Kâfirleri Dost Edinmek
Mektebe -> Kitablarımız -> Kâfirleri Dost Edinmek (Şekilleri ve Hükmü) (Ömer Faruk)
Mektebe -> Kitablarımız -> Kâfirleri Dost Edinmek (Şekilleri ve Hükmü) (Ömer Faruk)
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
KÂFİRLERİ
DOST
EDİNMEK
KÂFİRLERİ
DOST
EDİNMEK
(Şekilleri ve Hükmü)
Ömer Faruk
- İÇİNDEKİLER -
“İman” ve “Kâfirleri Dost Edinmek” Yanyana Gelemezler 04
“Dostluk” ve Benzeri İfadelerle Türkçeleştirilen “Velâ” Kelimesi
ve Türdeşlerinin Kur’ân’da Kullanıldığı Hakiki Anlamları 07
Kâfirleri Dost Edinmenin Kısımları 10
1) Küçük Dostluk (Muvâlât) 10
2) Büyük Dostluk (Tevellî) 11
a) Kâfirleri Dinlerinden/İnançlarından Ötürü Sevmek 11
b) Müslümanların Aleyhine Kâfirlere Yardım Etmek 12
Sadece Dünyevî bir Amaçla da Olsa Müslümanların Aleyhine
Kâfirlere Yardım Etmenin Küfür Olduğuna Dair Deliller 12
Hâtıb b. Ebî Beltea Kıssası 27
c) Antlaşma Dostluğu 46
d) Kâfirlere İtaat Etmek, Onlara Uymak 45
En’âm Sûresi 121. Âyetin Kısa ve Öz Tefsiri 46
Tevbe Sûresi 31. Âyetin Kısa ve Öz Tefsiri 48
Kâfirlere İtaatin Küfür Olan Bazı Şekilleri 54
Bir Uyarı 62
ب
َّ
ب
Ömer Faruk
“İman” ve “Kâfirleri Dost Edinmek”
Yanyana Gelemezler
Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:
َكِ نَّ
َوْ لِيَ اءَ وَ ل
ُ ْ أ
تَّ خَ ذ ُ وه
ِّ وَ مَ ا نْ ز أُ ِل َيْ هِ مَ ا ا
ُمْ فَاسِ ُ ق ونَ
كَ ثِ ي ً ا مِ نْ
َ إِل
ِ ي وَ النَّ
ُوا ْ يُؤ مِ ن ُ َ ون ِ ِ لل
وَ لَوْ َ ن ك
“Eğer onlar Allah’a, Nebî’ye ve O’na indirilene iman etmiş
olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat
onlardan birçoğu fâsıktırlar/yoldan çıkmışlardır.” (Mâide,
81)
Ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, “iman” ile “kâfirleri
dost edinmek” asla yan yana gelemezler. Kim ki
Allah (azze ve celle)’ye ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
iman ettiğini iddia ediyorsa ve bu iddiasında da doğruysa,
onun bu iddiası, kendisini -anası da, babası da,
çocuğu da vs. olsa 1 - kâfirleri dost edinmekten alıkoyacaktır.
Başka bir ifadeyle imanı gerçekleştirmiş (imanı
dost edinmiş) biri, aynı zamanda iman ehlini de dost
edinen biridir. Yine şirkten beri olan (şirki dost edinmeyen)
biri, aynı zamanda şirk ehlini de dost edinmeyen
kimsedir. Keza müminleri bırakıp da kâfirleri dost
1. Bkz: Mücâdele 22, Tevbe 23-24.
04
Kâfirleri Dost Edinmek
edinen bir kimse, imanı gerçekleştirmemiş, yani şirki
dost edinmiş, ondan beri olmamış kimsedir. Nitekim
ulemâ, kişinin ancak kendisini kabul etmekle iman dairesine
gireceği “İslam”ı şöyle tarif etmişlerdir:
االستسالم لل ب لتوحيد، واالنقياد هل ب لطاعة، ب والاءة من ش الك
وأهل
“Allah (azze ve celle)’ye, (O’nu) tevhid ederek teslim olmak,
itaat ederek O’na boyun eğmek ve şirkten ve şirk
ehlinden (müşriklerden, kâfirlerden) beri olmaktır.”
Nasıl ki Allah (azze ve celle) şirk’ten razı değilse, aynı
şekilde şirk ehlinden de razı değildir. Dolayısıyla nasıl
ki şirk’ten beri olmakla mükellefsek, bunun çok doğal
bir sonucu olarak şirk ehlinden de beri olmak (onları
dost edinmemek) zorundayız.
Kur’ân’ın birçok yerinde, müminleri dost edinip
kâfirleri ise dost edinmememiz gerektiği vurgulanmış,
her kim de müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirse,
bu kimsenin dinden çıkacağı açık bir dille beyan edilmiştir.
Bu ayetlerden sadece bir kaçı:
05
ي
ي
َّ
ي
ف َّ
ي
شَ
ي
ي
ْ تُونَ
Ömer Faruk
َّ ُ وَ رَ سُ وهل نَ آمَ نُ وا ال نَ يُقِ يمُ ونَ الصَّ ال َ وَ يُؤ
نَّ َ إِا وَ لِيُّ ك
َّ ن حِ ْ ز بَ
َإِ
َّ َ وَ رَ سُ وهل نَ آمَ نُ وا ف
ُ ْ رَ اكِ عُ َ ون . وَ مَ نْ يَت
الز َ وَ ه
ُ ُ الْغَ الِبُ ونَ
الل
َ ة
َّذِ
َّذِ
َ ُ وَ ال
َّذِ
ُ ُ وَ ال
َ َّ وَل الل
ِ ه
ُ ُ الل
َّ َ كة
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûlü’dür ve iman
edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı
kılar, zekâtı verirler.” (Mâide, 55-56) (Mü’minleri dost
edinmek -velâ- ile ilgili bir ayet.)
يَتَّ خِ ذِ ال ْ مِ ن
ْك نَ أَوْ لِيَ اءَ مِ نْ ُ د ونِ ال
َيْسَ مِ نَ الل
فَل
ْ ُ ْ ؤ مِ نِ
ِ ِ ي ْ ءٍ
ْ ُ ؤ ُ َ ون ال َ فِ رِ
َ
ال
ي نَ وَ مَ نْ يَفْ عَ ل ْ ذَ لِكَ
“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler.
Her kim bunu yaparsa, onunla Allah arasında
hiçbir bağ kalmamıştır…” (Âl-i İmrân, 28) (Kâfirleri dost
edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.)
ي يُّ َ ا الَّذِ نَ آمَ نُ
بَ عْ ضٍ وَ مَ نْ يَتَ وَ ل
ْ
َ أَ
َوْ لِيَ اءَ بَ عْ
َ َّ تَت خِ ُ ذوا اليَ ُودَ وَ َّ الن صَ ارَ ى أ
وا ال
َ ْ دِ ي الْق وْ مَ َ
َّ َ ال يَ
ُمْ إِنَّ الل
َإِ ن ُ َّه مِ نْ
ُ ْ ف
َّ ُ مْ مِ ْ نك
ضُ ُ مْ أَوْ لِيَ اءُ
َّ الظالِ ِ ي نَ
“Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin.
Onların bazısı bazısının dostlarıdır. İçinizden kim
onları dost edinirse muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz
06
ي
َّ
Kâfirleri Dost Edinmek
Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Mâide, 51)
(Kâfirleri dost edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.)
يْ ُمْ
َّ رُحَ َاءُ بَ نَ
ُ ف الْك ارِ
َ
َّ اءُ نَ مَ عَ هُ ع َ ل
َشِ د
ٌ رَ سُ ُ ِ الل وَ الَّذِ أ
ُ َ مَّ د
م
“Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber
olanlar kendi aralarında merhametli, kâfirlere karşı ise şiddetlidir…”
(Feth, 29) (Mü’minleri dost edinmek -velâ- ve
kâfirleri de dost edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.) 2
ول
“Dostluk” ve Benzeri İfadelerle
Türkçeleştirilen “Velâ” Kelimesi ve
Türdeşlerinin Kur’ân’da Kullanıldığı
Hakiki Anlamları
Velâ, evliyâ, velîyy, tevellî vs. kelimeler Kur’ân’da/
şeriat’ta birtakım manalarda kullanılmıştır. Bu kelimelerin
manaları siyak-sibak’a (yani cümlenin akışına,
bağlam’a) göre belirlenir. Bu manalardan üç tanesi
şunlardır:
2. Bu ve daha birçok ayet ve hadisler ifade ediyor ki; İslam mizanında
dostluğun tek bağı İman/İslam’dır. Düşmanlığın da tek
bağı küfür’dür/şirk’tir. Dünya’nın öbür ucunda da olsa hakiki
kardeş, akide’de kardeş olandır. En yakın akraba dahi olsa hakiki
düşman, akide’de düşman olandır. Bu noktada akrabalık, ırk,
kabile vs. gibi bağların hiçbir değeri yoktur.
07
َّ
ِ
ي
نَ
ي
نَ
ي
Ömer Faruk
1) Yardım Velâ’sı النرصة) :(والء Manalar arasında
Kur’ân ve Sünnet’te en çok kullanıldığı manası budur.
Nitekim lugat imamları da velâ kelimesi ve türdeşlerini
ele alırken en önde bu manayı zikretmişlerdir. Bu mana
ile ilgili Kur’an da birçok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden
birkaçı:
َوْ لِيَ اءَ ْ رصُ ُ و نَ ُ مْ مِ نْ دُ ونِ الل
َ ُ مْ مِ نْ أ
وَ مَ ا َ ك َ ن ل
يَن
“O kâfirlerin Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek
hiçbir evliyâsı yoktur…” (Şûrâ, 46)
ُ ْ وَ ه ُ وَ خ َ ْ ُ النَّ اصِ ِ
َّ ُ مَ وْ ال َ ك
بَ لِ الل
“Bilakis mevlânız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.”
(Âl-i İmrân 150)
ْك َ فِ رِ
َ َ الْق وْ مِ ال
ْرصُ ْ نَ عَ ل
َ مَ وْ َ نَ فَان
ْت
أَن
“…Sen bizim mevlâmızsın. Kâfir kavme karşı bize
yardım et.” (Bakara, 286) 3
ال
:(والء املودَّ ة واحملبة) (2 Sevgi Velâ’sı
3. Ayrıca bkz: Hacc 78.
08
ي
ي
َّ
ِّ
ي
ْ
ْ
َّ
ف ُ
ي
ج
ي
يْ
Kâfirleri Dost Edinmek
ْق
ُل
َ مْ ت
ُ َ ون إِل ِ
يُّ َ ا الَّذِ نَ آمَ نُ
َ
وا ال
َّ تَت خِ ُ ذوا ع ُ وِّ ي وَ ع
ب
َوْ لِيَ اءَ
ُ ْ أ
َ د َ د ُ وَّ ك
ْ َ وَ َّ د ةِ
ِ ل
ي َ أَ
”Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız
olanlara sevgi göstererek onları evliyâ edinmeyin…”
(Mümtehine, 1)
:(والء الطاعة واملتابعة) Velâ’sı: 3) İtaat ve Tabi Olma
ُ َ إِل
ِل
اتَّبِ عُ وا مَ ا أنْ ز
َ
ُ ْ وَ ال
ُ ْ مِ نْ رَ بِّ ك
َيْ ك
تَتَّبِ عُ وا مِ نْ دُ ونِهِ أَوْ لِيَ اءَ
”Rabbinizden size indirilene tâbi olun. O’nun dışındaki
evliyâ’ya tâbi olmayın/itaat etmeyin...” (A’râf, 3)
َّبِ عْ غ ْ َ سَ بِ يلِ
وَ مَ نْ َ يُشاقِ قِ الرَّ سُ َ ول مِ نْ بَ عْ دِ مَ ا ت َّ نَ هل َ ى وَ يَت
ال ي نَ نُوَ ِهل مَ ا تَوَ ل وَ نُصْ نَّ َ وَ سَ اءَ تْ مَ صِ ي ً ا
ْ ُ د َ
َ ُ ال
َبَ
لِ ِ َ َ
ْ ُ ْ ؤ مِ نِ
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra kim Rasûl’e
karşı çıkar ve mü’minlerin, yolundan başkasına tâbi olursa,
onu, tâbi olduğu/itaat ettiği şeye ( (ماتول ّ dost kılar (bu
yol üzere bırakır) ve cehenneme atarız.” (Nisâ, 115)
وَ مِ نَ النَّ اسِ مَ نْ جَ ادِ ل ِ ي الل ِ عِ ٍل وَ يَتَّبِ عُ ك
َ
َّ ُ َّه يُضِ ل يَ ْ دِ يهِ إِل
َن
َأ
ُ َّه مَ نْ ت َوَ ال هُ ف
َن
عَ ل َيْ هِ أ
ِ بِ غَ
ُّ ُ وَ
ُ
ُ َّ ش َ يْ طَانٍ مَ رِ يدٍ . كُ تِ بَ
عَ َ ذابِ السَّ عِ ي ِ
09
Ömer Faruk
“İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah hakkında ilimsizce
mücadele ederler ve her bir inatçı şeytana tâbi olurlar.
Onun (şeytanın) hakkında şu yazılmıştır: Her kim ona
tâbi olursa/itaat ederse, (توالّه) muhakkak onu saptırır ve
alevli ateşin azabına sürükler.” (Hacc, 3-4) 4
Dolayısıyla birine yardım etmek veya onu sevmek
veyahut ona tâbi olmak, onu dost edinmek anlamına
gelir. Nitekim Türkçeye “dost” diye çevrilen “veliyy” ve
“mevlâ” kelimeleri, lugatta yardım eden, seven ve tâbi
olan anlamlarına da gelmektedir. 5
Kâfirleri Dost Edinmenin Kısımları
Bunu bildikten sonra; kâfirleri dost edinmek “Büyük
Dostluk” ve “Küçük Dostluk” olmak üzere iki kısma
ayrılır:
1) Küçük Dostluk (Muvâlât)
Bu kısım dostluk kişiyi dinden çıkartmayan dostluktur.
Bu risalede ele alacağımız konu sadece “büyük
dostluk” konusu olacağından bu kısım üzerinde durmayacağız.
4. Bu ve daha zikretmediğimiz başka manalar için bkz: el-Câmi’ fî
Talebi’l-İlmi’ş-Şerîf, Abdulkâdir b. Abdilazîz, sy. 679.
5. Örneğin bkz: el-Kâmûsu’l Muhît, Fîrûzâbâdî.
10
Kâfirleri Dost Edinmek
2) Büyük Dostluk (Tevellî)
Bu şekil dostluk ise kişiyi dinden çıkartan dostluktur.
Bu şekil dostluğun dört çeşidi vardır: 6
a) Kâfirleri dinlerinden/inançlarından ötürü
sevmek
Demokrat birini, bir şirk sistemi olan demokrasi
sebebiyle sevmek gibi. Bu kısmın dinden çıkartıcı olduğu
son derece açık olduğundan üzerinde durmaya
gerek yoktur.
6. Asıl itibariyle Allah (azze ve celle)’ye ortak koşan herbir kimse,
ortak koştuğu kimseyi dost edinmiş demektir (bkz: Lisânu’l
Arab, 15/411); eğer ibadeti kâfir bir kimseye yönlendirmişse o
kâfiri, peygambere veya salih bir zata yönlendirmiş ise, -bunlar
hâşâ kâfir olmadığına göre- kendisine Allah’a (azze ve celle)
ortak koşmayı fısıldayarak şirke düşmesine sebep olmuş olan
kâfir şeytanı dost edinmiştir. Nitekim Allah (azze ve celle) şöyle
buyurmuştur: “Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp
kendilerine bir takım evliyâ (dostlar) edinenler (yani başkasına
ibadet ederek şirk koşanlar): “Onlara, bizi sadece Allah’a
yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler.” (Zumer, 3) (Konuyla
ilgili başka bir ayet için bkz: Ra’d, 16) O halde şirk koşan herkes
kâfirleri dost edinmiş demektir. Ancak bu, genel anlamda böyle
olup özelde ise -dediğimiz gibi- ilim ehli tarafından kâfirleri
dost edinmenin 4 kısmı olduğu tesbit edilmiştir.
11
Ömer Faruk
b) Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım
etmek
Müslümanların aleyhine kâfirlere; bedenle, malla,
dille, kalple, kalemle, silah yardımı yaparak, asker göndererek,
üs açarak, askerlerini eğiterek, fikir vererek,
lojistik destek vererek, kısacası yardım çeşitlerinden
herhangi biriyle yardım etmek. Birilerinin dediği gibi;
yardım çeşitlerinden herhangi biriyle müslümanların
aleyhine yardım eden kişinin, küfrün İslam’a galip
gelmesini istememesi, bu eylemi küfür olmaktan çıkarmaz.
Yani küfrün İslam’a üstün gelmesini isteyerek
Müslümanlara karşı kâfirlere yardım eden kimse iki
küfür eyleminde bulunmuş, böyle bir isteği olmaksızın
herhangi bir dünyevi amaç güderek Müslümanlara
karşı kâfirlere yardım eden kimse ise bir küfür eyleminde
bulunmuştur.
Sadece Dünyevî bir Amaçla da Olsa
Müslümanların Aleyhine Kâfirlere Yardım
Etmenin Küfür Olduğuna Dair Deliller
Sadece dünyevi bir amaçla da olsa müslümanların
aleyhine kâfirlere yardım etmenin küfür olduğuna dair
deliller:
12
ب
ف
ي
ف
ن
ف
ب ِ
َت
ج
ي
ُت
Kâfirleri Dost Edinmek
- Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:
َك ِ ي ال ي نَ فِ ئَ ت ِ وَ الل َرْ ك
فَ َ ا ل
َّ ُ وَ مَ نْ ْ يُض لِلِ الل
مَ نْ أَض
َ ا كَ سَ بُ وا أ
َل
َ ُ يد َ ون أ ْ َن تَ ْ ُ دوا
َ سَ ُ مْ ِ
ً
َ ُ سَ بِ يال
َّ ُ ف َنْ ِ َ د هل
َّ ُ أ
ْ ُ َ نافِ قِ َ ْ ن
َ َّ ل الل
ْ ُ
“Allah onları işledikleri yüzünden baş aşağı yıkıvermişken
(saptırmışken) münafıklar hakkında ne diye iki gruba
ayrıldınız? Allah’ın saptırdığını doru yola getirmek mi istiyorsunuz?
Allah’ın saptırdığına asla bir yol bulamazsın.”
(Nisâ, 88)
عن ن ا عباس: خ خلت ي قوم كنوا ب كة، قد تملكوا ب الإ سالم، كنوا
يظاهرون امل
لقينا أحصاب ممد فليس علينا ن مم ب أ س، وأن ي ن املؤمن ملا ب أخوا
ي ن ك ، ف خ رجوا من مكة يطلبون حاجة هلم، فقالوا: إن
ش
ن أم قد خرجوا من مكة، قالت فئة من ي ن املؤمن : اركبوا إل الج بناء
فاقتلوه، ن فإم يظاهرون عليمك عدومك. وقالت فئة أخرى من ي ن املؤمن :
سبحان الل! أو امك قالوا: أتقتلون قوما قد تملكوا ب ثل ما ت تملك به؟ أمِ نْ
أجل ن أم مل ي اجروا ومل ت يكوا ي دره تستحل دماؤه وأمواهلم. فكنوا
كذلك ي ن فئت ، والرسول عنده ال ي واحدا من الفريق
َك ِ ي ال ي نَ فِ ئَ ت
فَ َ }ا ل
خ فأ خل الل:
ِ َ ْ ن }
ْ ُ َ نافِ قِ
ْ ُ
ي ء
ي ن عن ش
13
Ömer Faruk
İbn Abbas (radiyallahu anhuma) ayetin iniş sebebini
şöyle anlatmıştır: “Bu ayet, Müslüman olduklarını söyleyen
ve müşriklere yardımcı olan Mekke’deki kimseler
hakkında inmiştir. Onlar ihtiyaçlarını görmek üzere
Mekke’den çıkmışlardı. (Kendi aralarında): “Eğer
Muhammed’in ashabına rastlarsak onlardan bize bir
zarar gelmez.” diyorlardı. Onların Mekke’den çıktıklarını
müminler haber alınca içlerinden bir grup; “Haydi
binin, korkakların üzerine gidip onları öldürün. Zira
onlar size karşı düşmanlarınıza yardımcı oluyorlar”
demişti. İçlerinden bir grup da; “Subhânallâh! Sizin
söylediğiniz gibi söyleyen bir grubu mu öldüreceksiniz?
Memleketlerini terk etmemeleri sebebiyle kanları
ve malları helal mi kılınacak? 7 demiş ve iki gruba bölünmüşlerdi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de onların
yanında olup bu iki guruptan hiç birini söylediklerinden
men etmemişti. Bunun üzerine Allah (azze ve
celle) bu ayeti indirdi.” 8
7. İkinci grubun bu sözlerinden anlaşılıyor ki her iki grup da onların,
kâfirlerin dini sebebi ile kendilerine karşı kâfirlere yardım
ettiklerini bilmiyorlardı, buna dair bir malumatları yoktu. Şayet
olsaydı, zaten onların kâfir olduklarında şüphe etmezler, böylece
iki gruba ayrılıp da ikinci grup onlarla savaşmama sebebi
olarak bu sözlerini söylemezlerdi.
8. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) bu rivayeti aktarmış ve ayetin
nuzul sebebi hakkında gelen başka rivayetler arasında bu rivayeti
tercih etmiştir. İbn Kesîr (rahimehullah) bu rivayet hakkında
14
ي
نَ
ي
Kâfirleri Dost Edinmek
Yani Allah (azze ve celle) bu ayetinde; “size karşı olan
bir topluluk hakkında ne diye farklı görüşlere sahip
oluyorsunuz? Niçin onların sapmış kâfirler oldukları
hakkında kesin hüküm vermiyorsunuz?” demektedir.
- İbn Abbas (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir:
أن ن سا من ي ن املسمل كنوا مع ش امل ي ن ك ، ث يكون سواد ش امل ي ن ك عل
رسول الل صل الل عليه وسل ي ي أ ت السم ُ فَىم به، فيصيب أحده
فيقتل، أو ض يرصب عنقه فيقتل، خ فأ خل الل ]عز وجل[ { إِنَّ ال
ْف
َن
َّاه َ الِ ِ ي أ
تَوَ ف
َّذِ
ْ َ َ الئِك ُ ة ظ ُ سِ ِ مْ }
ُ ُ ال
“Müslümanlardan bir grup müşriklerle beraberdiler.
Böylelikle Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı
onların sayılarını çoğaltıyorlardı. Atılan bir ok onlardan
birine isabet ederek öldürüyordu. Ya da birinin
boynuna vuruluyordu ve ölüyordu. Bunun üzerine Allah
(azze ve celle) şu ayeti indirdi:
şöyle demiştir: Bunu İbn Ebî Hâtim rivayet etmiştir. Ebu Seleme
ibn Abdirrahman, İkrime, Mücahid, Dahhâk ve daha başkalarından
da buna yakın bir rivayet aktarılmıştır.
15
َّ
َ
َ
ي
ف
ج
ُوا ُ ك َّ نا
ُوا فِ ي َ كُ نتُ ْ قَال
َال
ِ الل وَ اسِ عَ ةً ف تُ َاجِ رُ وا فِ ي َا
ْ
َ
Ömer Faruk
َن ُ ْف سِ ِ مْ ق
َّاه ئِكَ ة َ الِ ِ ي أ
إِنَّ ال نَ تَوَ ف
ض
َل ُ نْ أ َرْ ُ
ُوا أ
َال
ْ أَرْ ضِ ق
مُ سْ تَ ض ي نَ ِ ي اال
َئِ َ ك مَ أ ْوَ اه نَّ ُ وَ سَ اءَ تْ مَ صِ ي ً ا
ُول
فَأ
ُ ظ
ْ تَك
َ َ ْ ُ
ْ َ ال
ُ ُ ال
َّذِ
ْ عَ فِ
“Nefislerine zulmeden kimselere melekler, canlarını
alırken: "Ne işte idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde
mustazaf kimselerdik/çaresizdik" diye cevap verdiler. (Melekler
de): "Allah’ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de
oraya hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir,
orası ne kötü bir gidiş yeridir!” (Nisâ, 97)” 9
Ulemâ, ayette bahsedilen kimselerin âsi Müslümanlar
mı, yoksa mürted olarak mı öldükleri konusunda
ihtilaf etmişlerdir. Kimi âlimler onların zorla
(ikrahen) savaşa çıkarıldıklarını ileri sürerek -ikrah,
kâfir olmaya engel bir özür olduğu için- bu kimselerin
Müslüman olduklarını söylemiş, kimi âlimler ise bunların
kâfir olarak can verdiklerine, zira her ne kadar da
savaşa ikrahen çıkarılmış olsalar da ikrahın meydana
gelmesine; güç yetirdikleri halde hicretten geri kalmaları’
sebep olduğu için haklarındaki hükmün böyle olduğuna
kani olmuşlardır. Ancak ulemâ, ikrahen savaşa
çıkarılmış olsalar bile savaş’ta onlara; öldürme, esir
9. Buhârî.
16
Kâfirleri Dost Edinmek
alma ve fidye talep etme noktasında, yani zâhirde/görünüşte
kâfir muamelesi yapılacağında, ikrah olmadığı
takdirde ise böylesi kimselerin hakikaten dinden çıkacakları
noktasında görüş birliği içerisindedirler. Nitekim
Bedir günü Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası
Abbas (radiyallahu anh) zorla Müslümanlara karşı müşriklerin
safında yer almış, esir düşmüş ve Nebî (sallallahu
aleyhi ve sellem) ondan fidye talep etmişti. Bunun üzerine
Abbas (radiyallahu anh): “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben Müslüman
idim.” demiş, buna karşılık Nebî (sallallahu aleyhi ve
sellem) de:
الل أعل ب إسالمك فإن يكن امك تقول فالل ي ج زيك بذلك فأما ظاهر
أمرك فكن علينا
“Allah İslam’ını en iyi bilendir. Eğer dediğin gibiyse Allah
bunun karşılığını sana verir. Ancak senin zâhirin bize
karşı olduğunu gösteriyor…” 10 diyerek ona kâfir muamelesinde
bulunmuştur.
- Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:
10. Hâkim; Müstedrek (Hâkim, bu rivayetin, Müslim’in şartı üzerine
sahih olduğunu belirtmiştir), Beyhakî.
17
ي
ن
ي
َ
ئ
َ
َ ابِ
ْ
تُ ْ
Ömer Faruk
ْكِ ت
نَ ُ فَقوا يَق َ ُون الِ إ ْ ِخ وَ ا نَ كَ َ ف رُ وا مِ نْ أ ْ َه لِ ال
ُوتِل
تُ ْ لَن ْ رُ جَ نَّ مَ عَ ك نُطِ يعُ فِ يك َحَ ً دا أ َبَ ً دا وَ إِن
َسشْ َ ُ د نَّ ُ إِ مْ َ لَك ذِ بُ ونَ
َّ ُ ي
ُ ْ وَ الل
َّك
لَن
ْ ق
ِ ِ مُ الَّذِ
ُ ْ أ
ُ ْ وَ ال
الَّذِ نَ ُ ول
ْ رِجْ َ خ
َ ْ ن رصُ َ ن
َ
أَل ْ تَ َ إِل
ِ نْ لَ أُخ
“Münafıkların kitap ehlinden kâfir kardeşlerine: “Eğer
siz yurdunuzdan çıkartılırsanız andolsun biz de sizinle çıkarız.
Sizin aleyhinizde kimseye asla itaat etmeyiz ve eğer
(müslümanlar tarafından) sizinle savaşılırsa muhakkak ki
size yardım ederiz.” dediklerini görmedin mi? Allah onların
yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Haşr, 11)
Bu ayette münafıkların, Ehl-i Kitabın kardeşleri,
yani kâfirler olarak sayılmalarının sebebi, bi’l fiil olmadığı
halde ve sözlerinde yalancı oldukları halde Müslümanların
karşısında Ehl-i Kitabın yanında olacaklarına
dair söz vermeleri’ olarak belirtilmiştir. Eğer bunların
durumu böyleyse, ya kâfirlere bu noktada söz verip de
bi’l fiil bu sözünde duranların hali ne olur acaba?!
- Yahudi ve Hristiyanların dost edinilmesini yasaklayan
ve bunun dinden çıkarttığını belirten ayet (Mâide,
51) ile bağlantılı bir sonraki ayetlerde (Mâide, 52-
53) şöyle buyrulmuştur:
18
َّ
ِ
َ
شَ
ٌ
ئ
ف
ي
ي
ف
ن
ب
ي
ت
ب
ي
ي
نَ
ي
ب
َ ْ ت َ ا
َ ل
َّذِ وا ِ لل
َ اسِ ِ
Kâfirleri Dost Edinmek
فَ َى ال
تَ
دَ ِ ا َةٌ ف َعَ سَ
ْف
ِ ي أَن
ج
ُ َ ون فِ ُ ول
َّذِ نَ
ْ ح أ
ِ
أْ ِ َ لْفت
ي
َ َ
َّ ُ أ ْ ِ
َّذِ َ ؤ
أَسَ ُّ وا ُ سِ ِ مْ ُ ُ ول ال
ْ ُ ُ مْ ف
َ َ عَ ك ْ أ َال
َ ْ َ د أْ َ َ ِ ِ ا مْ إِ
ُصِ يبَن
نَ خْ أَن
ُون
ُو مْ مَ رَ ض يُسَ ارِع ي ِ مْ يَق
ِ ي قُل ِ ِ
َيُ صْ بِ حُ وا ع مَ ا
َمْ مِ نْ عِ ْ ن دِ هِ ف
َن َوْ أ رٍ
الل
ْسَ مُ
َه َ ُال ءِ ال نَ أَق
نَ دِ مِ ي نَ . وَ يَق نَ آمَ نُ وا أ
َصْ بَ حُ وا خ
َأ
َع
َت
ُ ْ حَ بِ ط
نَّ ُ مْ ل
“Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin: “Bize bir
felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek, onların arasında
koşuştuklarını (kâfirleri dost edindiklerini) görürsün.
Umulur ki Allah bir zafer ihsan eder veya katından bir emir
(azap) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.
İman edenler: “Olanca güçleriyle sizinle beraber olduklarına
dair Allah’a yemin edenler bunlar mı?” derler. 11 Onların
amelleri boşa gitmiş ve böylece hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.”
Görüldüğü gibi ayette bahis mevzuu edilenlerin
amellerinin boşa gitmesinin, yani kâfir olmalarının sebebi
olarak, sadece dünyalık bir endişe yüzünden kâfirleri
dost edinmeleri’ vurgulanmıştır.
11. İman edenlerin bu sözü, bunların dost edindiği kâfirlere söylemiş
olmaları da ihtimaldir, onların bu hallerine hayret ederek
kendileri gibi iman etmiş kimselere; “bunlar mıydı kâfirlere
karşı sizinle bereber olduklarına dair yemin edenler” şeklinde
söylemiş olmaları da ihtimaldir. Müfessirler her iki ihtimalin de
kastedilmiş olabileceğini ifade etmişlerdir.
19
Ömer Faruk
İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Müfessirler,
bu ayetlerin (yani Mâide, 51-53. ayetlerin),
İslam’ı izhar eden ve kalplerinde hastalık bulunup da
Müslümanların mağlup edilmesinden korkup; “Muhammed
yalancıdır, Yahudiler ve Hristiyanlar ise doğrudur”
dedikleri için değil, kalplerindeki korku nedeniyle
Yahudi, Hristiyan ve başkalarını dost edinmiş bir
kavim hakkında indiğinde ittifak etmişlerdir.” 12
İbn Merduveyh (rahimehullah) İbn Abbas’ın (radiyallahu
anhuma) şöyle dediğini tahric etmiştir: “Abdullah b.
Übeyy b. Selül (münafıkların başı) Müslüman oldu,
sonra dedi ki: “Benimle Kurayza ve Nadîroğulları (iki
Yahudi kabilesi) arasında bir anlaşma var ve ben sıkıntılardan
korkuyorum.” Böylece mürted oldu. Ubâde b.
Sâmit (radiyallahu anh) dedi ki: “Kurayza ve Nadiroğulları
ile anlaşmalı olmaktan Allah’a sığınır ve Allah’ı ve
Rasûlü’nü dost edinirim.” Bunun üzerine ayetler indi.” 13
12. Mecmûu’l-Fetâvâ, 2/112.
13. ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 3/98, Fethu’l-Kadîr, Şevkânî.
Şevkânî (rahimehullah) bu rivayeti aktardıktan sonra şunları kaydetmiştir:
“İbn Merduveyh buna benzer bir rivayeti, Ubâde b.
Velîd b. Ubâde b. Samit’ten, o da babasından, o da dedesinden,
(yani bu) yoldan da tahrîc etmiştir.” Keza bu rivayeti, “Fethu’l-Beyân
fî Mekâsıdi’l, Kur’ân” adlı tefsirinde Muhammed
Sıddîk Hân (rahimehullah) da aktarmıştır.
20
ي
ب
ب
ي
ِ ي
ف
Kâfirleri Dost Edinmek
Açık bir şekilde anlaşılıyor ki bu ayetler, sadece
dünyevi kaygılarını mazeret olarak ileri sürerek kâfirleri
dost edinen münafıklardan bahsetmektedir. O
münafıklar ki, az evvel zikredilen Haşr sûresi 11. ayette
geçtiği üzere, yalan vaatlerde bulunarak kâfirlerin arasında
koşuşmuş/onları dost edinmişlerdi.
- İbn Abbas, Dahhâk, Süddî, İbn Zeyd, İbn Cerîr
et-Taberî, İbn Kesîr, İbnu’l-Cevzî ve Âlûsî gibi âlimlerin
benimsediği görüşe göre yine “münafıklar”dan
bahseden bir ayette şöyle buyrulmuştur:
إِنَّ ال نَ ارْ ُّ تَدوا ع أَد َ رِ هِ ْ مِ نْ بَ عْ دِ مَ ا تَبَ َّ نَ ل َ ى الش طَانُ
ُوا لِل نَ كَ رِ ُ هوا مَ ا نَ زَّل
َ نَّ ُ أَ مْ قَال
َ ُ مْ وَ أ َمْ ل ل
سَ وَّل
ْ أَمْ وَ الل
سَ نُ طِ يعُ ك ِ ي بَ عْ ضِ اال رِ
يْ َّ
ُ َّ
َ الل
ْ ُ د
َ ُ مُ ال
ْ ُ
َ ُ إِسْ َ ارَ ه
َّذِ
َّ ُ يَعْ ل
َ
َ ل
ْ
َ ُ مْ . َ ذ َ لِك
ْ ُ
َّذِ
َ ل
“Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra
arkalarına dönenlere (yani imandan ayrılıp küfre dönenlere)
şeytan (küfrü, dinden dönmeyi) süslü göstermiş ve
onlara uzun ömürler vadetmiştir. Bunun sebebi, onların,
Allah’ın indirdiğini beğenmeyenlere: “Bazı hususlarda size
itaat edeceğiz” demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini
biliyor.” (Muhammed, 25-26)
21
Ömer Faruk
İbn Abbas’ın (radiyallahu anhuma) dediğine göre bu
münafıkların, hakkında itaat sözü verdikleri hususlar
Haşr sûresi 11. ayette açıklanmıştır. 14 Nitekim Kurtubî
(rahimehullah), itaat ettikleri bazı hususları şöyle tefsir etmiştir:
“Yani Muhammed’e muhalefette, O’na düşmanlık
noktasında yardımlaşmada, O’nunla birlikte cihada
çıkmama konusunda ve gizlice O’nun işini zayıflatmada
(size itaat edeceğiz.)”
Eğer ki ayette söz edilenlerin dinden çıkmalarının
nedeni sadece, Müslümanların aleyhinde olma noktasında
ileride kâfirlere itaat sözü vermeye bağlanmışsa,
o halde Müslümanlara karşı kâfirlere yardım sözü verip
de bu sözlerini fiilî olarak gerçekleştirenlerin hali
ne olur?!
- Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmenin
başlı başına küfür bir eylem olduğunu gösteren bir başka
delil de icmâ’dır;
* Muhammed b. Abdilvehhab (rahimehullah) şöyle demiştir:
واعملوا أن أ اال ت دهل عل ي تكف املسل الصاحل: إذا ش أسك ب لل، أو صار
14. Bkz: el-Bahru’l Muhît, Ebu Hayyân.
22
ي
Kâfirleri Dost Edinmek
مع ش امل ي ن ك عل ن املوحد - ولو مل ش يك - ث أك من أن ت رص، من
الكم الل، والكم رسوهل، والكم أهل العل لكهم
“Bilin ki, salih bir müslümanın, Allah (azze ve celle)’ye
ortak koştuğu zaman veya ortak koşmasa bile muvahhidlerin
aleyhine müşriklerle beraber olduğu zaman
tekfir edilmesine ilişkin Allah (azze ve celle)’nin sözünden,
Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözünden ve ilim
ehlinin hepsinin sözünden deliller sınırlandırılmaktan
daha çoktur.” 15
Müslümanların aleyhine müşriklere dinleri sebebiyle
destek veren birinin Allah (azze ve celle)’ye ortak
koştuğu son derece aşikardır. Dolayısıyla Muhammed
b. Abdi’l-vehhab’ın, “ortak koşmasa bile” sözüyle kastettiği,
dünyalık bir menfaat güderek müşriklere yardımda
bulunan kimsedir.
Muhammed b. Abdi’l-vehhab (rahimehullah) bir başka
yerde şunları kaydetmiştir:
ومعلوم أن الك من ي ن الطائفت : أهل العراق، وأهل الشام معتقدة
ن أا عل الق أ واالخرى ظاملة، ونبغ من أحصاب ي عل من ش أسك بع ي ل
15. ed-Duraru’s-Seniyye, 10/8.
23
ف
ف
ي
ن
ب
Ömer Faruk
وأحج ع الصحابة عل كفره ت وردم وقتلهم، لكن ق حرم ي عل ، وا
ي ى قتلهم ب لسيف ت أى أهل الشام لو حلهم خ مالفة ي عل عل
ً
ت االجع ب م، واالعتذار ن عم ة واملقاتل مهعم لو امتنعوا ت أى أحدا
من الصحابة يشك ي كفر من التجأ ي إلم ؟ ولو ظ أر ب الاءة من
اعتقاده، ن وإا التجأ ي إلم ن وز ب مذهم أ الجل االقتصاص من قت ة ل
ث عن، فتفكر ي هذه القضية ن فإا ال ق تب ب شة إال عل من أراد الل
فتنته
عباس
“…Malumdur ki her iki grup da -yani Irak ehli (Ali
(radiyallahu anh) ve beraberindekiler) ve Şam ehli (Muâviye
(radiyallahu anh) ve beraberindekiler)- kendilerinin
hak üzere olduğuna, diğerlerinin ise zalim olduklarına
inanıyordu. Ali (radiyallahu anh)’ın beraberindekilerden
Ali (radiyallahu anh)’ı (Allah’a) ortak koşan kimseler
ortaya çıkmıştı. ve sahabeler onların küfründe, riddetinde
ve öldürülmelerinde icmâ etmişlerdi. Lakin Ali
(radiyallahu anh) onları yakmış (yakarak öldürmüş), İbn
Abbas (radiyallahu anhuma) ise onların kılıçla öldürülmeleri
görüşündeydi. Acaba Ali (radiyallahu anh)’a olan muhalefetleri
Şam ehlini, onlarla (yani Ali (radiyallahu anh)’ı
ortak koşan kimselerle) birleşmeye, onlar hakkında
özür ileri sürmeye ve şayet onların Ali (radiyallahu anh)’a
karşı savaşma güçleri olsaydı da onlarla birlikte (on-
24
Kâfirleri Dost Edinmek
ların safında) savaşmaya itseydi, itikadlarından beri
olduğunu izhar etse bile onlara katılan (saflarında yer
alan) kimsenin küfründe sahabeden bir kişinin şüphe
ettiğini görecek miydin? Halbuki (farzettiğimiz) böyle
biri, sadece Osman’ın (radiyallahu anh) katillerinden intikam
almak için onlara katılmış ve onların (Ali (radiyallahu
anh)’a karşı olan) bu tutumlarını süslü göstermiştir
(Fakat buna rağmen böyle biri yine de küfre girerdi.)
Bu meseleyi düşün. Bu meselede sadece Allah (azze ve
celle)’nin sapmasını istediği kimselerde şüphe kalır.” 16
- Şeyh Muhammed’in torunlarından Abdullatîf
b. Abdi’r-rahman b. Hasen (rahimehullah), kâfirlere düşmanlığın
ve onlardan beri olmanın gerekliliği hakkında
söz ettikten sonra şöyle söylemiştir:
16. Târîhu Necd, sy.338. Burada Muhammed b. Abdi’l-vehhab’ın
faraza olarak ortaya attığı meselede, Müslümanlara karşı savaşan
ve bu savaşın sancaktarlığını yapan kâfirlere yardım etmek
söz konusudur. Ancak sancaktarlığını kendilerinin yaptığı bir
savaşta Müslümanların, yine kendileri gibi Müslüman bir devlete
veya gruba karşı savaşlarında kâfirlerden yardım istemesi
ise küfür değildir, fakat sahih olan görüşe göre haramdır, hiçbir
surette caiz değildir. (Detayı için bkz: el-Kavlu’l-Muhtâr fî
Hukmi’l-İstiâneti bi’l-Kuffâr, Hamûd b. Uklâ eş-Şuaybî) Zira ilk
meselede Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmek söz konusuyken
ikinci meselede ise kendileri gibi Müslüman olanlara
karşı savaşan Müslümanların, kâfirlerden yardım istemesi söz
konusudur.
25
Ömer Faruk
فكيف ب ن ن أعام، أو جره عل بالد أهل االإ سالم، أو ن أث ي علم، أو
فضلهم ب لعدل عل أهل االإ سالم، واختار ي دره ت ومساكنم ت وواليم
وأحب ظ وره، فإن هذا ردة ي صة ب التفاق
“…O halde onlara yardım eden veya onları müslümanların
beldelerine çeken/sürükleyen, veya onları
öven, veya onları Müslümanlardan daha adaletli gören,
onların memleketlerini, onlarla oturup yaşamayı
ve onların dostluğunu tercih eden ve onların galip
konumda olmasını isteyen kimsenin durumu nasıldır!
Şüphesiz ki bu, ittifakla açık bir riddettir.” 17
Şeyh Abdullatîf ’in sözündeki “veya” kelimelerinden
anlaşılmaktadır ki, bu sayılanlardan her biri -ki
bunlardan biri de onlara yardım eden’dir- ayrı ayrı
icmâ ile küfür olan eylemleridir.
* Abdülaziz b. Bâz (rahimehullah) şunları söylemiştir:
وقد أحج ع عملاء االإ سالم عل أنَّ من ظاهر الكفار عل ي ن املسمل
وساعده ب أ ي نوع من املساعدة ف و كفر مثلهم
17. ed-Duraru’s-Seniyye, 8/326.
26
Kâfirleri Dost Edinmek
“İslam âlimleri, Müslümanların aleyhine kâfirlere
destek olan, onlara yardım çeşitlerinden herhangi biriyle
yardım eden kimsenin onlar gibi kâfir olduğunda
icmâ etmişlerdir.” 18
Hâtıb b. Ebî Beltea Kıssası
Hüküm bu kadar belli olmasına rağmen kimileri,
bu eylemin başlı başına küfür olmadığını, ancak
kâfirlerin dinleri sebebiyle yapıldığı takdirde küfür
olacağını iddia etmektedirler. Bu bâtıl iddialarına gerekçe
olarak ileri sürdükleri en güçlü delilleri, meşhur
Hâtıb b. Ebî Beltea (radiyallahu anh)’ın kıssasıdır. Şöyle
ki, Hâtıb (radiyallahu anh) bir kadın aracılığıyla Mekkeli
müşriklere mektup göndermiş, mektup daha müşriklere
ulaşmadan kadından alınmış ve Rasûlullah’a (sallallahu
aleyhi ve sellem) getirilmiştir. Hâtıb bu mektupta
müşriklere, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onlar
hakkındaki gizli planını (yani Mekke’ye doğru yürüyüp
onlara saldıracağını) haber vermişti. Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Hâtıb’a şöyle dedi: “Ey Hâtıb! Bu
18. Mecmûu’l-Fetâvâ ve’l-Makâlât, 1/274. İcmâyı nakleden daha
başka ilim ehli de vardır. ve daha bir çok âlim, bu eylemin küfür
olduğunu açıkça belirtmişlerdir. “Ebu Zerka’nın Velâ ve Berâ
Konuşmasına Reddiye” başlıklı ses kaydında, bu eylemin küfür
olduğuna dair âlimlerden bazısının sözlerini aktardık. Dileyen
oraya bakabilir.
27
Ömer Faruk
da nedir?” Hâtıb şöyle dedi: “Benim hakkımda acele
davranma! Ben Kureyş’e sonradan dahil olmuş, onların
bizzat kendilerinden olmayan biriyim. Seninle beraber
olan muhacirlerin Mekke’de ailelerini koruyacak akrabalıkları
vardır. Onların sahip oldukları soy bağı bende
olmadığı için yakınlarımı korusunlar diye onların
yanında bir elim (desteğim) olsun istedim. Ben bunu,
küfretmek, dinimden dönmek ve İslam’dan sonra küfre
rıza göstermek maksadıyla yapmadım.” Bunun üzerine
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “O size
doğru söyledi.” Ömer (radiyallahu anh) dedi ki. “Beni bırak
da şu münafığın boynunu vurayım.” Rasûlullah da
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki O
Bedre tanıklık etmiştir. Nereden biliyorsun, belki Allah
(azze ve celle) Bedir ehline bakıp: “İstediğinizi yapın, sizi
affettim” demiştir.” 19
Bu kıssayı öne sürerek diyorlar ki: “Hâtıb’ın (radiyallahu
anh) bu yaptığı, Müslümanların aleyhine kâfirlere
yardım etmek idi. Eğer bu eylem başlı başına küfür olsaydı,
Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) onu direk tekfir eder
ve kastını sormazdı. Yine Hâtıb’ın (radiyallahu anh); “Ben
bunu, küfretmek… yapmadım” sözü de, bu eylemin
19. Bu kıssa, Buhârî, Müslim ve daha başka kaynaklarda da geçmektedir.
28
Kâfirleri Dost Edinmek
ancak şirki sevmek/şirkin İslam’a üstün gelmesini istemek
şartıyla küfür olacağına delalet etmektedir.”
Hâtıb (radiyallahu anh)’nın kıssasından yapılan bu çıkarımın
bâtıl olduğunu maddeler halinde izah edelim:
1) Kâdı Ebu Ya’lâ 20 , Ebu Bekr el-Cessâs 21 ve İbnu’l-Cevzî
22 gibi kimi âlimler, Hâtıb’ın (radiyallahu anh)
fiilinin küfür olduğunu, lakin tekfirine mani bir özür
bulunduğu için -ki bu özrü, yaptığı te’vil sonucu bu
eyleminin küfür olmayıp caiz olduğunu zannetmesiydi-
tekfir edilmediğini söylemişlerdir. Hâtıb’ın (radiyallahu
anh) yaptığına küfür diyen kimileri de, Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in, vahiy yoluyla onun doğru
söylediğini bildiği için onu tekfir etmediğini, ancak
artık vahiy kesildiği için Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığını
yapanların direk tekfir edileceği görüşündedirler.
Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür olduğu görüşüne
göre bu kıssa, Müslümanlara zarar verecek bir haberi
kâfirlere ulaştırmanın -ki bu da yardım çeşitlerinden
biridir- küfür olduğuna delildir. O halde Hâtıb’ın (radiyallahu
anh) yaptığından daha açık bir yardımda bulu-
20. Bkz: Zâdu’l-Mesîr, İbnu’l-Cevzî, 6/17.
21. Bkz: Ahkâmu’l-Kur’ân, 9/50.
22. Bkz: Keşfu’l-Muşkil, 1/99.
29
Ömer Faruk
nanlar hayli hayli küfür bir fiil işlemiş olmaktadırlar.
Buna karşın İmam Şâfiî, İmam Tahâvî, İbn Teymiyye,
İbnu’l Kayyim ve Abdullatîf b. Abdirrahman b.
Hasen gibi ulemâ ise, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığının
küfür olmayıp masiyet olduğuna kani olmuşlardır ki,
Allahu A’lem doğru olan görüş de budur. 23 Ancak, sözlerin
muhkemini bırakıp da müteşabihine sarılan eğri/
hasta kalpli kimseler, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür
olmadığını savunan âlimlerin (özellikle de İmam
Şâfiî, İbn Teymiyye ve Abdullatîf b. Abdirrahman b.
Hasen’in) bu düşüncede olmalarından ve kıssaya dair
bazı açıklamalarından hareketle onların, Müslümanlara
karşı kâfirlere yardımın dinden çıkartan bir fiil
olabilmesi için kâfirlerin dini sebebiyle yapılmasını
şart koştuklarını, böyle olmayıp da sadece dünyevî bir
gayeyle yapılan yardıma ise küfür demediklerini iddia
etmişlerdir. Halbuki Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığının
küfür olmadığı düşüncesinde olmak, dünyevî bir
amaçla Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım fiili-
23. Ve Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî’nin (rahimehullah) söylediğine göre bu
görüşü savunan âlimler çoğunluğu oluşturmaktadır. (Bkz: el-
Mu’lim fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim, sy. 51. Bununla beraber
Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür olup da tekfirin engellerinden
biri olan te’vil engelinden ötürü Hâtıb’ın (radiyallahu anh)
tekfir edilmediği görüşü de güçlü bir görüştür.
30
Kâfirleri Dost Edinmek
nin küfür olmadığını söylemeyi gerekli kılmaz. 3. ve 4.
maddelerde bunun izahı yapılacaktır.
2) Bu kıssa, Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım
etmenin başlı başına küfür olduğunu gösteren delillerden
biridir. Bunun böyle olduğu, rivayette geçen
şu iki yerden anlaşılmaktadır:
a) Ömer (radiyallahu anh)’ın sözü: “Beni bırak da şu
münafığın boynunu vurayım.” 24
Başka rivayetlerde şöyle dediği geçer: “Ey Allah’ın
Rasûlü! Beni bırak da Hâtıb b. Ebî Beltaa’nın boynunu
vurayım. Muhakkak ki o kâfir olmuştur.” 25
“Ey Allah’ın Rasûlü! O’nun boynunu vurayım. Muhakkak
ki o kâfir olmuştur.” 26
(Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) Hâtıb’ın Bedre tanıklık
ettiğini söyledikten sonra): “Ancak o ahdini bozdu ve
sana karşı düşmanlarına destek oldu.” 27
24. Buhârî, no:4274; Müslim, no:6351.
25. el-Mu’cem’ul-Evsat, Taberânî, no:2268.
26. ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 6/302.
27. Musnedu Ebî Ya’lâ el-Mevsılî, no:393.
31
Ömer Faruk
Bir başka rivayette Ömer (radiyallahu anh)’ın O’nu Allah
(azze ve celle)’ye ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ihanet
etmekle suçladığı, 28 başka bir rivayette ise Allah’ın
düşmanı olarak nitelediği 29 geçmektedir.
Ömer (radiyallahu anh)’dan gelen bu rivayetlerden anlaşılıyor
ki O (radiyallahu anh), Müslümanlara karşı kâfirlere
yardımcı olmanın dinden çıkartan bir davranış
olduğuna itikad ediyordu. Zira Ömer (radiyallahu anh),
Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme türünden
böyle bir hadiseyle karşılaşınca tepkisini bu şekilde
ortaya koymuştu. Ancak Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem),
-bir sonraki maddede izahı yapılacağı üzere- Hatıb’ın
(radiyallahu anh) yaptığının, Müslümanların aleyhine kâfirlere
yardım etmek, olduğu açık olan bir şekilde fiil
olmadığını belirterek O’nun küfrüne hükmetmenin
yanlış olacağını ifade etmişti.
b) Hâtıb (radiyallahu anh)’ın sözü: “Ben bunu, küfretmek,
dinimden dönmek, ve İslam’dan sonra küfre rıza
göstermek maksadıyla yapmadım.” Demek ki Hâtıb (radiyallahu
anh), Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım
etmenin küfür olduğunu biliyordu, ancak -birazdan da
28. Bkz: Buhârî, No: 6939.
29. Bkz: ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 6/303.
32
Kâfirleri Dost Edinmek
değinileceği üzere- kendi yaptığının bu tür bir eylem
olmadığını ifade etmek için bunları söylemişti. Zira
şayet Hâtıb’a (radiyallahu anh) ve diğer sahabelere göre
Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme eylemi
dinden çıkartmayan bir günah olmuş olsaydı, Hâtıb’ın
(radiyallahu anh) bu sözleri sarfetmesinin bir anlamı olmazdı.
Örneğin, birinin zina ettiği ya da içki içtiği bilindiğinde,
bu günahı işleyen kişinin; “ben bunu, küfretmek…
için yapmadım” demesi hiç makul müdür?
Müslümanların zihinlerinde bulunmayan bir yanlışı
giderme ihtiyacı neden hissedilsin? Zira Müslümanlar,
zina etmenin veya içki içmenin insanı dinden çıkartmayacağını
zaten bilmektedirler.
3) Hâtıb’ın yaptığı, Müslümanların aleyhine kâfirlere
yardım etmek olduğu açık olan bir fill değildi:
Gayet açıktır ki, hangi şekilde olursa olsun, Müslümanlara
karşı kâfirlere yardım fiili, kesinlikle Müslümanlara
zarar vermeyi içeren bir fiildir. Yani bir kimse İslam
ehline karşı küfür ehline sadece bedeniyle veya malıyla
veya mektup göndererek veya görüş bildirerek vs. yardım
etmesiyle bu dine ve ehline zarar vermiş olur.
33
Ömer Faruk
Bunu bildikten sonra; Eğer ki Müslümanlara dönecek
olan bu zarar inkar edilemeyecek şekilde açıksa,
böyle bir zarara sebebiyet veren fiilin sahibi her ne kadar
da Müslümanlara zarar vermeyi kastetmediğini söylese
de, bu kimsenin dinden çıkartıcı bir eylem işlediğine
hükmedilir. Zira bu kimsenin, söylediği sözde yalancı
olduğu açıktır. Örneğin bir kimse, kâfirlere bir mektup
gönderse ve bu mektubunda Müslümanların kendilerine
saldıracağını, Müslüman ordunun kendilerine doğru
gelirken hangi yolu kullanacaklarını, nerelerde mola
vereceklerini, onların sayılarının ne kadar olduğunu ve
hangi vakit kendilerine hücum etmeyi planladıklarını
haber verse, bunun Müslümanlara dönecek olan zararı
son derece açık olduğundan ve dolayısıyla yaptığı “açık
bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım
etmek” olduğu için böyle bir eylem sahibinin; “benim
bunu yaparken ki kastım Müslümanlara zarar vermek
değildi, ben bunun Müslümanlara zarar vereceğini
düşünmüyordum” demesine itibar edilmeyip, yaptığının
küfür olduğuna hükmedilir. Zira böylesi bir eylem
açıkça, bu kimsenin kastının Müslümanlara zarar vermek
olduğunu göstermektedir.
Buna mukabil, mücahidlerden biri, içerisinde yakınlarının
bulunduğu bir bölgeye gizlice mücahidlerin
34
Kâfirleri Dost Edinmek
saldıracağını bilse ve karşılığında yakınlarını korumaları
için o bölgenin müşrik ahalisine; “bulunduğunuz
yerden ayrılın, yoksa müslümanlar, güç yetiremeyeceğiniz,
karşı koyamayacağınız bir orduyla sizi yok etmek
için size doğru geliyorlar!” diye bir mektup gönderse,
her ne kadar da bu kimsenin yaptığı aslında Müslümanlara
zarar getirecekse de -ki bu zarar, kâfirlerin
gafil avlanamaması ve Müslümanlara karşı hazırlıklı
olmalarıdır-, fakat gönderdiği mektubun içeriğinden
anlaşılıyor ki bu kimse, Müslümanların normal şartlarda
kesinlikle galip geleceklerini bilmektedir ve bunu
bildiği için mektubunda, müşriklerin Müslümanlar
tarafından baskına uğrayacaklarını öğrenmelerinde
Müslümanlara dönen bir zararın olmayacağına inandığını
belirtmiş ve mektupta, Müslümanların saldıracağı
haberinden başka Müslümanlara zarar vereceği kesin
olan hiçbir askeri sırrı haber vermemiştir. İşte bütün
bunlardan ötürü bu kimsenin maksadının, “kâfirler
Müslümanlara karşı savaşlarında faydalansınlar ve
Müslümanlara zarar versinler diye Müslümanların sırlarını
onlara bildirmek” olduğu “açık” bir şekilde anlaşılamaz.
O’nun bu fiili, kastının Müslümanlara zarar
vermek olduğuna açıkça delalet etmediği için de (yani
araya ihtimal/zan girdiği için) dinden çıkartıcı olan
“açık bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere yar-
35
خ
Ömer Faruk
dım” olarak değerlendirilemez ve dolayısıyla kastının
sorulması gerekli olup, gönderdiği mektubuyla Müslümanlara
zarar vermeyi kastetmediğini söylediğinde
sözü açık bir yalan olarak sayılamaz.
İşte Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı da bundan başkası
değildi. Şöyle ki; Hâtıb’ın (radiyallahu anh) Müslümanlar
aleyhine kâfirlere yardım ettiğini gösterebilecek
tek kanıt, gönderdiği mektubu idi. Bir müslümanın
müşriklere mektup göndermesi haddi zatında caiz olan
bir iş olduğu için burada önemli olan, mektubun içeriğidir.
Mektubun içeriği ise şöyleydi:
أما بعد، ي ش مع قريش، فإن رسول الل صل الل عليه وسل جاءمك
ب ج يش كلليل، ي يس كلسيل، فوالل لو جاءمك وحده لنرصه الل ب وأز هل
وعده، فانظروا أ النفسمك والسالم
“Bundan sonra. Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak
ki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) size karşı gece gibi
olan ve sel gibi akıp yürüyen bir ordu getirecek. Allah’a
yemin olsun ki o tek başına bile size gelse Allah ona
yardım edecek ve vadini gerçekleştirecektir. Kendinizi
gözetin/ayağınızı denk alın. Ve’s-selam.” 30
30. Er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbn-i Hişâm,
36
Kâfirleri Dost Edinmek
Görüldüğü gibi Hâtıb’ın (radiyallahu anh) mektubunda,
Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in müşriklere doğru
yürüyeceği haberi dışında herhangi askeri bir sır/sırlar
mevcut değildi, bilakis Müslümanların normal şartlarda
kesinlikle muzaffer olacaklarına dair müşriklerin
azmini kıracak ve onlara psikolojik zarar verecek
sözler bulunuyordu. Bu da (yani mektubun içeriği),
onun kastının açıkça Müslümanlara zarar vermek olmadığını,
yani araya ihtimalin/zannın girdiğini, dolayısıyla
yaptığının, açık bir Müslümanların aleyhine
kâfirlere yardım etmek olmadığını göstermektedir. İşte
bu nedenle Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem), Hâtıb’ın yaptığını
hemen küfürle nitelendirmeyip kastının ne olduğu
noktasındaki ihtimali/zannı gidermek için evvela ona
kastını sormuş ve O da şöyle demişti:
فكتبت ب كتا ال يرصض الل ورسوهل شيئا وع أن يكون منفعة اله ي ل
“…Bunun üzerine (yani ailem hakkında korktuğum
için) bende, Allah’a ve Rasûlüne hiçbir zarar vermeyen ve
Ebu’l-Kâsım es-Süheylî, 7/203, es-Sîretu’n-Nebeviyye, İbn Kesîr,
3/537, el-Bidâye ve’n Nihâye, İbn Kesîr, 4/324, Fethu’l-Bârî, İbn
Hacer, 7/520, Umdetu’l-Kârî, Bedru’d-dîn el-Aynî, 17/273, Rûhu’l-Meânî,
Âlûsî, Mümtehine 1. ayetin tefsiri, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân,
Kurtubî, Mümtehine 1. ayetin tefsiri.
37
Ömer Faruk
umulur ki ailem için menfaat olabilecek bir mektup yazdım.”
31
Bir başka rivayette de şöyle geçer:
فقال ي حاطب أفعلت قال نعم ي ن إ مل أفعل غشا لرسول الل صل
الل عليه وسل وال نفاقا ولقد عملت أن الل سيظهر رسوهل ت وي أمره
“…(Rasûlullah) dedi ki: “Ey Hâtıb! Bunu yaptın mı?
O da: “Evet, ancak ben bunu, Allah’ın Rasûlü’nü kandırmak
(O’na ihanet etmek) için ve münafıklık olarak
yapmadım. Kesin olarak inanıyordum ki Allah (azze ve
celle), Rasûlü’nü muzaffer kılacak ve işini onun lehine
sonuçlandıracak…” 32
-Yukarıda da aktardığımız gibi- yine şöyle demişti:
“Ben bunu küfretmek… maksadıyla yapmadım.” Yani
şunu demek istemişti: “Benim yaptığım, benim de ve
sizin de küfür olduğunu bildiğimiz Müslümanların
aleyhine müşriklere yardım etmek’ değildi, (başka
31. Heysemî (rahimehullah) Mecmauz-Zevâid isimli eserinde bunu
Ebu Ya’lâ’nın, Bezzâr’ın ve Evsat’ında Taberânî’nin rivayet ettiğini
ve ravilerinin sağlam olduğunu söylemiştir.
32. Sahîhu İbni Hibbân. Muasır muhaddislerden Şuayb el-Arnaût,
bu rivayetin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.
38
Kâfirleri Dost Edinmek
bir ifadeyle) maksadım Müslümanlara zarar vermek
değildi.”
Evet, Hâtıb (radiyallahu anh) gizlemekle emrolunduğu
bir sırrı ifşa etmişti. Dolayısıyla bu yaptığı, Nebî
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e ihanetti. Mümtehine suresinin
uyarıcı ve tehdidvâri ilk ayeti O’nun hakkında indi ve
yaptığının dinden çıkartmayan küçük dostluk olduğunu
bildirdi. ve yaptığının neticesi Müslümanlara zarar
vermekle sonuçlanacaktı. Yani Hâtıb’ın (radiyallahu anh)
yaptığı, net olmasa da dinden çıkartan dostluk türüne
çok yaklaşmıştı. (Ama yaptığı küçük dostluk türündendi.)
Başka bir ifadeyle, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığına
salt bir bakışla bakıldığında O’nun yaptığının açık
bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etmek
olduğu görülmektedir ki, Ömer (radiyallahu anh) da bunu
böyle anladığından Hâtıb’ı (radiyallahu anh) tekfir etmişti.
Ancak bütün bunlarla birlikte az evvelde dediğimiz
gibi mektubun içeriği işin içine ihitimal/zan soktuğundan,
Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun fiilini küfür
olarak vasıflamaktan geri durmuş ve evvela ona kastını
sormuştu. Dolayısıyla Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı
küfür olmayıp, gizlenmesi gereken bir sırrı müşriklere
bildirmek suretiyle Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) ihanet
etmek olduğundan büyük bir günahtı. İmam Şâfiî
39
Ömer Faruk
(rahimehullah) şöyle söylemiştir: “Bu hadiste, zanlardan
hareketle hüküm vermenin bir kenara bırakılması söz
konusudur.
Çünkü mektup, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) aynen dediği
gibi bu eylemi, İslam hakkında şüphe ederek değil
de ailesini korumak için yapmış olduğuna, İslam’a
karşı rağbetsizlikten ötürü değil de bir hatadan dolayı
yapmış olduğuna ve en kötü manaya (küfre) ihtimalli
olduğu için, ihtimalli olan bu fiilinde söz onun sözüdür.
Bu konuda Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nu
katletmeme hükmüne varmış ve hakkında baskın olan
durumu işletmemiştir. Benzer bir durumla ilgili olarak
zâhirde (görünüşte) bundan daha azametli (büyük) bir
eylemde bulunan olmamıştır…” 33
4) Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı casusluktu. Zira
O’nun bu fiili, Kureyş müşriklerine Nebî (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in onlardan gizli tuttuğu bir niyetini bildirmekti
ki, bu da casusluk demektir. Nitekim âlimlerimiz, bu
33. el-Umm, 4/264. İmam Şâfiî’nin (rahimehullah) bu sözlerini ileri
sürüp de O’nun, sadece dünyevî bir gaye uğruna Müslümanlara
karşı kâfirlere yardım etme fiilinin küfür olmadığı görüşünde
olduğunu iddia edenlerin bu iddiasının bâtıl olduğuna dair detaylı
ve tahkikli bilgi için Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah)’ın
“el-Mu’lim fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim” (sy: 70-74) isimli kıymetli
eserine müracaat edilmesini önemle tavsiye ederim.
40
Kâfirleri Dost Edinmek
kıssa üzerinden casusun öldürülüp öldürülmemesi
hakkında konuşmuşlardır. İbnu’l Kayyim (rahimehullah)
şöyle demiştir: “Bu kıssada, Müslüman dahi olsa casusun
öldürülmesinin caiz olduğunun delili vardır…
Bu, İmam Malik’in (rahimehullah) mezhebinin görüşü ve
İmam Ahmed’in (rahimehullah) mezhebinde iki görüşten
biridir. Şâfiî ve Ebu Hanîfe ise öldürülmez demişlerdir.
Bu görüş, İmam Ahmed’in (rahimehullah) mezhebinde
zâhir/baskın olan görüştür. Bu iki görüş sahipleri Hâtıb
kıssasını delil olarak almışlardır. Sahih olan görüş şudur
ki, casusun öldürülmesi imamın tercihine bırakılır;
eğer ki öldürülmesinde Müslümanlar için bir maslahat
görüyorsa öldürür, eğer öldürmemesi daha münasipse
o halde öldürmez. Allah-u A’lem.” 34
Hâtıb (radiyallahu anh) kıssasını ileri sürerek dünyalık
bir menfaat nedeniyle Müslümanların aleyhine kâfirlere
yardım etmenin küfür olmadığını savunanlar şöyle
demektedirler: “Ulemâ, Hâtıb’ın yaptığının casusluk
olduğunu belirtmişlerdir. Casusluk ise yardımın kralıdır,
yani açık bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere
yardımdır. Demek ki ulemâ, dünyevî bir amaçla
açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme
eylemini küfür görmüyorlar!”
34. Zâdu’l-Meâd, 3/422.
41
Ömer Faruk
Bu şüpheye karşılık ilk olarak “Casus” kelimesinin
ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekir. Biraz önce de
değindiğimiz gibi casus:
)و( جاز )قتل ي خ ع ( أي: جاسوس يطلع عل عورات ي ن املسمل وينقل
أخباره للعدو
“Müslümanların gizli taraflarını öğrenip haberlerini
düşmana aktaran kimsedir.” 35
Casusluk yapmaya iten etkenler farklı olabilir. Kimi
hasedi nedeniyle, kimi kini, kimi intikam isteği, kimi
mal sevgisi… nedeniyle casusluk yapabilir. Etken her
ne olursa olsun, casusu casus yapan, bu etkenlerden
her birinin götürdüğü sonuç olan; “Müslümanlara zarar
veren bir haberi düşmana ulaştırması” dır. Yine
bu işi yapan bir kişi, kâfirlere aktardığı malumatı hangi
şekilde öğrenirse öğrensin ve aktarma işini hangi yolu
kullanarak yaparsa yapsın; ister telefon yoluyla, ister
mektup veya fotoğraf, veya video veya başka bir aracı
kullanarak yapsın, casusu casus yapan, Müslümanlara
zarar veren bir haberi düşmana ulaştırmasıdır. Bunu
yapan her bir kimse casusluk yapmış demektir.
35. eş-Şerhu’l-Kebîr, ed-Derdîr el-Mâlikî (rahimehullah), 2/182.
42
Kâfirleri Dost Edinmek
İşte Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı da, Müslümanlara
zarar verecek bir haberi kâfirlere ulaştırmak idi.
ve bu sebeple âlimlerimiz, Hâtıb’ın yaptığının casusluk
olduğunu belirtmişleridir. Az evvelde belirttiğimiz
üzere casusluğun çeşitli şekilleri vardır. Bu şekillerden
bazısının, açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere
yardım etmek anlamına geldiği son derece açıktır. 36
Ancak Hâtıb’ın (radiyallahu anh) bu casusluğu ise, bir önceki
maddede (3. maddede) izah ettiğimiz üzere açık
bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım manasında
değildi. Dolayısyla; casusluğun bazı şekilleri vardır
ki, açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım
anlamındadır, kimi şekilleri de vardır ki böyle değildir.
Her ne kadar da günümüz örfünde “casus” kelimesi
ile kastedilen, açık bir şekilde Müslümanların aleyhine
kâfirlere yardım eden kişi ise de, asıl olarak ve ulemânın
literatüründe sadece bu anlama gelmemektedir. O
yüzden âlimlerimizin, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığını
casusluk olarak nitelendirmelerinden bu eyleme küfür
demedikleri neticesi çıkartılamaz.
Sonuç itibariyle Hâtıb (radiyallahu anh) kıssasından,
dünyalık herhangi bir nedenden dolayı Müslümanların
aleyhine kâfirlere yardım etmenin küfür olmadığı
36. Örneğin 3. maddenin ilk misali.
43
ب
ي
Ömer Faruk
hükmüne varılamaz. Hakikat, muasır selefi âlimlerden
Şeyh Ulvî Sekkâf ’ın, “Suâlün ve Cevâb an Hâtıb İbn
Ebî Beltea” isimli risalesinde söylediği şu sözlerdir: “Şu
bilinsin ki, Ehl-i Sünnet’ten hiçbir kimse Hâtıb’ın kâfir
olduğunu veya Hâtıb’dan sadır olan fiilin (küçük)
dostluk veya günah olmadığını veya Müslümanlara
karşı kâfirlere yardım etmenin küfür olmadığını söylememiştir.
Bütün bu âlimlerin hepsi bunlarda ittifak
etmişlerdir.”
Bu yüzden Maliki ulemâsından Kâdı İbnu’l-Arabî’nin
(rahimehullah) şu sözleri asla kabul edilemez:
: ت املسأهل الرابعة: من ث ك تطلعه عل عورات ي ن املسمل ، وينبه ي علم،
ويعرِّ ف عدوه ب أ خباره مل يكن بذلك ً كفرا إذا كن فعل لغرض
دنيوي، واعتقاده عل ذلك ي سل ، امك فعل حاطب ن ب ي أ بلتعة ي ن ح
ت خ اذ اليد ومل ينو الردة عن الد
قصد بذلك ا
ن .
“Dördüncü mesele: Her kimin Müslümanların gizli
tarafını gözlemesi çoksa, Müslümanlar hakkında bilgi
veriyor ve onların haberlerini düşmanlarına bildiriyor
ise, eğer ki bunu dünyevî bir gaye için yapıyorsa ve
bunu yaparken de itikadı sağlam ise bu yaptığıyla kâfir
olmaz. Tıpkı Hâtıb b. Ebî Beltaa (radiyallahu anh)’ın yaptı-
44
Kâfirleri Dost Edinmek
ğı gibi. O ki bu yaptığıyla el/destek edinmeyi kastetmiş,
dinden dönmeyi ise niyet etmemişti.” 37 Aynı şekilde
Kurtubî (rahimehullah) Mümtehine sûresi 1. ayeti mesele
mesele tefsir ederken dördüncü meselede harfiyyen bu
sözleri aktararak İbnu’l Arabî’ye bu görüşünde muvafakat
ettiğini belirtmiştir. Allah (azze ve celle) her ikisini
de bağışlasın. 38
37. Ahkâmu’l-Kur’ân, Mümtehine 1. ayetin tefsirinde. İbnu’l-Arabî’nin
(rahimehullah) bu sözünden, sadece dünyevî bir gayeyle
yapılmış bu eylemi başlı başına küfür olarak görmediği anlaşılmakla
birlikte yine O’nun bu sözünden, bu eyleme aslında
küfür dediği, ancak bunu yaparken dünyevî bir amaç gütmeyi
tekfirin engellerinden biri olarak gördüğü de anlaşılmaktadır ki,
Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah) bu son ihtimalin daha güçlü
olduğunu söylemiştir. (Bkz: A.g.e, sy. 52) Hiç şüphesiz bu son
ihtimal de haktan çok uzaktır. Zira küfre sokan söz ve amellerde
dünyevî bir amaç gütmenin tekfire engel olduğuna dair hiçbir
kanıt olmayıp aksine deliller mevcuttur. (Örneğin bkz: Nahl
106-107, İbrahim 2-3) Ve hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi, cehalet ve
te’vil gibi tekfirin engelleri konusundan bahsederlerken “dünyevî
bir çıkar elde etmek” diye bir engel zikretmemişlerdir. Yani
İbnu’l-Arabi (rahimehullah) bu iki ihtimalden hangisini kastetmiş
olursa olsun büyük bir hata yapmıştır.
38. Hâtıb kıssası üzerinden ortaya atılan bu şüpheye cevap verilirken
daha çok, Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah)’ın “el-Mu’lim
fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim” isimli kitabından ve Şeyh Nâsır el-
Fehd’in (Allah onu korusun) “et-Tibyân fî Kufri Men Eâne’l-Emrîkân”
adlı eserinden istifade edilmiştir. Hâtıb (radiyallahu anh) kıssası dışında
ortaya atılan daha başka şüpheler de vardır. Ancak en güçlü
delilleri bu olduğundan bu şüphe üzerinde durmak ile yetindik.
45
َّ
ئ
شْ
َ
Ömer Faruk
c) Antlaşma dostluğu
Müslümanlara karşı yardım etme noktasında
kâfirlerle anlaşmaya varmak, bi’l fiil yardım gerçekleşmemiş
olsa dahi dinden çıkartan bir küfürdür.
Bunun delili, önceden zikrettiğimiz Haşr suresi’nin
11. ayetidir. Nitekim lugatta “veliyy” kelimesinin anlamlarından
biri de müttefiktir/antlaşandır. Cihad
ve mücahidlere yönelik mücadele için yapılan anlaşmalar
bu kısım dostluğa girer.
d) Kâfirlere itaat etmek, onlara uymak
Bu kısma dahil olan itaat şekillerine geçmeden
evvel bu kısımla doğrudan alakalı olan Tevbe sûresi
31. ve En’âm sûresi 121. ayetlerin kısa izahını yapalım:
En’âm sûresi 121. âyetin kısa ve öz tefsiri
َّ ي نَ
َّ الش يَ اطِ
َ ُ ُ ك ونَ
ُ ْ ل ِ
ُ ْ إِن
َفِ سْ ٌ ق وَ إِن
َّه
َ اس ِ عَ ل َيْ هِ وَ إِن
وَ ال تَ أْ ُ لك ُوا مِ َّا ل رِ
َّك
َط َعْ ُ ت مُ وه
لَيُ وحُ أَوْ لِيَ ِ ِ ا مْ لِيُ جَ ادِ لُوك
ْ ُ الل ُ ل
ُ ْ وَ ْ إِن أ
َ ْ ْ يُذك
َ
َ ون إِل
46
Kâfirleri Dost Edinmek
“Üzerine Allah’ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü
o elbette ki bir fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele
etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Eğer
onlara itaat ederseniz elbette siz de müşrikler olursunuz.”
Bu ayetin nuzül sebebi şöyledir: “Müşrikler şöyle
dediler: Ey Muhammed! Sen ve ashabının öldürdüğü/
kestiği hayvanların helal, (hatta) köpeğin ve şahin’in öldürdüğü
hayvanların helal, (ama) Allah (azze ve celle)’nin
öldürdüğünün haram olduğunu mu iddia ediyorsun.”
Bunun üzerine Allah (azze ve celle) bu ayeti indirdi.”
Yani murdar olan hayvanın helal olduğuna inanan
müşrikler, murdar hayvanın haram olduğu itikadının
bâtıl olduğunu, doğru olan hükmün ise “helal” olduğunu
Müslümanlara söyleyince, Allah (azze ve celle) bu
ayeti indirerek, bu dediklerinde müşriklere itaat edip
de haram kıldığı murdarın helal olduğuna inanan
kimselerin aynı onlar gibi müşrik olacaklarını kesin
bir dille belirtmiştir. Müfessirlerin şeyhi lakaplı İbn
Cerîr et-Taberî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah (azze
ve celle)’nin; ”elbette siz de müşrikler olursunuz” sözüne
gelince, yani o zaman siz de onlar gibi olursunuz
demektir. Çünkü onlar, meyte’yi/murdar hayvanı helal
görerek yiyorlardı. İşte siz de meyte’yi bu şekilde (yani
47
ب
َّ
ب ب
شْ
َ
Ömer Faruk
helal görerek) yediğiniz zaman onlar gibi müşrik olursunuz.”
Dolayısıyla her kim, murdar hayvanın veya onun
gibi bir haramın helal görülmesi noktasında kâfirlere
itaat ederse, bu haramdan uzak dursa bile müşrik olur.
Zira Allah (azze ve celle)’nin haramının helal olduğuna
inanmak küfürdür. Yani böyle birinin müşrik olmasının
illeti, kâfirlere küfürde itaat etmiş olmasıdır. İllet
bu olduğuna göre o halde daha genel bir ifadeyle ayette
kastedilen mana şudur ki: Allah (azze ve celle)’nin haramının
helal olduğuna inanmak gibi herhangi bir küfürde
kim ki kâfirlere itaat ederse bu kimse müşriktir.
Tevbe sûresi 31. âyetin kısa ve öz tefsiri
ْ َ سِ يحَ ْ نَ ا مَ رْ يَ َ وَ مَ ا
ُ ْ وَ رُ ْ ه بَ نَ ُ ا مْ أَرْ ً مِ نْ دُ ونِ ِ الل وَ ال
َحْ بَ ارَ ه
تَّ خَ ُ ذوا أ
ا
َ
َه َّا ي
َ ً ا وَ احِ ً دا ال هُ وَ سُ بْ حَ ان
أُمِ رُ وا إِال لِيَ عْ بُ َّ ُ دوا إِل
ُ ع ِ ُ ُ ك ونَ
َّ
َ َ إِال
إِهل
“Onlar (ehli kitap), Allah’ın dışında âlimlerini ve rahiplerini
rabler edindiler. Meryem oğlu Mesîh’i de. Halbuki onlar
sadece bir tek ilaha ibadet etmek ile emrolunmuşlardı.
Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her
şeyden münezzehtir.”
َ
48
Kâfirleri Dost Edinmek
“…Adiyy b. Hâtim (radiyallahu anh), boynunda gümüşten
(başka bir rivayette: altından) bir haç olduğu
halde Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına girdi.
O sırada Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayeti okuyordu.
Adiyy (radiyallahu anh) diyor ki: Dedim ki: “Bunlar
onlara ibadet etmediler ki!” Bunun üzerine Nebî (sallallahu
aleyhi ve sellem) dedi ki: “Hayır (ibadet ettiler.) Çünkü
onlar bunlara helali haram, haramı da helal kıldılar ve
bunlar da onlara tâbi oldular. İşte bu, bu kimselerin onlara
ibadetidir.” 39
Ebu’l-Bahterî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Huzeyfe’ye
(radiyallahu anh) denildi ki: “Allah (azze ve celle)’nin:
“Onlar âlimlerini…edindiler” ayeti hakkında ne dersin?
O da şöyle dedi: “Bunlar onlar için oruç tutmuyorlardı,
onlar için namaz kılmıyorlardı. Ancak onlar bu
kimselere herhangi bir şeyi helal kıldıkları zaman onu
helal olarak kabul ediyorlardı. Onlar, Allah (azze ve celle)’nin
kendileri için helal kıldığı bir şeyi bunlara haram
kıldıkları zaman onu haram olarak kabul ediyorlardı.
İşte bu, onların rab edinilmesi idi.”
39. Ahmed, Tirmizî. Rivayetin devamında, Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in Adiyy’i (radiyallahu anh) İslam’a davet ettiği,
O’nun da bunu kabul edip Müslüman olduğu geçmektedir.
el-Elbânî bu rivayetin hasen olduğunu söylemiştir.
49
ف
ف
Ömer Faruk
Ebu’l-Bahterî şöyle söylemiştir: “…Allah (azze ve celle)
bunların itaatlerini onlara yapılan bir ibadet saydı.
Şayet onlar bunlara: “bize ibadet edin” deselerdi bunu
yapmazlardı.”
İbn Abbas (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Onlar
bu kimselere kendilerine itaati süslü gösterdiler.”
Ebu’l-Âliye’nin (rahimehullah) şu söyledikleri, ayeti
daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır; Rabî’ b.
Enes (rahimehullah) şunları aktarmıştır:
قلت ب ي ال العالية: كيف كنت الربوبية ي ت ال كنت ي ي ن ب إسائيل ؟
قال قالوا: ما ن أمرو به ن ائتمر ، وما ن ن و عنا ت انينا لقوهلم: وه ي ج دون
ي كتاب الل ما أمروا به وما ن وا عنه، فاستنصحوا الرجال، ونبذوا
كتاب الل وراء ظ وره.
“Ebu’l-Âliye’ye dedim ki: “İsrailoğulları’ndaki Rab
edinme nasıldı? O da şöyle dedi: “Onlar şöyle söylediler:
“Onlar bize her neyi emrederlerse onu yapar, neyden
bizi alıkoyarlarsa ondan da kaçınırız.” Halbuki bu
kimseler, Allah (azze ve celle)’nin kitabında emrolundukları
ve nehyolundukları şeyleri buluyorlardı (bunları
görüyor ve biliyorlardı). Böylece bu kimseler, adamla-
50
Kâfirleri Dost Edinmek
rın öğütlerine uydular ve Allah (azze ve celle)’nin kitabını
arkalarına attılar.” 40
Tevbe 31. ayet hakkında buraya kadar aktardıklarımızdan
anlaşılıyor ki, ehl-i kitap, âlimlerini ve rahiplerini
aşırı bir şekilde tazim etmişlerdi. Öyle ki, dinlerinin,
âlimlerine ve rahiplerine Allah (azze ve celle)’nin
hükümlerinden istediklerini değiştirme yetkisi verdiğine
inanıyorlardı. Yani ehl-i kitap, âlim ve rahiplerin
mutlak/kayıtsız şartsız helal-haram belirleme haklarının
olduğuna inanarak onları rab edinmişler, böylece
onları, mutlak helal-haram belirlemeye tek yetkili olan
Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmuşlardı. Ancak ehl-i kitap,
ibadetin ne anlama geldiğini doğru bilmedikleri
için bu inançlarının Allah’tan (azze ve celle) başkasına ibadet
etmek (şirk) olduğunu bilmiyorlardı. Buna rağmen
Allah (azze ve celle), onların bu cehaletini mazeret olarak
kabul etmeyip bu itaatleri sebebiyle kendisi dışında
rabler edinmiş kimseler olduklarını bildirmiştir.
Günümüzdeki laiklerin ve demokratların durumu
da böyledir. Onlar, şirkten uzak bir Müslüman olduklarını
iddia etmekle birlikte, İslam şeriatının açık hükümlerini
bilmelerine rağmen bu hükümlerden bir ya
40. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) bunu tefsirinde aktarmıştır.
51
Ömer Faruk
da daha fazlasının kanunen yürürlükte olmaya elverişli
veya gerekli olmadığına, bunun yerine başka hükümlerle
hükmedilmesinin gerekli veyahut caiz olduğuna
inanmakta, böylelikle Allah (azze ve celle)’nin hükmüne
aykırı başka hükümler belirleyen kimseleri rabler edinmekte,
onları Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmaktadırlar.
41 Ehl-i Kitab’ın bir başka küfrü de, belirledikleri hükümleri,
bile bile iftira ederek Allah (azze ve celle)’nin dinine
nisbet etmeleri idi.
Yani Ehl-i Kitab iki yönden küfre düşmüşlerdi:
a) Âlimlerinin ve rahiplerinin mutlak (istedikleri
gibi, kayıtsız şartsız) hüküm belirleme haklarının olduğuna
inanmaları.
41. Dolayısıyla laikler ve demokratlar ayetin kapsamına girmektedirler,
fakat, kayıtsız şartsız egemenlik yetkisinin yalnızca Allah
(azze ve celle)’ye ait olduğuna inanmalarıyla beraber, Allah (azze
ve celle)’nin bu yetkisinin parlamenterlere verilmesi anlamına
gelen demokratik seçimlere katılanlar ise bu söylenilenler nedeniyle
ayete dahil değildirler. Bu kimselerin demokratik seçimlere
katılmaları sebebiyle şirke düşmüş olduklarını bu ayet değil,
başka deliller beyan etmektedir.
52
Kâfirleri Dost Edinmek
b) Belirledikleri hükümleri Allah (azze ve celle)’nin
dinine nisbet ederek Allah (azze ve celle)’ye iftirada bulunmaları.
Bunlardan her biri kendi zatında küfür olan işlerdir.
Allâme İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle söylemiştir:
“Dinin hepsi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
alınmıştır. Artık O’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra
hiçbir kimsenin O’nun dininden herhangi bir şeyi değiştirme
yetkisi yoktur. İşte bu (inanç), Müslümanların
dinidir. Hristiyanlar ise buna muhalif düşerler. Zira
onlar, âlimlerinin ve âbidlerinin/rahiplerinin Allah
(azze ve celle)’nin şeriatına aykırı şeriat/kanun koymalarına
cevaz verirler. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:
“Onlar âlimlerini…” (Tevbe, 31) Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle demiştir: “Onlar bunlara haramı helal kıldılar,
bunlar da onlara itaat ettiler. Onlar bunlara helali haram
kıldılar, bunlar da onlara itaat ettiler. İşte bu, bunların onlara
ibadetidir.” 42
42. Mecmûu’l-Fetâvâ, 27/374.
53
Ömer Faruk
Kâfirlere itaatin küfür olan bazı şekilleri
Bu iki ayetin kısaca izahını yaptıktan sonra, kâfirlere
itaatin küfür olan bazı şekillerini şöylece sıralayabiliriz:
a) Allah (azze ve celle)’nin (zina, içki, faiz gibi) haram
kıldığını helal, (çok evlilik gibi) helal kıldığını haram
kılmak gibi O’nun (azze ve celle) hükümlerine aykırı hükümler
belirleyen, ya da bu hükümleri yürürlükte tutan
devlet veya kabile yöneticilerinin veyahut bütün
insanlar için Allah (azze ve celle)’nin hükmünün aksine
hüküm veren saptırıcı bir âlimin/şeyhin, belirledikleri
veya uyguladıkları bu hükümlerinden birinin dahi olsa
doğruluğuna inanmak kişiyi dinden çıkartan bir itaattir.
Ancak, itaat eden şahıs Allah (azze ve celle)’nin haramının
haram olduğuna inanarak hevası sebebiyle itaat
ederse o zaman kâfir olmaz. Yani bir kimse, yaşadığı
yerde -örneğin- içki içilmesine veya faiz yenilmesine
izin verilmiş olduğu için bu izni fırsat bilerek içki içse
veya faiz yese, fakat aynı zamanda bunların haram olduğuna
da itikad etse, işte böyle biri günahkar bir Müslüman’dır.
54
Kâfirleri Dost Edinmek
b) Bir kimse saptırıcı bir âlime/şeyhe soru sorsa, o
da herhangi bir haramın helal veya herhangi bir helalin
haram olduğu yönünde bir fetva vermişse ve bu kimse
de onun bu fetvasının doğruluğuna inanırsa küfür olan
bir itaatte bulunmuş olur. Ancak bu âlimin/şeyhin haramı
helal yapan fetvasının yanlış olduğuna inanmakla
beraber hevası nedeniyle ona itaat etmişse o halde günahkar
olur. Yine kâfir veya fasık olan biri, bir başkasını
zina gibi bir günaha teşvik etmiş veya oruç gibi -sahih
olan görüşe göre- dinden çıkartmayan bir farzı terk
etmeyi emretmiş ve o da zinanın haram olduğuna veya
orucun farz olduğuna inanarak bu kimseye uymuşsa
kâfir olmaz, fasık olur. 43
43. Bu iki madde arasındaki fark şudur: Birincisi umuma/genele
yönelik hüküm belirleyenlere itaat edilmesi, ikincisi ise hükmü
özele yönelik olup genel için olmayan kimselere itaat edilmesi
ile alakalıdır. Birinci maddede bahsedilen hüküm verenlerin
yaptığına “teşrî’/kanun koyma” denilir. Çünkü bir şeyin teşrî’
olabilmesi için o’nda umûmiyyet özelliğinin olması gerekir.
Asıl itibariyle; umum için verilen hüküm şayet yöneticilerden
sadır olursa buna “vad’î kanun” veya “beşeri kanun” denir. Eğer
âlimlerden veya âbidlerden olursa buna “helal-haram belirleme”
denir. Eğer ki genele yönelik hüküm üzerinde bir kabile
veya bir cemaat anlaşmaya varmış ise buna da “örf-adet” ya
da “töre” denir. Dolayısıyla En’am sûresi 121. ayette söz edilen
Kureyş kabilesinin üzerinde anlaştığı “meyte’nin helal olduğu
hükmü” bir örf idi. Ancak biz yukarıda “haram-helal belirleme”
ifadesini her üçü için de kullandık.
55
Ömer Faruk
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle
söylemiştir: “Âlimlerini ve rahiplerini, Allah (azze ve celle)’nin
haram kıldığının helal kılınması ve bunun aksi
noktasında kendilerine itaat ederek Allah (azze ve celle)’nin
dışında rabler edinen bu kimseler iki kısımdır;
Bunlardan birincisi, onların Allah (azze ve celle)’nin dinini
değiştirdiklerini bilerek onlara bu değiştirme noktasında
tâbi olan ve Rasûlün dinine muhalefet ettiklerini
bilmeleriyle birlikte reislerine tâbi olarak Allah (azze ve
celle)’nin haram kıldığının helal, helal kıldığının haram
olduğuna inananlardır. İşte bu küfürdür. Bunlar onlara
namaz kılmasalar da, secde etmeseler de Allah (azze ve
celle) ve Rasûlü bunu şirk olarak saymıştır. Dolayısıyla
dine aykırı olduğunu bilmesi ile beraber dine muhalefette
başkasına tâbi olan ve başkasının dediğine ina-
Her üçünün bu ayrı anlamları bilinmekle birlikte üçü için de bu
ifadeyi kullanmakta hiçbir sakınca yoktur. Zira âlimlerin veya
abidlerin, Allah’ın hükmüne aykırı bir hükmü Allah’ın dinine
nisbet ederek vermeleri ile yöneticilerin, Allah’ın hükmüne
aykırı bir hükmü/kanunu Allah’ın dinine nisbet etmeksizin çıkartmaları
arasında -her ikisinin de birer dinden çıkartıcı eylem
olmaları açısından- bir fark yoktur. (Not: Bu ikisinden sonuncusunun
küfür olmadığını söyleyecek kadar sapıklıkta ileri gitmiş
kimselere karşı başka bir yerde sesli ve yazılı izah yapılacaktır
inş.) İşte bunda bir beis olmadığı için meselelerin daha iyi anlaşılabilmesi/idrak
edilebilmesi gayesiyle “haram-helal belirleme”
ifadesini her üçü için de kullandık.
56
Kâfirleri Dost Edinmek
nan kimse de tıpkı bunlar gibi müşriktir. İkincisi; Haramın
haram, helalin de helal olduğuna dair itikatları
ve imanları sabit olan, ancak günah olduğuna inandığı
günahları işleyen Müslüman gibi Allah (azze ve celle)’ye
masiyet hususunda onlara itaat etseler, bunlar için,
benzerleri olan günahkar kimselerin hükmü vardır. 44
Şeyhu’l İslam’ın da bu sözlerinde belirttiği gibi helal-haram
hususunda kâfire itaat eden kimsenin kâfir
olabilmesi için, itaat ettiği kimsenin Allah (azze ve celle)’nin
emrine muhalefet ettiğini bilmesi şarttır. Aynı
şekilde itaat ettiği kimsenin şeriata muhalefet ettiğini
bilmese bile cehaletinin mazeret olarak kabul edilecek
cinsten olmaması gerekir. Aksi halde kâfir olmaz. 45
c) Dünyalık bir menfaatten ötürü Allah (azze ve celle)’nin
hükmüne aykırı bir hüküm verme noktasında
yöneticiye itaat eden âlimler de kâfirdir. İbn Teymiyye
(rahimehullah) şöyle demiştir: “Ne zaman ki âlim Allah
(azze ve celle)’nin Kitabı ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetinden bilmiş olduğu şeyi terk eder ve Allah (azze
ve celle)’nin ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hükmüne
44. Mecmûu’l-Fetâvâ, 7/70.
45. Cehalet özrü meselesinde bilgi edinmek isteyenler “www.nakilkursusu.com”
sitesinde konuya ilişkin yayınlanan sesli derslere
ve yazılara müracaat edebilirler.
57
Ömer Faruk
muhalif olan bir hakime/yöneticiye tâbi olursa, dünyada
ve ahirette cezayı hak eden bir mürted, kâfir olur.” 46
d) -İkrah söz konusu olmadığı halde- kâfir biri bir
Müslümanı (içki içmek gibi bir harama değil!) küfür
bir fiil işlemeye veya küfür olan bir söz söylemeye davet
etse, örneğin “bu Kur’ân’ı pisliğe at” veya “şu puta
secde et” dese ve Müslüman da buna itaat etse, her ne
kadar da kalbiyle bunları yapmanın asla caiz olmadığına
inansa bile kâfir olur. Zira bu kimse küfür olan
bir eylemde itaat etmiştir. Ehl-i Sünnet inancına göre
küfür bir amel işleyenin küfre girmesi için -zannedildiği
gibi- ille de kalbinin temiz olmaması şart değildir. 47
Ancak haram/masiyet olan ameller başlı başına küfre
sokan ameller olmadığı için, helal olduklarına inanılmadığı
müddetçe kişiyi dinden çıkartmaz.
e) Küfür üzere kurulu olan bir devletin -örneğin
demokratik ve laik bir sistemin- küfür kanunlarının
dış güçlerden korunması anlamına gelen askerlik ve
iç güçlerden korunması anlamına gelen polislik görevi
de, bu kanunları koyan kâfirlere itaat babından küfür
46. A.g.e, 35/372.
47. Başka bir yerde bu konuyla alakalı da bir açıklama yapılacaktır
inşaAllah.
58
Kâfirleri Dost Edinmek
olan amellerdir. Bu amellerin küfür olması için asker
veya polisin Allah (azze ve celle)’nin hükmüne aykırı kanunlardan
bir veya birkaçını kalben benimsemesi şart
değildir. Zira bu ameller başlı başına küfür olan işlerdir.
Biraz önce de dediğimiz gibi, küfür olan eylemlerin
kişiyi dinden çıkartması için kalbin temiz olması şart
değildir.
f) Kâfirlere küfür de itaatin bir başka şekli de, kayıtsız
ve şartsız egemenlik yetkisinin Allah (azze ve celle)’ye
değil de millete ait olduğu esası üzere kurulu olan
şirk sistemi demokrasinin olmazsa olmaz bir parçası
olan ve dolayısıyla demokrasiye ve onun davetçilerine
tâbi olmak anlamına gelen ve yine Allah (azze ve celle)’nin
kayıtsız ve şartsız egemenlik yetkisini (yani mutlak/
Allah’tan bağımsız kanun koyma yetkisini) parlamenterlere
vermek manasına gelen ve dolayısıyla da parlamenterlere
itaat etmek demek olan demokratik seçimlere
katılmaktır.
g) Kâfirlerin belirlediği; Allah (azze ve celle)’nin hükümlerine
aykırı hükümler ile hükmeden İslam’a müntesip
parlamenterler ve hakimler, bu kâfirlere küfür’de
itaat etmiş olmaktadırlar. 48
48. Askerlik ve polislik görevi, demokratik seçimlere katılmak ve
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek meseleleri hakkında ge-
59
Ömer Faruk
ğ) Şeriatın belirlediği ilkeler çerçevesinde kanun
çıkartmak yerine Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacaklarına
dair söz vererek/and içerek bu ilkeler çerçevesinde
kanunlar yapan İslam’a müntesip parlamenterlerin
bu yaptıkları da kâfirlere küfür’de itaat etmeye
bir örnektir.
h) Allah’ı (azze ve celle) kayıtsız şartsız egemen olarak
esas almayan herhangi bir sistemin (beşerî nizâmın)
veya Allah (azze ve celle)’nin hükmüne aykırı herhangi bir
hükmün, Allah (azze ve celle)’nin şeriatından veya hükmünden
daha güzel olduğuna inanan ya da Allah’ın
(azze ve celle) şeriatının veya hükmünün kanunen yürürlükte
olması ile başka bir sistemin veya hükmün yürürlükte
olması arasında hiçbir fark görmeyen kimse,
böylelikle Allah’ın şeriatından veya hükmünden daha
üstün gördüğü ya da Allah’ın şeriatına veya hükmüne
eşit tuttuğu sistemi veya hükmü ilk olarak ortaya çıkaranlara
ve yürürlükte tutanlara itaat etmiş olduğundan
küfre girmiş, kayıtsız ve şartsız egemenlik yetkisinde
Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmuştur.
ı) Kâfirlere, sadece kendilerine has olan özelliklerinde
benzemek: Yani haç giymek, yılbaşını kutlamak
niş bilgi için nakilkursusu.com’da yayınlanmış ve inşaAllah yayınlanacak
olan sesli ve yazılı beyanatlara bakınız.
60
Kâfirleri Dost Edinmek
gibi kendilerine has dînî şiarlarında ve Yahudi takkesi,
ruhban elbisesi giymek gibi kendilerine has adetlerinde
benzemek. Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in; “Her kim
bir kavme benzerse o da onlardandır” 49 hadisinin zâhirinin
(yani ilk anlaşıldığı anlamının -ki bu da benzeyenin
kâfir olduğudur-) üzerinde uygulandığı kimse,
kimi âlimlere göre kamil/küllî olan bir benzemeyle
benzeyen, yani kâfir bir fırkanın -örneğin hristiyanların-
kendilerine has her işlerinde onlara benzeyen
kimsedir. Ancak tümünde değil de hristiyanların bir
veya birkaç özelliklerinde (cüz’î) bir benzerlikse o
halde bu küfür olmaz, ancak haramdır. Kısacası kimi
âlimlere göre kâfirlere cüzî bir benzerlik haram, küllî
bir benzerlik ise küfürdür. Ulemâdan kimi de, kâfirlere
has olan herhangi bir dinî şiarlarında benzemenin
küfür olduğuna kail olmuşlardır. En doğrusunu Allah
(azze ve celle) bilir.
Kâfirlere benzemek hakkında zikri geçen hadisle
alakalı İbn Teymiyye (rahimehullah) şunları söylemiştir:
“Her ne kadar da hadisin zâhiri onlara benzeyen kişinin
küfrünü gerektirse de, hadis en azından onlara
benzemenin haramlılığını gerektirmektedir.” 50
49. Ebu Davud, Ahmed.
50. İktidâu’s-Sırâti’l-Mustakîm, 1/270.
61
Ömer Faruk
Bir Uyarı
Demokrasi gibi şirk sisteminin hüküm sürdüğü
yerlerde yaşayan insanların sisteme ve sistem sahiplerine
zâhiren itiraz etmemeleri, onlara karşı sükut etmeleri;
sistem ve sahiplerine tâbi olmak ve İslam şeriatını
istememek babından değerlendirilerek kâfirleri dost
edindikleri anlamına gelmez. Bu anlama gelmesi için,
oy vermek, askerlik gibi sistemin devamına birinci dereceden
katkı sağlayan işlerde bulunulması gerekir.
Fakat günümüzde kimileri, sisteme karşı zâhiren
itirazı terk etmeyi başlı başına küfür olan bir eylem
olarak addetmekte, kâfirlere itaat babından onları dost
edinmek olarak değerlendirmektedirler. Bu kesinlikle
kabul edilemez bir zihniyettir. Zira sisteme karşı sükut
etmek, farz olan fiilî cihadı ve ondan önce cihad’a ulaştıran
farz işleri terk etmektir demektir ki, Ehl-i Sünnet
inancına göre kudretin (güç yetirmenin) olmasıyla birlikte
bunlardan (yani cihad ve cihad’a ulaştıran farz işlerden)
uzak durmanın küfür olmayıp masiyet olduğu
son derece aşikardır.
62
KÂFİRLERİ
DOST
EDİNMEK
“Eğer onlar Allah’a, Nebî’ye ve
O’na indirilene iman etmiş
olsalardı, onları (müşrikleri) dost
edinmezlerdi. Fakat onlardan
birçoğu fâsıktırlar/yoldan çık
mışlardır.” (Mâide, 81)