23.08.2017 Views

Kâfirleri Dost Edinmek

Mektebe -> Kitablarımız -> Kâfirleri Dost Edinmek (Şekilleri ve Hükmü) (Ömer Faruk)

Mektebe -> Kitablarımız -> Kâfirleri Dost Edinmek (Şekilleri ve Hükmü) (Ömer Faruk)

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

KÂFİRLERİ<br />

DOST<br />

EDİNMEK


KÂFİRLERİ<br />

DOST<br />

EDİNMEK<br />

(Şekilleri ve Hükmü)<br />

Ömer Faruk


- İÇİNDEKİLER -<br />

“İman” ve “<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong>” Yanyana Gelemezler 04<br />

“<strong>Dost</strong>luk” ve Benzeri İfadelerle Türkçeleştirilen “Velâ” Kelimesi<br />

ve Türdeşlerinin Kur’ân’da Kullanıldığı Hakiki Anlamları 07<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> Edinmenin Kısımları 10<br />

1) Küçük <strong>Dost</strong>luk (Muvâlât) 10<br />

2) Büyük <strong>Dost</strong>luk (Tevellî) 11<br />

a) <strong>Kâfirleri</strong> Dinlerinden/İnançlarından Ötürü Sevmek 11<br />

b) Müslümanların Aleyhine Kâfirlere Yardım Etmek 12<br />

Sadece Dünyevî bir Amaçla da Olsa Müslümanların Aleyhine<br />

Kâfirlere Yardım Etmenin Küfür Olduğuna Dair Deliller 12<br />

Hâtıb b. Ebî Beltea Kıssası 27<br />

c) Antlaşma <strong>Dost</strong>luğu 46<br />

d) Kâfirlere İtaat Etmek, Onlara Uymak 45<br />

En’âm Sûresi 121. Âyetin Kısa ve Öz Tefsiri 46<br />

Tevbe Sûresi 31. Âyetin Kısa ve Öz Tefsiri 48<br />

Kâfirlere İtaatin Küfür Olan Bazı Şekilleri 54<br />

Bir Uyarı 62


ب<br />

َّ<br />

ب<br />

Ömer Faruk<br />

“İman” ve “<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong>”<br />

Yanyana Gelemezler<br />

Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:<br />

‏َكِ‏ نَّ‏<br />

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ وَ‏ ل<br />

ُ ْ أ<br />

تَّ‏ خَ‏ ذ ُ وه<br />

ِّ وَ‏ مَ‏ ا نْ‏ ز أُ‏ ‏ِل ‏َيْ‏ هِ‏ مَ‏ ا ا‏<br />

‏ُمْ‏ فَاسِ‏ ُ ق ونَ‏<br />

كَ‏ ثِ‏ ي ً ‏ا مِ‏ نْ‏<br />

َ إِل<br />

ِ ي وَ‏ النَّ‏ <br />

‏ُوا ْ يُؤ مِ‏ ن ُ َ ون ِ ِ لل<br />

وَ‏ لَوْ‏ َ ن ك<br />

“Eğer onlar Allah’a, Nebî’ye ve O’na indirilene iman etmiş<br />

olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat<br />

onlardan birçoğu fâsıktırlar/yoldan çıkmışlardır.” (Mâide,<br />

81)<br />

Ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, “iman” ile “kâfirleri<br />

dost edinmek” asla yan yana gelemezler. Kim ki<br />

Allah (azze ve celle)’ye ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e<br />

iman ettiğini iddia ediyorsa ve bu iddiasında da doğruysa,<br />

onun bu iddiası, kendisini -anası da, babası da,<br />

çocuğu da vs. olsa 1 - kâfirleri dost edinmekten alıkoyacaktır.<br />

Başka bir ifadeyle imanı gerçekleştirmiş (imanı<br />

dost edinmiş) biri, aynı zamanda iman ehlini de dost<br />

edinen biridir. Yine şirkten beri olan (şirki dost edinmeyen)<br />

biri, aynı zamanda şirk ehlini de dost edinmeyen<br />

kimsedir. Keza müminleri bırakıp da kâfirleri dost<br />

1. Bkz: Mücâdele 22, Tevbe 23-24.<br />

04


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

edinen bir kimse, imanı gerçekleştirmemiş, yani şirki<br />

dost edinmiş, ondan beri olmamış kimsedir. Nitekim<br />

ulemâ, kişinin ancak kendisini kabul etmekle iman dairesine<br />

gireceği “İslam”ı şöyle tarif etmişlerdir:<br />

االستسالم لل ب ‏لتوحيد،‏ واالنقياد هل ب ‏لطاعة،‏ ب والاءة من ش الك<br />

وأهل<br />

“Allah (azze ve celle)’ye, (O’nu) tevhid ederek teslim olmak,<br />

itaat ederek O’na boyun eğmek ve şirkten ve şirk<br />

ehlinden (müşriklerden, kâfirlerden) beri olmaktır.”<br />

Nasıl ki Allah (azze ve celle) şirk’ten razı değilse, aynı<br />

şekilde şirk ehlinden de razı değildir. Dolayısıyla nasıl<br />

ki şirk’ten beri olmakla mükellefsek, bunun çok doğal<br />

bir sonucu olarak şirk ehlinden de beri olmak (onları<br />

dost edinmemek) zorundayız.<br />

Kur’ân’ın birçok yerinde, müminleri dost edinip<br />

kâfirleri ise dost edinmememiz gerektiği vurgulanmış,<br />

her kim de müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirse,<br />

bu kimsenin dinden çıkacağı açık bir dille beyan edilmiştir.<br />

Bu ayetlerden sadece bir kaçı:<br />

05


ي<br />

ي<br />

َّ<br />

ي<br />

ف َّ<br />

ي<br />

شَ‏<br />

ي<br />

ي<br />

ْ تُونَ‏<br />

Ömer Faruk<br />

َّ ُ وَ‏ رَ‏ سُ‏ وهل نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا ال نَ‏ يُقِ‏ يمُ‏ ونَ‏ الصَّ‏ ال َ وَ‏ يُؤ<br />

نَّ‏ َ إِا وَ‏ لِيُّ‏ ك<br />

َّ ن حِ‏ ْ ز بَ‏<br />

‏َإِ‏<br />

َّ َ وَ‏ رَ‏ سُ‏ وهل نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا ف<br />

ُ ْ رَ‏ اكِ‏ عُ‏ َ ون . وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَت<br />

الز َ وَ‏ ه<br />

ُ ُ الْغَ‏ الِبُ‏ ونَ‏<br />

الل<br />

َ ة<br />

‏َّذِ‏ <br />

‏َّذِ‏ <br />

َ ُ وَ‏ ال<br />

‏َّذِ‏ <br />

ُ ُ وَ‏ ال<br />

َ َّ وَل الل<br />

ِ ه<br />

ُ ُ الل<br />

َّ َ كة<br />

“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûlü’dür ve iman<br />

edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı<br />

kılar, zekâtı verirler.” (Mâide, 55-56) (Mü’minleri dost<br />

edinmek -velâ- ile ilgili bir ayet.)<br />

يَتَّ‏ خِ‏ ذِ‏ ال ْ مِ‏ ن<br />

‏ْك نَ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ مِ‏ نْ‏ ُ د ونِ‏ ال<br />

‏َيْسَ‏ مِ‏ نَ‏ الل<br />

فَل<br />

ْ ُ ْ ؤ مِ‏ نِ‏ <br />

ِ ِ ي ْ ءٍ‏<br />

ْ ُ ؤ ُ َ ون ال َ فِ‏ رِ‏ <br />

َ<br />

ال<br />

ي نَ‏ وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَفْ‏ عَ‏ ل ْ ذَ‏ لِكَ‏<br />

“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler.<br />

Her kim bunu yaparsa, onunla Allah arasında<br />

hiçbir bağ kalmamıştır…” (Âl-i İmrân, 28) (<strong>Kâfirleri</strong> dost<br />

edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.)<br />

ي‏ يُّ‏ َ ا الَّذِ‏ نَ‏ آمَ‏ نُ‏<br />

بَ‏ عْ‏ ضٍ‏ وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَتَ‏ وَ‏ ل<br />

<br />

ْ<br />

َ أَ‏<br />

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ بَ‏ عْ‏<br />

َ َّ تَت خِ‏ ُ ذوا اليَ‏ ‏ُودَ‏ وَ‏ َّ الن صَ‏ ارَ‏ ى أ<br />

وا ال<br />

َ ْ دِ‏ ي الْق وْ‏ مَ‏ َ<br />

َّ َ ال يَ‏ <br />

‏ُمْ‏ إِنَّ‏ الل<br />

‏َإِ‏ ن ُ ‏َّه مِ‏ نْ‏<br />

ُ ْ ف<br />

َّ ُ مْ‏ مِ‏ ْ نك<br />

ضُ‏ ُ مْ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ اءُ‏<br />

َّ الظالِ‏ ِ ي نَ‏<br />

“Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin.<br />

Onların bazısı bazısının dostlarıdır. İçinizden kim<br />

onları dost edinirse muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz<br />

06


ي<br />

َّ<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Mâide, 51)<br />

(<strong>Kâfirleri</strong> dost edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.)<br />

يْ‏ ‏ُمْ‏<br />

َّ رُحَ‏ ‏َاءُ‏ بَ‏ نَ‏<br />

ُ ف الْك ارِ‏<br />

َ<br />

َّ اءُ‏ نَ‏ مَ‏ عَ‏ هُ‏ ع َ ل<br />

‏َشِ‏ د<br />

ٌ رَ‏ سُ‏ ُ ِ الل وَ‏ الَّذِ‏ أ<br />

ُ َ مَّ‏ د<br />

م<br />

“Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber<br />

olanlar kendi aralarında merhametli, kâfirlere karşı ise şiddetlidir…”<br />

(Feth, 29) (Mü’minleri dost edinmek -velâ- ve<br />

kâfirleri de dost edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.) 2<br />

ول<br />

“<strong>Dost</strong>luk” ve Benzeri İfadelerle<br />

Türkçeleştirilen “Velâ” Kelimesi ve<br />

Türdeşlerinin Kur’ân’da Kullanıldığı<br />

Hakiki Anlamları<br />

Velâ, evliyâ, velîyy, tevellî vs. kelimeler Kur’ân’da/<br />

şeriat’ta birtakım manalarda kullanılmıştır. Bu kelimelerin<br />

manaları siyak-sibak’a (yani cümlenin akışına,<br />

bağlam’a) göre belirlenir. Bu manalardan üç tanesi<br />

şunlardır:<br />

2. Bu ve daha birçok ayet ve hadisler ifade ediyor ki; İslam mizanında<br />

dostluğun tek bağı İman/İslam’dır. Düşmanlığın da tek<br />

bağı küfür’dür/şirk’tir. Dünya’nın öbür ucunda da olsa hakiki<br />

kardeş, akide’de kardeş olandır. En yakın akraba dahi olsa hakiki<br />

düşman, akide’de düşman olandır. Bu noktada akrabalık, ırk,<br />

kabile vs. gibi bağların hiçbir değeri yoktur.<br />

07


َّ<br />

ِ<br />

ي<br />

نَ‏<br />

ي<br />

نَ‏<br />

ي<br />

Ömer Faruk<br />

1) Yardım Velâ’sı النرصة)‏ ‏:(والء Manalar arasında<br />

Kur’ân ve Sünnet’te en çok kullanıldığı manası budur.<br />

Nitekim lugat imamları da velâ kelimesi ve türdeşlerini<br />

ele alırken en önde bu manayı zikretmişlerdir. Bu mana<br />

ile ilgili Kur’an da birçok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden<br />

birkaçı:<br />

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ ْ رصُ‏ ُ و‏ نَ‏ ُ مْ‏ مِ‏ نْ‏ دُ‏ ونِ‏ الل<br />

َ ُ مْ‏ مِ‏ نْ‏ أ<br />

وَ‏ مَ‏ ا َ ك َ ن ل<br />

يَن<br />

“O kâfirlerin Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek<br />

hiçbir evliyâsı yoktur…” (Şûrâ, 46)<br />

ُ ْ وَ‏ ه ُ وَ‏ خ َ ْ ُ النَّ‏ اصِ‏ ِ <br />

َّ ُ مَ‏ وْ‏ ال َ ك<br />

بَ‏ لِ‏ الل<br />

“Bilakis mevlânız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.”<br />

(Âl-i İmrân 150)<br />

‏ْك َ فِ‏ رِ‏ <br />

َ َ الْق وْ‏ مِ‏ ال<br />

‏ْرصُ‏ ْ نَ‏ عَ‏ ل<br />

َ مَ‏ وْ‏ َ نَ‏ فَان<br />

‏ْت<br />

أَن<br />

“…Sen bizim mevlâmızsın. Kâfir kavme karşı bize<br />

yardım et.” (Bakara, 286) 3<br />

ال<br />

‏:(والء املودَّ‏ ة واحملبة)‏ (2 Sevgi Velâ’sı<br />

3. Ayrıca bkz: Hacc 78.<br />

08


ي<br />

ي<br />

َّ<br />

ِّ<br />

ي<br />

ْ<br />

ْ<br />

َّ<br />

ف ُ<br />

ي<br />

ج<br />

ي<br />

يْ‏<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

‏ْق<br />

‏ُل<br />

َ مْ‏ ت<br />

ُ َ ون إِل ِ<br />

يُّ‏ َ ا الَّذِ‏ نَ‏ آمَ‏ نُ‏<br />

َ<br />

وا ال<br />

َّ تَت خِ‏ ُ ذوا ع ُ وِّ‏ ي وَ‏ ع<br />

ب‏<br />

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏<br />

ُ ْ أ<br />

َ د َ د ُ وَّ‏ ك<br />

ْ َ وَ‏ َّ د ةِ‏<br />

ِ ل<br />

ي‏ َ أَ‏<br />

”Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız<br />

olanlara sevgi göstererek onları evliyâ edinmeyin…”<br />

(Mümtehine, 1)<br />

‏:(والء الطاعة واملتابعة)‏ Velâ’sı: 3) İtaat ve Tabi Olma<br />

ُ َ إِل<br />

‏ِل<br />

اتَّبِ‏ عُ‏ وا مَ‏ ا أنْ‏ ز<br />

َ<br />

ُ ْ وَ‏ ال<br />

ُ ْ مِ‏ نْ‏ رَ‏ بِّ‏ ك<br />

‏َيْ‏ ك<br />

تَتَّبِ‏ عُ‏ وا مِ‏ نْ‏ دُ‏ ونِهِ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏<br />

”Rabbinizden size indirilene tâbi olun. O’nun dışındaki<br />

evliyâ’ya tâbi olmayın/itaat etmeyin...” (A’râf, 3)<br />

‏َّبِ‏ عْ‏ غ ْ َ سَ‏ بِ‏ يلِ‏<br />

وَ‏ مَ‏ نْ‏ َ يُشاقِ‏ قِ‏ الرَّ‏ سُ‏ َ ول مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏ مَ‏ ا ت َّ نَ‏ هل َ ى وَ‏ يَت<br />

ال ي نَ‏ نُوَ‏ ‏ِهل مَ‏ ا تَوَ‏ ل وَ‏ نُصْ‏ نَّ‏ َ وَ‏ سَ‏ اءَ‏ تْ‏ مَ‏ صِ‏ ي ً ‏ا<br />

ْ ُ د َ <br />

َ ُ ال<br />

‏َبَ‏ <br />

لِ‏ ِ َ َ <br />

ْ ُ ْ ؤ مِ‏ نِ‏ <br />

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra kim Rasûl’e<br />

karşı çıkar ve mü’minlerin, yolundan başkasına tâbi olursa,<br />

onu, tâbi olduğu/itaat ettiği şeye ( ‏(ماتول ّ dost kılar (bu<br />

yol üzere bırakır) ve cehenneme atarız.” (Nisâ, 115)<br />

وَ‏ مِ‏ نَ‏ النَّ‏ اسِ‏ مَ‏ نْ‏ جَ‏ ‏ادِ‏ ل ِ ي الل ِ عِ‏ ‏ٍل وَ‏ يَتَّبِ‏ عُ‏ ك<br />

َ<br />

َّ ُ ‏َّه يُضِ‏ ل يَ‏ ْ دِ‏ يهِ‏ إِل<br />

‏َن<br />

‏َأ<br />

ُ ‏َّه مَ‏ نْ‏ ت ‏َوَ‏ ال هُ‏ ف<br />

‏َن<br />

عَ‏ ل ‏َيْ‏ هِ‏ أ<br />

ِ بِ‏ غَ‏ <br />

ُّ ُ وَ‏ <br />

ُ<br />

ُ َّ ش َ يْ‏ طَانٍ‏ مَ‏ رِ‏ يدٍ‏ . كُ‏ تِ‏ بَ‏<br />

عَ‏ َ ذابِ‏ السَّ‏ عِ‏ ي ِ<br />

09


Ömer Faruk<br />

“İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah hakkında ilimsizce<br />

mücadele ederler ve her bir inatçı şeytana tâbi olurlar.<br />

Onun (şeytanın) hakkında şu yazılmıştır: Her kim ona<br />

tâbi olursa/itaat ederse, ‏(توالّه)‏ muhakkak onu saptırır ve<br />

alevli ateşin azabına sürükler.” (Hacc, 3-4) 4<br />

Dolayısıyla birine yardım etmek veya onu sevmek<br />

veyahut ona tâbi olmak, onu dost edinmek anlamına<br />

gelir. Nitekim Türkçeye “dost” diye çevrilen “veliyy” ve<br />

“mevlâ” kelimeleri, lugatta yardım eden, seven ve tâbi<br />

olan anlamlarına da gelmektedir. 5<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> Edinmenin Kısımları<br />

Bunu bildikten sonra; kâfirleri dost edinmek “Büyük<br />

<strong>Dost</strong>luk” ve “Küçük <strong>Dost</strong>luk” olmak üzere iki kısma<br />

ayrılır:<br />

1) Küçük <strong>Dost</strong>luk (Muvâlât)<br />

Bu kısım dostluk kişiyi dinden çıkartmayan dostluktur.<br />

Bu risalede ele alacağımız konu sadece “büyük<br />

dostluk” konusu olacağından bu kısım üzerinde durmayacağız.<br />

4. Bu ve daha zikretmediğimiz başka manalar için bkz: el-Câmi’ fî<br />

Talebi’l-İlmi’ş-Şerîf, Abdulkâdir b. Abdilazîz, sy. 679.<br />

5. Örneğin bkz: el-Kâmûsu’l Muhît, Fîrûzâbâdî.<br />

10


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

2) Büyük <strong>Dost</strong>luk (Tevellî)<br />

Bu şekil dostluk ise kişiyi dinden çıkartan dostluktur.<br />

Bu şekil dostluğun dört çeşidi vardır: 6<br />

a) <strong>Kâfirleri</strong> dinlerinden/inançlarından ötürü<br />

sevmek<br />

Demokrat birini, bir şirk sistemi olan demokrasi<br />

sebebiyle sevmek gibi. Bu kısmın dinden çıkartıcı olduğu<br />

son derece açık olduğundan üzerinde durmaya<br />

gerek yoktur.<br />

6. Asıl itibariyle Allah (azze ve celle)’ye ortak koşan herbir kimse,<br />

ortak koştuğu kimseyi dost edinmiş demektir (bkz: Lisânu’l<br />

Arab, 15/411); eğer ibadeti kâfir bir kimseye yönlendirmişse o<br />

kâfiri, peygambere veya salih bir zata yönlendirmiş ise, -bunlar<br />

hâşâ kâfir olmadığına göre- kendisine Allah’a (azze ve celle)<br />

ortak koşmayı fısıldayarak şirke düşmesine sebep olmuş olan<br />

kâfir şeytanı dost edinmiştir. Nitekim Allah (azze ve celle) şöyle<br />

buyurmuştur: “Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp<br />

kendilerine bir takım evliyâ (dostlar) edinenler (yani başkasına<br />

ibadet ederek şirk koşanlar): “Onlara, bizi sadece Allah’a<br />

yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler.” (Zumer, 3) (Konuyla<br />

ilgili başka bir ayet için bkz: Ra’d, 16) O halde şirk koşan herkes<br />

kâfirleri dost edinmiş demektir. Ancak bu, genel anlamda böyle<br />

olup özelde ise -dediğimiz gibi- ilim ehli tarafından kâfirleri<br />

dost edinmenin 4 kısmı olduğu tesbit edilmiştir.<br />

11


Ömer Faruk<br />

b) Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım<br />

etmek<br />

Müslümanların aleyhine kâfirlere; bedenle, malla,<br />

dille, kalple, kalemle, silah yardımı yaparak, asker göndererek,<br />

üs açarak, askerlerini eğiterek, fikir vererek,<br />

lojistik destek vererek, kısacası yardım çeşitlerinden<br />

herhangi biriyle yardım etmek. Birilerinin dediği gibi;<br />

yardım çeşitlerinden herhangi biriyle müslümanların<br />

aleyhine yardım eden kişinin, küfrün İslam’a galip<br />

gelmesini istememesi, bu eylemi küfür olmaktan çıkarmaz.<br />

Yani küfrün İslam’a üstün gelmesini isteyerek<br />

Müslümanlara karşı kâfirlere yardım eden kimse iki<br />

küfür eyleminde bulunmuş, böyle bir isteği olmaksızın<br />

herhangi bir dünyevi amaç güderek Müslümanlara<br />

karşı kâfirlere yardım eden kimse ise bir küfür eyleminde<br />

bulunmuştur.<br />

Sadece Dünyevî bir Amaçla da Olsa<br />

Müslümanların Aleyhine Kâfirlere Yardım<br />

Etmenin Küfür Olduğuna Dair Deliller<br />

Sadece dünyevi bir amaçla da olsa müslümanların<br />

aleyhine kâfirlere yardım etmenin küfür olduğuna dair<br />

deliller:<br />

12


ب<br />

ف<br />

ي<br />

ف<br />

ن<br />

ف<br />

ب ِ<br />

‏َت<br />

ج<br />

ي<br />

‏ُت<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

- Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:<br />

‏َك ِ ي ال ي نَ‏ فِ‏ ئَ‏ ت ِ وَ‏ الل ‏َرْ‏ ك<br />

فَ‏ َ ا ل<br />

َّ ُ وَ‏ مَ‏ نْ‏ ْ يُض لِلِ‏ الل<br />

مَ‏ نْ‏ أَض<br />

َ ا كَ‏ سَ‏ بُ‏ وا أ<br />

‏َل<br />

َ ُ يد َ ون أ ْ ‏َن تَ‏ ْ ُ دوا<br />

َ سَ‏ ُ مْ‏ ِ<br />

ً<br />

َ ُ سَ‏ بِ‏ يال<br />

َّ ُ ف ‏َنْ‏ ِ َ د هل<br />

َّ ُ أ<br />

ْ ُ َ نافِ‏ قِ‏ َ ْ ن‏<br />

َ َّ ل الل<br />

ْ ُ<br />

“Allah onları işledikleri yüzünden baş aşağı yıkıvermişken<br />

(saptırmışken) münafıklar hakkında ne diye iki gruba<br />

ayrıldınız? Allah’ın saptırdığını doru yola getirmek mi istiyorsunuz?<br />

Allah’ın saptırdığına asla bir yol bulamazsın.”<br />

(Nisâ, 88)<br />

<br />

عن ن ا‏ عباس:‏ خ خلت ي قوم كنوا ب ‏كة،‏ قد تملكوا ب الإ سالم،‏ كنوا<br />

يظاهرون امل‏<br />

لقينا أحصاب ممد فليس علينا ن مم ب أ ‏س،‏ وأن ي ن املؤمن‏ ملا ب أخوا<br />

ي ن ك‏ ، ‏ف خ رجوا من مكة يطلبون حاجة هلم،‏ فقالوا:‏ إن<br />

ش<br />

ن أم قد خرجوا من مكة،‏ قالت فئة من ي ن املؤمن‏ : اركبوا إل الج بناء<br />

فاقتلوه،‏ ن فإم يظاهرون عليمك عدومك.‏ وقالت فئة أخرى من ي ن املؤمن‏ :<br />

سبحان الل!‏ أو امك قالوا:‏ أتقتلون قوما قد تملكوا ب ‏ثل ما ت تملك‏ به؟ أمِ‏ نْ‏<br />

أجل ن أم مل ي ‏اجروا ومل ت يكوا ي دره تستحل دماؤه وأمواهلم.‏ فكنوا<br />

كذلك ي ن فئت‏ ، والرسول عنده ال ي‏ واحدا من الفريق‏<br />

‏َك ِ ي ال ي نَ‏ فِ‏ ئَ‏ ت<br />

فَ‏ َ ‏}ا ل<br />

خ فأ‏ خل الل:‏<br />

ِ َ ْ ن‏ }<br />

ْ ُ َ نافِ‏ قِ‏ <br />

ْ ُ<br />

ي ء<br />

ي ن عن ش<br />

13


Ömer Faruk<br />

İbn Abbas (radiyallahu anhuma) ayetin iniş sebebini<br />

şöyle anlatmıştır: “Bu ayet, Müslüman olduklarını söyleyen<br />

ve müşriklere yardımcı olan Mekke’deki kimseler<br />

hakkında inmiştir. Onlar ihtiyaçlarını görmek üzere<br />

Mekke’den çıkmışlardı. (Kendi aralarında): “Eğer<br />

Muhammed’in ashabına rastlarsak onlardan bize bir<br />

zarar gelmez.” diyorlardı. Onların Mekke’den çıktıklarını<br />

müminler haber alınca içlerinden bir grup; “Haydi<br />

binin, korkakların üzerine gidip onları öldürün. Zira<br />

onlar size karşı düşmanlarınıza yardımcı oluyorlar”<br />

demişti. İçlerinden bir grup da; “Subhânallâh! Sizin<br />

söylediğiniz gibi söyleyen bir grubu mu öldüreceksiniz?<br />

Memleketlerini terk etmemeleri sebebiyle kanları<br />

ve malları helal mi kılınacak? 7 demiş ve iki gruba bölünmüşlerdi.<br />

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de onların<br />

yanında olup bu iki guruptan hiç birini söylediklerinden<br />

men etmemişti. Bunun üzerine Allah (azze ve<br />

celle) bu ayeti indirdi.” 8<br />

7. İkinci grubun bu sözlerinden anlaşılıyor ki her iki grup da onların,<br />

kâfirlerin dini sebebi ile kendilerine karşı kâfirlere yardım<br />

ettiklerini bilmiyorlardı, buna dair bir malumatları yoktu. Şayet<br />

olsaydı, zaten onların kâfir olduklarında şüphe etmezler, böylece<br />

iki gruba ayrılıp da ikinci grup onlarla savaşmama sebebi<br />

olarak bu sözlerini söylemezlerdi.<br />

8. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) bu rivayeti aktarmış ve ayetin<br />

nuzul sebebi hakkında gelen başka rivayetler arasında bu rivayeti<br />

tercih etmiştir. İbn Kesîr (rahimehullah) bu rivayet hakkında<br />

14


ي<br />

نَ‏<br />

ي<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

Yani Allah (azze ve celle) bu ayetinde; “size karşı olan<br />

bir topluluk hakkında ne diye farklı görüşlere sahip<br />

oluyorsunuz? Niçin onların sapmış kâfirler oldukları<br />

hakkında kesin hüküm vermiyorsunuz?” demektedir.<br />

- İbn Abbas (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir:<br />

أن ن ‏سا من ي ن املسمل‏ كنوا مع ش امل‏ ي ن ك‏ ، ث يكون سواد ش امل‏ ي ن ك‏ عل<br />

رسول الل صل الل عليه وسل ي ي أ ت‏ السم ُ فَىم به،‏ فيصيب أحده<br />

فيقتل،‏ أو ض يرصب عنقه فيقتل،‏ خ فأ‏ خل الل ‏]عز وجل[‏ { إِنَّ‏ ال<br />

‏ْف<br />

‏َن<br />

‏َّاه َ الِ‏ ِ ي أ<br />

تَوَ‏ ف<br />

‏َّذِ‏ <br />

ْ َ َ الئِك ُ ة ظ ُ سِ‏ ِ مْ‏ }<br />

ُ ُ ال<br />

“Müslümanlardan bir grup müşriklerle beraberdiler.<br />

Böylelikle Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı<br />

onların sayılarını çoğaltıyorlardı. Atılan bir ok onlardan<br />

birine isabet ederek öldürüyordu. Ya da birinin<br />

boynuna vuruluyordu ve ölüyordu. Bunun üzerine Allah<br />

(azze ve celle) şu ayeti indirdi:<br />

şöyle demiştir: Bunu İbn Ebî Hâtim rivayet etmiştir. Ebu Seleme<br />

ibn Abdirrahman, İkrime, Mücahid, Dahhâk ve daha başkalarından<br />

da buna yakın bir rivayet aktarılmıştır.<br />

15


َّ<br />

َ<br />

َ<br />

ي<br />

ف<br />

ج<br />

‏ُوا ُ ك َّ نا<br />

‏ُوا فِ‏ ي َ كُ‏ نتُ‏ ْ قَال<br />

‏َال<br />

ِ الل وَ‏ اسِ‏ عَ‏ ةً‏ ف تُ‏ ‏َاجِ‏ رُ‏ وا فِ‏ ي‏ ‏َا<br />

ْ<br />

َ<br />

Ömer Faruk<br />

‏َن ُ ‏ْف سِ‏ ِ مْ‏ ق<br />

‏َّاه ئِكَ‏ ة َ الِ‏ ِ ي أ<br />

إِنَّ‏ ال نَ‏ تَوَ‏ ف<br />

ض<br />

‏َل ُ نْ‏ أ ‏َرْ‏ ُ<br />

‏ُوا أ<br />

‏َال<br />

ْ أَرْ‏ ضِ‏ ق<br />

مُ‏ سْ‏ تَ‏ ض ي نَ‏ ِ ي اال<br />

‏َئِ‏ َ ك مَ‏ أ ‏ْوَ‏ اه نَّ‏ ُ وَ‏ سَ‏ اءَ‏ تْ‏ مَ‏ صِ‏ ي ً ‏ا<br />

‏ُول<br />

فَأ<br />

ُ ظ<br />

ْ تَك<br />

َ َ ْ ُ<br />

ْ َ ال<br />

ُ ُ ال<br />

‏َّذِ‏ <br />

ْ عَ‏ فِ‏ <br />

“Nefislerine zulmeden kimselere melekler, canlarını<br />

alırken: "Ne işte idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde<br />

mustazaf kimselerdik/çaresizdik" diye cevap verdiler. (Melekler<br />

de): "Allah’ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de<br />

oraya hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir,<br />

orası ne kötü bir gidiş yeridir!” (Nisâ, 97)” 9<br />

Ulemâ, ayette bahsedilen kimselerin âsi Müslümanlar<br />

mı, yoksa mürted olarak mı öldükleri konusunda<br />

ihtilaf etmişlerdir. Kimi âlimler onların zorla<br />

(ikrahen) savaşa çıkarıldıklarını ileri sürerek -ikrah,<br />

kâfir olmaya engel bir özür olduğu için- bu kimselerin<br />

Müslüman olduklarını söylemiş, kimi âlimler ise bunların<br />

kâfir olarak can verdiklerine, zira her ne kadar da<br />

savaşa ikrahen çıkarılmış olsalar da ikrahın meydana<br />

gelmesine; güç yetirdikleri halde hicretten geri kalmaları’<br />

sebep olduğu için haklarındaki hükmün böyle olduğuna<br />

kani olmuşlardır. Ancak ulemâ, ikrahen savaşa<br />

çıkarılmış olsalar bile savaş’ta onlara; öldürme, esir<br />

9. Buhârî.<br />

16


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

alma ve fidye talep etme noktasında, yani zâhirde/görünüşte<br />

kâfir muamelesi yapılacağında, ikrah olmadığı<br />

takdirde ise böylesi kimselerin hakikaten dinden çıkacakları<br />

noktasında görüş birliği içerisindedirler. Nitekim<br />

Bedir günü Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası<br />

Abbas (radiyallahu anh) zorla Müslümanlara karşı müşriklerin<br />

safında yer almış, esir düşmüş ve Nebî (sallallahu<br />

aleyhi ve sellem) ondan fidye talep etmişti. Bunun üzerine<br />

Abbas (radiyallahu anh): “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben Müslüman<br />

idim.” demiş, buna karşılık Nebî (sallallahu aleyhi ve<br />

sellem) de:<br />

الل أعل ب إسالمك فإن يكن امك تقول فالل ي ج ‏زيك بذلك فأما ظاهر<br />

أمرك فكن علينا<br />

“Allah İslam’ını en iyi bilendir. Eğer dediğin gibiyse Allah<br />

bunun karşılığını sana verir. Ancak senin zâhirin bize<br />

karşı olduğunu gösteriyor…” 10 diyerek ona kâfir muamelesinde<br />

bulunmuştur.<br />

- Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:<br />

10. Hâkim; Müstedrek (Hâkim, bu rivayetin, Müslim’in şartı üzerine<br />

sahih olduğunu belirtmiştir), Beyhakî.<br />

17


ي<br />

ن<br />

ي<br />

َ<br />

ئ<br />

َ<br />

َ ابِ‏<br />

ْ<br />

تُ‏ ْ<br />

Ömer Faruk<br />

‏ْكِ‏ ت<br />

نَ‏ ُ فَقوا يَق َ ‏ُون الِ‏ إ ْ ‏ِخ وَ‏ ا‏ نَ‏ كَ‏ َ ف رُ‏ وا مِ‏ نْ‏ أ ْ ‏َه لِ‏ ال<br />

‏ُوتِل<br />

تُ‏ ْ لَن ْ رُ‏ جَ‏ نَّ‏ مَ‏ عَ‏ ك نُطِ‏ يعُ‏ فِ‏ يك ‏َحَ‏ ً دا أ ‏َبَ‏ ً دا وَ‏ إِن<br />

‏َسشْ‏ َ ُ د نَّ‏ ُ إِ‏ مْ‏ َ لَك ذِ‏ بُ‏ ونَ‏<br />

َّ ُ ي<br />

ُ ْ وَ‏ الل<br />

‏َّك<br />

لَن<br />

ْ ق<br />

ِ ِ مُ‏ الَّذِ‏ <br />

ُ ْ أ<br />

ُ ْ وَ‏ ال<br />

الَّذِ‏ نَ‏ ُ ول<br />

ْ رِجْ‏ َ خ<br />

َ ْ ن رصُ‏ َ ن<br />

َ<br />

أَل ْ تَ‏ َ إِل<br />

ِ نْ‏ لَ‏ أُخ<br />

“Münafıkların kitap ehlinden kâfir kardeşlerine: “Eğer<br />

siz yurdunuzdan çıkartılırsanız andolsun biz de sizinle çıkarız.<br />

Sizin aleyhinizde kimseye asla itaat etmeyiz ve eğer<br />

(müslümanlar tarafından) sizinle savaşılırsa muhakkak ki<br />

size yardım ederiz.” dediklerini görmedin mi? Allah onların<br />

yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Haşr, 11)<br />

Bu ayette münafıkların, Ehl-i Kitabın kardeşleri,<br />

yani kâfirler olarak sayılmalarının sebebi, bi’l fiil olmadığı<br />

halde ve sözlerinde yalancı oldukları halde Müslümanların<br />

karşısında Ehl-i Kitabın yanında olacaklarına<br />

dair söz vermeleri’ olarak belirtilmiştir. Eğer bunların<br />

durumu böyleyse, ya kâfirlere bu noktada söz verip de<br />

bi’l fiil bu sözünde duranların hali ne olur acaba?!<br />

- Yahudi ve Hristiyanların dost edinilmesini yasaklayan<br />

ve bunun dinden çıkarttığını belirten ayet (Mâide,<br />

51) ile bağlantılı bir sonraki ayetlerde (Mâide, 52-<br />

53) şöyle buyrulmuştur:<br />

18


َّ<br />

ِ<br />

َ<br />

شَ‏<br />

ٌ<br />

ئ<br />

ف<br />

ي<br />

ي<br />

ف<br />

ن<br />

ب<br />

ي<br />

ت<br />

ب<br />

ي<br />

ي<br />

نَ‏<br />

ي<br />

ب<br />

َ ْ ت َ ا<br />

َ ل<br />

‏َّذِ‏ وا ِ ‏لل<br />

َ اسِ‏ ِ <br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

فَ‏ ‏َى ال<br />

تَ‏<br />

دَ‏ ِ ا‏ ‏َةٌ‏ ف ‏َعَ‏ سَ‏<br />

‏ْف<br />

ِ ي أَن<br />

ج‏<br />

ُ َ ون فِ‏ ُ ول<br />

‏َّذِ‏ نَ‏ <br />

ْ ح أ<br />

ِ<br />

أْ‏ ِ َ لْفت<br />

ي<br />

َ َ<br />

َّ ُ أ ْ ِ<br />

‏َّذِ‏ َ ؤ<br />

أَسَ‏ ُّ وا ُ سِ‏ ِ مْ‏ ُ ُ ول ال<br />

ْ ُ ُ مْ‏ ف<br />

َ َ عَ‏ ك ْ أ ‏َال<br />

َ ْ َ د أْ‏ َ َ ِ ِ ا‏ مْ‏ إِ‏<br />

‏ُصِ‏ يبَن<br />

نَ‏ خْ‏ أَن<br />

‏ُون<br />

‏ُو‏ مْ‏ مَ‏ رَ‏ ض يُسَ‏ ارِع ي ِ مْ‏ يَق<br />

ِ ي قُل ِ ِ<br />

‏َيُ‏ صْ‏ بِ‏ حُ‏ وا ع مَ‏ ا<br />

‏َمْ‏ مِ‏ نْ‏ عِ‏ ْ ن دِ‏ هِ‏ ف<br />

‏َن ‏َوْ‏ أ رٍ‏<br />

الل<br />

‏ْسَ‏ مُ‏<br />

‏َه َ ‏ُال ءِ‏ ال نَ‏ أَق<br />

نَ‏ دِ‏ مِ‏ ي نَ‏ . وَ‏ يَق نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا أ<br />

‏َصْ‏ بَ‏ حُ‏ وا خ<br />

‏َأ<br />

‏َع<br />

‏َت<br />

ُ ْ حَ‏ بِ‏ ط<br />

نَّ‏ ُ مْ‏ ل<br />

“Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin: “Bize bir<br />

felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek, onların arasında<br />

koşuştuklarını (kâfirleri dost edindiklerini) görürsün.<br />

Umulur ki Allah bir zafer ihsan eder veya katından bir emir<br />

(azap) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.<br />

İman edenler: “Olanca güçleriyle sizinle beraber olduklarına<br />

dair Allah’a yemin edenler bunlar mı?” derler. 11 Onların<br />

amelleri boşa gitmiş ve böylece hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.”<br />

Görüldüğü gibi ayette bahis mevzuu edilenlerin<br />

amellerinin boşa gitmesinin, yani kâfir olmalarının sebebi<br />

olarak, sadece dünyalık bir endişe yüzünden kâfirleri<br />

dost edinmeleri’ vurgulanmıştır.<br />

11. İman edenlerin bu sözü, bunların dost edindiği kâfirlere söylemiş<br />

olmaları da ihtimaldir, onların bu hallerine hayret ederek<br />

kendileri gibi iman etmiş kimselere; “bunlar mıydı kâfirlere<br />

karşı sizinle bereber olduklarına dair yemin edenler” şeklinde<br />

söylemiş olmaları da ihtimaldir. Müfessirler her iki ihtimalin de<br />

kastedilmiş olabileceğini ifade etmişlerdir.<br />

19


Ömer Faruk<br />

İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Müfessirler,<br />

bu ayetlerin (yani Mâide, 51-53. ayetlerin),<br />

İslam’ı izhar eden ve kalplerinde hastalık bulunup da<br />

Müslümanların mağlup edilmesinden korkup; “Muhammed<br />

yalancıdır, Yahudiler ve Hristiyanlar ise doğrudur”<br />

dedikleri için değil, kalplerindeki korku nedeniyle<br />

Yahudi, Hristiyan ve başkalarını dost edinmiş bir<br />

kavim hakkında indiğinde ittifak etmişlerdir.” 12<br />

İbn Merduveyh (rahimehullah) İbn Abbas’ın (radiyallahu<br />

anhuma) şöyle dediğini tahric etmiştir: “Abdullah b.<br />

Übeyy b. Selül (münafıkların başı) Müslüman oldu,<br />

sonra dedi ki: “Benimle Kurayza ve Nadîroğulları (iki<br />

Yahudi kabilesi) arasında bir anlaşma var ve ben sıkıntılardan<br />

korkuyorum.” Böylece mürted oldu. Ubâde b.<br />

Sâmit (radiyallahu anh) dedi ki: “Kurayza ve Nadiroğulları<br />

ile anlaşmalı olmaktan Allah’a sığınır ve Allah’ı ve<br />

Rasûlü’nü dost edinirim.” Bunun üzerine ayetler indi.” 13<br />

12. Mecmûu’l-Fetâvâ, 2/112.<br />

13. ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 3/98, Fethu’l-Kadîr, Şevkânî.<br />

Şevkânî (rahimehullah) bu rivayeti aktardıktan sonra şunları kaydetmiştir:<br />

“İbn Merduveyh buna benzer bir rivayeti, Ubâde b.<br />

Velîd b. Ubâde b. Samit’ten, o da babasından, o da dedesinden,<br />

(yani bu) yoldan da tahrîc etmiştir.” Keza bu rivayeti, “Fethu’l-Beyân<br />

fî Mekâsıdi’l, Kur’ân” adlı tefsirinde Muhammed<br />

Sıddîk Hân (rahimehullah) da aktarmıştır.<br />

20


ي<br />

ب<br />

ب<br />

ي<br />

ِ ي<br />

ف<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

Açık bir şekilde anlaşılıyor ki bu ayetler, sadece<br />

dünyevi kaygılarını mazeret olarak ileri sürerek kâfirleri<br />

dost edinen münafıklardan bahsetmektedir. O<br />

münafıklar ki, az evvel zikredilen Haşr sûresi 11. ayette<br />

geçtiği üzere, yalan vaatlerde bulunarak kâfirlerin arasında<br />

koşuşmuş/onları dost edinmişlerdi.<br />

- İbn Abbas, Dahhâk, Süddî, İbn Zeyd, İbn Cerîr<br />

et-Taberî, İbn Kesîr, İbnu’l-Cevzî ve Âlûsî gibi âlimlerin<br />

benimsediği görüşe göre yine “münafıklar”dan<br />

bahseden bir ayette şöyle buyrulmuştur:<br />

إِنَّ‏ ال نَ‏ ارْ‏ ُّ تَدوا ع أَد َ رِ‏ هِ‏ ْ مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏ مَ‏ ا تَبَ‏ َّ نَ‏ ل َ ى الش طَانُ‏<br />

‏ُوا لِل نَ‏ كَ‏ رِ‏ ُ هوا مَ‏ ا نَ‏ زَّل<br />

َ نَّ‏ ُ أَ‏ مْ‏ قَال<br />

َ ُ مْ‏ وَ‏ أ ‏َمْ‏ ل ل<br />

سَ‏ وَّل<br />

ْ أَمْ‏ وَ‏ الل<br />

سَ‏ نُ‏ طِ‏ يعُ‏ ك ِ ي بَ‏ عْ‏ ضِ‏ اال رِ‏<br />

يْ‏ َّ<br />

ُ َّ<br />

َ الل<br />

ْ ُ د<br />

َ ُ مُ‏ ال<br />

ْ ُ<br />

َ ُ إِسْ‏ َ ارَ‏ ه<br />

‏َّذِ‏ <br />

َّ ُ يَعْ‏ ل<br />

َ<br />

َ ل<br />

ْ<br />

َ ُ مْ‏ . َ ذ َ لِك <br />

ْ ُ<br />

‏َّذِ‏ <br />

َ ل<br />

“Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra<br />

arkalarına dönenlere (yani imandan ayrılıp küfre dönenlere)<br />

şeytan (küfrü, dinden dönmeyi) süslü göstermiş ve<br />

onlara uzun ömürler vadetmiştir. Bunun sebebi, onların,<br />

Allah’ın indirdiğini beğenmeyenlere: “Bazı hususlarda size<br />

itaat edeceğiz” demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini<br />

biliyor.” (Muhammed, 25-26)<br />

21


Ömer Faruk<br />

İbn Abbas’ın (radiyallahu anhuma) dediğine göre bu<br />

münafıkların, hakkında itaat sözü verdikleri hususlar<br />

Haşr sûresi 11. ayette açıklanmıştır. 14 Nitekim Kurtubî<br />

(rahimehullah), itaat ettikleri bazı hususları şöyle tefsir etmiştir:<br />

“Yani Muhammed’e muhalefette, O’na düşmanlık<br />

noktasında yardımlaşmada, O’nunla birlikte cihada<br />

çıkmama konusunda ve gizlice O’nun işini zayıflatmada<br />

(size itaat edeceğiz.)”<br />

Eğer ki ayette söz edilenlerin dinden çıkmalarının<br />

nedeni sadece, Müslümanların aleyhinde olma noktasında<br />

ileride kâfirlere itaat sözü vermeye bağlanmışsa,<br />

o halde Müslümanlara karşı kâfirlere yardım sözü verip<br />

de bu sözlerini fiilî olarak gerçekleştirenlerin hali<br />

ne olur?!<br />

- Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmenin<br />

başlı başına küfür bir eylem olduğunu gösteren bir başka<br />

delil de icmâ’dır;<br />

* Muhammed b. Abdilvehhab (rahimehullah) şöyle demiştir:<br />

واعملوا أن أ اال ت دهل عل ي تكف‏ املسل الصاحل:‏ إذا ش أسك ب ‏لل،‏ أو صار<br />

14. Bkz: el-Bahru’l Muhît, Ebu Hayyân.<br />

22


ي<br />

<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

مع ش امل‏ ي ن ك‏ عل ن املوحد‏ - ولو مل ش يك - ث أك‏ من أن ت ‏رص،‏ من<br />

الكم الل،‏ والكم رسوهل،‏ والكم أهل العل لكهم<br />

“Bilin ki, salih bir müslümanın, Allah (azze ve celle)’ye<br />

ortak koştuğu zaman veya ortak koşmasa bile muvahhidlerin<br />

aleyhine müşriklerle beraber olduğu zaman<br />

tekfir edilmesine ilişkin Allah (azze ve celle)’nin sözünden,<br />

Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözünden ve ilim<br />

ehlinin hepsinin sözünden deliller sınırlandırılmaktan<br />

daha çoktur.” 15<br />

Müslümanların aleyhine müşriklere dinleri sebebiyle<br />

destek veren birinin Allah (azze ve celle)’ye ortak<br />

koştuğu son derece aşikardır. Dolayısıyla Muhammed<br />

b. Abdi’l-vehhab’ın, “ortak koşmasa bile” sözüyle kastettiği,<br />

dünyalık bir menfaat güderek müşriklere yardımda<br />

bulunan kimsedir.<br />

Muhammed b. Abdi’l-vehhab (rahimehullah) bir başka<br />

yerde şunları kaydetmiştir:<br />

ومعلوم أن الك من ي ن الطائفت‏ : أهل العراق،‏ وأهل الشام معتقدة<br />

ن أا عل الق أ واالخرى ظاملة،‏ ونبغ من أحصاب ي عل من ش أسك بع ي ل<br />

15. ed-Duraru’s-Seniyye, 10/8.<br />

23


ف<br />

ف<br />

ي<br />

ن<br />

ب<br />

Ömer Faruk<br />

وأحج ع الصحابة عل كفره ت وردم وقتلهم،‏ لكن ق حرم ي عل ، وا‏<br />

ي ى قتلهم ب ‏لسيف ت أى أهل الشام لو حلهم خ مالفة ي عل عل<br />

ً<br />

ت االجع ب ‏م،‏ واالعتذار ن عم ة واملقاتل مهعم لو امتنعوا ت أى أحدا<br />

من الصحابة يشك ي كفر من التجأ ي إلم ؟ ولو ظ أر ب الاءة من<br />

اعتقاده،‏ ن وإا التجأ ي إلم ن وز‏ ب مذهم أ الجل االقتصاص من قت ة ل<br />

ث عن،‏ فتفكر ي هذه القضية ن فإا ال ق تب‏ ب شة إال عل من أراد الل<br />

فتنته<br />

عباس <br />

“…Malumdur ki her iki grup da -yani Irak ehli (Ali<br />

(radiyallahu anh) ve beraberindekiler) ve Şam ehli (Muâviye<br />

(radiyallahu anh) ve beraberindekiler)- kendilerinin<br />

hak üzere olduğuna, diğerlerinin ise zalim olduklarına<br />

inanıyordu. Ali (radiyallahu anh)’ın beraberindekilerden<br />

Ali (radiyallahu anh)’ı (Allah’a) ortak koşan kimseler<br />

ortaya çıkmıştı. ve sahabeler onların küfründe, riddetinde<br />

ve öldürülmelerinde icmâ etmişlerdi. Lakin Ali<br />

(radiyallahu anh) onları yakmış (yakarak öldürmüş), İbn<br />

Abbas (radiyallahu anhuma) ise onların kılıçla öldürülmeleri<br />

görüşündeydi. Acaba Ali (radiyallahu anh)’a olan muhalefetleri<br />

Şam ehlini, onlarla (yani Ali (radiyallahu anh)’ı<br />

ortak koşan kimselerle) birleşmeye, onlar hakkında<br />

özür ileri sürmeye ve şayet onların Ali (radiyallahu anh)’a<br />

karşı savaşma güçleri olsaydı da onlarla birlikte (on-<br />

24


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

ların safında) savaşmaya itseydi, itikadlarından beri<br />

olduğunu izhar etse bile onlara katılan (saflarında yer<br />

alan) kimsenin küfründe sahabeden bir kişinin şüphe<br />

ettiğini görecek miydin? Halbuki (farzettiğimiz) böyle<br />

biri, sadece Osman’ın (radiyallahu anh) katillerinden intikam<br />

almak için onlara katılmış ve onların (Ali (radiyallahu<br />

anh)’a karşı olan) bu tutumlarını süslü göstermiştir<br />

(Fakat buna rağmen böyle biri yine de küfre girerdi.)<br />

Bu meseleyi düşün. Bu meselede sadece Allah (azze ve<br />

celle)’nin sapmasını istediği kimselerde şüphe kalır.” 16<br />

- Şeyh Muhammed’in torunlarından Abdullatîf<br />

b. Abdi’r-rahman b. Hasen (rahimehullah), kâfirlere düşmanlığın<br />

ve onlardan beri olmanın gerekliliği hakkında<br />

söz ettikten sonra şöyle söylemiştir:<br />

16. Târîhu Necd, sy.338. Burada Muhammed b. Abdi’l-vehhab’ın<br />

faraza olarak ortaya attığı meselede, Müslümanlara karşı savaşan<br />

ve bu savaşın sancaktarlığını yapan kâfirlere yardım etmek<br />

söz konusudur. Ancak sancaktarlığını kendilerinin yaptığı bir<br />

savaşta Müslümanların, yine kendileri gibi Müslüman bir devlete<br />

veya gruba karşı savaşlarında kâfirlerden yardım istemesi<br />

ise küfür değildir, fakat sahih olan görüşe göre haramdır, hiçbir<br />

surette caiz değildir. (Detayı için bkz: el-Kavlu’l-Muhtâr fî<br />

Hukmi’l-İstiâneti bi’l-Kuffâr, Hamûd b. Uklâ eş-Şuaybî) Zira ilk<br />

meselede Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmek söz konusuyken<br />

ikinci meselede ise kendileri gibi Müslüman olanlara<br />

karşı savaşan Müslümanların, kâfirlerden yardım istemesi söz<br />

konusudur.<br />

25


Ömer Faruk<br />

فكيف ب ‏ن ن أعام،‏ أو جره عل بالد أهل االإ سالم،‏ أو ن أث‏ ي علم،‏ أو<br />

فضلهم ب ‏لعدل عل أهل االإ سالم،‏ واختار ي دره ت ومساكنم ت وواليم<br />

وأحب ظ وره،‏ فإن هذا ردة ي صة ب ‏التفاق<br />

“…O halde onlara yardım eden veya onları müslümanların<br />

beldelerine çeken/sürükleyen, veya onları<br />

öven, veya onları Müslümanlardan daha adaletli gören,<br />

onların memleketlerini, onlarla oturup yaşamayı<br />

ve onların dostluğunu tercih eden ve onların galip<br />

konumda olmasını isteyen kimsenin durumu nasıldır!<br />

Şüphesiz ki bu, ittifakla açık bir riddettir.” 17<br />

Şeyh Abdullatîf ’in sözündeki “veya” kelimelerinden<br />

anlaşılmaktadır ki, bu sayılanlardan her biri -ki<br />

bunlardan biri de onlara yardım eden’dir- ayrı ayrı<br />

icmâ ile küfür olan eylemleridir.<br />

* Abdülaziz b. Bâz (rahimehullah) şunları söylemiştir:<br />

وقد أحج ع عملاء االإ سالم عل أنَّ‏ من ظاهر الكفار عل ي ن املسمل‏<br />

وساعده ب أ ‏ي نوع من املساعدة ف ‏و كفر مثلهم<br />

17. ed-Duraru’s-Seniyye, 8/326.<br />

26


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

“İslam âlimleri, Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

destek olan, onlara yardım çeşitlerinden herhangi biriyle<br />

yardım eden kimsenin onlar gibi kâfir olduğunda<br />

icmâ etmişlerdir.” 18<br />

Hâtıb b. Ebî Beltea Kıssası<br />

Hüküm bu kadar belli olmasına rağmen kimileri,<br />

bu eylemin başlı başına küfür olmadığını, ancak<br />

kâfirlerin dinleri sebebiyle yapıldığı takdirde küfür<br />

olacağını iddia etmektedirler. Bu bâtıl iddialarına gerekçe<br />

olarak ileri sürdükleri en güçlü delilleri, meşhur<br />

Hâtıb b. Ebî Beltea (radiyallahu anh)’ın kıssasıdır. Şöyle<br />

ki, Hâtıb (radiyallahu anh) bir kadın aracılığıyla Mekkeli<br />

müşriklere mektup göndermiş, mektup daha müşriklere<br />

ulaşmadan kadından alınmış ve Rasûlullah’a (sallallahu<br />

aleyhi ve sellem) getirilmiştir. Hâtıb bu mektupta<br />

müşriklere, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onlar<br />

hakkındaki gizli planını (yani Mekke’ye doğru yürüyüp<br />

onlara saldıracağını) haber vermişti. Rasûlullah<br />

(sallallahu aleyhi ve sellem) Hâtıb’a şöyle dedi: “Ey Hâtıb! Bu<br />

18. Mecmûu’l-Fetâvâ ve’l-Makâlât, 1/274. İcmâyı nakleden daha<br />

başka ilim ehli de vardır. ve daha bir çok âlim, bu eylemin küfür<br />

olduğunu açıkça belirtmişlerdir. “Ebu Zerka’nın Velâ ve Berâ<br />

Konuşmasına Reddiye” başlıklı ses kaydında, bu eylemin küfür<br />

olduğuna dair âlimlerden bazısının sözlerini aktardık. Dileyen<br />

oraya bakabilir.<br />

27


Ömer Faruk<br />

da nedir?” Hâtıb şöyle dedi: “Benim hakkımda acele<br />

davranma! Ben Kureyş’e sonradan dahil olmuş, onların<br />

bizzat kendilerinden olmayan biriyim. Seninle beraber<br />

olan muhacirlerin Mekke’de ailelerini koruyacak akrabalıkları<br />

vardır. Onların sahip oldukları soy bağı bende<br />

olmadığı için yakınlarımı korusunlar diye onların<br />

yanında bir elim (desteğim) olsun istedim. Ben bunu,<br />

küfretmek, dinimden dönmek ve İslam’dan sonra küfre<br />

rıza göstermek maksadıyla yapmadım.” Bunun üzerine<br />

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “O size<br />

doğru söyledi.” Ömer (radiyallahu anh) dedi ki. “Beni bırak<br />

da şu münafığın boynunu vurayım.” Rasûlullah da<br />

(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki O<br />

Bedre tanıklık etmiştir. Nereden biliyorsun, belki Allah<br />

(azze ve celle) Bedir ehline bakıp: “İstediğinizi yapın, sizi<br />

affettim” demiştir.” 19<br />

Bu kıssayı öne sürerek diyorlar ki: “Hâtıb’ın (radiyallahu<br />

anh) bu yaptığı, Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

yardım etmek idi. Eğer bu eylem başlı başına küfür olsaydı,<br />

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) onu direk tekfir eder<br />

ve kastını sormazdı. Yine Hâtıb’ın (radiyallahu anh); “Ben<br />

bunu, küfretmek… yapmadım” sözü de, bu eylemin<br />

19. Bu kıssa, Buhârî, Müslim ve daha başka kaynaklarda da geçmektedir.<br />

28


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

ancak şirki sevmek/şirkin İslam’a üstün gelmesini istemek<br />

şartıyla küfür olacağına delalet etmektedir.”<br />

Hâtıb (radiyallahu anh)’nın kıssasından yapılan bu çıkarımın<br />

bâtıl olduğunu maddeler halinde izah edelim:<br />

1) Kâdı Ebu Ya’lâ 20 , Ebu Bekr el-Cessâs 21 ve İbnu’l-Cevzî<br />

22 gibi kimi âlimler, Hâtıb’ın (radiyallahu anh)<br />

fiilinin küfür olduğunu, lakin tekfirine mani bir özür<br />

bulunduğu için -ki bu özrü, yaptığı te’vil sonucu bu<br />

eyleminin küfür olmayıp caiz olduğunu zannetmesiydi-<br />

tekfir edilmediğini söylemişlerdir. Hâtıb’ın (radiyallahu<br />

anh) yaptığına küfür diyen kimileri de, Rasûlullah<br />

(sallallahu aleyhi ve sellem)’in, vahiy yoluyla onun doğru<br />

söylediğini bildiği için onu tekfir etmediğini, ancak<br />

artık vahiy kesildiği için Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığını<br />

yapanların direk tekfir edileceği görüşündedirler.<br />

Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür olduğu görüşüne<br />

göre bu kıssa, Müslümanlara zarar verecek bir haberi<br />

kâfirlere ulaştırmanın -ki bu da yardım çeşitlerinden<br />

biridir- küfür olduğuna delildir. O halde Hâtıb’ın (radiyallahu<br />

anh) yaptığından daha açık bir yardımda bulu-<br />

20. Bkz: Zâdu’l-Mesîr, İbnu’l-Cevzî, 6/17.<br />

21. Bkz: Ahkâmu’l-Kur’ân, 9/50.<br />

22. Bkz: Keşfu’l-Muşkil, 1/99.<br />

29


Ömer Faruk<br />

nanlar hayli hayli küfür bir fiil işlemiş olmaktadırlar.<br />

Buna karşın İmam Şâfiî, İmam Tahâvî, İbn Teymiyye,<br />

İbnu’l Kayyim ve Abdullatîf b. Abdirrahman b.<br />

Hasen gibi ulemâ ise, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığının<br />

küfür olmayıp masiyet olduğuna kani olmuşlardır ki,<br />

Allahu A’lem doğru olan görüş de budur. 23 Ancak, sözlerin<br />

muhkemini bırakıp da müteşabihine sarılan eğri/<br />

hasta kalpli kimseler, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür<br />

olmadığını savunan âlimlerin (özellikle de İmam<br />

Şâfiî, İbn Teymiyye ve Abdullatîf b. Abdirrahman b.<br />

Hasen’in) bu düşüncede olmalarından ve kıssaya dair<br />

bazı açıklamalarından hareketle onların, Müslümanlara<br />

karşı kâfirlere yardımın dinden çıkartan bir fiil<br />

olabilmesi için kâfirlerin dini sebebiyle yapılmasını<br />

şart koştuklarını, böyle olmayıp da sadece dünyevî bir<br />

gayeyle yapılan yardıma ise küfür demediklerini iddia<br />

etmişlerdir. Halbuki Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığının<br />

küfür olmadığı düşüncesinde olmak, dünyevî bir<br />

amaçla Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım fiili-<br />

23. Ve Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî’nin (rahimehullah) söylediğine göre bu<br />

görüşü savunan âlimler çoğunluğu oluşturmaktadır. (Bkz: el-<br />

Mu’lim fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim, sy. 51. Bununla beraber<br />

Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür olup da tekfirin engellerinden<br />

biri olan te’vil engelinden ötürü Hâtıb’ın (radiyallahu anh)<br />

tekfir edilmediği görüşü de güçlü bir görüştür.<br />

30


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

nin küfür olmadığını söylemeyi gerekli kılmaz. 3. ve 4.<br />

maddelerde bunun izahı yapılacaktır.<br />

2) Bu kıssa, Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım<br />

etmenin başlı başına küfür olduğunu gösteren delillerden<br />

biridir. Bunun böyle olduğu, rivayette geçen<br />

şu iki yerden anlaşılmaktadır:<br />

a) Ömer (radiyallahu anh)’ın sözü: “Beni bırak da şu<br />

münafığın boynunu vurayım.” 24<br />

Başka rivayetlerde şöyle dediği geçer: “Ey Allah’ın<br />

Rasûlü! Beni bırak da Hâtıb b. Ebî Beltaa’nın boynunu<br />

vurayım. Muhakkak ki o kâfir olmuştur.” 25<br />

“Ey Allah’ın Rasûlü! O’nun boynunu vurayım. Muhakkak<br />

ki o kâfir olmuştur.” 26<br />

(Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) Hâtıb’ın Bedre tanıklık<br />

ettiğini söyledikten sonra): “Ancak o ahdini bozdu ve<br />

sana karşı düşmanlarına destek oldu.” 27<br />

24. Buhârî, no:4274; Müslim, no:6351.<br />

25. el-Mu’cem’ul-Evsat, Taberânî, no:2268.<br />

26. ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 6/302.<br />

27. Musnedu Ebî Ya’lâ el-Mevsılî, no:393.<br />

31


Ömer Faruk<br />

Bir başka rivayette Ömer (radiyallahu anh)’ın O’nu Allah<br />

(azze ve celle)’ye ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ihanet<br />

etmekle suçladığı, 28 başka bir rivayette ise Allah’ın<br />

düşmanı olarak nitelediği 29 geçmektedir.<br />

Ömer (radiyallahu anh)’dan gelen bu rivayetlerden anlaşılıyor<br />

ki O (radiyallahu anh), Müslümanlara karşı kâfirlere<br />

yardımcı olmanın dinden çıkartan bir davranış<br />

olduğuna itikad ediyordu. Zira Ömer (radiyallahu anh),<br />

Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme türünden<br />

böyle bir hadiseyle karşılaşınca tepkisini bu şekilde<br />

ortaya koymuştu. Ancak Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem),<br />

-bir sonraki maddede izahı yapılacağı üzere- Hatıb’ın<br />

(radiyallahu anh) yaptığının, Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

yardım etmek, olduğu açık olan bir şekilde fiil<br />

olmadığını belirterek O’nun küfrüne hükmetmenin<br />

yanlış olacağını ifade etmişti.<br />

b) Hâtıb (radiyallahu anh)’ın sözü: “Ben bunu, küfretmek,<br />

dinimden dönmek, ve İslam’dan sonra küfre rıza<br />

göstermek maksadıyla yapmadım.” Demek ki Hâtıb (radiyallahu<br />

anh), Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım<br />

etmenin küfür olduğunu biliyordu, ancak -birazdan da<br />

28. Bkz: Buhârî, No: 6939.<br />

29. Bkz: ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 6/303.<br />

32


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

değinileceği üzere- kendi yaptığının bu tür bir eylem<br />

olmadığını ifade etmek için bunları söylemişti. Zira<br />

şayet Hâtıb’a (radiyallahu anh) ve diğer sahabelere göre<br />

Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme eylemi<br />

dinden çıkartmayan bir günah olmuş olsaydı, Hâtıb’ın<br />

(radiyallahu anh) bu sözleri sarfetmesinin bir anlamı olmazdı.<br />

Örneğin, birinin zina ettiği ya da içki içtiği bilindiğinde,<br />

bu günahı işleyen kişinin; “ben bunu, küfretmek…<br />

için yapmadım” demesi hiç makul müdür?<br />

Müslümanların zihinlerinde bulunmayan bir yanlışı<br />

giderme ihtiyacı neden hissedilsin? Zira Müslümanlar,<br />

zina etmenin veya içki içmenin insanı dinden çıkartmayacağını<br />

zaten bilmektedirler.<br />

3) Hâtıb’ın yaptığı, Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

yardım etmek olduğu açık olan bir fill değildi:<br />

Gayet açıktır ki, hangi şekilde olursa olsun, Müslümanlara<br />

karşı kâfirlere yardım fiili, kesinlikle Müslümanlara<br />

zarar vermeyi içeren bir fiildir. Yani bir kimse İslam<br />

ehline karşı küfür ehline sadece bedeniyle veya malıyla<br />

veya mektup göndererek veya görüş bildirerek vs. yardım<br />

etmesiyle bu dine ve ehline zarar vermiş olur.<br />

33


Ömer Faruk<br />

Bunu bildikten sonra; Eğer ki Müslümanlara dönecek<br />

olan bu zarar inkar edilemeyecek şekilde açıksa,<br />

böyle bir zarara sebebiyet veren fiilin sahibi her ne kadar<br />

da Müslümanlara zarar vermeyi kastetmediğini söylese<br />

de, bu kimsenin dinden çıkartıcı bir eylem işlediğine<br />

hükmedilir. Zira bu kimsenin, söylediği sözde yalancı<br />

olduğu açıktır. Örneğin bir kimse, kâfirlere bir mektup<br />

gönderse ve bu mektubunda Müslümanların kendilerine<br />

saldıracağını, Müslüman ordunun kendilerine doğru<br />

gelirken hangi yolu kullanacaklarını, nerelerde mola<br />

vereceklerini, onların sayılarının ne kadar olduğunu ve<br />

hangi vakit kendilerine hücum etmeyi planladıklarını<br />

haber verse, bunun Müslümanlara dönecek olan zararı<br />

son derece açık olduğundan ve dolayısıyla yaptığı “açık<br />

bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım<br />

etmek” olduğu için böyle bir eylem sahibinin; “benim<br />

bunu yaparken ki kastım Müslümanlara zarar vermek<br />

değildi, ben bunun Müslümanlara zarar vereceğini<br />

düşünmüyordum” demesine itibar edilmeyip, yaptığının<br />

küfür olduğuna hükmedilir. Zira böylesi bir eylem<br />

açıkça, bu kimsenin kastının Müslümanlara zarar vermek<br />

olduğunu göstermektedir.<br />

Buna mukabil, mücahidlerden biri, içerisinde yakınlarının<br />

bulunduğu bir bölgeye gizlice mücahidlerin<br />

34


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

saldıracağını bilse ve karşılığında yakınlarını korumaları<br />

için o bölgenin müşrik ahalisine; “bulunduğunuz<br />

yerden ayrılın, yoksa müslümanlar, güç yetiremeyeceğiniz,<br />

karşı koyamayacağınız bir orduyla sizi yok etmek<br />

için size doğru geliyorlar!” diye bir mektup gönderse,<br />

her ne kadar da bu kimsenin yaptığı aslında Müslümanlara<br />

zarar getirecekse de -ki bu zarar, kâfirlerin<br />

gafil avlanamaması ve Müslümanlara karşı hazırlıklı<br />

olmalarıdır-, fakat gönderdiği mektubun içeriğinden<br />

anlaşılıyor ki bu kimse, Müslümanların normal şartlarda<br />

kesinlikle galip geleceklerini bilmektedir ve bunu<br />

bildiği için mektubunda, müşriklerin Müslümanlar<br />

tarafından baskına uğrayacaklarını öğrenmelerinde<br />

Müslümanlara dönen bir zararın olmayacağına inandığını<br />

belirtmiş ve mektupta, Müslümanların saldıracağı<br />

haberinden başka Müslümanlara zarar vereceği kesin<br />

olan hiçbir askeri sırrı haber vermemiştir. İşte bütün<br />

bunlardan ötürü bu kimsenin maksadının, “kâfirler<br />

Müslümanlara karşı savaşlarında faydalansınlar ve<br />

Müslümanlara zarar versinler diye Müslümanların sırlarını<br />

onlara bildirmek” olduğu “açık” bir şekilde anlaşılamaz.<br />

O’nun bu fiili, kastının Müslümanlara zarar<br />

vermek olduğuna açıkça delalet etmediği için de (yani<br />

araya ihtimal/zan girdiği için) dinden çıkartıcı olan<br />

“açık bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere yar-<br />

35


خ<br />

Ömer Faruk<br />

dım” olarak değerlendirilemez ve dolayısıyla kastının<br />

sorulması gerekli olup, gönderdiği mektubuyla Müslümanlara<br />

zarar vermeyi kastetmediğini söylediğinde<br />

sözü açık bir yalan olarak sayılamaz.<br />

İşte Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı da bundan başkası<br />

değildi. Şöyle ki; Hâtıb’ın (radiyallahu anh) Müslümanlar<br />

aleyhine kâfirlere yardım ettiğini gösterebilecek<br />

tek kanıt, gönderdiği mektubu idi. Bir müslümanın<br />

müşriklere mektup göndermesi haddi zatında caiz olan<br />

bir iş olduğu için burada önemli olan, mektubun içeriğidir.<br />

Mektubun içeriği ise şöyleydi:<br />

أما بعد،‏ ي ش مع‏ قريش،‏ فإن رسول الل صل الل عليه وسل جاءمك<br />

ب ج يش كلليل،‏ ي يس‏ كلسيل،‏ فوالل لو جاءمك وحده لنرصه الل ب وأز هل<br />

وعده،‏ فانظروا أ النفسمك والسالم<br />

“Bundan sonra. Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak<br />

ki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) size karşı gece gibi<br />

olan ve sel gibi akıp yürüyen bir ordu getirecek. Allah’a<br />

yemin olsun ki o tek başına bile size gelse Allah ona<br />

yardım edecek ve vadini gerçekleştirecektir. Kendinizi<br />

gözetin/ayağınızı denk alın. Ve’s-selam.” 30<br />

30. Er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbn-i Hişâm,<br />

<br />

36


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

Görüldüğü gibi Hâtıb’ın (radiyallahu anh) mektubunda,<br />

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in müşriklere doğru<br />

yürüyeceği haberi dışında herhangi askeri bir sır/sırlar<br />

mevcut değildi, bilakis Müslümanların normal şartlarda<br />

kesinlikle muzaffer olacaklarına dair müşriklerin<br />

azmini kıracak ve onlara psikolojik zarar verecek<br />

sözler bulunuyordu. Bu da (yani mektubun içeriği),<br />

onun kastının açıkça Müslümanlara zarar vermek olmadığını,<br />

yani araya ihtimalin/zannın girdiğini, dolayısıyla<br />

yaptığının, açık bir Müslümanların aleyhine<br />

kâfirlere yardım etmek olmadığını göstermektedir. İşte<br />

bu nedenle Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem), Hâtıb’ın yaptığını<br />

hemen küfürle nitelendirmeyip kastının ne olduğu<br />

noktasındaki ihtimali/zannı gidermek için evvela ona<br />

kastını sormuş ve O da şöyle demişti:<br />

فكتبت ب كتا‏ ال يرصض الل ورسوهل شيئا وع‏ أن يكون منفعة اله ي ل<br />

“…Bunun üzerine (yani ailem hakkında korktuğum<br />

için) bende, Allah’a ve Rasûlüne hiçbir zarar vermeyen ve<br />

Ebu’l-Kâsım es-Süheylî, 7/203, es-Sîretu’n-Nebeviyye, İbn Kesîr,<br />

3/537, el-Bidâye ve’n Nihâye, İbn Kesîr, 4/324, Fethu’l-Bârî, İbn<br />

Hacer, 7/520, Umdetu’l-Kârî, Bedru’d-dîn el-Aynî, 17/273, Rûhu’l-Meânî,<br />

Âlûsî, Mümtehine 1. ayetin tefsiri, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân,<br />

Kurtubî, Mümtehine 1. ayetin tefsiri.<br />

37


Ömer Faruk<br />

umulur ki ailem için menfaat olabilecek bir mektup yazdım.”<br />

31<br />

Bir başka rivayette de şöyle geçer:<br />

فقال ي حاطب أفعلت قال نعم ي ن إ‏ مل أفعل غشا لرسول الل صل<br />

الل عليه وسل وال نفاقا ولقد عملت أن الل سيظهر رسوهل ت وي‏ أمره<br />

“…(Rasûlullah) dedi ki: “Ey Hâtıb! Bunu yaptın mı?<br />

O da: “Evet, ancak ben bunu, Allah’ın Rasûlü’nü kandırmak<br />

(O’na ihanet etmek) için ve münafıklık olarak<br />

yapmadım. Kesin olarak inanıyordum ki Allah (azze ve<br />

celle), Rasûlü’nü muzaffer kılacak ve işini onun lehine<br />

sonuçlandıracak…” 32<br />

-Yukarıda da aktardığımız gibi- yine şöyle demişti:<br />

“Ben bunu küfretmek… maksadıyla yapmadım.” Yani<br />

şunu demek istemişti: “Benim yaptığım, benim de ve<br />

sizin de küfür olduğunu bildiğimiz Müslümanların<br />

aleyhine müşriklere yardım etmek’ değildi, (başka<br />

31. Heysemî (rahimehullah) Mecmauz-Zevâid isimli eserinde bunu<br />

Ebu Ya’lâ’nın, Bezzâr’ın ve Evsat’ında Taberânî’nin rivayet ettiğini<br />

ve ravilerinin sağlam olduğunu söylemiştir.<br />

32. Sahîhu İbni Hibbân. Muasır muhaddislerden Şuayb el-Arnaût,<br />

bu rivayetin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.<br />

38


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

bir ifadeyle) maksadım Müslümanlara zarar vermek<br />

değildi.”<br />

Evet, Hâtıb (radiyallahu anh) gizlemekle emrolunduğu<br />

bir sırrı ifşa etmişti. Dolayısıyla bu yaptığı, Nebî<br />

(sallallahu aleyhi ve sellem)’e ihanetti. Mümtehine suresinin<br />

uyarıcı ve tehdidvâri ilk ayeti O’nun hakkında indi ve<br />

yaptığının dinden çıkartmayan küçük dostluk olduğunu<br />

bildirdi. ve yaptığının neticesi Müslümanlara zarar<br />

vermekle sonuçlanacaktı. Yani Hâtıb’ın (radiyallahu anh)<br />

yaptığı, net olmasa da dinden çıkartan dostluk türüne<br />

çok yaklaşmıştı. (Ama yaptığı küçük dostluk türündendi.)<br />

Başka bir ifadeyle, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığına<br />

salt bir bakışla bakıldığında O’nun yaptığının açık<br />

bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etmek<br />

olduğu görülmektedir ki, Ömer (radiyallahu anh) da bunu<br />

böyle anladığından Hâtıb’ı (radiyallahu anh) tekfir etmişti.<br />

Ancak bütün bunlarla birlikte az evvelde dediğimiz<br />

gibi mektubun içeriği işin içine ihitimal/zan soktuğundan,<br />

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun fiilini küfür<br />

olarak vasıflamaktan geri durmuş ve evvela ona kastını<br />

sormuştu. Dolayısıyla Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı<br />

küfür olmayıp, gizlenmesi gereken bir sırrı müşriklere<br />

bildirmek suretiyle Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) ihanet<br />

etmek olduğundan büyük bir günahtı. İmam Şâfiî<br />

39


Ömer Faruk<br />

(rahimehullah) şöyle söylemiştir: “Bu hadiste, zanlardan<br />

hareketle hüküm vermenin bir kenara bırakılması söz<br />

konusudur.<br />

Çünkü mektup, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) aynen dediği<br />

gibi bu eylemi, İslam hakkında şüphe ederek değil<br />

de ailesini korumak için yapmış olduğuna, İslam’a<br />

karşı rağbetsizlikten ötürü değil de bir hatadan dolayı<br />

yapmış olduğuna ve en kötü manaya (küfre) ihtimalli<br />

olduğu için, ihtimalli olan bu fiilinde söz onun sözüdür.<br />

Bu konuda Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nu<br />

katletmeme hükmüne varmış ve hakkında baskın olan<br />

durumu işletmemiştir. Benzer bir durumla ilgili olarak<br />

zâhirde (görünüşte) bundan daha azametli (büyük) bir<br />

eylemde bulunan olmamıştır…” 33<br />

4) Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı casusluktu. Zira<br />

O’nun bu fiili, Kureyş müşriklerine Nebî (sallallahu aleyhi<br />

ve sellem)’in onlardan gizli tuttuğu bir niyetini bildirmekti<br />

ki, bu da casusluk demektir. Nitekim âlimlerimiz, bu<br />

33. el-Umm, 4/264. İmam Şâfiî’nin (rahimehullah) bu sözlerini ileri<br />

sürüp de O’nun, sadece dünyevî bir gaye uğruna Müslümanlara<br />

karşı kâfirlere yardım etme fiilinin küfür olmadığı görüşünde<br />

olduğunu iddia edenlerin bu iddiasının bâtıl olduğuna dair detaylı<br />

ve tahkikli bilgi için Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah)’ın<br />

“el-Mu’lim fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim” (sy: 70-74) isimli kıymetli<br />

eserine müracaat edilmesini önemle tavsiye ederim.<br />

40


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

kıssa üzerinden casusun öldürülüp öldürülmemesi<br />

hakkında konuşmuşlardır. İbnu’l Kayyim (rahimehullah)<br />

şöyle demiştir: “Bu kıssada, Müslüman dahi olsa casusun<br />

öldürülmesinin caiz olduğunun delili vardır…<br />

Bu, İmam Malik’in (rahimehullah) mezhebinin görüşü ve<br />

İmam Ahmed’in (rahimehullah) mezhebinde iki görüşten<br />

biridir. Şâfiî ve Ebu Hanîfe ise öldürülmez demişlerdir.<br />

Bu görüş, İmam Ahmed’in (rahimehullah) mezhebinde<br />

zâhir/baskın olan görüştür. Bu iki görüş sahipleri Hâtıb<br />

kıssasını delil olarak almışlardır. Sahih olan görüş şudur<br />

ki, casusun öldürülmesi imamın tercihine bırakılır;<br />

eğer ki öldürülmesinde Müslümanlar için bir maslahat<br />

görüyorsa öldürür, eğer öldürmemesi daha münasipse<br />

o halde öldürmez. Allah-u A’lem.” 34<br />

Hâtıb (radiyallahu anh) kıssasını ileri sürerek dünyalık<br />

bir menfaat nedeniyle Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

yardım etmenin küfür olmadığını savunanlar şöyle<br />

demektedirler: “Ulemâ, Hâtıb’ın yaptığının casusluk<br />

olduğunu belirtmişlerdir. Casusluk ise yardımın kralıdır,<br />

yani açık bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

yardımdır. Demek ki ulemâ, dünyevî bir amaçla<br />

açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme<br />

eylemini küfür görmüyorlar!”<br />

34. Zâdu’l-Meâd, 3/422.<br />

41


Ömer Faruk<br />

Bu şüpheye karşılık ilk olarak “Casus” kelimesinin<br />

ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekir. Biraz önce de<br />

değindiğimiz gibi casus:<br />

‏)و(‏ جاز ‏)قتل ي خ ع‏ ( أي:‏ جاسوس يطلع عل عورات ي ن املسمل‏ وينقل<br />

أخباره للعدو<br />

“Müslümanların gizli taraflarını öğrenip haberlerini<br />

düşmana aktaran kimsedir.” 35<br />

Casusluk yapmaya iten etkenler farklı olabilir. Kimi<br />

hasedi nedeniyle, kimi kini, kimi intikam isteği, kimi<br />

mal sevgisi… nedeniyle casusluk yapabilir. Etken her<br />

ne olursa olsun, casusu casus yapan, bu etkenlerden<br />

her birinin götürdüğü sonuç olan; “Müslümanlara zarar<br />

veren bir haberi düşmana ulaştırması” dır. Yine<br />

bu işi yapan bir kişi, kâfirlere aktardığı malumatı hangi<br />

şekilde öğrenirse öğrensin ve aktarma işini hangi yolu<br />

kullanarak yaparsa yapsın; ister telefon yoluyla, ister<br />

mektup veya fotoğraf, veya video veya başka bir aracı<br />

kullanarak yapsın, casusu casus yapan, Müslümanlara<br />

zarar veren bir haberi düşmana ulaştırmasıdır. Bunu<br />

yapan her bir kimse casusluk yapmış demektir.<br />

35. eş-Şerhu’l-Kebîr, ed-Derdîr el-Mâlikî (rahimehullah), 2/182.<br />

42


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

İşte Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı da, Müslümanlara<br />

zarar verecek bir haberi kâfirlere ulaştırmak idi.<br />

ve bu sebeple âlimlerimiz, Hâtıb’ın yaptığının casusluk<br />

olduğunu belirtmişleridir. Az evvelde belirttiğimiz<br />

üzere casusluğun çeşitli şekilleri vardır. Bu şekillerden<br />

bazısının, açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere<br />

yardım etmek anlamına geldiği son derece açıktır. 36<br />

Ancak Hâtıb’ın (radiyallahu anh) bu casusluğu ise, bir önceki<br />

maddede (3. maddede) izah ettiğimiz üzere açık<br />

bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım manasında<br />

değildi. Dolayısyla; casusluğun bazı şekilleri vardır<br />

ki, açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım<br />

anlamındadır, kimi şekilleri de vardır ki böyle değildir.<br />

Her ne kadar da günümüz örfünde “casus” kelimesi<br />

ile kastedilen, açık bir şekilde Müslümanların aleyhine<br />

kâfirlere yardım eden kişi ise de, asıl olarak ve ulemânın<br />

literatüründe sadece bu anlama gelmemektedir. O<br />

yüzden âlimlerimizin, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığını<br />

casusluk olarak nitelendirmelerinden bu eyleme küfür<br />

demedikleri neticesi çıkartılamaz.<br />

Sonuç itibariyle Hâtıb (radiyallahu anh) kıssasından,<br />

dünyalık herhangi bir nedenden dolayı Müslümanların<br />

aleyhine kâfirlere yardım etmenin küfür olmadığı<br />

36. Örneğin 3. maddenin ilk misali.<br />

43


ب<br />

ي<br />

Ömer Faruk<br />

hükmüne varılamaz. Hakikat, muasır selefi âlimlerden<br />

Şeyh Ulvî Sekkâf ’ın, “Suâlün ve Cevâb an Hâtıb İbn<br />

Ebî Beltea” isimli risalesinde söylediği şu sözlerdir: “Şu<br />

bilinsin ki, Ehl-i Sünnet’ten hiçbir kimse Hâtıb’ın kâfir<br />

olduğunu veya Hâtıb’dan sadır olan fiilin (küçük)<br />

dostluk veya günah olmadığını veya Müslümanlara<br />

karşı kâfirlere yardım etmenin küfür olmadığını söylememiştir.<br />

Bütün bu âlimlerin hepsi bunlarda ittifak<br />

etmişlerdir.”<br />

Bu yüzden Maliki ulemâsından Kâdı İbnu’l-Arabî’nin<br />

(rahimehullah) şu sözleri asla kabul edilemez:<br />

: ت املسأهل الرابعة:‏ من ث ك‏ تطلعه عل عورات ي ن املسمل‏ ، وينبه ي علم،‏<br />

ويعرِّ‏ ف عدوه ب أ ‏خباره مل يكن بذلك ً كفرا إذا كن فعل لغرض<br />

دنيوي،‏ واعتقاده عل ذلك ي سل‏ ، امك فعل حاطب ن ب ي أ‏ بلتعة ي ن ح‏<br />

ت خ اذ اليد ومل ينو الردة عن الد‏<br />

قصد بذلك ا‏<br />

ن .<br />

“Dördüncü mesele: Her kimin Müslümanların gizli<br />

tarafını gözlemesi çoksa, Müslümanlar hakkında bilgi<br />

veriyor ve onların haberlerini düşmanlarına bildiriyor<br />

ise, eğer ki bunu dünyevî bir gaye için yapıyorsa ve<br />

bunu yaparken de itikadı sağlam ise bu yaptığıyla kâfir<br />

olmaz. Tıpkı Hâtıb b. Ebî Beltaa (radiyallahu anh)’ın yaptı-<br />

44


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

ğı gibi. O ki bu yaptığıyla el/destek edinmeyi kastetmiş,<br />

dinden dönmeyi ise niyet etmemişti.” 37 Aynı şekilde<br />

Kurtubî (rahimehullah) Mümtehine sûresi 1. ayeti mesele<br />

mesele tefsir ederken dördüncü meselede harfiyyen bu<br />

sözleri aktararak İbnu’l Arabî’ye bu görüşünde muvafakat<br />

ettiğini belirtmiştir. Allah (azze ve celle) her ikisini<br />

de bağışlasın. 38<br />

37. Ahkâmu’l-Kur’ân, Mümtehine 1. ayetin tefsirinde. İbnu’l-Arabî’nin<br />

(rahimehullah) bu sözünden, sadece dünyevî bir gayeyle<br />

yapılmış bu eylemi başlı başına küfür olarak görmediği anlaşılmakla<br />

birlikte yine O’nun bu sözünden, bu eyleme aslında<br />

küfür dediği, ancak bunu yaparken dünyevî bir amaç gütmeyi<br />

tekfirin engellerinden biri olarak gördüğü de anlaşılmaktadır ki,<br />

Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah) bu son ihtimalin daha güçlü<br />

olduğunu söylemiştir. (Bkz: A.g.e, sy. 52) Hiç şüphesiz bu son<br />

ihtimal de haktan çok uzaktır. Zira küfre sokan söz ve amellerde<br />

dünyevî bir amaç gütmenin tekfire engel olduğuna dair hiçbir<br />

kanıt olmayıp aksine deliller mevcuttur. (Örneğin bkz: Nahl<br />

106-107, İbrahim 2-3) Ve hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi, cehalet ve<br />

te’vil gibi tekfirin engelleri konusundan bahsederlerken “dünyevî<br />

bir çıkar elde etmek” diye bir engel zikretmemişlerdir. Yani<br />

İbnu’l-Arabi (rahimehullah) bu iki ihtimalden hangisini kastetmiş<br />

olursa olsun büyük bir hata yapmıştır.<br />

38. Hâtıb kıssası üzerinden ortaya atılan bu şüpheye cevap verilirken<br />

daha çok, Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah)’ın “el-Mu’lim<br />

fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim” isimli kitabından ve Şeyh Nâsır el-<br />

Fehd’in (Allah onu korusun) “et-Tibyân fî Kufri Men Eâne’l-Emrîkân”<br />

adlı eserinden istifade edilmiştir. Hâtıb (radiyallahu anh) kıssası dışında<br />

ortaya atılan daha başka şüpheler de vardır. Ancak en güçlü<br />

delilleri bu olduğundan bu şüphe üzerinde durmak ile yetindik.<br />

45


َّ<br />

ئ<br />

شْ‏<br />

َ<br />

Ömer Faruk<br />

c) Antlaşma dostluğu<br />

Müslümanlara karşı yardım etme noktasında<br />

kâfirlerle anlaşmaya varmak, bi’l fiil yardım gerçekleşmemiş<br />

olsa dahi dinden çıkartan bir küfürdür.<br />

Bunun delili, önceden zikrettiğimiz Haşr suresi’nin<br />

11. ayetidir. Nitekim lugatta “veliyy” kelimesinin anlamlarından<br />

biri de müttefiktir/antlaşandır. Cihad<br />

ve mücahidlere yönelik mücadele için yapılan anlaşmalar<br />

bu kısım dostluğa girer.<br />

d) Kâfirlere itaat etmek, onlara uymak<br />

Bu kısma dahil olan itaat şekillerine geçmeden<br />

evvel bu kısımla doğrudan alakalı olan Tevbe sûresi<br />

31. ve En’âm sûresi 121. ayetlerin kısa izahını yapalım:<br />

En’âm sûresi 121. âyetin kısa ve öz tefsiri<br />

َّ ي نَ‏<br />

َّ الش يَ‏ اطِ‏ <br />

َ ُ ُ ك ونَ‏<br />

ُ ْ ل ِ<br />

ُ ْ إِن<br />

‏َفِ‏ سْ‏ ٌ ق وَ‏ إِن<br />

‏َّه<br />

َ اس ِ عَ‏ ل ‏َيْ‏ هِ‏ وَ‏ إِن<br />

وَ‏ ال تَ‏ أْ‏ ُ لك ‏ُوا مِ‏ ‏َّا ل رِ‏<br />

‏َّك<br />

‏َط ‏َعْ‏ ُ ت مُ‏ وه<br />

لَيُ‏ وحُ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ ِ ِ ا‏ مْ‏ لِيُ‏ جَ‏ ادِ‏ لُوك<br />

ْ ُ الل ُ ل<br />

ُ ْ وَ‏ ْ إِن أ<br />

َ ْ ْ يُذك<br />

<br />

َ<br />

َ ون إِل<br />

46


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

“Üzerine Allah’ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü<br />

o elbette ki bir fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele<br />

etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Eğer<br />

onlara itaat ederseniz elbette siz de müşrikler olursunuz.”<br />

Bu ayetin nuzül sebebi şöyledir: “Müşrikler şöyle<br />

dediler: Ey Muhammed! Sen ve ashabının öldürdüğü/<br />

kestiği hayvanların helal, (hatta) köpeğin ve şahin’in öldürdüğü<br />

hayvanların helal, (ama) Allah (azze ve celle)’nin<br />

öldürdüğünün haram olduğunu mu iddia ediyorsun.”<br />

Bunun üzerine Allah (azze ve celle) bu ayeti indirdi.”<br />

Yani murdar olan hayvanın helal olduğuna inanan<br />

müşrikler, murdar hayvanın haram olduğu itikadının<br />

bâtıl olduğunu, doğru olan hükmün ise “helal” olduğunu<br />

Müslümanlara söyleyince, Allah (azze ve celle) bu<br />

ayeti indirerek, bu dediklerinde müşriklere itaat edip<br />

de haram kıldığı murdarın helal olduğuna inanan<br />

kimselerin aynı onlar gibi müşrik olacaklarını kesin<br />

bir dille belirtmiştir. Müfessirlerin şeyhi lakaplı İbn<br />

Cerîr et-Taberî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah (azze<br />

ve celle)’nin; ”elbette siz de müşrikler olursunuz” sözüne<br />

gelince, yani o zaman siz de onlar gibi olursunuz<br />

demektir. Çünkü onlar, meyte’yi/murdar hayvanı helal<br />

görerek yiyorlardı. İşte siz de meyte’yi bu şekilde (yani<br />

47


ب<br />

َّ<br />

ب ب<br />

شْ‏<br />

َ<br />

Ömer Faruk<br />

helal görerek) yediğiniz zaman onlar gibi müşrik olursunuz.”<br />

Dolayısıyla her kim, murdar hayvanın veya onun<br />

gibi bir haramın helal görülmesi noktasında kâfirlere<br />

itaat ederse, bu haramdan uzak dursa bile müşrik olur.<br />

Zira Allah (azze ve celle)’nin haramının helal olduğuna<br />

inanmak küfürdür. Yani böyle birinin müşrik olmasının<br />

illeti, kâfirlere küfürde itaat etmiş olmasıdır. İllet<br />

bu olduğuna göre o halde daha genel bir ifadeyle ayette<br />

kastedilen mana şudur ki: Allah (azze ve celle)’nin haramının<br />

helal olduğuna inanmak gibi herhangi bir küfürde<br />

kim ki kâfirlere itaat ederse bu kimse müşriktir.<br />

Tevbe sûresi 31. âyetin kısa ve öz tefsiri<br />

ْ َ سِ‏ يحَ‏ ْ نَ‏ ا‏ مَ‏ رْ‏ يَ‏ َ وَ‏ مَ‏ ا<br />

ُ ْ وَ‏ رُ‏ ْ ه بَ‏ نَ‏ ُ ا‏ مْ‏ أَرْ‏ ً مِ‏ نْ‏ دُ‏ ونِ‏ ِ الل وَ‏ ال<br />

‏َحْ‏ بَ‏ ارَ‏ ه<br />

تَّ‏ خَ‏ ُ ذوا أ<br />

ا‏<br />

َ<br />

‏َه ‏َّا ي<br />

َ ً ا وَ‏ احِ‏ ً دا ال هُ‏ وَ‏ سُ‏ بْ‏ حَ‏ ان<br />

أُمِ‏ رُ‏ وا إِال لِيَ‏ عْ‏ بُ‏ َّ ُ دوا إِل<br />

ُ ع ِ ُ ُ ك ونَ‏<br />

َّ<br />

َ َ إِال<br />

إِهل<br />

“Onlar (ehli kitap), Allah’ın dışında âlimlerini ve rahiplerini<br />

rabler edindiler. Meryem oğlu Mesîh’i de. Halbuki onlar<br />

sadece bir tek ilaha ibadet etmek ile emrolunmuşlardı.<br />

Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her<br />

şeyden münezzehtir.”<br />

َ<br />

48


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

“…Adiyy b. Hâtim (radiyallahu anh), boynunda gümüşten<br />

(başka bir rivayette: altından) bir haç olduğu<br />

halde Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına girdi.<br />

O sırada Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayeti okuyordu.<br />

Adiyy (radiyallahu anh) diyor ki: Dedim ki: “Bunlar<br />

onlara ibadet etmediler ki!” Bunun üzerine Nebî (sallallahu<br />

aleyhi ve sellem) dedi ki: “Hayır (ibadet ettiler.) Çünkü<br />

onlar bunlara helali haram, haramı da helal kıldılar ve<br />

bunlar da onlara tâbi oldular. İşte bu, bu kimselerin onlara<br />

ibadetidir.” 39<br />

Ebu’l-Bahterî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Huzeyfe’ye<br />

(radiyallahu anh) denildi ki: “Allah (azze ve celle)’nin:<br />

“Onlar âlimlerini…edindiler” ayeti hakkında ne dersin?<br />

O da şöyle dedi: “Bunlar onlar için oruç tutmuyorlardı,<br />

onlar için namaz kılmıyorlardı. Ancak onlar bu<br />

kimselere herhangi bir şeyi helal kıldıkları zaman onu<br />

helal olarak kabul ediyorlardı. Onlar, Allah (azze ve celle)’nin<br />

kendileri için helal kıldığı bir şeyi bunlara haram<br />

kıldıkları zaman onu haram olarak kabul ediyorlardı.<br />

İşte bu, onların rab edinilmesi idi.”<br />

39. Ahmed, Tirmizî. Rivayetin devamında, Rasûlullah (sallallahu<br />

aleyhi ve sellem)’in Adiyy’i (radiyallahu anh) İslam’a davet ettiği,<br />

O’nun da bunu kabul edip Müslüman olduğu geçmektedir.<br />

el-Elbânî bu rivayetin hasen olduğunu söylemiştir.<br />

49


ف<br />

ف<br />

Ömer Faruk<br />

Ebu’l-Bahterî şöyle söylemiştir: “…Allah (azze ve celle)<br />

bunların itaatlerini onlara yapılan bir ibadet saydı.<br />

Şayet onlar bunlara: “bize ibadet edin” deselerdi bunu<br />

yapmazlardı.”<br />

İbn Abbas (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Onlar<br />

bu kimselere kendilerine itaati süslü gösterdiler.”<br />

Ebu’l-Âliye’nin (rahimehullah) şu söyledikleri, ayeti<br />

daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır; Rabî’ b.<br />

Enes (rahimehullah) şunları aktarmıştır:<br />

قلت ب ي ال‏ العالية:‏ كيف كنت الربوبية ي ت ال‏ كنت ي ي ن ب‏ إسائيل ؟<br />

قال قالوا:‏ ما ن أمرو‏ به ن ائتمر‏ ، وما ن ن و‏ عنا ت انينا لقوهلم:‏ وه ي ج ‏دون<br />

ي كتاب الل ما أمروا به وما ن ‏وا عنه،‏ فاستنصحوا الرجال،‏ ونبذوا<br />

كتاب الل وراء ظ وره.‏<br />

“Ebu’l-Âliye’ye dedim ki: “İsrailoğulları’ndaki Rab<br />

edinme nasıldı? O da şöyle dedi: “Onlar şöyle söylediler:<br />

“Onlar bize her neyi emrederlerse onu yapar, neyden<br />

bizi alıkoyarlarsa ondan da kaçınırız.” Halbuki bu<br />

kimseler, Allah (azze ve celle)’nin kitabında emrolundukları<br />

ve nehyolundukları şeyleri buluyorlardı (bunları<br />

görüyor ve biliyorlardı). Böylece bu kimseler, adamla-<br />

<br />

50


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

rın öğütlerine uydular ve Allah (azze ve celle)’nin kitabını<br />

arkalarına attılar.” 40<br />

Tevbe 31. ayet hakkında buraya kadar aktardıklarımızdan<br />

anlaşılıyor ki, ehl-i kitap, âlimlerini ve rahiplerini<br />

aşırı bir şekilde tazim etmişlerdi. Öyle ki, dinlerinin,<br />

âlimlerine ve rahiplerine Allah (azze ve celle)’nin<br />

hükümlerinden istediklerini değiştirme yetkisi verdiğine<br />

inanıyorlardı. Yani ehl-i kitap, âlim ve rahiplerin<br />

mutlak/kayıtsız şartsız helal-haram belirleme haklarının<br />

olduğuna inanarak onları rab edinmişler, böylece<br />

onları, mutlak helal-haram belirlemeye tek yetkili olan<br />

Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmuşlardı. Ancak ehl-i kitap,<br />

ibadetin ne anlama geldiğini doğru bilmedikleri<br />

için bu inançlarının Allah’tan (azze ve celle) başkasına ibadet<br />

etmek (şirk) olduğunu bilmiyorlardı. Buna rağmen<br />

Allah (azze ve celle), onların bu cehaletini mazeret olarak<br />

kabul etmeyip bu itaatleri sebebiyle kendisi dışında<br />

rabler edinmiş kimseler olduklarını bildirmiştir.<br />

Günümüzdeki laiklerin ve demokratların durumu<br />

da böyledir. Onlar, şirkten uzak bir Müslüman olduklarını<br />

iddia etmekle birlikte, İslam şeriatının açık hükümlerini<br />

bilmelerine rağmen bu hükümlerden bir ya<br />

40. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) bunu tefsirinde aktarmıştır.<br />

51


Ömer Faruk<br />

da daha fazlasının kanunen yürürlükte olmaya elverişli<br />

veya gerekli olmadığına, bunun yerine başka hükümlerle<br />

hükmedilmesinin gerekli veyahut caiz olduğuna<br />

inanmakta, böylelikle Allah (azze ve celle)’nin hükmüne<br />

aykırı başka hükümler belirleyen kimseleri rabler edinmekte,<br />

onları Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmaktadırlar.<br />

41 Ehl-i Kitab’ın bir başka küfrü de, belirledikleri hükümleri,<br />

bile bile iftira ederek Allah (azze ve celle)’nin dinine<br />

nisbet etmeleri idi.<br />

Yani Ehl-i Kitab iki yönden küfre düşmüşlerdi:<br />

a) Âlimlerinin ve rahiplerinin mutlak (istedikleri<br />

gibi, kayıtsız şartsız) hüküm belirleme haklarının olduğuna<br />

inanmaları.<br />

41. Dolayısıyla laikler ve demokratlar ayetin kapsamına girmektedirler,<br />

fakat, kayıtsız şartsız egemenlik yetkisinin yalnızca Allah<br />

(azze ve celle)’ye ait olduğuna inanmalarıyla beraber, Allah (azze<br />

ve celle)’nin bu yetkisinin parlamenterlere verilmesi anlamına<br />

gelen demokratik seçimlere katılanlar ise bu söylenilenler nedeniyle<br />

ayete dahil değildirler. Bu kimselerin demokratik seçimlere<br />

katılmaları sebebiyle şirke düşmüş olduklarını bu ayet değil,<br />

başka deliller beyan etmektedir.<br />

52


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

b) Belirledikleri hükümleri Allah (azze ve celle)’nin<br />

dinine nisbet ederek Allah (azze ve celle)’ye iftirada bulunmaları.<br />

Bunlardan her biri kendi zatında küfür olan işlerdir.<br />

Allâme İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle söylemiştir:<br />

“Dinin hepsi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den<br />

alınmıştır. Artık O’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra<br />

hiçbir kimsenin O’nun dininden herhangi bir şeyi değiştirme<br />

yetkisi yoktur. İşte bu (inanç), Müslümanların<br />

dinidir. Hristiyanlar ise buna muhalif düşerler. Zira<br />

onlar, âlimlerinin ve âbidlerinin/rahiplerinin Allah<br />

(azze ve celle)’nin şeriatına aykırı şeriat/kanun koymalarına<br />

cevaz verirler. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:<br />

“Onlar âlimlerini…” (Tevbe, 31) Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)<br />

şöyle demiştir: “Onlar bunlara haramı helal kıldılar,<br />

bunlar da onlara itaat ettiler. Onlar bunlara helali haram<br />

kıldılar, bunlar da onlara itaat ettiler. İşte bu, bunların onlara<br />

ibadetidir.” 42<br />

42. Mecmûu’l-Fetâvâ, 27/374.<br />

53


Ömer Faruk<br />

Kâfirlere itaatin küfür olan bazı şekilleri<br />

Bu iki ayetin kısaca izahını yaptıktan sonra, kâfirlere<br />

itaatin küfür olan bazı şekillerini şöylece sıralayabiliriz:<br />

a) Allah (azze ve celle)’nin (zina, içki, faiz gibi) haram<br />

kıldığını helal, (çok evlilik gibi) helal kıldığını haram<br />

kılmak gibi O’nun (azze ve celle) hükümlerine aykırı hükümler<br />

belirleyen, ya da bu hükümleri yürürlükte tutan<br />

devlet veya kabile yöneticilerinin veyahut bütün<br />

insanlar için Allah (azze ve celle)’nin hükmünün aksine<br />

hüküm veren saptırıcı bir âlimin/şeyhin, belirledikleri<br />

veya uyguladıkları bu hükümlerinden birinin dahi olsa<br />

doğruluğuna inanmak kişiyi dinden çıkartan bir itaattir.<br />

Ancak, itaat eden şahıs Allah (azze ve celle)’nin haramının<br />

haram olduğuna inanarak hevası sebebiyle itaat<br />

ederse o zaman kâfir olmaz. Yani bir kimse, yaşadığı<br />

yerde -örneğin- içki içilmesine veya faiz yenilmesine<br />

izin verilmiş olduğu için bu izni fırsat bilerek içki içse<br />

veya faiz yese, fakat aynı zamanda bunların haram olduğuna<br />

da itikad etse, işte böyle biri günahkar bir Müslüman’dır.<br />

54


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

b) Bir kimse saptırıcı bir âlime/şeyhe soru sorsa, o<br />

da herhangi bir haramın helal veya herhangi bir helalin<br />

haram olduğu yönünde bir fetva vermişse ve bu kimse<br />

de onun bu fetvasının doğruluğuna inanırsa küfür olan<br />

bir itaatte bulunmuş olur. Ancak bu âlimin/şeyhin haramı<br />

helal yapan fetvasının yanlış olduğuna inanmakla<br />

beraber hevası nedeniyle ona itaat etmişse o halde günahkar<br />

olur. Yine kâfir veya fasık olan biri, bir başkasını<br />

zina gibi bir günaha teşvik etmiş veya oruç gibi -sahih<br />

olan görüşe göre- dinden çıkartmayan bir farzı terk<br />

etmeyi emretmiş ve o da zinanın haram olduğuna veya<br />

orucun farz olduğuna inanarak bu kimseye uymuşsa<br />

kâfir olmaz, fasık olur. 43<br />

43. Bu iki madde arasındaki fark şudur: Birincisi umuma/genele<br />

yönelik hüküm belirleyenlere itaat edilmesi, ikincisi ise hükmü<br />

özele yönelik olup genel için olmayan kimselere itaat edilmesi<br />

ile alakalıdır. Birinci maddede bahsedilen hüküm verenlerin<br />

yaptığına “teşrî’/kanun koyma” denilir. Çünkü bir şeyin teşrî’<br />

olabilmesi için o’nda umûmiyyet özelliğinin olması gerekir.<br />

Asıl itibariyle; umum için verilen hüküm şayet yöneticilerden<br />

sadır olursa buna “vad’î kanun” veya “beşeri kanun” denir. Eğer<br />

âlimlerden veya âbidlerden olursa buna “helal-haram belirleme”<br />

denir. Eğer ki genele yönelik hüküm üzerinde bir kabile<br />

veya bir cemaat anlaşmaya varmış ise buna da “örf-adet” ya<br />

da “töre” denir. Dolayısıyla En’am sûresi 121. ayette söz edilen<br />

Kureyş kabilesinin üzerinde anlaştığı “meyte’nin helal olduğu<br />

hükmü” bir örf idi. Ancak biz yukarıda “haram-helal belirleme”<br />

ifadesini her üçü için de kullandık.<br />

55


Ömer Faruk<br />

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle<br />

söylemiştir: “Âlimlerini ve rahiplerini, Allah (azze ve celle)’nin<br />

haram kıldığının helal kılınması ve bunun aksi<br />

noktasında kendilerine itaat ederek Allah (azze ve celle)’nin<br />

dışında rabler edinen bu kimseler iki kısımdır;<br />

Bunlardan birincisi, onların Allah (azze ve celle)’nin dinini<br />

değiştirdiklerini bilerek onlara bu değiştirme noktasında<br />

tâbi olan ve Rasûlün dinine muhalefet ettiklerini<br />

bilmeleriyle birlikte reislerine tâbi olarak Allah (azze ve<br />

celle)’nin haram kıldığının helal, helal kıldığının haram<br />

olduğuna inananlardır. İşte bu küfürdür. Bunlar onlara<br />

namaz kılmasalar da, secde etmeseler de Allah (azze ve<br />

celle) ve Rasûlü bunu şirk olarak saymıştır. Dolayısıyla<br />

dine aykırı olduğunu bilmesi ile beraber dine muhalefette<br />

başkasına tâbi olan ve başkasının dediğine ina-<br />

Her üçünün bu ayrı anlamları bilinmekle birlikte üçü için de bu<br />

ifadeyi kullanmakta hiçbir sakınca yoktur. Zira âlimlerin veya<br />

abidlerin, Allah’ın hükmüne aykırı bir hükmü Allah’ın dinine<br />

nisbet ederek vermeleri ile yöneticilerin, Allah’ın hükmüne<br />

aykırı bir hükmü/kanunu Allah’ın dinine nisbet etmeksizin çıkartmaları<br />

arasında -her ikisinin de birer dinden çıkartıcı eylem<br />

olmaları açısından- bir fark yoktur. (Not: Bu ikisinden sonuncusunun<br />

küfür olmadığını söyleyecek kadar sapıklıkta ileri gitmiş<br />

kimselere karşı başka bir yerde sesli ve yazılı izah yapılacaktır<br />

inş.) İşte bunda bir beis olmadığı için meselelerin daha iyi anlaşılabilmesi/idrak<br />

edilebilmesi gayesiyle “haram-helal belirleme”<br />

ifadesini her üçü için de kullandık.<br />

56


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

nan kimse de tıpkı bunlar gibi müşriktir. İkincisi; Haramın<br />

haram, helalin de helal olduğuna dair itikatları<br />

ve imanları sabit olan, ancak günah olduğuna inandığı<br />

günahları işleyen Müslüman gibi Allah (azze ve celle)’ye<br />

masiyet hususunda onlara itaat etseler, bunlar için,<br />

benzerleri olan günahkar kimselerin hükmü vardır. 44<br />

Şeyhu’l İslam’ın da bu sözlerinde belirttiği gibi helal-haram<br />

hususunda kâfire itaat eden kimsenin kâfir<br />

olabilmesi için, itaat ettiği kimsenin Allah (azze ve celle)’nin<br />

emrine muhalefet ettiğini bilmesi şarttır. Aynı<br />

şekilde itaat ettiği kimsenin şeriata muhalefet ettiğini<br />

bilmese bile cehaletinin mazeret olarak kabul edilecek<br />

cinsten olmaması gerekir. Aksi halde kâfir olmaz. 45<br />

c) Dünyalık bir menfaatten ötürü Allah (azze ve celle)’nin<br />

hükmüne aykırı bir hüküm verme noktasında<br />

yöneticiye itaat eden âlimler de kâfirdir. İbn Teymiyye<br />

(rahimehullah) şöyle demiştir: “Ne zaman ki âlim Allah<br />

(azze ve celle)’nin Kitabı ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in<br />

sünnetinden bilmiş olduğu şeyi terk eder ve Allah (azze<br />

ve celle)’nin ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hükmüne<br />

44. Mecmûu’l-Fetâvâ, 7/70.<br />

45. Cehalet özrü meselesinde bilgi edinmek isteyenler “www.nakilkursusu.com”<br />

sitesinde konuya ilişkin yayınlanan sesli derslere<br />

ve yazılara müracaat edebilirler.<br />

57


Ömer Faruk<br />

muhalif olan bir hakime/yöneticiye tâbi olursa, dünyada<br />

ve ahirette cezayı hak eden bir mürted, kâfir olur.” 46<br />

d) -İkrah söz konusu olmadığı halde- kâfir biri bir<br />

Müslümanı (içki içmek gibi bir harama değil!) küfür<br />

bir fiil işlemeye veya küfür olan bir söz söylemeye davet<br />

etse, örneğin “bu Kur’ân’ı pisliğe at” veya “şu puta<br />

secde et” dese ve Müslüman da buna itaat etse, her ne<br />

kadar da kalbiyle bunları yapmanın asla caiz olmadığına<br />

inansa bile kâfir olur. Zira bu kimse küfür olan<br />

bir eylemde itaat etmiştir. Ehl-i Sünnet inancına göre<br />

küfür bir amel işleyenin küfre girmesi için -zannedildiği<br />

gibi- ille de kalbinin temiz olmaması şart değildir. 47<br />

Ancak haram/masiyet olan ameller başlı başına küfre<br />

sokan ameller olmadığı için, helal olduklarına inanılmadığı<br />

müddetçe kişiyi dinden çıkartmaz.<br />

e) Küfür üzere kurulu olan bir devletin -örneğin<br />

demokratik ve laik bir sistemin- küfür kanunlarının<br />

dış güçlerden korunması anlamına gelen askerlik ve<br />

iç güçlerden korunması anlamına gelen polislik görevi<br />

de, bu kanunları koyan kâfirlere itaat babından küfür<br />

46. A.g.e, 35/372.<br />

47. Başka bir yerde bu konuyla alakalı da bir açıklama yapılacaktır<br />

inşaAllah.<br />

58


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

olan amellerdir. Bu amellerin küfür olması için asker<br />

veya polisin Allah (azze ve celle)’nin hükmüne aykırı kanunlardan<br />

bir veya birkaçını kalben benimsemesi şart<br />

değildir. Zira bu ameller başlı başına küfür olan işlerdir.<br />

Biraz önce de dediğimiz gibi, küfür olan eylemlerin<br />

kişiyi dinden çıkartması için kalbin temiz olması şart<br />

değildir.<br />

f) Kâfirlere küfür de itaatin bir başka şekli de, kayıtsız<br />

ve şartsız egemenlik yetkisinin Allah (azze ve celle)’ye<br />

değil de millete ait olduğu esası üzere kurulu olan<br />

şirk sistemi demokrasinin olmazsa olmaz bir parçası<br />

olan ve dolayısıyla demokrasiye ve onun davetçilerine<br />

tâbi olmak anlamına gelen ve yine Allah (azze ve celle)’nin<br />

kayıtsız ve şartsız egemenlik yetkisini (yani mutlak/<br />

Allah’tan bağımsız kanun koyma yetkisini) parlamenterlere<br />

vermek manasına gelen ve dolayısıyla da parlamenterlere<br />

itaat etmek demek olan demokratik seçimlere<br />

katılmaktır.<br />

g) <strong>Kâfirleri</strong>n belirlediği; Allah (azze ve celle)’nin hükümlerine<br />

aykırı hükümler ile hükmeden İslam’a müntesip<br />

parlamenterler ve hakimler, bu kâfirlere küfür’de<br />

itaat etmiş olmaktadırlar. 48<br />

48. Askerlik ve polislik görevi, demokratik seçimlere katılmak ve<br />

Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek meseleleri hakkında ge-<br />

59


Ömer Faruk<br />

ğ) Şeriatın belirlediği ilkeler çerçevesinde kanun<br />

çıkartmak yerine Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacaklarına<br />

dair söz vererek/and içerek bu ilkeler çerçevesinde<br />

kanunlar yapan İslam’a müntesip parlamenterlerin<br />

bu yaptıkları da kâfirlere küfür’de itaat etmeye<br />

bir örnektir.<br />

h) Allah’ı (azze ve celle) kayıtsız şartsız egemen olarak<br />

esas almayan herhangi bir sistemin (beşerî nizâmın)<br />

veya Allah (azze ve celle)’nin hükmüne aykırı herhangi bir<br />

hükmün, Allah (azze ve celle)’nin şeriatından veya hükmünden<br />

daha güzel olduğuna inanan ya da Allah’ın<br />

(azze ve celle) şeriatının veya hükmünün kanunen yürürlükte<br />

olması ile başka bir sistemin veya hükmün yürürlükte<br />

olması arasında hiçbir fark görmeyen kimse,<br />

böylelikle Allah’ın şeriatından veya hükmünden daha<br />

üstün gördüğü ya da Allah’ın şeriatına veya hükmüne<br />

eşit tuttuğu sistemi veya hükmü ilk olarak ortaya çıkaranlara<br />

ve yürürlükte tutanlara itaat etmiş olduğundan<br />

küfre girmiş, kayıtsız ve şartsız egemenlik yetkisinde<br />

Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmuştur.<br />

ı) Kâfirlere, sadece kendilerine has olan özelliklerinde<br />

benzemek: Yani haç giymek, yılbaşını kutlamak<br />

niş bilgi için nakilkursusu.com’da yayınlanmış ve inşaAllah yayınlanacak<br />

olan sesli ve yazılı beyanatlara bakınız.<br />

60


<strong>Kâfirleri</strong> <strong>Dost</strong> <strong>Edinmek</strong><br />

gibi kendilerine has dînî şiarlarında ve Yahudi takkesi,<br />

ruhban elbisesi giymek gibi kendilerine has adetlerinde<br />

benzemek. Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in; “Her kim<br />

bir kavme benzerse o da onlardandır” 49 hadisinin zâhirinin<br />

(yani ilk anlaşıldığı anlamının -ki bu da benzeyenin<br />

kâfir olduğudur-) üzerinde uygulandığı kimse,<br />

kimi âlimlere göre kamil/küllî olan bir benzemeyle<br />

benzeyen, yani kâfir bir fırkanın -örneğin hristiyanların-<br />

kendilerine has her işlerinde onlara benzeyen<br />

kimsedir. Ancak tümünde değil de hristiyanların bir<br />

veya birkaç özelliklerinde (cüz’î) bir benzerlikse o<br />

halde bu küfür olmaz, ancak haramdır. Kısacası kimi<br />

âlimlere göre kâfirlere cüzî bir benzerlik haram, küllî<br />

bir benzerlik ise küfürdür. Ulemâdan kimi de, kâfirlere<br />

has olan herhangi bir dinî şiarlarında benzemenin<br />

küfür olduğuna kail olmuşlardır. En doğrusunu Allah<br />

(azze ve celle) bilir.<br />

Kâfirlere benzemek hakkında zikri geçen hadisle<br />

alakalı İbn Teymiyye (rahimehullah) şunları söylemiştir:<br />

“Her ne kadar da hadisin zâhiri onlara benzeyen kişinin<br />

küfrünü gerektirse de, hadis en azından onlara<br />

benzemenin haramlılığını gerektirmektedir.” 50<br />

49. Ebu Davud, Ahmed.<br />

50. İktidâu’s-Sırâti’l-Mustakîm, 1/270.<br />

61


Ömer Faruk<br />

Bir Uyarı<br />

Demokrasi gibi şirk sisteminin hüküm sürdüğü<br />

yerlerde yaşayan insanların sisteme ve sistem sahiplerine<br />

zâhiren itiraz etmemeleri, onlara karşı sükut etmeleri;<br />

sistem ve sahiplerine tâbi olmak ve İslam şeriatını<br />

istememek babından değerlendirilerek kâfirleri dost<br />

edindikleri anlamına gelmez. Bu anlama gelmesi için,<br />

oy vermek, askerlik gibi sistemin devamına birinci dereceden<br />

katkı sağlayan işlerde bulunulması gerekir.<br />

Fakat günümüzde kimileri, sisteme karşı zâhiren<br />

itirazı terk etmeyi başlı başına küfür olan bir eylem<br />

olarak addetmekte, kâfirlere itaat babından onları dost<br />

edinmek olarak değerlendirmektedirler. Bu kesinlikle<br />

kabul edilemez bir zihniyettir. Zira sisteme karşı sükut<br />

etmek, farz olan fiilî cihadı ve ondan önce cihad’a ulaştıran<br />

farz işleri terk etmektir demektir ki, Ehl-i Sünnet<br />

inancına göre kudretin (güç yetirmenin) olmasıyla birlikte<br />

bunlardan (yani cihad ve cihad’a ulaştıran farz işlerden)<br />

uzak durmanın küfür olmayıp masiyet olduğu<br />

son derece aşikardır.<br />

62


KÂFİRLERİ<br />

DOST<br />

EDİNMEK<br />

“Eğer onlar Allah’a, Nebî’ye ve<br />

O’na indirilene iman etmiş<br />

olsalardı, onları (müşrikleri) dost<br />

edinmezlerdi. Fakat onlardan<br />

birçoğu fâsıktırlar/yoldan çık<br />

mışlardır.” (Mâide, 81)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!