Rabindranath Tagore - Firari
Tagore Şiirleri, "Firari" (2. baskı)
Tagore Şiirleri, "Firari" (2. baskı)
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
FİRARİ<br />
Çeviren: Aytek Sever
RABİNDRANATH TAGORE<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941), Kalküta’da doğdu. Brahman bir ailedendi; dedesi<br />
ve babası Brahma-Samaç adlı dinî ve sosyal reform hareketinin ileri gelen<br />
temsilcilerindendi. Genç yaşta çokyönlü bir eğitim alan <strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı<br />
edebiyat ve düşüncesinin çeşitli kaynaklarıyla tanıştı, hem entelektüel hem manevi<br />
anlamda yoğun ve derin bir havayı soluyarak yetişti. Başta şiir, tiyatro oyunu,<br />
roman, hikâye ve deneme olmak üzere edebiyatın hemen her türünde örnekler<br />
verdi; bir müzisyen olarak çok sayıda şiirini şarkı olarak besteledi; resimle uğraştı,<br />
sergiler açtı. Kendi şiirlerinden yaptığı İngilizce çeviriler sayesinde dünyada<br />
tanındı; saygın bir Hint-İngiliz şairi olarak kendine yer edindi; 1913’te Nobel<br />
Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Dünyanın çeşitli bölgelerine geziler yapan <strong>Tagore</strong><br />
geniş bir yelpazeden pek çok entelektüel ile tanıştı; aralarında W. B. Yeats, Ezra<br />
Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Juan Ramón Jiménez, Anna Ahmatova, Pablo<br />
Neruda’nın da olduğu çok sayıda edebiyatçıyı etkiledi. Başlıca yapıtları arasında<br />
Gora (1910), Gitanjali (1912), Bahçıvan (1913), Sadhana (1913), Kabir’in Şarkıları (1915),<br />
Meyve Hasadı (1916), Yuva ve Dünya (1916), <strong>Firari</strong> (1921) sayılabilir.<br />
AYTEK SEVER<br />
Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek lisans öğrenimini<br />
Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />
alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />
sıra, yayımlanmış veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />
İdaresi), Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />
Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), <strong>Tagore</strong> (<strong>Firari</strong>; Gitanjali; Meyve Hasadı),<br />
D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki Yaratıklar) çevirileri vardır.
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
FİRARİ<br />
Çeviren: Aytek Sever
<strong>Firari</strong><br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
Özgün adı:<br />
The Fugitive (1921)<br />
Çeviren ve Yayına Hazırlayan:<br />
Aytek Sever<br />
Kapak Resmi:<br />
‘<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>’<br />
Sir William Rothenstein, 1912<br />
1. Baskı:<br />
Kırmızı Yayınları, 2009<br />
Yeniden Hazırlanmış 2. Baskı:<br />
© İşaret Ateşi, Ocak 2018<br />
E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />
hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla basılamaz,<br />
kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir mecra veya internet<br />
sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için lütfen kaynak gösteriniz.<br />
www.isaretatesi.com<br />
isaretatesi@gmail.com
İÇİNDEKİLER<br />
Yazar Hakkında Bilgi ………………………. 9<br />
<strong>Firari</strong> – I ……………………………………… 17<br />
Kaça ile Devayani ……………………… 45<br />
Vaishnava Şarkıları …………………..... 58<br />
<strong>Firari</strong> – II …………………………………….. 63<br />
Ama ile Vinayaka ……………………… 95<br />
Annenin Duası …………………………. 108<br />
Baul Şarkıları …………………………… 119<br />
<strong>Firari</strong> – III ……………………………………. 125<br />
Somaka ile Ritvik ………………………. 159<br />
Karna ile Kunti …………………………. 171<br />
Hindu Jnanadas Şarkıları ……………… 189
www.isaretatesi.com<br />
YAZAR HAKKINDA BİLGİ<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941). Hintli şair, mistik, düşünür,<br />
romancı, denemeci, oyun yazarı, müzisyen, ressam, eğitim<br />
reformcusu. Varlıklı ve nüfuzlu bir Brahman ailenin on<br />
dördüncü ve en küçük çocuğu olarak Kalküta’da dünyaya<br />
geldi. Dedesi Dvarkanath ve babası Debendranath <strong>Tagore</strong>,<br />
Ram Mohan Roy’un kurduğu, tüm inançlara, dinlere,<br />
milletlere, renklere, kastlara kapılarını açmış, Hinduizm,<br />
Hristiyanlık ve İslam’ın çeşitli yanlarını bir araya getiren<br />
önemli bir dinî ve sosyal reform hareketi olan Brahma-Samaç<br />
okulunun ileri gelenlerindendiler; <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> da<br />
böyle bir etki altında yetişti.<br />
Özel bir öğrenim gördü; hem Doğu hem Batı kültürünü<br />
tanıdı; küçük yaşta Hindistan içinde geziler yapma fırsatı<br />
buldu; Hint düşünüşü, tarih, edebiyat, sanat, çağdaş bilim,<br />
Sanskritçe ve yabancı diller konularında donanım kazandı;<br />
Upanishadlar’ın mistik anlayışını benimsedi; Hint klasik<br />
şiirinin Kalidasa, Kabir, Vidyapati gibi şairlerini, Vaishnava<br />
şairlerini okudu; çok genç yaşta şiir yazmaya başladı. Küçük<br />
9
www.isaretatesi.com<br />
“Rabi” ilk şiirini yazdığında 8 yaşındaydı, ilk kitabı<br />
yayımlandığında ise 17 yaşında. Hukuk öğrenimi görmek<br />
üzere 1879’da Londra’ya gittiyse de yarım bırakarak bir yıl<br />
sonra ülkesine döndü. 1883’te Mrinalini Devi ile evlendi, eşiyle<br />
beş çocukları oldu.<br />
Bengalce, bazen de Sanskritçeleşmiş bir Bengal lehçesiyle<br />
yazan <strong>Tagore</strong>, 1890’da ailesinin sahip olduğu topraklarla<br />
ilgilenmek üzere Doğu Bengal’e (bugünkü Bangladeş) giderek<br />
bir süre orada kaldı. Bu dönemde yerel köy kültüründen<br />
beslendi, kendisinde önemli etki bırakacak olan Baul<br />
şarkıcılarını tanıdı. 1891-1900 yılları arasında üretken bir<br />
dönem yaşadı, toplamda yedi cilt tutan şiirler ve pek çok kısa<br />
hikâye yazdı, dergiler çıkardı.<br />
1901’de Batı Bengal’e dönerek Santiniketan’da, ailesinin<br />
sahip olduğu topraklarda Patha Bhavana adını verdiği<br />
deneysel okulu kurdu; burada bahçeler ve ağaç korulukları<br />
arasındaki doğal ortamda Upanishadlar’a dayalı, Doğu’nun ve<br />
Batı’nın bilgisini kaynaştırmaya çalışan yenilikçi bir eğitim<br />
anlayışını yerleştirmeye çalıştı. Bu okul, daha sonra 1918<br />
yılında genişletilerek Vişva-Bharati adıyla özgün bir üniversite<br />
halini aldı. “Vişva-Bharati, zengin akıl mirası tüm insanlığın<br />
hizmetinde olan Hindistan’ı temsil etmektedir; Vişva-Bharati,<br />
Hindistan’ın kendi kültürünün en iyi ürünlerini başkalarına<br />
sunma sorumluluğunu ve onlardan en iyi ürünlerini kabul<br />
etme hakkını tanımaktadır,” diye söz etmekteydi <strong>Tagore</strong>,<br />
okulundan.<br />
10
www.isaretatesi.com<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>, ellili yaşlarına gelene kadar<br />
yalnızca Hindistan içinde, hatta ağırlıklı olarak Hindistan’ın<br />
Bengalce konuşulan bölgelerinde tanınıyor, Hindistan dışında<br />
ise hiç bilinmiyordu. Ancak 1912 yılında yaptığı İngiltere<br />
seyahati onun için çok şeyi değiştirdi. O güne dek hep<br />
Bengalce yazmış olan <strong>Tagore</strong>, yolculuğu sırasında şiirlerinden<br />
İngilizce’ye çeviriler yapmaya başladı. Çevrilmiş şiirler,<br />
İngiltere’ye vardığında önce ressam arkadaşı William<br />
Rothenstein’a, onun aracılığıyla da William Butler Yeats ve<br />
Ezra Pound’a ulaştı. Bir yıl sonra, önsözünü Yeats’in yazdığı<br />
Gitanjali yayımlandı. <strong>Tagore</strong>’un şiiri kısa sürede önce<br />
Londra’da, ardından da tüm dünyada büyük ses getirdi ve<br />
çeşitli edebiyat çevrelerinde etki yarattı: Daha evvel hiç kimse<br />
İngiliz dilinde bu tonda bir söyleyiş duymamıştı. Kısa süre<br />
sonra <strong>Tagore</strong>, bu onura layık görülen ilk Asyalı olarak 1913 yılı<br />
Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.<br />
<strong>Tagore</strong>, kısa sürede elde ettiği ünle, Avrupa’da pek çok<br />
önemli kişiyle temas kurdu, çeşitli çevrelere fikirlerini aktarma<br />
şansı buldu, dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.<br />
Hem yeni şiirler, kısa hikâyeler, tiyatro oyunları, roman ve<br />
denemeler yazarak, hem de yazdıklarından İngilizce’ye<br />
çeviriler yaparak yaratıcı dehasını ortaya koyduğu bu üretken<br />
döneminde, bir yandan da beş kıtada otuzdan fazla ülkeyi<br />
ziyaret etti. ABD’de, Japonya’da, Çin’de, Güneydoğu Asya’da,<br />
çeşitli Latin Amerika ülkelerinde, İtalya, Danimarka, İsviçre,<br />
Almanya, Çekoslovakya gibi Avrupa ülkelerinde, SSCB, İran,<br />
Irak ve Seylan’da bulundu. Henri Bergson, Albert Einstein,<br />
Robert Frost, Thomas Mann, Bernard Shaw, H. G. Wells,<br />
11
www.isaretatesi.com<br />
Romain Rolland, Saint-John Perse gibi önde gelen isimlerle<br />
tanıştı.<br />
Yaptığı tüm bu geziler ve kurduğu dostluklar aracılığıyla<br />
<strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı’nın birliği ülküsünü yaymaya çabaladı;<br />
Santiniketan’daki okulu için dünyanın çeşitli yerlerinden<br />
destek topladı; uluslararası işbirliği ve dostluğu<br />
güçlendirmeye çalıştı; Avrupa emperyalizmini eleştirdi;<br />
milliyetçiliğin tehlikelerine işaret etti. Onun yücelttiği, ruhani<br />
değerler ve Doğu ve Batı adına çokseslilik, karşılıklı anlayış,<br />
hoşgörü ve “bilinç birliği” üzerine kurulu yeni bir “dünya<br />
kültürü” fikriydi.<br />
Kendi ülkesi içinde de, kendi tarzından ödün<br />
vermeyerek, siyasi anlamda etkin bir rol üstlenen <strong>Tagore</strong>,<br />
Mohandas Gandhi’nin yakın bir dostu ve destekçisiydi.<br />
Hindistan’ın tam bağımsızlığını sonuna dek savunuyordu.<br />
Bununla beraber siyasete hiçbir zaman doğrudan dâhil olmadı,<br />
ağırlıklı olarak reformcu fikirleriyle ve zaman zaman coşkulu<br />
özgürlük şarkılarıyla etkisini hissettirdi. Ailesinin sahip<br />
olduğu geniş arazileri de yönetmiş olmanın tecrübesiyle insan<br />
hakları, eğitim, kültür, tarımsal ve sosyal reformlar konularına<br />
eğildi. Gandhi ile sosyal konularda, özellikle toplumda<br />
yerleşik olan kast bilinci ve dışlanmış alt tabakanın gördüğü<br />
muameleye karşı çıkış hususunda görüş birliği içindeydi.<br />
Ancak siyaseten Gandhi ile anlaşamadığı noktalar da oldu;<br />
<strong>Tagore</strong> özellikle milliyetçilik ve militarizmin tehlikelerine<br />
dikkat çekiyor, bununla ilintili olarak zaman zaman<br />
Gandhi’nin kimi yöntemlerini eleştirmekten geri durmuyordu.<br />
12
www.isaretatesi.com<br />
Hindistan’daki emperyalist İngiliz uygulamalarının ülke<br />
içindeki tüm olumsuzlukların temel nedeni değil, ülkenin<br />
içinde bulunduğu sosyal sayrılık durumunun bir sonucu<br />
olduğu düşüncesiyle, Hindistan için tam anlamıyla bir<br />
dirilişin, köylerin gerçekleştirilecek bir tarım ve eğitim reformu<br />
sayesinde kabuğunu kırması ve “bilginin canlanması” yoluyla<br />
mümkün olacağını savundu. Bu yönde, Vişva-Bharati’nin yanı<br />
sıra Şriniketan adını verdiği bir enstitü de kurarak çaba<br />
harcadı; bu projeleri için dünyanın çeşitli bölgelerindeki<br />
akademisyenlerden, bağışçılardan, çeşitli siyasi aktörlerden<br />
destek gördü. <strong>Tagore</strong>, Hindistan adına tam bir bağımsızlık için<br />
izlenmesi gereken yolun ve kullanılacak yöntemlerin, bütünsel<br />
bir kültürel uyanış vizyonu çerçevesinde ortaya konup<br />
uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Hindistan içinde kendi<br />
fikirlerine yeterli ideolojik destek bulmakta zorlandığı ve<br />
Hindu-Müslüman ayrımına doğru giden tehlikeli tırmanışı<br />
sezdiği zaman ise kenara çekilmeyi tercih etti.<br />
<strong>Tagore</strong>, 1930’lu yıllara doğru, yani yetmişli yaşlarına<br />
gelmişken, resimle de uğraşmaya başladı; kendine özgü bir<br />
tarz geliştirdi. Resimleri Paris, Birmingham, Berlin, Moskova<br />
ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilendi. Bu arada,<br />
yaşamının son dönemine girerken, çeşitli edebî türlerde bolca<br />
eser vermeye devam etti.<br />
Hayli trajik bir şekilde, yaşarken kendisinden evvel<br />
eşinin, çocuklarının ve tüm aile fertlerinin ölümüne ve<br />
Bengal’in düşüşüne tanık olan <strong>Tagore</strong>’un, seksen yaşına<br />
yaklaşırken sağlığı kötüleşti. Ancak uzun süren hastalık<br />
13
www.isaretatesi.com<br />
dönemleri ve kronik ağrılarla mücadele ettiği bu dönemde<br />
üretkenliğinde bir gerileme olmadı, en derinlikli ve aydınlık<br />
şiirlerinden bazılarını bu dönemde yazdı. Yaşamı üzerine<br />
yazdığı ikinci otobiyografiyi tamamladıktan birkaç ay sonra ve<br />
son şiirini dikte ettirdikten dakikalar sonra 7 Ağustos 1941’de<br />
bu dünyaya veda ederek sonsuzluğa göçtü.<br />
Yaşamı süresince sayısız yapıt ortaya koyan <strong>Tagore</strong>,<br />
öncelikle bir şairdi. Şiirlerini Bengalce yazdı; bununla beraber<br />
çok iyi hâkim olduğu İngilizce’ye kendi şiirlerinin büyüleyici<br />
çevirilerini yaptığı için bir Hint-İngiliz şairi olarak da kabul<br />
edilir.<br />
Yapıtlarının devasa hacmi, daha ilk bakışta bu ölümsüz<br />
edebiyat ve düşünce insanı hakkında çok şey anlatmaktadır.<br />
Şaşılacak bir üretkenlikle ortaya koyduğu ciltler dolusu şiir,<br />
kısa hikâye, roman, kısa ve uzun tiyatro oyunları, gezi<br />
günlükleri, iki otobiyografi çalışması, felsefe, din, eğitim ve<br />
sosyal konulardaki denemeleri ve Santiniketan okulu<br />
öğrencileri için yazdığı ders kitapları bugün bile hâlâ eksiksiz<br />
olarak bir araya toplanmamıştır. Tüm bunların yanı sıra,<br />
<strong>Tagore</strong>, bir şair olduğu kadar bir müzisyendir de: Onun pek<br />
çok şiiri, aslen müziğinden ayrılmaması gereken şarkı<br />
sözleridir; bu anlamda o, “Rabindrasancit” üslubunda üç bine<br />
yakın şarkı bestelemiştir. Bunlar bugün Bengal bölgesinde tüm<br />
evlerde söylenen halk türkülerine dönüşmüştür. Dahası,<br />
Hindistan ve Bangladeş ulusal marşları da aslında <strong>Tagore</strong>’un<br />
şarkılarıdır.<br />
14
www.isaretatesi.com<br />
Hint edebiyatını modern çağda yeniden canlandıran isim,<br />
hatta bazen, gelmiş geçmiş en büyük Hint şairi olarak<br />
nitelendirilen <strong>Tagore</strong>, ülkesinin ve muazzam Hint kültür<br />
mirasının büyük bir temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda<br />
eksiksiz bir “dünya vatandaşı”, bir dünya aydınıdır. Kendinde<br />
hem Doğu hem de Batı bilincinin rengini taşıyan, Doğu ve Batı<br />
düşüncesini “insan olma bilinci” olarak kendisinde<br />
sentezleyen, eski çağların bilgisiyle modern çağların bilgisi<br />
arasında bilinç köprüleri kuran bir “yeniden doğuş” insanıdır.<br />
<strong>Tagore</strong>’un etkilediği, bazıları <strong>Tagore</strong> çevirileri de yapmış<br />
olan edebiyatçılar arasında W. B. Yeats, Romain Rolland, Ezra<br />
Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Victoria Ocampo, José<br />
Ortega y Gasset, Juan Ramón Jiménez, Zenobia Camprubi,<br />
Yasunari Kawabata, Anna Ahmatova, Octavio Paz, Pablo<br />
Neruda, Boris Pasternak’ın adı sayılabilir.<br />
<strong>Tagore</strong>’un yapıtlarının başlıcaları: Manasi (1890), Altın<br />
Kayık (Sonar Tari-1894), Gitanjali (1910), Şarkılar Çelengi<br />
(Gitimalya-1914), Turnaların Uçuşu (Balaka-1916) adlı şiir<br />
kitapları; Valmiki’nin Dehası (Valmiki Pratibha-1881), Adak<br />
(Visarjan-1890), Karanlık Sarayın Kralı (Raja-1910), Postane (Dak<br />
Ghar-1912), Yerli Yerinde (Achalayatan-1912), Çağlayan<br />
(Muktadhara-1922), Kızıl Zakkumlar (Raktakaravi-1926) adlı<br />
oyunlar; Harap Yuva (Nastanirh-1901), Gora (1910), Yuva ve<br />
Dünya (Ghare Baire-1916), Aykırılar (Yogayog-1929) adlı<br />
romanlar; Anılarım (1912) ve Çocukluk Günlerim (1940) adlı<br />
otobiyografiler. <strong>Tagore</strong>’un İngilizce’ye bizzat çevirdiği, çoğu<br />
derleme niteliğindeki yapıtları ise şunlardır: Gitanjali (1912),<br />
15
www.isaretatesi.com<br />
Bahçıvan (The Gardener-1913), Yeni Ay (The Crescent Moon-1913),<br />
Sadhana (1913), Chitra (1914), Kabir’in Şarkıları (Songs of Kabir-<br />
1915), Avare Kuşlar (Stray Birds-1916), Meyve Hasadı (Fruit-<br />
Gathering-1916), Aç Taşlar (The Hungry Stones-1916), <strong>Firari</strong> (The<br />
Fugitive-1921), Yaratıcı Birlik (Creative Unity-1922).<br />
Aytek Sever<br />
16
www.isaretatesi.com<br />
FİRARİ – I<br />
17
www.isaretatesi.com<br />
18
www.isaretatesi.com<br />
I.<br />
Gölge gibi kayıp gidiyorsun Ebedî <strong>Firari</strong>, senin bu<br />
cisimsiz hücumun etraftaki durgun mekândan bir ışık girdabı<br />
koparıyor.<br />
Ölçülemez yalnızlığının ötesinden seni çağıran Sevgili’ye<br />
mi kaptırdın gönlünü?<br />
Saçlarının karmakarışık örgülerinin fırtınalı bir kargaşaya<br />
sürüklenmesi ve bir kolye parçalanırmış gibi yoluna alev alev<br />
inciler saçılması için yegâne neden, telaşındaki sancı dolu<br />
aciliyet mi?<br />
Senin geçip gidiveren adımların, bu dünyanın tozunu<br />
öperek tatlandırıyor, fazlalıkları bir kenara itiyor; dansla<br />
hareket eden uzuvlarının kopardığı fırtına, ölümün kutsal<br />
sağanağını yaşamın üzerine silkeliyor ve onun gelişimini<br />
tazeliyor.<br />
Apansız bir bitkinlikle bir an duraklasaydın, âlem o an<br />
kat kat yığılır, kendi yolunu tıkardı ve en ufak bir toz zerresi<br />
bile dayanılmaz bir baskıyla, göğü sonsuzluğunun bir<br />
ucundan öbür ucuna delip geçerdi.<br />
19
www.isaretatesi.com<br />
Düşüncelerim, bileklerinde ışık halhallarının sallandığı<br />
bu görünmez ayakların ritmiyle hız kazanıyor.<br />
Onlar benim nabzımda yankılanıyor; kanımda kadim<br />
denizin mezmuru kabarıyor.<br />
O gürültülü sel, yaşamımı âlemden âleme, biçimden<br />
biçime yuvarlıyor; varlığımı sonsuz bir lütuflar sağanağı<br />
halinde, ıstıraplarla, şarkılarla etrafa saçıyor.<br />
Sular kabarıyor, rüzgâr esiyor ve ey kalbim, sudaki kayık<br />
sendeki istek gibi dans ediyor!<br />
Yükünü kıyıda bırak ve keşfedilmemiş karanlığın<br />
üzerinden sınırsız ışığa doğru yelken aç…<br />
20
www.isaretatesi.com<br />
II.<br />
Buraya kadar birlikte geldik dostum ve şimdi sana elveda<br />
demek üzere bu dörtyol ağzında duruyorum.<br />
Senin önünde uzanan yol geniş ve düzdür, benim<br />
aldığım çağrı ise bilinmeyene özgü yollardan gelir.<br />
Rüzgârı ve bulutu takip edeceğim, tepelerin ardında<br />
şafağın söktüğü yere kadar yıldızları takip edeceğim – ve<br />
sevgilileri takip edeceğim, onlar ki yürürler ve tek kelimelik bir<br />
şarkının ilmeğiyle günlerinden bir çelenk örerler:<br />
“Seviyorum.”<br />
21
www.isaretatesi.com<br />
III.<br />
Hava kararıyordu o kadına sorduğumda: “Hangi garip<br />
diyara geldim ben böyle?”<br />
O, yalnızca yere baktı ve uzaklaştığı sırada testisinin<br />
boğumunda su lıkırdadı.<br />
Ağaçlar hayal meyal sarkıyor nehrin üzerinde; toprak<br />
bugünden çok geçmişe ait sanki.<br />
Su uyuyor, bambular durgun ve kasvetli; yolun<br />
aşağısında bir bilezik şıkırdıyor testiye çarptıkça.<br />
Yeter kürek çektiğin, bağla tekneyi bir ağaca – zira bu<br />
diyarın manzarasını sevdim.<br />
Akşam yıldızı tapınağın kubbesinin ardına iniyor;<br />
mermer basamakların yansıması karanlık suda hayalet gibi<br />
geziniyor.<br />
Gecikmiş yolcular oflayıp pofluyor, pencerelerin ışığı<br />
aradaki ağaçlar ve otlar yüzünden karanlığa kıymık kıymık<br />
dağılıyor. Hâlâ o bilezik şıkırdıyor testiye çarptıkça; uzaklaşan<br />
adımlar sararmış yapraklarla kaplı yolu hışırdatıyor.<br />
Gece derinleşiyor; sarayın kuleleri hortlak gibi beliriyor;<br />
şehirden bitkin bir homurtu duyuluyor.<br />
22
www.isaretatesi.com<br />
Kürek çektiğin yeter, bağla tekneyi bir ağaca.<br />
Bırakın huzuru arayayım bu garip diyarda – bu loş diyar<br />
ki uzanıyor yıldızların altında; karanlık şıkırdıyor bilezik<br />
testiye çarptıkça.<br />
23
www.isaretatesi.com<br />
IV.<br />
Ah, bir sırla doluydum, yağmurunu bırakmamış yaz<br />
bulutları misali – sessizlikle sarıp sarmalanmış bir sır, kendime<br />
saklayıp alıp başımı gidebileceğim bir sır.<br />
Ah, fısıldaşabileceğim biri vardı, durgun suların güneşte<br />
sararan ağaçlar altında şıpırdadığı yerde.<br />
Sanki bir ayak sesinin beklentisiyle susmuş gece; ve sen<br />
neden ağladığımı soruyorsun bana.<br />
Gözyaşlarım için bir sebep söyleyemem, zira bu henüz<br />
benden gizlenen bir sırdır.<br />
24
www.isaretatesi.com<br />
V.<br />
Ey, ürkek yolcu! Bir kez olsun dikkatsiz davran ve<br />
büsbütün kaybet yolunu; hepten uyanık da olsan, sabah sisinin<br />
ayartıp ağına düşürdüğü yoğun günışığı gibi ol.<br />
Yanlış yolu tuttuysan eğer, sonunda seni bekleyen Yitik<br />
Kalpler Bahçesi’nden sakınma; orada, perişan kızıl çiçekler<br />
saçılmıştır çimenlere, teskin olmaz sular kabarır çalkantılı<br />
denizde.<br />
Nicedir bekçilik ettin yorgun senelerden topladığın<br />
ganimetin başında. Bırak, dağılıp gitsin hepsi; her şeyini<br />
kaybetmenin ıssız zaferi kalsın sana.<br />
25
www.isaretatesi.com<br />
VI.<br />
İki küçük çıplak ayak geçip gidiyor, âdeta şu benzetmeyi<br />
cisme büründürüyor: “Çiçekler ayak izleridir yazın.”<br />
O ayaklar kendi serüvenlerinin kaydını bırakıyorlar<br />
toprağa böylece, hafif bir esintiyle silinmek üzere.<br />
Ey küçük narin ayaklar, gelin, avare dolaşın gönlümde!<br />
Dolaşın ve şarkıların ebedî izini bırakın hayal âlemimin yolu<br />
üzerinde!<br />
26
www.isaretatesi.com<br />
VII.<br />
Ben senin için gece gibiyim, küçük çiçek.<br />
Ben sana sadece huzuru verebilirim, karanlıkta gizlenmiş<br />
uyanık bir sessizlik verebilirim.<br />
Sabah olup gözlerini açtığında, seni arılarla vızıldayan,<br />
kuş ezgileriyle dolu bir dünyaya bırakacağım.<br />
Sana son armağanım, gençliğinin derinine damlayan bir<br />
gözyaşı olacak; o senin hem tebessümünü daha hoş kılacak,<br />
hem de günün acımasız cümbüşünde bakışını buğulandıracak.<br />
27
www.isaretatesi.com<br />
VIII.<br />
Penceremin önünde bu aç gözlerle bekleyip sırrım için<br />
yalvarma bana. O, tutkunun al al damarlarla göründüğü,<br />
ıstırapla parlayan küçücük bir taştır yalnızca.<br />
Önümde toprağa saçmak için ne hediye getirdin böyle<br />
kucak dolusu?<br />
Getirdiğini kabul edersem, her şeyimi yitirmekle bile<br />
karşılığını ödeyemeyeceğim bir borca girerim diye<br />
korkuyorum.<br />
Penceremin önünde tüm gençliğinle ve çiçeklerinle<br />
durma böyle, fukara yaşamımla mahcup oluyorum.<br />
28
www.isaretatesi.com<br />
IX.<br />
Kalidasa’nın 1 hükümdarın şairi olduğu zamanlar kraliyet<br />
şehri Ucayin’de yaşamış olsaydım, muhakkak bir Malva kızı<br />
tanır, tüm düşüncemi onun adının ezgisiyle donatırdım. O,<br />
göz ucuyla bana nazar eder, sırf yanımda oyalanmasına<br />
bahane olsun diye örtüsünü yasemin dalına taktırırdı.<br />
Bu dediklerim, geçmişte bir zaman hakikaten oldu, ama o<br />
geçmişin izleri zamanın ölü yaprakları altında kayıp şimdi.<br />
Bugün âlimler, bir saklanıp bir görünen bu tarihi<br />
tartışıyorlar.<br />
Uçup giderek kaybolan çağlar üzerine hayallere dalıp<br />
kendimi helâk etmeyeceğim – ama eyvah ki, o çağlar giderken<br />
Malva kızlarını da peşlerine taktılar!<br />
Merak ediyorum, o kızlar Kalidasa’nın dizeleriyle<br />
çınlayan o günleri ellerindeki çiçek sepetlerinde acaba hangi<br />
cennete taşıdılar?<br />
1<br />
Kalidasa: Sanskritçenin en önemli şair ve oyun yazarlarından biridir; Orta<br />
Hindistan’ın Malva bölgesinde kutsal Hindu şehirlerinden biri olan<br />
Ucayin’de uzun süre yaşamış, Kral Vikramaditya’nın sarayında<br />
bulunmuştur. Her biri Hint Edebiyatı’nın klasikleri arasında sayılan<br />
eserlerinden ötürü “Hint Shakespeare”i olarak nitelendirilir. (ç.n.)<br />
29
www.isaretatesi.com<br />
Bu sabah, tanışabilmek için pek geç bir zamanda<br />
doğduğum Malva kızlarından ayrı olmak yüreğimi<br />
kederlendiriyor.<br />
Ne var ki, nisan ayı gene onların saçlarına taktığı çiçekleri<br />
taşıyor; bir zamanlar onların eteklerini savurmuş güney<br />
rüzgârı gene fısıldarmışçasına esiyor güllerin üzerinde.<br />
Kalidasa artık şarkılarını söylemese de, neşe hakikaten<br />
baharın her yerinde. Ve beni Şairler Cenneti’nden seyrediyorsa<br />
eğer, şairin imrenmek için pek çok sebebi var!<br />
30
www.isaretatesi.com<br />
X.<br />
Onun gönlü için tasalanma, ey gönlüm; bırak, karanlıkta<br />
kalsın öyle.<br />
Ya onun güzelliği suretten ibaretse, gülümsemesi sadece<br />
görünüşteyse? En iyisi, ben onun bakışlarının basit anlamını<br />
sorgusuzca alayım, onunla mutlu olayım.<br />
Beni sardığı kollar bir sanrılar ağından ibaretse bile<br />
umurumda değil, çünkü ağın kendisi de bereketli ve<br />
nadidedir, insan aldatmacalara gülüp geçebilir.<br />
Onun gönlü için tasalanma, ey gönlüm! Sözler inanılası<br />
değilse bile bestenin doğruluğuyla hoşnut ol; aşağıda ne<br />
gizlenirse gizlensin, harelenen aldatıcı yüzeyde nilüfer misali<br />
dans eden zarafetin tadını çıkar…<br />
31
www.isaretatesi.com<br />
XI.<br />
Sen ne anasın ne kız evlâtsın Urvaşi, 2 ne de gelinsin.<br />
Kadınsın sen, cennetin ruhunu büyüleyip baştan çıkarmak<br />
üzere, kadın.<br />
Sürülerin geri döndüğü ağılların üzerine çökerken<br />
yorgun ayaklı Akşam, sen lambaları hazır etmezsin; masum<br />
bir gelinin ürkek kalbiyle, titrek bir gülümsemeyle ve<br />
karanlıktaki saatlerin mahremiyetinden kıvanç duyarak, zifaf<br />
yatağına doğru gitmezsin.<br />
Sen şafak misali örtüsüzsün Urvaşi, utançsızsın.<br />
Kim tahayyül edebilir, seni yaratmış olan görkemin<br />
sancılı taşkınlığını?<br />
2<br />
Urvaşi: Hint mitolojisinde bir “apsara”, yani gökle toprak arasında aracı<br />
olan bir su perisi. Hikâyesi şöyledir: Evrenin en eski çağlarında ikiz bilgeler<br />
Nara ve Narayana çetin bir çileye girip meditasyona dalmışlar. Bunu<br />
kendisi ve tahtı için bir tehdit olarak gören İndra, sarayının dansçıları olan<br />
apsaraları yollayarak bilgelerin dikkatini dağıtmaya çalışmış. Apsaralar<br />
yüzünden dikkati dağılan bilgeler, öfkelenerek kızların bacaklarına<br />
vurmuşlar ve bir anda güzeller güzeli Urvaşi belirivermiş. Bilgeler, çileleri<br />
tamamlandığında İndra’yla uzlaşmışlar ve bir barış hediyesi olarak ona,<br />
sarayında bir dansçı olması için Urvaşi’yi sunmuşlar. Ayrıca, İndra için,<br />
bkz. dipnot 9. (ç.n.)<br />
32
www.isaretatesi.com<br />
Kadim baharın ilk gününde çalkantılı okyanustan<br />
yükselmiştin, sağ elinde yaşamın, sol elinde zehrin kadehini<br />
taşıyordun. Büyülü bir yılan misali lüle lüle olmuş canavar<br />
deniz, binbir başını senin ayaklarına yuvarlıyordu.<br />
Lekesiz parlaklığın suyun köpüklerinden belirdi; bir<br />
yasemin gibi beyaz ve çıplaktın.<br />
Acaba hiç küçük, utangaç veya körpe oldun mu Urvaşi –<br />
ey ebedî gençlik?<br />
Uyudun mu derin mavi gecenin beşiğinde; mercanların,<br />
deniz kabuklarının ve düşsel biçimlere bürünmüş oynak<br />
yaratıkların üzerinde cevherlerin garip ışıklarının oynaştığı<br />
yerde – gün ağarıp da senin dehşetengiz çiçeklenişini açığa<br />
vurana dek?<br />
Sen tüm çağlarda erkeklerin taptığı kadınsın Urvaşi, ey<br />
sonsuz harika!<br />
Bir bakışınla, âlemin kalbi naif bir sızı içinde çarpıyor;<br />
münzevi geliyor, kalender yaşamının semeresini senin<br />
ayaklarına sunuyor; ozanların şarkıları varlığının ıtırı etrafında<br />
toplanıp vızıldaşıyor. Ayakların, savruk bir zevkle oradan<br />
oraya gezinirken, yaldızlı zillerin çıngırtısıyla kof rüzgârı bile<br />
kalbinden yaralıyor.<br />
Sen tanrılar önünde dans edip uzaya tuhaf ritimli<br />
yörüngeler savurduğun zaman Urvaşi, bir titreme alıyor<br />
yeryüzünü; yapraklar, otlar ve güz tarlaları kabarıp<br />
dalgalanıyor; deniz, ahenkli bir dalgalar cümbüşüne gark<br />
oluyor; senin koynunda zıplayan kolye sonunda kopup<br />
33
www.isaretatesi.com<br />
dağılıyor, yıldızlar boncuk misali göğe saçılıyor – ve kan,<br />
erkeğin yüreğinde hop ediyor.<br />
Sen cennetin uykusunun kırıldığı ansın Urvaşi, havayı<br />
gerilimle ürpertiyorsun. Âlem gözyaşlarıyla yıkıyor kollarını,<br />
bacaklarını; onun kalbinin kanıyla kıpkırmızı kesilmiş senin<br />
ayakların; isteğin dalgalarda sallanan lotus çiçeği üzerinde<br />
sağlamışsın dengeni; Tanrı’nın gürültülü tasavvurunun harıl<br />
harıl işlediği sınırsız aklın ortasında durmaksızın dans<br />
ediyorsun.<br />
34
www.isaretatesi.com<br />
XII.<br />
Sen, bir akarsu gibi çabuk ve çevik, gülüyor, dans<br />
ediyorsun; ve sen geçip giderken adımların da şarkı söylüyor.<br />
Ben, suyun kıyısı gibi kaba ve dimdik, sessiz ve kaskatı<br />
duruyorum karşında, kapkaranlık bakıyorum sana.<br />
Büyük, çılgın bir fırtına gibi hareketleniyorum aniden,<br />
benliğimi parçalayıp tutku girdaplarıyla saçmak istiyorum.<br />
Sen, şimşek gibi keskin ve ipince, çalkantılı karanlıkların<br />
yüreğini delip geçiyorsun, capcanlı bir kahkaha çizgisiyle<br />
kayboluyorsun.<br />
35
www.isaretatesi.com<br />
XIII.<br />
Benden aşkımı istemiş, oysa beni sevmemiştin.<br />
Ondan beridir, yaşamım sen kurtulmaya çabaladıkça<br />
sıkılaşıp düğümlenen bir zincir gibi dolanmış etrafına.<br />
Çaresizliğim senin ölümcül yoldaşın olmuş; en sönük<br />
mutluluklarına bile göz açtırmaz, yakalar seni, kederlerin inine<br />
çeker.<br />
Sen benim özgürlüğümü yerle bir ettin, ama kendi<br />
mahpushaneni de yarattın bu viraneden.<br />
36
www.isaretatesi.com<br />
XIV.<br />
İyi ki yüzündeki o değişmez acıma ifadesiyle<br />
beklemeyeceksin beni.<br />
Gözümdeki yaşların nedeni, gecenin büyüsüdür – benim<br />
kendi kederli ezgisinden ürkmüş veda sözlerimdir. Ama sabah<br />
olup gün doğacak, ıslak gözlerim kuruyacak, sızlanmak için<br />
bir neden kalmayacak.<br />
Kim demiş unutmak zor diye?<br />
Yaşamın çekirdeğinde ölümün merhameti işler; budala<br />
bir inatla kaskatı olmuş yaşam, nefes alır böylece.<br />
Fırtınalı deniz nihayet ninniye dalar sallanan beşiğinde;<br />
orman yangını uyuyakalır külden yatağı üzerinde.<br />
Sen ve ben ayrılacağız; ortaya çıkan gediği, güneşte gülen<br />
capcanlı otlar ve çiçekler gizleyecek.<br />
37
www.isaretatesi.com<br />
XV.<br />
Onca gün arasında, bahçemi gezmek için bugünü<br />
seçtiniz.<br />
Fakat dün gece fırtına geçmişti güllerimin üzerinden;<br />
kopan yapraklar çimenlere saçılmış.<br />
Bilmiyorum nedir sizi buraya getiren. Bahçemin çalıdan<br />
çitleri yere yatmış ve oluk oluk su geziniyor patikalarda;<br />
baharın müsrif zenginliği dağılmış, dünün kokusu ve ezgisi<br />
bugün perperişan.<br />
Gene de bekleyin biraz, geriye kalmış birkaç çiçek<br />
bulayım size – hoş, eteğinizi dolduracak kadarını<br />
bulabileceğimden şüpheliyim ya…<br />
Vakit az, zira bulutlar toplanıyor yeniden – ve bakın işte,<br />
yağmur başladı bile!<br />
38
www.isaretatesi.com<br />
XVI.<br />
Bir an için dalıp gitmişim, kendime geldim.<br />
Ama kaldır gözlerini; yağmurunu yitirmiş, uzak, solgun<br />
bir bulut misali, gölgeler kalmış mı gözlerinde eski günlerden,<br />
göreyim.<br />
Bir an için sabret dalıp gitmişsem.<br />
Güller dalında gonca henüz; daha bilmiyorlar ki biz bu<br />
yaz hep ihmal ediyoruz çiçek toplamayı.<br />
Sabah yıldızı hep aynı sessizlikle titreşiyor; erken<br />
saatlerin ışığı, pencereni taçlandıran dalların ağına düşmüş.<br />
Tıpkı eski günlerdeki gibi.<br />
O günler geride kaldı, dalıp gitmişim bir an.<br />
Hatırlamıyorum, yüreğimi apaçık ettiğimde benden yüz<br />
çevirerek hiç utandırmış mıydın beni.<br />
Bir tek, dudağının titreyişine sürgün edilmiş sözcükleri<br />
hatırlıyorum; günbatımında yuvasını arayan bir kuşun<br />
kanatları misali, kara gözlerinden süzülüp giden tutkulu<br />
gölgeleri hatırlıyorum.<br />
39
www.isaretatesi.com<br />
Unutmuşum senin hatırlamadığını, şimdi kendime<br />
geliyorum.<br />
40
www.isaretatesi.com<br />
XVII.<br />
Yağmur şakır şakır yağıyor. Nehir coşuyor ve yılan gibi<br />
tıslıyor. Sular yalayıp yutmaya başlıyor adayı; giderek eksilen<br />
sahilde, ayaklarımın dibinde deste deste mısırımla bir başıma<br />
bekliyorum.<br />
Karşı kıyının karaltıları arasından bir tekne geçiyor;<br />
dümeninde bir kadın.<br />
Sesleniyorum: “Açgözlü suların kuşattığı bu adaya bir<br />
uğrayın, mahsûlüm sizin olsun!”<br />
Kadın geliyor, son tanesine kadar tüm mahsûlümü alıyor.<br />
Beni de almasını istiyorum.<br />
Fakat, “Hayır” diyor: Tekne armağanımla tamamen<br />
dolmuş, bana yer kalmamış.<br />
41
www.isaretatesi.com<br />
XVIII.<br />
El ediyor bana Akşam; ve karanlığı aşmak üzere sular<br />
yükselmeden önceki son tekneyle ayrılan yolcuların peşinden<br />
gitmeye can atıyorum.<br />
Bazısı evine, bazısı uzak bir sahile gidiyor; ama hepsi<br />
yolculuğu göze almış.<br />
Bense bir başıma kalıveriyorum iskelede; evimi terk<br />
etmiş, gemiyi kaçırmışım: Yaz geçmiş, elimde mahsûlümden<br />
bir şey kalmamış kışa.<br />
Başarısızlıkları toplayıp onları karanlığa gözyaşlarıyla<br />
ekecek, yeni günle beraber onlara meyve verdirecek Sevgiyi<br />
bekliyorum ben.<br />
42
www.isaretatesi.com<br />
XIX.<br />
Nehrin bu tarafında bir iskele yok; kızlar da gelmiyor<br />
buraya testilerini doldurmaya. Suyun kıyısını bodur çalılar<br />
kaplamış; gürültücü bir salik 3 sürüsünün yuvalandığı dik su<br />
yamacının çatık kaşları altında balıkçı teknelerinin<br />
sığınabileceği bir yer yok.<br />
Kimseciklerin uğramadığı çimenlere oturmuşsun, vakit<br />
geçmek bilmiyor. Söylesene, ağzı açık kalmışçasına çatlak<br />
çatlak olan bu kupkuru kıyıda ne yapıyorsun?<br />
Kadın yüzüme bakıyor ve şöyle diyor: “Hiç ama hiçbir<br />
şey.”<br />
Nehrin bu kıyısı ıssız; sığırlar da inmiyor suya. Köyden<br />
birkaç başıboş keçi gün boyu otluyor seyrek çimenlerde;<br />
kökünden sökülüp çamurun üzerine eğilmiş kuru bir pepal<br />
ağacından 4 etrafı gözlüyor şahin.<br />
3<br />
Salik Kuşu: Bengal bölgesinde sık rastlanan, güzel ötüşlü bir kuş çeşidi.<br />
(ç.n.)<br />
4<br />
Pepal Ağacı: Bo ağacı olarak da bilinen kutsal incir ağacı; Siddharta<br />
Gautama’nın, altında oturarak aydınlanmaya vardığı ağaç. (ç.n.)<br />
43
www.isaretatesi.com<br />
Orada, şimol’ün 5 daracık gölgesinde bir başına oturup<br />
duruyorsun, vakit geçmek bilmiyor.<br />
Söyle bana, kimi bekliyorsun?<br />
Kadın yüzüme bakıyor ve cevap veriyor: “Hiç ama hiç<br />
kimseyi.”<br />
5<br />
Şimol Ağacı: Hindistan bölgesine özgü, nadir rastlanan tropik bir ağaç<br />
türü. (ç.n.)<br />
44
www.isaretatesi.com<br />
XX.<br />
KAÇA İLE DEVAYANİ 6<br />
Genç Kaça, Asuralar’a 7 hocalık eden bir bilgeden ölümsüzlüğün<br />
sırrını öğrenmek için cennetten gelmişti. Bilgenin kızı Devayani ona<br />
âşık oldu.<br />
6<br />
Kaça ile Devayani: Epik Hint destanı Mahabharata’da anlatılan bir<br />
hikâyenin kahramanları. Hikâyede Vrihaspati, oğlu Kaça’yı, ölülere can<br />
vermenin sırrını öğrenmek üzere bilge Şukraçarya’ya yollar. Amaç,<br />
Asuralar’a karşı Devalar’a yardım etmektir (Bkz. altta “Asuralar/Devalar”).<br />
Şukraçarya genci eğitmeye başlar; bu arada kızı Devayani gence âşık olur.<br />
Asuralar Kaça’yı öldürmeye çalışırlar, ancak her seferinde Şukraçarya onu<br />
canlandırır. Sonunda Asuralar onu öldürüp küllerini şarapla Şukraçarya’ya<br />
sunarlar. Şukraçarya şarabı içer ve Kaça’yı diriltmek istediğinde onun<br />
karnında olduğunu farkeder. Böylece, sanatının sırrını Kaça’ya öğretmek<br />
zorunda kalır. Kaça, Şukraçarya’nın karnını yararak ortaya çıkar, ustasını<br />
diriltir. Eğitimini tamamlayan Kaça ayrılacakken Devayani onunla<br />
evlenmek istediğini söyler; fakat Kaça artık onun kardeşi sayılacağını<br />
söyleyerek teklifi reddeder. Kız Kaça’yı lanetler ve öğrendiği büyüyü<br />
kullanamayacağını ilan eder. Buna karşılık Kaça, büyüyü başkalarına<br />
öğretmesine bir engel olmadığını söyler ve oradan ayrılır. (ç.n.)<br />
7<br />
Asuralar/Devalar: Hint mitolojisinde Asuralar, güçlü olmanın peşinde bir<br />
grup tanrıdır. Eski kutsal metinlerde evlilik gibi bir takım ahlâki ve sosyal<br />
olguları yöneten iyi tanrılarken, sonraki metinlerde şeytanileşmişlerdir.<br />
Gökteki ikinci dereceden önemli iyi tanrılar olan Devalar’ın karşıtlarıdırlar.<br />
45
www.isaretatesi.com<br />
-KAÇA-<br />
Artık ayrılmamın zamanı geldi Devayani; nicedir Büyük<br />
Usta’nın yanındaydım, ama bugün eğitimin tamamlandığı<br />
gündür. Nazikçe müsaade et, geldiğim Tanrılar diyarına geri<br />
döneyim.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Dilediğin üzere, Tanrılar’ın imrendiği o eşsiz bilgiyi elde<br />
ettin – peki ama arzulayabileceğin başka bir şey kalmadı mı?<br />
-KAÇA-<br />
Kalmadı, Devayani.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Kalmadı mı? Kalbinde derinlere in ve bak; karşılık<br />
bulamamaktan korkan ürkek bir istek saklanıyor olmasın<br />
orada?<br />
-KAÇA-<br />
Benim için erincin güneşi yükseldi ve yıldızlar onun<br />
ışığında eridi. Yaşam bahşeden bilgiye hâkim oldum.<br />
Asuralar Batı mitolojisindeki Titanlar’ın Hint’teki karşılığıdır. <strong>Tagore</strong>,<br />
yaptığı İngilizce çeviride bunlara “Tanrılar” ve “Titanlar” demiş, fakat biz<br />
çevirimizde “Titanlar” yerine “Asuralar” ifadesini kullandık. (ç.n.)<br />
46
www.isaretatesi.com<br />
-DEVAYANİ-<br />
Yaratılanların en mutlusu sen olmalısın o halde. Ah! İlk<br />
defa şu an, biz elimizden geleni sana sunmuş olsak da, yabancı<br />
bir diyarda geçirdiğin bu günlerin senin için bir eziyet<br />
olduğunu hissediyorum.<br />
ver.<br />
-KAÇA-<br />
Böyle hırçın olma lütfen! Tebessüm et ve gitmeme izin<br />
-DEVAYANİ-<br />
Tebessüm! Ama sevgili dostum, burası senin doğduğun<br />
Cennet değil. Susuzluğun çiçekteki kurtçuk misali kalbin<br />
çekirdeğini kemirdiği, şaşkın arzunun arzulanan şeyin<br />
etrafında takılıp kaldığı, belleğin yitirilen neşenin ardından<br />
durmaksızın vahlandığı bu dünyada tebessümler öyle bol<br />
değil.<br />
-KAÇA-<br />
Devayani, ne yaptım da gücendirdim seni?<br />
-DEVAYANİ-<br />
Seni bunca sene şarkılara ve gölgelere boğan bu<br />
ormandan ayrılmak senin için bu kadar basit mi? Sen bir<br />
başına, dudaklarında bir gülümsemeyle bizden ayrılırken,<br />
ışıltılı gölgelerde rüzgâr nasıl hayıflanıyor, havada kuru<br />
yapraklar yitirilmiş umudun hayaletleri misali nasıl fırıl fırıl<br />
dönüyor, hissetmiyor musun?<br />
47
www.isaretatesi.com<br />
-KAÇA-<br />
Bu orman benim için ikinci bir ana oldu, yeniden<br />
doğdum burada. Ona duyduğum sevgim asla yok olmayacak.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Sen sürüleri otlamaya götürdüğün zaman, ileride banyan<br />
ağacı 8 senin yorgun bacakların için konuksever bir gölge hazır<br />
tutardı öğle sıcağına karşı.<br />
-KAÇA-<br />
Selam olsun sana, ey Ormanın Efendisi! Senin korunağın<br />
altında başka öğrenciler vızıldayan arılar ve hışırdayan<br />
yapraklar eşliğinde öğrendiklerinin şarkısını söyledikleri<br />
zaman, beni hatırla.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Ve çağıldayan sularıyla şarkı söyleyen bir aşk ırmağı olan<br />
Venumati Nehri’ni de unutma.<br />
-KAÇA-<br />
Hep hatırlayacağım, sürgün yıllarımın o sevgili yoldaşını;<br />
çalışkan bir köylü kızı misali, yüzünde bir gülücükle hizmet<br />
eden, ara sıra basit bir şarkı tutturan Venumati’yi.<br />
8<br />
Banyan Ağacı: Birçok kök üzerinde tutunarak ayakta kalan, etkileyici<br />
görünüme sahip bir ağaçtır; Hindular için sonsuz yaşamı simgeler. (ç.n.)<br />
48
www.isaretatesi.com<br />
-DEVAYANİ-<br />
Ama sevgili dostum, asıl anman gereken bir başka<br />
yoldaşın var, sana sıla özlemini unutturmak için boş yere<br />
çırpınmış olan.<br />
-KAÇA-<br />
O kızın düşüncesi yaşamımın bir parçası oldu.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Buraya geldiğin ilk günü hatırlıyorum, bir çocuktan biraz<br />
daha büyüktün. Orada duruyordun, bahçe çitinin yanında,<br />
gözlerinin içi gülüyordu.<br />
-KAÇA-<br />
Ben de çiçekler devşirirken görmüştüm seni – ışıltıyla<br />
yıkanmış tan yeri misali beyazlara bürünmüş... “Sana yardım<br />
etme şerefini bahşet bana!” demiştim.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Şaşırtmıştın beni; kim olduğunu sormuştum, Tanrı<br />
İndra ’ nın 9 sarayında ilâhi bir bilge olan Vrihaspati’nin oğlu<br />
olduğunu ve babamdan ölülere hayat veren gizli büyüyü<br />
öğrenmeyi dilediğini söylemiştin uysalca.<br />
9<br />
İndra: Hava olaylarının ve savaşın tanrısıdır. Hint mitolojisinde cenneti<br />
muhafaza eden ve ateş, su, güneş gibi unsurları oluşturan Devalar’ın<br />
lideridir; şeytani Asuralar’a karşı olan savaşı idare eder. Ulu bilgeleri,<br />
büyük kralları ve savaşçıları göksel sarayında ağırlar. (ç.n.)<br />
49
www.isaretatesi.com<br />
-KAÇA-<br />
Tanrıların rakibi Asuralar’ın öğretmeni olan Büyük Usta<br />
beni öğrencisi olarak kabul etmez diye korkuyordum.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Ama gayeni ona açıkladığımda beni geri çevirmedi, zira<br />
kızını pek sever o.<br />
-KAÇA-<br />
Hınç dolu Asuralar defalarca öldürdü beni ve sen her<br />
seferinde babanı beni hayata döndürmeye razı ettin. Şükran<br />
borcumu asla ödeyemem.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Şükran borcu mu! Unut hepsini, sanma ki acı duyacağım<br />
bundan! Sadece iyilikler mi kalacak hatırında? Bırak, silinip<br />
gitsin hepsi! Eğer günün derslerinin sonunda, akşam<br />
yalnızlığında bir garip haz ürpertisi titrettiyse yüreğini, işte<br />
onu hatırla – şükran borcunu değil! Eğer yanından biri geçip<br />
gittiğinde, okuduğun satırlara bir parça şarkı takıldıysa, bir<br />
elbisenin etekleri savrulduğunda fikrin kanat çırptıysa,<br />
Cennet’teki avare vakitlerinde onu hatırla. Ne yani, sadece<br />
iyilikler, öyle mi? Güzellik değil, aşk değil...<br />
-KAÇA-<br />
Bazı şeyler kelimelerin gücünü aşar.<br />
50
www.isaretatesi.com<br />
-DEVAYANİ-<br />
Evet, biliyorum. Aşkım kalbinin en derininde<br />
yankılanmıştı bir zaman; budur bana şimdi senin çekincene<br />
meydan okuma cesaretini veren. Asla bırakma beni! Burada<br />
kal! Şöhret mutluluk getirmez. Benden kaçıp gidemezsin<br />
sevgili dostum, zira senin sırrın bana ait artık!<br />
-KAÇA-<br />
Hayır Devayani, hayır.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Nasıl “hayır”? Yalan söyleme sakın! Yüce bir sezgisi<br />
vardır aşkın. Bir günden diğerine, başını şöyle bir<br />
kaldırdığında, bir kısa bakışında, ellerinin kıpırdayışında senin<br />
sevgin dile geliyordu, denizin dalgalarla dile gelmesi gibi. An<br />
olur, sesim kalbini ürpertir, dizlerini titretirdi – hiç mi fark<br />
etmedim? Tanıyorum seni; bu yüzden sonsuza dek<br />
tutsağımsın benim. Senin tanrılarının efendisi bile koparamaz<br />
bu bağı.<br />
-KAÇA-<br />
Bunun için mi onca sene evimden ve çocukluğumdan<br />
uzak, çalışıp çabaladım?<br />
-DEVAYANİ-<br />
Neden olmasın? Tek değerli olan bilgi midir? Aşk<br />
değersiz midir? Bir an için yüreğinin sesini dinle. Bir kadının<br />
kalbinin bir erkeğin güç adına, bilgi adına, itibar adına<br />
51
www.isaretatesi.com<br />
katlanmak zorunda kalabileceği her türlü zahmete değer<br />
olduğunu kabul etme cesaretini göster.<br />
-KAÇA-<br />
Ölümsüz yaşamın bilgisini getireceğime dair kutsal bir<br />
ant içtim Tanrılar huzurunda.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Gerçekten de gözün kitaplarda mıydı hep? Çalışmalarını<br />
bölüp gelmedin mi bana, bağlılığını çiçeklerle anlatmak için?<br />
Nice akşam, tarhları sulamama yardım etmeye bir fırsat<br />
bulursun diye hazırda beklemedin mi? Neydi seni benim<br />
yanımda çimenlere oturarak, yıldızların meclisinden devşirip<br />
getirdiğin şarkıları söylemeye iten – aşkın kederli bir<br />
sessizlikle boynunu bükmesi misali, nehrin üzerine karanlık<br />
çökerken? Yoksa cennette yaptığın zalim bir planın parçası<br />
mıydı bunlar? Belki de babamın gönlüne girebilmek içindi<br />
hepsi? Ve istediğini elde etmişken, ayrılık vakti kapıdaki<br />
şaşkın hizmetçiye üç beş akçe bırakır gibi, basit bir şükran mı<br />
sunacaktın böyle?<br />
-KAÇA-<br />
Gerçeği bilmek sana ne kazandıracak, ey gururlu kadın?<br />
Gizlice kalbimde taşıdığım tutkulu bir adanmışlıkla sana<br />
hizmet ederek hata ettiysem eğer, bu kadar ceza kâfidir.<br />
Sevgim gerçek miydi değil miydi, bunu sorgulamanın zamanı<br />
değil; yaşamımın vazifesi beni bekliyor. Bundan böyle kalbim<br />
boşluğa üstün gelmek için umutsuzca çırpınan kızıl bir alev<br />
52
www.isaretatesi.com<br />
içerecek hep; gene de Cennet’e geri dönmek zorundayım –<br />
benim için artık Cennet olamayacak o Cennet’e. Mutluluğa sıra<br />
gelmeden evvel, şimdi çok çalışmakla elde ettiğim yepyeni bir<br />
tanrısallığı borçluyum Tanrılara. Affet beni Devayani ve bil ki,<br />
ıstırabım sana elimde olmadan verdiğim bu acıyla<br />
katmerleniyor.<br />
-DEVAYANİ-<br />
Affetmek mi? Yıldırım gibi hiddetli ve alev alev olana<br />
dek kızdırdın yüreğimi! Sen vazifene ve utkuna geri dön, bana<br />
ne kalacak? Çivili bir yataktır hafıza; gizli bir utanç kemirip<br />
duracak hayatımın köklerini. Geçip giden bir yolcu gibi<br />
uğradın, güneşli saatlerde bahçemin gölgesinde konakladın,<br />
tüm çiçekleri koparıp bir kolye örerek vakit geçirdin. Şimdi<br />
ayrılıyorsun ve kolyenin ipini koparıp çiçekleri toprağa<br />
düşürüyorsun! Lanet olsun elde ettiğin o müthiş bilgiye!<br />
Sırtında bir yük olsun o bilgi senin; başkalarına dağıtıp<br />
paylaşsan da, senin için ışığı yanmasın. Aşk eksik olduğundan,<br />
yaşamın o bilgiye hep yabancı kalsın – nasıl ki Bakire Gece’nin<br />
eşsiz karanlığına hep yabancıysa soğuk yıldızlar!<br />
53
www.isaretatesi.com<br />
XXI.<br />
-I-<br />
“Nedir bu sonu gelmeyen hazırlıklar?” diye sordum<br />
Akıl’a, “Biri mi gelecek?”<br />
Akıl yanıt verdi: “Malzemeler toplamak ve kuleler inşa<br />
etmekle fazlasıyla meşgulüm; senin sorularınla uğraşacak<br />
vaktim yok.”<br />
Uysalca işime geri döndüm.<br />
Toplanan malzemeler bir yığın haline geldiği ve sarayının<br />
yedi kanadı da tamamlandığı zaman, Akıl’a sordum: “Yetmedi<br />
mi?”<br />
Akıl, “İçine alabilecek kadar yeterli değil–” diye<br />
mırıldanırken durdu.<br />
“Neyi içine alabilecek kadar?” dedim.<br />
Akıl duymazlıktan geldi.<br />
Bilmediğinden ve durmaksızın çalışmakla sorumu<br />
bastırmaya çalıştığından şüpheleniyordum.<br />
Bir terane tutturmuştu: “Daha fazlasına sahip<br />
olmalıyım.”<br />
54
www.isaretatesi.com<br />
“Neden olmalısın?”<br />
“Çünkü öylesi daha büyük?”<br />
“Nedir büyük olan?”<br />
Akıl sessiz kaldı. Yanıt için bastırdım. Hor görerek ve<br />
öfkelenerek çıkıştı: “Neden var olmayan şeyler üzerine sorular<br />
sorup duruyorsun? Yolunun üzerinde duran muazzam şeylere<br />
dikkatini versene: Mücadele ve kavga; ordu ve silahlar;<br />
tuğlalar ve harç; ve sayısız miktarda çalışmaya hazır işçi…”<br />
“Herhalde Akıl çok bilge olmalı,” diye düşündüm.<br />
-II-<br />
Günler geçti. Akıl’ın, sarayına yeni kanatlar, topraklarına<br />
yeni topraklar eklendi.<br />
Yağmur mevsimi sona erdi. Kara bulutlar beyazlara<br />
karışarak seyreldi; yağmurla yıkanmış gökte güneşli saatler,<br />
görünmeyen bir çiçeğin üzerinde uçuşan kelebekler misali<br />
vızır vızır uçuştu. Hayrete düşmüştüm ve karşılaştığım<br />
herkese soruyordum: “Nedir rüzgârın bu ezgisi?”<br />
Yolun kenarında pejmürde kılıklı, kaba saba tavırları olan<br />
bir serseri yürüyordu; şöyle seslendi: “Dinleyin, Geliş’in<br />
ezgisidir bu!”<br />
Buna hemen nasıl ikna oldum bilmiyorum, kelimeler<br />
fışkırıverdi ağzımdan: “Artık fazla beklemeyiz.”<br />
“Ha geldi ha gelir,” dedi çılgın adam.<br />
55
www.isaretatesi.com<br />
Vazife başındaki Akıl’ın kapısını çaldım ve cesurca,<br />
“Bütün işleri durdur!” dedim.<br />
Akıl sordu: “Bir haber mi aldın?”<br />
“Evet” dedim, “Geliş’in haberini.” Ama daha fazla<br />
açıklayamadım.<br />
Akıl başını iki yana salladı: “Hani? Ne bayraklar var<br />
ortada, ne de bir tören alayı!”<br />
-III-<br />
Gece sona eriyordu, gökte yıldızlar solmuştu. Bir anda,<br />
günışığının mihenk taşı her şeyi altın kıldı. Bir bağırış yayıldı<br />
ağızdan ağıza: “Müjde!”<br />
Başımı salladım ve sordum: “Geliyor mu?”<br />
Dört bir yandan kopup geliyordu yanıt: “Evet.”<br />
Akıl tedirgin oldu ve şöyle dedi: “Binamın kubbesi henüz<br />
bitmedi, hiçbir şey yerli yerinde değil.”<br />
Semadan bir ses duyuldu: “Yerle bir et binanı!”<br />
“Ama neden?” diye sordu Akıl.<br />
“Çünkü bugün Geliş günüdür ve senin binan yolun tam<br />
üzerinde duruyor.”<br />
-IV-<br />
Heybetli bina yerle bir olmuş, her şey yıkılıp dağılmış.<br />
56
www.isaretatesi.com<br />
Akıl etrafına bakınıyor: Görülecek ne var?<br />
Sadece sabah yıldızı ve çiyle yıkanmış zambak.<br />
Peki, başka? Annesinin kollarından kurtulup, ışığa doğru<br />
gülerek koşan bir çocuk.<br />
“Gün Geliş günüdür diye söyledikleri bunun için<br />
miydi?”<br />
“Evet, havada müzik, gökte ışık var denmesinin sebebi<br />
buydu.”<br />
“Bunun için mi dünyaları talep ettiler?”<br />
“Evet” yanıtı geldi. “Ey Akıl, inşa ettiğin surlarla mahpus<br />
oluyordun sen. Çalışkanlıklarıyla köleleştirdiler senin işçilerin<br />
kendilerini; ama bütün dünya ve sonsuz evren çocuk içindir,<br />
Yeni Hayat içindir.”<br />
“Bu çocuğun sana getirdiği nedir?”<br />
“Tüm dünya için ümit ve neşe.”<br />
Akıl bana sordu: “Şair, anlıyor musun?”<br />
“İşimi bir kenara bıraktım,” dedim, “ve anlamak için tüm<br />
vaktimi ayırdım.”<br />
57
www.isaretatesi.com<br />
XXII.<br />
VAİSHNAVA ŞARKILARI 10<br />
-I-<br />
Ah Sakhi, 11 kederim sınır tanımıyor.<br />
Yağmur bulutlarıyla yüklü olarak geliyor Ağustos; evim<br />
bomboş.<br />
Fırtınalı gök homurdanıyor; yağmur suları toprağı<br />
boğmuş; sevgilim uzakta; hüzün yüreğimi parçalıyor.<br />
Tavuskuşları dans ediyor, 12 bulutlar gürlüyor, kurbağalar<br />
kıkırdıyor.<br />
10<br />
Vaishnava: Vaishnavizm’in takipçilerine verilen ad. Vaishnavizm, başlıca<br />
Hindu geleneklerinden biridir; temel ilkesi Vishnu tapıncıdır. Hint’in üç<br />
büyük tanrısını karşılayan Trimurti’de, Vishnu kâinatı muhafaza etmekten,<br />
Brahma yaratmaktan, Şiva ise yok etmekten sorumludur. (ç.n.)<br />
11<br />
Sakhi: Bir kadının diğer bir kadına dostane hitap şekli. (ç.n.)<br />
12<br />
Tavuskuşları, pek çok kültürde ve dinî gelenekte olduğu gibi,<br />
Hindistan’da da simgesel bir yere sahiptir. Güzelliği, dengeleyici bir<br />
güzelliktir; koruyucudur, belaları savar. Tasvirlerde çeşitli mitolojik Hint<br />
kahramanlarının yanında resmedilir. (ç.n.)<br />
58
www.isaretatesi.com<br />
Gece, şimşeğin ince lekeler bıraktığı karanlıkla hıncahınç<br />
dolu.<br />
Vidyapati 13 soruyor: “Ey Bakire, efendin olmadan nasıl<br />
geçecek bu günler ve geceler?<br />
-II-<br />
Ne talihliydim bu sabah ki sevgilimi görerek uyandım.<br />
Yekpare neşeydi gökyüzü; yaşamım ve gençliğim kemâle<br />
erdi.<br />
Bugün evim hakikaten evim, bedenim de bedenimdir.<br />
Talih yoldaşım oldu, şüpheyi kovdum kendimden.<br />
Ey kuşlar, en güzel nağmelerinizi şakıyın; en ferah ışığını<br />
düşürsün dolunay!<br />
Oklarını dört bir yana gönder, ey Aşk Tanrısı!<br />
Onun dokunuşuyla bedenimin altın kesileceği ânı<br />
bekliyorum.<br />
Vidyapati söylüyor: “Nasıl da engindir senin keremin; ne<br />
kutludur sevişin…”<br />
13<br />
Vidyapati: On beşinci yüzyılda yaşamış Hint şairi. Eski bir Hint şiir<br />
geleneğini devam ettirerek şiirlerinde manevi aşkı Tanrı Krişna ve Tanrıça<br />
Rada arasındaki tensel sevi üzerinden anlatmıştır. (ç.n.)<br />
59
www.isaretatesi.com<br />
-III-<br />
Sevdiğimin ayak bastığı tozlara karıştığını hissediyorum<br />
bedenimin.<br />
Onun yıkandığı gölün sularıyla bir olduğumu<br />
duyuyorum.<br />
Ah Sakhi, onunla karşılaştığımda aşkımın ölümün<br />
sınırını zorladığını hissediyorum.<br />
Yüreğim ışık içinde eriyor, onun yüzünü seyrettiği ayna<br />
ile buluşuyor.<br />
O yelpazesini salladığı zaman, havayla beraber ben de<br />
öpüyorum onu; ve göğün onu sardığı gibi, her nereye giderse<br />
içimde taşıyorum ben de onu.<br />
Govindadas 14 söylüyor: “Sen altın süslemelersin, ey zarif<br />
bakire; o da süslerin sardığı zümrüt.”<br />
-IV-<br />
Seni göz kapaklarımın içinde saklayacağım sevgilim;<br />
suretini bir mücevher gibi neşeme nakşedeceğim ve boynuma<br />
asıp taşıyacağım onu.<br />
Tüm çocukluğum, gençliğim, hayatım, düşlerim boyunca<br />
hep kalbimdeydin sen.<br />
14<br />
Govindadas: On altıncı yüzyılda yaşamış Batı Bengal doğumlu bir<br />
Vaishnava şairidir. Vidyapati’nin öğrencisiydi. Onun gibi aşk şiirleri<br />
yazmış, Krişna ve Rada’nın öyküsünü anlatmıştır. (ç.n.)<br />
60
www.isaretatesi.com<br />
Benliğim senin meskenindir, uyurken ve uyandığımda.<br />
Benim bir kadın olduğumu bil, arzuyla dolu olduğum<br />
zamanlar bana tahammül et.<br />
Çünkü düşünceler üşüşmüştür bana; tek emin olduğum,<br />
bu dünyada nasibimin senin sevgin olduğudur. Seni bir an için<br />
kaybetsem, ölüveririm.<br />
Çandidas 15 söylüyor: “Hayatta ve ölümde senin olan o<br />
kadına karşı hassas ol.”<br />
-V-<br />
“Meyve satıyorum, meyve satıyorum,” diye bağırıyordu<br />
kapının önündeki kadın.<br />
Evden çıktı çocuk.<br />
“Bana biraz meyve ver,” dedi, para niyetine kadının<br />
sepetine avcunda tuttuğu pirinci bıraktı.<br />
Meyveci kadın çocuğun yüzüne baktı ve gözleri şefkatle<br />
doldu.<br />
“Kimdir seni kollarına alıp emziren ve senin güzelim<br />
sesinden ‘Anne’ sözcüğünü işiten talihli kişi?” diye haykırdı.<br />
“Meyveyi o çocuğa sun,” der şair, “ve onunla beraber<br />
yaşamını da.”<br />
15<br />
Çandidas: Bengal şairi. On dördüncü yüzyılda yaşamış olan Baru<br />
Çandidas, Krişna’yı öven lirik şiirler yazmıştır. (ç.n.)<br />
61
www.isaretatesi.com<br />
62
www.isaretatesi.com<br />
FİRARİ – II<br />
63
www.isaretatesi.com<br />
64
www.isaretatesi.com<br />
I.<br />
Bu bereketli dünyada binbir çeşitsin sen, ey Rengârenk<br />
İhtişamın Kadını!<br />
Işıklar saçılıyor yoluna; temasın çiçeklerin içine işliyor;<br />
sürüklenen eteğin bir dans kasırgası koparıyor burçlarda; ve<br />
senin perde perde müziğin sayısız dünyalarda yankısını<br />
buluyor işaretlerle, renklerle.<br />
Ruhun kavranılmaz sükûnetinde bir başına sen varsın, ey<br />
Sessizlik ve Yalnızlık Kadını! Işıkla ürpermiş bir suret, aşk<br />
kökü üzerinde çiçek açan biricik lotussun sen!<br />
65
www.isaretatesi.com<br />
II.<br />
Karşı pencerenin paslı parmaklıklarının ardında, esmer,<br />
dupduru çehresiyle bir kız oturuyor; yazın sular azalınca<br />
nehrin sığlığında karaya oturmuş bir tekneyi andırıyor.<br />
Günün mesaisinden sonra evime dönerken gözlerim o<br />
kıza takılıp kalıyor.<br />
Issız karanlık sularını ayışığının çevrelediği bir göl gibi<br />
görünüyor o bana.<br />
Onun özgürlük adına bir penceresi var yalnızca: Orada<br />
buluşuyor günışığı onun dalgın düşünceleriyle; onun yitik<br />
yıldızlara benzeyen kara gözleri, o pencereden geri dönüyor<br />
göklere.<br />
66
www.isaretatesi.com<br />
III.<br />
Hatırlıyorum o günü.<br />
Ağır sağanak yağmur düzensiz aralıklarla diner gibi<br />
olduğunda, boralar tekrar ayıltıyor onu anlık uykusundan.<br />
Çalgımı alıyorum elime. Rastgele geziniyorum tellerde,<br />
bir müddet sonra müzik kendiliğinden fırtınanın çılgın<br />
temposuna ayak uyduruyor.<br />
O kadının endamıdır gördüğüm; işinden kaytarıyor,<br />
gelip kapımda duruyor, ama tereddüt edip geri dönüyor.<br />
Sonra yeniden geliyor, dışarıda duvara yaslanarak dikiliyor,<br />
nihayet usulca odama girip oturuyor. Başını önüne eğip<br />
sessizce nakışını işliyor, ama hemen sonra işini bırakıp<br />
pencereye gidiyor, yağmurun içinden bulanık ağaç sırasına<br />
göz gezdiriyor.<br />
Hepsi bu kadar: Yağmurlu bir öğle; karaltılarla, şarkıyla<br />
ve suskuyla dolu tek bir saat.<br />
67
www.isaretatesi.com<br />
IV.<br />
attı.<br />
Arabaya binerken başını çevirip kaçamak bir veda bakışı<br />
Bu, onun son hediyesiydi bana. Acaba zamanın zalim<br />
çarklarından koruyabilecek miyim onu?<br />
Akşam, günbatımının son titrek alevini silip götüreceği<br />
gibi, bu ışıltılı ıstırabı da mı alıp götürecek?<br />
Yoksa yağmur mu yıkayıp götürecek onu, kırık kalpli<br />
çiçeklerden dağılan kıymetli tozlar misali?<br />
Kralın zaferini ve zenginin servetini ölüme terk et. Peki<br />
ama tutkulu bir anda savrulan o firari bakışın anısını<br />
saklamasın mı gözyaşı?<br />
“Ver, ben saklayayım,” diyor şarkım: “Ben kralın zaferine<br />
veya zenginin servetine elimi sürmem; lâkin bu ufak tefek<br />
şeyler sonsuza dek benimdir.”<br />
68
www.isaretatesi.com<br />
V.<br />
Bana bırakıyorsun kendini, geceleyin açan bir çiçek<br />
misali; nasıl ki gür sürgünler veren tomurcuklardan duyulursa<br />
baharın ayak sesleri, senin varlığın da üzerinden süzülen çiy<br />
damlasından, karanlığa yayılan kokundan anlaşılıyor.<br />
Gelgit dalgaları gibi hücum ediyorsun zihnime; kabaran<br />
şarkılar arasında kayboluyorum.<br />
Nasıl ki yaklaşan şafağı hissederse gece, kalbim biliyordu<br />
senin geleceğini. İşte, bulutlar alev alev; işte, bir ilham tufanı<br />
dolduruyor göğümü…<br />
69
www.isaretatesi.com<br />
VI.<br />
Gidecektim; gene de ses çıkarmıyordu kadın. Ama en<br />
ufak bir kıpırtısından hissediyordum, özlem dolu kollarının<br />
“Ah, hayır, henüz değil!” deyivereceğini.<br />
Pek çok defa, onun yalvaran ellerinin dokununca dile<br />
geldiğini duydum, ki konuştuğunun farkında bile değildi o<br />
eller.<br />
Bir de kekelediğini hatırlıyorum bu kolların; eğer<br />
kekelemeseler, boynuma gençlik çelengi gibi sarılırdılar.<br />
Durgun saatlerin güvenli yuvasında o küçük jestlerinin<br />
anısı duyulur; bana oyunbaz bir afacanlıkla gelip, o kadının<br />
gizlediklerini eleverirler.<br />
70
www.isaretatesi.com<br />
VII.<br />
Şarkılarım arılar gibidir; senin kokundan bir iz, seni<br />
hatırlatacak bir zerre bulabilmek için havayı tararlar; senin<br />
utangaçlığının etrafında, içte gizli hazneye can atarak<br />
vızıldarlar.<br />
Güneşin sabahki canlılığı azaldığında, öğleyin havaya bir<br />
ağırlık çöktüğünde ve orman sessizleştiğinde, yuvaya döner<br />
benim şarkılarım, takatsiz kanatları altın tozlarına bulanmış<br />
olarak.<br />
71
www.isaretatesi.com<br />
VIII.<br />
Biz seninle henüz tanışmamışken sen bana bir yerlerde<br />
görünmüş olmalısın, ilkyaz çiçek çiçek olmadan önce beliren<br />
bir nisan alâmeti misali.<br />
Senin o görünüşün, bana, her şeyin sâl çiçeklerinin 16<br />
kokusuna bulandığı bir çağda, nehrin seher pırıltıları kumsala<br />
kenar süsü olduğunda ve yaz ikindisinin muğlâk sesleri<br />
birbirine karıştığında gelmiş olmalı – evet, hatta, başka<br />
zamanlar da isimsiz nice pırıltıda bana gülüp benden<br />
kaçmamış mıydı?<br />
16<br />
Sâl Ağacı: Güney Asya’ya özgü bir ağaç. Hindu törenlerinde tütsü olarak<br />
yakılır; Buddhistler için de kutsaldır. (ç.n.)<br />
72
www.isaretatesi.com<br />
IX.<br />
Eğer biz yeniden doğar ve başka bir dünyanın<br />
aydınlığında yürürken seninle gene karşılaşırsak, öylece<br />
donup kalırım.<br />
Kara gözlerin sabah yıldızı olur benim için o an; onların,<br />
önceki bir hayattan hatırlayamadığım bir göğe ait olduğuna<br />
inanırım.<br />
Anlarım ki, büyüsünü yalnızca kendinden almamıştır<br />
yüzün; gözlerimin eski bir buluşmadaki tutkulu ışıltısını<br />
yakalamış, aşkımdan kaynağı belirsiz bir muamma toplamıştır.<br />
73
www.isaretatesi.com<br />
X.<br />
Çalgını yere bırak sevgilim, kolların beni kucaklamak için<br />
serbest kalsın.<br />
Dokun bana; kendinden taşmış kalbim böylece<br />
bedenimin sınırına dönsün.<br />
Başını eğip benden yüz çevirme; bir öpücük bahşet;<br />
nicedir goncada hapsolmuş hoş bir rayiha gibi öpücüğün.<br />
Nafile sözcüklere boğmayalım bu ânı; bırakalım<br />
kalplerimiz bir susku deryasına kapılsın, tüm düşüncemiz<br />
sahilsiz bir sevince sürüklensin.<br />
74
www.isaretatesi.com<br />
XI.<br />
Senin aşkın yüceltti beni; ben ki, alelâde gelgitlerle<br />
oradan oraya sürüklenen, dünya nimetinin kararsız<br />
dalgalarında sallanan onca insandan biriyim yalnızca.<br />
Sen bana bir taht verdin; tüm zamanlardan şairler gelip<br />
bana armağanlar bırakır, adları ölümsüz âşıklar bir çağdan<br />
diğerine beni selamlar.<br />
Pazarda yanımdan ite kaka geçiyor insanlar, fark<br />
etmiyorlar – bedenim ne denli kıymetlenmiş okşayışınla;<br />
öpücüğünü ne hoş taşıyorum içimde, nasıl ki güneş tanrısal<br />
dokunuşun ateşini taşırsa kendinde ve ışık yayarsa daima…<br />
75
www.isaretatesi.com<br />
XII.<br />
Huysuzlanıp oyuncaklarına burun kıvıran bir çocuk<br />
misali, kalbim bugün hangi mısrayı seçsem itiraz ediyor,<br />
“Hayır, bu değil,” diyor.<br />
Gene de kelimeler belirsizliğin sancısıyla üşüşüyorlar<br />
zihnime, yağmurlarını bıraktıracak rastgele bir rüzgâr<br />
beklentisiyle yamaçlarda gezinen avare bulutlar misali.<br />
Ey ruhum, bu beyhude çabaları bırak; zira sükûtun<br />
müziği karanlıkta kendiliğinden olgunlaşacak.<br />
Bugün yaşamım, çile doldurulan bir manastır sanki;<br />
ilkyaz korkuyor kıpırdamaya, hatta fısıldamaya bile.<br />
Ah sevgilim, senin taçkapıdan geçeceğin vakit gelmedi<br />
henüz; yolun aşağısında şıkırdayan halhallarının düşüncesi<br />
bile yetiyor bahçedeki yankıları susturmaya.<br />
Bil ki yarının şarkıları tomurcuktur bugün; seni geçip<br />
giderken görseler gerilip patlar olgunlaşmamış kalpleri.<br />
76
www.isaretatesi.com<br />
XIII.<br />
Bunca kaygı nereden geliyor sevgilim?<br />
Bırak, kalbim değsin kalbine ve öpüp alsın sancıyı<br />
suskunluğundan.<br />
Bize derinlerinden bu kısacık saati gönderdi gece; kapalı<br />
kapılar ardında bu yegâne lambanın ışığında, sevgi dünyayı<br />
yeni baştan yaratsın diye.<br />
Müzik için sadece bir kaval var elimizde; bir sen bir ben,<br />
sırayla çalsın dudaklarımız. Taç niyetine, bir çelenk takayım<br />
alnına, sonra bağlayayım onu saçıma.<br />
Göğsümdeki örtüyü yırtıp yatağımızı yapayım yerde; bir<br />
öpüş, sevinçli bir uyku kaplasın sınırsız küçücük dünyamızı.<br />
77
www.isaretatesi.com<br />
XIV.<br />
Neyim varsa sana verdim, beni ucu ucuna örtecek<br />
kadarını kendime sakladım.<br />
Bana kalan öyle eksik ki, sen ona içten içe gülüyorsun ve<br />
ben mahcup oluyorum.<br />
Onu da ansızın bahar rüzgârı uçuruyor; nasıl ki dalgalar<br />
köpüğü sallarsa, kalbimin çırpınışı da onu sallıyor.<br />
Ah sevgilim, eğer mesafeliliğin perdesini koymuşsam<br />
aramıza, kederlenmeyesin.<br />
Benim bu cılız çekincemi nazlandığıma yormayasın;<br />
aksine, esrarlı bir zarafetle sana doğru eğiliyor, ipince bir sap<br />
üzerinde, sana teslim oluşumun çiçeği.<br />
78
www.isaretatesi.com<br />
XV.<br />
Bugün bu giysiyi kuşandım, çünkü bedenim şarkı<br />
söylemek istiyor.<br />
Kendimi aşka bir kere teslim etmiş olmam yetmez,<br />
bundan her gün yeni armağanlar çıkarmalıyım. Yeni bir<br />
giysiye bürününce, taptaze bir adağa dönüşmez miyim?<br />
Kalbim, akşam göğü misali, sonsuz bir heves duyar<br />
renklere; o yüzden değiştirip dururum örtümü; yeşildir o, kâh<br />
serin taze çimenler misali, kâh kış pirinci misali.<br />
Bugün giysim yağmurla bezenmiş gökmaviye boyalı.<br />
Uzuvlarıma uçsuz bucaksızlığın ve denizaşırı tepelerin rengini<br />
taşıyor o; kıvrımlarında rüzgârla uçuşan yaz bulutlarının<br />
sevincini taşıyor.<br />
79
www.isaretatesi.com<br />
XVI.<br />
Aşkın kelimelerini kendi rengiyle yazabileceğimi<br />
düşünmüştüm; oysa yüreğin en derinlerinde yatar o,<br />
gözyaşları silik kalır.<br />
Kelimeler renksiz olsaydı, ah dostum, gene de anlar<br />
mıydın?<br />
Aşkın kelimelerini kendi ezgisiyle söyleyebileceğimi<br />
düşünmüştüm; oysa yalnızca kalbimde duyuluyor o, gözlerim<br />
sessiz kalıyor.<br />
Ezgisiz olsalardı, ah dostum, gene de anlar mıydın?<br />
80
www.isaretatesi.com<br />
XVII.<br />
Geceydi şarkımı bulduğumda, ama sen yanımda yoktun<br />
o sırada.<br />
Tüm gün aradığım sözler şarkımda buluştu o anda; hava<br />
karardıktan hemen sonra yıldızların kalbi ışıkla çarpınca, nabzı<br />
müzikle attı onların da. Ama sen yanımda yoktun o sırada.<br />
Şarkıyı bu sabah sana söylemeyi umuyordum. Ama ne<br />
kadar çabalasam da, müziği yakalayıp sözleri kaçırıyorum –<br />
şimdi ki sen buradasın.<br />
81
www.isaretatesi.com<br />
XVIII.<br />
Gece derinleşiyor ve lambada ölgün bir alev kırpışıyor.<br />
Fark etmemişim ki, nehirden testisini bugünlük son defa<br />
dolduran bir köylü kızı misali, kulübesinin kapısını kapatmış<br />
Akşam.<br />
Seninle konuşuyordum sevgilim, hayal meyal<br />
farkındaydım sesimin – söylesene, anlamlı bir şey miydi<br />
söylediğim, hayatın sınırlarının ötesinden bir mesaj getirdi mi<br />
sana?<br />
Şimdi ki susmuşum, gecenin nabzının sessizliğin dipsiz<br />
kuyusuna huşuyla bakan düşüncelerle attığını duyuyorum.<br />
82
www.isaretatesi.com<br />
XIX.<br />
Seninle ilk karşılaştığımızda kalbim müzikle çınlamıştı:<br />
“Ebediyen uzak olan o kadın, yakındır bundan böyle.”<br />
Ama o müzik susmuş artık; çünkü sevgilimin sadece<br />
yakın olduğuna inanmış, onun gene de pek uzak olduğunu<br />
unutmuştum.<br />
İki ruh arasındaki uçsuz bucaksızlığı müzik doldurur.<br />
Gündelik alışkanlıkların sisi boğmuş bunu nicedir.<br />
Ürkek yaz gecelerinde, meltem büyük bir mırıltı<br />
koparınca sessizlikten, yatağımda oturuyorum ve<br />
yanıbaşımdaki kadının muazzam kaybının yasını tutuyorum.<br />
Kendime soruyorum: “O kadına sonsuzluğun ahengini taşıyan<br />
sözler fısıldamak mümkün olur mu bir daha?”<br />
Ey şarkım, uyan bu gaflet uykusundan! Kanıksanmışlığın<br />
perdesini yırt ve ilk karşılaşmamızın sonsuz şaşkınlığına,<br />
sevgilime doğru kanat çırp!<br />
83
www.isaretatesi.com<br />
XX.<br />
Âşıklar sana geliyorlar Kraliçem, gururla ayaklarına<br />
seriyorlar servetlerini. Benim sungumsa, boşa çıkmış<br />
umutlardan ibaret.<br />
Gölgeler zaptetmiş dünyamın kalbini; bendeki en iyinin<br />
ışığı sönmüş.<br />
Zenginler benim sefaletime gülerken, senden<br />
başarısızlıklarıma gözyaşlarını ödünç vermeni, böylece onları<br />
değerli kılmanı diliyorum.<br />
Sana, ses vermeyen bir çalgı getiriyorum.<br />
Kalbimde yüksek perdeden bir notaya erişmek için<br />
gerildim, tel koptu.<br />
Üstatlar kopuk tele gülerken, senden çalgımı eline<br />
almanı, onun kofluğunu şarkılarınla doldurmanı diliyorum.<br />
84
www.isaretatesi.com<br />
XXI.<br />
Baba cenaze ayininden döndü.<br />
Yedi yaşındaki oğlu penceredeydi; gözlerini kocaman<br />
açmıştı, boynunda altın bir nazarlık vardı, aklının ermediği<br />
şeylerle meşguldü zihni.<br />
Babası onu kollarına aldığında sordu çocuk: “Anne<br />
nerede?”<br />
“Cennette,” dedi babası, göğü göstererek.<br />
Gece olduğunda baba yatağında kıvranıyor, kederden<br />
harap oluyordu.<br />
Lambanın solgun ışığı kapının dibinden odayı<br />
aydınlatıyor, duvarda bir kertenkele pervane böceklerini<br />
kovalıyordu.<br />
Çocuk uykusundan uyandı, elleriyle yataktaki boşluğu<br />
yokladı, kalktı, evin damına çıktı.<br />
Başını göğe kaldırdı ve uzun süre ses çıkarmadan<br />
seyretti. Şaşkın zihninden gece göğüne tek bir soru yayıldı:<br />
“Cennet nerededir?”<br />
85
www.isaretatesi.com<br />
Yanıt alamadı: Yıldızlar âdeta bihaber karanlığın yanan<br />
gözyaşlarıydı.<br />
86
www.isaretatesi.com<br />
XXII.<br />
Gecenin sonuna doğruydu, alıp başını gitti kadın.<br />
Aklım, “Her şey boş,” diyerek beni teselli etmeye çalıştı.<br />
Öfkelendim ve şöyle dedim: “Üzerinde onun adının<br />
yazılı olduğu şu açılmamış mektup ve kırmızı ipek<br />
kenarlıklarını o kadının elleriyle diktiği, palmiye yaprağından<br />
şu yelpaze – onlar da mı gerçek değil?”<br />
Günün sonunda dostum gelip bana şöyle dedi: “İyi olan<br />
her şey gerçektir ve asla yitip gitmez.”<br />
“Nedenmiş?” dedim hiddetle, “İyi değildi de ondan mı<br />
şimdi dünya için yitiktir o kadın?”<br />
Hırçınlaşıp annesine zarar veren bir çocuk misali, içimde<br />
ve etrafımda bütün sığınakları yerle bir etmek istedim ve<br />
haykırdım: “Hain dünya!”<br />
Birdenbire bir ses yankılandı: “Nankör!”<br />
Başımı pencereden uzattım ve yıldızlar saçılı geceden bir<br />
serzeniş duydum: “Bana hayat veren hakikate olan inancını,<br />
benden kalan boşlukta heba ettin sen!”<br />
87
www.isaretatesi.com<br />
XXIII.<br />
Nehir, kül rengi; hava, uçuşan kumlarla darmaduman.<br />
Bu kasvet dolu huzursuzluk sabahında kuşlar sessiz,<br />
yuvaları rüzgârda sallanıyor. Bir başıma oturmuşum, kendime<br />
soruyorum: “Nerede o kadın?”<br />
Birbirimize nasıl da yakın, yan yana oturduğumuz o<br />
günler uçup gitti; şakalaşır ve gülüşürdük; buluşmalarımızda<br />
aşkın yüceliğinin bizde uyandırdığı huşu duygusu dile<br />
gelmeden kalırdı.<br />
Ben küçülürdüm onun yanında ve o anlattıkça anlatır,<br />
nice ânı havadan sudan konuşmalarla harcardı.<br />
Bugün boş yere istiyorum onun gene yanımda olmasını,<br />
yaklaşan fırtınanın kasvetinde, ruhun ıssızlığında yerini<br />
almasını.<br />
88
www.isaretatesi.com<br />
XXIV.<br />
O kadının beni çağırdığı isim, aşkımızın on yedi senesini,<br />
çiçek açan bir yasemin misali kaplamıştı. Onun sesi sayesinde,<br />
ışığın yapraklar arasında kırpışması, yağmurlu gecedeki çimen<br />
kokusu ve nice aylak günün son saatindeki buruk sessizlik<br />
birbirine karışırdı.<br />
Sadece Tanrının bir eseri değildi o isme yanıt veren<br />
erkek; çabucak geçen on yedi sene boyunca kadın erkeği<br />
kendisi için yeniden yarattı.<br />
Başka seneler de olacaktı; ama birdenbire, erkek ile<br />
kadının o aylak günleri kadının sesiyle söylenen ismin içinde<br />
toplanmaz oldu; başıboş kaldılar, dağıldılar.<br />
Soruyorlar bana: “Bizi kim bir araya toplayacak?”<br />
Yanıt veremiyor, sessizce oturuyorum; onlar ise dağılıp<br />
gidiyor ve “Bir çoban istiyoruz!” diye bağrışıyorlar.<br />
Aradıkları kimdir?<br />
Bilmiyorlar. Sahipsiz akşam bulutları misali, izsiz<br />
karanlıkta sürükleniyorlar, kayboluyorlar, unutuluyorlar.<br />
89
www.isaretatesi.com<br />
XXV.<br />
Hissediyorum, çabucak geçen aşk günlerimiz, senin o<br />
kısacık ömründe kaybolup gitmemiş.<br />
Usul usul her şeyi çalan tozdan, onları nasıl, nerede<br />
sakladın acaba?<br />
Ölüp giderken ölümsüz bir yankı bırakan eski bir<br />
akşamdan, senin mırıldandığın şarkıyı duyuyorum<br />
yalnızlığımda. Güz öğlesinin sıcacık sessizliğine gizlenmiş,<br />
senin bıkkın anlarının iççekişlerini buluyorum.<br />
Geçmişin arı kovanından gelerek kalbime üşüşüyor<br />
arzuların; kıpırtısızca duruyorum, vızıltılarına kulak<br />
veriyorum.<br />
90
www.isaretatesi.com<br />
XXVI.<br />
Karanlık denizde yıkandın. Bir kez daha giydin<br />
gelinliğini; bir kez daha ölümün kemerinden geçerek geri<br />
dönüyorsun; ruhumda bir kez daha tekrarlanıyor düğünümüz.<br />
Ne saz çalınıyor, ne de davullar; ne kalabalık toplanmış,<br />
ne de kapıya bir çelenk asılı.<br />
Senin söylenmemiş sözlerin lambalarla aydınlanmamış<br />
bir ayinde benimkilerle buluşuyor.<br />
91
www.isaretatesi.com<br />
XXVII.<br />
Otlarla örtülü bir patikada yürüyordum, aniden<br />
arkamdan birinin seslendiğini duydum: “Beni tanıdın mı?”<br />
Arkama döndüm, kadının yüzüne baktım. “Adını<br />
hatırlamıyorum,” dedim.<br />
“Ben senin gençliğinin o ilk gönül sızısıyım,” dedi.<br />
Gözleri, çiy taneleriyle hâlâ kaplı bir sabah gibi<br />
bakıyordu.<br />
Bir müddet sustum, sonra şöyle dedim: “Gözyaşlarının o<br />
ağır yükünü üzerinden atmışsın sanki…”<br />
Gülümsedi, hiçbir şey söylemedi. Anlayabiliyordum ki,<br />
onun gözyaşları zamanla gülüşlerin dilini öğrenmişti.<br />
“Bana bir defasında,” diye fısıldadı, “sonsuza dek bu<br />
kederle yaşayacağını söylemiştin hani.”<br />
Yüzüm kızardı, “Evet, lâkin seneler geçti ve ben<br />
unuttum,” dedim.<br />
Sonra elini avuçlarımın arasına aldım ve şöyle dedim:<br />
“Ama sen değişmişsin.”<br />
92
www.isaretatesi.com<br />
“Bir zamanlar keder olan, şimdi huzurdur artık,” diye<br />
yanıtladı.<br />
93
www.isaretatesi.com<br />
XXVIII.<br />
Yaşamımız, geçilmemiş denizde yelken açar; o denizin<br />
dalgalarıdır ki ezelî bir saklambaç oyunuyla birbirini kovalar.<br />
Değişimin çalkantılı denizidir o, bir köpük sürüsüdür<br />
besler, bir bulur bir kaybeder onları, göğün sükûnetine karşı<br />
bir yaygaradır koparır.<br />
Ey Aşk! Işığın ve karanlığın savaş dansının bu sonsuz<br />
döngüsünün ortasında, senindir o yeşil ada; ormanın ürkek<br />
gölgelerini öper güneş, sessizliğe kur yapar kuş şakımaları<br />
orada!<br />
94
www.isaretatesi.com<br />
XXIX.<br />
AMA İLE VİNAYAKA<br />
Savaş alanında gece: Ama babası Vinayaka ile karşılaşır.<br />
-AMA-<br />
Baba!<br />
-VİNAYAKA-<br />
Utanmaz sürtük, hâlâ “Baba” mı diyorsun bana! Sen ki<br />
müslüman bir adamla evlenmekten çekinmedin!<br />
-AMA-<br />
Kocamı haince öldürmüş de olsanız, gene de babamsınız;<br />
ve siz Tanrı’nın lanetine uğramayın diye, bir dulun<br />
gözyaşlarını dökmekten sakınıyorum ben. Mademki yılların<br />
ayrılığından sonra burada, bu savaş meydanında karşılaştık,<br />
izin verin, önünüzde eğileyim ve vedalaşalım.<br />
-VİNAYAKA-<br />
Nereye gideceksin Ama? Senin kâfir yuvanı kurduğun<br />
ağacı kökünden kestiler. Nereye sığınacaksın?<br />
95
www.isaretatesi.com<br />
-AMA-<br />
Oğlum var.<br />
-VİNAYAKA-<br />
Onu bırak! Bedeli kanla ödenmiş bir günahın meyvesiydi<br />
o; hâlâ dönüp şefkatle bakma ona! Nereye gideceğini düşün.<br />
-AMA-<br />
Bir babanın sevgisinden daha geniş açmış kollarını bana<br />
ölüm!<br />
-VİNAYAKA-<br />
Hakikaten de, denizin çamurlu nehirleri yuttuğu gibi<br />
günahları yutar ölüm. Ama senin ölümün bu gece, burada<br />
olmayacak. Utandırdığın sülalenden ve komşularından uzakta,<br />
ücra bir Ulu Şiva 17 tapınağı bul kendine, günde üç defa Kutsal<br />
Ganj’da yıkan ve Tanrı’nın adını zikrederken, akşam ayininin<br />
son çanına kulak ver – ki böylece belki Ölüm, ıslak gözlerle<br />
uykuya dalan çocuğunu seyreden bir baba misali yukarıdan<br />
merhametle bakmaya başlar sana. Bırak, seni nazikçe kendi<br />
büyük sessizliğine taşısın o, nasıl ki Ganj düşen bir çiçeği<br />
sularında taşıyıp götürür ve deniz için lâyık bir adak olabilene<br />
dek yıkayıp lekelerinden arındırırsa.<br />
17<br />
Şiva: Hint’in üç büyük tanrısından biri. Vishnu, Brahma ve Şiva’dan<br />
oluşan Trimurti’de Brahma yaratıcı, Vishnu koruyucu, Şiva ise yıkıcı<br />
güçtür. Ancak Şiva’daki yıkıcılık, yapıcı anlamda bir yıkıcılıktır; örneğin<br />
Vedalar’da, Şiva’nın, hakikati örten büyülü güç olan “Maya”yı yok edişi,<br />
böylece hakikati görünür kılışından söz edilir. (ç.n.)<br />
96
www.isaretatesi.com<br />
-AMA-<br />
Peki ya oğlum?<br />
-VİNAYAKA-<br />
Söylüyorum sana, artık onu anma. Kendini yeniden<br />
babanın kollarına bırak evlâdım – ikinci annen olan Unutuş’un<br />
rahminden doğmuş körpe bir bebek gibi.<br />
-AMA-<br />
Dünya benim için bir gölge olmuş artık. Söylediğin<br />
sözleri duyuyorum duymasına, ama kalbim duymuyor. Bırak<br />
beni Baba, yalnız başıma bırak! Sevginle kendine bağlamaya<br />
çalışma beni, zira o bağlar kocamın kanıyla kıpkırmızı…<br />
-VİNAYAKA-<br />
Yazık! Kopup düşen hiçbir çiçek dalına geri dönmüyor.<br />
Törelere uygun bir şekilde Civaci ile nişanlanmışken seni zorla<br />
kaçırıp götüren birine nasıl “kocam” diyebiliyorsun? O geceyi<br />
asla unutamıyorum. Düğünün yapılacağı salondaydık,<br />
heyecanımızın yerini endişeli bir bekleyiş almıştı; damat<br />
ortalarda yoktu, eşref saati geçiyordu. Derken uzakta<br />
fenerlerin parlak ışığı belirdi, düğün şarkıları dalga dalga<br />
geliyordu. Coşkuyla haykırdık, deniz kabuğundan borular<br />
üfledi kadınlar. Bir tahtırevan alayı giriş yaptı avluya. Fakat<br />
biz “Civaci nerede?” diye sorarken, silahlı adamlar fırtına gibi<br />
atılıverdi tahtırevanlardan ve yakalayıp götürdüler seni, biz<br />
daha ne olduğunu anlayamadan. Ardından Civaci çıkageldi;<br />
97
www.isaretatesi.com<br />
yolunun kesildiğini ve Bicapur Sarayı’ndan 18 Müslüman bir<br />
soylu tarafından alıkonulduğunu söyledi. O gece Civaci ve ben<br />
düğün için yakılmış ateşe elimizi değdirerek, bu zorbaya kanlı<br />
bir ölüm için ant içtik. Uzun bekleyişimizden sonra, bu gece<br />
kutsal yeminimiz yerine gelmiş bulunuyor ve bu uğurda can<br />
veren Civaci’nin ruhu, şimdi hakkıyla seni gelini olarak<br />
görmek istiyor.<br />
-AMA-<br />
Baba, töremize leke sürmüş olabilirim, ama gene de<br />
alnım ak; kendisine bir de çocuk verdiğim adamı sevdim ben.<br />
Sizden iki gizli mesaj aldığım geceyi hatırlıyorum; biri<br />
sendendi, diğeri annemden; seninki şöyle diyordu: “Sana<br />
bıçağı gönderiyorum, öldür o adamı!” Anneminki ise: “Sana<br />
zehri yolluyorum; iç ve yaşamına son ver!” Onurum gerçekten<br />
lekelenmiş olsaydı eğer, sizin bu çifte teklifinize uyardım.<br />
Oysa ben, yalnızca aşk izin verince teslim ettim bedenimi. Aşk!<br />
Kudretli Aşk! Arınmış aşk! Kanımızın Müslüman kanına olan<br />
irsî tepkisine üstün geldi.<br />
[AMA’nın annesi RAMA gelir.]<br />
-AMA-<br />
Anacığım, seni bir daha görmeyi ummuyordum.<br />
Müsaade et, ayaklarının tozunu sileyim.<br />
18<br />
Bicapur: Hindistan’ın Gucerat eyaletinde, uzun süre Müslüman<br />
idaresinde kalmış tarihî bir şehir. (ç.n.)<br />
98
www.isaretatesi.com<br />
-RAMA-<br />
Dokunma bana arınmamış ellerle!<br />
-AMA-<br />
Sen ne denli arınmışsan, ben de öyleyim.<br />
-RAMA-<br />
İffetini kime teslim ettin?<br />
-AMA-<br />
Kocama.<br />
-RAMA-<br />
Kocana? Bir Müslüman erkek bir Brahman 19<br />
kocası, öyle mi?<br />
kadının<br />
-AMA-<br />
Hor görülmeyi hak etmiyorum; gururla söyleyebilirim ki,<br />
kocamı Müslüman olduğu için asla hakîr görmedim. Eğer<br />
Cennet senin kocana adanmışlığını mükâfatlandıracaksa, aynı<br />
Cennet, senin kocasına iyi bir eş olmuş kızını da bekliyor.<br />
19<br />
Brahman: Hint kast sisteminde toplum geleneksel olarak sınıflara<br />
ayrılmıştır. Her bir sınıf kendi içerisinde kapalıdır; hangi kastın üyesi<br />
olunduğu doğuştan belirlenir. Rahipler, eğitmenler, kutsal metin<br />
yorumcuları ve âlimlerden oluşan Brahman sınıfı kast sisteminin en yüksek<br />
sınıfıdır. Maneviyatı, dini temsil ederler; başlıca dinî kaynakları<br />
Vedalar’dır. (ç.n.)<br />
99
www.isaretatesi.com<br />
-RAMA-<br />
Gerçekten iyi bir eş misin?<br />
-AMA-<br />
Evet.<br />
-RAMA-<br />
Gözünü kırpmadan ölüme gidebilir misin?<br />
-AMA-<br />
Gidebilirim.<br />
-RAMA-<br />
O halde cenaze ateşi yakılsın senin için! Bak, işte orada<br />
kocanın cansız bedeni yatıyor.<br />
-AMA-<br />
Civaci mi?<br />
-RAMA-<br />
Evet, Civaci. O senin evlenmek için sözlendiğin adamdı.<br />
Evlilik Tanrısı’nın aldatılmış ateşi gazaba geldi, ölümün aç<br />
ateşiyle parladı; yarım kalmış olan düğün şimdi<br />
tamamlanmalı.<br />
-VİNAYAKA-<br />
Dinleme onu, çocuğum. Oğluna, kederle kararmış<br />
yuvana geri dön. Ben görevimi en zalim sona varana dek<br />
100
www.isaretatesi.com<br />
yerine getirdim ve senin yapabileceğin bir şey kalmadı. Sevgili<br />
karım, yerinmen faydasızdır. Ağacımızdan şiddetle koparılan<br />
dal ölmüş olsaydı eğer, onu ateşe atardım. Ama o yeni bir<br />
toprağa canlı kökler salmış ve çiçekler, meyveler veriyor. Bırak<br />
onu, gitsin, hayıflanma; sevdiği insanların arasına dönsün,<br />
onların âdetleriyle yaşasın. Gel sevgili karıcığım; artık bizim<br />
için vakit, tüm dünyevî bağlarımızı koparma ve yaşamımızın<br />
geri kalanını huzurlu bir hac tapınağında inzivada geçirme<br />
vaktidir.<br />
-RAMA-<br />
Buna hazırım, ama önce, yaşamımızın toprağından<br />
sürgün vermiş tüm günah ve ayıbı ayaklarımızın altına alıp<br />
çiğnememiz gerekir. Bir kızın adı kötüye çıkarsa, anasının da<br />
onuru lekelenir. Bu kara leke, bu gece, yanan hararetli cenaze<br />
ateşini beslemeli; kızımın küllerinden sadık bir gelinin kutlu<br />
anısı yükselmeli.<br />
-AMA-<br />
Anacığım, eğer beni kocam olmayan biriyle ölümde zorla<br />
birleştirirsen, Ölümün Ebedî Efendisi’nin kutsallığına<br />
saygısızlık ederek lanetlenirsin.<br />
-RAMA-<br />
Askerler, ateşi yakın, kadının çevresini sarın!<br />
-AMA-<br />
Baba!<br />
101
www.isaretatesi.com<br />
-VİNAYAKA-<br />
Korkma! Vah çocuğum, demek bir gün seni annenden<br />
koruması için babandan yardım istemeyecekmişsin…<br />
-AMA-<br />
Baba!<br />
-VİNAYAKA-<br />
Gel bana, canım yavrum! İnsan eseri bu kanunlar nasıl da<br />
beyhudeler, âdeta semavî buyruğun kayasına çarpıp zerre<br />
zerre püskürüyorlar. Oğlunu bana getir ve beraber yaşayalım<br />
kızım. Bir babanın sevgisi, Tanrı’nın rahmeti gibidir;<br />
yargılamak nedir bilmez, yağar da yağar tükenmeyen bir<br />
kaynaktan.<br />
-RAMA-<br />
Nereye gidecekmişsin? Gel buraya! Askerler, efendiniz<br />
Civaci’ye olan bağlılığınızı yerine getirin! Bu son kutsal<br />
görevinizi tamamlayın!<br />
-AMA-<br />
Baba!<br />
-VİNAYAKA-<br />
Askerler, bırakın onu! Benim kızım o.<br />
-ASKERLER-<br />
O bizim efendimizin dul kalmış karısıdır.<br />
102
www.isaretatesi.com<br />
-VİNAYAKA-<br />
Onun kocası bir Müslümandı, ama kendi yolunda inançlı<br />
biriydi.<br />
-RAMA-<br />
Askerler, bu ihtiyar adama müsaade etmeyin!<br />
-AMA-<br />
Sana boyun eğmeyeceğim Anne! Askerler, size boyun<br />
eğmeyeceğim! Zira ölümün ve aşkın içinden ben<br />
özgürlüğümle geçer, özgürlüğümle çıkarım!<br />
103
www.isaretatesi.com<br />
XXX.<br />
Ressam, panayırda resimlerini satıyordu. Yanında<br />
hizmetkârlarıyla Vezirin Oğlu göründü. Vezir bu ressamın<br />
babasını yıllar önceki bir olayda oyuna getirmiş, adamcağız<br />
onun kahrıyla ölüp gitmişti.<br />
Vezirin Oğlu resimlerin önünde bir müddet durdu, birini<br />
kendisi için beğendi. Ama ressam resmin üzerine bir bez<br />
fırlattı ve onu satmayacağını söyledi.<br />
Böylece Vezirin Oğlu hayata küstü, öyle ki sonunda Vezir<br />
gidip resim için yüksek bir bedel teklif etmek zorunda kaldı.<br />
Ama Ressam resmi satmayarak dükkânının duvarında asılı<br />
tuttu. Resmin karşısında asık bir suratla oturuyor, kendi<br />
kendine, “İşte benim intikamım…” diyordu.<br />
Ressam’ın Tanrı’ya tapınışı, her sabah bir tanrı tasviri<br />
yapmaktan ibaret olmuştu.<br />
Ve bu resimlerin artık, eskiden yaptıklarına göre<br />
günbegün farklılaştığını hissediyordu.<br />
Bu durum onun rahatını kaçırdı; uzun bir müddet buna<br />
boş yere bir açıklama aradı, ta ki bir gün işini yaparken<br />
104
www.isaretatesi.com<br />
dehşetle ayağa fırlayana dek: Çizdiği Tanrı’nın gözleri tıpatıp<br />
Vezir’in gözleriydi, dudakları da Vezir’in dudaklarıydı!<br />
Çileden çıkarak resmi parçaladı: “Nasıl olur? İntikamın<br />
ters tepti!”<br />
105
www.isaretatesi.com<br />
XXXI.<br />
Kumandan, sessiz ve öfkeli Kral’ın huzuruna geldi, selam<br />
durarak şöyle dedi: “Köye cezası verildi; erkekleri perişan<br />
ettik, kadınlar ise yüksek sesle ağlamaya bile korkarak<br />
karanlık evlerinde bir köşede sızlanıyorlar.”<br />
Başrahip ayağa kalktı ve Kral’ı takdis ederek, “Tanrı’nın<br />
rahmeti her zaman sizinledir,” diye haykırdı.<br />
Bunu duyan soytarı bir kahkaha patlattı ve bütün meclis<br />
irkildi. Kral hiddetle kaşlarını çattı.<br />
“Tahtın şerefi,” diye söz aldı Vezir, “Kralımızın mahareti<br />
ve Kadiri Mutlak Tanrı’nın inayeti sayesinde yüceldi.”<br />
Daha da gür sesli bir kahkaha attı Soytarı. Kral<br />
homurdandı: “Yakışıksız bir cümbüş bu!”<br />
“Sizin üzerinize nice ihsanlar yağdırmış Tanrı,” dedi<br />
Soytarı, “bana da bu kahkahayı bahşetmiş.”<br />
“Bu kahkaha, yaşamına mâlolacak,” diye buyurdu Kral,<br />
kılıcını kavradı sağ eliyle.<br />
Ama Soytarı ayağa kalktı ve gene kahkaha attı, ta ki<br />
Kral’ın elinden son nefesini verene dek.<br />
106
www.isaretatesi.com<br />
Derin bir dehşetin gölgesi kapladı meclisi: Kahkahanın,<br />
Tanrı sükûtunun derinliğinde yankılandığı duyuluyordu.<br />
107
www.isaretatesi.com<br />
XXXII.<br />
ANNENİN DUASI<br />
Kör Kaurava 20 Kralı Dritaraştra’nın 21 ve Kraliçe Gandhari’nin 22 oğlu<br />
Prens Duryodhana, 23 kuzenleri olan Pandavalar’la, krallık toprakları<br />
üzerine kumar oynadı ve oyunu hileyle kazandı.<br />
20<br />
Kauravalar/Pandavalar: Epik Hint destanı Mahabharata’da anlatılan<br />
hikâyenin tarafları. Pandavalar ve Kauravalar aslında aynı atadan<br />
gelmektedir, ancak aralarında taht kavgası başlar. Kauravalar dendiğinde<br />
Kral Dritaraştra ve Kraliçe Gandhari’nin çocukları anlaşılır. Beş<br />
kardeştirler, her birinin ayrı bir mahareti vardır. (ç.n.)<br />
21<br />
Dritaraştra: Hastinapura’nın kör kralı, Kauravalar’ın babası. Veliahtını<br />
belirlerken elinde olmadan oğlu Duryodhana ve Pandavalar’ın en büyüğü<br />
Yudistra arasında çekişmeye sebep olur. Krallığın toprakları üzerine zar ile<br />
kumar oynanır, hileli bir zarla Kauravalar kazanır, Pandavalar sürgüne<br />
gider. Ancak olaylar bu kadarla kalmaz, sonunda büyük Kurukşetra Savaşı<br />
kopar. (ç.n.)<br />
22<br />
Gandhari: Kral Dritaraştra’nın karısı, Kauravalar’ın annesi. Kocası kör<br />
olduğu için, ona olan bağlılığını göstererek kendi gözlerini bağlar ve<br />
kendini görme zevkinden mahrum eder. Kauravalar Mahabharata’da hain<br />
ve zalim olarak resmedilmişse de, anneleri Gandhari’de ahlâki değerler ağır<br />
basar; oğullarına sürekli âdetlere bağlı kalmalarını ve Pandavalar’la barış<br />
yapmalarını söyleyen bir kraliçedir. (ç.n.)<br />
23<br />
Duryodhana: Kral Dritaraştra ve Kraliçe Gandhari’nin oğlu,<br />
Kauravalar’ın en büyüğü. Yudistra ile taht mücadelesine girer.<br />
Duryodhana inatçı, sinsi, hırslı, acımasız, kibirli ve düzenbazdır;<br />
Pandavalar’ı safdışı bırakmak için türlü planlar yapar. (ç.n.)<br />
108
www.isaretatesi.com<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
İstediğini elde ettin.<br />
-DURYODHANA-<br />
Başardım!<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Mutlu musun?<br />
-DURYODHANA-<br />
Zafer benim.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Tekrar soruyorum, krallığın tümünü ele geçirmekle<br />
mutlu mu oldun?<br />
-DURYODHANA-<br />
Efendimiz, bir kşatriya 24 mutluluğun değil zaferin<br />
peşinden koşar; fokurdayan hasetten damıttığı o yakıcı şarabın<br />
peşinden. Önceleri, kuzenlerimizin dostane hâkimiyeti altında,<br />
ayın bağrında öylece duran alelâde lekeler misali sakin bir<br />
yaşam sürerken, sefil bir mutluluğumuz vardı. O zamanlar<br />
24<br />
Kşatriya: Kast sisteminde krallar ve savaşçılardan oluşan askerî ve<br />
hükümdar sınıf. Kraldan köy reisine, komutandan ere kadar uzanan<br />
hiyerarşideki herkes kşatriya’dır. Yönetmek kşatriya’lar için bir vazifedir,<br />
bu bakımdan onlar Brahmanlar’ın sağ kollarıdırlar. Adalet, onur, cesaret ve<br />
sadakati herşeyin üzerinde tutmaları beklenir. (ç.n.)<br />
109
www.isaretatesi.com<br />
Pandavalar dünyanın tüm zenginliğini sömürürken, lütfedip<br />
bize de pay ayırıyorlardı. Madem şimdi mağlubiyete ve<br />
sürgüne razılar, ben mutludan da öte, zafer sarhoşuyum.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Seni alçak! Pandavalar’ın ve Kauravalar’ın aynı atadan<br />
geldiğini unutuyorsun.<br />
-DURYODHANA-<br />
Bu gerçeği unutmak o denli zor olduğundandır ki<br />
eşitsizliğimiz hep kemirip durdu yüreğimi. Geceyarısı dolunay<br />
asla kıskanmaz öğle güneşini. Ama bu iki kürenin aynı ufku<br />
paylaşma mücadelesi sonsuza dek de süremez. Şükür ki,<br />
mücadele sona erdi ve biz muzaffer yalnızlığımızı kazandık.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Ah şu bayağı haset!<br />
-DURYODHANA-<br />
Haset hiç de bayağı değildir – büyüklüğün özünde vardır<br />
o. Çimenler kalabalık bir kardeşlik içinde büyüyebilirler, ama<br />
dev ağaçlar öyle değil. Yıldızlar kümeler halinde yaşarlar,<br />
güneş ve ay ise ihtişamlarıyla bir başınadır. Pandavalar’ın<br />
solgun ayı ormanın karaltıları ardında batıyor, Kauravalar’ın<br />
yeni yükselen güneşiyse bayram ediyor.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Fakat doğruluk kaybetti.<br />
110
www.isaretatesi.com<br />
-DURYODHANA-<br />
Hükümdarların doğruları pek başkadır halkın gözünde<br />
doğru olanlardan. Halk yoldaşlıkla serpilip gelişir; bir kral<br />
içinse, denkler düşmandır. Önde ise engel, geride ise tehdittir<br />
denk. Bir kralın hükmünde kardeşlerin veya arkadaşların yeri<br />
yoktur; tek bir sarsılmaz esas vardır, o da galip gelmektir.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Kumarda hile ile kazanılmış olanı galibiyet olarak<br />
adlandırmayı reddediyorum ben.<br />
-DURYODHANA-<br />
Bir adam bir kaplan ile eşit koşullarda, dişle, tırnakla<br />
çarpışmayı reddetmekten utanç duymaz. Bizim silahlarımız<br />
başarıya uygundur, intihara değil. Baba, ben sonuçla iftihar<br />
ediyor ve araçlardan pişmanlık duymayı hor görüyorum.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Peki ya adalet?<br />
-DURYODHANA-<br />
Adaleti düşleyenler sadece ahmaklardır; başarı onların<br />
olmaz. Yönetmek için doğanlar ise tereddütle topallamayan,<br />
merhametsiz bir güce bel bağlarlar.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Senin bu başarın gürültülü ve öfkeli bir kınama tufanı<br />
yağdıracak üzerine.<br />
111
www.isaretatesi.com<br />
-DURYODHANA-<br />
İnsanların Duryodhana’nın Kral olduğunu ve iftiraları<br />
ayağının altında ezecek bir kudreti olduğunu öğrenmeleri<br />
şaşılacak kadar kısa zaman alacak.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
İftira dilden dile dolaşırken ölüp gider. Onu kalplere<br />
yürütmeyesin, orada güçlenir.<br />
-DURYODHANA-<br />
Dile gelmeyen kötülemeler bir kralın saygınlığına leke<br />
süremez. Eğer sevgi ise bizden esirgenen, bunu umursamam<br />
bile; ama küstahlığa tahammül edemem. Sevmek kişinin<br />
iradesine bağlıdır ve en fukaralar bile böyle bir cömertliğin<br />
tadını çıkarabilir. Bırakalım onu evcil kedilerine, sadık<br />
köpeklerine ve bizim iyi kuzenlerimiz Pandavalar’a<br />
harcasınlar. İmrenmem onlara. Benim tahtım için istediğim<br />
vergi, korkudur. Baba, senin oğullarını kötüleyenlere kulak<br />
vermen gevşeklik değil mi? Ama hâlâ sofu dostlarının<br />
oğulların aleyhinde keskin ithamlarla cümbüş yapmalarına<br />
izin verme niyetindeysen, o halde krallığımızı kuzenlerimizin<br />
sürgünüyle değiş tokuş edelim ve çorak taşraya geri dönelim,<br />
değil mi ki sürüsüne berekettir orada sevgili dostlar!<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Dostlarımın sofuca uyarıları benim oğullarıma olan<br />
sevgimi azaltabilseydi, kurtulurduk belki de. Ama benim<br />
ellerim de battı senin namertliğinin batağına ve doğruluk<br />
112
www.isaretatesi.com<br />
hissim köreldi. Sizin uğrunuza hanedanımızın kadim ormanını<br />
ihmalkârca ateşe verdim – böyle dehşetlidir benim sevgim.<br />
Göğüs göğüse tutunmuşuz biz, bir göktaşı çifti gibi şuursuzca<br />
yol alıyoruz mahvoluşa doğru. Şu durumda sevgimden şüphe<br />
duyma ve bana sıkı sıkı tutun – ta ki yıkımın eşiğine varana<br />
dek. Zafer davullarını gümbürdet, bayrağını göğe kaldır. İblis<br />
bayram ederken bu çılgın hengâmede, kardeşler ve arkadaşlar<br />
dağılıp gidecekler, sonunda lanetlenmiş bir baba, lanetlenmiş<br />
bir oğul ve Tanrı’nın gazabından başka bir şey kalmayacak.<br />
[İçeri bir muhafız girer.]<br />
Efendimiz, Kraliçe Gandhari huzurunuza çıkmak için<br />
müsaade istiyor.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Bekliyorum kendisini.<br />
-DURYODHANA-<br />
Müsaadenizle, ayrılıyorum. [Çıkar.]<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Uç git! Annenin varlığının ateşine dayanamayacaksın<br />
tabii.<br />
[Duryodhana’nın annesi Kraliçe Gandhari girer.]<br />
-GANDHARİ-<br />
Ayağınıza kadar geldim, bir ihsanda bulunmanızı<br />
dileyeceğim.<br />
113
www.isaretatesi.com<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Söyleyin lütfen, dileğiniz yerine gelecektir.<br />
-GANDHARİ-<br />
Onu reddetmemizin zamanı geldi.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Kimi, Kraliçem?<br />
-GANDHARİ-<br />
Duryodhana’yı!<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Oğlumuz Duryodhana mı?<br />
-GANDHARİ-<br />
Evet!<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Bu ne fena bir ihsan dileği böyle, siz ki onun annesisiniz!<br />
-GANDHARİ-<br />
Kauravalar’ın cennetteki ataları bu yakarışımda bana<br />
katılıyorlar.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
İlâhi Adalet, yasalara karşı gelmiş olanı cezalandıracaktır.<br />
Bense babasıyım suçlunun.<br />
114
www.isaretatesi.com<br />
-GANDHARİ-<br />
Ben annesi değil miyim? Çırpınan bir yürekle üzerine<br />
titremedim mi sanki onun? Evet, dileğim hak tanımaz<br />
Duryodhana’yı reddetmenizdir.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Bundan bize kalan ne olacak?<br />
-GANDHARİ-<br />
Tanrı’nın inayeti.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Peki, bu bize ne getirecek?<br />
-GANDHARİ-<br />
Yeni buhranlardan kaçış yok. Bir yanda oğlumuzun<br />
varlığından duyacağımız mennuniyet ve yeni krallığın gururu,<br />
öbür yanda hatalı olanı bizzat yapmış veya yapılmasına göz<br />
yummuş olduğumuzu bilmenin vereceği utanç, bu ikisi çift<br />
taraflı bir diken misali bağrımızı yaracak. Pandavalar feragat<br />
ettikleri toprakları tekrar kabul etmeyecek kadar<br />
gururludurlar; o yüzden bizim için tek münasip olan, bu hak<br />
etmediğimiz mükâfatın azabını dindirmek adına başımıza<br />
başka bir dert sarmamızdır.<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Kraliçem, çoktan paramparça olmuş yüreğimi yeni<br />
acılara maruz bırakıyorsunuz.<br />
115
www.isaretatesi.com<br />
-GANDHARİ-<br />
Efendimiz, oğlumuza verilecek ceza ondan çok bize<br />
verilmiş olacak. Vereceği cezaya duyarsızlaşmış bir yargıç,<br />
hükme varma hakkını yitirir. Ve siz sırf ıstıraptan kaçınmak<br />
için oğlunuzu esirgerseniz eğer, geçmişte tarafınızca<br />
cezalandırılmış tüm suçlular Tanrı huzurunda ödeşme<br />
isteyeceklerdir – zira onların da babaları yok muydu?<br />
-DRİTARAŞTRA-<br />
Bu kadarı yeter Kraliçem, size yalvarıyorum. Oğlumuz<br />
Tanrı tarafından terk edilmiş, onu ben de terk edemem. Onu<br />
kurtarmak benim elimde değil artık; bundan dolayı tek<br />
tesellim onun suçunu paylaşmak ve yazgısı olan nihai yıkıma<br />
giden yola onunla beraber adım atmak olabilir. Olan olmuş<br />
artık; bırakalım, olacak olan da olsun! [Çıkar.]<br />
-GANDHARİ-<br />
Sakin ol yüreğim; her şeyi Tanrı’nın takdirine bırak. Ağır<br />
ağır geçiyor unutuş gecesi; hesaplaşma sabahıdır gelen;<br />
gürüldeyen sesini duyuyorum onun savaş arabasının… Kadın!<br />
Eğilip yerlere kapan, yüzünü tozlara sür, yüreğini tekerleklerin<br />
altına atarak kurban et! Karanlıklar göğü kefene saracak;<br />
toprak sarsılacak; feryatlar göğü yırtacak; ve sonra o sessiz,<br />
zalim akıbet gelecek: O korkunç sükûnet, o büyük unutuş,<br />
düşmanlığın o dehşetli yok oluşu – ölümün alevlerinden<br />
yükselecek o en yüce kurtuluş…<br />
116
www.isaretatesi.com<br />
XXXIII.<br />
Kudurmuşçasına yırtıp lime lime ediyorlar, ibadet<br />
devirlerinde dünyanın en parlak umudunun hoşgelişi adına<br />
dokunmuş halıyı.<br />
Büyük aşk hazırlıkları bir paçavra yığını halinde<br />
duruyor; divane kalabalığa Tanrılarının gelecek olduğunu<br />
hatırlatan bir şey kalmamış harap sunakta. Çılgın bir feveranla<br />
yakıp küle döndürmüşler âdeta geleceklerini – ve onunla<br />
beraber, çiçek açma mevsimlerini.<br />
Hava bir haykırışla inliyor: “Zafer gaddarlarındır!”<br />
Çocuklar bezgin ve ihtiyar görünüyorlar; birbirlerine, zamanın<br />
dönüp durduğunu ama ilerlemediğini, erişeceğimiz bir şey<br />
olmadığı halde koşmaya kurulmuş olduğumuzu, yaratılışın bir<br />
körün elle yoklamalarından farksız olduğunu fısıldıyorlar.<br />
“Bırak şarkını mırıldanmayı,” dedim kendime. “Şarkı,<br />
gelecek olan içindir; sonu gelmeyen mücadele ise, olan şeyler<br />
için.”<br />
Kulağını yere dayayarak adımlara kulak kesilmiş biri gibi<br />
uzanan yol, bugün beklenen konuğa veya öbür uçtaki eve dair<br />
hiçbir işaret yakalayamıyor.<br />
117
www.isaretatesi.com<br />
“Tozlara at, çiğne beni,” dedi çalgım.<br />
Yolun kenarındaki toza baktım. Dikenler arasında ufacık<br />
bir çiçek vardı! Ve haykırdım: “Dünyanın umudu yaşıyor!”<br />
Yeryüzüne fısıldamak üzere eğildi ufukta gökyüzü;<br />
beklentinin sessizliği doldurdu havayı. Gördüm, işitilmez<br />
müziğin temposuna göre el çırptı palmiye yaprakları; ve<br />
gördüm, dolunay gölün pırıltılı sessizliğiyle bakışmaktaydı.<br />
“Hiçbir şeyden korkma!” dedi bana yol. Ve çalgım<br />
konuştu: “Bana şarkılarını ödünç ver!”<br />
118
www.isaretatesi.com<br />
XXXIV.<br />
BAUL ŞARKILARI 25<br />
-I-<br />
Ah sevgilim, bu aşk oyunuyla birleşme özlemi hem<br />
senindir hem benim.<br />
Dudakların gülümseyebilir, kavalın şarkı söyleyebilir,<br />
ama sadece aşkımın zevki sayesinde – ve bu yüzden benim<br />
gibi ısrarcısın sen de.<br />
-II-<br />
İşte, oturuyorum yolda; devam etmemi isteme benden.<br />
Aşkın bensiz de tam olabiliyorsa eğer, seni aramaktan<br />
vazgeçeyim.<br />
25<br />
Baul’lar: Doğu ve Batı Bengal’de yaşayan gezgin mistik ozanlar. “Baul”un<br />
kelime anlamı “ilâhi esinle kendinden geçerek aklını yitirmiş olan”dır.<br />
Baul’lar hem keşiş hem ozandırlar. Kendilerine has giyim kuşamları ve<br />
müzik aletleri vardır. Baul müziği, ilâhi aşkı sade ve gündelik ifadelerle<br />
serbest bir biçimde anlatır. Baul’lar, <strong>Tagore</strong>’u hem şiir hem müzik<br />
anlamında etkilemiştir. (ç.n.)<br />
119
www.isaretatesi.com<br />
Suretin için yalvarmayı reddediyorum, bana ihtiyaç<br />
duymuyorsan.<br />
Pazarın tozu ve öğlenin ışıltısı kör etmiş gözümü, öylece<br />
bekliyorum; içimde bir umut, sevdiceğim, belki yüreğin beni<br />
bulmaya yollar seni.<br />
-III-<br />
Senin nefesinle, capcanlı neşe ve hüzün ezgileri halinde<br />
akıyorum ben.<br />
Sabahları ve akşamları, yazın ve yağmur zamanı, müziğe<br />
ayak uyduruyorum.<br />
Tut ki her şeyime mâlolarak uçup gidiyor müzik, gene de<br />
kederlenmem, ezgiyi öyle aziz tutarım.<br />
-IV-<br />
Yüreğim O’nun çalıp durduğu bir kavaldır. Eğer bir gün<br />
başka ellere düşerse, O hemen fırlatsın onu uzaklara.<br />
Sevgilim bu kavalı öylesine aziz tutar… Eğer bugün<br />
yabancı bir nefes üflediyse ona ve garip sesler çıkardıysa, O<br />
hemen kırıp parçalasın onu, tozlara saçsın.<br />
-V-<br />
Aşkta gaye ne hazdır ne acı, sadece aşktır.<br />
120
www.isaretatesi.com<br />
Özgür aşk birbirine bağlar, ayrım bunu bozar; zira<br />
birleştirendir aşk.<br />
Ateşin ateşle tutuşması misali, aşkla alevlenir aşk – ilk<br />
alev nereden gelir peki?<br />
Senin benliğinde ıstırabın tahakkümü altında oynaşıp<br />
sıçrar o.<br />
Sonra, ne zaman ki alevlenir gizli ateş, o zaman bir olur iç<br />
ve dış, kül olur tüm engeller.<br />
Bırak, şiddetle parlasın ıstırap, yürekten fışkırsın,<br />
karanlığı kovalasın – neden korkacaksın?<br />
Şair şöyle diyor: “Bedelini ödemeden kim elde edebilir<br />
aşkı? Siz kendinizi vermesini bilmezseniz, dünya da hasis olur<br />
size karşı.”<br />
-VI-<br />
Gözler yalnızca tozu toprağı görür, ama yürekle hisseder,<br />
saf neşeyi bilir.<br />
Dört bir yanda türlü biçimde çiçeklenmiş sevinçler; fakat<br />
onlardan çelenk örecek ipliği nerede yüreğinin?<br />
Sahibimin kavalı her şeyin içinden yankılanır, beni tüm<br />
konaklarımdan dışarı sürer; ve dinlediğim sürece bilirim ki,<br />
attığım her adım Sahibimin evindedir.<br />
O, denizdir – ve o yüzdendir ki denize götüren ırmaktır,<br />
kıyıdaki iskeledir.<br />
121
www.isaretatesi.com<br />
-VII-<br />
Garip huyları vardır konuğumun.<br />
Hazırlıksız olduğum zaman gelir hep; ama onu nasıl<br />
reddedeyim?<br />
Lambayı yakıp gece boyu beklerim, ortalarda görünmez.<br />
Ne zaman ki ışık söner ve odam tamtakırdır, gelip yerini ister.<br />
Onu nasıl bekleteyim?<br />
Dostlarımla gülüp eğlenirim; sonra birden irkilirim:<br />
Hayret, yanımdan kederle geçmektedir! Anlarım ki eğlencem<br />
nafiledir.<br />
Nice defa yüreğim sızlarken onun gözlerinde bir<br />
gülümseme görmüş, kederimin gerçek olmadığını<br />
anlamışımdır.<br />
Gene de onu anlayamıyorum diye asla şikâyet etmem.<br />
-VIII-<br />
Ben kayığım, sen hem denizsin hem kayıkçı.<br />
Karaya asla varmasan da, batmama göz yumsan da,<br />
neden ahmak gibi korkayım?<br />
Kıyıya varmak daha büyük bir ödül müdür seninle<br />
kaybolup gitmekten?<br />
Söyledikleri gibi sen yalnızca limansan eğer, deniz nedir?<br />
122
www.isaretatesi.com<br />
Varsın kabarsın sular, dalgalarla çalkalanayım – itiraz<br />
etmem.<br />
ben.<br />
Her nerede, ne biçimde görünürsen, senin içinde yaşarım<br />
Dilersen esirge beni, dilersen öldür, yeter ki yad ellere<br />
terk etme.<br />
-IX-<br />
Ha gayret tomurcuk, ha gayret! Aç kalbini, ha gayret!<br />
Baharın ruhu seni teslim almış işte, artık tomurcuk olarak<br />
kalabilir misin?<br />
123
www.isaretatesi.com<br />
124
www.isaretatesi.com<br />
FİRARİ – III<br />
125
www.isaretatesi.com<br />
126
www.isaretatesi.com<br />
I.<br />
Gel, yeryüzünün pervasız sevdalısı, ey İlkbahar; ormanın<br />
yüreği dile gelmek için can atsın!<br />
Tedirgin rüzgârlar halinde gel, çiçeklerin tomurcuklara<br />
sığmayıp körpe yapraklarla fışkıracağı gölgeliklerden geç!<br />
Işıklı bir isyan gibi patlak ver ansızın; gecenin uyku<br />
orucundan, gölün dilsiz karanlığından, toprağın altındaki<br />
zindandan geç, mahpus tohumlara özgürlük müjdeleyerek gel!<br />
Şimşeğin kahkahası gibi, fırtınanın nidâsı gibi gel;<br />
birdenbire dal hummalı kentin içine, tıkanmış kelâmı azat et,<br />
şuursuz çabayı kurtar! Gel ve cılız kavgamızı takviye et:<br />
Ölüme üstün gel!<br />
127
www.isaretatesi.com<br />
II.<br />
Nice defa, mart ayında hardallar çiçek açtığı zaman bu<br />
manzarayı seyrettim – suyun bu tembel çizgisini, ötedeki<br />
kumsalın kurşuni rengini, nehir boyunda komşu tarlaların<br />
kardeşliğini köyün kalbine taşıyan kıvrımlı patikayı.<br />
Rüzgârın avare ıslığını ve geçip giden bir kayığın kürek<br />
seslerini dizelerime hapsetmek istedim.<br />
Hayran oldum muazzam dünyanın önümde nasıl da<br />
tevazuyla uzandığına: Ebedî Yabancı’yla olan buluşmamın<br />
nasıl da sevecen, aşina bir rahatlıkla kalbimi doldurduğuna…<br />
128
www.isaretatesi.com<br />
III.<br />
Bir yolcu teknesi, bir o yana bir bu yana, dar nehrin iki<br />
yakasındaki köyler arasında işler durur.<br />
Nehir ne geniştir ne derin, yol üzerinde yalnızca bir<br />
aralıktır o – nasıl ki şarkının bir yerinde sözler kesilir ama ezgi<br />
neşeyle akarsa, o da günlük yaşamın küçük serüvenlerini<br />
renklendirir.<br />
Zenginliğin kuleleri yükselir, yükselir, sonra harap<br />
oluverir; lâkin bu köyler geveze nehrin iki yakasından<br />
birbiriyle konuşur ve yolcu teknesi onlar arasında çağlardan<br />
çağlara, ekin zamanından hasat zamanına işler durur.<br />
129
www.isaretatesi.com<br />
IV.<br />
Akşamleyin sığırları ahırlara geri getirdikten sonra,<br />
köylüler, kulübelerin önündeki çimenlerde toplanıp, senin<br />
gizlice onlar arasında olduğunu kalplerinde hissetmek ve sana<br />
sevecenlikle taktıkları ismi şarkılarında tekrar etmek üzere<br />
oturuyorlar.<br />
Kralların taçları kayan yıldızlar misali parlayıp söner;<br />
senin isminse, isimsiz pek çok seveninin mütevazı<br />
kalplerinden köyün kulübeleri üzerinde dingin geceye<br />
yükselir.<br />
130
www.isaretatesi.com<br />
V.<br />
Bebeğin dünyasında, ağaçlar ona yaprak sallıyorlar;<br />
anlam çağının öncesinden kalma kadim bir dilde mısralar<br />
mırıldanıyorlar. Ay, ona kendi yaşıtıymış gibi görünüyor –<br />
gecenin biricik bebeğiymiş gibi.<br />
İhtiyarın dünyasında, çiçekler ödev biliyorlar yapmacık<br />
peri masallarıyla mahcup olmayı – ve kırık taş bebekler itiraf<br />
ediyorlar, kilden yapılmış olduklarını.<br />
131
www.isaretatesi.com<br />
VI.<br />
Ey dünyam, ben çocukken küçük komşu kızıydın sen,<br />
sevecen ve ürkek bir yabancıydın.<br />
Sonra yüreklendin ve çitin öteki tarafından benimle<br />
konuşmaya, bana oyuncaklar, çiçekler, deniz kabukları<br />
sunmaya başladın.<br />
Derken tatlı sözlerle işimden aldın beni; kâh<br />
alacakaranlığın diyarına, kâh öğle ıssızlığında bahçenin yosun<br />
kaplı köşesine cezbettin.<br />
Geçmiş zamanlara dair uzun hikâyeler anlattın bana:<br />
Ânın mahpusluğundan kurtulmak için o eski zamanlara özlem<br />
duydu şimdiki zaman.<br />
132
www.isaretatesi.com<br />
VII.<br />
Ulu Yeryüzü! Ne çok yanıp tutuştu benliğim senin<br />
üzerinden akmak için – ve göğün aşağıya göz kırpan mavisine<br />
yanıt olarak flamasını havaya kaldıran her bir yeşil çimenin<br />
mutluluğuna ortak olmak için!<br />
Dünyaya gelişimden çağlar önce sana ait olduğumu<br />
hissediyorum. Bu yüzdendir ki, güz güneşi olgun pirinç<br />
başakları üzerinde parladığı zaman, zihnimin her yerde<br />
olduğu bir geçmişi hatırlıyor, o uzak ve sisli geçmişten oyun<br />
arkadaşlarımın seslerini duyar gibi oluyorum.<br />
Akşamleyin sığırlar kır patikalarında toz kaldırarak<br />
ahırlarına döndüğünde ve köy kulübelerinin dumanları<br />
dolunaya doğru yükseldiğinde, varoluşun ilk sabahıyla ortaya<br />
çıkmış büyük bir ayrılığın kederini yaşıyorum.<br />
133
www.isaretatesi.com<br />
VIII.<br />
Yoğun bir günün ardından kafamın içi arı kovanı gibiydi;<br />
alacakaranlığın geceye döndüğünü fark edemedim. Işık aniden<br />
çözüldü karanlıkta, uzanıp bir parmak misali dokundu bana.<br />
Başımı kaldırdım, dolunayın bir çocuğunki gibi şaşkın<br />
bakan gözleriyle buluştu gözlerim. Öylece kalakaldım uzun<br />
müddet; o sırada penceremden gizlice bir aşk mektubu salındı<br />
sanki.<br />
O andan beridir mektuba bir yanıt verebilmek için yanıp<br />
tutuşuyorum – Gece’nin görünmeyen çiçekleri gibi hoş kokulu<br />
bir yanıt; onun isimsiz yıldızlara yazılmış buyruğu gibi yüce<br />
bir yanıt…<br />
134
www.isaretatesi.com<br />
IX.<br />
Bulutlar göğü kaplıyor, sabah aydınlığı yağmurlu<br />
gecenin dağınık perçemi gibi kalıyor.<br />
Küçük bir kız oturuyor pencerede; harap fırtınanın<br />
taçkapısındaki gökkuşağı misali sakin.<br />
O kız komşumdur benim – onun dünyaya gelişi, isyankâr<br />
kahkahası gibiydi bir ilâhın. Annesi öfkelenerek, iflâh olmaz<br />
diyor ona; babası gülümsüyor ve ona çılgının teki diyor.<br />
Devasa kayalardan seke seke giden boyun eğmez bir<br />
çağlayana benziyor o; dinmek bilmeyen rüzgârda hışırdayan,<br />
en tepedeki bambu yapraklarına benziyor.<br />
Pencerede duruyor ve gökleri seyrediyor.<br />
Kızkardeşi gelip, “Annemiz seni çağırıyor,” diyor; o,<br />
omuz silkiyor.<br />
Elinde oyuncak bir gemiyle erkek kardeşi geliyor,<br />
kolundan çekiştirip onunla oynamak istiyor; ama o, bir hışımla<br />
kolunu kurtarıyor. Oğlan ısrar edince, kız onun kıçına bir de<br />
tokat vuruyor.<br />
Rüzgârın ve suyun sesiydi, âlemin yaratılışının başında<br />
duyulan ulu ses.<br />
135
www.isaretatesi.com<br />
Doğanın bu kadim çığlığı, dilsiz bir çağrıydı doğmamış<br />
yaşama. Kızın kalbine ulaştı mânâ – ve işte, tek başına<br />
sürükleniyor o, zamanımızın çitinden dışarıya: Öylece duruyor<br />
orada, sonsuzluğa teslim olmuş!<br />
136
www.isaretatesi.com<br />
X.<br />
Yalıçapkını kıpırdamadan duruyor boş bir teknenin<br />
pruvasında; nehrin sığ kıyısına bir bufalo uzanmış, sakin ve<br />
huzurlu, yarı kapalı gözlerle serin çamurun tadını çıkarıyor.<br />
Köyün başıboş köpeğinin havlamalarından korkmayan<br />
inek, suyun kıyısında otluyor; peşinden bir salik sürüsü,<br />
güveler avlayarak zıp zıp geliyor.<br />
Oturduğum yer bir demirhindi korusudur; dilsiz<br />
yaşamın sesleri burada toplanıyor: Sığır böğürmeleri, serçe<br />
ötüşleri, yüksekteki çaylağın keskin çığlığı, çekirge cırıltıları,<br />
sudaki balığın şıpırtısı…<br />
Yaşamın bebek odasına kapı aralığından bakıyorum:<br />
Tabiat Ana, koynundaki bu canlı kıpırtıyla ilk defa ürperiyor.<br />
137
www.isaretatesi.com<br />
XI.<br />
Sessiz sakin köy yerinde güneşli bir geceyarısı gibi<br />
durgundu öğle. Tatil günlerimin sonu gelmişti.<br />
Dört yaşındaki küçük kızım beni gün boyu odadan odaya<br />
takip etmiş, yaptığım hazırlıkları endişeli bir sessizlikle<br />
izlemişti. Sonunda bitkin düştü, kapının eşiğinde garip bir<br />
suskuyla oturup kaldı. Kendi kendine, “Baba gitmesin,” diye<br />
homurdanıyordu.<br />
Uykusu ağır bastığı sırada yemek vakti gelmişti, ama<br />
annesi unutmuştu onu, çocuk mızmızlanamayacak kadar<br />
keyifsizdi.<br />
Nihayet veda etmek için ona kollarımı uzattığımda, hiç<br />
kıpırdamadı, sadece bana üzgün bakarak, “Baba, ne olur<br />
gitme!” dedi.<br />
Bu küçük çocuğun yalnızca şu birkaç kelimeyle<br />
zorunluluğun devasa dünyasına kafa tutması gözlerimi<br />
yaşarttı: “Baba, ne olur gitme!”<br />
138
www.isaretatesi.com<br />
XII.<br />
Tatilin tadını çıkar, canım oğlum; masmavi bir gök,<br />
çıplak bir tarla, yaşlı demirhindinin altında ambar ve yıkık bir<br />
tapınak var.<br />
Tatilim karışsın tatiline; gözlerinin dansında bir ışık,<br />
gürültülü bağrışlarında bir müzik bulayım.<br />
Sana gerçek bir tatil özgürlüğü getiriyor güz; bana ise<br />
çalışmanın imkânsızlığını – zira işte, odama dalıp duruyorsun<br />
sen!<br />
Evet, tatilim sınırsız bir özgürlüktür – sevginin beni rahat<br />
bırakmaması için.<br />
139
www.isaretatesi.com<br />
XIII.<br />
Akşam olmuştu; küçük kızım pencerenin altından<br />
arkadaşlarının seslendiğini duydu.<br />
Karanlık merdivenlerden aşağı, harmanisini elindeki<br />
lambaya siper ederek ürkekçe indi.<br />
Yıldızlı mart gecesinde terasta oturuyordum, aniden bir<br />
çığlık duyunca merdivenlere koştum.<br />
Karanlık sarmal merdivenlerde lambasının ışığı<br />
sönmüştü kızımın. “Kızım, neden bağırdın?” diye seslendim.<br />
Telaşla yanıt verdi aşağıdan: “Baba, kayboldum!”<br />
Terasa geri dönüp yıldızlı mart göğüne baktığımda,<br />
orada harmanisini birçok lambaya siper ederek yürüyen bir<br />
çocuk vardı âdeta.<br />
Bir an için lambalar sönecek olsa, çocuk kalakalır ve<br />
çığlığı göklerden göklere yankılanır: “Baba, kayboldum!”<br />
140
www.isaretatesi.com<br />
XIV.<br />
Sokak lambaları arasında donup kalmış gece, şehrin<br />
tozuna bulanmış altını.<br />
Rüküş bir kadın balkon parmaklıklarından eğiliyor:<br />
Pervanesini bekleyen canlı bir ateş…<br />
Aniden aşağıda, fayton altında kalan bir sokak<br />
çocuğunun etrafını sarıyor insanlar; balkondaki kadın,<br />
dünyanın en iç mabedinde oturan beyaz elbiseli Ulu Ana’nın<br />
elemiyle doluyor ve acıyla haykırarak yere düşüyor.<br />
141
www.isaretatesi.com<br />
XV.<br />
Kıraç fundalıktaki manzarayı hatırlıyorum: Çingene<br />
çadırlarının önünde bir kız, yalnız başına çimenlere oturmuş,<br />
ikindi gölgesinde saçlarını örüyor.<br />
Kızın küçük köpeği, sanki bu işin bir önemi<br />
yokmuşçasına onun meşgul ellerine atlayıp havlıyor.<br />
“Baş belası!” diye bağırarak boş yere çıkışıyor kız köpeğe;<br />
onun şapşallıklarından bıktığını söylüyor.<br />
Azarlayan parmağıyla köpeğin burnuna vuruyor, ama<br />
görünüşe göre bu onu daha da coşturuyor.<br />
Anlasın diye tehditkârca bakıyor köpeğe bir an – ama<br />
sonra saçlarını salıyor, aniden köpeği kollarına alıyor, kıkır<br />
kıkır gülerek onu bağrına basıyor.<br />
142
www.isaretatesi.com<br />
XVI.<br />
Adam uzun boylu ve cılız; sürekli tekrarlayan yüksek<br />
ateşle bir deri bir kemik kalmış; gövdesine tek bir damla özsu<br />
toplayamayan ölü bir ağaç sanki.<br />
Çaresizce ama sabırla, annesi küçük bir çocuk gibi taşıyor<br />
onu güneşe; yol kenarında sabah boyu oturuyor kısalan<br />
gölgeler arasında.<br />
Su almaya giden bir kadınla, sığırları kıra götüren küçük<br />
bir çobanla, uzak pazara giden yüklü bir arabayla adamın<br />
yanıbaşından geçip gidiyor dünya; ve anne, ölmekte olan<br />
oğlunun korkunç cansızlığına yaşamın en ufak bir kıpırtısı<br />
dokunur diye umuyor.<br />
143
www.isaretatesi.com<br />
XVII.<br />
Pazardan eve yorgun argın dönen bu perişan kılıklı<br />
ihtiyar birdenbire gençliğinin zirvesine dönebilseydi eğer,<br />
insanlar işlerini bırakıp coşkuyla koşarlardı ona.<br />
Zira o zaman adamı bir köylü olarak küçümsemeyi<br />
bırakırlar, onda yaşının tüm gizemini ve ruhunu bulurlardı.<br />
Hatta yoksulluğu ve ıstırabı bile ânın sığ<br />
aşağılamalarından sıyrılarak yücelir, sepetindeki öteberi<br />
dokunaklı bir asalete bürünürdü.<br />
144
www.isaretatesi.com<br />
XVIII.<br />
Adam sabah olunca, bir sıra deodar ağacıyla 26<br />
gölgelenmiş, tepeyi ısrarlı bir âşık misali saran yolda yürüyüşe<br />
çıktı.<br />
Köydeki evlerinden, yeni evlendiği karısından gelen ilk<br />
mektup vardı elinde; kadın ona tez zamanda gelmesi için<br />
yalvarıyordu.<br />
Yoktan bir elin dokunuşu geziniyordu adamın üzerinde;<br />
mektubun feryadını taşıyor gibiydi hava: “Sevdiğim, aşkım,<br />
gözyaşlarıyla dolup taşıyor göğüm!”<br />
Kendine şaşırdı adam, “Buna lâyık mıyım ben?” diye<br />
düşündü.<br />
Aniden güneş göründü kasvetli tepelerin çizgisi<br />
üzerinde; yabancı bir sahilden dört kız, peşlerinde havlayan<br />
bir köpekle hızlı adımlarla, bağrışa çağrışa geliyordu.<br />
Yaşça büyükçe olan iki tanesi, adamın haline<br />
güldüklerini gizlemek için yüzlerini çevirdi, küçük olanlarsa<br />
itişip kahkahayı bastılar ve hınzırca kaçıştılar.<br />
26<br />
Deodar: Himalaya sediri olarak da bilinir; iri, her dem yeşil kalan bir iğne<br />
yapraklıdır. (ç.n.)<br />
145
www.isaretatesi.com<br />
Adam durakladı, başını öne eğdi. Sonra birdenbire<br />
mektubu yokladı: Zarfı açtı, yeniden okudu.<br />
146
www.isaretatesi.com<br />
XIX.<br />
Tapınaktaki tasvirin bir araba üzerinde kutsal şehirde<br />
gezdirileceği gün gelip çatmıştı.<br />
“Gidelim ve şenliklere katılalım,” dedi Kraliçe, Kral’a.<br />
Bir tek adam hariç, saray halkından törene katılmayan<br />
kimse yoktu. Çalı çırpı toplayıp saray için süpürge imal eden<br />
bir adamdı bu.<br />
Sarayın başhizmetkârı ona acıyarak, “Bizimle<br />
gelebilirsin,” dedi.<br />
O ise başını eğerek, “Olmaz,” dedi.<br />
Kral ve beraberindekilerin geçiş yapacağı yolun<br />
kenarında yaşıyordu adam. Vezir, filinin üzerinde oradan<br />
geçerken durup seslendi: “Bizimle gel ve kutsal arabasının<br />
üzerinde Tanrı’yı gör!”.<br />
“Tanrı’yı Kralımızın usûlüyle görmeye çalışmak ne<br />
haddime?” dedi adam.<br />
Vezir sordu: “Kutsal arabasının üzerinde dolaşan Tanrı’yı<br />
görme şansını bir daha ne zaman bulacaksın?”<br />
147
www.isaretatesi.com<br />
“Tanrı’nın kendisi kapıma geldiği zaman,” diye yanıtladı<br />
adam.<br />
Vezir gür bir kahkaha attı ve “Seni şaşkın! Kral bile onu<br />
görmek için yollara düşmek zorundayken, kapına mı<br />
gelecekmiş Tanrı senin?” dedi.<br />
“Fukaranın Tanrı’dan başka ziyaretçisi mi var?” dedi<br />
adam.<br />
148
www.isaretatesi.com<br />
XX.<br />
Kış sona ererken günler uzuyordu; güneşin altında<br />
köpeğim, evcil geyiğimizle deli deli oynuyordu.<br />
Pazara giden insanlar bahçe çiti boyunda toplanıyor,<br />
dilleri onca farklı olan bu oyun arkadaşlarının çekişmesini<br />
seyrederek gülüşüyorlardı.<br />
Havada bahar havası vardı; alev gibi titriyordu körpe<br />
yapraklar. Bir parıltı oynaşıyordu geyiğin kara gözlerinde,<br />
birdenbire irkildiğinde, boynunu çevirip kıpırdayan gölgesine<br />
baktığında, rüzgârdaki bir fısıltıyı işitebilmek için kulak<br />
kabarttığında…<br />
Serseri rüzgârla sürüklenip geliyordu mânâ; hışırtılar ve<br />
pırıltı nisan göğünün dört bir yanını kaplamıştı. Dünyadaki ilk<br />
gençlik sızısının şarkısıydı bu – ilk goncanın çiçek açışının,<br />
aşkın bilinmeyenin peşine düşüp bilindik her şeyi geride<br />
bırakışının şarkısı.<br />
Ve bir gün öğleden sonra, gölgeler amlak ağaçları 27<br />
arasında ışığın kaçamak öpüşleriyle tatlılaşırken, ölüme<br />
sevdalı bir göktaşı misali kaçıp gitti geyik.<br />
27<br />
Amlak: Baharda erken çiçeklenen, süs bitkisi olarak kullanılan, hoş bir<br />
gölge sunan bir ağaç. (ç.n.)<br />
149
www.isaretatesi.com<br />
Hava karardı, evde lambalar yandı; yıldızlar belirdi,<br />
tarlaların üzerinde yayıldı gece; fakat geyik bir daha geri<br />
dönmedi.<br />
Köpeğim inleyerek bana geliyor, sorgulayan, acıklı<br />
gözlerle, âdeta “Anlamıyorum!” diyordu.<br />
Zaten kim anlıyor ki?<br />
150
www.isaretatesi.com<br />
XXI.<br />
Sokağımız öyle dolambaçlı bir sokak – sanki çağlar evvel<br />
amacının peşinde yola çıkmış, sağa sola savrularak sonsuza<br />
dek afallayıp kalmış.<br />
Yüksekte, binalar arasında, bir kurdele gibi, boşluktan<br />
koparılmış bir şerit asılı: Kasvetli kentten kızkardeşim, diyor<br />
ona sokak.<br />
Ve sokağımız öğleyin birkaç dakikalığına güneş<br />
gördüğünde bilgece bir şüpheyle kendine soruyor: “Acaba<br />
gerçek mi bu?”<br />
Haziranda yağmur bazen, resim kalemiyle taranmış gibi<br />
gölgeler düşürüyor sokağa. Toprak yol çamurla kayganlaşıyor,<br />
şemsiyeler çarpışıyor. Ani sağanaklar boşanıyor göğün<br />
fıskiyelerinden, ürkmüş kaldırımları yıkıyor. Kendi<br />
karamsarlığı içinde, sokak, bunu hoyrat bir yaratılış<br />
tasarımının cilvesi olarak alıyor.<br />
Eğile büküle sonunda yoldan çıkan bahar rüzgârı, sağa<br />
sola çarpıp bir berduş gibi sendeliyor, tozlu havayı kâğıt<br />
parçaları ve paçavrayla dolduruyor. “Bu ne maskaralık böyle?<br />
Tanrılar çıldırdı mı ne!” diye çileden çıkıyor sokak.<br />
151
www.isaretatesi.com<br />
Fakat her iki yandaki evlerin günlük atıkları –küle<br />
bulanmış balık pulları, sebze soyuntuları, çürük meyveler, fare<br />
ölüleri– nedense, “Bunlar ne böyle?” türünden bir şüphe<br />
uyandırmıyor.<br />
Tüm kaldırım taşlarını kanıksamış sokak. Ama bazen<br />
aradaki çatlaklardan başını uzatıyor bir tutam ot; bu kafasını<br />
karıştırıyor onun: Somut gerçekler böyle bir ihlâle nasıl izin<br />
veriyor?<br />
Sabahleyin evler güz güneşinin dokunuşuyla güzelliklere<br />
uyanıyor tiksinç rüyalardan, o zaman sokak kendi kendine<br />
fısıldıyor: “Bu binaların ötesinde bir yerde sınırsız bir mucize<br />
var…”<br />
Fakat saatler geçiyor, evlerde insanlar hareketleniyor;<br />
hizmetçi kız pazardan bir elinde erzak sepetiyle, öbür elini<br />
sallayarak dönüyor; hava mutfaklardan yayılan koku ve<br />
dumanla doluyor – ve bir kere daha anlaşılıyor ki, sokağımız<br />
için hakiki ve olağan olan, sokağın kendisinden ibarettir,<br />
evlerden ve çöp yığınlarından…<br />
152
www.isaretatesi.com<br />
XXII.<br />
Tüm zenginliğini yitirdiği halde yıkılıp gitmemiş bir<br />
konak bu; yol kenarında sırtına yamalı bir paçavra giymiş bir<br />
meczup gibi duruyor.<br />
Günbegün zalim çiziklerle yaralanıyor; yağmurlu aylar<br />
tuhaf imzalarını bırakıyor duvarın çıplak tuğlalarında.<br />
Yukarıdaki terk edilmiş odanın çifte kapılardan biri paslı<br />
menteşelerinden düşmüş; dul kalan diğer kapı düzensiz<br />
esintilerle gece gündüz bangırdıyor.<br />
Bir gece bu evden kadın feryatları yükselmişti. Ailenin<br />
küçük oğlunun ölümüne ağıt yakılıyordu; on sekiz yaşında bir<br />
oğlandı, gezici bir tiyatroda kadın kahramanı oynayarak<br />
geçimini sağlardı.<br />
Birkaç gün sonra ev sessizliğe büründü; kapıları kitleyip<br />
gittiler.<br />
Yalnızca, kuzey tarafında, yukarıdaki odada o harap kapı<br />
ne kopup istirahate kavuşuyor, ne kapanıp kalıyor; durmadan<br />
ileri geri sallanıyor rüzgârda, kendine eziyet eden bir ruh<br />
âdeta.<br />
153
www.isaretatesi.com<br />
Bir zaman sonra, çocuk sesleri yeniden yankılanıyor<br />
konakta. Güneşte kadın elbiseleri kuruyor balkon<br />
parmaklıklarında; bir kuş şakıyor örtülü bir kafeste; bir oğlan<br />
uçurtmasıyla oynuyor terasta.<br />
Odaların birkaçına bir kiracı yerleşmiş. Az bir geliri ama<br />
bir sürü çocuğu var adamın. Bezgin anneleri çocukları<br />
dövüyor bazen, kıyameti koparıyorlar.<br />
Diğer kattaki başka bir kiracının ise gün boyu çalışıp<br />
didinen kırk yaşlarında bir hizmetçisi var, evin hanımıyla<br />
tartışıp duruyor; ayrılıp gitmekle tehdit ediyor hanımı, ama<br />
ayrılamıyor.<br />
Her gün ufak tefek onarımlar geçiriyor konak. Eksik<br />
pencere camlarının yerine kâğıt kapatılıyor; tırabzanın<br />
noksanları bambularla telafi ediliyor; kilidi bozuk olan giriş<br />
kapısını boş bir kasa kapalı tutuyor; duvarın yeni badanası<br />
altında eski lekeler belli belirsiz görünüyor.<br />
Zenginliğin ihtişamı, kendine en uygun abideyi terk<br />
edilmişliğin çıplaklığında bulmuştu. Fakat şimdi, imkânlar<br />
yetersizken, güvensiz düzeneklerle örtmeye çalışıyorlar bunu;<br />
konağın asaleti zedeleniyor.<br />
Ama kuzey tarafındaki o ıssız oda gözden kaçmış. Ve<br />
orada, o viran kapı hâlâ bangırdıyor rüzgârda – dövünüp<br />
duran Çaresizlik âdeta.<br />
154
www.isaretatesi.com<br />
XXIII.<br />
Ormanın derinliklerinde sımsıkı kapalı gözlerle çileye<br />
dalmıştı münzevi; cenneti hak etmek istiyordu.<br />
Ama bir kız vardı bahar dalları toplayan, ona eteğinde<br />
meyveler ve yapraktan çanaklarda nehir suyu getiren.<br />
Günler geçti, münzevinin çilesi ağırlaştı; getirilen<br />
meyveler tadılmadan, su dokunulmadan kaldı. Bahar dalları<br />
toplayan kız üzgündü.<br />
Cennetin Efendisine, Tanrılara öykünen bu adamın<br />
haberi ulaştı. Birçok defa, dengi olan Asuralar’la savaşarak,<br />
onları krallığından uzak tutmayı başarmış olan O, şimdi tüm<br />
gücü ıstırabından ibaret bir insanoğlundan korkuyordu.<br />
Lâkin ölümlülerin huyunu biliyordu; bu zavallıyı<br />
ayartarak yolundan saptıracak bir plan yaptı.<br />
Cennetten bir nefes erişip öptü bahar dalları toplayan<br />
kızın bacaklarını; ve ani bir güzellik sarhoşluğuyla gençliği<br />
ürperdi kızın; kurcalanmış bir arı kovanı misali vızıldadı<br />
düşünceleri.<br />
Münzevinin, çilesini tamamlamak üzere ormandan<br />
ayrılarak dağda bir mağaraya çekilme zamanı gelmişti.<br />
155
www.isaretatesi.com<br />
Yola koyulmak için gözlerini açtığında, kız beliriverdi<br />
karşısında – ahenkli bir ezginin tuhaflık kattığı, bilindik ama<br />
unutulmuş bir şiir misali… Oturduğu yerden kalktı münzevi;<br />
ormandan ayrılma vaktinin geldiğini söyledi.<br />
Kız, “Peki ama, neden sana hizmet etme şansımı elimden<br />
alıyorsun?” diye sordu, yaşlı gözlerle.<br />
Tekrar oturdu münzevi; düşüncelere daldı, kalakaldı.<br />
Kız pişmanlıktan uyuyamadı o gece. Gücünden<br />
iğreniyor, zaferinden utanç duyuyordu; gene de zihni<br />
çalkantılı bir hazzın dalgalarında yuvarlanıyordu.<br />
Sabahleyin geldi, münzeviyi selamladı, ayrılıp gideceğini<br />
söyleyerek hayırduası diledi.<br />
Münzevi sessizce baktı kızın yüzüne, “Yolun açık olsun,<br />
dilerim tüm duaların kabul olur,” dedi.<br />
Ve sonra, münzevi, çilesi tamamlanana dek yıllarca bir<br />
başına oturdu.<br />
Ölümlülerin Efendisi sonunda göklerden indi, ona<br />
cenneti hak ettiğini bildirdi.<br />
“Artık istediğim bu değil,” dedi münzevi.<br />
Tanrı, bundan daha yüce hangi mükâfatı isteyebileceğini<br />
sordu ona.<br />
Münzevi, “Bahar dalları toplayan kızı istiyorum,” dedi.<br />
156
www.isaretatesi.com<br />
XXIV.<br />
Dokumacı Kabir’in 28 Tanrı inayetine mazhar olduğu<br />
söylenirdi; insanlar şifa ve mucize için onun etrafına<br />
toplanırdı. Ancak Kabir’in rahatı kaçmıştı; zira alt sınıftan biri<br />
olması ona o güne dek, pek kıymetli saydığı şöhretsizliği<br />
bahşetmiş, o da onu şarkılarıyla ve Tanrının varlığıyla<br />
süslemişti. Her şeyin eskisi gibi olması için dua ediyordu.<br />
Bu paryanın ününü kıskanan rahipler, onu<br />
itibarsızlaştırmak için bir fahişeyi kullanmaya karar verdiler.<br />
Kabir, tezgâhında dokuduğu elbiseleri satmak üzere pazara<br />
geldiğinde, fahişelik yapan kadın aniden Kabir’in koluna<br />
yapıştı, “Beni aldattın!” diye bağırıp çağırdı; hatta onu evine<br />
kadar takip etti, “Beni yüzüstü bırakamazsın!” deyip durdu.<br />
Kabir, “Tanrı dualara kendi usûlüyle yanıt verir,” dedi kendi<br />
kendine.<br />
Çok geçmeden, korku dolu bir titremeye kapıldı kadın;<br />
dizlerinin üzerine çöktü, sızlanmaya başladı, “Beni<br />
28<br />
Kabir: On beşinci yüzyılda yaşamış mistik Hint şairi. Rubaiyi andıran<br />
“doha” tarzında yazdığı şiirlerini şarkı olarak söylemiştir. Asıl mesleği<br />
dokumacılıktır. <strong>Tagore</strong>’un, Kabir’den yaptığı çevirileri bir araya getirdiği<br />
“Kabir’in Şarkıları” (Songs of Kabir) adlı bir kitabı vardır. (ç.n.)<br />
157
www.isaretatesi.com<br />
günahımdan arındır!” dedi. Kabir ona, “Yaşamını Tanrı’nın<br />
ışığına aç!” dedi.<br />
O günden sonra Kabir, tezgâhında işini yapıp şarkı<br />
söyledi. Şarkıları, kadının kalbini lekelerden arındırıyor,<br />
karşılığında kadının tatlı sesinde bir de yuva buluyordu.<br />
Bir gün Kral’ın damarı tuttu, gelip huzurunda şarkı<br />
söylemesi için Kabir’i çağırttı. Dokumacı önce bunu reddetti;<br />
ancak mesajı getiren ulak, efendisinin emri yerine gelmeden<br />
onu bırakmazdı elbette.<br />
Nihayet Kabir kabul salonuna girdiğinde, Kral ve maiyeti<br />
gördükleri karşısında irkildiler. Zira Kabir tek başına değildi,<br />
peşisıra o kadın da geliyordu. Kâh gülenler kâh kaşlarını<br />
çatanlar oldu; Kral ise bu çulsuzun küstahlığı karşısında<br />
hiddetlendi.<br />
Kabir aşağılanmış bir halde geri döndü evine; kadın onun<br />
ayaklarına kapanarak ağladı: “Neden benim uğruma kendinizi<br />
rezil ettiniz, sahibim? İzin verin, sefil hayatıma geri döneyim!”<br />
Şöyle cevap verdi Kabir: “Tanrımı, hakaretler kuşanarak<br />
geldiğinde geri çevirmem ben.”<br />
158
www.isaretatesi.com<br />
XXV.<br />
SOMAKA İLE RİTVİK<br />
Kral Somaka’nın ruhu, semavî bir araba üzerinde Cennete doğru yol<br />
almakta, o esnada yol kenarında başka ruhların yanından<br />
geçmektedir. Aralarında Somaka’nın eski başrahibi olan Ritvik de<br />
vardır.<br />
-BİR SES-<br />
Nereye gidiyorsun, ey Kral?<br />
-SOMAKA-<br />
Kimin sesidir bu? Bu bulanık havada gözlerim boğuluyor<br />
âdeta, hiçbir şey göremiyorum.<br />
gel.<br />
-SES-<br />
Aşağı gel, ey Kral, aşağı! Cennete giden o arabadan in ve<br />
-SOMAKA-<br />
Kimsiniz siz?<br />
159
www.isaretatesi.com<br />
-SES-<br />
Ritvik’im ben; dünyevî hayatta eğitmeniniz ve<br />
başrahibinizdim.<br />
-SOMAKA-<br />
Dünyadaki tüm gözyaşı buhar olup bu muğlâk âlemi<br />
yaratmış sanki. Ustam, siz burada ne arıyorsunuz?<br />
-RUHLAR-<br />
Cennet yolunun yanıbaşında uzanıyor bu cehennem;<br />
buradan bakınca sönük sönük parlıyor uzakta ışıklar, yalnızca<br />
erişilmezliklerini anlatıyorlar. O saadet diyarının yolcularıyla<br />
dolu semavî arabanın gürültülü geçişini dinliyoruz gündüz<br />
gece; uykuyu gözlerimizden çalarak beyhude bir hasetle<br />
seyretmeye zorluyor bizleri bu. Pek aşağımızda, yeryüzünün<br />
ihtiyar ormanları hışırdıyor, denizler kadim yaratılış ilâhisini<br />
mırıldanıyor: Kâinat boşluğunda amaçsızca gezen bir hatıranın<br />
iniltisi gibi duyuyoruz bunları.<br />
-RİTVİK-<br />
Aşağı gel, ey Kral, aşağı!<br />
-RUHLAR-<br />
Biraz olsun kal bizimle. Dünyanın gözyaşları tutunuyor<br />
sana hâlâ – yeni devşirilmiş çiçekler üzerindeki şebnem misali.<br />
Kendinle beraber ormanın ve çayırın birbirine karışmış<br />
kokusunu getirdin sen; çocuklardan, kadınlardan,<br />
160
www.isaretatesi.com<br />
ahbaplardan bir anmalık getirdin; mevsimlerin tarifsiz<br />
müziğinden bir şeyler getirdin.<br />
-SOMAKA-<br />
Ustam, siz neden bu boğuk, cansız âlemde olmaya<br />
mahkûmsunuz?<br />
-RİTVİK-<br />
Kurban ateşine sunmuştum oğlunuzu; ruhumu<br />
karanlıklara salan günahım buydu.<br />
-RUHLAR-<br />
Bu hikâyeyi bize anlatın Kralım, yalvarıyoruz size; bir<br />
suçun itirafı bizim cansızlığımıza yaşam ateşini taşıyabilir<br />
hâlâ.<br />
-SOMAKA-<br />
Videha’nın 29 Kralı Somaka idi benim adım. Yıldan yıla<br />
pek çok tapınağa kurban sunmaktan usanmışken, yaşlılık<br />
çağımda bir oğul sahibi oldum ve ona olan sevgim, ani bir sel<br />
baskını misali, başka her şeye dair düşünceyi silip götürdü<br />
yaşamımdan. Lotusun kendi sapını örtmesi gibi, tümden örtüp<br />
gizledi o sevgi beni. İhmal edilmiş krallık vazifeleri tahtımın<br />
önünde yığıldıkça yığılıyordu. Gene bir gün, kabul<br />
salonumdayken, bebeğin viyaklamasını duydum annesinin<br />
dairesinden; hemen fırladım, tahtımı bomboş bıraktım.<br />
29<br />
Videha: Hint klasik metinlerinde adı sıkça geçen, Bilge Kral Canaka’nın<br />
krallığı. Videha’nın tüm kralları âlim ve filozof olarak kabul edilir. (ç.n.)<br />
161
www.isaretatesi.com<br />
-RİTVİK-<br />
Bu tam da benim günlük takdis için salona girdiğim âna<br />
denk gelmişti; gözü hiçbir şey görmeyen Kral, beni itip geçti;<br />
kanıma dokundu bu. Daha sonra mahcup bir yüzle geri<br />
döndüğünde, sordum ona: “Kralım, yüksek makam ve<br />
vazifenizi terk etmek pahasına sizi günün bu en yoğun<br />
saatinde kadınlar dairesine çeken ne gibi bir aciliyettir acaba –<br />
dost saraylardan elçiler gelmişken, mazlum adalet isterken,<br />
vezirleriniz sizinle hayati meseleleri görüşmek için beklerken?<br />
Bir Brahman’ın takdisini bile hiçe sayacak kadar önemli, ne<br />
gibi bir aciliyetiniz olabilir?<br />
-SOMAKA-<br />
İlkin hiddetli bir ateş parladı yüreğimde, ama hemen<br />
sonra, bir yılanın dikelmiş başını ezercesine bastırdım onu;<br />
uysalca cevap verdim: “Tek çocuk babası olduğumdan<br />
huzurum kalmadı. Lütfen bu defalık beni bağışlayın, bundan<br />
böyle babanın düşkünlüğünün Kralı asla teslim almayacağına<br />
dair size söz veriyorum.”<br />
-RİTVİK-<br />
Lâkin hınçla doluydu yüreğim ve şöyle dedim: “Tek<br />
çocuklu bir baba olmanın lanetinden kurtulmak istiyorsanız,<br />
size bir yol gösterebilirim. Ama bu öyle zor bir yol ki, sizin onu<br />
başarabileceğinizden şüpheliyim.” Kralın gururuna dokundu<br />
bu; ayağa fırlayarak haykırdı: “Bir Kşatriya ve bir Kral olarak<br />
kutsal olan her şey üzerine ant içerim ki, yapılmasını<br />
buyuracağınız şeyi ne denli zor olursa olsun hiç çekinmeden<br />
162
www.isaretatesi.com<br />
yapacağım.” “O halde dinleyin,” dedim. “Bir kurban ateşi<br />
yakın, oğlunuzu feda edin: Yükselecek olan duman, bir nesil<br />
getirecek size, bulutların yağmur getirdiği gibi.” Kral başını<br />
eğdi, susup kaldı; saray maiyeti dehşetle homurdandı;<br />
Brahmanlar ellerini kulaklarına kapatarak, “Söylemek de<br />
dinlemek de günahtır böyle sözleri,” diye bağrıştı. Kral şaşkın<br />
bir kederle bir süre ne diyeceğini bilemedi, sonra soğukkanlı<br />
bir şekilde, “Sözümde duracağım,” dedi. Günü geldi, ateş<br />
yakıldı, insanlar şehri boşalttı; sıra çocuğun getirilmesine<br />
geldiğinde, hizmetkârlar direndi, askerler silah bırakarak<br />
itaatsizlik etti. O zaman, bilgeliğiyle nefsin tüm zayıflıklarını<br />
ve aldatıcı duyguları kendinden pek aşağıda ve uzakta<br />
bırakmış olan ben, Ritvik, bizzat yolunu tuttum kadınlar<br />
dairesinin. Çocuğun etrafı kadınlar tarafından, bir ağacın<br />
tehditkâr dallarınca kuşatılmış bir çiçek misali sarılmıştı.<br />
Çocuk beni gördü, hevesli ellerini uzattı ve bana gelmeye<br />
çabaladı, zira onu hapseden sevgiden kurtulmak istiyordu.<br />
“Sana hakiki kurtuluşu vermeye geldim,” diye haykırarak,<br />
zorla çekip aldım onu baygınlık geçiren annesinin ve çaresizce<br />
feryat eden dadılarının elinden. Ateşin titreyen dilleri göğü<br />
yalıyor, Kral alevlerin başında dikiliyordu, kaskatı ve suskun,<br />
yıldırım çarpmış bir ağaç misali. Kollarımda parlak ateşin<br />
ilâhvâri görkeminden büyülenmişçesine agulayıp oynaşan<br />
bebek, alevlerin özgür ihtişamında âdeta bilinmeyen bir dadıyı<br />
arıyordu sabırsızca.<br />
-SOMAKA-<br />
Kes, yeter, yalvarıyorum!<br />
163
www.isaretatesi.com<br />
-RUHLAR-<br />
Ritvik, senin varlığın cehennem için bile kara bir leke!<br />
-ARABACI-<br />
Senin yerin burası değil, ey Kral! Cehennemin bile<br />
yüreğini sızlatan bu amelin itirafını dinlemek zorunda kalmayı<br />
hak etmiyorsun.<br />
-SOMAKA-<br />
Arabanız yoluna devam etsin! Ey Brahman, benim yerim<br />
bu cehennemde senin yanındır. Tanrılar günahımı unutabilir,<br />
ama ben evlâdımın yüzünde babasının ona ihanet ettiğini<br />
anladığı o feci anda beliren acı dolu şaşkınlığı nasıl unutayım?<br />
[Göçmüş Ruhların Yargıcı olan DHARMA 30 girer.]<br />
-DHARMA-<br />
Ey Kral, seni bekliyor Cennet.<br />
-SOMAKA-<br />
Hayır, beni değil. Kendi oğlumu öldürdüm ben.<br />
30<br />
Dharma: Tüm Hint inanış ve felsefelerinin ana kavramlarından biridir.<br />
“Doğadaki düzen ve kaide; ve bu düzen ve kaideden kaynağını alan doğal<br />
bir güç olarak insanın uymak zorunda olduğu din ve hukuk kuralları,<br />
ödevler” şeklinde tanımlanabilir. Dharma, ahlâki anlamda “doğru yaşam<br />
tarzı”dır, “tanrıların buyruğu”dur; felsefi anlamdaysa “varoluş ilkesi”<br />
anlamında, tekten tüme doğru katman katman ele alınabilir. Buddhizm’de<br />
dharma denince Buddha’nın öğretilerinin bütünü kastedilir. Hindu<br />
inanışlarında dharma kavramını yöneten tanrı da aynı adla anılır. (ç.n.)<br />
164
www.isaretatesi.com<br />
-DHARMA-<br />
Günahın, sana verdiği acının taşkınlığıyla sürüklenip<br />
gitti.<br />
-RİTVİK-<br />
Hayır, ey Kral, Cennete tek başına giderek burayı benim<br />
için katmerli bir cehennem yapma sakın; ateşlerle ve sana<br />
duyacağım nefretle yanıp kavrulurum! Kal burada!<br />
-SOMAKA-<br />
Kalacağım.<br />
-RUHLAR-<br />
Kal bizimle! Kal ki bu çaresiz, utanç verici cehennem<br />
ıstırabı bir ruhun ihtişamıyla taçlansın!<br />
165
www.isaretatesi.com<br />
XXVI.<br />
Yararlı bir işi yoktu adamın, yalnızca tuhaf tuhaf<br />
hevesleri vardı.<br />
Bu yüzden, ıvır zıvırı kusursuz yapmaya harcadığı bir<br />
ömrün sonunda kendini Cennette bulduğuna çok şaşırmıştı.<br />
Aslında kılavuz, bir hata sonucu onu yanlış Cennete<br />
koymuştu – sadece iyi ve meşgul ruhlar için olan Cennete.<br />
Bu Cennette anayolda amaçsızca gezinen kahramanımız,<br />
yalnızca işlerin akışını engelliyor.<br />
Yolun kenarına adım atıyor, ekili tohumların üzerine<br />
bastığı için uyarılıyor. Dürtüyorlar, irkiliyor; acele ettiriyorlar,<br />
ilerliyor.<br />
İşi başından aşkın bir kız, kuyudan su almaya geliyor.<br />
Ayakları, arp tellerinde hızla gezen parmaklar misali koşuyor<br />
kaldırımda. Telaştan, özensizce bir düğüm atıyor saçına; alnına<br />
düşen kâküller kara gözlerinin içine giriyor tel tel.<br />
“Testini ödünç verir misin bana?” diyor adam kıza.<br />
“Testimi mi?” diye soruyor kız, “Su almak için mi?”<br />
“Hayır, üzerini desenlerle süslemek için.”<br />
166
www.isaretatesi.com<br />
“Harcanacak vaktim yok,” diye tersliyor kız, hor görerek.<br />
Fakat meşgul birinin tamamen aylak biri karşısında şansı<br />
olamaz.<br />
Adam her gün karşılıyor kızı kuyunun başında, her gün<br />
yineliyor isteğini, nihayet kız pes ediyor.<br />
Testiyi alarak, esrarlı bir çizgiler ağıyla tuhaf renklere<br />
boyuyor.<br />
Kız testiyi evirip çevirip soruyor: “Bunun anlamı nedir?”<br />
“Hiçbir anlamı yok,” diye yanıtlıyor adam.<br />
Testiyi eve götürüyor kız. Kaldırıp değişik ışıklara<br />
tutuyor onu; esrarını çözmeye çalışıyor. Geceleyin yatağından<br />
kalkıyor, lambayı yakıyor, döndürerek, testiye her açıdan uzun<br />
uzun bakıyor.<br />
Bu ilk defadır ki, kız, anlamı olmayan bir şeyle karşı<br />
karşıya.<br />
Ertesi gün, adam gene kuyunun başında.<br />
Kız soruyor: “Ne istiyorsun?”<br />
“Senin için biraz daha iş yapmak.”<br />
“Ne işi?” diye soruyor kız.<br />
“Müsaade et, renkli şeritlerden bir kurdele öreyim<br />
saçlarına.”<br />
“Buna lüzum var mı?” diye soruyor kız.<br />
“Hiçbir lüzum yok,” diye yanıtlıyor adam.<br />
167
www.isaretatesi.com<br />
Toka yapılıyor ve ondan sonra kız bol bol saçlarıyla<br />
oynuyor.<br />
Bu arada, Cennette en verimli şekilde işleyen mesai<br />
aksamaya başlıyor.<br />
Cennetin kıdemlileri durumdan rahatsız olup toplantı<br />
yapıyorlar.<br />
Kılavuz, kabahatini itiraf ederek, yanlış adamı yanlış yere<br />
getirdiğini söylüyor.<br />
Ve o yanlış adam çağrılıyor. Onun renklerle alev alev<br />
olan sarığı, yanlışın büyüklüğünü kendiliğinden ortaya<br />
koyuyor.<br />
Kıdemlilerin başı, “Dünyaya geri dönmelisin,” diye<br />
buyuruyor.<br />
Adam, bir oh çekerek, “Ben hazırım,” diyor.<br />
Saçında kurdele olan kız söze karışıyor: “Ben de!”<br />
Bu ilk defadır ki, kıdemlilerin başı, hiçbir mantığı<br />
olmayan bir durumla karşılaşıyor.<br />
168
www.isaretatesi.com<br />
XXVII.<br />
Rivayet olunur ki, ormanda nehrin göle kavuştuğu yerde,<br />
kılık değiştirmiş periler yaşarmış; insanlar onların peri<br />
olduğunu uçup gittiklerinde anlarmış.<br />
Ormana bir prens gelmiş; nehrin göle kavuştuğu yere<br />
vardığında, suyun kıyısında oturan bir köylü kızı görmüş;<br />
suyu dalgalandırıp nilüferleri dans ettiriyormuş.<br />
Fısıldayarak sormuş kıza: “Söylesene, peri misin sen?”<br />
Kız bu soruya gülmüş; kahkahası yamaçlarda<br />
yankılanmış.<br />
Prens onun şelalenin gülen perisi olduğunu düşünmüş.<br />
Kral’a Prens’in bir periyle evlendiği haberi ulaşmış;<br />
hemen birkaç atlı yollayıp onları getirtmiş.<br />
Kraliçe gelini görmüş ve tiksintiyle yüz çevirmiş; Prens’in<br />
kızkardeşi öfkeden kıpkırmızı kesilmiş; hizmetçi kızlar, periler<br />
böyle mi giyinir diye sormuşlar.<br />
Prens fısıldayarak, “Sessiz olun; benim perim kılık<br />
değiştirerek geldi evimize,” demiş.<br />
169
www.isaretatesi.com<br />
O yıl bayram günü Kraliçe, oğluna, “Gelinimize söyle,<br />
peri görmeye gelen akrabalarımız karşısında bizi mahcup<br />
etmesin,” diye tembihlemiş.<br />
Ve Prens geline gidip, “Aşkımın hatırı için, yakınlarıma<br />
kendini göster,” demiş.<br />
Uzun süre sessiz kalmış kız; sonra başını sallayarak söz<br />
vermiş, o sırada yanaklarından yaşlar süzülmüş.<br />
Gökte dolunay parlarken, Prens, üzerinde düğün<br />
kıyafetiyle gelinin odasına girmiş.<br />
İçeride kimse yokmuş – yalnızca pencereden yatağa<br />
vuran bir ayışığı huzmesi…<br />
Akrabalar, Kral ve Kraliçe bir araya toplanmışlar,<br />
Prens’in kızkardeşi kapının yanında duruyormuş.<br />
Sormuşlar: “Peri gelin nerede?”<br />
Prens yanıtlamış: “Size kendini bildirmek için sonsuza<br />
dek kayboldu o.”<br />
170
www.isaretatesi.com<br />
XXVIII.<br />
KARNA 31 İLE KUNTİ 32<br />
Pandava Kraliçesi Kunti’nin evlenmeden önce bir bebeği olmuştu.<br />
Karna adını verdiği bu oğlanı, ayıbını gizlemek için, doğduğunda<br />
terk etti. Adiratha adlı bir arabacı, çocuğu buldu ve onu kendi oğlu<br />
gibi büyüttü. Yıllar geçti ve Karna, Kaurava ordusuna komutan<br />
oldu.<br />
31<br />
Karna: Mahabharata’daki başlıca karakterlerden biri; Pandavalar’ın yaşça<br />
büyük üçünün anası olan Kunti’nin küçükken terk ettiği oğlu. Kunti, bu<br />
çocuğu Tanrı Surya’dan, hamile kalmaksızın doğurur. Arabacı Adiratha<br />
onu sahiplenip yetiştirir. Çok yetenekli bir savaşçı olan Karna, ait olduğu<br />
kast sınıfı yüzünden zorluklarla karşılaşır. Onun maharetlerinden etkilenen<br />
Kaurava lideri Duryodhana onu kendi safına çeker; Kurukşetra Savaşı’nda<br />
kardeşlerine karşı Kauravalar’ın yanında yer alır. (ç.n.)<br />
32<br />
Kunti: Mahabharata’da Pandava kardeşlerin ve Karna’nın anası. Ulu<br />
Bilge Durvasa, Kunti’ye gençliğinde bir “mantra” öğretir; bununla, dilediği<br />
zaman bir ilâh zuhur edecek ve Kunti ondan, hamile kalmaksızın çocuk<br />
sahibi olacaktır. Ancak Kunti, merakından dolayı mantrayı zamansızca<br />
kullanır ve Tanrı Surya belirir. Kunti büyüye inanarak Surya’dan geri<br />
gitmesini ister, ancak Surya bunu kabul etmez. Böylece Kunti’nin bir bebeği<br />
olur, ancak Kunti bunu gizlemek için bebeği bir sepete koyup nehre bırakır.<br />
Bebeği bulan Arabacı Adiratha onu kendi oğlu gibi büyütür. Kunti<br />
Mahabharata’da onurlu, ama acemice hatalar yapan bir kadındır; bir<br />
yandan Pandavalar’ın anasıdır, öbür yandan terk ettiği ilk oğlu Karna,<br />
düşman saflarında savaşmaktadır. (ç.n.)<br />
171
www.isaretatesi.com<br />
-KARNA-<br />
Ben, Arabacı Adiratha’nın oğlu Karna’yım; Kutsal<br />
Ganj’ın kıyısına oturmuş, günbatımına tapınıyorum. Söyleyin,<br />
siz kimsiniz?<br />
-KUNTİ-<br />
Ben o kadınım ki, sayemde, tapındığınız ışıkla<br />
tanışmıştınız.<br />
-KARNA-<br />
Nedendir bilmiyorum, ama sabah güneşinin öpücüğüyle<br />
doruktaki karların erimesi misali, bakışınızla kalbimin<br />
eridiğini hissediyorum. Sesinizle, sebebi belki de ilk anılarımın<br />
ötesinde saklı, kör bir keder uyanıyor içimde. Söyleyin bana,<br />
ey gizemli kadın, benim bu dünyaya gelişimi size bağlayan sır<br />
nedir?<br />
-KUNTİ-<br />
Biraz sabır, genç adam. Karanlığın göz kapakları günün<br />
meraklı gözlerine indiğinde, cevap vermiş olacağım. Öncelikle,<br />
bilin ki Kunti’yim ben.<br />
-KARNA-<br />
Kunti mi? Arcuna’nın anası!<br />
-KUNTİ-<br />
Evet, öyle, hasmınız Arcuna’nın anası. Lâkin bu yüzden<br />
nefret etmeyin benden. Hâlâ hatırlıyorum Hastina’da kılıç<br />
172
www.isaretatesi.com<br />
mahareti yarışlarının yapıldığı günü; tanınmamış bir genç olan<br />
siz, gözüpekçe, gecenin yıldızları arasından beliren ilk güneş<br />
ışını misali çıkmıştınız meydana. Ah! Bilir misiniz, mahzun bir<br />
kadın vardı o sırada kraliyet üyeleri arasında, sizin o çıplak ve<br />
zayıf bedeninizi kutsuyordu gözyaşlarıyla... Kim mi?<br />
Arcuna’nın anasıydı o kadın! Sonra, kılıç ustası Brahman öne<br />
çıkarak, “Alt tabakadan bir gencin Arcuna’ya meydan okuması<br />
uygun olmaz,” diye buyurmuştu. Günbatımında boğulan<br />
ışığın acısıyla şimşekler çakan bir fırtına bulutu misali sessizce<br />
duruyordunuz. Bir kadın vardı o sırada, sizin utanç ve<br />
öfkenizle kalbi alev alan, sessizce yanıp kavrulan… Arcuna’nın<br />
anasıydı o kadın! Övgüler onun olsun ki Duryodhana sizi<br />
hemen takdir etmiş, orada o an Anga Kralı olarak<br />
taçlandırmıştı; böylece Kauravalar’a bir destekçi<br />
kazandırmıştı. Böylesi bir talihin coşkusuyla Arabacı Adiratha<br />
kalabalıktan fırlamıştı ve siz, Pandavalarla yandaşlarının<br />
alaycı gülüşleri arasında ona koşup, tacınızı ayaklarına<br />
sunmuştunuz. Ama bir kadın vardı o sırada Pandavalar<br />
arasında, böylesi bir tevazunun asil gururu karşısında yüreği<br />
sevinçle parlayan… Evet, Arcuna’nın anasıydı o kadın!<br />
-KARNA-<br />
Peki, siz ki kralların anasısınız, nedir sizi bir başınıza<br />
buraya getiren?<br />
-KUNTİ-<br />
Sizden bir ihsanda bulunmanızı dileyeceğim.<br />
173
www.isaretatesi.com<br />
-KARNA-<br />
Emredin yeter ki, kudretimi ve bir kşatriya olarak<br />
onurumu ayaklarınıza sunayım.<br />
-KUNTİ-<br />
Sizi almaya geldim.<br />
-KARNA-<br />
Beni mi? Nereye?<br />
-KUNTİ-<br />
Sevgine susamış kollarıma, oğlum benim!<br />
-KARNA-<br />
Beş yiğit kralın anası, neler söylüyorsunuz siz? Nerede<br />
yer bulacaksınız bana, ben ki alt tabakadan gelen küçük bir<br />
kabile şefiyim yalnızca?<br />
-KUNTİ-<br />
Senin yerin tüm oğullarımın önünde.<br />
-KARNA-<br />
Böyle bir yerde olmaya ne hakkım var?<br />
-KUNTİ-<br />
Tanrı takdiri ana sevgisi hakkın var…<br />
174
www.isaretatesi.com<br />
-KARNA-<br />
Akşamın karanlığı yayılıyor yeryüzüne; sessizlik<br />
dinleniyor su üzerinde – ve sizin sesiniz beni bebekliğime,<br />
bilincin alacakaranlığında kaybolmuş ilkel bir dünyaya<br />
götürüyor. Belki bir düştür bu, belki unutulmuş gerçekliğin bir<br />
parçası, gene de yaklaşın yanıma, sağ elinizi koyun alnıma.<br />
Rivayet olunur ki, küçükken annem terk etmiş beni. Pek çok<br />
geceler uykumda geldi o bana; ama “Örtünü aç, yüzünü göster<br />
bana!” diye seslendiğimde kaybolup gitti her defasında. Aynı<br />
düş bu defa ben uyanıkken mi geldi bana yoksa? Bakın, öbür<br />
kıyıda lambaları yanıyor oğlunuzun çadırlarının; ve bakın, beri<br />
kıyıda, denizdeki bir fırtınanın büyüyle donakalmış dalgaları<br />
misali, Kauravalar’ın çadırları var. Peki, yarınki savaşın<br />
arefesinde, muharebe alanının korkunç sessizliğinde, ne diye<br />
çıkageliyor rakibim Arcuna’nın anası ve bana unutulmuş bir<br />
anadan mesaj getiriyor? İsmim ne diye onun dilinden böyle bir<br />
ezgiye bürünüyor ve düşmanlarıma karşı zayıflıyor kalbim?<br />
-KUNTİ-<br />
Madem öyle, geç kalma oğlum, gel benimle!<br />
-KARNA-<br />
Evet, geleceğim; ve hiç soru sormayacak, hiç şüphe<br />
etmeyeceğim. Ruhum çağrınıza yanıt veriyor; zira zafer ve<br />
şöhret adına olan mücadelem ve içimde kabarmış nefret, bir<br />
anda, seher dinginliğinde son bulan bir karabasan misali sahte<br />
görünüverdi bana. Peki, nereye götürmeyi düşünüyorsunuz<br />
beni?<br />
175
www.isaretatesi.com<br />
-KUNTİ-<br />
Nehrin öbür kıyısına, puslu kumsal boyunca ışıkların<br />
yandığı yere.<br />
-KARNA-<br />
Kayıp annemi sonsuza dek bulabilecek miyim orada?<br />
-KUNTİ-<br />
Ah, oğlum benim!<br />
-KARNA-<br />
O halde neden terk ettiniz beni – ata yurdundan<br />
koparılmış bir avare olmaya, yersiz yurtsuz bir sefalet<br />
akıntısında sürüklenmeye mahkûm ettiniz? Ne diye dipsiz bir<br />
uçurum yarattınız Arcuna ile aramda; kardeşliğin doğal<br />
çekimini ne diye düşmanlığın dehşet verici çekimine<br />
dönüştürdünüz? Susuyorsunuz elbette. Uçsuz bucaksız<br />
karanlığı kaplıyor utancınız, görünmez ürperişler yolluyor<br />
uzuvlarıma. Sorumu yanıtsız bırakıyorsunuz elbette! Asla<br />
açıklamayın bana oğlunuzu neden ana sevgisinden mahrum<br />
bıraktığınızı! Lâkin söyleyin, bunca zaman sonra ne diye beni<br />
kendi ellerinizle yıktığınız bir cennetin harabelerine<br />
çağırıyorsunuz?<br />
-KUNTİ-<br />
Bil ki bu serzenişlerinden çok daha ölümcül bir lanet,<br />
nereye gitsem bırakmıyor peşimi. Zira beş erkek evlât sarıyor<br />
çevremi, ama tüm çocuklarından mahrum bırakılmış bir kadın<br />
176
www.isaretatesi.com<br />
gibi eziliyor yüreğim. Yaşamımın tüm zevkleri, ilk göz ağrımı<br />
terk etmemle açılan yarıktan akıp gitti, heder oldu. Benim<br />
analıktan vazgeçtiğim o lanetli günde, sen daha bir kelime<br />
konuşamıyordum; bugünse senin vefasız annen yüce gönüllü<br />
sözler için yalvarıyor sana. İzin ver, bağışlayıcılığın yakıp<br />
tutuştursun onun yüreğini, böylece tüketsin onun günahını.<br />
-KARNA-<br />
Anne, gözyaşlarımı kabul et!<br />
-KUNTİ-<br />
Seni kollarıma geri kazanma umuduyla gelmedim; tek<br />
isteğim haklarını alman. Gel ve bir veliaht olarak payına<br />
düşeni al!<br />
-KARNA-<br />
Ben daha ziyade bir arabacının oğluyum ve soylu bir<br />
ailenin itibarında hiç gözüm yok.<br />
al!<br />
-KUNTİ-<br />
Nasıl diyorsan öyle olsun, ama gel ve hakkın olan krallığı<br />
-KARNA-<br />
Benden anne sevgisini esirgemiş olan siz, şimdi beni<br />
krallıkla mı cezbetmeye çalışıyorsunuz? Kökünden<br />
kopardığınız akrabalık bağı çoktan ölmüştür, tekrar<br />
büyüyemez. Benim ayıbımdır ki, kralların anasına böyle<br />
177
www.isaretatesi.com<br />
çabucak “anne” dedim ve Arabacı’nın evindeki hakiki<br />
annemden vazgeçtim!<br />
-KUNTİ-<br />
Ne kadar yücesin, oğlum! Tanrı’nın takdir ettiği ceza<br />
küçücük bir tohumdan dev bir hayata doğru nasıl da gizlice<br />
büyüyor! Annesinin sahip çıkmadığı o aciz bebek, olayların<br />
karanlık labirentinden yetişkin bir adam olarak kardeşlerini alt<br />
etmeye geliyor!<br />
-KARNA-<br />
Anne, endişelenme! Kesin bildiğim bir şey varsa o da<br />
zaferin Pandavalar’ın olacağıdır. Şimdi gece huzurlu ve sakin<br />
de olsa, umutsuz bir serüvenin ve şaşkın bir neticenin<br />
müziğiyle doludur yüreğim. Benden yenilgiye mahkûm<br />
olanları terk etmemi isteme. Bırak, Pandavalar elde etsin tahtı,<br />
zira elde etmeliler; ben, umutsuz ve perişan olanlarla<br />
kalacağım. Dünyaya geldiğim gece sen beni, çıplak ve isimsiz,<br />
sefaletin kollarına terk etmiştin: Şimdi bir kere daha, acıma hiç,<br />
yenilgiyi ve ölümü sakince kabullenmeye terk et!<br />
178
www.isaretatesi.com<br />
XXIX.<br />
Ne zaman ki yamaçta alev gibi parlayan bir palaya<br />
benzeyen nehir, akşamın alacakaranlığında kınına sokuldu, o<br />
an bir kuş sürüsü geçti yukarıdan, patırtılı kanat sesleriyle<br />
âdeta fırlatılmış bir ok gibi kaçıyorlardı yıldızlar arasından.<br />
Tüm hareketsiz şeylerin ortasında bir hız tutkusu<br />
uyandırdı bu; bağrında fırtına bulutlarının sancısını<br />
hissediyordu âdeta dağlar; kök salmış prangalarından<br />
kurtulmaya can atıyordu ağaçlar.<br />
Kuşların bu göçü, benim için durgunluk perdesinin<br />
yırtılması demek oldu; derin sessizlikten muazzam bir kanat<br />
çırpışı çıktı ortaya.<br />
Dağların ve ormanların zamanın içinden bilinmeyene<br />
doğru uçtuğunu gördüm, yıldızlar kanat çırptıkça karanlığın<br />
ateşle ürperdiğini gördüm.<br />
Denizleri aşan bir kuşun telaşını duydum benliğimde;<br />
yaşamın ve ölümün sınırlarının ötesine doğru bir yol açıyordu<br />
kendine; ve göçebe dünya haykırıyordu binbir sesiyle: “Burası<br />
değil, başka bir yer gerek bize, uzakların bağrında bir yer belki<br />
de...”<br />
179
www.isaretatesi.com<br />
XXX.<br />
Kalabalık hayranlıkla dinliyordu sahnedeki genç şarkıcı<br />
Kaşi’yi; sesiyle, maharet gösterisindeki bir kılıç misali,<br />
umutsuz açmazların arasına dalıyor, onları paramparça<br />
ediyor, kendinden geçiyordu.<br />
Dinleyiciler arasında ihtiyar Racah Pratap da oturuyordu;<br />
hayli bitkin ve hoşnutsuz görünüyordu; zira kendi yaşamı, bir<br />
nehrin güzelce süslediği bir yöre misali, her yanını Baraclal’ın<br />
şarkılarının sarıp beslediği bir yaşamdı. Yağmurlu akşamlar ve<br />
güz günlerinin durgun saatleri, onun kalbine Baraclal’ın<br />
sesiyle hitap ederdi; ve şenlik geceleri bu şarkılara göre<br />
lambalar kısılır, ziller çıngırdardı.<br />
Kaşi dinlenmek üzere ara verince Pratap gülümseyerek<br />
Baraclal’a göz kırptı ve ona, “Haydi Üstat, bu yeni icat şarkılar<br />
yerine hakiki müziği çal bize; öbürleri âdeta oyunbaz kedi<br />
eniklerinin felç olmuş fareleri avlamasına öykünüyor,” diye<br />
fısıldadı.<br />
Başında bembeyaz bir sarığı olan ihtiyar şarkıcı,<br />
dinleyicileri öne eğilerek selamladı, sahnede yerini aldı. İnce<br />
parmaklarıyla çalgısının tellerine dokundu, gözlerini kapadı,<br />
ürkekçe şarkısına başladı. Salon geniş, Baraclal’ın sesi cılızdı;<br />
180
www.isaretatesi.com<br />
Pratap gösterişli bir tavırla “Çok yaşa!” diye bağırdı, o sırada<br />
eğilip arkadaşının kulağına, “Biraz daha yüksek sesle, haydi<br />
dostum!” diye fısıldadı.<br />
Kalabalık huzursuzlandı; kimi esniyor, kimi uyukluyor,<br />
kimi sıcaktan şikâyet ediyordu. Salonun havası ilgisizliğin<br />
çoksesli homurtusuyla uğuldamaya başladı; ve nihayet şarkı,<br />
narin bir kayık misali boş yere çırpınıp, büsbütün curcunaya<br />
gömüldü.<br />
Yüreği incinen ihtiyar adam aniden bir pasajı unuttu,<br />
panayırda kayıp kılavuzunu arayan kör bir adam misali acıyla<br />
yokladı hafızasını. Gediği rastgele bir ezgiyle doldurmaya<br />
çalıştı; ama gedik daha da açıldı: İhtiyaca yanıt vermeyi<br />
reddetti çarpıtılmış notalar; birdenbire makam değişti ve ip<br />
koptu. Üstat Baraclal başını sazına yasladı ve ondan, unuttuğu<br />
müziğin yerine, bir bebeğin dünyaya saldığı ilk yaşam<br />
çığlığının koptuğu duyuldu.<br />
Pratap nazikçe onun omzuna dokundu ve şöyle dedi:<br />
“Gel gidelim, bizim meclisimiz burası değil. Biliyorum,<br />
dostum, sevgi olmayınca dul kalır hakikat – ve ne çokluğu ne<br />
de ânın kendisini mesken tutar güzellik.”<br />
181
www.isaretatesi.com<br />
XXXI.<br />
Dünyanın gençlik çağında, ey Himalaya, yeryüzünün<br />
yırtık bağrından fırladın sen; bir tepenin ardından diğeriyle,<br />
alev alev savurdun güneşe meydan okumanı. Sonra duruldun<br />
ve kendine, “Bu kadar yeter!” dedin; bulutların özgürlüğüne<br />
öfkelenmiş yanan yüreğin sınırlarını buldu, sonsuzluğa selam<br />
durdun. Tutkuna gem vurunca, güzellik artık senin göğsünde<br />
serbestçe oynayabilirdi; çiçeklerin ve kuşların neşesiyle, güven<br />
duygusu sardı seni.<br />
Sen, yalnızlığının ortasında büyük bir âlim gibi<br />
oturmuşsun, dizlerinde sayısız taştan sayfalarla açık duran<br />
kadim bir kitap taşıyorsun. Acaba nasıl bir hikâye yazılıdır<br />
orada, merak ediyorum: İlâhi münzevi Şiva ile ilâhi âşık<br />
Bhavani’nin 33 ebedî evlilik efsanesi mi, yoksa Kırılgan Olanın<br />
gücünü cezbetmeye çalışan Kudretin destanı mı?<br />
33<br />
Bhavani: Ana Tanrıça Şakti’nin vahşi, öfkeli, ama aynı zamanda<br />
merhametli yanını temsil eder. Bhavani kelimesi “hayat veren” anlamına<br />
gelir ve dişi unsurdaki hareketliliği, canlılığı, yaratıcılığı temsil eder. (ç.n.)<br />
182
www.isaretatesi.com<br />
XXXII.<br />
Hissediyorum, ey Dünya, bir gün sana veda ettiğimde<br />
kalbim rengini bırakmış olacak senin manzaralarına.<br />
Mevsimlerinin müziğine eklenecek ezgilerim; gölgelerin ve<br />
günışığının döngüleri arasında düşüncelerim soluk alıp<br />
verecek gizlice.<br />
Uzak günlerde, yaz gene gelecek âşıkların bahçesine.<br />
Lâkin onlar, ne çiçeklerine benim şarkılarımın güzellik<br />
kattığını bilecekler, ne de dünyaya olan sevgilerinin benim<br />
sevgimle derinleştiğini…<br />
183
www.isaretatesi.com<br />
XXXIII.<br />
Göğün derin dinginliğini yakalıyor gözlerim.<br />
Yapraklarını günışığıyla dolacak kadehler misali uzatan bir<br />
ağacın ürperişi geçiyor içimden.<br />
Güneşte çimenlerden yükselen ılık nefes misali, bir<br />
düşünce doğuyor zihnime – harelenen suyun şıpırtısına ve<br />
yorgun rüzgârın köy yollarındaki iççekişlerine karışan bir<br />
düşünce: Dünyanın bütün yaşamına eşlik etmiş yaşamım; ona<br />
kendi sevgisini ve kederini vermiş.<br />
184
www.isaretatesi.com<br />
XXXIV.<br />
Söylediğim şarkılara karşılık mükâfat beklemiyorum<br />
senden. Şarkılarım gece boyu sürsün bir tek – ta ki Şafak, bir<br />
çoban kızı misali, güneşin telaşıyla yıldızları toplayıp götürene<br />
dek.<br />
Ama senin de bana şarkı söylediğin anlar olmuştu – ve<br />
gururla söylüyorum, ey Şair, o zaman nasıl dinlediğimi ve<br />
kendimden geçtiğimi hep hatırlayacaksın sen!<br />
185
www.isaretatesi.com<br />
XXXV.<br />
Sabah çimenlerde çiy damlaları parlarken, sen geldin ve<br />
salıncağımı ittin; ama tebessümden gözyaşlarına kayarak,<br />
tanıyamadım seni.<br />
Sonra o muhteşem ışığıyla nisan öğleleri geldi ve seni<br />
takip etmem için el ettin bana.<br />
Fakat ne zaman ki yüzünü aradım, o an bir çiçekler<br />
alayıyla, güney rüzgârına şarkılarını savuran kadınlar,<br />
erkekler geçit yaptı aramızdan.<br />
Sana aldırmadan geçtim her gün yanından.<br />
Fakat zakkumların baygın kokusuyla dolu bazı günler,<br />
nazlanan palmiye yaprakları arasında ısrarlıyken rüzgâr, senin<br />
karşında durur ve merak ederdim, acaba hiç yabancı olmuş<br />
muydun bana…<br />
186
www.isaretatesi.com<br />
XXXVI.<br />
Hava kararıyor. Issız külrengi göğün köşesinde akşam<br />
yıldızı kararsızca titreşiyor.<br />
Geriye bakıyorum ve ardımda uzanan yolun sonsuza dek<br />
silindiğini hissediyorum. Yaşamımın izlediği bu yol, tek bir<br />
yolculuğa hizmet etti ve üzerinden tekrar geçilmeyecek.<br />
Buraya gelişimin upuzun hikâyesi orada sessizce yatıyor;<br />
tozda kıvrımlı bir hat, sabah doruklarından dipsiz gecenin<br />
eşiğine dek uzanıyor.<br />
Bir başıma oturmuş, merak ediyorum – acaba bu yol,<br />
akşamın ilâhi parmakları değince günün kayıp seslerini<br />
müziğe teslim etmeyi bekleyen bir çalgı mıdır…<br />
187
www.isaretatesi.com<br />
XXXVII.<br />
Aşkın en üstün cesaretini bahşet bana, duam budur:<br />
Söyleyebilmenin, yapabilmenin, senin buyurduğun acıya<br />
katlanabilmenin, terk edilmemek uğruna her şeyi terk<br />
edebilmenin cesaretini. Kuvvet ver bana tehlikeli arayışlarda;<br />
ıstırapla onurlandır beni; sana her gün kurban olabilen o zorlu<br />
duyguya yükselmeme yardım et.<br />
Aşktaki en üstün güveni bahşet bana, duam budur:<br />
Ölümde yaşama, yenilgide zafere ait olan güveni; en narin<br />
güzellikte saklı kudretin, incinmeyi reddetmeyen soylu<br />
ıstırabın güvenini bahşet.<br />
188
www.isaretatesi.com<br />
XXXVIII.<br />
HİNDU JNANADAS 34 ŞARKILARI<br />
-I-<br />
Şarkılarınız neredeydi, ah kuşum, geceyi yuvanızda<br />
geçirdiğiniz zaman?<br />
Oraya sığmamış mıydı tüm zevkleriniz?<br />
Ne oldu da şimdi göklere kaptırıyorsunuz gönlünüzü –<br />
öylesi uçsuz bucaksız göklere?<br />
-Yanıt-<br />
Sınırlar içinde dinlenirken hoşnuttum; fakat ne zaman ki<br />
enginlere yükseldim, o zaman şarkı söyleyebildiğimi keşfettim.<br />
-II-<br />
Gündüzle geldin, ey Ulak, altınlar giymiş olarak.<br />
34<br />
Jnanadas: Bengal edebiyatının başlıca şairlerindendir; on altıncı yüzyılda<br />
yaşamış, Vaishnava şiirine büyük katkı yapmıştır. Vidyapati ve<br />
Çandidas’ın izinde kendi sade üslubunu geliştirmiştir. Şiirleri dinî<br />
sınırlamaları aşan bir haz ve acı anlayışını yansıtır. (ç.n.)<br />
189
www.isaretatesi.com<br />
Günbatımından sonra kurşuni bir münzevi cübbesine<br />
büründü şarkın; ve gece oldu sonra.<br />
Siyahlar üzerine parlak harflerle yazılıydı getirdiğin<br />
mesaj.<br />
Peki, bunca görkemin ne gereği vardı, sırf beni cezbetmek<br />
için – ben ki bir hiçim?<br />
-Yanıt-<br />
Fevkalâdedir o şölen salonu ki, biricik konuk siz<br />
olacaksınız.<br />
O yüzden göklerden göklere yazılmış sizin mektubunuz;<br />
o yüzden daveti size tüm merasimiyle ulaştırıyor gururlu<br />
hizmetkârınız.<br />
-III-<br />
Gün boyu yürümüş, yorgun düşmüştüm. Başımı<br />
çevirdim, hâlâ çok uzak olan sarayına doğru baktım.<br />
Gece derinleşti, hasretle yandı bağrım; hangi kelimeyi<br />
mırıldansam, acıydı haykırdığım; susuzluktan kavruldu<br />
şarkılarım. Ah sevdalım, sevdiğim, tüm âlemde seçtiğim!<br />
Karanlıkta yitip gitmiş gibiyken zaman, âsânı bıraktın<br />
elinden, çalgını aldın, en yüksek perdeden çalmaya başladın.<br />
Ve yeniden şarkılara karıştı yüreğim, ah sevdalım, sevdiğim,<br />
tüm âlemde seçtiğim!<br />
190
www.isaretatesi.com<br />
Kimin kollarıdır beni saran? Neyi bırakmalıysam<br />
bırakayım, neyi taşımalıysam taşıyayım, yeter ki seninle<br />
yürüyeyim, ah sevdalım, sevdiğim, tüm âlemde seçtiğim!<br />
Ara sıra in tahtından, aşağıya gel, zevklerin ve kederlerin<br />
arasına karış! Türlü suretler ve sevinçler ardına, aşkımın ve<br />
kalbimin içine gizlen! Ve şarkılarını söyle orada, ah sevdalım,<br />
sevdiğim, tüm âlemde seçtiğim!<br />
191