02.02.2018 Views

Rabindranath Tagore - Firari

Tagore Şiirleri, "Firari" (2. baskı)

Tagore Şiirleri, "Firari" (2. baskı)

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

FİRARİ<br />

Çeviren: Aytek Sever


RABİNDRANATH TAGORE<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941), Kalküta’da doğdu. Brahman bir ailedendi; dedesi<br />

ve babası Brahma-Samaç adlı dinî ve sosyal reform hareketinin ileri gelen<br />

temsilcilerindendi. Genç yaşta çokyönlü bir eğitim alan <strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı<br />

edebiyat ve düşüncesinin çeşitli kaynaklarıyla tanıştı, hem entelektüel hem manevi<br />

anlamda yoğun ve derin bir havayı soluyarak yetişti. Başta şiir, tiyatro oyunu,<br />

roman, hikâye ve deneme olmak üzere edebiyatın hemen her türünde örnekler<br />

verdi; bir müzisyen olarak çok sayıda şiirini şarkı olarak besteledi; resimle uğraştı,<br />

sergiler açtı. Kendi şiirlerinden yaptığı İngilizce çeviriler sayesinde dünyada<br />

tanındı; saygın bir Hint-İngiliz şairi olarak kendine yer edindi; 1913’te Nobel<br />

Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Dünyanın çeşitli bölgelerine geziler yapan <strong>Tagore</strong><br />

geniş bir yelpazeden pek çok entelektüel ile tanıştı; aralarında W. B. Yeats, Ezra<br />

Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Juan Ramón Jiménez, Anna Ahmatova, Pablo<br />

Neruda’nın da olduğu çok sayıda edebiyatçıyı etkiledi. Başlıca yapıtları arasında<br />

Gora (1910), Gitanjali (1912), Bahçıvan (1913), Sadhana (1913), Kabir’in Şarkıları (1915),<br />

Meyve Hasadı (1916), Yuva ve Dünya (1916), <strong>Firari</strong> (1921) sayılabilir.<br />

AYTEK SEVER<br />

Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek lisans öğrenimini<br />

Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />

alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />

sıra, yayımlanmış veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />

İdaresi), Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />

Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), <strong>Tagore</strong> (<strong>Firari</strong>; Gitanjali; Meyve Hasadı),<br />

D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki Yaratıklar) çevirileri vardır.


<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

FİRARİ<br />

Çeviren: Aytek Sever


<strong>Firari</strong><br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

Özgün adı:<br />

The Fugitive (1921)<br />

Çeviren ve Yayına Hazırlayan:<br />

Aytek Sever<br />

Kapak Resmi:<br />

‘<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>’<br />

Sir William Rothenstein, 1912<br />

1. Baskı:<br />

Kırmızı Yayınları, 2009<br />

Yeniden Hazırlanmış 2. Baskı:<br />

© İşaret Ateşi, Ocak 2018<br />

E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />

hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla basılamaz,<br />

kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir mecra veya internet<br />

sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için lütfen kaynak gösteriniz.<br />

www.isaretatesi.com<br />

isaretatesi@gmail.com


İÇİNDEKİLER<br />

Yazar Hakkında Bilgi ………………………. 9<br />

<strong>Firari</strong> – I ……………………………………… 17<br />

Kaça ile Devayani ……………………… 45<br />

Vaishnava Şarkıları …………………..... 58<br />

<strong>Firari</strong> – II …………………………………….. 63<br />

Ama ile Vinayaka ……………………… 95<br />

Annenin Duası …………………………. 108<br />

Baul Şarkıları …………………………… 119<br />

<strong>Firari</strong> – III ……………………………………. 125<br />

Somaka ile Ritvik ………………………. 159<br />

Karna ile Kunti …………………………. 171<br />

Hindu Jnanadas Şarkıları ……………… 189


www.isaretatesi.com<br />

YAZAR HAKKINDA BİLGİ<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941). Hintli şair, mistik, düşünür,<br />

romancı, denemeci, oyun yazarı, müzisyen, ressam, eğitim<br />

reformcusu. Varlıklı ve nüfuzlu bir Brahman ailenin on<br />

dördüncü ve en küçük çocuğu olarak Kalküta’da dünyaya<br />

geldi. Dedesi Dvarkanath ve babası Debendranath <strong>Tagore</strong>,<br />

Ram Mohan Roy’un kurduğu, tüm inançlara, dinlere,<br />

milletlere, renklere, kastlara kapılarını açmış, Hinduizm,<br />

Hristiyanlık ve İslam’ın çeşitli yanlarını bir araya getiren<br />

önemli bir dinî ve sosyal reform hareketi olan Brahma-Samaç<br />

okulunun ileri gelenlerindendiler; <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> da<br />

böyle bir etki altında yetişti.<br />

Özel bir öğrenim gördü; hem Doğu hem Batı kültürünü<br />

tanıdı; küçük yaşta Hindistan içinde geziler yapma fırsatı<br />

buldu; Hint düşünüşü, tarih, edebiyat, sanat, çağdaş bilim,<br />

Sanskritçe ve yabancı diller konularında donanım kazandı;<br />

Upanishadlar’ın mistik anlayışını benimsedi; Hint klasik<br />

şiirinin Kalidasa, Kabir, Vidyapati gibi şairlerini, Vaishnava<br />

şairlerini okudu; çok genç yaşta şiir yazmaya başladı. Küçük<br />

9


www.isaretatesi.com<br />

“Rabi” ilk şiirini yazdığında 8 yaşındaydı, ilk kitabı<br />

yayımlandığında ise 17 yaşında. Hukuk öğrenimi görmek<br />

üzere 1879’da Londra’ya gittiyse de yarım bırakarak bir yıl<br />

sonra ülkesine döndü. 1883’te Mrinalini Devi ile evlendi, eşiyle<br />

beş çocukları oldu.<br />

Bengalce, bazen de Sanskritçeleşmiş bir Bengal lehçesiyle<br />

yazan <strong>Tagore</strong>, 1890’da ailesinin sahip olduğu topraklarla<br />

ilgilenmek üzere Doğu Bengal’e (bugünkü Bangladeş) giderek<br />

bir süre orada kaldı. Bu dönemde yerel köy kültüründen<br />

beslendi, kendisinde önemli etki bırakacak olan Baul<br />

şarkıcılarını tanıdı. 1891-1900 yılları arasında üretken bir<br />

dönem yaşadı, toplamda yedi cilt tutan şiirler ve pek çok kısa<br />

hikâye yazdı, dergiler çıkardı.<br />

1901’de Batı Bengal’e dönerek Santiniketan’da, ailesinin<br />

sahip olduğu topraklarda Patha Bhavana adını verdiği<br />

deneysel okulu kurdu; burada bahçeler ve ağaç korulukları<br />

arasındaki doğal ortamda Upanishadlar’a dayalı, Doğu’nun ve<br />

Batı’nın bilgisini kaynaştırmaya çalışan yenilikçi bir eğitim<br />

anlayışını yerleştirmeye çalıştı. Bu okul, daha sonra 1918<br />

yılında genişletilerek Vişva-Bharati adıyla özgün bir üniversite<br />

halini aldı. “Vişva-Bharati, zengin akıl mirası tüm insanlığın<br />

hizmetinde olan Hindistan’ı temsil etmektedir; Vişva-Bharati,<br />

Hindistan’ın kendi kültürünün en iyi ürünlerini başkalarına<br />

sunma sorumluluğunu ve onlardan en iyi ürünlerini kabul<br />

etme hakkını tanımaktadır,” diye söz etmekteydi <strong>Tagore</strong>,<br />

okulundan.<br />

10


www.isaretatesi.com<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>, ellili yaşlarına gelene kadar<br />

yalnızca Hindistan içinde, hatta ağırlıklı olarak Hindistan’ın<br />

Bengalce konuşulan bölgelerinde tanınıyor, Hindistan dışında<br />

ise hiç bilinmiyordu. Ancak 1912 yılında yaptığı İngiltere<br />

seyahati onun için çok şeyi değiştirdi. O güne dek hep<br />

Bengalce yazmış olan <strong>Tagore</strong>, yolculuğu sırasında şiirlerinden<br />

İngilizce’ye çeviriler yapmaya başladı. Çevrilmiş şiirler,<br />

İngiltere’ye vardığında önce ressam arkadaşı William<br />

Rothenstein’a, onun aracılığıyla da William Butler Yeats ve<br />

Ezra Pound’a ulaştı. Bir yıl sonra, önsözünü Yeats’in yazdığı<br />

Gitanjali yayımlandı. <strong>Tagore</strong>’un şiiri kısa sürede önce<br />

Londra’da, ardından da tüm dünyada büyük ses getirdi ve<br />

çeşitli edebiyat çevrelerinde etki yarattı: Daha evvel hiç kimse<br />

İngiliz dilinde bu tonda bir söyleyiş duymamıştı. Kısa süre<br />

sonra <strong>Tagore</strong>, bu onura layık görülen ilk Asyalı olarak 1913 yılı<br />

Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.<br />

<strong>Tagore</strong>, kısa sürede elde ettiği ünle, Avrupa’da pek çok<br />

önemli kişiyle temas kurdu, çeşitli çevrelere fikirlerini aktarma<br />

şansı buldu, dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.<br />

Hem yeni şiirler, kısa hikâyeler, tiyatro oyunları, roman ve<br />

denemeler yazarak, hem de yazdıklarından İngilizce’ye<br />

çeviriler yaparak yaratıcı dehasını ortaya koyduğu bu üretken<br />

döneminde, bir yandan da beş kıtada otuzdan fazla ülkeyi<br />

ziyaret etti. ABD’de, Japonya’da, Çin’de, Güneydoğu Asya’da,<br />

çeşitli Latin Amerika ülkelerinde, İtalya, Danimarka, İsviçre,<br />

Almanya, Çekoslovakya gibi Avrupa ülkelerinde, SSCB, İran,<br />

Irak ve Seylan’da bulundu. Henri Bergson, Albert Einstein,<br />

Robert Frost, Thomas Mann, Bernard Shaw, H. G. Wells,<br />

11


www.isaretatesi.com<br />

Romain Rolland, Saint-John Perse gibi önde gelen isimlerle<br />

tanıştı.<br />

Yaptığı tüm bu geziler ve kurduğu dostluklar aracılığıyla<br />

<strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı’nın birliği ülküsünü yaymaya çabaladı;<br />

Santiniketan’daki okulu için dünyanın çeşitli yerlerinden<br />

destek topladı; uluslararası işbirliği ve dostluğu<br />

güçlendirmeye çalıştı; Avrupa emperyalizmini eleştirdi;<br />

milliyetçiliğin tehlikelerine işaret etti. Onun yücelttiği, ruhani<br />

değerler ve Doğu ve Batı adına çokseslilik, karşılıklı anlayış,<br />

hoşgörü ve “bilinç birliği” üzerine kurulu yeni bir “dünya<br />

kültürü” fikriydi.<br />

Kendi ülkesi içinde de, kendi tarzından ödün<br />

vermeyerek, siyasi anlamda etkin bir rol üstlenen <strong>Tagore</strong>,<br />

Mohandas Gandhi’nin yakın bir dostu ve destekçisiydi.<br />

Hindistan’ın tam bağımsızlığını sonuna dek savunuyordu.<br />

Bununla beraber siyasete hiçbir zaman doğrudan dâhil olmadı,<br />

ağırlıklı olarak reformcu fikirleriyle ve zaman zaman coşkulu<br />

özgürlük şarkılarıyla etkisini hissettirdi. Ailesinin sahip<br />

olduğu geniş arazileri de yönetmiş olmanın tecrübesiyle insan<br />

hakları, eğitim, kültür, tarımsal ve sosyal reformlar konularına<br />

eğildi. Gandhi ile sosyal konularda, özellikle toplumda<br />

yerleşik olan kast bilinci ve dışlanmış alt tabakanın gördüğü<br />

muameleye karşı çıkış hususunda görüş birliği içindeydi.<br />

Ancak siyaseten Gandhi ile anlaşamadığı noktalar da oldu;<br />

<strong>Tagore</strong> özellikle milliyetçilik ve militarizmin tehlikelerine<br />

dikkat çekiyor, bununla ilintili olarak zaman zaman<br />

Gandhi’nin kimi yöntemlerini eleştirmekten geri durmuyordu.<br />

12


www.isaretatesi.com<br />

Hindistan’daki emperyalist İngiliz uygulamalarının ülke<br />

içindeki tüm olumsuzlukların temel nedeni değil, ülkenin<br />

içinde bulunduğu sosyal sayrılık durumunun bir sonucu<br />

olduğu düşüncesiyle, Hindistan için tam anlamıyla bir<br />

dirilişin, köylerin gerçekleştirilecek bir tarım ve eğitim reformu<br />

sayesinde kabuğunu kırması ve “bilginin canlanması” yoluyla<br />

mümkün olacağını savundu. Bu yönde, Vişva-Bharati’nin yanı<br />

sıra Şriniketan adını verdiği bir enstitü de kurarak çaba<br />

harcadı; bu projeleri için dünyanın çeşitli bölgelerindeki<br />

akademisyenlerden, bağışçılardan, çeşitli siyasi aktörlerden<br />

destek gördü. <strong>Tagore</strong>, Hindistan adına tam bir bağımsızlık için<br />

izlenmesi gereken yolun ve kullanılacak yöntemlerin, bütünsel<br />

bir kültürel uyanış vizyonu çerçevesinde ortaya konup<br />

uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Hindistan içinde kendi<br />

fikirlerine yeterli ideolojik destek bulmakta zorlandığı ve<br />

Hindu-Müslüman ayrımına doğru giden tehlikeli tırmanışı<br />

sezdiği zaman ise kenara çekilmeyi tercih etti.<br />

<strong>Tagore</strong>, 1930’lu yıllara doğru, yani yetmişli yaşlarına<br />

gelmişken, resimle de uğraşmaya başladı; kendine özgü bir<br />

tarz geliştirdi. Resimleri Paris, Birmingham, Berlin, Moskova<br />

ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilendi. Bu arada,<br />

yaşamının son dönemine girerken, çeşitli edebî türlerde bolca<br />

eser vermeye devam etti.<br />

Hayli trajik bir şekilde, yaşarken kendisinden evvel<br />

eşinin, çocuklarının ve tüm aile fertlerinin ölümüne ve<br />

Bengal’in düşüşüne tanık olan <strong>Tagore</strong>’un, seksen yaşına<br />

yaklaşırken sağlığı kötüleşti. Ancak uzun süren hastalık<br />

13


www.isaretatesi.com<br />

dönemleri ve kronik ağrılarla mücadele ettiği bu dönemde<br />

üretkenliğinde bir gerileme olmadı, en derinlikli ve aydınlık<br />

şiirlerinden bazılarını bu dönemde yazdı. Yaşamı üzerine<br />

yazdığı ikinci otobiyografiyi tamamladıktan birkaç ay sonra ve<br />

son şiirini dikte ettirdikten dakikalar sonra 7 Ağustos 1941’de<br />

bu dünyaya veda ederek sonsuzluğa göçtü.<br />

Yaşamı süresince sayısız yapıt ortaya koyan <strong>Tagore</strong>,<br />

öncelikle bir şairdi. Şiirlerini Bengalce yazdı; bununla beraber<br />

çok iyi hâkim olduğu İngilizce’ye kendi şiirlerinin büyüleyici<br />

çevirilerini yaptığı için bir Hint-İngiliz şairi olarak da kabul<br />

edilir.<br />

Yapıtlarının devasa hacmi, daha ilk bakışta bu ölümsüz<br />

edebiyat ve düşünce insanı hakkında çok şey anlatmaktadır.<br />

Şaşılacak bir üretkenlikle ortaya koyduğu ciltler dolusu şiir,<br />

kısa hikâye, roman, kısa ve uzun tiyatro oyunları, gezi<br />

günlükleri, iki otobiyografi çalışması, felsefe, din, eğitim ve<br />

sosyal konulardaki denemeleri ve Santiniketan okulu<br />

öğrencileri için yazdığı ders kitapları bugün bile hâlâ eksiksiz<br />

olarak bir araya toplanmamıştır. Tüm bunların yanı sıra,<br />

<strong>Tagore</strong>, bir şair olduğu kadar bir müzisyendir de: Onun pek<br />

çok şiiri, aslen müziğinden ayrılmaması gereken şarkı<br />

sözleridir; bu anlamda o, “Rabindrasancit” üslubunda üç bine<br />

yakın şarkı bestelemiştir. Bunlar bugün Bengal bölgesinde tüm<br />

evlerde söylenen halk türkülerine dönüşmüştür. Dahası,<br />

Hindistan ve Bangladeş ulusal marşları da aslında <strong>Tagore</strong>’un<br />

şarkılarıdır.<br />

14


www.isaretatesi.com<br />

Hint edebiyatını modern çağda yeniden canlandıran isim,<br />

hatta bazen, gelmiş geçmiş en büyük Hint şairi olarak<br />

nitelendirilen <strong>Tagore</strong>, ülkesinin ve muazzam Hint kültür<br />

mirasının büyük bir temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda<br />

eksiksiz bir “dünya vatandaşı”, bir dünya aydınıdır. Kendinde<br />

hem Doğu hem de Batı bilincinin rengini taşıyan, Doğu ve Batı<br />

düşüncesini “insan olma bilinci” olarak kendisinde<br />

sentezleyen, eski çağların bilgisiyle modern çağların bilgisi<br />

arasında bilinç köprüleri kuran bir “yeniden doğuş” insanıdır.<br />

<strong>Tagore</strong>’un etkilediği, bazıları <strong>Tagore</strong> çevirileri de yapmış<br />

olan edebiyatçılar arasında W. B. Yeats, Romain Rolland, Ezra<br />

Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Victoria Ocampo, José<br />

Ortega y Gasset, Juan Ramón Jiménez, Zenobia Camprubi,<br />

Yasunari Kawabata, Anna Ahmatova, Octavio Paz, Pablo<br />

Neruda, Boris Pasternak’ın adı sayılabilir.<br />

<strong>Tagore</strong>’un yapıtlarının başlıcaları: Manasi (1890), Altın<br />

Kayık (Sonar Tari-1894), Gitanjali (1910), Şarkılar Çelengi<br />

(Gitimalya-1914), Turnaların Uçuşu (Balaka-1916) adlı şiir<br />

kitapları; Valmiki’nin Dehası (Valmiki Pratibha-1881), Adak<br />

(Visarjan-1890), Karanlık Sarayın Kralı (Raja-1910), Postane (Dak<br />

Ghar-1912), Yerli Yerinde (Achalayatan-1912), Çağlayan<br />

(Muktadhara-1922), Kızıl Zakkumlar (Raktakaravi-1926) adlı<br />

oyunlar; Harap Yuva (Nastanirh-1901), Gora (1910), Yuva ve<br />

Dünya (Ghare Baire-1916), Aykırılar (Yogayog-1929) adlı<br />

romanlar; Anılarım (1912) ve Çocukluk Günlerim (1940) adlı<br />

otobiyografiler. <strong>Tagore</strong>’un İngilizce’ye bizzat çevirdiği, çoğu<br />

derleme niteliğindeki yapıtları ise şunlardır: Gitanjali (1912),<br />

15


www.isaretatesi.com<br />

Bahçıvan (The Gardener-1913), Yeni Ay (The Crescent Moon-1913),<br />

Sadhana (1913), Chitra (1914), Kabir’in Şarkıları (Songs of Kabir-<br />

1915), Avare Kuşlar (Stray Birds-1916), Meyve Hasadı (Fruit-<br />

Gathering-1916), Aç Taşlar (The Hungry Stones-1916), <strong>Firari</strong> (The<br />

Fugitive-1921), Yaratıcı Birlik (Creative Unity-1922).<br />

Aytek Sever<br />

16


www.isaretatesi.com<br />

FİRARİ – I<br />

17


www.isaretatesi.com<br />

18


www.isaretatesi.com<br />

I.<br />

Gölge gibi kayıp gidiyorsun Ebedî <strong>Firari</strong>, senin bu<br />

cisimsiz hücumun etraftaki durgun mekândan bir ışık girdabı<br />

koparıyor.<br />

Ölçülemez yalnızlığının ötesinden seni çağıran Sevgili’ye<br />

mi kaptırdın gönlünü?<br />

Saçlarının karmakarışık örgülerinin fırtınalı bir kargaşaya<br />

sürüklenmesi ve bir kolye parçalanırmış gibi yoluna alev alev<br />

inciler saçılması için yegâne neden, telaşındaki sancı dolu<br />

aciliyet mi?<br />

Senin geçip gidiveren adımların, bu dünyanın tozunu<br />

öperek tatlandırıyor, fazlalıkları bir kenara itiyor; dansla<br />

hareket eden uzuvlarının kopardığı fırtına, ölümün kutsal<br />

sağanağını yaşamın üzerine silkeliyor ve onun gelişimini<br />

tazeliyor.<br />

Apansız bir bitkinlikle bir an duraklasaydın, âlem o an<br />

kat kat yığılır, kendi yolunu tıkardı ve en ufak bir toz zerresi<br />

bile dayanılmaz bir baskıyla, göğü sonsuzluğunun bir<br />

ucundan öbür ucuna delip geçerdi.<br />

19


www.isaretatesi.com<br />

Düşüncelerim, bileklerinde ışık halhallarının sallandığı<br />

bu görünmez ayakların ritmiyle hız kazanıyor.<br />

Onlar benim nabzımda yankılanıyor; kanımda kadim<br />

denizin mezmuru kabarıyor.<br />

O gürültülü sel, yaşamımı âlemden âleme, biçimden<br />

biçime yuvarlıyor; varlığımı sonsuz bir lütuflar sağanağı<br />

halinde, ıstıraplarla, şarkılarla etrafa saçıyor.<br />

Sular kabarıyor, rüzgâr esiyor ve ey kalbim, sudaki kayık<br />

sendeki istek gibi dans ediyor!<br />

Yükünü kıyıda bırak ve keşfedilmemiş karanlığın<br />

üzerinden sınırsız ışığa doğru yelken aç…<br />

20


www.isaretatesi.com<br />

II.<br />

Buraya kadar birlikte geldik dostum ve şimdi sana elveda<br />

demek üzere bu dörtyol ağzında duruyorum.<br />

Senin önünde uzanan yol geniş ve düzdür, benim<br />

aldığım çağrı ise bilinmeyene özgü yollardan gelir.<br />

Rüzgârı ve bulutu takip edeceğim, tepelerin ardında<br />

şafağın söktüğü yere kadar yıldızları takip edeceğim – ve<br />

sevgilileri takip edeceğim, onlar ki yürürler ve tek kelimelik bir<br />

şarkının ilmeğiyle günlerinden bir çelenk örerler:<br />

“Seviyorum.”<br />

21


www.isaretatesi.com<br />

III.<br />

Hava kararıyordu o kadına sorduğumda: “Hangi garip<br />

diyara geldim ben böyle?”<br />

O, yalnızca yere baktı ve uzaklaştığı sırada testisinin<br />

boğumunda su lıkırdadı.<br />

Ağaçlar hayal meyal sarkıyor nehrin üzerinde; toprak<br />

bugünden çok geçmişe ait sanki.<br />

Su uyuyor, bambular durgun ve kasvetli; yolun<br />

aşağısında bir bilezik şıkırdıyor testiye çarptıkça.<br />

Yeter kürek çektiğin, bağla tekneyi bir ağaca – zira bu<br />

diyarın manzarasını sevdim.<br />

Akşam yıldızı tapınağın kubbesinin ardına iniyor;<br />

mermer basamakların yansıması karanlık suda hayalet gibi<br />

geziniyor.<br />

Gecikmiş yolcular oflayıp pofluyor, pencerelerin ışığı<br />

aradaki ağaçlar ve otlar yüzünden karanlığa kıymık kıymık<br />

dağılıyor. Hâlâ o bilezik şıkırdıyor testiye çarptıkça; uzaklaşan<br />

adımlar sararmış yapraklarla kaplı yolu hışırdatıyor.<br />

Gece derinleşiyor; sarayın kuleleri hortlak gibi beliriyor;<br />

şehirden bitkin bir homurtu duyuluyor.<br />

22


www.isaretatesi.com<br />

Kürek çektiğin yeter, bağla tekneyi bir ağaca.<br />

Bırakın huzuru arayayım bu garip diyarda – bu loş diyar<br />

ki uzanıyor yıldızların altında; karanlık şıkırdıyor bilezik<br />

testiye çarptıkça.<br />

23


www.isaretatesi.com<br />

IV.<br />

Ah, bir sırla doluydum, yağmurunu bırakmamış yaz<br />

bulutları misali – sessizlikle sarıp sarmalanmış bir sır, kendime<br />

saklayıp alıp başımı gidebileceğim bir sır.<br />

Ah, fısıldaşabileceğim biri vardı, durgun suların güneşte<br />

sararan ağaçlar altında şıpırdadığı yerde.<br />

Sanki bir ayak sesinin beklentisiyle susmuş gece; ve sen<br />

neden ağladığımı soruyorsun bana.<br />

Gözyaşlarım için bir sebep söyleyemem, zira bu henüz<br />

benden gizlenen bir sırdır.<br />

24


www.isaretatesi.com<br />

V.<br />

Ey, ürkek yolcu! Bir kez olsun dikkatsiz davran ve<br />

büsbütün kaybet yolunu; hepten uyanık da olsan, sabah sisinin<br />

ayartıp ağına düşürdüğü yoğun günışığı gibi ol.<br />

Yanlış yolu tuttuysan eğer, sonunda seni bekleyen Yitik<br />

Kalpler Bahçesi’nden sakınma; orada, perişan kızıl çiçekler<br />

saçılmıştır çimenlere, teskin olmaz sular kabarır çalkantılı<br />

denizde.<br />

Nicedir bekçilik ettin yorgun senelerden topladığın<br />

ganimetin başında. Bırak, dağılıp gitsin hepsi; her şeyini<br />

kaybetmenin ıssız zaferi kalsın sana.<br />

25


www.isaretatesi.com<br />

VI.<br />

İki küçük çıplak ayak geçip gidiyor, âdeta şu benzetmeyi<br />

cisme büründürüyor: “Çiçekler ayak izleridir yazın.”<br />

O ayaklar kendi serüvenlerinin kaydını bırakıyorlar<br />

toprağa böylece, hafif bir esintiyle silinmek üzere.<br />

Ey küçük narin ayaklar, gelin, avare dolaşın gönlümde!<br />

Dolaşın ve şarkıların ebedî izini bırakın hayal âlemimin yolu<br />

üzerinde!<br />

26


www.isaretatesi.com<br />

VII.<br />

Ben senin için gece gibiyim, küçük çiçek.<br />

Ben sana sadece huzuru verebilirim, karanlıkta gizlenmiş<br />

uyanık bir sessizlik verebilirim.<br />

Sabah olup gözlerini açtığında, seni arılarla vızıldayan,<br />

kuş ezgileriyle dolu bir dünyaya bırakacağım.<br />

Sana son armağanım, gençliğinin derinine damlayan bir<br />

gözyaşı olacak; o senin hem tebessümünü daha hoş kılacak,<br />

hem de günün acımasız cümbüşünde bakışını buğulandıracak.<br />

27


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Penceremin önünde bu aç gözlerle bekleyip sırrım için<br />

yalvarma bana. O, tutkunun al al damarlarla göründüğü,<br />

ıstırapla parlayan küçücük bir taştır yalnızca.<br />

Önümde toprağa saçmak için ne hediye getirdin böyle<br />

kucak dolusu?<br />

Getirdiğini kabul edersem, her şeyimi yitirmekle bile<br />

karşılığını ödeyemeyeceğim bir borca girerim diye<br />

korkuyorum.<br />

Penceremin önünde tüm gençliğinle ve çiçeklerinle<br />

durma böyle, fukara yaşamımla mahcup oluyorum.<br />

28


www.isaretatesi.com<br />

IX.<br />

Kalidasa’nın 1 hükümdarın şairi olduğu zamanlar kraliyet<br />

şehri Ucayin’de yaşamış olsaydım, muhakkak bir Malva kızı<br />

tanır, tüm düşüncemi onun adının ezgisiyle donatırdım. O,<br />

göz ucuyla bana nazar eder, sırf yanımda oyalanmasına<br />

bahane olsun diye örtüsünü yasemin dalına taktırırdı.<br />

Bu dediklerim, geçmişte bir zaman hakikaten oldu, ama o<br />

geçmişin izleri zamanın ölü yaprakları altında kayıp şimdi.<br />

Bugün âlimler, bir saklanıp bir görünen bu tarihi<br />

tartışıyorlar.<br />

Uçup giderek kaybolan çağlar üzerine hayallere dalıp<br />

kendimi helâk etmeyeceğim – ama eyvah ki, o çağlar giderken<br />

Malva kızlarını da peşlerine taktılar!<br />

Merak ediyorum, o kızlar Kalidasa’nın dizeleriyle<br />

çınlayan o günleri ellerindeki çiçek sepetlerinde acaba hangi<br />

cennete taşıdılar?<br />

1<br />

Kalidasa: Sanskritçenin en önemli şair ve oyun yazarlarından biridir; Orta<br />

Hindistan’ın Malva bölgesinde kutsal Hindu şehirlerinden biri olan<br />

Ucayin’de uzun süre yaşamış, Kral Vikramaditya’nın sarayında<br />

bulunmuştur. Her biri Hint Edebiyatı’nın klasikleri arasında sayılan<br />

eserlerinden ötürü “Hint Shakespeare”i olarak nitelendirilir. (ç.n.)<br />

29


www.isaretatesi.com<br />

Bu sabah, tanışabilmek için pek geç bir zamanda<br />

doğduğum Malva kızlarından ayrı olmak yüreğimi<br />

kederlendiriyor.<br />

Ne var ki, nisan ayı gene onların saçlarına taktığı çiçekleri<br />

taşıyor; bir zamanlar onların eteklerini savurmuş güney<br />

rüzgârı gene fısıldarmışçasına esiyor güllerin üzerinde.<br />

Kalidasa artık şarkılarını söylemese de, neşe hakikaten<br />

baharın her yerinde. Ve beni Şairler Cenneti’nden seyrediyorsa<br />

eğer, şairin imrenmek için pek çok sebebi var!<br />

30


www.isaretatesi.com<br />

X.<br />

Onun gönlü için tasalanma, ey gönlüm; bırak, karanlıkta<br />

kalsın öyle.<br />

Ya onun güzelliği suretten ibaretse, gülümsemesi sadece<br />

görünüşteyse? En iyisi, ben onun bakışlarının basit anlamını<br />

sorgusuzca alayım, onunla mutlu olayım.<br />

Beni sardığı kollar bir sanrılar ağından ibaretse bile<br />

umurumda değil, çünkü ağın kendisi de bereketli ve<br />

nadidedir, insan aldatmacalara gülüp geçebilir.<br />

Onun gönlü için tasalanma, ey gönlüm! Sözler inanılası<br />

değilse bile bestenin doğruluğuyla hoşnut ol; aşağıda ne<br />

gizlenirse gizlensin, harelenen aldatıcı yüzeyde nilüfer misali<br />

dans eden zarafetin tadını çıkar…<br />

31


www.isaretatesi.com<br />

XI.<br />

Sen ne anasın ne kız evlâtsın Urvaşi, 2 ne de gelinsin.<br />

Kadınsın sen, cennetin ruhunu büyüleyip baştan çıkarmak<br />

üzere, kadın.<br />

Sürülerin geri döndüğü ağılların üzerine çökerken<br />

yorgun ayaklı Akşam, sen lambaları hazır etmezsin; masum<br />

bir gelinin ürkek kalbiyle, titrek bir gülümsemeyle ve<br />

karanlıktaki saatlerin mahremiyetinden kıvanç duyarak, zifaf<br />

yatağına doğru gitmezsin.<br />

Sen şafak misali örtüsüzsün Urvaşi, utançsızsın.<br />

Kim tahayyül edebilir, seni yaratmış olan görkemin<br />

sancılı taşkınlığını?<br />

2<br />

Urvaşi: Hint mitolojisinde bir “apsara”, yani gökle toprak arasında aracı<br />

olan bir su perisi. Hikâyesi şöyledir: Evrenin en eski çağlarında ikiz bilgeler<br />

Nara ve Narayana çetin bir çileye girip meditasyona dalmışlar. Bunu<br />

kendisi ve tahtı için bir tehdit olarak gören İndra, sarayının dansçıları olan<br />

apsaraları yollayarak bilgelerin dikkatini dağıtmaya çalışmış. Apsaralar<br />

yüzünden dikkati dağılan bilgeler, öfkelenerek kızların bacaklarına<br />

vurmuşlar ve bir anda güzeller güzeli Urvaşi belirivermiş. Bilgeler, çileleri<br />

tamamlandığında İndra’yla uzlaşmışlar ve bir barış hediyesi olarak ona,<br />

sarayında bir dansçı olması için Urvaşi’yi sunmuşlar. Ayrıca, İndra için,<br />

bkz. dipnot 9. (ç.n.)<br />

32


www.isaretatesi.com<br />

Kadim baharın ilk gününde çalkantılı okyanustan<br />

yükselmiştin, sağ elinde yaşamın, sol elinde zehrin kadehini<br />

taşıyordun. Büyülü bir yılan misali lüle lüle olmuş canavar<br />

deniz, binbir başını senin ayaklarına yuvarlıyordu.<br />

Lekesiz parlaklığın suyun köpüklerinden belirdi; bir<br />

yasemin gibi beyaz ve çıplaktın.<br />

Acaba hiç küçük, utangaç veya körpe oldun mu Urvaşi –<br />

ey ebedî gençlik?<br />

Uyudun mu derin mavi gecenin beşiğinde; mercanların,<br />

deniz kabuklarının ve düşsel biçimlere bürünmüş oynak<br />

yaratıkların üzerinde cevherlerin garip ışıklarının oynaştığı<br />

yerde – gün ağarıp da senin dehşetengiz çiçeklenişini açığa<br />

vurana dek?<br />

Sen tüm çağlarda erkeklerin taptığı kadınsın Urvaşi, ey<br />

sonsuz harika!<br />

Bir bakışınla, âlemin kalbi naif bir sızı içinde çarpıyor;<br />

münzevi geliyor, kalender yaşamının semeresini senin<br />

ayaklarına sunuyor; ozanların şarkıları varlığının ıtırı etrafında<br />

toplanıp vızıldaşıyor. Ayakların, savruk bir zevkle oradan<br />

oraya gezinirken, yaldızlı zillerin çıngırtısıyla kof rüzgârı bile<br />

kalbinden yaralıyor.<br />

Sen tanrılar önünde dans edip uzaya tuhaf ritimli<br />

yörüngeler savurduğun zaman Urvaşi, bir titreme alıyor<br />

yeryüzünü; yapraklar, otlar ve güz tarlaları kabarıp<br />

dalgalanıyor; deniz, ahenkli bir dalgalar cümbüşüne gark<br />

oluyor; senin koynunda zıplayan kolye sonunda kopup<br />

33


www.isaretatesi.com<br />

dağılıyor, yıldızlar boncuk misali göğe saçılıyor – ve kan,<br />

erkeğin yüreğinde hop ediyor.<br />

Sen cennetin uykusunun kırıldığı ansın Urvaşi, havayı<br />

gerilimle ürpertiyorsun. Âlem gözyaşlarıyla yıkıyor kollarını,<br />

bacaklarını; onun kalbinin kanıyla kıpkırmızı kesilmiş senin<br />

ayakların; isteğin dalgalarda sallanan lotus çiçeği üzerinde<br />

sağlamışsın dengeni; Tanrı’nın gürültülü tasavvurunun harıl<br />

harıl işlediği sınırsız aklın ortasında durmaksızın dans<br />

ediyorsun.<br />

34


www.isaretatesi.com<br />

XII.<br />

Sen, bir akarsu gibi çabuk ve çevik, gülüyor, dans<br />

ediyorsun; ve sen geçip giderken adımların da şarkı söylüyor.<br />

Ben, suyun kıyısı gibi kaba ve dimdik, sessiz ve kaskatı<br />

duruyorum karşında, kapkaranlık bakıyorum sana.<br />

Büyük, çılgın bir fırtına gibi hareketleniyorum aniden,<br />

benliğimi parçalayıp tutku girdaplarıyla saçmak istiyorum.<br />

Sen, şimşek gibi keskin ve ipince, çalkantılı karanlıkların<br />

yüreğini delip geçiyorsun, capcanlı bir kahkaha çizgisiyle<br />

kayboluyorsun.<br />

35


www.isaretatesi.com<br />

XIII.<br />

Benden aşkımı istemiş, oysa beni sevmemiştin.<br />

Ondan beridir, yaşamım sen kurtulmaya çabaladıkça<br />

sıkılaşıp düğümlenen bir zincir gibi dolanmış etrafına.<br />

Çaresizliğim senin ölümcül yoldaşın olmuş; en sönük<br />

mutluluklarına bile göz açtırmaz, yakalar seni, kederlerin inine<br />

çeker.<br />

Sen benim özgürlüğümü yerle bir ettin, ama kendi<br />

mahpushaneni de yarattın bu viraneden.<br />

36


www.isaretatesi.com<br />

XIV.<br />

İyi ki yüzündeki o değişmez acıma ifadesiyle<br />

beklemeyeceksin beni.<br />

Gözümdeki yaşların nedeni, gecenin büyüsüdür – benim<br />

kendi kederli ezgisinden ürkmüş veda sözlerimdir. Ama sabah<br />

olup gün doğacak, ıslak gözlerim kuruyacak, sızlanmak için<br />

bir neden kalmayacak.<br />

Kim demiş unutmak zor diye?<br />

Yaşamın çekirdeğinde ölümün merhameti işler; budala<br />

bir inatla kaskatı olmuş yaşam, nefes alır böylece.<br />

Fırtınalı deniz nihayet ninniye dalar sallanan beşiğinde;<br />

orman yangını uyuyakalır külden yatağı üzerinde.<br />

Sen ve ben ayrılacağız; ortaya çıkan gediği, güneşte gülen<br />

capcanlı otlar ve çiçekler gizleyecek.<br />

37


www.isaretatesi.com<br />

XV.<br />

Onca gün arasında, bahçemi gezmek için bugünü<br />

seçtiniz.<br />

Fakat dün gece fırtına geçmişti güllerimin üzerinden;<br />

kopan yapraklar çimenlere saçılmış.<br />

Bilmiyorum nedir sizi buraya getiren. Bahçemin çalıdan<br />

çitleri yere yatmış ve oluk oluk su geziniyor patikalarda;<br />

baharın müsrif zenginliği dağılmış, dünün kokusu ve ezgisi<br />

bugün perperişan.<br />

Gene de bekleyin biraz, geriye kalmış birkaç çiçek<br />

bulayım size – hoş, eteğinizi dolduracak kadarını<br />

bulabileceğimden şüpheliyim ya…<br />

Vakit az, zira bulutlar toplanıyor yeniden – ve bakın işte,<br />

yağmur başladı bile!<br />

38


www.isaretatesi.com<br />

XVI.<br />

Bir an için dalıp gitmişim, kendime geldim.<br />

Ama kaldır gözlerini; yağmurunu yitirmiş, uzak, solgun<br />

bir bulut misali, gölgeler kalmış mı gözlerinde eski günlerden,<br />

göreyim.<br />

Bir an için sabret dalıp gitmişsem.<br />

Güller dalında gonca henüz; daha bilmiyorlar ki biz bu<br />

yaz hep ihmal ediyoruz çiçek toplamayı.<br />

Sabah yıldızı hep aynı sessizlikle titreşiyor; erken<br />

saatlerin ışığı, pencereni taçlandıran dalların ağına düşmüş.<br />

Tıpkı eski günlerdeki gibi.<br />

O günler geride kaldı, dalıp gitmişim bir an.<br />

Hatırlamıyorum, yüreğimi apaçık ettiğimde benden yüz<br />

çevirerek hiç utandırmış mıydın beni.<br />

Bir tek, dudağının titreyişine sürgün edilmiş sözcükleri<br />

hatırlıyorum; günbatımında yuvasını arayan bir kuşun<br />

kanatları misali, kara gözlerinden süzülüp giden tutkulu<br />

gölgeleri hatırlıyorum.<br />

39


www.isaretatesi.com<br />

Unutmuşum senin hatırlamadığını, şimdi kendime<br />

geliyorum.<br />

40


www.isaretatesi.com<br />

XVII.<br />

Yağmur şakır şakır yağıyor. Nehir coşuyor ve yılan gibi<br />

tıslıyor. Sular yalayıp yutmaya başlıyor adayı; giderek eksilen<br />

sahilde, ayaklarımın dibinde deste deste mısırımla bir başıma<br />

bekliyorum.<br />

Karşı kıyının karaltıları arasından bir tekne geçiyor;<br />

dümeninde bir kadın.<br />

Sesleniyorum: “Açgözlü suların kuşattığı bu adaya bir<br />

uğrayın, mahsûlüm sizin olsun!”<br />

Kadın geliyor, son tanesine kadar tüm mahsûlümü alıyor.<br />

Beni de almasını istiyorum.<br />

Fakat, “Hayır” diyor: Tekne armağanımla tamamen<br />

dolmuş, bana yer kalmamış.<br />

41


www.isaretatesi.com<br />

XVIII.<br />

El ediyor bana Akşam; ve karanlığı aşmak üzere sular<br />

yükselmeden önceki son tekneyle ayrılan yolcuların peşinden<br />

gitmeye can atıyorum.<br />

Bazısı evine, bazısı uzak bir sahile gidiyor; ama hepsi<br />

yolculuğu göze almış.<br />

Bense bir başıma kalıveriyorum iskelede; evimi terk<br />

etmiş, gemiyi kaçırmışım: Yaz geçmiş, elimde mahsûlümden<br />

bir şey kalmamış kışa.<br />

Başarısızlıkları toplayıp onları karanlığa gözyaşlarıyla<br />

ekecek, yeni günle beraber onlara meyve verdirecek Sevgiyi<br />

bekliyorum ben.<br />

42


www.isaretatesi.com<br />

XIX.<br />

Nehrin bu tarafında bir iskele yok; kızlar da gelmiyor<br />

buraya testilerini doldurmaya. Suyun kıyısını bodur çalılar<br />

kaplamış; gürültücü bir salik 3 sürüsünün yuvalandığı dik su<br />

yamacının çatık kaşları altında balıkçı teknelerinin<br />

sığınabileceği bir yer yok.<br />

Kimseciklerin uğramadığı çimenlere oturmuşsun, vakit<br />

geçmek bilmiyor. Söylesene, ağzı açık kalmışçasına çatlak<br />

çatlak olan bu kupkuru kıyıda ne yapıyorsun?<br />

Kadın yüzüme bakıyor ve şöyle diyor: “Hiç ama hiçbir<br />

şey.”<br />

Nehrin bu kıyısı ıssız; sığırlar da inmiyor suya. Köyden<br />

birkaç başıboş keçi gün boyu otluyor seyrek çimenlerde;<br />

kökünden sökülüp çamurun üzerine eğilmiş kuru bir pepal<br />

ağacından 4 etrafı gözlüyor şahin.<br />

3<br />

Salik Kuşu: Bengal bölgesinde sık rastlanan, güzel ötüşlü bir kuş çeşidi.<br />

(ç.n.)<br />

4<br />

Pepal Ağacı: Bo ağacı olarak da bilinen kutsal incir ağacı; Siddharta<br />

Gautama’nın, altında oturarak aydınlanmaya vardığı ağaç. (ç.n.)<br />

43


www.isaretatesi.com<br />

Orada, şimol’ün 5 daracık gölgesinde bir başına oturup<br />

duruyorsun, vakit geçmek bilmiyor.<br />

Söyle bana, kimi bekliyorsun?<br />

Kadın yüzüme bakıyor ve cevap veriyor: “Hiç ama hiç<br />

kimseyi.”<br />

5<br />

Şimol Ağacı: Hindistan bölgesine özgü, nadir rastlanan tropik bir ağaç<br />

türü. (ç.n.)<br />

44


www.isaretatesi.com<br />

XX.<br />

KAÇA İLE DEVAYANİ 6<br />

Genç Kaça, Asuralar’a 7 hocalık eden bir bilgeden ölümsüzlüğün<br />

sırrını öğrenmek için cennetten gelmişti. Bilgenin kızı Devayani ona<br />

âşık oldu.<br />

6<br />

Kaça ile Devayani: Epik Hint destanı Mahabharata’da anlatılan bir<br />

hikâyenin kahramanları. Hikâyede Vrihaspati, oğlu Kaça’yı, ölülere can<br />

vermenin sırrını öğrenmek üzere bilge Şukraçarya’ya yollar. Amaç,<br />

Asuralar’a karşı Devalar’a yardım etmektir (Bkz. altta “Asuralar/Devalar”).<br />

Şukraçarya genci eğitmeye başlar; bu arada kızı Devayani gence âşık olur.<br />

Asuralar Kaça’yı öldürmeye çalışırlar, ancak her seferinde Şukraçarya onu<br />

canlandırır. Sonunda Asuralar onu öldürüp küllerini şarapla Şukraçarya’ya<br />

sunarlar. Şukraçarya şarabı içer ve Kaça’yı diriltmek istediğinde onun<br />

karnında olduğunu farkeder. Böylece, sanatının sırrını Kaça’ya öğretmek<br />

zorunda kalır. Kaça, Şukraçarya’nın karnını yararak ortaya çıkar, ustasını<br />

diriltir. Eğitimini tamamlayan Kaça ayrılacakken Devayani onunla<br />

evlenmek istediğini söyler; fakat Kaça artık onun kardeşi sayılacağını<br />

söyleyerek teklifi reddeder. Kız Kaça’yı lanetler ve öğrendiği büyüyü<br />

kullanamayacağını ilan eder. Buna karşılık Kaça, büyüyü başkalarına<br />

öğretmesine bir engel olmadığını söyler ve oradan ayrılır. (ç.n.)<br />

7<br />

Asuralar/Devalar: Hint mitolojisinde Asuralar, güçlü olmanın peşinde bir<br />

grup tanrıdır. Eski kutsal metinlerde evlilik gibi bir takım ahlâki ve sosyal<br />

olguları yöneten iyi tanrılarken, sonraki metinlerde şeytanileşmişlerdir.<br />

Gökteki ikinci dereceden önemli iyi tanrılar olan Devalar’ın karşıtlarıdırlar.<br />

45


www.isaretatesi.com<br />

-KAÇA-<br />

Artık ayrılmamın zamanı geldi Devayani; nicedir Büyük<br />

Usta’nın yanındaydım, ama bugün eğitimin tamamlandığı<br />

gündür. Nazikçe müsaade et, geldiğim Tanrılar diyarına geri<br />

döneyim.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Dilediğin üzere, Tanrılar’ın imrendiği o eşsiz bilgiyi elde<br />

ettin – peki ama arzulayabileceğin başka bir şey kalmadı mı?<br />

-KAÇA-<br />

Kalmadı, Devayani.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Kalmadı mı? Kalbinde derinlere in ve bak; karşılık<br />

bulamamaktan korkan ürkek bir istek saklanıyor olmasın<br />

orada?<br />

-KAÇA-<br />

Benim için erincin güneşi yükseldi ve yıldızlar onun<br />

ışığında eridi. Yaşam bahşeden bilgiye hâkim oldum.<br />

Asuralar Batı mitolojisindeki Titanlar’ın Hint’teki karşılığıdır. <strong>Tagore</strong>,<br />

yaptığı İngilizce çeviride bunlara “Tanrılar” ve “Titanlar” demiş, fakat biz<br />

çevirimizde “Titanlar” yerine “Asuralar” ifadesini kullandık. (ç.n.)<br />

46


www.isaretatesi.com<br />

-DEVAYANİ-<br />

Yaratılanların en mutlusu sen olmalısın o halde. Ah! İlk<br />

defa şu an, biz elimizden geleni sana sunmuş olsak da, yabancı<br />

bir diyarda geçirdiğin bu günlerin senin için bir eziyet<br />

olduğunu hissediyorum.<br />

ver.<br />

-KAÇA-<br />

Böyle hırçın olma lütfen! Tebessüm et ve gitmeme izin<br />

-DEVAYANİ-<br />

Tebessüm! Ama sevgili dostum, burası senin doğduğun<br />

Cennet değil. Susuzluğun çiçekteki kurtçuk misali kalbin<br />

çekirdeğini kemirdiği, şaşkın arzunun arzulanan şeyin<br />

etrafında takılıp kaldığı, belleğin yitirilen neşenin ardından<br />

durmaksızın vahlandığı bu dünyada tebessümler öyle bol<br />

değil.<br />

-KAÇA-<br />

Devayani, ne yaptım da gücendirdim seni?<br />

-DEVAYANİ-<br />

Seni bunca sene şarkılara ve gölgelere boğan bu<br />

ormandan ayrılmak senin için bu kadar basit mi? Sen bir<br />

başına, dudaklarında bir gülümsemeyle bizden ayrılırken,<br />

ışıltılı gölgelerde rüzgâr nasıl hayıflanıyor, havada kuru<br />

yapraklar yitirilmiş umudun hayaletleri misali nasıl fırıl fırıl<br />

dönüyor, hissetmiyor musun?<br />

47


www.isaretatesi.com<br />

-KAÇA-<br />

Bu orman benim için ikinci bir ana oldu, yeniden<br />

doğdum burada. Ona duyduğum sevgim asla yok olmayacak.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Sen sürüleri otlamaya götürdüğün zaman, ileride banyan<br />

ağacı 8 senin yorgun bacakların için konuksever bir gölge hazır<br />

tutardı öğle sıcağına karşı.<br />

-KAÇA-<br />

Selam olsun sana, ey Ormanın Efendisi! Senin korunağın<br />

altında başka öğrenciler vızıldayan arılar ve hışırdayan<br />

yapraklar eşliğinde öğrendiklerinin şarkısını söyledikleri<br />

zaman, beni hatırla.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Ve çağıldayan sularıyla şarkı söyleyen bir aşk ırmağı olan<br />

Venumati Nehri’ni de unutma.<br />

-KAÇA-<br />

Hep hatırlayacağım, sürgün yıllarımın o sevgili yoldaşını;<br />

çalışkan bir köylü kızı misali, yüzünde bir gülücükle hizmet<br />

eden, ara sıra basit bir şarkı tutturan Venumati’yi.<br />

8<br />

Banyan Ağacı: Birçok kök üzerinde tutunarak ayakta kalan, etkileyici<br />

görünüme sahip bir ağaçtır; Hindular için sonsuz yaşamı simgeler. (ç.n.)<br />

48


www.isaretatesi.com<br />

-DEVAYANİ-<br />

Ama sevgili dostum, asıl anman gereken bir başka<br />

yoldaşın var, sana sıla özlemini unutturmak için boş yere<br />

çırpınmış olan.<br />

-KAÇA-<br />

O kızın düşüncesi yaşamımın bir parçası oldu.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Buraya geldiğin ilk günü hatırlıyorum, bir çocuktan biraz<br />

daha büyüktün. Orada duruyordun, bahçe çitinin yanında,<br />

gözlerinin içi gülüyordu.<br />

-KAÇA-<br />

Ben de çiçekler devşirirken görmüştüm seni – ışıltıyla<br />

yıkanmış tan yeri misali beyazlara bürünmüş... “Sana yardım<br />

etme şerefini bahşet bana!” demiştim.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Şaşırtmıştın beni; kim olduğunu sormuştum, Tanrı<br />

İndra ’ nın 9 sarayında ilâhi bir bilge olan Vrihaspati’nin oğlu<br />

olduğunu ve babamdan ölülere hayat veren gizli büyüyü<br />

öğrenmeyi dilediğini söylemiştin uysalca.<br />

9<br />

İndra: Hava olaylarının ve savaşın tanrısıdır. Hint mitolojisinde cenneti<br />

muhafaza eden ve ateş, su, güneş gibi unsurları oluşturan Devalar’ın<br />

lideridir; şeytani Asuralar’a karşı olan savaşı idare eder. Ulu bilgeleri,<br />

büyük kralları ve savaşçıları göksel sarayında ağırlar. (ç.n.)<br />

49


www.isaretatesi.com<br />

-KAÇA-<br />

Tanrıların rakibi Asuralar’ın öğretmeni olan Büyük Usta<br />

beni öğrencisi olarak kabul etmez diye korkuyordum.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Ama gayeni ona açıkladığımda beni geri çevirmedi, zira<br />

kızını pek sever o.<br />

-KAÇA-<br />

Hınç dolu Asuralar defalarca öldürdü beni ve sen her<br />

seferinde babanı beni hayata döndürmeye razı ettin. Şükran<br />

borcumu asla ödeyemem.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Şükran borcu mu! Unut hepsini, sanma ki acı duyacağım<br />

bundan! Sadece iyilikler mi kalacak hatırında? Bırak, silinip<br />

gitsin hepsi! Eğer günün derslerinin sonunda, akşam<br />

yalnızlığında bir garip haz ürpertisi titrettiyse yüreğini, işte<br />

onu hatırla – şükran borcunu değil! Eğer yanından biri geçip<br />

gittiğinde, okuduğun satırlara bir parça şarkı takıldıysa, bir<br />

elbisenin etekleri savrulduğunda fikrin kanat çırptıysa,<br />

Cennet’teki avare vakitlerinde onu hatırla. Ne yani, sadece<br />

iyilikler, öyle mi? Güzellik değil, aşk değil...<br />

-KAÇA-<br />

Bazı şeyler kelimelerin gücünü aşar.<br />

50


www.isaretatesi.com<br />

-DEVAYANİ-<br />

Evet, biliyorum. Aşkım kalbinin en derininde<br />

yankılanmıştı bir zaman; budur bana şimdi senin çekincene<br />

meydan okuma cesaretini veren. Asla bırakma beni! Burada<br />

kal! Şöhret mutluluk getirmez. Benden kaçıp gidemezsin<br />

sevgili dostum, zira senin sırrın bana ait artık!<br />

-KAÇA-<br />

Hayır Devayani, hayır.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Nasıl “hayır”? Yalan söyleme sakın! Yüce bir sezgisi<br />

vardır aşkın. Bir günden diğerine, başını şöyle bir<br />

kaldırdığında, bir kısa bakışında, ellerinin kıpırdayışında senin<br />

sevgin dile geliyordu, denizin dalgalarla dile gelmesi gibi. An<br />

olur, sesim kalbini ürpertir, dizlerini titretirdi – hiç mi fark<br />

etmedim? Tanıyorum seni; bu yüzden sonsuza dek<br />

tutsağımsın benim. Senin tanrılarının efendisi bile koparamaz<br />

bu bağı.<br />

-KAÇA-<br />

Bunun için mi onca sene evimden ve çocukluğumdan<br />

uzak, çalışıp çabaladım?<br />

-DEVAYANİ-<br />

Neden olmasın? Tek değerli olan bilgi midir? Aşk<br />

değersiz midir? Bir an için yüreğinin sesini dinle. Bir kadının<br />

kalbinin bir erkeğin güç adına, bilgi adına, itibar adına<br />

51


www.isaretatesi.com<br />

katlanmak zorunda kalabileceği her türlü zahmete değer<br />

olduğunu kabul etme cesaretini göster.<br />

-KAÇA-<br />

Ölümsüz yaşamın bilgisini getireceğime dair kutsal bir<br />

ant içtim Tanrılar huzurunda.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Gerçekten de gözün kitaplarda mıydı hep? Çalışmalarını<br />

bölüp gelmedin mi bana, bağlılığını çiçeklerle anlatmak için?<br />

Nice akşam, tarhları sulamama yardım etmeye bir fırsat<br />

bulursun diye hazırda beklemedin mi? Neydi seni benim<br />

yanımda çimenlere oturarak, yıldızların meclisinden devşirip<br />

getirdiğin şarkıları söylemeye iten – aşkın kederli bir<br />

sessizlikle boynunu bükmesi misali, nehrin üzerine karanlık<br />

çökerken? Yoksa cennette yaptığın zalim bir planın parçası<br />

mıydı bunlar? Belki de babamın gönlüne girebilmek içindi<br />

hepsi? Ve istediğini elde etmişken, ayrılık vakti kapıdaki<br />

şaşkın hizmetçiye üç beş akçe bırakır gibi, basit bir şükran mı<br />

sunacaktın böyle?<br />

-KAÇA-<br />

Gerçeği bilmek sana ne kazandıracak, ey gururlu kadın?<br />

Gizlice kalbimde taşıdığım tutkulu bir adanmışlıkla sana<br />

hizmet ederek hata ettiysem eğer, bu kadar ceza kâfidir.<br />

Sevgim gerçek miydi değil miydi, bunu sorgulamanın zamanı<br />

değil; yaşamımın vazifesi beni bekliyor. Bundan böyle kalbim<br />

boşluğa üstün gelmek için umutsuzca çırpınan kızıl bir alev<br />

52


www.isaretatesi.com<br />

içerecek hep; gene de Cennet’e geri dönmek zorundayım –<br />

benim için artık Cennet olamayacak o Cennet’e. Mutluluğa sıra<br />

gelmeden evvel, şimdi çok çalışmakla elde ettiğim yepyeni bir<br />

tanrısallığı borçluyum Tanrılara. Affet beni Devayani ve bil ki,<br />

ıstırabım sana elimde olmadan verdiğim bu acıyla<br />

katmerleniyor.<br />

-DEVAYANİ-<br />

Affetmek mi? Yıldırım gibi hiddetli ve alev alev olana<br />

dek kızdırdın yüreğimi! Sen vazifene ve utkuna geri dön, bana<br />

ne kalacak? Çivili bir yataktır hafıza; gizli bir utanç kemirip<br />

duracak hayatımın köklerini. Geçip giden bir yolcu gibi<br />

uğradın, güneşli saatlerde bahçemin gölgesinde konakladın,<br />

tüm çiçekleri koparıp bir kolye örerek vakit geçirdin. Şimdi<br />

ayrılıyorsun ve kolyenin ipini koparıp çiçekleri toprağa<br />

düşürüyorsun! Lanet olsun elde ettiğin o müthiş bilgiye!<br />

Sırtında bir yük olsun o bilgi senin; başkalarına dağıtıp<br />

paylaşsan da, senin için ışığı yanmasın. Aşk eksik olduğundan,<br />

yaşamın o bilgiye hep yabancı kalsın – nasıl ki Bakire Gece’nin<br />

eşsiz karanlığına hep yabancıysa soğuk yıldızlar!<br />

53


www.isaretatesi.com<br />

XXI.<br />

-I-<br />

“Nedir bu sonu gelmeyen hazırlıklar?” diye sordum<br />

Akıl’a, “Biri mi gelecek?”<br />

Akıl yanıt verdi: “Malzemeler toplamak ve kuleler inşa<br />

etmekle fazlasıyla meşgulüm; senin sorularınla uğraşacak<br />

vaktim yok.”<br />

Uysalca işime geri döndüm.<br />

Toplanan malzemeler bir yığın haline geldiği ve sarayının<br />

yedi kanadı da tamamlandığı zaman, Akıl’a sordum: “Yetmedi<br />

mi?”<br />

Akıl, “İçine alabilecek kadar yeterli değil–” diye<br />

mırıldanırken durdu.<br />

“Neyi içine alabilecek kadar?” dedim.<br />

Akıl duymazlıktan geldi.<br />

Bilmediğinden ve durmaksızın çalışmakla sorumu<br />

bastırmaya çalıştığından şüpheleniyordum.<br />

Bir terane tutturmuştu: “Daha fazlasına sahip<br />

olmalıyım.”<br />

54


www.isaretatesi.com<br />

“Neden olmalısın?”<br />

“Çünkü öylesi daha büyük?”<br />

“Nedir büyük olan?”<br />

Akıl sessiz kaldı. Yanıt için bastırdım. Hor görerek ve<br />

öfkelenerek çıkıştı: “Neden var olmayan şeyler üzerine sorular<br />

sorup duruyorsun? Yolunun üzerinde duran muazzam şeylere<br />

dikkatini versene: Mücadele ve kavga; ordu ve silahlar;<br />

tuğlalar ve harç; ve sayısız miktarda çalışmaya hazır işçi…”<br />

“Herhalde Akıl çok bilge olmalı,” diye düşündüm.<br />

-II-<br />

Günler geçti. Akıl’ın, sarayına yeni kanatlar, topraklarına<br />

yeni topraklar eklendi.<br />

Yağmur mevsimi sona erdi. Kara bulutlar beyazlara<br />

karışarak seyreldi; yağmurla yıkanmış gökte güneşli saatler,<br />

görünmeyen bir çiçeğin üzerinde uçuşan kelebekler misali<br />

vızır vızır uçuştu. Hayrete düşmüştüm ve karşılaştığım<br />

herkese soruyordum: “Nedir rüzgârın bu ezgisi?”<br />

Yolun kenarında pejmürde kılıklı, kaba saba tavırları olan<br />

bir serseri yürüyordu; şöyle seslendi: “Dinleyin, Geliş’in<br />

ezgisidir bu!”<br />

Buna hemen nasıl ikna oldum bilmiyorum, kelimeler<br />

fışkırıverdi ağzımdan: “Artık fazla beklemeyiz.”<br />

“Ha geldi ha gelir,” dedi çılgın adam.<br />

55


www.isaretatesi.com<br />

Vazife başındaki Akıl’ın kapısını çaldım ve cesurca,<br />

“Bütün işleri durdur!” dedim.<br />

Akıl sordu: “Bir haber mi aldın?”<br />

“Evet” dedim, “Geliş’in haberini.” Ama daha fazla<br />

açıklayamadım.<br />

Akıl başını iki yana salladı: “Hani? Ne bayraklar var<br />

ortada, ne de bir tören alayı!”<br />

-III-<br />

Gece sona eriyordu, gökte yıldızlar solmuştu. Bir anda,<br />

günışığının mihenk taşı her şeyi altın kıldı. Bir bağırış yayıldı<br />

ağızdan ağıza: “Müjde!”<br />

Başımı salladım ve sordum: “Geliyor mu?”<br />

Dört bir yandan kopup geliyordu yanıt: “Evet.”<br />

Akıl tedirgin oldu ve şöyle dedi: “Binamın kubbesi henüz<br />

bitmedi, hiçbir şey yerli yerinde değil.”<br />

Semadan bir ses duyuldu: “Yerle bir et binanı!”<br />

“Ama neden?” diye sordu Akıl.<br />

“Çünkü bugün Geliş günüdür ve senin binan yolun tam<br />

üzerinde duruyor.”<br />

-IV-<br />

Heybetli bina yerle bir olmuş, her şey yıkılıp dağılmış.<br />

56


www.isaretatesi.com<br />

Akıl etrafına bakınıyor: Görülecek ne var?<br />

Sadece sabah yıldızı ve çiyle yıkanmış zambak.<br />

Peki, başka? Annesinin kollarından kurtulup, ışığa doğru<br />

gülerek koşan bir çocuk.<br />

“Gün Geliş günüdür diye söyledikleri bunun için<br />

miydi?”<br />

“Evet, havada müzik, gökte ışık var denmesinin sebebi<br />

buydu.”<br />

“Bunun için mi dünyaları talep ettiler?”<br />

“Evet” yanıtı geldi. “Ey Akıl, inşa ettiğin surlarla mahpus<br />

oluyordun sen. Çalışkanlıklarıyla köleleştirdiler senin işçilerin<br />

kendilerini; ama bütün dünya ve sonsuz evren çocuk içindir,<br />

Yeni Hayat içindir.”<br />

“Bu çocuğun sana getirdiği nedir?”<br />

“Tüm dünya için ümit ve neşe.”<br />

Akıl bana sordu: “Şair, anlıyor musun?”<br />

“İşimi bir kenara bıraktım,” dedim, “ve anlamak için tüm<br />

vaktimi ayırdım.”<br />

57


www.isaretatesi.com<br />

XXII.<br />

VAİSHNAVA ŞARKILARI 10<br />

-I-<br />

Ah Sakhi, 11 kederim sınır tanımıyor.<br />

Yağmur bulutlarıyla yüklü olarak geliyor Ağustos; evim<br />

bomboş.<br />

Fırtınalı gök homurdanıyor; yağmur suları toprağı<br />

boğmuş; sevgilim uzakta; hüzün yüreğimi parçalıyor.<br />

Tavuskuşları dans ediyor, 12 bulutlar gürlüyor, kurbağalar<br />

kıkırdıyor.<br />

10<br />

Vaishnava: Vaishnavizm’in takipçilerine verilen ad. Vaishnavizm, başlıca<br />

Hindu geleneklerinden biridir; temel ilkesi Vishnu tapıncıdır. Hint’in üç<br />

büyük tanrısını karşılayan Trimurti’de, Vishnu kâinatı muhafaza etmekten,<br />

Brahma yaratmaktan, Şiva ise yok etmekten sorumludur. (ç.n.)<br />

11<br />

Sakhi: Bir kadının diğer bir kadına dostane hitap şekli. (ç.n.)<br />

12<br />

Tavuskuşları, pek çok kültürde ve dinî gelenekte olduğu gibi,<br />

Hindistan’da da simgesel bir yere sahiptir. Güzelliği, dengeleyici bir<br />

güzelliktir; koruyucudur, belaları savar. Tasvirlerde çeşitli mitolojik Hint<br />

kahramanlarının yanında resmedilir. (ç.n.)<br />

58


www.isaretatesi.com<br />

Gece, şimşeğin ince lekeler bıraktığı karanlıkla hıncahınç<br />

dolu.<br />

Vidyapati 13 soruyor: “Ey Bakire, efendin olmadan nasıl<br />

geçecek bu günler ve geceler?<br />

-II-<br />

Ne talihliydim bu sabah ki sevgilimi görerek uyandım.<br />

Yekpare neşeydi gökyüzü; yaşamım ve gençliğim kemâle<br />

erdi.<br />

Bugün evim hakikaten evim, bedenim de bedenimdir.<br />

Talih yoldaşım oldu, şüpheyi kovdum kendimden.<br />

Ey kuşlar, en güzel nağmelerinizi şakıyın; en ferah ışığını<br />

düşürsün dolunay!<br />

Oklarını dört bir yana gönder, ey Aşk Tanrısı!<br />

Onun dokunuşuyla bedenimin altın kesileceği ânı<br />

bekliyorum.<br />

Vidyapati söylüyor: “Nasıl da engindir senin keremin; ne<br />

kutludur sevişin…”<br />

13<br />

Vidyapati: On beşinci yüzyılda yaşamış Hint şairi. Eski bir Hint şiir<br />

geleneğini devam ettirerek şiirlerinde manevi aşkı Tanrı Krişna ve Tanrıça<br />

Rada arasındaki tensel sevi üzerinden anlatmıştır. (ç.n.)<br />

59


www.isaretatesi.com<br />

-III-<br />

Sevdiğimin ayak bastığı tozlara karıştığını hissediyorum<br />

bedenimin.<br />

Onun yıkandığı gölün sularıyla bir olduğumu<br />

duyuyorum.<br />

Ah Sakhi, onunla karşılaştığımda aşkımın ölümün<br />

sınırını zorladığını hissediyorum.<br />

Yüreğim ışık içinde eriyor, onun yüzünü seyrettiği ayna<br />

ile buluşuyor.<br />

O yelpazesini salladığı zaman, havayla beraber ben de<br />

öpüyorum onu; ve göğün onu sardığı gibi, her nereye giderse<br />

içimde taşıyorum ben de onu.<br />

Govindadas 14 söylüyor: “Sen altın süslemelersin, ey zarif<br />

bakire; o da süslerin sardığı zümrüt.”<br />

-IV-<br />

Seni göz kapaklarımın içinde saklayacağım sevgilim;<br />

suretini bir mücevher gibi neşeme nakşedeceğim ve boynuma<br />

asıp taşıyacağım onu.<br />

Tüm çocukluğum, gençliğim, hayatım, düşlerim boyunca<br />

hep kalbimdeydin sen.<br />

14<br />

Govindadas: On altıncı yüzyılda yaşamış Batı Bengal doğumlu bir<br />

Vaishnava şairidir. Vidyapati’nin öğrencisiydi. Onun gibi aşk şiirleri<br />

yazmış, Krişna ve Rada’nın öyküsünü anlatmıştır. (ç.n.)<br />

60


www.isaretatesi.com<br />

Benliğim senin meskenindir, uyurken ve uyandığımda.<br />

Benim bir kadın olduğumu bil, arzuyla dolu olduğum<br />

zamanlar bana tahammül et.<br />

Çünkü düşünceler üşüşmüştür bana; tek emin olduğum,<br />

bu dünyada nasibimin senin sevgin olduğudur. Seni bir an için<br />

kaybetsem, ölüveririm.<br />

Çandidas 15 söylüyor: “Hayatta ve ölümde senin olan o<br />

kadına karşı hassas ol.”<br />

-V-<br />

“Meyve satıyorum, meyve satıyorum,” diye bağırıyordu<br />

kapının önündeki kadın.<br />

Evden çıktı çocuk.<br />

“Bana biraz meyve ver,” dedi, para niyetine kadının<br />

sepetine avcunda tuttuğu pirinci bıraktı.<br />

Meyveci kadın çocuğun yüzüne baktı ve gözleri şefkatle<br />

doldu.<br />

“Kimdir seni kollarına alıp emziren ve senin güzelim<br />

sesinden ‘Anne’ sözcüğünü işiten talihli kişi?” diye haykırdı.<br />

“Meyveyi o çocuğa sun,” der şair, “ve onunla beraber<br />

yaşamını da.”<br />

15<br />

Çandidas: Bengal şairi. On dördüncü yüzyılda yaşamış olan Baru<br />

Çandidas, Krişna’yı öven lirik şiirler yazmıştır. (ç.n.)<br />

61


www.isaretatesi.com<br />

62


www.isaretatesi.com<br />

FİRARİ – II<br />

63


www.isaretatesi.com<br />

64


www.isaretatesi.com<br />

I.<br />

Bu bereketli dünyada binbir çeşitsin sen, ey Rengârenk<br />

İhtişamın Kadını!<br />

Işıklar saçılıyor yoluna; temasın çiçeklerin içine işliyor;<br />

sürüklenen eteğin bir dans kasırgası koparıyor burçlarda; ve<br />

senin perde perde müziğin sayısız dünyalarda yankısını<br />

buluyor işaretlerle, renklerle.<br />

Ruhun kavranılmaz sükûnetinde bir başına sen varsın, ey<br />

Sessizlik ve Yalnızlık Kadını! Işıkla ürpermiş bir suret, aşk<br />

kökü üzerinde çiçek açan biricik lotussun sen!<br />

65


www.isaretatesi.com<br />

II.<br />

Karşı pencerenin paslı parmaklıklarının ardında, esmer,<br />

dupduru çehresiyle bir kız oturuyor; yazın sular azalınca<br />

nehrin sığlığında karaya oturmuş bir tekneyi andırıyor.<br />

Günün mesaisinden sonra evime dönerken gözlerim o<br />

kıza takılıp kalıyor.<br />

Issız karanlık sularını ayışığının çevrelediği bir göl gibi<br />

görünüyor o bana.<br />

Onun özgürlük adına bir penceresi var yalnızca: Orada<br />

buluşuyor günışığı onun dalgın düşünceleriyle; onun yitik<br />

yıldızlara benzeyen kara gözleri, o pencereden geri dönüyor<br />

göklere.<br />

66


www.isaretatesi.com<br />

III.<br />

Hatırlıyorum o günü.<br />

Ağır sağanak yağmur düzensiz aralıklarla diner gibi<br />

olduğunda, boralar tekrar ayıltıyor onu anlık uykusundan.<br />

Çalgımı alıyorum elime. Rastgele geziniyorum tellerde,<br />

bir müddet sonra müzik kendiliğinden fırtınanın çılgın<br />

temposuna ayak uyduruyor.<br />

O kadının endamıdır gördüğüm; işinden kaytarıyor,<br />

gelip kapımda duruyor, ama tereddüt edip geri dönüyor.<br />

Sonra yeniden geliyor, dışarıda duvara yaslanarak dikiliyor,<br />

nihayet usulca odama girip oturuyor. Başını önüne eğip<br />

sessizce nakışını işliyor, ama hemen sonra işini bırakıp<br />

pencereye gidiyor, yağmurun içinden bulanık ağaç sırasına<br />

göz gezdiriyor.<br />

Hepsi bu kadar: Yağmurlu bir öğle; karaltılarla, şarkıyla<br />

ve suskuyla dolu tek bir saat.<br />

67


www.isaretatesi.com<br />

IV.<br />

attı.<br />

Arabaya binerken başını çevirip kaçamak bir veda bakışı<br />

Bu, onun son hediyesiydi bana. Acaba zamanın zalim<br />

çarklarından koruyabilecek miyim onu?<br />

Akşam, günbatımının son titrek alevini silip götüreceği<br />

gibi, bu ışıltılı ıstırabı da mı alıp götürecek?<br />

Yoksa yağmur mu yıkayıp götürecek onu, kırık kalpli<br />

çiçeklerden dağılan kıymetli tozlar misali?<br />

Kralın zaferini ve zenginin servetini ölüme terk et. Peki<br />

ama tutkulu bir anda savrulan o firari bakışın anısını<br />

saklamasın mı gözyaşı?<br />

“Ver, ben saklayayım,” diyor şarkım: “Ben kralın zaferine<br />

veya zenginin servetine elimi sürmem; lâkin bu ufak tefek<br />

şeyler sonsuza dek benimdir.”<br />

68


www.isaretatesi.com<br />

V.<br />

Bana bırakıyorsun kendini, geceleyin açan bir çiçek<br />

misali; nasıl ki gür sürgünler veren tomurcuklardan duyulursa<br />

baharın ayak sesleri, senin varlığın da üzerinden süzülen çiy<br />

damlasından, karanlığa yayılan kokundan anlaşılıyor.<br />

Gelgit dalgaları gibi hücum ediyorsun zihnime; kabaran<br />

şarkılar arasında kayboluyorum.<br />

Nasıl ki yaklaşan şafağı hissederse gece, kalbim biliyordu<br />

senin geleceğini. İşte, bulutlar alev alev; işte, bir ilham tufanı<br />

dolduruyor göğümü…<br />

69


www.isaretatesi.com<br />

VI.<br />

Gidecektim; gene de ses çıkarmıyordu kadın. Ama en<br />

ufak bir kıpırtısından hissediyordum, özlem dolu kollarının<br />

“Ah, hayır, henüz değil!” deyivereceğini.<br />

Pek çok defa, onun yalvaran ellerinin dokununca dile<br />

geldiğini duydum, ki konuştuğunun farkında bile değildi o<br />

eller.<br />

Bir de kekelediğini hatırlıyorum bu kolların; eğer<br />

kekelemeseler, boynuma gençlik çelengi gibi sarılırdılar.<br />

Durgun saatlerin güvenli yuvasında o küçük jestlerinin<br />

anısı duyulur; bana oyunbaz bir afacanlıkla gelip, o kadının<br />

gizlediklerini eleverirler.<br />

70


www.isaretatesi.com<br />

VII.<br />

Şarkılarım arılar gibidir; senin kokundan bir iz, seni<br />

hatırlatacak bir zerre bulabilmek için havayı tararlar; senin<br />

utangaçlığının etrafında, içte gizli hazneye can atarak<br />

vızıldarlar.<br />

Güneşin sabahki canlılığı azaldığında, öğleyin havaya bir<br />

ağırlık çöktüğünde ve orman sessizleştiğinde, yuvaya döner<br />

benim şarkılarım, takatsiz kanatları altın tozlarına bulanmış<br />

olarak.<br />

71


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Biz seninle henüz tanışmamışken sen bana bir yerlerde<br />

görünmüş olmalısın, ilkyaz çiçek çiçek olmadan önce beliren<br />

bir nisan alâmeti misali.<br />

Senin o görünüşün, bana, her şeyin sâl çiçeklerinin 16<br />

kokusuna bulandığı bir çağda, nehrin seher pırıltıları kumsala<br />

kenar süsü olduğunda ve yaz ikindisinin muğlâk sesleri<br />

birbirine karıştığında gelmiş olmalı – evet, hatta, başka<br />

zamanlar da isimsiz nice pırıltıda bana gülüp benden<br />

kaçmamış mıydı?<br />

16<br />

Sâl Ağacı: Güney Asya’ya özgü bir ağaç. Hindu törenlerinde tütsü olarak<br />

yakılır; Buddhistler için de kutsaldır. (ç.n.)<br />

72


www.isaretatesi.com<br />

IX.<br />

Eğer biz yeniden doğar ve başka bir dünyanın<br />

aydınlığında yürürken seninle gene karşılaşırsak, öylece<br />

donup kalırım.<br />

Kara gözlerin sabah yıldızı olur benim için o an; onların,<br />

önceki bir hayattan hatırlayamadığım bir göğe ait olduğuna<br />

inanırım.<br />

Anlarım ki, büyüsünü yalnızca kendinden almamıştır<br />

yüzün; gözlerimin eski bir buluşmadaki tutkulu ışıltısını<br />

yakalamış, aşkımdan kaynağı belirsiz bir muamma toplamıştır.<br />

73


www.isaretatesi.com<br />

X.<br />

Çalgını yere bırak sevgilim, kolların beni kucaklamak için<br />

serbest kalsın.<br />

Dokun bana; kendinden taşmış kalbim böylece<br />

bedenimin sınırına dönsün.<br />

Başını eğip benden yüz çevirme; bir öpücük bahşet;<br />

nicedir goncada hapsolmuş hoş bir rayiha gibi öpücüğün.<br />

Nafile sözcüklere boğmayalım bu ânı; bırakalım<br />

kalplerimiz bir susku deryasına kapılsın, tüm düşüncemiz<br />

sahilsiz bir sevince sürüklensin.<br />

74


www.isaretatesi.com<br />

XI.<br />

Senin aşkın yüceltti beni; ben ki, alelâde gelgitlerle<br />

oradan oraya sürüklenen, dünya nimetinin kararsız<br />

dalgalarında sallanan onca insandan biriyim yalnızca.<br />

Sen bana bir taht verdin; tüm zamanlardan şairler gelip<br />

bana armağanlar bırakır, adları ölümsüz âşıklar bir çağdan<br />

diğerine beni selamlar.<br />

Pazarda yanımdan ite kaka geçiyor insanlar, fark<br />

etmiyorlar – bedenim ne denli kıymetlenmiş okşayışınla;<br />

öpücüğünü ne hoş taşıyorum içimde, nasıl ki güneş tanrısal<br />

dokunuşun ateşini taşırsa kendinde ve ışık yayarsa daima…<br />

75


www.isaretatesi.com<br />

XII.<br />

Huysuzlanıp oyuncaklarına burun kıvıran bir çocuk<br />

misali, kalbim bugün hangi mısrayı seçsem itiraz ediyor,<br />

“Hayır, bu değil,” diyor.<br />

Gene de kelimeler belirsizliğin sancısıyla üşüşüyorlar<br />

zihnime, yağmurlarını bıraktıracak rastgele bir rüzgâr<br />

beklentisiyle yamaçlarda gezinen avare bulutlar misali.<br />

Ey ruhum, bu beyhude çabaları bırak; zira sükûtun<br />

müziği karanlıkta kendiliğinden olgunlaşacak.<br />

Bugün yaşamım, çile doldurulan bir manastır sanki;<br />

ilkyaz korkuyor kıpırdamaya, hatta fısıldamaya bile.<br />

Ah sevgilim, senin taçkapıdan geçeceğin vakit gelmedi<br />

henüz; yolun aşağısında şıkırdayan halhallarının düşüncesi<br />

bile yetiyor bahçedeki yankıları susturmaya.<br />

Bil ki yarının şarkıları tomurcuktur bugün; seni geçip<br />

giderken görseler gerilip patlar olgunlaşmamış kalpleri.<br />

76


www.isaretatesi.com<br />

XIII.<br />

Bunca kaygı nereden geliyor sevgilim?<br />

Bırak, kalbim değsin kalbine ve öpüp alsın sancıyı<br />

suskunluğundan.<br />

Bize derinlerinden bu kısacık saati gönderdi gece; kapalı<br />

kapılar ardında bu yegâne lambanın ışığında, sevgi dünyayı<br />

yeni baştan yaratsın diye.<br />

Müzik için sadece bir kaval var elimizde; bir sen bir ben,<br />

sırayla çalsın dudaklarımız. Taç niyetine, bir çelenk takayım<br />

alnına, sonra bağlayayım onu saçıma.<br />

Göğsümdeki örtüyü yırtıp yatağımızı yapayım yerde; bir<br />

öpüş, sevinçli bir uyku kaplasın sınırsız küçücük dünyamızı.<br />

77


www.isaretatesi.com<br />

XIV.<br />

Neyim varsa sana verdim, beni ucu ucuna örtecek<br />

kadarını kendime sakladım.<br />

Bana kalan öyle eksik ki, sen ona içten içe gülüyorsun ve<br />

ben mahcup oluyorum.<br />

Onu da ansızın bahar rüzgârı uçuruyor; nasıl ki dalgalar<br />

köpüğü sallarsa, kalbimin çırpınışı da onu sallıyor.<br />

Ah sevgilim, eğer mesafeliliğin perdesini koymuşsam<br />

aramıza, kederlenmeyesin.<br />

Benim bu cılız çekincemi nazlandığıma yormayasın;<br />

aksine, esrarlı bir zarafetle sana doğru eğiliyor, ipince bir sap<br />

üzerinde, sana teslim oluşumun çiçeği.<br />

78


www.isaretatesi.com<br />

XV.<br />

Bugün bu giysiyi kuşandım, çünkü bedenim şarkı<br />

söylemek istiyor.<br />

Kendimi aşka bir kere teslim etmiş olmam yetmez,<br />

bundan her gün yeni armağanlar çıkarmalıyım. Yeni bir<br />

giysiye bürününce, taptaze bir adağa dönüşmez miyim?<br />

Kalbim, akşam göğü misali, sonsuz bir heves duyar<br />

renklere; o yüzden değiştirip dururum örtümü; yeşildir o, kâh<br />

serin taze çimenler misali, kâh kış pirinci misali.<br />

Bugün giysim yağmurla bezenmiş gökmaviye boyalı.<br />

Uzuvlarıma uçsuz bucaksızlığın ve denizaşırı tepelerin rengini<br />

taşıyor o; kıvrımlarında rüzgârla uçuşan yaz bulutlarının<br />

sevincini taşıyor.<br />

79


www.isaretatesi.com<br />

XVI.<br />

Aşkın kelimelerini kendi rengiyle yazabileceğimi<br />

düşünmüştüm; oysa yüreğin en derinlerinde yatar o,<br />

gözyaşları silik kalır.<br />

Kelimeler renksiz olsaydı, ah dostum, gene de anlar<br />

mıydın?<br />

Aşkın kelimelerini kendi ezgisiyle söyleyebileceğimi<br />

düşünmüştüm; oysa yalnızca kalbimde duyuluyor o, gözlerim<br />

sessiz kalıyor.<br />

Ezgisiz olsalardı, ah dostum, gene de anlar mıydın?<br />

80


www.isaretatesi.com<br />

XVII.<br />

Geceydi şarkımı bulduğumda, ama sen yanımda yoktun<br />

o sırada.<br />

Tüm gün aradığım sözler şarkımda buluştu o anda; hava<br />

karardıktan hemen sonra yıldızların kalbi ışıkla çarpınca, nabzı<br />

müzikle attı onların da. Ama sen yanımda yoktun o sırada.<br />

Şarkıyı bu sabah sana söylemeyi umuyordum. Ama ne<br />

kadar çabalasam da, müziği yakalayıp sözleri kaçırıyorum –<br />

şimdi ki sen buradasın.<br />

81


www.isaretatesi.com<br />

XVIII.<br />

Gece derinleşiyor ve lambada ölgün bir alev kırpışıyor.<br />

Fark etmemişim ki, nehirden testisini bugünlük son defa<br />

dolduran bir köylü kızı misali, kulübesinin kapısını kapatmış<br />

Akşam.<br />

Seninle konuşuyordum sevgilim, hayal meyal<br />

farkındaydım sesimin – söylesene, anlamlı bir şey miydi<br />

söylediğim, hayatın sınırlarının ötesinden bir mesaj getirdi mi<br />

sana?<br />

Şimdi ki susmuşum, gecenin nabzının sessizliğin dipsiz<br />

kuyusuna huşuyla bakan düşüncelerle attığını duyuyorum.<br />

82


www.isaretatesi.com<br />

XIX.<br />

Seninle ilk karşılaştığımızda kalbim müzikle çınlamıştı:<br />

“Ebediyen uzak olan o kadın, yakındır bundan böyle.”<br />

Ama o müzik susmuş artık; çünkü sevgilimin sadece<br />

yakın olduğuna inanmış, onun gene de pek uzak olduğunu<br />

unutmuştum.<br />

İki ruh arasındaki uçsuz bucaksızlığı müzik doldurur.<br />

Gündelik alışkanlıkların sisi boğmuş bunu nicedir.<br />

Ürkek yaz gecelerinde, meltem büyük bir mırıltı<br />

koparınca sessizlikten, yatağımda oturuyorum ve<br />

yanıbaşımdaki kadının muazzam kaybının yasını tutuyorum.<br />

Kendime soruyorum: “O kadına sonsuzluğun ahengini taşıyan<br />

sözler fısıldamak mümkün olur mu bir daha?”<br />

Ey şarkım, uyan bu gaflet uykusundan! Kanıksanmışlığın<br />

perdesini yırt ve ilk karşılaşmamızın sonsuz şaşkınlığına,<br />

sevgilime doğru kanat çırp!<br />

83


www.isaretatesi.com<br />

XX.<br />

Âşıklar sana geliyorlar Kraliçem, gururla ayaklarına<br />

seriyorlar servetlerini. Benim sungumsa, boşa çıkmış<br />

umutlardan ibaret.<br />

Gölgeler zaptetmiş dünyamın kalbini; bendeki en iyinin<br />

ışığı sönmüş.<br />

Zenginler benim sefaletime gülerken, senden<br />

başarısızlıklarıma gözyaşlarını ödünç vermeni, böylece onları<br />

değerli kılmanı diliyorum.<br />

Sana, ses vermeyen bir çalgı getiriyorum.<br />

Kalbimde yüksek perdeden bir notaya erişmek için<br />

gerildim, tel koptu.<br />

Üstatlar kopuk tele gülerken, senden çalgımı eline<br />

almanı, onun kofluğunu şarkılarınla doldurmanı diliyorum.<br />

84


www.isaretatesi.com<br />

XXI.<br />

Baba cenaze ayininden döndü.<br />

Yedi yaşındaki oğlu penceredeydi; gözlerini kocaman<br />

açmıştı, boynunda altın bir nazarlık vardı, aklının ermediği<br />

şeylerle meşguldü zihni.<br />

Babası onu kollarına aldığında sordu çocuk: “Anne<br />

nerede?”<br />

“Cennette,” dedi babası, göğü göstererek.<br />

Gece olduğunda baba yatağında kıvranıyor, kederden<br />

harap oluyordu.<br />

Lambanın solgun ışığı kapının dibinden odayı<br />

aydınlatıyor, duvarda bir kertenkele pervane böceklerini<br />

kovalıyordu.<br />

Çocuk uykusundan uyandı, elleriyle yataktaki boşluğu<br />

yokladı, kalktı, evin damına çıktı.<br />

Başını göğe kaldırdı ve uzun süre ses çıkarmadan<br />

seyretti. Şaşkın zihninden gece göğüne tek bir soru yayıldı:<br />

“Cennet nerededir?”<br />

85


www.isaretatesi.com<br />

Yanıt alamadı: Yıldızlar âdeta bihaber karanlığın yanan<br />

gözyaşlarıydı.<br />

86


www.isaretatesi.com<br />

XXII.<br />

Gecenin sonuna doğruydu, alıp başını gitti kadın.<br />

Aklım, “Her şey boş,” diyerek beni teselli etmeye çalıştı.<br />

Öfkelendim ve şöyle dedim: “Üzerinde onun adının<br />

yazılı olduğu şu açılmamış mektup ve kırmızı ipek<br />

kenarlıklarını o kadının elleriyle diktiği, palmiye yaprağından<br />

şu yelpaze – onlar da mı gerçek değil?”<br />

Günün sonunda dostum gelip bana şöyle dedi: “İyi olan<br />

her şey gerçektir ve asla yitip gitmez.”<br />

“Nedenmiş?” dedim hiddetle, “İyi değildi de ondan mı<br />

şimdi dünya için yitiktir o kadın?”<br />

Hırçınlaşıp annesine zarar veren bir çocuk misali, içimde<br />

ve etrafımda bütün sığınakları yerle bir etmek istedim ve<br />

haykırdım: “Hain dünya!”<br />

Birdenbire bir ses yankılandı: “Nankör!”<br />

Başımı pencereden uzattım ve yıldızlar saçılı geceden bir<br />

serzeniş duydum: “Bana hayat veren hakikate olan inancını,<br />

benden kalan boşlukta heba ettin sen!”<br />

87


www.isaretatesi.com<br />

XXIII.<br />

Nehir, kül rengi; hava, uçuşan kumlarla darmaduman.<br />

Bu kasvet dolu huzursuzluk sabahında kuşlar sessiz,<br />

yuvaları rüzgârda sallanıyor. Bir başıma oturmuşum, kendime<br />

soruyorum: “Nerede o kadın?”<br />

Birbirimize nasıl da yakın, yan yana oturduğumuz o<br />

günler uçup gitti; şakalaşır ve gülüşürdük; buluşmalarımızda<br />

aşkın yüceliğinin bizde uyandırdığı huşu duygusu dile<br />

gelmeden kalırdı.<br />

Ben küçülürdüm onun yanında ve o anlattıkça anlatır,<br />

nice ânı havadan sudan konuşmalarla harcardı.<br />

Bugün boş yere istiyorum onun gene yanımda olmasını,<br />

yaklaşan fırtınanın kasvetinde, ruhun ıssızlığında yerini<br />

almasını.<br />

88


www.isaretatesi.com<br />

XXIV.<br />

O kadının beni çağırdığı isim, aşkımızın on yedi senesini,<br />

çiçek açan bir yasemin misali kaplamıştı. Onun sesi sayesinde,<br />

ışığın yapraklar arasında kırpışması, yağmurlu gecedeki çimen<br />

kokusu ve nice aylak günün son saatindeki buruk sessizlik<br />

birbirine karışırdı.<br />

Sadece Tanrının bir eseri değildi o isme yanıt veren<br />

erkek; çabucak geçen on yedi sene boyunca kadın erkeği<br />

kendisi için yeniden yarattı.<br />

Başka seneler de olacaktı; ama birdenbire, erkek ile<br />

kadının o aylak günleri kadının sesiyle söylenen ismin içinde<br />

toplanmaz oldu; başıboş kaldılar, dağıldılar.<br />

Soruyorlar bana: “Bizi kim bir araya toplayacak?”<br />

Yanıt veremiyor, sessizce oturuyorum; onlar ise dağılıp<br />

gidiyor ve “Bir çoban istiyoruz!” diye bağrışıyorlar.<br />

Aradıkları kimdir?<br />

Bilmiyorlar. Sahipsiz akşam bulutları misali, izsiz<br />

karanlıkta sürükleniyorlar, kayboluyorlar, unutuluyorlar.<br />

89


www.isaretatesi.com<br />

XXV.<br />

Hissediyorum, çabucak geçen aşk günlerimiz, senin o<br />

kısacık ömründe kaybolup gitmemiş.<br />

Usul usul her şeyi çalan tozdan, onları nasıl, nerede<br />

sakladın acaba?<br />

Ölüp giderken ölümsüz bir yankı bırakan eski bir<br />

akşamdan, senin mırıldandığın şarkıyı duyuyorum<br />

yalnızlığımda. Güz öğlesinin sıcacık sessizliğine gizlenmiş,<br />

senin bıkkın anlarının iççekişlerini buluyorum.<br />

Geçmişin arı kovanından gelerek kalbime üşüşüyor<br />

arzuların; kıpırtısızca duruyorum, vızıltılarına kulak<br />

veriyorum.<br />

90


www.isaretatesi.com<br />

XXVI.<br />

Karanlık denizde yıkandın. Bir kez daha giydin<br />

gelinliğini; bir kez daha ölümün kemerinden geçerek geri<br />

dönüyorsun; ruhumda bir kez daha tekrarlanıyor düğünümüz.<br />

Ne saz çalınıyor, ne de davullar; ne kalabalık toplanmış,<br />

ne de kapıya bir çelenk asılı.<br />

Senin söylenmemiş sözlerin lambalarla aydınlanmamış<br />

bir ayinde benimkilerle buluşuyor.<br />

91


www.isaretatesi.com<br />

XXVII.<br />

Otlarla örtülü bir patikada yürüyordum, aniden<br />

arkamdan birinin seslendiğini duydum: “Beni tanıdın mı?”<br />

Arkama döndüm, kadının yüzüne baktım. “Adını<br />

hatırlamıyorum,” dedim.<br />

“Ben senin gençliğinin o ilk gönül sızısıyım,” dedi.<br />

Gözleri, çiy taneleriyle hâlâ kaplı bir sabah gibi<br />

bakıyordu.<br />

Bir müddet sustum, sonra şöyle dedim: “Gözyaşlarının o<br />

ağır yükünü üzerinden atmışsın sanki…”<br />

Gülümsedi, hiçbir şey söylemedi. Anlayabiliyordum ki,<br />

onun gözyaşları zamanla gülüşlerin dilini öğrenmişti.<br />

“Bana bir defasında,” diye fısıldadı, “sonsuza dek bu<br />

kederle yaşayacağını söylemiştin hani.”<br />

Yüzüm kızardı, “Evet, lâkin seneler geçti ve ben<br />

unuttum,” dedim.<br />

Sonra elini avuçlarımın arasına aldım ve şöyle dedim:<br />

“Ama sen değişmişsin.”<br />

92


www.isaretatesi.com<br />

“Bir zamanlar keder olan, şimdi huzurdur artık,” diye<br />

yanıtladı.<br />

93


www.isaretatesi.com<br />

XXVIII.<br />

Yaşamımız, geçilmemiş denizde yelken açar; o denizin<br />

dalgalarıdır ki ezelî bir saklambaç oyunuyla birbirini kovalar.<br />

Değişimin çalkantılı denizidir o, bir köpük sürüsüdür<br />

besler, bir bulur bir kaybeder onları, göğün sükûnetine karşı<br />

bir yaygaradır koparır.<br />

Ey Aşk! Işığın ve karanlığın savaş dansının bu sonsuz<br />

döngüsünün ortasında, senindir o yeşil ada; ormanın ürkek<br />

gölgelerini öper güneş, sessizliğe kur yapar kuş şakımaları<br />

orada!<br />

94


www.isaretatesi.com<br />

XXIX.<br />

AMA İLE VİNAYAKA<br />

Savaş alanında gece: Ama babası Vinayaka ile karşılaşır.<br />

-AMA-<br />

Baba!<br />

-VİNAYAKA-<br />

Utanmaz sürtük, hâlâ “Baba” mı diyorsun bana! Sen ki<br />

müslüman bir adamla evlenmekten çekinmedin!<br />

-AMA-<br />

Kocamı haince öldürmüş de olsanız, gene de babamsınız;<br />

ve siz Tanrı’nın lanetine uğramayın diye, bir dulun<br />

gözyaşlarını dökmekten sakınıyorum ben. Mademki yılların<br />

ayrılığından sonra burada, bu savaş meydanında karşılaştık,<br />

izin verin, önünüzde eğileyim ve vedalaşalım.<br />

-VİNAYAKA-<br />

Nereye gideceksin Ama? Senin kâfir yuvanı kurduğun<br />

ağacı kökünden kestiler. Nereye sığınacaksın?<br />

95


www.isaretatesi.com<br />

-AMA-<br />

Oğlum var.<br />

-VİNAYAKA-<br />

Onu bırak! Bedeli kanla ödenmiş bir günahın meyvesiydi<br />

o; hâlâ dönüp şefkatle bakma ona! Nereye gideceğini düşün.<br />

-AMA-<br />

Bir babanın sevgisinden daha geniş açmış kollarını bana<br />

ölüm!<br />

-VİNAYAKA-<br />

Hakikaten de, denizin çamurlu nehirleri yuttuğu gibi<br />

günahları yutar ölüm. Ama senin ölümün bu gece, burada<br />

olmayacak. Utandırdığın sülalenden ve komşularından uzakta,<br />

ücra bir Ulu Şiva 17 tapınağı bul kendine, günde üç defa Kutsal<br />

Ganj’da yıkan ve Tanrı’nın adını zikrederken, akşam ayininin<br />

son çanına kulak ver – ki böylece belki Ölüm, ıslak gözlerle<br />

uykuya dalan çocuğunu seyreden bir baba misali yukarıdan<br />

merhametle bakmaya başlar sana. Bırak, seni nazikçe kendi<br />

büyük sessizliğine taşısın o, nasıl ki Ganj düşen bir çiçeği<br />

sularında taşıyıp götürür ve deniz için lâyık bir adak olabilene<br />

dek yıkayıp lekelerinden arındırırsa.<br />

17<br />

Şiva: Hint’in üç büyük tanrısından biri. Vishnu, Brahma ve Şiva’dan<br />

oluşan Trimurti’de Brahma yaratıcı, Vishnu koruyucu, Şiva ise yıkıcı<br />

güçtür. Ancak Şiva’daki yıkıcılık, yapıcı anlamda bir yıkıcılıktır; örneğin<br />

Vedalar’da, Şiva’nın, hakikati örten büyülü güç olan “Maya”yı yok edişi,<br />

böylece hakikati görünür kılışından söz edilir. (ç.n.)<br />

96


www.isaretatesi.com<br />

-AMA-<br />

Peki ya oğlum?<br />

-VİNAYAKA-<br />

Söylüyorum sana, artık onu anma. Kendini yeniden<br />

babanın kollarına bırak evlâdım – ikinci annen olan Unutuş’un<br />

rahminden doğmuş körpe bir bebek gibi.<br />

-AMA-<br />

Dünya benim için bir gölge olmuş artık. Söylediğin<br />

sözleri duyuyorum duymasına, ama kalbim duymuyor. Bırak<br />

beni Baba, yalnız başıma bırak! Sevginle kendine bağlamaya<br />

çalışma beni, zira o bağlar kocamın kanıyla kıpkırmızı…<br />

-VİNAYAKA-<br />

Yazık! Kopup düşen hiçbir çiçek dalına geri dönmüyor.<br />

Törelere uygun bir şekilde Civaci ile nişanlanmışken seni zorla<br />

kaçırıp götüren birine nasıl “kocam” diyebiliyorsun? O geceyi<br />

asla unutamıyorum. Düğünün yapılacağı salondaydık,<br />

heyecanımızın yerini endişeli bir bekleyiş almıştı; damat<br />

ortalarda yoktu, eşref saati geçiyordu. Derken uzakta<br />

fenerlerin parlak ışığı belirdi, düğün şarkıları dalga dalga<br />

geliyordu. Coşkuyla haykırdık, deniz kabuğundan borular<br />

üfledi kadınlar. Bir tahtırevan alayı giriş yaptı avluya. Fakat<br />

biz “Civaci nerede?” diye sorarken, silahlı adamlar fırtına gibi<br />

atılıverdi tahtırevanlardan ve yakalayıp götürdüler seni, biz<br />

daha ne olduğunu anlayamadan. Ardından Civaci çıkageldi;<br />

97


www.isaretatesi.com<br />

yolunun kesildiğini ve Bicapur Sarayı’ndan 18 Müslüman bir<br />

soylu tarafından alıkonulduğunu söyledi. O gece Civaci ve ben<br />

düğün için yakılmış ateşe elimizi değdirerek, bu zorbaya kanlı<br />

bir ölüm için ant içtik. Uzun bekleyişimizden sonra, bu gece<br />

kutsal yeminimiz yerine gelmiş bulunuyor ve bu uğurda can<br />

veren Civaci’nin ruhu, şimdi hakkıyla seni gelini olarak<br />

görmek istiyor.<br />

-AMA-<br />

Baba, töremize leke sürmüş olabilirim, ama gene de<br />

alnım ak; kendisine bir de çocuk verdiğim adamı sevdim ben.<br />

Sizden iki gizli mesaj aldığım geceyi hatırlıyorum; biri<br />

sendendi, diğeri annemden; seninki şöyle diyordu: “Sana<br />

bıçağı gönderiyorum, öldür o adamı!” Anneminki ise: “Sana<br />

zehri yolluyorum; iç ve yaşamına son ver!” Onurum gerçekten<br />

lekelenmiş olsaydı eğer, sizin bu çifte teklifinize uyardım.<br />

Oysa ben, yalnızca aşk izin verince teslim ettim bedenimi. Aşk!<br />

Kudretli Aşk! Arınmış aşk! Kanımızın Müslüman kanına olan<br />

irsî tepkisine üstün geldi.<br />

[AMA’nın annesi RAMA gelir.]<br />

-AMA-<br />

Anacığım, seni bir daha görmeyi ummuyordum.<br />

Müsaade et, ayaklarının tozunu sileyim.<br />

18<br />

Bicapur: Hindistan’ın Gucerat eyaletinde, uzun süre Müslüman<br />

idaresinde kalmış tarihî bir şehir. (ç.n.)<br />

98


www.isaretatesi.com<br />

-RAMA-<br />

Dokunma bana arınmamış ellerle!<br />

-AMA-<br />

Sen ne denli arınmışsan, ben de öyleyim.<br />

-RAMA-<br />

İffetini kime teslim ettin?<br />

-AMA-<br />

Kocama.<br />

-RAMA-<br />

Kocana? Bir Müslüman erkek bir Brahman 19<br />

kocası, öyle mi?<br />

kadının<br />

-AMA-<br />

Hor görülmeyi hak etmiyorum; gururla söyleyebilirim ki,<br />

kocamı Müslüman olduğu için asla hakîr görmedim. Eğer<br />

Cennet senin kocana adanmışlığını mükâfatlandıracaksa, aynı<br />

Cennet, senin kocasına iyi bir eş olmuş kızını da bekliyor.<br />

19<br />

Brahman: Hint kast sisteminde toplum geleneksel olarak sınıflara<br />

ayrılmıştır. Her bir sınıf kendi içerisinde kapalıdır; hangi kastın üyesi<br />

olunduğu doğuştan belirlenir. Rahipler, eğitmenler, kutsal metin<br />

yorumcuları ve âlimlerden oluşan Brahman sınıfı kast sisteminin en yüksek<br />

sınıfıdır. Maneviyatı, dini temsil ederler; başlıca dinî kaynakları<br />

Vedalar’dır. (ç.n.)<br />

99


www.isaretatesi.com<br />

-RAMA-<br />

Gerçekten iyi bir eş misin?<br />

-AMA-<br />

Evet.<br />

-RAMA-<br />

Gözünü kırpmadan ölüme gidebilir misin?<br />

-AMA-<br />

Gidebilirim.<br />

-RAMA-<br />

O halde cenaze ateşi yakılsın senin için! Bak, işte orada<br />

kocanın cansız bedeni yatıyor.<br />

-AMA-<br />

Civaci mi?<br />

-RAMA-<br />

Evet, Civaci. O senin evlenmek için sözlendiğin adamdı.<br />

Evlilik Tanrısı’nın aldatılmış ateşi gazaba geldi, ölümün aç<br />

ateşiyle parladı; yarım kalmış olan düğün şimdi<br />

tamamlanmalı.<br />

-VİNAYAKA-<br />

Dinleme onu, çocuğum. Oğluna, kederle kararmış<br />

yuvana geri dön. Ben görevimi en zalim sona varana dek<br />

100


www.isaretatesi.com<br />

yerine getirdim ve senin yapabileceğin bir şey kalmadı. Sevgili<br />

karım, yerinmen faydasızdır. Ağacımızdan şiddetle koparılan<br />

dal ölmüş olsaydı eğer, onu ateşe atardım. Ama o yeni bir<br />

toprağa canlı kökler salmış ve çiçekler, meyveler veriyor. Bırak<br />

onu, gitsin, hayıflanma; sevdiği insanların arasına dönsün,<br />

onların âdetleriyle yaşasın. Gel sevgili karıcığım; artık bizim<br />

için vakit, tüm dünyevî bağlarımızı koparma ve yaşamımızın<br />

geri kalanını huzurlu bir hac tapınağında inzivada geçirme<br />

vaktidir.<br />

-RAMA-<br />

Buna hazırım, ama önce, yaşamımızın toprağından<br />

sürgün vermiş tüm günah ve ayıbı ayaklarımızın altına alıp<br />

çiğnememiz gerekir. Bir kızın adı kötüye çıkarsa, anasının da<br />

onuru lekelenir. Bu kara leke, bu gece, yanan hararetli cenaze<br />

ateşini beslemeli; kızımın küllerinden sadık bir gelinin kutlu<br />

anısı yükselmeli.<br />

-AMA-<br />

Anacığım, eğer beni kocam olmayan biriyle ölümde zorla<br />

birleştirirsen, Ölümün Ebedî Efendisi’nin kutsallığına<br />

saygısızlık ederek lanetlenirsin.<br />

-RAMA-<br />

Askerler, ateşi yakın, kadının çevresini sarın!<br />

-AMA-<br />

Baba!<br />

101


www.isaretatesi.com<br />

-VİNAYAKA-<br />

Korkma! Vah çocuğum, demek bir gün seni annenden<br />

koruması için babandan yardım istemeyecekmişsin…<br />

-AMA-<br />

Baba!<br />

-VİNAYAKA-<br />

Gel bana, canım yavrum! İnsan eseri bu kanunlar nasıl da<br />

beyhudeler, âdeta semavî buyruğun kayasına çarpıp zerre<br />

zerre püskürüyorlar. Oğlunu bana getir ve beraber yaşayalım<br />

kızım. Bir babanın sevgisi, Tanrı’nın rahmeti gibidir;<br />

yargılamak nedir bilmez, yağar da yağar tükenmeyen bir<br />

kaynaktan.<br />

-RAMA-<br />

Nereye gidecekmişsin? Gel buraya! Askerler, efendiniz<br />

Civaci’ye olan bağlılığınızı yerine getirin! Bu son kutsal<br />

görevinizi tamamlayın!<br />

-AMA-<br />

Baba!<br />

-VİNAYAKA-<br />

Askerler, bırakın onu! Benim kızım o.<br />

-ASKERLER-<br />

O bizim efendimizin dul kalmış karısıdır.<br />

102


www.isaretatesi.com<br />

-VİNAYAKA-<br />

Onun kocası bir Müslümandı, ama kendi yolunda inançlı<br />

biriydi.<br />

-RAMA-<br />

Askerler, bu ihtiyar adama müsaade etmeyin!<br />

-AMA-<br />

Sana boyun eğmeyeceğim Anne! Askerler, size boyun<br />

eğmeyeceğim! Zira ölümün ve aşkın içinden ben<br />

özgürlüğümle geçer, özgürlüğümle çıkarım!<br />

103


www.isaretatesi.com<br />

XXX.<br />

Ressam, panayırda resimlerini satıyordu. Yanında<br />

hizmetkârlarıyla Vezirin Oğlu göründü. Vezir bu ressamın<br />

babasını yıllar önceki bir olayda oyuna getirmiş, adamcağız<br />

onun kahrıyla ölüp gitmişti.<br />

Vezirin Oğlu resimlerin önünde bir müddet durdu, birini<br />

kendisi için beğendi. Ama ressam resmin üzerine bir bez<br />

fırlattı ve onu satmayacağını söyledi.<br />

Böylece Vezirin Oğlu hayata küstü, öyle ki sonunda Vezir<br />

gidip resim için yüksek bir bedel teklif etmek zorunda kaldı.<br />

Ama Ressam resmi satmayarak dükkânının duvarında asılı<br />

tuttu. Resmin karşısında asık bir suratla oturuyor, kendi<br />

kendine, “İşte benim intikamım…” diyordu.<br />

Ressam’ın Tanrı’ya tapınışı, her sabah bir tanrı tasviri<br />

yapmaktan ibaret olmuştu.<br />

Ve bu resimlerin artık, eskiden yaptıklarına göre<br />

günbegün farklılaştığını hissediyordu.<br />

Bu durum onun rahatını kaçırdı; uzun bir müddet buna<br />

boş yere bir açıklama aradı, ta ki bir gün işini yaparken<br />

104


www.isaretatesi.com<br />

dehşetle ayağa fırlayana dek: Çizdiği Tanrı’nın gözleri tıpatıp<br />

Vezir’in gözleriydi, dudakları da Vezir’in dudaklarıydı!<br />

Çileden çıkarak resmi parçaladı: “Nasıl olur? İntikamın<br />

ters tepti!”<br />

105


www.isaretatesi.com<br />

XXXI.<br />

Kumandan, sessiz ve öfkeli Kral’ın huzuruna geldi, selam<br />

durarak şöyle dedi: “Köye cezası verildi; erkekleri perişan<br />

ettik, kadınlar ise yüksek sesle ağlamaya bile korkarak<br />

karanlık evlerinde bir köşede sızlanıyorlar.”<br />

Başrahip ayağa kalktı ve Kral’ı takdis ederek, “Tanrı’nın<br />

rahmeti her zaman sizinledir,” diye haykırdı.<br />

Bunu duyan soytarı bir kahkaha patlattı ve bütün meclis<br />

irkildi. Kral hiddetle kaşlarını çattı.<br />

“Tahtın şerefi,” diye söz aldı Vezir, “Kralımızın mahareti<br />

ve Kadiri Mutlak Tanrı’nın inayeti sayesinde yüceldi.”<br />

Daha da gür sesli bir kahkaha attı Soytarı. Kral<br />

homurdandı: “Yakışıksız bir cümbüş bu!”<br />

“Sizin üzerinize nice ihsanlar yağdırmış Tanrı,” dedi<br />

Soytarı, “bana da bu kahkahayı bahşetmiş.”<br />

“Bu kahkaha, yaşamına mâlolacak,” diye buyurdu Kral,<br />

kılıcını kavradı sağ eliyle.<br />

Ama Soytarı ayağa kalktı ve gene kahkaha attı, ta ki<br />

Kral’ın elinden son nefesini verene dek.<br />

106


www.isaretatesi.com<br />

Derin bir dehşetin gölgesi kapladı meclisi: Kahkahanın,<br />

Tanrı sükûtunun derinliğinde yankılandığı duyuluyordu.<br />

107


www.isaretatesi.com<br />

XXXII.<br />

ANNENİN DUASI<br />

Kör Kaurava 20 Kralı Dritaraştra’nın 21 ve Kraliçe Gandhari’nin 22 oğlu<br />

Prens Duryodhana, 23 kuzenleri olan Pandavalar’la, krallık toprakları<br />

üzerine kumar oynadı ve oyunu hileyle kazandı.<br />

20<br />

Kauravalar/Pandavalar: Epik Hint destanı Mahabharata’da anlatılan<br />

hikâyenin tarafları. Pandavalar ve Kauravalar aslında aynı atadan<br />

gelmektedir, ancak aralarında taht kavgası başlar. Kauravalar dendiğinde<br />

Kral Dritaraştra ve Kraliçe Gandhari’nin çocukları anlaşılır. Beş<br />

kardeştirler, her birinin ayrı bir mahareti vardır. (ç.n.)<br />

21<br />

Dritaraştra: Hastinapura’nın kör kralı, Kauravalar’ın babası. Veliahtını<br />

belirlerken elinde olmadan oğlu Duryodhana ve Pandavalar’ın en büyüğü<br />

Yudistra arasında çekişmeye sebep olur. Krallığın toprakları üzerine zar ile<br />

kumar oynanır, hileli bir zarla Kauravalar kazanır, Pandavalar sürgüne<br />

gider. Ancak olaylar bu kadarla kalmaz, sonunda büyük Kurukşetra Savaşı<br />

kopar. (ç.n.)<br />

22<br />

Gandhari: Kral Dritaraştra’nın karısı, Kauravalar’ın annesi. Kocası kör<br />

olduğu için, ona olan bağlılığını göstererek kendi gözlerini bağlar ve<br />

kendini görme zevkinden mahrum eder. Kauravalar Mahabharata’da hain<br />

ve zalim olarak resmedilmişse de, anneleri Gandhari’de ahlâki değerler ağır<br />

basar; oğullarına sürekli âdetlere bağlı kalmalarını ve Pandavalar’la barış<br />

yapmalarını söyleyen bir kraliçedir. (ç.n.)<br />

23<br />

Duryodhana: Kral Dritaraştra ve Kraliçe Gandhari’nin oğlu,<br />

Kauravalar’ın en büyüğü. Yudistra ile taht mücadelesine girer.<br />

Duryodhana inatçı, sinsi, hırslı, acımasız, kibirli ve düzenbazdır;<br />

Pandavalar’ı safdışı bırakmak için türlü planlar yapar. (ç.n.)<br />

108


www.isaretatesi.com<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

İstediğini elde ettin.<br />

-DURYODHANA-<br />

Başardım!<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Mutlu musun?<br />

-DURYODHANA-<br />

Zafer benim.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Tekrar soruyorum, krallığın tümünü ele geçirmekle<br />

mutlu mu oldun?<br />

-DURYODHANA-<br />

Efendimiz, bir kşatriya 24 mutluluğun değil zaferin<br />

peşinden koşar; fokurdayan hasetten damıttığı o yakıcı şarabın<br />

peşinden. Önceleri, kuzenlerimizin dostane hâkimiyeti altında,<br />

ayın bağrında öylece duran alelâde lekeler misali sakin bir<br />

yaşam sürerken, sefil bir mutluluğumuz vardı. O zamanlar<br />

24<br />

Kşatriya: Kast sisteminde krallar ve savaşçılardan oluşan askerî ve<br />

hükümdar sınıf. Kraldan köy reisine, komutandan ere kadar uzanan<br />

hiyerarşideki herkes kşatriya’dır. Yönetmek kşatriya’lar için bir vazifedir,<br />

bu bakımdan onlar Brahmanlar’ın sağ kollarıdırlar. Adalet, onur, cesaret ve<br />

sadakati herşeyin üzerinde tutmaları beklenir. (ç.n.)<br />

109


www.isaretatesi.com<br />

Pandavalar dünyanın tüm zenginliğini sömürürken, lütfedip<br />

bize de pay ayırıyorlardı. Madem şimdi mağlubiyete ve<br />

sürgüne razılar, ben mutludan da öte, zafer sarhoşuyum.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Seni alçak! Pandavalar’ın ve Kauravalar’ın aynı atadan<br />

geldiğini unutuyorsun.<br />

-DURYODHANA-<br />

Bu gerçeği unutmak o denli zor olduğundandır ki<br />

eşitsizliğimiz hep kemirip durdu yüreğimi. Geceyarısı dolunay<br />

asla kıskanmaz öğle güneşini. Ama bu iki kürenin aynı ufku<br />

paylaşma mücadelesi sonsuza dek de süremez. Şükür ki,<br />

mücadele sona erdi ve biz muzaffer yalnızlığımızı kazandık.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Ah şu bayağı haset!<br />

-DURYODHANA-<br />

Haset hiç de bayağı değildir – büyüklüğün özünde vardır<br />

o. Çimenler kalabalık bir kardeşlik içinde büyüyebilirler, ama<br />

dev ağaçlar öyle değil. Yıldızlar kümeler halinde yaşarlar,<br />

güneş ve ay ise ihtişamlarıyla bir başınadır. Pandavalar’ın<br />

solgun ayı ormanın karaltıları ardında batıyor, Kauravalar’ın<br />

yeni yükselen güneşiyse bayram ediyor.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Fakat doğruluk kaybetti.<br />

110


www.isaretatesi.com<br />

-DURYODHANA-<br />

Hükümdarların doğruları pek başkadır halkın gözünde<br />

doğru olanlardan. Halk yoldaşlıkla serpilip gelişir; bir kral<br />

içinse, denkler düşmandır. Önde ise engel, geride ise tehdittir<br />

denk. Bir kralın hükmünde kardeşlerin veya arkadaşların yeri<br />

yoktur; tek bir sarsılmaz esas vardır, o da galip gelmektir.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Kumarda hile ile kazanılmış olanı galibiyet olarak<br />

adlandırmayı reddediyorum ben.<br />

-DURYODHANA-<br />

Bir adam bir kaplan ile eşit koşullarda, dişle, tırnakla<br />

çarpışmayı reddetmekten utanç duymaz. Bizim silahlarımız<br />

başarıya uygundur, intihara değil. Baba, ben sonuçla iftihar<br />

ediyor ve araçlardan pişmanlık duymayı hor görüyorum.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Peki ya adalet?<br />

-DURYODHANA-<br />

Adaleti düşleyenler sadece ahmaklardır; başarı onların<br />

olmaz. Yönetmek için doğanlar ise tereddütle topallamayan,<br />

merhametsiz bir güce bel bağlarlar.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Senin bu başarın gürültülü ve öfkeli bir kınama tufanı<br />

yağdıracak üzerine.<br />

111


www.isaretatesi.com<br />

-DURYODHANA-<br />

İnsanların Duryodhana’nın Kral olduğunu ve iftiraları<br />

ayağının altında ezecek bir kudreti olduğunu öğrenmeleri<br />

şaşılacak kadar kısa zaman alacak.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

İftira dilden dile dolaşırken ölüp gider. Onu kalplere<br />

yürütmeyesin, orada güçlenir.<br />

-DURYODHANA-<br />

Dile gelmeyen kötülemeler bir kralın saygınlığına leke<br />

süremez. Eğer sevgi ise bizden esirgenen, bunu umursamam<br />

bile; ama küstahlığa tahammül edemem. Sevmek kişinin<br />

iradesine bağlıdır ve en fukaralar bile böyle bir cömertliğin<br />

tadını çıkarabilir. Bırakalım onu evcil kedilerine, sadık<br />

köpeklerine ve bizim iyi kuzenlerimiz Pandavalar’a<br />

harcasınlar. İmrenmem onlara. Benim tahtım için istediğim<br />

vergi, korkudur. Baba, senin oğullarını kötüleyenlere kulak<br />

vermen gevşeklik değil mi? Ama hâlâ sofu dostlarının<br />

oğulların aleyhinde keskin ithamlarla cümbüş yapmalarına<br />

izin verme niyetindeysen, o halde krallığımızı kuzenlerimizin<br />

sürgünüyle değiş tokuş edelim ve çorak taşraya geri dönelim,<br />

değil mi ki sürüsüne berekettir orada sevgili dostlar!<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Dostlarımın sofuca uyarıları benim oğullarıma olan<br />

sevgimi azaltabilseydi, kurtulurduk belki de. Ama benim<br />

ellerim de battı senin namertliğinin batağına ve doğruluk<br />

112


www.isaretatesi.com<br />

hissim köreldi. Sizin uğrunuza hanedanımızın kadim ormanını<br />

ihmalkârca ateşe verdim – böyle dehşetlidir benim sevgim.<br />

Göğüs göğüse tutunmuşuz biz, bir göktaşı çifti gibi şuursuzca<br />

yol alıyoruz mahvoluşa doğru. Şu durumda sevgimden şüphe<br />

duyma ve bana sıkı sıkı tutun – ta ki yıkımın eşiğine varana<br />

dek. Zafer davullarını gümbürdet, bayrağını göğe kaldır. İblis<br />

bayram ederken bu çılgın hengâmede, kardeşler ve arkadaşlar<br />

dağılıp gidecekler, sonunda lanetlenmiş bir baba, lanetlenmiş<br />

bir oğul ve Tanrı’nın gazabından başka bir şey kalmayacak.<br />

[İçeri bir muhafız girer.]<br />

Efendimiz, Kraliçe Gandhari huzurunuza çıkmak için<br />

müsaade istiyor.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Bekliyorum kendisini.<br />

-DURYODHANA-<br />

Müsaadenizle, ayrılıyorum. [Çıkar.]<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Uç git! Annenin varlığının ateşine dayanamayacaksın<br />

tabii.<br />

[Duryodhana’nın annesi Kraliçe Gandhari girer.]<br />

-GANDHARİ-<br />

Ayağınıza kadar geldim, bir ihsanda bulunmanızı<br />

dileyeceğim.<br />

113


www.isaretatesi.com<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Söyleyin lütfen, dileğiniz yerine gelecektir.<br />

-GANDHARİ-<br />

Onu reddetmemizin zamanı geldi.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Kimi, Kraliçem?<br />

-GANDHARİ-<br />

Duryodhana’yı!<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Oğlumuz Duryodhana mı?<br />

-GANDHARİ-<br />

Evet!<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Bu ne fena bir ihsan dileği böyle, siz ki onun annesisiniz!<br />

-GANDHARİ-<br />

Kauravalar’ın cennetteki ataları bu yakarışımda bana<br />

katılıyorlar.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

İlâhi Adalet, yasalara karşı gelmiş olanı cezalandıracaktır.<br />

Bense babasıyım suçlunun.<br />

114


www.isaretatesi.com<br />

-GANDHARİ-<br />

Ben annesi değil miyim? Çırpınan bir yürekle üzerine<br />

titremedim mi sanki onun? Evet, dileğim hak tanımaz<br />

Duryodhana’yı reddetmenizdir.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Bundan bize kalan ne olacak?<br />

-GANDHARİ-<br />

Tanrı’nın inayeti.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Peki, bu bize ne getirecek?<br />

-GANDHARİ-<br />

Yeni buhranlardan kaçış yok. Bir yanda oğlumuzun<br />

varlığından duyacağımız mennuniyet ve yeni krallığın gururu,<br />

öbür yanda hatalı olanı bizzat yapmış veya yapılmasına göz<br />

yummuş olduğumuzu bilmenin vereceği utanç, bu ikisi çift<br />

taraflı bir diken misali bağrımızı yaracak. Pandavalar feragat<br />

ettikleri toprakları tekrar kabul etmeyecek kadar<br />

gururludurlar; o yüzden bizim için tek münasip olan, bu hak<br />

etmediğimiz mükâfatın azabını dindirmek adına başımıza<br />

başka bir dert sarmamızdır.<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Kraliçem, çoktan paramparça olmuş yüreğimi yeni<br />

acılara maruz bırakıyorsunuz.<br />

115


www.isaretatesi.com<br />

-GANDHARİ-<br />

Efendimiz, oğlumuza verilecek ceza ondan çok bize<br />

verilmiş olacak. Vereceği cezaya duyarsızlaşmış bir yargıç,<br />

hükme varma hakkını yitirir. Ve siz sırf ıstıraptan kaçınmak<br />

için oğlunuzu esirgerseniz eğer, geçmişte tarafınızca<br />

cezalandırılmış tüm suçlular Tanrı huzurunda ödeşme<br />

isteyeceklerdir – zira onların da babaları yok muydu?<br />

-DRİTARAŞTRA-<br />

Bu kadarı yeter Kraliçem, size yalvarıyorum. Oğlumuz<br />

Tanrı tarafından terk edilmiş, onu ben de terk edemem. Onu<br />

kurtarmak benim elimde değil artık; bundan dolayı tek<br />

tesellim onun suçunu paylaşmak ve yazgısı olan nihai yıkıma<br />

giden yola onunla beraber adım atmak olabilir. Olan olmuş<br />

artık; bırakalım, olacak olan da olsun! [Çıkar.]<br />

-GANDHARİ-<br />

Sakin ol yüreğim; her şeyi Tanrı’nın takdirine bırak. Ağır<br />

ağır geçiyor unutuş gecesi; hesaplaşma sabahıdır gelen;<br />

gürüldeyen sesini duyuyorum onun savaş arabasının… Kadın!<br />

Eğilip yerlere kapan, yüzünü tozlara sür, yüreğini tekerleklerin<br />

altına atarak kurban et! Karanlıklar göğü kefene saracak;<br />

toprak sarsılacak; feryatlar göğü yırtacak; ve sonra o sessiz,<br />

zalim akıbet gelecek: O korkunç sükûnet, o büyük unutuş,<br />

düşmanlığın o dehşetli yok oluşu – ölümün alevlerinden<br />

yükselecek o en yüce kurtuluş…<br />

116


www.isaretatesi.com<br />

XXXIII.<br />

Kudurmuşçasına yırtıp lime lime ediyorlar, ibadet<br />

devirlerinde dünyanın en parlak umudunun hoşgelişi adına<br />

dokunmuş halıyı.<br />

Büyük aşk hazırlıkları bir paçavra yığını halinde<br />

duruyor; divane kalabalığa Tanrılarının gelecek olduğunu<br />

hatırlatan bir şey kalmamış harap sunakta. Çılgın bir feveranla<br />

yakıp küle döndürmüşler âdeta geleceklerini – ve onunla<br />

beraber, çiçek açma mevsimlerini.<br />

Hava bir haykırışla inliyor: “Zafer gaddarlarındır!”<br />

Çocuklar bezgin ve ihtiyar görünüyorlar; birbirlerine, zamanın<br />

dönüp durduğunu ama ilerlemediğini, erişeceğimiz bir şey<br />

olmadığı halde koşmaya kurulmuş olduğumuzu, yaratılışın bir<br />

körün elle yoklamalarından farksız olduğunu fısıldıyorlar.<br />

“Bırak şarkını mırıldanmayı,” dedim kendime. “Şarkı,<br />

gelecek olan içindir; sonu gelmeyen mücadele ise, olan şeyler<br />

için.”<br />

Kulağını yere dayayarak adımlara kulak kesilmiş biri gibi<br />

uzanan yol, bugün beklenen konuğa veya öbür uçtaki eve dair<br />

hiçbir işaret yakalayamıyor.<br />

117


www.isaretatesi.com<br />

“Tozlara at, çiğne beni,” dedi çalgım.<br />

Yolun kenarındaki toza baktım. Dikenler arasında ufacık<br />

bir çiçek vardı! Ve haykırdım: “Dünyanın umudu yaşıyor!”<br />

Yeryüzüne fısıldamak üzere eğildi ufukta gökyüzü;<br />

beklentinin sessizliği doldurdu havayı. Gördüm, işitilmez<br />

müziğin temposuna göre el çırptı palmiye yaprakları; ve<br />

gördüm, dolunay gölün pırıltılı sessizliğiyle bakışmaktaydı.<br />

“Hiçbir şeyden korkma!” dedi bana yol. Ve çalgım<br />

konuştu: “Bana şarkılarını ödünç ver!”<br />

118


www.isaretatesi.com<br />

XXXIV.<br />

BAUL ŞARKILARI 25<br />

-I-<br />

Ah sevgilim, bu aşk oyunuyla birleşme özlemi hem<br />

senindir hem benim.<br />

Dudakların gülümseyebilir, kavalın şarkı söyleyebilir,<br />

ama sadece aşkımın zevki sayesinde – ve bu yüzden benim<br />

gibi ısrarcısın sen de.<br />

-II-<br />

İşte, oturuyorum yolda; devam etmemi isteme benden.<br />

Aşkın bensiz de tam olabiliyorsa eğer, seni aramaktan<br />

vazgeçeyim.<br />

25<br />

Baul’lar: Doğu ve Batı Bengal’de yaşayan gezgin mistik ozanlar. “Baul”un<br />

kelime anlamı “ilâhi esinle kendinden geçerek aklını yitirmiş olan”dır.<br />

Baul’lar hem keşiş hem ozandırlar. Kendilerine has giyim kuşamları ve<br />

müzik aletleri vardır. Baul müziği, ilâhi aşkı sade ve gündelik ifadelerle<br />

serbest bir biçimde anlatır. Baul’lar, <strong>Tagore</strong>’u hem şiir hem müzik<br />

anlamında etkilemiştir. (ç.n.)<br />

119


www.isaretatesi.com<br />

Suretin için yalvarmayı reddediyorum, bana ihtiyaç<br />

duymuyorsan.<br />

Pazarın tozu ve öğlenin ışıltısı kör etmiş gözümü, öylece<br />

bekliyorum; içimde bir umut, sevdiceğim, belki yüreğin beni<br />

bulmaya yollar seni.<br />

-III-<br />

Senin nefesinle, capcanlı neşe ve hüzün ezgileri halinde<br />

akıyorum ben.<br />

Sabahları ve akşamları, yazın ve yağmur zamanı, müziğe<br />

ayak uyduruyorum.<br />

Tut ki her şeyime mâlolarak uçup gidiyor müzik, gene de<br />

kederlenmem, ezgiyi öyle aziz tutarım.<br />

-IV-<br />

Yüreğim O’nun çalıp durduğu bir kavaldır. Eğer bir gün<br />

başka ellere düşerse, O hemen fırlatsın onu uzaklara.<br />

Sevgilim bu kavalı öylesine aziz tutar… Eğer bugün<br />

yabancı bir nefes üflediyse ona ve garip sesler çıkardıysa, O<br />

hemen kırıp parçalasın onu, tozlara saçsın.<br />

-V-<br />

Aşkta gaye ne hazdır ne acı, sadece aşktır.<br />

120


www.isaretatesi.com<br />

Özgür aşk birbirine bağlar, ayrım bunu bozar; zira<br />

birleştirendir aşk.<br />

Ateşin ateşle tutuşması misali, aşkla alevlenir aşk – ilk<br />

alev nereden gelir peki?<br />

Senin benliğinde ıstırabın tahakkümü altında oynaşıp<br />

sıçrar o.<br />

Sonra, ne zaman ki alevlenir gizli ateş, o zaman bir olur iç<br />

ve dış, kül olur tüm engeller.<br />

Bırak, şiddetle parlasın ıstırap, yürekten fışkırsın,<br />

karanlığı kovalasın – neden korkacaksın?<br />

Şair şöyle diyor: “Bedelini ödemeden kim elde edebilir<br />

aşkı? Siz kendinizi vermesini bilmezseniz, dünya da hasis olur<br />

size karşı.”<br />

-VI-<br />

Gözler yalnızca tozu toprağı görür, ama yürekle hisseder,<br />

saf neşeyi bilir.<br />

Dört bir yanda türlü biçimde çiçeklenmiş sevinçler; fakat<br />

onlardan çelenk örecek ipliği nerede yüreğinin?<br />

Sahibimin kavalı her şeyin içinden yankılanır, beni tüm<br />

konaklarımdan dışarı sürer; ve dinlediğim sürece bilirim ki,<br />

attığım her adım Sahibimin evindedir.<br />

O, denizdir – ve o yüzdendir ki denize götüren ırmaktır,<br />

kıyıdaki iskeledir.<br />

121


www.isaretatesi.com<br />

-VII-<br />

Garip huyları vardır konuğumun.<br />

Hazırlıksız olduğum zaman gelir hep; ama onu nasıl<br />

reddedeyim?<br />

Lambayı yakıp gece boyu beklerim, ortalarda görünmez.<br />

Ne zaman ki ışık söner ve odam tamtakırdır, gelip yerini ister.<br />

Onu nasıl bekleteyim?<br />

Dostlarımla gülüp eğlenirim; sonra birden irkilirim:<br />

Hayret, yanımdan kederle geçmektedir! Anlarım ki eğlencem<br />

nafiledir.<br />

Nice defa yüreğim sızlarken onun gözlerinde bir<br />

gülümseme görmüş, kederimin gerçek olmadığını<br />

anlamışımdır.<br />

Gene de onu anlayamıyorum diye asla şikâyet etmem.<br />

-VIII-<br />

Ben kayığım, sen hem denizsin hem kayıkçı.<br />

Karaya asla varmasan da, batmama göz yumsan da,<br />

neden ahmak gibi korkayım?<br />

Kıyıya varmak daha büyük bir ödül müdür seninle<br />

kaybolup gitmekten?<br />

Söyledikleri gibi sen yalnızca limansan eğer, deniz nedir?<br />

122


www.isaretatesi.com<br />

Varsın kabarsın sular, dalgalarla çalkalanayım – itiraz<br />

etmem.<br />

ben.<br />

Her nerede, ne biçimde görünürsen, senin içinde yaşarım<br />

Dilersen esirge beni, dilersen öldür, yeter ki yad ellere<br />

terk etme.<br />

-IX-<br />

Ha gayret tomurcuk, ha gayret! Aç kalbini, ha gayret!<br />

Baharın ruhu seni teslim almış işte, artık tomurcuk olarak<br />

kalabilir misin?<br />

123


www.isaretatesi.com<br />

124


www.isaretatesi.com<br />

FİRARİ – III<br />

125


www.isaretatesi.com<br />

126


www.isaretatesi.com<br />

I.<br />

Gel, yeryüzünün pervasız sevdalısı, ey İlkbahar; ormanın<br />

yüreği dile gelmek için can atsın!<br />

Tedirgin rüzgârlar halinde gel, çiçeklerin tomurcuklara<br />

sığmayıp körpe yapraklarla fışkıracağı gölgeliklerden geç!<br />

Işıklı bir isyan gibi patlak ver ansızın; gecenin uyku<br />

orucundan, gölün dilsiz karanlığından, toprağın altındaki<br />

zindandan geç, mahpus tohumlara özgürlük müjdeleyerek gel!<br />

Şimşeğin kahkahası gibi, fırtınanın nidâsı gibi gel;<br />

birdenbire dal hummalı kentin içine, tıkanmış kelâmı azat et,<br />

şuursuz çabayı kurtar! Gel ve cılız kavgamızı takviye et:<br />

Ölüme üstün gel!<br />

127


www.isaretatesi.com<br />

II.<br />

Nice defa, mart ayında hardallar çiçek açtığı zaman bu<br />

manzarayı seyrettim – suyun bu tembel çizgisini, ötedeki<br />

kumsalın kurşuni rengini, nehir boyunda komşu tarlaların<br />

kardeşliğini köyün kalbine taşıyan kıvrımlı patikayı.<br />

Rüzgârın avare ıslığını ve geçip giden bir kayığın kürek<br />

seslerini dizelerime hapsetmek istedim.<br />

Hayran oldum muazzam dünyanın önümde nasıl da<br />

tevazuyla uzandığına: Ebedî Yabancı’yla olan buluşmamın<br />

nasıl da sevecen, aşina bir rahatlıkla kalbimi doldurduğuna…<br />

128


www.isaretatesi.com<br />

III.<br />

Bir yolcu teknesi, bir o yana bir bu yana, dar nehrin iki<br />

yakasındaki köyler arasında işler durur.<br />

Nehir ne geniştir ne derin, yol üzerinde yalnızca bir<br />

aralıktır o – nasıl ki şarkının bir yerinde sözler kesilir ama ezgi<br />

neşeyle akarsa, o da günlük yaşamın küçük serüvenlerini<br />

renklendirir.<br />

Zenginliğin kuleleri yükselir, yükselir, sonra harap<br />

oluverir; lâkin bu köyler geveze nehrin iki yakasından<br />

birbiriyle konuşur ve yolcu teknesi onlar arasında çağlardan<br />

çağlara, ekin zamanından hasat zamanına işler durur.<br />

129


www.isaretatesi.com<br />

IV.<br />

Akşamleyin sığırları ahırlara geri getirdikten sonra,<br />

köylüler, kulübelerin önündeki çimenlerde toplanıp, senin<br />

gizlice onlar arasında olduğunu kalplerinde hissetmek ve sana<br />

sevecenlikle taktıkları ismi şarkılarında tekrar etmek üzere<br />

oturuyorlar.<br />

Kralların taçları kayan yıldızlar misali parlayıp söner;<br />

senin isminse, isimsiz pek çok seveninin mütevazı<br />

kalplerinden köyün kulübeleri üzerinde dingin geceye<br />

yükselir.<br />

130


www.isaretatesi.com<br />

V.<br />

Bebeğin dünyasında, ağaçlar ona yaprak sallıyorlar;<br />

anlam çağının öncesinden kalma kadim bir dilde mısralar<br />

mırıldanıyorlar. Ay, ona kendi yaşıtıymış gibi görünüyor –<br />

gecenin biricik bebeğiymiş gibi.<br />

İhtiyarın dünyasında, çiçekler ödev biliyorlar yapmacık<br />

peri masallarıyla mahcup olmayı – ve kırık taş bebekler itiraf<br />

ediyorlar, kilden yapılmış olduklarını.<br />

131


www.isaretatesi.com<br />

VI.<br />

Ey dünyam, ben çocukken küçük komşu kızıydın sen,<br />

sevecen ve ürkek bir yabancıydın.<br />

Sonra yüreklendin ve çitin öteki tarafından benimle<br />

konuşmaya, bana oyuncaklar, çiçekler, deniz kabukları<br />

sunmaya başladın.<br />

Derken tatlı sözlerle işimden aldın beni; kâh<br />

alacakaranlığın diyarına, kâh öğle ıssızlığında bahçenin yosun<br />

kaplı köşesine cezbettin.<br />

Geçmiş zamanlara dair uzun hikâyeler anlattın bana:<br />

Ânın mahpusluğundan kurtulmak için o eski zamanlara özlem<br />

duydu şimdiki zaman.<br />

132


www.isaretatesi.com<br />

VII.<br />

Ulu Yeryüzü! Ne çok yanıp tutuştu benliğim senin<br />

üzerinden akmak için – ve göğün aşağıya göz kırpan mavisine<br />

yanıt olarak flamasını havaya kaldıran her bir yeşil çimenin<br />

mutluluğuna ortak olmak için!<br />

Dünyaya gelişimden çağlar önce sana ait olduğumu<br />

hissediyorum. Bu yüzdendir ki, güz güneşi olgun pirinç<br />

başakları üzerinde parladığı zaman, zihnimin her yerde<br />

olduğu bir geçmişi hatırlıyor, o uzak ve sisli geçmişten oyun<br />

arkadaşlarımın seslerini duyar gibi oluyorum.<br />

Akşamleyin sığırlar kır patikalarında toz kaldırarak<br />

ahırlarına döndüğünde ve köy kulübelerinin dumanları<br />

dolunaya doğru yükseldiğinde, varoluşun ilk sabahıyla ortaya<br />

çıkmış büyük bir ayrılığın kederini yaşıyorum.<br />

133


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Yoğun bir günün ardından kafamın içi arı kovanı gibiydi;<br />

alacakaranlığın geceye döndüğünü fark edemedim. Işık aniden<br />

çözüldü karanlıkta, uzanıp bir parmak misali dokundu bana.<br />

Başımı kaldırdım, dolunayın bir çocuğunki gibi şaşkın<br />

bakan gözleriyle buluştu gözlerim. Öylece kalakaldım uzun<br />

müddet; o sırada penceremden gizlice bir aşk mektubu salındı<br />

sanki.<br />

O andan beridir mektuba bir yanıt verebilmek için yanıp<br />

tutuşuyorum – Gece’nin görünmeyen çiçekleri gibi hoş kokulu<br />

bir yanıt; onun isimsiz yıldızlara yazılmış buyruğu gibi yüce<br />

bir yanıt…<br />

134


www.isaretatesi.com<br />

IX.<br />

Bulutlar göğü kaplıyor, sabah aydınlığı yağmurlu<br />

gecenin dağınık perçemi gibi kalıyor.<br />

Küçük bir kız oturuyor pencerede; harap fırtınanın<br />

taçkapısındaki gökkuşağı misali sakin.<br />

O kız komşumdur benim – onun dünyaya gelişi, isyankâr<br />

kahkahası gibiydi bir ilâhın. Annesi öfkelenerek, iflâh olmaz<br />

diyor ona; babası gülümsüyor ve ona çılgının teki diyor.<br />

Devasa kayalardan seke seke giden boyun eğmez bir<br />

çağlayana benziyor o; dinmek bilmeyen rüzgârda hışırdayan,<br />

en tepedeki bambu yapraklarına benziyor.<br />

Pencerede duruyor ve gökleri seyrediyor.<br />

Kızkardeşi gelip, “Annemiz seni çağırıyor,” diyor; o,<br />

omuz silkiyor.<br />

Elinde oyuncak bir gemiyle erkek kardeşi geliyor,<br />

kolundan çekiştirip onunla oynamak istiyor; ama o, bir hışımla<br />

kolunu kurtarıyor. Oğlan ısrar edince, kız onun kıçına bir de<br />

tokat vuruyor.<br />

Rüzgârın ve suyun sesiydi, âlemin yaratılışının başında<br />

duyulan ulu ses.<br />

135


www.isaretatesi.com<br />

Doğanın bu kadim çığlığı, dilsiz bir çağrıydı doğmamış<br />

yaşama. Kızın kalbine ulaştı mânâ – ve işte, tek başına<br />

sürükleniyor o, zamanımızın çitinden dışarıya: Öylece duruyor<br />

orada, sonsuzluğa teslim olmuş!<br />

136


www.isaretatesi.com<br />

X.<br />

Yalıçapkını kıpırdamadan duruyor boş bir teknenin<br />

pruvasında; nehrin sığ kıyısına bir bufalo uzanmış, sakin ve<br />

huzurlu, yarı kapalı gözlerle serin çamurun tadını çıkarıyor.<br />

Köyün başıboş köpeğinin havlamalarından korkmayan<br />

inek, suyun kıyısında otluyor; peşinden bir salik sürüsü,<br />

güveler avlayarak zıp zıp geliyor.<br />

Oturduğum yer bir demirhindi korusudur; dilsiz<br />

yaşamın sesleri burada toplanıyor: Sığır böğürmeleri, serçe<br />

ötüşleri, yüksekteki çaylağın keskin çığlığı, çekirge cırıltıları,<br />

sudaki balığın şıpırtısı…<br />

Yaşamın bebek odasına kapı aralığından bakıyorum:<br />

Tabiat Ana, koynundaki bu canlı kıpırtıyla ilk defa ürperiyor.<br />

137


www.isaretatesi.com<br />

XI.<br />

Sessiz sakin köy yerinde güneşli bir geceyarısı gibi<br />

durgundu öğle. Tatil günlerimin sonu gelmişti.<br />

Dört yaşındaki küçük kızım beni gün boyu odadan odaya<br />

takip etmiş, yaptığım hazırlıkları endişeli bir sessizlikle<br />

izlemişti. Sonunda bitkin düştü, kapının eşiğinde garip bir<br />

suskuyla oturup kaldı. Kendi kendine, “Baba gitmesin,” diye<br />

homurdanıyordu.<br />

Uykusu ağır bastığı sırada yemek vakti gelmişti, ama<br />

annesi unutmuştu onu, çocuk mızmızlanamayacak kadar<br />

keyifsizdi.<br />

Nihayet veda etmek için ona kollarımı uzattığımda, hiç<br />

kıpırdamadı, sadece bana üzgün bakarak, “Baba, ne olur<br />

gitme!” dedi.<br />

Bu küçük çocuğun yalnızca şu birkaç kelimeyle<br />

zorunluluğun devasa dünyasına kafa tutması gözlerimi<br />

yaşarttı: “Baba, ne olur gitme!”<br />

138


www.isaretatesi.com<br />

XII.<br />

Tatilin tadını çıkar, canım oğlum; masmavi bir gök,<br />

çıplak bir tarla, yaşlı demirhindinin altında ambar ve yıkık bir<br />

tapınak var.<br />

Tatilim karışsın tatiline; gözlerinin dansında bir ışık,<br />

gürültülü bağrışlarında bir müzik bulayım.<br />

Sana gerçek bir tatil özgürlüğü getiriyor güz; bana ise<br />

çalışmanın imkânsızlığını – zira işte, odama dalıp duruyorsun<br />

sen!<br />

Evet, tatilim sınırsız bir özgürlüktür – sevginin beni rahat<br />

bırakmaması için.<br />

139


www.isaretatesi.com<br />

XIII.<br />

Akşam olmuştu; küçük kızım pencerenin altından<br />

arkadaşlarının seslendiğini duydu.<br />

Karanlık merdivenlerden aşağı, harmanisini elindeki<br />

lambaya siper ederek ürkekçe indi.<br />

Yıldızlı mart gecesinde terasta oturuyordum, aniden bir<br />

çığlık duyunca merdivenlere koştum.<br />

Karanlık sarmal merdivenlerde lambasının ışığı<br />

sönmüştü kızımın. “Kızım, neden bağırdın?” diye seslendim.<br />

Telaşla yanıt verdi aşağıdan: “Baba, kayboldum!”<br />

Terasa geri dönüp yıldızlı mart göğüne baktığımda,<br />

orada harmanisini birçok lambaya siper ederek yürüyen bir<br />

çocuk vardı âdeta.<br />

Bir an için lambalar sönecek olsa, çocuk kalakalır ve<br />

çığlığı göklerden göklere yankılanır: “Baba, kayboldum!”<br />

140


www.isaretatesi.com<br />

XIV.<br />

Sokak lambaları arasında donup kalmış gece, şehrin<br />

tozuna bulanmış altını.<br />

Rüküş bir kadın balkon parmaklıklarından eğiliyor:<br />

Pervanesini bekleyen canlı bir ateş…<br />

Aniden aşağıda, fayton altında kalan bir sokak<br />

çocuğunun etrafını sarıyor insanlar; balkondaki kadın,<br />

dünyanın en iç mabedinde oturan beyaz elbiseli Ulu Ana’nın<br />

elemiyle doluyor ve acıyla haykırarak yere düşüyor.<br />

141


www.isaretatesi.com<br />

XV.<br />

Kıraç fundalıktaki manzarayı hatırlıyorum: Çingene<br />

çadırlarının önünde bir kız, yalnız başına çimenlere oturmuş,<br />

ikindi gölgesinde saçlarını örüyor.<br />

Kızın küçük köpeği, sanki bu işin bir önemi<br />

yokmuşçasına onun meşgul ellerine atlayıp havlıyor.<br />

“Baş belası!” diye bağırarak boş yere çıkışıyor kız köpeğe;<br />

onun şapşallıklarından bıktığını söylüyor.<br />

Azarlayan parmağıyla köpeğin burnuna vuruyor, ama<br />

görünüşe göre bu onu daha da coşturuyor.<br />

Anlasın diye tehditkârca bakıyor köpeğe bir an – ama<br />

sonra saçlarını salıyor, aniden köpeği kollarına alıyor, kıkır<br />

kıkır gülerek onu bağrına basıyor.<br />

142


www.isaretatesi.com<br />

XVI.<br />

Adam uzun boylu ve cılız; sürekli tekrarlayan yüksek<br />

ateşle bir deri bir kemik kalmış; gövdesine tek bir damla özsu<br />

toplayamayan ölü bir ağaç sanki.<br />

Çaresizce ama sabırla, annesi küçük bir çocuk gibi taşıyor<br />

onu güneşe; yol kenarında sabah boyu oturuyor kısalan<br />

gölgeler arasında.<br />

Su almaya giden bir kadınla, sığırları kıra götüren küçük<br />

bir çobanla, uzak pazara giden yüklü bir arabayla adamın<br />

yanıbaşından geçip gidiyor dünya; ve anne, ölmekte olan<br />

oğlunun korkunç cansızlığına yaşamın en ufak bir kıpırtısı<br />

dokunur diye umuyor.<br />

143


www.isaretatesi.com<br />

XVII.<br />

Pazardan eve yorgun argın dönen bu perişan kılıklı<br />

ihtiyar birdenbire gençliğinin zirvesine dönebilseydi eğer,<br />

insanlar işlerini bırakıp coşkuyla koşarlardı ona.<br />

Zira o zaman adamı bir köylü olarak küçümsemeyi<br />

bırakırlar, onda yaşının tüm gizemini ve ruhunu bulurlardı.<br />

Hatta yoksulluğu ve ıstırabı bile ânın sığ<br />

aşağılamalarından sıyrılarak yücelir, sepetindeki öteberi<br />

dokunaklı bir asalete bürünürdü.<br />

144


www.isaretatesi.com<br />

XVIII.<br />

Adam sabah olunca, bir sıra deodar ağacıyla 26<br />

gölgelenmiş, tepeyi ısrarlı bir âşık misali saran yolda yürüyüşe<br />

çıktı.<br />

Köydeki evlerinden, yeni evlendiği karısından gelen ilk<br />

mektup vardı elinde; kadın ona tez zamanda gelmesi için<br />

yalvarıyordu.<br />

Yoktan bir elin dokunuşu geziniyordu adamın üzerinde;<br />

mektubun feryadını taşıyor gibiydi hava: “Sevdiğim, aşkım,<br />

gözyaşlarıyla dolup taşıyor göğüm!”<br />

Kendine şaşırdı adam, “Buna lâyık mıyım ben?” diye<br />

düşündü.<br />

Aniden güneş göründü kasvetli tepelerin çizgisi<br />

üzerinde; yabancı bir sahilden dört kız, peşlerinde havlayan<br />

bir köpekle hızlı adımlarla, bağrışa çağrışa geliyordu.<br />

Yaşça büyükçe olan iki tanesi, adamın haline<br />

güldüklerini gizlemek için yüzlerini çevirdi, küçük olanlarsa<br />

itişip kahkahayı bastılar ve hınzırca kaçıştılar.<br />

26<br />

Deodar: Himalaya sediri olarak da bilinir; iri, her dem yeşil kalan bir iğne<br />

yapraklıdır. (ç.n.)<br />

145


www.isaretatesi.com<br />

Adam durakladı, başını öne eğdi. Sonra birdenbire<br />

mektubu yokladı: Zarfı açtı, yeniden okudu.<br />

146


www.isaretatesi.com<br />

XIX.<br />

Tapınaktaki tasvirin bir araba üzerinde kutsal şehirde<br />

gezdirileceği gün gelip çatmıştı.<br />

“Gidelim ve şenliklere katılalım,” dedi Kraliçe, Kral’a.<br />

Bir tek adam hariç, saray halkından törene katılmayan<br />

kimse yoktu. Çalı çırpı toplayıp saray için süpürge imal eden<br />

bir adamdı bu.<br />

Sarayın başhizmetkârı ona acıyarak, “Bizimle<br />

gelebilirsin,” dedi.<br />

O ise başını eğerek, “Olmaz,” dedi.<br />

Kral ve beraberindekilerin geçiş yapacağı yolun<br />

kenarında yaşıyordu adam. Vezir, filinin üzerinde oradan<br />

geçerken durup seslendi: “Bizimle gel ve kutsal arabasının<br />

üzerinde Tanrı’yı gör!”.<br />

“Tanrı’yı Kralımızın usûlüyle görmeye çalışmak ne<br />

haddime?” dedi adam.<br />

Vezir sordu: “Kutsal arabasının üzerinde dolaşan Tanrı’yı<br />

görme şansını bir daha ne zaman bulacaksın?”<br />

147


www.isaretatesi.com<br />

“Tanrı’nın kendisi kapıma geldiği zaman,” diye yanıtladı<br />

adam.<br />

Vezir gür bir kahkaha attı ve “Seni şaşkın! Kral bile onu<br />

görmek için yollara düşmek zorundayken, kapına mı<br />

gelecekmiş Tanrı senin?” dedi.<br />

“Fukaranın Tanrı’dan başka ziyaretçisi mi var?” dedi<br />

adam.<br />

148


www.isaretatesi.com<br />

XX.<br />

Kış sona ererken günler uzuyordu; güneşin altında<br />

köpeğim, evcil geyiğimizle deli deli oynuyordu.<br />

Pazara giden insanlar bahçe çiti boyunda toplanıyor,<br />

dilleri onca farklı olan bu oyun arkadaşlarının çekişmesini<br />

seyrederek gülüşüyorlardı.<br />

Havada bahar havası vardı; alev gibi titriyordu körpe<br />

yapraklar. Bir parıltı oynaşıyordu geyiğin kara gözlerinde,<br />

birdenbire irkildiğinde, boynunu çevirip kıpırdayan gölgesine<br />

baktığında, rüzgârdaki bir fısıltıyı işitebilmek için kulak<br />

kabarttığında…<br />

Serseri rüzgârla sürüklenip geliyordu mânâ; hışırtılar ve<br />

pırıltı nisan göğünün dört bir yanını kaplamıştı. Dünyadaki ilk<br />

gençlik sızısının şarkısıydı bu – ilk goncanın çiçek açışının,<br />

aşkın bilinmeyenin peşine düşüp bilindik her şeyi geride<br />

bırakışının şarkısı.<br />

Ve bir gün öğleden sonra, gölgeler amlak ağaçları 27<br />

arasında ışığın kaçamak öpüşleriyle tatlılaşırken, ölüme<br />

sevdalı bir göktaşı misali kaçıp gitti geyik.<br />

27<br />

Amlak: Baharda erken çiçeklenen, süs bitkisi olarak kullanılan, hoş bir<br />

gölge sunan bir ağaç. (ç.n.)<br />

149


www.isaretatesi.com<br />

Hava karardı, evde lambalar yandı; yıldızlar belirdi,<br />

tarlaların üzerinde yayıldı gece; fakat geyik bir daha geri<br />

dönmedi.<br />

Köpeğim inleyerek bana geliyor, sorgulayan, acıklı<br />

gözlerle, âdeta “Anlamıyorum!” diyordu.<br />

Zaten kim anlıyor ki?<br />

150


www.isaretatesi.com<br />

XXI.<br />

Sokağımız öyle dolambaçlı bir sokak – sanki çağlar evvel<br />

amacının peşinde yola çıkmış, sağa sola savrularak sonsuza<br />

dek afallayıp kalmış.<br />

Yüksekte, binalar arasında, bir kurdele gibi, boşluktan<br />

koparılmış bir şerit asılı: Kasvetli kentten kızkardeşim, diyor<br />

ona sokak.<br />

Ve sokağımız öğleyin birkaç dakikalığına güneş<br />

gördüğünde bilgece bir şüpheyle kendine soruyor: “Acaba<br />

gerçek mi bu?”<br />

Haziranda yağmur bazen, resim kalemiyle taranmış gibi<br />

gölgeler düşürüyor sokağa. Toprak yol çamurla kayganlaşıyor,<br />

şemsiyeler çarpışıyor. Ani sağanaklar boşanıyor göğün<br />

fıskiyelerinden, ürkmüş kaldırımları yıkıyor. Kendi<br />

karamsarlığı içinde, sokak, bunu hoyrat bir yaratılış<br />

tasarımının cilvesi olarak alıyor.<br />

Eğile büküle sonunda yoldan çıkan bahar rüzgârı, sağa<br />

sola çarpıp bir berduş gibi sendeliyor, tozlu havayı kâğıt<br />

parçaları ve paçavrayla dolduruyor. “Bu ne maskaralık böyle?<br />

Tanrılar çıldırdı mı ne!” diye çileden çıkıyor sokak.<br />

151


www.isaretatesi.com<br />

Fakat her iki yandaki evlerin günlük atıkları –küle<br />

bulanmış balık pulları, sebze soyuntuları, çürük meyveler, fare<br />

ölüleri– nedense, “Bunlar ne böyle?” türünden bir şüphe<br />

uyandırmıyor.<br />

Tüm kaldırım taşlarını kanıksamış sokak. Ama bazen<br />

aradaki çatlaklardan başını uzatıyor bir tutam ot; bu kafasını<br />

karıştırıyor onun: Somut gerçekler böyle bir ihlâle nasıl izin<br />

veriyor?<br />

Sabahleyin evler güz güneşinin dokunuşuyla güzelliklere<br />

uyanıyor tiksinç rüyalardan, o zaman sokak kendi kendine<br />

fısıldıyor: “Bu binaların ötesinde bir yerde sınırsız bir mucize<br />

var…”<br />

Fakat saatler geçiyor, evlerde insanlar hareketleniyor;<br />

hizmetçi kız pazardan bir elinde erzak sepetiyle, öbür elini<br />

sallayarak dönüyor; hava mutfaklardan yayılan koku ve<br />

dumanla doluyor – ve bir kere daha anlaşılıyor ki, sokağımız<br />

için hakiki ve olağan olan, sokağın kendisinden ibarettir,<br />

evlerden ve çöp yığınlarından…<br />

152


www.isaretatesi.com<br />

XXII.<br />

Tüm zenginliğini yitirdiği halde yıkılıp gitmemiş bir<br />

konak bu; yol kenarında sırtına yamalı bir paçavra giymiş bir<br />

meczup gibi duruyor.<br />

Günbegün zalim çiziklerle yaralanıyor; yağmurlu aylar<br />

tuhaf imzalarını bırakıyor duvarın çıplak tuğlalarında.<br />

Yukarıdaki terk edilmiş odanın çifte kapılardan biri paslı<br />

menteşelerinden düşmüş; dul kalan diğer kapı düzensiz<br />

esintilerle gece gündüz bangırdıyor.<br />

Bir gece bu evden kadın feryatları yükselmişti. Ailenin<br />

küçük oğlunun ölümüne ağıt yakılıyordu; on sekiz yaşında bir<br />

oğlandı, gezici bir tiyatroda kadın kahramanı oynayarak<br />

geçimini sağlardı.<br />

Birkaç gün sonra ev sessizliğe büründü; kapıları kitleyip<br />

gittiler.<br />

Yalnızca, kuzey tarafında, yukarıdaki odada o harap kapı<br />

ne kopup istirahate kavuşuyor, ne kapanıp kalıyor; durmadan<br />

ileri geri sallanıyor rüzgârda, kendine eziyet eden bir ruh<br />

âdeta.<br />

153


www.isaretatesi.com<br />

Bir zaman sonra, çocuk sesleri yeniden yankılanıyor<br />

konakta. Güneşte kadın elbiseleri kuruyor balkon<br />

parmaklıklarında; bir kuş şakıyor örtülü bir kafeste; bir oğlan<br />

uçurtmasıyla oynuyor terasta.<br />

Odaların birkaçına bir kiracı yerleşmiş. Az bir geliri ama<br />

bir sürü çocuğu var adamın. Bezgin anneleri çocukları<br />

dövüyor bazen, kıyameti koparıyorlar.<br />

Diğer kattaki başka bir kiracının ise gün boyu çalışıp<br />

didinen kırk yaşlarında bir hizmetçisi var, evin hanımıyla<br />

tartışıp duruyor; ayrılıp gitmekle tehdit ediyor hanımı, ama<br />

ayrılamıyor.<br />

Her gün ufak tefek onarımlar geçiriyor konak. Eksik<br />

pencere camlarının yerine kâğıt kapatılıyor; tırabzanın<br />

noksanları bambularla telafi ediliyor; kilidi bozuk olan giriş<br />

kapısını boş bir kasa kapalı tutuyor; duvarın yeni badanası<br />

altında eski lekeler belli belirsiz görünüyor.<br />

Zenginliğin ihtişamı, kendine en uygun abideyi terk<br />

edilmişliğin çıplaklığında bulmuştu. Fakat şimdi, imkânlar<br />

yetersizken, güvensiz düzeneklerle örtmeye çalışıyorlar bunu;<br />

konağın asaleti zedeleniyor.<br />

Ama kuzey tarafındaki o ıssız oda gözden kaçmış. Ve<br />

orada, o viran kapı hâlâ bangırdıyor rüzgârda – dövünüp<br />

duran Çaresizlik âdeta.<br />

154


www.isaretatesi.com<br />

XXIII.<br />

Ormanın derinliklerinde sımsıkı kapalı gözlerle çileye<br />

dalmıştı münzevi; cenneti hak etmek istiyordu.<br />

Ama bir kız vardı bahar dalları toplayan, ona eteğinde<br />

meyveler ve yapraktan çanaklarda nehir suyu getiren.<br />

Günler geçti, münzevinin çilesi ağırlaştı; getirilen<br />

meyveler tadılmadan, su dokunulmadan kaldı. Bahar dalları<br />

toplayan kız üzgündü.<br />

Cennetin Efendisine, Tanrılara öykünen bu adamın<br />

haberi ulaştı. Birçok defa, dengi olan Asuralar’la savaşarak,<br />

onları krallığından uzak tutmayı başarmış olan O, şimdi tüm<br />

gücü ıstırabından ibaret bir insanoğlundan korkuyordu.<br />

Lâkin ölümlülerin huyunu biliyordu; bu zavallıyı<br />

ayartarak yolundan saptıracak bir plan yaptı.<br />

Cennetten bir nefes erişip öptü bahar dalları toplayan<br />

kızın bacaklarını; ve ani bir güzellik sarhoşluğuyla gençliği<br />

ürperdi kızın; kurcalanmış bir arı kovanı misali vızıldadı<br />

düşünceleri.<br />

Münzevinin, çilesini tamamlamak üzere ormandan<br />

ayrılarak dağda bir mağaraya çekilme zamanı gelmişti.<br />

155


www.isaretatesi.com<br />

Yola koyulmak için gözlerini açtığında, kız beliriverdi<br />

karşısında – ahenkli bir ezginin tuhaflık kattığı, bilindik ama<br />

unutulmuş bir şiir misali… Oturduğu yerden kalktı münzevi;<br />

ormandan ayrılma vaktinin geldiğini söyledi.<br />

Kız, “Peki ama, neden sana hizmet etme şansımı elimden<br />

alıyorsun?” diye sordu, yaşlı gözlerle.<br />

Tekrar oturdu münzevi; düşüncelere daldı, kalakaldı.<br />

Kız pişmanlıktan uyuyamadı o gece. Gücünden<br />

iğreniyor, zaferinden utanç duyuyordu; gene de zihni<br />

çalkantılı bir hazzın dalgalarında yuvarlanıyordu.<br />

Sabahleyin geldi, münzeviyi selamladı, ayrılıp gideceğini<br />

söyleyerek hayırduası diledi.<br />

Münzevi sessizce baktı kızın yüzüne, “Yolun açık olsun,<br />

dilerim tüm duaların kabul olur,” dedi.<br />

Ve sonra, münzevi, çilesi tamamlanana dek yıllarca bir<br />

başına oturdu.<br />

Ölümlülerin Efendisi sonunda göklerden indi, ona<br />

cenneti hak ettiğini bildirdi.<br />

“Artık istediğim bu değil,” dedi münzevi.<br />

Tanrı, bundan daha yüce hangi mükâfatı isteyebileceğini<br />

sordu ona.<br />

Münzevi, “Bahar dalları toplayan kızı istiyorum,” dedi.<br />

156


www.isaretatesi.com<br />

XXIV.<br />

Dokumacı Kabir’in 28 Tanrı inayetine mazhar olduğu<br />

söylenirdi; insanlar şifa ve mucize için onun etrafına<br />

toplanırdı. Ancak Kabir’in rahatı kaçmıştı; zira alt sınıftan biri<br />

olması ona o güne dek, pek kıymetli saydığı şöhretsizliği<br />

bahşetmiş, o da onu şarkılarıyla ve Tanrının varlığıyla<br />

süslemişti. Her şeyin eskisi gibi olması için dua ediyordu.<br />

Bu paryanın ününü kıskanan rahipler, onu<br />

itibarsızlaştırmak için bir fahişeyi kullanmaya karar verdiler.<br />

Kabir, tezgâhında dokuduğu elbiseleri satmak üzere pazara<br />

geldiğinde, fahişelik yapan kadın aniden Kabir’in koluna<br />

yapıştı, “Beni aldattın!” diye bağırıp çağırdı; hatta onu evine<br />

kadar takip etti, “Beni yüzüstü bırakamazsın!” deyip durdu.<br />

Kabir, “Tanrı dualara kendi usûlüyle yanıt verir,” dedi kendi<br />

kendine.<br />

Çok geçmeden, korku dolu bir titremeye kapıldı kadın;<br />

dizlerinin üzerine çöktü, sızlanmaya başladı, “Beni<br />

28<br />

Kabir: On beşinci yüzyılda yaşamış mistik Hint şairi. Rubaiyi andıran<br />

“doha” tarzında yazdığı şiirlerini şarkı olarak söylemiştir. Asıl mesleği<br />

dokumacılıktır. <strong>Tagore</strong>’un, Kabir’den yaptığı çevirileri bir araya getirdiği<br />

“Kabir’in Şarkıları” (Songs of Kabir) adlı bir kitabı vardır. (ç.n.)<br />

157


www.isaretatesi.com<br />

günahımdan arındır!” dedi. Kabir ona, “Yaşamını Tanrı’nın<br />

ışığına aç!” dedi.<br />

O günden sonra Kabir, tezgâhında işini yapıp şarkı<br />

söyledi. Şarkıları, kadının kalbini lekelerden arındırıyor,<br />

karşılığında kadının tatlı sesinde bir de yuva buluyordu.<br />

Bir gün Kral’ın damarı tuttu, gelip huzurunda şarkı<br />

söylemesi için Kabir’i çağırttı. Dokumacı önce bunu reddetti;<br />

ancak mesajı getiren ulak, efendisinin emri yerine gelmeden<br />

onu bırakmazdı elbette.<br />

Nihayet Kabir kabul salonuna girdiğinde, Kral ve maiyeti<br />

gördükleri karşısında irkildiler. Zira Kabir tek başına değildi,<br />

peşisıra o kadın da geliyordu. Kâh gülenler kâh kaşlarını<br />

çatanlar oldu; Kral ise bu çulsuzun küstahlığı karşısında<br />

hiddetlendi.<br />

Kabir aşağılanmış bir halde geri döndü evine; kadın onun<br />

ayaklarına kapanarak ağladı: “Neden benim uğruma kendinizi<br />

rezil ettiniz, sahibim? İzin verin, sefil hayatıma geri döneyim!”<br />

Şöyle cevap verdi Kabir: “Tanrımı, hakaretler kuşanarak<br />

geldiğinde geri çevirmem ben.”<br />

158


www.isaretatesi.com<br />

XXV.<br />

SOMAKA İLE RİTVİK<br />

Kral Somaka’nın ruhu, semavî bir araba üzerinde Cennete doğru yol<br />

almakta, o esnada yol kenarında başka ruhların yanından<br />

geçmektedir. Aralarında Somaka’nın eski başrahibi olan Ritvik de<br />

vardır.<br />

-BİR SES-<br />

Nereye gidiyorsun, ey Kral?<br />

-SOMAKA-<br />

Kimin sesidir bu? Bu bulanık havada gözlerim boğuluyor<br />

âdeta, hiçbir şey göremiyorum.<br />

gel.<br />

-SES-<br />

Aşağı gel, ey Kral, aşağı! Cennete giden o arabadan in ve<br />

-SOMAKA-<br />

Kimsiniz siz?<br />

159


www.isaretatesi.com<br />

-SES-<br />

Ritvik’im ben; dünyevî hayatta eğitmeniniz ve<br />

başrahibinizdim.<br />

-SOMAKA-<br />

Dünyadaki tüm gözyaşı buhar olup bu muğlâk âlemi<br />

yaratmış sanki. Ustam, siz burada ne arıyorsunuz?<br />

-RUHLAR-<br />

Cennet yolunun yanıbaşında uzanıyor bu cehennem;<br />

buradan bakınca sönük sönük parlıyor uzakta ışıklar, yalnızca<br />

erişilmezliklerini anlatıyorlar. O saadet diyarının yolcularıyla<br />

dolu semavî arabanın gürültülü geçişini dinliyoruz gündüz<br />

gece; uykuyu gözlerimizden çalarak beyhude bir hasetle<br />

seyretmeye zorluyor bizleri bu. Pek aşağımızda, yeryüzünün<br />

ihtiyar ormanları hışırdıyor, denizler kadim yaratılış ilâhisini<br />

mırıldanıyor: Kâinat boşluğunda amaçsızca gezen bir hatıranın<br />

iniltisi gibi duyuyoruz bunları.<br />

-RİTVİK-<br />

Aşağı gel, ey Kral, aşağı!<br />

-RUHLAR-<br />

Biraz olsun kal bizimle. Dünyanın gözyaşları tutunuyor<br />

sana hâlâ – yeni devşirilmiş çiçekler üzerindeki şebnem misali.<br />

Kendinle beraber ormanın ve çayırın birbirine karışmış<br />

kokusunu getirdin sen; çocuklardan, kadınlardan,<br />

160


www.isaretatesi.com<br />

ahbaplardan bir anmalık getirdin; mevsimlerin tarifsiz<br />

müziğinden bir şeyler getirdin.<br />

-SOMAKA-<br />

Ustam, siz neden bu boğuk, cansız âlemde olmaya<br />

mahkûmsunuz?<br />

-RİTVİK-<br />

Kurban ateşine sunmuştum oğlunuzu; ruhumu<br />

karanlıklara salan günahım buydu.<br />

-RUHLAR-<br />

Bu hikâyeyi bize anlatın Kralım, yalvarıyoruz size; bir<br />

suçun itirafı bizim cansızlığımıza yaşam ateşini taşıyabilir<br />

hâlâ.<br />

-SOMAKA-<br />

Videha’nın 29 Kralı Somaka idi benim adım. Yıldan yıla<br />

pek çok tapınağa kurban sunmaktan usanmışken, yaşlılık<br />

çağımda bir oğul sahibi oldum ve ona olan sevgim, ani bir sel<br />

baskını misali, başka her şeye dair düşünceyi silip götürdü<br />

yaşamımdan. Lotusun kendi sapını örtmesi gibi, tümden örtüp<br />

gizledi o sevgi beni. İhmal edilmiş krallık vazifeleri tahtımın<br />

önünde yığıldıkça yığılıyordu. Gene bir gün, kabul<br />

salonumdayken, bebeğin viyaklamasını duydum annesinin<br />

dairesinden; hemen fırladım, tahtımı bomboş bıraktım.<br />

29<br />

Videha: Hint klasik metinlerinde adı sıkça geçen, Bilge Kral Canaka’nın<br />

krallığı. Videha’nın tüm kralları âlim ve filozof olarak kabul edilir. (ç.n.)<br />

161


www.isaretatesi.com<br />

-RİTVİK-<br />

Bu tam da benim günlük takdis için salona girdiğim âna<br />

denk gelmişti; gözü hiçbir şey görmeyen Kral, beni itip geçti;<br />

kanıma dokundu bu. Daha sonra mahcup bir yüzle geri<br />

döndüğünde, sordum ona: “Kralım, yüksek makam ve<br />

vazifenizi terk etmek pahasına sizi günün bu en yoğun<br />

saatinde kadınlar dairesine çeken ne gibi bir aciliyettir acaba –<br />

dost saraylardan elçiler gelmişken, mazlum adalet isterken,<br />

vezirleriniz sizinle hayati meseleleri görüşmek için beklerken?<br />

Bir Brahman’ın takdisini bile hiçe sayacak kadar önemli, ne<br />

gibi bir aciliyetiniz olabilir?<br />

-SOMAKA-<br />

İlkin hiddetli bir ateş parladı yüreğimde, ama hemen<br />

sonra, bir yılanın dikelmiş başını ezercesine bastırdım onu;<br />

uysalca cevap verdim: “Tek çocuk babası olduğumdan<br />

huzurum kalmadı. Lütfen bu defalık beni bağışlayın, bundan<br />

böyle babanın düşkünlüğünün Kralı asla teslim almayacağına<br />

dair size söz veriyorum.”<br />

-RİTVİK-<br />

Lâkin hınçla doluydu yüreğim ve şöyle dedim: “Tek<br />

çocuklu bir baba olmanın lanetinden kurtulmak istiyorsanız,<br />

size bir yol gösterebilirim. Ama bu öyle zor bir yol ki, sizin onu<br />

başarabileceğinizden şüpheliyim.” Kralın gururuna dokundu<br />

bu; ayağa fırlayarak haykırdı: “Bir Kşatriya ve bir Kral olarak<br />

kutsal olan her şey üzerine ant içerim ki, yapılmasını<br />

buyuracağınız şeyi ne denli zor olursa olsun hiç çekinmeden<br />

162


www.isaretatesi.com<br />

yapacağım.” “O halde dinleyin,” dedim. “Bir kurban ateşi<br />

yakın, oğlunuzu feda edin: Yükselecek olan duman, bir nesil<br />

getirecek size, bulutların yağmur getirdiği gibi.” Kral başını<br />

eğdi, susup kaldı; saray maiyeti dehşetle homurdandı;<br />

Brahmanlar ellerini kulaklarına kapatarak, “Söylemek de<br />

dinlemek de günahtır böyle sözleri,” diye bağrıştı. Kral şaşkın<br />

bir kederle bir süre ne diyeceğini bilemedi, sonra soğukkanlı<br />

bir şekilde, “Sözümde duracağım,” dedi. Günü geldi, ateş<br />

yakıldı, insanlar şehri boşalttı; sıra çocuğun getirilmesine<br />

geldiğinde, hizmetkârlar direndi, askerler silah bırakarak<br />

itaatsizlik etti. O zaman, bilgeliğiyle nefsin tüm zayıflıklarını<br />

ve aldatıcı duyguları kendinden pek aşağıda ve uzakta<br />

bırakmış olan ben, Ritvik, bizzat yolunu tuttum kadınlar<br />

dairesinin. Çocuğun etrafı kadınlar tarafından, bir ağacın<br />

tehditkâr dallarınca kuşatılmış bir çiçek misali sarılmıştı.<br />

Çocuk beni gördü, hevesli ellerini uzattı ve bana gelmeye<br />

çabaladı, zira onu hapseden sevgiden kurtulmak istiyordu.<br />

“Sana hakiki kurtuluşu vermeye geldim,” diye haykırarak,<br />

zorla çekip aldım onu baygınlık geçiren annesinin ve çaresizce<br />

feryat eden dadılarının elinden. Ateşin titreyen dilleri göğü<br />

yalıyor, Kral alevlerin başında dikiliyordu, kaskatı ve suskun,<br />

yıldırım çarpmış bir ağaç misali. Kollarımda parlak ateşin<br />

ilâhvâri görkeminden büyülenmişçesine agulayıp oynaşan<br />

bebek, alevlerin özgür ihtişamında âdeta bilinmeyen bir dadıyı<br />

arıyordu sabırsızca.<br />

-SOMAKA-<br />

Kes, yeter, yalvarıyorum!<br />

163


www.isaretatesi.com<br />

-RUHLAR-<br />

Ritvik, senin varlığın cehennem için bile kara bir leke!<br />

-ARABACI-<br />

Senin yerin burası değil, ey Kral! Cehennemin bile<br />

yüreğini sızlatan bu amelin itirafını dinlemek zorunda kalmayı<br />

hak etmiyorsun.<br />

-SOMAKA-<br />

Arabanız yoluna devam etsin! Ey Brahman, benim yerim<br />

bu cehennemde senin yanındır. Tanrılar günahımı unutabilir,<br />

ama ben evlâdımın yüzünde babasının ona ihanet ettiğini<br />

anladığı o feci anda beliren acı dolu şaşkınlığı nasıl unutayım?<br />

[Göçmüş Ruhların Yargıcı olan DHARMA 30 girer.]<br />

-DHARMA-<br />

Ey Kral, seni bekliyor Cennet.<br />

-SOMAKA-<br />

Hayır, beni değil. Kendi oğlumu öldürdüm ben.<br />

30<br />

Dharma: Tüm Hint inanış ve felsefelerinin ana kavramlarından biridir.<br />

“Doğadaki düzen ve kaide; ve bu düzen ve kaideden kaynağını alan doğal<br />

bir güç olarak insanın uymak zorunda olduğu din ve hukuk kuralları,<br />

ödevler” şeklinde tanımlanabilir. Dharma, ahlâki anlamda “doğru yaşam<br />

tarzı”dır, “tanrıların buyruğu”dur; felsefi anlamdaysa “varoluş ilkesi”<br />

anlamında, tekten tüme doğru katman katman ele alınabilir. Buddhizm’de<br />

dharma denince Buddha’nın öğretilerinin bütünü kastedilir. Hindu<br />

inanışlarında dharma kavramını yöneten tanrı da aynı adla anılır. (ç.n.)<br />

164


www.isaretatesi.com<br />

-DHARMA-<br />

Günahın, sana verdiği acının taşkınlığıyla sürüklenip<br />

gitti.<br />

-RİTVİK-<br />

Hayır, ey Kral, Cennete tek başına giderek burayı benim<br />

için katmerli bir cehennem yapma sakın; ateşlerle ve sana<br />

duyacağım nefretle yanıp kavrulurum! Kal burada!<br />

-SOMAKA-<br />

Kalacağım.<br />

-RUHLAR-<br />

Kal bizimle! Kal ki bu çaresiz, utanç verici cehennem<br />

ıstırabı bir ruhun ihtişamıyla taçlansın!<br />

165


www.isaretatesi.com<br />

XXVI.<br />

Yararlı bir işi yoktu adamın, yalnızca tuhaf tuhaf<br />

hevesleri vardı.<br />

Bu yüzden, ıvır zıvırı kusursuz yapmaya harcadığı bir<br />

ömrün sonunda kendini Cennette bulduğuna çok şaşırmıştı.<br />

Aslında kılavuz, bir hata sonucu onu yanlış Cennete<br />

koymuştu – sadece iyi ve meşgul ruhlar için olan Cennete.<br />

Bu Cennette anayolda amaçsızca gezinen kahramanımız,<br />

yalnızca işlerin akışını engelliyor.<br />

Yolun kenarına adım atıyor, ekili tohumların üzerine<br />

bastığı için uyarılıyor. Dürtüyorlar, irkiliyor; acele ettiriyorlar,<br />

ilerliyor.<br />

İşi başından aşkın bir kız, kuyudan su almaya geliyor.<br />

Ayakları, arp tellerinde hızla gezen parmaklar misali koşuyor<br />

kaldırımda. Telaştan, özensizce bir düğüm atıyor saçına; alnına<br />

düşen kâküller kara gözlerinin içine giriyor tel tel.<br />

“Testini ödünç verir misin bana?” diyor adam kıza.<br />

“Testimi mi?” diye soruyor kız, “Su almak için mi?”<br />

“Hayır, üzerini desenlerle süslemek için.”<br />

166


www.isaretatesi.com<br />

“Harcanacak vaktim yok,” diye tersliyor kız, hor görerek.<br />

Fakat meşgul birinin tamamen aylak biri karşısında şansı<br />

olamaz.<br />

Adam her gün karşılıyor kızı kuyunun başında, her gün<br />

yineliyor isteğini, nihayet kız pes ediyor.<br />

Testiyi alarak, esrarlı bir çizgiler ağıyla tuhaf renklere<br />

boyuyor.<br />

Kız testiyi evirip çevirip soruyor: “Bunun anlamı nedir?”<br />

“Hiçbir anlamı yok,” diye yanıtlıyor adam.<br />

Testiyi eve götürüyor kız. Kaldırıp değişik ışıklara<br />

tutuyor onu; esrarını çözmeye çalışıyor. Geceleyin yatağından<br />

kalkıyor, lambayı yakıyor, döndürerek, testiye her açıdan uzun<br />

uzun bakıyor.<br />

Bu ilk defadır ki, kız, anlamı olmayan bir şeyle karşı<br />

karşıya.<br />

Ertesi gün, adam gene kuyunun başında.<br />

Kız soruyor: “Ne istiyorsun?”<br />

“Senin için biraz daha iş yapmak.”<br />

“Ne işi?” diye soruyor kız.<br />

“Müsaade et, renkli şeritlerden bir kurdele öreyim<br />

saçlarına.”<br />

“Buna lüzum var mı?” diye soruyor kız.<br />

“Hiçbir lüzum yok,” diye yanıtlıyor adam.<br />

167


www.isaretatesi.com<br />

Toka yapılıyor ve ondan sonra kız bol bol saçlarıyla<br />

oynuyor.<br />

Bu arada, Cennette en verimli şekilde işleyen mesai<br />

aksamaya başlıyor.<br />

Cennetin kıdemlileri durumdan rahatsız olup toplantı<br />

yapıyorlar.<br />

Kılavuz, kabahatini itiraf ederek, yanlış adamı yanlış yere<br />

getirdiğini söylüyor.<br />

Ve o yanlış adam çağrılıyor. Onun renklerle alev alev<br />

olan sarığı, yanlışın büyüklüğünü kendiliğinden ortaya<br />

koyuyor.<br />

Kıdemlilerin başı, “Dünyaya geri dönmelisin,” diye<br />

buyuruyor.<br />

Adam, bir oh çekerek, “Ben hazırım,” diyor.<br />

Saçında kurdele olan kız söze karışıyor: “Ben de!”<br />

Bu ilk defadır ki, kıdemlilerin başı, hiçbir mantığı<br />

olmayan bir durumla karşılaşıyor.<br />

168


www.isaretatesi.com<br />

XXVII.<br />

Rivayet olunur ki, ormanda nehrin göle kavuştuğu yerde,<br />

kılık değiştirmiş periler yaşarmış; insanlar onların peri<br />

olduğunu uçup gittiklerinde anlarmış.<br />

Ormana bir prens gelmiş; nehrin göle kavuştuğu yere<br />

vardığında, suyun kıyısında oturan bir köylü kızı görmüş;<br />

suyu dalgalandırıp nilüferleri dans ettiriyormuş.<br />

Fısıldayarak sormuş kıza: “Söylesene, peri misin sen?”<br />

Kız bu soruya gülmüş; kahkahası yamaçlarda<br />

yankılanmış.<br />

Prens onun şelalenin gülen perisi olduğunu düşünmüş.<br />

Kral’a Prens’in bir periyle evlendiği haberi ulaşmış;<br />

hemen birkaç atlı yollayıp onları getirtmiş.<br />

Kraliçe gelini görmüş ve tiksintiyle yüz çevirmiş; Prens’in<br />

kızkardeşi öfkeden kıpkırmızı kesilmiş; hizmetçi kızlar, periler<br />

böyle mi giyinir diye sormuşlar.<br />

Prens fısıldayarak, “Sessiz olun; benim perim kılık<br />

değiştirerek geldi evimize,” demiş.<br />

169


www.isaretatesi.com<br />

O yıl bayram günü Kraliçe, oğluna, “Gelinimize söyle,<br />

peri görmeye gelen akrabalarımız karşısında bizi mahcup<br />

etmesin,” diye tembihlemiş.<br />

Ve Prens geline gidip, “Aşkımın hatırı için, yakınlarıma<br />

kendini göster,” demiş.<br />

Uzun süre sessiz kalmış kız; sonra başını sallayarak söz<br />

vermiş, o sırada yanaklarından yaşlar süzülmüş.<br />

Gökte dolunay parlarken, Prens, üzerinde düğün<br />

kıyafetiyle gelinin odasına girmiş.<br />

İçeride kimse yokmuş – yalnızca pencereden yatağa<br />

vuran bir ayışığı huzmesi…<br />

Akrabalar, Kral ve Kraliçe bir araya toplanmışlar,<br />

Prens’in kızkardeşi kapının yanında duruyormuş.<br />

Sormuşlar: “Peri gelin nerede?”<br />

Prens yanıtlamış: “Size kendini bildirmek için sonsuza<br />

dek kayboldu o.”<br />

170


www.isaretatesi.com<br />

XXVIII.<br />

KARNA 31 İLE KUNTİ 32<br />

Pandava Kraliçesi Kunti’nin evlenmeden önce bir bebeği olmuştu.<br />

Karna adını verdiği bu oğlanı, ayıbını gizlemek için, doğduğunda<br />

terk etti. Adiratha adlı bir arabacı, çocuğu buldu ve onu kendi oğlu<br />

gibi büyüttü. Yıllar geçti ve Karna, Kaurava ordusuna komutan<br />

oldu.<br />

31<br />

Karna: Mahabharata’daki başlıca karakterlerden biri; Pandavalar’ın yaşça<br />

büyük üçünün anası olan Kunti’nin küçükken terk ettiği oğlu. Kunti, bu<br />

çocuğu Tanrı Surya’dan, hamile kalmaksızın doğurur. Arabacı Adiratha<br />

onu sahiplenip yetiştirir. Çok yetenekli bir savaşçı olan Karna, ait olduğu<br />

kast sınıfı yüzünden zorluklarla karşılaşır. Onun maharetlerinden etkilenen<br />

Kaurava lideri Duryodhana onu kendi safına çeker; Kurukşetra Savaşı’nda<br />

kardeşlerine karşı Kauravalar’ın yanında yer alır. (ç.n.)<br />

32<br />

Kunti: Mahabharata’da Pandava kardeşlerin ve Karna’nın anası. Ulu<br />

Bilge Durvasa, Kunti’ye gençliğinde bir “mantra” öğretir; bununla, dilediği<br />

zaman bir ilâh zuhur edecek ve Kunti ondan, hamile kalmaksızın çocuk<br />

sahibi olacaktır. Ancak Kunti, merakından dolayı mantrayı zamansızca<br />

kullanır ve Tanrı Surya belirir. Kunti büyüye inanarak Surya’dan geri<br />

gitmesini ister, ancak Surya bunu kabul etmez. Böylece Kunti’nin bir bebeği<br />

olur, ancak Kunti bunu gizlemek için bebeği bir sepete koyup nehre bırakır.<br />

Bebeği bulan Arabacı Adiratha onu kendi oğlu gibi büyütür. Kunti<br />

Mahabharata’da onurlu, ama acemice hatalar yapan bir kadındır; bir<br />

yandan Pandavalar’ın anasıdır, öbür yandan terk ettiği ilk oğlu Karna,<br />

düşman saflarında savaşmaktadır. (ç.n.)<br />

171


www.isaretatesi.com<br />

-KARNA-<br />

Ben, Arabacı Adiratha’nın oğlu Karna’yım; Kutsal<br />

Ganj’ın kıyısına oturmuş, günbatımına tapınıyorum. Söyleyin,<br />

siz kimsiniz?<br />

-KUNTİ-<br />

Ben o kadınım ki, sayemde, tapındığınız ışıkla<br />

tanışmıştınız.<br />

-KARNA-<br />

Nedendir bilmiyorum, ama sabah güneşinin öpücüğüyle<br />

doruktaki karların erimesi misali, bakışınızla kalbimin<br />

eridiğini hissediyorum. Sesinizle, sebebi belki de ilk anılarımın<br />

ötesinde saklı, kör bir keder uyanıyor içimde. Söyleyin bana,<br />

ey gizemli kadın, benim bu dünyaya gelişimi size bağlayan sır<br />

nedir?<br />

-KUNTİ-<br />

Biraz sabır, genç adam. Karanlığın göz kapakları günün<br />

meraklı gözlerine indiğinde, cevap vermiş olacağım. Öncelikle,<br />

bilin ki Kunti’yim ben.<br />

-KARNA-<br />

Kunti mi? Arcuna’nın anası!<br />

-KUNTİ-<br />

Evet, öyle, hasmınız Arcuna’nın anası. Lâkin bu yüzden<br />

nefret etmeyin benden. Hâlâ hatırlıyorum Hastina’da kılıç<br />

172


www.isaretatesi.com<br />

mahareti yarışlarının yapıldığı günü; tanınmamış bir genç olan<br />

siz, gözüpekçe, gecenin yıldızları arasından beliren ilk güneş<br />

ışını misali çıkmıştınız meydana. Ah! Bilir misiniz, mahzun bir<br />

kadın vardı o sırada kraliyet üyeleri arasında, sizin o çıplak ve<br />

zayıf bedeninizi kutsuyordu gözyaşlarıyla... Kim mi?<br />

Arcuna’nın anasıydı o kadın! Sonra, kılıç ustası Brahman öne<br />

çıkarak, “Alt tabakadan bir gencin Arcuna’ya meydan okuması<br />

uygun olmaz,” diye buyurmuştu. Günbatımında boğulan<br />

ışığın acısıyla şimşekler çakan bir fırtına bulutu misali sessizce<br />

duruyordunuz. Bir kadın vardı o sırada, sizin utanç ve<br />

öfkenizle kalbi alev alan, sessizce yanıp kavrulan… Arcuna’nın<br />

anasıydı o kadın! Övgüler onun olsun ki Duryodhana sizi<br />

hemen takdir etmiş, orada o an Anga Kralı olarak<br />

taçlandırmıştı; böylece Kauravalar’a bir destekçi<br />

kazandırmıştı. Böylesi bir talihin coşkusuyla Arabacı Adiratha<br />

kalabalıktan fırlamıştı ve siz, Pandavalarla yandaşlarının<br />

alaycı gülüşleri arasında ona koşup, tacınızı ayaklarına<br />

sunmuştunuz. Ama bir kadın vardı o sırada Pandavalar<br />

arasında, böylesi bir tevazunun asil gururu karşısında yüreği<br />

sevinçle parlayan… Evet, Arcuna’nın anasıydı o kadın!<br />

-KARNA-<br />

Peki, siz ki kralların anasısınız, nedir sizi bir başınıza<br />

buraya getiren?<br />

-KUNTİ-<br />

Sizden bir ihsanda bulunmanızı dileyeceğim.<br />

173


www.isaretatesi.com<br />

-KARNA-<br />

Emredin yeter ki, kudretimi ve bir kşatriya olarak<br />

onurumu ayaklarınıza sunayım.<br />

-KUNTİ-<br />

Sizi almaya geldim.<br />

-KARNA-<br />

Beni mi? Nereye?<br />

-KUNTİ-<br />

Sevgine susamış kollarıma, oğlum benim!<br />

-KARNA-<br />

Beş yiğit kralın anası, neler söylüyorsunuz siz? Nerede<br />

yer bulacaksınız bana, ben ki alt tabakadan gelen küçük bir<br />

kabile şefiyim yalnızca?<br />

-KUNTİ-<br />

Senin yerin tüm oğullarımın önünde.<br />

-KARNA-<br />

Böyle bir yerde olmaya ne hakkım var?<br />

-KUNTİ-<br />

Tanrı takdiri ana sevgisi hakkın var…<br />

174


www.isaretatesi.com<br />

-KARNA-<br />

Akşamın karanlığı yayılıyor yeryüzüne; sessizlik<br />

dinleniyor su üzerinde – ve sizin sesiniz beni bebekliğime,<br />

bilincin alacakaranlığında kaybolmuş ilkel bir dünyaya<br />

götürüyor. Belki bir düştür bu, belki unutulmuş gerçekliğin bir<br />

parçası, gene de yaklaşın yanıma, sağ elinizi koyun alnıma.<br />

Rivayet olunur ki, küçükken annem terk etmiş beni. Pek çok<br />

geceler uykumda geldi o bana; ama “Örtünü aç, yüzünü göster<br />

bana!” diye seslendiğimde kaybolup gitti her defasında. Aynı<br />

düş bu defa ben uyanıkken mi geldi bana yoksa? Bakın, öbür<br />

kıyıda lambaları yanıyor oğlunuzun çadırlarının; ve bakın, beri<br />

kıyıda, denizdeki bir fırtınanın büyüyle donakalmış dalgaları<br />

misali, Kauravalar’ın çadırları var. Peki, yarınki savaşın<br />

arefesinde, muharebe alanının korkunç sessizliğinde, ne diye<br />

çıkageliyor rakibim Arcuna’nın anası ve bana unutulmuş bir<br />

anadan mesaj getiriyor? İsmim ne diye onun dilinden böyle bir<br />

ezgiye bürünüyor ve düşmanlarıma karşı zayıflıyor kalbim?<br />

-KUNTİ-<br />

Madem öyle, geç kalma oğlum, gel benimle!<br />

-KARNA-<br />

Evet, geleceğim; ve hiç soru sormayacak, hiç şüphe<br />

etmeyeceğim. Ruhum çağrınıza yanıt veriyor; zira zafer ve<br />

şöhret adına olan mücadelem ve içimde kabarmış nefret, bir<br />

anda, seher dinginliğinde son bulan bir karabasan misali sahte<br />

görünüverdi bana. Peki, nereye götürmeyi düşünüyorsunuz<br />

beni?<br />

175


www.isaretatesi.com<br />

-KUNTİ-<br />

Nehrin öbür kıyısına, puslu kumsal boyunca ışıkların<br />

yandığı yere.<br />

-KARNA-<br />

Kayıp annemi sonsuza dek bulabilecek miyim orada?<br />

-KUNTİ-<br />

Ah, oğlum benim!<br />

-KARNA-<br />

O halde neden terk ettiniz beni – ata yurdundan<br />

koparılmış bir avare olmaya, yersiz yurtsuz bir sefalet<br />

akıntısında sürüklenmeye mahkûm ettiniz? Ne diye dipsiz bir<br />

uçurum yarattınız Arcuna ile aramda; kardeşliğin doğal<br />

çekimini ne diye düşmanlığın dehşet verici çekimine<br />

dönüştürdünüz? Susuyorsunuz elbette. Uçsuz bucaksız<br />

karanlığı kaplıyor utancınız, görünmez ürperişler yolluyor<br />

uzuvlarıma. Sorumu yanıtsız bırakıyorsunuz elbette! Asla<br />

açıklamayın bana oğlunuzu neden ana sevgisinden mahrum<br />

bıraktığınızı! Lâkin söyleyin, bunca zaman sonra ne diye beni<br />

kendi ellerinizle yıktığınız bir cennetin harabelerine<br />

çağırıyorsunuz?<br />

-KUNTİ-<br />

Bil ki bu serzenişlerinden çok daha ölümcül bir lanet,<br />

nereye gitsem bırakmıyor peşimi. Zira beş erkek evlât sarıyor<br />

çevremi, ama tüm çocuklarından mahrum bırakılmış bir kadın<br />

176


www.isaretatesi.com<br />

gibi eziliyor yüreğim. Yaşamımın tüm zevkleri, ilk göz ağrımı<br />

terk etmemle açılan yarıktan akıp gitti, heder oldu. Benim<br />

analıktan vazgeçtiğim o lanetli günde, sen daha bir kelime<br />

konuşamıyordum; bugünse senin vefasız annen yüce gönüllü<br />

sözler için yalvarıyor sana. İzin ver, bağışlayıcılığın yakıp<br />

tutuştursun onun yüreğini, böylece tüketsin onun günahını.<br />

-KARNA-<br />

Anne, gözyaşlarımı kabul et!<br />

-KUNTİ-<br />

Seni kollarıma geri kazanma umuduyla gelmedim; tek<br />

isteğim haklarını alman. Gel ve bir veliaht olarak payına<br />

düşeni al!<br />

-KARNA-<br />

Ben daha ziyade bir arabacının oğluyum ve soylu bir<br />

ailenin itibarında hiç gözüm yok.<br />

al!<br />

-KUNTİ-<br />

Nasıl diyorsan öyle olsun, ama gel ve hakkın olan krallığı<br />

-KARNA-<br />

Benden anne sevgisini esirgemiş olan siz, şimdi beni<br />

krallıkla mı cezbetmeye çalışıyorsunuz? Kökünden<br />

kopardığınız akrabalık bağı çoktan ölmüştür, tekrar<br />

büyüyemez. Benim ayıbımdır ki, kralların anasına böyle<br />

177


www.isaretatesi.com<br />

çabucak “anne” dedim ve Arabacı’nın evindeki hakiki<br />

annemden vazgeçtim!<br />

-KUNTİ-<br />

Ne kadar yücesin, oğlum! Tanrı’nın takdir ettiği ceza<br />

küçücük bir tohumdan dev bir hayata doğru nasıl da gizlice<br />

büyüyor! Annesinin sahip çıkmadığı o aciz bebek, olayların<br />

karanlık labirentinden yetişkin bir adam olarak kardeşlerini alt<br />

etmeye geliyor!<br />

-KARNA-<br />

Anne, endişelenme! Kesin bildiğim bir şey varsa o da<br />

zaferin Pandavalar’ın olacağıdır. Şimdi gece huzurlu ve sakin<br />

de olsa, umutsuz bir serüvenin ve şaşkın bir neticenin<br />

müziğiyle doludur yüreğim. Benden yenilgiye mahkûm<br />

olanları terk etmemi isteme. Bırak, Pandavalar elde etsin tahtı,<br />

zira elde etmeliler; ben, umutsuz ve perişan olanlarla<br />

kalacağım. Dünyaya geldiğim gece sen beni, çıplak ve isimsiz,<br />

sefaletin kollarına terk etmiştin: Şimdi bir kere daha, acıma hiç,<br />

yenilgiyi ve ölümü sakince kabullenmeye terk et!<br />

178


www.isaretatesi.com<br />

XXIX.<br />

Ne zaman ki yamaçta alev gibi parlayan bir palaya<br />

benzeyen nehir, akşamın alacakaranlığında kınına sokuldu, o<br />

an bir kuş sürüsü geçti yukarıdan, patırtılı kanat sesleriyle<br />

âdeta fırlatılmış bir ok gibi kaçıyorlardı yıldızlar arasından.<br />

Tüm hareketsiz şeylerin ortasında bir hız tutkusu<br />

uyandırdı bu; bağrında fırtına bulutlarının sancısını<br />

hissediyordu âdeta dağlar; kök salmış prangalarından<br />

kurtulmaya can atıyordu ağaçlar.<br />

Kuşların bu göçü, benim için durgunluk perdesinin<br />

yırtılması demek oldu; derin sessizlikten muazzam bir kanat<br />

çırpışı çıktı ortaya.<br />

Dağların ve ormanların zamanın içinden bilinmeyene<br />

doğru uçtuğunu gördüm, yıldızlar kanat çırptıkça karanlığın<br />

ateşle ürperdiğini gördüm.<br />

Denizleri aşan bir kuşun telaşını duydum benliğimde;<br />

yaşamın ve ölümün sınırlarının ötesine doğru bir yol açıyordu<br />

kendine; ve göçebe dünya haykırıyordu binbir sesiyle: “Burası<br />

değil, başka bir yer gerek bize, uzakların bağrında bir yer belki<br />

de...”<br />

179


www.isaretatesi.com<br />

XXX.<br />

Kalabalık hayranlıkla dinliyordu sahnedeki genç şarkıcı<br />

Kaşi’yi; sesiyle, maharet gösterisindeki bir kılıç misali,<br />

umutsuz açmazların arasına dalıyor, onları paramparça<br />

ediyor, kendinden geçiyordu.<br />

Dinleyiciler arasında ihtiyar Racah Pratap da oturuyordu;<br />

hayli bitkin ve hoşnutsuz görünüyordu; zira kendi yaşamı, bir<br />

nehrin güzelce süslediği bir yöre misali, her yanını Baraclal’ın<br />

şarkılarının sarıp beslediği bir yaşamdı. Yağmurlu akşamlar ve<br />

güz günlerinin durgun saatleri, onun kalbine Baraclal’ın<br />

sesiyle hitap ederdi; ve şenlik geceleri bu şarkılara göre<br />

lambalar kısılır, ziller çıngırdardı.<br />

Kaşi dinlenmek üzere ara verince Pratap gülümseyerek<br />

Baraclal’a göz kırptı ve ona, “Haydi Üstat, bu yeni icat şarkılar<br />

yerine hakiki müziği çal bize; öbürleri âdeta oyunbaz kedi<br />

eniklerinin felç olmuş fareleri avlamasına öykünüyor,” diye<br />

fısıldadı.<br />

Başında bembeyaz bir sarığı olan ihtiyar şarkıcı,<br />

dinleyicileri öne eğilerek selamladı, sahnede yerini aldı. İnce<br />

parmaklarıyla çalgısının tellerine dokundu, gözlerini kapadı,<br />

ürkekçe şarkısına başladı. Salon geniş, Baraclal’ın sesi cılızdı;<br />

180


www.isaretatesi.com<br />

Pratap gösterişli bir tavırla “Çok yaşa!” diye bağırdı, o sırada<br />

eğilip arkadaşının kulağına, “Biraz daha yüksek sesle, haydi<br />

dostum!” diye fısıldadı.<br />

Kalabalık huzursuzlandı; kimi esniyor, kimi uyukluyor,<br />

kimi sıcaktan şikâyet ediyordu. Salonun havası ilgisizliğin<br />

çoksesli homurtusuyla uğuldamaya başladı; ve nihayet şarkı,<br />

narin bir kayık misali boş yere çırpınıp, büsbütün curcunaya<br />

gömüldü.<br />

Yüreği incinen ihtiyar adam aniden bir pasajı unuttu,<br />

panayırda kayıp kılavuzunu arayan kör bir adam misali acıyla<br />

yokladı hafızasını. Gediği rastgele bir ezgiyle doldurmaya<br />

çalıştı; ama gedik daha da açıldı: İhtiyaca yanıt vermeyi<br />

reddetti çarpıtılmış notalar; birdenbire makam değişti ve ip<br />

koptu. Üstat Baraclal başını sazına yasladı ve ondan, unuttuğu<br />

müziğin yerine, bir bebeğin dünyaya saldığı ilk yaşam<br />

çığlığının koptuğu duyuldu.<br />

Pratap nazikçe onun omzuna dokundu ve şöyle dedi:<br />

“Gel gidelim, bizim meclisimiz burası değil. Biliyorum,<br />

dostum, sevgi olmayınca dul kalır hakikat – ve ne çokluğu ne<br />

de ânın kendisini mesken tutar güzellik.”<br />

181


www.isaretatesi.com<br />

XXXI.<br />

Dünyanın gençlik çağında, ey Himalaya, yeryüzünün<br />

yırtık bağrından fırladın sen; bir tepenin ardından diğeriyle,<br />

alev alev savurdun güneşe meydan okumanı. Sonra duruldun<br />

ve kendine, “Bu kadar yeter!” dedin; bulutların özgürlüğüne<br />

öfkelenmiş yanan yüreğin sınırlarını buldu, sonsuzluğa selam<br />

durdun. Tutkuna gem vurunca, güzellik artık senin göğsünde<br />

serbestçe oynayabilirdi; çiçeklerin ve kuşların neşesiyle, güven<br />

duygusu sardı seni.<br />

Sen, yalnızlığının ortasında büyük bir âlim gibi<br />

oturmuşsun, dizlerinde sayısız taştan sayfalarla açık duran<br />

kadim bir kitap taşıyorsun. Acaba nasıl bir hikâye yazılıdır<br />

orada, merak ediyorum: İlâhi münzevi Şiva ile ilâhi âşık<br />

Bhavani’nin 33 ebedî evlilik efsanesi mi, yoksa Kırılgan Olanın<br />

gücünü cezbetmeye çalışan Kudretin destanı mı?<br />

33<br />

Bhavani: Ana Tanrıça Şakti’nin vahşi, öfkeli, ama aynı zamanda<br />

merhametli yanını temsil eder. Bhavani kelimesi “hayat veren” anlamına<br />

gelir ve dişi unsurdaki hareketliliği, canlılığı, yaratıcılığı temsil eder. (ç.n.)<br />

182


www.isaretatesi.com<br />

XXXII.<br />

Hissediyorum, ey Dünya, bir gün sana veda ettiğimde<br />

kalbim rengini bırakmış olacak senin manzaralarına.<br />

Mevsimlerinin müziğine eklenecek ezgilerim; gölgelerin ve<br />

günışığının döngüleri arasında düşüncelerim soluk alıp<br />

verecek gizlice.<br />

Uzak günlerde, yaz gene gelecek âşıkların bahçesine.<br />

Lâkin onlar, ne çiçeklerine benim şarkılarımın güzellik<br />

kattığını bilecekler, ne de dünyaya olan sevgilerinin benim<br />

sevgimle derinleştiğini…<br />

183


www.isaretatesi.com<br />

XXXIII.<br />

Göğün derin dinginliğini yakalıyor gözlerim.<br />

Yapraklarını günışığıyla dolacak kadehler misali uzatan bir<br />

ağacın ürperişi geçiyor içimden.<br />

Güneşte çimenlerden yükselen ılık nefes misali, bir<br />

düşünce doğuyor zihnime – harelenen suyun şıpırtısına ve<br />

yorgun rüzgârın köy yollarındaki iççekişlerine karışan bir<br />

düşünce: Dünyanın bütün yaşamına eşlik etmiş yaşamım; ona<br />

kendi sevgisini ve kederini vermiş.<br />

184


www.isaretatesi.com<br />

XXXIV.<br />

Söylediğim şarkılara karşılık mükâfat beklemiyorum<br />

senden. Şarkılarım gece boyu sürsün bir tek – ta ki Şafak, bir<br />

çoban kızı misali, güneşin telaşıyla yıldızları toplayıp götürene<br />

dek.<br />

Ama senin de bana şarkı söylediğin anlar olmuştu – ve<br />

gururla söylüyorum, ey Şair, o zaman nasıl dinlediğimi ve<br />

kendimden geçtiğimi hep hatırlayacaksın sen!<br />

185


www.isaretatesi.com<br />

XXXV.<br />

Sabah çimenlerde çiy damlaları parlarken, sen geldin ve<br />

salıncağımı ittin; ama tebessümden gözyaşlarına kayarak,<br />

tanıyamadım seni.<br />

Sonra o muhteşem ışığıyla nisan öğleleri geldi ve seni<br />

takip etmem için el ettin bana.<br />

Fakat ne zaman ki yüzünü aradım, o an bir çiçekler<br />

alayıyla, güney rüzgârına şarkılarını savuran kadınlar,<br />

erkekler geçit yaptı aramızdan.<br />

Sana aldırmadan geçtim her gün yanından.<br />

Fakat zakkumların baygın kokusuyla dolu bazı günler,<br />

nazlanan palmiye yaprakları arasında ısrarlıyken rüzgâr, senin<br />

karşında durur ve merak ederdim, acaba hiç yabancı olmuş<br />

muydun bana…<br />

186


www.isaretatesi.com<br />

XXXVI.<br />

Hava kararıyor. Issız külrengi göğün köşesinde akşam<br />

yıldızı kararsızca titreşiyor.<br />

Geriye bakıyorum ve ardımda uzanan yolun sonsuza dek<br />

silindiğini hissediyorum. Yaşamımın izlediği bu yol, tek bir<br />

yolculuğa hizmet etti ve üzerinden tekrar geçilmeyecek.<br />

Buraya gelişimin upuzun hikâyesi orada sessizce yatıyor;<br />

tozda kıvrımlı bir hat, sabah doruklarından dipsiz gecenin<br />

eşiğine dek uzanıyor.<br />

Bir başıma oturmuş, merak ediyorum – acaba bu yol,<br />

akşamın ilâhi parmakları değince günün kayıp seslerini<br />

müziğe teslim etmeyi bekleyen bir çalgı mıdır…<br />

187


www.isaretatesi.com<br />

XXXVII.<br />

Aşkın en üstün cesaretini bahşet bana, duam budur:<br />

Söyleyebilmenin, yapabilmenin, senin buyurduğun acıya<br />

katlanabilmenin, terk edilmemek uğruna her şeyi terk<br />

edebilmenin cesaretini. Kuvvet ver bana tehlikeli arayışlarda;<br />

ıstırapla onurlandır beni; sana her gün kurban olabilen o zorlu<br />

duyguya yükselmeme yardım et.<br />

Aşktaki en üstün güveni bahşet bana, duam budur:<br />

Ölümde yaşama, yenilgide zafere ait olan güveni; en narin<br />

güzellikte saklı kudretin, incinmeyi reddetmeyen soylu<br />

ıstırabın güvenini bahşet.<br />

188


www.isaretatesi.com<br />

XXXVIII.<br />

HİNDU JNANADAS 34 ŞARKILARI<br />

-I-<br />

Şarkılarınız neredeydi, ah kuşum, geceyi yuvanızda<br />

geçirdiğiniz zaman?<br />

Oraya sığmamış mıydı tüm zevkleriniz?<br />

Ne oldu da şimdi göklere kaptırıyorsunuz gönlünüzü –<br />

öylesi uçsuz bucaksız göklere?<br />

-Yanıt-<br />

Sınırlar içinde dinlenirken hoşnuttum; fakat ne zaman ki<br />

enginlere yükseldim, o zaman şarkı söyleyebildiğimi keşfettim.<br />

-II-<br />

Gündüzle geldin, ey Ulak, altınlar giymiş olarak.<br />

34<br />

Jnanadas: Bengal edebiyatının başlıca şairlerindendir; on altıncı yüzyılda<br />

yaşamış, Vaishnava şiirine büyük katkı yapmıştır. Vidyapati ve<br />

Çandidas’ın izinde kendi sade üslubunu geliştirmiştir. Şiirleri dinî<br />

sınırlamaları aşan bir haz ve acı anlayışını yansıtır. (ç.n.)<br />

189


www.isaretatesi.com<br />

Günbatımından sonra kurşuni bir münzevi cübbesine<br />

büründü şarkın; ve gece oldu sonra.<br />

Siyahlar üzerine parlak harflerle yazılıydı getirdiğin<br />

mesaj.<br />

Peki, bunca görkemin ne gereği vardı, sırf beni cezbetmek<br />

için – ben ki bir hiçim?<br />

-Yanıt-<br />

Fevkalâdedir o şölen salonu ki, biricik konuk siz<br />

olacaksınız.<br />

O yüzden göklerden göklere yazılmış sizin mektubunuz;<br />

o yüzden daveti size tüm merasimiyle ulaştırıyor gururlu<br />

hizmetkârınız.<br />

-III-<br />

Gün boyu yürümüş, yorgun düşmüştüm. Başımı<br />

çevirdim, hâlâ çok uzak olan sarayına doğru baktım.<br />

Gece derinleşti, hasretle yandı bağrım; hangi kelimeyi<br />

mırıldansam, acıydı haykırdığım; susuzluktan kavruldu<br />

şarkılarım. Ah sevdalım, sevdiğim, tüm âlemde seçtiğim!<br />

Karanlıkta yitip gitmiş gibiyken zaman, âsânı bıraktın<br />

elinden, çalgını aldın, en yüksek perdeden çalmaya başladın.<br />

Ve yeniden şarkılara karıştı yüreğim, ah sevdalım, sevdiğim,<br />

tüm âlemde seçtiğim!<br />

190


www.isaretatesi.com<br />

Kimin kollarıdır beni saran? Neyi bırakmalıysam<br />

bırakayım, neyi taşımalıysam taşıyayım, yeter ki seninle<br />

yürüyeyim, ah sevdalım, sevdiğim, tüm âlemde seçtiğim!<br />

Ara sıra in tahtından, aşağıya gel, zevklerin ve kederlerin<br />

arasına karış! Türlü suretler ve sevinçler ardına, aşkımın ve<br />

kalbimin içine gizlen! Ve şarkılarını söyle orada, ah sevdalım,<br />

sevdiğim, tüm âlemde seçtiğim!<br />

191

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!