23.08.2017 Views

Kâfirleri Dost Edinmek

Mektebe -> Kitablarımız -> Kâfirleri Dost Edinmek (Şekilleri ve Hükmü) (Ömer Faruk)

Mektebe -> Kitablarımız -> Kâfirleri Dost Edinmek (Şekilleri ve Hükmü) (Ömer Faruk)

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

KÂFİRLERİ

DOST

EDİNMEK


KÂFİRLERİ

DOST

EDİNMEK

(Şekilleri ve Hükmü)

Ömer Faruk


- İÇİNDEKİLER -

“İman” ve “Kâfirleri Dost Edinmek” Yanyana Gelemezler 04

Dostluk” ve Benzeri İfadelerle Türkçeleştirilen “Velâ” Kelimesi

ve Türdeşlerinin Kur’ân’da Kullanıldığı Hakiki Anlamları 07

Kâfirleri Dost Edinmenin Kısımları 10

1) Küçük Dostluk (Muvâlât) 10

2) Büyük Dostluk (Tevellî) 11

a) Kâfirleri Dinlerinden/İnançlarından Ötürü Sevmek 11

b) Müslümanların Aleyhine Kâfirlere Yardım Etmek 12

Sadece Dünyevî bir Amaçla da Olsa Müslümanların Aleyhine

Kâfirlere Yardım Etmenin Küfür Olduğuna Dair Deliller 12

Hâtıb b. Ebî Beltea Kıssası 27

c) Antlaşma Dostluğu 46

d) Kâfirlere İtaat Etmek, Onlara Uymak 45

En’âm Sûresi 121. Âyetin Kısa ve Öz Tefsiri 46

Tevbe Sûresi 31. Âyetin Kısa ve Öz Tefsiri 48

Kâfirlere İtaatin Küfür Olan Bazı Şekilleri 54

Bir Uyarı 62


ب

َّ

ب

Ömer Faruk

“İman” ve “Kâfirleri Dost Edinmek

Yanyana Gelemezler

Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:

‏َكِ‏ نَّ‏

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ وَ‏ ل

ُ ْ أ

تَّ‏ خَ‏ ذ ُ وه

ِّ وَ‏ مَ‏ ا نْ‏ ز أُ‏ ‏ِل ‏َيْ‏ هِ‏ مَ‏ ا ا‏

‏ُمْ‏ فَاسِ‏ ُ ق ونَ‏

كَ‏ ثِ‏ ي ً ‏ا مِ‏ نْ‏

َ إِل

ِ ي وَ‏ النَّ‏

‏ُوا ْ يُؤ مِ‏ ن ُ َ ون ِ ِ لل

وَ‏ لَوْ‏ َ ن ك

“Eğer onlar Allah’a, Nebî’ye ve O’na indirilene iman etmiş

olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat

onlardan birçoğu fâsıktırlar/yoldan çıkmışlardır.” (Mâide,

81)

Ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, “iman” ile “kâfirleri

dost edinmek” asla yan yana gelemezler. Kim ki

Allah (azze ve celle)’ye ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e

iman ettiğini iddia ediyorsa ve bu iddiasında da doğruysa,

onun bu iddiası, kendisini -anası da, babası da,

çocuğu da vs. olsa 1 - kâfirleri dost edinmekten alıkoyacaktır.

Başka bir ifadeyle imanı gerçekleştirmiş (imanı

dost edinmiş) biri, aynı zamanda iman ehlini de dost

edinen biridir. Yine şirkten beri olan (şirki dost edinmeyen)

biri, aynı zamanda şirk ehlini de dost edinmeyen

kimsedir. Keza müminleri bırakıp da kâfirleri dost

1. Bkz: Mücâdele 22, Tevbe 23-24.

04


Kâfirleri Dost Edinmek

edinen bir kimse, imanı gerçekleştirmemiş, yani şirki

dost edinmiş, ondan beri olmamış kimsedir. Nitekim

ulemâ, kişinin ancak kendisini kabul etmekle iman dairesine

gireceği “İslam”ı şöyle tarif etmişlerdir:

االستسالم لل ب ‏لتوحيد،‏ واالنقياد هل ب ‏لطاعة،‏ ب والاءة من ش الك

وأهل

“Allah (azze ve celle)’ye, (O’nu) tevhid ederek teslim olmak,

itaat ederek O’na boyun eğmek ve şirkten ve şirk

ehlinden (müşriklerden, kâfirlerden) beri olmaktır.”

Nasıl ki Allah (azze ve celle) şirk’ten razı değilse, aynı

şekilde şirk ehlinden de razı değildir. Dolayısıyla nasıl

ki şirk’ten beri olmakla mükellefsek, bunun çok doğal

bir sonucu olarak şirk ehlinden de beri olmak (onları

dost edinmemek) zorundayız.

Kur’ân’ın birçok yerinde, müminleri dost edinip

kâfirleri ise dost edinmememiz gerektiği vurgulanmış,

her kim de müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirse,

bu kimsenin dinden çıkacağı açık bir dille beyan edilmiştir.

Bu ayetlerden sadece bir kaçı:

05


ي

ي

َّ

ي

ف َّ

ي

شَ‏

ي

ي

ْ تُونَ‏

Ömer Faruk

َّ ُ وَ‏ رَ‏ سُ‏ وهل نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا ال نَ‏ يُقِ‏ يمُ‏ ونَ‏ الصَّ‏ ال َ وَ‏ يُؤ

نَّ‏ َ إِا وَ‏ لِيُّ‏ ك

َّ ن حِ‏ ْ ز بَ‏

‏َإِ‏

َّ َ وَ‏ رَ‏ سُ‏ وهل نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا ف

ُ ْ رَ‏ اكِ‏ عُ‏ َ ون . وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَت

الز َ وَ‏ ه

ُ ُ الْغَ‏ الِبُ‏ ونَ‏

الل

َ ة

‏َّذِ‏

‏َّذِ‏

َ ُ وَ‏ ال

‏َّذِ‏

ُ ُ وَ‏ ال

َ َّ وَل الل

ِ ه

ُ ُ الل

َّ َ كة

“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûlü’dür ve iman

edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı

kılar, zekâtı verirler.” (Mâide, 55-56) (Mü’minleri dost

edinmek -velâ- ile ilgili bir ayet.)

يَتَّ‏ خِ‏ ذِ‏ ال ْ مِ‏ ن

‏ْك نَ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ مِ‏ نْ‏ ُ د ونِ‏ ال

‏َيْسَ‏ مِ‏ نَ‏ الل

فَل

ْ ُ ْ ؤ مِ‏ نِ‏

ِ ِ ي ْ ءٍ‏

ْ ُ ؤ ُ َ ون ال َ فِ‏ رِ‏

َ

ال

ي نَ‏ وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَفْ‏ عَ‏ ل ْ ذَ‏ لِكَ‏

“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler.

Her kim bunu yaparsa, onunla Allah arasında

hiçbir bağ kalmamıştır…” (Âl-i İmrân, 28) (Kâfirleri dost

edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.)

ي‏ يُّ‏ َ ا الَّذِ‏ نَ‏ آمَ‏ نُ‏

بَ‏ عْ‏ ضٍ‏ وَ‏ مَ‏ نْ‏ يَتَ‏ وَ‏ ل


ْ

َ أَ‏

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ بَ‏ عْ‏

َ َّ تَت خِ‏ ُ ذوا اليَ‏ ‏ُودَ‏ وَ‏ َّ الن صَ‏ ارَ‏ ى أ

وا ال

َ ْ دِ‏ ي الْق وْ‏ مَ‏ َ

َّ َ ال يَ‏

‏ُمْ‏ إِنَّ‏ الل

‏َإِ‏ ن ُ ‏َّه مِ‏ نْ‏

ُ ْ ف

َّ ُ مْ‏ مِ‏ ْ نك

ضُ‏ ُ مْ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ اءُ‏

َّ الظالِ‏ ِ ي نَ‏

“Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin.

Onların bazısı bazısının dostlarıdır. İçinizden kim

onları dost edinirse muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz

06


ي

َّ

Kâfirleri Dost Edinmek

Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Mâide, 51)

(Kâfirleri dost edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.)

يْ‏ ‏ُمْ‏

َّ رُحَ‏ ‏َاءُ‏ بَ‏ نَ‏

ُ ف الْك ارِ‏

َ

َّ اءُ‏ نَ‏ مَ‏ عَ‏ هُ‏ ع َ ل

‏َشِ‏ د

ٌ رَ‏ سُ‏ ُ ِ الل وَ‏ الَّذِ‏ أ

ُ َ مَّ‏ د

م

“Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber

olanlar kendi aralarında merhametli, kâfirlere karşı ise şiddetlidir…”

(Feth, 29) (Mü’minleri dost edinmek -velâ- ve

kâfirleri de dost edinmemek -berâ- ile ilgili bir ayet.) 2

ول

Dostluk” ve Benzeri İfadelerle

Türkçeleştirilen “Velâ” Kelimesi ve

Türdeşlerinin Kur’ân’da Kullanıldığı

Hakiki Anlamları

Velâ, evliyâ, velîyy, tevellî vs. kelimeler Kur’ân’da/

şeriat’ta birtakım manalarda kullanılmıştır. Bu kelimelerin

manaları siyak-sibak’a (yani cümlenin akışına,

bağlam’a) göre belirlenir. Bu manalardan üç tanesi

şunlardır:

2. Bu ve daha birçok ayet ve hadisler ifade ediyor ki; İslam mizanında

dostluğun tek bağı İman/İslam’dır. Düşmanlığın da tek

bağı küfür’dür/şirk’tir. Dünya’nın öbür ucunda da olsa hakiki

kardeş, akide’de kardeş olandır. En yakın akraba dahi olsa hakiki

düşman, akide’de düşman olandır. Bu noktada akrabalık, ırk,

kabile vs. gibi bağların hiçbir değeri yoktur.

07


َّ

ِ

ي

نَ‏

ي

نَ‏

ي

Ömer Faruk

1) Yardım Velâ’sı النرصة)‏ ‏:(والء Manalar arasında

Kur’ân ve Sünnet’te en çok kullanıldığı manası budur.

Nitekim lugat imamları da velâ kelimesi ve türdeşlerini

ele alırken en önde bu manayı zikretmişlerdir. Bu mana

ile ilgili Kur’an da birçok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden

birkaçı:

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏ ْ رصُ‏ ُ و‏ نَ‏ ُ مْ‏ مِ‏ نْ‏ دُ‏ ونِ‏ الل

َ ُ مْ‏ مِ‏ نْ‏ أ

وَ‏ مَ‏ ا َ ك َ ن ل

يَن

“O kâfirlerin Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek

hiçbir evliyâsı yoktur…” (Şûrâ, 46)

ُ ْ وَ‏ ه ُ وَ‏ خ َ ْ ُ النَّ‏ اصِ‏ ِ

َّ ُ مَ‏ وْ‏ ال َ ك

بَ‏ لِ‏ الل

“Bilakis mevlânız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.”

(Âl-i İmrân 150)

‏ْك َ فِ‏ رِ‏

َ َ الْق وْ‏ مِ‏ ال

‏ْرصُ‏ ْ نَ‏ عَ‏ ل

َ مَ‏ وْ‏ َ نَ‏ فَان

‏ْت

أَن

“…Sen bizim mevlâmızsın. Kâfir kavme karşı bize

yardım et.” (Bakara, 286) 3

ال

‏:(والء املودَّ‏ ة واحملبة)‏ (2 Sevgi Velâ’sı

3. Ayrıca bkz: Hacc 78.

08


ي

ي

َّ

ِّ

ي

ْ

ْ

َّ

ف ُ

ي

ج

ي

يْ‏

Kâfirleri Dost Edinmek

‏ْق

‏ُل

َ مْ‏ ت

ُ َ ون إِل ِ

يُّ‏ َ ا الَّذِ‏ نَ‏ آمَ‏ نُ‏

َ

وا ال

َّ تَت خِ‏ ُ ذوا ع ُ وِّ‏ ي وَ‏ ع

ب‏

‏َوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏

ُ ْ أ

َ د َ د ُ وَّ‏ ك

ْ َ وَ‏ َّ د ةِ‏

ِ ل

ي‏ َ أَ‏

”Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız

olanlara sevgi göstererek onları evliyâ edinmeyin…”

(Mümtehine, 1)

‏:(والء الطاعة واملتابعة)‏ Velâ’sı: 3) İtaat ve Tabi Olma

ُ َ إِل

‏ِل

اتَّبِ‏ عُ‏ وا مَ‏ ا أنْ‏ ز

َ

ُ ْ وَ‏ ال

ُ ْ مِ‏ نْ‏ رَ‏ بِّ‏ ك

‏َيْ‏ ك

تَتَّبِ‏ عُ‏ وا مِ‏ نْ‏ دُ‏ ونِهِ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ اءَ‏

”Rabbinizden size indirilene tâbi olun. O’nun dışındaki

evliyâ’ya tâbi olmayın/itaat etmeyin...” (A’râf, 3)

‏َّبِ‏ عْ‏ غ ْ َ سَ‏ بِ‏ يلِ‏

وَ‏ مَ‏ نْ‏ َ يُشاقِ‏ قِ‏ الرَّ‏ سُ‏ َ ول مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏ مَ‏ ا ت َّ نَ‏ هل َ ى وَ‏ يَت

ال ي نَ‏ نُوَ‏ ‏ِهل مَ‏ ا تَوَ‏ ل وَ‏ نُصْ‏ نَّ‏ َ وَ‏ سَ‏ اءَ‏ تْ‏ مَ‏ صِ‏ ي ً ‏ا

ْ ُ د َ

َ ُ ال

‏َبَ‏

لِ‏ ِ َ َ

ْ ُ ْ ؤ مِ‏ نِ‏

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra kim Rasûl’e

karşı çıkar ve mü’minlerin, yolundan başkasına tâbi olursa,

onu, tâbi olduğu/itaat ettiği şeye ( ‏(ماتول ّ dost kılar (bu

yol üzere bırakır) ve cehenneme atarız.” (Nisâ, 115)

وَ‏ مِ‏ نَ‏ النَّ‏ اسِ‏ مَ‏ نْ‏ جَ‏ ‏ادِ‏ ل ِ ي الل ِ عِ‏ ‏ٍل وَ‏ يَتَّبِ‏ عُ‏ ك

َ

َّ ُ ‏َّه يُضِ‏ ل يَ‏ ْ دِ‏ يهِ‏ إِل

‏َن

‏َأ

ُ ‏َّه مَ‏ نْ‏ ت ‏َوَ‏ ال هُ‏ ف

‏َن

عَ‏ ل ‏َيْ‏ هِ‏ أ

ِ بِ‏ غَ‏

ُّ ُ وَ‏

ُ

ُ َّ ش َ يْ‏ طَانٍ‏ مَ‏ رِ‏ يدٍ‏ . كُ‏ تِ‏ بَ‏

عَ‏ َ ذابِ‏ السَّ‏ عِ‏ ي ِ

09


Ömer Faruk

“İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah hakkında ilimsizce

mücadele ederler ve her bir inatçı şeytana tâbi olurlar.

Onun (şeytanın) hakkında şu yazılmıştır: Her kim ona

tâbi olursa/itaat ederse, ‏(توالّه)‏ muhakkak onu saptırır ve

alevli ateşin azabına sürükler.” (Hacc, 3-4) 4

Dolayısıyla birine yardım etmek veya onu sevmek

veyahut ona tâbi olmak, onu dost edinmek anlamına

gelir. Nitekim Türkçeye “dost” diye çevrilen “veliyy” ve

“mevlâ” kelimeleri, lugatta yardım eden, seven ve tâbi

olan anlamlarına da gelmektedir. 5

Kâfirleri Dost Edinmenin Kısımları

Bunu bildikten sonra; kâfirleri dost edinmek “Büyük

Dostluk” ve “Küçük Dostluk” olmak üzere iki kısma

ayrılır:

1) Küçük Dostluk (Muvâlât)

Bu kısım dostluk kişiyi dinden çıkartmayan dostluktur.

Bu risalede ele alacağımız konu sadece “büyük

dostluk” konusu olacağından bu kısım üzerinde durmayacağız.

4. Bu ve daha zikretmediğimiz başka manalar için bkz: el-Câmi’ fî

Talebi’l-İlmi’ş-Şerîf, Abdulkâdir b. Abdilazîz, sy. 679.

5. Örneğin bkz: el-Kâmûsu’l Muhît, Fîrûzâbâdî.

10


Kâfirleri Dost Edinmek

2) Büyük Dostluk (Tevellî)

Bu şekil dostluk ise kişiyi dinden çıkartan dostluktur.

Bu şekil dostluğun dört çeşidi vardır: 6

a) Kâfirleri dinlerinden/inançlarından ötürü

sevmek

Demokrat birini, bir şirk sistemi olan demokrasi

sebebiyle sevmek gibi. Bu kısmın dinden çıkartıcı olduğu

son derece açık olduğundan üzerinde durmaya

gerek yoktur.

6. Asıl itibariyle Allah (azze ve celle)’ye ortak koşan herbir kimse,

ortak koştuğu kimseyi dost edinmiş demektir (bkz: Lisânu’l

Arab, 15/411); eğer ibadeti kâfir bir kimseye yönlendirmişse o

kâfiri, peygambere veya salih bir zata yönlendirmiş ise, -bunlar

hâşâ kâfir olmadığına göre- kendisine Allah’a (azze ve celle)

ortak koşmayı fısıldayarak şirke düşmesine sebep olmuş olan

kâfir şeytanı dost edinmiştir. Nitekim Allah (azze ve celle) şöyle

buyurmuştur: “Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp

kendilerine bir takım evliyâ (dostlar) edinenler (yani başkasına

ibadet ederek şirk koşanlar): “Onlara, bizi sadece Allah’a

yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler.” (Zumer, 3) (Konuyla

ilgili başka bir ayet için bkz: Ra’d, 16) O halde şirk koşan herkes

kâfirleri dost edinmiş demektir. Ancak bu, genel anlamda böyle

olup özelde ise -dediğimiz gibi- ilim ehli tarafından kâfirleri

dost edinmenin 4 kısmı olduğu tesbit edilmiştir.

11


Ömer Faruk

b) Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım

etmek

Müslümanların aleyhine kâfirlere; bedenle, malla,

dille, kalple, kalemle, silah yardımı yaparak, asker göndererek,

üs açarak, askerlerini eğiterek, fikir vererek,

lojistik destek vererek, kısacası yardım çeşitlerinden

herhangi biriyle yardım etmek. Birilerinin dediği gibi;

yardım çeşitlerinden herhangi biriyle müslümanların

aleyhine yardım eden kişinin, küfrün İslam’a galip

gelmesini istememesi, bu eylemi küfür olmaktan çıkarmaz.

Yani küfrün İslam’a üstün gelmesini isteyerek

Müslümanlara karşı kâfirlere yardım eden kimse iki

küfür eyleminde bulunmuş, böyle bir isteği olmaksızın

herhangi bir dünyevi amaç güderek Müslümanlara

karşı kâfirlere yardım eden kimse ise bir küfür eyleminde

bulunmuştur.

Sadece Dünyevî bir Amaçla da Olsa

Müslümanların Aleyhine Kâfirlere Yardım

Etmenin Küfür Olduğuna Dair Deliller

Sadece dünyevi bir amaçla da olsa müslümanların

aleyhine kâfirlere yardım etmenin küfür olduğuna dair

deliller:

12


ب

ف

ي

ف

ن

ف

ب ِ

‏َت

ج

ي

‏ُت

Kâfirleri Dost Edinmek

- Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:

‏َك ِ ي ال ي نَ‏ فِ‏ ئَ‏ ت ِ وَ‏ الل ‏َرْ‏ ك

فَ‏ َ ا ل

َّ ُ وَ‏ مَ‏ نْ‏ ْ يُض لِلِ‏ الل

مَ‏ نْ‏ أَض

َ ا كَ‏ سَ‏ بُ‏ وا أ

‏َل

َ ُ يد َ ون أ ْ ‏َن تَ‏ ْ ُ دوا

َ سَ‏ ُ مْ‏ ِ

ً

َ ُ سَ‏ بِ‏ يال

َّ ُ ف ‏َنْ‏ ِ َ د هل

َّ ُ أ

ْ ُ َ نافِ‏ قِ‏ َ ْ ن‏

َ َّ ل الل

ْ ُ

“Allah onları işledikleri yüzünden baş aşağı yıkıvermişken

(saptırmışken) münafıklar hakkında ne diye iki gruba

ayrıldınız? Allah’ın saptırdığını doru yola getirmek mi istiyorsunuz?

Allah’ın saptırdığına asla bir yol bulamazsın.”

(Nisâ, 88)


عن ن ا‏ عباس:‏ خ خلت ي قوم كنوا ب ‏كة،‏ قد تملكوا ب الإ سالم،‏ كنوا

يظاهرون امل‏

لقينا أحصاب ممد فليس علينا ن مم ب أ ‏س،‏ وأن ي ن املؤمن‏ ملا ب أخوا

ي ن ك‏ ، ‏ف خ رجوا من مكة يطلبون حاجة هلم،‏ فقالوا:‏ إن

ش

ن أم قد خرجوا من مكة،‏ قالت فئة من ي ن املؤمن‏ : اركبوا إل الج بناء

فاقتلوه،‏ ن فإم يظاهرون عليمك عدومك.‏ وقالت فئة أخرى من ي ن املؤمن‏ :

سبحان الل!‏ أو امك قالوا:‏ أتقتلون قوما قد تملكوا ب ‏ثل ما ت تملك‏ به؟ أمِ‏ نْ‏

أجل ن أم مل ي ‏اجروا ومل ت يكوا ي دره تستحل دماؤه وأمواهلم.‏ فكنوا

كذلك ي ن فئت‏ ، والرسول عنده ال ي‏ واحدا من الفريق‏

‏َك ِ ي ال ي نَ‏ فِ‏ ئَ‏ ت

فَ‏ َ ‏}ا ل

خ فأ‏ خل الل:‏

ِ َ ْ ن‏ }

ْ ُ َ نافِ‏ قِ‏

ْ ُ

ي ء

ي ن عن ش

13


Ömer Faruk

İbn Abbas (radiyallahu anhuma) ayetin iniş sebebini

şöyle anlatmıştır: “Bu ayet, Müslüman olduklarını söyleyen

ve müşriklere yardımcı olan Mekke’deki kimseler

hakkında inmiştir. Onlar ihtiyaçlarını görmek üzere

Mekke’den çıkmışlardı. (Kendi aralarında): “Eğer

Muhammed’in ashabına rastlarsak onlardan bize bir

zarar gelmez.” diyorlardı. Onların Mekke’den çıktıklarını

müminler haber alınca içlerinden bir grup; “Haydi

binin, korkakların üzerine gidip onları öldürün. Zira

onlar size karşı düşmanlarınıza yardımcı oluyorlar”

demişti. İçlerinden bir grup da; “Subhânallâh! Sizin

söylediğiniz gibi söyleyen bir grubu mu öldüreceksiniz?

Memleketlerini terk etmemeleri sebebiyle kanları

ve malları helal mi kılınacak? 7 demiş ve iki gruba bölünmüşlerdi.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de onların

yanında olup bu iki guruptan hiç birini söylediklerinden

men etmemişti. Bunun üzerine Allah (azze ve

celle) bu ayeti indirdi.” 8

7. İkinci grubun bu sözlerinden anlaşılıyor ki her iki grup da onların,

kâfirlerin dini sebebi ile kendilerine karşı kâfirlere yardım

ettiklerini bilmiyorlardı, buna dair bir malumatları yoktu. Şayet

olsaydı, zaten onların kâfir olduklarında şüphe etmezler, böylece

iki gruba ayrılıp da ikinci grup onlarla savaşmama sebebi

olarak bu sözlerini söylemezlerdi.

8. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) bu rivayeti aktarmış ve ayetin

nuzul sebebi hakkında gelen başka rivayetler arasında bu rivayeti

tercih etmiştir. İbn Kesîr (rahimehullah) bu rivayet hakkında

14


ي

نَ‏

ي

Kâfirleri Dost Edinmek

Yani Allah (azze ve celle) bu ayetinde; “size karşı olan

bir topluluk hakkında ne diye farklı görüşlere sahip

oluyorsunuz? Niçin onların sapmış kâfirler oldukları

hakkında kesin hüküm vermiyorsunuz?” demektedir.

- İbn Abbas (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir:

أن ن ‏سا من ي ن املسمل‏ كنوا مع ش امل‏ ي ن ك‏ ، ث يكون سواد ش امل‏ ي ن ك‏ عل

رسول الل صل الل عليه وسل ي ي أ ت‏ السم ُ فَىم به،‏ فيصيب أحده

فيقتل،‏ أو ض يرصب عنقه فيقتل،‏ خ فأ‏ خل الل ‏]عز وجل[‏ { إِنَّ‏ ال

‏ْف

‏َن

‏َّاه َ الِ‏ ِ ي أ

تَوَ‏ ف

‏َّذِ‏

ْ َ َ الئِك ُ ة ظ ُ سِ‏ ِ مْ‏ }

ُ ُ ال

“Müslümanlardan bir grup müşriklerle beraberdiler.

Böylelikle Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı

onların sayılarını çoğaltıyorlardı. Atılan bir ok onlardan

birine isabet ederek öldürüyordu. Ya da birinin

boynuna vuruluyordu ve ölüyordu. Bunun üzerine Allah

(azze ve celle) şu ayeti indirdi:

şöyle demiştir: Bunu İbn Ebî Hâtim rivayet etmiştir. Ebu Seleme

ibn Abdirrahman, İkrime, Mücahid, Dahhâk ve daha başkalarından

da buna yakın bir rivayet aktarılmıştır.

15


َّ

َ

َ

ي

ف

ج

‏ُوا ُ ك َّ نا

‏ُوا فِ‏ ي َ كُ‏ نتُ‏ ْ قَال

‏َال

ِ الل وَ‏ اسِ‏ عَ‏ ةً‏ ف تُ‏ ‏َاجِ‏ رُ‏ وا فِ‏ ي‏ ‏َا

ْ

َ

Ömer Faruk

‏َن ُ ‏ْف سِ‏ ِ مْ‏ ق

‏َّاه ئِكَ‏ ة َ الِ‏ ِ ي أ

إِنَّ‏ ال نَ‏ تَوَ‏ ف

ض

‏َل ُ نْ‏ أ ‏َرْ‏ ُ

‏ُوا أ

‏َال

ْ أَرْ‏ ضِ‏ ق

مُ‏ سْ‏ تَ‏ ض ي نَ‏ ِ ي اال

‏َئِ‏ َ ك مَ‏ أ ‏ْوَ‏ اه نَّ‏ ُ وَ‏ سَ‏ اءَ‏ تْ‏ مَ‏ صِ‏ ي ً ‏ا

‏ُول

فَأ

ُ ظ

ْ تَك

َ َ ْ ُ

ْ َ ال

ُ ُ ال

‏َّذِ‏

ْ عَ‏ فِ‏

“Nefislerine zulmeden kimselere melekler, canlarını

alırken: "Ne işte idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde

mustazaf kimselerdik/çaresizdik" diye cevap verdiler. (Melekler

de): "Allah’ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de

oraya hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir,

orası ne kötü bir gidiş yeridir!” (Nisâ, 97)” 9

Ulemâ, ayette bahsedilen kimselerin âsi Müslümanlar

mı, yoksa mürted olarak mı öldükleri konusunda

ihtilaf etmişlerdir. Kimi âlimler onların zorla

(ikrahen) savaşa çıkarıldıklarını ileri sürerek -ikrah,

kâfir olmaya engel bir özür olduğu için- bu kimselerin

Müslüman olduklarını söylemiş, kimi âlimler ise bunların

kâfir olarak can verdiklerine, zira her ne kadar da

savaşa ikrahen çıkarılmış olsalar da ikrahın meydana

gelmesine; güç yetirdikleri halde hicretten geri kalmaları’

sebep olduğu için haklarındaki hükmün böyle olduğuna

kani olmuşlardır. Ancak ulemâ, ikrahen savaşa

çıkarılmış olsalar bile savaş’ta onlara; öldürme, esir

9. Buhârî.

16


Kâfirleri Dost Edinmek

alma ve fidye talep etme noktasında, yani zâhirde/görünüşte

kâfir muamelesi yapılacağında, ikrah olmadığı

takdirde ise böylesi kimselerin hakikaten dinden çıkacakları

noktasında görüş birliği içerisindedirler. Nitekim

Bedir günü Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası

Abbas (radiyallahu anh) zorla Müslümanlara karşı müşriklerin

safında yer almış, esir düşmüş ve Nebî (sallallahu

aleyhi ve sellem) ondan fidye talep etmişti. Bunun üzerine

Abbas (radiyallahu anh): “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben Müslüman

idim.” demiş, buna karşılık Nebî (sallallahu aleyhi ve

sellem) de:

الل أعل ب إسالمك فإن يكن امك تقول فالل ي ج ‏زيك بذلك فأما ظاهر

أمرك فكن علينا

“Allah İslam’ını en iyi bilendir. Eğer dediğin gibiyse Allah

bunun karşılığını sana verir. Ancak senin zâhirin bize

karşı olduğunu gösteriyor…” 10 diyerek ona kâfir muamelesinde

bulunmuştur.

- Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:

10. Hâkim; Müstedrek (Hâkim, bu rivayetin, Müslim’in şartı üzerine

sahih olduğunu belirtmiştir), Beyhakî.

17


ي

ن

ي

َ

ئ

َ

َ ابِ‏

ْ

تُ‏ ْ

Ömer Faruk

‏ْكِ‏ ت

نَ‏ ُ فَقوا يَق َ ‏ُون الِ‏ إ ْ ‏ِخ وَ‏ ا‏ نَ‏ كَ‏ َ ف رُ‏ وا مِ‏ نْ‏ أ ْ ‏َه لِ‏ ال

‏ُوتِل

تُ‏ ْ لَن ْ رُ‏ جَ‏ نَّ‏ مَ‏ عَ‏ ك نُطِ‏ يعُ‏ فِ‏ يك ‏َحَ‏ ً دا أ ‏َبَ‏ ً دا وَ‏ إِن

‏َسشْ‏ َ ُ د نَّ‏ ُ إِ‏ مْ‏ َ لَك ذِ‏ بُ‏ ونَ‏

َّ ُ ي

ُ ْ وَ‏ الل

‏َّك

لَن

ْ ق

ِ ِ مُ‏ الَّذِ‏

ُ ْ أ

ُ ْ وَ‏ ال

الَّذِ‏ نَ‏ ُ ول

ْ رِجْ‏ َ خ

َ ْ ن رصُ‏ َ ن

َ

أَل ْ تَ‏ َ إِل

ِ نْ‏ لَ‏ أُخ

“Münafıkların kitap ehlinden kâfir kardeşlerine: “Eğer

siz yurdunuzdan çıkartılırsanız andolsun biz de sizinle çıkarız.

Sizin aleyhinizde kimseye asla itaat etmeyiz ve eğer

(müslümanlar tarafından) sizinle savaşılırsa muhakkak ki

size yardım ederiz.” dediklerini görmedin mi? Allah onların

yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Haşr, 11)

Bu ayette münafıkların, Ehl-i Kitabın kardeşleri,

yani kâfirler olarak sayılmalarının sebebi, bi’l fiil olmadığı

halde ve sözlerinde yalancı oldukları halde Müslümanların

karşısında Ehl-i Kitabın yanında olacaklarına

dair söz vermeleri’ olarak belirtilmiştir. Eğer bunların

durumu böyleyse, ya kâfirlere bu noktada söz verip de

bi’l fiil bu sözünde duranların hali ne olur acaba?!

- Yahudi ve Hristiyanların dost edinilmesini yasaklayan

ve bunun dinden çıkarttığını belirten ayet (Mâide,

51) ile bağlantılı bir sonraki ayetlerde (Mâide, 52-

53) şöyle buyrulmuştur:

18


َّ

ِ

َ

شَ‏

ٌ

ئ

ف

ي

ي

ف

ن

ب

ي

ت

ب

ي

ي

نَ‏

ي

ب

َ ْ ت َ ا

َ ل

‏َّذِ‏ وا ِ ‏لل

َ اسِ‏ ِ

Kâfirleri Dost Edinmek

فَ‏ ‏َى ال

تَ‏

دَ‏ ِ ا‏ ‏َةٌ‏ ف ‏َعَ‏ سَ‏

‏ْف

ِ ي أَن

ج‏

ُ َ ون فِ‏ ُ ول

‏َّذِ‏ نَ‏

ْ ح أ

ِ

أْ‏ ِ َ لْفت

ي

َ َ

َّ ُ أ ْ ِ

‏َّذِ‏ َ ؤ

أَسَ‏ ُّ وا ُ سِ‏ ِ مْ‏ ُ ُ ول ال

ْ ُ ُ مْ‏ ف

َ َ عَ‏ ك ْ أ ‏َال

َ ْ َ د أْ‏ َ َ ِ ِ ا‏ مْ‏ إِ‏

‏ُصِ‏ يبَن

نَ‏ خْ‏ أَن

‏ُون

‏ُو‏ مْ‏ مَ‏ رَ‏ ض يُسَ‏ ارِع ي ِ مْ‏ يَق

ِ ي قُل ِ ِ

‏َيُ‏ صْ‏ بِ‏ حُ‏ وا ع مَ‏ ا

‏َمْ‏ مِ‏ نْ‏ عِ‏ ْ ن دِ‏ هِ‏ ف

‏َن ‏َوْ‏ أ رٍ‏

الل

‏ْسَ‏ مُ‏

‏َه َ ‏ُال ءِ‏ ال نَ‏ أَق

نَ‏ دِ‏ مِ‏ ي نَ‏ . وَ‏ يَق نَ‏ آمَ‏ نُ‏ وا أ

‏َصْ‏ بَ‏ حُ‏ وا خ

‏َأ

‏َع

‏َت

ُ ْ حَ‏ بِ‏ ط

نَّ‏ ُ مْ‏ ل

“Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin: “Bize bir

felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek, onların arasında

koşuştuklarını (kâfirleri dost edindiklerini) görürsün.

Umulur ki Allah bir zafer ihsan eder veya katından bir emir

(azap) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.

İman edenler: “Olanca güçleriyle sizinle beraber olduklarına

dair Allah’a yemin edenler bunlar mı?” derler. 11 Onların

amelleri boşa gitmiş ve böylece hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.”

Görüldüğü gibi ayette bahis mevzuu edilenlerin

amellerinin boşa gitmesinin, yani kâfir olmalarının sebebi

olarak, sadece dünyalık bir endişe yüzünden kâfirleri

dost edinmeleri’ vurgulanmıştır.

11. İman edenlerin bu sözü, bunların dost edindiği kâfirlere söylemiş

olmaları da ihtimaldir, onların bu hallerine hayret ederek

kendileri gibi iman etmiş kimselere; “bunlar mıydı kâfirlere

karşı sizinle bereber olduklarına dair yemin edenler” şeklinde

söylemiş olmaları da ihtimaldir. Müfessirler her iki ihtimalin de

kastedilmiş olabileceğini ifade etmişlerdir.

19


Ömer Faruk

İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Müfessirler,

bu ayetlerin (yani Mâide, 51-53. ayetlerin),

İslam’ı izhar eden ve kalplerinde hastalık bulunup da

Müslümanların mağlup edilmesinden korkup; “Muhammed

yalancıdır, Yahudiler ve Hristiyanlar ise doğrudur”

dedikleri için değil, kalplerindeki korku nedeniyle

Yahudi, Hristiyan ve başkalarını dost edinmiş bir

kavim hakkında indiğinde ittifak etmişlerdir.” 12

İbn Merduveyh (rahimehullah) İbn Abbas’ın (radiyallahu

anhuma) şöyle dediğini tahric etmiştir: “Abdullah b.

Übeyy b. Selül (münafıkların başı) Müslüman oldu,

sonra dedi ki: “Benimle Kurayza ve Nadîroğulları (iki

Yahudi kabilesi) arasında bir anlaşma var ve ben sıkıntılardan

korkuyorum.” Böylece mürted oldu. Ubâde b.

Sâmit (radiyallahu anh) dedi ki: “Kurayza ve Nadiroğulları

ile anlaşmalı olmaktan Allah’a sığınır ve Allah’ı ve

Rasûlü’nü dost edinirim.” Bunun üzerine ayetler indi.” 13

12. Mecmûu’l-Fetâvâ, 2/112.

13. ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 3/98, Fethu’l-Kadîr, Şevkânî.

Şevkânî (rahimehullah) bu rivayeti aktardıktan sonra şunları kaydetmiştir:

“İbn Merduveyh buna benzer bir rivayeti, Ubâde b.

Velîd b. Ubâde b. Samit’ten, o da babasından, o da dedesinden,

(yani bu) yoldan da tahrîc etmiştir.” Keza bu rivayeti, “Fethu’l-Beyân

fî Mekâsıdi’l, Kur’ân” adlı tefsirinde Muhammed

Sıddîk Hân (rahimehullah) da aktarmıştır.

20


ي

ب

ب

ي

ِ ي

ف

Kâfirleri Dost Edinmek

Açık bir şekilde anlaşılıyor ki bu ayetler, sadece

dünyevi kaygılarını mazeret olarak ileri sürerek kâfirleri

dost edinen münafıklardan bahsetmektedir. O

münafıklar ki, az evvel zikredilen Haşr sûresi 11. ayette

geçtiği üzere, yalan vaatlerde bulunarak kâfirlerin arasında

koşuşmuş/onları dost edinmişlerdi.

- İbn Abbas, Dahhâk, Süddî, İbn Zeyd, İbn Cerîr

et-Taberî, İbn Kesîr, İbnu’l-Cevzî ve Âlûsî gibi âlimlerin

benimsediği görüşe göre yine “münafıklar”dan

bahseden bir ayette şöyle buyrulmuştur:

إِنَّ‏ ال نَ‏ ارْ‏ ُّ تَدوا ع أَد َ رِ‏ هِ‏ ْ مِ‏ نْ‏ بَ‏ عْ‏ دِ‏ مَ‏ ا تَبَ‏ َّ نَ‏ ل َ ى الش طَانُ‏

‏ُوا لِل نَ‏ كَ‏ رِ‏ ُ هوا مَ‏ ا نَ‏ زَّل

َ نَّ‏ ُ أَ‏ مْ‏ قَال

َ ُ مْ‏ وَ‏ أ ‏َمْ‏ ل ل

سَ‏ وَّل

ْ أَمْ‏ وَ‏ الل

سَ‏ نُ‏ طِ‏ يعُ‏ ك ِ ي بَ‏ عْ‏ ضِ‏ اال رِ‏

يْ‏ َّ

ُ َّ

َ الل

ْ ُ د

َ ُ مُ‏ ال

ْ ُ

َ ُ إِسْ‏ َ ارَ‏ ه

‏َّذِ‏

َّ ُ يَعْ‏ ل

َ

َ ل

ْ

َ ُ مْ‏ . َ ذ َ لِك

ْ ُ

‏َّذِ‏

َ ل

“Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra

arkalarına dönenlere (yani imandan ayrılıp küfre dönenlere)

şeytan (küfrü, dinden dönmeyi) süslü göstermiş ve

onlara uzun ömürler vadetmiştir. Bunun sebebi, onların,

Allah’ın indirdiğini beğenmeyenlere: “Bazı hususlarda size

itaat edeceğiz” demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini

biliyor.” (Muhammed, 25-26)

21


Ömer Faruk

İbn Abbas’ın (radiyallahu anhuma) dediğine göre bu

münafıkların, hakkında itaat sözü verdikleri hususlar

Haşr sûresi 11. ayette açıklanmıştır. 14 Nitekim Kurtubî

(rahimehullah), itaat ettikleri bazı hususları şöyle tefsir etmiştir:

“Yani Muhammed’e muhalefette, O’na düşmanlık

noktasında yardımlaşmada, O’nunla birlikte cihada

çıkmama konusunda ve gizlice O’nun işini zayıflatmada

(size itaat edeceğiz.)”

Eğer ki ayette söz edilenlerin dinden çıkmalarının

nedeni sadece, Müslümanların aleyhinde olma noktasında

ileride kâfirlere itaat sözü vermeye bağlanmışsa,

o halde Müslümanlara karşı kâfirlere yardım sözü verip

de bu sözlerini fiilî olarak gerçekleştirenlerin hali

ne olur?!

- Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmenin

başlı başına küfür bir eylem olduğunu gösteren bir başka

delil de icmâ’dır;

* Muhammed b. Abdilvehhab (rahimehullah) şöyle demiştir:

واعملوا أن أ اال ت دهل عل ي تكف‏ املسل الصاحل:‏ إذا ش أسك ب ‏لل،‏ أو صار

14. Bkz: el-Bahru’l Muhît, Ebu Hayyân.

22


ي

Kâfirleri Dost Edinmek

مع ش امل‏ ي ن ك‏ عل ن املوحد‏ - ولو مل ش يك - ث أك‏ من أن ت ‏رص،‏ من

الكم الل،‏ والكم رسوهل،‏ والكم أهل العل لكهم

“Bilin ki, salih bir müslümanın, Allah (azze ve celle)’ye

ortak koştuğu zaman veya ortak koşmasa bile muvahhidlerin

aleyhine müşriklerle beraber olduğu zaman

tekfir edilmesine ilişkin Allah (azze ve celle)’nin sözünden,

Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözünden ve ilim

ehlinin hepsinin sözünden deliller sınırlandırılmaktan

daha çoktur.” 15

Müslümanların aleyhine müşriklere dinleri sebebiyle

destek veren birinin Allah (azze ve celle)’ye ortak

koştuğu son derece aşikardır. Dolayısıyla Muhammed

b. Abdi’l-vehhab’ın, “ortak koşmasa bile” sözüyle kastettiği,

dünyalık bir menfaat güderek müşriklere yardımda

bulunan kimsedir.

Muhammed b. Abdi’l-vehhab (rahimehullah) bir başka

yerde şunları kaydetmiştir:

ومعلوم أن الك من ي ن الطائفت‏ : أهل العراق،‏ وأهل الشام معتقدة

ن أا عل الق أ واالخرى ظاملة،‏ ونبغ من أحصاب ي عل من ش أسك بع ي ل

15. ed-Duraru’s-Seniyye, 10/8.

23


ف

ف

ي

ن

ب

Ömer Faruk

وأحج ع الصحابة عل كفره ت وردم وقتلهم،‏ لكن ق حرم ي عل ، وا‏

ي ى قتلهم ب ‏لسيف ت أى أهل الشام لو حلهم خ مالفة ي عل عل

ً

ت االجع ب ‏م،‏ واالعتذار ن عم ة واملقاتل مهعم لو امتنعوا ت أى أحدا

من الصحابة يشك ي كفر من التجأ ي إلم ؟ ولو ظ أر ب الاءة من

اعتقاده،‏ ن وإا التجأ ي إلم ن وز‏ ب مذهم أ الجل االقتصاص من قت ة ل

ث عن،‏ فتفكر ي هذه القضية ن فإا ال ق تب‏ ب شة إال عل من أراد الل

فتنته

عباس

“…Malumdur ki her iki grup da -yani Irak ehli (Ali

(radiyallahu anh) ve beraberindekiler) ve Şam ehli (Muâviye

(radiyallahu anh) ve beraberindekiler)- kendilerinin

hak üzere olduğuna, diğerlerinin ise zalim olduklarına

inanıyordu. Ali (radiyallahu anh)’ın beraberindekilerden

Ali (radiyallahu anh)’ı (Allah’a) ortak koşan kimseler

ortaya çıkmıştı. ve sahabeler onların küfründe, riddetinde

ve öldürülmelerinde icmâ etmişlerdi. Lakin Ali

(radiyallahu anh) onları yakmış (yakarak öldürmüş), İbn

Abbas (radiyallahu anhuma) ise onların kılıçla öldürülmeleri

görüşündeydi. Acaba Ali (radiyallahu anh)’a olan muhalefetleri

Şam ehlini, onlarla (yani Ali (radiyallahu anh)’ı

ortak koşan kimselerle) birleşmeye, onlar hakkında

özür ileri sürmeye ve şayet onların Ali (radiyallahu anh)’a

karşı savaşma güçleri olsaydı da onlarla birlikte (on-

24


Kâfirleri Dost Edinmek

ların safında) savaşmaya itseydi, itikadlarından beri

olduğunu izhar etse bile onlara katılan (saflarında yer

alan) kimsenin küfründe sahabeden bir kişinin şüphe

ettiğini görecek miydin? Halbuki (farzettiğimiz) böyle

biri, sadece Osman’ın (radiyallahu anh) katillerinden intikam

almak için onlara katılmış ve onların (Ali (radiyallahu

anh)’a karşı olan) bu tutumlarını süslü göstermiştir

(Fakat buna rağmen böyle biri yine de küfre girerdi.)

Bu meseleyi düşün. Bu meselede sadece Allah (azze ve

celle)’nin sapmasını istediği kimselerde şüphe kalır.” 16

- Şeyh Muhammed’in torunlarından Abdullatîf

b. Abdi’r-rahman b. Hasen (rahimehullah), kâfirlere düşmanlığın

ve onlardan beri olmanın gerekliliği hakkında

söz ettikten sonra şöyle söylemiştir:

16. Târîhu Necd, sy.338. Burada Muhammed b. Abdi’l-vehhab’ın

faraza olarak ortaya attığı meselede, Müslümanlara karşı savaşan

ve bu savaşın sancaktarlığını yapan kâfirlere yardım etmek

söz konusudur. Ancak sancaktarlığını kendilerinin yaptığı bir

savaşta Müslümanların, yine kendileri gibi Müslüman bir devlete

veya gruba karşı savaşlarında kâfirlerden yardım istemesi

ise küfür değildir, fakat sahih olan görüşe göre haramdır, hiçbir

surette caiz değildir. (Detayı için bkz: el-Kavlu’l-Muhtâr fî

Hukmi’l-İstiâneti bi’l-Kuffâr, Hamûd b. Uklâ eş-Şuaybî) Zira ilk

meselede Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmek söz konusuyken

ikinci meselede ise kendileri gibi Müslüman olanlara

karşı savaşan Müslümanların, kâfirlerden yardım istemesi söz

konusudur.

25


Ömer Faruk

فكيف ب ‏ن ن أعام،‏ أو جره عل بالد أهل االإ سالم،‏ أو ن أث‏ ي علم،‏ أو

فضلهم ب ‏لعدل عل أهل االإ سالم،‏ واختار ي دره ت ومساكنم ت وواليم

وأحب ظ وره،‏ فإن هذا ردة ي صة ب ‏التفاق

“…O halde onlara yardım eden veya onları müslümanların

beldelerine çeken/sürükleyen, veya onları

öven, veya onları Müslümanlardan daha adaletli gören,

onların memleketlerini, onlarla oturup yaşamayı

ve onların dostluğunu tercih eden ve onların galip

konumda olmasını isteyen kimsenin durumu nasıldır!

Şüphesiz ki bu, ittifakla açık bir riddettir.” 17

Şeyh Abdullatîf ’in sözündeki “veya” kelimelerinden

anlaşılmaktadır ki, bu sayılanlardan her biri -ki

bunlardan biri de onlara yardım eden’dir- ayrı ayrı

icmâ ile küfür olan eylemleridir.

* Abdülaziz b. Bâz (rahimehullah) şunları söylemiştir:

وقد أحج ع عملاء االإ سالم عل أنَّ‏ من ظاهر الكفار عل ي ن املسمل‏

وساعده ب أ ‏ي نوع من املساعدة ف ‏و كفر مثلهم

17. ed-Duraru’s-Seniyye, 8/326.

26


Kâfirleri Dost Edinmek

“İslam âlimleri, Müslümanların aleyhine kâfirlere

destek olan, onlara yardım çeşitlerinden herhangi biriyle

yardım eden kimsenin onlar gibi kâfir olduğunda

icmâ etmişlerdir.” 18

Hâtıb b. Ebî Beltea Kıssası

Hüküm bu kadar belli olmasına rağmen kimileri,

bu eylemin başlı başına küfür olmadığını, ancak

kâfirlerin dinleri sebebiyle yapıldığı takdirde küfür

olacağını iddia etmektedirler. Bu bâtıl iddialarına gerekçe

olarak ileri sürdükleri en güçlü delilleri, meşhur

Hâtıb b. Ebî Beltea (radiyallahu anh)’ın kıssasıdır. Şöyle

ki, Hâtıb (radiyallahu anh) bir kadın aracılığıyla Mekkeli

müşriklere mektup göndermiş, mektup daha müşriklere

ulaşmadan kadından alınmış ve Rasûlullah’a (sallallahu

aleyhi ve sellem) getirilmiştir. Hâtıb bu mektupta

müşriklere, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onlar

hakkındaki gizli planını (yani Mekke’ye doğru yürüyüp

onlara saldıracağını) haber vermişti. Rasûlullah

(sallallahu aleyhi ve sellem) Hâtıb’a şöyle dedi: “Ey Hâtıb! Bu

18. Mecmûu’l-Fetâvâ ve’l-Makâlât, 1/274. İcmâyı nakleden daha

başka ilim ehli de vardır. ve daha bir çok âlim, bu eylemin küfür

olduğunu açıkça belirtmişlerdir. “Ebu Zerka’nın Velâ ve Berâ

Konuşmasına Reddiye” başlıklı ses kaydında, bu eylemin küfür

olduğuna dair âlimlerden bazısının sözlerini aktardık. Dileyen

oraya bakabilir.

27


Ömer Faruk

da nedir?” Hâtıb şöyle dedi: “Benim hakkımda acele

davranma! Ben Kureyş’e sonradan dahil olmuş, onların

bizzat kendilerinden olmayan biriyim. Seninle beraber

olan muhacirlerin Mekke’de ailelerini koruyacak akrabalıkları

vardır. Onların sahip oldukları soy bağı bende

olmadığı için yakınlarımı korusunlar diye onların

yanında bir elim (desteğim) olsun istedim. Ben bunu,

küfretmek, dinimden dönmek ve İslam’dan sonra küfre

rıza göstermek maksadıyla yapmadım.” Bunun üzerine

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “O size

doğru söyledi.” Ömer (radiyallahu anh) dedi ki. “Beni bırak

da şu münafığın boynunu vurayım.” Rasûlullah da

(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki O

Bedre tanıklık etmiştir. Nereden biliyorsun, belki Allah

(azze ve celle) Bedir ehline bakıp: “İstediğinizi yapın, sizi

affettim” demiştir.” 19

Bu kıssayı öne sürerek diyorlar ki: “Hâtıb’ın (radiyallahu

anh) bu yaptığı, Müslümanların aleyhine kâfirlere

yardım etmek idi. Eğer bu eylem başlı başına küfür olsaydı,

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) onu direk tekfir eder

ve kastını sormazdı. Yine Hâtıb’ın (radiyallahu anh); “Ben

bunu, küfretmek… yapmadım” sözü de, bu eylemin

19. Bu kıssa, Buhârî, Müslim ve daha başka kaynaklarda da geçmektedir.

28


Kâfirleri Dost Edinmek

ancak şirki sevmek/şirkin İslam’a üstün gelmesini istemek

şartıyla küfür olacağına delalet etmektedir.”

Hâtıb (radiyallahu anh)’nın kıssasından yapılan bu çıkarımın

bâtıl olduğunu maddeler halinde izah edelim:

1) Kâdı Ebu Ya’lâ 20 , Ebu Bekr el-Cessâs 21 ve İbnu’l-Cevzî

22 gibi kimi âlimler, Hâtıb’ın (radiyallahu anh)

fiilinin küfür olduğunu, lakin tekfirine mani bir özür

bulunduğu için -ki bu özrü, yaptığı te’vil sonucu bu

eyleminin küfür olmayıp caiz olduğunu zannetmesiydi-

tekfir edilmediğini söylemişlerdir. Hâtıb’ın (radiyallahu

anh) yaptığına küfür diyen kimileri de, Rasûlullah

(sallallahu aleyhi ve sellem)’in, vahiy yoluyla onun doğru

söylediğini bildiği için onu tekfir etmediğini, ancak

artık vahiy kesildiği için Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığını

yapanların direk tekfir edileceği görüşündedirler.

Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür olduğu görüşüne

göre bu kıssa, Müslümanlara zarar verecek bir haberi

kâfirlere ulaştırmanın -ki bu da yardım çeşitlerinden

biridir- küfür olduğuna delildir. O halde Hâtıb’ın (radiyallahu

anh) yaptığından daha açık bir yardımda bulu-

20. Bkz: Zâdu’l-Mesîr, İbnu’l-Cevzî, 6/17.

21. Bkz: Ahkâmu’l-Kur’ân, 9/50.

22. Bkz: Keşfu’l-Muşkil, 1/99.

29


Ömer Faruk

nanlar hayli hayli küfür bir fiil işlemiş olmaktadırlar.

Buna karşın İmam Şâfiî, İmam Tahâvî, İbn Teymiyye,

İbnu’l Kayyim ve Abdullatîf b. Abdirrahman b.

Hasen gibi ulemâ ise, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığının

küfür olmayıp masiyet olduğuna kani olmuşlardır ki,

Allahu A’lem doğru olan görüş de budur. 23 Ancak, sözlerin

muhkemini bırakıp da müteşabihine sarılan eğri/

hasta kalpli kimseler, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür

olmadığını savunan âlimlerin (özellikle de İmam

Şâfiî, İbn Teymiyye ve Abdullatîf b. Abdirrahman b.

Hasen’in) bu düşüncede olmalarından ve kıssaya dair

bazı açıklamalarından hareketle onların, Müslümanlara

karşı kâfirlere yardımın dinden çıkartan bir fiil

olabilmesi için kâfirlerin dini sebebiyle yapılmasını

şart koştuklarını, böyle olmayıp da sadece dünyevî bir

gayeyle yapılan yardıma ise küfür demediklerini iddia

etmişlerdir. Halbuki Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığının

küfür olmadığı düşüncesinde olmak, dünyevî bir

amaçla Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım fiili-

23. Ve Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî’nin (rahimehullah) söylediğine göre bu

görüşü savunan âlimler çoğunluğu oluşturmaktadır. (Bkz: el-

Mu’lim fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim, sy. 51. Bununla beraber

Hâtıb’ın (radiyallahu anh) fiilinin küfür olup da tekfirin engellerinden

biri olan te’vil engelinden ötürü Hâtıb’ın (radiyallahu anh)

tekfir edilmediği görüşü de güçlü bir görüştür.

30


Kâfirleri Dost Edinmek

nin küfür olmadığını söylemeyi gerekli kılmaz. 3. ve 4.

maddelerde bunun izahı yapılacaktır.

2) Bu kıssa, Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım

etmenin başlı başına küfür olduğunu gösteren delillerden

biridir. Bunun böyle olduğu, rivayette geçen

şu iki yerden anlaşılmaktadır:

a) Ömer (radiyallahu anh)’ın sözü: “Beni bırak da şu

münafığın boynunu vurayım.” 24

Başka rivayetlerde şöyle dediği geçer: “Ey Allah’ın

Rasûlü! Beni bırak da Hâtıb b. Ebî Beltaa’nın boynunu

vurayım. Muhakkak ki o kâfir olmuştur.” 25

“Ey Allah’ın Rasûlü! O’nun boynunu vurayım. Muhakkak

ki o kâfir olmuştur.” 26

(Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) Hâtıb’ın Bedre tanıklık

ettiğini söyledikten sonra): “Ancak o ahdini bozdu ve

sana karşı düşmanlarına destek oldu.” 27

24. Buhârî, no:4274; Müslim, no:6351.

25. el-Mu’cem’ul-Evsat, Taberânî, no:2268.

26. ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 6/302.

27. Musnedu Ebî Ya’lâ el-Mevsılî, no:393.

31


Ömer Faruk

Bir başka rivayette Ömer (radiyallahu anh)’ın O’nu Allah

(azze ve celle)’ye ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ihanet

etmekle suçladığı, 28 başka bir rivayette ise Allah’ın

düşmanı olarak nitelediği 29 geçmektedir.

Ömer (radiyallahu anh)’dan gelen bu rivayetlerden anlaşılıyor

ki O (radiyallahu anh), Müslümanlara karşı kâfirlere

yardımcı olmanın dinden çıkartan bir davranış

olduğuna itikad ediyordu. Zira Ömer (radiyallahu anh),

Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme türünden

böyle bir hadiseyle karşılaşınca tepkisini bu şekilde

ortaya koymuştu. Ancak Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem),

-bir sonraki maddede izahı yapılacağı üzere- Hatıb’ın

(radiyallahu anh) yaptığının, Müslümanların aleyhine kâfirlere

yardım etmek, olduğu açık olan bir şekilde fiil

olmadığını belirterek O’nun küfrüne hükmetmenin

yanlış olacağını ifade etmişti.

b) Hâtıb (radiyallahu anh)’ın sözü: “Ben bunu, küfretmek,

dinimden dönmek, ve İslam’dan sonra küfre rıza

göstermek maksadıyla yapmadım.” Demek ki Hâtıb (radiyallahu

anh), Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım

etmenin küfür olduğunu biliyordu, ancak -birazdan da

28. Bkz: Buhârî, No: 6939.

29. Bkz: ed-Durru’l-Mensûr, Suyûtî, 6/303.

32


Kâfirleri Dost Edinmek

değinileceği üzere- kendi yaptığının bu tür bir eylem

olmadığını ifade etmek için bunları söylemişti. Zira

şayet Hâtıb’a (radiyallahu anh) ve diğer sahabelere göre

Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme eylemi

dinden çıkartmayan bir günah olmuş olsaydı, Hâtıb’ın

(radiyallahu anh) bu sözleri sarfetmesinin bir anlamı olmazdı.

Örneğin, birinin zina ettiği ya da içki içtiği bilindiğinde,

bu günahı işleyen kişinin; “ben bunu, küfretmek…

için yapmadım” demesi hiç makul müdür?

Müslümanların zihinlerinde bulunmayan bir yanlışı

giderme ihtiyacı neden hissedilsin? Zira Müslümanlar,

zina etmenin veya içki içmenin insanı dinden çıkartmayacağını

zaten bilmektedirler.

3) Hâtıb’ın yaptığı, Müslümanların aleyhine kâfirlere

yardım etmek olduğu açık olan bir fill değildi:

Gayet açıktır ki, hangi şekilde olursa olsun, Müslümanlara

karşı kâfirlere yardım fiili, kesinlikle Müslümanlara

zarar vermeyi içeren bir fiildir. Yani bir kimse İslam

ehline karşı küfür ehline sadece bedeniyle veya malıyla

veya mektup göndererek veya görüş bildirerek vs. yardım

etmesiyle bu dine ve ehline zarar vermiş olur.

33


Ömer Faruk

Bunu bildikten sonra; Eğer ki Müslümanlara dönecek

olan bu zarar inkar edilemeyecek şekilde açıksa,

böyle bir zarara sebebiyet veren fiilin sahibi her ne kadar

da Müslümanlara zarar vermeyi kastetmediğini söylese

de, bu kimsenin dinden çıkartıcı bir eylem işlediğine

hükmedilir. Zira bu kimsenin, söylediği sözde yalancı

olduğu açıktır. Örneğin bir kimse, kâfirlere bir mektup

gönderse ve bu mektubunda Müslümanların kendilerine

saldıracağını, Müslüman ordunun kendilerine doğru

gelirken hangi yolu kullanacaklarını, nerelerde mola

vereceklerini, onların sayılarının ne kadar olduğunu ve

hangi vakit kendilerine hücum etmeyi planladıklarını

haber verse, bunun Müslümanlara dönecek olan zararı

son derece açık olduğundan ve dolayısıyla yaptığı “açık

bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım

etmek” olduğu için böyle bir eylem sahibinin; “benim

bunu yaparken ki kastım Müslümanlara zarar vermek

değildi, ben bunun Müslümanlara zarar vereceğini

düşünmüyordum” demesine itibar edilmeyip, yaptığının

küfür olduğuna hükmedilir. Zira böylesi bir eylem

açıkça, bu kimsenin kastının Müslümanlara zarar vermek

olduğunu göstermektedir.

Buna mukabil, mücahidlerden biri, içerisinde yakınlarının

bulunduğu bir bölgeye gizlice mücahidlerin

34


Kâfirleri Dost Edinmek

saldıracağını bilse ve karşılığında yakınlarını korumaları

için o bölgenin müşrik ahalisine; “bulunduğunuz

yerden ayrılın, yoksa müslümanlar, güç yetiremeyeceğiniz,

karşı koyamayacağınız bir orduyla sizi yok etmek

için size doğru geliyorlar!” diye bir mektup gönderse,

her ne kadar da bu kimsenin yaptığı aslında Müslümanlara

zarar getirecekse de -ki bu zarar, kâfirlerin

gafil avlanamaması ve Müslümanlara karşı hazırlıklı

olmalarıdır-, fakat gönderdiği mektubun içeriğinden

anlaşılıyor ki bu kimse, Müslümanların normal şartlarda

kesinlikle galip geleceklerini bilmektedir ve bunu

bildiği için mektubunda, müşriklerin Müslümanlar

tarafından baskına uğrayacaklarını öğrenmelerinde

Müslümanlara dönen bir zararın olmayacağına inandığını

belirtmiş ve mektupta, Müslümanların saldıracağı

haberinden başka Müslümanlara zarar vereceği kesin

olan hiçbir askeri sırrı haber vermemiştir. İşte bütün

bunlardan ötürü bu kimsenin maksadının, “kâfirler

Müslümanlara karşı savaşlarında faydalansınlar ve

Müslümanlara zarar versinler diye Müslümanların sırlarını

onlara bildirmek” olduğu “açık” bir şekilde anlaşılamaz.

O’nun bu fiili, kastının Müslümanlara zarar

vermek olduğuna açıkça delalet etmediği için de (yani

araya ihtimal/zan girdiği için) dinden çıkartıcı olan

“açık bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere yar-

35


خ

Ömer Faruk

dım” olarak değerlendirilemez ve dolayısıyla kastının

sorulması gerekli olup, gönderdiği mektubuyla Müslümanlara

zarar vermeyi kastetmediğini söylediğinde

sözü açık bir yalan olarak sayılamaz.

İşte Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı da bundan başkası

değildi. Şöyle ki; Hâtıb’ın (radiyallahu anh) Müslümanlar

aleyhine kâfirlere yardım ettiğini gösterebilecek

tek kanıt, gönderdiği mektubu idi. Bir müslümanın

müşriklere mektup göndermesi haddi zatında caiz olan

bir iş olduğu için burada önemli olan, mektubun içeriğidir.

Mektubun içeriği ise şöyleydi:

أما بعد،‏ ي ش مع‏ قريش،‏ فإن رسول الل صل الل عليه وسل جاءمك

ب ج يش كلليل،‏ ي يس‏ كلسيل،‏ فوالل لو جاءمك وحده لنرصه الل ب وأز هل

وعده،‏ فانظروا أ النفسمك والسالم

“Bundan sonra. Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak

ki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) size karşı gece gibi

olan ve sel gibi akıp yürüyen bir ordu getirecek. Allah’a

yemin olsun ki o tek başına bile size gelse Allah ona

yardım edecek ve vadini gerçekleştirecektir. Kendinizi

gözetin/ayağınızı denk alın. Ve’s-selam.” 30

30. Er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbn-i Hişâm,


36


Kâfirleri Dost Edinmek

Görüldüğü gibi Hâtıb’ın (radiyallahu anh) mektubunda,

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in müşriklere doğru

yürüyeceği haberi dışında herhangi askeri bir sır/sırlar

mevcut değildi, bilakis Müslümanların normal şartlarda

kesinlikle muzaffer olacaklarına dair müşriklerin

azmini kıracak ve onlara psikolojik zarar verecek

sözler bulunuyordu. Bu da (yani mektubun içeriği),

onun kastının açıkça Müslümanlara zarar vermek olmadığını,

yani araya ihtimalin/zannın girdiğini, dolayısıyla

yaptığının, açık bir Müslümanların aleyhine

kâfirlere yardım etmek olmadığını göstermektedir. İşte

bu nedenle Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem), Hâtıb’ın yaptığını

hemen küfürle nitelendirmeyip kastının ne olduğu

noktasındaki ihtimali/zannı gidermek için evvela ona

kastını sormuş ve O da şöyle demişti:

فكتبت ب كتا‏ ال يرصض الل ورسوهل شيئا وع‏ أن يكون منفعة اله ي ل

“…Bunun üzerine (yani ailem hakkında korktuğum

için) bende, Allah’a ve Rasûlüne hiçbir zarar vermeyen ve

Ebu’l-Kâsım es-Süheylî, 7/203, es-Sîretu’n-Nebeviyye, İbn Kesîr,

3/537, el-Bidâye ve’n Nihâye, İbn Kesîr, 4/324, Fethu’l-Bârî, İbn

Hacer, 7/520, Umdetu’l-Kârî, Bedru’d-dîn el-Aynî, 17/273, Rûhu’l-Meânî,

Âlûsî, Mümtehine 1. ayetin tefsiri, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân,

Kurtubî, Mümtehine 1. ayetin tefsiri.

37


Ömer Faruk

umulur ki ailem için menfaat olabilecek bir mektup yazdım.”

31

Bir başka rivayette de şöyle geçer:

فقال ي حاطب أفعلت قال نعم ي ن إ‏ مل أفعل غشا لرسول الل صل

الل عليه وسل وال نفاقا ولقد عملت أن الل سيظهر رسوهل ت وي‏ أمره

“…(Rasûlullah) dedi ki: “Ey Hâtıb! Bunu yaptın mı?

O da: “Evet, ancak ben bunu, Allah’ın Rasûlü’nü kandırmak

(O’na ihanet etmek) için ve münafıklık olarak

yapmadım. Kesin olarak inanıyordum ki Allah (azze ve

celle), Rasûlü’nü muzaffer kılacak ve işini onun lehine

sonuçlandıracak…” 32

-Yukarıda da aktardığımız gibi- yine şöyle demişti:

“Ben bunu küfretmek… maksadıyla yapmadım.” Yani

şunu demek istemişti: “Benim yaptığım, benim de ve

sizin de küfür olduğunu bildiğimiz Müslümanların

aleyhine müşriklere yardım etmek’ değildi, (başka

31. Heysemî (rahimehullah) Mecmauz-Zevâid isimli eserinde bunu

Ebu Ya’lâ’nın, Bezzâr’ın ve Evsat’ında Taberânî’nin rivayet ettiğini

ve ravilerinin sağlam olduğunu söylemiştir.

32. Sahîhu İbni Hibbân. Muasır muhaddislerden Şuayb el-Arnaût,

bu rivayetin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.

38


Kâfirleri Dost Edinmek

bir ifadeyle) maksadım Müslümanlara zarar vermek

değildi.”

Evet, Hâtıb (radiyallahu anh) gizlemekle emrolunduğu

bir sırrı ifşa etmişti. Dolayısıyla bu yaptığı, Nebî

(sallallahu aleyhi ve sellem)’e ihanetti. Mümtehine suresinin

uyarıcı ve tehdidvâri ilk ayeti O’nun hakkında indi ve

yaptığının dinden çıkartmayan küçük dostluk olduğunu

bildirdi. ve yaptığının neticesi Müslümanlara zarar

vermekle sonuçlanacaktı. Yani Hâtıb’ın (radiyallahu anh)

yaptığı, net olmasa da dinden çıkartan dostluk türüne

çok yaklaşmıştı. (Ama yaptığı küçük dostluk türündendi.)

Başka bir ifadeyle, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığına

salt bir bakışla bakıldığında O’nun yaptığının açık

bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etmek

olduğu görülmektedir ki, Ömer (radiyallahu anh) da bunu

böyle anladığından Hâtıb’ı (radiyallahu anh) tekfir etmişti.

Ancak bütün bunlarla birlikte az evvelde dediğimiz

gibi mektubun içeriği işin içine ihitimal/zan soktuğundan,

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun fiilini küfür

olarak vasıflamaktan geri durmuş ve evvela ona kastını

sormuştu. Dolayısıyla Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı

küfür olmayıp, gizlenmesi gereken bir sırrı müşriklere

bildirmek suretiyle Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) ihanet

etmek olduğundan büyük bir günahtı. İmam Şâfiî

39


Ömer Faruk

(rahimehullah) şöyle söylemiştir: “Bu hadiste, zanlardan

hareketle hüküm vermenin bir kenara bırakılması söz

konusudur.

Çünkü mektup, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) aynen dediği

gibi bu eylemi, İslam hakkında şüphe ederek değil

de ailesini korumak için yapmış olduğuna, İslam’a

karşı rağbetsizlikten ötürü değil de bir hatadan dolayı

yapmış olduğuna ve en kötü manaya (küfre) ihtimalli

olduğu için, ihtimalli olan bu fiilinde söz onun sözüdür.

Bu konuda Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nu

katletmeme hükmüne varmış ve hakkında baskın olan

durumu işletmemiştir. Benzer bir durumla ilgili olarak

zâhirde (görünüşte) bundan daha azametli (büyük) bir

eylemde bulunan olmamıştır…” 33

4) Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı casusluktu. Zira

O’nun bu fiili, Kureyş müşriklerine Nebî (sallallahu aleyhi

ve sellem)’in onlardan gizli tuttuğu bir niyetini bildirmekti

ki, bu da casusluk demektir. Nitekim âlimlerimiz, bu

33. el-Umm, 4/264. İmam Şâfiî’nin (rahimehullah) bu sözlerini ileri

sürüp de O’nun, sadece dünyevî bir gaye uğruna Müslümanlara

karşı kâfirlere yardım etme fiilinin küfür olmadığı görüşünde

olduğunu iddia edenlerin bu iddiasının bâtıl olduğuna dair detaylı

ve tahkikli bilgi için Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah)’ın

“el-Mu’lim fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim” (sy: 70-74) isimli kıymetli

eserine müracaat edilmesini önemle tavsiye ederim.

40


Kâfirleri Dost Edinmek

kıssa üzerinden casusun öldürülüp öldürülmemesi

hakkında konuşmuşlardır. İbnu’l Kayyim (rahimehullah)

şöyle demiştir: “Bu kıssada, Müslüman dahi olsa casusun

öldürülmesinin caiz olduğunun delili vardır…

Bu, İmam Malik’in (rahimehullah) mezhebinin görüşü ve

İmam Ahmed’in (rahimehullah) mezhebinde iki görüşten

biridir. Şâfiî ve Ebu Hanîfe ise öldürülmez demişlerdir.

Bu görüş, İmam Ahmed’in (rahimehullah) mezhebinde

zâhir/baskın olan görüştür. Bu iki görüş sahipleri Hâtıb

kıssasını delil olarak almışlardır. Sahih olan görüş şudur

ki, casusun öldürülmesi imamın tercihine bırakılır;

eğer ki öldürülmesinde Müslümanlar için bir maslahat

görüyorsa öldürür, eğer öldürmemesi daha münasipse

o halde öldürmez. Allah-u A’lem.” 34

Hâtıb (radiyallahu anh) kıssasını ileri sürerek dünyalık

bir menfaat nedeniyle Müslümanların aleyhine kâfirlere

yardım etmenin küfür olmadığını savunanlar şöyle

demektedirler: “Ulemâ, Hâtıb’ın yaptığının casusluk

olduğunu belirtmişlerdir. Casusluk ise yardımın kralıdır,

yani açık bir şekilde Müslümanların aleyhine kâfirlere

yardımdır. Demek ki ulemâ, dünyevî bir amaçla

açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme

eylemini küfür görmüyorlar!”

34. Zâdu’l-Meâd, 3/422.

41


Ömer Faruk

Bu şüpheye karşılık ilk olarak “Casus” kelimesinin

ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekir. Biraz önce de

değindiğimiz gibi casus:

‏)و(‏ جاز ‏)قتل ي خ ع‏ ( أي:‏ جاسوس يطلع عل عورات ي ن املسمل‏ وينقل

أخباره للعدو

“Müslümanların gizli taraflarını öğrenip haberlerini

düşmana aktaran kimsedir.” 35

Casusluk yapmaya iten etkenler farklı olabilir. Kimi

hasedi nedeniyle, kimi kini, kimi intikam isteği, kimi

mal sevgisi… nedeniyle casusluk yapabilir. Etken her

ne olursa olsun, casusu casus yapan, bu etkenlerden

her birinin götürdüğü sonuç olan; “Müslümanlara zarar

veren bir haberi düşmana ulaştırması” dır. Yine

bu işi yapan bir kişi, kâfirlere aktardığı malumatı hangi

şekilde öğrenirse öğrensin ve aktarma işini hangi yolu

kullanarak yaparsa yapsın; ister telefon yoluyla, ister

mektup veya fotoğraf, veya video veya başka bir aracı

kullanarak yapsın, casusu casus yapan, Müslümanlara

zarar veren bir haberi düşmana ulaştırmasıdır. Bunu

yapan her bir kimse casusluk yapmış demektir.

35. eş-Şerhu’l-Kebîr, ed-Derdîr el-Mâlikî (rahimehullah), 2/182.

42


Kâfirleri Dost Edinmek

İşte Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığı da, Müslümanlara

zarar verecek bir haberi kâfirlere ulaştırmak idi.

ve bu sebeple âlimlerimiz, Hâtıb’ın yaptığının casusluk

olduğunu belirtmişleridir. Az evvelde belirttiğimiz

üzere casusluğun çeşitli şekilleri vardır. Bu şekillerden

bazısının, açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere

yardım etmek anlamına geldiği son derece açıktır. 36

Ancak Hâtıb’ın (radiyallahu anh) bu casusluğu ise, bir önceki

maddede (3. maddede) izah ettiğimiz üzere açık

bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım manasında

değildi. Dolayısyla; casusluğun bazı şekilleri vardır

ki, açık bir Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım

anlamındadır, kimi şekilleri de vardır ki böyle değildir.

Her ne kadar da günümüz örfünde “casus” kelimesi

ile kastedilen, açık bir şekilde Müslümanların aleyhine

kâfirlere yardım eden kişi ise de, asıl olarak ve ulemânın

literatüründe sadece bu anlama gelmemektedir. O

yüzden âlimlerimizin, Hâtıb’ın (radiyallahu anh) yaptığını

casusluk olarak nitelendirmelerinden bu eyleme küfür

demedikleri neticesi çıkartılamaz.

Sonuç itibariyle Hâtıb (radiyallahu anh) kıssasından,

dünyalık herhangi bir nedenden dolayı Müslümanların

aleyhine kâfirlere yardım etmenin küfür olmadığı

36. Örneğin 3. maddenin ilk misali.

43


ب

ي

Ömer Faruk

hükmüne varılamaz. Hakikat, muasır selefi âlimlerden

Şeyh Ulvî Sekkâf ’ın, “Suâlün ve Cevâb an Hâtıb İbn

Ebî Beltea” isimli risalesinde söylediği şu sözlerdir: “Şu

bilinsin ki, Ehl-i Sünnet’ten hiçbir kimse Hâtıb’ın kâfir

olduğunu veya Hâtıb’dan sadır olan fiilin (küçük)

dostluk veya günah olmadığını veya Müslümanlara

karşı kâfirlere yardım etmenin küfür olmadığını söylememiştir.

Bütün bu âlimlerin hepsi bunlarda ittifak

etmişlerdir.”

Bu yüzden Maliki ulemâsından Kâdı İbnu’l-Arabî’nin

(rahimehullah) şu sözleri asla kabul edilemez:

: ت املسأهل الرابعة:‏ من ث ك‏ تطلعه عل عورات ي ن املسمل‏ ، وينبه ي علم،‏

ويعرِّ‏ ف عدوه ب أ ‏خباره مل يكن بذلك ً كفرا إذا كن فعل لغرض

دنيوي،‏ واعتقاده عل ذلك ي سل‏ ، امك فعل حاطب ن ب ي أ‏ بلتعة ي ن ح‏

ت خ اذ اليد ومل ينو الردة عن الد‏

قصد بذلك ا‏

ن .

“Dördüncü mesele: Her kimin Müslümanların gizli

tarafını gözlemesi çoksa, Müslümanlar hakkında bilgi

veriyor ve onların haberlerini düşmanlarına bildiriyor

ise, eğer ki bunu dünyevî bir gaye için yapıyorsa ve

bunu yaparken de itikadı sağlam ise bu yaptığıyla kâfir

olmaz. Tıpkı Hâtıb b. Ebî Beltaa (radiyallahu anh)’ın yaptı-

44


Kâfirleri Dost Edinmek

ğı gibi. O ki bu yaptığıyla el/destek edinmeyi kastetmiş,

dinden dönmeyi ise niyet etmemişti.” 37 Aynı şekilde

Kurtubî (rahimehullah) Mümtehine sûresi 1. ayeti mesele

mesele tefsir ederken dördüncü meselede harfiyyen bu

sözleri aktararak İbnu’l Arabî’ye bu görüşünde muvafakat

ettiğini belirtmiştir. Allah (azze ve celle) her ikisini

de bağışlasın. 38

37. Ahkâmu’l-Kur’ân, Mümtehine 1. ayetin tefsirinde. İbnu’l-Arabî’nin

(rahimehullah) bu sözünden, sadece dünyevî bir gayeyle

yapılmış bu eylemi başlı başına küfür olarak görmediği anlaşılmakla

birlikte yine O’nun bu sözünden, bu eyleme aslında

küfür dediği, ancak bunu yaparken dünyevî bir amaç gütmeyi

tekfirin engellerinden biri olarak gördüğü de anlaşılmaktadır ki,

Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah) bu son ihtimalin daha güçlü

olduğunu söylemiştir. (Bkz: A.g.e, sy. 52) Hiç şüphesiz bu son

ihtimal de haktan çok uzaktır. Zira küfre sokan söz ve amellerde

dünyevî bir amaç gütmenin tekfire engel olduğuna dair hiçbir

kanıt olmayıp aksine deliller mevcuttur. (Örneğin bkz: Nahl

106-107, İbrahim 2-3) Ve hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi, cehalet ve

te’vil gibi tekfirin engelleri konusundan bahsederlerken “dünyevî

bir çıkar elde etmek” diye bir engel zikretmemişlerdir. Yani

İbnu’l-Arabi (rahimehullah) bu iki ihtimalden hangisini kastetmiş

olursa olsun büyük bir hata yapmıştır.

38. Hâtıb kıssası üzerinden ortaya atılan bu şüpheye cevap verilirken

daha çok, Şeyh Ebu Yahya el-Lîbî (rahimehullah)’ın “el-Mu’lim

fî Hukmi’l-Câsûsi’l-Muslim” isimli kitabından ve Şeyh Nâsır el-

Fehd’in (Allah onu korusun) “et-Tibyân fî Kufri Men Eâne’l-Emrîkân”

adlı eserinden istifade edilmiştir. Hâtıb (radiyallahu anh) kıssası dışında

ortaya atılan daha başka şüpheler de vardır. Ancak en güçlü

delilleri bu olduğundan bu şüphe üzerinde durmak ile yetindik.

45


َّ

ئ

شْ‏

َ

Ömer Faruk

c) Antlaşma dostluğu

Müslümanlara karşı yardım etme noktasında

kâfirlerle anlaşmaya varmak, bi’l fiil yardım gerçekleşmemiş

olsa dahi dinden çıkartan bir küfürdür.

Bunun delili, önceden zikrettiğimiz Haşr suresi’nin

11. ayetidir. Nitekim lugatta “veliyy” kelimesinin anlamlarından

biri de müttefiktir/antlaşandır. Cihad

ve mücahidlere yönelik mücadele için yapılan anlaşmalar

bu kısım dostluğa girer.

d) Kâfirlere itaat etmek, onlara uymak

Bu kısma dahil olan itaat şekillerine geçmeden

evvel bu kısımla doğrudan alakalı olan Tevbe sûresi

31. ve En’âm sûresi 121. ayetlerin kısa izahını yapalım:

En’âm sûresi 121. âyetin kısa ve öz tefsiri

َّ ي نَ‏

َّ الش يَ‏ اطِ‏

َ ُ ُ ك ونَ‏

ُ ْ ل ِ

ُ ْ إِن

‏َفِ‏ سْ‏ ٌ ق وَ‏ إِن

‏َّه

َ اس ِ عَ‏ ل ‏َيْ‏ هِ‏ وَ‏ إِن

وَ‏ ال تَ‏ أْ‏ ُ لك ‏ُوا مِ‏ ‏َّا ل رِ‏

‏َّك

‏َط ‏َعْ‏ ُ ت مُ‏ وه

لَيُ‏ وحُ‏ أَوْ‏ لِيَ‏ ِ ِ ا‏ مْ‏ لِيُ‏ جَ‏ ادِ‏ لُوك

ْ ُ الل ُ ل

ُ ْ وَ‏ ْ إِن أ

َ ْ ْ يُذك


َ

َ ون إِل

46


Kâfirleri Dost Edinmek

“Üzerine Allah’ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü

o elbette ki bir fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele

etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Eğer

onlara itaat ederseniz elbette siz de müşrikler olursunuz.”

Bu ayetin nuzül sebebi şöyledir: “Müşrikler şöyle

dediler: Ey Muhammed! Sen ve ashabının öldürdüğü/

kestiği hayvanların helal, (hatta) köpeğin ve şahin’in öldürdüğü

hayvanların helal, (ama) Allah (azze ve celle)’nin

öldürdüğünün haram olduğunu mu iddia ediyorsun.”

Bunun üzerine Allah (azze ve celle) bu ayeti indirdi.”

Yani murdar olan hayvanın helal olduğuna inanan

müşrikler, murdar hayvanın haram olduğu itikadının

bâtıl olduğunu, doğru olan hükmün ise “helal” olduğunu

Müslümanlara söyleyince, Allah (azze ve celle) bu

ayeti indirerek, bu dediklerinde müşriklere itaat edip

de haram kıldığı murdarın helal olduğuna inanan

kimselerin aynı onlar gibi müşrik olacaklarını kesin

bir dille belirtmiştir. Müfessirlerin şeyhi lakaplı İbn

Cerîr et-Taberî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah (azze

ve celle)’nin; ”elbette siz de müşrikler olursunuz” sözüne

gelince, yani o zaman siz de onlar gibi olursunuz

demektir. Çünkü onlar, meyte’yi/murdar hayvanı helal

görerek yiyorlardı. İşte siz de meyte’yi bu şekilde (yani

47


ب

َّ

ب ب

شْ‏

َ

Ömer Faruk

helal görerek) yediğiniz zaman onlar gibi müşrik olursunuz.”

Dolayısıyla her kim, murdar hayvanın veya onun

gibi bir haramın helal görülmesi noktasında kâfirlere

itaat ederse, bu haramdan uzak dursa bile müşrik olur.

Zira Allah (azze ve celle)’nin haramının helal olduğuna

inanmak küfürdür. Yani böyle birinin müşrik olmasının

illeti, kâfirlere küfürde itaat etmiş olmasıdır. İllet

bu olduğuna göre o halde daha genel bir ifadeyle ayette

kastedilen mana şudur ki: Allah (azze ve celle)’nin haramının

helal olduğuna inanmak gibi herhangi bir küfürde

kim ki kâfirlere itaat ederse bu kimse müşriktir.

Tevbe sûresi 31. âyetin kısa ve öz tefsiri

ْ َ سِ‏ يحَ‏ ْ نَ‏ ا‏ مَ‏ رْ‏ يَ‏ َ وَ‏ مَ‏ ا

ُ ْ وَ‏ رُ‏ ْ ه بَ‏ نَ‏ ُ ا‏ مْ‏ أَرْ‏ ً مِ‏ نْ‏ دُ‏ ونِ‏ ِ الل وَ‏ ال

‏َحْ‏ بَ‏ ارَ‏ ه

تَّ‏ خَ‏ ُ ذوا أ

ا‏

َ

‏َه ‏َّا ي

َ ً ا وَ‏ احِ‏ ً دا ال هُ‏ وَ‏ سُ‏ بْ‏ حَ‏ ان

أُمِ‏ رُ‏ وا إِال لِيَ‏ عْ‏ بُ‏ َّ ُ دوا إِل

ُ ع ِ ُ ُ ك ونَ‏

َّ

َ َ إِال

إِهل

“Onlar (ehli kitap), Allah’ın dışında âlimlerini ve rahiplerini

rabler edindiler. Meryem oğlu Mesîh’i de. Halbuki onlar

sadece bir tek ilaha ibadet etmek ile emrolunmuşlardı.

Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her

şeyden münezzehtir.”

َ

48


Kâfirleri Dost Edinmek

“…Adiyy b. Hâtim (radiyallahu anh), boynunda gümüşten

(başka bir rivayette: altından) bir haç olduğu

halde Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına girdi.

O sırada Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayeti okuyordu.

Adiyy (radiyallahu anh) diyor ki: Dedim ki: “Bunlar

onlara ibadet etmediler ki!” Bunun üzerine Nebî (sallallahu

aleyhi ve sellem) dedi ki: “Hayır (ibadet ettiler.) Çünkü

onlar bunlara helali haram, haramı da helal kıldılar ve

bunlar da onlara tâbi oldular. İşte bu, bu kimselerin onlara

ibadetidir.” 39

Ebu’l-Bahterî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Huzeyfe’ye

(radiyallahu anh) denildi ki: “Allah (azze ve celle)’nin:

“Onlar âlimlerini…edindiler” ayeti hakkında ne dersin?

O da şöyle dedi: “Bunlar onlar için oruç tutmuyorlardı,

onlar için namaz kılmıyorlardı. Ancak onlar bu

kimselere herhangi bir şeyi helal kıldıkları zaman onu

helal olarak kabul ediyorlardı. Onlar, Allah (azze ve celle)’nin

kendileri için helal kıldığı bir şeyi bunlara haram

kıldıkları zaman onu haram olarak kabul ediyorlardı.

İşte bu, onların rab edinilmesi idi.”

39. Ahmed, Tirmizî. Rivayetin devamında, Rasûlullah (sallallahu

aleyhi ve sellem)’in Adiyy’i (radiyallahu anh) İslam’a davet ettiği,

O’nun da bunu kabul edip Müslüman olduğu geçmektedir.

el-Elbânî bu rivayetin hasen olduğunu söylemiştir.

49


ف

ف

Ömer Faruk

Ebu’l-Bahterî şöyle söylemiştir: “…Allah (azze ve celle)

bunların itaatlerini onlara yapılan bir ibadet saydı.

Şayet onlar bunlara: “bize ibadet edin” deselerdi bunu

yapmazlardı.”

İbn Abbas (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Onlar

bu kimselere kendilerine itaati süslü gösterdiler.”

Ebu’l-Âliye’nin (rahimehullah) şu söyledikleri, ayeti

daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır; Rabî’ b.

Enes (rahimehullah) şunları aktarmıştır:

قلت ب ي ال‏ العالية:‏ كيف كنت الربوبية ي ت ال‏ كنت ي ي ن ب‏ إسائيل ؟

قال قالوا:‏ ما ن أمرو‏ به ن ائتمر‏ ، وما ن ن و‏ عنا ت انينا لقوهلم:‏ وه ي ج ‏دون

ي كتاب الل ما أمروا به وما ن ‏وا عنه،‏ فاستنصحوا الرجال،‏ ونبذوا

كتاب الل وراء ظ وره.‏

“Ebu’l-Âliye’ye dedim ki: “İsrailoğulları’ndaki Rab

edinme nasıldı? O da şöyle dedi: “Onlar şöyle söylediler:

“Onlar bize her neyi emrederlerse onu yapar, neyden

bizi alıkoyarlarsa ondan da kaçınırız.” Halbuki bu

kimseler, Allah (azze ve celle)’nin kitabında emrolundukları

ve nehyolundukları şeyleri buluyorlardı (bunları

görüyor ve biliyorlardı). Böylece bu kimseler, adamla-


50


Kâfirleri Dost Edinmek

rın öğütlerine uydular ve Allah (azze ve celle)’nin kitabını

arkalarına attılar.” 40

Tevbe 31. ayet hakkında buraya kadar aktardıklarımızdan

anlaşılıyor ki, ehl-i kitap, âlimlerini ve rahiplerini

aşırı bir şekilde tazim etmişlerdi. Öyle ki, dinlerinin,

âlimlerine ve rahiplerine Allah (azze ve celle)’nin

hükümlerinden istediklerini değiştirme yetkisi verdiğine

inanıyorlardı. Yani ehl-i kitap, âlim ve rahiplerin

mutlak/kayıtsız şartsız helal-haram belirleme haklarının

olduğuna inanarak onları rab edinmişler, böylece

onları, mutlak helal-haram belirlemeye tek yetkili olan

Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmuşlardı. Ancak ehl-i kitap,

ibadetin ne anlama geldiğini doğru bilmedikleri

için bu inançlarının Allah’tan (azze ve celle) başkasına ibadet

etmek (şirk) olduğunu bilmiyorlardı. Buna rağmen

Allah (azze ve celle), onların bu cehaletini mazeret olarak

kabul etmeyip bu itaatleri sebebiyle kendisi dışında

rabler edinmiş kimseler olduklarını bildirmiştir.

Günümüzdeki laiklerin ve demokratların durumu

da böyledir. Onlar, şirkten uzak bir Müslüman olduklarını

iddia etmekle birlikte, İslam şeriatının açık hükümlerini

bilmelerine rağmen bu hükümlerden bir ya

40. İbn Cerîr et-Taberî (rahimehullah) bunu tefsirinde aktarmıştır.

51


Ömer Faruk

da daha fazlasının kanunen yürürlükte olmaya elverişli

veya gerekli olmadığına, bunun yerine başka hükümlerle

hükmedilmesinin gerekli veyahut caiz olduğuna

inanmakta, böylelikle Allah (azze ve celle)’nin hükmüne

aykırı başka hükümler belirleyen kimseleri rabler edinmekte,

onları Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmaktadırlar.

41 Ehl-i Kitab’ın bir başka küfrü de, belirledikleri hükümleri,

bile bile iftira ederek Allah (azze ve celle)’nin dinine

nisbet etmeleri idi.

Yani Ehl-i Kitab iki yönden küfre düşmüşlerdi:

a) Âlimlerinin ve rahiplerinin mutlak (istedikleri

gibi, kayıtsız şartsız) hüküm belirleme haklarının olduğuna

inanmaları.

41. Dolayısıyla laikler ve demokratlar ayetin kapsamına girmektedirler,

fakat, kayıtsız şartsız egemenlik yetkisinin yalnızca Allah

(azze ve celle)’ye ait olduğuna inanmalarıyla beraber, Allah (azze

ve celle)’nin bu yetkisinin parlamenterlere verilmesi anlamına

gelen demokratik seçimlere katılanlar ise bu söylenilenler nedeniyle

ayete dahil değildirler. Bu kimselerin demokratik seçimlere

katılmaları sebebiyle şirke düşmüş olduklarını bu ayet değil,

başka deliller beyan etmektedir.

52


Kâfirleri Dost Edinmek

b) Belirledikleri hükümleri Allah (azze ve celle)’nin

dinine nisbet ederek Allah (azze ve celle)’ye iftirada bulunmaları.

Bunlardan her biri kendi zatında küfür olan işlerdir.

Allâme İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle söylemiştir:

“Dinin hepsi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den

alınmıştır. Artık O’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra

hiçbir kimsenin O’nun dininden herhangi bir şeyi değiştirme

yetkisi yoktur. İşte bu (inanç), Müslümanların

dinidir. Hristiyanlar ise buna muhalif düşerler. Zira

onlar, âlimlerinin ve âbidlerinin/rahiplerinin Allah

(azze ve celle)’nin şeriatına aykırı şeriat/kanun koymalarına

cevaz verirler. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:

“Onlar âlimlerini…” (Tevbe, 31) Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)

şöyle demiştir: “Onlar bunlara haramı helal kıldılar,

bunlar da onlara itaat ettiler. Onlar bunlara helali haram

kıldılar, bunlar da onlara itaat ettiler. İşte bu, bunların onlara

ibadetidir.” 42

42. Mecmûu’l-Fetâvâ, 27/374.

53


Ömer Faruk

Kâfirlere itaatin küfür olan bazı şekilleri

Bu iki ayetin kısaca izahını yaptıktan sonra, kâfirlere

itaatin küfür olan bazı şekillerini şöylece sıralayabiliriz:

a) Allah (azze ve celle)’nin (zina, içki, faiz gibi) haram

kıldığını helal, (çok evlilik gibi) helal kıldığını haram

kılmak gibi O’nun (azze ve celle) hükümlerine aykırı hükümler

belirleyen, ya da bu hükümleri yürürlükte tutan

devlet veya kabile yöneticilerinin veyahut bütün

insanlar için Allah (azze ve celle)’nin hükmünün aksine

hüküm veren saptırıcı bir âlimin/şeyhin, belirledikleri

veya uyguladıkları bu hükümlerinden birinin dahi olsa

doğruluğuna inanmak kişiyi dinden çıkartan bir itaattir.

Ancak, itaat eden şahıs Allah (azze ve celle)’nin haramının

haram olduğuna inanarak hevası sebebiyle itaat

ederse o zaman kâfir olmaz. Yani bir kimse, yaşadığı

yerde -örneğin- içki içilmesine veya faiz yenilmesine

izin verilmiş olduğu için bu izni fırsat bilerek içki içse

veya faiz yese, fakat aynı zamanda bunların haram olduğuna

da itikad etse, işte böyle biri günahkar bir Müslüman’dır.

54


Kâfirleri Dost Edinmek

b) Bir kimse saptırıcı bir âlime/şeyhe soru sorsa, o

da herhangi bir haramın helal veya herhangi bir helalin

haram olduğu yönünde bir fetva vermişse ve bu kimse

de onun bu fetvasının doğruluğuna inanırsa küfür olan

bir itaatte bulunmuş olur. Ancak bu âlimin/şeyhin haramı

helal yapan fetvasının yanlış olduğuna inanmakla

beraber hevası nedeniyle ona itaat etmişse o halde günahkar

olur. Yine kâfir veya fasık olan biri, bir başkasını

zina gibi bir günaha teşvik etmiş veya oruç gibi -sahih

olan görüşe göre- dinden çıkartmayan bir farzı terk

etmeyi emretmiş ve o da zinanın haram olduğuna veya

orucun farz olduğuna inanarak bu kimseye uymuşsa

kâfir olmaz, fasık olur. 43

43. Bu iki madde arasındaki fark şudur: Birincisi umuma/genele

yönelik hüküm belirleyenlere itaat edilmesi, ikincisi ise hükmü

özele yönelik olup genel için olmayan kimselere itaat edilmesi

ile alakalıdır. Birinci maddede bahsedilen hüküm verenlerin

yaptığına “teşrî’/kanun koyma” denilir. Çünkü bir şeyin teşrî’

olabilmesi için o’nda umûmiyyet özelliğinin olması gerekir.

Asıl itibariyle; umum için verilen hüküm şayet yöneticilerden

sadır olursa buna “vad’î kanun” veya “beşeri kanun” denir. Eğer

âlimlerden veya âbidlerden olursa buna “helal-haram belirleme”

denir. Eğer ki genele yönelik hüküm üzerinde bir kabile

veya bir cemaat anlaşmaya varmış ise buna da “örf-adet” ya

da “töre” denir. Dolayısıyla En’am sûresi 121. ayette söz edilen

Kureyş kabilesinin üzerinde anlaştığı “meyte’nin helal olduğu

hükmü” bir örf idi. Ancak biz yukarıda “haram-helal belirleme”

ifadesini her üçü için de kullandık.

55


Ömer Faruk

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle

söylemiştir: “Âlimlerini ve rahiplerini, Allah (azze ve celle)’nin

haram kıldığının helal kılınması ve bunun aksi

noktasında kendilerine itaat ederek Allah (azze ve celle)’nin

dışında rabler edinen bu kimseler iki kısımdır;

Bunlardan birincisi, onların Allah (azze ve celle)’nin dinini

değiştirdiklerini bilerek onlara bu değiştirme noktasında

tâbi olan ve Rasûlün dinine muhalefet ettiklerini

bilmeleriyle birlikte reislerine tâbi olarak Allah (azze ve

celle)’nin haram kıldığının helal, helal kıldığının haram

olduğuna inananlardır. İşte bu küfürdür. Bunlar onlara

namaz kılmasalar da, secde etmeseler de Allah (azze ve

celle) ve Rasûlü bunu şirk olarak saymıştır. Dolayısıyla

dine aykırı olduğunu bilmesi ile beraber dine muhalefette

başkasına tâbi olan ve başkasının dediğine ina-

Her üçünün bu ayrı anlamları bilinmekle birlikte üçü için de bu

ifadeyi kullanmakta hiçbir sakınca yoktur. Zira âlimlerin veya

abidlerin, Allah’ın hükmüne aykırı bir hükmü Allah’ın dinine

nisbet ederek vermeleri ile yöneticilerin, Allah’ın hükmüne

aykırı bir hükmü/kanunu Allah’ın dinine nisbet etmeksizin çıkartmaları

arasında -her ikisinin de birer dinden çıkartıcı eylem

olmaları açısından- bir fark yoktur. (Not: Bu ikisinden sonuncusunun

küfür olmadığını söyleyecek kadar sapıklıkta ileri gitmiş

kimselere karşı başka bir yerde sesli ve yazılı izah yapılacaktır

inş.) İşte bunda bir beis olmadığı için meselelerin daha iyi anlaşılabilmesi/idrak

edilebilmesi gayesiyle “haram-helal belirleme”

ifadesini her üçü için de kullandık.

56


Kâfirleri Dost Edinmek

nan kimse de tıpkı bunlar gibi müşriktir. İkincisi; Haramın

haram, helalin de helal olduğuna dair itikatları

ve imanları sabit olan, ancak günah olduğuna inandığı

günahları işleyen Müslüman gibi Allah (azze ve celle)’ye

masiyet hususunda onlara itaat etseler, bunlar için,

benzerleri olan günahkar kimselerin hükmü vardır. 44

Şeyhu’l İslam’ın da bu sözlerinde belirttiği gibi helal-haram

hususunda kâfire itaat eden kimsenin kâfir

olabilmesi için, itaat ettiği kimsenin Allah (azze ve celle)’nin

emrine muhalefet ettiğini bilmesi şarttır. Aynı

şekilde itaat ettiği kimsenin şeriata muhalefet ettiğini

bilmese bile cehaletinin mazeret olarak kabul edilecek

cinsten olmaması gerekir. Aksi halde kâfir olmaz. 45

c) Dünyalık bir menfaatten ötürü Allah (azze ve celle)’nin

hükmüne aykırı bir hüküm verme noktasında

yöneticiye itaat eden âlimler de kâfirdir. İbn Teymiyye

(rahimehullah) şöyle demiştir: “Ne zaman ki âlim Allah

(azze ve celle)’nin Kitabı ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in

sünnetinden bilmiş olduğu şeyi terk eder ve Allah (azze

ve celle)’nin ve Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hükmüne

44. Mecmûu’l-Fetâvâ, 7/70.

45. Cehalet özrü meselesinde bilgi edinmek isteyenler “www.nakilkursusu.com”

sitesinde konuya ilişkin yayınlanan sesli derslere

ve yazılara müracaat edebilirler.

57


Ömer Faruk

muhalif olan bir hakime/yöneticiye tâbi olursa, dünyada

ve ahirette cezayı hak eden bir mürted, kâfir olur.” 46

d) -İkrah söz konusu olmadığı halde- kâfir biri bir

Müslümanı (içki içmek gibi bir harama değil!) küfür

bir fiil işlemeye veya küfür olan bir söz söylemeye davet

etse, örneğin “bu Kur’ân’ı pisliğe at” veya “şu puta

secde et” dese ve Müslüman da buna itaat etse, her ne

kadar da kalbiyle bunları yapmanın asla caiz olmadığına

inansa bile kâfir olur. Zira bu kimse küfür olan

bir eylemde itaat etmiştir. Ehl-i Sünnet inancına göre

küfür bir amel işleyenin küfre girmesi için -zannedildiği

gibi- ille de kalbinin temiz olmaması şart değildir. 47

Ancak haram/masiyet olan ameller başlı başına küfre

sokan ameller olmadığı için, helal olduklarına inanılmadığı

müddetçe kişiyi dinden çıkartmaz.

e) Küfür üzere kurulu olan bir devletin -örneğin

demokratik ve laik bir sistemin- küfür kanunlarının

dış güçlerden korunması anlamına gelen askerlik ve

iç güçlerden korunması anlamına gelen polislik görevi

de, bu kanunları koyan kâfirlere itaat babından küfür

46. A.g.e, 35/372.

47. Başka bir yerde bu konuyla alakalı da bir açıklama yapılacaktır

inşaAllah.

58


Kâfirleri Dost Edinmek

olan amellerdir. Bu amellerin küfür olması için asker

veya polisin Allah (azze ve celle)’nin hükmüne aykırı kanunlardan

bir veya birkaçını kalben benimsemesi şart

değildir. Zira bu ameller başlı başına küfür olan işlerdir.

Biraz önce de dediğimiz gibi, küfür olan eylemlerin

kişiyi dinden çıkartması için kalbin temiz olması şart

değildir.

f) Kâfirlere küfür de itaatin bir başka şekli de, kayıtsız

ve şartsız egemenlik yetkisinin Allah (azze ve celle)’ye

değil de millete ait olduğu esası üzere kurulu olan

şirk sistemi demokrasinin olmazsa olmaz bir parçası

olan ve dolayısıyla demokrasiye ve onun davetçilerine

tâbi olmak anlamına gelen ve yine Allah (azze ve celle)’nin

kayıtsız ve şartsız egemenlik yetkisini (yani mutlak/

Allah’tan bağımsız kanun koyma yetkisini) parlamenterlere

vermek manasına gelen ve dolayısıyla da parlamenterlere

itaat etmek demek olan demokratik seçimlere

katılmaktır.

g) Kâfirlerin belirlediği; Allah (azze ve celle)’nin hükümlerine

aykırı hükümler ile hükmeden İslam’a müntesip

parlamenterler ve hakimler, bu kâfirlere küfür’de

itaat etmiş olmaktadırlar. 48

48. Askerlik ve polislik görevi, demokratik seçimlere katılmak ve

Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek meseleleri hakkında ge-

59


Ömer Faruk

ğ) Şeriatın belirlediği ilkeler çerçevesinde kanun

çıkartmak yerine Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacaklarına

dair söz vererek/and içerek bu ilkeler çerçevesinde

kanunlar yapan İslam’a müntesip parlamenterlerin

bu yaptıkları da kâfirlere küfür’de itaat etmeye

bir örnektir.

h) Allah’ı (azze ve celle) kayıtsız şartsız egemen olarak

esas almayan herhangi bir sistemin (beşerî nizâmın)

veya Allah (azze ve celle)’nin hükmüne aykırı herhangi bir

hükmün, Allah (azze ve celle)’nin şeriatından veya hükmünden

daha güzel olduğuna inanan ya da Allah’ın

(azze ve celle) şeriatının veya hükmünün kanunen yürürlükte

olması ile başka bir sistemin veya hükmün yürürlükte

olması arasında hiçbir fark görmeyen kimse,

böylelikle Allah’ın şeriatından veya hükmünden daha

üstün gördüğü ya da Allah’ın şeriatına veya hükmüne

eşit tuttuğu sistemi veya hükmü ilk olarak ortaya çıkaranlara

ve yürürlükte tutanlara itaat etmiş olduğundan

küfre girmiş, kayıtsız ve şartsız egemenlik yetkisinde

Allah (azze ve celle)’ye ortak koşmuştur.

ı) Kâfirlere, sadece kendilerine has olan özelliklerinde

benzemek: Yani haç giymek, yılbaşını kutlamak

niş bilgi için nakilkursusu.com’da yayınlanmış ve inşaAllah yayınlanacak

olan sesli ve yazılı beyanatlara bakınız.

60


Kâfirleri Dost Edinmek

gibi kendilerine has dînî şiarlarında ve Yahudi takkesi,

ruhban elbisesi giymek gibi kendilerine has adetlerinde

benzemek. Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in; “Her kim

bir kavme benzerse o da onlardandır” 49 hadisinin zâhirinin

(yani ilk anlaşıldığı anlamının -ki bu da benzeyenin

kâfir olduğudur-) üzerinde uygulandığı kimse,

kimi âlimlere göre kamil/küllî olan bir benzemeyle

benzeyen, yani kâfir bir fırkanın -örneğin hristiyanların-

kendilerine has her işlerinde onlara benzeyen

kimsedir. Ancak tümünde değil de hristiyanların bir

veya birkaç özelliklerinde (cüz’î) bir benzerlikse o

halde bu küfür olmaz, ancak haramdır. Kısacası kimi

âlimlere göre kâfirlere cüzî bir benzerlik haram, küllî

bir benzerlik ise küfürdür. Ulemâdan kimi de, kâfirlere

has olan herhangi bir dinî şiarlarında benzemenin

küfür olduğuna kail olmuşlardır. En doğrusunu Allah

(azze ve celle) bilir.

Kâfirlere benzemek hakkında zikri geçen hadisle

alakalı İbn Teymiyye (rahimehullah) şunları söylemiştir:

“Her ne kadar da hadisin zâhiri onlara benzeyen kişinin

küfrünü gerektirse de, hadis en azından onlara

benzemenin haramlılığını gerektirmektedir.” 50

49. Ebu Davud, Ahmed.

50. İktidâu’s-Sırâti’l-Mustakîm, 1/270.

61


Ömer Faruk

Bir Uyarı

Demokrasi gibi şirk sisteminin hüküm sürdüğü

yerlerde yaşayan insanların sisteme ve sistem sahiplerine

zâhiren itiraz etmemeleri, onlara karşı sükut etmeleri;

sistem ve sahiplerine tâbi olmak ve İslam şeriatını

istememek babından değerlendirilerek kâfirleri dost

edindikleri anlamına gelmez. Bu anlama gelmesi için,

oy vermek, askerlik gibi sistemin devamına birinci dereceden

katkı sağlayan işlerde bulunulması gerekir.

Fakat günümüzde kimileri, sisteme karşı zâhiren

itirazı terk etmeyi başlı başına küfür olan bir eylem

olarak addetmekte, kâfirlere itaat babından onları dost

edinmek olarak değerlendirmektedirler. Bu kesinlikle

kabul edilemez bir zihniyettir. Zira sisteme karşı sükut

etmek, farz olan fiilî cihadı ve ondan önce cihad’a ulaştıran

farz işleri terk etmektir demektir ki, Ehl-i Sünnet

inancına göre kudretin (güç yetirmenin) olmasıyla birlikte

bunlardan (yani cihad ve cihad’a ulaştıran farz işlerden)

uzak durmanın küfür olmayıp masiyet olduğu

son derece aşikardır.

62


KÂFİRLERİ

DOST

EDİNMEK

“Eğer onlar Allah’a, Nebî’ye ve

O’na indirilene iman etmiş

olsalardı, onları (müşrikleri) dost

edinmezlerdi. Fakat onlardan

birçoğu fâsıktırlar/yoldan çık

mışlardır.” (Mâide, 81)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!