25.10.2017 Views

2017-4-3

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:3<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

Bosphorus Medical Journal<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Licence Owner<br />

Aytekin KAYMAKÇI<br />

Editör<br />

Editor<br />

İlknur AKTAŞ<br />

Editör Yardımcıları<br />

Asistant Editor and Secretary<br />

Yelda Buyru ÖZKURT, Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Burak Yağmur ÖZTÜRK, Erdem DUYAR<br />

Yabancı Dil Editörü<br />

Foreign Language Editor<br />

Burcu Seher ANIL<br />

Yayın Kurulu<br />

Editorial Board<br />

Ayhan VERİT, Eren GÖZKE, Canan AĞALAR<br />

Onur Kurulu<br />

Honor Committee<br />

Abdulvahit SÖZÜER, Kemal MEMİŞOĞLU, Metin ÖZAYDIN, Şuayip BİRİNCİ<br />

Danışma Kurulu / Advisory Committee<br />

Arzu TATLIPINAR<br />

Aydın ATAKAN<br />

Ayhan VERİT<br />

Aysu Karatay ARSAN<br />

Ayşe SÖNMEZ<br />

Ayşe Ferzan AYTUĞ<br />

Aytekin KAYMAKCI<br />

Aziz Bora KARİP<br />

Banu AÇIKALIN<br />

Baransel SAYGI<br />

Barış YILMIZ<br />

Bora GÜRER<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />

Burcu Seher ANIL<br />

Bülent KAYA<br />

Canan AĞALAR<br />

Cem NAZİKOĞLU<br />

Ceren KÖKSAL<br />

Cihangir UYAN<br />

Coşkun SAF<br />

Dilber Ayçiçek ÇEÇEN<br />

Dilek Erdoğan ARI<br />

Duygu Geler KÜLCÜ<br />

Elif AKSOY<br />

Ender ONUR<br />

Erdal OKUR<br />

Eren GÖZKE<br />

Erhan ÇELİKOĞLU<br />

Evrim Karadağ SAYGI<br />

Fatih URUÇ<br />

Fatma Alibaz ÖNER<br />

Fatma Nur BOY<br />

Fatma Nur AKGÜN<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Gül Nihal ÖZDEMİR<br />

Güldem TURAN<br />

Gülseren AKYÜZ<br />

Hacer Kuzu OKUR<br />

Hakan GÜNDÜZ<br />

Hakkı Muammer KARAKAŞ<br />

Hande Senem DEVECİ<br />

Hasan Hilmi MURATLI<br />

Hüseyin ÖZKURT<br />

Işıl Kalyoncu ASLAN<br />

İlker YAĞCI<br />

Iİlkin ZİNDANCI<br />

İlknur AKTAŞ<br />

İrşadi İstemi Alp YÜCEL<br />

Kemal MEMİŞOĞLU<br />

Kenan AKGÜN<br />

Korhan ÖZKAN<br />

Levent ÖZTÜRK<br />

Mehmet Akif SARGIN<br />

Mehmet Derya ONUK<br />

Mehmet Müfit ORAK<br />

Mehmet Özgür HABEŞOĞLU<br />

Meral KIZILTAN<br />

Merih İŞ<br />

Metin YILMAZ<br />

Nalan ÇAPAN<br />

Nalan OKUROĞLU<br />

Necati ÇAKIR<br />

Niyazi TUĞ<br />

Numan Doğu GÜNER<br />

Nuray OLTAN<br />

Olcay ÜNVER<br />

Ozan ÖZKAYA<br />

Özge Ecmel ONUR<br />

Özgür Haki YÜKSEL<br />

Özgür OKUMUŞ<br />

Pelin DOĞAN AK<br />

Pınar AKPINAR<br />

Rabia Gönül SEZER<br />

Seda SANCAK<br />

Semra KÜLEKÇİ<br />

Sevda Aydın KURNA<br />

Sinem Eroğlu ÇİLOĞLU<br />

Süheyla ABİTAĞAOĞLU<br />

Tomris ŞENGÖR<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

Tülay Erden HABEŞOĞLU<br />

Ümit AKYÜZ<br />

Yelda ÖZKURT<br />

Yeşim Aydın ORAL<br />

Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlarda dahil olmak<br />

üzere kullanma ve çoğaltılma hakları Boğaziçi Tıp Dergisine aittir. Yazılı ön izin olmaksızın materyallerin tamamının ya da bir<br />

bölümünün çoğaltılması yasaktır. Dergi Basım Meslek İlkeleri’ne uymaktadır.<br />

All rights are reserved. Rights to the use and repraduction, including in the electronic, media, of all communication,<br />

papers, photographs and illustrations appearing in this journal belong to journal of The BOSPHORUS<br />

MEDICAL JOURNAL. Repraduction without prior written permission of part on all of any material is forbidden.<br />

The journal complies with the Professional Principles of the Press.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:3<br />

DERGİ HAKKINDA<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından yayınlanan multidisipliner<br />

bilimsel hakemli bir dergidir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editöryal yorum/tartışmalar,<br />

editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları yayınlayan, ulusal ve uluslararası<br />

tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı<br />

prensip edinmiştir. Yayınlanmak için gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş<br />

olması gerekir. Eğer makalede daha önce yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından<br />

yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek zorundadır. Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir.<br />

Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editöryel komite tarafından danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri<br />

doğrultusunda yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler ve editöryel komite tarafından uygun görülürse yayınlanır.<br />

Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır.<br />

Bu aşamadan sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar dışında yazar ismi eklenemez ve yazar sırası<br />

değiştirilemez.<br />

Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı ve<br />

yayınevine bildirilmelidir.<br />

Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı<br />

veren kuruluşa aittir.<br />

Periyodu<br />

Yayına başlama tarihi 2014<br />

e-Yayına başlama tarihi 2014<br />

Yayın Dili<br />

Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanmaktadır.<br />

Türkçe, İngilizce<br />

ISSN 2149-0287<br />

Temel Hedef Kitlesi: Tıp alanında tüm branşlardaki hekimler, uzman ve öğretim üyeleri, tıp öğrencileri.<br />

İndekslendiği Dizinler: Türkiye Atıf Dizini (Turkiye Citation Index)<br />

Makalelerin ortalama değerlendirme süresi: 4 haftadır.<br />

Yayın Hakları: Boğaziçi Tıp Dergisi’nin basılı ve web ortamında yayınlanan yazı, resim, şekil, tablo ve uygulamalar yazılı izin alınmadan kısmen<br />

veya tamamen herhangi bir vasıtayla basılamaz. Bilimsel amaçlarla kaynak göstermek kaydıyla özetleme ve alıntı yapılabilir.<br />

Makale takibi - İletişim<br />

Prof. Dr. İlknur Aktaş<br />

iaktas@hotmail.com<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, E5 Karayolu Üzeri İçerenköy, Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00 Faks: +90 (216) 578 30 00<br />

e-posta: info@bogazicitipdergisi.com<br />

YAZARLARA BİLGİ<br />

___________<br />

GENEL BİLGİLER<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi (Bosphorus Medical Journal-BMJ), Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin<br />

resmi bilimsel yayın organıdır, ulusal ve uluslararası makaleleri yayımlayan, ön değerlendirmeli ve açık erişimli bir genel tıp dergisidir. Dergi yılda<br />

üç sayı olarak Ocak, Mayıs, Ekim aylarında yayımlanır. Türkçe ve İngilizce tam metinlere Genel Ağ (İnternet) ulaşımı ücretsizdir. Yazılara http://<br />

www.bogazicitipdergisi.com adresinden ulaşılabilir. Boğaziçi Tıp Dergisi gönderilen yazıları sadece online olarak bu adresten kabul etmektedir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi (Bosphorus Medical Journal-BMJ), klinik, temel ve deneysel araştırma makalelerini, olgu sunumlarını, görsel tanı bildirimlerini,<br />

literatür derlemelerini, çalışma ön sonuçlarını içeren kısa bildirileri, teknik notları, editöre mektupları, konferans, kongre ve toplantılarda<br />

sunulmuş, ancak yayımlanmamış bildirileri değerlendirmek üzere kabul eder. Dergide yayımlanan makaleler Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih<br />

Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin resmi görüşünü temsil etmez. Yayımlanan makale ve şekiller derginin malı olur.<br />

YAZILARIN GÖNDERİLMESİ<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi’ne yazılar çevrimiçi gönderim sistemi üzerinden iletilmelidir. Yazarlar, ayrıca makale gönderim ve değerlendirme süreci<br />

hakkındaki soru ve isteklerini info@bogazicitipdergisi.com adresine e-posta olarak iletebilirler. Yazı belirtilen kurallara uygun olarak hazırlandıktan<br />

sonra çevrimiçi gönderim sistemi sayfasına gidilir. İlk kez sistemi kullanacaklar önce kayıt işlemini yapmalıdırlar. Kayıt işlemi bitince kullanıcı<br />

adı ve size özel şifrenizi içeren bir e-posta adresinize gönderilecektir. Daha detaylı bilgi için çevrimiçi makale gönderim sayfasına bakabilirsiniz<br />

(http://www.bogazicitipdergisi.com).<br />

YAZILARIN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

Yazıların dergide yer alabilmesi için daha önce başka bir dergide basılmamış olması ve Boğaziçi Tıp Dergisi Yönetim Kurulu’nun seçtiği Yayın<br />

Kurulu tarafından uygun görülmesi gerekir. Yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Yazıların değerlendirmeye alınması için, gönderilen yazıya tüm<br />

yazarların onay verdiklerine dair imzalı bir açıklama eklenmesi gerekir.<br />

Dergiye değerlendirilmek üzere gönderilen makaleler Türkçe ya da İngilizce olabilir.<br />

Gönderilen tüm yazılar önce yayın kurulu tarafından değerlendirilir. Boğaziçi Tıp Dergisi’nde yayınlaması uygun görülmeyen, yazım kuralları ve<br />

gerekliliklerini yerine getirmeyen veya içerik olarak yeterli bulunmayan bazı yazılar bu aşamada yazarlara geri gönderilir. Yayın kurulu tarafından<br />

uygun görülen yazılar daha detaylı değerlendirmeler için hakemlere gönderilir. Yazıların kabulü orijinallik, bilimsel içerik ve çalışmanın konusu<br />

ile ilgili derginin yayın dengesine bağlıdır. Yazı hakkında verilen karar genellikle 6 hafta içinde yazarlara e-posta yolu ile bildirilir. Editörler yazı<br />

hakkındaki kararı telefonda tartışmazlar. Tüm itirazlar ve istekler editörlere yazılı olarak bildirilmelidir. Yayın Kurulu, gerekli gördüğü durumlarda<br />

yazıların özünü değiştirmeden metinde düzeltme yapmaya yetkindir.<br />

Yayımlanmak için kabul edilen yazılar dergi düzenine uygun şekilde gramer, yazım kuralları ve stiller bakımından düzenlenir. Onay süreci<br />

tamamlandığında yazıya DOI numarası verilir.<br />

YAZI TÜRLERİ<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi birçok yazı türünü kabul eder. Aşağıda bu türlere ait kısa açıklamalar verilmiştir.<br />

Araştırma Makaleleri: Boğaziçi Tıp Dergisi, tüm alanlarda yapılmış orijinal klinik (normal veya hasta bireylerle yapılan) veya deneysel (insan,<br />

hayvan veya in-vitro) araştırma makalelerini kabul eder.<br />

Olgu Sunumları: Boğaziçi Tıp Dergisi, ilginç, eğitici veya nadir karşılaşılan olgu sunumlarını yayınlar.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:3<br />

Görsel Tanı: Boğaziçi Tıp Dergisi, ilginç ve eğitici görsel materyal içeren kısa olgu bildirimlerini yayınlar.<br />

Derlemeler: Doğrudan veya davet edilen yazarlar tarafından yazılır. Boğaziçi Tıp Dergisi hastalıklarının doğal seyri, güncel tanı ve tedavi<br />

yaklaşımları hakkında klinisyenlere yönelik olarak yazılan klinik derlemeleri, hastalıklarının mekanizması ve tedavisinin bilimsel temeli üzerine<br />

yapılan temel bilim derlemelerini ve hastalıkların tedavisi için geliştirilen yeni ilaçlar ve cihazlar hakkında yazılmış güncel derlemeleri yayınlar.<br />

Editöryel Yorumlar: Bir makale hakkında yapılan yorum ve analizleri içeren yazılardır. Editöryel yorumlar üzerinde yorum yapılan makale ile<br />

aynı sayıda basılırlar.<br />

Editöre Mektup: Bu yazılar Boğaziçi Tıp Dergisi’nde yayınlanmış bir makale hakkında yapılan yorumları, eleştirileri ve katkıları içeren yazılardır.<br />

Bu yazılarda, üzerine yorum yapılan makalenin yazarlarına cevap hakkı tanınır. Editöre mektup yazılarında üzerine yorum yapılan makale kaynaklar<br />

arasında verilmelidir. Editöre mektuplar, hakkında yorum yapılan makalenin yazılı olarak basımından sonraki 4 hafta içinde gönderilmelidir.<br />

YAZILARIN HAZIRLANMASI<br />

Genel Format: Tüm yazılar A4 boyutlarında yazılmalı, sayfanın kenar boşlukları üstten, alttan ve yanlardan 2,5 cm kalacak şekilde düzenlenmelidir.<br />

Kaynaklar makale içinde yapılan atıf sırasına göre dizilmelidir. Dergimiz ilke olarak, makalelerde Türkçe yayınların da kaynak gösterilmesini<br />

önermektedir. Kaynaklar, tablolar ve şekil açıklamaları dahil metnin tümü 2 satır aralıklı, sola dayalı, satır sonu tireleme olmadan ve 11 punto<br />

yazı karakteri kullanılarak yazılmalıdır. Mümkün olduğu sürece metinler, semboller ve diğer özel karakterler için “Times New Roman” veya<br />

“Arial” yazı biçimi kullanılmalıdır. Koyu, Eğik, Yunan Alfabesi, Matematik, Altsimge ve Üstsimge karakterlerini göstermek için kelime işlemci<br />

programınızın biçimlendirme özellikleri kullanılmalıdır. Kısaltmaların açıklamaları ilk kullanıldıkları yerde verilmeli ve takiben parantez içinde<br />

kısaltması yazılmalıdır. Başlık sayfasından başlayarak tüm sayfalar numaralandırılmalıdır (1. sayfa başlık sayfası, 2. sayfa Türkçe özet, 3. sayfa<br />

İngilizce özet olacak şekilde). Sayfa numarası her sayfanın sağ üst köşesine yerleştirilmelidir. Yazının son halini özellikle yazım ve biçimlendirme<br />

hatalarına karşı dikkatlice inceleyiniz. Yazı türüne göre önerilen maksimum yazar, kelime, tablo/şekil ve kaynak sayıları aşağıdaki tabloya göre<br />

ayarlanmalıdır.<br />

Derginin yazım kurallarında Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals - International Committee of Medical<br />

Journal Editors (http://www.icmje.org) adlı belge temel alınmıştır. Bu belgenin 2008 güncellemesinin Türkçe çevirisine http://www.ulakbim.gov.tr/<br />

cabim/vt/uvt/tip/icmje_08.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.<br />

Değerlendirmeye gönderilecek Türkçe metinlerin Türk Dil Kurumu’nun yazım kılavuzuna uygun olması ve dilimize yerleşmiş yabancı terimlerin<br />

kendi yazım kurallarımıza göre kullanılması gerekir.<br />

Yazılar herhangi bir kelime işlemci programı ile yazıldıktan sonra “.doc” veya “.rtf” şeklinde kaydedilmelidir. “PDF” formatında gönderilen yazılar<br />

kabul edilmeyecektir.<br />

YAYIN KURALLARI<br />

Orijinal Araştırma:<br />

Yazının Bölümleri: Tüm araştırma makaleleri aşağıdaki başlıklara uygun şekilde yazılmalıdır: (1) Başlık sayfası, (2) Türkçe özet ve anahtar<br />

sözcükler, (3) İngilizce özet ve anahtar sözcükler, (4) Giriş, (5) Yöntemler, (6) Bulgular, (7) Tartışma, (8) Teşekkür, (9) Çıkar çakışması (conflict of<br />

interest), (10) Fonlama kaynakları, (11) Kaynaklar, (12) Şekil açıklamaları, (13) Tablolar, (14) Şekiller.<br />

Başlık Sayfası: Başlık sayfasında aşağıdaki bölümler bulunmalıdır:<br />

1) Yazının başlığı, 2) Tüm yazarların açık ad-soyadları ve ünvanları, 3) Tüm yazarların kurumları, şehir ve ülke adları, 4) Yazışmaların yapılacağı<br />

yazarın adı soyadı, açık adresi, telefon ve faks numarası ile e-posta adresi, 5) Kelime sayısı (Başlık sayfası, özetler, kaynaklar, şekil açıklamaları<br />

ve tablolar dahil).<br />

Başlık sayfası hakem değerlendirmelerinde problem yaşanmaması ve olabilecek geri dönüşler nedeniyle vakit kaybedilmemesi açısından ‘’Tam<br />

Metin ‘’ içine konulmamalı, ayrı bir dosya olarak sisteme eklenmelidir.<br />

Çalışma daha önce sunulmuş ise başlık sayfasında ayrı bir satır olarak bu durum açıklanmalıdır.<br />

Özet: Makale metninden ayrı olarak yüklenmelidir. Türkçe ve İngilizce özetler en çok 350 sözcük içermeli ve aşağıdaki başlıklara göre biçimlendirilmelidir:<br />

(1) Amaç, (2) Yöntemler, (3) Bulgular, (4) Sonuç. Yukarıdaki başlıklar altında kısaca yazının konusu, çalışmanın nasıl yapıldığı, temel<br />

bulguları ve yazarların bu bulgulardan çıkardığı sonuç verilmelidir.<br />

Özet sayfasının altında en çok 5 adet anahtar sözcük girilmelidir. Türkçe anahtar kelimeler için Türkiye Bilim Terimleri (http://www.bilimterimleri.com)’nden<br />

listesinden ,İngilizce anahtar kelimeler için Amerikan Ulusal Tıp Kütüphanesi (National Library of Medicine, NLM) Tıbbi Konu<br />

Başlıkları (Medical Subject Headings, MeSH) listesinden yararlanılabilir.<br />

Giriş: Kısaca araştırılan konu ile ilgili mevcut veriler ile birlikte çalışmanın amacı yazılmalıdır.<br />

Yöntemler: Çalışmanın nasıl yapıldığı, katılımcıların nasıl seçildiği, hangi yöntemlerin kullanıldığı bu bölümde detaylıca yazılmalıdır. Bilinen<br />

yöntemler için kaynak eklenmelidir. Kullanılan yeni veya modifiye yöntemler detaylıca tanımlanmalıdır. İlaçlar ve kimyasal ajanların dozları,<br />

konsantrasyonları uygulama yolu ve süreleri belirtilmelidir.<br />

Yöntemler bölümünde bir alt başlık altında, verilerin özetlenmesi, hipotezin test edilmesi ve testlerde temel alınan istatistiksel farklılık düzeyi dahil<br />

kullanılan tüm istatistiksel metotlar kısa ve öz bir şekilde yazılmalıdır. Kabul aşamasına gelmiş tüm yazılar detaylı bir istatistiksel değerlendirmeden<br />

geçirilir. Mümkün olduğunca standart istatistiksel yöntemler kullanılmalı, daha nadir ve yeni istatistiksel yöntemler kullanıldığında bu yöntemlere<br />

ait kaynaklar eklenmelidir. Gerek duyulduğunda kullanılan sıra dışı, komplike veya yeni istatistiksel yöntemlere ait daha detaylı açıklamalar, ayrı<br />

dosyalar halinde, çevrimiçi destekleyici veri olarak okuyuculara sunulabilir. İstatistiksel analiz için kullanılan yazılımın adı ve sürüm numarası<br />

verilmelidir. İstatistiksel değerlendirmeler için “Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals: Writing and Editing for<br />

Biomedical Publication,” belgesinin istatistik bölümündeki öneriler temel alınmalıdır (http://www.ICMJE.org).<br />

Bulgular: Bulgular mantıksal bir sırada ve metinde olabildiğince ayrıntılı yazılmalı, şekil ve tablolar ile desteklenmeli; şekil ve tablolarda verilen<br />

bilgiler, gerekmedikçe metinde tekrarlanmamalıdır.<br />

Tartışma: Ağırlıklı olarak çalışma ile ilgili veriler tartışılmalı, yerli ve yabancı kaynaklarla desteklenmelidir. Konu ile doğrudan ilgisi olmayan<br />

genel bilgilere uzun uzun yer vermekten kaçınılmalıdır.<br />

Teşekkür: Çalışmaya katkısı olmuş ancak yazarlık kriterlerini karşılamayan bireylerin adları bu bölümde verilmelidir. Teşekkür bölümünde adları<br />

geçen tüm bireylerin onayı alınmalıdır. Teşekkür bölümü ayrı bir dosya olarak sisteme eklenmeli, ‘’Tam Metin ‘’ içine konulmamalıdır.<br />

Çıkar Çakışması (Conflict of Interest): Bu başlık altında tüm potansiyel çıkar çakışmaları ve varsa rekabet (competing interest) alanları beyan<br />

edilmelidir. İlaç şirketleri, biyomedikal cihaz üreticileri veya makalenin konusu ile ilgili servis veya ürünü olan diğer şirketlerle olan tüm ilişkiler<br />

açıkça belirtmelidir. Eğer çıkar çakışması yoksa bu bölüme “çıkar çakışması: yok” ifadesi yazılmalıdır. Çıkar çakışmalarına ait beyanlar kaynaklar<br />

sayfasından önceki sayfanın sonuna, teşekkür yazısından hemen sonrasına yazılmalıdır.<br />

Fon/Finans Kaynakları (funding sources): Bu başlık altında varsa çalışmayı destekleyen fon veya kuruluşların adları yazılmalıdır.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:3<br />

Kaynaklar: Kaynaklar metin içinde atıf sırasına göre dizilmelidir. Yayımlanmamış sonuçlar ve kişisel görüşmeler kaynak olarak gösterilmemelidir.<br />

Yazarların yalnızca doğrudan yararlandıkları çalışmaları kaynak olarak göstermeleri gerekir; yazımı doğrulanamayan kaynaklar yayın hazırlığı<br />

sırasında yazarlardan istenecektir. Dergi isimleri Index Medicus’ta kullanıldığı şekilde kısaltılmalıdır. Dergimiz için kullanılan kısaltma “Bosph<br />

Med J” şeklindedir. Altı ya da daha az sayıda olduğunda tüm yazarlar belirtilmeli, altıdan fazla yazar durumunda, altıncı yazarın arkasından “et al.”<br />

ya da “ve ark.” eklenmelidir. Kaynakların dizilme şekli ve noktalamalar için aşağıdaki örneklere uyulmalıdır:<br />

1. Dergi: Stephane A. Management of Congenital Cholesteatoma with Otoendoscopic Surgery: Case Report. Turkiye Klinikleri J Med Sci<br />

2010;30(2):803-7.<br />

Baskı aşamasında olanlar için doi numarasına göre: Roten L, Derval N, Sacher F, Pascale P, Wilton SB, Scherr D, et al. Ajmaline attenuates electrocardiogram<br />

characteristics of inferolateral early repolarization. Heart Rhythm 2011 Sep 19 [E-pub ahead of print], doi:10.1016/j.hrthm.2011.09.013.<br />

2. Kitap: Katz AM. Physiology of the heart. 3rd ed. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins; 2000.<br />

3. Kitap içinde bölüm: Anderson JL, Muhlestein JB. The role of infection. In: Theroux P, editor. Acute coronary syndromes: a companion to Braunwald’s<br />

Heart Disease. Philadelphia: W. B. Saunders; 2003. p. 88-107.<br />

4. Web sayfası: Amazing medical facts of the body. Available at:http://www.medindia.net/facts/index.asp?page=3. Accessed March 26, 2014.<br />

5. Sadece online yayınlar için: Doi tek kabul edilebilir online referanstır.<br />

Şekil Açıklamaları: Her şeklin açıklaması kaynaklardan hemen sonra ayrı bir sayfada “şekil açıklamaları” başlığı altında ve sıralı olarak verilmelidir.<br />

Şekil üzerindeki tüm kısaltmalar ve semboller tanımlanmalıdır.<br />

Şekiller: Bir makaleye ait tüm şekiller alınmadan değerlendirme süreci başlamaz. Şekil sayısı içeriğe uygun sayıda olmalı ve şekiller, metin ve<br />

tablolarda sunulan verileri tekrarlamamalıdır. Tüm şekiller ayrı dosyalar halinde, baskıya hazır boyutlarda ve elektronik formatta gönderilmelidir.<br />

Şekillerin maksimum yüksekliği 12.5 cm ve maksimum genişliği 18 cm olmalıdır. Renkli şekiller baskıya uygun biçimde RGB renk formatında<br />

ve en az 300 DPI çözünürlükte olmalıdır. Gri skaladaki şekiller en az 300 DPI, siyah-beyaz çizimler ise en az 1200 DPI çözünürlükte olmalıdır.<br />

Tüm şekiller TIFF veya JPEG formatında kayıt edilmelidir. Gönderilen hiçbir görüntü üzerinde hastanın tanınmasını sağlayacak herhangi bir bilgi<br />

bulunmamalıdır. Eğer gönderilen şekilde hasta tanınabiliyorsa hastanın yazılı onayı alınmalıdır.<br />

Tablolar: Her bir tablo ayrı bir sayfada ve iki satır aralıklı olarak hazırlanmalıdır. Tablolar sırasına göre numaralandırılmalıdır. Her tablonun<br />

üstünde tablo numarası ile birlikte tablo başlığı bulunmalıdır. Kolonlar arasında dikey çizgiler kullanılmamalıdır. Sadece kolon başlıklarının altında,<br />

üstünde ve tablonun en altında yatay çizgiler kullanılmalıdır. Gerek duyulduğunda her tablonun altında açıklayıcı bir not bulunmalıdır. Tabloda<br />

kullanılan tüm kısaltmaların açıklamaları tablo altında alfabetik sıraya göre yazılmalıdır. Tablo verileri yayımlanmış başka bir kaynaktan alınmışsa<br />

bunun için gerekli izinler alınmalıdır.<br />

Derleme:<br />

Tıbbi özellik gösteren her türlü konu için son tıp literatürü taranarak hazırlanmalıdır. Özet bölümsüz, en fazla 350 kelime olmalıdır. Özet Türkçe ve<br />

İngilizce hazırlanmalıdır. Konu alt başlıklar ile anlatılmalıdır.<br />

Olgu sunumları:<br />

Olgu sunumu özetlerinde herhangi bir alt başlık olmamalıdır. Özetlerde mümkün olduğunca az kısaltma kullanılmalıdır. Özetlerde kaynak olmamalı<br />

ve 250 kelimeyi geçmemelidir. Olgu sunumu giriş, olgu sunumu, tartışma ve kaynaklar olarak yapılandırılmalıdır.<br />

Görsel Tanı:<br />

Vakalar 2 bölüm olarak hazırlanmalıdır. İlk bölümde vaka özeti yapılarak görüntüler sunulmalıdır. İkinci bölümde ise başlıkta belirtilmiş olan tanı<br />

ve vakanın tedavisi tartışılmalıdır. Maksimum 2 yazar vakayı sunabilir. Referanslar (maksimum 5 referans) dâhil 500 kelime sınırı vardır. En fazla<br />

2 figür yüklenebilir. Bu yazı türü için tablo kabul edilmemektedir. Özet bölümüne ihtiyaç yoktur.<br />

Editöryel Yorum/Tartışma:<br />

Konu ile ilgili makalenin sonunda yayınlanır.<br />

Editöre Mektup:<br />

Son bir yıl içinde dergide yayınlanan makaleler ile ilgili okuyucuların değişik görüş, tecrübe ve sorularını içeren en fazla 500 kelimelik yazılardır.<br />

Başlık ve özet bölümleri yoktur. Kaynak sayısı 5 ile sınırlıdır. Hangi makaleye (sayı, tarih verilerek) ithaf olunduğu belirtilmeli ve sonunda yazarın<br />

ismi, kurumu, adresi bulunmalıdır. Mektuba cevap, editör veya makalenin yazarları tarafından, yine dergide yayınlanarak verilir.<br />

ETİK<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi bilimsel yayın etiğinin kötüye kullanımı ya da ihlali ile ilgili olası durumlarda Committee on Publication Ethics (COPE) akış<br />

şemalarını temel almaktadır. Bu konudaki ayrıntılı bilgi için bkz. www.publicationethics.org.<br />

Gönderilen tüm yazılar değerlendirme sürecinde örtüşme veya metin benzerliklerine karşı intihal inceleme yazılımı (iThenticate) ile taranır.<br />

Yazar(lar), insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda katılımcı bireylerden Bilgilendirilmiş Onam Formu alındığını yazılarında belirtmeli ve çalışmanın<br />

yapıldığı kurumun Etik Kurulu veya eşdeğeri bir kuruldan alınan onay belgesini yazıyla birlikte göndermelidir (ler). Olgu sunumlarında, her olgunun<br />

kendisine ait bilgilerin yayın amacıyla kullanılacağına dair bilgilendirildiğini gösterir bir belgenin sunulması gerekir.<br />

İlaç çalışmalarında, çalışmanın Sağlık Bakanlığı’nın ilgili yönetmeliklerine uygun olarak yürütüldüğü ve etik kurul izni alındığı belirtilmelidir.<br />

Etik Kurul onayı alınması gereken çalışmalarda, bu onayın gönderilmemesi durumunda yazı yayınlanmayacaktır. Ayrıca, tüm çalışmalarda “Helsinki<br />

Deklarasyonu”, “İyi Klinik Uygulamalar Kılavuzu” ve “İyi Laboratuvar Uygulamaları Kılavuzu’nda belirtilen esaslara uyulmalı, hastalar<br />

bilgilendirildikten sonra yazılı veya sözlü izinleri alınmalıdır. Yazılarda, insan ve hayvanlarda yapılan çalışmalarda kullanılan ameliyat sonrası ağrı<br />

giderici tedavi yöntemleri hakkında da bilgi verilmelidir.<br />

BİLİMSEL SORUMLULUK<br />

Gönderilen makalede yazar olarak sıralanan tüm bireyler çalışmaya yeterli emek vermiş olmalı, yazarlık kriterlerini karşılamalı ve katkıda<br />

bulunduğu içerik ile ilgili olarak sorumluluk almalıdır. Çalışmanın sonuçları ve bütünlüğü ile ilgili olarak yazıda yer alan her bölüm, en az bir<br />

yazarın sorumluluğu altında olmalıdır. Makalede adı geçen yazarlar aşağıdaki koşulların tümünü karşılamalıdır: (1) Çalışmanın düşüncesi ve<br />

tasarımı veya analizi ve yorumlanmasına veya her ikisine de önemli katkıda bulunmak, (2) Makalenin yazımı veya bilimsel içeriğinin revizyonuna<br />

önemli katkıda bulunmak, (3) Yayınlanmasına karar verilen makalenin son halini onaylamak.<br />

Çok-merkezli çalışmalarda, yazı başlığının altında yazar olarak bildirilenlerin tümü, yazarlık için yukarıda belirtilen şartları yerine getirmelidir.<br />

Çalışma için mali destek arama ve bulma ya da sadece verilerin toplanması gibi katkılar tek başına yazar olma hakkını doğurmaz. Ayrıca, çalışmayı<br />

yürütenlere yapılan genel yardım ve rehberlikler de yazarlık için yeterli değildir. Çalışmaya çeşitli şekillerde katkıda bulunan ancak yazarlık<br />

kriterlerini karışılamayan bireyler, kendi izinlerinin de alınması koşuluyla, “Teşekkür” bölümünde belirtilebilir. Yazarlık hakkında daha detaylı<br />

bilgiyi ICMJE sayfasında bulabilirsiniz. Makalelerde yazar sayısını gereksiz artırma gibi etik dışı bir uygulamanın ve kişilerin haksız akademik,<br />

vb. yarar sağlama davranışlarının önlenmesi için editör, yazarlardan her bir yazarın yazıya yaptığı katkının açıklanmasını isteyebilir ve bu bilginin<br />

yayınlanmasını uygun görebilir. Yazar sıralaması, tüm yazarların ortak kararına dayanmalıdır. Yazarlık sırasının belirlenmesindeki farklılıklardan<br />

dolayı, yazarlar tarafından aksi belirtilmedikçe, bildirilen sıra esas alınacaktır. Yazarlar, farklı bir sıralama söz konusu olduğunda bu durumu dipnotla<br />

açıklayabilirler.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:3<br />

Editörden;<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi bilimsel yayın organı ‘Boğaziçi Tıp Dergisi’ nin <strong>2017</strong> yılı 3. sayısında;<br />

5 makale, 6 olgu sunumu ve 1 derleme ile sizlerleyiz.<br />

Ekim ayı itibariyle Türkiye Atıf Dizini’ne kayıtlı dergiler arasında yer alan<br />

dergimiz sizlerin desteği ile büyümeye devam etmektedir. Sağlık çalışanlarının<br />

dergimize gösterdiği ilgiye teşekkür eder, desteklerinizin devamını dilerim.<br />

Prof. Dr. İlknur AKTAŞ<br />

Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, Eğitim Sorumlusu


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:3<br />

Cilt (Volume) 4 Sayı (Number) 3<br />

<strong>2017</strong> Ekim<br />

İÇİNDEKİLER (Contents)<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Aytekin KAYMAKÇI<br />

Editör<br />

İlknur AKTAŞ<br />

Editör Yardımcıları<br />

Yelda Buyru ÖZKURT<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />

Erdem DUYAR<br />

İstatiksel Danışma<br />

EMPİAR<br />

info@empiar.com<br />

Kapak Tasarım<br />

Burak BALCI<br />

Burak MENGİ<br />

ÖZGÜN ARAŞTIRMA MAKALESİ (Original Research Article)<br />

Correlation Between Internal Jugular Vein/Common Carotid Artery Ratio And Central Venous Pressure<br />

Internal Juguler Ven/Karoti̇ s Arter Oranının Santral Venöz Basınç ile İli̇ şki̇ si<br />

Burcu Azapoglu KAYMAK, Turgut DENIZ, Unase BUYUKKOCAK, Aliye OZTURK<br />

Epiretinal Membran Olgularında Pars Plana Vitrektomi Sonuçları<br />

Results of Pars Plana Vitrectomy of Epiretinal Membranes<br />

Neslihan SEVİMLİ<br />

Penetran Keratoplasti Uygulanan Keratokonus Hastalarında Farklı Sütür Tekniklerinin Ameliyat<br />

Sonrası Astigmatizma ve Görsel Prognoz Üzerine Etkisi<br />

The Effect of Different Suturing Techniques In Penetrating Keratoplasty On Postoperative Astigmatism And<br />

Visual Outcome of Keratoconus Patients<br />

Erkan DUMAN, Banu ACAR, Aslı KIRMACI<br />

Bariatrik Cerrahi Olmak İsteyen Obez Hastalarda Operasyon Öncesi Diyet Programlarının Etkileri<br />

The Effects of Pre-Operative Diet Programs In Morbid Obese Patients Willing Bariatric Surgery<br />

Erkan D. DİNÇER, Oğuz BALCAN, Seda SANCAK, Aziz B. KARİP, Nuriye E. BULUT, Ali ÖZDEMİR<br />

Sağlık Çalışanlarının Önem Verdikleri Motivasyon Araçlarının Belirlenmesi<br />

The Means of Determination of the Importance of Health Workers Motivation<br />

Gülten ÖZDEMİR, Ayşe EKEN<br />

117-120<br />

121-128<br />

129-136<br />

137-142<br />

143-148<br />

Grafik Tasarım<br />

Yaşar ÖZER<br />

Baskı<br />

Arena Dijital<br />

İletişim<br />

E5 Karayolu Üzeri, İçerenköy<br />

Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

Faks: +90 (216) 578 30 00<br />

iaktas@hotmail.com<br />

B e d e l s i z d a ğ ı t ı l ı r<br />

OLGU SUNUMU (Case Report)<br />

Guillain-Barré Sendromu’nu Taklit Eden Sekonder Hiperkalemik Paralizi<br />

Secondary Hyperkalemic Paralysis That Mimics Guillain-Barré Syndrome<br />

Sinan KAZAN, Sena ULU, Hayri DEMİRBAŞ, Ebru CARAN, Mesut ÇELİKER, Elif Dizen KAZAN<br />

Karbonmonoksi̇ t Zehi̇ rlenmesi̇ ni̇ n Nöroloji̇ k Etki̇ si̇ : Globus Pallidus İnfarktı<br />

Neurological Effect of Carbonmonoxide Intoxication: Globus Pallidus Infarction<br />

Hatice Kübra ÖNDER, Özlem GÜNEYSEL, Eren GÖKDAĞ<br />

Mezenteri̇k Dermoi̇d Ki̇st: Olgu Sunumu<br />

Dermoid Cyst of the Mesentery: Case Report<br />

Zeynep SÖNMEZIŞIK, Burcu ANIL, Muammer Hakkı KARAKAŞ<br />

Essi̇ talopram Kullanımına Bağlı Geli̇ şen Bruksi̇ zm ve Dental Fraktur: Vaka Sunumu<br />

Bruxi̇ zm Anda Dental Fracture-Induced Esci̇ talopram Use: A Case Report<br />

İbrahi̇m GÜNDOĞMUŞ, Murat KIYANÇİÇEK, Mustafa İSPİR, Hakan KULLAKÇI, Ayhan ALGUL<br />

Edinsel Hepatoserebral Dejenerasyon: Olgu Sunumu<br />

Acquired Hepatocerebral Degeneration: A Case Report<br />

Eren GÖZKE, Mustafa ESER, Sıdıka Sinem TAŞDEMİR, Pelin Doğan AK<br />

Travma Sonrası Di̇ ssosi̇ yati̇ f Psi̇ koz: Olgu Sunumu<br />

Trauma-Induced Di̇ ssoci̇ ati̇ ve Psychosi̇ s: A Case Report<br />

İbrahi̇ m GÜNDOĞMUŞ, Mustafa İSPİR, Osman BAKKAL, Ayhan ALGUL<br />

DERLEME (Review)<br />

Ankilozan Spondilitte Laboratuar Bulguları<br />

Laboratory Findings of Ankylosing Spondylitis<br />

Arzu ATICI<br />

149-151<br />

152-154<br />

155-157<br />

158-160<br />

161-163<br />

164-166<br />

167-170<br />

ISSN: 2149-0287


Burcu Azapoglu Kaymak et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):117-120 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.743<br />

Original Research Article<br />

Correlation Between Internal Jugular Vein/Common Carotid Artery Ratio<br />

And Central Venous Pressure<br />

Internal Juguler Ven/Karoti̇ s Arter Oranının Santral Venöz Basınç ile İli̇ şki̇ si<br />

Burcu AZAPOGLU KAYMAK 1 , Turgut DENIZ 2<br />

Unase BUYUKKOCAK 3 , Aliye OZTURK 4<br />

1. University of Health Sciences Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital Emergency Department, Istanbul<br />

2. Kirikkale University Faculty of Medicine, Department of Emergency Medicine, Kirikkale, Turkiye<br />

3. Koru Hospitals, Department of Anesthesia and Reanimation , Ankara, Turkiye<br />

4. Kastamonu State Hospital , Department of Anesthesia and Reanimation, Kastamonu, Turkiye<br />

ABSTRACT<br />

Aim: The aim of this study was to evaluate a rapid and<br />

non-invasive method for estimating central venous pressure<br />

(CVP) by comparing ultrasound measurements of the<br />

internal jugular vein and common carotid artery to CVP<br />

measured by central venous catheter.<br />

Materials and Method: A portable ultrasound machine<br />

was used to determine cross-sectional areas of the internal<br />

jugular veins (IJV) and common carotid arteries (CCA).<br />

The measurements were performed on patients lying in the<br />

supine position at a 45 degree angle, with ratios of the<br />

IJV area to CCA area recorded as ratio 1(lying position)<br />

and ratio 2(45˚ position). The patients were categorized<br />

into 3 groups according to CVP, specifically; group1:<br />

CVP20mmHg.<br />

Results: Forty intensive care unit patients who were mechanically<br />

ventilated with a central venous catheter in place<br />

were enrolled during the study period. No statistically<br />

significant differences detected in ratio 1. Ratio 2 showed<br />

a mean ratio of 1.18 for group 1(min-max 0.72-1.64),<br />

2.64 for group 2 (min-max 1.73-3.55) and 3.00 for group<br />

3 (min-max 0.97-5.03). For ratio 2, it was observed that<br />

group 1 had a lower value than group 2 (p=0.020) and<br />

group 3 (p=0.021).<br />

Conclusions: Ultrasound measurement of internal jugular<br />

to common carotid area ratio at a position of 45 degrees<br />

showed that a low ratio was correlated with a low<br />

central venous pressure as measured by central venous<br />

catheter.<br />

ÖZET<br />

Amaç: Çalışmanın amacı santral venöz basıncı (SVB)<br />

karotis arter ve internal juguler venin ultrason ölçümlerini<br />

santral venöz kateter yoluyla ölçülmüş SVB ile<br />

karşılaştırarak hızlı ve non invaziv bir yöntemle değerlendirmek.<br />

Yöntem ve Gereçler: Ultrason ile internal juguler ven<br />

(IJV) ve karotis arterin (KA) alan ölçümleri yapıldı,<br />

oranları hesaplandı. Ölçümler hastalar supin ve 45 o<br />

yatar pozisyondayken yapıldı ve ölçüm sonuçları supin<br />

pozisyonda yatanlar için ‘oran1’ ve 45 o yatar pozisyon<br />

için ‘oran2’ olarak kaydedildi. Hastalar SVB değerlerine<br />

göre üç gruba ayrıldı : Grup 1 : SVB < 10 mmHg,<br />

Grup 2 SVB 10-20 mmHg, Grup 3: SVB > 20 mmHg.<br />

Sonuç: Çalışmaya çalışma sürecinde yoğun bakım ünitesinde<br />

yatmakta olan , invaziv mekanik ventilatörde takipli<br />

santral venöz kateteri olan 40 hasta dahil edildi.<br />

Oran1’de gruplar arası anlamlı fark tespit edilmedi.<br />

Oran2 ‘de grup 1’de ortalama 1.18 (min-max 0.72-<br />

1.64), grup 2’de 2.64 (min-max 1.73-3.55) ve grup 3’de<br />

3.00 (min-max 0.97-5.03) izlendi. Oran2’nin grup 1’de<br />

grup 2 ve 3’e göre daha anlamlı olduğu izlendi.<br />

Tartışma: 45 o yatar pozisyonda yapılan ultrason ölçümleriyle<br />

elde edilen İJV/KA oranının (oran2) santral<br />

venöz basıncı düşük ölçülmüş hasta grubunda (grup1)<br />

korelasyonunun daha iyi olduğu tespit edildi.<br />

Anahtar Kelimeler: ultrason; santral venöz basınç; noninvaziv;<br />

yoğun bakım<br />

Keywords: ultrasound; central venous pressure; non invasive;<br />

intensive care<br />

Contact:<br />

Corresponding Author: Dr. Burcu AZAPOĞLU KAYMAK , MD<br />

Address: University of Health Sciences İstanbul Fatih Sultan Mehmet<br />

Education and Research Hospital Emergency Department E5 Karayolu<br />

Üzeri İçerenköy, 34752 Ataşehir/İstanbul, Turkiye<br />

Phone Number: +90 (216) 578 30 00 Fax: +90 (216) 575 04 06<br />

E-mail: burcuazap@hotmail.com<br />

Submitted: 05.08.<strong>2017</strong><br />

Accepted: 03.10.<strong>2017</strong><br />

-117-


Burcu Azapoglu Kaymak et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):117-120 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.743<br />

INTRODUCTION<br />

Nearly 80 years ago, Sir Thomas Lewis<br />

first described a technique for estimating<br />

central venous pressure (CVP) by measuring<br />

the height of jugular veins (1). Central venous<br />

pressure (CVP) can be an important parameter<br />

for estimating the fluid status of critically ill<br />

patients in the emergency department (ED) or<br />

intensive care unit (ICU). Estimation of CVP<br />

can help identify low preload conditions where<br />

early fluid resuscitation can improve outcome<br />

including sepsis, trauma, shock; also can identify<br />

high preload in patients suffering from congestive<br />

cardiac failure or other fluid overload<br />

conditions. Measuring CVP via central venous<br />

catheter (CVC) is the gold standard technique<br />

but placement of a central venous catheter is<br />

invasive and may result in iatrogenic complications.<br />

Using bedside ultrasound to augment the physical<br />

examination has increased in recent years as<br />

it is non-invasive, rapid, and readily performed<br />

at the bedside. Ultrasound training is included<br />

in emergency medicine training programs, often<br />

with a focus on trauma assessment, focused<br />

echocardiography, pulmonary assessment,<br />

procedural guidance (2, 3). Fast and reliable<br />

measurement of central venous pressure noninvasively<br />

is of paramount importance in cases<br />

of emergency medicine or critical care practice.<br />

Ultrasound can provide a noninvasive estimation<br />

of central venous pressure. Many research<br />

papers use collapsibility of the inferior vena<br />

cava (IVC) as an initial tool for early detection<br />

of hypovolemic shock or as an indicator of<br />

acute blood or volume loss exclude intubated<br />

patients (4-7). May be correlation of internal<br />

jugular vein/common carotid artery ratio more<br />

accurately reflects CVP value in critical patients.<br />

The aim of this study was to evaluate the accuracy<br />

of a non-invasive, rapid, ultrasound guided<br />

method for estimating intravascular fluid<br />

status by comparing the ratio of measurements<br />

of internal jugular vein (IJV) and common carotid<br />

artery (CCA) area to invasively determined<br />

CVP.<br />

METHODS<br />

This was a prospective study and approved<br />

by the local ethical committee. Patients<br />

hospitalized in University Faculty of Medicine<br />

Intensive Care Unit (ICU) during a 6 months<br />

period were enrolled in the study on a convenience<br />

basis. Eligible patients were had CVP<br />

monitoring via central venous catheter measurements<br />

and were mechanically ventilated.<br />

-118-<br />

Reasons for ICU admission included conditions<br />

such as malignancy, congestive heart failure,<br />

acute coronary syndrome, chronic obstructive<br />

pulmonary disease, pneumonia, sepsis, renal<br />

failure, stroke, trauma and venous thromboembolism.<br />

Patients with infectious neck lesions or<br />

prior history of neck surgery were excluded.<br />

Patient demographic features (age, sex), weight,<br />

hemodynamic parameters (blood pressure,<br />

heart rate) and APACHE scores were recorded<br />

before measurements.<br />

A portable ultrasound machine, the M7 Diagnostic<br />

Ultrasound System (Mindray, Shenzen,<br />

China) with a 7 MHz linear probe was used for<br />

comparing measurements of IJV and CCA area.<br />

Measurements were performed with patients in<br />

a supine position and lying at an angle of 45˚.<br />

The data was recorded as ratio 1 (lying position)<br />

and ratio 2 (45˚ position) respectively. Positive<br />

pressure ventilation was interrupted briefly<br />

and end expiratory diameter area values were<br />

measured. The ultrasound probe was placed 2<br />

cm above the clavicle on the opposite side of<br />

the central venous catheter. In order to prevent<br />

vein compression resulting in underestimation<br />

of IJV area, the, amount of pressure applied<br />

to skin was investigated by coordinating daily<br />

practice and reviewing studies measuring IJV–<br />

CVP correlation (8, 9). We determined that the<br />

most appropriate way to avoid compressing the<br />

vein was to inspect subcutaneous tissues during<br />

compression. Measurements were performed<br />

using the ‘area measurement’ option on the ultrasound<br />

device and images were recorded on<br />

the device.<br />

CVP was measured via CVC by ICU physicians,<br />

within an hour of ultrasound measurements<br />

and blinded to the ultrasound results.<br />

Physicians performing ultrasound exams were<br />

also blinded to CVP measurements.<br />

The patients were categorized into 3 groups<br />

according to CVP, group 1: CVP 20 mmHg ( n=7).<br />

Sonographic measures were performed by a<br />

single emergency physician to avoid interobserver<br />

variability. This emergency physician<br />

had undergone a 40 hour ultrasound training<br />

course and performed at least 4 vascular imaging<br />

studies per week. This study was planned<br />

and performed as a double blind study. Ultrasound<br />

and CVP measurements were performed<br />

close to each other to prevent variability in the<br />

hemodynamic states of patients during CVP<br />

and sonographic measurements.


Burcu Azapoglu Kaymak et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):117-120 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.743<br />

To prevent differences during both CVP and<br />

sonographic measures, positive pressure was<br />

interrupted temporarily in patients who were<br />

ventilated in PEEP mode.<br />

Statistical analysis was done using SPSS 16.0<br />

(IBM, Armonk, New York, United States). One<br />

way ANOVA followed by Tukey and Bonferroni<br />

multiple comparison tests were used to<br />

determine the significance of the differences<br />

between groups. ANOVA and Student’s t test<br />

were used to investigate the significance of differences<br />

observed between group pairs.<br />

RESULTS<br />

Forty patients were enrolled in the study<br />

that were admitted to the intensive care unit during<br />

the study period and mechanically ventilated<br />

with central venous catheters in place.<br />

Out of the 40 patients with central venous catheters,<br />

65 percent were subclavian, 22.5 percent<br />

were jugular, and 12.5 percent were femoral<br />

catheters. 60 percent of patients were male.<br />

The mean age was 65.10±18.70 years.<br />

The reasons for being admitted to intensive<br />

care unit was are shown in Table 1.<br />

Malignancy detected as most common disease<br />

(n=13) in 40 patients. Cardiac disorders<br />

(n=12), Chronic Obstructive Pulmonary Disease<br />

(COPD)-pneumonia (n=8) were other<br />

common disorders. Some patients had multiple<br />

diseases.<br />

Mean arterial blood pressure was 86.80±20.40<br />

mmHg; mean heart rate was 90.77±12.57 beats/minute.<br />

In the evaluation of all cases mean APACHE<br />

score was 17.59±7.4.<br />

Mean CVP values for the three groups<br />

were: 3.71±2.42mmHg for group 1 (n=19),<br />

14.67±2.67mmHg for group 2 (n=14), and<br />

26.43±5.38mmHg for group 3 (n=7).<br />

Distribution of hemodynamic values, APAC-<br />

HE scores, age, sex, and weight by group are<br />

shown in Table 2. There was no statistically<br />

significant difference between these groups.<br />

The correlation between the ratio of IJV: CCA<br />

sonographic area measurements were evaluated<br />

through CVP groups based on ratio 1 and<br />

ratio 2. For ratio 1 the mean ratio was 2.26 for<br />

group 1 (min-max 1.53-2.99), 3.18 for group<br />

2 (min-max 2.30-4.05), and 2.87 for group 3<br />

-119-<br />

(min-max 2.32-3.44) with no statistically significant<br />

differences. For ratio 2 the mean value<br />

was 1.18 for group 1 (min-max 0.72-1.64), 2.64<br />

for group 2 (min-max 1.73-3.55), and 3.00 for<br />

group 3 (min-max 0.97-5.03). For ratio 2, group<br />

1 had a lower value than group 2 (p=0.020) and<br />

group 3 (p=0.021). No significant differences<br />

were observed between groups 2 and 3 (Table<br />

3). There was no statistically significant difference<br />

between groups in relation with three different<br />

types of CVCs (subclavian, jugular, and<br />

femoral) were used.<br />

In group 1, the evaluation of ratio 1 and ratio<br />

2 values showed that they were significantly<br />

lower as compared to the other groups (f<br />

(2,37)=4,454, p=0,018).<br />

Correlation Coefficient (r) evaluated of the groups,<br />

the r values were determined as; group 1:<br />

-0.241, group 2: -0.078 and group 3: 0.420. As<br />

this results suggest, the most meaningful relationship<br />

of ratio 1 and ratio 2 was observed in<br />

group 3. However, there was no significant differences<br />

between them.<br />

Table 1. The number of the patient’s diagnosis.<br />

Diagnosis<br />

No (n=)<br />

Malignancy 13<br />

CHF £ , Acute coronary syndrome 12<br />

COPD ¥ , Pneumonia, 8<br />

Sepsis 7<br />

Renal failure 4<br />

Stroke 4<br />

Trauma 3<br />

Pulmonary thromboembolism 2<br />

£CHF: Congestive Heart Failure<br />

¥COPD: Chronic Obstructive Pulmonary Disease<br />

Table 2. Distribution of hemodynamic values, APACHE scores, age, sex,<br />

weight data’s into the groups.<br />

Group 1 Group 2 Group 3<br />

Age 64.74±21.72 66.82±9.45 69.14±13.51<br />

Sex (m/f) % 57.9/42.1 64.3/37.7 57.1/42.9<br />

Weight (kg) 72.21±21.31 76.45±15.08 78.57±35.67<br />

BP MAP(mmHg) 86.93±16.57 76.80±21.90 96.66±25.10<br />

Pulse(beats/min) 87.95±13.95 96.08±8.32 88.86±14.51<br />

APACHE 14.79±7.3 22.55±6.5 19.43±6.7<br />

Table 3. IJV/CCA area ratio in the groups in supine and 45˚ lying position.<br />

Ratio 1 Ratio 2<br />

Mean<br />

Minimummaximum<br />

Mean Minimummaximum<br />

Group 1 2.26 1.53-2.99 1.18 £ 0.72-1.64<br />

Group 2 3.18 2.30-4.05 2.64 1.73-3.55<br />

Group 3 2.87 2.32-3.44 3.01 0.97-5.03<br />

£ p =0.020 between group 1 and group 2; p=0.021 between group 1 and group<br />

3 in ratio 2.


Burcu Azapoglu Kaymak et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):117-120 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.743<br />

DISCUSSION<br />

There are a great number of studies in the literature<br />

which describe the use of ultrasound to estimate<br />

CVP. These studies showed positive correlation but<br />

did not establish a normal range using a standardized<br />

measuring method. Inferior vena cava and internal<br />

jugular vein have been used to evaluate volume<br />

status in prior studies; however these studies have<br />

not compared these veins in order to identify the<br />

optimal vessel. In 1999, Lipton et al. first described<br />

the measurement of IJV for determining CVP and<br />

claimed that ‘bedside US of the IJV, performed by<br />

emergency physicians, provides immediate and important<br />

information’ (8). IJV diameter measurements<br />

have been shown to correlate with CVP: if anteroposterior<br />

diameter is between 5.7-8.3mm CVP is<br />

less then 10mmHg, if diameter is between 11.2-13.8<br />

mm CVP is greater than 10 cm H 2 O (9). Ultrasound<br />

estimation of central venous pressure by IJV diameter<br />

was determined to be 64.3% sensitive and 81.3%<br />

specific for high CVP and 88.9% sensitive and 77%<br />

specific for low CVP (10). Accuracy of these results<br />

may be hindered because of the variable diameter results<br />

depending on the amount of pressure applied.<br />

An observational clinical study performed by Raksamani<br />

et al. (11) described a correlation between<br />

cross-sectional area of the internal jugular vein and<br />

central venous pressure in January 2014. Based on<br />

this literature review we believe there is still not an<br />

optimal ultrasound measurement technique for the<br />

IJV. In 2012 a pilot study used internal juguler vein/<br />

common carotid artery ratio in 8 pediatric burn patients<br />

to estimate CVP (12).<br />

In previous studies, researchers have encountered<br />

problems in diameter measurements due to<br />

the collapsibility of vessels. Specifically, interobserver<br />

and intraobserver differences were high (8-10).<br />

Using area measurement rather than diameter may<br />

provide more accurate and valid results. In our study<br />

we compared central line CVP measurements with<br />

IJV: CCA area ratio in 40 adult patients. We measured<br />

IJV: CCA ratios in both supine and in a 45˚ lying<br />

position, allowing us to analyze the relation between<br />

position and IJV diameter-area. All patients were<br />

mechanically ventilated allowing us to avoid fluctuations<br />

in diameter during expiration and inspiration.<br />

During the measurements, mechanical ventilation<br />

support to the patients was never interrupted under<br />

any circumstances. Considering the potential fluctuations<br />

in the measurements with the effect of the positive<br />

pressure (PEEP), in mechanical ventilators the<br />

measurements were taken in durations of 10 seconds<br />

between each PEEP application.<br />

In the evaluation of correlation of area to CVP measurements,<br />

we observed that measurements in the<br />

45˚ lying position showed the most significant correlation.<br />

Although this correlation increased proportionally<br />

to the increase in CVP ratio, the obtained values<br />

were more significant in the normal CVP range.<br />

Further investigations are necessary for analyzing<br />

the significant area ratio relation to CVP values.<br />

In conclusion, ultrasound measurements of internal<br />

jugular vein to common carotid artery area at a position<br />

of 45 degrees were significantly correlated with<br />

low central venous pressure as measured by central<br />

venous catheter.<br />

Limitations of this study are being intensive care patients,<br />

and a small number of patients in each disease<br />

group. A correlation between ratios, CVP and kind of<br />

disease would be searched if more patients would be<br />

in group of each disease.<br />

REFERENCES<br />

1. Lewis T. Early signs of cardiac failure of the congestive<br />

type. Brit Med J 1930;1:849-52. Medline:20775436.<br />

2. Labovitz AJ, Noble VE, Bierig M, Goldstein SA, Jones R,<br />

Kort S et al. Focused cardiac ultrasound in the emergent setting:<br />

a consensus statement of the American Society of Echocardiography<br />

and American College of Emergency Physicians.<br />

J Am Soc Echocardiogr 2010;23:1225-30. Medline:21111923<br />

doi: 10.1016/j.echo.2010.10.005.<br />

3. Lichtenstein DA. Lung ultrasound in the critically ill.<br />

Ann Intensive Care 2014; 4:1. Medline: 24401163 doi:<br />

10.1186/2110-5820-4-1.<br />

4. Yanagawa Y, Nishi K, Sakamoto T, Okada Y. Early diagnosis<br />

of hypovolemic shock by sonographic measurement of inferior<br />

vena cava in trauma patients. J Trauma 2005;58:825–9.<br />

Medline: 15824662.<br />

5. Lyon M, Blaivas M, Brannam L. Sonographic measurement<br />

of the inferior vena cava as a marker of blood loss. Am J Emerg<br />

Med 2005;23:45–50. Medline: 15672337.<br />

6. Sefidbakht S, Assadsangabi R, Abbasi HR, Nabavizadeh A.<br />

Sonographic measurement of the inferior vena cava as a predictor<br />

of shock in trauma patients. Emerg Radiol 2007;14:181–<br />

5. Medline: 17541661.<br />

7. Kusaba T, Yamaguchi K, Oda H, Harada T. Echography<br />

of inferior vena cava for estimating fluid removed from patients<br />

undergoing hemodialy¬sis. Nihon Jinzo Gakkai Shi<br />

1994;36:914–20. Medline: 7933667.<br />

8. Lipton B. Estimation of Central Venous Pressure by Ultrasound<br />

of the Internal Jugular Vein. Am J Emerg Med<br />

2000:18:432-4. Medline: 10919533.<br />

9. Donahue SP, Wood JP, Patel BM, Quinn JV. Correlation<br />

of sonographic measurements of the internal jugular vein with<br />

central venous pressure. The American Journal of Emergency<br />

Medicine 2009;27:851-5. Medline: 19683116 doi: 10.1016/j.<br />

ajem.2008.06.005.<br />

10. Siva B, Hunt A, Boudville N. The sensitivity and specificity<br />

of ultrasound estimation of central venous pressure using<br />

the internal jugular vein. J Crit Care 2012;27:7-11. Medline:<br />

22137379 doi: 10.1016/j.jcrc.2011.09.008.<br />

11. Raksamani K, Udompornmongkol V, Suraseranivongse<br />

S, Raksakietisak M, von Bormann B. Correlation between<br />

cross-sectional area of the internal jugular vein and central<br />

venous pressure: an observational clinical study. Eur J Anaesthesiol<br />

2014;31:50-1. Medline: 23549127 doi: 10.1097/<br />

EJA.0b013e32835f9a50.<br />

12. Bailey JK, McCall J, Smith S, Kagan RJ. Correlation of internal<br />

jugular vein/common carotid artery ratio to central venous<br />

pressure: a pilot study in pediatric burn patients: J Burn<br />

Care Res 2012;33:89-92. Medline: 22240508 doi: 10.1097/<br />

BCR.0b013e318234d965.<br />

-120-


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Epiretinal Membran Olgularında Pars Plana Vitrektomi Sonuçları<br />

Results of Pars Plana Vitrectomy of Epiretinal Membranes<br />

Neslihan SEVİMLİ 1 , Aylin Ardagil AKÇAKAYA 2<br />

1. Türk Eğitim Vakfı, Sultanbeyli Devlet Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği, İstanbul<br />

2. Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Primer ve sekonder epiretinal membran (ERM)<br />

nedeniyle pars plana vitrektomi (PPV) yapılan hastalarda<br />

sonuçları görmek, sonuçları etkileyen prognostik<br />

faktörleri saptamak.<br />

Yöntem ve Gereçler: ERM tanısıyla takip edilen 50<br />

hastanın 51 gözü çalışmaya dahil edildi. Herhangi bir<br />

oküler hastalığa bağlı oluşmayan ERM’ler primer (grup<br />

1), başka bir hastalığa bağlı oluşanlar sekonder (grup<br />

2) olarak gruplandırıldı. Ameliyat öncesi (AÖ) ve ameliyattan<br />

sonraki (AS) merkezi makula kalınlığı (MMK),<br />

görme keskinlikleri ve göz içi basınçları (GİB) kaydedildi.<br />

Cerrahi sırasında tüm hastalara 3 port PPV yapıldı.<br />

Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların 25’i kadın<br />

(%50), 25’i erkek (% 50), yaş ortalaması 69,5±9,6 idi.<br />

Otuz iki göz (% 62,7) grup 1, 19 göz (%37,3) grup 2 idi.<br />

Grup 1’de AÖ ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği<br />

(EDGK) 0,19±0,11, grup 2’de 0,13±0,11 idi. Grup<br />

1’de AÖ EDGK anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,025).<br />

AS grup 1’de 2 EDGK 0,47±0,32, grup 2 ‘de 0,42±0,32<br />

olarak bulundu. Kontrollerde iki grupta da EDGK’de<br />

AÖ döneme göre anlamlı artış bulundu, nihai görme<br />

keskinlikleri açısından iki grup arasında anlamlı fark<br />

yoktu (p=0,669). AÖ EDGK daha yüksek olan hastaların<br />

AS EDGK ortalamaları da yüksek bulundu. Nihai görme<br />

keskinliği ile AÖ görme keskinliği arasında anlamlı<br />

(p ˂ 0,05) pozitif korelasyon mevcuttu. Grup 1’de AÖ<br />

MMK 379±112,1 μ, grup 2’de 430,7±131,0 μ idi. Grup<br />

2’de AÖ MMK daha yüksekti ancak aralarındaki fark<br />

anlamlı değildi (p=0,173). AS grup 1’de ortalama MMK<br />

264,9±105,0 μ, grup 2’de 211,1±94,5 μ idi. AS her iki<br />

grupta da AÖ döneme göre MMK’de anlamlı düşüş saptandı,<br />

sekonder grupta düşüş daha hızlı idi ancak nihai<br />

MMK açısından iki grup arasında fark yoktu (p=0,212).<br />

Sonuç: Görme keskinliği çok düşmeden yapılan erken<br />

cerrahilerde prognoz daha iyidir. Grup 1 ve 2 arasında<br />

nihai sonuçlar açısından anlamlı fark yoktur.<br />

Anahtar Kelimeler: epiretinal membran, görme keskinliği,<br />

optik koherans tomografi, pars plana vitrektomi<br />

ABSTRACT<br />

Objective: To assess the outcomes in patients who underwent<br />

pars plana vitrectomy (PPV) due to primary and<br />

secondary epiretinal membrane (ERM), to determine the<br />

prognostic factors affecting the results.<br />

Materials and Method: Fiftyone eyes of 50 patients with<br />

ERM diagnosis were included in the study. ERMs that<br />

are not associated with any ocular disease were grouped<br />

as primary (group 1), while those due to another disease<br />

were grouped as secondary (group 2). Preoperative and<br />

postoperatively central macular thickness (CMT), visual<br />

acuity and intraocular pressure (IOP) were recorded.<br />

Three-port PPV was performed to all patients during<br />

surgery.<br />

Results: Twent-five of the patients (50%) were male and<br />

25 (50%) were female. The mean age was 69,5±9,6.<br />

Thirty-two eyes (62.7%) were in primary ERM group; 19<br />

eyes (37.3%) were in the secondary ERM group. Mean<br />

preoperative best corrected visual acuity (BCVA) was<br />

0.19±0.11 in group 1 and 0.13±0.11 in group 2. Mean preoperative<br />

best corrected visual acuity (BCVA) was significantly<br />

higher in primary group (p=0.025). Mean postoperative<br />

BCVA was 0.47±0.32 in group 1 and 0.42±0.32<br />

in group 2. In both groups there were significantly increase,<br />

but there was no significant difference between the<br />

groups in terms of the final visual acuity (p=0.669). Preoperative<br />

CMT was found 379±112.1 μ in group 1 and<br />

430.7±131.0 μ in group 2. Postoperative CMT mean was<br />

264.9±105.0 μ in group 1 and 211,1±94,5μ in group 2.<br />

According to the preoperative period a significant decrease<br />

in CMT was achieved in both groups after surgery.<br />

Although the decline was more rapid in the secondary<br />

group, there was no difference between the two groups in<br />

terms of final CMT (p= 0.212).<br />

Conclusion: Prognosis of early surgery performed without<br />

visual acuity reduction is better. There is no significant<br />

difference in the final results of the groups.<br />

Keywords: epiretinal membrane, visual acuity, optical<br />

coherence tomography, pars plana vitrectomy<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Neslihan SEVİMLİ, Uzm. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Türk Eğitim Vakfı Sultanbeyli Devlet Hastanesi, Sultanbeyli,<br />

İstanbul<br />

Tel: +90 (506) 406 03 07<br />

E-Posta: neslihandumanli@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 06.09.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 27.09.<strong>2017</strong><br />

-121-


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

GİRİŞ<br />

Epiretinal membran, makula ve çevresine<br />

yerleşerek kontraksiyon yapan fibroselüler<br />

yapıya sahip bir vitreoretinal ara yüzey bozukluğudur<br />

(1). Genellikle yaşlı insanlarda ortaya<br />

çıkar ve retinada buruşukluk, görmede bulanıklık<br />

ve görme kaybına neden olur (2). Herhangi<br />

başka bir oküler hastalığın eşlik etmediği durumlarda<br />

primer veya idiyopatik olarak adlandırılır.<br />

Retina dekolman (RD) cerrahisi sonrası,<br />

kriyoterapi veya lazer sonrası, retinal vasküler<br />

hastalık, enflamasyon ve travmaya sekonder de<br />

oluşabilir (3). Standart tedavisi pars plana vitrektomi<br />

(PPV) ile beraber membran soyulmasıdır<br />

(2, 4). Son zamanlarda yapılan çalışmalarda<br />

membran soyulmasına ek olarak internal<br />

limitan membran (ILM) soyulmasının nüksleri<br />

azalttığı gösterilmiştir (1, 5, 6). Cerrahi tedavi<br />

ile primer ERM’de %70-%90 oranında başarı<br />

sağlanabilmektedir (3).<br />

Vitrektomi yöntemlerinin gelişmesiyle histopatolojik<br />

çalışmalar yapılarak makula hastalıklarının<br />

patofizyolojisi daha iyi anlaşılmıştır.<br />

Epiretinal membran patolojisini anlamak, oluşum<br />

mekanizmalarındaki benzerlik nedeniyle<br />

geniş yelpazede pek çok retina hastalığının<br />

erken tanısını sağlayacak, hastalığın meydana<br />

gelmesini önleyecek ve yeni tedavi modalitelerinin<br />

gelişmesine yardımcı olacaktır.<br />

Bu çalışmamızda, epiretinal membran hastalarının<br />

ameliyat öncesi ve sonrası görme keskinlikleri<br />

ve optik koherans tomografi (OKT)<br />

görüntülerini inceleyerek nihai görme düzeyi<br />

üzerinde etkili olan faktörleri ortaya koymayı<br />

amaçladık.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

ERM tanısı, fundoskopik muayene ve<br />

optik koherans tomografi (OKT) görüntülerine<br />

dayanılarak konulmuştur. Olgular fundoskopik<br />

muayenedeki morfolojilerine bakılarak<br />

Gass sınıflaması kullanılarak sınıflandırıldı:<br />

Evre 0: Selofan makulopati. Evre 1: Yüzey<br />

kırıştırıcı makulopati. Evre 2: Makuler pucker<br />

olarak isimlendirildi. Hastaların kayıtlı<br />

dosyalarından yaş, cinsiyet, sistemik ve oküler<br />

hastalıkları, ameliyat öncesi (AÖ) ve sonrası<br />

(AS) takiplerde en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri<br />

(EDGK), ön segment ve fundus muayene<br />

bulguları, göz içi basınçları (GİB), klinik<br />

semptomları, semptomların süresi, OKT bulguları,<br />

uygulanan cerrahi teknik ve cerrahiye<br />

bağlı gelişen komplikasyonlar kaydedildi. Herhangi<br />

bir oküler hastalığı olmayan epiretinal<br />

membranlar primer (grup 1), bilinen başka bir<br />

hastalığa bağlı oluşan epiretinal membranlar<br />

sekonder (grup 2) olarak gruplandırıldı. Hastaların<br />

görme keskinliği Snellen eşeli ile, göz<br />

içi basınçları (GİB) aplanasyon tonometresi ile<br />

değerlendirildi. Biyomikroskopik incelemede,<br />

lensin durumu, fakik hastalarda katarakt varlığı<br />

veya gelişimi subjektif olarak değerlendirildi.<br />

ERM’lerin yapısı, retina yüzeyiyle ve arka<br />

hyaloidle olan ilişkisi, merkezi makula kalınlığı<br />

(MMK), fovea kontürü (FK), psödohol varlığı<br />

ve intraretinal kist oluşumu; OKT cihazı<br />

ile değerlendirildi. Gerekli görülen olgularda<br />

fundus floresein anjiografi (FFA) çekildİ. Cerrahi<br />

tedavi sonrası EDGK’de artış “fonksiyonel<br />

başarı”, OKT’de makula kalınlığının regresyonu,<br />

foveal kontür düzenliliği ve fundus bulgularında<br />

ERM rekürrensinin olmaması “anatomik<br />

başarı” olarak değerlendirildi.<br />

Cerrahi 23 gauge 3 port pars plana vitrektomi<br />

ile yapıldı. Vitreusun merkezi kısmı temizlendikten<br />

sonra arka hyaloid triamsinolon enjeksiyonu<br />

yardımıyla dekole edildi. ERM’nin daha<br />

iyi görünmesi ve sınırlarının belirlenmesi amacı<br />

ile tripan mavisi kullanıldı. Kırk sekiz gözde<br />

brillant mavisi kullanılarak ILM boyandı ve soyuldu.<br />

Periferik retina iyatrojenik yırtıklar açısından<br />

incelendi. Retina periferinde yırtık saptanan<br />

hastalarda ameliyat sırasında endolazer<br />

uygulanarak yırtık çevrelendi. Gerekli görülen<br />

olgularda hava, SF 6 , C 3 F 8 gazları tamponad<br />

olarak tercih edildi. Hastalar 1.hafta, 1. ay, 6.<br />

ay, 1. yıl ve 2. yılda kontrole çağrıldı.<br />

Değişkenlerin dağılımı Kolmogorov Smirnov<br />

test ile kontrol edildi. Nicel verilerin analizinde<br />

Mann-Whitney U test kullanıldı. Nitel verilerin<br />

analizinde Ki-kare testi, Ki-kare koşulları<br />

sağlanmadığında Fischer testi kullanıldı. Tekrarlayan<br />

ölçümlerin analizinde Wilcoxon testi<br />

kullanıldı. Tüm istatistiksel analizlerde “p”<br />

değerinin < 0,05 olması anlamlı kabul edildi.<br />

Analizlerde SPSS 22.0 programı kullanıldı.<br />

BULGULAR<br />

Çalışmaya 50 hastanın 51 gözü dâhil edildi.<br />

Yirmibeşi erkek (%50) olan hasta grubunun<br />

yaşları 32 ile 90 arasında değişmekte olup, yaş<br />

ortalaması 69,5±9,6 idi. Çalışmaya dahil edilen<br />

51 gözün 31’i (%62) sağ, 18’i (%36) sol,<br />

1’inin (%2) ise her iki gözü ERM nedeniyle<br />

opere edilmişti. Oniki hasta (%24) 6 ay ile 1 yıl<br />

arası, 14 hasta (%28) 1 ile 2 yıl arası, 24 hasta<br />

(%48) ise 2 yıldan daha fazla süre takip edildi.<br />

Ortalama takip süresi 19 ay idi. Otuz iki gözde<br />

(% 62,7) membran oluşumunda bilinen bir<br />

etiyolojik faktör bulunamadı ve primer ERM<br />

olarak değerlendirildi. Ondokuz göz (% 37,3)<br />

sekonder ERM sınıfına dahil edildi (Tablo 1).<br />

-122-


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

Sekonder ERM sınıfına dahil olan 19 gözden<br />

15’inde (%78,9) neden olarak diyabetik retinopati<br />

(DRP), 2’sinde (%10,5) retina ven tıkanıklığı<br />

(RVT), 2’sinde (%10,5) daha önce<br />

geçirilmiş retina dekolmanı (RD) operasyonu<br />

gösterildi (Tablo 1).<br />

Tablo 1: ERM sınıfı ve sekonder ERM nedenleri.<br />

ERM sınıfı<br />

Sekonder ERM Nedeni<br />

n %<br />

Primer 32 62,70%<br />

Sekonder 19 37,30%<br />

DRP 15 78,90%<br />

RVT 2 10,50%<br />

RD 2 10,50%<br />

Otuzbeş gözde (%68,6) sadece pars plana vitrektomi<br />

(PPV) uygulanırken, AÖ kataraktı<br />

olan 8 gözde (%15,7) aynı seansta PPV’ye ek<br />

olarak Fako ile katarakt ekstrasiyou ve göz içi<br />

lens (GİL) yerleştirilmesi yapıldı (Tablo 3).<br />

Üç gözde (%5) ERM hava altında tripan mavisi<br />

ile boyanırken, 48 gözde (%94) %0,15’lik<br />

tripan mavisi kullanıldı. Kırksekiz gözde<br />

(%94) ILM brillant mavisi ile boyanmasının<br />

ardından soyuldu (Tablo 3). Ameliyatların sonunda<br />

33 göze (%64,7) tamponad olarak hava,<br />

14 göze SF6 (%27,5) ve 4 göze (%7,8) C3F8<br />

gazı verildi. Hiçbir olguda silikon yağı (Tablo<br />

3).<br />

Çalışmadaki 50 hastanın 12’sinin (%24) diğer<br />

gözünde de ERM bulunurken, yalnız 1 olguda<br />

bilateral cerrahi uygulandı. Olgular ERM<br />

morfolojilerine göre sınıflandırıldığında, 35<br />

gözün (%68,6) evre 1 -yüzey kırıştırıcı makulopati-,<br />

16 gözün (%31,4) evre 2 -makuler<br />

pucker- olduğu saptandı. Ameliyat edilen gözler<br />

arasında Evre 0 -selofan makulopati- olan<br />

göz yoktu. Primer grupta anlamlı olarak evre<br />

1 saptanırken, sekonder grupta evre 2 anlamlı<br />

olarak daha yüksek bulundu (p=0,000). Optik<br />

koherans tomografi (OKT) kullanılarak yapılan<br />

görüntülemede, 51 gözün 7’sinde (%13,7)<br />

psödohol olduğu görüldü. Psödohol varlığı iki<br />

grup arasında anlamlı fark göstermemekteydi<br />

(p=0,176). Olguların 30’u fakik (%58,9), 21’i<br />

(% 41,2) psödofakikti. Fakik gözlerin 8’inde<br />

katarakt, 16’sında nükleer skleroz mevcutken,<br />

6’sında (%11,8) katarakt saptanmadı. Tüm<br />

hastaların AÖ ortalama EDGK’si 0,17± 0,11<br />

olarak bulundu. Primer grupta AÖ EDGK’nin<br />

sekonder gruptan anlamlı olarak yüksek oluduğu<br />

görüldü (p=0,025) (Tablo 2). Tüm hastaların<br />

ortalama GİB 15,4±3,1 mmHg idi ve iki<br />

grup arasında anlamlı fark izlenmedi (p>0,05)<br />

(Tablo 2). Ortalama MMK ise 398,3±120,9<br />

olarak belirlendi. İki grup arasında AÖ MMK<br />

açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0,05)<br />

(Tablo 2).<br />

Tablo 3: Ameliyat sırasındaki bulgular.<br />

Tedavi<br />

ILM Soyulması<br />

Tamponad<br />

Tablo 2: Ameliyat öncesi ortalamaların gruplara göre dağılımı.<br />

n %<br />

Sadece PPV 35 68,60%<br />

PPV+FAKO 6 11,80%<br />

PPV+Argon 8 15,70%<br />

PPV+FAKO+Argon 2 3,90%<br />

Evet 48 94,10%<br />

Hayır 3 5,90%<br />

Hava 33 64,70%<br />

SF 6<br />

14 27,50%<br />

C 3<br />

F 8<br />

4 7,80%<br />

AS 2. yılda tüm hastaların ortalama EDGK’si<br />

0,40±0,25 idi. EDGK primer ve sekonder<br />

grupta ayrı ayrı incelendiğinde; AÖ, AS 1. ay<br />

(p=0,035) ve 6. aydaki (p=0,003) EDGK ortalamaları<br />

primer grupta anlamlı olarak daha<br />

yüksekti. Ancak 1. ve 2. yıldaki ortalama<br />

EDGK arasında iki grup arasında anlamlı fark<br />

yoktu (p 0,05). Primer grubun daha hızlı iyileşme<br />

gösterdiği görüldü, ancak nihai görme<br />

keskinlikleri açısından iki grup arasında anlamlı<br />

fark yoktu. AÖ ile karşılaştırıldığında<br />

hem primer hem de sekonder grupta, AS 1. ay,<br />

6. ay ,1 yıl ve 2. yılda EDGK’de artış yönünde<br />

anlamlı değişim saptandı (Grafik 1).<br />

Primer ERM Sekonder ERM p<br />

Ort. ± s.s. (Min-Mak) Ort. ± s.s. (Min-Mak)<br />

Görme Keskinliği 0,19 ± 0,11 0 - 0,4 0,13 ± 0,11 0,02 - 0,4 0,025<br />

Göz İçi Basıncı 14,9 ± 2,5 12 - 22 16,3 ± 3,8 11 - 27 0,202<br />

Santral Makula Kalınlığı 379,1 ± 112,1 190 - 670 430,7 ± 131 220 - 740 0,173<br />

-123-


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

Çalışmadaki tüm olguların AS göz içi basınçları,<br />

AÖ’ye göre değişim göstermemektedir.<br />

AÖ ortalama GİB 15,4± 3,1 mmHg iken; AS<br />

ortalama GİB 15,2± 2,7 mmHg olarak saptanmıştır.<br />

Hastaların GİB’leri primer ve sekonder<br />

grup arasında AÖ ve AS dönemde anlamlı<br />

farklılık göstermemiştir.<br />

Tüm hastalarda AÖ 398,3 ±120,9 µ olan merkezi<br />

makula kalınlığı (MMK) ortalaması,<br />

AS’de aylara göre giderek azalmış ve 2. yıl<br />

sonunda ortalaması 249,0± 103,3 µ olarak bulunmuştur.<br />

AÖ primer ve sekonder ERM grubunda<br />

MMK açısından anlamlı bir fark bulunmazken;<br />

sekonder grubun ortalama MMK’sı<br />

daha yüksekti (410 µ). AS sekonder grupta<br />

MMK, primer gruba göre daha hızlı ve anlamlı<br />

bir düşüş göstermiştir. AS 1. ay, 6. ay ve<br />

1.yıl sonunda sekonder grupta MMK, primer<br />

ERM grubunun ortalama MMK’sından anlamlı<br />

olarak daha düşüktü. İkinci yıl sonunda sekonder<br />

grupta ortalama MMK primer gruptan<br />

daha düşük olmasına rağmen aralarındaki fark<br />

anlamlı bulunmadı (p=0,212). Bütün aylarda<br />

sekonder ERM grubundaki MMK değişimleri<br />

primer ERM grubuna göre anlamlı olarak<br />

yüksek bulundu (Tablo 4).<br />

Grafik 1: Görme keskinliğinin gruplara göre dağılımı.<br />

Ameliyat sırasında saat 12 yönünde 2 adet yırtık<br />

oluşan bir gözde, argon lazer yapılması ve<br />

C3F8 gazı ile ameliyatın sonlandırılmasının<br />

ardından retina dekolmanı gelişti. AÖ aspirin<br />

kullanan ve premedikasyon sırasında bunu<br />

ifade etmeyen bi hastanın gözünde sklerotomilerin<br />

kapatılması sırasında vitre içi hemoraji<br />

gelişti. Bir hastada üst nasaldeki trokar girişi<br />

sırasında ön kamarada hemoraji oluştu. Bu<br />

hastaya ameliyat sırasında ön kamara lavajı<br />

ve arka kapsül kesafetinin olmasından dolayı<br />

arka kapsülotomi yapıldı. Ancak takiplerinde<br />

kistoid makula ödemi (İrvine Gass) gelişti. Bu<br />

hastaya 3 doz intravitreal ranibizumab (IVR)<br />

enjeksiyonu yapıldı. Tedavinin ardından retina<br />

yatıştı ve EDGK 0,8’e çıktı. Diyabetik retinopati<br />

olan bir hastada AS 1. ayda koroidal<br />

neovasküler membran (KNVM) meydana geldi.<br />

Bir hastada AS 2. yıl kontrolünde glokom<br />

saptandı (Tablo 5). Hiçbir hastada nüks ERM<br />

gözlenmedi.<br />

Tablo 5: Ameliyat sonrası komplikasyon.<br />

Ameliyat<br />

Sonrası<br />

Komplikasyon<br />

Yok 46 90,2%<br />

Vitre İçi Hemoraji 1 2,0%<br />

Dekolman 1 2,0%<br />

KNVM 1 2,0%<br />

Glokom 1 2,0%<br />

İrvine Gass 1 2,0%<br />

Tablo 4: Ameliyat sonrası merkezi makula kalınlığının gruplara göre dağılımı.<br />

Mann-whitney u test / Wilcoxon test<br />

-124-


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

AÖ EDGK daha yüksek olan hastaların AS<br />

EDGK ortalamaları da yüksek bulundu. Nihai<br />

görme keskinliği ile AÖ görme keskinliği<br />

arasında anlamlı (p ˂ 0,05) pozitif korelasyon<br />

mevcuttu. AÖ MMK’nin nihai görme keskinliği<br />

sonuçlarını etkilemediği görüldü (Tablo 6).<br />

Tablo 6: AÖ EDGK ve MMK’nin nihai EDGK’ye etkisi.<br />

AS Nihai EDGK<br />

Spearman Korelasyon<br />

GASS Evre 1 grubunda bulunanan hastaların<br />

nihai görme keskinlikleri evre 2 grubuna<br />

göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu<br />

(p=0,027).<br />

TARTIŞMA<br />

AÖ EDGK<br />

AÖ MMK<br />

r 0,411 0,024<br />

p 0,003 0,867<br />

İnsan ömrünün giderek uzaması ile ERM<br />

gibi yaşla birlikte görülme sıklığı artan hastalıkların<br />

tanı ve tedavisi de önem kazanmaktadır.<br />

1974’de Machemer (7) tarafından ilk kez uygulanan<br />

PPV ile membran soyulması ameliyatından<br />

bu yana cerrahi tedavi alanında büyük<br />

gelişmeler yaşanmıştır (8, 9).<br />

Çalışma grubumuzdaki hastaların yaş ortalamaları<br />

69,5±9,6 idi. 32 yaşındaki Tip 1 DM<br />

hastası hariç yaşlar 60 ile 90 arasında değişmekte<br />

ve bu sonuç The Blue Mountains (10)<br />

çalışması ile benzerlik göstermektedir. Bu sonuç,<br />

ERM’ye neden olan arka vitre dekolmanı<br />

(AVD) ve retina hastalıklarının yaş ile birlikte<br />

artmasından kaynaklanmaktadır (11). Bizim<br />

Tip 1 DM vakamızda olduğu gibi sekonder<br />

hastalıklara bağlı olarak daha genç yaşlarda<br />

da ortaya çıkabilmektedir (11).<br />

Genç olgularda gelişen ERM’lerin alttaki<br />

vasküler doku ile aralarında sıkı yapışıklıklar<br />

içerdiği ve cerrahi tedaviye cevaben hızla gelişebilen<br />

gliosis nedeniyle rekürrens ihtimalinin<br />

yüksek olduğunu gösterilmiştir (12).<br />

Çalışmaya dahil ettiğimiz gözlerin %25,5’inin<br />

diğer gözünde de ERM vardı. Benzer şekilde<br />

literatürde %20-30 oranında bilateralite gösterilmektedir<br />

(13, 14).<br />

Klein ve ark., bizim çalışmamızda olduğu gibi<br />

ERM ile en çok ilişkili olan sistemik hastalığın<br />

DM ve sekonder ERM’ye neden olan retina<br />

hastalığının DRP olduğunu belirlemişlerdir<br />

(11). Lobes ve ark. geçirilmiş cerrahi sonucu<br />

-125-<br />

gelişen sekonder ERM’lerde en sık nedenin<br />

RD ameliyatı olduğunu göstermişlerdir (15).<br />

Çeşitli çalışmalarda, komplikasyon olmayan<br />

başarılı ERM cerrahisi sonrası %66 - %90<br />

hastada ameliyattan sonra anlamlı görsel iyileşmeye<br />

ulaşılabildiği bildirilmiştir (5, 16).<br />

Bizim çalışmamızda 3 gözde EDGK AÖ’ye<br />

göre azalırken, 48 gözde ortalama 3 sıra artış<br />

gözlendi.<br />

Görme keskinliği azalan gözlerden biri AS<br />

RD gelişen göz, diğeri ameliyat sırasında yırtık<br />

saptanıp lazer uygulanan göz. Son hasta<br />

ise; başarılı cerrahi sonrası AS foveal atrofi<br />

ve yoğun nükleer katarakt gelişen, fakat tekrar<br />

opere olmak istemeyen bir hasta idi. Makulanın<br />

atrofik olması veya ISOS bandının<br />

bozulması gibi anatomik bozukluklar Snellen<br />

eşeline göre EDGK’de azalmaya yol açıyor<br />

olabilir (17,18). Bir çalışmada ISOS bandının<br />

korunmuş olduğu olgularda görme artışının<br />

daha fazla olduğu gösterilmiştir (16).<br />

Margherio ve ark. primer ve sekonder<br />

ERM’lerin sonuçlarını 8 yıl boyunca incelemişler<br />

ve primer ERM’lerde görsel ve anatomik<br />

başarının anlamlı olarak daha yüksek olduğunu<br />

saptamışlardır (19).<br />

Bizim çalışmamızda primer grupta iyileşme<br />

sekonder gruba göre daha hızlı olmakta ve<br />

nihai görme keskinliğine 6. ayda ulaşılmakta<br />

iken, sekonder grupta iyileşme daha yavaş<br />

olmakta, nihai görme keskinliğine ancak 2.<br />

yılın sonunda ulaşılmaktadır. Bu durum AÖ<br />

nükleer sklerozu olan hastaların sklerozlarının<br />

progresyonu ve kataraktı olmayan hastalarda<br />

katarakt gelişimi ile açıklanabilir. McDonald<br />

ve ark. AS başarıyı en olumsuz etkileyen ve<br />

en sık görülen komplikasyonun katarakt gelişimi<br />

olduğunu belirtmişlerdir (20).<br />

Thompson ve ark. yaptıkları bir araştırmada<br />

bizim çalışmamıza benzer şekilde AÖ görme<br />

keskinliği yüksek olanların nihai görme keskinliklerinin<br />

daha yüksek olduğunu bulmuşlar<br />

(21). AÖ düşük görme keskinliğine sahip olan<br />

gözlerde vizyon daha fazla artmasına rağmen<br />

nihai görme keskinliği AÖ görme keskinliği<br />

daha yüksek olanlara göre daha düşük seviyede<br />

kalmaktadır.<br />

ERM etyolojisinde rol oynayan faktörlerden<br />

biri arka hyaloidin ayrılması esnasında ILM<br />

üzerinde oluşan çatlaklardır. ERM ile beraber<br />

ILM soyulmasıyla retina yüzeyinde yeni gliotik<br />

membranların tutunabileceği destek dokusu<br />

kalmamakta ve ERM rekürrensi önlenmektedir<br />

(35).


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

Park ve ark.ları, ERM ile birlikte ILM’nin soyulduğu<br />

ve soyulmadığı olguları karşılaştırmış<br />

ve 2 grup arasında görme artışı açısından<br />

anlamlı fark bulmamakla birlikte; ILM soyulmayan<br />

grupta %21 olguda rezidüel ya da nüks<br />

eden ERM saptamışlardır (22). Sivalingam ve<br />

ark. ILM soyulmasının müller hücre rezeksiyonuna<br />

yol açarak foveal kontürü bozduğunu<br />

ve görme keskinliği üzerinde olumsuz etkileri<br />

olabileceğini savunan bir çalışma yapmışlardır<br />

(23). Diğer taraftan bu olumsuz etkinin ILM<br />

soyulması sırasında ILM’nin görünürlüğünü<br />

artıran ISY toksisitesine bağlı olabileceği de<br />

öne sürülmüştür (6, 24). Bir çalışmada, tripan<br />

mavisi yardımıyla ERM ile birlikte ILM soyulan<br />

olguların %57’sinde görme keskinliğinde<br />

2 sıra ve üzerinde artış sağlandığı ve hiçbir<br />

olguda nüks ERM gelişmediği bildirilmiştir<br />

(25). Yapılan çeşitli çalışmalarda, bizim çalışmamıza<br />

benzer şekilde ILM soyulan grupta,<br />

ILM soyulmayan gruba göre ERM nüks oranları<br />

daha düşük bulunmuş (5, 6, 22).<br />

Bizim çalışmamızda bütün olgularda 23 G<br />

PPV uygulandı. Son yıllarda sütürlere bağlı<br />

gelişen komplikasyonları önlemek amacıyla<br />

25 G transkonjonktival sütürsüz vitrektomi<br />

(TSV) tekniği de ERM cerrahisinde başarı<br />

ile uygulanmaktadır (26, 27). Kadonosono ve<br />

ark. 23 G PPV ile 25 G TSV tekniğini karşılaştırdıkları<br />

çalışmada AS hasta konforu ve<br />

daha kısa ameliyat süresi bakımından TSV’yi<br />

daha avantajlı bulurken; AS nihai EDGK açısından<br />

iki grup arasında anlamlı fark bulamamışlar<br />

(28).<br />

Alexandrakis ve ark. yaptıkları çalışmada<br />

kombine katarakt ve PPV’nin maaliyeti azalttığı<br />

ve EDGK’ye ulaşma süresini kısattığını<br />

bildirmişlerdir (29).<br />

Literatürde bizim çalışmamıza benzer şekilde<br />

ileri evre membranların cerrahi sonrası<br />

prognozunun erken evre membranlara kıyasla<br />

daha kötü olduğunu savunan çalışmalar mevcuttur<br />

(30).<br />

Çalışmamızda sekonder ERM grubunda AÖ<br />

MMK daha kalındı, AS kalınlık daha hızlı<br />

azaldı ve nihai MMK daha inceydi fakat aralarındaki<br />

fark anlamlı değildi. MMK’nin<br />

EDGK’e etkisinin olmadığı görüldü.<br />

Literatürde bizim çalışmamıza benzer şekilde<br />

MMK ile EDGK’nin ilişkili olmadığını bildiren<br />

raporlar mevcuttur (17, 31).<br />

Wilkins ve ark. AÖ MMK düzeylerinin yüksek<br />

olmasının görsel prognozu olumsuz etkilediğini<br />

rapor etmişlerdir (32).<br />

-126-<br />

ERM soyulması sırasında uygulanan traksiyon;<br />

RPE’de iyatrojenik travmaya yol açabilmektedir.<br />

RPE tabakası travmaya sekonder<br />

olarak proliferasyonla hipertrofiye uğrayabilmekte<br />

ya da yıkılıp atrofiye uğramaktadır<br />

(33). Bu da bazı hastalarımızda görülen foveal<br />

atrofinin nedenini açıklamaktadır. ISOS<br />

bandının bütünlüğünde bozulma olmasının,<br />

foveal kontürü bozarak nihai görme keskinliğini<br />

kötü etkilediğini belirten çalışmalar mevcuttur<br />

(17). Bu durum özellikle ILM soyulan<br />

hastalarda olmakta ve bu hastalarda metamorfopsi<br />

şikayeti gerilememektedir (34).<br />

Ameliyat mikroskobundan yayılan fototoksisite<br />

ve UV ışınları, vitrektomiye sekonder ön<br />

vitreus kavitesinde artan oksijen yüzdesi, olası<br />

mekanik mikrotravmalar ve kullanılan solüsyonun<br />

kimyasal toksisitesi katarakt oluşumundan<br />

sorumlu tutulmuştur (36). Ameliyat<br />

bitiminde kullanılan gaz tamponadın ve AS<br />

kullanılan topikal steroid içeren damlaların<br />

da katarakt gelişmesine neden olduğu bildirilmiştir<br />

(37).<br />

Literatürde ERM cerrahisi sırasında gelişen<br />

retina yırtığı oranı %1-6, dekolman gelişim<br />

oranı %1-7 olarak bildirilmiştir (24). Guillaubey<br />

ve ark. makula cerrahisi geçiren 634<br />

vakayı retrospektif olarak incelediklerinde,<br />

makuler hol cerrahisi sonrası RD’nın ERM<br />

cerrahisine göre daha sık görüldüğünü ve AÖ<br />

AVD ve saptanamayan periferik yırtık mevcudiyetinin<br />

RD açısından en büyük risk olduğunu<br />

rapor etmişlerdir. Ameliyat sırasında meydana<br />

gelen ve lazer ile çevrilen yırtıkların risk<br />

olmadığını belirtmişlerdir (38).<br />

Ameliyat sırasında arka hyaloidin görünürlüğünü<br />

artırmak için kullanılan triamsinolon<br />

asetonide bağlı GİB yükselmeleri bildirilmiştir<br />

(39). Bizim çalışmamızda kontrollere düzenli<br />

gelmeyen, ameliyat sonunda SF6 gazının<br />

tamponad olarak kullanıldığı ve AS katarakt<br />

gelişen ve katarakt ameliyatı olmak istemeyen<br />

bir hastada AS glokom gelişti ve glokom birimine<br />

yönlendirildi. DM ve RVT hastalarında<br />

AS VİH gelişebileceğini, bunun doğrudan<br />

ERM cerrahisi ile ilişkili olmadığını bildiren<br />

yayınlar mevcuttur (40). Makula cerrahisi sırasında<br />

Bruch membranının iyatrojenik hasarına<br />

bağlı olarak KNVM geliştiğini gösteren<br />

çalışmalar mevcuttur (41, 42).<br />

Frisinia ve ark. primer ERM nedeniyle opere<br />

ettikleri gözlerde AS KMÖ görülme sıklığını<br />

anlamlı olarak artmış olarak bulmuşlar ve bu<br />

gözlerin %90’nının AÖ intraretinal kistleri<br />

olan gözler olduğunu açıklamışlardır (43).<br />

Haritoglou ve ark. PPV sonrası %1,9 oranında


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

KMÖ saptamışlar. Bu olguların çoğu PPV ile<br />

aynı seansta katarakt ameliyatının yapıldığı<br />

olgular imiş. Çalışmada ILM soyulan gözlerde<br />

AS bu tarz makula değişimlerinin daha sık<br />

görüldüğü bildirilmiş. Ayrıca bu hastalarda<br />

RNFL hasarına bağlı olarak parasantral skotom<br />

görülebileceği vurgulanmış (44).<br />

Chen ve ark. yaptıkları çalışmada; ERM cerrahisi<br />

sonrası inatçı KMÖ olan hastalarda<br />

intravitreal bevacizumab (IVB) enjeksiyonu<br />

uygulamışlar ve MMK ve EDGK’de anlamlı<br />

değişiklik elde edememişler (45). ERM cerrahisinin<br />

uygulandığı gözlerde vitreus desteğinin<br />

olmaması AS anti-VEGF’in etkinliğini<br />

göstermesini engelliyor olabilir. Diğer taraftan<br />

KMÖ ile birlikte ERM’si olan ve opere<br />

olmayan gözlerdeki kalın membranlar, intravitreal<br />

uygulanan anti- VEGF’lerin etkinliğini<br />

azaltabilir. MMK’si yüksek ve kalın ERM’si<br />

olan gözlerde önce ERM cerrahisi uygulamak<br />

daha iyi bir seçenek olabilir.<br />

SONUÇ<br />

Epiretinal membran soyulması sonrası en iyi<br />

düzeltilmiş görme keskinliği Snellen eşeline<br />

göre 2 sıra ve daha fazla artış göstermektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Lim JW, Cho JH, Kim HK. Assessment of macular function<br />

by multifocal electroretinography following epiretinal<br />

membrane surgery with internal limiting membrane peeling.<br />

Clin Ophthalmol 2010;4:689-94.<br />

2. Dawson SR, Shunmugam M, Williamson TH. Visual<br />

acuity outcomes following surgery for idiopathic epiretinal<br />

membrane: an analysis of data from 2001 to 2011. Eye (Lond).<br />

2014; 28(2): 219–24.<br />

3. Kwon SI, Ko SJ, Park IW. The clinical course of the idiopathic<br />

epiretinal membrane after surgery. Korean J Ophthalmol.<br />

2009; 23(4): 249–52.<br />

4. Jacobsen CH. Epiretinal membranes. Optom Clin.<br />

1996;5(1):77-94.<br />

5. Kwok AK, Lai TY, Li WW, Woo DC, Chan NR. Indocyanine<br />

green-assisted internal limiting membrane removal in<br />

epiretinal membrane surgery: a clinical and histologic study.<br />

Am J Ophthalmol 2004;138(2):194-9.<br />

6. Kwok A, Lai TY, Yuen KS. Epiretinal membrane surgery<br />

with or without internal limiting membrane peeling. Clin Exp<br />

Ophthalmol 2005;33(4):379-85.<br />

7. Machemer R. A new concept for vitreous surgery. 7. Two<br />

instrument techniques in pars plana vitrectomy. Arch Ophthalmol<br />

1974;92(5):407-12.<br />

8. Machemer R. [The surgical removal of epiretinal macular<br />

membranes (macular puckers) (author’s transl)]. Klin<br />

Monbl Augenheilkd 1978;173(1):36-42.<br />

Primer epiretinal membran grubunda ameliyat<br />

öncesi en iyi düzeltilmiş görme keskinliği<br />

daha yüksekken; nihai görme keskinliği<br />

açısından primer ve sekonder grup arasında<br />

anlamlı fark yoktur. Ameliyat öncesi en iyi<br />

düzeltilmiş görme keskinliği daha iyi olan<br />

hastalarda ameliyat sonrası sonuçlar daha iyi<br />

olmaktadır. Ameliyat öncesi erken Gass evresine<br />

sahip hastalarda görsel sonuç daha iyidir.<br />

Sekonder epiretinal membran grubunda ameliyat<br />

öncesi merkezi makula kalınlığı daha kalındır,<br />

ameliyat sonrası iki grupta da kalınlık<br />

azalır ve aralarında fark yoktur. Ameliyat öncesi<br />

merkezi makula kalınlık derecesi ameliyat<br />

sonrası görsel başarıyı etkilememektedir.<br />

Ameliyat sırasında boya kullanımı cerrahiyi<br />

kolaylaştırmakta ve başarıyı etkilememektedir.<br />

Ameliyat sırasında uygulanan cerrahi<br />

yöntem ve ek tedaviler görsel başarıyı değiştirmemektedir.<br />

İnternal limitan membran soyulması<br />

nüksleri azaltırken anatomik başarıyı<br />

artırmaktadır.<br />

Fonksiyonel başarının iyileşmesini engelleyen<br />

en önemli etken ve en sık karşılaşılan<br />

komplikasyon katarakt gelişmesidir ve katarakt<br />

ameliyatı sonrası görme keskinliği artış<br />

görülmektedir. Ameliyat sonrası gelişen<br />

komplikasyonlar literatürle uyumludur. ERM<br />

cerrahisi göz içi basınç değerlerini değiştirmemektedir.<br />

-127-<br />

9. McDonald HR, Verre WP, Aaberg TM. Surgical management<br />

of idiopathic epiretinal membranes. Ophthalmology<br />

1986;93(7):978-83.<br />

10. Fraser-Bell S, Guzowski M, Rochtchina E, Wang JJ,<br />

Mitchell P. Five-year cumulative incidence and progression of<br />

epiretinal membranes: the Blue Mountains Eye Study. Ophthalmology<br />

2003;110(1):34-40.<br />

11. Klein R, Klein BE, Wang Q, Moss SE. The epidemiology<br />

of epiretinal membranes. Trans Am Ophthalmol Soc<br />

1994;92:403-25; discussion 425-30.<br />

12. Michalewski J, Michalewska Z, Cisiecki S, Nawrocki<br />

J. Morphologically functional correlations of macular pathology<br />

connected with epiretinal membrane formation in spectral<br />

optical coherence tomography (SOCT). Graefes Arch Clin Exp<br />

Ophthalmol 2007;245(11):1623-31.<br />

13. Mitchell P, Smith W, Chey T, Wang JJ, Chang<br />

A. Prevalence and associations of epiretinal membranes.<br />

The Blue Mountains Eye Study, Australia. Ophthalmology<br />

1997;104(6):1033-40.<br />

14. Klein R, Klein BE, Linton KL, De Mets DL. The<br />

Beaver Dam Eye Study: visual acuity. Ophthalmology<br />

1991;98(8):1310-5.<br />

15. Lobes LA, Jr., Burton TC. The incidence of macular<br />

pucker after retinal detachment surgery. Am J Ophthalmol<br />

1978;85(1):72-7.<br />

16. Kim JH, Kim YM, Chung EJ, Lee SY, Koh HJ. Structural<br />

and functional predictors of visual outcome of epiretinal<br />

membrane surgery. Am J Ophthalmol 2012;153(1):103-10.e1.<br />

doi: 10.1016/j.ajo.2011.06.021. Epub 2011 Sep 19.<br />

17. Tanikawa A, Horiguchi M, Kondo M, Suzuki S, Terasaki<br />

H, Miyake Y. Abnormal focal macular electroretinograms<br />

in eyes with idiopathic epimacular membrane. Am J Ophthalmol<br />

1999;127(5):559-64.


Neslihan Sevimli<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):121-128 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.765<br />

18. Mitamura Y, Hirano K, Baba T, Yamamoto S. Correlation<br />

of visual recovery with presence of photoreceptor inner/<br />

outer segment junction in optical coherence images after epiretinal<br />

membrane surgery. Br J Ophthalmol 2009;93(2):171-5.<br />

doi: 10.1136/bjo.2008.146381. Epub 2008 Oct 29.<br />

19. Margherio RR, Cox MS, Jr., Trese MT, Murphy PL,<br />

Johnson J, Minor LA. Removal of epimacular membranes. Ophthalmology<br />

1985;92(8):1075-83.<br />

20. Mc.donald H, Johnson,RN., Ai,E. Vitreoretinal surgery<br />

for idiopatic epiretinal membranes. In: Ryan S, editor.<br />

Retina. St. Louis; Mosby;1999.p.327-37.<br />

21. Thompson JT. Epiretinal membrane removal in eyes<br />

with good visual acuities. Retina. 2005;25(7):875-82.<br />

22. Park DW, Dugel PU, Garda J, Sipperley JO, Thach A,<br />

Sneed SR, Blaisdell J. Macular pucker removal with and without<br />

internal limiting membrane peeling: pilot study Sneed Sr, et<br />

al. Ophthalmology 2003;110(1):62-4.<br />

23. Sivalingam A, Eagle RC, Jr., Duker JS, Brown GC,<br />

Benson WE, Annesley WH, Jr., et al. Visual prognosis correlated<br />

with the presence of internal-limiting membrane in histopathologic<br />

specimens obtained from epiretinal membrane<br />

surgery. Ophthalmology 1990;97(11):1549-52.<br />

24. Nur K. Epiretinal Membran ve Vitreomaküler Traksiyon<br />

Sendromunda Cerrahi Tedavi. Turkiye Klinikleri Journal of<br />

Ophthalmology Special Topics 2009;2(2):42-7.<br />

25. Li K, Wong D, Hiscott P, Stanga P, Groenewald C, Mc-<br />

Galliard J. Trypan blue staining of internal limiting membrane<br />

and epiretinal membrane during vitrectomy: visual results and<br />

histopathological findings. Br J Ophthalmol 2003;87(2):216-9.<br />

26. Gupta OP, Brown GC, Brown MM. A value-based<br />

medicine cost-utility analysis of idiopathic epiretinal membrane<br />

surgery. Am J Ophthalmol 2008;145(5):923-8. doi: 10.1016/j.<br />

ajo.2007.12.037. Epub 2008 Mar 10.<br />

27. Tewari A, Shah GK, Fang A. Visual outcomes with<br />

23-gauge transconjunctival sutureless vitrectomy. Retina<br />

2008;28(2):258-62. doi: 10.1097/IAE.0b013e318159ec5a.<br />

28. Kadonosono K, Yamakawa T, Uchio E, Yanagi Y,<br />

Tamaki Y, Araie M. Comparison of visual function after epiretinal<br />

membrane removal by 20-gauge and 25-gauge vitrectomy.<br />

Am J Ophthalmol 2006;142(3):513-5.<br />

29. Alexandrakis G, Chaudhry NA, Flynn HW, Jr., Murray<br />

TG. Combined cataract surgery, intraocular lens insertion,<br />

and vitrectomy in eyes with idiopathic epiretinal membrane.<br />

Ophthalmic Surg Lasers 1999;30(4):327-8.<br />

30. Trese MT, Chandler DB, Machemer R. Macular pucker.<br />

I. Prognostic criteria. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol<br />

1983;221(1):12-5.<br />

31. Fine HF, Iranmanesh R, Iturralde D, Spaide RF. Outcomes<br />

of 77 consecutive cases of 23-gauge transconjunctival<br />

vitrectomy surgery for posterior segment disease. Ophthalmology<br />

2007;114(6):1197-200<br />

32. Wilkins JR, Puliafito CA, Hee MR, Duker JS, Reichel<br />

E, Coker JG et al. Characterization of epiretinal membranes<br />

using optical coherence tomography. Ophthalmology<br />

1996;103(12):2142-51<br />

33. King L JJ, Wirotsko WJ, Mieler WF. Epiretinal Membranes<br />

in Macular Surgery. Philadelphia; Lippincott Williams;<br />

2000.p.166-78.<br />

34. Lee JW, Kim IT. Outcomes of idiopathic macular<br />

epiretinal membrane removal with and without internal limiting<br />

membrane peeling: a comparative study. Jpn J Ophthalmol<br />

2010;54(2):129-34. doi: 10.1007/s10384-009-0778-0. Epub<br />

2010 Apr 18<br />

35. Bovey EH, Uffer S, Achache F. Surgery for epimacular<br />

membrane: impact of retinal internal limiting membrane<br />

removal on functional outcome. Retina 2004;24(5):728-35.<br />

36. Charles S CJ, Wood B. Epimacular Membranes in<br />

Vitreous Microsurgery. vitreous microsurgery (4 ed). Philadelphia;<br />

Lippincott Williams And Wilkins; 2007: 149-55.<br />

37. Haritoglou C, Gandorfer A, Schaumberger M,<br />

Priglinger SG, Mueller AJ, Gass CA et al. Trypan blue in macular<br />

pucker surgery: an evaluation of histology and functional<br />

outcome. Retina 2004;24(4):582-90.<br />

38. Guillaubey A, Malvitte L, Lafontaine PO, Hubert I,<br />

Bron A, Berrod JP et al. Incidence of retinal detachment after<br />

macular surgery: a retrospective study of 634 cases. Br J Ophthalmol<br />

2007;91(10):1327-30. Epub 2007 May 23<br />

39. Yamakiri K, Sakamoto T, Noda Y, Nakahara M, Ogino<br />

N, Kubota T et al. Reduced incidence of intraoperative complications<br />

in a multicenter controlled clinical trial of triamcinolone<br />

in vitrectomy. Ophthalmology 2007;114(2):289-96.<br />

40. Sato T, Morita S, Bando H, Sato S, Ikeda T, Emi K.<br />

Early vitreous hemorrhage after vitrectomy with preoperative<br />

intravitreal bevacizumab for proliferative diabetic retinopathy.<br />

Middle East Afr J Ophthalmol 2013;20(1):51-5. doi:<br />

10.4103/0974-9233.106387<br />

41. Ng EW, Bressler NM, Boyer DS, de Juan E, Jr. Iatrogenic<br />

choroidal neovascularization occurring in patients undergoing<br />

macular surgery. Retina 2002;22(6):711-8<br />

42. Ferrari TM, Dammacco R, Quaranta GM, Cardascia<br />

N, Boscia F, Sborgia C. Choroidal neovascularization secondary<br />

to vitrectomy for idiopathic epiretinal membrane: report of<br />

an unusual case. Eur J Ophthalmol 2003;13(2):218-20<br />

43. Frisina R, Pinackatt SJ, Sartore M, Monfardini A,<br />

Baldi A, Cesana BM et al. Cystoid macular edema after pars<br />

plana vitrectomy for idiopathic epiretinal membrane. Graefes<br />

Arch Clin Exp Ophthalmol 2015;253(1):47-56. doi: 10.1007/<br />

s00417-014-2655-x. Epub 2014 May 25<br />

44. Haritoglou C, Gass CA, Schaumberger M, Ehrt O,<br />

Gandorfer A, Kampik A. Macular changes after peeling of the<br />

internal limiting membrane in macular hole surgery. Am J Ophthalmol<br />

2001;132(3):363-8.<br />

45. Chen CH, Wu PC, Liu YC. Intravitreal bevacizumab<br />

injection therapy for persistent macular edema after idiopathic<br />

macular epiretinal membrane surgery. J Ocul Pharmacol Ther<br />

2011;27(3):287-92. doi: 10.1089/jop.2010.0166. Epub 2011<br />

Mar 23<br />

-128-


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Penetran Keratoplasti Uygulanan Keratokonus Hastalarında<br />

Farklı Sütür Tekniklerinin Ameliyat Sonrası Astigmatizma ve<br />

Görsel Prognoz Üzerine Etkisi<br />

The Effect of Different Suturing Techniques In Penetrating Keratoplasty On Postoperative Astigmatism<br />

And Visual Outcome of Keratoconus Patients<br />

Erkan DUMAN 1 , Banu ACAR 2 , Aslı KIRMACI 3<br />

1. Tuzla Devlet Hastanesi, İstanbul<br />

2. İstanbul Batıgöz Hastanesi, İstanbul<br />

3. Reşat Nuri̇ Belger Eği̇ti̇m Ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Keratokonus hastalarında tek tek ve tek devamlı<br />

sütür teknikleri kullanılarak yapılan penetran keratoplasti<br />

(PK) sonuçlarını ameliyat sonrası astigmatizma ve<br />

görsel sonuç yönünden karşılaştırmak.<br />

Yöntem ve Gereçler: Ocak 2012-Aralık 2014 arasında<br />

61 keratokonus hastasının 61 gözüne PK uygulandı. Bu<br />

hastaların 30’unda devamlı (grup 1), 31’inde tek tek kesintili<br />

(grup 2) sütür tekniği kullanıldı. Kontrol muayenelerine<br />

düzenli gelen, keratokonus dışında ek patolojisi<br />

bulunmayan, keratoplasti sonrası greft saydamlığını etkileyebilecek<br />

göz içi basıncı (GİB) artışı olmayan, greft<br />

rejeksiyonu, greft ülseri, greft ayrışması geçirmemiş olan<br />

hastalar çalışmaya dahil edildi. Her iki grupta yer alan<br />

hastaların yaşı, cinsiyeti, ameliyat öncesi, ameliyat sonrası<br />

1.ay, 3. ay, 6. ay, 12. ay ve sütürler alındıktan sonra<br />

3. ayda yapılan otorefraktometre ölçümleri (sferik ve<br />

silindirik değerleri) ve en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri<br />

(Snellen eşeli ile) karşılaştırıldı.<br />

Bulgular: Ameliyat öncesi astigmatizma değerleri açısından<br />

iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark<br />

bulunmadı (P=0,217>0,001). Sütürler alındıktan sonra<br />

ortalama astigmatizma değeri karşılaştırıldığında da<br />

istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (P=0,1).<br />

Ameliyat öncesi ortalama görme keskinliği grup 1’de<br />

0,07±0.05, grup 2’de 0,1±0.06 düzeylerindeydi. Grup<br />

1’de ameliyat öncesi görme keskinliği grup 2’ye göre<br />

istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulunurken<br />

(p=0.0460,05).<br />

Sonuç: PK’da uygulanan tek devamlı sütür ve tek tek<br />

sütür tekniklerinin refraktif değerler ve görsel sonuçlar<br />

açısından farkı yoktur. Sütür tekniği seçiminin cerrahın<br />

tecrübesine bağlı olduğunu düşünmekteyiz.<br />

Anahtar Kelimeler: keratoplasti, sütür teknikleri, keratokonus<br />

ABSTRACT<br />

Purpose: To compare the results in keratoconus patients<br />

who underwent penetrating keratoplasty (PK) using<br />

interrupted or single continuous suturing techniques in<br />

terms of postoperative astigmatism and visual outcome.<br />

Materials and Method: Penetrating keratoplasties were<br />

performed in 61 eyes of 61 keratoconus patients between<br />

January 2012-December 2014. Single continuous<br />

running suture tecnique was used in 30 patients (group<br />

1), and interrupted suture technique in 31 patients<br />

(group 2). The patients who had no comorbidities, who<br />

had no increase in intraocular pressure that may affect<br />

the transparency of the graft cornea after PK, who did<br />

not experience graft rejection, graft ulceration or graft<br />

detachment, and who tracked their follow-ups were included<br />

in the study. Patients’ age, gender, autorefractometeric<br />

measurements and best corrected visual acuity<br />

(with Snellen chart) were compared in these two groups.<br />

The autorefractometeric results were measured before<br />

the surgery, 1 month 3, 6, 12 months after surgery, and 3<br />

months after removing sutures.<br />

Results: There was no statistically significant difference<br />

between the two groups in terms of preoperative astigmatism<br />

(P=0.217>0,001). There was no statistically<br />

significant difference between the mean astigmatisma<br />

values after the removal of the sutures, as well (P=0.1).<br />

Preoperative mean visual acuity was 0.07±0.05 in group<br />

1, and 0.1±0.06 in group 2. The preoperative visual<br />

acuity was statistically significantly lower in group<br />

1 than group 2 (p=0.0460,05).<br />

Conclusion: There is no significant difference between<br />

the interrupted and single continuous suturing techniques<br />

in terms of the refractive values and the visual outcome.<br />

We think that the choice of suturing technique is up<br />

to surgeon’s experience.<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Erkan DUMAN, Uzm. Dr.<br />

Yazışma Adresi: İçmeler Mahallesi, Enise Sokak, No: 5 Tuzla, İstanbul<br />

Tel: +90 (553) 477 24 60<br />

E-Posta: drerkanduman@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 08.08.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 02.10.<strong>2017</strong><br />

Keywords: keratoplasty, suturing techniques, keratoconus<br />

-129-


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

GİRİŞ<br />

Keratokonus, korneanın incelmesi ve dikleşmesi<br />

ile karakterize, ilerleyici, inflamatuar<br />

olmayan genelde iki taraflı ektatik bir hastalık<br />

olup, görme keskinliğinde (GK) ilerleyici azalma<br />

ile seyreder (1). Keratokonusta optik rehabilitasyonu<br />

sağlamaya yönelik pek çok yöntem<br />

olsa da bu yöntemler hastalığın ilerleyişini<br />

durdurmakta etkin olamamaktadır (2). Gözlük,<br />

kontakt lens, kornea içi halka ve korneal çapraz<br />

bağlama gibi tedavi yöntemleriyle görme keskinliğinde<br />

tatmin edici düzeylere erişilemediği<br />

ve/veya uygulamanın yapılamayacağı durumlarda<br />

son seçenek olarak keratoplasti uygulamaları<br />

gündeme gelmektedir. Lameller tekniklerdeki<br />

hızlı gelişmelere rağmen, penetran<br />

keratoplasti bu uygulamaların altın standardı<br />

olma özelliğini korumaktadır (1-3). Keratokonus<br />

ise farklı coğrafyalarda sıklığı değişmekle<br />

birlikte dünya genelinde en sık PK endikasyonudur<br />

(1-5).<br />

Penetran keratoplasti uygulamaları, kullanılan<br />

sütür teknikleri, ortaya çıkan sonuçlar ve<br />

bu tekniklerin uygulanma biçimi açısından da<br />

farklılıklar arz etmektedir. PK da yaygınlanmış<br />

sütür teknikleri; tek tek, tek devamlı, çift devamlı<br />

ve kombine olmak üzere 4 çeşittir. Biz<br />

bu çalışmamızda keratokonus tanısıyla kliniğimizde<br />

ameliyat edilen hastalarda en sık uygulanan<br />

2 teknik olan tek tek ve tek devamlı sütür<br />

tekniklerini ameliyat sonrası astigmatizma ve<br />

ortaya çıkan görsel sonuç bakımından karşılaştırmayı<br />

amaçladık.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Göz Kliniği Kornea Birimi’nde keratokonus<br />

tanısı ile takip edilen ve tek cerrah<br />

tarafından PK uygulanan 61 hastanın 61 gözü<br />

çalışmaya dahil edildi. Görme keskinliklerinde<br />

gözlük ve kontakt lens ile artış sağlanamayan<br />

veya kontakt lens kullanamayan ileri keratokonus<br />

tanısı olan hastalara keratoplasti yapıldı.<br />

Ocak 2012-Aralık 2014 arasında 61 keratokonus<br />

hastasının 61 gözüne PK uygulandı. Bu<br />

hastaların 30’unda devamlı (grup 1), 31’inde<br />

tek tek (grup 2) sütür tekniği kullanıldı. Çalışmaya<br />

alınma kriterleri, hastaların kontrol muayenelerine<br />

düzenli gelebilmeleri, olgularda<br />

kornea patolojisi dışında oküler patoloji bulunmaması,<br />

keratoplasti sonrası greft saydamlığını<br />

etkileyebilecek göz içi basıncı (GİB) artışı,<br />

greft rejeksiyonu, greft ülseri, greft ayrışması<br />

geçirmemiş olması, takiplerde katarakt gelişimi<br />

gibi nedenlerle göz içi ameliyat geçirmemiş<br />

olması, keratoplasti ameliyatında kombine<br />

cerrahi uygulanmamış olması ve son kontrole<br />

İstatistiksel analizler için NCSS (NumberCruncher<br />

Statistical System) 2007 (Kaysville,<br />

Utah, USA) programı kullanıldı. Çalışma<br />

verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel<br />

metodların (ortalama, standart sapma,<br />

medyan, frekans, oran, minimum, maksimum)<br />

yanı sıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında<br />

normal dağılım göstermeyen parametrelerin<br />

iki grup karşılaştırmalarında Mann Whitney U<br />

Test kullanıldı. Normal dağılım göstermeyen<br />

parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında<br />

Friedman Test ve ikili karşılaştırmaların değerlendirilmesinde<br />

Wilcoxon Signed Ranks Test<br />

kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında<br />

ise Pearson Ki-Kare Test kullanıldı. Anlamlılık<br />

p


Erkan Duman ve ark.<br />

BULGULAR<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

Tablo 2: Sferik Değerlerin Ameliyat Öncesi ve Sonrasındaki Değişimi.<br />

Çalışmaya alınan hastaların 22’si (%36.1)<br />

kadın, 39’u (%63.9) erkekti. Birinci grupta 7<br />

(% 23.3) kadın, 23 (% 76.7) erkek, 2.grupta 15<br />

( %48.4 ) kadın, 16 (%51.6) erkek hasta vardı.<br />

Hastaların yaşları 18 ile 41 arasında değişmekte<br />

olup ortalama yaşlar grup 1 de 26.97±8.43,<br />

grup 2 de 26.23±6.52 düzeyinde ve 2 grubun<br />

ortalama yaşı 26.59±7.47 yıldı.<br />

Çalışmaya alınan 1. Grup içindeki kadın oranının<br />

2.gruptaki kadın oranından istatistiksel<br />

olarak anlamlı düzeyde düşük olduğu saptandı<br />

(p:0.042). Gruplar arasında hastaların yaşları<br />

bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark<br />

saptanmadı (p>0.05) (Tablo 1).<br />

Tablo 1: Grupların Yaş, Cinsiyet Dağılımı.<br />

Kon (n=30) Tek (n=31) p<br />

Yaş Ort±ss 26.97±8.43 26.23±6.52<br />

a<br />

0.702<br />

n (%) n (%)<br />

Cinsiyet<br />

Kadın 7 (23.3) 15 (48.4)<br />

Erkek 23 (76.7) 16 (51.6)<br />

c<br />

0.042*<br />

Min, Mak<br />

Ort±ss<br />

Yaş (yıl) 14, 41 26.59±7.47<br />

n %<br />

Cinsiyet<br />

Kadın 22 36,1<br />

Erkek 39 63,9<br />

Çalışmaya alınan iki grubun sferik değerleri<br />

karşılaştırıldığında; ameliyat sonrası 3.ay,<br />

6.ay, 12.ay ve final (sütürler alındıktan 3 ay<br />

sonra) değerleri bazında, 2 grup arasında istatistiksel<br />

olarak anlamlı fark saptanmadı<br />

(p>0.05). Gruplar arasında ameliyat öncesi<br />

değerlere göre 3.ay ve 12.ay değerlerinde,<br />

1.ay değerlerine göre 3.ay, 6.ay, 12.ay ve final<br />

değerlerinde, 3.ay değerlerine göre 12.ay ve<br />

final değerlerinde, 6.ay değerlerine göre 12.ay<br />

ve final değerlerinde, 12.ay değerlerine göre<br />

final değerlerinde gözlenen değişimler bakımından<br />

istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı<br />

(p>0.05). On ikinci ay değerlerine göre<br />

final değerlerinde gözlenen artış yönündeki<br />

değişimin her iki grupta da istatistiksel olarak<br />

anlamlı olduğu saptandı (p:0.005) (Tablo 2).<br />

Çalışmaya alınan hastaların preoperatif astigmatizma<br />

değerlerinin ortalaması 1. grupta<br />

6,89±1,64 D, 2. Grupta ise 7,49±1,75 D olarak<br />

tespit edilmiş olup her iki grubun analizinde<br />

istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.<br />

-131-


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

Tablo 3: Astigmatik Değerlerin Ameliyat Öncesi ve Sonrasındaki Değişimi.<br />

Ayrıca gruplar arasında ameliyat öncesi değerlere<br />

göre 1. ay, 3. ay, 6.ay, 12. ay ve final değerlerinde,<br />

1. ay değerlerine göre 3. ay, 6. ay, 12.<br />

ay ve final değerlerinde, 3.ay değerlerine göre<br />

6. ay, 12. ay ve final değerlerinde, 6.ay değerlerine<br />

göre 12. ay ve final değerlerinde, 12.ay<br />

değerlerine göre final değerlerinde gözlenen<br />

değişimler bakımından istatistiksel olarak<br />

anlamlı fark saptanmadı (p>0.05) (Tablo 3).<br />

Her iki grubun görme keskinlikleri (GK) karşılaştırıldığında<br />

devamlı sütür tekniği uygulanan<br />

hastaların ameliyat öncesi GK değerleri<br />

ortalamasının Snellen eşeli ile 0,07±0,05, tek<br />

sütür tekniği uygulanan hastaların ise 0,1±0,06<br />

seviyesinde olduğu saptandı. Devamlı sütür<br />

grubunun ameliyat öncesi görme keskinliğinin<br />

tek sütür grubuna göre istatistiksel olarak<br />

anlamlı düzeyde düşük olduğu saptandı<br />

(p:0.046). Devamlı sütür tekniği uygulanan<br />

hastaların ameliyat sonrası erken dönemdeki<br />

GK değerlerinin tek sütür tekniği uygulanan<br />

hastaların değerlerinden istatistiksel olarak<br />

anlamlı düzeyde düşük olduğu (p:0.036),<br />

ameliyat sonrası 3, 6, 12. aylar ve final değerlerinde<br />

ise istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı<br />

saptandı (Tablo 4).<br />

Her iki sütür tekniği uygulanan hasta grubunda<br />

da ameliyat öncesi değerlere göre ameliyat<br />

sonrası GK değerlerinde gözlenen artış yönündeki<br />

değişimin istatistiksel olarak anlamlı<br />

olduğu görülürken (p0.05) (Tablo 5).<br />

Tablo 4: Görme Keskinliği Seviyelerinin Ameliyat Öncesi ve Sonrasındaki Değişimi.<br />

Tablo 5: Görsel değerlere ilişkin değerlendirmeler.<br />

Görsel Kon (n=30) Tek (n=31) b<br />

p<br />

Preop<br />

Postop<br />

Değişim<br />

Ort±ss 0.07±0.05 0.10±0.06<br />

0.046*<br />

Medyan (Q1,Q3) 0.05 (0.04, 0.10) 0.10 (0.05, 0.20)<br />

Ort±ss 0.58±0.12 0.65±0.13<br />

0.036*<br />

Medyan (Q1,Q3) 0.60 (0.50, 0.70) 0.70 (0.60, 0.70)<br />

Ort±ss 0.51±0.16 0.54±0.14<br />

0,217<br />

Medyan (Q1,Q3) 0.50 (0.40, 0.58) 0.60 (0.40, 0.65)<br />

e<br />

p


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

TARTIŞMA<br />

Keratokonus korneanın incelmesi ile karakterize<br />

inflamatuar olmayan ilerleyici, ektatik<br />

bir hastalıktır (1). Bilateral olarak izlenmesine<br />

rağmen asimetrik karakterdedir. Görme<br />

keskinliğinin arttırılmasında erken evrede çeşitli<br />

kontakt lens uygulamaları ile başarı sağlanırken<br />

hastalığın ileri evrelerinde kontakt<br />

lens intoleransı, görme aksında skar oluşumu<br />

ve görme keskinliğinde yeterli artış sağlanamaması<br />

sebebiyle %10-20 hastada cerrahi<br />

ihtiyacı doğmaktadır (1, 6, 7). Seçilecek cerrahi<br />

teknikler arasında PK uzun süre ilk tercih<br />

olarak yer almış ve halen lameller cerrahi<br />

endikasyonlarının sınırlı olması ve cerrahların<br />

konvansiyonel tekniği iyi uygulamaları sebebiyle<br />

ilk seçenek olmaya devam etmektedir<br />

(4, 8-10).<br />

Penetran keratoplasti endikasyonları arasında<br />

keratokonus en önde gelen sebeplerdendir (11-<br />

13). Çeşitli endikasyonlarla PK yapılan gözlerde<br />

ilk yıl sonunda %90’ın üzerinde saydam<br />

greft başarısı olmasına rağmen 5. ve 10. yılda<br />

bu oran azalmaktadır (14). Bunun yanında keratokonus<br />

sebebiyle PK yapılan hastalarda ise<br />

10 yıla kadar %88-95’lerde greft saydamlığı<br />

gibi yüksek oranlar bildirilmiştir (10, 15-19).<br />

Elde edilen başarılı sonuçlar keratokonusta<br />

PK için zamanlamanın tekrar gözden geçirilmesine,<br />

bazı yazarların daha erken evrelerde<br />

cerrahiyi tercih etmelerine neden olmuştur<br />

(20).<br />

Bizim çalışmamızda değerlendirilen 61 hastanın<br />

tek gözü çalışmaya alındı. Her iki gözüne<br />

de aynı cerrahi prosedür uygulanan hastalar<br />

olsa da, diğer gözlerde sütürlerin alınma zamanının<br />

çalışma kriteri olan zamanlarla örtüşmemesi<br />

ve bir kısmında da diğer gözlerin 15<br />

aylık takip süresini doldurmaması nedeniyle<br />

her hastanın tek gözü çalışmaya dahil edildi.<br />

Penetran keratoplasti sonrası greft saydamlığı<br />

ve greftlerin sağkalım süreleriyle ilgili çok<br />

iyi sonuçlar olsa da görme keskinliği sadece<br />

greft saydamlığıyla ilişkilendirilemeyecek<br />

kadar çok faktöre bağımlı bir kriterdir (21).<br />

Ameliyat edilen gözün ameliyat öncesi görme<br />

keskinliği, primer göz patolojisi, optik disk ve<br />

arka segmentin durumu, hastanın ambliyop<br />

olup olmaması gibi, görmeyi etkileyen birçok<br />

sebep olmakla birlikte kornea patolojisinden<br />

başka hiçbir problemin olmadığı hastalarda<br />

dahi ameliyat esnası ve sonrasındaki birçok<br />

dinamik, hastaların görme potansiyellerini belirlemektedir.<br />

Bahsedilen sebepler göz önüne<br />

alındığında ameliyat sonrası dönemde ortaya<br />

çıkan refraktif hatalar önemli bir yer teşkil etmektedir<br />

(21).<br />

-133-<br />

Özellikle keratokonus hastalarında refraktif<br />

hatalar diğer keratoplasti endikasyonlarında<br />

olduğundan daha önemli bir yer tutmaktadır.<br />

Zira hastalığın adölesan dönemde başlaması,<br />

görme duyusunun kortikal olarak gelişimini<br />

tamamlamış olması ve ambliyopi gibi sorunların<br />

aşılmış olması, yüksek görme potansiyeli<br />

olan bir hasta popülasyonu ortaya çıkarmaktadır<br />

(15, 22, 23).<br />

Yüksek miyopi ve astigmatizma sebebiyle<br />

ameliyat edilen bu hasta popülasyonunda<br />

görmeyi etkileyen en önemli parametrelerden<br />

biri ameliyat sonrasında kalan astigmatizmadır<br />

(24, 25). Ameliyat sonrası dönemde ortaya<br />

çıkan sferik değerleri korneanın aksiyel plandaki<br />

protrüzyonu ve konfigürasyonu oluşturan<br />

sütür tipi ile sütür gerginliği belirlerken silindirik<br />

değerleri belirleyen çok fazla parametre<br />

vardır.<br />

Donör ve alıcı yatağın histolojik yapısı, her<br />

iki dokunun yara dudaklarındaki düzensizlik,<br />

trepanizasyonun merkezi olup olmaması, kullanılan<br />

sütür tekniği, yaranın iyileşme süreci<br />

gibi birçok faktör ameliyat sonrası dönemde<br />

oluşacak astigmatizmayı etkilemekte ve bu<br />

durum cerrahları öngörülebilir sonuçlar vaad<br />

etmekten alıkoymaktadır (26-30).<br />

Biz bu çalışmada tek tek ve tek devamlı sütür<br />

teknikleri kullanılarak PK yapılan ve toplamda<br />

61 hastadan oluşan 2 grubun, ameliyat öncesi<br />

dönem, erken ameliyat sonrası dönem ve<br />

sütürler tamamen alınana kadar geçen süreçteki<br />

refraktif sonuçları ile,sütürler alındıktan<br />

sonraki final görme keskinliği (GK) düzeylerini<br />

karşılaştırdık.<br />

Penetran keratoplastide kullanılan sütür teknikleri<br />

ve sonuçlarıyla ilgili birçok çalışma<br />

yayınlanmış olmakla beraber sonuçlar arasında<br />

ciddi görüş ayrılıkları bildirilmiştir.<br />

Bizim çalışmamızda uyguladığımız tekniklerden<br />

biri olan tek tek sütür, PK’nın tarihçesiyle<br />

eşdeğer geçmişe sahip bir tekniktir<br />

(31). PK’nin başlangıcından beri uygulanan<br />

bu teknik kornea cerrahları tarafından çok iyi<br />

biliniyor ve uygulanıyor olmasının yanında,<br />

vaskülarize kornea, pediatrik yaş grubu hasta,<br />

RePK gibi durumlarda alternatifi olmayan ve<br />

cerrahın tercihinden neredeyse bağımsız bir<br />

uygulama haline gelen, artık konvansiyonel<br />

denebilecek bir sütür tekniğidir. Devamlı sütür<br />

tekniği ise önceleri çok fazla güven vermeyen<br />

ve uygulanmayan bir teknikiken, McNeil<br />

ve Wessels’in 1989 yılında sütür ayarlamasını<br />

tanımlamasıyla tercih edilmeye başlanan bir<br />

metod haline gelmiştir (32).


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

Lin ve arkadaşlarının randomize kontrollü çalışmalarında,<br />

tek devamlı sütür tekniğindeki<br />

ameliyat sonrası sütür ayarlaması sonuçları<br />

ile kornea cerrahları arasında tercih edilirliği<br />

önemli oranda artmış ve geçen yıllar içerisinde<br />

bu tekniğin uygulanıp uygulanmaması tartışması,<br />

yerini nasıl uygulanması gerektiği ile<br />

ilgili araştırma ve yayınlara bırakmıştır (30).<br />

Penetran keratoplasti uygulamalarında sütür<br />

tekniklerinin ameliyat sonrası astigmatizma<br />

açısından karşılaştırıldığı birçok çalışma mevcuttur.<br />

Naydis ve arkadaşları 150 hasta üzerinde<br />

yaptıkları, tek sütür, tek devamlı sütür<br />

ve çift devamlı sütür tekniğini birbirleriyle kıyasladıkları<br />

çalışmada tek sütür tekniğinin diğer<br />

iki tekniğe göre daha yüksek astigmatizma<br />

sonuçları verdiğini bildirmişlerdir (33). Kim<br />

SJ ve arkadaşları 38 göz üzerinde yaptıkları<br />

çalışmada çift devamlı sütür tekniğinin tek devamlı<br />

ve tek tek sütür tekniğine göre daha az<br />

astigmatizma yarattığını, tek devamlı teknik<br />

ile tek tek sütür tekniklerinin ise anlamlı fark<br />

oluşturmadığını bildirmişlerdir (34). Javadi ve<br />

arkadaşları yaptıkları 103 hastalık başka bir<br />

çalışmada tek devamlı sütür tekniğinin takip<br />

süresince çift devamlı sütür tekniği ve tek-tek<br />

sütür tekniğinden daha az astigmatizma yarattığını<br />

fakat sütürler alındıktan sonra 3 grup<br />

arasında görsel sonuç ve ortalama astigmatizma<br />

değerleri açısından anlamlı bir fark teşkil<br />

etmediğini bildirmişlerdir (20).<br />

Çalışmamızda birbiriyle kıyasladığımız 2<br />

grubun ameliyat öncesi, ameliyat sonrası erken<br />

dönem, 3., 6. ve 12. aydaki astigmatizma<br />

değerleri karşılaştırıldı ve ameliyat sonrası erken<br />

dönem haricinde hiçbir kontrolde anlamlı<br />

bir fark elde edilmediği izlendi (P=0,217,<br />

P=0,141, P=0,089, P=0,253).<br />

Literatürdeki çalışmaların çoğunda ameliyat<br />

sonrası dönemde devamlı teknik kullanılan<br />

hasta gruplarında, sütür ayarlaması yapılmış<br />

olması da bizim çalışmamızla ciddi bir farklılık<br />

oluşturmakta ve sonuçları önemli ölçüde<br />

etkilemektedir.<br />

Javadi ve arkadaşlarının çalışmasında ameliyat<br />

sonrası 2 ila 6. haftalar arasında devamlı<br />

sütür kullanılan gruplarda 4 D’nin üzerinde<br />

silindirik değer mevcutsa sütür ayarlaması<br />

yapılmıştır (20). Aynı şekilde Naydis ve arkadaşlarının<br />

çalışmasında da ameliyat sonrası 4.<br />

hafta ile 2. ay arasında sütür ayarlaması yapıldığı<br />

belirtilmiştir (33, 35-37).<br />

Vajpaye ve arkadaşları devamlı sütür tekniğinde<br />

ameliyat sonrası sütür ayarlamasının ciddi<br />

riskleri olduğunu ve tüm sütürler alındıktan<br />

-134-<br />

sonra sütür teknikleri arasında astigmatizma<br />

değerler arasında ciddi farklar olmadığı için,<br />

yapılmasının çok da elzem olmadığını bildirmişlerdir<br />

(38). Acar ve arkadaşları lameller<br />

keratoplasti uyguladıkları 54 hastalık keratokonus<br />

serisinde hiçbir sütür ayarlaması yapmadıklarını,<br />

tek-tek sütür tekniği, tek devamlı<br />

sütür tekniği ve kombine sütür tekniği arasında<br />

ameliyat sonrası astigmatizma değerleri ve<br />

GK arasında anlamlı fark olmadığını bildirmişlerdir<br />

(39).<br />

Bizim çalışmamıza dahil edilen hastalarda,<br />

gerek devamlı sütür tekniğinin beraberinde<br />

getirdiği riskler, gerekse sonuç üzerinde<br />

oluşturabileceği yatsınamaz etki göz önünde<br />

bulundurularak 2 grupta da sütür ayarlaması<br />

yapılmadı.<br />

Penetran keratoplasti uygulamalarından sonra<br />

sütür alınması da ayrı bir tartışma konusu olmayı<br />

uzun zamandır sürdürmektedir. Aslında<br />

hiçbir keratoplasti uygulaması tüm sütürlerin<br />

alınma zorunluluğunu beraberinde getirmez<br />

(23, 40). Tek tek sütür tekniğinde birbirinden<br />

bağımsız olan sütürler bu konuda diğer tekniklere<br />

göre üstünlük sağlamaktadır (40, 41).<br />

Tek tek atılmış korneal sütürlerin alınması ve<br />

astigmatizma ayarlaması diğer sütür tekniklerine<br />

göre daha basit ve risksizdir. Korneanın<br />

düz olduğu alanlara sütür atılarak o düzlemde<br />

yara dudakları düzleştirilirken korneanın tepesi<br />

dikleşmekte, tam tersine dik olan hattan<br />

sütür alındığında ise kornea düzleşmektedir.<br />

Sütür alınması sonrası ayrılma gerçekleşen<br />

alana tekrar tek sütür konarak yara bütünlüğü<br />

sağlamak da kolaydır. 16 adet tek sütür kullanılarak<br />

yapılmış bir keratoplasti sonrası yüksek<br />

astigmatik değerler mevcut ise sıkı olan<br />

sütür postoperatif 6-8. Haftalarda alınabilir<br />

fakat alınan sütürün 2 tarafındaki sütürler en<br />

az 6 ay kadar alınmamalıdır (23-26, 40). Devamlı<br />

sütür uygulamalarında ise basit bir sütür<br />

apsesi dahi tüm sütürlerin alınmasıyla aşılabilecek<br />

kadar ciddi problemler yaratabilmektedir<br />

(40).<br />

Sütür alımının getirdiği bir başka sorun ise<br />

öngörülemeyen refraktif değişikliklerdir. Javadi<br />

ve arkadaşlarının çalışmasında sütürlerin<br />

henüz alınmadığı dönemde tek devamlı<br />

sütür tekniği uygulanan hastaların astigmatizma<br />

değerleri tek – tek ve çift devamlı sütür<br />

tekniğine kıyasla anlamlı derecede azken<br />

sütürler alındıktan sonra ortaya çıkan sonuçlar<br />

açısından anlamlı bir fark olmadığı bildirilmiştir<br />

(20). Shimazaki ve arkadaşlarının<br />

yaptığı benzer bir çalışmada tek devamlı sütür<br />

tekniğinde sütürler varken ortalama astigmatizma<br />

değerleri 3,12 D düzeylerinde iken


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

sütürler alındıktan sonra 1,91 D seviyelerine<br />

gelmiştir (42). McNeil ve arkadaşlarının yaptığı<br />

bir diğer çalışmada sütürler varken tek<br />

devamlı sütür tekniğinde ortalama astigmatizma<br />

değerleri 6,77 D iken sütürler alındıktan<br />

sonra 3,48 D seviyesine gelmiştir (43). Van<br />

Meter ve arkadaşlarının çalışmasında ortalama<br />

astigmatizma değerleri tek devamlı sütür<br />

tekniğinde 6,5 diyoptriden 1,5 diyoptri seviyesine<br />

inmiştir (27). Bu öngörülemez değişiklikler<br />

devamlı sütür tekniği uygulamalarında<br />

sütür alımının şart olmadığı, görsel sonuçların<br />

kontrol edilebilir düzeylerde olması ve inflamatuvar<br />

değişiklikler olmaması durumlarında<br />

sütürlerin yerinde bırakılabileceği sonucunu<br />

beraberinde getirmektedir.<br />

Bizim çalışmamızda devamlı sütür tekniği uygulanan<br />

hastaların sütürler alınmadan önceki<br />

son kontrollerinde astigmatizma değerleri -4,5<br />

D düzeylerindeyken sütürler alındıktan sonra<br />

-3,75 D’ye, tek tek sütür tekniği uygulanan<br />

hastalarda ise sütürlerin tamamı alınmadan<br />

önceki son kontrolde astigmatizma değerleri<br />

-5.0 D düzeylerindeyken sütürler alındıktan<br />

sonra -4,25 D düzeylerine inmiştir. Tek- tek<br />

sütür uygulanan gruptaki hastalarda, takip sürecinde<br />

erken vaskülarize olan, sütür apsesi<br />

ve lokalize inflamatuvar reaksiyonlara sebep<br />

olan sütürler çalışma süresi içinde kontrollü<br />

alınmış, enflamatuvar reaksiyon görülmeyen<br />

hastalarda ise bütün sütürler eş zamanlı alınmıştır.<br />

Bu durum tek sütür grubunu algoritmik<br />

alt gruplara ayırma şansımızı elimizden almıştır.<br />

Bu sebeple sütür alımının astigmatik akslar<br />

üzerindeki etkisi çalışmanın veri kriterleri<br />

arasına alınmamıştır. Her iki grupta da 12. ay<br />

ile final astigmatizma değerleri arasındaki değişim<br />

açısından fark olmamasının yanısıra iki<br />

grubun final astigmatizma değerleri arasında<br />

da anlamlı fark bulunmamıştır (P=0,100).<br />

Görsel sonuçların birbiriyle karşılaştırıldığı<br />

farklı çalışmalarda EİDGK açısından hiçbir<br />

sütür tekniğinin diğerlerinden daha iyi olduğu<br />

ispatlanmamıştır.<br />

Assil, Lin ve Spadea çalışmalarında farklı sütür<br />

teknikleri uygulanan hastalarda en iyi düzeltilmiş<br />

görme keskinliği açısından istatistiksel<br />

olarak ön plana çıkan bir sütür tekniğinden<br />

bahsetmemişlerdir (25-28).<br />

Biz bu çalışmamızda devamlı sütür grubunda<br />

ameliyat öncesi görme keskinliğini , tek tek<br />

sütür grubuna göre düşük anlamlı olarak düşük<br />

tespit ettik. İki grup arasındaki bu fark<br />

ameliyat sonrası erken evre kontrollerinde de<br />

devamlı sütür grubunun ortalama görme seviyelerine<br />

yansımıştır.<br />

-135-<br />

Final görme seviyeleri arasında istatistiksel<br />

olarak anlamlı bir fark olmasa dahi başlangıç<br />

görme seviyeleri arasında tek sütür gurubu lehine<br />

olan fark, çalışmanın zayıf noktası olarak<br />

dikkat çekmektedir.<br />

Çalışma kapsamında ortaya çıkan görme keskinliği<br />

seviyeleri takip süresince yer yer farklılıklar<br />

teşkil etse de final görme keskinliği<br />

seviyelerinin her iki grupta da kabul edilebilir<br />

düzeylerde olduğu görülmüştür.<br />

Sonuç olarak bugüne kadar farklı çalışmalarda<br />

farklı sütür tekniklerinin avantajlarından<br />

bahsedilmiş ve hangi sütür tekniğinin mutlak<br />

tercih edilebilir bir üstünlüğü olduğuyla<br />

ilgili bir görüş birliğine erişilememiştir. Çalışmamızda<br />

da tek tek ve tek devamlı sütür<br />

teknikleri kıyaslanmış, ortaya çıkan refraktif<br />

ve görsel sonuçlar açısından bir fark olmadığı<br />

gözlenmiştir.<br />

Bu sebeple biz, en fazla tecrübe edilen sütür<br />

tekniğinin her cerrah için farklı olmasını da<br />

öngörerek her sütür tekniğinin iyi bir uygulama<br />

ile tatmin edici sonuçlar verebileceğini<br />

düşünmekteyiz.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Rabinowitz YS. Keratoconus. Surv Ophthalmol 1998;<br />

42(4):297-319.<br />

2. ColiAn J., Velou S. Current surgical options for keratoconus.<br />

J Cataract Refract Surg, 2003. 29(2):379-86.<br />

3. Tuft SJ, Moodaley L, Gregory WM, Davison CR, Buckley<br />

RJ. Prognostic factors for the progression of kera toconus.<br />

Ophthalmology 1994; 101(3):439-47.<br />

4. Troutman RC,Lawless MA. Penetrating kerato plasty for<br />

keratoconus. Cornea 1987;6(4):298-305.<br />

5. Sharif KW, Casey TA. Penetrating keratoplasty for<br />

keratoconus: complications and long-term success. Br J Ophthalmol<br />

1991;75(3):142-6.<br />

6. Feldman ST, Brown SI. Reduction of astigmatism after<br />

keratoplasty. Am J Ophthalmol 1987;103(3 Pt 2):477-478.<br />

7. Lass JH, Lembach RG, Park SB, Hom DL, Fritz ME,<br />

Svilar GM, et al. Clinical management of keratoconus. A multicenter<br />

analysis. Ophthalmology 1990;97(4):433-45.<br />

8. Lawless MA, Troutman RC.The role of penetrating keratoplasty<br />

and epikeratoplasty in the surgical management of<br />

keratoconus. Aust N Z J Ophthalmol1989;17(4):387-93.<br />

9. Kirkness CM, Ficker LA, Steele AD, Rice NS.The success<br />

of penetrating keratoplasty for keratoconus. Eye (Lond)<br />

1990;4 (Pt 5):673-88.<br />

10. Zadok D, Schwarts S, Marcovich A, Barkana Y, Morad Y,<br />

Eting E, Avni I.Penetrating keratoplasty for keratoconus: longterm<br />

results. Cornea 2005;24(8):959-61


Erkan Duman ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):129-136 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.754<br />

11. Tay KH, Chan WK. Penetrating keratoplasty for keratoconus.<br />

Ann Acad Med Singapore. 1997;26(1):132-7<br />

12. Edwards M, Clover GM, Brookes N, Pendergrast D,<br />

Chaulk J, McGhee CN.Indications for corneal transplantation<br />

in New Zealand: 1991-1999. Cornea 2002;21(2):152-5<br />

13. The Australian Corneal Graft Registry. 1990 to 1992 report.<br />

Aust N Z J Ophthalmol. 1993;21(2 Suppl):1-48<br />

14. Williams K, Muehlberg SM, Lewis RF, Coster DJ. Longterm<br />

outcome in corneal allotransplantation. The Australian<br />

Corneal Graft Registry.Transplant Proc 1997;29(1-2):983<br />

15. Özdemir Ö. Keratoplasti tipleri,donör göz kaynakları,göz<br />

bankacılığı.6. Ulusal Oftalmoloji kursu: Kurs kitabı. Ankara.<br />

1986. p.63-73<br />

16. Cosar CB, Sridhar MS, Cohen EJ, Held EL, Alvim Pde T,<br />

Rapuano CJ,et al. Indications for penetrating keratoplasty and<br />

associated procedures, 1996-2000.Cornea. 2002;21(2):148-51<br />

17. Olson RJ, Pingree M, Ridges R, Lundergan ML, Alldredge<br />

C Jr, Clinch TE. Penetrating keratoplasty for keratoconus:<br />

a long-term review of results and complications. J Cataract<br />

Refract Surg 2000;26(7):987-91<br />

18. Lim L, Pesudovs K, Coster DJ.Penetrating keratoplasty<br />

for keratoconus: visual outcome and success. Ophthalmology<br />

2000;107(6):1125-31<br />

19. Frost NA, Wu J, Lai TF, Coster DJ.A review of randomized<br />

controlled trials of penetrating keratoplasty techniques.<br />

Ophthalmology 2006;113(6):942-9<br />

20. Javadi MA, Motlagh BF, Jafarinasab MR, Rabbanikhah<br />

Z, Anissian A, Souri H, et al. Outcomes of penetrating keratoplasty<br />

in keratoconus.Cornea. 2005;24(8):941-6<br />

21. Buzard KA, Fundingsland BR. Corneal transplant for<br />

keratoconus: results in early and late disease. J Cataract Refract<br />

Surg 1997;23(3):398-406<br />

22. Pamel GJ,Taylor DM.Combined procedures in: Brightbill<br />

FS, editor. Corneal Surgery Theory, Technique and Tissue<br />

2nd ed. Mosby;1987. p.177-192<br />

23. Holland E, et al: A comparison of suture types in the<br />

stimulation of corneal inflammation. Invest Ophthalmol Vis Sci<br />

Suppl 1990; 31(4):270<br />

24. Edwards M, Clover GM, Brookes N, Pendergrast D,<br />

Chaulk J, McGhee CN. Indications for corneal transplantation<br />

in New Zealand: 1991-1999. Cornea 2002;21(2):152-5<br />

25. Perlman EM. An analysis and interpretation of refractive<br />

errors after penetrating keratoplasty. Ophthalmology.<br />

1981;88(1):39-45<br />

26. Musch DC, Meyer RF, Sugar A, Soong HK. Corneal<br />

astigmatism after penetrating keratoplasty. The role of suture<br />

technique. Ophthalmology 1989;96(5):698-703<br />

27. Van Meter WS, Gussler JR, Soloman KD, Wood TO.<br />

Postkeratoplasty astigmatism control. Single continuous suture<br />

adjustment versus selective interrupted suture removal. Ophthalmology<br />

1991;98(2):177-83<br />

28. Assil KK, Zarnegar SR, Schanzlin DJ. Visual outcome<br />

after penetrating keratoplasty with double continuous or combined<br />

interrupted and continuous suture wound closure. Am J<br />

Ophthalmol 1992;114(1):63-71<br />

29. Busin M, Arffa RC. Deep suturing technique for penetrating<br />

keratoplasty. Cornea 2002;21(7):680-4<br />

30. Burk LL, Waring GO 3rd, Radjee B, Stulting RD. The effect<br />

of selective suture removal on astigmatism following penetrating<br />

keratoplasty. Ophthalmic Surg 1988;19(12):849-54<br />

31. Abadan S. Penetran keratoplasti-regreft sorunu.6. Ulusal<br />

Oftalmoloji Kursu Kurs Kitabı Ankara,1986. p. 87-95<br />

32. Lin DT, Wilson SE, Reidy JJ, Klyce SD, McDonald MB,<br />

Kaufman HE, et al. An adjustable single running suture technique<br />

to reduce postkeratoplasty astigmatism. A preliminary<br />

report. Ophthalmology 1990;97(7):934-8<br />

33. Naydis I, Klemm M, Hassenstein A, Richard G, Katz T,<br />

Linke SJ. Postkeratoplasty astigmatism: comparison of three<br />

suturing techniques. Ophthalmologe 2011;108(3):252-9. doi:<br />

10.1007/s00347-010-2272-y<br />

34. Kim SJ, Wee WR, Lee JH, Kim MK. The effect of different<br />

suturing techniques on astigmatism after penetrating keratoplasty.<br />

J Korean Med Sci 2008;23(6):1015-9. doi: 10.3346/<br />

jkms.2008.23.6.1015. Epub 2008 Dec 24<br />

35. Ng JD, Nekola M, Parmley VC, Richardson M, Mader T.<br />

Comparison of three corneal trephines for use in therapeutic<br />

penetrating keratoplasties for large corneal perforations. Ophthalmic<br />

Surg 1995;26(3):209-15<br />

36. Wiffen SJ, Maguire LJ, Bourne WM. Keratometric results<br />

of penetrating keratoplasty with the Hessburg-Barron and<br />

Hanna trephine systems using a standard double-running suture<br />

technique. Cornea 1997;16(3):306-13<br />

37. Kaufman HE, Barron BA, McDonald MB. The cor nea.<br />

2nd ed. Boston: Butterworth-Heinemann. 1998. p.405-466<br />

38. Vajpayee RB, Sharma V, Sharma N, Panda A, Taylor HR.<br />

Evaluation of techniques of single continuous suturing in penetrating<br />

keratoplasty. Br J Ophthalmol 2001;85(2):134-8.<br />

39. Acar BT, Vural ET, Acar S. Does the type of suturing<br />

technique used affect astigmatism after deep anterior lamellar<br />

keratoplasty in keratoconus patients? Clin Ophthalmol.<br />

2011;5:425-8. doi: 10.2147/OPTH.S18889. Epub 2011 Apr 1<br />

40. Busin M, Arffa RC. Deep suturing technique for penetrating<br />

keratoplasty. Cornea 2002;21(7):680-4<br />

41. Melles GR, Binder PS. A comparison of wound healing<br />

in sutured and unsutured corneal wounds. Arch Ophthalmol<br />

1990;108(10):1460-9<br />

42. Shimazaki J, Shimmura S, Tsubota K.Intraoperative versus<br />

postoperative suture adjustment after penetrating keratoplasty.<br />

Cornea 1998;17(6):590-4<br />

43. McNeill JI, Wessels IF. Adjustment of single continuous<br />

suture to control astigmatism after penetrating keratoplasty.<br />

Refract Corneal Surg 1989;5(4):216-23<br />

-136-


Erkan Deniz Dinçer ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):137-142 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.715<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Bariatrik Cerrahi Olmak İsteyen Obez Hastalarda<br />

Operasyon Öncesi Diyet Programlarının Etkileri<br />

The Effects of Pre-Operative Diet Programs In Morbid Obese Patients Willing Bariatric Surgery<br />

Erkan Deniz DİNÇER 1 , Oğuz BALCAN 1 , Seda SANCAK 2<br />

Aziz Bora KARİP 3 , Nuriye Esen BULUT 3 , Ali ÖZDEMİR 4<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beslenme ve Diyet Bölümü, İstanbul<br />

2. Sağlık Bilimleri Ünv. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kliniği, İstanbul<br />

3. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul<br />

4. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dahiliye Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi diyet polikliniğine<br />

yönlendirilen laparoskopik sleeve gastrektomi ameliyatı<br />

olmak isteyen obez bireylerin genel özelliklerini belirlemek,<br />

diyete uyumlarını değerlendirmek ve 3 aylık diyet<br />

programı sonrasındaki ameliyat kararı arasındaki ilişkiyi<br />

incelemek amaçlandı.<br />

ABSTRACT<br />

Objective: The purpose of this study was to determine<br />

directed to the Fatih Sultan Mehmet Education and Research<br />

Hospital Diet Policlinic wanted to be operated<br />

sleeve gastrectomy obese people’s characteristics and to<br />

evaluate the compliance of the diets and to investigate<br />

the relation between the operation decision after the 3<br />

month diet program.<br />

Yöntem ve Gereçler: Ekim 2016 ve Ocak <strong>2017</strong> ayları<br />

boyunca 3 ay süreyle diyet polikliniğine yönlendirilen<br />

ardışık 100 hasta araştırma kapsamına alındı. Bu hastalara<br />

diyetisyen tarafından 15 dakika süren beslenme<br />

eğitimi verildi. Hastalar ayda bir kontrole çağırıldı.<br />

Veri toplama yüz yüze ve telefonla anket tekniği kullanılarak<br />

yapıldı. 3.ayın sonunda tüm hastalar polikliniğe<br />

çağırılarak anketler tamamlandı. Hastaların yaş, cinsiyet,<br />

kilo, BKİ, meslek durumu, eğitim düzeyi durumları<br />

ile diyet programlarından sonraki 3 ayda kilo verme<br />

durumu ve ameliyat kararı arasındaki ilişki incelendi.<br />

Ayrıca Hollanda Yeme Alışkanlıkları Anketi (DEBQ) ile<br />

bireylerin dışsal/kısıtlayıcı/duygusal yeme ortalaması<br />

değerlendirildi. Veriler SPSS 16,0 paket programında<br />

değerlendirildi. Verilerin analizinde Pearson’s ki kare<br />

testi kullanıldı.<br />

Bulgular: Hastaların %81’i kadın, %19’u erkekti. Kadınların<br />

%47’si ev hanımıydı. Hastaların %65’i rutin işlerinden<br />

ayrı egzersiz yapmadığı belirlendi.3 aylık diyet<br />

uygulaması sonrası hastaların %60’ı zayıfladı, %25’i<br />

ameliyat olmaktan vazgeçti. Kilo veren hasta oranı erkeklerde<br />

anlamlı olarak daha yüksekti (p


Erkan Deniz Dinçer ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):137-142 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.715<br />

GİRİŞ<br />

Tarihsel süreç içerisinde aşırı kilo ve obezite<br />

hemen hemen tüm toplumlarda sağlık ve<br />

zenginlik belirtisi olarak algılana gelmiştir. İnsanoğlunun<br />

tarih boyunca açlık, kıtlık ve yokluklarla<br />

mücadele ettiği düşünülürse böyle bir<br />

algının olması doğal görünmektedir. Açlık ve<br />

yokluk bugün de bazı topluluklarda var olsa da<br />

artık, beslenme noksanlığı ve infeksiyon hastalıklarına<br />

bağlı sağlık sorunları yerini, çoğu yerde<br />

aşırı beslenme ve obezitenin getirdiği sağlık<br />

sorunlarına bırakmıştır. Obezite başlangıçta gelişmiş<br />

ülkelerin sorunu olarak kabul edilirken<br />

gelişmekte olan ülkelerde de gelir düzeylerinin<br />

artması, batı yaşam tarzının belirlenmesi, enerji<br />

alımı artarken enerji harcanmasının azalması<br />

ve nihayet kırsaldan kente göç olgusuyla birlikte<br />

kaçınılmaz olmuştur. Sonuçta obezite prevelansı,<br />

dünyada doğu-batı veya zengin-yoksul<br />

toplum ayrımı gözetmeksizin giderek artmaktadır.<br />

Günümüzde önlenebilir ölümlerin sigaradan<br />

sonra gelen ikinci önemli nedeni obezitedir<br />

(1).<br />

Obezite, genel olarak bedenin yağ kütlesinin,<br />

yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu<br />

boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu<br />

edilen düzeyin üstüne çıkması olarak tanımlanırken,<br />

DSÖ ise sağlığı bozacak ölçüde vücutta<br />

aşırı yağ birikmesi olarak tanımlamaktadır (2).<br />

Obezitenin tedavisinde tıbbi beslenme tedavisi,<br />

egzersiz, davranış değişikli tedavisi, farmakolojik<br />

tedavi ve cerrahi tedavi olmak üzere çeşitli<br />

tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Obezitede<br />

tıbbi beslenme tedavisinin amacı bireyin<br />

yaşına, cinsiyetine, fiziksel aktivite durumuna,<br />

yaşam şekline ve fizyolojik durumuna uygun<br />

besin öğesi gereksinimlerine yeterli ve dengeli<br />

bir şekilde sağlamak, doğru ve kalıcı beslenme<br />

alışkanlıkları kazandırmak, vücut ağırlığını<br />

hedeflenen düzeye indirmek, vücut ağırlığı<br />

hedeflenen düzeye geldiğinde tekrar kilo almayı<br />

engellemek ve sürekli istenen düzeyde<br />

tutmaktır. Kilo kaybının korunması için yeme<br />

alışkanlığındaki değişikliğin kalıcı olması gerekir.<br />

Yapılması planlanan değişikliklerin ilk<br />

basamağı, obez bireyin mevcut durumunu anlamak<br />

ve ortak bir bilinç ortamı oluşturmaktır.<br />

Beslenme programı kişiye özel olmalıdır. Bireyin<br />

mali ve zaman sınırlamalarını da içeren<br />

yaşam şeklinin anlaşılması ve yeri geldiğinde<br />

kültürel konular da önemlidir. Beslenme programı<br />

beslenme alışkanlıklarını uzun dönemde<br />

değiştirecek şekilde sunulmalı, kısa dönemli<br />

programlar uygulanmamalıdır. Zayıflama için<br />

önerilen beslenme programlarında günlük<br />

enerji miktarının belirlenmesinde ilke, kişiye<br />

harcadığından daha az enerji vermektir.<br />

-138-<br />

Bireyin günlük enerji alımı haftada 0,5-1 kg<br />

ağırlık kaybını sağlayacak şekilde azaltılmalıdır.<br />

Bu düzey çoğunlukla bireyin günlük alması<br />

gereken enerjisinden 500-1000 kalorilik<br />

azaltmayla sağlanabilir. Günlük olarak belirlenen<br />

enerjinin %12-15’i proteinlerden, %25-<br />

30’u yağlardan, %55-60’ı karbonhidratlardan<br />

sağlanmalıdır. Beslenme programı günlük 4-6<br />

öğün düzenlenmelidir. Öğünler arasındaki sürenin<br />

3-4 saat olması gerekmektedir. Günümüzde<br />

obezitenin artışıyla birlikte gazete ve<br />

dergilerde, televizyonlarda, internet sitelerinde<br />

yer alan popüler diyetler bilinçsizce uygulanmakta<br />

ve bu programlar bireylerin sağlığını<br />

olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle en<br />

uygun beslenme programının diyetisyen veya<br />

beslenme ve diyet uzmanı tarafından düzenlenip<br />

uygulanması gerekmektedir (1).<br />

Obezitenin farmakolojik tedavisi hastanın<br />

BKİ’nin >27-30 kg/m 2 olması ve obeziteyle<br />

ilişkili risk etkenleri veya komplikasyonlarından<br />

en az birinin varlığı ile sağlıklı beslenme<br />

ve egzersizi içeren davranış tedavisine yanıt<br />

alınamaması durumunda uygulanmaktadır(3).<br />

Obezitede de kullanılan cerrahi tedavi yöntemleri<br />

güvenilir ve etkin olmakla birlikte, öteki<br />

tedavi yöntemlerine yanıt vermeyen BKİ>40<br />

kg/m 2 veya BKİ’si 35-40 kg/m 2 arasında olan<br />

ve obeziteyle ilişkin hastalıklar için yüksek risk<br />

taşıyan hastalara uygulanmaktadır (2).<br />

Bu araştırma Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih<br />

Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

diyet polikliniğine yönlendirilen sleeve<br />

gastrektomi ameliyatı olmak isteyen obez bireylerin<br />

genel özelliklerini belirlemek, diyete<br />

uyumlarını değerlendirmek ve 3 aylık diyet<br />

uygulamasının etkilerini incelemek amacıyla<br />

yapıldı.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Araştırma kesitsel tipte bir çalışmadır.<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan<br />

Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi diyet<br />

polikliniğine yönlendirilen sleeve gastrektomi<br />

ameliyatı olmak isteyen obez bireyler bu çalışmanın<br />

evrenidir. Ekim 2016 ve Ocak <strong>2017</strong><br />

ayları boyunca 3 ay süreyle diyet polikliniğine<br />

yönlendirilen ardışık 100 hasta araştırma<br />

kapsamına alınmıştır. Bu hastalara diyetisyen<br />

tarafından 15 dakika süren beslenme eğitimi<br />

verildi. Hastalar ayda bir kontrole çağırıldı.<br />

Veri toplama yüz yüze ve telefonla anket tekniği<br />

kullanılarak yapıldı. Kontrole gelmeyen<br />

hastalar telefonla aranarak kiloları veri kayıt<br />

formuna kaydedildi. Hedeflenen düzeyde kilo<br />

verme; obezite tedavisi rehberlerinde olduğu<br />

gibi haftada 0.5-1 kg ağırlık kaybı olduğundan


Erkan Deniz Dinçer ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):137-142 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.715<br />

ve diyet programları buna göre yazıldığından<br />

dolayı yaklaşık 3 ay süre için 10- 15 kg kabul<br />

edildi (1). Hastaların yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi,<br />

fiziksel aktivite düzeyi, beden kitle indeksi<br />

(BKİ), meslek, aylık gelir, beslenme alışkanlıkları<br />

belirlendi. 3 ay içindeki kilo değişimleri<br />

ve 3 ayın sonundaki ameliyat kararı sorgulandı.<br />

Ayrıca Hollanda Yeme Alışkanlıkları Anketi<br />

(DEBQ) ile bireylerin dışsal/kısıtlayıcı/<br />

duygusal yeme ortalaması değerlendirildi. 33<br />

maddeden oluşan anket ile duygusal yeme davranışlarını,<br />

(örneğin; mutsuz olduğunuz zaman<br />

tatlı yer misiniz?), dışsal yeme davranışlarını<br />

(yediğiniz şeyin kokusu çok güzelse, normalde<br />

yediğinizden daha fazla yer misiniz?) ve kısıtlanmış<br />

yemeyi (şişmanlamamak için yemek<br />

istediğinizden daha az yer misiniz?) ölçen 3<br />

bölümden meydana gelmektedir. Araştırmanın<br />

bağımlı değişkeni ameliyat kararı ve 3 ayın<br />

sonunda verilen kilo, araştırmanın bağımsız<br />

değişkeni ise cinsiyet, yaş, kilo, BKİ, meslek,<br />

eğitim durumu, gelir düzeyidir. Veriler SPSS<br />

16,0 paket programında değerlendirildi. Verilerin<br />

analizinde Pearson’s ki kare testi kullanıldı.<br />

BULGULAR<br />

Çalışmaya katılan hastaların %81’i kadın,<br />

%19’u erkekti. Hastaların yaşlarını incelediğimizde;<br />

hastaların %12’si 18-24 yaş grubunda,<br />

%27’si 25-34 yaş grubu arasında, %29’u 35-<br />

44 yaş grubunda, %27’si 45-54 yaş grubunda,<br />

%5’i 55-65 yaş grubunda idi. Hastaların beden<br />

kitle indekslerini (BKİ)incelediğimizde; %6’sı<br />

35-40 kg/m 2 arası BKİ, %70’i 40-50 kg/m 2<br />

BKİ, %21’i 50-60 kg/m2 BKİ, %2’si 60-70kg/<br />

m 2 BKİ, %1’i ise 70-80 kg/m 2 BKİ ye sahipti.<br />

Hastaların %30’u evli, %59’u bekar, %11’i<br />

ise boşanmış veya dul idi. Hastaların eğitim<br />

durumlarını incelendiğinde; hastaların %2’si<br />

okur-yazar değil, %2’si okur-yazar, %30’u ilkokul<br />

mezunu, %15’i ortaokul mezunu, %29’u<br />

lise mezunu, %22’si ise üniversite mezunu olduğu<br />

tespit edildi.<br />

Hastaların %16’sı serbest meslek ile uğraşmakta,<br />

%6’sı memur, %19’u işçi, %4’ü emekli,<br />

%47’si ev hanımı, %5’i işsiz, %3’ü ise öğrenci<br />

idi. Hastaların maddi durumlarını değerlendirdiğimizde<br />

ise;%12’sinin aylık gelirinin 1300<br />

tl’den az, %40’ının aylık gelirinin 1300-2000 tl<br />

arasında, %38’inin aylık geliri 2000-4000 tl arasında,<br />

%10’unun aylık gelirinin ise 4000 tl den<br />

fazla olduğu görüldü. Hastaların %71’inin ailesinde<br />

obez birey bulunmakta iken, %29’unun<br />

ailesinde ise obez bir birey bulunmamaktadır.<br />

Hastaların %54’ü çocukluk çağında kilolu olduğunu<br />

belirtirken, %46’sı ise çocukluk çağında<br />

normal kiloda olduğunu belirtti (Tablo 1).<br />

-139-<br />

Hastaların %21’i daha önce beslenme eğitimi<br />

almamıştı. %1’i devlet hastanesindeki hemşireden,<br />

%37’si devlet hastanesindeki diyetisyenden,<br />

%1’i devlet hastanesindeki doktordan,<br />

%40’ı özel hastane ya da klinikte doktor/<br />

diyetisyenden beslenme eğitimi aldığını belirtti.<br />

Hastaların %65’i hiç yürüyüş yapmıyor, %5’i<br />

haftada 1 kez yürüyüş yapıyor, %6’sı haftada<br />

2-3 kez yürüyüş yapıyor, %14’ü haftada<br />

4-5 kez yürüyüş yapıyor, %10’u her gün yürüyüş<br />

yapıyor idi.Hastaların %48’i daha önce<br />

spor salonuna gitmiş, %52’si daha önce spor<br />

salonuna gitmemişti. Hastaların %66’sı ekmek<br />

çeşidi olarak beyaz ekmek tercih ediyor,<br />

% 24’ü tam buğday ekmeği tercih ediyor,<br />

Tablo 1: Hastaların genel özellikleri.<br />

Cinsiyet<br />

Yaş<br />

BKİ<br />

Medeni durum<br />

Eğitim durumu<br />

Meslek<br />

Çocuklukta obez<br />

Aylık gelir<br />

Ailede obez birey varlığı<br />

n %<br />

Kadın 81 81<br />

Erkek 19 19<br />

18-24 12 12<br />

25-34 27 27<br />

35-44 29 29<br />

45-54 27 27<br />

55-65 5 5<br />

35-39,99 6 6<br />

40-49,99 70 70<br />

50-59,99 21 21<br />

60-69,99 2 2<br />

70-80 1 1<br />

Evli 30 30<br />

Bekar 59 59<br />

Dul 11 11<br />

Okur yazar değil 2 2<br />

Okur yazar 2 2<br />

İlkokul 30 30<br />

Ortaokul 15 15<br />

Lise 29 29<br />

Üniversite 22 22<br />

Serbest meslek 16 16<br />

Memur 6 6<br />

İşçi 19 19<br />

Emekli 4 4<br />

Ev hanımı 47 47<br />

İşsiz 5 5<br />

Öğrenci 3 3<br />

Evet 54 54<br />

Hayır 46 46<br />

1300 tl den az 12 12<br />

1300-2000 40 40<br />

2000-4000 38 38<br />

4000 ve üzeri 10 10<br />

Var 71 71<br />

Yok 29 29


Erkan Deniz Dinçer ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):137-142 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.715<br />

%3 ü kepek ekmeği tercih ediyor, %7’si ise<br />

çavdar ekmeği tercih ediyor idi.Katılımcıların<br />

%19’u meşrubat tüketmiyor, %11’i her gün<br />

meşrubat tüketiyor, %40’ı haftada 1-2 kez tüketiyor,<br />

%19’u ayda 1-2 kez tüketiyor, %11’i<br />

ise yılda birkaç kez nadiren meşrubat tüketiyor<br />

idi (Tablo 2).<br />

Tablo 2: Hastaların beslenme ve fiziksel aktivite ile ilgili özellikleri.<br />

Beslenme eğitimi<br />

alma durumu<br />

Fiziksel aktivite<br />

Spor salonuna<br />

gitme durumu<br />

Tüketilen<br />

ekmek çeşidi<br />

Meşrubat<br />

tüketme<br />

Tablo 3: Hastaların 3 ayda kilo verme durumunun cinsiyete göre<br />

dağılımı.<br />

3 ayda<br />

kaç kilo<br />

verdiniz?<br />

Total<br />

P=0,0030,05<br />

Tablo 5: Hastaların BKİ değerlerine göre ameliyat kararı dağılımı.<br />

BKİ<br />

Total<br />

P=0,326>0,05<br />

kadın<br />

erkek<br />

35-39,99<br />

40-49,99<br />

50-59,99<br />

60-69,99<br />

70-80<br />

Ameliyat kararı<br />

evet<br />

hayır<br />

64 17 81<br />

Total<br />

79,00% 21,00% 100,00%<br />

11 8 19<br />

57,90% 42,10% 100,00%<br />

75 25 100<br />

75,00% 25,00% 100,00%<br />

Ameliyat Kararı<br />

evet<br />

hayır<br />

3 3 6<br />

Total<br />

50,00% 50,00% 100,00%<br />

53 17 70<br />

75,70% 24,30% 100,00%<br />

16 5 21<br />

76,20% 23,80% 100,00%<br />

2 0 2<br />

100,00% 0,00% 100,00%<br />

1 0 1<br />

100,00% 0,00% 100,00%<br />

75 25 100<br />

75,00% 25,00% 100,00%<br />

-140-


Erkan Deniz Dinçer ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):137-142 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.715<br />

Tablo 6: Hastaların kilo verme durumuna göre ameliyat kararları<br />

dağılımı.<br />

3 ayda kaç<br />

kilo verdiniz?<br />

P=0,000


Erkan Deniz Dinçer ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):137-142 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.715<br />

normalde yediğinizden daha fazla yer misiniz?)<br />

ve kısıtlanmış yemeyi (şişmanlamamak<br />

için yemek istediğinizden daha az yer misiniz?)<br />

ölçen 3 skaladan meydana gelmektedir. Kısıtlayıcı<br />

yeme; kişinin vücut ağırlığını kontrol<br />

altında tutabilmek için besinlerden ne zaman<br />

ve ne kadar uzak durduğunu belirtmektedir.<br />

Dışsal yeme; bireyin dışarıdan gelen uyaranlardan<br />

(besinin kokusu, tadı, görüntüsü vs)<br />

etkilenerek normalde yediğinden daha fazla<br />

besin tüketip tüketmediği anlamına gelmektedir.<br />

Duygusal yeme; sinir, korku, üzüntü ve<br />

mutluluk gibi duyguların yeme davranışı ve<br />

tüketim üzerine; yeme motivasyonu, besinlere<br />

etkili cevap, besin seçimi, çiğneme, yemek<br />

yeme hızı, tüketim miktarı gibi etkileri olup<br />

olmadığı anlamına gelmektedir (8). Bu çalışmada,<br />

en yüksek ortalama duygusal yeme,<br />

daha sonra dışsal yeme, en düşük ortalama ise<br />

kısıtlayıcı yeme olarak bulundu.<br />

Bu çalışmada hastalardan 3 ayda 10-12 kg<br />

vermesini hedefleyerek diyet programlarını<br />

planladık. Çalışmamızda diyete tam uyumu 3<br />

ayda 10 kg ve üzeri zayıflama olarak kabul ettiğimizde<br />

diyete tam uyum %12 olarak bulundu.<br />

Hastalarda tedavi uyumda ciddi bir direnç<br />

olduğu görüldü. Burada en önemli nokta obezitenin<br />

ömür boyu tedavi edilmesi gereken bir<br />

hastalık olduğunun, kilo verme sürecinin uzun<br />

ve zahmetli olacağının ve sonrasında yapılan<br />

yaşam tarzı değişikliklerinin, verilen kiloyu<br />

korumak adına, hayatın bir parçası olması gerektiğinin<br />

kabullenilmesidir (9).<br />

Çalışmadaki kısıtlayıcı faktörlerden birisi,<br />

ameliyattan vazgeçme konusunda korku, aile<br />

baskısı gibi diyet dışı faktörlerin bulunabilmesi<br />

ihtimalidir. Bir diğer faktör de, bu hastaların<br />

obezite cerrahisi için başvurmuş olmasının<br />

diyete uyumunu ve motivasyonunu düşürebileceği<br />

durumudur. Ayrıca, her ne kadar tüm<br />

hastalar 3.ayın sonunda polikliniğe kontrole<br />

gelmiş olsa da, 1. ve 2. ayda kontrole gelmeyen<br />

hastaların telefonda verdiği kilo bilgileri<br />

yanıltıcı olabilir.<br />

SONUÇ<br />

Bu çalışmada, diyete tam uyum ve hedeflenilen<br />

düzeyde kilo verme %12 olarak bulundu.<br />

Bu oranı arttırmak için hedef kitleyi ve direnç<br />

gösterilen noktaları iyi analiz etmemiz gerekmektedir.<br />

Çalışmaya katılanların %47’sini ev hanımlarının<br />

oluşturması, erkeklerin kadınlara oranla<br />

daha fazla zayıflaması, % 65’inin rutin işlerinden<br />

hariç hiç egzersiz yapmaması gibi sonuçların<br />

hazırlayacağımız eğitimlerin içeriğini,<br />

eğitim verilecek grupları daha doğru planlamamızı<br />

sağlayacağı kanaatindeyiz.<br />

Obezite cerrahisi planlanan hastalarda ameliyat<br />

öncesi diyet ve egzersizin sadece ameliyat<br />

olma oranını değil, olan hastalarda da ameliyat<br />

komplikasyonlarını azaltabileceğini ve<br />

uzun dönemde ameliyat başarısını arttıracağını<br />

düşünüyoruz.<br />

Elde ettiğimiz veriler ışığında, diyet ve egzersiz<br />

eğitimi alıp ameliyat olan hastalarla bu<br />

şekilde bir eğitim almaksızın ameliyat olan<br />

hastaların uzun dönem bariatrik cerrahi başarılarını<br />

inceleyen bir çalışma planlanması ihtiyacı<br />

doğmuştur.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Obezite Tanı ve Tedavi Klavuzu. Türkiye Endokrinoloji<br />

ve Metabolizma Derneği, Ankara, <strong>2017</strong>. p. 11,34-35.<br />

2. Tam AA., Çakır B., Birinci basamakta obeziteye<br />

yaklaşım, Ankara MedicalJournal 2012;12(1):37-41.<br />

3. Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı<br />

(2013-<strong>2017</strong>), T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu,<br />

Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı,<br />

2013, Ankara. Erişim adresi: http://webtasarım.hsk.saglik.<br />

gov.tr/thskweb/Document/bilgi/Turkiye-Saglikli-Beslenme-ve-<br />

Hareketli-Hayat-Programı.pdf-13775948140.pdf<br />

4. Akbaş F., Atmaca HU., Karadaş E., Yıldız İ., Ökten<br />

İN., Hastanemizde İlk Kez Kurulan Bir Birim Olarak İstanbul<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi Obezite Polikliniği ve 2 Yıl Sonundaki<br />

Verilerimizin Değerlendirilmesi, İstanbul Med J 2013;<br />

14: 253-6.<br />

5. Çayır A., Atak N., Köse SN., Beslenme ve Diyet Kliniğine<br />

Başvuranlarda Obezite Durumu ve Etkili Faktörlerin Belirlenmesi,<br />

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 2011, 64(1).<br />

6. Arıkan H., Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve<br />

Araştırma Hastanesi Çayyolu Semt Polikliniği Diyet Bölümüne<br />

Başvuruda Bulunan Hastalarda Obezite Durumunun Belirlenmesi,<br />

The Journal of Gynecology - Obstetrics and Neonatology<br />

10 (40) 1651-1655.<br />

7. Yılmaz A., Trabzon Özel İmperial Hastanesi Diyet<br />

Polikliniğine Başvuran 20-64 Yaş Kadınlarda Antropometrik<br />

Ölçümler, Kan Biyokimyasal Değerleri, Kronik Hastalık Durumu<br />

ve Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans<br />

Tezi, 2014.<br />

8. Bozan N., Hollanda Yeme Davranışı (Debq) Anketinin<br />

Türk Üniversite Öğrencilerinde Geçerlik ve Güvenirliğinin<br />

Sınanması, Yüksek Lisans Tezi, 2009.<br />

9. Haslam DW., James WP. Obesity. Lancet<br />

2005;366(9492):1197-209.<br />

-142-


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):143-148 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.691<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Sağlık Çalışanlarının Önem Verdikleri Motivasyon Araçlarının Belirlenmesi<br />

The Means of Determination of the Importance of Health Workers Motivation<br />

Gülten ÖZDEMİR 1 , Ayşe EKEN 2<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sağlık Bakanlığı Hizmetleri Müdürlüğü, İstanbul<br />

2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi., Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürlüğü, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Sağlık gibi hayati önem taşıyan alanlarda faaliyet<br />

gösteren çalışanların önem verdikleri motivasyon<br />

araçlarının saptanması kurum politikalarının belirlenmesi<br />

açısından son derece önemlidir. Bu düşünceden<br />

yola çıkarak yapılan bu çalışma ile, sağlık çalışanlarının<br />

önem verdikleri motivasyon araçlarının belirlenmesini<br />

amaçladık.<br />

Yöntem ve Gereçler: Bu araştırma, Nisan 2014’de Fatih<br />

Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapıldı.<br />

Araştırmada anket yöntemi kullanılmış olup, toplam<br />

202 sağlık çalışanı katılmıştır. Elde edilen veriler SPSS<br />

(Statistical Package for Social Sciences) programında<br />

analiz edilmiş ve anket soruları yüz yüze görüşme yöntemi<br />

ile uygulanmıştır.<br />

Bulgular: Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının<br />

%67,8’i lisans/lisansüstü mezunu olup, %52,6’sı yüksek<br />

riskli alanlarda çalışmaktadır. 5 yıl üzeri çalışan<br />

oranı ise %64,4’tür. Çalışanların %54,3’ü yaptığı işin<br />

yeteneklerine uygun olmasının, %65,4’ü iş ortamındaki<br />

arkadaşlık ilişkilerinin güçlü olmasının, %60,9’u aldığı<br />

ücretin yüksek olmasının ve %60,9’u yapılan işin takdir<br />

edilmesinin motivasyonlarını artırdığını düşünürken,<br />

%60’ı işlerini yaparken gerekli malzeme ve ekipmandaki<br />

eksikliklerin çıkardığı zorlukların, %66,3’ü işyerindeki<br />

aydınlatma, havalandırma, gürültü gibi fiziksel faktörlerin<br />

uygunsuzluğunun ve %63,9‘u kurumda ücret düşüklüğünden<br />

çok, ücret adaletsizliğinin motivasyonlarını<br />

azalttığını düşünmektedir.<br />

Sonuç: Kurumda çalışan sağlık personelinin motivasyonunu<br />

etkileyen çeşitli faktörler vardır. Sağlık kurumlarında<br />

verimlilik artışı ve hasta memnuniyetini sağlamak<br />

isteyen bir yöneticinin, çalışanların motivasyonunu ve<br />

motivasyon araçlarını etkin bir şekilde kullanması gerekir.<br />

Yöneticilerin, sağlık çalışanlarının motivasyon araçları<br />

konusundaki geri dönüşlerini dikkate alarak yönetim<br />

sistemini oluşturmaları ve motivasyonu artırmak amacı<br />

ile düzeltici ve önleyici faaliyetlerde bulunması önerilebilir.<br />

Anahtar Kelimeler: motivasyon, motivasyon araçları,<br />

sağlık çalışanları<br />

ABSTRACT<br />

Objective: Detection of the importance of motivation tools<br />

for employees who are active in vital areas such as<br />

health are very important in terms of determining institutional<br />

policies. By thinking this way, with this study; We<br />

aim to determine the importance of motivation tools for<br />

health workers.<br />

Materials and Method: In this study was done at Fatih<br />

Sultan Mehmet Education and Research Hospital in April<br />

2014. Survey method was used in the study and 202<br />

medical staff attended in total. The obtained data analyzed<br />

in the SPSS program (Statistical Package for Social<br />

Sciences) and face-to-face interview method was applied<br />

for the questionnaire.<br />

Results: 67,8% of the health workers participating in the<br />

survey have undergraduate/graduate degree, 52,6% of<br />

whom working in high risk areas. Working over 5 years<br />

percentage is 64,4%. 54.3% of the employees thinks suitability<br />

for the job, 65.4% of them emphasize that strong<br />

friendship relations in the business environment, 60.9%<br />

of them consider high wage and 60.9% of them imply<br />

appreciation of the work done increases their motivation.<br />

60% of the employees emphasize lack of equipment and<br />

required materials ; 66,3% think inadequacy of physical<br />

factors as lighting, aeration and noisiness; 63,9% declare<br />

injustice of the wages rather than low wages reduce<br />

their motivation. 63,9% thinks that it reduces the motivation<br />

of the wage injustice beside the low wage.<br />

Conclusion: There are several factors that influence<br />

the motivation of healthcare personel who work in the<br />

institution. An administrator who wants to increase efficiency<br />

and patient satisfaction in health care organizations<br />

needs to use effectively employee motivation and<br />

motivation tools. It is recommended managers to consider<br />

health workers feedback on their motivation tools<br />

when they creating management systems and do corrective<br />

and preventive activities for increasing motivation.<br />

Keywords: motivation, motivation tools, health care<br />

workers<br />

İletişim Bilgileri:<br />

Sorumlu Yazar: Gülten ÖZDEMİR, Hemşire<br />

Yazışma Adresi: Sağlık Bilimleri Ünv., Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, E-5 Karayolu Üzeri, İçerenköy, Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (544) 742 08 56<br />

E-Posta: cesminaz40@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 22.03.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 15.05.<strong>2017</strong><br />

-143-


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):143-148 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.691<br />

GİRİŞ<br />

Sağlık hizmetlerinin sunumunda temel hedef,<br />

kaliteli bir sağlık bakımı vermektir (10).<br />

Bilimsel norm ve standartlara uygun kaliteli bir<br />

sağlık hizmeti verilebilmesinin temel koşulu<br />

ise sağlık personelinin yeterli bilgi ve beceriye<br />

sahip olmasının yanı sıra motivasyonunun sağlanması<br />

ile mümkündür (6). Kaliteli sağlık hizmeti,<br />

hastanelerin etkinliği ve verimliliği, sağlık<br />

çalışanlarının motivasyon ve memnuniyet<br />

düzeyi ile doğrudan orantılıdır (1). Motivasyon<br />

düzeyi yüksek çalışanlar mesleki başarılarının<br />

yanı sıra, çalıştıkları kurumun amaçlarına ulaşmasına<br />

olumlu katkı sağlar ve daha üretken,<br />

mesleğine daha bağlı olurlar (3, 4, 8). Motive<br />

olmayan bir çalışanın verimli olabilmesi, yüksek<br />

performans göstermesi beklenmemelidir<br />

(5).<br />

Sağlık profesyonellerinin mesleki tatmin düzeylerinin<br />

ölçülmesi gerekliliği günümüzde<br />

artarak benimsenmektedir (3). Hızla ilerleyen<br />

teknoloji ile birlikte yönetim bilimlerine ve<br />

özellikle personel yönetimine karşı artan ilgiye<br />

bağlı olarak iş göreni motive edici faktörlerin<br />

belirlenmesi giderek daha büyük bir önem arz<br />

etmektedir (9). Tanzanya’da 2006 yılında yapılan<br />

bir araştırmada da, sağlık kurumlarının<br />

etkililiğinin arttırılması için sağlık çalışanlarının<br />

motive olmaları ve bilgi/becerilerini kullanabilmeleri<br />

gerektiği belirtilmiştir. (7). Yapılan<br />

çalışmalarda, önemleri kişiye ve kuruma göre<br />

değişmekle birlikte farklı birçok motivasyon<br />

araçları saptanmıştır (2).<br />

Sağlık gibi hayati önem taşıyan alanlarda faaliyet<br />

gösteren kurumların, çalışanlarının memnuniyet<br />

ve motivasyon düzeylerinin yüksek<br />

tutulması için diğer sektörlere nazaran daha<br />

fazla çaba sarf etmeleri kaçınılmazdır. Çalışan<br />

personelin önem verdiği motivasyon araçlarının<br />

saptanması da kurum politikalarının belirlenmesi<br />

açısından son derece önemlidir (7). Bu<br />

düşünceden yola çıkarak bu çalışma ile, sağlık<br />

çalışanlarının önem verdikleri motivasyon<br />

araçlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Bu çalışma, sağlık çalışanlarının önem<br />

verdikleri motivasyon araçlarının belirlenmesi<br />

amacıyla yapılmıştır. Anketleme Nisan<br />

2014’de Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Klinik Araştırmalar Etik Kurul<br />

izni alındıktan sonra, Kırcı’nın (6), Sağlık Çalışanlarının<br />

Motivasyonunu Etkileyen Faktörler<br />

adlı çalışmasında kullandığı “Çalışan Motivasyon<br />

Ölçeği” örnek alınıp toplam 17 soru yöneltilerek<br />

yapılmıştır.<br />

-144-<br />

Kullanılan ölçeğin yanı sıra katılımcıların tanımlayıcı<br />

özelliklerini içeren 7 soruluk bölüm<br />

(cinsiyet, yaş, eğitim durumu, meslek, çalışılan<br />

bölüm, mesleki çalışma süresi, kurumda çalışma<br />

süresi) yer almaktadır. Ölçekte sorulan<br />

sorulara “kesinlikle katılıyorum, katılıyorum,<br />

kararsızım, katılmıyorum, kesinlikle katılmıyorum”<br />

şeklinde cevap verilmesi istenmiştir.<br />

Kırcı (2013) tarafından çalışan motivasyon ölçeğinin<br />

güvenilirlik analizi yapılmıştır ve Cronbach<br />

alfa güvenilirlik katsayısı 0.618 olarak<br />

bulunmuştur. Buradan ölçeğin oldukça güvenilir<br />

olduğu söylenebilir. Fatih Sultan Mehmet<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışmakta<br />

olan tüm hemşire, ebe, sağlık memuru, acil tıp<br />

teknisyeni ve sağlık teknikerleri çalışmanın<br />

evrenini oluşturması (n=258) ve araştırmada<br />

evrenin tamamına ulaşılması planlanmıştır. Çalışmanın<br />

evrenini gönüllü olur formu doğrultusunda<br />

araştırmaya katılmayı kabul eden; 202<br />

hemşire, 32 ebe, 10 sağlık memuru, 10 acil tıp<br />

teknisyeni ve 4 sağlık teknikeri oluşturmuştur.<br />

Elde edilen verilerin SPSS (Statistical Package<br />

for Social Sciences) programında analiz edilmiş<br />

olup, anket soruları yüz yüze görüşme yöntemi<br />

ile uygulanmıştır.<br />

BULGULAR<br />

Araştırmaya katılanların demografik özellikleri<br />

Tablo 1’de görülmektedir. Araştırmaya<br />

katılan sağlık çalışanlarının %87,8’inin kadın<br />

olduğu, %30,7’sinin 26-30 yaş aralığında olduğu<br />

ve lisans/lisansüstü mezun oranının %67,8<br />

olduğu belirlendi. Sağlık çalışanlarının mesleki<br />

durumları incelendiğinde; %78,5’inin hemşire<br />

olduğu, %36,6’sının kliniklerde (cerrahi ve<br />

dahili) çalıştıkları, %30,3’ünün mesleki çalışma<br />

süresinin 10-20 yıl aralığında olduğu ve<br />

%52,6’sının kurumda çalışma süresinin 1-5 yıl<br />

aralığında olduğu belirlendi.<br />

Sağlık çalışanlarında motivasyon ölçeği verileri<br />

Tablo 2’de görülmektedir. Araştırmaya katılan<br />

sağlık çalışanlarının %41,9’u, “Aldığım<br />

eğitime uygun bir işte çalışıyorum” ifadesine<br />

katılıyorum yanıtını vermiştir. “Yaptığım işin<br />

yeteneklerime uygun olması motivasyonumu<br />

artırır” ifadesine %54,3’ü ve “İş ortamındaki<br />

arkadaşlık ilişkilerimin güçlü olması motivasyonumu<br />

artırır” ifadesine %65,4’ü kesinlikle<br />

katılıyorum yanıtını vererek çoğunluğu oluşturmuştur.<br />

Çalışanların, “Aldığım ücretin yaptığım işin<br />

karşılığı olduğunu düşünüyorum” ifadesine<br />

%56’sının kesinlikle katılmıyorum yanıtını<br />

verdiği ve %60,9’unun “Aldığım ücret ne kadar<br />

yüksek olursa iş motivasyonum o derece<br />

artar” ifadesine kesinlikle katılıyorum yanıtını<br />

verdiği belirlenmiştir.


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):143-148 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.691<br />

Tablo 1: Tanımlayıcı Özellikler Frekans Dağılımı.<br />

Cinsiyet<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

Yaş<br />

18-25<br />

26-30 yaş<br />

31-35<br />

36-40<br />

41-45<br />

46 ve üzeri<br />

Eğitim durumu<br />

Tanımlayıcı Özellikler Frekans %<br />

Lise<br />

Önlisans<br />

Lisans/Lisansüstü mezunu<br />

Meslek<br />

Hemşire<br />

Sağlık memuru<br />

Ebe<br />

ATT<br />

Diğer<br />

Bölüm<br />

Acil servis<br />

Yoğun Bakım<br />

Ameliyathane<br />

Cerrahi ve Dahili Klinikler<br />

Diğer<br />

Mesleki çalışma süresi<br />

0-1 yıl<br />

1-5 yıl<br />

5-10 yıl<br />

10-20 yıl<br />

20 yıl ve üzeri<br />

Kurumda çalışma süresi<br />

0-1 yıl<br />

1-5 yıl<br />

5-10 yıl<br />

10-20 yıl<br />

20 yıl ve üzeri<br />

180<br />

25<br />

46<br />

63<br />

60<br />

20<br />

14<br />

2<br />

32<br />

34<br />

139<br />

161<br />

10<br />

22<br />

9<br />

3<br />

37<br />

42<br />

29<br />

75<br />

22<br />

27<br />

54<br />

43<br />

62<br />

19<br />

49<br />

108<br />

34<br />

10<br />

4<br />

87,8<br />

12,2<br />

22,4<br />

30,7<br />

29,3<br />

9,8<br />

6,9<br />

0,9<br />

15,6<br />

16,6<br />

67,8<br />

78,5<br />

4,9<br />

10,7<br />

4,4<br />

1,5<br />

18,1<br />

20,4<br />

14,1<br />

36,6<br />

10,8<br />

13,2<br />

26,4<br />

20,9<br />

30,3<br />

9,2<br />

24<br />

52,6<br />

16,5<br />

4,9<br />

Toplam 205 100<br />

2<br />

-145-<br />

“İş yerinde yönetimin personele davranış<br />

stratejisinden memnunum” ifadesine %34,2<br />

ve “Çalışan personelin problemleri hastane<br />

yönetimi tarafından kısa sürede çözülmektedir”<br />

ifadesine %32,7 sağlık çalışanı kesinlikle<br />

katılmıyorum yanıtını vermiştir. “Hastane<br />

yönetimi görev alanımla ilgili kararlarda fikirlerime<br />

önem verir” ifadesine ise çalışanların<br />

%33,2’si katılmıyorum yanıtını vermiştir.<br />

“İlgi alanlarıma göre çeşitli konferanslara<br />

katılımının sağlanması motivasyonumun artmasını<br />

sağlar” ifadesine %43,9’u katılıyorum<br />

yanıtını vermiştir.<br />

Araştırmaya katılanların %60’ı “İşimi yaparken<br />

gerekli malzeme ve ekipmandaki eksikliklerin<br />

çıkardığı zorluklar motivasyonumu<br />

düşürür” ve %66,3’ü “İşyerindeki aydınlatma,<br />

havalandırma, gürültü gibi fiziksel faktörlerin<br />

uygunsuzluğu motivasyonumu azaltır” ifadesine<br />

kesinlikle katılıyorum yanıtını vermiştir.<br />

“Çalışma saatlerimin belirsizliği motivasyonumu<br />

düşürür” ifadesine %65,4’ü, “Hastane<br />

çalışanları parasal ödüllere manevi ödüllerden<br />

daha çok önem verir” ifadesine 29,1’i, “Yapılan<br />

işin takdir edilmesi çalışanlarda derin bir<br />

tatmin duygusu yaratır” ifadesine %60,9’u ve<br />

“Bir kurumda ücret düşüklüğünden çok, ücret<br />

adaletsizliği çalışanlar arasında huzursuzluk<br />

yaratır” ifadesine %63,9’u kesinlikle katılıyorum<br />

yanıtını vermiştir.<br />

Araştırmaya katılanların %37,5’i “Çalışabileceğim<br />

en iyi kurumun yine bu kurum olduğun<br />

düşünüyorum” ve %34,1’i “Başka bir kurumda<br />

iş bulsam şuanki işimi bırakabilirim” ifadesine<br />

kararsızım yanıtını vermiştir.<br />

TARTIŞMA<br />

Araştırmanın yapıldığı kurumdaki insan<br />

gücünün çoğunluğunun %87,8 ile kadınların<br />

oluşturduğu ve yaş değişkeni incelendiğinde<br />

de çoğunluğun 26-30 yaş (%30,7) aralığında<br />

olduğu görülmüştür. Sağlık çalışanlarında<br />

eğitim durumu değişkeni dikkate alındığında,<br />

“lisans” mezunu oranının %57,5 ile yüksek<br />

olduğu dikkati çekmektedir. Eğitim düzeyinin<br />

yüksek olması; kurumda kaliteli ve verimli<br />

hizmet verilmesini, verilen hizmetin kalitesinin<br />

sürekli artmasını ve sağlık çalışanının gelişen<br />

ve değişen teknolojiye uyum sağladığını<br />

düşünülmektedir. Sağlık çalışanlarının mesleki<br />

durumu incelendiğinde; %78,5’inin hemşire<br />

ile çoğunluğu oluşturduğu görüldü. Sağlık<br />

çalışanlarının çalıştıkları bölüm incelendiğinde;<br />

%18,1’inin acil servis, %20,4’ünün yoğun<br />

bakım, %14,1’inin ameliyathane, %36,6’sının<br />

klinik ve %10,8’inin diğer bölümler olduğu<br />

görüldü.


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):143-148 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.691<br />

Tablo 2: Sağlık Çalışanlarında Motivasyon Ölçeği Frekans Dağılımı.<br />

Kesinlikle<br />

Katılıyorum<br />

Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum<br />

Kesinlikle<br />

Katılmıyorum<br />

Frekans % Frekans % Frekans % Frekans % Frekans %<br />

Aldığım eğitime uygun bir işte<br />

çalışıyorum.<br />

69 33,6 86 41,9 20 9,8 16 7,8 14 6,9<br />

Yaptığım işin yeteneklerime uygun olması<br />

motivasyonumu artırır.<br />

111 54,3 90 43,9 - - 2 0,9 2 0,9<br />

İş ortamındaki arkadaşlık ilişkilerimin<br />

güçlü olması motivasyonumu artırır.<br />

134 65,4 67 32,8 3 1,4 - - 1 0,4<br />

Aldığım ücretin yaptığım işin karşılığı<br />

olduğunu düşünüyorum.<br />

13 6,4 11 5,4 19 9,3 47 22,9 115 56<br />

Aldığım ücret ne kadar yüksek olursa iş<br />

motivasyonum o derece artar.<br />

125 60,9 70 34,3 10 4,8 - - - -<br />

İş yerinde yönetimin personele davranış<br />

stratejisinden memnunum.<br />

Çalışan personelin problemleri hastane<br />

yönetimi tarafından kısa sürede<br />

çözülmektedir.<br />

Hastane yönetimi görev alanımla ilgili<br />

kararlarda fikirlerime önem verir.<br />

İlgi alanlarıma göre çeşitli konferanslara<br />

katılımının sağlanması motivasyonumun<br />

artmasını sağlar.<br />

İşimi yaparken gerekli malzeme ve ekipmandaki<br />

eksikliklerin çıkardığı zorluklar<br />

motivasyonumu düşürür.<br />

İşyerindeki aydınlatma, havalandırma,<br />

gürültü gibi fiziksel faktörlerin<br />

uygunsuzluğu motivasyonumu azaltır.<br />

Çalışma saatlerimin belirsizliği<br />

motivasyonumu düşürür.<br />

5 2,4 40 19,5 32 15,6 58 28,3 70 34,2<br />

3 1,4 30 14,7 46 22,4 59 28,8 67 32,7<br />

8 3,9 30 14,7 41 20 68 33,2 58 28,2<br />

80 39 90 43,9 22 10,8 8 3,9 5 2,4<br />

123 60 64 31,3 4 1,9 7 3,4 7 3,4<br />

136 66,3 54 26,5 4 1,9 7 3,4 4 1,9<br />

134 65,4 45 21,9 11 5,4 7 3,4 8 3,9<br />

Hastane çalışanları parasal ödüllere<br />

manevi ödüllerden daha çok önem verir.<br />

60 29,1 41 20 54 26,5 28 13,6 22 10,7<br />

Yapılan işin takdir edilmesi çalışanlarda<br />

derin bir tatmin duygusu yaratır.<br />

Bir kurumda ücret düşüklüğünden çok,<br />

ücret adaletsizliği çalışanlar arasında<br />

huzursuzluk yaratır.<br />

Çalışabileceğim en iyi kurumun yine bu<br />

kurum olduğun düşünüyorum.<br />

125 60,9 64 31,3 12 6 2 0,9 2 0,9<br />

131 63,9 50 24,5 15 7,3 3 1,4 6 2,9<br />

13 6,3 22 10,7 77 37,5 39 19 54 26,5<br />

Başka bir kurumda iş bulsam şuan ki işimi<br />

bırakabilirim.<br />

56 27,3 31 15,2 70 34,1 32 15,6 16 7,8<br />

-146-


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):143-148 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.691<br />

Kurumda dahili ve cerrahi birimlerin birlikte<br />

değerlendirilmesi sonucunda kliniklerde çalışma<br />

oranı (%36,6) çoğunluğu oluşturmaktadır.<br />

Sağlık çalışanlarının mesleki çalışma süresi<br />

için frekans dağılımı incelendiğinde; çoğunluğun<br />

10-20 yıl (%30,3) aralığında olduğu<br />

görüldü. Sağlık çalışanlarının kurumda çalışma<br />

süresi incelendiğinde; çoğunluğun 1-5<br />

yıl (%52,6) aralığında olduğu görülmüştür.<br />

Araştırmanın yapıldığı kurumda genç yaş grubunun<br />

(26-30 yaş) çalışıyor olması, kurumda<br />

kadınların çoğunlukta olması (%87,2) ve<br />

buna paralel olarak kadın sağlık çalışanlarını<br />

birtakım sorumluluklarının (evlilik, eş tayini,<br />

doğum, çocuk bakımı ve eğitimi vb.) bulunması<br />

kurumda çalışma süresini doğrudan etkilemektedir.<br />

“Aldığım eğitime uygun bir işte çalışıyorum”<br />

ifadesine, araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının<br />

%33,6’sı kesinlikle katılıyorum ve<br />

%41,9’u katılıyorum yanıtını verirken, “Yaptığım<br />

işin yeteneklerime uygun olması motivasyonumu<br />

artırır” ifadesine araştırmaya katılan<br />

sağlık çalışanlarının%54,3’ü kesinlikle<br />

katılıyorum yanıtını vermiştir. Bu sonuçlar<br />

analiz edildiğinde hastanede çalışan sağlık<br />

personelinin aldığı eğitime ve yeteneğine uygun<br />

bir işte çalıştığı söylenebilmektedir. Kişilerin<br />

aldığı eğitime ve yeteneğine uygun bir<br />

işte çalışması hem motivasyon hem de iş doyuma<br />

açısından önemlidir. Bu durumun aynı<br />

zamanda etkin çalışmayı ve hasta memnuniyetini<br />

olumlu etkileyeceği düşünülmektedir.<br />

“İş ortamındaki arkadaşlık ilişkilerimin güçlü<br />

olması motivasyonumu artırır” ifadesine araştırmaya<br />

katılan sağlık çalışanlarının %65,4’ü<br />

kesinlikle katılıyorum yanıtını vererek çoğunluğu<br />

oluşturmuştur. Bu sonuçtan yola çıkarak,<br />

birçok farklı eğitim ve meslek grupları<br />

ile uyumlu çalışılması motivasyonu doğrudan<br />

etkileyerek, verimliliği artıracağı söylenebilir.<br />

Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının, “Aldığım<br />

ücretin yaptığım işin karşılığı olduğunu<br />

düşünüyorum” ifadesine %56’sının kesinlikle<br />

katılmıyorum yanıtını verdiği ve %60,9’unun<br />

“Aldığım ücret ne kadar yüksek olursa iş motivasyonum<br />

o derece artar” ifadesine kesinlikle<br />

katılıyorum yanıtını verdiği görülmüştür. Sonuçlara<br />

göre, sağlık çalışanlarının çoğunluğu<br />

tarafından harcadıkları işgücünün maddi olarak<br />

karşılığını alamadıklarıve ücretin yüksekliğinin<br />

motivasyon üzerinde etkisinin büyük<br />

-147-<br />

olduğu ifade edilmektedir. Bu durumun motivasyon<br />

üzerinde olumsuz etki yaratabileceği<br />

söylenebilir. “İş yerinde yönetimin personele<br />

davranış stratejisinden memnunum” ifadesine<br />

%34,2, “Çalışan personelin problemleri<br />

hastane yönetimi tarafından kısa sürede çözülmektedir”<br />

ifadesine %32,7 kesinlikle katılmıyorum<br />

ve “Hastane yönetimi görev alanımla<br />

ilgili kararlarda fikirlerime önem verir” ifadesine<br />

ise çalışanların %33,2’si katılmıyorum<br />

yanıtını vermiştir. Bu sonuçlara göre sağlık<br />

çalışanlarının bir kısmının yönetimin davranış<br />

stratejisinden memnun olmadığı, mevcut<br />

sorunların kısa sürede çözülmediği ve ayrıca<br />

yönetimin personelin görev alanları ile ilgili<br />

fikirlerine değer vermediği sonucu çıkarılabilmektedir.<br />

Bu da gösteriyor ki, davranış stratejileri<br />

yönetsel-örgütsel motivasyon araçları<br />

yönünden sağlık çalışanları üzerinde olumsuz<br />

etki göstermektedir. Yöneticilerin, sağlık çalışanlarının<br />

bu konudaki geri dönüşlerini dikkate<br />

alarak motivasyonu artırmak amacı ile<br />

düzeltici ve önleyici faaliyetlerde bulunması<br />

önerilebilir.<br />

“İlgi alanlarıma göre çeşitli konferanslara<br />

katılımının sağlanması motivasyonumun artmasını<br />

sağlar” ifadesine %43,9’u katılıyorum<br />

ve %39’u kesinlikle katılıyorum yanıtı ile çoğunluğu<br />

oluşturmaktadır. Sağlık personelinin<br />

bilimsel çalışmalara (konferans, sempozyum,<br />

eğitimler vb.) katılımlarının sağlanmasının,<br />

çalışma alanında motivasyonu olumlu etkileyeceği<br />

söylenebilir.<br />

Araştırmaya katılanların %60’ı “İşimi yaparken<br />

gerekli malzeme ve ekipmandaki eksikliklerin<br />

çıkardığı zorluklar motivasyonumu<br />

düşürür” ve %66,3’ü “İşyerindeki aydınlatma,<br />

havalandırma, gürültü gibi fiziksel faktörlerin<br />

uygunsuzluğu motivasyonumu azaltır” ifadesine<br />

kesinlikle katılıyorum yanıtını vermiştir.<br />

Bu oranlar ele alındığında, çalışma ortamlarının<br />

fiziki yapısının ve ekipman eksikliğinin<br />

motivasyon üzerinde olumsuz etkisi olduğu<br />

ifade edilebilir. Bu olumsuz faktörlerin giderilmesinin<br />

çalışanların motivasyonlarını direkt<br />

olarak artıracağı düşünülebilir.<br />

“Çalışma saatlerimin belirsizliği motivasyonumu<br />

düşürür” ifadesine %65,4’ü kesinlikle<br />

katılıyorum yanıtını vermiştir. Bu sonuç gösteriyor<br />

ki çalışma saatlerindeki belirsizlik, sağlık<br />

çalışanının motivasyonu üzerinde olumsuz<br />

etkileşim sergilediği gibi çalışma alanındaki<br />

verimini de olumsuz yönde etkileyebilir.


Gülten Özdemir ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):143-148 - Doi:10.15659/bogazicitip.17.10.691<br />

“Hastane çalışanları parasal ödüllere manevi<br />

ödüllerden daha çok önem verir” ifadesine<br />

%29,1 sağlık çalışanı kesinlikle katılıyorum<br />

derken, %13,6’sı katılmıyorum ve %10,7’si<br />

kesinlikle katılmıyorum yanıtını vermiştir.<br />

Sonuçlar incelendiğinde sağlık çalışanlarının<br />

parasal ödüller kadar manevi ödüllere de önem<br />

verdiği söylenebilir.<br />

“Yapılan işin takdir edilmesi çalışanlarda<br />

derin bir tatmin duygusu yaratır” ifadesine<br />

%60,9’u kesinlikle katılıyorum yanıtını vererek,<br />

büyük çoğunluğun katılıyorum cevabı ile<br />

takdir edilmenin tatmin ve motivasyon üzerinde<br />

etkisinin büyük olduğunu düşündüğü<br />

söylenebilir. Çalışanların olumlu davranış ve<br />

alandaki başarılarının fark edilerek, kişilerin<br />

ödüllendirilmesine yönelik girişimlerde bulunulması<br />

önerilebilir.<br />

“Bir kurumda ücret düşüklüğünden çok, ücret<br />

adaletsizliği çalışanlar arasında huzursuzluk<br />

yaratır” ifadesine %63,9’u kesinlikle katılıyorum<br />

yanıtını vermiştir. Ekip içinde aynı işi<br />

yapan sağlık çalışanlarının farklı ücret alması<br />

kişilerarası iletişimi olumsuz etkilemekle<br />

birlikte çalışma alanındaki verimi de olumsuz<br />

yönde etkileyebileceği düşünülebilir.<br />

Araştırmaya katılanların %37,5’i “Çalışabileceğim<br />

en iyi kurumun yine bu kurum olduğunu<br />

düşünüyorum” ve %34,1’i “Başka bir kurumda<br />

iş bulsam şu anki işimi bırakabilirim”<br />

ifadesine kararsızım yanıtını vermiştir. Kararsız<br />

yanıtının çoğunluğu oluşturması sağlık çalışanlarının<br />

diğer kurumlardaki çalışma koşulları<br />

ile ilgili bilgilerinin yeterince olmaması<br />

nedeniyle kararsızlık ifadesi kullandığı söylenebilir<br />

ve araştırma sonucuna göre elde edilen<br />

yaş değişkeni ile ilgili çoğunluğun (%22,4 ve<br />

%30,7) 18-25 ve 26-30 yaş aralığında olduğu<br />

görüldüğünde, ilk mesleki deneyimlerinin bu<br />

kurumda başladığı ve büyük bir kısmının da<br />

mesleki deneyimlerini yine bu kurumda devam<br />

ettirdiği sonucuna ulaşılmıştır.<br />

SONUÇ<br />

Kurumda çalışan sağlık personelinin motivasyonunu<br />

etkileyen çeşitli faktörler vardır.<br />

Sağlık kurumlarında verimlilik artışı ve hasta<br />

memnuniyetini sağlamak isteyen bir yöneticinin,<br />

çalışanların motivasyonunu ve motivasyon<br />

araçlarını etkin bir şekilde kullanması<br />

gerekir. Yöneticilerin, sağlık çalışanlarının<br />

motivasyon araçları konusundaki geri dönüşlerini<br />

dikkate alarak yönetim sistemini oluşturmaları<br />

ve motivasyonu artırmak amacı ile<br />

düzeltici ve önleyici faaliyetlerde bulunması<br />

önerilebilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ünalan D., Çetinkaya F., Özyurt Ö., Kayabaşı A., Bir<br />

Üniversite Hastanesinde Çalışan Sekreterlerde İş Memnuniyeti.<br />

Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 2006;9 (1):1-18.<br />

2. Kavuncubaşı S. Sağlık Kurumları Yönetimi. Anadolu<br />

Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi, Yayın No: 1778 Eskişehir,<br />

2007.<br />

3. Altındiş S., Özdemir S., Bir Üniversite Hastanesinde<br />

Çalışan Hemşirelerin Motivasyon Düzeyleri. IV. Ulusal Sağlık<br />

Kuruluşları Yönetimi Kongresi,Bilimsel Kitabı, 2006.<br />

4. Aslantekin F, Göktaş B, Uluşen M, Erdem R. Sağlık<br />

Hizmetlerinde Kalite Deneyimi: Dr. Ekrem Hayri Üstündağ<br />

Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi Örneği. Fırat Sağlık<br />

Hizmetleri Dergisi 2007;2(6): 55-71.<br />

5. Aşıkoglu M. İnsan Kaynaklarını Verimliliğe Yönlendirme<br />

Aracı Olarak Motivasyon. İstanbul: Üniversite Kitabevi;1996.<br />

6. Kırcı A, Törüner M. Sağlık Çalışanlarının Motivasyonunu<br />

Etkileyen Faktörler. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesi Hastanesi;2013.<br />

7. Erkut H., 1992. Verimlilik Özendirme.Verimlilik Dergisi,<br />

Sayı 4: Ankara.<br />

8. Pınar G, Öktem M, Algıer L, Doğan N, Zeyneloğlu H.<br />

Sağlık Personelinin Acil Kontrasepsiyonuna İlişkin Bilgi Görüş<br />

ve Uygulamaları. Turkish Journal of Obstetrics and Gynecology<br />

2005;2(3):204-9.<br />

9. Manongi RN, Marchant TC, Bygbjerg IC. Improving motivation<br />

among primary health care workers in Tanzania: a health<br />

worker perspective. Hum Resour Health 2006;4:6.<br />

10. Arcak R, Kasımoğlu E. Diyarbakır Merkezdeki Has tane ve<br />

Sağlık Ocaklarında Çalışan Hemşirelerin Sağlık Hizmetlerindeki<br />

Rolü ve İş Memnuniyetleri. Dicle Tıp Dergisi 2006;33(1):23-<br />

30.<br />

-148-


Sinan Kazan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):149-151 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.717<br />

Olgu Sunumu<br />

Guillain-Barré Sendromu’nu Taklit Eden Sekonder Hiperkalemik Paralizi<br />

Secondary Hyperkalemic Paralysis That Mimics Guillain-Barré Syndrome<br />

Sinan KAZAN 1 , Sena ULU 1 , Hayri DEMİRBAŞ 2 , Ebru CARAN 3 , Mesut ÇELİKER 3<br />

Elif Dizen KAZAN 4<br />

1. Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Nefroloji Bilim Dalı, Afyon<br />

2. Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Nöroloji Bilim Dalı, Afyon<br />

3. Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Afyon<br />

4. Sandıklı İlçe Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Afyon<br />

ÖZET<br />

GİRİŞ<br />

Parestezi ve paralizi gibi nörolojik bulgular<br />

daha çok hipopotaseminin klinik belirtileri olsa da,<br />

ciddi hiperpotasemi de nadiren paralizi ile prezente<br />

olabilir. Asendan paralizi ile başvuran bir hastada<br />

ilk akla Guillain-Barré sendromu (GBS) gelse<br />

de, hiperkalemi nadiren asendan paraliziye sebep<br />

olabilir. Burada nadir görülmesi nedeniyle GBS’yi<br />

taklit eden bir sekonder hiperkalemik paralizi olgusunu<br />

sunuyoruz. Asendan paralizi ile gelen bir<br />

hastada elektrolit anormalliği olabileceği akılda<br />

tutulmalıdır. Gelişebilecek mortal komplikasyonları<br />

önleyebilmek için elektrolit inbalansı hızla tedavi<br />

edilmelidir.<br />

Anahtar kelimeler: diyaliz, hiperkalemi, paralizi<br />

SUMMARY<br />

Neurological findings such as paresthesia and<br />

paralysis are more likely clinical manifestations of<br />

hypopotassemia, whereas severe hyperpotasemia<br />

may rarely be presumed to be paralysis. Although<br />

Guillain-Barré syndrome is the first disease coming<br />

to mind in a patient presenting with ascending<br />

paralysis, hyperkalemia rarely causes ascending<br />

paralysis. Here we present a case of secondary<br />

hyperkalemic paralysis mimicking GBS because of<br />

its rarity. It should be kept in mind that there may<br />

be an electrolyte abnormality in a patient with ascending<br />

paralysis. To prevent mortal complications<br />

that may develop, electrolyte inbalance should be<br />

treated rapidly.<br />

Keywords: dialysis, hyperkalemia, paralysis<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Sinan KAZAN, Arş. Gör. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Nefroloji<br />

Bilim Dalı, Afyon<br />

Tel: +90 (505) 322 94 71<br />

E-Posta: sinankazan@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 12.06.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 28.09.<strong>2017</strong><br />

Hiperkalemi serum potasyum seviyesinin<br />

5,5 mEq/l’nin üzerinde olması olarak tanımlanmaktadır.<br />

Çoğu zaman asemptomatik olsa<br />

da ciddi hiperkalemi hayatı tehdit eden klinik<br />

tablo ile prezente olabilir. Parastezi ve paralizi<br />

gibi nörolojik belirtiler ciddi hiperkalemide<br />

görülebilir (1, 2). Asendan paralizi ile gelen bir<br />

hastada ilk akla gelen Guillain-Barré sendromu<br />

(GBS) olsa da hiperkalemi de nadiren asendan<br />

paraliziye sebep olabilir. Burada nadir görülmesi<br />

nedeniyle GBS’yi taklit eden bir sekonder<br />

hiperkalemik paralizi olgusunu sunuyoruz.<br />

OLGU<br />

47 yaşında erkek hasta acil servise 3-4<br />

gündür süren ishal ve son 24 saat içerisinde<br />

başlayan alt ekstremitelerde güçsüzlük, yürüyememe<br />

yakınması ile başvurdu. Hasta acil<br />

serviste nöroloji kliniği ile beraber değerlendirildi.<br />

Hasta nöroloji kliniğine GBS ön tanısı<br />

ile konsulte edilmişti. Özgeçmişinde 10 yıldır<br />

bilinen hipertansiyon (HT) ve 9 yıldır diyabetes<br />

mellitus (DM) tanısı mevcuttu. Hastaya<br />

1 yıl kadar önce kronik böbrek yetmezliği<br />

(KBY) tanısı konmuş glomeruler filtrasyon<br />

hızı 61 ml/dk olarak hesaplanmıştı. O dönemde<br />

serum kreatinin değeri 1,7 mg/dl olarak belirtilmişti.<br />

Hasta HT için kandesartan 32 mg<br />

1x1, DM için metformin 1000 mg 2x1, gliklazid<br />

30 mg 1x2 tedavilerini almaktaydı. KBY<br />

açısından ilaç kullanımı yoktu.<br />

Fizik muayenesinde şuuru açık, koopere ve<br />

oryente idi. Ateş: 36,8 C o , TA: 130-85 mmHg,<br />

nabız dakika sayısı 85 olarak belirlendi. Pupiller<br />

ışık refleksi bilateral normaldi. Kranial<br />

sinir muayeneleri normal saptandı ve meninks<br />

irritasyon bulgusu yoktu. Alt ekstremite motor<br />

değerlendirmesinde kas gücü bilateral 2/5 saptandı.<br />

Üst ekstremitelerin kas gücü bilateral<br />

3/5 olarak değerlendirildi. Alt ve üst ekstremitelerde<br />

derin tendon refleksleri alınamadı.<br />

-149-


Sinan Kazan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):149-151 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.717<br />

Batın muayenesinde barsak sesleri artmış olarak<br />

bulundu. Diğer sistem muayenelerinde patolojik<br />

bir özellik yoktu. İdrar çıkışı mevcuttu.<br />

Hastanın çekilen EKG’sinde T sivriliği dışında<br />

anormal bir bulgu yoktu (Şekil 1).<br />

Laboratuar tetkiklerinde üre: 120 mg/dl, kreatinin:<br />

4,74 mg/dl, K + : 9,3 mEq/l, Na + : 140 mEq/l,<br />

Cl - : 109 mEq/l, pH:7,24, HCO 3: 15 mmol/l,<br />

pO 2: 82 mmHg, pCO 2: 33 mmHg saptandı. Kan<br />

gazı analizi metabolik asidoz ile uyumlu olarak<br />

değerlendirildi. Hastaya 1 ampul kalsiyum<br />

glukonat intravenöz yapıldı. Hasta akut böbrek<br />

yetmezliği ve hiperkalemi nedeniyle nefroloji<br />

servisine yatırıldı. Olası bir diyaliz ihtiyacı<br />

açısından hepatit markerları gönderildi. Hiperkalemi<br />

için tamponize mayi başlandı. İnhaler<br />

B-2 mimetik verildi. Hastanın serum potasyum<br />

düzeyi sık aralıklarla kontrol edildi (Şekil 2).<br />

Hastanın kontrol potasyum değerleri sırasıyla<br />

8,0 mEq/L, 7,8 mEq/L ve 7,5 mEq/L olması<br />

üzerine hasta dirençli hiperkalemi nedeniyle 2<br />

saatlik hemodiyalize alındı. Diyaliz öncesi fizik<br />

muayenesinde alt ve üst ekstremitelerde kas<br />

gücü 2/5 olarak değerlendirildi. Hemodiyaliz<br />

sonrası K + : 4,87 mEq/L saptandı. Hemodiyaliz<br />

sonrası hastanın yürüyememe şikayeti düzeldi<br />

ve fizik muayenesinde her iki alt ekstremitede<br />

kas gücü normal olarak değerlendirildi.<br />

TARTIŞMA<br />

Potasyum temel olarak hücre içinde bulunan<br />

bir iyondur. Vücutta bulunan potasyumun yaklaşık<br />

%95’i intraselüler alanda bulunur. Serum<br />

potasyum seviyesinin 6,5 mEq/l’nin üzerinde<br />

olması özellikle kardiyak aritmilere bağlı ciddi<br />

morbidite ve mortalite ile ilişkilendirilmiştir (3).<br />

Şekil 1: Hastanın başvuru anındaki EKG’si.<br />

Şekil 2: Hastanın potasyum seyri.<br />

-150-


Sinan Kazan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):149-151 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.717<br />

Bu nedenle ciddi hiperkalemi acil müdahale<br />

edilmesi gereken bir durumdur.<br />

Primer hiperkalemik paralizi sodyum kanal mutasyonu<br />

sonucu görülen kalıtsal bir hastalıktır,<br />

sekonder hiperkalemik paralizide ise potasyum<br />

yüksekliğine sebep olan böbrek disfonksiyonu,<br />

ilaç kullanımı ve Addison hastalığı gibi bir hastalık<br />

mevcuttur (4). Bizim vakamızda hem akut<br />

böbrek yetmezliği olması hem de hiperkalemi<br />

yapabilecek bir antihipertansif ilaç kullanması<br />

bu derece ciddi hiperkalemi ile başvurmasına<br />

sebep olmuş olabilir. Kas güçsüzlüğü, kas<br />

krampları ve paraliziler daha çok hipokaleminin<br />

klinik belirtileri olarak bilinse de ciddi hiperkalemi<br />

varlığında da benzer nöromusküler<br />

bulgular görülebilir.<br />

Naumann ve arkadaşları ilk kez 1994 yılında<br />

akut GBS’yi taklit eden bir hiperkalemi vakası<br />

bildirmişlerdir (5). Naumann ve arkadaşlarının<br />

vakasında da kronik böbrek yetmezliği tanısı<br />

mevcuttu ve hastada son 24 saat içerisinde alt<br />

ekstremitelerden başlayan simetrik tetraparezi<br />

gelişmişti. Bizim vakamızda da benzer şekilde<br />

tetraparezi 24 saat içerisinde ve alt ekstremitelerden<br />

başlayarak yukarı doğru ilerleyen<br />

şekilde gelişmişti. Dutta ve arkadaşları 2001<br />

yılında enalapril kullanımı sonucu gelişen hiperkalemiye<br />

bağlı bir paralizi olgusu bildirmişlerdi<br />

(6). Onların olgusunda da paralizi GBS’yi<br />

taklit eder tarzda meydana gelmişti. Bizim vakamızda<br />

hiperkalemi etyolojisinde birkaç faktörün<br />

rol oynama ihtimali olsa da klinik prezantasyonu<br />

Dutta ve arkadaşlarının vakası ile<br />

benzerlik göstermektedir.<br />

Sekonder hiperkalemik paralizi için insülin ve<br />

glukoz infüzyonu, inhaler β-2 mimetik, bazı diüretikler,<br />

bikarbonat infüzyonu ve hemodiyaliz<br />

tedavi seçeneklerini oluşturmaktadır. Paralizi<br />

çoğu zaman tedavi şeklinden bağımsız olarak<br />

serum potasyum seviyesinin normal seviyelere<br />

indirilmesi ile düzelir.<br />

Bizim vakamızda ilk bakılan tetkiklerde ciddi<br />

hiperkalemi olduğundan hasta için hemodiyaliz<br />

hazırlıklarına başlanmış ve diğer taraftan<br />

da potasyum düşürücü tedaviye vakit<br />

kaybedilmeden başlanmıştır. Diyaliz tedavisi<br />

sonrasında alt ve üst ekstremitelerde kas<br />

gücü dramatik bir şekilde normale gelmiştir.<br />

Sonuç olarak sekonder hiperkalemik paralizi<br />

erken tanınır ve hızlı tedavi edilirse hastanın<br />

semptomları çok kısa bir süre içerisinde düzelme<br />

göstermektedir. Semptomatik düzelmenin<br />

sağlanmasının yanında gelişebilecek mortal<br />

aritmilerin de önlenmesi hiperkaleminin hızlı<br />

düzeltilmesi ile sağlanabilir. Bu açıdan acil<br />

servise paralizi ile başvuran hastalarda ayrıntılı<br />

elektrolit paneli bakılması önem taşımaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Delgado-Alvarado M, Palacio-Portilla E, Pelayo-<br />

Negro AL, Lerena P, Berciano J. From ileostomy to sudden<br />

quadriplegia with electrocardiographic abnormalities: a<br />

short and unfortunate path. Neurol Sci 2013;34(8):1471-3.<br />

2. Wahab A, Panwar RB, Ola V, Alvi S. Acute onset quadriparesis<br />

with sine wave: a rare presentation. Am J Emerg M<br />

2011;29(5):575e1-e2.<br />

3. Rastegar A. Serum Potassium. In: Walker HK, Hall<br />

WD, Hurst JW , editors. Clinical Methods: The History,<br />

Physical, and Laboratory Examinations. 3rd edition. Boston:<br />

Butterworths; 1990. Chapter 195. Available from:<br />

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK307/<br />

4. Naik KR, Saroja AO, Khanpet MS. Reversible electrophysiological<br />

abnormalities in acute secondary hyperkalemic<br />

paralysis. Ann Indian Acad Neurol. 2012;15:339-<br />

43.<br />

5. Naumann M, Reiners K, Schalke B, Schneider C. Hyperkalaemia<br />

mimicking acute Guillain-Barré syndrome. J<br />

Neurol Neurosurg Psychiatry. 1994;57(11):1436-7.<br />

6. Dutta D, Fischler M, McClung A. Angiotensin converting<br />

enzyme inhibitor induced hyperkalaemic paralysis.<br />

Postgrad Med J 2001 Feb;77(904):114-5.<br />

Olgumuz; 12-16 Nisan <strong>2017</strong> tarihlerinde gerçekleştirilen “6. Güncel Böbrek Hastalıkları Hipertansiyon ve Transplantasyon<br />

Toplantısı”nda Poster Bildiri olarak sunulmuştur.<br />

-151-


Hatice Kübra Önder ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):152-154 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.716<br />

Olgu Sunumu<br />

Karbonmonoksi̇ t Zehi̇ rlenmesi̇ ni̇ n Nöroloji̇ k Etki̇ si̇ : Globus Pallidus İnfarktı<br />

Neurological Effect of Carbonmonoxide Intoxication: Globus Pallidus Infarction<br />

Hatice Kübra ÖNDER 1 , Özlem GÜNEYSEL 1 , Eren GÖKDAĞ 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Lütfi Kırdar Eğitim Araştırma Hastanesi, Kartal, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Acil servise bilinç değişikliği nedeniyle getirilen<br />

ve karbonmonoksit zehirlenmesi tanısı koyulan<br />

; santral sinir sistemi görüntülemelerinde tipik<br />

difüzyon MR bul gularına rastlanan bir olgu sunulmuştur.<br />

Karbon monoksit intoksikasyonu sık rastlanan bir<br />

klinik olsa da kanıtlanmış nörolojik bulguları oranı<br />

bilinmeyecek kadar nadirdir. Santral sinir sistem<br />

görüntüleme yöntemlerinde karbonmonksit zehirlenmesine<br />

bağlı bilateral glo bus pallidus infarktını<br />

olgu olarak sunuyoruz. Santral sinir sistem lezyonlarında<br />

karbonmonksit zehirlenmesi akılda tutulmalıdır.<br />

Anahtar kelimeler: karbonmonoksit zehirlenmesi;<br />

globus pallidus; acil servis<br />

SUMMARY<br />

A fifty-one year old male, with altered mental<br />

status, who was diagnosed as carbon monoxide<br />

intoxication, with typical central nervous system<br />

diffusion MR lesions. Although carbon monoxide<br />

intoxication is a common clinical condition, the<br />

proportion of proven neurological findings is too<br />

low to be known.<br />

Here we report a case, who has bilateral globus<br />

pallidus infarction due to carbon monoxide intoxication<br />

in central nervous system imaging. carbon<br />

monoxide poisoning should be kept in mind in patients<br />

with central nervous system lesions.<br />

Keywords: carbonmonoxide intoxication; globus<br />

pallidus; emergency room<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Hatice Kübra ÖNDER, Dr.<br />

Yazışma Adresi: Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Cevizli Mh.<br />

Ş.Denizer Cd. E-5 Cevizli Mevkii, 34890, Kartal, İstanbul<br />

Tel: +90 (505) 659 116 30<br />

E-Posta: kubraonder@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 31.05.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 27.09.<strong>2017</strong><br />

-152-<br />

GİRİŞ<br />

21.yüzyılın “gözden kaçan zehiri”, “sessiz<br />

katil” olarak nitelendirilen karbon monoksit<br />

(CO); renksiz, kokusuz, tatsız ve irritasyona<br />

yol açmayan bir gaz olduğu için etkilenme kolay<br />

fark edilmez. Bulgular genellikle silik ve<br />

nonspesifiktir (1).<br />

CO sitotoksik bir gazdır; inhale edildiğinde alveolar<br />

kapiller membrandan geçerek intravasküler<br />

alana girer. Çoğu eritrositlerde biriktikten<br />

sonra miyoglobin ve hem protein enzimlerine<br />

bağlanır. Bu şekilde oksijenin hemoglobine<br />

bağlanmasını inhibe eder ve hemoglobinde yapısal<br />

değişiklik oluşturarak dokuya oksijen verilmesini<br />

zorlaştırır, hipoksiye neden olur.<br />

Optimal Ph değerinde (7,45) hemoglobine affinitesi<br />

oksijenden 220 kat fazladır. Hipoksiye<br />

en duyarlı olan sistemler (santral sinir ve kardiyovasküler<br />

sistem) en önce semptom verir.<br />

Baş ağrısı, baş dönmesi, senkop sık rastlanan<br />

başvuru yakınmalarıdır. Bulantı, kusma, letarji,<br />

nöbet, koma, göğüs ağrısı, çarpıntı, emosyonel<br />

labilite, davranış değişiklikleri gibi şikayetlerle<br />

başvuran hastalarda da CO zehirlenmesi akla<br />

getirilmelidir (2).<br />

Nörolojik bulguları olan hastalara santral sinir<br />

sistemi görüntülemesi yapılır. Kranial bilgisayarlı<br />

tomografide (BT) beyin ödemi, fokal lezyonlar<br />

veya tipik olarak bazal gangliyonlarda<br />

bilateral ve simetrik düşük dansiteli lezyonlar<br />

saptanabilir. Difüzyon manyetik rezonans görüntülemede<br />

(MR) bazal gangliyonlarda bilateral<br />

difüzyon kısıtlılığı görülebilir. Nadiren<br />

görülen bu bulgu, tanı için oldukça yardımcı ve<br />

spesifik kabul edilmektedir.<br />

Bu olgu sunumunda, acil servise bilinç değişikliği<br />

nedeniyle getirilen ve nörolojik defisiti<br />

saptanan; santral sinir sistemi görüntülemelerinde<br />

tipik difüzyon MR bulgularına rastlanan<br />

bir olgudan bahsedilmektedir.


Hatice Kübra Önder ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):152-154 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.716<br />

OLGU<br />

51 yaşında erkek hasta, bilinç kapalı şekilde<br />

112 tarafından acil servise getirildi.<br />

Evinde baygın halde bulunan ve bilinen hastalık<br />

öyküsü olmayan hastanın vital bulguları<br />

TA: 100/60 mmHg SPO 2: %92 Nabız: 93<br />

atım/dk, KŞ: 142 mg/dl idi. GKS: 6 (G1 M3<br />

V2), oryante koopere değildi, ağrıyı lokalize<br />

etmiyordu. Sağ üst ekstremite spontan hareketliyken,<br />

sol üst ekstremite 3/5 kas gücüne<br />

sahipti. Bilateral alt ekstremitelerin kas gücü<br />

5/5 idi. Hastanın diğer sistem muayenelerinde<br />

anlamlı bulgusu saptanmadı.<br />

Resim 1: Kranial BT, bilateral glodus pallidusta izlenen<br />

hipodens alanlar.<br />

Kan gazı analizinde Ph: 7.44, PCO 2: 39.8<br />

mmHg HCO 3: 26 mEq/L ve COHb: 24.3 olarak<br />

saptandı. Beyaz küre: 17.000/mm 3 iken biyokimya<br />

değerlerinde bir özellik yoktu. Hastaya<br />

CO zehirlenmesi tanısı konularak geri<br />

solumasız maske ile %100 O 2 başlandı.<br />

Resim 2: Difüzyon MR, bilateral globus pallidusta izlenen hiperintens alanlar.<br />

Resim 3: Difüzyon MR, bilateral globus pallidusta (kronik) hiperintens alanlar.<br />

-153-


Hatice Kübra Önder ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):152-154 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.716<br />

Nörolojik defisit olan hastaya kranial BT çekildi;<br />

bilateral periventriküler hipodens alanlar<br />

görüldü (Resim 1). Kanama ekarte edildikten<br />

sonra, hipodens alanların karakteristiğinin görüntülenmesi<br />

amacıyla difüzyon MR çekildi<br />

ve CO zehirlenmesi için spesifik olan Globus<br />

pallidusta simetrik infarkt alanları saptandı<br />

(Resim 2).<br />

Hava yolu güvenliğini sağlamak adına entübe<br />

edilen hastaya hiperbarik oksijen tedavisi<br />

(HBOT) başlandı ve sonrasında hasta yoğun<br />

bakım ünitesine alındı. 12 gün boyunca yoğun<br />

bakım ünitesinde takip edilen ve HBOT devam<br />

eden, 7. günde ekstübe olan hasta bilinci açık,<br />

nörolojik sekelleri gerilemiş şekilde poliklinik<br />

kontrolüne gelmek üzere ile taburcu edildi. Taburcu<br />

edildikten 6 gün sonra hasta, konuşamama,<br />

bilinçte dalgalanma gibi şikayetlerle acil<br />

servisimize tekrar başvurdu. Başvuruda GKS 8<br />

(E2 V1 M5) bulunması üzerine kranial BT ve<br />

difüzyon MR görüntülemeleri tekrarlandı. Globus<br />

pallidusta kronik infarkt ile uyumlu alanlar<br />

görüldü (Resim 3). Hasta CO zehirlenmesine<br />

bağlı geç nörolojik sekel olarak değerlendirilip<br />

tekrar yoğun bakım ünitesine alındı. Yoğun bakım<br />

takibinden 4 gün sonra nöroloji servisine<br />

alınıp kısmen iyileşme sağlanarak, oral alımı<br />

başlatılıp GKS 8 şekilde taburcu edildi.<br />

TARTIŞMA<br />

Karbon monoksit zehirlenmesine oda<br />

ısıtıcıları, odun sobaları, ısınmak için kömür<br />

yakılması sebebiyle özellikle kış aylarında oldukça<br />

fazla rastlanılmaktadır. CO duman inhalasyonundaki<br />

en toksik bileşen olup, yangınla<br />

ilişkili ölümlerde önemli bir etkendir. Bulgular<br />

nonspesifik ve siliktir. Baş ağrısı, baş dönmesi<br />

sık rastlanan başvuru şikayetleri iken göz problemleri,<br />

rabdomiyoliz, akut böbrek yetmezliği,<br />

non-kardiyojenik pulmoner ödem nadir de<br />

olsa görülebilir. CO zehirlenmesinin belirti ve<br />

bulguları spesifik olmadığından, zehirlenmenin<br />

tespitinde en önemli yöntem klinik olarak şüphelenmektir.<br />

Bazen, evdeki diğer kişiler veya<br />

ev hayvanlarında bulunan eş zamanlı belirtiler<br />

tanıda yardımcı olsa da, klinik prezentasyon<br />

komorbid hastalıklara ve kaynaktan maruziyet<br />

derecesine göre farklılık gösterebilir (3). Akut<br />

zehirlenme sırasında serebral hasar nadiren de<br />

olsa gelişebilir; nörolojik bulguları olan hastalar<br />

bu açıdan değerlendirilmelidir. İntrakranial<br />

kanama, iskemik serebrovasküler olaylar<br />

gibi bilinç kaybına yol açacak diğer nedenleri<br />

tanımlamak veya ekarte etmek adına kranial<br />

görüntüleme yapılmalıdır. Bilhassa, yüksek<br />

oranda oksijen tüketen bazal gangliyonlardaki<br />

hücreler CO’nun nörotoksik etkisine duyarlı<br />

olduğundan, difüzyon MR’daki globus<br />

-154-<br />

pallidusta bilateral difüzyon kısıtlılığı, öykü<br />

alınamayan ve tanık olmayan olaylarda tanımlayıcı<br />

olabilir. Nadir rastlanan bu bulgu bizim<br />

olgumuzda yol gösterici olmuş, erken dönemde<br />

tedaviye başlamamıza yardımcı olmuştur. Akut<br />

dönemde nörolojik bulgu olmasa dahi, 3-240<br />

gün arasında % 10-12 hastada gecikmiş nörolojik<br />

sekel olarak nitelendirilen değişen derecede<br />

bilişsel fonksiyonlar, kişilik bozuklukları, fokal<br />

nörolojik defisitler görülebilir (4).<br />

Karboksihemoglobin (COHb) seviyesi %20-25<br />

üzerinde olup nörolojik defisiti gelişmiş hastaların<br />

HBOT’tan fayda gördüğüne dair birçok<br />

çalışma vardır. Bu hastalarda yakın takiple beraber<br />

HBOT düşünülebilir. Bizim olgumuzda<br />

da akut zehirlenmenin yanı sıra nörolojik bulgu<br />

saptandığından derhal HBOT başlandı. Ancak<br />

tedavi sonrası taburcu edilen hasta, geç gelişen<br />

nörolojik sekelle tarafımıza tekrar başvurdu.<br />

Her ne kadar HBOT etkinliği erken ve geç dönem<br />

için tartışmalı olsa da; etkinliği akılda soru<br />

işareti bırakmaktadır. Hastamızda da görüldüğü<br />

üzere HBOT, geç dönem nörolojik sekel oluşmasını<br />

engelleyememiştir. Bunun sebebi yetersiz<br />

doz ve seansta yapılan HBOT olabilir.<br />

CO intoksikasyonunda nörolojik bulguların geç<br />

dönemde görüldüğüne dair kanılar varsa da,<br />

erken dönemde de (günler içinde) karşılaşmanın<br />

mümkün olduğu, bilinç değişikliği ile acil<br />

servise başvuran her hastada karbon monoksit<br />

intoksikasyonunun akla getirilmesi gerektiği ve<br />

kranial görüntülemelerin gecikmeden yapılması<br />

unutulmamalıdır.<br />

SONUÇ<br />

Karbon monoksit intoksikasyonu sık rastlanan<br />

bir klinik olsa da kanıtlanmış nörolojik<br />

bulguları oranı bilinmeyecek kadar nadirdir. Bu<br />

olgu sunumu, globus pallidus bilateral infarktı<br />

açısından farkındalık oluşturmayı ve bu konuda<br />

bilgi paylaşımını artırmayı amaçlamaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Clinical Policy: Critical Issues in the Evaluation and<br />

Management of Adult Patients Presenting to the Emergency<br />

Department With Acute Carbon Monoxide Poisoning. ACEP,<br />

Oct 13, 2016.<br />

2. Thompson TM. Carbon Monoxide Poisoning In: Schaider<br />

JJ, Barkin RM, Rosen P, editors; Rosen & Barkin’s 5-Minute<br />

Emergency Medicine Consult (The 5-Minute Consult Series).<br />

Wolters Kluwer Health Adis (ESP), 2014.<br />

3. Maloney G. Carbon Monoxide, In:Tintinalli JE, editor.<br />

Tintinalli’s Emergency Medicine: A Comprehensive Study<br />

Guide. Ed: Tintinalli JE. McGraw-Hill Education, 2016.<br />

4. http://www.turktox.org.tr Erişim Tarihi: 30.05.<strong>2017</strong>.


Zeynep Sönmezışık ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):155-157 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.706<br />

Olgu Sunumu<br />

Mezenteri̇ k Dermoi̇ d Ki̇ st: Olgu Sunumu<br />

Dermoid Cyst of the Mesentery: Case Report<br />

Zeynep SÖNMEZIŞIK 1 , Burcu ANIL 1 , Muammer Hakkı KARAKAŞ 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Dermoid kist matür teratomların alt grubu<br />

olup ağırlıklı olarak ektodermal elemanlar içerir.<br />

Mezenterik dermoid kist abdominal bölgede oldukça<br />

nadir rastlanan bir tümördür ve mezenterik<br />

kistik lezyonların ayırıcı tanısında yer almalıdır.<br />

Olgumuzda enfekte mezenterik dermoid kistin radyolojik<br />

bulguları ve zaman içerisinde takibinde kist<br />

çevresinde komşu mezenterde ortaya çıkan reaktif<br />

değişikliklerin sunulması amaçlanmıştır.<br />

Anahtar kelimeler: dermoid kist, mezenter, mezenterik<br />

kist<br />

SUMMARY<br />

Dermoid cyst is a subgroup of mature teratoma<br />

that contains mainly ectodermal elements.<br />

Dermoid cyst of the mesentery is a rarely encountered<br />

tumor in abdominal region and it should be<br />

considered in the differential diagnosis of the cystic<br />

masses of the mesentery. Herein, we aim to present<br />

the radiologic findings in a spontaneously infected<br />

mesenteric dermoid cyst and the reactive changes<br />

in surrounding mesentery over time during followup.<br />

Keywords: dermoid cyst, mesentery, mesenteric<br />

cyst<br />

GİRİŞ<br />

Mezenterik dermoid kistler yetişkinlerin<br />

oldukça nadir rastlanan mezenterik kistik lezyonlarındandır.<br />

Dermoid kistler farklı germ<br />

hücre tabakalarından köken alır, matür elemanlar<br />

içerir, ayrıca enkapsüle ve yavaş büyüme<br />

eğilimindedirler. Genellikle solid ve kistik<br />

elemanların kombinasyonu şeklinde izlenirler;<br />

diş, saç, tırnak, kartilaj yağ, sebum, yağ<br />

gibi elemanlar içerebilirler. Genellikle overde<br />

görülmekle birlikte teorik olarak ektodermal<br />

hücrelerin migrasyon yolundaki her bölgede;<br />

orta hatta daha fazla olmak üzere görülebilirler.<br />

Sıklıkla çocuklarda ve 20 yaş altı popülasyonda<br />

tanı alırlar [1].<br />

OLGU<br />

44 yaşında 28 haftalık gebe hasta, hastanemiz<br />

acil servisine batın sol üst kadran ağrısı<br />

şikayeti ile başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde<br />

defans ya da rebound bulguları, laboratuar<br />

tetkiklerinde acil abdominal patolojiyi<br />

destekleyecek bulgu saptanmadı. Anamnezinde<br />

geçirilmiş operasyon öyküsü veya bilinen<br />

kronik hastalığı yoktu. Hastanın batın ultrasonografi<br />

incelemesinde (US) acil girişim<br />

gerektiren patoloji düşünülmemekle birlikte<br />

artan üst kadran ağrısı nedeniyle hastanın rızası<br />

alınarak acil üst batın manyetik rezonans<br />

görüntüleme (MRG) yapıldı.<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Zeynep SÖNMEZIŞIK, Dr.<br />

Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

E-5 Karayolu Üzeri, İçerenköy, Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (555) 547 49 66<br />

E-Posta: zeynepbirol163@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 19.04..<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 11.05.<strong>2017</strong><br />

Olgunun üst batın MRG incelemesinde sol<br />

anterior pararenal FASYA ventralinde jejunal<br />

anslara komşu 38x50x42mm boyutlu içerisinde<br />

yağ/sıvı seviyelenmesi izlenen kistik lezyon<br />

saptandı. Kistik lezyon yağ içeriği nedeni<br />

ile mezenterik dermoid kist açısından anlamlı<br />

bulundu. Kiste komşu mezenter boyunca devamlılık<br />

gösteren efüzyon izlendi. Hastanın<br />

takibinde lökositoz saptanması üzerine kistik<br />

lezyonun enfekte olduğu sonucuna varıldı.<br />

Hasta genel cerrahi servisine interne edilip 10<br />

gün antibiyoterapi uygulandı. Hastanın yaklaşık<br />

10 gün sonra çekilen kontrol üst batın<br />

MRG incelemesinde kist medialinde izlenen<br />

yoğun içerikli sıvının loküle form aldığı ve<br />

yaklaşık 26x38mm büyüklüğüne ulaştığı saptandı.<br />

-155-


Zeynep Sönmezışık ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):155-157 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.706<br />

Hastanın tedavi sonrası şikayetlerinin ve lökositozunun<br />

gerilemesi üzerine hasta taburcu<br />

edildi ve elektif şartlarda gebelik sonrası kontrolü<br />

uygun bulundu.<br />

Resim 1: MRG’ de sol anterior pararenal fasya ventralinde T2<br />

HASTE sekansında içerisinde yağ-sıvı seviyelenmesi izlenen<br />

mezenterik dermoid kist.<br />

Hastanın yaklaşık 1 sene sonra çekilen kontrol<br />

bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesinde, sol<br />

üst kadranda tarif edilen dermoid kistin sebat<br />

etmekte olduğu, medialinde izlenen kistik lezyonun<br />

37x38 mm’ye ulaştığı gözlendi. Medial<br />

yerleşimli kistik lezyonun da yağ/yoğun içerikli<br />

sıvı seviyelenmesi gösterdiği gözlendi.<br />

Ek olarak bu kistin medialinde 25x20 mm boyutlu<br />

yoğun içerikli 3. bir kistin geliştiği görüldü.<br />

Hastaya bu incelemeden 3 ay sonra sırta<br />

vuran karın ağrısı şikayetinin gerilememesi<br />

üzerine genel cerrahi tarafından kist rezeksiyonu<br />

uygulandı ve patolojisi dermoid kist ile<br />

uyumlu geldi.<br />

TARTIŞMA<br />

Resim 2: İlk incelemeden 10 gün sonra çekilen MRG’ de yağ<br />

baskılı T2 sekansında kalın cidarlı mezenterik dermoid kistin<br />

medialinde loküle form alan kistik lezyon.<br />

Resim 3: 1 yıl sonra çekilen kontrol BT’ de batın sol üst<br />

kadranda, Resim 1 ve 2 ‘de tarif edilen lezyonların medialinde<br />

gelişen 3. kistik lezyon. Resim 2 ‘de izlenen loküle form alan<br />

kistik lezyonun boyutları artmış olup BT incelemede dermoid<br />

kist ile uyumlu yağ-sıvı seviyelenmesi göstermektedir.<br />

-156-<br />

Dermoid kistler erişkin popülasyonda<br />

ve mezenterik lokalizasyonda oldukça nadir<br />

görülürler. Oluşum mekanizması tam olarak<br />

bilinmemekle birlikte literatürde omental ve<br />

ileoçekal dermoid kistlerin oluşum mekanizmaları<br />

üzerine yapılan çalışmalarda bazı hipotezler<br />

öne sürülmüştür. Bunlarda bazıları; primitif<br />

totipotent germ hücrelerinin gestasyonun<br />

3-6 haftalarında yolk saktan çıkarak ürogenital<br />

ridge’e göçü sırasında sıkışması ve dermoidin<br />

bu dokudan köken alması [2, 3]. Dermoidin<br />

omentumda yer alan over dokusundan ya da<br />

genital ridge’de yer alan totipotent hücre remnantlarından<br />

köken almasıdır [4-6].<br />

Embriyolojik dönemde overler abdominal kaviteden<br />

pelvise göç etmektedir. Yukarıda bahsedilen<br />

mekanizmalara benzer şekilde olgumuzda<br />

sol üst kadranda saptanan mezenterik dermoid<br />

kist, göç sırasında bu alanda sıkışmış ya da bu<br />

lokalizasyona implante olmuş totipotent hücrelerden<br />

gelişmiş olabilir. Ayrıca olgumuzda<br />

dermoid kistin çevresinde gelişen inflamasyona<br />

bağlı, komşuluğunda zaman içinde ikinci bir<br />

dermoid kistin oluşumu da izlenmektedir. Bu<br />

bulgular dermoid kist içeriğinin dışarı açıldığı<br />

takdirde implante olabileceğini göstermektedir.<br />

Nitekim cerrahi sırasında rüptür sonrası batın<br />

içine yayılan kist içeriğinin kimyasal peritonite<br />

sebep olabileceği ve peritonda kalınlaşma, mezenterde<br />

çizgilenme gibi bulgular ile peritoneal<br />

karsinomatozisi taklit edebileceği gösterilmiştir<br />

[7].<br />

Dermoid kistlerin tanısında ve takibinde US ilk<br />

planda tercih edilen görüntüleme yöntemidir<br />

BT’nin tanıdaki duyarlılığı oldukça yüksektir,<br />

fakat iyonizan radyasyon maruziyeti sebebi ile


Zeynep Sönmezışık ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):155-157 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.706<br />

rutinde tanı ve takip amacı ile tercih edilmez<br />

[8]. BT’de izlenen yağ dansitesi, yağ, sıvı seviyelenmesi,<br />

rokitansky nodülü, saç yumakları,<br />

kalsifikasyonlar tanıyı %98 oranında koymamızı<br />

sağlar [9].<br />

Matür teratomlar genellikle benign olmakla birlikte<br />

embriyonik doku içerenler metastaz yapabilir.<br />

Bu nedenle histolojik matür karakter, bize<br />

tümör davranışı hakkında kesin bilgi veremez<br />

[10]. Ayrıca 10 cm’den büyük, düzensiz sınırlı,<br />

kontrastlanan yumuşak doku komponentinin<br />

izlendiği kitlelerde malin transformasyon olabileceği<br />

göz önünde bulundurulmalıdır [9].<br />

Mezenterik ya da omentalkistik karakterde bir<br />

kitlenin ayırıcı tanısında mezenterik ve omental<br />

kistler (lenfanjiyom, enterikduplikasyon<br />

kistleri, enterik kistler, psödokistler), kistik teratomlar,<br />

kistik iğsi hücreli tümörler ve kistik<br />

mezotelyomalar düşünülmelidir. Bunlardan en<br />

sık karşılaşılanı ise lenfanjiyomdur [11]. Enterik<br />

kist dışındaki mezenterik kistler cerrahi<br />

olarak enükleasyon uygulanarak tedavi edilir.<br />

Enterik kistler ise barsaklar ile aynı kaynaktan<br />

beslendiğinden barsak rezeksiyonu ile birlikte<br />

çıkarılmaları gerekir [12].<br />

Vakamızda sunulan dermoid kist spontan enfekte<br />

olarak prezente olması, mezenterik lokalizasyonu<br />

ve zaman içinde komşu mezenterik<br />

planlara implantasyon yapması özellikleri ile<br />

literatürde ilk olma özelliği taşımaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Yu C. W, Liu KL, Lin, WC,Li YW. Mature cystic teratoma<br />

of the pancreas in a child. Pediatr Radiol, 2003; 33(4),<br />

266-8.<br />

2. Printz, JL, Choate, JW, Townes, PL, Harper, RC. The<br />

embryology of supernumerary ovaries. Obstetr Gynecol<br />

1973;41(2), 246-52.<br />

3. Shah, RS, Kaddu, SJ, Kirtane JM. Benign mature<br />

teratoma of the large bowel: a case report. J Pediatr Surg<br />

1996;31(5), 701-2.<br />

4. Hogan, ML, Barber DD, Kaufman RH. Dermoid Cyst<br />

in Supernumerary Ovary of the Greater Omentum. Obstetr<br />

Gynecol1967;29(3), 405-8.<br />

5. Gowdy JM. Dermoid cyst of the cecum. Gastroenterology,<br />

1956;31(4), 447.<br />

6. Kay S.Teratoid cyst of the cecum. Dig Dis Sci<br />

1971;16(3), 265-8.<br />

7. Erbay G, Ozen M, Karadeli E. Ruptured ovarian dermoid<br />

cyst mimicking peritoneal carcinomatosis: CT and<br />

MRI. J Clin Anal Med 2015;6:701-3.<br />

8. van Aalst J, Hoekstra F, Beuls EAM, Cornips EMJ,<br />

Weber JW, Sival DA et al. Intraspinal dermoid and epidermoid<br />

tumors: report of 18 cases and reappraisal of the literature.<br />

Pediatr Neurosurg 2009;45(4), 281-90.<br />

9. Najjar MW, Kusske JA, Hasso AN. Dorsal intramedullary<br />

dermoids. Neurosurg Rev. 2005, 28: 320-325.<br />

10. Deppe G, Malviya, VK, Jacobs, AJ. Extragonadal,<br />

mature, solid teratoma with omental implants. A case report.<br />

The J Reprod Med 1988;33(9), 792-4.<br />

11. Stoupis C, Ros PR, Abbitt PL, Burton SS, Gauger J.<br />

Bubbles in the belly: imaging of cystic mesenteric or omental<br />

masses. Radiographics 1994;14(4), 729-37.<br />

12. Sikora Z, Rylski J. Case of traumatic cyst of intestinal<br />

mesentery in a child. Polski Przeglad Chirurgiczny<br />

1977;49(2), 157.<br />

-157-


İbrahim Gündoğmuş ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):158-160 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.702<br />

Olgu Sunumu<br />

Essi̇talopram Kullanımına Bağlı Geli̇şen Bruksi̇zm ve Dental Fraktur: Vaka Sunumu<br />

Escitalopram Induced Bruxism and Dental Fracture<br />

İbrahi̇ m GÜNDOĞMUŞ 1 , Murat KIYANÇİÇEK 1 , Mustafa İSPİR 1<br />

Hakan KULLAKÇI 1 , Ayhan ALGUL 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üsküdar, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Günümüzde depresyon tedavisinde SSRI olan<br />

ilaçlar düşük yan etkileri ve kolay tolere edilebilmelerinden<br />

dolayı ilk sırada tercih edilen güçlü ve etkili<br />

ilaçlardır. Sinaptik aralıkta serotonin miktarını arttırarak<br />

etki gösteren essitalopramın, yan etki profili<br />

SSRI sınıfındaki diğer ilaçlarla benzerdir. Nokturnal<br />

bruksizm, uyku sırasında dişlerin fonksiyonel olmayan<br />

şekilde sıkılması, istemsiz çene kilitlenmesi, diş<br />

gıcırdatma ve aşındırmayı içine alan bir motor bozukluktur.<br />

Nokturnal bruksizmin başlangıç mekanizması<br />

henüz tam anlaşılabilmiş değildir fakat nörokimyasal<br />

mekanizmalar üzerinde durulmaktadır. Serotonerjik<br />

aktivite artışı ile SSRI’ların nokturnal bruksizm<br />

oluşturabileceğini gösteren yayınlar mevcuttur. Bu<br />

yazımızda essitolapram 10 mg/gün kullanan hastada<br />

gelişen bruksizm ve dental fraktürün sunulması<br />

amaçlanmıştır.<br />

Anahtar kelimeler: bruksizm, dental fraktür, essitalopram<br />

ABSTRACT<br />

Today, in the treatment of depression, SSRI,<br />

which are powerful and effective drugs, preferred<br />

at the first, because of less side effect and easy tolerated.<br />

Escitalopram, which increases the amount<br />

of serotonin in the synaptic spacing, side effects are<br />

similar to other drugs in SSRI class. Nocturnal bruxism<br />

is a motor disorder containing; nonfunctional<br />

clenching of the teeth during sleep, involuntary jaw<br />

locking, teeth grinding and abrasion. Initiation<br />

mechanism of nocturnal bruxism has not been fully<br />

understood, yet but neurochemical mechanisms are<br />

emphasized. There are publications showing that<br />

SSRIs can create nocturnal bruxism with increased<br />

serotonergic activity. In this article, we aimed to<br />

present a patient using 10 mg / day essitolapram<br />

with bruxism and dental fracture.<br />

Keywords: bruxizm, dental fracture, escitalopram<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: İbrahim GÜNDOĞMUŞ, Arş. Gör. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Tıbbiye Cd. Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, Üsküdar, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 542 20 20<br />

E-Posta: dribrahim06@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 13.04.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 13.09.<strong>2017</strong><br />

-158-<br />

GİRİŞ<br />

Nokturnal bruksizm, uyku sırasında dişlerin<br />

fonksiyonel olmayan şekilde sıkılması,<br />

istemsiz çene kilitlenmesi, diş gıcırdatma ve<br />

aşındırmayı içine alan bir motor bozukluktur ve<br />

toplumda görülme sıklığı yaklaşık % 8-10’dur<br />

(1). Dişlerde aşınmalar, kırıklar, mobilite, temporamandibular<br />

eklem fonksiyon bozuklukları,<br />

periodental destek kaybı, çene ağrısı, yaygın<br />

kas ağrıları ve uyku bozuklukları gibi önemli<br />

ve geri dönüşümsüz sağlık sorunlarına sebep<br />

olabilir (2). Nokturnal bruksizm sadece hastalar<br />

için değil hastalarla aynı odada hatta aynı evde<br />

kalanlar için de bir rahatsızlık sebebi olabilir.<br />

Serotonerjik, dopaminerjik, adrenerjik sistemin<br />

ve bazı beyin sapı yapılarının uyku sırasında<br />

çene hareketlerini etkilediği düşünülmektedir<br />

fakat hangi faktörün daha etkin olduğu belirsizdir<br />

(3). Serotonerjik aktivite artışı ile selektif<br />

serotonin re-uptake inhibitörlerinin (SSRI)<br />

nokturnal bruksizm oluşturabileceğini gösteren<br />

yayınlar mevcuttur (4).<br />

Günümüzde depresyon tedavisinde SSRI olan<br />

ilaçlar düşük yan etkileri ve kolay tolere edilebilmelerinden<br />

dolayı ilk sırada tercih edilen<br />

güçlü ve etkili ilaçlardır (5). Essitalopram<br />

SSRI sınıfından bir ilaç olup sitolapramın<br />

s-enantiomerdir ve postsinaptik nöronda serotonin<br />

geri alım pompasını bloke ederek intersinaptik<br />

aralıkta serotonin miktarını arttırarak<br />

etki göstermektedir. Yan etki profili SSRI sınıfındaki<br />

diğer ilaçlarla benzerdir (6). Essitalopramın<br />

serotonin dışındaki nörotransimitterlere<br />

ve 5-HT reseptör alt tiplerine karşı bilinen bir<br />

etkinliği yoktur ve serotonin geri alım pompasına<br />

en seçici bağlandığı düşünülmektedir (7).<br />

Bu yazımızda essitolapram 10 mg/gün kullanan<br />

hastada gelişen bruksizm ve dental fraktürü<br />

olan olgu anlatılacaktır.<br />

OLGU<br />

Yirmibir yaşında, bekar, lise mezunu, kadın<br />

hasta 2 ay önce ağlama krizleri, isteksizlik,<br />

uykuya dalmada güçlük, sinirlilik, dikkat dağınıklığı,<br />

moral bozukluğu, az konuşma, halsizlik<br />

yakınmalarıyla kliniğimize başvurdu.


İbrahim Gündoğmuş ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):158-160 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.702<br />

Yapılan psikiyatrik muayenesinde bilinci açık,<br />

koopere, yer-zaman-kişi yönelimi tam, duygudurum<br />

ve duygulanım depresif-anksiyöz, bellek<br />

normal, dikkat azalmış, yargılama, soyut<br />

düşünme ve gerçeği değerlendirme yerinde, algısı<br />

normaldi. Fizik ve nörolojik muayenesinde<br />

patolojik bulgu saptanmadı. Tıbbı özgeçmişinde<br />

ve soygeçmişinde özellik bulunmayan hastanın,<br />

alkol ve madde kullanım öyküsü yoktu.<br />

Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeği<br />

(HAM-A) ve Hamilton Depresyon Derecelendirme<br />

Ölçeği (HAM-D) puanları sırasıyla 23<br />

ve 27 idi. Psikiyatrik öykü ve muayene sonucunda<br />

hastaya DSM- 5 (Diagnostic and Statistical<br />

Manual of Mental Disorders) ölçütlerine<br />

göre major depresyon bozukluğu tanısı kondu.<br />

Herhangi bir ilaç kullanmayan hastaya essitalopram<br />

10 mg/gün başladı. Bir ay sonraki<br />

kontrolünde hastanın kontrol muayenesinde<br />

HAM-A ve HAM-D puanları sırasıyla 21 ve<br />

23 idi. Yakınmalarında azalma olduğunu belirten<br />

hasta tedaviye başlandıktan ikinci haftadan<br />

sonra geceleri diş sıkmalarının ve çene<br />

ağrılarının olduğunu ve annesinin dişlerini gıcırdattığını<br />

söylediğini ifade etti. Sonraki hafta<br />

ise sabahları farkına vardığı dişlerinde küçük<br />

kırılmalar olduğunu belirtti. Hasta endokrinoloji,<br />

diş hekimliği ve kulak burun boğaz kliniklerine<br />

konsulte edildi. Diabet, nöropati, travma,<br />

geçirilmiş cerrahi ve ilaç kullanımı yönünden<br />

ayrıntılı biçimde sorgulandı. Hastanın bakılan<br />

hormon profili (progesteron,östrojen , LH, FSH<br />

ve prolaktin), , tam kan sayımı, karaciğer (ALT,<br />

AST, GGT, ALP, bilirubin, albümin) ve böbrek<br />

işlev testleri (üre, kreatinin), elektrolitleri (Na,<br />

K, Cl, Ca), tam idrar tetkiki, sedimentasyon ve<br />

tiroid işlev testleri normaldi. Diş muayenesinde<br />

dişlerde mine yüzeyinde fraktür ve dişlerin<br />

okluzalinde abrazyon olduğu belirlendi. Essitalopram<br />

10 mg/gün sonlandırılarak trazodon<br />

150 mg/gün başlanan hasta bir ay sonra kontrole<br />

geldiğinde diş kırılması ve diş sıkmalarının<br />

geçtiğini belirtti. İlk müracaat şikayetlerinde<br />

de azalma olduğunu belirten hasta aylık kontrollere<br />

çağırıldı. Advers etki değerlendirmesi<br />

için yapılan Naranjo algoritmasına göre essitalopram<br />

kullanımına bağlı bruksizmin advers<br />

etki skoru 5 ( 5-8 muhtemel advers etki) olarak<br />

saptandı.<br />

Literatürde SSRI kullanımına bağlı oluşan<br />

nokturnal bruksizmin tedavisinde buspiron,<br />

tandospiron ve trazodon kullanımı görülmüştür<br />

(9-11, 13). Olgumuzda literatür bilgileri<br />

ışığında essitalopram tedavisi sonlandırılarak<br />

trazodon tedavisine başlanmış ve hastamızın<br />

şikayetlerinin gerilemesi sağlanmıştır (13).<br />

Nokturnal bruksizmin başlangıç mekanizması<br />

henüz tam anlaşılabilmiş değildir fakat<br />

nörokimyasal mekanizmalar üzerinde durulmaktadır.<br />

Yapılan araştırmalar kas ve motor<br />

aktiviteyi kontrol eden merkezi dopaminerjik<br />

sistemin nokturnal bruksizmin patofizyolojisinde<br />

rol oynayabileceğini ileri sürmüşlerdir ve<br />

genç-sağlıklı nokturnal bruksizm hastalarına<br />

dopamin aganisti verildiğinde nokturnal bruksizmde<br />

azalma görülmüştür (3, 14). Nokturnal<br />

bruksizmdeki seratonin etkisi açıklanabilmiş<br />

değildir ancak essitalopramın seratonin miktarını<br />

artırırken dopamin miktarını azaltması<br />

nokturnal bruksizme neden olabileceğini düşündürmektedir<br />

(15). Öte yandan bruksizmin<br />

akatizi veya diskinezinin bir varyantı olduğu<br />

ileri sürülülen yayınlar mevcuttur (16).<br />

Nokturnal bruksizmi tamamen ortadan kaldırabilen<br />

bir tedavi yöntemi henüz bulunmamaktadır<br />

fakat tedavide oklüzal splitler gibi odontol<br />

tedaviler, psikoterapi ve medikal tedaviler<br />

kullanılabilmektedir. Nokturnal bruksizmin<br />

medikal tedavisinde dopamin agonistleri, antidepresanlar,<br />

benzodiazepinler, klonidin, antikonvulzanlar,<br />

beta-bloker ve kas gevşeticiler<br />

denenmiştir (17). Çok şiddetli nokturnal bruksizm<br />

tedavisinde lokal botulinum toksininin<br />

enjeksiyonları araştırmacılar tarafından önerilmiştir<br />

(18).<br />

Sonuç olarak depresyon tedavisinde ilk seçenek<br />

olan SSRI’ların kullanımı her geçen gün<br />

artmaktadır. Hekimlerin tedavide kullandıkları<br />

ilaçların etkilerini, yan etkilerini bilmeleri ve<br />

hastaları gerektiği kadar bilgilendirmeleri tedavi<br />

oranını yükseltecek ve ilaç uyumunu artıracaktır.<br />

Essitalopram kullanımı sırasında oluşabilecek<br />

yan etkilere karşı dikkatli olunması<br />

hasta konforu açısından ve geri dönüşümü olmayan<br />

olayların yaşanmaması için faydalı olacaktır.<br />

TARTIŞMA<br />

Literatürde SSRI grubu ilaçlardan sertralin,<br />

paroksetin, fluoksetin, essitalopram ve<br />

citalopram kullanımı ile gelişebilen nokturnal<br />

bruksizm rapor edilmiştir (8-11). Essitalopram<br />

kullanımına bağlı gelişen nokturnal bruksizmle<br />

ilgili iki olgu sunumu şeklinde yayın vardır<br />

(12).<br />

-159-<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Lavigne GJ, Montplaisir JY. Restless legs syndrome<br />

and sleep bruxism: prevalence and association among Canadians.<br />

Sleep. 1994;17(8):739-43.<br />

2. Kuloglu M, Ekinci O, Caykoylu A. Venlafaxineassociated<br />

nocturnal bruxism in a depressive patient successfully<br />

treated with buspirone. J Psychopharmacol.<br />

2010;24(4):627-8..


İbrahim Gündoğmuş ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):158-160 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.702<br />

3. Lavigne GJ, Kato T, Kolta A, Sessle BJ. Neurobiological<br />

mechanisms involved in sleep bruxism. Crit Rev Oral<br />

Biol Med. 2003;14(1):30-46.<br />

4. Lobbezoo F, van Denderen RJ, Verheij JG, Naeije M.<br />

Reports of SSRI-associated bruxism in the family physician’s<br />

office. J Orofac Pain. 2001;15(4):340-6.<br />

5. Anderson IM, Nutt DJ, Deakin JF. Evidence-based<br />

guidelines for treating depressive disorders with antidepressants:<br />

a revision of the 1993 British Association for Psychopharmacology<br />

guidelines. British Association for Psychopharmacology.<br />

J Psychopharmacol. 2000;14(1):3-20.<br />

6. Lachkar Y, Bouassida W. Drug-induced acute angle<br />

closure glaucoma. Curr Opin Ophthalmol. 2007;18(2):129-<br />

33. doi: 10.1097/ICU.0b013e32808738d5.<br />

7. Hyttel J. Citalopram--pharmacological profile of<br />

a specific serotonin uptake inhibitor with antidepressant<br />

activity. Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry.<br />

1982;6(3):277-95.<br />

8. Wise M. Citalopram-induced bruxism. Br J Psychiatry.<br />

2001;178:182.<br />

9. Sabuncuoglu O, Ekinci O, Berkem M. Fluoxetineinduced<br />

sleep bruxism in an adolescent treated with buspirone:<br />

a case report. Spec Care Dentist. 2009;29(5):215-<br />

7.<br />

10. Kishi Y. Paroxetine-induced bruxism effectively treated<br />

with tandospirone. J Neuropsychiatry Clin Neurosci.<br />

2007;19(1):90-1. doi: 10.1176/jnp.2007.19.1.90.<br />

11. Bostwick JM, Jaffee MS. Buspirone as an antidote<br />

to SSRI-induced bruxism in 4 cases. J Clin Psychiatry.<br />

1999;60(12):857-60.<br />

12. Raja M, Raja S. Two cases of sleep bruxism associated<br />

with escitalopram treatment. J Clin Psychopharmacol.<br />

2014;34(3):403-5.<br />

13. Grinshpoon A, Weizman A, Amrami-Weizman A. The<br />

beneficial effect of trazodone treatment on escitalopramassociated<br />

nocturnal bruxism. J Clin Psychopharmacol.<br />

2014;34(5):662.<br />

14. Lobbezoo F, Lavigne GJ, Tanguay R, Montplaisir JY.<br />

The effect of catecholamine precursor L-dopa on sleep bruxism:<br />

a controlled clinical trial. Mov Disord. 1997;12(1):73-8.<br />

15. Tanda G, Carboni E, Frau R, Di Chiara G. Increase<br />

of extracellular dopamine in the prefrontal cortex: a trait of<br />

drugs with antidepressant potential? Psychopharmacology<br />

(Berl). 1994;115(1-2):285-8.<br />

16. Jaffee MS, Bostwick JM. Buspirone as an antidote<br />

to venlafaxine-induced bruxism. Psychosomatics.<br />

2000;41(6):535-6.<br />

17. Winocur E, Gavish A, Voikovitch M, Emodi-Perlman<br />

A, Eli I. Drugs and bruxism: a critical review. J Orofac<br />

Pain. 2003;17(2):99-111.<br />

18. See SJ, Tan EK. Severe amphethamine-induced bruxism:<br />

treatment with botulinum toxin. Acta Neurol Scand.<br />

2003;107(2):161-3.<br />

-160-


Eren Gözke ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):161-163 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.692<br />

Olgu Sunumu<br />

Edinsel Hepatoserebral Dejenerasyon: Olgu Sunumu<br />

Acquired Hepatocerebral Degeneration: A Case Report<br />

Eren GÖZKE 1 , Mustafa ESER 1 , Sıdıka Sinem TAŞDEMİR 1 , Pelin Doğan AK 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Kronik karaciğer hastalıkları nörolojik belirti ve<br />

bulgularla ortaya çıkabilir. Seruloplazmin eksikliğine<br />

bağlı olarak gelişen ve genetik kökenli olan Wilson<br />

hastalığı en bilinen örnektir. Başka kronik karaciğer<br />

patolojileri de klinik tablodan sorumlu olabilir. Kranial<br />

MR’da bazal ganglionlar düzeyinde özellikle mangan olmak<br />

üzere ağır metal birikimleri görülür. Burada denge<br />

bozukluğu, dilde peltekleşme, ellerde titreme ve istemsiz<br />

hareketleri olan kriptojenik siroz tanılı, edinsel (non-<br />

Wilsonian) hepatolentiküler dejenerasyon olarak değerlendirilen<br />

54 yaşındaki kadın hasta sunulmaktadır.<br />

Anahtar kelimeler: kronik karaciğer hastalığı, edinsel<br />

hepatoserebral dejenerasyon, hareket bozukluğu<br />

ABSTRACT<br />

Chronic liver diseases can manifest itself with neurological<br />

sign and symptoms. Wilson disease is a rare<br />

genetic disorder related to ceruloplasmin deficiency and<br />

best-known example of chronic liver diseases related neurological<br />

findings. Also other chronic liver pathologies<br />

can be responsible for clinical picture. Cranial MRI<br />

shows heavy metal deposits, especially manganese, at the<br />

level of basal ganglions. Here we present a 54-year-old<br />

female patient diagnosed with acquired (non-Wilsonian)<br />

hepatolenticular degeneration related to cryptogenic<br />

cirrhosis who has balance disorder, dysarthria, tremor<br />

at hands and involuntary movements.<br />

Keywords: chronic liver diseases, acquired hepatocerebral<br />

degeneration, movement disorder<br />

GİRİŞ<br />

Geç başlangıçlı hareket bozuklukları ile<br />

başvuran hastalarda metabolik ve sistemik<br />

hastalıklar etyolojide yer alabilir. Kronik karaciğer<br />

hastalıkları ensefalopati ve hareket<br />

bozuklukları başta olmak üzere çeşitli nörolojik<br />

bulgularla karşımıza çıkabilir. Wilson hastalığı<br />

hareket bozukluğuna neden olan kronik<br />

karaciğer hastalıkları arasında ilk sırada yer<br />

alır. Bununla birlikte başka karaciğer patolojileri<br />

de hepatoserebral dejenerasyon tablosuna<br />

neden olabilirler (1). Burada nörolojik<br />

bulguları olan kriptojenik sirozlu bir olgu sunulmaktadır.<br />

OLGU<br />

54 yaşında kadın hasta; denge bozukluğu,<br />

dilde peltekleşme, ellerde titreme ve istemsiz<br />

hareketler nedeni ile incelendi.<br />

Bir yıldır denge bozukluğu, yürürken etrafa<br />

çarpma, dilde peltekleşme ve ellerde titremesi<br />

olan olgunun şikayetlerinde giderek artış<br />

olmuş. Düşme sonucu gelişen fraktür nedeni<br />

ile 2011 yılında omurgasına operasyon uygulanmış.<br />

Travma nedeni ile hastanede yattığı<br />

süreç içerisinde rutin kontrollerinde karaciğer<br />

yetmezliği ve üçüncü evre özofagus varisleri<br />

saptanarak gastroenteroloji bölümü tarafından<br />

kriptojenik karaciğer sirozu tanısı konmuş<br />

ve özofagus varisleri için propronalol<br />

tedavisi başlanmış. Nörolojik şikayetleri bu<br />

olaydan sonra giderek artan hastaya başka bir<br />

merkezde pirasetam ve anemi için demir preperatı<br />

başlanmış.<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Eren GÖZKE<br />

Yazışma Adresi: Sağlık Bilimleri Ünv., Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, E-5 Karayolu Üzeri, İçerenköy, Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

E-Posta: egozke@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 24.03.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 06.04.<strong>2017</strong><br />

-161-<br />

Özgeçmişinde düşme sonucu gelişen fraktür<br />

ile ilgili omurilik operasyonu dışında özellik<br />

olmayan hastanın soy geçmişinde de özellik<br />

saptanmadı.<br />

Fizik muayenede arteriyel kan basıncı<br />

120/80mmHg, nabız dakikada 80 ve ritmik<br />

olarak bulundu. Ödem, ikter, siyanoz yoktu.<br />

Batın muayenesinde splenomegali saptandı.


Eren Gözke ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):161-163 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.692<br />

Nörolojik muayenede bilinç açık, kooperasyon<br />

ve orientasyon tamdı. Ancak hafif apati<br />

hali mevcuttu. Ense sertliği yoktu. Pupiller<br />

izokorik ve orta hatta idi. Işık refleksi +/+ ve<br />

fundus normal sınırlarda bulundu. Ekstraoküler<br />

göz hareketleri her yöne serbestti. Fasiyal<br />

asimetri yoktu. Dil ve uvula orta hatta idi. Kas<br />

gücü tüm ekstremitede 5/5 bulundu ve tonus<br />

normaldi. His kusuru yoktu. Derin tendon refleksleri:<br />

+++/+++, Taban derisi refleksi: fleksör/fleksör<br />

olarak alındı. Dizartrik konuşma<br />

mevcuttu. Yürüyüş ataksikti ve Romberg pozitif<br />

bulundu. Bilateral dismetri, disdiadokinezi,<br />

postural ve aksiyonel tremor mevcuttu.<br />

Muayene sırasında istemli hareketle tetiklenen<br />

koreoatetoid hareketler, ağız çevresinde<br />

belirgin diskinetik hareketler izlendi.<br />

Resim 1: Her iki taraflı globus pallidusta T1 sekansında hafif derecede<br />

hiperintens görünüm.<br />

Resim 2: Pons posteriorunda periaquaductal alanda myelinolizis<br />

açısından şüpheli sinyal artışları.<br />

Rutin laboratuar bulgularında Hb: 10 g/dL,<br />

eritrosit: 3.13 M/uL, lökosit: 2 K/uL , trombosit:49<br />

K/uL, Anti-Hbs (+) , Hbs Ag(-) , Anti-<br />

HCV (-) ,Anti HIV (–), AST ve ALT normal,<br />

GGT hafif yüksek olarak bulundu. INR: 1.46<br />

idi. Vit B12 ve folat düzeyleri normaldi. 24<br />

saatlik idrarda ve serumda bakır düzeyi ve<br />

serum seruloplazmin düzeyi normal bulundu.<br />

Serum ferritini de normaldi. Serum Mangan<br />

düzeyi 23,4µg/l (üst sınır 11µ/l); Amonyak<br />

209,2µg/dl (üst sınır 87) idi. Lomber ponksiyonda<br />

BOS değerleri normal sınırlarda bulundu.<br />

EEG normal sınırlarda olarak yorumlandı.<br />

Batın BT’de multipl evre 3 özofagus varisleri,<br />

kronik KC hastalığı ve splenomegali saptandı.<br />

Kranial MR’da her iki taraflı globus<br />

pallidusta T1 sekansında hafif derecede hiperintens<br />

görünüm; pons posteriorunda periaquaductal<br />

alanda myelinolizis açısından şüpheli<br />

sinyal artışları; her iki taraflı globus pallidusta<br />

simetrik sublentiform seviyeye uzanım gösteren<br />

T2 GRE sekansında milimetrik hipointens<br />

değişiklikler izlendi (Resim 1, 2, 3).<br />

Resim 3: Her iki taraflı globus pallidusta simetrik sublentiform seviyeye<br />

uzanım gösteren T2 GRE sekansında milimetrik hipointens değişiklikler.<br />

-162-<br />

Pansitopeni nedeniyle iç hastalıkları tarafından<br />

değerlendirilen hastada periferik yayma<br />

sonucu normaldi. Pansitopeni splenomegali<br />

ile ilişkilendirildi.<br />

Hastanın nörolojik bulgularının kriptojenik<br />

siroza bağlı olarak beyin parankiminde mangan,<br />

amonyak ve demir birikimine bağlı olduğu<br />

düşünüldü.<br />

TARTIŞMA<br />

Edinsel (non-Wilsonian) hepatoserebral<br />

dejenerasyon progressif piramidal, ekstrapiramidal,<br />

serebellar bulgular ve mental bozukluklar<br />

ile karakterizedir. Kronik karaciğer<br />

hastalığında, özellikle portosistemik shunt


Eren Gözke ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):161-163 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.692<br />

varlığında, ensefalopati atakları olmaksızın<br />

ortaya çıkan kalıcı nörolojik defisitler ile giden<br />

nadir görülen bir tablodur. İlk kez 1914<br />

yılında Woerkem tarafından bildirilmiştir<br />

(Wilson’dan iki yıl sonra). Daha sonra Victor,<br />

Adams ve Cole tarafından ayrıntılı olarak<br />

tanımlanmıştır (1). Prevelans tam bilinmemektedir.<br />

Başlangıç genellikle 6.-7. dekadlardadır.<br />

Sinsi ya da subakut başlayabilir.<br />

Genellikle progresif olmakla birlikte arada<br />

stabil seyredebilir. Sürvi haftalar-yıllar düzeyindedir.<br />

Ölüm nedeni karaciğer yetmezliğinin<br />

komplikasyonlarıdır (enfeksiyonlar, koagulopati,<br />

hepatorenal sendrom, hepatoselüler<br />

karsinom, hepatik koma). Kliniği Wilson<br />

hastalığına oldukça benzemekle beraber serum<br />

bakır ve seruloplazmin düzeyleri normal<br />

sınırlar içindedir ve Kayser-Fleisher halkası<br />

saptanmaz. Parkinsonizm, ataksi, distoni,<br />

kore ve orobukkolingual stereotipi, (fenomenolojik<br />

olarak tardif diskineziye benzeyen)<br />

görülebilir (2). Portosistemik şant varlığında<br />

portal dolaşımda bulunan nöroaktif maddeler<br />

hepatik metabolizma ve bilier eliminasyon ile<br />

yok edilemeyerek sistemik dolaşımla beyne<br />

geçer. Spesifik bir nörotoksin gösterilmemiştir.<br />

Amonyak düzeyi hepatik ensefalopatide<br />

önemlidir (3).<br />

Aromatik amino asidler (triptofan, fenilalanin,<br />

tirozin) dopaminerjik yolları bozmaları<br />

nedeni ile klinik bulguların ortaya çıkışında<br />

adaydırlar. Son iki dekaddaki bulgular ağır<br />

metaller ve özellikle mangan üstünde yoğunlaşmaktadır.<br />

En belirgin nöropatolojik bulgu<br />

serebral ve serebellar korteks, bazal ganglionlar<br />

ve diensefalik nükleuslardaki protoplazmik<br />

astrositlerin (tip II Alzheimer hücreleri)<br />

hiperplazisidir (4).<br />

T1-ağırlıklı MR görüntülerinde artmış sinyal<br />

intensitesi sık görülmez. Görüldüğü zaman<br />

lipid birikimi, hemorajilerde demir gibi paramanyetik<br />

maddeler ve melanin pigmentine<br />

bağlı olarak melanomalar düşünülmelidir.<br />

Globus palliduslarda birikmeye daha yatkın<br />

olduğu deneysel hayvan çalışmalarında gösterilen<br />

manganez, T1-ağırlıklı serilerde hiperintens<br />

sinyallere neden olur (5-7).<br />

Tedavide şelatör ajanlar (EDTA, trientin),<br />

dallanmış zincirli aminoasitler (lösin, izolösin,<br />

valin), laktuloz, antibiyotikler kullanılır.<br />

Mangandan fakir (tahıl, kuruyemiş, çay, meyve<br />

ve sebzeler) diyet önerilir. Mümkün olursa<br />

karaciğer transplantasyonu yapılabilir. Nörolojik<br />

semptomların tedavisinde mevcut bulgulara<br />

göre dopamin agonistleri, levodopa,<br />

ya da dopamin antagonistleri, tetrabenazin<br />

verilebilir (3, 8).<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ropper AH, Samuels MA. Chronic acquired (nonWilsonian)<br />

hepatocerebral degeneration. In: Adams, Victor’s<br />

editor. Principles of Neurology. Ninth Edition. New York:<br />

McGraw Hill; 2009:1099-1100.<br />

2. Ferrara J, Jankovic J. Acquired hepatocerebral degeneration.<br />

J Neurol 2009; 256:320-332.<br />

3. Romeiro FG, Américo MF, Yamashiro FS, Caramori<br />

CA, Schelp AO, Santos AC et al. Acquired hepatocerebral<br />

degeneration and hepatic encephalopathy: correlations and<br />

variety of clinical presentations in overt and subclinical<br />

liver disease. Arq Neuropsiquiatr. 2011 Jun;69(3):496-501.<br />

4. Burkhard PR, Delavelle J, Du Pasquier R, Spahr L.<br />

Chronic parkinsonism associated with cirrhosis: a distinct<br />

subset of acquired hepatocerebral degeneration. Arch Neurol<br />

2003;60:521-528.<br />

5. Lee J, Lacomis D, Comu S, et al. Acquired hepatocerebral<br />

degeneration: MR and pathologic findings. Am J Neuroradiol<br />

1998;19:485-487.<br />

6. Klos KJ, Ahlskog JE, Josephs KA, Fealey RD, Cowl<br />

CT, Kumar N. Neurologic spectrum of chronic liver failure<br />

and basal ganglia T1 hyperintensity on magnetic resonance<br />

imaging. Arch Neurology 2005;62:1385-1390.<br />

7. Klos KJ, Ahlskog J E, Kumar N, Cambern S, Butz J,<br />

Burritt M et al. Brain metal concentrations in chronic liver<br />

failure patients with pallidal T1 MRI hyperintensity. Neurology<br />

2006; 67:1984-1989.<br />

8. Wijdicks EF, Wiesner RH. Acquired (non-Wilsonian)<br />

hepatocerebral degeneration: complex management decisions.<br />

Liver Transpl 2003;9:993-994.<br />

-163-


İbrahim Gündoğmuş ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):164-166 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.703<br />

Olgu Sunumu<br />

Travma Sonrası Di̇ssosi̇yati̇f Psi̇koz: Olgu Sunumu<br />

Trauma-Induced Di̇ ssoci̇ ati̇ ve Psychosi̇ s: A Case Report<br />

İbrahi̇ m GÜNDOĞMUŞ 1 , Mustafa İSPİR 1<br />

Osman BAKKAL 1 , Ayhan ALGUL 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üsküdar, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Dissosiyasyon, bellek, bilinç, kimlik, beden temsili,<br />

algı, emosyon, motor kontrol ve davranış gibi<br />

psikolojik işlevlerin arasında ayrışma ile karakterizedir.<br />

Toplumda görülen en sık psikiyatrik hastalıklardan<br />

biri olan dissosiyatif bozukluklar, etyolojisinde<br />

genetik etkinliğin en zayıf fakat travma ve çevresel<br />

etkenlerle en fazla ilişkisi olan psikiyatrik rahatsızlıklardır.<br />

Psikotik ve dissosiyatif özelliklerin bir arada<br />

olduğu dissosiyatif psikoz; davranış, düşünce, affekt<br />

ve bilişsel işlevlerde ani başlangıçlı bir bütünlük kaybının<br />

meydana geldiği, gerçeği değerlendirmenin<br />

bozulabildiği, dissosiyatif içerikli ve kısa sürede tam<br />

iyileşebilen, travmatik etkenlerin yol açtığı bir psikozdur.<br />

Dissosiyatif psikoz tablosunda, ani başlangıç,<br />

işitsel ve görsel varsanılar, sanrılar, depersonalizasyon,<br />

dezorganize davranışlar, intihar girişimi, hafıza<br />

kaybı, çocuksu davranışlar, büyük çılgınlıklar, bağırıp<br />

çağırma, donakalım, deliryum izlenimi verecek<br />

derecede şaşkınlık ve çevresini-insanları tanımama<br />

hali, gülmeler, ağlamalar, kendisine ve çevresine zarar<br />

verme görülebilir. Ağır bir travma sonrası ortaya<br />

çıktığı düşünülen bu durum birkaç gün en fazla<br />

birkaç hafta sürebilmekte, antipsikotik ilaçlara yanıt<br />

vermemekte, kısa sürede tam remisyona ulaştığı düşünülmektedir.<br />

Ülkemizde düşünülenden daha sık görülmekte<br />

olan dissosiyatif psikoz, ruhsal bir travma<br />

sonrası bir kriz dönemi olarak da adlandırılabilir ve<br />

genellikle acil başvurusu görülür. Burada travmaya<br />

bağlı dissosiyatif psikoz olgusunu sunuyoruz.<br />

Anahtar kelimeler: dissosiatif, travma, dissosiyasyon<br />

ABSTRACT<br />

Dissociation is characterized by a disconnection<br />

between psychological functions as thoughts,<br />

perception, emotion, motor control, identity, consciousness,<br />

memory, body representation and behavior.<br />

Dissociative disorders are one of the most common<br />

psychiatric disorders in the community with the least<br />

genetic effect in etiology in contrast to the greatest<br />

association with trauma and environmental factors.<br />

Dissociative psychosis in which psychotic and dissociative<br />

features coexist; is a psychosis caused by<br />

traumatic factors, which is characterized by dissociation<br />

of a sudden onset of completeness in behavior,<br />

thought, affection and cognitive functions, disorientation<br />

of reality, dissociative content and short-lived<br />

recovery. Sudden onset, auditory and visual hallucinations,<br />

delirium, depersonalization, disorganized<br />

behaviors, suicide attempts, memory loss, childlike<br />

behavior, great madness, screaming, catatonia, delirium,<br />

crying, self-harm and harming others can be<br />

observed in the dissociative psychosis table. This<br />

condition which is believed to have emerged after a<br />

severe trauma lasts from a few days up to several weeks,<br />

does not respond to antipsychotic drugs, and is<br />

believed to achieve full remission in a short period<br />

of time. Dissociative psychosis, which is more frequently<br />

seen in our country, may be called as a crisis<br />

period after a mental trauma and is usually seen in<br />

urgent applications. Here in we are presenting a case<br />

of trauma-induced dissociative psychosis.<br />

Keywords: dissociative psychosis, Ttrauma, dissociation<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: İbrahim GÜNDOĞMUŞ, Arş. Gör. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Tıbbiye Cd. Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, Üsküdar, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 542 20 20<br />

E-Posta: dribrahim06@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 13.04.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 14.08.<strong>2017</strong><br />

-164-


İbrahim Gündoğmuş ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):164-166 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.703<br />

GİRİŞ<br />

Kelime olarak bağ kurmanın zıt anlamlısı<br />

olan dissosiyasyon, bellek, bilinç, kimlik,<br />

beden temsili, algı, emosyon, motor kontrol<br />

ve davranış gibi psikolojik işlevlerin normal<br />

olarak bütünleştirici ve birleştirici işlevlerinde<br />

değişme ya da azalma meydana gelmesidir.<br />

Toplumda görülen en sık psikiyatrik hastalıklardan<br />

olan dissosiyatif bozukluklar, etyolojisinde<br />

genetik etkinliğin en zayıf fakat travma<br />

ve çevresel etkenlerle en fazla ilişikisi olan psikiyatrik<br />

rahatsızlıklardır. Dissosiyatif bozuklukların<br />

genel olarak çocukluk çağı travmaları<br />

ile ilişkili olduğu düşüncesi her zaman kabul<br />

görmüştür. Ülkemizde kadınlarda en sık evlilik<br />

sorunları ve tacizlere bağlı olduğu, erkeklerde<br />

ise cezaevi ve askerlik koşullarına bağlı<br />

olduğu düşünülmektedir. Tahmin edilebileceği<br />

üzere yaşanılan travmalar ruhsal bozukluk ve<br />

dissosiyasyon birlikteliğine neden olabilmekte<br />

veya ruhsal bozukluğa dissosiyatif özellik katabilmektedir.<br />

Psikotik ve dissosiyatif özelliklerin<br />

bir arada bulunduğu dissosiyatif psikoz;<br />

davranış, düşünce, affekt ve bilişsel işlevlerde<br />

ani başlangıçlı bir bütünlük kaybının meydana<br />

geldiği, gerçeği değerlendirmenin bozulabildiği,<br />

dissosiyatif içerikli ve kısa sürede tam<br />

iyileşebilen, travmatik etkenlerin yol açtığı bir<br />

psikozdur. Dissosiyatif psikoz tablosunda, ani<br />

başlangıç, işitsel ve görsel varsanılar, sanrılar,<br />

depersonalizasyon, dezorganize davranışlar,<br />

intihar girişimi, hafıza kaybı, çocuksu davranışlar,<br />

büyük çılgınlıklar, bağırıp çağırma, donakalım,<br />

deliryum izlenimi verecek derecede<br />

şaşkınlık ve çevresini-insanları tanımama hali,<br />

gülmeler, ağlamalar, kendisine ve çevresine zarar<br />

verme görülebilir. Ağır bir travma sonrası<br />

ortaya çıktığı düşünülen bu durum birkaç gün<br />

en fazla birkaç hafta sürebilmekte, antipsikotik<br />

ilaçlara yanıt vermemekte, kısa sürede tam remisyona<br />

ulaştığı düşünülmektedir.<br />

Yazımızda askerlik sırasında yaşanılan bir travma<br />

sonrası kliniğimize dissosiyatif psikozla getirilen<br />

bir olguyu tartışıyoruz.<br />

OLGU<br />

psikiyatri polikliniğinde konversiyon bozukluğu<br />

tanısı konulmuş. Ertesi gün yastığının altında<br />

bıçak bulunan hasta koğuş arkadaşlarından<br />

çok korktuğunu ve yaklaşırlarsa bu bıçakla<br />

onlara saldıracağını söylemiş. Elinden bıçak<br />

alınmak istendiğinde kendini öldürmeyi düşündüğünü<br />

söyleyip ağlamaya başlamış. Tekrar<br />

hastaneye götürülmeye ikna edilemeyince<br />

ailesi çağrılmış. Bu süre içinde hastanın davranışları<br />

ve konuşmaları adeta 5-6 yaşındaki<br />

çocuklar gibi olmuş. Ailesini gördüğünde ‘’siz<br />

kimsiniz, neden geldiniz?’’ gibi sorular sorarak<br />

onları tanımamış. Hasta ailesiyle birlikte ileri<br />

tetkik, tanı ve tedavi amaçlı İstanbul’da bulunan<br />

kliniğimize sevk edilmiş. Geldiğinde sorulan<br />

her soruya ‘‘o ne demek’’ diye cevap veriyor,<br />

arkadaşlarının kendisine zarar vereceğini<br />

söylüyor, küçük bir çocuk gibi konuşuyor ve<br />

davranıyor, kendi kendine konuşuyor, kulağına<br />

emir veren sesler geldiğini, on yaşında olduğunu<br />

ve bir günlük asker olduğunu söylüyordu.<br />

Dezorganize konuşma ve davranışlar, homisidal<br />

ve suisidal düşünceleri olduğu için kapalı<br />

kliniğimize yatışı yapıldı.<br />

İki kardeşten büyüğü olan hastanın büyüme ve<br />

gelişmesinde sorun olmamış, ailesinde psikiyatrik<br />

hastalık öyküsü yokmuş, ara ara tamirat<br />

işleri yapıyormuş, atölyeye çevirdiği bir yerde<br />

kendi kendine çalışmalar yapıyormuş. Hastanın<br />

fizik muayenesinde vital bulguları, nörolojik<br />

muayene ve diğer sistem muayeneleri, laboratuvar<br />

bulguları normaldi.<br />

Ruhsal durum muayenesinde ayakta ve yaşından<br />

küçük, şaşkın görünümdeydi. Göz teması<br />

kuruyor. Genel hijyeni kötüydü, saçları dağınık,<br />

çevresindekilere karşı çekingen bir tutum<br />

sergilemekle birlikte sağlık ekibine devamlı<br />

buradan sıkıldığını ve taburcu zamanını soruyordu.<br />

Konuşma çocuksu özellikler göstermekte,<br />

zaman zaman duraksamalar olmaktaydı.<br />

Monoton bir ses tonuna sahipti. Mizacı sıkıntılı-çocuksu,<br />

mimik ve jestleri mizacı ile uyumlu,<br />

algılamada işitsel halisünasyonları mevcut,<br />

gerçeği değerlendirme yetisi ve yargılaması<br />

bozulmuş, düşünce içeriğinde perseküsyon ve<br />

referans hezeyanları mevcuttu.<br />

Otuz yaşında, erkek, bekâr, meslek yüksekokul<br />

mezunu, işsiz, üç aydır İzmir’de askerlik<br />

yapan hasta, hafıza kaybı, kimseyi tanımama,<br />

kendisine zarar geleceği düşüncesi ve çocuksu<br />

davranışları olduğu için ailesiyle birlikte<br />

psikiyatri kliniğimize başvurdu. Hastanın ilk<br />

şikayetleri yedi gün önce koğuş arkadaşlarının<br />

yaptığı ağır şakalar, tehditler ve korkutmalar<br />

sonrası unutkanlık, içe kapanma ve uykusuzlukla<br />

başlamış. Bu şikayetlerle götürüldüğü<br />

İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

-165-<br />

Hastanın kapalı kliniğimize yatışından sonra<br />

yapılan rutin laboratuvar tetkiklerinde patoloji<br />

saptanmadı. Psikometrik testlerinde SANS:67,<br />

SAPS:39 olarak değerlendirildi. Çekilen beyin<br />

MR ve EEG tetkikleri normaldi. Daha önce ilaç<br />

kullanımı olmayan hastanın tedavisi diazepam<br />

10 mg/gün olarak düzenlendi. Yatış sırasında<br />

intamuskuler olarak yapılan 5mg haloperidolden<br />

başka herhangi bir antipsikotik verilmeyen<br />

hastanın kliniği dramatik bir şekilde düzeldi.<br />

Takiplerinde herhangi bir dissosiyatif ve


İbrahim Gündoğmuş ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):164-166 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.703<br />

psikotik bir bulgusu kalmayan hastanın tedavisi<br />

diazepam 10mg/gün azaltılarak sonlandırıldı.<br />

Yatışının dördüncü gününde sertralin 50<br />

mg/gün tedavisi ve 1 ay istirahat verilerek salah<br />

ile taburcu edildi.<br />

TARTIŞMA<br />

Daha önceden herhangi bir ruhsal yakınması<br />

olmayan genç erkek hasta yaşadığı travma<br />

sonrası hem psikotik, hem bilişsel belirtiler<br />

içeren akut başlangıçlı bir tablo ile kliniğimize<br />

başvurmuştur. İncelemelerde organik bir neden<br />

bulunamayan hasta hiçbir kalıntı belirti ve<br />

yıkım olmadan dört gün içerisinde tamamen<br />

düzelmiştir. Hastanın öykü, klinik muayene ve<br />

takibi sonucu DSM-V tanı kriterlerine göre şizofreni,<br />

bipolar duygudurum bozukluğu, akut<br />

psikotik atak, şizoaffektif bozukluk, sanrılı<br />

bozukluk, madde kullanımına bağlı psikotik<br />

bozukluk ve organik psikotik bozukluk dışlanmıştır.<br />

Tanı sistemleri incelendiğinde bu klinik<br />

görünüm, başlangıç ve seyir özellikleri, tedavi<br />

yanıtını içine alacak biçimde bütüncül olarak<br />

tanımlanamamaktadır.<br />

Ülkemizde düşünülenden daha sık görülmekte<br />

olan dissosiyatif psikoz, etyolojik açıdan çocukluk<br />

çağı travmatik yaşantılarına bağlı olarak<br />

ortaya çıkan kronik post-travmatik stres<br />

bozukluğu ile birlikte psikotik özelliklerin bir<br />

arada bulunmasıdır. Ruhsal bir travma sonrası<br />

bir kriz dönemi olarak da adlandırabileceğimiz<br />

dissosiyatif psikoz genellikle acil başvurusu ve<br />

çoğu zaman kapalı klinik yatışı ile görülür. Antipsikotik<br />

tedaviye gerek olmaksızın rezidüel<br />

hiçbir kalıntı belirti ve yıkım bırakmadan aniden<br />

düzelme ile sonuçlanır.<br />

Tahminlerimize göre hospitalizasyon sırasında<br />

çevreden uzaklaştırmanın tedaviye etkisi<br />

büyüktür. Hastanın stabilizasyonu sağlanırken<br />

travmatik ortam ve sürecin hastayı etkilemesi<br />

ile ilgili önlemler almak yerinde olacaktır. Hasta<br />

anksiyolitik, sedatif ve antipsikotik ilaçlarla<br />

desteklenmekten fayda görecektir. Araştırmacılara<br />

göre diğer dissosiyatif bozukluklarda<br />

olduğu gibi akut dönem sonrası tecrübeli klinisyenlerce<br />

yapılacak dinamik temelli ayaktan<br />

yoğun bireysel psikoterapi faydalı olacaktır.<br />

DSM tanı sisteminin bir parçası olmayan dissosiyatif<br />

psikoz tanısı, çok eski tarihlerden beri<br />

bilinmektedir. Vakamız resmiyette başka türlü<br />

adlandırılamayan (BTA) psikoz olarak geçiyor<br />

olsa da aslında dissosiyatif psikoz tanı kriterlerini<br />

taşımaktadır ve vakamızın klinik özelliklerinin<br />

dissosiyatif psikoz tanısı ile daha iyi tanımlanabileceği<br />

düşünülebilir. Vakamız bugün<br />

için bütüncül bakış açısının korunabilmesi için<br />

nadiren de olsa tanı sistemlerinin dışına çıkılabileceğini<br />

gösteren bir örnektir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Sar V, Akyuz G, Dogan O. Prevalence of dissociative<br />

disorders among women in the general population. Psychiatry<br />

Res. 2007;149(1-3):169-76.<br />

2. Yazıcı I. İstanbul Üniversitesi Yayınları Psikiyatri.<br />

2009, İstanbul.<br />

3. Van der Hart O, Horst R. The dissociation theory of<br />

Pierre Janet. J Trauma Stress. 1989: 2(4);1-11.<br />

4. Şar, V. Dissociative depression: A common cause of<br />

treatment resistance. In: Female Turkish Migrants with Recurrent<br />

Depression. Studia. 2011:112-124.<br />

5. Akyuz G. Frequency of dissociative identity disorder<br />

in the general population in Turkey. Compr Psychiatry.<br />

1999: 40(2);151-9.<br />

-166-


Arzu Atıcı ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):167-170 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.687<br />

Derleme<br />

Ankilozan Spondilitte Laboratuar Bulguları<br />

Laboratory Findings of Ankylosing Spondylitis<br />

Arzu ATICI 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Ankilozan spondilit, sakroiliak eklemler ve omurga<br />

tutulumu ile karakterize spondilartropati grubundan sistemik<br />

inflamatuar bir hastalıktır. Hastalığın semptomları<br />

sıklıkla geç adolesan veya erken erişkin dönemde başlar.<br />

Tanı klinik, laboratuar ve radyolojik bulgulara dayanır.<br />

AS için spesifik laboratuar testleri yoktur. Ancak hastalık<br />

aktivitesini değerlendirmek için akut faz reaktanları,<br />

sınıflama için ise HLA B-27 sıklıkla kullanılmaktadır. Bu<br />

makalede ankilozan spondilitte kullanılan laboratuar<br />

bulguları tartışılacaktır.<br />

Anahtar Kelimeler: ankilozan spondilit, laboratuar testler,<br />

CRP, HLA-B27<br />

ABSTRACT<br />

Ankylosing spondylitis is a systemic chronic inflammatory<br />

disease that mainly affects the sacroiliac joint<br />

and spine. It is a type of spondyloarthritis. Symptoms<br />

usually start at late adolescent or early adult period. Diagnosis<br />

is based on a combination of clinical, laboratory<br />

and radiology findings. There is no specific diagnostic<br />

laboratory test, but acute phase reactants indicate disease<br />

activity and classification criteria include HLA-B27<br />

test. Laboratory findings of ankylosing spondylitis is<br />

discussed in this article.<br />

Keywords: ankylosing spondylitis, laboratory tests,<br />

CRP, HLA-B27<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Arzu ATICI, Uzm. Dr.<br />

Yazışma Adresi: Sağlık Bilimleri Ünv., Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, E-5 Karayolu Üzeri, İçerenköy, Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

E-Posta: arzususinatici@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 21.03.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 08.06.<strong>2017</strong><br />

GİRİŞ<br />

Ankilozan spondilit (AS), kendine özgü<br />

klinik, fizyopatolojik, radyografik ve genetik<br />

özellikleri olan etyolojisi kesin olarak bilinmeyen,<br />

sakroiliak ve omurga eklem tutulumu<br />

ile karakterize kronik romatizmal bir hastalıktır<br />

(1). İnflamatuar bel ağrısı ile karakterizedir.<br />

Omurgada kısıtlılık ve fiziksel fonksiyon kaybına<br />

yol açacağı için erken tanı ve tedavisi oldukça<br />

önemlidir. Tanı klinik, muayene ve radyolojik<br />

bulgularla konulmaktadır. Daha sonra<br />

Assessement of Spondyloarthritis International<br />

Society (ASAS) tarafından tanımlanan ASAS<br />

aksiyal spondilartrit sınıflama kriterleriyle laboratuar<br />

bulgusu olarak CRP ve HLA-B27 de<br />

değerlendirmeye katılmıştır (2). Ayrıca akut faz<br />

reaktanlarından sedimentasyon ve CRP hastalık<br />

aktivitesi izleminde sıklıkla kullanılmaktadır.<br />

Kronik hastalık olması ve diğer organ tutulumlarına<br />

bağlı olarak hematolojik ve biyokimyasal<br />

bulgular saptanabilir. Ayrıca günümüzde<br />

çeşitli biyolojik belirteçler de araştırılmaktadır.<br />

Hemogram, Biyokimya ve Otoantikorlar:<br />

Bazı şiddetli vakalarda orta derecede normositer<br />

anemi ve trombositoz görülebilir (3).<br />

Periferik kandaki lökositlerin sayısı normaldir.<br />

Kemik kaynaklı serum ALP düzeyi bazı hastalarda<br />

orta derecede yükselebilir (1, 4). Kreatin<br />

kinazda hafif artış olabilir, ancak hastalık<br />

aktivitesi ile ilişkili değildir (5). Renal tutulum<br />

olursa üre, kreatinin değerleri yükselebilir ve<br />

idrar tetkikinde proteinüri veya hematüri saptanabilir<br />

(6). RF negatiftir ya da normal toplumdakine<br />

benzer düşük titrede pozitif olabilir.<br />

Otoantikorlar genellikle negatiftir. Serum<br />

kompleman düzeyleri normal ya da artmış olabilir.<br />

Serum Ig A düzeyleri hastaların çoğunda<br />

artmaktadır ve akut faz reaktanlarıyla, hastalık<br />

aktivitesiyle ve periferik eklem tutulumuyla<br />

korelasyon göstermektedir (1).<br />

-167-


Arzu Atıcı ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):167-170 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.687<br />

Akut faz reaktanları:<br />

Akut faz yanıtı, inflamasyon, doku hasarı,<br />

bakteriyel enfeksiyon, malignite, travma ve<br />

cerrahi işlemler sonrasında ortaya çıkan nonspesifik<br />

bir reaksiyondur. Hem akut hem de süregelen<br />

inflamasyonun yansımasıdır. Akut faz<br />

proteinleri, aktive olmuş monosit, makrofaj,<br />

endotel hücreleri ve diğer hücreler tarafından<br />

salınan IL-6, IL-1 ve TNF gibi sitokinler tarafından<br />

uyarılır ve hepatositler tarafından üretilirler<br />

(7). Pozitif reaktanlar yani inflamasyon<br />

sırasında artan en önemli akut faz proteinleri:<br />

CRP, Fibrinojen, alfa1-antitripsin, haptoglobulin,<br />

seruloplazmin, serum amiloid protein A ve<br />

özellikle kompleman 3 başta olmak üzere değişik<br />

kompleman komponentleridir. Negatif akut<br />

faz reaktanlarından başlıcaları ise albumin,<br />

transferin, alfa-fetoprotein, transtretin sayılabilir<br />

(8, 9).<br />

Akut faz proteinleri patojenlerin fonksiyonlarını<br />

kolaylaştırır ve inflamatuar hücrelerden<br />

salınan proteolitik enzim ve serbest oksijen<br />

radikallerini inhibe ederek, doku hasarını önler<br />

ve hasar gören dokuların onarımına katkıda<br />

bulunurlar (10).<br />

Sedimentasyon (ESH): Akut faz proteinlerindeki<br />

artışı indirek olarak gösteren bir yöntem<br />

olsa da günümüzde hala çok yaygın olarak<br />

kullanılan bir tetkiktir. 0.4 cc sitrat ile 1.6 cc<br />

kan karıştırılır ve bu karışımdaki eritrositlerin<br />

200mm’lik Westergreen tüpündeki 1 saatte<br />

çökme miktarı olarak ölçülür. Erkeklerde<br />

15mm/h, kadınlarda 20mm/h’e kadar normal<br />

kabul edilir. ESH yaşla birlikte artar. Ayrıca<br />

cinsiyet, tokluk, gebelik gibi çeşitli faktörlerden<br />

etkilenir. Saklanmış örneklerde bakılamaz<br />

(10). Plazma fibrinojen düzeyinin yükselmesi<br />

eritrositlerin agregasyonu ile eritrosit sedimentasyon<br />

hızında (ESH) artışa yol açar (11). Alfa2<br />

makroglobulin ve immünglobulinler gibi çeşitli<br />

proteinlerin arttığı mono ve poliklonal gamapati<br />

durumlarında ve eritrosit düzeyi azaldığında<br />

ESH yükselir. Orak hücreli anemi, polisitemi,<br />

sferositoz, hepatik ve kardiyak yetmezlikte ise<br />

ESH azalır (10).<br />

C-reaktif protein (CRP): CRP’ye bu isim, Streptococcus<br />

pneumoniae’nın C-polisakkaridini<br />

presipite edebildiği için verilmiştir (12). Gelişimini<br />

yüzmilyonlarca yıl korumuş, 23-kD<br />

subünitlerine non-kovalent olarak bağlanan 5<br />

benzer subunit içeren bir pentamerdir. Tüm insanların<br />

plazmasında eser miktarda mevcuttur<br />

(12). CRP, infeksiyonun, travmanın, inflamatuar<br />

romatizmal ve malign hastalıkların yol açtığı<br />

inflamasyonu en iyi gösteren ve en yaygın<br />

kullanılan testtir. CRP’nin sentezi esas olarak<br />

Matrixmetalloproteinazları (MMP) ve Metalloproteinazların<br />

doku ihibitörleri (TIMP):<br />

Kronik artritlerin patolojik özelliği ekstrasellülermatriks<br />

(ESM) komponentlerinin degradasyonudur.<br />

-168-<br />

karaciğerde, inflamasyon olan dokudan salgılanan<br />

başta IL-6 olmak üzere sitokinlerin etkisi<br />

ile gerçekleşir (12). Serum CRP düzeyleri radioimmunassay,<br />

enzim immunoassay ve lazer<br />

nefelemetri ile mg/dl, mg/L veya microgram/<br />

ml olarak ölçülebilir (7). Sağlıklı genç bireylerde<br />

serum CRP düzeyi ortalama 1 mg/L’dir (14).<br />

ESH ve CRP AS hastalarının %50-70’inde<br />

yüksek bulunmaktadır (15). Periferik eklem<br />

tutulumu veya inflamatuar barsak hastalığı ile<br />

birlikte olanlarda ESH ve CRP daha çok yükselmektedir<br />

(16). Yüksek serum CRP düzeylerinin<br />

sakroiliit progresyonunda güçlü pozitif<br />

bir gösterge olduğu da saptanmıştır (3).<br />

Serum Amiloid A (SAA): Bir apolipoproteindir.<br />

Primer sentez yeri karaciğerdir, ancak ekstrahepatik<br />

üretim de bildirilmiştir. SAA sentezinin<br />

başlatılmasında öncelikle IL-1 ve IL-6 olmak<br />

üzere çeşitli sitokinler ve TNF rol oynamaktadır.<br />

Ekstrasellüler matriksi parçalayan enzimleri<br />

uyarır ve inflamatuar hücrelerin inflamasyon<br />

bölgesine kemotaksisini sağlar.<br />

Amiloidozda depolanan Amiloid A proteininin<br />

prekürsörüdür. SAA düzeylerinde artan yaşla<br />

birlikte değişiklik saptanmamıştır. Enfeksiyöz<br />

veya nonenfeksiyöz inflamasyonda 6-8 saat<br />

içinde normal değerlerini 1000 katına çıkabilmektedir.<br />

CRP’ye göre daha erken ve daha hızlı<br />

yükselmektedir (8).<br />

Yapılan bir çalışmada AS hastalarında SAA düzeylerindeki<br />

artışın ESR, CRP ve klinik aktivite<br />

skoru BASDAI ile önemli korelasyon gösterdiği<br />

saptanmıştır (17). Başka bir çalışmada<br />

ise inflamatuar markerlardan özellikle CRP ve<br />

SAA’nın etanercept ve infliximab tedavisi alan<br />

AS hastalarında inflamasyonun izleminde faydalı<br />

olduğu gösterilmiştir (18). ESH, CRP gibi<br />

inflamatuar hastalık markerları AS hastalarının<br />

çoğunda yükselse de tüm hastalarda artış olmamaktadır<br />

ve hastaların semptomlarıyla ve radyolojik<br />

progresyonla her zaman korelelasyon<br />

göstermemektedir. Bundan dolayı bu markerlar<br />

AS hastalık aktivitesini izlemde her zaman yardımcı<br />

olamamaktadırlar (3). Bu da hastalık aktivitesi<br />

ve tedaviye cevabın değerlendirilmesi<br />

için daha kesin belirteçlerin gerekliliğini ortaya<br />

koymaktadır. Günümüzde bu amaçla çeşitli biyolojik<br />

belirteçler araştırılmaktadır.<br />

Biyolojik Belirteçler:


Arzu Atıcı ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):167-170 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.687<br />

MMP’lerin ekstrasellülermatriksin degradasyon<br />

ve remodeling sürecinde önemli rolleri vardır<br />

ve normal fizyolojik sürecin yanı sıra birçok<br />

artrit, kanser ve kardiyovasküler hastalık gibi<br />

patolojik süreçlerde de rol oynarlar. MMP’ler<br />

artriti olanlarda fibroblastlar, makrofajlar, sinovyal<br />

hücreler, endotelyal hücreler, nötrofiller<br />

ve kondrositler tarafından IL-1, TNF alfa gibi<br />

proinflamatuar sitokinlerin uyarılmasına yanıt<br />

olarak salgılanır. MMP aktivitesi alfa-2 makrogobulinler<br />

ile TIMP gibi inhibitörler tarafından<br />

regüle edilir. MMP ve inhibitörleri arasındaki<br />

dengenin bozulması inflame eklemde Ekstra-<br />

Sellüler Matriks (ESM) degradasyonu ile sonuçlanır<br />

(19, 20).<br />

MMP ve TIMP serum düzeylerinin hastalık aktivitesini<br />

saptamada klinik yararı araştırılan, 42<br />

AS hastası ve 20 sağlıklı bireyde yapılan bir çalışmada,<br />

MMP’ler arasında sadece MMP3’ün<br />

düzeyi sağlıklı kontrol grubuna göre yüksek<br />

bulunmuştur. Ayrıca MMP3 düzeyi ile BAS-<br />

DAI arasında da pozitif korelasyon saptanmış<br />

ve korelasyon 1 yıllık izlemde devam etmiştir.<br />

MMP3’ün AS’de yüksek hastalık aktivitesinin<br />

belirlenmesinde sedimentasyon ve CRP’ye<br />

göre daha hassas olduğu saptanmıştır (21).<br />

Sitokinler:<br />

Makrofaj koloni stimüle edici faktör (M-CSF):<br />

AS hastalarında M-CSF’nin rolü araştırılmıştır.<br />

Yapılan bir çalışmada 41 AS hastasında serum<br />

M-CSF düzeyi sağlıklı kontrollere göre anlamlı<br />

olarak yüksek bulunmuş. Ayrıca serum M-CSF<br />

düzeyleri ile BASDAI, sedimentasyon ve serum<br />

IgA düzeyleri arasında anlamlı korelasyon<br />

saptanmıştır (19).<br />

IL-6: Serum IL-6 seviyelerinin AS’li hastalarda<br />

sağlıklı bireylere göre daha yüksek olduğu<br />

bilinmektedir (22). Aktif hastalığı olanlarda<br />

IL-6 düzeyinin daha da yüksek olduğu saptanmıştır<br />

(23). Çeşitli araştırmalarda IL-6 ile<br />

ESH, trombosit sayısı, tutukluk (vizuel analog<br />

skor), BASDAI, fiziksel mobilite düzeyi gibi<br />

parametreler arasında korelasyon bulunmuştur<br />

(20). Multipl regresyon analizleri göstermiştir<br />

ki IL-6 düzeyindeki erken azalma, BASDAI<br />

skorundaki ve spinal magnetik rezonans görüntüleme<br />

(MRG) aktivite düzeyindeki iyileşme<br />

ile önemli derecede ilişki bulunmaktadır (24).<br />

Kartilaj ve Kemik Biyolojik Belirteçleri: Artiküler<br />

katrilaj başlıca proteoglikan agrekanla<br />

kompleks yapmış Tip II kollajen fibrillerden<br />

oluşur. Dejeneratif ve inflamatuar eklem hastalığında<br />

Tip II kollajenin ayrılmasıyla neopitoplar<br />

oluşur. C2C ve C1, 2C neoepitopları degradasyon<br />

belirteci olarak kabul edilmektedir.<br />

-169-<br />

Tip II kollejen sentezi, kartilajda TipII kollajen<br />

C-propeptid (CPII) ile direk orantılıdır.<br />

CPII/2C oranı tip II kollajen sentez ve degradasyon<br />

dengesini yansıtır. Esas kartilajproteoglikanı<br />

olan agrekandır. Agrekan döngüsündeki<br />

artışı aggrekanepitopu (846) yansıtır (20, 25).<br />

Yapılan bir çalışmada AS’li hastalarda serum<br />

CPII, CPII/C2C oranı, agekan 846 epitopu sağlıklı<br />

kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek<br />

bulunmuştur ve CPII/C2C oranının CRP<br />

düzeyleri ile korele olduğu gösterilmiştir. Serum<br />

CPII ve 846 epitopunun hyalin kıkırdak ve<br />

intervertebral disklerdeki biyosentez döngüsü<br />

ile ilişkili olabileceği ve enkondral ossifikasyonun<br />

sonucu olan progresif kemik formasyonunu<br />

yansıtabileceği bildirilmiştir (26).<br />

Genetik Testler:<br />

Patogenezinde genetik etmenlerin en fazla<br />

rol oynadığı romatizmal hastalık olan AS ile<br />

ilgili olarak çok sayıda HLA ve HLA dışı gen<br />

araştırılmıştır. Artık AS ile en güçlü ilişkinin<br />

HLA-B27 genleri arasında olduğu bilinmektedir.<br />

HLA B27, MHC sınıf I moleküllerinin HLA-B<br />

allelidir ve AS için genetik sorumluluk taşıyan<br />

belirteçlerin en iyi tanınanıdır (27). AS hastalarında<br />

% 74-89 oranında HLA-B27 pozitiftir.<br />

HLA B-27 pozitif bireylerde AS için risk %2-10<br />

arasındadır (28). Bu da göstermektedir ki HLA<br />

B-27 AS için oldukça sensitiftir, ancak spesifitesi<br />

düşüktür. AS HLA B-27 yokluğunda da<br />

oluşabileceği için rutin taramada kullanılması<br />

uygun değildir (1). Ancak ASAS sınıflama kriterlerine<br />

göre kliniğin olduğu ancak radyolojik<br />

olarak sakroileit saptanmadığı durumlarda<br />

önem taşımaktadır (28).<br />

HLA B27’nin 140’tan daha fazla alt tipi tespit<br />

edilmiştir (27). Hepsi AS ile ilişkili değildir.<br />

AS ile ilişkisi olan alt tiplerin en sık rastlanılanı<br />

HLA-B*27:05, B27:01, B*27:02, B*27:04 ve<br />

B*27:07’dir (27). Bazı bulgular HLA-B27 pozitif<br />

hastalarda, negatif olanlara göre hastalığın<br />

daha şiddetli olabileceğini göstermekle birlikte<br />

bu konuda yeterli çalışma bulunmamaktadır<br />

(29).<br />

Genetik çalışmalar sonucu AS’in, HLA<br />

B-27’den başka HLA-B40, HLA-B51,<br />

HLA-B7, HLA-A2 ve HLA-DRB1’in de AS<br />

için predispozan faktör olduğu gösterilmiştir<br />

(30).<br />

Sinovyal Sıvı Analizi: Ankilozan spondilitte<br />

periferik eklem tutulumu varlığında eklemden<br />

yapılan sinovyal sıvı analizi, diğer inflamatuar<br />

artritlerden farklılık göstermemektedir.


Arzu Atıcı ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (3):167-170 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.10.687<br />

Normal sinovyal sıvı berrak, renksiz veya açık<br />

sarı ve akışkandır. Efüzyonun bulanık olması<br />

inflamatuar hücrelerin varlığını gösterir. İnflamatuar<br />

artritlerde sinovyal sıvının akışkanlığı<br />

azalır. 2000-50000 hücre/mm 3 inflamatuar olarak<br />

tanımlanır (31).<br />

Solunum Fonksiyon Testleri: AS’de göğüs<br />

ekspansiyonunda azalma akciğer kapasitesinde<br />

dispneye yol açacak kadar azalmaya sebep<br />

olmaz. Diyafragmatik katılımda artma yeterli<br />

ventilasyonu sağlayabilir. Ancak nadiren de<br />

olsa AS hastalarında parankim ve plevral tutulum<br />

olabilir ve parankimal tutulumla ilişkili<br />

olarak restriktif akciğer hastalığı görülebilir<br />

(5). Böyle hastalarda SFT’de vital kapasitede<br />

azalma ve fonksiyonel rezidüel volümde artış<br />

saptanır (15).<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Kamanlı A, Gülkesen A. Ankilozan spondilit ve romatoid<br />

artritin sistemik karşılaştırması. Türkiye Klinikleri J Immunol<br />

Rheumatol-Special Topics 2011;4 (1):89-98.<br />

2. Rudwaleit M, Van der Heijde D, Landewe R, Listing J, Akkoc<br />

N, Brandt J, et al. The development of assessment of spondyloarthritis<br />

international society classification criteria for axial<br />

spondyloarthritis (part II): validation and final selection. Ann<br />

Rheum Dis 2009;68 (6):777-83.<br />

3. Ehrenfeld M. Spondyloarthropathies. Best Practice&Research<br />

Clin Rheum 2012;26: 135-145.<br />

4. Kabasakal Y. Spondilartritler. Gümüşdiş G, Doğanavşargil E.<br />

Klinik Romatoloji. İstanbul: Deniz matbaası; 1999. sy:147-159.<br />

5. Özgöçmen S. Ankilozan spondilitin klinik ve laboratuar<br />

bulguları. Romatoloji. Ed. Ataman Ş, Yalçın P. Ankara: NM &<br />

Medikal Nobel Tıp Kitabevi; 2012. sy:583-596.<br />

6. Çeliker R. Ankilozan spondilit klinik özellikleri. Romatizma<br />

2000;15: 15-21.<br />

7. Doğan ŞK, Tur BS. Akut faz proteinleri. Romatoloji. Ed. Ataman<br />

Ş, Yalçın P. Ankara: NM & Medikal Nobel Tıp Kitabevi<br />

2012. sy: 201-208.<br />

8. Batırel A, Gençer S, Özer S. Enfeksiyon göstergesi olarak akut<br />

faz reaktanları: CRP ve Serum amiloid A (SAA). Kartal Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi Tıp Dergisi 2003; 14(3):220-224.<br />

9. Singh NK, Varshney AN, Meena RP. Serum amyloid A as a<br />

sensitive marker of disaese activity in rheumatic diseases. Internet<br />

Journal of Rheumatology and Clinical Immunology 2014;<br />

2(S1):1-6.<br />

10. Keser G. Romatolojik hastalıkların tanısında hematolojik,<br />

biyokimyasal ve seroimmünolojik incelemeler. Gümüşdiş G,<br />

Doğanavşargil, editörler. E. Klinik Romatoloji. İstanbul: Deniz<br />

Matbaası, 1999. sy: 147-159.<br />

11. Wilk AS, Fritzler MJ. Romatizmal hastalıklarda laboratuar<br />

testler. Çev. Ed. Arasıl T . Ankara: Rotatıp Kitabevi 2011. sy:<br />

219-237.<br />

12. Yücel AE. C-Reaktif Protein ve diğer akut faz proteinlerinin<br />

klinik kullanımı. Türkiye Tıp Dergisi 2004; 11(1): 42-52.<br />

13. Ballou SP, Kushner I. İnflamasyonun laboratuar<br />

değerlendirmesi. Çev. Ed. Arasıl T. Kelley Romatoloji, Ankara:<br />

Güneş Kitabevi 2006. sy: 720-727.<br />

-170-<br />

14. Hutchinson WL, Koenig W, Fröhlich M, Sund M, Lowe G,<br />

Pepys MB. Immunoradiometric assay of circulating C-reactive<br />

protein: age-related values in the adult general population.<br />

Clin Chem 2000 ;46(7): 934–38.<br />

15. J Sieper, J Braun, M Rudwaleit, A Boonen, A Zink. Ankylosing<br />

spondylitis: an overview. Extended report. Ann Rheum<br />

Dis 2002;61(Suppl III):iii8–iii18<br />

16. Zochling J, Braun J. Assesment of ankylosing spondylitis.<br />

Clin Exp Rheumatol 2005; 23(Supp 39):133-41.<br />

17. Lange U, Boss B, Teichmann J, Klor HU, Neeck G. Serum<br />

amyloid A: an indicator of inflammation in ankylosing spondylitis.<br />

Rheumatol Int. 2000;19:119–22.<br />

18. de Vries MK, van Eijk IC, van der Horst-Bruinsma IE,<br />

Peters MJ, Nurmohamed MT, Dijkmans BA, Hazenberg BP,<br />

Wolbink GJ. Erythrocyte sedimentation rate, C-reactive protein<br />

level, and serum amyloid A protein for Patient selection<br />

and monitoring of anti–tumor necrosis factor treatment in ankylosing<br />

spondylitis. Arthritis Rheum 2009; 61(11): 1484–90.<br />

19. Chen CH, Yan Yu DT, Chou CT. Biomarkers in spondyloarthropathies.<br />

In: Lopez- LarreaC,Diaz-Pena R, eds. Molecular<br />

mechanism of spondyloarthropathies. Landes Bioscience and<br />

Springer Science + Business Media, 2009. p.122-32.<br />

20. Bodur H. Ankilozan spondilitte biyolojik belirteçler. Türkiye<br />

Klinikleri J Immunol Rheumatol-Special Topics 2011;4(1):23-<br />

7.<br />

21. Chen CH, Lin KC, Yu DTY, Yang C, Huang F, Chen HA<br />

et al. Serum matrixmetallo proteinases and tissue inhibitors of<br />

metalloproteinases in ankylosing spondylitis: MMP-3 is a reproducibly<br />

sensitive and specific biomarker of disease activity.<br />

Rheumatology 2006;45 (4):414–420<br />

22. Bal A, Ünlü E, Bahar G, Aydoğ E, Ekşioğlu E, Yorgancıoğlu<br />

R. Comparison of serum IL-1β, sIL-2R, IL-6, and TNF-α levels<br />

with disease activity parameters in ankylosing spondylitis. Clin<br />

Rheumatol, 2007;26:211-215.<br />

23. Gratacos J, Collado A, Pons F, Osaba M, Sanmartı R,<br />

Roque M, Larrosa M, J. Munoz-gomez. Significantloss of bone<br />

mass in patients with early, active ankylosing spondylitis. Arthritis<br />

Rheum 1999; 42 (11): 2319–2324.<br />

24. Visvanathan S, Wagner C, Marini JC, Baker D, Gathany<br />

T, Han J, et al. Inflammatory biomarkers, disease activity and<br />

spinal disease measures in patients with ankylosing spondylitis<br />

after treatment with infliximab. Ann Rheum Dis 2008; 67:511-<br />

7.<br />

25. Vlam K. Soluble and tissue biomarkers in ankylosing spondylitis.<br />

Best Practice&Research Clinical Rheumatology 2010<br />

(24); 671-682.<br />

26. Kim TH, Stone M, Payne U, Zhang X, Ionescu M, Lobanok<br />

T, King L, Poole AR, Inman RD. Cartilage biomarkers<br />

in ankylosing spondylitis relationship to clinical variables and<br />

treatment response. Arthritis Rheum. 2005; 885-891.<br />

27. Kaya T. Ankilozan spondilitte etiyoloji ve patogenez, Ataman<br />

Ş, Yalçın P, editörler. Romatoloji. Ankara: NM & Medikal<br />

Nobel Tıp Kitabevi. Sy: 575-582.<br />

28. Taurog JD, Chhabra A, Colbert R. Ankylosing spondylitis<br />

and axial spondyloarthritis. N Engl J Med 2016; 374:2563-<br />

2574.<br />

29. Maksymowych WP. Ankilozan spondilitin etiyolojisi, patogenezi<br />

ve patolojisi. Çev.Ed.Arasıl T. Ankara: Rotatıp Kitabevi<br />

2011. sy: 1115-1129.<br />

30. Sieper J, Poddubnyy D. Axial spondyloarthritis. Lancet<br />

<strong>2017</strong>. doi.org/10.1016/S0140-6736(16)31591-4.<br />

31. Wise C. Eklem ve yumuşak dokuların artrosentez ve<br />

enjeksiyonları. Çev.Ed.Arasıl T. KelleyRomatoloji. sy:692-709.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!