29.12.2017 Views

Metod Dergi - Ocak 2018

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Metod</strong>ergi<br />

1


METODERGİ<br />

okul dergisi<br />

4<br />

6<br />

8<br />

İÇİNDE NE VAR?<br />

OCAK <strong>2018</strong> - SAYI 9<br />

Editör<br />

Gaye Toklu<br />

Grafik Tasarım<br />

Damla Sönmez<br />

NEDEN<br />

METOD?<br />

ULUSLARARASI<br />

OKUL OLMAK<br />

SINAV<br />

KAYGISI<br />

10 12<br />

14<br />

İNGİLİZCE<br />

ÖĞRENİYORUM<br />

CERN<br />

TEKNOLOJİNİN<br />

SINIRLARINI<br />

ZORLAYAN MÜHENDİSLER<br />

ASLANLAR<br />

ŞEHRİ LVİV<br />

16<br />

18 20 BEYİN<br />

İNOVASYON<br />

EKONOMİLERDE<br />

BÜYÜMENİN ANAHTARI…<br />

RÖPORTAJ<br />

POZİTİF PSİKOTERAPİST<br />

VE AİLE DANIŞMANI<br />

ÖZDEN YILMAZ BİLGİN<br />

21<br />

PROJE NASIL<br />

HAZIRLANIR?<br />

22<br />

24<br />

ÜÇÜNCÜ GÖZ<br />

RUH İLE BEDENİN<br />

BAĞLANTI NOKTASI<br />

MELANKOLİK<br />

DİZELER<br />

2 <strong>Metod</strong>ergi


25<br />

26<br />

27<br />

28<br />

KATI ATIKLARIN<br />

ÇEVREYE<br />

OLUMSUZ<br />

ETKİLERİ<br />

MÜZİĞİN DÖRT<br />

MEVSİMİ<br />

VİVALDİ<br />

GEÇMİŞİ PARLAK,<br />

GELECEĞİ<br />

KARANLIK<br />

TÜRKÇEMİZ<br />

ÇOCUKLAR NEDEN<br />

BEDEN EĞİTİMİ<br />

DERSİNE İHTİYAÇ<br />

DUYAR?<br />

29<br />

30<br />

31<br />

KELEBEKLER<br />

BAHÇESİ<br />

SARI RENGİN DAHİ<br />

RESSAMI<br />

VINCENT VAN<br />

GOGH<br />

KODRİS KODLAMA<br />

EĞİTİMİ<br />

32<br />

33<br />

34<br />

2017 NOBEL<br />

TIP ÖDÜLÜ<br />

ERATOSTHENES<br />

KALBURU VE<br />

ASAL<br />

SAYILAR<br />

ANASINIFI<br />

ETKİNLİKLERİMİZ<br />

35<br />

36<br />

37<br />

1. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

3. SINIF<br />

ETKİNLİKLERİMİZ<br />

4. SINIF<br />

ETKİNLİKLERİMİZ<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

3


NEDEN<br />

METOD?<br />

<strong>Metod</strong> Eğitim Kurumları olarak; birinci<br />

önceliğimiz değişen ve gelişen dünyada<br />

güçlü, başarılı, dil bilen, mutlu birer dünya<br />

vatandaşı yetiştirmektir. Öğrencilerimizi<br />

21. yüzyıl becerilerine ulaştırmak<br />

için sorgulayan, araştıran, analiz yapabilen,<br />

kendisiyle ve çevresiyle barışık,<br />

yaparak ve yaşayarak öğrenen, öğrendiği<br />

bilgiyi içselleştiren, gelişmeye istekli,<br />

sınav ve hayat başarısı yüksek bireyler<br />

olarak yetiştirmeyi hedeflemekteyiz.<br />

DENEYİM<br />

19 yıllık deneyimimiz ve birikimimizle, öğrencilerimizin geleceğinin ülkemizin<br />

geleceği olduğu bilincinden hareketle, özgür düşünen ve bilimsel bakış açısına<br />

sahip, çağdaş bireyler yetiştiriyoruz. Öğrencilerimizin hedefleri doğrultusunda,<br />

rahat ve huzurlu bir ortamda, uzman kadromuz eşliğinde sınavlara ve hayata hazırlanmalarını<br />

sağlıyoruz.<br />

4 <strong>Metod</strong>ergi


SINAVLARIMIZ REHBERLİK YAYINLARIMIZ<br />

Sınav sonuçları konu analizli karneler,<br />

detaylı istatistikler ve soru çözümleri<br />

şeklinde açıklanmakta, sonuçlar velilerimize<br />

SMS yoluyla ve K12 sisteminden<br />

gönderilmektedir.<br />

Öğrencilerimizin aynı nokta üzerinde<br />

kalmasına izin verilmez, seviyelerinin<br />

yükselmesi için anlamadıkları konular<br />

ve çözemedikleri sorular için etüt ve<br />

ek ders çalışmaları planlanır.<br />

Okulumuzda rehberlik hizmetleri “her<br />

bireyin farklı yetenekleri, ilgileri ve beklentileri<br />

olduğu” ilkesi üzerine kuruludur.<br />

Öğrencilerimizin sınav sonuçları ve gelişim<br />

süreçleri, birimimiz tarafından takip<br />

altındadır ve velilerle iş birliği yapılarak<br />

öğrencilerin çalışmaları yakından izlenir.<br />

Uzman kadromuz tarafından her ünite<br />

için hazırlanmış MTD Yayınları modüler<br />

dergilerimiz eşliğinde işlenen derslerimiz,<br />

öğrencilerimizin soruyu yazarak zaman<br />

kaybetmelerini engellerken her soru tipini<br />

öğrenmeleri sağlanmaktadır. Bu da derslerimize<br />

yüksek bir verim ve kalite kazandırmaktadır.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

5


Sema BATIRBEK<br />

<strong>Metod</strong> Koleji Müdürü<br />

ULUSLARARASI OKUL OLMAK<br />

Hızlı bir değişim içinde bulunan<br />

dünyada eğitim de değişmekte, yenilenmekte,<br />

öğretme ve öğrenme<br />

kavramları yerini başka kavramlara, başka anlayışlara<br />

bırakmaktadır. Dünyada artık sınıfsız,<br />

duvarsız öğrenme ortamları oluşturulmakta, öğrenmenin<br />

boyutları artırılmaktadır. Günümüzde<br />

eğitimdeki bu yenilikleri ve gelişmeleri kavrayan,<br />

kendilerine düşen görevin farkında olan ve<br />

bu görevleri bilinçli olarak yerine getiren öğretmenlere<br />

ihtiyaç duyulmaktadır. Değişime ayak<br />

uydurmada pasif olan öğrenen demokratik bir<br />

toplumda girişimci olmanın ya da sorumluluk<br />

almanın önemini kavrayamamaktadır.<br />

Toplumsal yapı ve işleyişte, kültür içeriğinde<br />

ve toplumlar arası ilişkilerde meydana gelen<br />

değişmeler, toplumdaki ihtiyaçları da farklılaştırmıştır.<br />

Bu durum öğrenci ve öğretmenin<br />

rollerini farklılaştırırken öğrenen okullar büyük<br />

hamlelere gereksinim duymuşlardır. İşte okulların<br />

uluslararası programlara yönelmesi de bu<br />

gereksinimden doğmuştur.<br />

Küreselleşen dünyada, farklı kültürlerin, dillerin,<br />

dinlerin toplumları etkilemesi eğitimde de<br />

birtakım yenilik arayışlarını getirmiştir. Eğitimde<br />

uluslararası standartlaşmaya yönlenilmesi bu<br />

arayışların sonucudur.<br />

<strong>Metod</strong> Koleji olarak uluslararası müfredatları<br />

değerlendirip uygulama alanlarımıza almaya<br />

çalışmamız ihtiyaç duyulan uluslararası eğitim<br />

programlarının bu gereksinimlere cevap verebilecek<br />

olması ve dünyadaki başarılı uygulamaları<br />

görmemizdendir. Uluslararası programların<br />

amacı; araştıran, sorgulayan, eleştirel düşünen,<br />

problem çözebilen, barıştan yana tavır sergileyen,<br />

çözüm odaklı dünya vatandaşları yetiştirmektedir.<br />

Uluslararası programlar, öğrencilerin akademik<br />

anlayışlarına verdiği değeri, sosyal ve duygusal<br />

gelişimlerine de vermekte, dünyayı anlamaları,<br />

evrensel değerleri bilme ve uluslararası bilinç<br />

oluşturmalarını sağlamaktadır.<br />

<strong>Metod</strong> Koleji olarak uluslararası okulların müfredatlarının,<br />

çocukların gelişimsel özelliklerini,<br />

bireysel farklılıklarını dikkate alarak Türki-<br />

6 <strong>Metod</strong>ergi


ye’de uygulanan müfredatla da örtüşmekte olmasından<br />

dolayı bir değişim ve dönüşüm için<br />

çalışmakta ve uluslararası standartlara ulaşma<br />

çabasında yol almaktayız.<br />

Uluslararası okulların sahip olması gereken<br />

şartlardan biri olan yazılı dil politikasının oluşturulması<br />

sürecini tamamlayan okulumuz bu dil<br />

politikasına göre de İngilizce ve Türkçe eğitimini<br />

gerçekleştirmektedir.<br />

Uluslararası standart eğitimleri, öğretimin ve<br />

öğrenmenin vazgeçilmez bir parçası olan ölçme<br />

değerlendirme standartlarımızı da farklılaştırmıştır.<br />

Sonuç odaklı değerlendirmenin yerine,<br />

süreç odaklı değerlendirmeler merkeze alınarak<br />

bilgiye ulaşma, kavramların anlaşılması, yeni<br />

kavramlar oluşturabilme, becerilerin geliştirilmesi,<br />

olumlu davranışlara dönüştürülmesi ve<br />

kazanımların yaşantılara aktarılması aracılığıyla<br />

öğrencilerin dikkatli ve istekli olarak öğrenme<br />

sürecine katılmaları sağlanmaktadır.<br />

Uluslararası öğrenmelerde, öğrencilerin öğrenme<br />

sürecinde, ne bildiği, nasıl anladığı, ne<br />

yapabildiği ve ne hissettiği önemli olmakta;<br />

öğretmen çocukların ilgi alanlarını saptayarak,<br />

çocuğun neyi nasıl düşündüğünü anlamalı, çocuğun<br />

öğrenme sürecindeki etkisini gözlemlemeli<br />

ve değerlendirmelerini bu gözlem üzerinden<br />

yapabilmelidir.<br />

Günümüzde öğrenilmiş öğretim programının<br />

değerlendirilmesi, öğrenme sürecinin niteliğinin<br />

ölçülmesi anlamına gelmektedir. Gerçek<br />

ölçme-değerlendirme öğrencide oluşan öğrenmeyi<br />

ve öğretmenin etkinliğini analiz etmesi ile<br />

sınırlı olmamalıdır. Uluslararası öğrenme değerlendirmeleri,<br />

öğrencilerin tüm süreçlerinin<br />

bütün yönleriyle ilgili bir çerçeve sunmaktadır.<br />

<strong>Metod</strong> Koleji, eğitimde dünya çapında standartlar<br />

sunan uluslararası bir çerçeve ile müfredat<br />

programlarını zenginleştirme yolunda kararlı<br />

adımlarla ilerlemekte, misyon olarak birbirinin<br />

kültürüne saygılı, duyarlı bireylerin oluşturduğu<br />

barış ve huzur dolu bir dünyaya ulaşmayı hedeflemektedir.<br />

Bu hedef doğrultusunda hepimizin<br />

birer öğrenen olduğu gerçeğiyle süreçte tüm<br />

öğretmen ve çalışanlarımızı düzenli olarak donanımlı<br />

hale getirmeye özen gösteriyoruz. Tüm<br />

öğretmenlerimizin program geliştirme bilgi ve<br />

becerilerinin artırılmasını sağlamak için hem<br />

resmi Cambridge eğitimleri aldırıyoruz hem<br />

de okul içinde ve dışında uzmanlar tarafından<br />

verilen çalıştaylara katılımını sağlayarak, diğer<br />

uluslararası okullarla işbirliğine dayalı çalışmalar<br />

yapıyoruz.<br />

<strong>Metod</strong> Koleji, öğrencilerinin uluslararası standartlarda,<br />

Türkçede ustalaşmanın yanı sıra, İngilizcenin<br />

sunduğu bütün dünya ile etkileşimde<br />

bulunma yetisini kazanmış bireyler olmaları<br />

için çabalarını sürdürmeye devam edecektir.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

7


SINAV KAYGISI<br />

Gaye TOKLU<br />

<strong>Metod</strong> Bilgi Lisesi Müdürü<br />

Sınav dönemlerinde en önemli gereksinimler; sakin<br />

ve mutlu bir ortam, sevgi ve destek, ilgi ve esneklik,<br />

güven ve cesarettir.<br />

Kaygı, kişi duygusal ya da fiziksel baskı<br />

altındayken ortaya çıkan ve genellikle<br />

kaynağı belirsiz bir korkudur. Kendi<br />

kendimizle yaptığımız olumsuz iç konuşmalar,<br />

gerçekçi olmayan düşüncelerin yansımalarıdır.<br />

Bir başka deyişle kişinin karşılaştığı durum ve<br />

olaylar karşısında duyduğu ve engellemekte<br />

zorluk çektiği aşırı endişe ve uyarılmışlık halidir.<br />

Kaygı, çok hafiften ağır paniğe kadar bir<br />

duygu aralığında yaşanabilir. Kaygının kaynağı<br />

belirsizdir. Kaygının bir nesnesi yoktur. Kaygı,<br />

korku kadar net değildir. Çoğu zaman bizi<br />

kaygılandıran şeyin ne olduğunu söyleyemeyiz.<br />

Sınavlar, yeni insanlarla tanışma ve alışık olmadığımız<br />

durumlar kaygıyı ortaya çıkarmaya yeterlidir.<br />

Genel olarak insanlar kaygıyı; gelecekle<br />

ilgili karamsarlık, başarısızlık, endişe, umutsuzluk<br />

duygularıyla birlikte dile getirirler. Sınav<br />

kaygısı da sınav sonucuna ilişkin olumsuz düşünce,<br />

inanç ve beklentiler sonucu ortaya çıkar.<br />

Sınav öncesinde öğrenilen bilginin, sınav sırasında<br />

etkili bir biçimde kullanılmasına engel<br />

olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun<br />

kaygıya “sınav kaygısı” denir. Sınav kaygısıyla<br />

ilgili belirtiler ikiye ayrılır: Duygusal ve fiziksel.<br />

8 <strong>Metod</strong>ergi<br />

Duygusal belirtiler: Panik hissi, sinirli olma,<br />

ağlama, aşırı engellenmişlik hissi, şaşkınlık,<br />

unutkanlık, olumsuz düşünceler ve depresyon<br />

şeklinde sıralanabilir.<br />

Fiziksel belirtiler: Kalp atışlarının hızlanması,<br />

mide bulantısı, titreme, kasılma, baş ağrısı veya<br />

aşırı terleme şeklinde ortaya çıkabilir.<br />

Öğrencilerin sınav öncesi ve sınav sırasında<br />

belli bir oranda kaygı duymaları doğaldır. Aslında<br />

dozunda ve kararında bir kaygı düzeyi,<br />

yaşam için önemli bir itici kuvvet oluşturuyor.<br />

Kaygılarımız, bizi özellikle stresli zamanlarda<br />

eyleme geçmeye sevk ediyor. Böylece yaşam<br />

döngüsü sağlıklı bir şekilde ilerliyor. Kaygı,<br />

yaşamımızın devamı için bir gerekliliktir. Dolayısıyla<br />

normal düzeyde bir kaygı, yaşam için<br />

istenilen bir durumdur. İstenmeyen durum ise<br />

öğrenmiş olduğu, bildiği şeyleri unutacak kadar<br />

kontrolsüz bir kaygıdır ki bu kişinin gerçek performansını<br />

göstermesini ve başarısını olumsuz<br />

yönde etkiler.<br />

Kaygı bulaşıcıdır ve genellikle anne-babalar<br />

çocuklardan daha kaygılıdır. Anne-babanın bu<br />

yoğun kaygısı da çocuklara geçer. Bu noktada<br />

anne-babaların dikkatli olmaları gereklidir. Elbette<br />

sınavlarda başarılı olmak öğrencinin olduğu<br />

kadar anne babaların da isteğidir. Ancak bu<br />

dönemin dengeli ve sağlıklı olarak aşılması için<br />

anne babalara bazı görevler düşmektedir.<br />

PÖncelikle kendi kaygılarınızı kontrol altına<br />

almaya çalışın. Kaygı gelecekle ilgili seyredilen<br />

olumsuz bir filmi andırır ve bu filmin sonu her<br />

zaman için felaketlerle biter. Kaygılarınızı çocuğunuza,<br />

“Zaten senin okumaya niyetin yok!”<br />

tarzında kurduğunuz cümlelerle aktararak yapamayacağı<br />

fikrini çocuğunuzun zihninin en derin<br />

köşesine yerleştirmiş olursunuz. Sınava girecek<br />

olan öğrenciyi başarılı olmaması durumunda<br />

karşılaşacağı kötü sonuçlar ile tehdit etmek ve<br />

korkutmak öğrencinin daha çok kaygı duymasına<br />

ve doğru bildiklerini de yanlış yapmasına<br />

neden olabilir.<br />

PÇocuğunuzun ergenlik döneminde olduğunu<br />

unutmayın. Ergenlik son derece karmaşık ve<br />

çalkantılı bir dönemdir. Ergenlik dönemindeki<br />

bir genç artık sadece sizin küçük çocuğunuz olmaktan<br />

çıkmış ve neredeyse bir yetişkin olma<br />

yoluna girmiştir. Bu dönemde çocuklarınızla<br />

olan ilişkilerinize ve özellikle iletişim biçimlerinize<br />

çok dikkat etmek zorundasınız. Onlarla<br />

sağlıklı iletişim kurmak istiyorsanız, çocuklarınızla<br />

iş birliği yapma becerinizi geliştirmeniz


gerekecek. Ancak iş birliği yaparsanız birçok<br />

sorunu uzlaşarak çözümleme şansınız olur.<br />

PVerdiğiniz mesajlara dikkat edin. Anne babalar<br />

bazen çocuklarına: “Sınav bizim için önemli<br />

değil, kazanamazsan da olur. Canını sıkma,<br />

kafana takma” gibi önerilerde bulunmaktadırlar.<br />

Ancak eğer anne-baba çocuklarına bunları<br />

söylerken, beden dili ve ses tonları söylediklerini<br />

desteklemiyorsa yani ağızlarından çıkan ile<br />

bedenlerinin söylediği çelişiyorsa öğrenci daha<br />

çok beden diline dikkat edecektir. Yani sizin<br />

kaygılı, üzüntülü halleriniz çocuğunuz tarafından<br />

çok çabuk algılanır.<br />

PZorunluluk ifade eden cümlelerden kaçının.<br />

“En az şu kadar net yapmalısın. Başarılı olmalısın.<br />

Dikkatli olmalısın. Kendini dersine vermelisin.<br />

Bu yıl mutlaka kazanmalısın.” türünden<br />

zorunluluk ifade eden cümleler öğrencinin kaygısının<br />

artmasına neden olmaktadır.<br />

PÇocuğunuzun sınava yüklediği anlamı netleştirmesine<br />

yardımcı olun. Sınav ülkemiz şartlarında<br />

çok anlamlı ve zorunlu olarak öğrencilere<br />

sunulmaktadır. Oysa hayatta mutlu olmanın tek<br />

yolu sınav değildir. Sizler ve çocuğunuz sınava<br />

gerektiğinden fazla anlam yüklememelisiniz.<br />

Çocuğunuzla konuşarak onun istediği mesleklere<br />

karşı olumlu tutum sergilemeniz kendi kararlarını<br />

verebilen özgüvenli bireyler yetiştirebilmenin<br />

altın kuralıdır. Çocuğunuzu gerçekten<br />

istemediği bir mesleğe zorla yönlendirmeniz<br />

onun iç dünyasında oluşan kaygının daha da<br />

çok artmasına neden olacaktır. İnsanlar, kendi<br />

istemedikleri hedefler için gerçek çaba gösteremezler.<br />

Kaygıyı azaltmak için sınavın öneminden<br />

çok mutlu ve verimli bir meslek hayatının<br />

önemini ona aktarmalısınız.<br />

PÇocuğunuza kaygılarını kabullendirin. Çocuğunuz<br />

kaygılarını her zaman dile getirmeyebilir<br />

hatta kaygılarını inkar ediyor ve onlardan<br />

bu yolla kurtulmaya çalışıyor da olabilir. En<br />

korkulan kaygı tipi de budur yani inkar edilen<br />

kaygı. Kaygının boyutu yükseldikçe inkar mekanizması<br />

da o denli güçlü çalışır. Yaptıkları ve<br />

iddia ettikleri arasında bir paralellik yoksa ve<br />

çocuğunuz sürekli başarısızlığına kendi dışında<br />

bahaneler üretiyorsa inkar mekanizması o kadar<br />

güçlenmiş demektir. Onlara kaygı duymanın<br />

normal bir durum olduğunu uygun bir dille<br />

açıklamaya çalışın.<br />

PÇocuğunuzun özel yeteneklerini görmezden<br />

gelmeyin. Herkesin iyi yaptığı bir şey mutlaka<br />

vardır. Herkes aynı tip başarı tanımına göre<br />

değerlendirilemez. Başarısız ve mutsuz bir mühendis<br />

olmaktansa mutlu ve başarılı bir müzisyen<br />

olmak çok daha iyidir. Onların hayatlarına<br />

dair hayaller kurmadan önce yapılması gereken<br />

en önemli şey onun neyi istediği, neye yeteneği<br />

ve ilgisi olduğunu keşfetmenizdir. Çocuğunuzu<br />

iyi tanıyın ve kapasitesini doğru değerlendirerek<br />

gerçekçi beklentiler içinde olun. Her aile<br />

kendi çocuğunun özel olduğunu düşünür. Oysa<br />

her insanın objektif bakıldığında belli alanlarda<br />

kuvvetli yönleri olabildiği gibi belli alanlarda<br />

da zayıf özellikleri olabilir. “Sevmediğiniz ve<br />

yeteneğiniz olamayan bir şeyi yapmak zorunda<br />

bırakılsaydınız siz ne hissederdiniz.” fikrinden<br />

yola çıkmak gerekir ancak beklentileriniz ile<br />

çocuğunuzun yapabilecekleri uyumlu olursa çocuğunuz<br />

daha az kaygı yaşayabilir.<br />

PGereksiz fedakarlık yapmaktan ve bunları çocuğunuza<br />

sürekli hatırlatmaktan kaçının. Bazı<br />

aileler çocukları sınavlara hazırlanırken gereksiz<br />

fedakarlıklarda bulunmaktadırlar. Örneğin<br />

yıl boyunca eve misafir kabul etmemek, evde<br />

televizyonu açmamak, hiçbir yere gitmemek<br />

gibi. Aileler bu sayede çocuklarına fedakarlık<br />

yaptıklarını düşünürken aslında yarattıkları bu<br />

olağanüstü durumla öğrencinin “ailemin bu<br />

fedakarlıklarına karşılık vermek zorundayım.”<br />

biçiminde düşünmesine ve daha fazla kaygılanmasına<br />

yol açabilirler. Özellikle de yapılan<br />

bu fedakarlıkların tekrar tekrar hatırlatılması<br />

öğrenciyi ders çalışamaz hale getirebilir. Sizler<br />

de bu gereksiz fedakarlıkların altında ezilip,<br />

bunların acısını çocuğunuzdan çıkarma yoluna<br />

gidebilirsiniz. Sizin de bir hayatınız olduğunu<br />

unutmayın.<br />

PAnlayışlı ve destekleyici olun. Kaygının yoğunlaşması<br />

ile birlikte çocuklarınız kendilerini<br />

daha çaresiz ve çözümsüz hissedebilirler. Bu<br />

nedenle daha tepkisel olabilirler. Daha önceden<br />

kızmadıkları şeylere şimdilerde daha sert tepkiler<br />

gösterebilirler. Bu durumun geçici olduğunu<br />

düşünerek çocuğunuza karşı anlayışlı olmaya<br />

çalışın.<br />

PÇocuğunuzu hiçbir zaman başkalarıyla kıyaslamayın.<br />

“Kuzenin ODTÜ’ye girdi, sen de<br />

girmelisin” türünden yaklaşımlar çocuğunuza<br />

zarar verebilir. Her birey ayrı bir kişiliktir. Çocuğunuzu<br />

ancak gereken durumlarda sadece<br />

kendisiyle kıyaslayabilirsiniz. Yani önceki davranış<br />

biçimleriyle, şimdiki davranış biçimlerini<br />

karşılaştırarak arada gözlemlediğiniz değişimleri<br />

ortaya koyabilirsiniz.<br />

Sonuç olarak, aileler sınırlarının farkında olmalıdırlar.<br />

Güven ve sorumluluk vermeli, önemsemeli,<br />

olumlu geri bildirimde bulunmalıdır.<br />

Sınavı yüceltmemek, ölüm kalım sorunu yapmamak,<br />

aksine yüreklendirici davranmak gerekir.<br />

Çocuklar koşulsuz sevilmelidir. Aile bireyleri<br />

uygun rol modeli olmalı, uygun aile ortamı<br />

sağlamalı ve uygun problem çözme davranışları<br />

geliştirilmelidir.<br />

Büyük gazetelerimizin birinde<br />

yönetici semineri veren<br />

uzman, Türklerin dünyada<br />

en kötümser milletlerden<br />

biri olduğunu iddia etmiş ve<br />

küçük bir test yapmış. Bitişik<br />

sözcüklerden oluşan aşağıdaki<br />

cümleyi birkaç saniyeliğine<br />

gösterip yöneticilerden<br />

okumalarını istemiş:<br />

“THEGODISNOWHERE” katılımcıların<br />

hepsi bu cümleyi:<br />

“THE GOD IS NO WHERE”<br />

yani “TANRI HİÇBİR YERDE<br />

DEĞİLDİR” diye okumuş.<br />

Uzman gülümsemiş “Tam<br />

beklediğim gibi.” demiş. Batı<br />

ülkelerindeki seminerlerde<br />

katılımcılar bu cümleyi şöyle<br />

okumuşlar:<br />

“THE GOD IS NOW HERE”<br />

yani<br />

“TANRI ŞİMDİ BURADA”…<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

9


Tutku OĞUZ<br />

İngilizce Öğretmeni<br />

İNGİLİZCE ÖĞRENİYORUM<br />

İngilizce öğrenimi ve öğretimi coğrafi keşiflerin<br />

başlaması, teknolojinin gelişimi ve<br />

aynı zamanda iletişimin hızlı ve anlaşılabilir<br />

olması maksadıyla ortaya çıkan “ortak dil”<br />

ihtiyacıyla hız kazanmıştır. Günlük hayatta sık<br />

sık kullanmış olduğumuz ve kullanmaya devam<br />

ettiğimiz teknoloji temelli ürünlerin pek çoğu<br />

İngilizce dilindedir. Bilgisayar yazılımlarında,<br />

akıllı telefonlarda ve pek çok elektronik alette<br />

kullandığımız İngilizce, hayatımızın her alanında<br />

kendini bize göstermektedir.<br />

Eğitim açısından baktığımızda İngilizcenin<br />

akademik alanda ilerlemeye etkisi tartışılmazdır.<br />

Dünya çapında yazılan makale ve deneyleri<br />

incelerken İngilizceye ihtiyacımız vardır ki yaptığımız<br />

araştırmanın geçerliliği ve güvenirliği<br />

daha üst seviyelere taşınabilsin.<br />

Sosyal hayatımızda İngilizce bilmek çok önemli<br />

gibi görünmese de yeni ve farklı kültürlere<br />

ait insanlarla tanışmanın verdiği keyif ve açtığı<br />

ufuklar bambaşkadır. İngilizce sizi dünyaya<br />

yaklaştıran, aynı zamanda dünyanın geri kalanını<br />

kapı komşunuzdan daha yakın hale getiren<br />

bir araçtır.<br />

Şimdiye değin pek çok dil öğretme ve öğrenme<br />

yöntemi en hızlı ve en iyi İngilizce için denenmiş<br />

ve denenmeye devam etmektedir. Teknolojinin<br />

hızla yayılmasıyla önceleri manuel olarak<br />

hazırlanan etkinlik ve alıştırmalar, şimdi daha<br />

kısa zamanda daha çeşitli, eğlenceli ve anlaşılabilir<br />

olarak bize sunulmaktadır. Okulumuzda İngilizce<br />

dersleri, en son teknoloji ile geliştirilen,<br />

aynı zamanda modern yöntem ve teknikler ile<br />

her zekâ tipi ve seviyesine ait öğrencilerimizde<br />

bireysel gelişimin ve tam öğrenmenin yapılandırmacı<br />

yaklaşım temelinde gerçekleşebilmesi<br />

amacıyla işlenmektedir.<br />

Dil öğreniminde en temel kavram işlevsellik<br />

ve gerçekçiliktir. Yani gerçek hayatla ilişkilendirilmiş,<br />

yapay olmayan (authentic) dil yaşama<br />

alanı bulup gelişeceğinden, <strong>Metod</strong> Kolejinde<br />

Matematik ve Fen Bilgisi dersleri ana dile ilaveten<br />

İngilizce olarak da verilmekte ve öğrencilerin<br />

dille olan ilişkileri artırılarak İngilizceyi<br />

daha çok benimsemeleri sağlanmaktadır. Bu<br />

sayede basit olarak düşünüldüğünde, Howard<br />

Gardner’ın çoklu zekâ teorisindeki her bir<br />

zekâ türüne (sayısal zekâ, sözel zekâ, doğasal<br />

zekâ, kinestetik zekâ, müziksel zekâ, içsel zekâ,<br />

uzamsal zekâ ve sosyal zekâ) hitap eden ders ve<br />

konu içerikleriyle İngilizceyi öğrenen ve seven<br />

öğrenci sayısındaki artış kaçınılmazdır.<br />

<strong>Metod</strong> Kolejinde öğrenciler öğretmenlerinden<br />

öğrendikleri bilgileri kendileri yapılandırırlar.<br />

Öğretmen, öğrenciler için sadece yol gösterendir.<br />

Asıl bilgiyi öğrenecek, yapılandıracak,<br />

üretecek olan öğrencidir. Araştıran, üreten, okuyan,<br />

sorgulayan, çağdaş, modern ve duyarlı hem<br />

anadiline hem İngilizceye hâkim bireyler yetiştirmek<br />

temel gayemizdir.<br />

10 <strong>Metod</strong>ergi


HER ALANDA İNGİLİZCE<br />

Değişen ve gelişen dünyada güçlü, başarılı,<br />

mutlu birer dünya vatandaşı<br />

olarak yetişmesini hedeflediğimiz<br />

öğrencilerimizi, sorgulayan, araştıran, yaparak<br />

yaşayarak öğrenen, öğrendiği bilgileri içselleştiren,<br />

gelişmeye istekli ve bunun için yeterli<br />

beceri ve niteliklere sahip bireyler olarak donatmayı<br />

hedeflemekteyiz.<br />

Okulumuzda 21. yüzyıl becerilerine ulaşmak<br />

için kullanılan eğitim tekniklerine ve yaklaşımlarına<br />

paralel bir biçimde Matematik ve Fen<br />

Bilimleri dersleri aynı zamanda İngilizce olarak<br />

da verilmektedir. Bu dersler sayesinde öğrenciler<br />

ingilizceyi sadece bir ders olarak değil, aktif<br />

olarak kullanabilecekleri bir dil olarak benimsemektedirler.<br />

Yabancı dilin, sadece müfredatın<br />

bir parçası olarak görülerek haftada belli saatlerde<br />

verilmesiyle öğrencilerin bu dile hâkim olmalarını<br />

beklemek doğru bir yaklaşım değildir.<br />

İngilizce olarak verdiğimiz Fen ve Matematik<br />

eğitimleriyle öğrenciler bu derslerin kapsadığı<br />

uluslararası kazanımlara erişirken İngilizceyi de<br />

bir ders olmaktan çıkarıp hayatlarına entegre ettikleri,<br />

aktif kullanabildikleri ve kendilerini ifade<br />

edebildikleri bir dil haline getirmektedirler.<br />

Öğrenim programlarımız öğrencileri üst düzey<br />

bilişsel kazanımlara ulaştırmakta, Matematik ve<br />

Fen Bilimleri derslerini anadilinde ve İngilizce<br />

veren öğretmenlerimiz ve İngilizce zümresi,<br />

kendi alanlarındaki öğretmenlerle ve diğer branş<br />

öğretmenleriyle iş birliği içinde çalışmaktadır.<br />

Böylece öğrencilerimiz, yeni karşılaştıkları<br />

konularda ve kavramlarda bir çalışma üretmek<br />

veya bilgiye ulaşmak için öğretmenlerinin rehberliğinde<br />

çeşitli uzmanlık alanlarını ve geçmiş<br />

bilgilerini kullanmaya davet edilmektedirler.<br />

Müfredatlar arası bağlantıları fark ederek bilgiyi<br />

yapılandırmaları öğrencilerimiz için daha<br />

derin ve kalıcı öğrenme fırsatları sunmaktadırlar.<br />

Özgünlük, kişisel anlam, yaratıcılık ve risk<br />

alma gibi nitelikler bu tür bir çalışmayla ilişkilidir<br />

ve değişen modern dünya ihtiyaçlarına cevap<br />

verebilecek bireylerde bulunması beklenen<br />

niteliklerdir. Bu yaklaşım öğrenciler arasında<br />

sıklıkla hayran kaldığımız türde çalışmaların altında<br />

yatan entegre çalışma becerisinin özelliklerini<br />

ortaya koymakta ve öğrencilerimizin nerelerde<br />

desteğe ihtiyaç duyduğunu görmemize<br />

Nihal YILDIZ<br />

İngilizce Öğretmeni<br />

yardımcı olmaktadır. Öğrencilerimiz kendilerine<br />

kazandırılan becerilerle kendi eğitimlerinin<br />

sorumluluğunu aldıkça, ihtiyaçlarını daha net<br />

olarak ortaya koyabilmekte ve hem öğretmenleri<br />

hem de kendileri bu yönde çok daha sağlam<br />

adımlar atabilmektedir.<br />

Sonuç olarak, eğitim birbirinden bağımsız bilgiler<br />

topluluğu olarak görülemeyecek kadar iç içe<br />

geçmiş bir disiplinler bütünüdür. Okulumuz da<br />

yarınlarımız olan çocuklarımızı gelişen ve değişen<br />

dünya koşullarında kendini bu hızlı gelişim<br />

ve değişime adapte edebilen başarılı ve mutlu<br />

bireyler olarak yetiştirmeyi hedeflediğinden,<br />

İngilizceyi sadece gramer öğretimi olmaktan<br />

çok ötelere taşımayı amaç edinmiştir. Ana dilde<br />

verilen değişik branşlardaki eğitim, İngilizce<br />

verilmekte olan Fen Bilimleri ve Matematik<br />

dersleri ve bunları pek çok boyutta destekleyen<br />

İngilizce dersleri, öğrenci merkezli eğitim yaklaşımları<br />

ile sunulduğunda öğrencilerimizin 21.<br />

yüzyılın ihtiyaçlarına hazır olmaları kaçınılmazdır.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

11


CERN<br />

Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire<br />

TEKNOLOJİNİN SINIRLARINI ZORLAYAN<br />

MÜHENDİSLER<br />

M. Hakan KIZILTOPRAK<br />

TOBB CERN Sanayi İrtibat Temsilcisi<br />

İnsanoğlunun son 230 yılda, dört kez Endüstri<br />

Evreni kavrayışımızı artırmak için tasarladığı<br />

deneyler, parçacık fiziği deneyleri,<br />

mühendislerin önüne son derece zorlu hedefler<br />

koyuyor. Yapılan parçacık fiziği deneylerinde<br />

kullanılan düzeneklerin her biri, birer mühendislik<br />

harikası olarak ortaya çıkıyor. Bu özel<br />

tasarım düzeneklerinde kullanılan teknolojiler<br />

ise zaman içinde geniş kullanım alanları bularak<br />

günlük hayatımızın birer parçası haline geliyor.<br />

Dünyanın en büyük parçacık fiziği araştırma<br />

laboratuvarı olan CERN’de, araştırmacı kadrosunda<br />

çalışan fizikçilerden 10 kat daha fazla<br />

mühendis ve teknisyen çalışıyor. Bunun nedeni,<br />

CERN’de yapılan araştırmaların, atomik boyutlardan<br />

devasa boyutlara kadar teknolojinin<br />

sınırlarını zorlayan mühendislik çalışmaları gerektiriyor<br />

olması. Aslında sözü geçen bu araştırmalar<br />

fizikçi-mühendis-teknisyen üçlüsünün<br />

iş birliği sayesinde gerçekleşiyor. Mühendisler,<br />

fizikçilerin araştırmalarını yapabilmek için ihtiyaç<br />

duydukları makineleri üretir; teknisyenler<br />

ise bu sistemlerin düzgün çalıştırılmasını sağlayarak<br />

gerektiğinde bakımlarını ve tamirini<br />

yapar. Mühendisler ve teknisyenler böyle bir<br />

atmosferde kazandıkları tecrübeyle uzmanlık<br />

alanlarının endüstriyel uygulamalarında da<br />

önemli kapıları aralar. Örneğin, parçacık hızlandırıcılarının<br />

kurulması için tüneller kazılması<br />

ve çok büyük altyapı projelerinin oluşturulması<br />

inşaat mühendisleri sayesinde olur. Elektrik,<br />

elektronik, kontrol, bilgisayar, malzeme, makine<br />

ve diğer alanlardaki mühendisler ve teknisyenler<br />

ise son derece karmaşık bileşenlerin<br />

tasarlanması, üretilmesi ve kurulmasında rol<br />

oynarlar.<br />

HANGİ BİLEŞENLERDEN BAHSEDİYO-<br />

RUZ?<br />

Parçacıkların hızlandırıcının içinde itilebilmeleri<br />

için doğru şekilde ve büyüklükte imal edilmesi<br />

gereken radyofrekans kovukları, dairesel<br />

hızlandırıcılardaki kıvrımlarda parçacık demetlerini<br />

yönlendirecek ve onları odaklayacak özel<br />

üretim elektromıknatıslar, mıknatıslardaki tellerin<br />

dirençsiz bir şekilde yani enerji kaybı olmadan<br />

elektriği taşıyabilmeleri için mutlak sıfıra<br />

yakın sıcaklıkta süperiletken halde bulunmalarını<br />

sağlayan devasa soğutma sistemleri, parçacık<br />

demetlerinin hızlandırıcı içinde rahatça dolaşabilmelerini<br />

sağlayabilmek için vakum sistemleri...<br />

Sadece parçacık hızlandırıcıları değil, parçacık<br />

algıçları da birçok mühendislik çözümleri<br />

gerektirmektedir. Algıç sistemlerinin bileşenleri<br />

ve alt sistemleri, uyum içinde çalışmaları için<br />

12 <strong>Metod</strong>ergi


irleştirilmeden önce ayrı ayrı tasarlanır, üretilir<br />

ve testlerden geçirilir. Kilometrelerce kablolama,<br />

binlerce elektriksel ve elektronik bileşen,<br />

parçacık algıçları mühendisliğin son derece karmaşık<br />

bir başarısı olarak karşımıza çıkar. İşte<br />

bu sebeplerden dolayı CERN gibi temel bilim<br />

araştırmalarının yürütüldüğü laboratuvarlarda<br />

mühendisler yaşamsal önem taşır. Deneysel fiziğin<br />

sınırlarını zorlayarak doğa hakkında yeni<br />

bilgilere ulaşabilmemiz onların inşa ettikleri en<br />

ileri düzeydeki makine ve sistemlerle mümkün<br />

olur.<br />

CERN ve BİLGİ TRANSFERİ<br />

CERN’ i bu kadar önemli kılan, aslında bu deneyleri<br />

yapabilmek için 1954’te başlayan Ar-Ge<br />

süreci oldu. Gelinen teknik noktaya ulaşabilmek<br />

için mühendislik birimleri ile pek çok üniversite<br />

ve bilim insanı el ele vererek sanayide üretim<br />

yapan kurum ve kuruluşlar kanalı ile elde edilen<br />

bilgileri paylaştı. Şu anda bu teknik deneylere<br />

ev sahipliği yapan tesislerin inşa sürecinde<br />

sağlıktan mikro-elektroniğe, güneş enerjisinden<br />

bilgisayar modellemelerine kadar pek çok alanda<br />

yeni keşifler yapıldı. İşte bunlardan bazıları:<br />

PWorld Wide Web (www) ilk olarak CERN’de<br />

çalışan bir İngiliz tarafından 1989 yılında teklif<br />

edildi. CERN’ in ve dünyanın ilk www sunucuları<br />

ve web sitesi 1990 yılında CERN’de<br />

hizmete girdi.<br />

PBugün elimizden düşürmediğimiz cep telefonları<br />

ve tabletlerimizde kullanılan dokunmatik<br />

ekran ve bilgisayarlarımızdaki fare teknolojileri<br />

ilk defa CERN’de kullanıldı.<br />

PKanser alanında kimyasal (kemoterapi) tedavilere<br />

cevap vermesi zor, ameliyat veya<br />

radyoterapi mümkün olmayan kanserli tümörlerin<br />

noktasal olarak vurularak yok<br />

edilmesinin önünü açan HADRON (Proton) Terapisi<br />

CERN’in paylaşımı ile modellendi.<br />

Bugün pek çok ülkede kullanıma girdi.<br />

PCT ve PET-Scan olarak bilinen tomografi cihazlarının<br />

görüntüleme teknolojileri CERN ile<br />

gerçekleşti ve geliştirilmeye devam ediyor.<br />

PMedikal ve endüstriyel alanda kullanılan pek<br />

çok izotop CERN tarafından bulundu.<br />

PGüneş enerji panellerinde verimi en üst noktaya<br />

taşıyan ultra yüksek vakum teknolojisi<br />

CERN tarafından bulundu ve patentlendi.<br />

PHalojensiz kablo kullanımı CERN tarafından<br />

1980 yılında başlatılan girişim ve araştırmalarla<br />

günümüze geldi.<br />

Yukarıda verilen örnekler haricinde kriyojenik<br />

valfler, makaslı hidrolik taşıyıcılar, hasarsız metal<br />

tarayıcılar, özel basınçlı kaplar, özel Getter<br />

ve Paladyum film kaplamaları, süper iletken<br />

akım taşıyıcı kablolar gibi pek çok buluş; CERN<br />

de yaşanan ihtiyaçlardan doğarak bu ihtiyaçlara<br />

cevap vermek üzere bilgilerin sanayi ile paylaşılması<br />

sonucu araştırılmış ve doğmuştur.<br />

CERN Bilgi Transfer Ofisi ise işbirlikleri ve/<br />

veya lisanslama yöntemleriyle CERN’de geliştirilen<br />

teknolojilerin transferine izin veriyor.<br />

CERN ortak üyeliğimiz ile açılan bu fırsatlara<br />

ve mevcut teknolojilere “CERN Knowledge<br />

Transfer” sitesinden ulaşılabilir.<br />

CERN’DE TEKNOLOJİK YENİLENME<br />

2010’lu yıllarda yapımı tamamlanarak deneylere<br />

başlanan ve CERN’de şu anda faaliyet gösteren<br />

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (BHÇ) yenileniyor.<br />

Daha yüksek enerjili ve daha yüksek<br />

sayıda çarpışmalara hazırlanan BHÇ’deki bu<br />

teknolojik yenilenme aynı zamanda bu çarpışmaları<br />

yakalayan algıç ve veri toplama/depolama<br />

sistemlerinde de yapılacak pek çok değişikliği<br />

beraberinde getirecek. Kurulu sistemlerin<br />

yaklaşık %40-45’nin değişikliğini içerecek bu<br />

altyapı çalışmaları için düğmeye basıldı ve<br />

2023 senesine kadar sürecek pek çok alım ve<br />

ihale duyuruları başladı.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

13


ASLANLAR ŞEHRİ<br />

LVİV<br />

Selam Arkadaşlar,<br />

Bugün size Ukrayna’nın Lviv şehrinden<br />

bahsedeceğim. Varşova’da yaşadığım sürece<br />

Polonyalı ev arkadaşım devamlı: “Zamanın<br />

olursa Lviv’e git.” derdi. Bu, aklımın bir köşesine<br />

yerleşmişti. Babamın Polonya’ya gelmesiyle<br />

Lviv biletlerini aldım. Lviv Varşova’dan 350<br />

km uzaklıkta ama yolların durumundan dolayı<br />

otobüsle yaklaşık dokuz saat sürüyor. Aldığım<br />

bilgilere göre Türkiye’den Lviv’e direkt uçuşlar<br />

da mevcutmuş. Neyse babamla sabah erken saatte<br />

kalkıp Varşova Otobüs Terminaline gittik.<br />

Yola çıktık. Polonya - Ukrayna sınırında yaklaşık<br />

iki üç saat bekledikten sonra Lviv’e geldiğimizde<br />

hava yeni yeni kararmaya başlamıştı.<br />

Hotelde yerimizi önceden ayırtmıştım ama nasıl<br />

gideceğimiz hakkında pek bilgim yoktu. Lehçe<br />

ile Ukraynaca biraz benzediği için insanlarla anlaşabildim.<br />

Bu arada Lviv’de Ukrayna’nın diğer<br />

şehirlerinde olduğu gibi Rusça konuşulmuyor.<br />

Takside de ne taksimetre var ne de taksi yazısı.<br />

Neyse bindik hotelin yakınına bıraktı bizi. Kafasına<br />

göre bir fiyat söyledi biraz pazarlık yapınca<br />

uygun fiyata gidebildik, ama siz siz olun<br />

binerken baştan pazarlık edin. Sonunda hotele<br />

yerleştik. Ertesi gün kalktık ve şehri gezmek<br />

üzere yola çıktık. Lviv şehrinin mimarisinde<br />

Almanya ve Sovyet Rusya’nın esintileri hakim.<br />

Kendimizi şehrin kalbi sayılan eski yapıların<br />

en yoğun olduğu Rynok Meydanında bulduk.<br />

Rynok Meydanı etrafında hoş restaurantların<br />

ve kafelerin bulunduğu güzel bir meydan. Meydanda<br />

meşhur Diana Çesmesi’nin yanında Lviv<br />

Kahve Madeni var. Lviv’in en taze ve lezzetli<br />

kahvelerini burada deneyebilirsiniz. Lviv’den<br />

kumda Türk kahvesi içmeden dönmeyin derim.<br />

Eğer benim gibi kahve vazgeçilmeziniz<br />

ise Lviv şehrine bayılacaksınız. Ücretsiz kahve<br />

madenini mutlaka gezin. Ha unutmadan ayakkabı<br />

seçiminizi iyi yapmanızda fayda var. Merkez<br />

dışındaki yerler genellikle yokuş ve taşlı.<br />

Ayrıca Rynok Meydanı’nın ortasında bulunan<br />

Belediye Binası’nın içindeki 3000 bin basamaklık<br />

kuleye çıkıp şehrin muhteşem manzarasının<br />

tadını çıkarabilirsiniz. Polonya’da olduğu gibi<br />

Ukrayna’da da Rusya ve Putin nefretini sokak<br />

satıcılarının sattığı ürünlerde görmeniz mümkün.<br />

Rynok Meydanı’ndan çıktıktan sonra yakınlarda<br />

bulunan ve dünyanın ünlü markalarının<br />

süslediği Shevchenka Avenue Caddesi karşınıza<br />

çıkacak. Öğle yemeğinizi şehrin her yerinde<br />

bulunan kruvasan kahve evlerinde yiyebilir, damağınız<br />

yeni lezzetlere açıksa da Ukrayna’nın<br />

ünlü pancar çorbasının tadına bakabilirsiniz.<br />

Sonrasında Lviv Opera Binası’ndan akşam için<br />

opera biletlerinizi alabilirsiniz, eğer gittiğiniz<br />

hafta etkinlik varsa kesinlikle seyredin derim.<br />

Opera Binası’nın içi sizi bambaşka bir zamana<br />

Cem ELİBOL<br />

götürecek. Biletler de Avrupa fiyat ortalamasıyla<br />

karşılaştırılınca oldukça uygun. 1896 yılında<br />

yapılan bina dışarıdan bakılınca pek ihtişamlı<br />

durmasa da içinde bir hazine gizli. Opera Binası’nın<br />

çıkışında bulunan parkta insanların satranç<br />

oynadıklarını göreceksiniz. Şehrin sanata<br />

ve kültüre gereken değeri verdiğini orada bulunduğunuz<br />

süre içinde siz de anlayacaksınız. Şehri<br />

otobüsle uygun fiyatlara gezebiliyorsunuz. Gezinin<br />

başında size opera bileti hediye ediyorlar.<br />

Aklınızda olsun ilk olarak otobüsle bir tur yapıp<br />

sonra hediye biletinizle operaya gidebilirsiniz.<br />

Opera Binası’nın sağından yokuş yukarı çıktığınız<br />

zaman Lviv Üniversitesi ana binasına geliyorsunuz.<br />

Eski bir bina olan ana bina, mimarisi<br />

ile sizi etkileyecektir. Ana binadan çıkıp biraz<br />

devam ettiğinizde karşınıza 1744-1761 yıllarında<br />

yapılmış olan St. George Katedrali gelecek.<br />

İçini gezerken, çocuklar için dini eğitim verilen<br />

sınıfları görebilirsiniz. Doğu Avrupa ülkelerinin<br />

hepsinde karşılaştığımız dindarlığa burada<br />

da rastlamak mümkün. Ama Lviv’i diğer Doğu<br />

Avrupa şehirlerinden ayıran şey insanlarında<br />

ırkçılık sorununun olmaması ve Türk turistlere<br />

bayağı iyi uyum sağlayıp benimsemiş olmaları.<br />

Katedralin biraz ilerisinde bulunan tarihi tren<br />

istasyonunu gezdikten sonra size kendinizi eski<br />

köy pazarlarında gibi hissettirecek meyve sebze<br />

pazarına doğru yola koyulmanızı öneririm. Bu<br />

14 <strong>Metod</strong>ergi


pazar köylü yaşlı kadınların bahçelerinden getirdikleri<br />

ürünleri bulabileceğiniz bir pazar. Ben<br />

gezerken çok keyif aldım. Sonraki tavsiyem ise<br />

biraz tuhaf gelecek olsa da Lychakiv Mezarlığı.<br />

Bu mezarlıkta Ukrayna’nın önde gelen insanlarının<br />

mezarları bulunuyor. Mezarların şekli ve<br />

başlarındaki heykeller beni etkilediği gibi sizi<br />

de etkileyecektir. Alışveriş yapmak isterseniz<br />

opera binası çıkışının hemen solunda bulunan<br />

ve haftanın her günü açık olan pazarı ziyaret<br />

edip el yapımı ahşap ürünlerden veya Lviv<br />

kahve takımlarından almanızı öneririm. Her<br />

bütçeye uygun konaklayabileceğiniz yerler ve<br />

restaurantlar bulabileceğiniz namıdiğer aslanlar<br />

şehri Lviv için Prag’ın nehirsiz hali diyebilirim.<br />

Gelmenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.<br />

Bir sonraki yazımda uzun bir aradan sonra tekrar<br />

gittiğim ve gitmekten de her zaman zevk<br />

aldığım İtalya’nın efsane başkenti Roma’dan<br />

bahsedeceğim.<br />

Sevgiyle kalın...<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

15


İNOVASYON<br />

Ömer Serdağ TOKLU<br />

Elektrik-Elektronik Mühendisi<br />

Ekonomilerde Büyümenin Anahtarı…<br />

İnovasyon, 2000’li yıllarla birlikte özellikle<br />

teknoloji alanında hayatımıza girmeye<br />

başlayan bir kavram. Öte yandan günlük<br />

yaşamda en çok teknoloji ürünlerinde örneklerini<br />

görsek de, inovasyon aslında her türlü ürün,<br />

hizmet ve pazarlama, organizasyon ve iş yapış<br />

yöntemlerinde uygulanabilen bir yaklaşımdır.<br />

Günümüzün, şartları giderek zorlaşan global<br />

ekonomilerinde rekabette var olabilmek için,<br />

şirketlerin inovasyonu bir kültür olarak benimsemeleri,<br />

hayata geçirmeleri ve sürekli hale getirmeleri<br />

kaçınılmaz bir gereksinim olmuştur.<br />

Küresel rekabette artık inovasyon, krizlerle boğuşan<br />

dünya ekonomisinin, gelecek için önemli<br />

çıkış noktalarının başında gelen stratejik bir<br />

olgu haline gelmiştir.<br />

İnovasyon süreci, bilginin ekonomik ve toplumsal<br />

faydaya dönüştürülmesi olarak tanımlanır.<br />

Bu nedenle de teknik, ekonomik ve sosyal süreçlerin<br />

oluşturduğu bir bütündür. İnovasyonun<br />

en temel bileşenlerini, yaratıcı bir fikir buluş/patent<br />

ve onu hayata geçiren dinamik girişimciler<br />

olarak tanımlamak mümkündür.<br />

İnovasyon Çeşitleri<br />

İnovasyon denilince sadece teknoloji alanında<br />

özgün, yenilikçi ürün çıkarmak anlaşılmamalı.<br />

Bugün inovasyonu 3 ana kategoride ele alabiliriz:<br />

a)Ürün / Hizmet İnovasyonu<br />

Bir işletmenin farklı, yeni, değişik bir ürün geliştirmesi<br />

ve bunu pazara sunması ürün inovasyonu<br />

yapması anlamına gelir. Ancak işletmelerin<br />

ürün inovasyonu yapmak için yeni bir ürün<br />

geliştirmeleri gerekmez. Bir firma, sektöründeki<br />

rekabet gücünü yükseltmek için, mevcutta var<br />

olan ürünlerini daha iyi, daha kaliteli, daha üstün<br />

özelliklerde yapmak için değiştirir ve farklılaştırırlarsa<br />

da ürün inovasyonu yapmış olur.<br />

Örneğin mobil telefonlara zamanla ön kamera,<br />

el feneri ve telefonun parmak izi ile açılabilme<br />

özelliğinin eklenmesi birer ürün inovasyonudur.<br />

İşte buna benzer ürün inovasyonları ortaya çıkarmak<br />

adına gerekli teknolojik AR-GE çalışmalarını<br />

yapan, tasarımları gerçekleştiren ve<br />

bunları pazara ilk sunan firmalar her zaman rakiplerine<br />

karşı avantaj kazanmaktadır. Firmalar<br />

daha önce yapılmamış bir ürün ortaya çıkarttığında<br />

veya yeni bir teknoloji geliştirdiklerinde<br />

uluslararası patent alarak bunlara dair haklarını<br />

korurlar.<br />

Bir işletmenin yeni, farklı ve değişik bir hizmet<br />

geliştirip bunu müşterilerine sunması hizmet<br />

inovasyonudur. Ürün inovasyonunda olduğu<br />

gibi, hizmet inovasyonunda da daha önce sunulmayan<br />

bir hizmeti sunmak şart değildir.<br />

Sunulmakta olan hizmetleri daha çok müşteri<br />

çekecek ve böylelikle rekabet avantajı sağlayacak<br />

şekilde değiştirmek ve farklılaştırmak<br />

da hizmet inovasyonu yapmak anlamına gelir.<br />

Bir hastanenin hastalarına tahlil sonuçlarını elden<br />

vermek yanında internet sitesi üzerinden de<br />

verebiliyor olması bir hizmet inovasyonudur.<br />

Hizmet inovasyonuna bir başka örnek de bankaların<br />

kredi kartı promosyonlarının takip edilmesi<br />

ve başvurulmasına olanak sağlayan mobil<br />

uygulamalardır. Ülkemizde bu uygulamayı ilk<br />

geliştiren banka bu alanda uzun süre yalnız kaldı<br />

ve müşterilerin gereksinimlerine cevap vererek<br />

bunu avantaja çevirdi.<br />

b)Organizasyonel İnovasyon<br />

Bir işletmenin rekabet avantajı yakalayıp bunu<br />

koruyabilmesi için, çalışma ve iş yapış yöntemleri<br />

geliştirme, farklılaştırma ve yenileme<br />

faaliyetleri organizasyonel inovasyon olarak<br />

adlandırılır. Örneğin bir firmanın Japonlar tarafından<br />

1990’larda geliştirilen “sürekli iyileştirme”<br />

(kaizen) yöntemini kullanmaya başlaması<br />

bir organizasyonel inovasyondur. Bu yönteme<br />

göre, işçiler de dahil olmak üzere, bir firmadaki<br />

tüm çalışanlar yaptıkları işle ilgili süreçleri iyileştirme<br />

konusunda söz sahibidir<br />

ve sürekli olarak bu iyileştirme fikirlerine kafa<br />

yorarlar. Önerilen iyileştirme fikirleri yöneticiler<br />

tarafından değerlendirilir ve uygun bulunanlar<br />

uygulamaya konulur.<br />

c)Pazarlama İnovasyonu<br />

Ürün ve hizmetlerde farklı, değişik ve yeni tasarımların,<br />

ambalajların ve pazarlama yöntemlerinin<br />

geliştirilmesi veya uyarlanarak kullanılması<br />

ile bir firmanın rekabet gücünün yükseltilmesidir.<br />

Örneğin gıda ürünlerinde kilitli ambalaj kullanımı<br />

ve etkinlik biletlerinin internet üzerinden<br />

online satılmasına imkan sağlayan bir site kurulması<br />

birer pazarlama inovasyonudur.<br />

16 <strong>Metod</strong>ergi


İnovasyon Nedir? Ne Değildir?<br />

Pİnovasyon, bir firmanın diğer faaliyetlerinden<br />

soyutlanmış bir faaliyet değildir. Aksine, firmadaki<br />

tüm faaliyetleri kapsar ve bütünsel yaklaşım<br />

gerektirir.<br />

Pİnovasyon, içerisinde orijinallik, farklılık, değişiklik<br />

ve yenilik barındırdığı için her zaman<br />

yaratıcı bir fikirden kaynaklanır. Ancak bu yaratıcı<br />

fikir hayata geçirildiği, ürüne hizmete ve<br />

sürece yansıtılabildiği ve de bundan bir kâr elde<br />

edildiği noktada inovasyondan söz edilebilir.<br />

PSürdürülebilir inovasyon için, organizasyonel<br />

yapı oluşturmak amacı ile farklı bir kültür ve<br />

anlayış gerekir; bu da ancak geniş bir vizyona<br />

sahip, değişime ve gelişmeye açık yöneticiler ve<br />

çalışanlarla mümkün olabilir.<br />

PAraştırma-Geliştirme (Ar-Ge), inovasyon için<br />

gereken en önemli faaliyetlerden biridir. Ancak<br />

girişimsel inovasyon yoksa diğer bir deyişle<br />

Ar-Ge’yi yapanların girişimcilik niteliği yoksa,<br />

değer yaratılamaz; Ar-Ge sonuçları inovasyona<br />

dönüştürülemez. Dolayısıyla teknoloji tabanlı<br />

firmalar dışında kalan tüm firmalarda yürütülen<br />

inovasyon çalışmaları sadece ürün/hizmet inovasyonunu<br />

değil, organizasyonel inovasyon ve<br />

pazarlama inovasyonunu da kapsar. Kaldı ki,<br />

teknoloji tabanlı firmalarda her ne kadar ağırlık<br />

teknolojik inovasyona veriliyorsa da organizasyonel<br />

ve pazarlama inovasyonuna yeterli kaynak<br />

ayrılmadan başarılı olunması beklenemez.<br />

Pİnovasyon icat değildir. İcatların sonuçlarından<br />

yararlanabilir ancak asıl önemli olan ekonomik<br />

getirisi olan, henüz yapılmamış, bilinmeyen<br />

bir şeyleri yapmaktır. Bu nedenle de fikirler<br />

ve kavramlar önem kazanır. Elektrikli süpürge<br />

J. Murray Spengler tarafından icat edilmiş olsa<br />

da ticarileştirilmesini ve satışını W. H. Hoover<br />

adlı bir deri imalatçısı gerçekleştirmiştir. Bunun<br />

için de Spengler adı değil, Hoover adı dünya çapında<br />

tanınmıştır.<br />

Pİnovasyon, yalnızca çok büyük ve önemli değişiklik<br />

ve yenilikler olarak algılanmamalıdır.<br />

Aksine günlük hayatın basit problemlerini çözen<br />

küçük değişik ve yenilikler de ticari olarak<br />

büyük bir potansiyele sahip olabilir.<br />

Pİnovasyonun şirket içinde bu iş için görevlendirilmiş<br />

belli başlı kişilerin işi olduğu yanılgısına<br />

düşülmemelidir. Şirketin hemen hemen<br />

tüm çalışanlarının inovasyon sürecine katılımı<br />

sağlandığında farklı fikirler ve yaratıcılıklardan<br />

yararlanılmış ve dolayısıyla inovasyonun yeni<br />

boyutlarla daha etkili hale gelmesi sağlanmış<br />

olacaktır.<br />

Pİnovasyon, sadece müşterilerin güncel taleplerine<br />

yanıt vermek değildir. Gelecekteki gereksinimleri<br />

tahmin ederek, öncü olarak rekabet<br />

avantajı yakalamak ve teknolojik ilerlemelerden<br />

daha önce fayda sağlamak mümkündür.<br />

İnovasyonun Gücü…<br />

İnovasyon olgusu bugünkü anlamında ortaya<br />

çıkışında, sadece büyük firmaların tekelinde<br />

iken, artık rekabet ortamında yok olup gitmemek<br />

için değişime ayak uydurmak zorunda olan<br />

KOBİ’lerin de iş geliştirme stratejilerinde yer<br />

alıyor. Var olan şirketler büyüme ve sürdürülebilirlik<br />

planlarını inovasyonla daha sağlam temellere<br />

oturturken, yeni girişimlerin de başarılı<br />

olma şansları inovasyona dayalı ürün veya hizmetler<br />

ile daha yüksek olmaktadır.<br />

Dünyanın büyük şirketlerinin ortalama ömrü<br />

40 yıl. Buradan anlaşılıyor ki belirli bir zaman<br />

dünyanın en büyük şirketlerinden biri de olsanız,<br />

değişime ayak uydurmadığınız takdirde,<br />

şirketin çetin rekabet ortamında uzun yıllar kalıcı<br />

olması pek de mümkün olamıyor. Bir başka<br />

deyişle bir dönemin başarılı şirketi olmak, kalıcı<br />

olmaya yetmiyor. Yakın geçmişte mobil telefon<br />

sektöründe yer alan birçok firmanın ve ürünlerinin<br />

değişime ayak uyduramadığı ve beklenen<br />

rekabetçi yenilikleri gerçekleştiremediği için<br />

sektörden adeta silinip gittiğine hepimiz şahit<br />

olduk.<br />

Sonuçları ve getirileri itibari ile bir defalık<br />

çarpıcı ve etkili bir inovasyon yapmış olmaktan<br />

çok, inovasyonu bir beceriye dönüştürmek<br />

yani sürekliliğini sağlamak çok daha stratejik<br />

bir yaklaşımdır. İnovasyonu, değişen tüketici<br />

ihtiyaçlarını, malzeme ve teknolojik konularındaki<br />

gelişimi önceden görerek, dinamik küresel<br />

rekabet koşullarının gerektirdiği “pro-reaktif”<br />

karşılıkları hızla oluşturmak amacı ile ‘sürdürülebilir’<br />

veya ‘ardışık’ yenilikleri yapabilme<br />

yetisi olarak adlandırabiliriz.<br />

Ülkemizde de son yıllarda hizmet veya pazarlama<br />

inovasyonu şeklinde, internet ortamında<br />

ortaya çıkmış ve kısa sürelerde büyüme gerçekleştirmiş<br />

iş girişimlerine rastlamaktayız.<br />

İnternetten yemek siparişi vermek veya etkinlik<br />

bileti almak bir pazarlama inovasyonu sonucuyken,<br />

herhangi bir işi yaptırmak veya evdeki bir<br />

alışveriş ihtiyacını karşılamak üzere internet<br />

veya mobil uygulama üzerinden hizmet satın<br />

alabilmek bir hizmet inovasyonu sonucu mümkün<br />

olmuştur.<br />

Gerçekten de günümüzün dev bilişim şirketlerinin<br />

temellerinin bundan 10-15 yıl gibi kısa bir<br />

süre önce, bir araya gelmiş gençler tarafından<br />

garaj ortamında atıldığı göz önüne getirildiğinde,<br />

inovatif bir fikrin küçük bir başlangıç yatırımı<br />

ve doğru bir strateji ile dev ciroları olan bir<br />

şirkete dönüşme şansı her zaman devam etmektedir.<br />

Sonuç olarak bugün, insanın yaşam kalitesini<br />

yükseltme isteği ve yeniliklerdeki süreklilik<br />

beklentisi inovasyon kavramının temel itici<br />

gücü haline gelmiştir. Günümüzde ulusal ekonomilerin<br />

küresel rekabet edebilirlik düzeyleri<br />

giderek ‘inovasyon’ kabiliyet ve kapasiteleri ile<br />

belirlenmeye başlıyor. Gelişmiş ülkelerin inovasyona<br />

yaptıkları yatırım düzeyleri ile güçlü<br />

ve sürdürülebilir bir ekonomik yapıyı güvence<br />

altına aldıkları ve yükselen bir yaşam kalitesi<br />

yaratmayı başarabildikleri gözlemlenmektedir.<br />

Ülkemizin de ekonomik gelişmişliğinin ve insanımızın<br />

yaşam kalitesinin artırılması için mutlaka<br />

yüksek katma değerli ürün ve hizmet üretimimizin<br />

artması, dünyaya daha fazla marka<br />

ihraç eder duruma gelmemiz gerekiyor. Bunun<br />

da dünyanın gelişmiş ekonomileri ve daha ilerideki<br />

ülkeleri yakalama yarışındaki, gelişmekte<br />

olan ülkelerde olduğu gibi inovasyon ile mümkün<br />

olabileceği açıktır.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

17


Bürge DEMİRCİOĞLU<br />

Rehber Öğretmen<br />

RÖPORTAJ<br />

POZİTİF PSİKOTERAPİST VE AİLE DANIŞMANI<br />

ÖZDEN YILMAZ BİLGİN<br />

Akran zorbalığı tam olarak neyi ifade<br />

ediyor?<br />

Zorbalık adı üstünde bir kişiye veya<br />

kişilere rızası olmadan, sistematik olarak uygulanan<br />

duygusal, fiziksel ve onu her anlamda<br />

zorlayan çeşitli tacizlerdir. Kişiye kendisini<br />

bitmeyen, sürekli baskı altında hissettirme durumudur.<br />

Zorbalık, şiddet, saldırganlık ve ani<br />

duygusal tepkiler olarak kendini gösterebilir.<br />

Bir anda ortaya çıkıp kaybolabilirler. Ancak<br />

zorbalıkta belli bir davranışın belli kişilere sürekli<br />

uygulanması vardır. Kişinin direnemediği<br />

ve yardım isteyemediği bir pozisyonda kalmasıdır.<br />

Zorbalık davranışı kolayca kopya edilebilen<br />

yaygınlaşan ve ilgi çeken bir davranıştır.<br />

Çünkü çocuklarımız tarafından güç ile ilişkilendirilmiştir.<br />

Bu yüzden zorbalığa uğrayanlar<br />

bu süreci göğüslemekte oldukça güçlük çeker.<br />

Aynı zamanda zorbalık halka halkadır diyebiliriz.<br />

Çekirdekte kurban yani zorbalığa maruz<br />

kalan kişi vardır. Zorbalığı yapan hemen bunun<br />

dış halkasıdır. Ancak burada asıl belirleyici<br />

seyircilerdir. Bu zorbalığı seyreden, uzun süre<br />

ses çıkarmayan buna göz yumanlar. Aslında bu<br />

seyircilerde birer zorba rolündedirler. Müdahale<br />

etmiyor. Kendini problemle ilişkili görmüyor.<br />

Böylelikle aslında durumun bir tarafı haline geliyorlar.<br />

18 <strong>Metod</strong>ergi


Akran zorbalığı ne tür davranışlarla kendini<br />

gösterir?<br />

Bir kişinin başka kişi ya da kişiler tarafından<br />

etiketlenmesi, bu etiketlemenin onun duyacağı<br />

şekilde sistemli olarak sürdürülmesi. Lakap takmak,<br />

bir engeli ya da zorluk durumuyla, ekonomik<br />

durumuyla, boyuyla veya kilosuyla dalga<br />

geçmek olabilir. İtme, vurma şeklinde fiziksel<br />

şiddetle kendini gösterebilir. Akran oyun gruplarına<br />

almamak, sınıf içerisinde oluşan arkadaş<br />

gruplarına dâhil etmemek, onunla konuşan kişilerin<br />

konuşmasını engellemeye çalışmak şeklinde<br />

karşımıza çıkar. Kişi bunun sonucunda<br />

kendini kapana kısılmış ve sonucu değiştiremeyecekmiş<br />

gibi hisseder, bu hissi yaratan sistemli<br />

bütün davranışlara akran zorbalığı diyebiliriz.<br />

Akran zorbalığı dediğimiz durum daha çok<br />

hangi yaş grubunu kapsar?<br />

Akran zorbalığı her yaş grubunda gözlenebilir<br />

ancak farklı şekillerde kendini gösterir mesela<br />

ilkokulda daha çok fiziksel olarak, itme, vurma,<br />

çekiştirme davranışlarıyla karşımıza çıkar<br />

çünkü o yaş grubu henüz sözel boyutu sindirme<br />

anlamında tam olarak gelişememiştir. Daha somut<br />

olarak olumsuz tepkilerini davranışa dökmüşlerdir.<br />

Zorbalığa maruz kalan taraf durumu<br />

değiştirmeye çalışacak cesareti kendinde bulamaz<br />

ve sessiz kalır. Öte yandan ortaokul ve liselerde<br />

ise zorbalık kendini daha çok sözel alanda<br />

gösterir. Artık daha çok duygusal incitme, sosyal<br />

ilişkilere dönük sabote etme davranışları ve<br />

bunları sürekli hâle getirme yani daha incelikli<br />

zorbalık vardır. Biraz daha estetize edilmiştir<br />

ancak yine oldukça sistematik bir saldırganlık<br />

davranışıdır.<br />

Akran zorbalığına uğrayan, zorbalığı gerçekleştiren<br />

ve hatta seyirci kalanlar ne yapmalı?<br />

En önemlisi böylesi bir durum karşısında<br />

ve öncesinde bizler ne yapmalıyız?<br />

Zorbalıkla ilgili olan en önemli şey burada<br />

önleyici tedbirler alabilmektir. Zorbalık ortaya<br />

çıktıktan sonra müdahale etmek ne kadar<br />

önemliyse bu durumu yaratan riskler üzerinde<br />

durmak da aynı derecede önemlidir. Çocukların<br />

kendini yaşamda değerli ve takdir edilmiş hissetmeleri<br />

için en küçük yaşlardan itibaren yetişkinlerin<br />

rolleri çok önemli. Burada çocukların<br />

hayatına temas eden bütün yetişkinleri kastediyorum.<br />

Tabii anne-baba merkezinde. Uygun<br />

ebeveynlik davranışı göstermeyen, çocuğunu<br />

başkalarını memnun etmek zorunda hissettiren<br />

anne-babalar öncelikli meselemizdir. İkinci<br />

olarak da koridorlarda bağıran öğretmenler,<br />

törenlerde öğrencileri farklı grup davranışlarına<br />

davet eden ve bunun için baskı kuran müdürler,<br />

müdür yardımcıları, önleyici tedbirler almayan<br />

okul psikolojik danışmanı... işte bütün bunlar<br />

sorumludur. Bu tarz dokunuşlar, kendisi istemese<br />

bile başkalarını memnun etmek zorundaymış<br />

gibi hisseden çocuklar yaratır. Takdir edilen<br />

ama hayatın zorluklarını da tanıyan çocuklar<br />

yetiştirmemiz gerekiyor. Sorunlarını bizim çözmediğimiz<br />

sadece çözümünde ona rehberlik ettiğimiz<br />

çocuklar.<br />

Çocuklarımızı duygularını ifade edebilmeleri<br />

noktasında desteklemeliyiz. Çocuğumuz bizimle<br />

bütün şeffaflığıyla duygularını paylaşıyor<br />

mu? Bu önemli. Duygularını paylaştığında hissettiği<br />

şeyi ciddiye aldığımızı onu önemsediğimizi<br />

fark edebiliyor mu? Çocuğu duygularıyla<br />

ilgili suçlu hissettirmemeliyiz. Her anlamda, her<br />

alanda sağlıklı iletişim çok önemli.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

19


BEYİN<br />

Op. Dr. Alp ARSLAN<br />

Beyin ve Sinir Cerrahı<br />

“İnsan beyni anlayabileceğimiz kadar basit olsa bizler öyle<br />

basit olurduk ki onu anlayamazdık.”<br />

Emerson Pugh<br />

Beynimiz iki tip hücreden oluşur. İletişim<br />

kuran nöronlar ve onlara destek<br />

veren glial hücreler. Yaklaşık 1400<br />

gram olan (kadınlarda biraz daha ağır olabilir!)<br />

beynimiz yaklaşık yüz milyar nöron aracılığı ile<br />

kendisiyle ve vücutla bağlantı kurar. Peki nasıl?<br />

Nöron bir kısmından diğerine elektrik sinyali<br />

göndermek için, nöronu çevreleyen zarın iç<br />

tarafında negatif, dışında ise pozitif iyonun zar<br />

üzerinde bir voltaj farkı oluşturması, iyon kanallarını<br />

açarak elektrik sinyalinin hücre zarı<br />

boyunca elektron akımı oluşturmasına neden<br />

olur. Nöronlar gelen sinyalleri dendritlerden<br />

alırlar, akson ile de başka bir nörona iletirler. Bu<br />

ileti saniyenin binde biri sürede olur.<br />

Aksonlar sinirsel iletici denilen kimyasal maddelerle<br />

diğer nöronlar arasında kimyasal bağlantı<br />

kurarlar. Bu kimyasal maddeler diğer nörona<br />

sinoptik almaçla ( reseptörler) bağlanarak elektrik<br />

ya da kimyasal bilgiyi iletir. Farklı birçok<br />

görevi yapabilmek için doğal olarak nöronlar<br />

özelleşmiştir.<br />

Beynin en ilkel bölümü beyin sapıdır, bu bölge<br />

yaşamın devamı için gereken temel işlevlerden<br />

sorumludur. Soluma, kalp atımı, uyku,<br />

uyarılma, sindirim gibi. Bunlar en önemli işlevler<br />

ancak biz bunun farkında bile değiliz.<br />

Bir travma ya da akut kan kaybında vücudumuz<br />

burayı korumaya çalışır ve entelektüel<br />

fonksiyonları sağlayan beynin loblarını bunlar<br />

için hemen feda edebilir. Biraz yukarıda daha<br />

eğlenceli işlerle uğraşan hipotalamus bulunur.<br />

Stres, seks hormonları, açlık, susuzluk, uyku,<br />

vücut sıcaklığının düzenlenmesi gibi. Bunun<br />

etrafındaki amigdala tehlike karşısında savaş<br />

ya da kaç yanıtını ortaya çıkarır. (Erkeklerde<br />

biraz daha gelişmiştir. Tabii erkekliğin 9/10’u<br />

kaçmaktır!) Amigdala’nın komşusu hipkampus<br />

bellek beynin uzun dönemli merkezidir. Arkada<br />

kalan beyincik ise duyulardan gelen bilgileri hareketlere<br />

rehberlik etmek üzere kullanır. Görsel,<br />

duyusal, işitsel duyular takımına gelip, gerekli<br />

olanlar ilgili beyin korteksine gönderilir ve<br />

buna uygun bir yanıt verilmesi sağlanır. Beyin<br />

korteksi dört loba ayrılır: Oksipital lob, görme;<br />

temporal lob, işitme-konuşma-anlama,; pariatel<br />

lob, dokunma; frontal lob ise motor beceriler ve<br />

entellektüel faaliyetleri kontrol eder.<br />

İnsanların davranışları, öğrenmeleri nöronlar<br />

arası bağlantılar ile birbirinden farklılık gösterir.<br />

Yani beynimizdeki nöronal ağ bizi biz yapar.<br />

Etkin olan nöronlar güçlenir, kullanılmayanlar<br />

ya da sessiz kalanlar zayıflar. Yani öğrenmede<br />

tekrar burada devreye girer. Ne kadar çok tekrar<br />

o kadar çok nöronal bağlantı ve sınavda başarı<br />

anlamına gelir.<br />

20 <strong>Metod</strong>ergi


Doç. Dr. Ayça ARSLAN ERGÜL<br />

Genetik Mühendisi<br />

PROJE NASIL YAZILIR ?<br />

Proje yazmak için, Ali Benjamin’in, The<br />

Thing About Jellyfish adlı kitabından<br />

bir bölümü burada sizinle paylaşmak<br />

istiyorum. Bence başlangıç aşamasındaki bir<br />

proje için çok faydalı bir kılavuz.<br />

Amaç: Ortaokul laboratuvar raporu yazıyor olsanız<br />

da bilimsel makale yazıyor olsanız da fark<br />

etmez. Amacı belirleyen ve daha sonraki gelecek<br />

bilgilerin temelini oluşturacak bir giriş ile<br />

başlayın. Bu araştırma ile ne bulmayı umuyoruz?<br />

Bu araştırmanın insan meseleleri ile ilişkisi<br />

nedir?<br />

Hipotez: Hipotez, araştırmanın altında yatan<br />

soruya önerilen yanıt, geçici bir açıklamadır.<br />

Bunu, en iyi akıllı tahmininiz olarak düşünün.<br />

Arka plan: Bilimsel araştırmanın içeriğini belirtir.<br />

Konuyla ilgili ne biliyoruz? Neleri bilmiyoruz?<br />

Değişkenler: Bilim insanları nihayetinde, etki<br />

ve sonuçları keşfederler; dünyanın bir yerindeki<br />

değişiklikler diğer şeylere nasıl etki eder? Ancak<br />

sebep ve sonuç ilişkisi her zaman kolaylıkla<br />

ölçülemez. İyi belirlenmiş bilimsel araştırmalar<br />

net olarak belirlenmiş; bağımsız, bağımlı ve<br />

kontrollü değişkenler içerirler ve bilim insanının<br />

neyin değiştiğini ve neyin bu değişikliğe<br />

neden olduğunu bulmalarını sağlarlar.<br />

Prosedür: Bu kısmı yazmak oldukça kolaydır.<br />

Hangi materyalleri kullandınız? Ne yaptınız ve<br />

nasıl yaptınız?<br />

Bulgular: Gözlemlerinizi özetleyin. Elde ettiğiniz<br />

çıktılar hipotezinizi destekliyor mu?<br />

Unutmayın ki; bilim aslında hiçbir zaman bir<br />

şeyleri ispatlamaz; sadece dünyamızın çalışma<br />

şekli hakkında giderek artan kanıtlara katkıda<br />

bulunur. Eğer araştırmanız hipotezinizi desteklemiyorsa,<br />

bu konuda dürüst olun. Unutmayın<br />

ki, bilimde başarılarımızdan olduğu kadar başarısızlıklarımızdan<br />

da çok şey öğreniriz.<br />

Sonuç: Araştırmanızdan ne öğrendiniz? Bir<br />

adım ileri gidin ve bu araştırmanın daha ilerideki<br />

sorular için çıkarımlarını düşünün. Başka<br />

öğrenilecek ne var? Bir sonraki sorgunuz sizi<br />

nereye götürebilir?<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

21


Bundan yıllar yıllar önce bilim adamları<br />

epifiz bezi diye bir bezin varlığından<br />

haberdar oldukları andan itibaren epifiz<br />

bezini işlevini kaybetmiş büyük bir organın<br />

kalıntısı zannediyorlardı. 1917 yılında inek epifiz<br />

parçalarının kurbağa derisinin rengini açtığı<br />

tespit edildi. Deri rengini açtığına göre deri<br />

hastalıklarının tedavisinde de kullanılabilirdi.<br />

1958’de Yale Üniversitesinde çalışan bilim insanları<br />

deri hastalıklarında kullanmak üzere<br />

epifiz ekstreleri elde ettiler ve içindeki melatonin<br />

hormonunu izole ettiler. Elbette melatonin<br />

istedikleri gibi deri hastalıklarının giderilmesine<br />

yardımcı olmadı ama pek çok başka gizemin<br />

çözülmesine katkı sağladı.<br />

EPİFİZ BEZİNİN YERİ VE TANIMI<br />

Fiziksel olarak, epifiz belki de bedenin en küçük<br />

organıdır. Pirinç tanesi kadar küçülmüş ve<br />

sertleşmiş bir yapıdır. Bu kadar minik bir yapı<br />

nadiren bu kadar çok merak ve şamataya neden<br />

olmuştur. Epifiz yaklaşık 5-8 mm genişliğinde,<br />

yaklaşık 100-200 mg ağırlığındadır. Pirinç tanesi<br />

kadar küçülmüş sertleşmiş, çam ağacının<br />

kozalağına benzeyen, minik, gri beyaz bir yapıdadır.<br />

İki kaşın arasındaki nokta ile direkt olarak<br />

aynı çizgide ya da daha bariz anlatmak gerekirse<br />

iki gözün ortasının biraz daha üstünde altıncı<br />

çakramız (enerji kapımız) ile aynı yerde olan<br />

bir yapıdır. İnsan beyni bilateral simetriye sahiptir<br />

yani beynin iki yarım küresi önden arkaya<br />

doğru dikey olarak kesildiğinde ortada ayna var<br />

gibi sağ ve sol lobu birbirine simetriktir. Epifiz<br />

22 <strong>Metod</strong>ergi<br />

RUH İLE BEDENİN BAĞLANTI NOKTASI<br />

EPİFİZ BEZİ<br />

bezi , hipofiz bezi haricinde; iki taraflı simetrik<br />

olmayan, orta çizginin sağında bulunan beyindeki<br />

tek yapıdır. Yedeği yoktur. Zarar görürse<br />

onun bağlantılarını tolere edebilecek bir yapı<br />

daha yoktur. Epifiz bezi benzersiz bir yapıdır.<br />

EPİFİZ BEZİNİN ÇALIŞMA ŞEKLİ<br />

Epifiz bezi insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde<br />

bulunur. Anneler doğum yapmadan önce<br />

bebekte bu bez oluşmaya başlar, iki yaşına gelene<br />

kadar oluşumu devam eder. Eğer iyi korunamazsa<br />

çocuk 12 -13 yaşına geldiğinde körelir.<br />

Yetişkin insanlarda ise genelde uyku durumuna<br />

geçip pasifleşmiş haldedir. Bu minik organcık<br />

yaşlandıkça, özellikle günümüz modern dünyasında<br />

yozlaşıyor ve işlevini yitirmeye başlıyor.<br />

Buna neden olan en önemli sorunlar sularımızın<br />

içinde bulunan kireç, ağır metaller ve florür<br />

ya da florid. Diş dolgularında kullanılan civa,<br />

paketlenmiş hazır gıdalar ve fazla tüketilen şekerler<br />

de bu suçlular arasındadır. Hatta floridin<br />

insanın farkındalığını artırmasını tökezletmek<br />

için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu<br />

bile düşünülüyor.<br />

Epifiz bezini aktif hale geçirmenin yolları, ağır<br />

metallerden , hazır gıdalardan, fazla şekerden<br />

hatta diş macunundan bile uzak durmaktan geçer.<br />

Epifiz bezi deniz seviyesinde aktif değildir.<br />

Daha ziyade yüksek rakımlı yerlerde ve uykuda<br />

ve karanlıkta aktiftir. Bu nedenle pek çok dini<br />

mabet ve tapınak çoğunlukla yüksek rakımlı<br />

yerlerde inşa edilmiştir.<br />

Rabia KOCUR<br />

Biyoloji Öğretmeni<br />

Epifiz bezi gündüz çalışmaz fakat enerjisini iki<br />

gözün retinasına ve alnın ortasındaki altıncı<br />

çakramıza bağlı sinir uçları vasıtasıyla ışıktan<br />

alır ve ışığı direkt görmemesine rağmen ışığa<br />

karşı fazla duyarlıdır. Hatta bu bezin kapasitesini<br />

artırmak için, güneşin doğuşu ve batışı<br />

esnasında, 15 dakika süreyle güneşe bakılması<br />

tavsiye edilir.<br />

Epifiz bezi gece karanlıkta aktif olur ve özellikle<br />

uyku esnasında bazı hormonları salgılar.<br />

En yoğun salgılama zamanı insanın doğum anı,<br />

ölüm anı, annenin doğum yapma anı ve gece<br />

saat 03.00 sıralarıdır.<br />

Epifiz bezinin salgıladığı en önemli üç hormon,<br />

PMelatonin<br />

PSerotonin<br />

PDMT (Dimetiltriptamin) dir.<br />

Melatonin Hormonu<br />

Bazı kurbağaların ve balıkların çevrelerinde<br />

değişiklik gösteren ışık şartlarına karşı öfke ve<br />

korku gibi duygusal durumlarına tepki vermek<br />

için renk değişimi yapmalarını sağlar. Ergenliği<br />

başlatır, cinsel gelişimi sağlar. Gece gündüz<br />

döngüsünü kontrol eder. Bedenin günlük ritmini<br />

düzenler. Uyku düzeninde yaptırımcı etkisi vardır.<br />

Üreme üzerinde etkili bir hormondur. Vücudun<br />

biyolojik saatini ve ritmini ayarlar. Hücrelerin<br />

yenilenmesinde etkilidir. Göz retinasını<br />

korur. Kanser engelleyicidir.


Serotonin Hormonu<br />

Beyin hücreleri arasında elektrik ve kimyasal<br />

sinyalleri taşır. Özellikle mutluluk hormonu<br />

olarak tanınır.<br />

DMT (Dimetiltriptamin)<br />

(RUH MOLEKÜLÜ)<br />

Epifiz bezinin salgıladığı hormonlar içinde,<br />

üzerinde en çok konuşulan ve epifiz bezine en<br />

çok kutsallık veren hormon DMT hormonudur.<br />

Bu hormon da diğerleri gibi gece uyku sırasında,<br />

doğum, ölüm veya doğurma anında salgılanan<br />

ve bir çeşit halüsinojen olan kimyasal bir<br />

maddedir. Aslında dimetiltriptamin çok basit bir<br />

moleküldür gece çok düşük miktarda salgılanan<br />

salgısı bile bizim rüya görmemize neden olur.<br />

Eğer salgılanan DMT miktarı fazla olsaydı beyinde<br />

algının komple değişimine yol açardı.<br />

Peygamber hastalığı olarak da bilinen “Temporal<br />

Lob Epilepsisi”, beyinde yüksek miktarda<br />

DMT salgılanmasına sebep olduğu için farklı<br />

boyutlara kapılar açıyor ve birtakım şizofrenik<br />

halüsinasyonlara sebep oluyor.<br />

Doğum, ölüm ve çocuk doğurma anında salgılanan<br />

DMT miktarı, normal zamanlarda salgılananlardan<br />

daha fazladır. Doğumda DMT’nin<br />

daha çok salgılanması ile anne ve bebekte bir<br />

iletişim, bir trans ve mutluluk hali gerçekleşir.<br />

Bu durumda anne doğum sancısına daha rahat<br />

katlanır, bebek de uyku halinde olduğu için<br />

yeni bir hayata sıkıntısız bir geçiş yapar. Araştırmalara<br />

göre bebek dünyaya geldiğinde, beyin<br />

omurilik sıvısında çok miktarda DMT bulunduğu<br />

tespit edilmiştir. Bebeklik ve küçük çocukluk<br />

döneminde beynin %40 daha aktif olduğu belirlenmiştir.<br />

Bu nedenle de öğrenmeye ve spiritüel<br />

ilişkilere daha açıktırlar.<br />

Epifiz bezinin küçük çocuklarda daha büyük,<br />

daha aktif olması ve bu bezden salgılanan DMT<br />

ve diğer hormonların ergin kişilere nazaran<br />

daha fazla olması sonucu, onların zihnini manevi<br />

ve ruhani boyutlara daha açık hale getirir.<br />

Salgılanan hormonların miktarına göre de beyin<br />

ve zihin sistemlerinin ruhani, metafizik boyutlara<br />

açıklık oranı, salgılanan hormonun miktarına<br />

bağlı olarak değişir. Eğer salgılanan hormon<br />

miktarı yüksekse metafizik boyutlara açıklık<br />

oranı da yüksek olur. Bu nedenle de bu çocuklar<br />

hayali varlıkları kolayca görebilirler, bu durum<br />

yetişkinlere anlamsız gelecektir fakat epifiz bezi<br />

kireçlenmemiş bir çocuk, dünya normlarını kabul<br />

etmek zorunda değildir. Tabii ki ergen hale<br />

geldiklerinde epifiz bezleri küçülüp DMT salgıları<br />

azalacağından artık hayali varlıklar görmeyeceklerdir.<br />

Çocuklar buluğ çağına girdiklerinde<br />

şehvet duyguları artacağından, epifiz bezi<br />

aktiviteleri yavaşlayacak, küçülerek ve daha<br />

az hormon salgılayacağından, diğer boyutlarla<br />

ilişkisi oldukça azalacaktır. Küçük çocuklarda<br />

yaşanan bu durum sadece DMT salgılanma oranıyla<br />

ilgilidir.<br />

İsa Peygamber: “Karanlıkta oturanlar gerçek<br />

(büyük) ışığı görürler”der. Bu söz ile yine beyin<br />

epifizine yani pineal glande’ye atıfta bulunduğu<br />

düşünülüyor. Bu kadarla bitmiyor, nedense, bütün<br />

antik dinlerde ve hatta günümüz dinlerinde<br />

“kozalak” ciddi ve muamma bir sembol.<br />

Sonuç olarak bunlar günümüzdeki epifiz bezi<br />

araştırmasının sonuçlarıdır. Bilim adamlarının<br />

ve yogilerin sonunda buluştukları ve ajna çakra/epifiz<br />

bezi kompleksinin penceresinin her<br />

iki tarafında birbirlerini anladıkları görünüyor.<br />

Ajna çakrası yüksek bilince giriş kapısıdır ve<br />

bilim insanları şimdi bu kapıyı açmayı deniyor.<br />

İnsanların artık maddeden çıkıp ruhani boyutta<br />

manevi hazzını artırıp, bilim gözetiminde farklı<br />

bir tat alarak hayat kalitesini daha lezzetli yaşayabilmesi<br />

planlanıyor.<br />

<strong>Metod</strong>ergi 23


MELANKOLİK<br />

DİZELER<br />

Emel YALÇINKAYA<br />

Türkçe Öğretmeni<br />

Melankolik dizelerin sahibi Ümit Yaşar<br />

Oğuzcan’ın şairliğinin ne denli etkileyici<br />

olduğu su götürmez bir gerçek.Hayatı<br />

boyunca yaşadığı olaylar da bu melankolik şiir anlayışının<br />

gelişmesinde etkilidir hiç şüphesiz. Çünkü<br />

unutulmaz bir hadiseyle evlat acısını yaşamıştır.<br />

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yaşamı boyunca 24 kez intihara<br />

teşebbüs ettiği söyleniyor. Kendisine göre ise<br />

bu rakam 3 kereden ibaret. Hatta öyleki kendisi gibi<br />

şair olan babası Lütfi Oğuzcan, Ümit yaşarın bir intihar<br />

denemesinden sonra şu şiiri kaleme alıyor:<br />

Bak dünya ne güzel, bu sitem niye<br />

Ettim ben adımı sana hediye<br />

Mutluyum ey oğul babanım diye<br />

Çaptırma hicvinle cezaya beni<br />

Oğlu Vedat doğduktan sonrada intihar teşebbüslerine<br />

devam eden Ümit Yaşar Oğuzcan bir türlü ölmeyi<br />

beceremez. Bu intihar fikri ise oğlu Vedat Oğuzcan’ın<br />

aklında dönüp durmaya başlamıştır bile. 17<br />

yaşına geldiğinde belki babasına bir ders vermek<br />

ister. Vedat Oğuzcan bu huzursuzluk ortamında<br />

daha fazla yaşamak istemez ve Galata Kulesi’ne<br />

çıkıp kendini aşağıya bırakır. Babasının 24 kere intihara<br />

teşebbüsüne karşılık kendisi ilk teşebbüsünde<br />

ölmüştür.Rivayete göre ise yere düştüğünde çevredekiler<br />

Vedat Oğuzcan’ın elinde bir intihar notu<br />

bulmuştur. Notta ise bu trajediyi daha acıklı hale<br />

getiren şu kelimeler yazmaktadır: “Baba öyle intihar<br />

edilmez, böyle intihar edilir.’’<br />

Bunun sonrasında ise Ümit Yaşar Oğuzcan oğlu Vedat’ın<br />

intiharı için “Galata Kulesi” adlı şiirini kaleme<br />

alır.<br />

Gencecikti Vedat<br />

Işıl ışıldı gözleri<br />

6 Haziran 1973<br />

Pırıl pırıl bir yaz günüydü<br />

Aydınlıktı, güzeldi dünya<br />

Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden<br />

Kendini bir anda bıraktı boşluğa<br />

Ömrünün baharında<br />

Bütün umutlarıyla birlikte<br />

Paramparça oldu<br />

Bir adam benim oğlumdu...<br />

Gencecikti Vedat<br />

Işıl ışıldı gözleri<br />

İçi<br />

Bütün insanlar için sevgiyle doluydu<br />

Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa<br />

Kendini bir anda bıraktı boşluğa<br />

Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün<br />

Zaman durdu<br />

Bir adam düştü Galata Kulesi’nden<br />

Bu adam benim oğlumdu<br />

“Açarken ufkunda güller alevden”<br />

Çıktı, her günkü gibi gülerek evden<br />

Kimseye belli etmedi içindeki yangını<br />

Yürüdü, kendinden emin<br />

Sonsuzluğa doğru<br />

Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel<br />

Bir fincan kahve, bir kadeh konyak<br />

Ölüm yolcusunun son arzusu buydu<br />

Bir adam düştü Galata Kulesi’nden<br />

Bu adam benim oğlumdu<br />

Küçüktü bir zaman<br />

Kucağıma alır ninniler söylerdim ona<br />

“Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”<br />

Bir daha uyanmamak üzere uyudu<br />

Vedat<br />

6 Haziran 1973<br />

Galata Kulesi’nden bir adam attı<br />

kendini<br />

Bu nankör insanlara<br />

Bu kalleş dünyaya inat<br />

Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona<br />

“Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan<br />

Vedat”...<br />

Ümit Yaşar OĞUZCAN<br />

24 <strong>Metod</strong>ergi


KATI ATIKLARIN ÇEVREYE<br />

OLUMSUZ ETKİLERİ<br />

Atık; kullanılmış, artık istenmeyen ve<br />

çevre için zarar oluşturan her türlü<br />

maddedir. Atık denildiği zaman akla<br />

ilk olarak katı atıklar gelir. Sanayi tesislerinde<br />

üretimden sonra ortaya çıkan katı atıklar ile evlerden<br />

çıkan çöpler katı atıklar grubuna girerler.<br />

Katı atıklar bugün Dünya’da önemli bir sorun<br />

olmakla birlikte ülkemizin de önemli çevre sorunlarından<br />

birini oluşturmaktadır. Ülkemizde<br />

halen katı atıklar rastgele olarak yerlere atılmakta<br />

çevre ve görüntü kirliliğine yol açmaktadır.<br />

Bunun yanı sıra rastgele yere atılan katı<br />

atıkların bazıları akarsuların kenarlarına bırakılmaktadır.<br />

Bu önemli bir ihmaldir çünkü katı<br />

atıklardan ayrışan zehirli maddeler akarsulara,<br />

yer altı sularına ve denizlere karışmaktadır. Yer<br />

altı suları insanların içme suyu ihtiyacını karşılayan<br />

kaynaklardır. Dünya’da temiz su kaynaklarının<br />

tüm sulara oranına göre çok az olduğu<br />

bilinen bir gerçektir. Bu durumda insanlar kendi<br />

içme sularını kirletmekte ve bu katı atıklar ayrıca<br />

rüzgârlarla savrularak çevre kirliliğine yeni<br />

boyutlar getirmektedirler. Örneğin Ege Bölgesi’nde<br />

bulunan Büyük ve Küçük Menderes<br />

ırmakları çevrelerindeki sanayi kuruluşları ile<br />

yerleşim yerlerinin atıklarının boşalttığı akarsulardır.<br />

Oysa bu akarsular bu bölgede bulunan<br />

ve ülkemiz tarımında büyük önemi bulunan<br />

tarım alanlarını da sulamaktadır. Böylece insanlar<br />

kendi kendilerine zarar vermektedir. Bu<br />

katı atıkların insanlar ve çevre üzerine önemli<br />

ölçüde zararları bulunmaktadır. Örneğin bu<br />

katı atıkları oluşturan maddeler zamanla zehirli<br />

maddelere dönüşmektedir. Ayrıca bu katı atıklar<br />

zamanla bakteri ve virüslerin üremelerine yol<br />

açmaktadırlar. Bu virüs ve bakteriler sivrisinek,<br />

böcek ve fare gibi hayvanlarla taşınarak çevreye<br />

ve insan sağlığına zarar verebilmekte ve ayrıca<br />

bu atıklar en küçük bir ateşle bile kolaylıkla<br />

yanabilmektedir. Böylece yangınlar için zemin<br />

oluşturmaktadırlar. Bu katı atıklarda oluşan<br />

başta metan olmak üzere azot ve hidrojen sülfür<br />

gazları patlamalara yol açabilmekte ve insanlara<br />

zarar verebilmektedir. Ülkemizde çöplerin toplandığı<br />

alanlarda metan gazı patlamaları zaman<br />

zaman yaşanan olaylardır.<br />

Katı atıklar içerisinde zamanla organik maddelerin<br />

ayrışması neticesinde çeşitli sıvılar meydana<br />

gelmektedir. Bu sıvılar yağışlarla yer altı<br />

ve yer üstü sularına karışıp çevre kirliğine yol<br />

açmakta ve insan sağlığını tehdit etmektedir.<br />

Katı atıklar dışında çevreyi kirleten başka atık<br />

türleri de bulunur. Örneğin, hastalık veya böceklere<br />

karşı kullanılan kimyasal maddeler de<br />

çevreyi kirletebilmektedirler. Bu maddelere<br />

“Pestisit” adı verilir. Tarlalarda kullanılan tarım<br />

ilaçları pestisit grubuna girer. Bu maddelerin<br />

aşırı dozda kullanılması toprağı, yer altı ve yer<br />

üstü sularını kirletmektedir. Dolayısıyla pestisitlerin<br />

insan sağlığını tehdit edici bir boyuta<br />

ulaştıkları görülmektedir. Pestisitler insanlar tarafından<br />

solunduğunda ölümlere varan sonuçlar<br />

ortaya çıkarmıştır. Pestisitlerin aşırı kullanılmasının<br />

insan sağlığına zarar verdiği gibi çevreyi<br />

de olumsuz etkilediği bilinen bir gerçektir.<br />

Pestisitlerin aşırı kullanılması her şeyden önce<br />

tarımda verim düşüklüğüne yol açmaktadır.<br />

Bunun yanı sıra böcekler ve arılar zehirlenebilmektedirler.<br />

Ayrıca pestisitlerin su ekosistemini<br />

bozan etkileri de bulunmaktadır. Yukarıda da<br />

açıklandığı gibi bu maddeler yer altı ve yer üstü<br />

sularının kirlenmesine ve sularda yaşayan canlıların<br />

toplu ölümlerine yol açmaktadır. Toprakta<br />

bulunan pestisit kalıntıları insanlara ve hayvanlara<br />

geçebilmektedir. Çevreye rastgele atılan<br />

atıkların boyutlarını görebilmek için aşağıdaki<br />

Şenol İŞLEYEN<br />

Coğrafya Öğretmeni<br />

örneği iyi inceleyiniz:<br />

Akdeniz’e her yıl;<br />

P650 bin ton petrol,<br />

P120 bin ton yağ,<br />

P100 bin ton cıva,<br />

P60 bin ton deterjan,<br />

P38 bin ton kurşun,<br />

P21 bin ton çinko,<br />

P320 bin ton fosfor,<br />

P800 bin ton azot akıtılmaktadır.<br />

Peki, doğa bu atıkları ne kadar sürede temizleyebilmektedir?<br />

Bu sorunun cevabı için aşağıdaki<br />

örnekleri iyi incelememiz gerekir: Denize<br />

atılan;<br />

PKâğıt üç hafta,<br />

PTeneke yüz yıl,<br />

PPlastik dört yüz yıl yok olmadan dayanabilmektedir.<br />

Bazı maddeler kullanıldıktan sonra bir dizi işlemden<br />

geçirilerek tekrar kullanılabilir halre getirilebilmektedir.<br />

Bu materyallere geri dönüşüm<br />

materyalleri adı verilir. Bu materyallere kâğıdı<br />

örnek olarak verebiliriz. Katı atıklarda oluşan<br />

metan gazı bile değerlendirilebilirse bir enerji<br />

kaynağı olarak kullanılabilir.<br />

<strong>Metod</strong>ergi 25


MÜZİĞİN DÖRT<br />

MEVSİMİ<br />

Antonio Vivaldi<br />

Asude BİRİNCİ BAL<br />

Müzik Öğretmeni<br />

Klasik müzik dinler misiniz? Genelde<br />

bu sorunun cevabı ne olduğunu bilmemekle<br />

beraber “Hayır!” oluyor.<br />

Hâlbuki şu ana kadar izlediğimiz birçok TV<br />

reklamında ya da çizgi filmlerde, kısaca şöyle<br />

söyleyelim; kulaklarımıza yerleşmiş o kadar<br />

çok klasik eser var ki. Kuşkusuz bu ünlü eserlerden<br />

en önemlilerinden biri de Vivaldi’nin<br />

Dört Mevsim Konçertosu’dur.<br />

Peki kimdir bu Vivaldi? Nasıl bu kadar büyük<br />

bir bestecidir ki 1725 yılında bestelenmiş olduğu<br />

bir eseri hala hatırlayor ve doyamadan tekrar<br />

tekrar dinliyoruz.<br />

Antonio Vivaldi, Giovanni Vivaldi ve Camilla<br />

Calicchio’nun ilk çocuğu olarak 1678’te Venedik’te<br />

dünyaya geldi. İtalyan Barok klasik<br />

müzik bestecisi, virtüöz kemancı ve rahip olan<br />

Vivaldi’nin babası St. Mark Kilisesi’nin orkestrasında<br />

çalan usta bir kemancıydı. Vivaldi, ilk<br />

müzik eğitimini babasından almaya başladı.<br />

Bir papaz eğitimi alan Antonio Vivaldi 1703<br />

yılında papazlık görevine atandı. Bundan sonra<br />

da lakabı “Kızıl Papaz” olarak kaldı. Aynı yıl,<br />

Ospedale della Pietà adındaki bir kız yetimhanesinde<br />

keman öğretmeni oldu. Buradaki görevi<br />

yetim ya da sakat kızlara keman çalmayı öğretmek<br />

ve onlara konserlerde seslendirmeleri için<br />

her ay iki konçerto yazmaktı. 1709 yılında bu<br />

görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu dönemde<br />

Vivaldi besteci olarak dikkat çekmeye başladı.<br />

Op.1 sonat seti 1705 yılında yayımlandı.<br />

1709’da Op.2 keman sonatını Danimarka Kralı<br />

IV. Frederik’e ithaf eden Vivaldi, bu sıralarda<br />

konçerto yazmaya başlamıştır. Hollandalı yayıncı<br />

Estienne Roger, Vivaldi’nin 12 konçertodan<br />

oluşan L’estro Harmonico adlı eserini<br />

yayımladı. Bu eser, dönemin en etkili müziksel<br />

yayını oldu. Almanya dışına hiç çıkmayan Bach’in<br />

müziğinin İtalyan yanının oluşmasında da<br />

önemli bir yeri vardır. 1714’te Vivaldi’nin konçertolarını<br />

duyan Quantz, Albinoni ile birlikte<br />

Vivaldi’ye konçertoda reform yapmaları için<br />

ödenek bağlamıştır.<br />

1723 ile 1724’te Roma’daki karnaval mevsimi<br />

için üç opera yazdı. Yine 1723’te Vivaldi, Pieta’nın<br />

yöneticileriyle ayda iki konçerto besteleme<br />

konusunda anlaştı. 1725’te yazdığı eseri Op.<br />

8, Ilcimentodell’armonico e dell’inventione ile<br />

ünü daha da yayıldı.<br />

Vivaldi’nin 500’den fazla konçertosu vardır.<br />

Farklı enstrümanlardan yararlanmayı çok seviyordu.<br />

Hiç kimse viyolonselden(çello) solo enstrüman<br />

olarak onun yararlandığı kadar yararlanmamıştır.<br />

Fransız Barok müziğinde nefesli<br />

çalgılar ağırlıktayken onun müziğinde yaylı çalgılar<br />

önem kazanır. 230 keman konçertosunun<br />

yanında, flüt, obua, çello, viyola, mandolin konçertoları<br />

vardır. Klasik müzikle ilgisi olmayanların<br />

bile bildiği Dört Mevsim Konçertosu en<br />

sevilen eseridir. Kendisinin 94 tane opera yazdığını<br />

söylemesine karşın, bunların ancak 50’si<br />

günümüze ulaşabilmiştir. Bitmek tükenmek bilmeyen<br />

bir müzik dehası olan Vivaldi’nin hırslı<br />

ve güçlü kişiliği, müziğine de yansımıştır.<br />

Vivaldi hayalinde canlandırdığı resimleri müzik<br />

haline getirmiştir. Eserlerinde, hayallerine<br />

verdiği başrolü açıklayıcı sonelerle destekler.<br />

En ünlü eseri sayılan Op.8 içerisindeki “Dört<br />

Mevsim” konçertosu’nda mevsimler kendi<br />

özellikleri ile anlatılmıştır. Vivaldi’nin bu eseri<br />

uzun yıllar sonra Beethoven’a da ilham kaynağı<br />

olmuş ve “Pastoral Senfoni” bu şekilde ortaya<br />

çıkmıştır.<br />

Başlıca eserleri:<br />

Opera: Ottone in Villa (1713), Orlando Fintopazzo(1714),<br />

NeronefattoCesare (1715), ArsildaReginediPonto<br />

(1716), Tieteberga (1717),<br />

Scanderberg (1718), La Veritâ in çimento<br />

(1720), Silvia (1721), Giustino (1724), Cunegonda<br />

(1726), Ipermestra (1727), Rosilenaed<br />

Oronta (1728), Laf ide ninfa(1732), Montezuma<br />

(1733), L’Olimpi-ade (1734), Griselda<br />

(1735), Ginevra, PrincipessadiScozia (1736),<br />

l’Oracola in Messenia (1738), Peras-pe (1739).<br />

Konçerto: L’Estroarmonico (1712; 12 Konçertoluk<br />

dizi), II çimento dell’Armonia e dell’Inventione<br />

(1725; 12 konçertoluk dizi, mevsimler<br />

Süiti içinde), Le Cetra (1728; 12 konçertoluk<br />

dizi)<br />

Oratoryo: Moyses Deus Pharaonis (1714),<br />

Judithatriumphans (1716), L’Adorazione de ili<br />

tre Re Magi (1722).<br />

PKonçerto: Birlikte çalınmak üzere, orkestra<br />

ile bir solo çalgı için bestelenmiş müzik yapıtı.<br />

POp: Opus sözcüğünün kısaltması. Bir bestecinin<br />

yapıtlarının bestelenme sırasını gösteren,<br />

genellikle op. kısaltmasıyla yazılan ve sonuna<br />

yapıt numarası getirilen sözcük.<br />

PVirtüöz: Herhangi bir müzik aracını ustalıkla<br />

çalabilen ya da bir müzik yapıtını ustalıkla söyleyebilen<br />

sanatçı, usta yorumcu.<br />

26 <strong>Metod</strong>ergi


GEÇMİŞİ PARLAK,<br />

GELECEĞİ KARANLIK TÜRKÇEMİZ<br />

Tolga YILMAZ<br />

Türkçe Öğretmeni<br />

Dilimiz yüzlerce, binlerce yıllık geçmişe<br />

sahip bugüne kadar yaşamayı başarmış<br />

nazlı bir çiçektir. Ancak dilimizi şuurla<br />

işlenmiş bir hazine hâline getirmek ve olanaklarını<br />

daha da genişletmek elimizde.<br />

Günümüz Türkçesi yabancı sözcüklerle doldurulmuş,<br />

yazı ve konuşma dilinde yanlış kullanımlar<br />

ortaya çıkmıştır. Türkçemiz karışıklıklar<br />

içinde fırtınalı bir havada yol almaya çalışan bir<br />

gemi gibi yalpalayarak ilerlerken kendisini geleceğe<br />

taşıyacak bir atılım beklemektedir.<br />

Dili iyi kullanmak önemli bir meziyettir. Bunu<br />

yazı ve konuşma dilinde en iyi şekilde yapan<br />

kişiler toplumca örnek alınması gereken kişilerdir.<br />

Ancak dilin sıradan kullanımı yanlış anlaşılmalara<br />

ve anlatım gücünün zayıflamasına sebep<br />

olmaktadır.<br />

Elbette dilimiz olumsuz etkileniyor. Gelecekte,<br />

bizi millet yapan vasıflardan en önemlisi olan<br />

dilimizi kaybetmek istemiyorsak dili doğru<br />

kullanmak konusunda üzerimize düşen görevleri<br />

yerine getirmeliyiz. Dilin temizlenmesi ve<br />

yanlış kullanımların düzeltilmesi uzun ve zorlu<br />

bir süreç olsa da başarılmayacak bir iş değildir.<br />

Yeter ki istensin.<br />

Konuşmada ve yazmada dilimizi doğru kullanmak,<br />

kültürümüzü geleceğe aktarmak için çok<br />

önemlidir. Dilimizi başka dillerin boyunduruğu<br />

altına sokmak kendimize ve milletimize büyük<br />

zararlar verir. Dil konusunda ilk önce kişi<br />

kendi üstüne düşen görevi yapmalı kendi dilini<br />

yetkin kullanan biri olduktan sonra başkalarına<br />

yol göstermelidir. Türkçe sözcükler kullanmak<br />

önemlidir. Ancak dilimize yerleşmiş, anlamları<br />

ve kullanımları bilinen sözcükleri de dilimizden<br />

çıkarmaya çalışmak yanlıştır. Yapmamız<br />

gereken dilimize bundan sonra yabancı sözcük<br />

sokmamaktır. Dilimizi kirletmek yerine, hangi<br />

dilden sözcük alıyorsak o dili öğrenip konuşmalı<br />

dilimizi de değerini bilenlere bırakmalıyız.<br />

Dilimizin yabancılaşmasını önlemek için ilk çözüm<br />

okumaktır. Güzel Türkçemiz ile yazılmış<br />

kitaplar okumak, sözcük hazinemizi genişletmek<br />

bizi başka dillerin kavramlarını kullanmaktan<br />

uzaklaştırır. Bir başka çözüm ise her televizyon<br />

kanalının ve gazetenin bünyesinde dilimizi<br />

her yönüyle tanıyan ve kullanan bir veya birkaç<br />

kişiyi bulundurmasıdır. Bu kişilerin denetiminden<br />

geçen ürünlerin halka sunulması, halkın<br />

dilin güzel kullanımını açıkça görmesini sağlar.<br />

Üçüncü çözüm, öğretmen adaylarının Türk<br />

Dil Kurumu tarafından hazırlanacak bir sınava<br />

girmeleridir. Gelecek, öğretmenlerin elindeyse<br />

öğretmenler de kullandıkları dille öğrencilerine<br />

örnek olmalı, onların dili kullanım hatalarını<br />

düzeltebilmeli ki öğrenciler doğruyu doğru yerde<br />

görsün. Dördüncü çözüm önerisi, devletin<br />

dili koruyucu yasalar çıkarmasıdır. Devlet yönetendir.<br />

Yöneten doğru yönlendirirse yönetilen<br />

de gösterilen yoldan gider. Tabii burada önemli<br />

olan kural koyucuların kararlı olması ve yaptıklarının<br />

arkasında durmasıdır.<br />

Bir başka çözüm önerisi de dilimizi doğru kullananların<br />

ödüllendirilmesidir. Aslında dili doğru<br />

kullanmak bir ayrıcalık olmamalıdır. Ancak<br />

günümüz şartlarında, dilimiz böyle yoğun bir<br />

tehdit altındayken dili doğru kullananları ödüllendirmek<br />

diğer insanlara da örnek olacaktır.<br />

Dilimizi asıl kurtaracak şey ise yukarıdaki bütün<br />

önerileri hatta daha fazla öneriyi çözüme<br />

yansıtmaktır. Dilimiz bir kuş gibi elimizden<br />

uçup gitmeden ona geniş ve sağlam bir kafes<br />

yapmalıyız. Bu kafesin bizim de evimiz olacağını<br />

unutmadan!<br />

Atatürk dilin kullanımı ve gücü konusunda diyor<br />

ki: “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili<br />

dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek<br />

bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip<br />

onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili,<br />

Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü<br />

Türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde<br />

ahlâkını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını<br />

kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin,<br />

dili sayesinde korunduğunu görüyor.<br />

Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”<br />

<strong>Metod</strong>ergi 27


Yasemin KARABAY<br />

Beden Eğitimi Öğretmeni<br />

ÇOCUKLAR NEDEN BEDEN<br />

EĞİTİMİ DERSİNE İHTİYAÇ DUYAR?<br />

Çocukluk ve gençlik döneminde kazanılan<br />

ve yaşam boyu korunan fiziksel<br />

sağlık, vücudun en üst kapasitesinde<br />

işlev görmesi için gerekli görülmektedir. Egzersiz<br />

eğitimine, çocuğun ailesi ve öğretmeninin<br />

verdiği mesajları anlayacak kadar büyüdüğünde<br />

başlanmalıdır.<br />

Çocuklar Neden Beden Eğitimine İhtiyaç Duyar?<br />

PGelişmiş Fiziksel Uygunluk<br />

Çocukların kassal kuvveti, kassal endurans (dayanıklılık),<br />

vücut pozisyonu, esneklik ve kardiovasküler<br />

enduransı gelişir.<br />

PDüzenli ve Sağlıklı Aktivite<br />

Tüm çocuklar için gelişimsel olarak uygun geniş<br />

oranda aktivite sağlar.<br />

PBeceri Gelişimi<br />

Fiziksel aktivitelere yeterli katılım; çocukta<br />

güven, başarı ile sonuçlanan motor becerilerin<br />

gelişimini sağlar.<br />

PKendine Güven ve Özgüven Sağlar<br />

Beden Eğitimi çocuklarda kendi değerini fark<br />

ederek bu hissi kazanmada, fiziksel aktivite<br />

kavram ve becerilerinin gelişimine olanak tanır.<br />

Daha güvenli, bağımsız, kendini kontrol edebilen<br />

bir kişilik kazanmasına imkân verir.<br />

PDiğer Derslere Destek Verir<br />

Programa karşı öğrenilmiş bilgiyi sağlar. Fen<br />

Bilgisi, Matematik ve Sosyal Bilgiler içeriğinde<br />

laboratuvar olarak hizmet verir.<br />

PStresten Uzaklaşma<br />

Fiziksel aktivite gerilim ve anksiyetenin boşalmasına<br />

yardım eder ve sabır davranışlarının çoğalmasına<br />

yardımcı olur.<br />

PÖz Disiplin<br />

Sağlık ve fiziksel uygunluk için öğrencilerin<br />

sorumluluğunun gelişiminde önemli rol oynar.<br />

PKuvvetli İkili İlişkiler<br />

Beden Eğitimi çocukların sosyalizasyonuna<br />

yardım eder ve pozitif insan ilişkilerini öğrenmek<br />

için olanak sağlar. Özellikle geç çocukluk<br />

ve ergenlik sırasında dans, oyun ve sporlara katılabilmenin<br />

önemini vurgular.<br />

Çocuklar için Beden Eğitimi programları:<br />

PFiziksel egzersiz<br />

PTakım sporları<br />

PÇift ve bireysel sporlar<br />

PBoş zaman sporları<br />

Çocuklara verilen egzersizin amaçları:<br />

PFiziksel gelişim<br />

PMotor beceri gelişimi<br />

PKognitif (bilişsel) gelişim<br />

PSosyal-emosyonel (duygu)-etkin gelişim<br />

Çocuklar için en iyi egzersiz:<br />

PÇocuklarda yetişkinler gibi fiziksel aktiviteye<br />

haftada 3-4 kez, 30 dakikadan az olmayacak şekilde<br />

katılmalıdır.<br />

PEgzersizin en iyisi çocuğun seçtiği tek bir<br />

alanda düzenli olarak yaptığı egzersizdir. Bu<br />

eğlendirici ve ödül kazandıran aktiviteleri bulmaya<br />

yardım eder. Eğlendiren ve güvenli yapılan<br />

tüm aktivitelere katılabilir: yürüme, futbol,<br />

ip atlama, sıçrama olabilir.<br />

PÇocuğun yaş, vücut büyüklüğü ve fiziksel gelişimi<br />

için doğru sporu seçmek gerekir.<br />

Risk arttıran durumlar:<br />

PYaralanma olduğu zaman,<br />

PHer spor veya aktivite için kıyafet ve koruyucu<br />

kullanmadığı zaman,<br />

PKas ağrısı sürekli olduğu zaman çocuklar spora<br />

zorlanmamalıdır.<br />

28 <strong>Metod</strong>ergi


KELEBEKLER<br />

BAHÇESİ<br />

Sevcan ULUDOĞAN<br />

Sosyal Bilgiler Öğretmeni<br />

Kelebeklerin hayatta kalma mücadeleleri<br />

hayli ilgi çekicidir. Ülkemizde 440’tan<br />

fazla, dünyada ise 18 binden fazla kelebek<br />

türü yaşar. Bazı kelebek türleri parklarda<br />

ve bahçelerde görülebilirken bazılarını görmek<br />

için başka ülkelere gitmeniz gerekir.Ancak<br />

“Konya Tropikal Kelebek Bahçesi” sayesinde<br />

artık kelebek meraklılarının ve doğaseverlerin<br />

ülkemizde yaşamayan kelebek türlerini görmek<br />

için uzaklara gitmesine gerek kalmadı.Biz de<br />

<strong>Metod</strong> Koleji olarak dünyanın çeşitli yerlerinde<br />

yaşayan kelebekleri bir arada görmenin mümkün<br />

olduğu bu bahçeyi ziyaret ettik, bahçe ve<br />

kelebekler hakkında bilgi aldık. Üstelik doğal<br />

ortamlarında etrafımızda neşe içinde uçuşurlarken…<br />

Konya Tropikal Kelebek Bahçesi toplam 7.600<br />

metrekarelik açık alanda kurulu. Yani UEFA<br />

standartlarında bir futbol sahasının neredeyse<br />

bir buçuk katı büyüklüğünde. Bu koskoca<br />

alanda 1.600 metrekarelik özel olarak düzenlenmiş<br />

kapalı alan var. Dev bir cam sera düşünün.<br />

Gökyüzünden bakıldığında dev bir<br />

kelebek şeklinde gözüküyor bu sera. Bu<br />

alanda yalnız kelebekler değil Türkiye’de<br />

belki hiçbir yerde göremeyeceğiniz ilginç<br />

böcek, kuş ve bitki türleri de sergileniyor.<br />

Avrupa’nın en büyük kelebek uçuş alanına<br />

sahip olan Konya Tropikal Kelebek Bahçesi<br />

için özetle doğanın bin bir rengini sunan,<br />

rengarenk bir cennet diyebiliriz.<br />

Kelebeklerin rahatça yaşayabileceği koşullara<br />

uygun biçimde tasarlanan kelebek<br />

formundaki yapının iç kısmı, bu canlıların<br />

doğal ortamlarına benziyor. Yapının dış<br />

kısmını kaplayan farklı ölçülerdeki 1760<br />

cam, kelebeklerin yönlerini bulmasını sağlayan<br />

morötesi ışınları geçiriyor. Kelebekler narin<br />

canlılar oldukları için yaşadıkları ortamdaki en<br />

küçük değişiklikten bile kolayca etkilenirler. Bu<br />

nedenle yapay da olsa yaşam ortamlarındaki sıcaklık,<br />

nem gibi koşulların kontrol altında tutulması<br />

gerekiyor. Konya Tropikal Kelebek Bahçesi’nde<br />

de ortam sıcaklığı devamlı olarak 28°C<br />

(+2°C), nem oranı ise %80 (+%5)<br />

civarında tutuluyor. Kelebeklerin yaşadığı<br />

bu ortamın hemen yanındaki<br />

bölümde bir müze yer alıyor. Müzede<br />

kelebeklerin yumurta evresinden ergin<br />

bir kelebek haline gelene kadar geçirdiği<br />

tüm evreleri görmek mümkün.<br />

Ayrıca müzede kelebeklerin davranışları<br />

ile ilgili bir sergi de var. Burada<br />

kelebeklerin kur yapma, meyve-nektar<br />

ile beslenme, güneşlenme, korunma,<br />

çamur banyosu yapma, çiftleşme,<br />

yumurtlama ve kamuflaj davranışları<br />

takip edilebiliyor. Başka bir bölümde<br />

ise bazı böcek takımlarının (Hymenoptera,<br />

Mantodea, Coloptera, Odanata ve Phazmita)<br />

yumurtalarının 50 bin kat büyütülmüş halleri<br />

yer alıyor. Bu yumurtaların içine girilebiliyor.<br />

Yumurtaların içinde en büyük gergedan böceği,<br />

kraliçe arılar, ülkemizde yaşamayan bazı yaprak<br />

böcekleri ve sopa böcekleri görülebiliyor.<br />

Bu bahçede stresten uzaklaşıp kendinizi doğanın<br />

renkli dansına kolaylıkla kaptırıyorsunuz.<br />

Kelebekler haftalık partiler halinde pupa ve<br />

koza halinde geliyor buraya. Dikkatlice kozadan<br />

çıkmaları bekleniyor. Özel hazırlanmış<br />

perdelerde kanatlarını kuruyor ve sırası gelen<br />

kelebek etrafa neşe saçmaya başlıyor özgürce.<br />

Konya’daki bu bahçeyi görmek ve kelebeklerin<br />

fotoğraflarını çekmek eşsiz bir deneyim. Ancak<br />

tüm kelebekler aynı anda bahçede olmayabiliyor.<br />

Biz <strong>Metod</strong> Koleji olarak galiba şanslıydık.<br />

Neredeyse bütün kelebek çeşitleri etrafımızda<br />

cıvıl cıvıl uçuşuyordu.<br />

<strong>Metod</strong>ergi 29


SARI RENGİN<br />

DAHİ RESSAMI<br />

VINCENT VAN GOGH<br />

Hatice EROĞLU<br />

Görsel Sanatlar Öğretmeni<br />

Başlangıç muhtemelen her şeyden daha<br />

zordur. Ama dayanın, her şey sonunda<br />

daha iyi olacak.<br />

Sanat, hayat, din, arkadaşlık… Her şey üzerine<br />

söyleyecek bir çift lafı ve resimlerin içine gizlediği<br />

anlam dolu renkleri vardı bu dahi ressamın.<br />

Hastaydı, sıkıntılı, zor bir hayatı ve mükemmel<br />

resimleri vardı. Hatta belki de resimleri bu yüzden<br />

bu kadar güzeldi. O, söylediği gibi, eserlerine<br />

yüreğini ve ruhunu harcıyordu ve bunu<br />

yaparken aklını kaybetti.<br />

Herkesin kulağını kesen ressam olarak tanıdığı<br />

Van Gogh içli, derin, sevgiye hasret ve yalnız<br />

bir adamdı. Acı duymayı da mutluluğun değerini<br />

de herkesten daha iyi biliyordu. Hatta aşık<br />

olmayı da, sevmeyi de… Sürekli hayatı ve hislerini<br />

sorgular; renkler kadar kelimelerle de uğraşırdı.<br />

Vincent Van Gogh, 30 Mart 1853’te Hollanda’da<br />

doğdu. Otuz yedi yıllık yaşamının yalnızca<br />

son on yılında resim yapmıştı. Bu on yıllık<br />

zaman diliminde hayli üretkendi ve 2000’e yakın<br />

resim yapmıştı. Resim yaptığı ilk altı yılda<br />

tarzını bulmaya çalıştı, tekniğini geliştirdi. Ancak<br />

bu yıllarda kendine iyi bakmadı. Ruhsal çöküntüler<br />

geçirdi.<br />

Onun resimleri farklıdır, çünkü benimsediği sanat<br />

akımı art izlenimcilik, bunu gerektirir. 19.<br />

yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkan art izlenimcilikte<br />

esas olan ressamın doğayı ve varlıkları<br />

kendi iç dünyasında yorumlamasıdır. Van<br />

Gogh bu akımın en önemli temsilcilerindendir,<br />

çünkü onun resimlerindeki renkler ve ışıklar<br />

güneşin yarattıkları değil onun kendi iç dünyasındaki<br />

renklerdir. İzlenimcilik her ne kadar çizgiyi<br />

ve deseni ikinci, üçüncü plana atıyor olsa<br />

da Van Gogh bazı resimlerindeki duyguyu o<br />

çizgilerle bize aktarır. “Yıldızlı Gece” tablosunda<br />

olduğu gibi gökyüzündeki dalgalanmalar ve<br />

girdap çizgilerin ustaca kullanılmasından oluşmuştur<br />

ve ressam iç çatışmalarını, ruh halindeki<br />

dengesizlikleri bize bu çizgilerle anlatmaktadır.<br />

Bir ömür, çekilen çileler, yoksulluk, sanata olan<br />

aşk, hastalıklar, çaresizlikler, sonsuz bir sevgi…<br />

Van Gogh’un her şeyi var kardeşi Theo’ya<br />

yolladığı mektuplarda; çünkü kardeşi onun her<br />

şeyi aslında. “Doğa’nın bu kadar güzel olduğu<br />

anlarda korkutucu bir aydınlanma anı yaşıyorum.<br />

Kendimden emin olamıyorum ve resimler<br />

düşler gibi görünüyor.” diyor Van Gogh. Doğa<br />

onun için en çok tarlaları ifade ediyor. Bereketi,<br />

çalışmayı ve hatta ölümü…“Buğday Tarlası<br />

ve Kargalar” onun son tablolarından bir tanesi.<br />

Sapsarı bir buğday tarlası… Ortasından geçen,<br />

nereden geldiği belli olmayan iki yolun birleştiği<br />

bir patika sonsuza uzanıyor adeta. Hava yine<br />

fırtınalı… “Pilot kimi zaman içine çekilip yok<br />

olmak yerine, fırtınayı kullanarak bir kaçış yolu<br />

da bulabilir.” demiş bir mektubunda. Bu resmi<br />

yaparken hala o kadar umutlu muydu bilinmez<br />

ama hala kargaları çok seviyordu. Daha önceki<br />

mektuplarında anlattığına göre karga onun için<br />

genelin aksine ölümün habercisi değildi. Fakat<br />

bir sabah ölmek için gittiği o tarlada da kargalar<br />

var mıydı ya da hava fırtınalı mıydı? “Bir gün<br />

ölüm bizi alıp başka bir yıldıza götürecek” dediği<br />

gibi o sabah ölüm alıp onu başka bir yıldıza<br />

götürüyordu. Ren Nehri kıyısından gördüğü bir<br />

yıldıza belki de…<br />

“Resimlerimin satmadığı gerçeğini değiştiremem<br />

ama insanların resimlerimin, üzerinde<br />

kullanılan boyanın ederinden daha değerli olduğunu<br />

anlayacağı günler gelecek.”<br />

O günler çoktan geldi. Onun resimleri bir hayattı;<br />

hepsinin bir anısı, anlatmak istediği çok<br />

şey vardı. Sanatçı yaşamı normal bir insandan<br />

çok daha farklı yorumlar elbette ki ama bazen,<br />

özellikle de ressamlar için bunu insanların anlaması<br />

onlar için çok da önemli olmaz. Van Gogh<br />

kendini ifade edebilmeyi hep başardı. Resimle<br />

anlatmak istediklerini sözlerle destekledi ve<br />

şüphesiz ki dünyanın en büyük sanatçılarından<br />

biri oldu.<br />

ESERLERİ<br />

PArles’teki Yatak Odası (1889): Vincent Van<br />

Gogh’un en ünlü resimlerinden birisi Arles’te<br />

kaldığı odasının resmidir. Duvarlar solgun menekşe<br />

rengi. Döşeme kırmızı tuğladan. Yatağın<br />

ve iskemlelerin ağacının rengi, taze tereyağının<br />

sarı tonunda. Çarşaflar ve yastıkları çok açık bir<br />

limon yeşili. Örtü kırmızı renkte. Pencere yeşil.<br />

Tuvalet masası portakal rengi, leğen mavi. Kapılar<br />

leylak rengi.<br />

PKafe Terasta Gece (1888): Van Gogh’a gece<br />

ve yıldızların ilhamını veren meşhur Cafe Terrace’ın<br />

resmi. Van Gogh ilk kez bu resimde<br />

yıldızlara yer verdi. Kafeyi bir gece görüp çok<br />

etkilendi. Renklerinden etkilendiği için gündüz<br />

yerine gece, az ışık altında yapmaya karar verdi.<br />

PYıldızlı Gece (1889): Van Gogh, Saint-Rémy’de<br />

bir sanatoryumda kaldığı günlerde,<br />

Saint-Rémy köyünün şehir meydanını,<br />

geceleyin girdaba kapılan bir gökyüzü altında<br />

resmetti. Resmin ön planında bulunan servi<br />

ağaçları, Van Gogh tarafından resme derinlik<br />

katması amacıyla sonradan eklenmişti. Bu<br />

ağaçların aynı zamanda Van Gogh için ölümü<br />

simgelediği düşünülmektedir. Köyün küçük<br />

evlerinin pencerelerinden çıkan sarı ışıklar ise<br />

yaşamı simgeler. Ay ve yıldızların ışıkları sanki<br />

çevrelerinde dairesel bir şekilde dönmekte, gökyüzündeki<br />

bulut hafif bir rüzgârla kıvrılmaktadır.<br />

Van Gogh yalnızca renkler ve fırça darbeleriyle<br />

her an canlanacakmış izlenimi veren bir<br />

resim ortaya koymuştu.<br />

PBuğday Tarlası ve Kargalar (1890): Van<br />

Gogh, son çalışmalarından biri olan “Buğday<br />

Tarlası ve Kargalar”da ıssız bir manzarayı resmetmişti.<br />

Karanlık, huzursuz bir gökyüzünde<br />

uçan kargaların ufku öne doğru getirdiği görülmektedir.<br />

Buğday hep kullandığı gibi altın sarısı<br />

değil de kavruktur. Ölümünden az önce yaptığı<br />

bu resimde “keder ve sonsuz bir yalnızlık” izlenimi<br />

verdiğini kabul etmiştir. Umutsuzluğu<br />

resme yansımıştır.<br />

30 <strong>Metod</strong>ergi


İbrahim Cihan KAŞKAYA<br />

Bilişim Teknolojileri Öğretmeni<br />

KODRİS KODLAMA<br />

EĞİTİMİ<br />

Öğrencilerimizin,önemi gitgide artan yazılım<br />

geliştirme alanıyla ilgili gerekli<br />

bilgi birikimine erken yaşta sahip olmaları<br />

için kodlama eğitimi büyük önem taşımaktadır.<br />

Kodlama ile öğrencilerimiz: problemlere<br />

farklı yönlerden bakıp çözümler üretebilme,<br />

analitik düşünebilme, sistemli ve yaratıcı düşünebilme,<br />

en kısa çözüm önerilerini sunabilme<br />

gibi 21. yüzyıl becerilerini kazanırlar. Öğrenciler<br />

algoritma mantığını kavradıklarında her<br />

şeyin belirli bir düzen içerisinde gerçekleştiğini,<br />

belirli bir sıra ile olmadığı zaman yapılması<br />

gereken işlemlerin gerçekleşmediğini kavrarlar.<br />

Kodlama sadece bilgisayar bilimleri ile sınırlı<br />

olmayıp disiplinler arası etkileşim açısından da<br />

çok önemlidir.<br />

Algoritmik düşünme, analitik düşünme, eleştirel<br />

düşünme, problem çözme, tasarım odaklı düşünme<br />

gibi çağımızın becerilerinin önemini fark<br />

eden birçok gelişmiş ülke eğitim sistemlerinde<br />

köklü değişiklik yapma yoluna gitmişlerdir.<br />

ABD, İngiltere, Fransa, Finlandiya, Almanya,<br />

Güney Kore, İsrail gibi ülkeler 21. yüzyıl becerileri<br />

ile donatılmış yeni bireylerin yetiştirilmesi<br />

için ilkokuldan itibaren eğitim müfredatlarına<br />

kodlama dersini eklemişlerdir.<br />

Aşağıdaki grafikte Avrupa Bilişim Eğitimi Raporu’na<br />

göre Türkiye ile İngiltere’nin karşılaştırmasını<br />

görebilirsiniz. Raporda da görüleceği<br />

üzere kodlama eğitimi İngiltere’de 1. sınıftan<br />

itibaren zorunlu olarak verilmektedir.<br />

Kodris Kodlama Eğitimi<br />

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da öğretim programımıza<br />

dâhil ettiğimiz Kodris Kodlama Eğitimi<br />

ile ilkokul ve ortaokul kademesindeki öğrencilerimizin<br />

algoritmik/bilişimsel düşünme becerilerini<br />

arttırarak ileri düzeyde bilgisayar becerisi<br />

için temel oluşturmayı hedeflemekteyiz.<br />

Kodris, özel okullarda ve devlet okullarında<br />

AR-GE’si yapılmış (Farklı yaş gruplarına göre<br />

öğrenme düzeyi vs.), müfredatı olan, oyun temelli,<br />

öğrenci-öğretmen etkileşimli, algoritma<br />

kurmayı ve gerçek bir kodlama dilini(Python)<br />

öğreten online bir e-öğrenme platformudur.<br />

Kodris platformu oluşturulurken ulusal ve uluslararası<br />

literatür taramaları yapılmıştır. Üniversiteler<br />

ve okullar ile kurulan iş birliği sayesinde<br />

pek çok kez değerlendirilme imkânı bulunmuştur.<br />

En iyi sonuçlara ulaşabilmek adına yurt dışı<br />

örnekleri yerinde incelenmiştir. Ülkemiz genelinde<br />

uygulanabilmesi için Ankara Üniversitesi<br />

tarafından onaylı müfredat hazırlanmıştır.<br />

Kodris Kodlama Eğitimi ile öğrencilerimize;<br />

PAlgoritma kurma ve kurulan algoritmayı kodlama,<br />

PBilgisayar gibi düşünme temeline dayanarak<br />

analitik düşünebilme,<br />

PProgramlı ve değişkenleri dikkate alarak işlemler<br />

yapma,<br />

PProblemleri farklı yönlerden analiz edip en<br />

kısa yoldan çözüm üretebilme becerilerini kazandırmayı<br />

amaçlıyoruz.<br />

<strong>Metod</strong>ergi<br />

31


Meltem ŞEKER<br />

Fen Bilimleri Öğretmeni<br />

2017 NOBEL TIP ÖDÜLÜ<br />

Biyolojik Saatimiz Nasıl Çalışıyor?<br />

Sabahları bizi uyandıran tek şey baş ucumuzdaki<br />

çalar saat mi? Akşamları uykumuzun<br />

gelmesinin tek sebebi yorgunluk<br />

mu? Bu sorulara “evet” cevabını veriyorsak<br />

yanılıyoruz demektir. İnsanların hormon salınımından<br />

kuşların göçüne kadar olan biten her<br />

şeyi düzenleyen biyolojik bir saat vardır.<br />

Biyolojik saat, bazı durumlarda dışarıdaki saat<br />

ile vücudumuzun saatinin neden uyuşmadığını<br />

açıklayan bir mekanizmadır. Canlılarda belirli<br />

periyotlar hâlinde, düzenli bir ritimle yürütülen<br />

hâdiseler, çok hassas bir saat gibi çalıştırılır. Hayatın<br />

arka plânında sessizce işleyen bu ritimler<br />

bazen 24 saatlik, bazen aylık, bazen de yıllık<br />

devridaimler şeklinde olabilir. Jet lag denilen,<br />

çok fazla seyahat edince yakalanılan benzer<br />

bir his ile insanların neden karanlıkta daha iyi<br />

uyuduğu gibi durumları açıklayan biyolojik saatin<br />

kökeninde, vücudumuzda bulunan sabah ve<br />

akşama göre kendini ayarlayan vücudumuzun<br />

kendi saati vardır.<br />

2017 Nobel Tıp Ödülünü, insan vücudunun biyolojik<br />

saatini inceleyen ve bunu kontrol eden<br />

moleküler mekanizmaları ortaya çıkaran üç<br />

ABD’li bilim insanı Jeffrey C. Hall, Michael<br />

Rosbash ve Michael W. Young kazandı. Bu<br />

bilim insanları 1980’lerde, sirke sineklerinin<br />

24 saatlik biyolojik döngülerini araştırarak bu<br />

çalışmaya başlamışlardı. Araştırmaları, bazı<br />

genlerin sirke sineklerindeki biyolojik dalgalanmaları<br />

kontrol ettiğini ortaya çıkarmıştır ve<br />

ulaştıkları sonuçlar; bu genlerin ve sayısız vücut<br />

işlevinin geri bildirim döngülerini açıklamasına<br />

yardımcı olmuştur. Yıllar boyunca süren araştırmaları<br />

sonucunda bu genlerin gece artan ve gün<br />

içinde de azalan bir protein ürettiğini keşfeden<br />

üçlü, Sirkadiyen ritmini oluşturan diğer protein<br />

unsurlarını da bulup hücre içinde kendi kendine<br />

işleyen saat mekanizmasını ortaya çıkardı.<br />

İnsanlar dâhil tüm çok hücreli organizmaların<br />

hücrelerinde aynı ilkelere göre işleyen bir biyolojik<br />

saat. Bu bulgularla beraber bitkilerin,<br />

hayvanların ve insanların biyolojik ritimlerini<br />

dünyanın devinimi doğrultusunda nasıl adapte<br />

ettikleri ortaya çıkmış oldu. Nobel Komitesi<br />

yaptığı açıklamada: “Daha önce de yaşayan organizmaların<br />

bir biyolojik saati olduğunu ve bu<br />

saatin gezegenin doğal ritmine uyum sağlamasına<br />

yardımcı olduğunu biliyorduk ama bu saatin<br />

nasıl çalıştığını Hall, Rosbash ve Young’ın çalışmaları<br />

sayesinde öğrendik.” dedi.<br />

32 <strong>Metod</strong>ergi


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />

11 12 13 14 15 16 17 18 19 20<br />

21 22 23 24 25 26 27 28 29 30<br />

31 32 33 34 35 36 37 38 39 40<br />

41 42 43 44 45 46 47 48 49 50<br />

51 52 53 54 55 56 57 58 59 60<br />

61 62 63 64 65 66 67 68 69 70<br />

ERATOSTHENES<br />

KALBURU<br />

VE ASAL<br />

SAYILAR<br />

71 72 73 74 75 76 77 78 79 80<br />

81 82 83 84 85 86 87 88 89 90<br />

91 92 93 94 95 96 97 98 99 100<br />

Hülya YOLUDOĞRU<br />

Fatmanur KORKMAZ<br />

Matematik Öğretmenleri<br />

Matematikte, Eratosthenes (Eratosten)<br />

Kalburu belirli bir tamsayıya kadar<br />

yer alan asal sayıların bulunması<br />

için kullanılan bir yöntemdir. Daha hızlı ve karmaşık<br />

olan Atkin kalburunun atası sayılır. Eski<br />

Yunan’da Eratosten tarafından geliştirilmiştir.<br />

İki sayı arasındaki asal sayıları bulmak için bu<br />

yöntem oldukça kullanışlıdır. Çalışması diğer<br />

formüllere göre biraz yavaş olsa da yine de eğlenceli<br />

ve diğerlerinden daha az karmaşıktır.<br />

Kullanımı:<br />

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19<br />

20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34<br />

35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49<br />

50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64<br />

65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79<br />

80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94<br />

95 96 97 98 99 100<br />

P1′e asal sayı olmadığı için çarpı işareti koyun.<br />

P2′yi bir asal sayı olduğu için daire içine alın,<br />

daha sonra 2′nin tüm katlarına çarpı işareti koyun.<br />

P3′ü de daire içine alın ve katlarına da çarpı<br />

işareti koyun.<br />

PAynı işlemleri 5 ve 7 için de yapın.<br />

P100′e kadar olan tüm sayılara bu işlemleri<br />

uygularsanız, 100′e kadar olan asal sayıları bulursunuz.<br />

Bulmuş olduğunuz asal sayılarla 1000′e kadar<br />

olan asal sayıları, onları kullanarak da<br />

1.000.000′a kadar olan asal sayıları bulursunuz<br />

ve bu sonsuza kadar gider. Bu yönteme Eratosthenes<br />

Kalburu denir.<br />

Eratosthenes kimdir?<br />

Eratosthenes (Eratosten) (Yunanca<br />

Ἐρατοσθένης) (M.Ö. 276-M.Ö. 194) Yunanlı<br />

matematikçi, coğrafyacı ve astronomdur.<br />

Eratosthenes, Cyrene’de (günümüz Libya’sı)<br />

doğmuştur. Ancak ölene kadar tüm yaşamı<br />

Ptolemaios soyunun hüküm sürdüğü Mısır’ın<br />

başkenti Alexandria’da (İskenderiye) geçmiştir.<br />

Hiç evlenmemiştir.<br />

Eratosthenes Alexandria’da ve bir müddet<br />

Atina’da öğrenim görmüştür. MÖ 236’da III.<br />

Ptolemaios Euergetes tarafından Alexandria<br />

Kütüphanesi’ne, o koltuktaki ilk kütüphaneci<br />

Zenodotos’un ardından, kütüphaneci olarak<br />

atanmıştır.<br />

Matematik ve doğal bilimlere katkılarda bulunmuştur.<br />

MÖ 195’te kör olmuştur ve bir yıl sonra<br />

kasıtlı olarak kendini aç bırakarak ölmüştür.<br />

Meridyen yayının uzunluğunu ve ondan yararlanarak<br />

Dünya’nın çevre uzunluğunu yani<br />

Ekvator uzunluğunu hesaplamış, çalışmalarını<br />

Geopraphika adlı eserinde toplamıştır.<br />

Dünya üzerindeki yerleşik alanların sınırlarını,<br />

hazırladığı bir haritada da gösteren matematik<br />

coğrafyacıdır.<br />

<strong>Metod</strong> Kolejinde Matematik Zümresi olarak<br />

derslerimizde yapılandırmacı yaklaşımı esas<br />

alarak asal sayıları öğrencilerimize keşfettiriyoruz.<br />

Panolarımızı asal sayılar ile süsleyerek öğrencilerimize<br />

çoklu eğitim ortamları sağlıyoruz.<br />

<strong>Metod</strong>ergi 33


ANASINIFI ETKİNLİKLERİMİZ<br />

Bengü A - Seda D<br />

Anasınıfı Öğretmenleri<br />

10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ<br />

10 Kasım’da saygı, sevgi ve özlem ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü<br />

andık. Saygı duruşunda bulunarak karanfillerimizi sunduk.<br />

MATEMATİK ETKİNLİĞİMİZ<br />

Matematik çalışmalarımız ile öğrencilerimizin:<br />

EMatematiğe karşı olumlu tutum geliştirmesini,<br />

EMatematikle ilgili kavramları öğrenmeye ilgili ve istekli olmasını,<br />

EVarlıkların matematiksel özelliklerini tanıyabilmesini ve isimlendirme<br />

becerilerini geliştirmesini,<br />

EBasit problemleri anlayabilmesini ve çözme yeteneğini geliştirmesini,<br />

ERitmik sayma becerisini geliştirmesini,<br />

ESayıları okuyabilmesini ve söylendiğinde yazabilme becerisini kazanmasını,<br />

EKümeyi ve kümeler arası ilişkileri kavrayabilmesini,<br />

EÖlçmeyle ilgili kavramları kazanmasını,<br />

ETemel geometrik şekilleri (kare, daire, dikdörtgen, üçgen gibi) kavramasını,<br />

ETam, yarım ve çeyrek gibi kesir kavramlarını öğrenmesini<br />

amaçlıyoruz.<br />

AYIN MATERYALİ<br />

ETKİNLİĞİMİZ<br />

TİYATRO<br />

Her ay belirlediğimiz<br />

bir objeyi sınıfımızda<br />

biriktirerek sanat, okuma-yazma,<br />

matematik,<br />

oyun, müzik gibi birçok<br />

etkinlik içinde kullanıyoruz.<br />

Çok severek ve ilgi ile seyrettiğimiz tiyatro oyunlarının eğitici ve<br />

öğretici yanından da faydalanıyoruz. Eğlenirken de öğrenmenin<br />

tadına varıyoruz.<br />

ÇİZGİ VE SES ÇALIŞMALARIMIZ<br />

Çizgi çalışmalarımız önce oyun, müzik, görsel okuma etkinlikleri<br />

ve oyuncaklar ile verilmektedir. Öğrencilerin el-göz koordinasyonlarını<br />

destekleyici üç boyutlu; çizgi üzerinde yürüme, kumda, farklı<br />

zeminlerde parmak takibi, bedenini kullanarak çizgi oluşturma gibi<br />

çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıca öğrencilerin kitap tutma, soldan<br />

sağa, yukarıdan aşağıya görsel okuma, doğru kalem tutma becerileri<br />

de desteklenmektedir. Daha sonra bu çalışmalar basitten zora doğru<br />

hazırlanmış etkinlik sayfaları ile verilmektedir. Çalışma kitaplarımız<br />

yaptığımız bu çalışmaları pekiştirmektedir. Öğrencilerin farkındalıklarını<br />

arttırmak amacıyla ses çalışmaları sadece sesli harflerin verilmesi<br />

ile gerçekleştirilmektedir. Her ay programda ses ve okuma yazmaya<br />

hazırlık etkinlikleri yer almaktadır. Ses etkinlikleri oyun, afiş,<br />

sınıf panoları vb. görsel materyaller kullanılarak verilmektedir.<br />

34 <strong>Metod</strong>ergi


1. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

Artık sesleri (harfleri) tanıyoruz. Okuma<br />

yazma çalışmalarımız hız kesmeden<br />

sürüyor. Birinci grup seslerimizi<br />

(E-L-A-K-İ-N) öğrendik. Öğrendiğimiz harflerle<br />

heceler, sözcükler ve cümleler oluşturduk.<br />

Yeni öğrendiğimiz bu harflerle günlük hayatta<br />

karşılaştığımız bazı kelimeleri oluşturmaya başladık.<br />

Öğrendiklerimizi pekiştirmek için de okuma<br />

kitaplarımızı alıp bahçede okuma saati yaptık.<br />

“Ormandaki Sürpriz” adlı tiyatro oyununu izlemeye<br />

gittik. Amacımız: çocukların yaratıcı<br />

düşünme becerilerini geliştirmek ve geleceğin<br />

bireylerine sanat zevki aşılamak, sanata ve topluma<br />

eleştirel bakış açısı kazandırmak ve grupla<br />

hareket etme becerisini geliştirmektir.<br />

Cumhuriyet Çok Yaşa!<br />

Cumhuriyetimizin 95. yıldönümünü büyük bir<br />

coşku ile kutladık. Sınıflarımızda Cumhuriyet<br />

ve Atatürk sevgisini konu alan çalışmalar yaptık.<br />

Oynarken de öğreniyoruz. Çünkü biz çocuğuz.<br />

Öğrenme hedeflerimizi gerçekleştirdikten sonra<br />

biraz da oyun oynayalım dedik. Oynarken<br />

de “arkadaşlığı, dostluğu, paylaşmayı, sıramızı<br />

beklemeyi, oyun kurallarına uymayı” hedefledik.<br />

2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

Matematik derslerimizde; geleneksel eğitim<br />

anlayışının dışına çıkarak, eğitim-öğretim sürecinde<br />

öğrencilerimizi merkeze alarak, yaparak<br />

yaşayarak öğrenmeyi ilke edindik. “Doğal Sayılar”<br />

konusunda “DESTE” kavramını öğrenmek<br />

amacıyla sayma çubuklarımızı kullanarak desteler<br />

oluşturduk. Sınıf arkadaşlarımızın oluşturdukları<br />

desteleri inceledik.<br />

Türkçe dersimizde cümleleri önce karıştırdık,<br />

sonra sıraladık. “Anlamlı ve Kurallı Cümle<br />

Oluşturma” konusu kapsamında ikili gruplar<br />

oluşturup karışık olan cümleleri sıraya koyduk.<br />

Amacımız iş birliği yaparak anlamlı cümlelerde<br />

“Eylem” bildiren kelimeyi cümlelerin sonuna<br />

koymaktı. Eylemler cümle sonunda olunca<br />

cümleler ne de anlamlı oluyor. İş birliği yapınca<br />

her şey çok kolay!<br />

Matematik dersimizde “SAYILARI KARŞI-<br />

LAŞTIRALIM” konusunda iş birliğine dayalı<br />

çalışmalar yaptık. “Sayılar Arası Büyüklük-Küçüklük<br />

İlişkisi” ni iş birliği içerisinde öğrendik.<br />

Grup içerisinde kendi görüş ve düşüncelerimizi<br />

rahatlıkla ifade ettik, görev paylaşımı yaptık.<br />

Sayıları karşılaştırdık, hangisi büyük hangisi<br />

küçük artık biliyoruz.<br />

<strong>Metod</strong>ergi 35


3. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

DÜNYA MODELİ HAZIRLADIK<br />

3. sınıflar olarak Fen Bilimleri dersimizde “Dünya’nın<br />

Gözlemlenebilir ve Gözlemlenemeyen<br />

Katmanları” konusunu öğrendik. Dersimizin<br />

hemen arkasından öğrendiklerimizi pekiştirmek<br />

için oyun hamurlarımız ile bir dünya modelini<br />

ve katmanlarını oluşturduk çünkü <strong>Metod</strong> Koleji<br />

olarak bilgiyi yapılandırmayı, somutlaştırmayı<br />

önemsiyoruz.<br />

birçok ağaç türünü ve yaprakları inceledik, örnekler<br />

topladık. Topladığımız örnekleri ise okulumuzda<br />

geniş-iğne yapraklı, damarlı-damarsız<br />

ve sonbaharda dökülen-dökülmeyen olarak<br />

sınıflandırma çalışması yaptık. Sonuçlarımızı<br />

rapor haline getirip proje dosyalarımıza ekledik.<br />

KAPI SÜSLEME ÇALIŞMASI<br />

<strong>Metod</strong> Kolejinde düzenlenen İngilizce Kapı<br />

Süsleme Yarışması’na biz de katıldık. 3-A sınıfı<br />

olarak Fen Bilimleri dersiyle ilişkili olarak<br />

“Dinosaurs”; 3-B sınıfı olarak ise yine Fen Bilimleri<br />

dersiyle ilişkili olan “Our Solar System”<br />

temasını seçtik. Konularımızla ilgili araştırma<br />

VEDAT DALOKAY PARKI GEZİMİZ<br />

Seçtiğimiz Tematik Proje konumuz “Yaprak”<br />

ile ilgili Vedat Dalokay Parkı’na gezi düzenledik.<br />

Gezimizde meşe, kavak, Japon elması, ıhlamur,<br />

ceviz, akkavak, ladin, mavi ladin ve daha<br />

OKUL BAŞKANI SEÇİMİ<br />

Okulumuzda demokrasiyi ve demokratik uygulamaları<br />

her fırsatta hayata geçirmeye önem<br />

veriyoruz. Bu nedenle okulumuzda kasım ayının<br />

başında Okul Başkanlığı Seçimi’nin duyurusu<br />

yapıldı. Bir ay boyunca adayların vaatlerini<br />

dinledik, taleplerde bulunduk, sorular sorduk ve<br />

kimi destekleyeceğimize dair özgür kararlarımızı<br />

verdik. Seçimlere ise seçmen olarak katıldık.<br />

Bu süreçte seçim, seçmen, sandık, oy pusulası,<br />

mühür gibi seçim kavramlarını da yaparak ve<br />

yaşayarak öğrenmiş olduk.<br />

yaptık, önceki bilgilerimizi de kullanarak bütüncül<br />

yaklaşım ile disiplinler arası ilişkiler<br />

kapsamında kapı süslerimizi iş birliği ile oluşturmaya<br />

başladık.<br />

36 <strong>Metod</strong>ergi


4. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />

ÖĞRETİM ETKİNLİKLERİ ÖĞRENCİ<br />

İLGİLERİNE DAYANDIRILMAKTADIR:<br />

Bireyi öğrenmeye güdüleyen en önemli etmenlerden<br />

birisi onun ilgileridir. Bu nedenle öğrencilerin<br />

ilgileri belirlenerek öğretme-öğrenme<br />

etkinlikleri bu ilgilere dayandırılmaktadır.<br />

Öğretimi somuttan soyuta, basitten karmaşığa<br />

doğru gerçekleştirme:<br />

Soyut kavramlar, somut kavramlara göre daha<br />

güç öğrenildiğinden, kavramlar olabildiğince<br />

somutlaştırılarak öğretilmelidir. Bu ilke, ilköğretim<br />

basamağındaki öğrenciler söz konusu<br />

olduğunda daha çok önem kazanmaktadır. Çünkü<br />

bu basamaktaki öğrenciler, öğrenmelerinin<br />

büyük bir bölümünü somut yaşantılara dayalı<br />

olarak gerçekleştirmektedirler. Ayrıca, öğretim<br />

sırasında konuların basitten karmaşığa doğru<br />

bir örüntü izlemesine özen gösterilmektedir. Bu<br />

örüntü öğrencilerin hazırbulunuşluk düzeylerine<br />

uygun olarak planlanmaktadır.<br />

Öğretimde yaparak-yaşayarak öğrenme etkinliklerine<br />

yer verme:<br />

Öğretimde yaparak-yaşayarak öğrenme ilkesinin<br />

uygulanması, öğrencilerde daha etkili ve<br />

kalıcı öğrenmelerin oluşmasına yol açmaktadır.<br />

Bu nedenle öğrencilerin yaparak-yaşayarak öğrenmeleri<br />

yönünde çaba gösterilmektedir.<br />

Öğrencilerin öğrenmeye etkin katılımlarını<br />

sağlama:<br />

Öğrenciler, öğrenme sürecinde sorumluluk üstlendikleri<br />

ve öğrenmeye etkin olarak katıldıkları<br />

zaman, öğrenilecek konuları daha iyi öğrenmektedirler.<br />

Bu nedenle<br />

öğrencilerin öğretim sırasında<br />

öğrenmeye etkin<br />

olarak katılımları sağlanmaktadır.<br />

Öğretim sırasında ekonomik<br />

olma:<br />

Öğretim sırasında kullanılacak<br />

zamanın, harcanacak<br />

çabanın ve gerekli<br />

malzemenin en azı ile<br />

amaca ulaşmaya çalışılmalıdır.<br />

Örneğin laboratuvarda<br />

gerçekleştirilecek<br />

fen deneyleri fazla malzeme kullanılarak<br />

pahalıya mal edilebileceği gibi, aynı deneyler<br />

daha az malzeme kullanılarak daha ucuza mal<br />

edilebilir. Bu ilke göz önünde bulundurularak<br />

etkinlikler yapılmaktadır.<br />

Öğretimde araç-gereçlerden etkili olarak yararlanma:<br />

Öğretimde araç-gereçlerden yararlanma, konunun<br />

daha etkili olarak sunulması, öğrenmeye<br />

açıklık getirilmesi, gözlem olanaklarının artırılması<br />

ve öğrencilerin birkaç duyu organına bir<br />

anda hitap edilmesi gibi fırsatlar yaratmaktadır.<br />

Bunların yanı sıra, araç-gereçlerin öğrenme sırasında<br />

zaman bakımından ekonomi sağladığı,<br />

öğrenmeyi bireyselleştirdiği, öğrenmenin niteliğini<br />

yükselttiği, öğretimi daha verimli ve zevkli<br />

kıldığı bilinmektedir. Bu nedenle öğretim sırasında<br />

araç-gereçlerden etkili olarak yararlanılmaya<br />

çalışılmaktadır.<br />

Öğrenilen konuları güncel olaylarla ilişkilendirme:<br />

Öğrenilen konuların güncel olaylarla ilişkilendirilmesi,<br />

ilginin konular üzerinde yoğunlaşmasına<br />

yol açtığından öğrenciler konuları daha iyi<br />

öğrenmektedirler. Konu işlenişi bu ilke üzerine<br />

inşa edilmektedir.<br />

Bu öğretim ilkeleri dikkate alınarak gerçekleştirilen<br />

öğretim etkinlikleri sırasında çeşitli öğretim<br />

stratejilerinden yararlanma yoluna gidilmektedir.<br />

<strong>Metod</strong>ergi 37


ANAOKULU<br />

İLKOKUL<br />

ORTAOKUL<br />

Geleceğin METOD’U<br />

FUTURE’S METOD<br />

38 <strong>Metod</strong>ergi


METOD BİLGİ<br />

LİSESİ<br />

Aydınlık bir<br />

gelecek çin...<br />

SINAVLARIMIZ REHBERLİK YAYINLARIMIZ<br />

<strong>Metod</strong>ergi 39


40 <strong>Metod</strong>ergi

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!