marketing europe & anatolia Sayı: 010
marketing europe & anatolia, ekonomi, medya, reklam, iletişim ve pazar alanında aylık olarak yayınlanan bir e-dergidir. marketing europe & anatolia’da reklamcı Nurgül Eryıldır Günay'ın kelebek etkisi yaratan ve Yönetmen Abdullah Ekşioğlu'nun adresini bilen yazılarını okuyabilir, ilgi çekici röportajları, haberleri, reklam kampanyaları künyelerini, kültür – sanat ya da gezi gibi sayfaları da bulabilirsiniz. marketing europe & anatolia Ekşioğlu Medya Grup tarafından yayınlanmaktadır.
marketing europe & anatolia, ekonomi, medya, reklam, iletişim ve pazar alanında aylık olarak yayınlanan bir e-dergidir. marketing europe & anatolia’da reklamcı Nurgül Eryıldır Günay'ın kelebek etkisi yaratan ve Yönetmen Abdullah Ekşioğlu'nun adresini bilen yazılarını okuyabilir, ilgi çekici röportajları, haberleri, reklam kampanyaları künyelerini, kültür – sanat ya da gezi gibi sayfaları da bulabilirsiniz. marketing europe & anatolia Ekşioğlu Medya Grup tarafından yayınlanmaktadır.
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
marketing
Tarih: Ağustos 2012 Sayı: 10
europe & anatolia
ezberbozacısı
Barracuda mısın sen?
revizyon
Genç reklamcıya
Sektörü Kullanma
Kılavuzu 1
transformatör
Hangi Reklam;
Reklam yatırımdır...
İçindekiler
Sayı: 10 Tarih: Ağustos 2012
İmtiyaz Sahibi
Eksantrik Film Prodüksiyon Reklam ve
Yayıncılık Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti.
e-mail: eksantrik@eksantrik.com
P.K.: 112 34725 Kızıltoprak - İstanbul - Tr.
Genel Yayın Yönetmeni ve
Sorumlu Yazı İşler Müdürü
Elvin Ekşioğlu
e-mail: elvin@eksantrik.com
P.K.: 112 34725 Kızıltoprak - İstanbul - Tr.
Haber ve Fotoğraflar
Agency Europe & Anatolia
Katkıda Bulunanlar
Oğuzhan Akay
Kağan İşmen
Argun Albayrak
Ali Erdem Ekşioğlu
Seval Duban
Danışman
Abdullah Ekşioğlu
İlan Rezervasyon
Melis Deniz
Yayın Türü
Süreli Yayın
marketing
europe & anatolia
Yönetim Yeri
Agency Europe & Anatolia
Merkez Mh. Perihan Sk.
Cansu Ap. No:120/5
Şişli - İstanbul - Tr.
Tel: +90 555 233 24 41
e-mail: meadergi@gmail.com
marketing europe & anatolia
Agency Europe & Anatolia tarafından
Süreli yayınlanan bir e-dergidir.
Bu yayının tüm hakları Eksantrik Film
Prodüksiyon Reklam ve Yayıncılık Hizmetleri
San. ve Tic. Ltd. Şti. aittir. Tamamı ya
da bir bölümü yayıncısının izni olmaksızın
çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.
Tüm ilanların sorumluluğu firmalara, makalelerdeki
görüşler ve hukuki
sorumluluk yazarlara aittir.
Bu derginin yayınlanma sürecinde
hiçbir ağaç zarar görmemiştir.
mobil: m-mea.eksantrik.com
http://www.facebook.com/meadergi
Bir Ekşioğlu Medya Grup kuruluşudur.
Kısa Kısa 02 - 11
Röportaj 12 -19
ezberbozacısı 21
Reklam Dünyası 23 - 25
revizyon 27
Röportaj 28 - 33
transformatör 35
Kampanyalar 37- 39
Gezi 40 - 47
Reklam Arası Sinema 48
Kültür –Sanat 50 - 51
Nostalji 52
marketing europe & anatolia / 1
Kısa Kısa
Anadolu Cam’a ‘Ay Yıldız’lı 10 ödül...
Ambalaj Sanayicileri
Derneği
tarafından,
ambalaj
endüstrisinin
gelişmesinin
hedeflendiği
ve bu yıl üçüncüsü
düzenlenen
‘Ambalaj
Ay Yıldızları
Yarışması’nın
sonuçları açıklandı.
Şişecam Topluluğu Cam Ambalaj Grubu şirketi Anadolu
Cam, 2 kategoride 11 ürünle başvurduğu yarışmada
10 ödüle layık görüldü.
Dünya Ambalaj Örgütü’ne (WPO/World Packaging Organization)
akredite olan Ambalaj Ay Yıldızları Yarışması’na
12 farklı kategoride 170 ambalaj başvurusu yapıldı. Seçici
Kurul tarafından yapılan değerlendirmede, Anadolu Cam’a
altısı İçecek Ambalajı, dördü de Gıda Ambalajı kategorisinde
olmak üzere toplamda 10 ödül verildi.
Anadolu Cam’ın içecek ambalajı kategorisinde, ödül alan
ürünleri; Binboğa Özel Üretim Votka Şişesi, Doğanay Limonata
Şişesi, Doğanay Şalgam Suyu Şişesi, Sırma Shorle
Şişesi, Sırma Su Şişesi, Svarovsky Votka Şişesi olarak
sıralandı. Balderesi Bal Kavanozu, Doğanay Sirke Şişesi,
Ofea Sprey Zeytin Yağı Şişesi ve Tamek Reçel Kavanozu
ürünlerinin de gıda ambalajı kategorisinde ödüle layık görüldüğü
açıklandı.
Oybirliğiyle karar veren Seçici Kurul üyeleri, ilk aşamada
‘Yetkinlik 2012 Ödülü’ne layık görülen 127 ambalajı belirledi.
İkinci aşamada ise bu ambalajlar arasında yeniden değerlendirme
yapılarak, kendi kategorileri içerisinde altın,
gümüş ve bronz ödüller alacak ürünleri seçti. .
Yarışma kuralları kapsamında, ‘Yetkinlik 2012 Ödülü’ne
layık görülen ambalajlar, World Packaging Organization-
WPO’nun düzenlediği WorldStar Yarışması da dahil uluslararası
yarışmalara katılma hakkını da elde etti.
RYD Genel Kurulu...
Reklam Yaratıcıları Derneğinin olağan genel kurul toplantısı
gerçekleştirildi. Divan Kurulu Başkanlığını Metin
Karaşahin’in üstlendiği genel kurul toplantısı eski başkan
İlyas Başsoy’un konuşmasından sonra Cahit Işık’ın
başkanlığında tek aday olan yönetim kurulu oylandı.
Oylamalar sonucunda Cahit Işık başkanlığında toplanan
yeni yönetim kurulu üyeleri: Uğur Batı, Ergin Gedik, Hakan
Kurnaz, Ferhat Meşhur, Deniz Mukan, Serap PAşalı,
Murat Şam, Fatih Güner, Hakan Dağ, Erhan Ali Yılmaz,
Ersel Serdarlı, Çağrı Çankaya ve Erdem Mermer’den
oluştu. http://youtu.be/yFpXGq0jTwU?hd=1
Bilgi, TBWA işbirliği...
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Reklamcılık
Bölümü, TBWA\
İSTANBUL ile ortaklaşa
yürütülen
ve kuramsal bilgi
ile uygulamayı birarada
sunan yeni
bir ders programını
hayata geçirdi.
Reklamcılık Bölümü dördüncü sınıf öğrencileri, teorik bilgileri
pratikte uygulamayı, araştırma süreçlerine hakim
olmayı ve çözüm üretme becerilerini geliştirmeyi amaçlayan
“Ad Field” isimli bu yeni ders ile birlikte mezuniyet
öncesi iş yaşamına adım atma şansı yakaladılar.
Üniversite ve ajansın ortaklaşa çalışmaları ile oluşturulan
ders kapsamında BİLGİ’li öğrencilerin tamamı ajansın
portföyünde yer alan Türkiye’nin en köklü ve en büyük
markaları ile çalışarak projeler ürettiler ve başarılı
bulunan öğrencilerden 15’i staj yapma hakkı kazandı.
2 / marketing europe & anatolia
Kısa Kısa
2014’te, 80 milyar süt...
Fikrim artık işim...
Tetra Pak, dünyadaki
süt ürünleri endüstrisi
ile ilgili her sene
gerçekleştirdiği araştırmanın
sonuçlarını
açıkladı. Araştırmaya
göre şu anda dünyada
70 milyar litre olan
süt tüketim miktarının
2014’te 80 milyar litreye çıkması bekleniyor. Tetra Pak’ın
hazırladığı 5. Süt Ürünleri Endeksi 10 milyar litrelik süt
tüketim artışının kaynağı olarak da gelişmekte olan ülkelerdeki
2,7 milyar tüketiciyi gösteriyor.
Dünyanın önde gelen gıda işleme ve ambalajlama şirketi
Tetra Pak’ın yaptırdığı yeni araştırmaya göre refah
seviyesi, alım gücü ve ambalajlı süt ürünlerine olan talepte
beklenen artış nedeniyle süt tüketimi önümüzdeki
iki yılda 10 milyar litre artacak. Araştırmaya göre bu artışın
kaynağını da gelişmekte olan ülkelerdeki 2,7 milyar
düşük gelirli tüketici olacak.
İstanbul Ticaret Odası (İTO), Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği (TOBB) İstanbul Kadın Girişimciler Kurulu
ve Coca-Cola ortaklığı ile hayata geçirilen “Fikrim Artık
İşim” Programı’nın ilk etabı tamamlandı. KOSGEB Uygulamalı
Girişimcilik Eğitimi’ni başarıyla bitiren 58 kadın
girişimci adayı, sertifikalarını İstanbul Ticaret Odası Yönetim
Kurulu Başkan Yardımcısı Dursun Topçu, TOBB İstanbul
Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı Hatice Dinçbal
Kal, Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Bölümü
Başkanı Galya Frayman Molinas ve KOSGEB İstanbul
İkitelli Hizmet Merkezi Müdürü Selahattin Kaya’nın katıldığı
törenle aldılar.
Garanti Bankası’ndan dünyada bir ilk...
Garanti Bankası Windows 8 için finans uygulaması geliştiren
ilk banka oldu. Garanti müşterisi olsun ya da
olmasın herkesin kullanabileceği uygulamayla, anlık
piyasa haberleri, grafikler, güncel Garanti kampanyaları
ve ürünleriyle ilgili bilgi alınabiliyor. Windows 8’in yeni
dokunmatik ve bileşenli yapısına göre geliştirilen uygulamayla,
edeceğiz.” dedi.
Microsoft Türkiye Genel
Müdür Yardımcısı Tolgar
Elverici ise proje hakkında,
“Günümüzde finans
kuruluşları ve özellikle
bankanın şube ve ATM’leri harita üzerinde bankalar müşterilerine
aranabiliyor, kredi ve kredi kartı başvurusu yapılabiliyor,
İnternet Şubesi’ne ulaşılabiliyor. Uygulama Türkiye, Ortadoğu
ve Afrika bölgesinde Windows 8 için geliştirilen
ilk uygulama olma özelliğini de taşıyor.
daha fazla yaklaşmak,
yakın durmak zorunda.
İşte bu noktada Microsoft
söz konusu kuruluşlara,
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Garanti Bankası Genel
Müdür Yardımcısı Didem Dinçer Başer, “Garanti Bankası
müşterilerine
deneyimini
geleceğin
yaşatabilecekleri
olarak amacımız, yeni çıkan her türlü teknolojiyi ban-
kacılık hizmetlerine entegre edip, müşterilerimizin hayatını
kolaylaştırmak... Ürün ve hizmetlerimizi geliştirirken
teknolojideki son trendleri ve yenilikleri yakından takip
ediyoruz. Merakla beklenen Windows 8 işletim sistemi
için hızlı hareket edip, ilk finans uygulamasını geliştirdik.
Microsoft gibi alanında öncü markalarla işbirliği yaparak,
müşterilerimize yenilikçi hizmetler ulaştırmaya devam
platform ve çökacılık
zümler sunarak, onları bir adım öteye taşıyor. Türk finans
sektöründeki birçok teknolojik ilke imza atan ve teknolojiyi
hızla müşterilerinin hizmetine sunan Garanti Bankası, bu
alanda yine bir ilki gerçekleştirdi. En son teknolojiyi ihtiyaçlarına
en uygun şekilde kullanmalarını sağlayan Garanti’yi,
bu alandaki öncü yaklaşımı için bir kez daha kutlamak isteriz.”
dedi.
marketing europe & anatolia / 3
Kısa Kısa
Türk Telekom 2012-2/4...
Türk Telekom Grubu 2012 2.
çeyrek finansal sonuçlarını
açıkladı. 2012 yılı 2. çeyrek
finansal döneminde Türk Telekom
Grubu konsolide yatırım
tutarı birinci çeyrek dönemine göre yüzde 67 artarak 677
milyon TL olarak gerçekleşti. Yılın ilk çeyreğinde gerçekleştirilen
405 milyon TL yatırım ile yılın ilk 6 ayında 1
milyar 81 milyon TL’lik yatırım rakamına ulaşıldı. 81 ilde
fiber dönüşümüne hız veren Türk Telekom Grubu’nun
bu yatırımları ile 1,26 milyon hane fiber kapsamına alındı.
Teknoloji, altyapı ve mobil yatırımlarının yanı sıra istihdama
yatırımda da hız kesmeyen Türk Telekom Grubu
çalışan sayısı, altı ayda 1.323 kişi artış göstererek
36.209’a ulaştı.
Türk Telekom Grubu CEO’su Hakam Kanafani,Türk
Telekom Grubu 2012 yılının ikinci çeyreğinde de güçlü
operasyonel ve finansal performansını sürdürdü. Grup
gelirleri yıldan yıla yüzde 7 büyüyerek 3,2 milyar TL’ye
çıkarken FAVÖK marjı yüzde 40 olarak gerçekleşti.
Avea 2012-2/4...
Avea 2012 yılı ilk yarıyılında da
istikrarlı büyümesini sürdürdü.
Açıklanan finansal sonuçlarına
göre, Avea’nın mobil internet
kullanıcı sayısı 2 katı bir artış
ile 2 milyondan 4 milyon 250
bin’e çıkarken, toplam mobil internet
geliri ise; bir önceki yılın aynı dönemine göre %97
artışla 171,7 milyon TL’ye ulaştı.
2010 yılında 11,5 milyon olan müşteri sayısı 2012 yılının
ilk yarısında yüzde 13’lük artışla 13 milyona ulaşırken;
2012 Haziran sonunda 8. yılını kutlayan Avea, yüzde 44
faturalı müşteri tabanı ile bu dönemde de ‘en yüksek
faturalı müşteri oranına sahip şirket’ unvanını 6. yılına
taşıdı.
Avea CEO’su Erkan Akdemir, 2012 yılı ilk 6 ayın yanı
sıra son üç yılın sonuçlarının da değerlendirildiği toplantıda
“Avea çalışıyor ve aldığımız sonuçlar da bunu net
bir şekilde ortaya koyuyor. 8. yılında; 2012 yılı ilk yarıyıl
gelirlerimizi 1 milyar 643 milyon TL’ye çıkardık” dedi.
Turkcell 2012-2/4...
Turkcell, 2012 yılı ikinci çeyrek
finansal ve operasyonel sonuçlarını
açıkladı. Turkcell Grup
gelirleri, %37 oranında büyüyen
grup şirketleri ve Türkiye’de yıllık
%6 büyüyen mobil ses gelirlerinin
katkısıyla 2,56 milyar TL olarak gerçekleşti. Konsolide
gelirlerini yıllık bazda %13 oranında büyüten Turkcell,
böylece son üç çeyrek üstüste çift haneli gelir artışı
sağlamış oldu. Grup AVFÖK’ü, bir önceki yıla kıyasla
%8 büyüyerek 779 milyon TL’ye yükselirken, 2012 ikinci
çeyrek net karı 534 milyon TL oldu. Turkcell’in 2012
ilk yarıyıl gelirleri de %13 artışla 4,9 milyar TL oldu ve
tüm yarıyıl gelirleri içerisinde en yüksek seviyeye ulaştı.
Turkcell’in faturalı abone sayısı bir önceki çeyreğe göre
600 bin artışla 12,6 milyona ulaşırken toplam abone sayısı
bir önceki çeyreğe 200 bin artışla 34.7 milyon oldu.
Abone başı aylık ortalama kullanım yıllık %14 artışla 250
dakikaya yükselirken, Abone Başı Aylık Geliri (ARPU)
ise mobil internet gelirlerindeki artışın da etkisiyle bir önceki
yıla göre %6 oranında artarak 20,7 TL oldu.
LG 2012-2/4...
LG Electronics (LG) 2012
yılının ikinci çeyrek sonuçlarını
açıkladı. Şirket, bir
önceki yılın aynı dönemine
göre net karını yüzde 46
oranında artırdı. 2012’in ilk çeyrek dönemine göre gelir
yüzde 5.2 oranında artış gösterirken, cep telefonu satışlarındaki
ve IT ürünlerindeki talep azalması nedeniyle,
geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 10.6 düşüş
gösterdi ve 11.16 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Devam eden ekonomik durgunluğa karşın, LG’nin faaliyet
karı, önceki çeyrek dönemlerine göre önemli ölçüde
artış gösterirken ev eğlencesi ve beyaz eşya alanında
şirketin elde ettiği başarı, mobil taraftaki düşüşün etkisini
azalttı. Premium ürünlerin pazara sunulması, gelişmekte
olan ülkelere odaklanılması ve maliyetlerdeki agresif
düşüş 2012’nin 2. çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine
göre net karda yüzde 46 artışa neden olarak rakamın
138.02 milyon dolara ulaşmasını sağladı. Faaliyet karı
ise ikiye katlanarak 302.95 milyon dolar oldu.
4 / marketing europe & anatolia
Kısa Kısa
Pepsi 2012-2/4...
PepsiCo’nun 2012 yılı ikinci
çeyrek sonuçlarını açıklayan
Indra Nooyi şunları söyledi:
“Bu yıl, şirketimizin uzun vadeli
büyümesini daha iyi bir pozisyona
taşıyabilmek için beş
kritik alanda performansımızı
iyileştirmeye ve hedeflediğimiz
rakamlara ulaşmaya odaklanıyoruz. Bu alanlar, markalarımızın
gücünü artırma, inovasyon, uygulama, verimlilik
ve nakit getirilerimizi ileri taşıyabilmektir. Çalışanlarımızın
yoğun çalışmaları ve kararlılığı sayesinde, yılın
ikinci çeyreğinde, tıpkı ilk çeyrekte olduğu gibi, beklentilerimize
paralel sonuçlar elde ettik, bir yandan da stratejik
önceliklerimizde ilerlemeler kaydettik.” Nooyi’nin aktardığı
verilerle PepsiCo 2012 yılının ikinci çeyreğinde
şu sonuçlara ulaşıldı:Temel hisse başına kazancı (EPS)
1.12 $ oldu.Net gelir artışı, bulunduğu dört sektörün her
birindeki organik gelir artışının desteğiyle, organik bazda
yüzde 5 oldu.Hem global içecek ve yiyecek operasyonlarımızın
gelireri organik bazda artış gösterdi.
İSO 500’te, Boydak...
2011 yılı ISO 500 listesinde
Boytaş Mobilya 79’uncu
sıraya yükselirken, İstikbal
Mobilya listede 244’üncü,
Merkez Çelik ise 153’üncü
sırada yer aldı. HES Kablo
ise bu yıl listedeki yerini 10
basamak birden yükseltti. 2010 yılında 69’uncu sırada
yer alan HES Kablo 2011 yılına ait İSO 500 listesinde
59’uncu sıraya tırmandı. Boyteks ise 25 sıra birden atlayarak
listedeki yerini 275’ten 250’nci sıraya yükseldi.
Boyçelik de bu yıl 274’üncü sırada yer aldı.
ISO 500 listesi ile ilgili bir değerlendirme yapan Boydak
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak,
Türkiye’nin lokomotifi olan şirketler arasında yer almaktan
büyük mutluluk duyduklarını dile getirdi. Boydak,
“Boydak Holding’e bağlı şirketler olarak ISO 500 listesinde
6 ayrı şirketimizle yer alıyoruz. Ancak bizi asıl sevindiren
her yıl şirketlerimizin performansının bir önceki
yıla göre daha da yükseliş göstermesi ve faaliyet gösterdiği
alanlardaki başarılarını daha da arttırmaları.
İSO 500’te, Penti...
Penti, İSO’nun hazırladığı “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi
Kuruluşu” sıralamasında ilk 500’e girdi. Geçtiğimiz
yıl ikinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu sıralamasında ilk
10’da yer alan Penti bu yıl ilk 500’ün içinde 496. olarak
yerini aldı.
Penti Yönetim Kurulu Başkanı Sami Kariyo bu başarının
sırrını şöyle anlatıyor: “Tüketim taleplerini iyi okuduk,
üretim ve pazarlama imkanlarımızı buna göre yeniden
yapılandırdık. Yeni teknikler, yeni ürünler denedik. Modern
üretim tesislerimizle hem yurtiçinde hem yurtdışında
tüketicilerimize hitap ettik. Yine başarımızın en
önemli bir diğer nedeni de üretimde büyük ölçekli üretim
yapmaya devam ederken aynı zamanda küçük siparişleri
de karşılama esnekliğimizi devam ettirdik.”
İSO 500’te, Pakpen...
Yapı sektörünün kuruluşlarından
biri olan Pakpen
Şirketler Grubu, İstanbul
Sanayi Odası tarafından
açıklanan Türkiye’nin
500 Sanayi Kuruluşu sıralamasında,
2011 verilerine
göre 226. sırada yer
aldı. Pakpen, 2015 yılına
kadar yılda ortalama yüzde 40 büyüyerek, Türkiye’nin
en büyük sanayi kuruluşları sıralamasında üst sıralara
yükselmeyi hedefliyor.
Yapı sektöründe pencereden bahçe aksesuarına, dış
cepheden kapıya, borudan yalıtım ürünlerine kadar bir
bina için gerekli olan A’dan Z’ye tüm enstrümanları üreten
tek firma olan Pakpen Şirketler Grubu, Türkiye’nin
en büyük 226. sanayi kuruluşu oldu. Pakpen Şirketler
Grubu, İstanbul Sanayi Odası tarafından açıklanan
Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu sıralamasında
2011 yılında 2010 yılına oranla üretimden satışlarını
%37 oranında artırarak, 12 basamak yükseldi.
marketing europe & anatolia / 5
Kısa Kısa
Nestle’de
bayrak değişimi...
Nestlé
Çikolata
ve Şekerleme
Grubu Genel Müdürü
Devrim Cöbek,
Nestlé’nin
Gümrüksüz
‘Uluslararası
İsviçre’deki merkezine
Alanlardaki
Ticari Faaliyetler’
Genel Müdürü
olarak atandı. Devrim Cöbek’ten boşalan Çikolata
ve Şekerleme İş Birimi Genel Müdürlüğü görevine ise
Nestlé Türkiye Satış Direktörü Oben Akyol geçecek.
Yaklaşık 17 yıldır Nestlé’de faklı pozisyonlarda görev
alan Nestlé Çikolata ve Şekerleme Grubu Genel Müdürü
Devrim Cöbek, Nestlé’nin İsviçre’nin Vevey şehrinde
bulunan merkezindeki Nestlé International Travel Retail
“Uluslararası Gümrüksüz Alanlardaki Ticari Faaliyetler”
biriminin yeni genel müdürü olarak atandı.
Ağaoğlu, Carlton’u aldı...
Ağaoğlu Şirketler Grubu,
hissedarı olduğu İstanbul
Yeniköy’deki Carlton Arazisi
hisselerinin tamamını
Yeniköy Turizm İşletmeleri
ve Yatırım A.Ş.’den satın
aldı. Daha önce Toprak
Holding’in sahibi olduğu
arazi TMSF’ye devredilmişti.
Carlton arazisinin alımı ile ilgili olarak Ağaoğlu Şirketler
Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, son dönemlerde
inşaat ve enerji alanında yaptıkları yatırımlara
turizm alanında da bir yenisini daha eklemiş olmaktan
çok mutlu olduklarını ifade etti. Grubun turizmle ilgili
yatırımlarının hız kesmeden devam edeceğini belirten
Ağaoğlu, “İstanbul, dünyanın kültür başkenti olduğu
kadar aynı zamanda turizm başkenti olma yolunda da
hızla yol alıyor. Bu nedenle İstanbul’da turizme yönelik
yapılan yatırımları çok önemsiyoruz. Ağaoğlu olarak, inşaat
ve enerji alanında yaptığımız yatırımların yanı sıra
turizm alanında da büyümeye devam edeceğiz.”
TUİD’den örnek çalışma..
Türk işadamları,
Ukrayna’da
Odessa’nın en
büyük ikinci yetimhanesi
olan Solnisko
Kimsesizler
Yurdu’nun onarımını
gerçekleşti.
Türk-Ukrayna İşadamları
Derneği’nin (TUİD) liderliğinde yapılan projeyle
uygun şartlar altında barınma şansı bulamayan terk
edilmiş Ukraynalı 110 çocuk güvenli ve konforlu bir yetimhaneye
kavuştu. Projeye imza atan TUİD önümüzdeki
dönemde de benzer projeleri hayata geçirmeyi hedefliyor.
Ukrayna’da 700 Türk firması faaliyet gösterirken,
Türk işadamlarının burada yaklaşık 1.5 milyar dolarlık
yatırımları bulunuyor.
Proje ile ilgili değerlendirmelerde bulunan TUİD Yönetim
Kurulu Başkanı Cem Murat Aytaç ise, Türkiye’nin bilinirliğini
artırmada Türk iş adamlarına büyük sorumluluk
düştüğünü söyledi.
Goodyear’a Türk müdür...
Nisan 2010’dan bu yana Goodyear
Lastikleri T.A.Ş.’nin
Genel Müdürlüğü’nü üstlenen
Andreas Niegsch, görevini
Emin Özkan’a devrediyor.
Özkan, Goodyear’ın
Türkiye’deki ilk Türk Genel
Müdürü olarak 30 Temmuz
2012 itibariyle yeni görevine
başlayacak.
1987 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden
mezun olan Emin Özkan, kariyerine Koç Grubu’nun
genel merkezinde finans bölümünde başlamış ve
Procter&Gamble ve Gillette’te marka müdürlüğü ve genel
müdürlük görevlerinde bulunmuştur. Burada, hem
Türkiye’yi hem de Doğu Avrupa, Orta Doğu, Afrika ve
Hindistan/Pakistan bölgelerini kapsayacak şekilde sorumluluklar
üstlenmiştir. Emin Özkan, 2009 yılından bu
yana Türkiye’de Yıldız Holding’in Çikolata Bölümü Grup
Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.
8 / marketing europe & anatolia
Kısa Kısa
Türkiye’deki Muhafazakarlık...
BBDO reklam ajansı,
2012 yılı boyunca Türk
kültürünü ve kültürün belirlediği
davranışları incelediği
araştırma dizisinin
“Muhafazakarlık” başlıklı
araştırması 13 ilde toplumun
farklı kesimlerinden
gelen 250 katılımcı ile
derinlemesine görüşmeler
gerçekleştirilerek yapılan
“Türkiye’deki Muhafazakarlık”
araştırma
sonuçları açıklandı.
Türkiye’de Muhafazakar Olmak : Ne diyoruz, ne yapıyoruz?
Son dönemde kamuoyunun en hararetli konusu muhafazakarlık
tartışması, ya da popüler söylemiyle Türkiye’nin
daha dindar olup olmadığı. Türkiye’de kendisini “dindar”
olarak tanımlayanların oranı 2000 yılından bu yana değişmedi
ve Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında hayli yüksek
olan %81 oranını koruyor. Benzer bir şekilde Ipsos KMG
tarafından iki yılda bir gerçekleştirilen Türkiye’yi Anlama
Kılavuzu araştırmasının 2012 sonuçlarına göre Türkiye’de
dini inancının hayatına yön verdiğini söyleyenlerin oranı
2007 ile 2011 arasında %72’den %66’ya gerilemiş durumda.
Bu ve buna benzer araştırma sonuçları da eklendiğinde,
Türkiye gittikçe daha İslami bir rejime mi geçecek tartışması
gündeme oturuyor.
Gündelik gözlemlerin ve vurgulanan eğilimlerin tersine,
dindarlığın önemli göstergesi olan dini pratiklerin uygulanmasında
ise negatif bir değişim gözleniyor. 2003’ten
2007’ye, %31,6 olan düzenli namaz kılma oranı %29,3’e;
düzenli oruç tutma oranı ise %65’ten %50’ye gerilemiş
durumda. Ancak kılınan namaz, tutulan oruç gibi somut
sayılarda gözlenen bu eğilim, kişilere düşünceleri sorulduğunda
bambaşka bir tablo çiziyor. Katılımcılar, yükselen
oranlarda (2003’te %21,5; 2007’de %24,8) muhafazakar
olduklarını söylüyorlar. Yani Türk toplumu, sorulduğunda
kendini dindar ve muhafazakar olarak tanımlarken, dini
pratiklerin uygulaması konusunda gittikçe daha az takipçi
oluyor. Tezat teşkil eden bu tutum, bizlere muhafazakarlık
tartışmasının, din ve dini uygulamalardan çok kişilerin düşünce
yapısı ve toplumun kendini nasıl gördüğü ya da görmesi
gerektiği ile ilgili bir konu olduğunu düşündürtüyor.
Kelimenin kökü bize muhafazakarlığın fiziksel bir uğraşıdan
ya da bireysel bir baskıdan çok kişilerin belleğini, hatıralarını
yönetmek isteyen bir ideoloji olduğuna işaret etmekte.
Nitekim, sadece müslüman/islamcıların değil laik/
seküler, Türkçü/milliyetçi ve sol/sosyalist grupların da vurguladıkları,
belledikleri ve herkese de belletmek istedikleri
idealize edilmiş bir geçmiş hayali var. (Ipsos’un 2012 tarihli
araştırmasına göre en güçlü eğilimlerimiz arasında geçmişe
özlem %71 ile ilk sıralarda yer alıyor). Zaten bu hatırlatma
dürtüsü muhafazakârlığı salt bir dünya görüşü olmaktan
ayrıştıran asıl nokta. Muhafazakar düşünce o “ideal”
geçmişi hatırlamak ve tebliğ etmenin yanı sıra, herkesin
hatırladığı eşsiz versiyon haline getirmek istiyor. Çoğu
zaman da yaratılan ideal tasavvura uymayan versiyonlar
şiddetle reddediliyor. İslami muhafazakârların, padişahları
içki içerken gösteriyor diye; milliyetçi muhafazakarların,
Türklüğünden aldığı güç ile değil de teknik üstünlük ve savaş
hilesi ile galip geliniyor diye bir TV dizisine gösterdikleri
tepki, muhafazakar düşüncenin alternatif tasavvurlara
karşı ne derece tahammülsüz olduğunu gösteriyor. Üstelik
bu sadece İslamcı ve milliyetçi muhafazakarlık için geçerli
değil; cumhuriyetin ilk döneminde yaşanan her şeyi olumlayan,
cumhuriyetçi muhafazakarlık ve SSCB döneminde
çekilen acıları gösteren film ve kitapları lanetleyen sosyalist
muhafazakarlık tavır yaklaşım olarak ayrışmıyor ve
farklı tasavvurları aynı dayatmacı, ezberletici tavırla bizlere
belletmeye çalışıyor. Özetle Türkiye’de muhafazakarlık,
belli bir kampa özgü olmaktan ziyade toplumun neyi nasıl
hatırlayacağını yönetmek isteyen, kendi geçmiş tasavvurunu
topluma belletmeye çalışan bir söylemdir.
Muhafazakarlığımızın Kökünde Aile Var
Türk toplumu için aile korunması gereken ve güven duyulan
yegane kurum olarak öne çıkmakta. Nitekim sayısal
araştırmalar da bulguyu sürekli olarak yinelemekte; 2011
verilerine göre Türkiye, kişilerarası güvenin en düşük olduğu
ülke (Türkiye’de %15 olan bu oran İskandinav ülkelerinde
%70’lere varıyor) ama kimseye güvenmediğini
söyleyen Türk toplumunun neredeyse her ferdi (%93) ailesine
tamamen güveniyor. Diğer toplumsal kurumlar bu
denkleme katıldığında ailenin önemi daha da artmaktadır.
Araştırmalara göre Türk toplumu sırasıyla millet (%10),
devlet (%19), din (%22) ve ailenin (%46) korunması gerektiğini
düşünüyor. Muhafazakarlaştığı, gittikçe daha dindar
hale geldiği söylenen bir toplumun, korunması gereken
unsurlarda aileyi, dinin önüne, üstelikte oransal olarak iki
kat önüne alması oldukça şaşırtıcıdır. Gerçekten de Türk
toplumu için en kutsal olan kurum ailedir; din, millet ve
devlet ancak aileden sonra gelir. Türk toplumu için sosyal
dayanışma ağları ve örgütlenmeler kriz anlarında güvenilemeyecek
kadar zayıf; “devlet”, “millet” ve hatta ”din” gibi
soyut kavramlar “aile” gibi kanlı canlı ve somut bir gerçeğe
kıyasla uzak kalıyor. Bu nedenle, 20 yıldır istikrarlı bir
şekilde evlilik kurumuna, aile olmaya inancımızı koruyor,
Avrupa’da çoktan kabul edilmeye başlanan kadının evlenmeden
çocuk sahibi olmasına şiddetle karşı çıkıyoruz
(Avrupa’da bu durumu onaylayanların oranı %47 iken ülkemizde
sadece %7). Bir katılımcımız bu konuya olan şiddetli
reddini şu kelimelerle anlatmaktadır:
“Sonuçta aile kavramı diye bir şey var değil mi? Herkes
böyle yaparsa aile diye bir şey kalmaz. Yani toplumu bozacak
şeyler yapmayacaksın, bence toplum açısından da
insan açısından da. (…)
Aileye olan vurgumuz öyle güçlü ki onu dışarıdan gelebilecek
her türlü müdahaleden koruyoruz. Ne de olsa kol
kırılır, yen içinde kalır. Ailenin sınırları içinde olan sadece
aileyi ilgilendirir ve dış dünyada gerçekleşenler aileyi etkilemedikçe
önemsizdir.destekliyoruz.
marketing europe & anatolia / 11
Rek
Röportaj
lam yatırımdır...
Art Grup Başkanı
Özgür Sağlam
Reklamcılık anlayışı dediğimiz zaman
Türk’e özgün bir reklamcılık anlayışından bahsetmek
çok mümkün değil. Reklamcılık evrensel bir meslek
neticede ve bu evrensel mesleğin
pazarlama birimi ile paralel bir yapısı var.
Röportaj Abdullah Ekşioğlu
- Türkiye’deki reklam ajansı anlayışını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası tabi bunun tek perspektiften
bakışı yok. Gerek reklamveren tarafı,
gerek reklam ajansları tarafı, ben bizim
tarafımızdan cevaplamayı uygun görüyorum.
Açıkçası ölçek olarak bu sektörde
bizim bu sene yirmialtıncı senemiz,
orta ölçekli anılan bir ajansız. Her zaman
ilk yirmide yerimiz oldu, yatırımla
kıyaslandığında. Lokaller arasında da
hep ilk üçte dörtte olmayı başardık.
Reklamcılık anlayışı dediğimiz zaman
Türk’e özgün bir reklamcılık anlayışından
bahsetmek çok mümkün değil.
Reklamcılık evrensel bir meslek neticede
ve bu evrensel mesleğin pazarlama
birimi ile paralel bir yapısı var. Bunun ihtiyaçlarını
karşılamak üzere var. O açıdan
da hala gelişmekte olan bir pazar.
Yatırım olarak bakıldığında kişi başı gelirle
çok ilgili olduğu için, bu gelişmenin
de ülkenin ekonomisi ve kişi başı gelir
arttıkça da gelişeceğini düşündüğüm
bir pazar. Yabancı oyuncuların 90’ların
başından itibaren ülkemizde var olması,
uluslararası markaların bu pazara
yıllar öncesi gelmiş olmaları, gümrük
sınırlarının kaldırılmış olması reklam
sektörünün gelişiminde temel kilometre
taşları. Global manada baktığımızda
lokal oyuncuların devamlılığı da çok kolay
değil. Bizim gibi bağımsız ajansların
gözünden bakıldığında çünkü evrensel
manadaki oyun global şirketlerin oynadığı
bir oyun bu pazar. Bakıldığında da
lokallerin onlarla rekabeti olarak algılanabilir.
Kimi zaman rakip değiliz, yaptığımız
işin uzmanlığı anlamımda kimi
zaman da ölçek anlamımda rakibiz.
Bu rekabet bakış açısına göre değişen
bir şey. Bizler, bilgimizi, birikimimizi lokal
know-how’ımızı gerek ulusal gerek
uluslararası markalarda kullanıyoruz.
Ben reklam ajansında tek bir modelin
olmadığına inanan bir yapıdayım. Bugün
de dünyada bu böyle şekilleniyor.
Uzmanlıklar daha derinleşiyor. Geçmişte
genel cerrahi gibi, genel cerrah vardı
her şeye o bakardı. Bu gün öyle değil.
Reklam içinde de kendi alanında kategorik
olarak da uzmanlaşmalar başladı.
Bunun daha da artacağına inanıyorum.
Rekabet böyle farklılaşacak. Danışmanlık
statüsü, yeni gelişmekte olan bir
anlayış. Reklam ajanslarının dışında
danışmanların varlığı, konularda yardımcı.
Açıkçası artık reklamverenler
kendi alanlarında daha bilgi sahibi olan
tecrübe sahibi olan insanları kendi yanlarına
danışman alıp, reklamı yönetmesini
bekliyorlar açıkçası bunlarda bizim
daha nitelikli iş yapmamız için fırsat.
Sektörün büyümesi ve gelişmesi adına
marketing europe & anatolia / 13
Röportaj
fırsat olarak görüyorum. Bu mekanizmaların
doğru ve sağlıklı ve doğru bir
rekabeti yaratır şekilde kurgulanması
gerektiğine inanıyorum. Yapıların büyüklüğü
küçüklüğü burada belirleyici bir
yandan öğreniyoruz. Hala öğrenmenize
devam ediyoruz. Çünkü teknolojinin
gelişimi ile de mecralar farklılaşıyor.
Micro processor hızı her onsekiz ayda
bir iki katına çıkınca açıkçası mecra değişiyor.
Mecra değişmesi de reklamın
tüketim biçimini değiştiriyor konvansiyonel
mecraların yaşamsal süreleri
farklılaşıyor. Yeni mecralar oluşuyor.
Bütün bunlara uyum sağlayan bir sektör
olmak durumundayız ki hem global
markalara hem yerel markaların global
pazarlardaki rekabet şansına fırsat verelim,
onları yönetebilelim. Gelişmesini
sürdürmeye devam edecek bir pazardır
benim için reklamcılık ve böyle de ilerleyecek
diye düşünüyorum.
- Art Grup’u diğer ajanslardan ayıran
özellikler nelerdir?
Mecra değişmesi de
reklamın tüketim biçimini
değiştiriyor konvansiyonel
mecraların yaşamsal süreleri
farklılaşıyor.
Bizi diğer ajanslardan ayıran temel
özellik nelerdir diye bakacak olursak;
çok temelde yaptığımız iş aynı gibi gözükse
de Art Grup özelinde sevgili ortağım
Fehmi Özkan’ın 2006’da aramıza
katılmasıyla iyice farklılaşan pazarlama
alanındaki uzmanlığını reklamverenleri
ile paylaşabilen bir ajans durumundayız.
Pazarlama stratejilerinin kurgulaması,
marka yapılandırmaları, bir
markanın 360 derece ihtiyacını karşılayacak
stratejiden, ürüne her anlamda
oturup konuşulabilecek bir ajans yapımız
var. Bunun dışında Türkiye’deki diğer
ajanslardan da ayrıldığımız önemli
bir nokta yurtdışında operasyon sürdüren
ilk ajansız.
- Bu yurtdışındaki operasyonu biraz
açar mısınız?
2008 yılında Arnavutluk’ta başladık.
Arnavutluk’ta 3 sene Art Grup olarak
faaliyet gösterdik. Ardında 2009’un başında
Azerbaycan ofisimizi açtık. Bugün
hali hazırda Azerbaycan ofisimizde
10 kişilik bir kadroyla GSM’de önemli
bir markamız var ve banka, sigorta şirketleri
değişik reklamverenlerle işimizi
sürdürmeye devam ediyoruz. Gelirlerimizin
önemli bir bölümü yurtdışı operasyonumuzdan
sağlanıyor. Reklam
bilgimizi açıkçası know-how olarak bu
pazarda kullanma şansına sahibiz. Art
Grup’u vizyonunda gelişme olan ülkelerde
reklamcılık ihtiyacını karşılayacak
bilgiyi taşıyacak ajans olarak görüyoruz
kendimizi. İnşallah gelecek yıllarda ülke
sayısını artırmak niyetindeyiz. Temelde
ayrıldığımız yer diyebilirim. Başta
söylediğim gibi pazarlama bilgimiz ve
gücümüz ardında bu bilginin stratejiye
yansıması ve uluslararası pazarlarda
reklamcılık faaliyetlerinde bulunabilmek
bizim gibi lokal bir ajans için ayrıştırıcı
önemli bir rekabet şansı.
- Sizce Türk reklamcılığının birinci
sıradaki sorunu nedir?
Türk reklamcılığının birinci sıradaki sorunu,
yaptığı işin, reklamcı bacağından
bakıp söylüyorum, reklamcının sorunu
olarak konumlayacak olursam, belki
reklamveren bunu farklı tarif ediyor olabilir,
sunduğu fikre yaptığı işe inanmak
ve onu iyi anlatabilmek. İyi anlatamadığınız
sürece değerini de kendi koyma
şansınız yok. Sizin yaptığınız işin değeri,
bir başka yapı tarafından konulmamalı.
Neticede bir ürün oluşturulurken
nasıl fabrikasından bir çıkış fiyatı oluyor.
Çünkü o ürünün bir oluşum maliyeti
var, üstüne eklenen diğer maliyetler var,
bizim de fikrimizin bir ederi var mutlaka,
bu ederin son yıllarda iyi savunulmadığını
düşünüyorum. Dediğim gibi birinci
sıradaki sorunu kendi yarattığı fikrin
14 / marketing europe & anatolia
Röportaj
değerini biçememesi. Rekabet karşısında
geri durup bir bedelle karşılığını
koymaması, bunun sonucunda da operasyonların
sürdürülmesindeki sıkıntılar.
Bunu aşmanın yolu yaptığımız işe
saygı duyup önce ürettiğimiz değerin
farkına varıp onun da bedellendirilmesi
söz konusu olduğunda taviz vermeden
bir duruş sergileyebilmek. Aksi takdirde
tabii ki buna bedel biçmeye çalışan,
almaya çalışan her zaman pazarlık
hakkına sahip. O fiyatlara çalışıp çalışmamak,
o bedelle bu fikirleri paylaşıp
paylaşamamak da bizim elimizdeki güç
olmalı diye düşünüyorum. Bu gücün karar
vericiliğini başkalarına vermememiz
gerekir. Sektörün zaafiyete uğradığı
noktanın bu olduğunu düşünüyorum.
Yaptığımız iş az sayıda insanla yapılabilir
gibi gözükse de birikim, bilgi, ajansların
bunca yıllık birikimi kolay oluşan
değerler değil. Bu değerlerin çarçur
edilmemesine özen göstermeliyiz. Hem
insan kaynağından, hem yaptığımız
işin insan kaynağının ürettiği değerin,
çünkü değerli beyinler sayesinde çıkan
fikirler, bunlar ne kadar değerli
kullanabilir ve korunabilirse o fikrin
de kalitesi o kadar yukarı çıkıyor. Buradan
taviz vermeye başlandığında
açıkçası hammaddeden çalmış gibi
oluyor. Ürettiğimiz mamulün kalitesi
tartışılır oluyor. Açıkçası reklamcının
da en değerli sermayesi de netice
beyni. Nitelikli beyinlerin ürettiği
nitelikli işler bu pazarın gelişmesini
de sağlayacak ürünler açıkçası. Bunun
kıymeti söz konusu olduğunda
da bunlar tartışılabilir korunarak ama
saygı duyulur hale getirilmesi lazım.
Saygınlığını bu noktada yitirdiğini düşünüyorum.
- Uygulamacıların, yaratıcı reklamcılar
ile haksız rekabet yapması
konusunda ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası bu bir eğitim sürecidir. Böyle
teklifler gelebilir. Bizim üçüncü parti
olarak birlikte çalıştığımız yapımevlerine,
üreticilere, matbaalara onların buradaki
cevabı belirleyicidir. Onlar işlerini
ajans dışında yapmaya kalktığında reklamveren
bir iş sonucu mutlaka ki alır.
Aldığı iş sonucu bizim yapılarımıza göre
daha ekonomik de olabilir. Ama stratejik
manada doğru iş yapılmış mıdır, bu
her zaman tartışılır. “Reklamım olsun
da nasıl olursa olsun” bakış açısı varsa
buna söyleyecek hiçbir şey yok. Bunun
toplamda daha pahalıya mal olduğuna
ben inanıyorum. Çünkü sanayici tarafından
bakıldığında fabrikaya yatırım
yapmak, yatırım kelimesini kullanıyorum,
ekipmana yatırım yapmak, kaldı ki
Konu iletişim ve
entegre pazarlama
iletişimine geldiğinde
“harcama”
diyoruz kelime olarak.
Bunun değişmesi lazım.
insan kaynağına yatırım yapmak “yatırım”
olarak geçiyor. Konu iletişim ve entegre
pazarlama iletişimine geldiğinde
“harcama” diyoruz kelime olarak. Bunun
değişmesi lazım. Bunun değiştiği
noktada kimin doğru muhatap, hangi iş
kimle yapılır, reklam ajanslarının varlığı
nedir, ne işe yararlar, bir markaya nasıl
katkıda bulanabilirler bunların hepsinin
çok net anlaşılmış olacağını düşünüyorum.
Tabi reklamveren profilinde kobi
ağırlıklı bir ülke olduğumuz için büyük
potansiyelin de gelecekte orada olduğu
için kobilerin bu konudaki eğitiminde
toplam sektörün bir sorumluluğu var
diye düşünüyorum. Bunları kısa dönemli
fırsatlar olarak görmeyip uzun
vadeli, kendi geleceğini de kurgulayan
yolda doğru yönlendirmeler yapılmasının
sorumluluğu bireyler ve kurumlar
olarak hepimize düşüyor. Önümüze bir
fırsat geçti bunu değerlendirelim de ne
olursa olsun bakış açısından kurtulmamız
gerekiyor. Uluslararası platformlarda
bunun doğrusu zaman içinde şöyle
marketing europe & anatolia / 15
Röportaj
bulunmuş. Kısa devre yapılması durumunda
alınması gereken gerçek indirimlere
ulaşamamış oluyorsunuz. Reklam
ajansı ile çalışmıyorsanız medya
size bu indirimleri vermiyor. Vermediği
zaman siz mecbur kalıyorsunuz gidip
bir reklam ajansıyla çalışıp sonra doğru
yolla medyaya ulaşmaya. Bu kurgular
zaman içinde yerine oturacaktır diye
düşünüyorum. Bunlar tamamen pazarın
oluşumu ile ilgili. Bizim pazarımız
tabiî ki oluştu. Bu evreleri biraz daha
ilerledik, geçtik ama krizler sayesinde
bazen başa dönebiliyoruz. Ekonomik
imkânsızlıklar adı altında tarif ediliyor
o da. Daha ucuza çözebilir miyim diye
bazen fiyatlandırmaları belirleyebilmek
çok kolay olmuyor. Çünkü görece bir
iş yapıyoruz. Hangi fikir hangi fikirden
daha pahalıdır derseniz, onu uzmanları
tarafından sizi geleceğe taşıyabilecek
fikir ya da sadece bir atımlık fikir olarak
bakıp değerlendirebilmek lazım. Bunları
da ölçebilmek kolay değil reklamverenin
bunu ölçmesini beklemek de her
zaman çok kolay değil. Çünkü reklamveren
daha üretim tandanslı olan reklamveren
olduğu için reklam tecrübesi
bunları ölçmek için yeterli olamayabiliyor.
Sıkıntı da zaten bu nokta oluyor.
- Böyle bir rekabet varsa nasıl engellenebilir?
Rekabet engellenmeli midir? Az önce
16 / marketing europe & anatolia
bahsettiğim sebeplerle haksızlık boyutuna
gelip zarar vermeye başlıyorsa,
tabii ki engellenmelidir. Ama bugünün
dünyasında da haksız rekabete yol
açabilecek konuların kuralları oluşmuş
vaziyette. Bazılarında fikir haklarında
özellikle kayıt altına alınmış vaziyette.
Oyunculuk, seslendirme gibi alanlar
çok iyi çözümlendi, kontratlar çerçevesinde
çalışılıyor. Ama eser sahipliği konusu
hala tartışılıyor. Bunlar da zaman
içinde evrensel normlara oturduğunda
bu sıkıntı kökünden çözülmüş olacak
diye düşünüyorum.
- Yaratıcılık ve hedef kitleye ulaşım
arasındaki denge nasıl kurulmalıdır?
Artık datasız bir yaşam
mümkün değildir.
Her şeyin ölçümlenmesi
mümkün. Sadece bugün
bir mecra açık o da outdoor.
İyi bir planlama ile kurulmalıdır. Yapılan
işin hedef kitlesine giderken ki
mecrasının seçimi. Artık datasız bir
yaşam mümkün değildir. Her şeyin ölçümlenmesi
mümkün. Sadece bugün
bir mecra açık o da outdoor. Outdoor
dışındaki bütün mecraların hesap verebilirliği
uzun zamandır var. Günümüz
yeni mecrası dijitalin de her adımı en
hesap verebilen mecra diyebiliriz. Bu
manada çok rahat ölçümlenebildiği için,
reklamveren de tercihini ölçebildiği alana
yapmasıyla kendini farklılaştırabilir.
Rekabet gücünü getirebiliyor açıkçası.
O anlamda hedef kitleyi bugün çok detaylı
tarif edebiliyoruz. O hedef kitlenin
tüketim alışkanlıklarını araştırmalarla
biliyoruz, bu tüketim alışkanlıklarını çözdükten
sonra da burada mecra tüketim
alışkanlıklarını da bilebiliyoruz. Yapmak
istediğimiz yatırımda, bu planlama üzerine
iyi optimize edilmiş bir medya planı
ile adım atıp yürürsek de sağlıklı sonuç
alıyoruz açıkçası. Sapmalar olmuyor
mu mutlaka ki bu sosyolojik manada
değişikliklerden olabilir, coğrafik manada
değişikliklerden olabilir. Bunları
bilebilirsek tüketici markasına nereden
yaklaşıyor, markasıyla nasıl bir bağ
kuruyor. Bunların hepsini bu araştırmalarla
çözmek mümkün. Araştırmaya
gereğinden az önem veriliyor diye düşünüyorum
ülkemizde. Globaller için
bunu söylemiyorum ama lokal markaların
araştırmaya olan yatırımlarının daha
fazlalaştırmaları gerekiyor ki bu alanda
daha rahat etsinler.
- Bir reklamcı yaratım öncesinde nelerden
beslenir?
Açıkçası yaptığımız meslek evrensel
bir meslek. Ürün daha hizmet her neyse
konumuz çalıştığımız, onlara yeni fikirler
sunmak bugün biraz popülerlikten
geçiyor. Popüler işler daha fazla belki
gündemde kalabiliyor. Bu yöntemlerden
bir tanesi. Beslenmeye geldiğinizde de
yaşamda tükettiğimiz her şeyin bir şekilde
içinden geçiliyor olması lazım. Tabiî
ki çok okumak, çok izlemek, sosyal ortamları
iyi takip edebilmek, sosyal mecranın
dinamiklerine hakim olabilmek ve
aslolan tüketicimiz ve hedef kitlemizse
bu hedef kitlenin tüketim alışkanlıklarını
her manada bilebilmek. Çalıştığımız
ürün fmcg olabilir ya da otomotiv
olabilir, banka olabilir, telekom olabilir
Röportaj
bunlara göre farklılık gösterebilir. Ama
temelde onların yaşam eğrilerindeki
tüketim alışkanlıklarını iyi irdeleyebilirsek
onlara ulaşmak bu manada kolay.
Buraya giden yolda da beslenmek, yaratıcının
kendini beslemesi dediğim gibi
sadece yaşadığı coğrafya değil. Yaptığı
seyahatlerle, katıldığı seminerlerle,
görüştüğü farklı uzmanlık alanlarıyla
beslenmesini sürdürecektir. Ama salt
ofisde geçen hayatla beslenmek mümkün
değildir. O kabın bir şekilde dolması
gerekir. Bunun da sineması, tiyatrosu
mecraları, mecraların tüketilmesi gibi
alanlar var. Ama işin başı çok okumak,
açıkçası bol izlemek mümkün olduğunca,
bu tiyatro eseri de olabilir, DVD’de
olabilir, mümkünse seyahat etmek bu
yoğun tempo içinde yapılabilecek insanın
en güzel beslendiği alanlardır diye
düşünüyorum.
- Eleman sağladığınız kaynaklar nelerdir?
Yaratıcı bölüm için baktığımızda tasarım
alanında üniversiteler çok net beslendiğimiz
alanlar. Ben, geçmişte de
eğitmenlik yaptığım için o kaynakları
hala aktif bir şekille tutmaya çalışıyorum.
Üniversite bölüm hocalarımızla
diyaloglarımız sürüyor. Eski vakıf başkanıyım,
vakıfta kurduğumuz önemli bir
havuz var. Zaman zaman o havuzdan
gerek staj, gerek staj sonrası insan
kaynağı ihtiyacında faydalanabiliyoruz.
Müşteri ilişkileri diye baktığımızda zaman
zaman çok tıkandıysak da ilanlar
aracıyla ulaşıyoruz. Ama gerçek şudur
ki referanslardır bizim sektörü var eden,
insan kaynağını taşıtan ve yaşatan.
Orada ihtiyacımız durumunda çalışanlarımızın
tanıdıkları üstünde gittiğimiz
bir yol oluyor. Bunun tek bir kuralı yok
açıkçası. Bazen sizin gündeminizde
yokken iyi bir başvuru alabiliyorsunuz.
O da olabiliyor. İdeal biz bu yirmi beş
yıl içinde çok şeyi denedik, lokal ajans
olarak sürdürülebilirliği çok kolay değil.
Kendi insan kaynağını kendisinin
yetiştirmesi, ideali budur. Yani kendi
normlarınızda bir eğitim verip, o eğitim
sonucunda aldığınız verimli öğrencileri
sektöre yetiştirip elinizde tutmak. Rekabet
ortamında bunu sürdürülebilir
kılmak çok kolay değil. Bunu dediğim
ideal dünya olarak ben tarif ediyorum.
Uzun yıllar biz bunu denedik, yaptık da
hali hazır da bu yatırımımızı yapıyoruz,
en azından yetiştirdiğimiz insanın iki,
ikibuçuk yıl bizde olmasını sağlıyoruz.
Bu devinim bizim ötemizde reklamverenin
ajans ilişkisinden de kaynaklanıyor.
Uzun yıllar biz sektörümüz hakkında
kendi ajansımızı da içeren araştırmalar
örgütledik. Dört yıl öncesine kadar şunu
söylüyordu. Geçtiğimiz kriz döneminde
sadece yapılmadı araştırma. 2.5 yıldan
2.7 yıla çıktı reklamveren reklam ajansı
2.5 yıldan 2.7 yıla çıktı
reklamveren reklam ajansı
ilişkisi. İlişki burada
bu kadar kısayken sizin
insan kaynağına daha uzun
soluklu bir ömür biçebilmemiz
kolay değil.
ilişkisi. İlişki burada bu kadar kısayken
sizin insan kaynağına daha uzun soluklu
bir ömür biçebilmemiz kolay değil.
Ama yine de burada gururla söylüyorum
ki bizim bünyemizde 20 yıllık, 15
yıllık, on yıllık, sekiz yıllık elemanlarımız
halen var, bunlar bizim için gurur kaynağımız
açıkçası ideal dünyada keşke
bu ilişkiler hep uzun birliktelikler olarak
sürse. Ama kişinin kendini geliştirmesi
anlamında da bu çok imkanlı bir şey değil.
Onun da farklı ortamlar görüp, farklı
deneyimler yaşayıp sonunda kendisiyle
ilgili kararlar vermesi gerekiyor. Bazen
kendi başına bir yapı oluşturma tercihi
de olabiliyor. Genç yetenekli bir insanın
illa her zaman bir yapıya bağlı olarak
çalışacak diye zorunluluğu yok. Kendi
müteşebbis ruhuyla girişimde bulunmak
da tercih olabiliyor. Bunların hepsi
tercih meselesidir. Bir yerden sonra
kişilerin kendi bireysel kararlarıyla alacakları
meseledir. Ama sektörün gelişimi
olarak baktığımızda insan kaynağını
ajansların yetiştirmesidir aslolan. Bu
yetişen insanlar doğru ortamlarda başladılarsa
güzel bir kariyer oluştururlar
açıkçası. Bugün de gururla söyleyebiliriz
ki 25 senedir bu sektöre çok sayı-
marketing europe & anatolia / 17
Röportaj
da insan kaynağı yetiştirme şansımız
oldu. Bugün birçoğu bizimle olmasa
da çok güzel noktalarda başarılı yöneticilikler
yapıyorlar. Reklam ajansı
tarafından reklamveren tarafına geçenler
oldu. Reklam ajansında kariyerine
devam edenler oldu. Global yapılarda
çalışanlar oldu. Dünyada başka noktalarda
hizmet verenler oldu. O anlamda
ben hala her ajansın kendi dinamiğinde
kendi insan kaynağını yetiştirmek için
bir çaba göstermesi gerektiğine inananlardanım.
- Üniversiteler sektörün yetişmiş eleman
ihtiyacını karşılayabiliyor mu?
Aslında yetişmiş ihtiyacını karşılayabiliyor
mu? Cümlesi biraz tehlikeli bir
cümle; üniversite eğitimine tam manasıyla
hayat pratiği katmadan yetiştirmek
mümkün değil. İşin teorisinde tabii ki
mümkün. Bugün rahat iyi doygun eğitim
veren üniversitelerimiz var. Meslek
anlamında mesleğimizi besleyen, sonraki
kısmı reklam ajanslarının kendi sorumluluğu.
Üniversite süreciyle bitmiyor
eğitim. Sadece uygulama değil, uygulama
dışında da imkanı olan ajanslar,
görgüyü artırabilmek, bilgi bikrimini artırabilmek
anlamında eğitim desteğini
sürdürmesi gerekiyor. Globaller buna
daha fazla yatırım yapıyor. Ama biz
lokaller bu konuda bu rekabet şartları
18 / marketing europe & anatolia
altında yatırım yapmamız çok mümkün
olmuyor. Sadece kendi birikimlerimizi
onlarla belli dönemlerde paylaşarak,
aktararak gelişimlerini sağlıyoruz diyelim.
Yerli firmaları ayırmak
lazım. Bir holdinglere
bağlı anonim şirketler diye
bakmak lazım, bir de
büyümekte olan kobilere
bakmak lazım.
- Yabancı networke giren reklam
ajansları yerli müşterilere doğru hizmet
verebiliyorlar mı?
Tek bir cevabı yok bu sorunun. Verebilenleri
de var veremeyenleri de. Portföylerine
baktığınızda global ajansların
bazıları yüzde seksen network müşterisiyle
yaşar yüzde yirmidir içindeki lokal
müşteri sayısı. Bazısının da network
müşterisinin yüzde yirmidir, yüzde seksen
lokal hizmet verir. Ben doğrunun
ikinci söylediğim taraf olduğunu düşünüyorum.
Tüm network müşterilerine
hizmet veren lokalde çok az müşterisi
olan bir networku çok benimsemiyorum.
Aksine uluslararası bilgisini buranın lokal
müşterilerine aktarabilen ajansı ben
daha değerli buluyorum. Bu anlamda
da rekabet, toplamda yirmiyse uluslararası
ajansların Türkiye’deki varlığı,
networkler altında bu yirmi içinde
belki yarısı bunu başarıyor, yarısı
başaramıyor diyebilirim. Başarmak
başaramamak değil benim tercihim
dediğim o bilgi birikiminin networkler
tarafından lokal müşterilere kavuşturulması.
Bu bir rekabet avantajıdır
aynı zamanda bu rekabet güçlerinin
de desteklenmesidir öyle görüyorum.
- Yerli firmalar reklam bütçelerini
hazırlamada ne kadar bilinçli?
Yerli firmaları ayırmak lazım. Bir holdinglere
bağlı anonim şirketler diye
bakmak lazım, bir de büyümekte
olan kobilere bakmak lazım. Departmanlaşmış
bir pazarlama birimi olan,
pazarlama birimi olduğu için yıllık bir
planda reklam bütçesini tarif edebilen,
markasının ihtiyaçlarını tanımlayabilen
bir yapı var. Bir de üretimden geldiği
için malı üretmiş “hah şimdi bunu satmamız
lazım, satış için ne lazım, galiba
pazarlama desteği lazım, tamam şimdi
pazarlama desteği lazım, bizim reklama
da çıkmamız lazım” bakış açısı
sağlıklı bir planı getirmiyor doğal olarak
ve bilinçli bir bütçe de oluşmuyor. Tamamen
pazarın şartlarının, rekabetin,
distribüsyon ağının onları ittirmesiyle,
zorunluluktan kaynaklanan bir yatırım
olarak algılayan bir grup var. Bir de dediğim
gibi bunun kurumsal alt yapısını
kurmuşlar. Ama rekabet güzel bir şey
sonunda, bunlar da göre göre doğrusunu
buluyorlar. Birinci ikinci adımdan
sonra belki yanlış adımlar bunlar ama
hiç önemli değil, mühim olan adım atılması.
Deneyim kazanıyorlar yanlışlar
da yapsalar doğruyu bir şekilde buluyorlar.
Çünkü bu ülkeden daha çok sayıda
marka çıkacak. Bu markalar içinde
büyük bir potansiyel var. Ben reklam
sektörü adına bu potansiyeli yadsınmaz
olarak görüyorum. Meslektaşlarımız
ne kadar ilkeli davranır, bu konuda
Röportaj
henüz tecrübe yaşamamış insanlara
yanlış tecrübeler yaşatmazlarsa onların
cesaretini kırmamış oluruz. Böylelikle
gelecek nesilde düzgün yatırım yapan
nitelikli reklamverenlerimiz olur. Geçici
karlar peşinde olmamalıyız. Karşı taraftaki
kurumun ya da yapının bilgisizliğini
kendi avantajımıza kullanmamalıyız
diye düşünüyorum. Bu bir ilkedir, açıkçası
bu bir etik duruştur. Bu etik koddur.
Bunu yaptığımız sürece hem kendi
adımıza hem sektör adına bindiğimiz
dalı kesmemek adına da faydalı bir iş
yapmış oluruz diye düşünüyorum.
- Müşterilerin ajanstan beklentileri
konusunda karşılaştığınız en ilginç
talepler neler?
Kurumsal yapılarda sürprizli bir taleple
karşılaşmayız. Kurumsal yapı reklam
ajansından isteklerinin ne olacağının
çok netlikle bilincindedir. Ama küçük yapılardaki
müşterilerde bazen tanım tarif
karmaşaları olabiliyor. Meslek grupları
içinde bizim hizmet alanımıza girmeyen
konuların da bizlerden talep edildiği
noktalar olabiliyor. Çok sürpriz örnekler
açıkçası bugün aktaramayacağım ama
geçmişde yaşadığımız olmuştur. Uzmanlığımız
olmayan işlerin de bizden
talep edilmesi yaşadığımız örnekler
içindedir. Ben buna gelişim süreci olarak
bakıyorum. Kendi aramızda espri
konusu olsa da bir süre sonra onlarla
paylaşıp birlikte eğlendiğimiz zamanlar
oluyor, olmuyor değil açıkçası. Bu da
işin keyif veren tarafı bizim mesleğimiz
adına.
- Sizin eklemek istediğiniz bir şey var
mı?
Bütün bunların dışında benim eklemek
istediğim az önce cümleler arasında
Bugünün en önemli
meselesi dünyada
sürdürülebilirliktir. Tekil ve
bireysel çıkarlarımızdan
öte sektörel çıkarları da ön
planda tutan bir bakış açısıyla
hizmet veremeye devam
etmeliyiz ki, geleceğimiz
daha güvenli olsun.
geçti. Reklama bir yatırım olarak bakıldığı
sürece bu sektörün gelişimi mümkün.
Sevgili reklamverenlerin markaları,
hizmet ürettikleri ürünleri adına açıkçası
gelişmeleri, bunları uluslararası platformlara
taşıyabilmeleri bugünün ortamında
çok daha mümkün. O anlamda
onlar üzerlerine düşen görevi, nitelikli
hizmet üretmek nitelikli ürün üretmekle
yerine getirilerse, biz ve bizim gibi
reklam bilinci oluşmuş reklam ajanslarında
da iletişimin evrensel kurallarını
bilen yapılarda da onların marka olma
yolundaki süreçlerinde yardım edebilecek
destekleri her zaman olacaktır diye
düşünüyorum. Bizlerin yüksek bilinçle
davranması, reklam sektörünün pazarında
sağlıklı gelişimi, doğal olarak
da toplam iklimi olumlu etkileyecektir.
Bugünün en önemli meselesi dünyada
sürdürülebilirliktir. Tekil ve bireysel
çıkarlarımızdan öte sektörel çıkarları
da ön planda tutan bir bakış açısıyla
hizmet veremeye devam etmeliyiz ki,
geleceğimiz daha güvenli olsun. Aksi
takdirde sektörün geleceği de tartışılır
açıkçası. O anlamda sadece globallerden
oluşan bir pazar sanırım herkesin
de arzu ettiği bir pazar olmaz.
marketing europe & anatolia / 19
Köşe
Oğuzhan Akay
(ezberbozacısı
)
Peter Pan’a mektuplar - 8
Barracuda mısın sen?
Bir akvaryumu camla ortadan ikiye bölmüşler. Olmuş iki
akvaryum. Sonra birine yırtıcı barracuda balığını koymuşlar.
Diğerine de zavallı dubar balığını. Barracuda denilen,
okyanuslarda yaşayan, köpek balığından bile tehlikeli,
insanı bir lokmada değil, küçük küçük parçalara bölerek
yiyen bir balık. Barracuda, dubarı gördüğünde ağzının suları
akarak ona doğru hamle yapmış. Ama kafasını cama
vurmuş. Birkaç deneme sonra, baktı ki bu iş olmayacak,
kendisini yaralayacak, vaz geçmiş.
Araştırmacılar daha sonra aradaki cam engeli kaldırmışlar.
Barracuda engel kalktığı halde dubara hiç saldırmamış.
Yani sınırlarını öğrenmiş, haddini bilmiş.
Şimdi gelelim bu öykünün bizimle ilgili bölümüne. Aslında
kendimizi barracuda balığına benzetebiliriz. Sözgelimi
reklamcı olmaya heves edebilir, karar veririz, reklamcıların
yaşamını, kazançlarını duyduğumuz kadarıyla iştahımız
kabarır ve hemen bunu gerçekleştirmek isteriz. İlk denemelerimizde
başarısız olabiliriz. Belki daha sonraki denemelerde
de…Ama bir gün o arzuladığımız şeye ulaşacak
gücümüz ve olanağımız olduğu halde, engeller ortadan
kalkmış da olsa, sadece umutlarımızı yitirdiğimiz ve hayal
kırıklığına uğradığımız için vaz geçeriz.
Çünkü nereye özgeçmiş göndersen, başvursan, görüşsen,
sonuç alamamışsındır.
Ne kötü değil mi? Çocukken öğretmeniniz çok kötü resim
yaptığını ya da müzik kulağının olmadığını söyledi diyelim.
Resim yapmayı sevdiğin halde bundan etkilenip resmi bırakırsın
veya yalnızken bile şarkı söylemez olursun. Çünkü
umutların kırılmıştır. Ben basketbol oynayamam, ben iyi
yüzemem, ben güzel konuşamam, ben romantik olamam,
ben problem çözemem, ben tek başıma yaşayamam, artık
bir şeyleri düzeltmek için çok geç vb.. gibi başka engeller
de konmuş olabilir hayatında. Konulan sınırlar seni engeller
hep. Tıpkı o barracuda gibi. Seninki hangisi? Düşün
bir. Nerde yanlış yaptın? İşe başvururken mi, görüşürken
mi? Ya da elde ettiğin stajı sonuçlandıramayarak mı? Seni
anlamadılar mı?
Aradaki cam engel belki de çoktan kalktı. Dubara saldırmak
için ne bekliyorsun? Hevesinin yerine gelmesini mi?
Hayatını değiştirmek için harekete geçmeye ne dersin?
Tamam dersin. Ama tamam demekle kalma, kafanı da değiştir.
Uygulamaya geç. Şimdi bu yazının reklamla, reklamcılıkla
ne ilgisi var diye düşünüyorsun sanırım Peter. Çok
ilgisi var. Bırakalım reklamcı olmanı, belki de reklamcısın.
Yaratıcılık için önüne konan engellerden, kısıtlamalardan
söz etme. Çünkü bu da senin bir çözüm bulman için fırsattır.
Öte yandan yaratıcı düşüncenin, sadece işinle değil
tüm yaşamınla ilgili olduğunu da unutma. Bunu bir yaşam
tarzı haline getirmediğin sürece, ara sıra yaratıcı olamazsın.
Tesadüfen bir kez olabilirsin belki. Lafı hatırla: ‘Kör bir
domuz da avını tesadüfen bir kez yakalayabilir.” . Çünkü
gecenin karanlığında tozu dumana katarak koşan tavşan,
kör domuzun yakınında yaşadığı ağaca çarpmıştır.
Böylece domuz da onu avlamıştır. Ee, yaratıcı olmak için
kör domuz gibi bekleyecek misin?
Ben iyi ve büyük fikirler bulurum diye inanmadığın, kendinle
yarışmadığın, çalışmadığın, düşünmediğin sürece,
fikirler bulmana imkan yok. Zihnini neye hazırlarsan, onu
maddeleştirirsin. Ben derslerimde, bir soru işareti olarak
başladığımız eğitimi bir nokta gibi bitirmemizi sağlayan
travmayı yok etmeye çalışıyorum biraz da. Bir çeşit terapi
diyebiliriz buna. İşe yaradığını biliyorum.
Başta inanmayarak bakanlar, direnenler bile sonra bunun
işe yaradığını görüp kendilerini yeniden keşfediyor, en katılımcı
öğrencilerin arasına giriyorlar. Teneke Trampet’ten
Kaptan Kanca’ya çeşitli filmler var ki, içimizdeki çocuğu
bulmaya adanmıştır. Çünkü sınırsız merak ve hayranlık
duygusu, hayal gücü, fütürsuzluk, yaratıcılığı tetikler. Ötesi
bilgiyi kullanmayı, süzmeyi, biçimlemeyi ve onu en yaratıcı
formda yeniden üretmeyi içerir. Bunlarsa öğrenilecek
şeyler. Yani bu işin daha kolay yönü. Aslolan ilkini kabullenmek.
Bu yazıda saldırı yok gördüğün gibi Peter. Saldırıyı senden
bekliyorum. Barracuda olacaksan eğer!
marketing europe & anatolia / 21
Reklam Dünyası
Teşekkürler Anne 2. reklam filmi...
Teşekkürler Anne kampanyası
ile tüm dünyadaki sporcu
annelerini onurlandıran
kapsamında reklam filmleri dışında P&G sporcuların ve
annelerinin hayatlarından kesitler sunmak için, milli atlet
Nevin Yanıt ve annesi Semire Yanıt ile milli güreşçi Rıza
Procter&Gamble (P&G), Kayaalp ve annesi Sevgi Kayaalp’in filmlerinin de aralarında
kampanyanın “Çocuklar”
bulunduğu 70’ten fazla kısa film yayınlayacak. Filmlerin
adlı ikinci reklam filmini yayına
soktu. “2000’lerin en
iyi yönetmeni” seçilen Daniel
Kleinman tarafından
çekilen filmde Olimpiyat sporcuları, annelerinin gözünden
farklı bir bakış açısıyla sunuluyor. P&G ayrıca sporcuları
ve annelerini özel anne filmlerinde bir araya getiriyor.
P&G, reklam filmi için Adweek tarafından “2000’lerin en
iyileri” ödülleri kapsamında en iyi yönetmen seçilen Daniel
Kleinman ile çalıştı. Kleinman’ın anlattığı öyküde, Olimpiyat
sporcuları, annelerinin gözünden farklı bir bakış açısıyla
amacı, her bir harika sporcunun arkasında daha da harika
bir anne bulunduğunu herkese hatırlatmak.
P&G’nin çektiği diğer filmde ise Milli Güreşçi Rıza Kayaalp,
annesi Sevgi Kayaalp ile aynı filmde oynuyor. Türkiye’ye
önemli başarılar getiren
Milli Güreşçi Rıza Kayaalp,
filmde annesi Sevgi
Kayaalp’e “Annem şampiyon
olmamı çok istiyordu;
hem onun hayallerini gerçekleştirdim
hem de kendi
sergileniyor. Reklam filminde 16 ülkeden 245 çocuğun hayallerimi gerçekleştir-
yer aldığı yedi farklı Olimpiyat oyunu konu ediliyor.
Sporcuların arkasındaki en büyük güç olan anneleri kutlayan
ve bugüne kadar yaptıkları tüm fedakarlıklar için
annelere teşekkür eden “Teşekkürler Anne” kampanyası
dim ve gerçekleştirmeye
devam ediyorum” diyerek
teşekkür ediyor.
http://www.facebook.com/pgturkiye
Dettol reklam yıldızını buldu...
Dettol, “Ellerinize Sağlık” sosyal sorumluluk projesi kapsamında
6 adımda doğru el yıkamayı öğreteceği yeni
reklam yıldızını Facebook’ta buldu. Pek çok eğlenceli videonun
yüklendiği Dettol Türkiye Facebook sayfasında,
kullanıcı oyları ile finale kalan 10 video arasından Ceyda
Düvenci’nin de yer aldığı jüri, Şebnem Küçükvar’ı,
Dettol’ün yeni yıldızı yaptı.
Yarışmanın galibi Şebnem Küçükvar’ın, çekimlerdeki performansı,
ünlü oyuncu Ceyda Düvenci’den de tam not
aldı.
Çocuklara doğru el yıkamayı öğreten ”Ellerinize Sağlık”
projesi, tüm hızıyla devam ediyor. 6 adımda el yıkama videolarını
Dettol Türkiye Facebook sayfasına ekleyen minikler,
hem doğru el yıkamayı öğreniyor, hem eğleniyor,
hem de sürpriz hediyeler kazanıyor.
http://www.facebook.com/DettolTurkiye/app_198642086924226
marketing europe & anatolia / 23
Reklam Dünyası
Yaşaroğlu’ndan sinirli Penguen...
Daikin reklamlarından
mamen ayrı kutupta ve sıcaktan bunaldığı için sürekli sinir-
tanıdığımız li gezen “Sinirli Penguen” eşlik ediyor. Türk insanını çok iyi
“Eskimo” karakteri
tanıyan “Sinirli Penguen”, “Eskimo”ya yardımcı oluyor...
bu kez de ünlü İlk kez böyle bir çalışmaya imza attığını belirten Erdil Yaşa-
karikatürist Erdil roğlu, “Farklı, zorlayıcı ama çok eğlenceli bir çalışma oldu.
Yaşaroğlu’nun çizgisiyle
Eğlenceli olmasında hem birlikte çalıştığım arkadaşlarımın
hayat buldu.
Erdil Yaşaroğlu’nun
hem de Eskimo’yla Sinirli Penguen’in çok etkisi var. Biz
onları çok sevdik, umarım izleyenler de severler.” dedi.
kaleminden Daikin
“Eskimo”su ve
arkadaşı “Sinirli
Penguen”in Türkiye
maceraları animasyon
filmleri serisiyle ekranlara taşınıyor.
Daikin’in “Eskimo”sunun Türkiye’ye gelmesiyle başlayan
maceralarını, Temmuz ayından itibaren televizyonda
animasyon film serileriyle takip etmek mümkün olacak.
Daikin’i Türk insanına tanıtmak için ülkemize gelen, çok
sevimli, işinde uzman olan ve maalesef Daikin’den başka
kelime bilmeyen “Eskimo”ya bu macerasında, Erdil
Yaşaroğlu’nun Daikin’e özel oluşturduğu, Eskimo ile ta-
Bingo, Saray’da...
Kaya’nın sarayda sultan kıyafetleriyle ekranlarda olacağı
reklam filmi atmosferi ve mesajlarıyla dikkat çekecek.
Hazal Kaya’nın reklam filminde giydiği ihtişamlı Osmanlı
saray kadını kıyafeti, gösterişli mücevherleri ve Osmanlı
mutfağı konseptiyle set kuruldu.
Astronot kıyafetiyle dikkatleri üzerine toplayan Hazal Kaya
“Bingo Zamane Anneleri ve Kızları 2” reklam filmi serisinin
yeni filminde bir Osmanlı sultanı olarak karşımıza çıkacak.
Türkiye’nin gözde oyuncularından Hazal Kaya, yeni Bingo
reklam filmiyle çok yakında ekranlarda olacak. “Seni Anlayan
O” sloganıyla tüketicisi ile buluşan Bingo’nun, “Nar
Lekesinde Bile Etkili” konseptli reklam filmi sonrası, Hazal
24 / marketing europe & anatolia
Reklam Dünyası
Cheetos’tan “İstanbul KuşAtması”...
Cheetos’un Angry Birds kampanyası için hazırlanan oyunun
tasarımında kullanılan renkler ve modellerle birebir
aynı dekorlarla çekilen “İstanbul KuşAtması” videosunda
Angry Birds kuşları Anadolu yakasından Avrupa yakasına
fırlatıldı. Orjinal Angry Birds müziğinin alaturkaya çevrildiği
videoda kuşlar İstanbul semalarında tıpkı birer İstanbul
Beyefendisi gibi uçtular.
Çekilen fırlatma görüntülerinden oluşturulan video Vimeo.
com ve Youtube.com video paylaşım sitelerine yüklendi.
204 blogda yayınlanan video ile 114 bin 749 tekil kişiye
ulaşıldı.
Cheetos’un Angry Birds kampanyası için özel hazırlanan
Angry Birds oyununu tanıtmak amacıyla oyunun birebir
tasarlanmış gerçek videosu İstanbul’da çekildi. “İstanbul
KuşAtması” isimli video filmi için İstanbul’un iki yakasına
dev Angry Birds oyun seti kuruldu. Anadolu yakasına 7
metre uzunluğunda, oyundaki sapanın birebir aynısı kuruldu
ve sapanın fırlatma lastikleri 60 metre uzunluğundaki
Bungee Jumping iplerinden oluşturuldu. Tasarlanan
dev Angry Birds kuşları da Avrupa yakasında kurulan dev
platformlardaki dev domuzcukları vurdu.
marketing europe & anatolia / 25
CV’leriniz
sektörle ücretsiz olarak
dergimizde buluşacak.
Sektöre yeni girmek isteyen
stajyer adayları
ya da
tecrübesini değerlendirecek
yeni bir adres arayan
yaratıcı yönetmenler, metin yazarları, müşteri
temsilcileri, grafikerler
ve diğer arkadaşlar
CV’lerinizi
meadergicv@gmail.com
adresine bekliyoruz.
Köşe
Kağan İşmen / k.ismen@farkyeri.com
Genç reklamcıya
Sektörü Kullanma Kılavuzu 1
(
re
viz
yon)
Ben de 20-21 yaşlarımda girdim bu sektöre.
23-24 yıldır da hayatımı bu sektörde reklam
düşünerek, yazarak, yaratıcı gruplar, ajanslar
yöneterek geçirdim. Üyelerden aidat toplayan
adam olarak işe girdiğim Reklam Yazarları
Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı olduğumda
29 yaşındaydım. 2 dönem Y.K. Başkanlığı’nı,
1 dönem Disiplin Kurulu Başkanlığı’nı yaptığım
dernekte, 10 yıla yakın birçok kademede görev
aldım. Bir dönem Reklamcılar Derneği Y.Kurulu’nda
çalıştım. 8 yıl Bilgi Ünv. Reklamcılık Bölümü’nde
öğretim görevlisi olarak görev yaptım.
Birçok sektörel yarışmanın jürisinde yer aldım,
bazılarına başkanlık yaptım. Türkiye’nin birçok
üniversitesine konuk oldum. Bu zaman içinde, çoğu
uluslararası 10’dan fazla reklam ajansında çalıştım.
Çalıştığım ajansların neredeyse tamamı, Türkiye’nin
en iyi ajanslarıydı. Birkaç istisna hariç, her ajans
değiştirişim transferle oldu. Hem Türkiye’de, hem de
yurtdışında birçok ödül kazandım. İyi kazandım!
Son 6-7 senedir de, hayal ettiğimiz ajansı
oluşturmak, bu sektörde de mutlu olmanın
mümkün olduğunu kendimize kanıtlamak için
çalışıyorum, çalışıyoruz.
Eğer böyle bir kariyer seni heyecanlandırıyorsa,
lütfen yazdıklarımı iyi oku, üzerinde düşün.
Öncebak bakalım, nereye geliyorsun ya da geldin?
Sektörünü tanı, kime hizmet ediyorsun bil. Unutma
ki, sektörümüz Kapitalist sistemin çarklarının
dönmesinde hayati bir görevde. Önce bununla bir
yüzleş. İçinde yer almayı tercih ediyorsan ya da artık
olan olmuşsa, pozisyonunu buna göre belirle.
Mutlu olmanın koşulu bu. İletişim büyük bir hazine.
Onun etkisini hızla keşfet. Dünya iletişim üzerinde
dönüyor. Bu işi yapacaksan, bunun parçası ol. Önce
resmin bütününü gör. Yaptığımız iş ne, etkileri ne?
Bunu iş için değil, kendin için anla. Hayatta çok
lazım olacak. Futbolla ya da modayla ilgilendiğin
kadar, sektörünle de ilgilen. Bu sektörün Ali Şen’i
kim, Süleyman Seba’sı kim, Faruk Süren’i kim bil. Eli
Acıman’ı, Ersin Salman’ı, Atilla Aksoy’u tanı.
Madem yapacaksın, öyleyse işin hobin olsun.
Yoksa çekilmez!
Öğrenci misin? Staj mı yapmak istiyorsun? Sektörü
mutlaka araştır, anla, hayat görüşüne, yaratıcılık
anlayışına en uygun ajansları seç, onlara başvur.
Sebebini yaz, anlat. Başvuru için özel çalış.
İlk işin bu olsun. Kendini iyi tanıt. Yaratıcılığını
göster. Staja kabul edildiğinde zamanını baştan
konuş. Asla kendini sömürtme. Anlaştığınız zaman
dışında ücretsiz çalışma. Ama bunu yapabilmek
için, stajında gerçekten işe yara. İş gelmiyorsa, iş
yarat. Sürekli üret. Ama önce ihtiyacı iyi anla. Sonra
mümkünse vazgeçilmez ol. O zaman hak ettiğini
gönül rahatlığıyla isteyebilirsin. İste!
İşe yeni mi başladın? Seni işe başlatanın, işe
yaramak, üretmek olduğunu unutma. Dünyayla
bağını sağlam tut. Senin için dışarda bir sürü şans,
ajans olabilir. Sınırsız düşün. İnisiyatif sende olsun.
Çaba gösterirsen olur. Şansın yaver gitmedi,
istemediğin bir ajansta mısın? Seni dönüştürmeye
çalıştıkları kadar, sen de onları dönüştürmeye çalış.
Doğrularını koru. Omurganı dik tut. Eğer işinde
iyiysen, sorun olmaz. Olsa da sorun değil.
İşsiz kalmayı, kovulmayı büyütme. Herkes işsiz
kalabilir, herkes kovulabilir. Ben de kovuldum.
Ben de işsiz kaldım. Yeter ki dik dur. İyi isen,
üretiyorsan, işsiz kalmazsın.
Hayat görüşünle çatışan işleri reddet. Buna hakkın
var. Bu ülkede zorunlu askerliği bile reddedenlerin
olduğunu unutma. Bildiğin doğrudan güç al.
Bilmek için de gerçekten uğraş. Seni değerli kılan
bilgin sonuçta.
Her ajans senin için bir gözlemevi. Doğruları süz,
yanlışları ayıkla. Hayal kurmayı, idealler geliştirmeyi
bırakma. Ve onların peşinden git. Her hayal bir
strateji gibidir. Üzerinde çalışırsan, çalışır.
Çalıştın, yaşadın, gördün, idealize ettiğin bir ajans
kalmadı mı? Korkma, kendi ajansını kur. Süzdüğün
doğruları uygula, yanlışları ajansından içeri sokma.
Ama bunu sakın cahil cesareti ile yapma.
Ajans kurmak ciddi bir deneyim ister. Olmadan,
anlamadan, resmin tamamını görmeden bunu
yapma, üzülürsün.Her şeyi tek başına yapamazsın.
Kendine yol arkadaşları seç. Mümkünse bunu en
başlarda yap. Yol arkadaşlarınla uzun yıllar geçir,
onları iyi tanı. Gerçek yoldaşlıklar kur. Ortak akıl her
zaman en iyisidir, unutma.
Devam edecek…
marketing europe & anatolia / 27
Röportaj
Daha gidilecek ço
Concept Başkan Yardımcısı
Nazmiye Sabuncuoğlu...
Türkiye’de reklamcılık, reklam ajansları, reklamveren, kuşkusuz
değişti. Özellikle son 10 yıldır reklam ajanslarında çok önemli
gelişmelerin olduğu tartışma götürmez. Ancak bir çok değişmeyen
şey de var. Örneğin, reklamın bir ‘yatırım değil harcama’ olduğu
anlayışı hâlâ devam ediyor denilebilir.
Röportaj Elvin Ekşioğlu
- Türkiye’deki reklam ajansı anlayışını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de reklamcılık, reklam ajansları,
reklamveren, kuşkusuz değişti.
Özellikle son 10 yıldır reklam ajanslarında
çok önemli gelişmelerin olduğu
tartışma götürmez. Ancak bir çok değişmeyen
şey de var. Örneğin, reklamın
bir ‘yatırım değil harcama’ olduğu
anlayışı hâlâ devam ediyor denilebilir.
Bu durum, reklamcılığı değişken piyasa
koşullarından ‘fazlasıyla etkilenen’ bir
konuma getirdi. Ama sektör krizlerden
çok fazla etkilense de, ayakta kalma
gücüyle her badireyi atlatmayı da başardı.
Önce 1994′deki krizle büyük bir
darbe yiyen sektör, 2000 krizi ile girdiği
sıkıntılı günlerden ancak son dönemde
çıkmayı başarabilmiş durumda. Krizlerden
fazlasıyla etkilenen ajanslar gerek
reklam, gerekse de prodüksiyon bütçelerini
kaliteyi olumsuz etkileyecek kadar
azaltmış, bu da reklam ajansı anlayışını
marka sahipleri ve yöneticileri nezdinde
karşılıklı güven anlamında oldukça
etkilemiştir. 3. kuşak yöneticilerin başa
geçmesi ve rekabetin her alanda iyice
artması ile birlikte reklam ajansından
beklentiler de artmaya başladı. Reklam
ajansları artık sadece reklam yapan
değil, markanın yolculuğundaki karar
aşamalarında yer alan, ürünün içeriğine,
hizmetin şekline , ambalajına, fiyatına
kadar fikir veren, danışılan, marka
uzmanı yapılar olmak durumunda. En
azından Concept olarak bizler hizmet
verdiğimiz her markanın yol haritasını
marka yöneticileri ile belirliyor, onlarla
birlikte sahada yer alıp, reklam yapmaya
değer, fark yaratacak ürün ve hizmet
geliştirmeye oldukça çaba harcıyoruz.
- Concept’i diğer ajanslardan ayıran
özellikler nelerdir?
Bu soruyu biraz uzun cevaplayacağım…
Hem çok fazla ayrışan özelliğimiz
olduğu için, hem de bunların bizim
gerçekten çok önem verdiğimiz konular
olması nedeniyle…
• En önemli prensibimiz kalitede tutarlılık!
Biz bugünlere markalarımızla birlikte
büyüyerek ulaştık. Sektörde yaşanan
tüm krizlere rağmen yıllar içerisinde
dengeli büyümeyi sürdürdük. Kararlı
ve azimli bir şekilde yol aldık. Tutarlılık
asla vazgeçmediğimiz bir değer. Yıllarca
yaptığımız her projeye, en önemli işimiz
olarak bakmak ve bu durumu tutarlı
sürdürmek başarıyı getirdi. İş kalitesine
çok önem verdik, hem akıl, hem yaratıcılık
hem de prodüksiyon olarak. İş kalitesinden
bizi çalmaya zorlayan her türlü
tuzağı geçtik, yılmadık, pes etmedik.
• Dinamik ve iddiası olan markalar ile
28 / marketing europe & anatolia
k yol var...
Röportaj
çalışmak !
Bu yolculukta en az bizim kadar hırslı
ve en az bizim kadar heyecanlı markalarla
birlikte çalışmayı tercih ediyoruz.
Bu durum ise markalarımızla aynı amacı
hedefleyen uyumlu ve ahenkli bir çalışma
ortamı yaratıyor. İş kalitemizden
taviz vermeden kendimizi aşan, tüketici
nezdinde ses getiren, sattıran ve kalabalıktan
ayrışan kampanyalara imza atmak
konusunda ciddi bir azmimiz ve hiç
yok olmayan hırsımız var. Bu hedeflere
ulaşmak için de ruhu genç, dinamik,
agresif hedefleri olan, iddialı markalarla
çalışmak gerekiyor. Böylece yaptığınız
iş diğerlerinin arasından sıyrılıyor ve
fark ediliyor.
• Akılda kalan reklam ile ticari başarı!
Marka portföyümüzde lider adayı güçlü
30 / marketing europe & anatolia
Pazarlama dünyasındaki
globalleşme hayatın bir gerçeği
olsa da lokal aksiyon
ve bu konuda yetenekli olmak
artık eskisinden çok daha
büyük bir değer taşıyor.
markalar var. Bizim portföyümüzde bulunan
hiçbir markanın reklam yatırımı
rekabetin üstünde değil. O yüzden yaptığımız
her işin ciddi sorumluluğunu taşıyoruz
ve rekabetten üstün olabilmek
için attığımız her adımın sonuçlarının
dalga efekti yaratmasına yoğun çalışıyoruz.
Aslında bu sayede, rekabetten
ciddi bir şekilde ayrışıp akılda kalmayı
sağlayabiliyor, markalarımız için ticari
başarı kazanabiliyoruz.
• Yerel pazarın nabzını iyi tutabilmek!
Pazarlama dünyasındaki globalleşme
hayatın bir gerçeği olsa da lokal aksiyon
ve bu konuda yetenekli olmak artık
eskisinden çok daha büyük bir değer
taşıyor. Biz bugünlere bir yandan global
pazarlama yöntemlerini çok iyi takip
ederken, diğer yandan ve en önemlisi
lokal pazarın nabzını çok iyi tutarak geldik.
Uzmanlığımızla ikisinin iyi bir karmasını
yapabilmek, başarılı olmanın en
önemli sırrı.
• Başarısı ölçülebilir kampanyalar!
Concept’in iletişim anlayışına göre “etkin
bir strateji”; ölçülebilir, değer katan,
hedefe odaklanmış bir bütünden oluşmaktadır.
Sadece gelen briefi analiz
edip klasik çözümler bulmak değil, birlikte
çalıştığımız markanın gerçekten
içinde bulunduğu durumu ve yüzeyin
derinliklerindeki gerçekleri ortaya çıkarabilmek
analiz etmek için ilgili uzmanlık
birimlerini devreye sokarız. Pazarı
hedef kitleleri ve şirketin ticari hedeflerini
derinlemesine analiz ederiz. Tüm
bu faktörlerin tamamının birbirinden etkilendiğini
ve iletişim planını da bu zincirin
vazgeçilmez bir halkası olduğunu
daima hatırlarız. Bu yüzden büyük resmin
varlığından her zaman haberdarızdır.
İyi stratejinin sadece iyi fikirlerden
ibaret olmadığının, iyi fikirlerin uzmanlıkla
filtreden geçirilerek uygulanabilir
ve aritmetiksel olarak ölçülebilir olmak
ile doğru orantılı olduğunun da farkındayız
ve tüm markalarımızla bu mantık
çerçevesinde çalışırız.
• “Gerçekten” bir iş ortağı olabilmek!
Türkiye ‘deki bugünkü rekabet ortamında
ajans olarak rakipsiz olduğumuzu
düşünüyoruz. Sektörde küçük ölçekli
ajansların sahip olmadığı bilgi, deneyim,
zengin marka portföyü, kendini ispatlamışlık,
güvenilirlik normlarına sahibiz.
Ekibimizin nerdeyse tamamının
sahip olduğu uluslararası büyük ajans
Röportaj
deneyimi sayesinde hizmet kalitesini
global ajanslar seviyesinde tutarken bu
tip ajansların hantallık ya da odaklanma
güçlüğü gibi kritik zaaflara neden
olabilecek yönlerini orta büyüklükte olmanın
verdiği esneklik ve hızlı hareket
kabiliyeti sayesinde bertaraf edebiliyoruz.
Dolayısı ile biz, markanın gerçek
iş ortağı olmayı başarabilen bir iletişim
ajansıyız...
• 13 yılda 150’ye yakın ödül !
Bu vizyonla kuruluşumuzdan bu yana
ayrışan yaratıcılığımızla, kaliteli işlere
imza atmayı başarıp, sadece 13 yıl içerisinde
aldığımız 150’ye yakın ulusal ve
uluslararası ödülle Türkiye’nin en yaratıcı
ilk 5 ajansından biriyiz. Son 3 yıldır
Kristal Elmada tutarlı bir şekilde büyük
ödülü alıyoruz. Aynı zamanda hizmet
verdiğimiz markalara yaptığımız her
işle ticari anlamda da kazandırabilmenin
haklı gururunu yaşıyoruz. Gelecekte
de bu konumlandırmamızda tutarlı,
kararlı ve ödün vermeden yürüyecek
azim ve iddiadayız.
Dünya reklamcılığına
baktığımızda
Türk reklamcılığının
hâlâ gidecek çok
yolu olduğunu söylemek gerek.
Günümüzde
Türk televizyonlarında
seyrettiğimiz reklamların
çoğu gerçek tüketici
içgörüsünden uzak,
markayla özdeşleşmeyen,
samimiyetsiz,
marka farklılaşması
konusunda yeterince
çabası
olmayan çalışmalar...
- Sizce Türk reklamcılığının birinci
sıradaki sorunu nedir?
Dünya reklamcılığına baktığımızda
Türk reklamcılığının hâlâ gidecek çok
yolu olduğunu söylemek gerek. Günümüzde
Türk televizyonlarında seyrettiğimiz
reklamların çoğu gerçek tüketici
içgörüsünden uzak, markayla özdeşleşmeyen,
samimiyetsiz, marka farklılaşması
konusunda yeterince çabası
olmayan çalışmalar. Bunların bir çoğu,
hızlı ve kesin çözüm sağlamak adına
meşhur yüzleri kullanmayı, ya da reklam
müziğini ön plana çıkarmayı tercih
ediyor. Meşhur yüzlerin kullanıldığı reklam
kampanyaları, yaratıcılık ve marka
samimiyeti konusunda ciddi birer tehdit.
Dolayısıyla bu tür kampanyaların son
3-5 yıl içerisinde bu kadar artmış olması,
aslına bakarsanız günümüzdeki en
büyük reklamcılık sorunu olan yaratıcılık
eksikliğine işaret ediyor.
- Yaratıcılık ve hedef kitleye ulaşım
arasındaki denge nasıl kurulmalıdır?
marketing europe & anatolia / 31
Röportaj
Bu çok önemli bir denge… Salt yaratıcılık
üzerine kurgulanmış, sadece ses
getirmeyi, üzerinde çokça konuşturmayı
hedefleyen reklam yapmak, marka
başarısı için asla yeterli değildir. Sektördeki
onlarca rakibin içinden sıyrılıp
bir markanın hedef kitlesine ulaşabilmesi
ve bu kitlenin kalbine ve aklına
aynı anda ve aynı etkiyle dokunabilmesi
gerçekten de oldukça kritik bir aritmetik
işidir. Bu nedenle, doğru hedef
kitlenin belirlenmesi esas ve önceliklidir.
Belirlenen hedef kitlenin gerçek iç
görüsüne ulaşıp, stratejik olarak belirlenen
yol doğrultusunda uygun marka
tavrı ile yaratıcılığı bir arada ve uyum
içinde ortaya koymak gerekir.
32 / marketing europe & anatolia
Bizim sektörümüz
eleman sağlama
konusunda görünmez
kuvvetli bir
istihbarat ağına
sahiptir.
Diğer sektörlerde olduğu
gibi head-hunter
firmaları hizmet
veremez bir türlü
reklam sektörüne.
- Bir reklamcı yaratım öncesinde
nelerden beslenir?
Gerçek reklam, gerçek tüketici içgörüsünden
çıkar, bu da gerçek hayatın
içinden… dolayısıyla bir reklamcı
en çok hayatın kendisinden beslenir.
Hayatın içinde etrafında olan bitenin
farkında olarak, görerek beslenir.
Dünyada benzer konularda yapılmış
işler reklamcıya ilham verir, ufkunu
açar, kendi standartlarının çıtasını
yükseltmesine yardımcı olur. Yarışmaların
da oldukça besleyici olduğunu
söyleyebilirim, özellikle de Cannes
reklam festivali, tüm rekleamcılar
için en büyük beslenme kaynağıdır.
Her sene ajansımızı temsilen 5 kişi 1
hafta Cannes’a gider ve her gün çeşitli
seminer ve eğitimlere girer. Çok
büyük kazanımlarla, heyecanla ve istekle
döneriz oradan. Bu da işlerimize
hemen yansır. Hatta bunları sadece
kendimize saklamaz, ilham aldığımız
ve dünya reklamcılığının gidiş hatını
belli eden örnekleri bir sunumla markalarımızla
da paylaşırız ki onlar da
bizlerle aynı heyecana kapılsınlar,
böylece işlerimizi birlikte daha da ileri
götürebilelim diye…
- Eleman sağladığınız kaynaklar
nelerdir?
Bizim sektörümüz eleman sağlama
konusunda görünmez kuvvetli bir
istihbarat ağına sahiptir. Diğer sektörlerde
olduğu gibi head-hunter firmaları
hizmet veremez bir türlü reklam sektörüne.
Concept’te hem kreatif hem
de yönetim, marka ekibi açısından oldukça
kuvvetli bir ekip çalışıyor şu an.
Bizim işimizde en önem verdiğimiz ve
yatırım yaptığımız kısımdır çalışanlar…
Ekibimizin memnuniyeti ve ajansımızın
sektördeki imajı sayesinde eleman bulmakta
zorlanmayız. Çalışılmak istenen
bir ajans olduğumuz için ihtiyaç duyduğumuz
bir pozisyon olduğunda bunu
sadece kendi ekibimize duyurmamız
genelde hep yeterli olmuştur.
Röportaj
- Üniversiteler sektörün yetişmiş eleman
ihtiyacını karşılayabiliyor mu?
Maalesef karşılayamıyorlar… Halen
sektörümüzde çalışan kişilerin bir çoğu
reklamcılık dışı bölümlerden mezun olmuş
insanlar.
- Yerli firmalar reklam bütçelerini hazırlamada
ne kadar bilinçli?
Yerli firmalar son dönemde kurumsallaşma
alanında önemli çaba gösteriyorlar.
Bu çabalar, özellikle pazarlama
alanında çalışan ekiplerin reklama bakışını
da oldukça ileri götürmüş durumda.
Bir zamanlar yaşanan sıkıntıların gün
geçtikçe azalıyor olduğunu görmekten
mutlu oluyoruz.
- Müşterilerin ajanstan beklentileri
konusunda karşılaştığınız en ilginç
Yerli firmalar
son dönemde
kurumsallaşma alanında
önemli
çaba gösteriyorlar.
Bu çabalar,
özellikle
pazarlama alanında
çalışan ekiplerin
reklama bakışını da oldukça
ileri götürmüş
durumda.
talepler neler?
Bizim bugüne kadar markalarımızdan
gelen bizi şaşırtan talepler pek olmadı,
bizim için imkansız diye bir şey olmadığı
için olsa gerek. Ama eminim bizim
onları şaşırtan istek ve taleplerimiz olmuştur.
Mesela; Anadolu’da yaygın bir
markamız hakkında daha fazla bilgi alabilmek
ve hissedebilmek adına, bir haftasonu
ajanstan 30 farklı kişi, 30 farklı
şehre günü birlik giderek markayı yerinde
kendi gözlerimiz ile görerek, oradaki
kişilerle yüz yüze görüşerek derinlemesine
bilgi alarak dönmüşlüğümüz vardır.
“Tüm şubelerinizi 1 günde gezmek
istiyoruz” demek tabiî ki markamızın bir
ajanstan duymayı pek de beklemediği,
ilginç bir talep olsa gerek ….
marketing europe & anatolia / 33
Köşe
Argün Albayrak / argun@uckisiler.com
(transformatör
)
Hangi Reklam;
İnsan algısı çok karmaşık bir mekanizma değil. Muhtesem
ancak ‘davranışsal özellikleri’ son derece yalın. Beynimizde
kendi uyaranlarımız var ve bu uyaranlar sayesindeyaşamımızda
etkin olan öncelikleri bir sıraya koyuyoruz
ve ona göre tepkilerimiz oluşuyor. İşte reklam ilminin derinlikliklerinde
de bu basit formül var... Basit ama anlamlı
bir görsel-veya ‘çat diye kafaya kazınacak bir söz’ veya
marka ismi... hep bunun için.
Markaların toplum üzerinde çok çok etkin olabilmek adına
atmak zorunda kaldığı taklalar hep bu yüzden ! Algılarda
kalıcı ve pozitif bir yere sahip olmak için...
Dedik ya; İnsan algısı o kadar da karmaşık değil. Örneğin
İnsan; olayın bir reklam unsuru mu yoksa-toplumsal bir
olay mı yoksa bireysel bir gündelik konu mu olduğunu çok
ayırt etmiyor. Onun ayırt ettiği şey; ne-ne süre ile algısında
birinci sıraya yükselmiş, ne derece bir etki oluşturulmuş
gibi temel bir anlatımla açıklanabilir.
Hayır diyenler olabilir; O zaman hepimizin yaşadığı şu küçük
örnek yararlı olabilir.:
Gündüz berbat sıcaktı ve 5 yıldır her gününüzü birlikte
geçirdiğiniz sevgilinizden ayrıldınız. Eve geldiniz, depresyona
beş kala ve sıkıntıdan açtınız televizyonu ! Haberlerde
kazalar ölümler, sonra reklamlarda çok yakışıklı
veya güzel bir insanoğlu... Bunlar sizi harekete geçirir mi
? Gözyaşı döker veya ‘ah hemen almalıyım’ der misiniz?
Yoksa ‘depresyona iki kala televizyonu kapatıp, müzik mi
koyarsınız... ?
Gelelim konumuza; tabii bu son derece bireysel bir durum...
Diyebilirsiniz ki; bir marka milyonlara sesleniyor, bir
kişiyi kaybetti çok mu? Çok haklısınız ama... Aması var:
Türkiye’de ve dünyada son on yıl-markaların ikinci, üçüncü
plana düştüğü bir dönem olarak tarihe geçti. Dünya değişiyor
ve bu değişim ağırlıklı bizim coğrafyamızda fena biçimde
hissediliyor. Ortadoğudaki kızgın güneşi bombalar
daha da ısıtıyor, Arapların baharı bitmek bilmiyor, Avrupa
ve ABD krizle boğuşuyor ama karşısında da kuvvetli bir
Çin, Rusya, İran ittifakı görüyor...
Biz mi ? Başlıyorum: 4+4+4 – bozuk süt – oluum bak git
– Düşen uçak ama herşey havada – TOKİ’yi su bastı. Milleti
sinir... PKK –KCK-Ergenekon-Balyoz-çekiç-tornavidahavanda
su... Recep Tayyip kansermiş-bırakacak mı-
köşke mi çekilecek? Başabakan kim olacak? – Aziz
Yıldırım ve transferler – UEFA. Altun aşağu, borsa yukarı,
euro sağa, dolar sola... 2B-bu tapular kimlere kaça gidecek-
köprüler tek şerit, Eyüp; ‘ONE LOVE’ gozel-bira istemezük
dedi. Kapıda bira satıı... Madonnanın kaslı kıçı,
Ajda inşaat vinç kulesiyle seyircinin üstünden uçtu. Kuzey
çok üzüldü- Kardo sizce yaşar mı? – gettiiiii mematiiiiii...
Fatmagülü kim.... ! Yalan dünya, batsın bu dünya.... tiranay
da tirinay, lüm lüm ley....
İşte bunlar sadece bir çırpıda aklıma gelenler, daha binlercesi
mevcut.
Tüm bu toplumsal iletişim ve etkileşim bombardımanı içinde
bir de markalar var... Rengarenk, hiç bir şey olmamış
gibi mutlu, pozitif bla bla... Ama oradaki tehlike bir başka;
paylaşmaya çalıştığım gibi – insanların algı aritmetiği
içinde ‘markaların iletişimleri’ ister istemez çok gerilerde
kalıyor. Algılarda yer edebilmek ancak çok sık –doğru
yayılmış/planlanmış frekans ve çok net ‘satış önermeli
iletişimden’ geçiyor. Ha, bir de çok kallavi bütçelerden....
Yani;‘100 değil, 99.9 TL’ mantığı veya GSM’cilerle – Bankacıların
– sıcak para odaklı – 25 sn’yi geçmeyen iletişimleri
buna en iyi örnek...
Böylesi bir ortamda – marka değeri / jenerasyonlar arasında
kurduğu emosyonel bağ ne olacak... Olmayacak
tabii ki ! Çünkü orada-reklamvari süslerle toplumu galeyana
geitren, altı boş siyasi kavgalar var. Dünyanın direttiği
olmadık saf tutmaların neresinde olduğunuz gerçeği var...
Anlaşamayan toplumlar, toplum için topluluklar, topluluklar
içinde bizimle ‘top gibi’ oynayanlar var...
Kitabımda; Zaman ‘gerçek reklamın ve reklamcıların’ şahlanma
dönemi zamanı demiştim. Haklıyım; eminim ! Çünkü
bu zor ve karmaşık kaos içinde insanların tek ihtiyaç duyduğu
şey ‘DEĞER KATACAK TAZE FİKİR-TAZE ÜRÜN’...
YANİ YARATICI BİR İLETİŞİM.
Yoksa tüm değerler gibi bizlerde tasfiye olacağız. Bıraktığımız
miraslar da büyük bir itinayla hayatları mahveden faizlere
gidecek. Çocuklar yine gariban... Ne yapsak hepsini
‘Mimar Sinan Camiisinin önüne mi koysak... Bu ara marka
değeri çok iyi !
Markalar size söylüyorum, Reklamcılar siz anlayın !
marketing europe & anatolia / 35
Kampanyalar
Pepsi, Ramazan Sofrası...
Pepsi’li ilk reklam filminde yaptığı dans ile adından hayli söz
ettiren Azra Akın, bu kez Ramazan kampanyası için kamera
karşısına geçti ve iftar sofrasını kendi elleriyle kurdu. Yalova
“Su Düşen Şelalesi”nde gerçekleştirilen çekimler için suyun
içerisinde bir Pepsi İftar sofrası hazırlandı. Yönetmenliğini
Umut Aral’ın yaptığı Pepsi reklam çekimlerinde kendi elleriyle
Ramazan sofrası kuran Azra Akın’ın özellikle böreklere
dokunmamak için epey zorlandığı görüldü.
Azra Akın, “Pepsi Yaşatır Seni” sloganıyla çekilen yeni reklam
filmi buluşmasını şöyle anlattı:
“Aile bambaşka”
“Her reklam filmi çekiminde ayrıca heyecanlanıyorum fakat
bu seferki bir aile buluşması, aile sofrası oldu. Çok sıcak ve
çok içten bir ortamda keyifle rol oynadım ”
Yalova’da gerçekleştirilen Pepsi reklam çekimlerine Yalova
halkı da büyük ilgi gösterdi.
Azra Akın da bu ilgiyi karşılıksız bırakmayarak onlarla sohbet
etti ve minik hayranlarıyla da resim çektirmeyi ihmal etmedi.
Reklam filminde ailesini canlandıran tüm oyuncu arkadaşlarıyla
da sıcak ve samimi diyaloglar kuran Akın, yaşlı rol arkadaşının
başörtüsünü düzelterek kendisine yardımcı oldu.
Reklam Künyesi:
Reklamveren: PepsiCo
Reklamveren Temsilcisi: Ceren Onbulak, Gözde Kütük,
Merve Erdinç
Reklam Ajansı: Alametifarika
Yaratıcı ekip: Emrah Karpuzcu, Kenan Ünsal, Ozan Özüm
Özbey, Oğuzhan Atlıman. Özgür Öztürk, Can Çelikbilek, Seden
Padır,Taner Ardalı, Erkul Yazgan, Zeynep Ordu, Sertuğ
Alptekin, Berkay Tahmaz, Çağrı Ark
Yönetmen: Umut Aral
Prodüksiyon Şirketi: Atlantik Film
Postproduksiyon Şirketi: Filimişleri
Müzik: Jingle House
Kullanılan Mecralar: TV, sinema,POP
marketing europe & anatolia / 37
Kampanyalar
Bir bardak çay ailedir...
Çaykur’un Müslüm Gürses’le başladığı reklam filmi serisi,
“Evet, Bir Bardak Daha Çay İstiyorum” kitabının yazarı ve
Türkiye dostu Katharine Branning ile devam ediyor.
Müslüm Gürses’le iftara konuk olan Katherine Branning, iftar
sonrası yapılan çay sohbetinde aile bireylerini hoş bir dille
anlatıyor. Türk ailesinin temel yapıtaşları olan gelin, görümce
ve kayınvalide ilişkisine yaptığı göndermeler ile Branning
evin damadı ve çocukları için de Türk halkının çok seveceği
cümleler kullanıyor.
Reklamın Künyesi
Reklamveren: Çaykur
Reklamveren Yetkilisi: Yavuz Sütlüoğlu
Reklam Ajansı: M.A.R.K.A.
Ajans Başkanı: Hulusi Derici
Kreatif Ekip: Zeynel Özer, Doğan Mirdoğan, Ruhi Topçuoğlu
Müşteri İlişkileri: İlkay Ünlü, Beril Mardin, Efe Aksoy
Ajans Prodüktörü: Sarper Soyuret
Prodüksiyon Şirketi: Kala
Yönetmen: Kıvanç Baruönü
Müzik: Jingle House
Profilo, LowFrost buzdolapları...
Profilo Dayanıklı Ev Aletleri’nin, LowFrost buzdolaplarını 829
TL’den sunduğu kampanyası için hazırlanan reklam filmi yayına
girdi. Profilo Dayanıklı Ev Aletleri, LowFrost buzdolabı
kampanyasını reklam filmi ile duyuruyor. Profilo LowFrost
buzdolaplarının 829 TL’den başlayan fiyatlarla sunulduğu
mesajı veriliyor.
Reklam Filmi Künye:
Reklamveren:Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu, Elif Birim Kayaman
Ajans: Rafineri
Marka: Profilo Dayanıklı Ev Aletleri
Adı: Temmuz Buzdolabı Satış Filmi – LowFrost
Süre/ Boyut: 22”
Yaratıcı Yönetmen: Ufuk Uslu, Orkun Demirelli, Ayşe Bali
Metin Yazarı: Setenay Ozcan Yıldırım
Sanat Yönetmeni: Öznur Söylem
Marka Tanıtımı: Gökhan Öziş, Rida Kıraşı, Melis Şenol
Stratejik planlama: Canan Pehlivanoglu, Can Çalışkan
Ajans prodüktörü: Selen Tezol
Jingle: Jingle Jackson - Emre Irmak
38 / marketing europe & anatolia
Kampanyalar
Shell AutoGas uzmanları...
Otomobilinizin performansı yeteri kadar yüksek değilse, nedeni
kullandığınız otogaz olabilir.
İşte bu fikirden hareketle hayata geçirilen Shell’in yeni reklam
filmi, Shell AutoGas ile birlikte sahip olunan
kalite ve uzmanlığın altını çiziyor. Tüketicilere Shell
AutoGas’la çıkacakları tüm yolculuklarda içlerinin %100
rahat olabileceği mesajı veriliyor.
Reklam Künyesi:
Reklamveren: Shell & Turcas A.Ş
Reklamveren Yetkilisi: Ahmet Başaranoğlu, Sevcan Kahraman
Reklam Ajansı: JWT Londra & Manajans / JWT
Prodüksiyon Sirketi: Karma Film
Yönetmen: Daniel Borjesson
Müzik: Ömer Özgür (Jingle Jungle)
Meslek Avcısı...
ALICE BBDO’nun Mercedes-Benz Türk için Happy Digital ile
birlikte hayata geçirdiği Meslek Avcısı uygulamasında, kullanıcılar
Mercedes Atego’yla birlikte yapılabilecek meslekleri
bulmacanın içinden bulmaya çalışacak. Bulmacanın içinde
gizlenmiş en fazla mesleği en kısa sürede bulan oyuncular,
Mercedes’ten hediyeler kazanacaklar. İnternette hoş vakit
geçirirken aynı zamanda bilgi dağarcığınızı da artırabileceğiniz
bu kolay oynanabilir oyun, ayrıca son derece cazip
ödüller içeriyor. Meslek Avcısı uygulamasını App store’dan
indirerek veya
www.meslekavcisi.com’a girerek oynayabilirsiniz.
Reklam Künyesi:
Marka: Mercedes-Benz Türk
Marka temsilcisi: Başak Demiryumruk Dikici, Sema Töre
Ürün: Atego kamyon
Dijital Ajans: Happy Digital
Reklam ajansı: Alice BBDO
Müşteri ilişkileri grubu: Aslı Önal, Aylin Tüzüner
Stratejik Planlama: Mehmet Aksu
Yaratıcı grup: Ali Burak Erkan, Cem Öztürk, Zeynep Yalçınkaya,
Umut Pehlivanoğlu, Aylin Çelik
marketing europe & anatolia / 39
Mas
Gezi
al diyarı Osaka...
Japonca adını oluşturan kanji karakterler “güneş” ve “köken”
anlamına geldiği için Japonya “Doğan Güneşin Ülkesi”
diye anılıyor. Üç binden fazla adası bulunan Japonya’ nın
yüzölçümünün % 97’ sini bu adalar oluşturuyor.
Depremleriyle sürekli gündeme gelen bu ülkenin
en yüksek dağı olan Fuji ise bir yanardağ.
Fotoğraflar ve yazı Seval Duban
Vize istemeyen bir ülke daha; Japonya
Kardeşimin Osaka’ ya gideceğini duyunca
hemen “beni de götüüüürrrrr”
diye zırlamaya başlayınca kıyamayıp
beni de aldı yanına. Japonya oldum olası
çok merak ettiğim bir ülkedir. Hele bir
de Universal Studios işin içinde olunca
daha da cazip hale geliyor.
Japonca adını oluşturan kanji karakterler
“güneş” ve “köken” anlamına geldiği
için Japonya “Doğan Güneşin Ülkesi”
diye anılıyor. Üç binden fazla adası
bulunan Japonya’ nın yüzölçümünün
% 97’ sini bu adalar oluşturuyor. Depremleriyle
sürekli gündeme gelen bu
ülkenin en yüksek dağı olan Fuji ise bir
yanardağ. Sanki felaketler ülkesi. Güneşin
ülkesi değil de felaketler ülkesi.
O kadar felakete rağmen süreçler içerisinde
can kaybı olmaması hayranlık
uyandırıyor.
Ülkenin başkenti Tokyo. Fakat ben Osaka’
ya gittiğim için oradan, daha çok da
Universal Studios’ dan bahsedeceğim.
Aslında Japonya hakkında çok fazla
yazacak şey var ama sizi sıkmak istemiyorum
şimdi. Çok enteresan gelenekleri
olan bir toplum. Şogunları, geyşaları,
sanat anlayışlarıyla çok renkli
bir toplum. Yıllar boyunca farklı farklı
dönemlerde çok ilginç yaşantılara ve
kültürlere sahip olmuş Japonya.
Benim en çok ilgimi çeken dönem ise
Heian dönemi, 900’ lü yıllar. Bir zamanlar
“Yastıkname” adında bir kitap
okumuştum. Sarayda imparatoriçenin
nedimeliğini yapan Sei Şonagon, hep
başucunda tuttuğu “defterine” aklına
esen her şeyi yazmış: Tanık olduğu küçük,
sıradan olayları, anılarını, önemli
bulduğu konulardaki fikirlerini; hoşuna
giden gitmeyen, muhteşem ya da moral
bozucu bulduğu, kalp atışını hızlandıran
ya da asabını bozan, “gıcık” ya da
hayran olduğu şeyleri...
O dönemler Japonya’ da kadınların
egemen olduğu dönemlermiş. Bu ayrıntı
nedense hep örtbas edilip yazılmış.
Tüm kararları kadınlar verirmiş. Belki
de o yüzden nesiller boyu o dönemden
hep övgüyle sözedilmiş. Vaktiniz olduğunda
“Yastıkname” yi okumanızı tavsiye
ederim. Çok eğlenceli ve güzel bir
kitap.
Gelelim konumuza. Ne diyorduk Osaka.
Osaka, Japonya’nın en büyük adası
olan Honşu’nun Kansai Bölgesi’ndeki
Osaka Körfezi’ne dökülen Yodo
Nehri’nin döküldüğü yerde bulunan
Japonya’nın Tokyo’dan sonraki en büyük
şehri. Demiş vikipedi Osaka için. 12
saatlik uçuşun ardından Osaka’ ya vardık.
Yol çok uzun olduğu için can sıkıcı
olabiliyor tabii. Fakat uçaktan aşağıyı
seyretmek bir süreliğine eğlenceli olabiliyor.
Osaka’ ya gittiğimizde öğleden
sonraydı. Otele yerleştikten sonra kısa
bir tur attık şehirde yürüyerek. Osaka
marketing europe & anatolia / 41
otopark. Teknolojinin ileri olduğu ülkelerde
çözümler de son derece teknolojik
oluyor demek. Sokaklarda bir
başka güzel şey ise sıcak kahve bulabilme
imkanı. Plazalarda ve metrolarda
görmeye alışık olduğumuz kola
otomatlarından Osaka sokaklarında
bolca var. Fakat bunlardan sıcak kahve
almanız da mümkün.
Japon halkı pek ki bir küçük olduğu
için bazı araçları da kendileri gibi
küçük üretmişler. Etrafta minicik tek
kişilik otomobiller görmek mümkün.
Sokaklarda aylak aylak dolaştıktan
sonra otelimize geri döndük. Odaya
girip de etrafa alıcı gözle bakınca
yatağın üzerindeki kimono dikkatimi
çekti. Ama bu biraz çakma kimono
olmuş. Sanırım gelen turistlere biraz
Japonya kültürü bulaştırmak istemişler.
Hemen çakma kimonomu giyip kelp
çayımı hazırladım. Kelp bir çeşit yosun.
Ondan çay yapıyorlar ve Japonya’ da
çok meşhur. Hemen her yemeğin yanında
kasede geliyor. Tadı deniz suyu
gibi. Cape Town’ da bolca görmüştüm
bu yosunlardan. Hatta alıp eve getir-
Gezi
pırıl pırıl, tertemiz bir şehir. Binalar son
derece modern fakat bazı sokaklarda
filmlerde görmeye alışık olduğumuz Japon
mimarisine özgün evler de var.
Bazı sokaklar dar olduğu için otopark
sorunan son derece teknolojik çözüm
üretmişler. Kat otoparkı. Ama bizim bildiğimiz
cinsten değil. Asansörlü katlı
Sanırım gelen turistlere
biraz Japonya kültürü
bulaştırmak istemişler. Hemen
çakma kimonomu giyip kelp
çayımı hazırladım.
42 / marketing europe & anatolia
Gezi
miştim ama annem pis kokuyorlar diye
çöpe atmıştı.
Ülke teknolojinin çok ileri olduğu bir yer
olunca bu hayat stantardını da arttırıyor
sanırım. Klozetler de bile bir sürü düğme,
sıcak soğuk su var. Sanırım bunlarda
iç ve dış yıkama mevcut.
Kelp çayımı da içtikten sonra hemen
yatıp uyudum. Çünkü yarın büyük gün.
Universal Studios’ a gideceğim.
2001 yılında açılan U.S.’ da 9 tane aktivite
parkı var. 2014’ te onuncu park
eklenecek ve orası da Harry Potter etkinlik
alanı olacak. Etkinlik alanlarının
dışında show yapılan parkların sayısı
da 10’ u buluyor.
U.S. aslında izlediğimiz bir çok filmin
platformunun bulunduğu bir eğlence
parkı. Bir çok filmin simüle edildiği bir
park. 1 saatlik yolculuğun ardından bu
muhteşem parka vardık.
Hafta sonu olması sebebiyle park girişi
oldukça kalabalıktı, tabii buna Noel arefesi
olması da etkendir muhtemelen.
Bizde sıraya girip giriş biletimizi aldıktan
sonra parka giriş yaptık. Ben çocuklar
gibi şendim.
Hayranı olduğum Elmo’ yu kapı girişinde
görünce daha bir mutlu oldum.
Park girişinde çizgi filmlerde gördüğünüz
kahramanlar karşılıyor sizi. Benim
Parkın içindeki binalar ve
ortam gerçekten çok çok güzel.
Harika görünüşlü
binalar, restaurantlar, nehir,
oyun parkları.
şansıma ağaçkakan Woody düşerken
kardeşiminkine Betty Boo düştü.
Kardeşimi çok beğenmiş olacak ki epey
bir süre esir aldı.
Parkın en ürkütücü etkinliği roller coaster
sanırım. Hemen hemen tüm parkın
üzerinden dolaşıyor. Bu sayede parkın
büyük bir kısmını görmüş oluyorsunuz
tepeden.
Parkın içindeki binalar ve ortam gerçekten
çok çok güzel. Harika görünüşlü
binalar, restaurantlar, nehir, oyun parkları.
Burada bir çok filmin simülasyonu
da yapılıyor. Örneğin örümcek adam.
Sinema gibi bir yere giriyorsunuz. Sonra
bir arabaya biniyor ve gözlüğünüzü
takıyorsunuz. İşte herşey ondan sonra
başlıyor. Örümcek adamın buz adam
ve profesör ahtapotla savaştığı oyunun
içindesiniz. Profesör ahtapot sizin içinde
olduğunuz arabayı gökdelenin üzerinde
aşağı fırlatıyor ve siz serbest düşme
yapıyorsunuz. İnanılmaz ürkütücü. O
sırada örümcek adam sizi havada yakalıyor.
Tam sizi yere indirecekken buz
adam çıkıyor sahneye. Örümcek adam
buz adama sağlam bir yumruk sallıyor,
buz adam parçalara ayrılıyor ve siz o
buz taneciklerini üzerinizde hissediyorsunuz.
Son derece adrenalin salgılatan
bir simülasyon. Zaman zaman insan
kendini kaybedik ciyaklayabiliyor. Fakat
içeride görüntü alamıyorsunuz. Fotoğraf
ve kamera yasak. Serbest olsa da
pek kimsenin çekebileceğini sanmıyorum.
Kalp atışlarımızın düzene girmesi için
biraz etrafta turluyoruz. Askerlerin dansını
izliyoruz.
Normale döndükten sonra Back to the
Future filminin setine giriyoruz.
Burada da yine bir arabaya binip gözlük
takıyorsunuz ve olay ondan sonra başlıyor.
Fakat Örümcek adamdan sonra
arabaya binerken korkar oldum. Hafif
stres içersindeyken başladı simülasyon.
Son hızla uzayda yolculuk yapıp
yıldızlar arasında süzüldük. Fakat ben
orada kendimi tutamayıp ciyaklamaya
başladım. Uzayda roketleyince hafif
tırsıyor insan. Sonra doktor Emmett ve
Marty ile karşılaşıp seyehata devam ettik
fakat ben de film koptuğu için gerisini
pek hatırlamıyorum. Sonunda bir daha
arabaya binmeyeceğim diye söylene
söylene çıktım dışarı.
Tekrardan sakinleşmek için turladık.
Pembe Panter’ in mekanında takılıp
kahvemizi içtik.
Orada dolanırken bir arkadaşım aklıma
geldi. Pembe Panter isteyen oğluna
oyuncak almaya giden arkadaşım
oyuncakçıya gidip, Pembe Panter’ı
alıyor ve kasiyer’ e gidip “bunun erkek
için olanından yok mu ?” diye soruyor.
Konuyu anlayamayan kasiyer hayretler
içerisinde bakarken, arkadaşım “bunun
mavisi yok mu” diye soruyor.
Sonra da sabit duran en güzel arabaları
gezdik. Sonra sıra geldi Jaws parkına.
Neyse ki bunda kapalı bir şeye binmimarketing
europe & anatolia / 43
Gezi
yorsunuz. Bu sefer bir tekneye bindik
ve gölde dolaşmaya başladık. Aheste
aheste gölde dolanırken dibimizden
dev bir köpek balığı teknenin yanından
yukarı fırladı. Tekne o kadar çok sallandı
ki deniz delisi olan ben acayip korktum.
Offfff yaaaa, nedir benim çektiğim
diye söylenmeye başlamıştım ki kapalı
bir mekana daldı tekne. Arkamızdan
da Jaws. Eğlenmeye mi geldik eziyete
mi diye sorgularken tekrar dışarı çıktık.
Ohhh be diyordum ki, Jaws bizi mideye
indirmek üzereyken biri dişlerinin arasına
elektrik kabolarını sokuşurdu. O sırada
etraf yanık ve duman koktu. Gerçekten
Jaws’ ın saldırı anını yaşadım.
Oradan zor attım kendimi ve bir daha
etkinlik parkına girmemeye karar verdim.
Sakinleşip kendime gelmek için nehir
kenarında yürüyüş yaptım.
Hatta dolanırken Kızılderili’ ye bile denk
geldim. Mim Kemal Öke’ nin Kaderle
Dans kitabını okuduktan sonra onları
daha çok sever oldum.
Sokaklarda dolanırken Terminatör filminin
hatıra eşyalarının satıldığı bir mağazaya
denk geldik. Oradan metal bir
plaka alıyorsunuz sonra onu bir kutuya
atıyorsunuz. Makina onu işliyor ve üzerinde
bir logo ile size geri veriyor. Onları
aldıktan sonra kardeşim baktı ki orada
Tekne o kadar çok
sallandı ki deniz delisi
olan ben acayip korktum.
Offfff yaaaa,
nedir benim çektiğim diye
söylenmeye başlamıştım ki
kapalı bir
mekana daldı tekne.
da etkinlik var, girelim dedi. Ben “hayııııııııırrrrrr”,
diyerek etrafta tutunacak
yer aradım. Ama kardeşim “sen istedin
buraya gelmeyi” diyerek beni zorla içeri
soktu. Şu an bu satırları yazarken bile
o stresi yaşıyorum. Ve biz yine bir arabaya
oturduk. Allahım bitmedi bu araba
çilem. Orada da Kyle ile Terminatör arasında
geçen çatışmada zor kurtardık
paçayı. Bir savaş alanının içerisinde o
heyecanı yaşattılar sağolsunlar.
Zor bela kendimi dışarı attıktan sonra
Route 49 filminin setine gittik. Çok
şükür ki burada araba yok. Normal bir
platforma binip yürüyerek bir fabrika
sahasına giriyorsunuz. Sonra olanlar
oluyor. Yangın, patlamalar, duman....
O sırada yangından etkilenen platform
aşağı düşüyor, üzerinde siz varken.
Neyse ki dibi bulmadan havada asılı
kalıyor. İhfaiye geliyor, ortalık karışıyor
sonra da çok şükür diyerek oradan çıkıyorsunuz.
Tabii bunları yaşarken ömrünüzden
ömür gidiyor.
Ben bu günlü bu kadar yeter diyerekten
otele dönmek istiyorum.
Otele gidip duş alıp temizlendikten sonra
dışarı çıkıp yemek yedik.
Ama ne yediğimizden çok emin deği-
44 / marketing europe & anatolia
Gezi
lim. Çünkü restaurantdakilerin hiç biri
İngilizce bilmiyor ve menüler kanji karakterleriyle
yazılmış. Yemeklerin tadı
tatlı, ekşi, tuzlu. Alışık olduğumuz damak
tadına ters ama çok lezzetli. Fakat
restaurantların çoğunda tatlı yok.Osaka
yemekleriyle de ün yapmış bir şehir.
Yemekten sonra da nehir kenarında dolaşıp
yaşadığım stresi atmaya çalıştım.
Şehir içinde çok fazla köprü var. Yodo
Nehri bir çok kola ayrılmış denize dökülmeden.
Bu nehirler sayesinde de
şehir çok güzel bir görüntüye sahip.
Noel yaklaştığı için heryerde ışıklı süslemeler
var.
Caddelerde dolanırken Mercedes bayiinde
çok eski bir model gördük. Kaç yılına
ait olduğu bilmiyorum. Fakat sanıyorum
oldukça eski bir tasarım. Aracın
ön kısmında hemen hemen hiç bir şey
yok. Motor ön kısımda konumlanmış.
İlginç bir model.
Yemekten sonra tatlı yiyememenin verdiği
üzüntüyle sokaklarda dolaşırken
açık bir market bulup, “oleeeyyyy” diyerek
daldım içeri. Hemen rafları karıştırıp
tatlı bir şeyler aramaya başladım.
Fakat yine kanji karakterleri yüzünden
aradığımı bulamadım. Neyse ki dolaplardan
birinde dondurma buldum da
Peyniri çok seven biri
olarak bu ülkede süt ürünü
tüketilmiyor olmasını kınadım.
Sanırım süt ürünü
tüketmedikleri için hepsinin bi
lokmacık boyu var.
Bir de bacakları 8 şeklinde.
dünyam aydınlandı.
Haagen Dazs buraya da el atmış. Dondurmalarını
bulmak mümkün. Fakat
buradakilerin şeker oranı çok düşük,
tatlısı insanı kesmiyor.
Yine şeker ihtiyacımı karşılayamadan
otele dönüp uyumak zorunda kaldım.
Ertesi gün yine Universal S.’ Ye gideceğiz.
Sabah kalkıp otelde kahvaltımızı ettik.
Tabii ki de kahvaltı da hayal kırıklığı.
Neyse ki domates, salatalık ve omlet
var. Peyniri çok seven biri olarak bu ülkede
süt ürünü tüketilmiyor olmasını kınadım.
Kahvaltı büfesinde beyaz peynir
görünümlü kare kare kesilmiş kütleleri
görünce çok sevinmiştim. “amanın
peynir var burada” diyerekten. Alıp da
tadına bakınca peynir değil, pirinç lapası
olduğu farkedince şok yaşadım.
Suratımdaki ifade korkunçtu. Sanırım
süt ürünü tüketmedikleri için hepsinin
bi lokmacık boyu var. Bir de bacakları
8 şeklinde. Bir başka gözlem daha, kadınlar
burada çok yüksek topuklu ayakkabılar
giyiyorlar fakat, 2 -3 numara büyük
ayakkabıları. Yürürken lap lap ses
çıkarıyor ayaklarından. Neden böyle
giyindiklerini hala merak etmekteyim.
Tatminsiz kahvaltıdan sonra yine Uni-
marketing europe & anatolia / 45
Gezi
versal S.’ ye doğru yola çıktık.
Yine kalabalık olan gişelerden geçip
parka attık kendimizi.
Park içerisinde en görkemli etkinlik
alanlarından biri de Jurassic Park.
Bunda raylar üzerinde giden bir araç
var. Yaklaşık 20 kişi biniyor. Fakat binenler
oradan yağmurluk satın alıp öyle
biniyor. Biz ne alaka olduğunu çözemeyip,
almadık yağmurluk. Bir de heyecanlı
olur diye gidip en öne oturduk
araçta. Jurassic Park bence buradaki
en eğlenceli etkinliklerden biri. Önce
parkın içinde gezip etrafında dolaşan
otobur dinazorları görüyorsunuz. Sonra
park alanına doğru ilerliyorsunuz, bir de
bakıyorsunuz ki etobur olanlar kilitli oldukları
yerden kaçmış, size saldırmaya
çalışıyorlar. Çok heyecanlı. Sonra karanlık
tünellerden geçiyorsunuz. Gerçekten
çok ürkütücü. Epey bir zaman
heyecanla dolandıktan sonra, raylarda
giderken karşıdan kocaman bir dinazor
çıkıyor. Sonra üzerinize saldırıyor. Tam
ağzını açıyor, araç içine giriyor ve sonrasında
da araç serbest düşmeyle mideye
iniyor. Fakat o karanlığın sonunda
mide değil su var. Araç suyun içine girip
de sırılsıklam olunca neden yağmurluk
giydiklerini anladık.
Jurassic Park
etkinlik alanında
mangalda pişmiş kocaman
butlar satılıyor.
Hem çok kocaman
hem de çok lezzetli.
Hava soğuk olduğu için üşümeye başladım.
Acilen üzerimdeki lerin kuruması
gerekiyordu. O yüzden en yakındaki
tuvaletleri bulup el kurutma makinalarına
kolumu bacağımı, kafamı sokup bir
nebze de olsa kuruttum.
Jurassic Park etkinlik alanında mangalda
pişmiş kocaman butlar satılıyor.
Hem çok kocaman hem de çok lezzetli.
Sapını peçeteye sarıp tutuşturuveriyorlar
elinize. Hangi hayvan olduğunu bilemiyorum
ama son derece lezzetliydi.
O kadar ıslandıktan sonra bari bir de
Su Dünyası filminin etkinlik alanına gidelim.
Burada herhangi bir atraksiyon
yok. Amfi gibi bir yerde oturup izliyorsunuz
sadece.
Adamlar oraya film seti gibi yer kurmuşlar
orada filmin bir kısmını yeniden canlandırıyorlar.
Ama şov Japonca olduğu
için hiç bir şey anlamıyoruz. Adamlar
birbirleriyle çatışıyorla. Jet skilerden yapılma
araçları var, onlarla suyun içinde
birbirlerini kovalıyorlar, silahlar patlıyor,
bombalar atılıyor ve siz bu karmaşanın
içinde yer alıyorsunuz. İnsan çok derece
tırsıyor. Ne oluyoruz yaaa, demeketen
alamıyorsunuz kendinizi. Eğlence
46 / marketing europe & anatolia
Gezi
yerinden çok stres yeri burası. Tabii bu
adamlar suda cirit atarken sizi de ıslatıyorlar
hafiften.
Eğlence parkının son günü çok sulu
geçti.
Atraksiyonlu parklar bitince dolaşmadığımız
yerleri gezip şovları izlmeye başladık.
Park içerisinde çeşitli oyun alanları
da mevcut. İsteseniz oralarada da
vakit geçirebiliyorsunuz.
Mekan içerisinde kocaman bir gölün
içerisinde de hava karardıktan sonra
Peter Pan şovu var. Biz de göl kenarındaki
yerimizi alıp izlemeye karar verdik.
Çok güzel, ışıl ışıl bir alan kurmuşlar
göl içine. Kocaman bir de yelkenli var.
Tabii yine bir şey anlamadan şovu izledik.
Havalarda uçan Wendy, Peter Pan
gerçekten çok güzeldi. Ama burada bir
süre sonra ortalık karıştı ve iş macera
ve aksiyona dönüştü. Yine patlamalar
çatlamalar ve dumanlar.
Ve nihayet bugün de bitti. Akşamları
park ışıkların da etkisiyle bir masal diyarına
dönüyor.
Parkı dolaşmayı bitirip otelimize geri
döndük.
Ertesi gün şehri dolaşıp alış veriş yaptık.
Eskiden bazı yerlerde 1 milyoncular
vardı. Çin’ den gelen her türlü eşya sa-
Ve nihayet
bugün de bitti.
Akşamları park
ışıkların da
etkisiyle bir masal
diyarına dönüyor.
tılırdı, 1 milyona. Osaka’ da da 100 yenciler
var. Her şey 100 yen. 100 yen, 1
dolara denk geliyor. Burada araba tentesinde
tutun da Japon yapıştırıcısına
kadar her şey var. Ülke enteresan olunca
satılan şeyler de enteresan oluyor.
Alış veriş faslını bitirip şehrin sokaklarını
dolaşalım dedik. Burada dikkat çeken
bir başka şey de metro duraklarında
çok fazla kafe ve barın olması.
Japon halkı, hisli, gururlu, her şeyi içine
atan hassas toplum. Kimse kimseyle
bir şey paylaşmıyor. Kimse sorunları
konuşmuyor. Sonradan bakmışlar ki alkol
alınca içlerini döküyorlar. Demişler
ki bari toplu taşımaların olduğu yerler
kafe barlar yapalım. İnsanlar iş çıkışı
orada sosyalleşsinler. Bu zihniyetle
bir çok yere kafe bar açılmasını desteklemişler.
Şimdi insanlar iş çıkışında
oralarda takılıp kanka oluyorlar. İçip,
dertleşip sosyalleşiyorlar. Bizim burada
olsa nasıl olurdu diye sorup eğlenebiliyor
insan.
Biz de bu mekanlardan birinde sosyalleşip
otelimize geri döndük.
Ertesi gün biraz daha şehir gezisinden
sonra evimize geri döndük.
marketing europe & anatolia / 47
Sinema
Ali Erdem Ekşioğlu
The Dark Knight Rises...
(
reklam
arası
sinema)
Batman filmlerinin ünlü yönetmeni Christopher Nolan’ın
yazdığı ve yönettiği film 27 Temmuz Cuma günü Türk
seyircisiyle buluştu. Christopher Nolan’ın yanında yine
Batman filmlerinde yazarlık yapan Jonathan Nolan
ve David S. Goyer görev aldı. Warner Bros. Pictures,
DC Entartainment, Legendary Pictures ve Syncopy
şirketlerinin prodüksiyonunu yaptığı film 250 milyon
dolara mal oldu. Film teknik ekibi dışında kamera
önünde güçlü oyuncu kadrosuyla da ilgi çekiyor.
Oscarlı oyuncu Christian Bale (Bruce Wayne-Batman),
“Leon” (Stansfield) ve “The Fifth Element” (Jean-
Baptiste Emanuel Zong) filmlerinin yıldızı Gary Oldman
(Commissioner Gordon), ünlü Oyuncu Anne Hathaway
(Selina-Catwomen), tecrübeli oyuncu Morgan Freeman
(Fox), iki oscarlı başarılı oyuncu Michael Caine ve Tom
Hardy (Bane) filmin yıldızları arasında yer aldı. Film
Amerika, İngiltere ve Hindistan’ın farklı yerlerin çekildi.
Film klasik bir Batman hikayesine sadık kalarak işlenip
bazı temel duygu ve içgüdüler üzerine kurulmuş. Film
kendini kapatan bir insanın ne kadar yüksekte olursa
olsun düşüşe geçebileceğini ve kendini ispatlamadıkça
ona inanan insanların bile ona yardım edemeyeceğini
gösteriyor. Christopher Nolan’ın çektiği son Batman
filmi olduğu için serideki bütün açıklıklar ve merak
uyandıran sorular da cevaplanıyor. Filmi diğer Batman
filmlerinden ayıran başka bir etken ise kötü adamın
Batman’i teke tek dövüşte de alt edebilecek olması.
Şu ana kadar işlenen çoğu Batman filmindeki ölümcül
düşmanlar Batman’i ya kurnazlıklarıyla ya ordularıyla
ya da büyük silahlarıyla yenmeye çalıştı ama teke tek
dövüşte ona karşı durabilecek kimse yoktu, Bane hem
zekası hem de gücüyle Batman’e daha denk bir düşman.
Film ayrıca insanların umutsuzken bir umut damlası için
yapabileceklerinin sınırı olmadığını da gösteriyor. Bu
umut damlasına ulaşınca ise daha zafere çok yol olsa
da sanki çoktan kazanmış gibi sevindiklerini ve bunun
bazılarını daha zayıf bazılarını ise daha güçlü kıldığını
gösteriyor.
Batman, The Dark Knight karakter olarak çok gösteriş
meraklısı ya da övgüye ihtiyaç duyan bir kahraman değil.
Daha çok insanların onun varlığından güven duymasını
onu örnek almalarını ondan ilham almalarını isteyen bir
karakter. Bruce Wayne ise insanlara ve dünyaya yardım
etmeye kendini adamış ve bunu yaparken de biraz
gösteriş yapmanın bir zararı olmadığını düşünen bir
karaktere sahip. Yani Batman ve Bruce Wayne ne kadar
aynı kişi olsalar da farklı olan şey sadece kıyafetleri değil.
Batman kostümü, Bruce Wayne in giydiği bir kıyafetten
daha çok kendi başına başka bir karakter.
Film IMAX seçeneği ile sinemalara girdi. 2 saat 44 dakika
süren aksiyon-gerilim filmini kaçırmamanızı tavsiye
ederim.
48 / marketing europe & anatolia
Kültür - Sanat
Marilyn Monroe sergisi...
İtalya’nın köklü moda evi Salvatore Ferragamo, sanatın ve
modanın kalbi olan Floransa’da bulunan kendi müzesinde,
popüler kültür ikonu Marilyn Monroe’yu “Marilyn” adlı sergisiyle
ölümsüzleştiriyor.
Moda dünyasında sadece koleksiyonlarıyla değil sanata
olan bağlılığıyla da dikkat çeken Salvatore Ferragamo,
efsanevi yıldız Marilyn Monroe’ya ithafen gerçekleştirdiği
“Marilyn” adlı sergisiyle son günlerde adından sıkça söz
ettiriyor.
28 Ocak 2013 tarihine kadar Floransa Salvatore Ferragamo
Müzesi’nde sanat severler ve Marilyn Monroe tutkunlarıyla
buluşacak olan sergi, 7 ay süreyle ziyaretçilerine
nostalji yaşatacak.
Eşsiz serginin küratörlüğünü Steffano Ricci ve Sergio Risaliti
gerçekleştirerek müzenin mistik atmosferini ortaya
çıkardı.
Marilyn Monroe’nun tutkunu olduğu markanın, özel hayatı
ve filmlerinde giydiği 30 kült modeli tasarlanan cam fanuslarda
sergiledi.
Medya Okulu 2012...
Medya Derneği’nin düzenlediği
“Medya Okulu
2012” eğitim programının
notları kitaplaştırıldı. Gazete,
televizyon, radyo,
dergi, haber ajansı, internet
gibi medyanın farklı alanlarında görev almış 27 ismin
mesleki deneyimlerini paylaştığı eğitim programının
notlarından oluşan kitap, medya sektörünü daha yakından
tanımak isteyenler için önemli bir başvuru kaynağı
niteliğinde. Gazeteciliğe Giriş, Haber Yazma Teknikleri,
Söyleşi / Röportaj Teknikleri, Son Dakika ve İnternet Haberciliği,
Tematik Radyoculuk, Genel Yayın Yönetmenliği,
Televizyon Programcılığı, Felaket Zamanlarında
Gazetecilik, Ankara Gazeteciliği, Dış Haberler, Ekonomi
Haberciliği, Yazı İşleri, Adliye Muhabirliği, Spor Muhabirliği,
Magazin Muhabirliği, Araştırmacı-Soruşturmacı Gazetecilik,
Gazeteciler için Sosyal Medya Araçları, Yurttaş
Gazeteciliği, Gazeteciler için Mobil Teknolojiler, Görüntü
ve Kamera Teknikleri, Sayfa Tasarımı, Dergicilik, Fotoğraf.
Medya Okulu 2012 kitabının elektronik versiyonu
www.medyadernegi.org adresinden ücretsiz indirebilirsiniz
Yenikapı fotoğrafları...
Yenikapı’da başlayan Marmaray
ve Metro projeleri inşaat
alanında ortaya çıkan
Theodosius Limanı kalıntıları
son yılların en dikkat çekici
arkeolojik buluntuları olarak
kabul ediliyor. İstanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları
Projesi ekibi tarafından yürütülen kazıda, Theodosius
Limanı buluntularının ortaya çıkarıldığı ilk anlarda, kazı
alanında çalışan arkeologlar tarafından çekilen fotoğrafların
yer aldığı ‘Yenikapı’nın Eski Gemileri’ sergisi
Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenmeye devam ediyor.
Günümüzden yaklaşık 1000-1500 yıl öncesine ait kalıntıların,
gün yüzüne çıkarıldığı ilk anlarda çekilen, fotoğraflarından
oluşan sergide; İstanbul Üniversitesi ve
İstanbul Arkeoloji Müzeleri arşivinden seçilen toplam 31
adet fotoğraf, 12 batığın bire bir ölçekli foto-mozaik çıktısı
ve biri 3 boyutlu olmak üzere toplam 4 adet liman ve
batık illüstrasyonu yer alıyor. Ayrıca sergide, kazı bölgesindeki
araştırmanın uzmanlar tarafından aktarıldığı, bir
video belgesel yayınlanıyor.
50 / marketing europe & anatolia
Kültür - Sanat
Doğaya Özen Göster...
Dünya Çevre Günü
kapsamında yürütülen
“Kendinize Gösterdiğiniz
Özeni Doğaya da
Gösterin” kampanyası
kapsamında “#doğayaozengoster”
hashtag’iyle
Twitter’da “trending topic”
olan projenin daha
önce hiçbir yerde sergilenmeyen
fotoğraflardan
oluşan sergisi 28
Temmuz – 06 Ağustos tarihleri arasında İstanbul Optimum
Outlet’te ziyaretçilerle buluşuyor. “Doğaya Özen
Göster” isimli sergide, bu sosyal sorumluluk projesine
Mehmet Turgut’un objektifinin karşısına geçerek destek
veren 10 ismin fotoğrafları yer alıyor. Bu isimler; Deniz
Akkaya, Levent Yüksel, Nefise Karatay, Elif Dağdeviren,
Oben Budak, Bedük, Gülşen, Nazlı Tolga, Muazzez İlmiye
Çığ ve bu proje için bizzat kamera karşısına geçen
Mehmet Turgut.
Romantik Asiler...
Kendilerini ‘Romantik Asiler’
olarak tanımlayan, müzisyen/
DJ kimliğiyle tanınan Arkın
(Mercan Dede) ve ressam
Carlito Dalceggio’nun 1 Eylül
- 5 Ekim tarihleri arasında yeniden
sanatseverlerle buluşacak.
Sanatçılar, Borusan Müzik
Evi’nde herkesi içsel bir devrime ve aydınlanmaya
davet etti. Daha önce defalarca müzik ve resmi bütünsel
bir performansa dönüştüren projelerde yan yana çalışan
ikili, “Revolution Revelation” adlı sergide ilk kez iki görsel
sanatçı olarak bir araya geldi. Arkın ve Carlito, sergiye
aklı değil gönlü karıştırdıklarını söylüyor. “Revolution
Revelation” sergisinde “revolution” temasını Carlito Dalceggio,
“revelation” temasını ise Arkın (Mercan Dede)
temsil ediyor. “Revolution” yani “devrim” yeni bir bilinç
düzeyine ulaşmak için egodan kurtulmaya, kabuklardan
ve maskelerden sıyrılmaya bir davet niteliği taşıyor. “Revelation”
yani “perdelerin kalkması” ise bunu izleyen ve
tamamlayıcısı olan içsel dönüşümü tarif ediyor.
Kalemin Dilinden...
Harfleri, okuma aracı olmaktan öteye taşıyarak birer güzellik
anıtı haline getiren, hat sanatının çarpıcı yönlerini,
güzelliklerini ve anlamını gözler önüne seren ‘Kalemin
Dilinden’ sergisi 2-10 Ağustos tarihlerinde
Binbirdirek Sarnıcı’nda
Avea’nın katkılarıyla sanatseverlerle
buluşacak
Avea’nın bir kültür hizmeti olarak
sunduğu “Kalemin Dilinden” Hat
Sergisi, 2-10 Ağustos tarihlerinde
Binbirdirek Sarnıcı’nda ücretsiz
olarak 09.00 - 19.00 saatleri arasında
ziyaret edilebilecek.
Hattat Mahmut Şahin’in eserlerinden
oluşan “Kalemin Dilinden” Hat
Sergisi, kültürümüzün en büyük
değerlerinden biri olan hat sanatının,
hayatımızdaki, geleneğimizdeki,
iç dünyamızdaki yerini çarpıcı
örneklerle anlatıyor. Avea bu
sergiyle kültürel mirasımızı yaşatmayı ve gelecek nesillere
aktarmayı hedefliyor.
marketing europe & anatolia / 51
Nostalji
52 / marketing europe & anatolia