.Yüzyıl Ansiklopedisi,

Hazırlayan: Abbas Güçlü, Milliyet Yayınları, İstanbul

KARAGÜL, M. (2002), “Beşeri Sermayenin İktisadi Gelişmedeki Rolü ve Türkiye

Boyutu”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları No: 37. Afyon

KARAGÜL, M. (2003), "Beşeri Sermayenin Ekonomik Büyümeyle İlişkisi ve Etkin

Kullanımı" Akdeniz Üniv.İ.İ.B.F. Dergisi (5), Antalya

http://www.akdeniz.edu.tr/iibf/yeni/genel/dergi/Sayi05/11Karagul.pdf (Erişim:28/06/2006)

KUMAR, K. (1999), Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Türk Ceza Hukukunda Şerefe Karşı Suçlar

Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, Dost Kitabevi Yay., Ankara

KUTLU, E. (2000), Bilgi Toplumunda Kalkınma Stratejileri, Anadolu Üniversitesi

Yay. No: 1209, I.İ.B.F. Yay. No: 167, Eskişehir

KİPRİTÇİOĞLU, A. (1998), “İktisadi Büyümenin yeni Belirleyicileri ve Yeni Büyüme

Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri”, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi

Dergisi Cilt: 53; No: 1-4, Ankara

MUSHKİN, S. (1962), Health as an Investment, Journal of Political Economy,

V.70, No. 5, Part 2

NAİSBİTT, J. & PATRİCA A. (1990), Managatrens 2000 (Büyük Yönelimler)

From Yayınları, İstanbul

PORAT, M. (1978), “Emergence of An İnformation Economy” Economic

Impact, No.24, 1978/4

SARIASLAN, H. (1992), “Venture Capital (Risk Sermayesi) Finansman Modeli

ve Türkiye’de Uygulama Olanakları”, ASO Yayınları, Ayrı Baskı, Ankara

SCHULTZ, T. (1971), Investment in Human Capital, The Free Press, N.Y.

ŞAYLAN, G. (1995), Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge

Kitapevi Yay. No: 109, Ankara

TANSEL, A. & GÜNGÖR, N. D. (1997), The Educational Attainment of

Turkey’s Labor Force: A Comparison Across Provinces and Over Time,

METU Studies in Development, 24,(4)

YAVİLİOĞLU, C. (2002), “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi Ve Kavramsal Kökenleri,

Cumhuriyet Üniversitesi”, İ.İ.B.F. Dergisi, Sivas

http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/133.pdf (Erişim:01/06/2006)

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

2

HUKUKUMUZA GÖRE POLİSİN; OLAY

YERİ İNCELEME VE DİĞER

GÖREVLERİNDE

“ELKOYMA” İŞLEMLERİ

Ziyaettin KAYGUSUZ *

GİRİŞ

Kamu düzenini sağlamakla görevli olan polis, suç ve suçlularla mücadelede

bilimsel, teknik ve hukuk kuralları içerisinde çeşitli tedbirleri ve önlemleri almakla

yetkili kılınmıştır. Bu tedbirler içerisinde, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini yakından

ilgilendiren durumlardan birisi de elkoymadır.

Elkoyma işlemi, bulunulan durum, kişilerin ve ortamın özelliğine göre hukukun

öngördüğü çeşitli şekillerde yapılabilir. Elkoyma tedbiri, temel insan haklarını

yakından ilgilendirdiğinden, ulusal(Anayasa, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu(PVSK),

Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK), Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu,

Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği(Arama Yönetmeliği) vb) ve uluslararası(BM

ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri vb) hukuki metinlerde yer almış, yapılma

usulü, yetki ve sınırları belirlenmiştir.

Bir koruma ve güvenlik tedbiri olarak yapılan elkoyma işlemi, hem adli hem

de önleme amaçlı olarak yapılabilir. Bu nedenle elkoyma işlemi, hangi amaçla

yapılırsa yapılsın, neticesinde toplumda huzur ve güvenin tesis edilmesi ve korunması

amacına hizmet eder.

Avrupa Birliğine girme sürecindeki ülkemizin, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni

(AİHS) imzalaması hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin

(AİHM) yargı yetkisini kabul etmesi sebebiyle, elkoyma tedbirinin de içinde olduğu

ceza yargılaması, belirlenen kriterlere göre yürütülmesi büyük önem arzeder.

Delillere elkoymak için yapılan olay yeri inceleme, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması

ve meydana gelen olayın niteliğinin tespit edilmesi amacıyla yapılır. Bu

nedenle, olay yeri incelemesi genel olarak, ceza yargılaması koruma tedbirlerinden

arama ve elkoyma işlemlerini yerine getirdiğinden, uzmanlar aracılığıyla hukukilik

ilkesi çerçevesinde, teknik ve bilimsel usullere uygun olarak yerine getirilmesi

gerekir.

Bu çalışma, Avrupa Birliği müktesebatına uyum amacıyla ülkemizde yapılan

son mevzuat değişikliklerine göre yapılacak elkoyma işlemlerinde, ekte belirtilen

*4. Sınıf Emniyet Müdürü, Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği, Ankara,

Temmuz 2006.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…

kaynaklardan da yararlanılarak, özellikle polisin uygulamalarına ışık tutması ve

tereddütlerinin giderilmesine katkı sağlaması amacıyla ele alınmıştır.

1. Elkoymanın Tanımı ve Niteliği

Bir suçu aydınlatmak için gerekli olan delilleri temin etmek veya müsadereye

tabi eşyayı emniyet altına almak için yapılan ve bir ceza muhakemesi işlemi olan

elkoyma, uygulamada müsadere ile karıştırılmaktadır. Müsadereye tabi eşya,

elkoymanın konusu olabilmekteyse de, “müsadere”, elkoymadan çok farklı neticeleri

olan bir kavramdır.

Yapılması ilgilinin rızası bağlı olmayan elkoyma, bir ceza değil, istenilen amaca

ulaşıldığında kendiliğinden sona eren, geçici bir koruma tedbiridir. Aynı zamanda,

ceza muhakemesi sonucunda doğru kararın verilmesini sağlamaya yönelik

bir araçtır.

Doktrinde birçok tanımı yapılan elkoymanın, Arama Yönetmeliği; “Suçun veya

tehlikelerin önlenmesi amacıyla veya suçun delili olabileceği veya müsadereye tabi

olduğu için, bir eşya üzerinde, rızası olmamasına rağmen, zilyedin tasarruf yetkisinin

kaldırılması işlemine” şeklinde ifade edilmiştir. Bir başka ifade ile elkoyma, ceza muhakemesini

amacına ulaştırmak için, kural olarak hakim, gecikmede sakınca bulunması

halinde savcı veya kolluk amiri tarafından, delil elde etme ve/veya müsadere

amacına yönelik olarak, sanık, şüpheli veya üçüncü bir kişinin rızası dışında zilyetliğindeki

bir eşyanın tasarruf yetkisinin adli makamlara devredilmesi şeklinde tanımlanabilir.

Elkoyma tedbirine başvurulurken, öncelikle koruma tedbirlerinin genel özellikleri

(geçici ve araç olma) ve önşartları (haklı görünüş, gecikemezlik, orantılılık

ve yasallık) ile elkoymaya hakim olan ilkeler (hukuk devleti, insan onurunun dokunulmazlığı,

dürüst işlem ilkesi, özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı vb)

göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca, bütün koruma tedbirleri gibi elkoyma da geçicidir.

Elkonulan eşya, yargılama sonunda ya müsadere edilir ya da zilyedine iade

edilir. Kunter ve Yenisey’e göre, delil olabilecek eşyaya elkoyma tutucu bir koruma

tedbiridir ve son karara kadar devam eder.

Ceza muhakemesinin amacına ulaşabilmesi için elkoyma yasağı bulunmadığı

sürece, delil veya delil niteliğinde bulunan ya da müsadereye tabi her şey muhafaza

altına alınabilir. Bu tür eşyanın zilyedinin rızası varsa “muhafaza ve emniyet

altına alma”; rızası yoksa “elkoyma” söz konusudur. Mevzuatımızdaki hükümleri

incelediğimizde genel olarak basit elkoyma, postada elkoyma, basılmış eserlere

elkoyma, bilgisayarlarda elkoyma, taşınmaz hak ve alacaklara elkoyma ve geçici

elkoyma gibi çeşitlerinin olduğu görülmektedir.

2. Hukuki Dayanaklar

• Uluslararası Düzenlemeler

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 3. maddesi ile 12. maddesinde "Hiç

kimse özel hayatı, ailesi, meskeni ve yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref

ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere

karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır" şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Yine, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 8. maddesi ise "Her şahıs hususi ve aile

hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet edilmesi hakkına maliktir. Bu

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 3


MAKALELER

hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir cemiyette

ancak milli güvenlik, amme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın muhafazası,

suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlakın ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin

korunması için zaruri bulunduğu derecede kanunla derpiş edilmesi şartıyla

vuku bulabilir" şeklinde düzenleme yapılmıştır. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları

Mahkemesinin elkoyma konusunda ülkemizle ilgili verdiği kararlar da belirtilen

gerekçeler ve kriterler de bu konuda polis için bir kaynak sayılır.

• Anayasa

Anayasa’nın özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20. maddesinde ve konut dokunulmazlığını

düzenleyen 21. maddesinde, elkoyma koruma tedbiri ile ilgili olarak,

kişilerin bu temel hak ve özgürlüklerinin hangi şartlarda ve şekilde sınırlanabileceği

genel olarak düzenlenmiştir.

• Ceza Muhakemesi Kanunu

Ceza muhakemesi tedbiri olarak CMK’da düzenlenen elkoyma, kanunun 123

ile 134. maddeleri arasındaki hükümlerde yer almaktadır.

• Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu

Kanunun 9. maddesinde, suçun önlenmesi amacıyla yapılan üst, eşya ve

araç aramalarında suç unsurlarına rastlanması halinde elkoyma işleminin yapılabileceği

belirtilmiştir. Ayrıca, Kanunun Ek 4. maddesinde, bir suçla karşılaştığında

polisin adli amaçlı olarak yapacağı elkoyma ile ilgili düzenleme bulunmaktadır.

• Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu

Kanunun 19 ve 20. maddelerinde, kaçakçılıkla ilgili elkonulacak eşya ve durumlar

belirtilmiştir. Bu Kanunda zoralımı öngörülen kaçak eşyaya derhal

elkonulur ve en yakın gümrük idaresine veya gümrük idaresince izin verilen yerlere

miktarını ve cins, marka, tip, model, seri numarası gibi eşyanın ayırıcı özelliklerini

gösterir bir tutanakla teslim edilir.

• Basın Kanunu

Basın hürriyetini yakından ilgilendirdiğinden delil elde etmek amacıyla basılmış

eserlerin hepsine değil bir kısmına elkonulabilir. Kanunun 25. maddesinde

elkoyma ile ilgili olarak; “soruşturma için sübut vasıtası olarak her türlü basılmış

eserin en fazla üç adedine Cumhuriyet savcısı, gecikmesinde sakınca bulunan

hallerde de kolluk el koyabilir” şeklinde düzenlenmiştir.

• Türk Ceza Kanunu

Kanunda “eşya müsaderesi” ve “kazanç müsaderesi” şeklinde 54 ve 55. maddelerde

düzenleme yapılmıştır. Buna göre, müsadereye tabi olan eşya, failin tutuklanma

koşuluna bağlı olarak suçta kullanılan ya da kullanılmak üzere hazırlanan ya

da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyaya elkoyma işlemi yapıldıktan sonra,

fail mahkum olduğunda bu eşya müsadere edilecektir. Yine, yasada sayılmış olan

bazı nesneler, bir ceza mahkumiyeti olmamasına ve faile ait olmamasına rağmen,

elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır. Bu nesneler, kullanılması, yapılması,

taşınması, bulundurulması ve satılması suç teşkil eden nesnelerdir.

• Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği

Elkoyma ve koruma altına alma ile ilgili olarak değişik kanunlarda yer alan

4

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…

konunun uygulamasının nasıl ve ne şekilde olacağı Yönetmeliğin 15, 16 ve 17.

maddelerinde belirtilmiştir.

• Suç Eşyası Yönetmeliği

Suç eşyasına elkoyma konusu Yönetmeliğin 5. maddesinde ayrıntılı olarak

düzenlenmiştir. Yönetmeliğe göre, suç eşyası ve suçla ilgili ekonomik kazancın,

muhafaza altına alınması, elkonulması, elden çıkarılması, iadesi, müsaderesi ve

imhasına ilişkin işlemlerin yapılmasında uyulacak usul ve esasları düzenlemiştir.

3. Elkoymanın Amaçları

3.1 Delil Elde Etmek

Elkoyma, ceza muhakemesinin sağlıklı yürütülmesi ve verilecek kararların

uygulanmasını sağlamak amacıyla yapılır. Bu amaçlara da ancak, delil olabilecek

veya müsadere edilebilecek eşyaya elkoyma ile mümkündür.

Maddi gerçeğin araştırıldığı ceza muhakemesinde hukuk devleti ilkesi çerçevesinde

her şey delildir. Bir başka ifade ile hukukumuz ceza muhakemesinde serbest

delil sistemini kabul etmiştir. O halde delil olan her şey, kural olarak

elkoymanın konusunu oluşturur. Bu nedenle elkoyma, delillerin toplanması ve

failin o suçu işleyip işlemediğinin tespit edilmesine yardım eder.

Elkoyma konusu ile ilgili Ceza yargılamasında iki grup eşya sayılmaktadır.

İlki, olay yerinde bulunan veya olayla ilgili olarak delil değerlendirmesi yapılacak

bazı eşyaya elkonulması amacıyla “soruşturma için ispat bakımından faydalı

görülen eşya”, ikincisi ise, “müsadereye tabi eşya” olarak belirtilmektedir

(CMK m.123).

Olay yerinde delil elde etme amacıyla yapılacak aramada, delil bulunduğunda

bunun elde edilmesi elkoyma ile olacaktır. Delil olabilecek eşyaya el koyma

tutucu bir koruma tedbiridir. Bu amaçla yapılan araştırma sonucu elde edilen delillere

elkonulabilir.

Gökçen ve Kaymaz’a göre elkoymanın ilk amacı, delil elde etme ve böylece

muhakemenin sağlıklı bir biçimde yapılmasını sağlamaktır. Örneğin, sahte evrak

tanzim etmek suçunda tanzim edilen evraka, ceza muhakemesinde değerlendirilebilmesi

için elkonulması gibi. Ancak, hukuk düzeninin tanımadığı, delil yasakları

içinde kalan, gerçekçi olmayan, yani beş duyumuzla algılanamayan, akıl ve

mantık kurallarına aykırı, suç ile ilgili olayı aksettirmeyen araçlar delil niteliğini

haiz sayılmazlar ve bu durumda olan eşyaya elkonulamaz.

3.2 Müsadere Etmek

Ceza muhakemesi sonunda verilecek kararların uygulanmasını teminat altına

alabilmek için müsadereye tabi eşyaya elkonulması gerekir(CMK 123). Müsadereye

tabi olan eşya, failin tutuklanma koşuluna bağlı olarak suçta kullanılan ya

da kullanılmak üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyaya

elkoyma işlemi yapıldıktan sonra, fail mahkum olduğunda bu eşya müsadere

edilecektir. Yine, yasada sayılmış olan bazı nesneler, bir ceza mahkumiyeti

olmamasına ve faile ait olmamasına rağmen, elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır.

Bu nesneler, kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması

suç teşkil eden nesnelerdir (TCK m.54).

Arapça asıllı olan “müsadere” kelimesi, hukuk terminolojisinde, işlenen bir suç

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 5


MAKALELER

karşılığı olarak, mahkumun malvarlığının tamamı veya bir kısmı üzerindeki mülkiyetine

son verilmesi ve bu mülkiyetin kamuya devredilmesi anlamına gelir. Suç failinin,

bütün malvarlığı üzerindeki haklarının devlete geçmesi halinde “genel müsadere”,

sadece işlenen suç ile ilgili belirli mallar veya üzerindeki haklarının devlete geçmesi

halinde “özel müsadere” söz konusu olur. Modern ceza hukuku genel müsadereyi

kabul etmemektedir(Anayasa m. 38/8).

Yurtcan ve Gökçen’e göre müsadereye tabi olan eşya iki gruptur; İlki, failin

mahkum olması halinde, müsadere edilecek eşyadır. Bunlar, suçta kullanılan ya

da kullanılmak üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyadır.

Böyle bir eşyaya CMK hükümlerine göre elkonulabilir. Diğeri ise; kullanılması,

yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması suç olan eşyadır.

Elkoyma için bir suçta kullanılmasına gerek yoktur.

3.3 Önleme(Güvenlik) Tedbiri Olarak Yapılması

Genel olarak, suçu veya bir tehlikeyi önlemeye hizmet eden tedbirlere “önleme

tedbiri” denilir. Eğer bir tehlike uzaksa, önleme tedbirinden bahsedilir; polisin

toplumu koruma ve tehlikeyi önleme ile ilgili olarak, suçların işlenmesinin önlenmesi

görevi vardır (PVSK-2).

Önleme tedbiri olarak elkoyma konusu, başta Anayasanın 20 ve 21. maddeleri,

PVSK’nın 9. maddesi ile Arama Yönetmeliğinin ilgili maddelerinde kamu

düzeninin sağlanması ve suçların önlenmesi amacıyla elkoymanın yapılabileceği

belirtilmektedir.

Konu ile ilgili olarak; sürücü belgesine (önleme tedbiri olarak) el koyma, toplumsal

etkinlikler ve spor karşılaşmalarında önleyici elkoyma, kamu kuruluşları, cezaevi

ve hava alanlarında geçici el koyma uygulamaları ile eğitim kurumlarında sigara, bıçak

ve alkollü içki araması yapan Özel güvenlik görevlileri de önleme amacıyla yaptıkları

elkoyma işlemleri bu konuda örnek olarak gösterilebilir.

4. Elkoymanın Şartları

4.1. Şüphe Yönünden

Elkoymanın en önemli şartı, bir suç işlendiği veya suç delili elde etme hususundaki

şüphenin varlığıdır. Ceza muhakemesinde, “Araştırma Mecburiyeti İlkesi”

gereği, bir fiilin işlendiğini haber alan yetkili makamlarca derhal soruşturmaya

başlanır. Konu, CMK tarafından da düzenlenmiştir.

CMK’da bazı koruma tedbirleri için(arama, elkoyma, yakalama ve tutuklama

vb) farklı şüphe derecesi aranmıştır. Şüphe kavramı ile ilgili genel olarak kabul

edilen sınıflandırma, şu şekilde yapılabilir: Basit şüphe, önleme ve araştırma

amaçlı işlemlerde, makul şüphe veya somut emarelerle desteklenen şüphe soruşturma

evresi, yeterli şüphe kovuşturma evresi(kamu davasının açılması), kuvvetli

şüphe ise tutuklama için aranmaktadır.

CMK da, elkoyma bakımından da şüphenin derecesi konusunda bazı düzenlemeler

yapılmıştır. Örneğin, 128. maddede, taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma

için “kuvvetli şüphe” aranmıştır. 129. maddede, Postada elkoyma için “şüphe”

aranmıştır. Bu şüphe yeterli şüphe olması gerekir. 134. madde de ise, bilgisayarlarda

elkoyma işlemini ancak “başka suretle delil elde etme imkanının bulunmaması halinde”

yapılabileceği belirtilmiştir. Yine Arama Yönetmeliğinin “Makul şüphe” başlıklı 6.

6

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…

maddesinde adli aramalar için gereken makul şüphe konusunda bazı tanımlamalar

yapılmıştır.

Özbek’e göre şüphe ölçülebilen, belirli bir kavram değildir. Fakat ummadan

daha fazla ve fakat yeterli ya da kuvvetli şüpheden daha az bir anlamı vardır.

Umma sübjektif, şüphe ise objektif anlam içerir. Yaşanmış olaylar, yetkilileri bir

suçun işlendiği düşüncesine götürüyorsa burada şüphe vardır denebilir.

Erem’e göre, elkoyma tedbirinin uygulanması, şüpheliyi sanık durumuna getirdiğinden,

olaylara dayanan (ihbar, sıcak takip, gözetleme, iz takibi gibi) bir

şüphenin bulunması gerekir. Bu şüphe bir suça taalluk etmelidir. Elkoyma açısından

basit şüphenin yeterli olup olmadığı konusunda, elkoymaya neden olan

suçun niteliğine ve ağırlığına bakmak gerekir. Örneğin, Gökçen ve Kaymaz’a göre

organize suç için elkoymada, basit şüphe yeterli görülmektedir.

Kunter ve Yenisey’e göre, basit veya yeterli şüphe olmayan durumlarda, kolluk

görevlisinin takdir yetkisini kullanarak elkoyma yapması veya hakiminin

elkoyma kararı vermesi halinde, elkoymayla elde edilen delil hukuka aykırı delil

olacaktır.

4.2 Eşya Yönünden

Elkoyma konusu ile ilgili CMK’da iki grup eşya sayılmaktadır. İlki, olay yerinde

bulunan veya olayla ilgili delil olabilecek “soruşturma için ispat bakımından

faydalı görülen eşya”; ikincisi ise, “müsadereye tabi eşya” olarak belirtilmektedir(CMK

m.123). Müsadereye tabi olan eşya, failin tutuklanma koşuluna bağlı

olarak suçta kullanılan ya da kullanılmak üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden

meydana gelen eşya olup, elkoyma işlemi yapıldıktan sonra, fail mahkûm

olduğunda bu eşya müsadere edilecektir(TCK m.54/1). Yine, yasada sayılmış

olan bazı nesneler, bir ceza mahkûmiyeti ve faile ait olmamasına rağmen,

elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır. Bu nesneler, kullanılması, yapılması,

taşınması, bulundurulması ve satılması suç teşkil eden nesnelerdir(TCK m. 54/4).

Arapça olan “eşya” kelimesi “şey”’in çoğuludur. Gökçen’e göre “şey”, canlı

varlığın karşıtı olarak, cansız varlıklardır. Hukuki manada eşya; maddi varlığı

olup üzerinde hâkimiyet kurulması mümkün olan, sınırlanabilen, insan dışı, ekonomik

değer taşıyan her türlü cansız varlıkları ifade eder.

Elkoyma açısından, delil niteliğindeki ya da müsadereye tabi eşyayı elinde

bulunduran kişinin, malik ya da zilyet olması, ya da suça iştirak edip etmemesi,

sanık veya mağdur olması önemsizdir. Bu eşyanın fiile iştirak eden kişi ile ya da

mağdurla doğrudan bir ilgisinin bulunmasının ya da zilyedin muhakemedeki pozisyonunun

ne olduğunun da kıymeti yoktur.

Kunter ve Yenisey göre, canlı insan vücuduna elkoyma mümkün değildir. İnsan

vücudundan ayrılmış (kıl, kan, diş gibi) parçalar vücuttan ayrılmayı takiben

eşya durumuna girerler. Ayrı bir koruma tedbiri olan beden muayenesi, CMK 75

ve 76. maddeleri ile Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler

Ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmeliğinde detaylı şekilde düzenlenmiş

ve delil aranması amacıyla yapılması öngörülmüştür.

Kaymaz’a göre faydalı veya yararlı görülen eşyadan maksat “eşyada, potansiyel

olarak delil niteliğinin bulunması”dır. Bir eşyanın gerçekten delil niteliğini haiz

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 7


MAKALELER

olup olmadığı, onun emniyet altına alınmasından sonra, delil olarak değerlendirilmesi

sırasında anlaşılacağı için, bu eşyaya elkoyma esnasında yürütülen ceza muhakemesinde

olayı aydınlatmak amacıyla herhangi bir şekilde kullanabileceğinin

ortaya çıkması yeterlidir. Gökçen’e göre bu eşyanın, ancak delil olan başka bir

nesne ile birlikte ikame edilebiliyor veya kuvvetlendiriliyor ya da anlam kazanıyor

olması, onun yararlı görülen eşya sayılmasına engel oluşturmaz. Yine, elkoymaya

konu olan delil niteliğindeki eşya, şüpheli veya sanığın aleyhine olabileceği gibi lehine

de olabilir. Burada önemli olan, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen

fiilin aydınlatılması için yardımcı olma özelliğinin bulunmasıdır.

4.3. Zaman Bakımından

Ceza muhakemesi, soruşturma evresi ile başlar ve kesin hükümle sona erer.

Dolayısıyla elkoyma kararı verebilmek için soruşturma evresinin başlamış olması

gerektiğinden, soruşturma makamlarının belli bir suçun işlendiği konusunda

şüphenin oluşmasını sağlamak için elkoyma yapmaları hukuka aykırı olur.

Elkoyma kural olarak günün herhangi bir saatinde yapılabilir. Ancak, adli

amaçlı elkoyma işlemi eğer gecikmesinde sakınca yoksa “kapalı alanlarda” yapılacak

arama koruma tedbiri gibi elkoymanın da gündüz yapılması gerekir. Bununla

beraber “açık alanlarda” ise elkoyma işleminin her zaman yapılmasında

bir engel bulunmamaktadır.

Elkoyma kararı verilmesinden itibaren, ne kadar süre içinde uygulanacağı

konusunda CMK’da bir açıklık yoktur. Elkoymanın, makul bir süre içinde yerine

getirilmesi gerekir. Makul süre olaydan olaya değişebilir. Örneğin, gecikmesinde

sakınca bulunan hallerde, Cumhuriyet savcısı ve polisin de elkoyma emri verebileceğine

göre, hakimce verilen bir arama kararının uzun süre bekletilmesi, dürüst

işlem ilkesine(adil yargılanma ilkesi) aykırı olacaktır.

Toroslu ve Yurtcan’a göre, elkoymanın süresi konusunda yasal düzenlemelerde

açık bir hüküm yoktur. “Geçici olma” tüm koruma tedbirleri için bir özellik olduğundan,

süre konusunda hassas davranılmalıdır. Elkonulan eşyanın delil niteliğinde olmadığı

veya delil özelliği devam etmediği ya da müsadereye tabi olmadığı anlaşıldığında

elkoymaya derhal son verilmesi gerekir.

4.4. Yer Bakımından

Elkonulması yasak eşya ile ilgili istisnalar bir yana bırakılacak olursa, yer bakımından

herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. CMK ülkemiz sınırları içinde uygulanan

bir kanun olması nedeniyle, elkoyma ancak Türkiye sınırları içinde bulunan eşya

açısından söz konusudur. Bununla birlikte elkoyma işleminin uygulanmasında yer

konusunda bazı özel düzenlemeler de bulunmaktadır.

Elkoyma işleminin gerçekleştirileceği yer konusunda, açık alanlar ile kapalı

alanlar da yapılma usulleri biraz farklılık gösterir. Çünkü açık alanlarda yapılacak

elkoyma günün her saatinde yapılabilecekken, kapalı mekanlarda yapılacak

elkoyma ise, gecikmesinde tehlike yoksa gündüz yapılması gerekir. Bu gibi yerlerde

yapılacak elkoyma işleminde ise bazı kişilerin hazır bulunması da gerekebilir.

CMK’nın 119/5. fıkrası ile 251/4. fıkrasında “askeri mahal” kavramı kullanılmış

ve bu mahallerde yapılacak arama işlemi, Cumhuriyet savcısının istem ve

katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.

8

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…

1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi gereği, diplomasi

dokunulmazlığı bulunan kişilerin konutu, üstü ve eşyası aranamaz ve elkoyma

yapılamaz.

Hakim ve savcıların, ağır cezayı gerektiren suçüstü hali dışında suç işlediği

iddiasıyla üzerleri ve konutları aranamaz ve elkoyma yapılamaz. Durum Adalet

Bakanlığına derhal bildirilir.

Avukat bürolarında arama ve elkoyma işlemi CMK 130/1 fıkrasına göre ancak

mahkeme kararı ile Cumhuriyet savcısının denetiminde yapılabilir.

5. Elkoyma Emri Ve Kararını Verme Yetkisi

Elkoyma işlemi, temel hak ve özgürlükleri sınırladığı için, hukukumuzda

elkoymaya kural olarak hakimin karar vermesi aranmıştır. Elkoyma emri veya

kararını verme yetkisi ile ilgili olarak Anayasanın 20 ve 21. maddeleri esas alınarak,

CMK 127/1. fıkrası ile Arama Yönetmeliğinin 15. maddesinde; Hakim kararı

üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının,

Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile

kolluk görevlileri, elkoyma işlemini yapabilecekleri öngörülmüştür.

Aynı maddenin 4. fıkrasında, zilyetliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı

değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu konuda bir karar verilmesini

isteyebileceği hüküm altına alınmıştır. Askeri mahallerde yapılacak elkoyma

işlemi ise, 6. fıkraya göre ancak, Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî

makamlar tarafından yerine getirilir.

Kaymaz’a göre, devlet menfaatleri ile kişi menfaatleri arasında denge gözetilmesini

gerektiren elkoyma kararı için, hakim kanuna uygunluk yanında, amaca

uygunluğu da gözeteceğinden, kişi için bir güvence oluşturur.

Hâkimin elkoyma kararı verebilmesi için, öncelikle elkoymanın kanun ve yönetmelikte

belirtilen şartlara uygun olması gerekir. Soruşturma evresinde sulh hâkimi,

kovuşturma evresinde ise mahkeme elkoyma kararı verir.

Postada elkoymada(CMK 129) sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca

olan durumlarda Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilirken, avukat

bürolarında elkoyma ise(CMK 130) ancak mahkeme kararı ile yapılabilir. Bilgisayarlar

da elkoyma işlemi ise(CMK 134) Cumhuriyet savcısının istemi ve hâkimin

kararı ile gerçekleştirilebilir.

CMK dışındaki bazı kanunlarda da, bazı mercilere (Vali, Kaymakam, Sıkıyönetim

Komutanı, Gemi Kaptanı vb.) elkoyma emri verebilme ve elkoyma yapabilme

hususunda yetki verilmiştir. Bu kanunlarda aksine hüküm yoksa, elkoyma

CMK hükümlerine göre yapılır.

6. Elkoyma İşleminin Yapılması (Elkoyma Kararının Uygulanması)

6.1. Genel Olarak(Basit Elkoyma)

Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet

savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk amirinin

yazılı emri ile elkoyma işlemini yapan kolluk görevlilerince, suç eşyasına

elkonulduğuna dair bir tutanak düzenlenir(CMK 127/1). Elkonulan eşya, usulüne

uygun olarak ambalajlanıp etiketlendirildikten sonra soruşturma evrakı ile birlikte

Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 9


MAKALELER

Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi yirmidört saat içinde görevli

hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren 48 saat içinde

açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar. Elkonulan eşyanın bu süre içerisinde

muhafazası için gerekli tedbirler, Cumhuriyet başsavcılığınca alınır.

Elkonulan eşyanın teslim alınmasına dair işlemler Cumhuriyet savcısının talimatı

doğrultusunda emanet memurunca yerine getirilir.

Elkoyma işleminin uygulanması şu şeklide sıralanabilir;

• Elkoyma kararı ilgili kişiye bildirilir (CMK 124).

• Elkoyma işlemi sırasında elkonulamayacak belge ve mektuplara

elkonulmaz(CMK 126)

• Kararı, hakim, savcı veya kolluk icra eder.

• İstenen eşyayı vermeyenler hakkında disiplin hapsine ilişkin hükümler uygulanır(CMK

124).

• Elkoyma kararına göre yapılan el koyma işlemi tutanağa geçirilir.

• Elkoyma işleminde görev alan personelin açık kimliği tutanağa yazılır.

• El koyma işlemi, suçtan zarar gören mağdura bildirilir(CMK 127/5).

• Askeri mahallerde ve avukat bürolarında yapılan el koymalarda C.Savcısı

hazır bulunur(CMK 127/6) .

• İstenen eşyayı vermeyenler hakkında CMK 60. maddesinde öngörülen disiplin

hapsi uygulanır(CMK 124).

• Devlet sırrı niteliğindeki belgeler, mahkeme hakimi veya heyeti tarafından

incelenir(CMK 125/2).

CMK’da, elkoyma kararının yerine getirilmesinde yetkililer açısından herhangi

bir sınırlama getirilmemiştir. Hakim, savcı elkoymayı bizzat uygulayabilir, yardımcı

görevlilerinden istifade edebilir veya bu konuda polis ve jandarmayı görevlendirilebilir.

Hatta, memur olmayan hamal ve taşıyıcı gibi şahısların da yardımından

istifade edilebilir.

Hakim kararıyla yapılan elkoyma sırasında ilgilinin veya yakınlarının hazır

bulunması zorunlu değildir. Ancak savcı veya kolluk tarafından yapılan

elkoymada, alakadar şahıs veya bunun mümeyyiz olan hısımlarından birinin hazır

bulunması gerekmektedir.

Zilyetliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı değerlerine elkonulan kimse,

hâkimden her zaman elkoymanın kaldırılması konusunda bir karar verilmesini isteyebilir.

Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra

edilir. Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararı, bu

araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Banka veya

diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, iletişim araçlarıyla

bu yerlere derhâl bildirilerek yerine getirilir.

6.2. Zor Kullanma İle Yapılması

Her elkoymada, temel bir hakkın, ilgilinin isteyip istememesine bakılmaksızın

henüz hüküm verilmeden kısıtlanması söz konusu olduğundan, potansiyel bir zorlama

içerir. Elkoymaya maruz kalacak kişinin daima elkoyma yapacak görevli ile

işbirliği içinde hareket etmesi beklenemeyeceğinden, elkoymanın amacına ulaşması

ve etkinliğin sağlamak için gerekli oranda(orantılılık ilkesi) zor kullanılabilir.

10

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…

Elkoymadan önce, eşyanın zilyedi olan kişiye elkoyma konusunun açıklanması,

soruşturmanın amacına zarar vermemek şartıyla elkoyma nedeninin

bildirilmesi ve razı olmadığı takdirde eşyanın zorla alınacağının açıklanması

gerekir. Eşyanın rıza ile verilmemesi durumunda Devletin zor kullanma hakkı

doğar. Burada kişinin rızası ile vermemesi halinde kullanılacak zor, amaca uygun

olarak elde edilmesi gereken eşyanın elde edilmesi ile son bulmalıdır(CMK

123/2, 124/2).

Ancak, elkoyma tedbiri için zor kullanma konusunda çok dikkat edilmesi gerekir.

Zira, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması halinde TCK 256. maddesine

göre, “kasten yaralama suçu” oluşur ve buna ilişkin hükümler uygulanır.

Bu nedenle, zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada,

kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanmaması

gerekir. Ayrıca, görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine

veya kamunun zararına ya da bu işlemden kazanç sağlayan kamu görevlisi

ile ilgili olarak TCK 257/1 fıkrasına göre “görevi kötüye kullanma” suçu

oluşacaktır. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise, görevin gereklerini yapmakta ihmal

veya gecikme olması halinde de kamu görevlisine ceza verilmesi öngörülmüştür.

Özbek’e göre, zor kullanma elkoymaya karşı çıkan kişiye karşı olabileceği gibi,

eşyaya da yönelik olabilir. Mesela elkonulacak eşyanın bulunduğu kasanın kilidinin

kırılması gibi. Ne şekilde elkoyma yapılırsa yapılsın, sanığın haklarını kullanabilme

imkanını ortadan kaldıracak şekilde zorlama yöntemi uygulanamaz.

Adlî kolluğun olay yerinde aldığı tedbirlere uyulmaması halinde, CMK 168.

maddesine göre, bunların yapılmasına engel olan veya yetkisi içinde aldığı tedbirlere

aykırı davranan kişileri, işlemler sonuçlanıncaya kadar ve gerektiğinde zor

kullanarak bundan men etme yetkisi tanınmıştır. Bu kişileri gözaltında tutma süresi,

elkoymanın gerçekleşmesi ile sınırlı olmalı; her halükarda 24 saatı geçmemelidir.

7. Elkoyma Çeşitleri

7.1 Taşınmazlara, Hak Ve Alacaklara Elkoyma

Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoymanın nasıl ve ne şekilde olacağı

CMK’ın 128. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Belirtilenlere elkoyma

işleminin yapılabilmesi için, özetle;

• Suçun işlendiğine veya suçtan elde edildiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin

bulunması,

• İşlenen suçun CMK 128/2’de sayılan suçlardan olması,

• Hakim kararı bulunması (CMK 128/9) ve,

• Elkoyma ile ilgili verilen karar çerçevesinde CMK 128/3, 4, 5, 6, 7 fıkralarına

göre işlem yapılması, gerekir.

CMK 128. maddesine göre, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine

ve bu suçlardan elde edildiğine dair kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde,

şüpheli veya sanığa ait; “ Taşınmazlara, kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,

banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba, gerçek veya tüzel

kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, kıymetli evraka, ortağı bulunduğu

şirketteki ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına, diğer malvarlığı değerleri-

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006 11


MAKALELER

ne”, elkonulabilir. Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli

veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma

işlemi yapılabileceği yasal metinde öngörülmüştür.

7.2. Postada Elkoyma

Öztürk ve Gökçen’e göre postada elkoyma; delil niteliğinde ve/veya müsadereye

tabi olan posta gönderilerinin (mektup, koli, telgraf vb.) ilgililerin rızası bulunmaksızın

adliyede emanet dairesi denilen yere konulmak suretiyle emniyet altına

alınması olarak ifade edilebilir. Diğer bir değişle postada elkoyma işlemi, evrakların

postada olduğu zamanda uygulanır. Bu nedenle eşya postada değil de,

şahıslarda veya başka bir yerde bulunuyorsa, basit elkoyma hükümlerine göre

elkonulabilir. Dolayısıyla bu tür evrak kargo vb. özel posta hizmeti veren kuruluşlarda

ise postada elkoyma değil, basit elkoymaya dair hükümler uygulanacaktır.

Postada elkoyma işleminin yapılabilmesi için;

• Suç delili oluşturduğundan şüphe edilmesi,

• Gerçeğin ortaya çıkması için el konulmasının gerekmesi,

• Hakim kararı veya C.Savcısının yazılı emri, gerekir.

Postada el koymaya karar verilmesi halinde gönderiye el konulması ile yetinilir.

İçeriği açılamaz. Posta memurları huzuruyla mühürlenen gönderi Hakim ve

C.Savcısına teslim edilir (CMK 129/2).

Yukarıda belirtilen işlemlerin aksi durumunda bu işlerle görevlendirilenler haberleşme

özgürlüğünü ihlal suçunu işlemiş olurlar (TCK 132, 137). Yine TCK’nın

134/1 fıkrasında, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimselerin cezalandırılacağı

öngörülmüştür.

7.3. Avukat Bürolarında Elkoyma

Avukat bürolarında elkoyma işleminin nasıl yapılacağı CMK’ın 130. maddesinde

düzenlenmiştir. Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen

olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro

başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.

Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda

arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat

ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda,

bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca

mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza

hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim,

elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu

saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten

tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, 24 saat içinde verilir.

Postada elkoyma durumunda bürosunda arama yapılan avukat veya baro başkanı

veya onu temsil eden avukatın karşı koyması üzerine de aynı usuller uygulanır

(CMK 130, Arama Yön. 13).

7.4. Eşya Veya Kazancın Muhafaza Altına Alınması Ve Bunlara

Elkonulması

Eşya ve kazancın müsadere edilmesi konusunu oluşturan değerler ve durumları

TCK’ın 54 ve 55. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, müsadereye tabi

12

Polis Dergisi, Sayı: 48 Nisan-Mayıs-Haziran 2006


Hukukumuza Göre Polisin; Olay Yeri İnceleme ve Diğer Görevlerinde…

olan eşya, failin tutuklanma koşuluna bağlı olarak suçta kullanılan ya da kullanılmak

üzere hazırlanan ya da suçun işlenmesinden meydana gelen eşyaya

elkoyma işlemi yapıldıktan sonra, fail mahkum olduğunda bu eşya müsadere

edilecektir. Yine, yasada sayılmış olan bazı nesneler, bir ceza mahkumiyeti olmamasına

ve faile ait olmamasına rağmen, elkoyma ve müsadereye konu olacaklardır.

Bu nesneler, kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması

suç teşkil eden maddelerdir.

Ayrıca, CMK’ın 123. maddesinde de eşya ve kazanca elkoyma ile ilgili şu düzenleme

yapılmıştır:

• İspat aracı olarak yararlı görülen ya da eşya veya kazanç müsaderesinin

konusunu oluşturan malvarlığı değerleri, muhafaza altına alınır.

• Yanında bulunduran kişinin rızasıyla teslim etmediği bu tür eşyaya

elkonulabilir.

7.5. Bilgisayarlarda elkoyma

Hukuki düzenlemelere yeni giren bir kavram olan bilgisayarlarda elkoyma ile

ilgili işlemler CMK’ın 134. maddesi ile Arama Yönetmeliğinin 17. maddelerinde

düzenlenmiştir. Buna göre, bilgisayarlara, bilgisayar programlarına ve kütüklerine

elkonulabilir. Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde

etme imkânının bulunmaması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine

şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde

arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların

çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.

Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden