Aytek Sever - Hiperbor - VI
Aytek Sever, Şiirler
Aytek Sever, Şiirler
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Aytek Sever
HİPERBOR-VI
AYTEK SEVER
Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek
lisans öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-
kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli alt kitaplardan oluşan Hiperbor,
Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı sıra, yayımlanmış
veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın İdaresi),
Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben,
Jack Engle; Çimen Yaprakları; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler),
Tagore (Firari; Gitanjali; Meyve Hasadı), D. H. Lawrence (İnsanlar ve
Öteki Yaratıklar) çevirileri vardır.
Aytek Sever
HİPERBOR-VI
Hiperbor - VI
Aytek Sever
Kapak Resmi:
‘Adem’in Yaratılışı’, ayrıntı
Michelangelo, c. 1512
1. Baskı:
© İşaret Ateşi, Aralık 2018
E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır.
Her hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla
basılamaz, kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir
mecra veya internet sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için
lütfen kaynak gösteriniz.
www.isaretatesi.com
isaretatesi@gmail.com
Deniz’e
İÇİNDEKİLER
Hiperbor - VI
Soluk ………………………………………………………………….. 16
Doğu Masalı …………………………………………………………. 18
Nesneler ve Eylemci ………………………………………………… 20
Ayrım ………………………………………………………………… 22
Elektrik ……………………………………………………………….. 24
Rüya …………………………………………………………………... 26
Masalsılık …………………………………………………………….. 35
Hız …………………………………………………………………….. 37
Kan ……………………………………………………………………. 39
Başka Ev ……………………………………………………………… 40
Edimler Yankısı ……………………………………………………… 42
Remystification ………………………………………………………. 44
Peyzajda Neden Safari? ……………………………………………... 46
Gece Başlangıcı ………………………………………………………. 47
Şeyler ………………………………………………………………….. 48
Dolu ………………………………………………………………….... 49
Kader Ânı ……………………………………………………………... 51
Dağdaki Göl …………………………………………………………... 53
İkilem ………………………………………………………………….. 54
Makine ………………………………………………………………… 55
İşaretler ………………………………………………………………... 56
Birlik …………………………………………………………………… 59
İnce Ayar ……………………………………………………………… 60
Kinestezi ………………………………………………………………. 61
Meçhul Koy ………………………………………………………….... 64
Gözlem ………………………………………………………………… 66
Yaz Rüyası …………………………………………………………….. 68
Uçlarda ………………………………………………………………… 70
Anima ………………………………………………………………….. 71
Varış ……………………………………………………………………. 72
www.isaretatesi.com
“Sehen wir uns ins Gesicht. Wir sind
Hyperboräer, – wir wissen gut genug, wie
abseits wir leben. ‘Weder zu Lande noch zu
Wasser wirst du den Weg zu den Hyperboräern
finden’: das hat schon Pindar von uns gewusst.
Jenseits des Nordens, des Eises, des Todes –
unser Leben, unser Glück...”
“Kendimize karşı dürüst olalım. Hiperborluyuz
biz, – pek iyi biliriz ne denli kopuk
yaşadığımızı. ‘Hiperborlulara giden yolu ne
karadan, ne denizden bulabilirsin’: Daha
Pindaros söylemişti bunu bizim için. Kuzeyin
ötesinde, buzun ötesinde, ölümün ötesinde –
bizim yaşamımız, bizim mutluluğumuz…”
12
www.isaretatesi.com
13
www.isaretatesi.com
HİPERBOR-VI
(2010-2012)
14
www.isaretatesi.com
15
www.isaretatesi.com
SOLUK
Akşamın mavi mekânları kararmaya durmuştu. Gölgeler
geziyordu alacakaranlıkta. Kendimi gördüm: Kuşbakışı
bakmadım, kendimden gördüm, içimdeydim. Sıcak bir leylak
rengiydim.
Belirirken öz varlığı duvarın, pencere ahşabının,
pencereden görünen dışarının. Baktım, baktım.
Kendimden gördüm, sıcağım şimdi, bahçelerde
büyüyebilirim.
Ayna çerçevesi tırtıklarındaki madenî yansıma; oda
köşesi karanlığında nabız gibi atan mum alevi; soluğun
yoğunluğu; bellekte çakan kıvılcım; elimde tuttuğum mektup
açacağının aşıladığı yapıcı his; pencereden durdukları yerdeki
ağırlıklarıyla gördüğüm tırmık, römork, saman yığını,
bidonlar; ayarlanmış konumları onların.
Dışarı çıkıyorum.
Paltomun yakaları kalkık, esinti ensemdeki tüyleri
ürpertiyor; yanık odun kokulu mezralardan tangırtılar
duyuyorum. İnek ve kaz seslerine kulak veriyor, kış rüzgârının
16
www.isaretatesi.com
gölün üzerinden sazlıklara kadar olan süpürücü etkilerini
şurup gibi içiyorum.
Kas seğirmelerimi ve kaçak ağrılarımı diplerde
gezinmeye alıştığım sürece terk edemiyordum. Şimdi, yabanıl
ormanda manyetik bir merkez sezerek yön duygumu oraya
odakladığım ölçüde, bedenim tiklerden, sızılardan,
spazmlardan arınıyor.
Yeni bir eşikteyim. Serbestçe soluyorum zamanın
dokusunu.
Fundalıklarda, korularda, gölün üzerinde, kuytularda
ağırdan ağıra sığırcıkvari bir yaşama dönüyorum.
17
www.isaretatesi.com
DOĞU MASALI
İlk kez oluyor bu.
Kış göğünde orta irtifalardan gelen belirsiz karaltılar,
sazlığa çörekleniyorlar; gecede fa sesinin dar halkasında ıslıksı
tınılarla döneniyorlar.
İlk kez oluyor bu.
Penceremden görünen kasaba boyunca derin renk
kovukları belirmiş: biri mavi, biri turuncu, biri yeşil.
İlk kez oluyor bu.
Karanlığı boydan boya katediyor karga sürüsü – net bir
kararlılıkla, floresan beyazı maden girişinden önceki kavaklara
dek.
İlk kez oluyor bu.
İnek böğürtüsü; öyle gürbüz bir ses. Yaygarası kazların:
kısa süren, mutlak bir susuşla dinen. Sessizliğin sol anahtarı.
18
www.isaretatesi.com
Loş sokaktan koşarak geçen çocuk: kar üzerinde katır kutur
adımlarla. Teneke tangırtısı. – Ortalık aslında nasıl da
sütliman.
İlk kez oluyor bu.
Bacadan kireç rengi, yoğun tüten duman. Bir başka
bacadan kül rengi dağılan, seyrelen. Bir başkasından is karası,
kesik kesik. Derin bir nefesle araştırdığım kopkoyu renklere
gömülü mahallede.
İlk kez oluyor bu.
Buz, don, esintiler, uğultu, hışırtı. Sokak lambasının ışığı
altında, karanlığın yakın ucunu dağlamış bakır rengi kavşak:
kendi ardının kapısı.
İlk kez oluyor bu.
Karla kaplı uzak doğu yamaçları – ve hareketli iki kara
nokta orada; belki de iki kurt: dürbünün öbür ucunda azman
canlılık!
19
www.isaretatesi.com
NESNELER VE EYLEMCİ
Armonik ses eğrileriyle şekillenir yaşam algım,
kurduğum bireysel nomoloji: doğa, insanlar, olaylar, durumlar,
akış, uyarımlar, – iniş ve çıkışlar, kütle, döngü, yamacın ışık
vuran tarafı, hareket aralıkları, etki, merkezler. Tınılarda gizli
renklerle geçerim hepsinin üzerinden. Nesnel varlıklar ve
eylem becerim bana tüm hacmiyle müziği verir. İçimde bir tür
ses barometresi taşırım.
Açık havada yürürüm, çeşitli yönlerde galeri gibi uzanan,
değişken mecralar sezerim. – Yoksa parkta, restoranın gölete
bakan çıkışına yakın, Haçaturyan’ın romansını nasıl
duyardım?
Ortamın serinliğine bir tür karıncalanmayla yerleşirim.
Bir koza sarar beni. Manyetik gelgitlerle retinamda on iki
köşeli bir yıldız belirir. Hiç meditatif düşünülmemiş ayağım,
yıpranmış botun içinde, işte şimdi, tam şu an, ilk kez meditatif
düşünülüyor…
Lıkırdıyorum. Damağımda kuşburnu tadı – ve güm!
Korktum.
20
www.isaretatesi.com
Davranışlarıma yön vermesi beklenen kılavuz çizgiler
ağından kabuk değiştirerek, tanımsızca geçiyorum; termal bir
yumağım, ele avuca sığmaz, radara yakalanmaz.
Görülmüyorum: – Görülürsem, zamanda ve mekânda
yarattığım kırılmalarla nasıl kaza izi bırakmayayım?
21
www.isaretatesi.com
AYRIM
ayrımım
günlük bir misfit durumunu
fit yapma yöntemim kadar
basit
ayrımım
bir içdeniz imgesinin
karanlığına yağ lekeleri katışım kadar
basit
ayrımım
bulutun dağılgan ucundan önce
oyalandığım sürenin uzunluğu kadar
basit
ayrımım
macentanın yanına yanık siena
22
www.isaretatesi.com
ararkenki huzursuzlanışım kadar
basit
ayrımım
güneyi boşlukta
bir kıvılcımla tanıyışım kadar
basit
ayrımım
önümdeki yol ayrımında
bir tarafın diğerinden sıcak oluşu kadar
basit
23
www.isaretatesi.com
ELEKTRİK
Odanın karanlığında şimşek gibi sıçrayan elektrik akımı
aniden super slow motion yavaşlığıyla tırtıklı bir çizgiye
dönüştüğünde, tüm ambiyansın aksak ritme kurulu olduğu
hissine kapıldım ve tırtıklı çizgi keskin bir testere gibi göründü
bana. Enerji ve madde ikiliği tini parçalayabilecek bir ironiydi.
Ürpertici bir deneydi. Gözler üzerimdeydi. İkilik pekişti,
testere tırtığı somutlaştı. – O zaman dünyanın tüm halkları bir
ağızdan bağırdılar: “Korsika haritadır!”
Gidemedim Korsika’ya. Bunu duyan kim gidebilirdi ki?
Haritaydı Korsika. Gidemezdim. Haritanın başına oturdum,
pasif kalamayıp hep bir şey yapmaya koşullanmış halimle.
Gene de iyi bir seçim sayılırdı harita. Baktım, oyalandım;
enlem ve boylamların önünde hayal meyal, hangi kıtaya
baktığımı bilmeksizin uzun müddet kalakaldım. – Neredeydi
Korsika? Bulamıyordum. Korsika harita bile değil miydi
yoksa?
Hafakanlar bastı. Düzlemden fırlayan enlem ve boylam
çizgileri sarmallara dönüşerek odayı örümcek ağı gibi sardı,
24
www.isaretatesi.com
içinden çıkılmaz bir yumak halini aldı. Feci bir tuzağa
düşmüştüm; boğucuydu eğriler; nefes alamıyordum.
Kıvrım ve sarmalların aşırılığından türeyen absürt anlamı
kovalamak insanı nereye götürür bilinmez, – içine
hapsolduğum gözenekten, yarı bilinçli yarı bilinçsiz,
vargücümle bağırdım: “Korsika haritası Akdeniz kokar!”
25
www.isaretatesi.com
RÜYA
Nerval’e
Bir kütüphanenin ana çalışma salonu. Kitaplar
karıştırıyor, birtakım notlar alıyorum. Acelem yok, sakinim.
Başkaları da var, uzunlamasına masalarda teker teker veya
birkaç kişilik gruplar halinde oturmuşlar. İçeride pür sessizlik
olduğu söylenemez. Aslında mırıltılar, fısıltılar, öksürükler,
sayfa çevirme sesleri seyrek ve belli belirsiz, ama insanların
çokluğundan ve yüksek tavandaki akustiğin bozukluğundan,
ortam arı kovanı gibi. Ya da bana öyle geliyor. Çünkü
çalışırken bir an mutlak bir yoğunlaşmaya ihtiyaç duyuyorum,
bu da tam tersi bir hassaslık ortaya çıkarıyor. İçeride
tanımlayamadığım, tekinsiz bir şeyler seziyorum, ama bunun
ne kadarı gerçekten orada, ne kadarını ben kuruyorum, belli
değil. Yaptığı gürültüden dolayı uyardığım yanıbaşımdaki
çocuk –ki arkadaşlarıyla üç kişiler– oralı olmayınca, bir anda
kontrolümü kaybederek yerimden fırlıyor ve Anadolu
delikanlısı tipli o irice oğlana kafa atıyorum, aynı anda da
ayağımın burnuyla böbreğine doğru tekmeyi geçiriyorum. Sert
bir giriş yapıyorum kendimce, ama darbelerim o kadar kof ki
26
www.isaretatesi.com
oğlan ve üç arkadaşı ayaklanmaya başlayınca hemen
centilmence tavırlar takınıp ağabey gibi davranarak ortamı
yumuşatmaya çalışıyorum. Böylece durumu kontrol altında
tutuyorum.
Fakat tekrar yerime oturduğum sırada havadaki gerilim
öncekinden daha beter bir vukuat doğuruyor ve aniden bir
rehine krizi patlak veriyor. İlginçtir, kütüphanenin ana çalışma
salonu dediğim bu yer aslında bir havaalanı bekleme
salonuymuş; filtreli geniş camlardan içeri öğle sonrası ışığı
vuruyor. Kadın erkek hepimiz rehineyiz ve polis de intikal
etmiş. Bizi rehin alan silahlı şahıs lise yıllarımdan tanıdığım
biri. O zamanlar tanıdığım haliyle herhangi bir suç olayına
karışacağına asla ihtimal vermeyeceğim, son derece beyefendi
biri olan bu çocuk, şimdiki kemik çerçeve gözlükleri, kumrala
boyanmış saçları ve eskisinden sadece biraz daha keskin olan
yüz hatlarıyla bana hâlâ öyle biri gibi geliyor ve o yüzden de
elindeki silaha rağmen onu düşmanım olarak göremiyorum.
Kendinden emin bir şekilde silahını kilit bir noktaya
doğrultup, kendisi, biz rehineler ve polis arasında bir üçgen
kurmuş. Bir açmaz söz konusu. Durumu değiştirecek
hamlenin nereden geleceği merakla beklenirken, sanki çocuğu
tanıyor olmam beni kendiliğinden onun suç ortağı yapıyormuş
gibi, bir anda eyleme dâhil olup, bir parmak şıklatma hareketi
ve çocuğa doğru yaptığım bir mimikle polisi yanıltıyorum.
Ortalık karışıyor. (Tam bir curcuna; ama gariptir, bir el bile
silah patlamıyor.) Kaçmaktan başka yol yok ve benim
beklenmedik hamlem buna fırsat yaratıyor. Polislerin
bağırışları ve kalabalığın itiş kakışları arasında tabanları
27
www.isaretatesi.com
yağlıyorum. Arkama dönüp bakmıyorum bile, lise arkadaşımı
düşünecek vaktim yok, herkes kendi başının çaresine bakmalı.
Zaten yaptığım hamlenin beni olaya öyle bir dâhil edişi var ki,
kendimi olayın asıl faili, planlayıcısı ve uygulayıcısı gibi
hissediyorum. Belki de başından beri gerçekten öyleydi ve
bunu kendimden bile gizlemiştim. Yoksa olayı nasıl bu denli
sahiplenebilirdim, nasıl bu denli planlı hareket edebilirdim?
Atak ve seri bir şekilde, ustaca kaçıyorum; her nasıl
oluyorsa, binayı avucumun içi gibi biliyorum. Meğer burası
hem kütüphaneyi, hem de havaalanı bekleme salonunu
kapsayan devasa bir binaymış; bir üniversiteye, ya da
kompleks bir devlet kurumuna benzeyen, Bükreş’teki Halkın
Evi’ni andıran, kat kat, iç içe bölümlerden oluşan labirentvari
bir yapıymış. Her taraf türlü halklardan insanlarla ve onların,
alışveriş arabalarıyla, tekerlekli bavullarla ve çekçeklerle
götürdüğü eşyalarla, öteberiyle, evcil hayvanlarla çılgınca
kalabalık; tüm salonlar ve koridorlar vızır vızır. Nasıl
adlandırmalı bilmiyorum, bana buranın henüz görmediğim
yerlerinde tapınak, hastane, otel, imalathane, müze, darphane,
kışla, botanik bahçesi gibi sayısız alt kısım var gibi geliyor.
Binayı tanıyorum, ama nereden, hatırlamıyorum; gene de bu,
içgüdümün yönlendirmesiyle kapıları birbiri ardına açıp
merdivenlerden geçerek, oradan oraya atlayıp zıplayarak hızla
ilerlememe engel değil. Belki de sırf sezgilerim güçlü olduğu
için yanılmıyorumdur. Kapana kısılmıyorum, hatta kaçarak
ilerlemekten zevk de alıyorum. Gene de gergin ve telaşlı,
ambiyansları üstünkörü yaşayarak, koştura koştura, filmi
ileriye hızlı sarar gibi (“çarpı-4”, ara ara “çarpı-8” hızıyla)
28
www.isaretatesi.com
geçiyorum odalardan, koridorlardan, salonlardan, pasajlardan.
Bir ara, duvarların ardında, âdeta bir zindanın en iç hücreleri
gibi birbirine açılan ve bomboş olduğu için korkutucu olan
birtakım taş odacıklardan geçtiğim sırada, karşıma heyecan
arar gibi duran ve istemem halinde kaçışımda bana eşlik
edeceğini bir bakışıyla hissettiriveren kıvırcık sarı saçlı bir
kadın çıkıyor; ama acele ettiğim için durup düşünme fırsatım
yok, ve gizli odacıkların mahrem ortamının bize sunabileceği
erotik olanağı kaçırdığımı birkaç saniye sonra farkettiğimde
anlık bir kızışmayla kafam karışsa da, tekinsiz oda
silsilesinden belli bir kaçış kararlılığıyla çıkıveriyorum. Bu
hariç, geçtiğim mekânlarda kimseyle ilgim olmuyor, koşa koşa
ilerliyorum sadece. Genel havam olumlu. Yoluma devam
ediyorum.
Gittiğim yeri biliyor gibiyim. Karmakarışık dev binada
vektörel olarak çaprazlamasına ve aşağı doğru inerken
geçtiğim tüm koridorlar, merdivenler, sahanlıklar, asansörler,
salonlar, depolar müthiş bir insan trafiğinin arasından beni
aşağılardaki bir çalışma ofisine, mahzene veya uyku odasına
doğru götürüyor. İnsanlar arasında kaçışımı sıradan bir
meşguliyet gibi algılıyorum. Herkes hareket halinde, tüm
insanlar bir yerden bir yere gidiyorlar, bir şeyler yapıyorlar,
birtakım gündemleri var ve ben de öyleyim. Gene de kendimi
özel hissediyorum, çünkü aranan, izi sürülen, yakalanmak
istenen biriyim ve gizleniyorum. Dahası, polisten kaçarkenki
maharetim, seri davranışlarım ve tercihlerimin isabetliliğiyle
olaylar istediğim yönde gelişmiş; seçkinliğim sınanarak
onaylanmış; ve de, en önemlisi, kaçmaktan epeyce zevk
29
www.isaretatesi.com
alıyorum. Şanslı olduğum ve bir şeylerin beni kolladığı o
kadar belli ki…
Yaydığım aura alt katlara yaklaştıkça hepten doğaüstü
bir niteliğe bürünüyor. Etraf artık tenha. Bir başıma ışıl ışılım.
Orta Çağ şatolarının hazine odalarını andıran yüksek
kubbemsi tavanlı, geniş bir salona varıyorum. Meğer burası iki
profesörün ofisiymiş. Bu profesörlerden biriyle görüşmeye
gelmiş gibi davranarak izimi kaybettirmeyi umuyorum. Artık
uçabiliyorum; tavana yakın küçük üst kapıdan girince, kıvrıla
kıvrıla inen merdivenleri kullanmak yerine, salonun zeminine
havada süzülerek iniyorum. İçerisi duvar lambalarının solgun
ışığıyla aydınlanmış; tezgâhı andıran masalarda eski püskü ve
tozlu öteberi var; birtakım eşyanın üzerine örtüler çekili.
Kenardaki bir kürsünün üzerinde sayfaları açık duran kalın,
ciltli bir kitap var ve bir çalışma lambası yanıyor. Sanki kitabın
başından yeni kalkılmış. Yarım bir bardak çay da görüyorum
orada. Profesörler nerede acaba? Köşedeki küçük toplantı
odasında yarı kalkık jaluzilerin arasından görüyorum ki bu top
sakallı, şişe dibi gibi gözlüklü, yüzlerinde tiksinme ifadesi yer
etmiş adamlar –büyük bir yanlışın bu ciddi adamları– masada
baş başa vermişler, (kim bilir hangi konuda) hummalı bir
değerlendirme içindeler. Onları gördüğüm an onlar da beni
farkediyor; kınayıcı bakışlarına karşılık başımla “peki, sonra
gelirim, iyi toplantılar” gibisinden bir hareket yaparak, oradan
derhal ayrılmaya karar veriyorum. Aramızdaki statü farkını
hissettirmiş olmaları zannettikleri gibi rahatsız etmiyor beni;
çünkü onlar, büyük bir yanlışın içinde olduğundan dolayı
mazur gördüğüm insanlar. Benim statü tanımayan özel
30
www.isaretatesi.com
durumumu onlar nereden bilecekler? Yeniden kanatlanarak,
tavana doğru yükseliyorum; bu uçuş, seçkinliğimi şüpheye yer
bırakmayacak şekilde sergiliyor. Odadan ayrılmadan evvel
yüksekte bir süre içerinin ambiyansını yaşıyorum. Burası sanki
doğrudan bir mağaranın içine oyulmuş; her yanda saygı
uyandıran, tapınakvari bir eskilik seziliyor ve bundan
kaynaklanan bir geleneğin ağırlığı duyuluyor. Aşağıda, hemen
bitişikte, başka bir odacık farkediyorum; benim gibi doğaüstü
birinin istediği her yere uçmasında hiçbir sakınca
olamayacağından, dümeni oraya doğru kırıyorum; havada
çizdiğim fazladan bir kavisin zevkini doyasıya çıkararak
yavaşça alçalıyorum. Bitişikteki odacık ana salonun kovuk gibi
bir bölmesi; içine ağır, masif ahşap bir yemek masası ve dört
sandalye zar zor sığmış. Duvarda bir pencere var, önünde
bana arkası dönük, kısa boylu, küt saçlı, tombul bir kız
duruyor. Oraya buraya hafifçe takıla takıla içeri süzülüyorum;
melankolik bir edayla dışarıyı seyreden kızın yanına iniyorum.
Derdim pencereden bakmak, oraya bunun için inmişim, her
halimden belli. Yüzünde buruk, bitkin bir ifade olan kızcağız,
niyetimi hemen anlayarak, pencere sanki hukuken benim
hakkımmış gibi kenara çekiliyor. Meğer burası ikinci katmış;
aşağıda bahçe uzanıyor ve alacakaranlıkta gür yapraklı iri
meşeler seçilebiliyor. İleride derin orman başlıyor olmalı.
Pencerenin aralığından ıslak toprak ve çimen kokusu
alıyorum. Yağmurdan bihaberdim; gene de dışarısı tam
beklediğim gibi, kaçıp ulaşmak istediğim gibi. Hiç
oyalanmadan kızın yanından ayrılıyorum; arkamdan kızın
tekrar pencerenin önünde yerini alacağına eminim, burası
31
www.isaretatesi.com
onun melankolisi için tahsis edilmiş. (Peki nasıl oldu da
ikimizin hakları birbiriyle çatışmadı?) Kaçışımı bir an evvel
sonuçlandırmam gerek. Dışarıyı önceden görüp fikir sahibi
olmam iyi oldu; doğru tarafa yöneldiğime emin oldum.
Binanın dışarısını hedeflemem gayet mantıklıymış.
Fakat uçabilme özelliğime duvarların içinden de
geçebilme özelliğinin eklenmesiyle elde ettiğim mutlak hareket
kabiliyeti beni yanıltıyor ve kestirmeden gitmek isterken
(neden dosdoğru duvardan veya pencereden dışarı
yönelmeyip binanın içine yöneldim?) kendimi laboratuvar gibi
görünen bir odada buluveriyorum. Görmemem gereken bir
yer burası, bulunmamam gereken bir yer. Sezebiliyorum bunu.
Girmemeliydim buraya, ama ha deyince de ayrılamıyorum.
Çakılıp kaldım; sanki görmemem gereken bir şeyleri görmek
zorundayım. Kendimi neye zorladığımı bilmiyorum (belki de
hiçbir şeyin havamı bozamayacağını ispatlamak istiyorum).
Sahiden bir laboratuvar burası. Her köşesi ortak bir
anlatının parçası gibi duruyor. Sanki bir belgesel sekansı.
Ortada metal bir deney masası var, üzerinde teknik araç
gereçler, tüpler, kaplar, solüsyonlar. Ayakta duran bir yaratık
görüyorum, hem deneyin parçası olup hem de deneyi yürüten
şempanzeleşmiş bir insan. Dişi. Yumuşak bir sesi, spiker gibi
bir diksiyonu var. Sakinliği ürpertici. Beyaz önlük giymiş bir
primat düşünün, ama insan gibi davranıp insan gibi
konuşuyor, sanki tersine evrim yaşamış (eğer böyle bir şey
olabilirse). Yaptığı şey tam bir saçmalık: Masanın üzerinde
kundaklanmış bir lemur var, onun ağzına bir sigara götürüyor;
32
www.isaretatesi.com
sanki lemur da başkalaşım geçirerek insansılaşmaya başlamış
bir melez tür; tiryakilere özgü anlamsız yüz ifadesiyle
sigaradan bir fırt alıyor, o sırada şempanzemsi doktor
anlatıyor: “Görüldüğü gibi, öleceğini anlayan lemurlar sigara
içmek istiyorlar.” Sonra, hiç de ölecekmiş gibi durmayan
kundaklanmış lemuru kucağına alıp bize (kameraya?) doğru
dönüyor, asap bozucu bir anaçlıkla sırıtıyor.
O an köşede, yanıp sönen floresan ışığında, bir koltuğa
kayışlarla sıkıca bağlanmış başka bir deneği görüyorum:
Benim ta kendim bu! Nasıl bir muameleye tâbi tutulduysam,
müthiş hızlı başkalaşımlar geçirerek şekilden şekle giriyor,
lastik gibi, hamur gibi uzayıp kıvrılıyor, cıva gibi akıp geri
dönüyorum; derim de alacalı bulacalı renklere bürünüyor,
çığlıksı sesler çıkarıyorum. Sonra, başkalaşımın sonuna
ulaşmış gibi bir anda donup kalıyorum: Bedenim aynı beden,
çift başlıyım…
EPİLOG
“Rüya”da, gördüğüm bir rüyayı tüm ayrıntılarıyla,
eksiksizce anlatmak istedim. Amacım, anlatıyı kendi
gerçekliği içinde tastamam kurmak ve metni öylece
bırakmaktı. Yani, rüyamın içinden bir tür yazı kamerası
33
www.isaretatesi.com
geçirdim. Sabahın köründe uykumdan kopkoyu bir rüya
sıcaklığıyla ve beklenmedik bir yazı akıcılığıyla
uyandığımda yaptım bunu. İşin meraklıları rüyanın
yorumunu yapabilir. Bana kalırsa rüyalar eğlenceli
oyunlardır ve nasıl ki kendi kurallarıyla oynanıyorlarsa,
kendi bütünlükleri içinde okunmaları gerekir, “dışarı”nın
kurallarıyla değil.
Şunu da söylemek isterim ki, rüyanın sonundaki çift
başlılık beni sanılabileceği kadar korkutmadı. Yoksa
anlattıklarımı rüya değil, kâbus olarak anlatırdım. Söz
konusu çift başlılık, kaynağını yaşamımın ikili
gerçekliğinden alıyor olmalı: bir yanda ben ve gündelik
yaşamım, diğer yanda yaşamımın gözlemlenebilir
gerçekliğine karşılık sürdürdüğüm özel yaşam, yani inşa
ettiğim yapıt üzerinden iki yıldan uzun bir süredir
yürüttüğüm program. Bunların birini yaşıyor, öbürünü
yaşatıyorum. Tek bedende iki baş. Ama olsa olsa insanın
her türlü ikiliği kadar ürkütücü, ve ancak yaşamın diğer
bütün birincil ve ikincil gerçeklikleri kadar (ama onlardan
daha fazla değil) korkunç. Zira tüm o ikilikler, yaradılış
itibarıyla ikili olan insan tarafından en dinamik
yöntemlerle idare edilir, sürdürülür: sürdürülebilir. – Ve
hal böyleyken, hem rüyadaki denek olunur, hem deneyi
gözlemleyen, hem deneyi yapan, hem de hepsini kapsayıp
hepsinden farklı olarak, rüyayı gören olunur. Uyunur,
rüya görülür, uyanılır. Ya da bazen hiç uyunamaz: Ama o
da rüyadır.
34
www.isaretatesi.com
MASALSILIK
Seyir taraçasından bakıyor.
Kenti küçük küçük aralıklarla inceliyor. Manzara
üzerinde odaklandığı, sonra geri çekildiği noktalar var. Şu an
bu taraçada bir tek o olduğu için, kendini kimseye göre
ayarlamak zorunda değil; uzunca kalış süresini yadırgayacak
kimse yok. Yalnızca kendisi kimi uzatmalardan,
oyalanmalardan huzursuzluk duyuyor.
Taraçanın parmaklıklarına yaslanarak, görmek istediği
bölgeye doğru bakıyor. Gözlerini kısıyor. Tatmin olmamış
olacak ki, bir adım geri çekiliyor. Elleri belinde. Hem sık sık
dikkat kesiliyor, hem de sanki dikkati kolayca dağılıyor. Çeşitli
görüş açıları ve perspektifler yakalamak ister ve bunu
yaparken huysuzlanır gibi bir hali var. Onun bu seyir
eyleminin ne gibi bir deneyime karşılık geldiğini çözebilmek
için kafasının içine girmek gerek.
Rastgele üç dağınık nokta alıyor, onların aralarındaki
dilimleri tarıyor: Ama bütünleştiremiyor bu dilimleri. Sonra,
çeşitli atipik şekillerde kesitler seçiyor manzaradan, birinde
aradığını bulamayınca diğerine, sonra bir diğerine bakıyor.
35
www.isaretatesi.com
Bunlardan bir içerik elde edebiliyor mu belli değil. Ardından,
kent merkezini belirleyen hat boyunca ilerlerken, kuzeydoğu
yönündeki çanağa varınca, oradan derin bir izlenim toplamaya
çalışıyor. Aynı bölgeden ileri geri, iki yönde, tekrar tekrar
geçiyor. Sanki bununla, baktığı yay üzerindeki alanları yakıp
kavuruyor, çölleştiriyor.
Gene de vazgeçmiyor. Dört odak alıyor kendine,
aralarında belli bir hücumun koridorlarını açıyor; çınlamalar,
manyetik sol anahtarları, tarçın rüzgârları, klarnet
orkideleriyle karşılık arıyor. Ama basit bir doğu-batı kapanışı,
rutin bir örtülme hissi, monoton bir ses armonisi seçebiliyor
sadece. Sönük duyumlarla kaplanıyor ölü zemin.
Manzarada bir masalsılıktır uyandırmaya çalıştığı, – orada
olmayan. Eskinin izlenimleriyle ve sabit fikrin ısrarlarıyla
zorluyor; içgüdünün ardı ardına U dönüşleriyle aynı çemberi
sonuçsuzca dolaylıyor. Oysa ya oradadır manzarayı
görülmeye değer kılacak olan masalsılık ve görülür, – ya da
orada değildir ve görme oyunlarıyla, denemelerle, dağarcıktan
kopyalamalarla var kılınamaz.
36
www.isaretatesi.com
HIZ
İlerleyiş, akış. Yakalanmış ivme; kararlı bir hız. Artan bir
hız değil; kendi düzeyini bulmuş, korunan, sürdürülen bir hız.
Her şeyden önce, insansı bir hız. – Peki, hareketin
kaynağını nereden aldı? Durdu, kabuğuna çekildi, âdeta
uykuya yattı; bütünsel bir hareketlenmenin güçlerini hazırladı.
Kımıldandığında, en içteki, yalnızca özel durumlarda işleyen
motoru çalışmaya başladı; doğal bir içgüdüyle hızı aradı.
İlerlemeye koyuldu.
Ölçüsüz bir hız değil bu; sona dayanmış bir hız değil.
Önü alınamazlığın hızı değil; ayakları yere basmayan bir hız
değil. Kaba ön hesaplara dayalı, varsayımsal, gerçekdışı bir hız
değil. Taşıtların o ritmik karşılığı olmayan hızı değil; işlevsel
bir hız değil. İletim, mekanik, elektronik prensiplerinin kabul
ettiği türden bir hız değil. Fizik ve matematik bu hızın ayarını
ölçemezdi. Gelgelelim fiziği de matematiği de içeriyor
kendinde: Hareketi doğal güçlerde bulmuş, bizzat hareket
olmuş.
Hızlı geçişlerin hızı değil bu; oradan oraya atlamaların
hızı değil; ışınlanma hızı değil. Kabarmış istemin döngüleri
37
www.isaretatesi.com
hiçe sayan zapping hızı değil. Bunların hepsi sönümlenmeye
kuruludur. Bu ise kalıcı bir hız; kendi kendini döndüren, akıcı
bir hız.
Yani yavaşlığın hızıdır bu. Sürekliliğin hızı. Hareket
kadar, durgunluktan da beslenir. Durumları, denge çıpalarını
tanır, tarar. Kendi yön okunu mekânlara koyar, geçtiği
ortamlara ısı olur. – Güneyin hızıdır bu. Baharın hızı. Kuşlarla
arı kovanı gibi kaynayan fundalığın hızı. Kaya-hız. Yamaçtan
aşağıya doğru süzülen bulutun hızı. Beyazlığın hızı.
Sessizliğin.
Organik bir hız; tüm bedensel işlevlerin eşlik ettiği bir
hız! At hızı gibi örneğin. Ya da sinek hızı. Göldeki balıkların
hızı. Yapraktaki tırtılın. Patikadaki köpeğin. Ve doğadaki tüm
bedensel hızların yelpazesini (örneğin kızıl karıncanın,
güvercinin, maymunun, örümceğin birbirinden çok farklı
aralıklara denk düşen kımıltılarında) tarayıp kendi özyapısının
karşılığını bulmuş ve uygulamaya koymuş olan öznenin hızı.
Ve işte, o, ilerliyor göl kıyısında – doğru ayarı bulduğunu
ancak içindeyken anladığı ideal bir hızla; adımları, elini kolunu
sallayışı ve başını çevirip etrafına bakışı rüzgâra ve sudaki
harelere ayak uydururcasına; soluk alıp verişiyle etki
yaratarak, etkilenerek, döndürerek, katılarak, dönüşerek.
38
www.isaretatesi.com
KAN
Senin öğle güneşinde havuza cumburlop düşerkenki
görüntünde sinematografik kirlenmeler olmasaydı, sabahleyin
rüzgârlı gölde yüzen ördeklerin parlak yeşiliyle başlayan
olağanüstü gelişim aniden kesintiye uğramayacaktı. Boşlukta
yağ gibi kayamadın.
Vahşi bir kan gerek sana. Oysa damarında sentetik kan
akıyor. İkindi güneşinin vurduğu korulukta sıralanan çam
ağacı gövdelerini İberya Sokağı’na kadar devam ettiremedin.
Terk ettin olmayan kitabeleri.
Senin “ayla söyleşmek” dediğin, herkesçe tanımlı bir
fonksiyon aslında: lunalog.
Vahşi bir kan gerek sana. – Şimdi ne oldu da ıssız cadde
boyunca geceyi katmerlendirmeye çalışıyorsun?
39
www.isaretatesi.com
BAŞKA EV
Başka bir ev burası. Senin evin değil. Misafirsin. Salonda
ötekilerle beraber oturuyorsun.
Davete uyup geldin sadece. Burada evinin elverişli
koşullarını bulmayı ummuyorsun. (Ya da umuyor musun?)
Kanepede sohbete katılmadan, sessizce oturuyorsun. Etrafa
bakıyorsun; duvarlara, eşyalara göz gezdiriyorsun.
Her evin kendine göre bir havası vardır, öyle ya da böyle.
Buranın havasını solumaya çalışıyorsun. Kıpırdanabilmen için
işaretler gerek sana. Buradaki varlığını anlamlı kılacak
işaretler. Bir dizi uyarımdan tutarlı bir bütün. Çarkların
işlediğini duyup bunun zevkine biraz varabilsen, sıradan ve
ortalama olan sana uygun koşullar yaratacak, biliyorsun.
Dingin iç kıpırtılarla, dengeli bir başlangıç arıyorsun.
Tuhaf bir rahatlığın var; bir koza sarıyor seni; kuytundasın.
Ağır ağır işliyor dakikalar. Sakin, uyumlu, huzurlusun.
“Evini senin için elverişli kılan şey neydi? Ona bir karşılık
bulabilir misin burada?” Bunu düşündüğünü farkeder etmez,
ani bir iradeyle kafanı kaldırıp duvarda asılı iki resim arasında
40
www.isaretatesi.com
bağlantı kurmaya girişiyorsun: biri Dali’nin Meditatif Gül’ü,
diğeri öne doğru eğilmiş aşırı uzun kollu bir balerinin siyahbeyaz
fotoğrafı. Köşede biblolar dizili raflar, kenarları Kiril
alfabesiyle yazılı ciltli kitaplar; diğer köşede şömine ve at
heykeli: Gençliğin iyimser tazeliğiyle dolup, cam şişelerde
tılsımlı ışıltılar, kurabiye paketinin ambalajında uçsuz bucaksız
derin bir kırmızı yakalıyorsun; ve koridor boyunca arka tarafın
aydınlığına doğru uzanıyor senin için kaplan yazlarının
dooooooo sesi…
41
www.isaretatesi.com
EDİMLER YANKISI
Görülmüyordun. Kapalıydın: tekdüzeliğe kamufle.
Kıpırtılarını nadiren farkedenler, deviniminin aksaklığıyla ve
cılız ışığınla seni aynı dokuya geri döndürüyordu hemen.
Âtıl değildin sen aslında; bir duman bulutu içindeydin;
edimlerin görünüşte bir etki yaratmasa da durmadan bir
şeylerle besleniyor, bir şeyler yapıyor, bir şeylere maruz
kalıyordun. “Kendine doldurup durduğun bunca
malzemeden, içindeki değirmen ne gibi bir ürün versin
istiyorsun?” dediler. Oysa sınırları ve ölçüleri gözden
kaçırmıyor, aralıkları kolluyordun. “Karmaşaya bir
orkestrasyon arıyorsun,” dediler, “olmayacak şey bu.”
Sınırlara, ölçülere uydun, aralıkları gözettin. Senden,
karşılığını arayan bir uğultunun titreşimleri yayılıyordu
gizlice.
Yerini öyle belli ediyordun. Nefesin iz bırakmıştı geçtiğin
her mat zeminde, toprakta, su yüzeyinde, kokusuz buz gibi
havada.
Nihayet hareketin ruhu erişti dönemeçlere, kestirmelere,
kıyıya köşeye, dört bir yana. Saat kadranlarına tanımı doldu
42
www.isaretatesi.com
kökenlerin, uyumun, mizansenin. Bir karaağaçlar üzeri
boşluklar homurtusu duyuldu, doğudaki en uzak geçide
doğru uzanan tenha caddede.
Yapıtın düşünü gördüren içrekleşmeye kapıldın yeniden.
Yumruğunun ve bileğinin içine, adalelerine, eklemlerine
yerleşti zaman, oradan işledi.
Ve dört dörtlük dinlediğin Einzug der Götter in Walhalla ile
pekişen, geniş döngülere ait ayrıksı edimlerinin oturmuş bir
programa dönüşebileceğine dair inancın, şimdi, boz höyük
civarındaki esrik renklere olağandışı bakış sürenle
katmerleniyor.
43
www.isaretatesi.com
REMYSTIFICATION
Tıkanmıştı sistem. İşaret geldi. Elveda köhne düzen!
Dönüşümün yolu açıldı. Vazgeçiyoruz işlemeyen çarklardan.
Sırtınızı dönün kurumlara. Lojmanları terk edin.
Bürokrasinin hükmü kalmadı. Siciliniz tertemiz! El
arabalarıyla çöpe atılıyor klasörler. Artık o demir banklara
oturmak zorunda değilsiniz. Standart üretime paydos!
Şalterler indi. Tabldotlar boş kalsın.
Bir kere bile dolmamış güğümü hurdaya verin. Iskartaya
çıksın mühimmat kamyonları. Doktorlara görünmemiz
gerekmiyor kamu sağlığı adına. Karantina kalkmış.
Sevgilinizle sözleşebilirsiniz akşam için. Sahil yolunda
yürümek için izin almaya gerek yok. Baloncular, hulahupçular
çıksın ortaya.
Gırtlağınızdaki tüy topağını tükürün! Boston yutmuş gibi
yürümeyin artık. Özgürce konuşun; ağzınızdan baloncuklar
saçın geğirerek, gülünç olun çocuklara. Yürüyün, nefesinizin
dumanı tütsün. Sürün elinizin içini dışını kumtaşına. Tutun
akik tesbihleri. Yolun öteki ucunu isteyin.
44
www.isaretatesi.com
Törensel olmayan boru çalınmış dağın yamacında.
Notasını kimseler söyleyemiyor. Gidin, kendiniz duyun.
Kanınız gürül gürül, yürüyün doludizgin, bakalım nefesiniz
yetecek mi gökkuşağının dibindeki hazineye varmaya…
* * *
Buydu asla duyulmayan nota, anahtarı gerçek müziğin!
Tek bir ses yetiyor köhne düzeni yıkmaya. Bitti ölü törenler,
kara sözler… Büyülü yolu yürüyüp vardık gökkuşağının
ucuna, duruyoruz hazinenin yanıbaşında; alıyoruz altın
boruyu elimize, sırayla üflüyoruz bir sen, bir ben, hepimiz;
yürekten geliyor bu sonsuz heves; varlığın rengârenk
tınılarıyla yeri göğü inletiyoruz!
45
www.isaretatesi.com
PEYZAJDA NEDEN SAFARİ?
Botsvanalılar, dünyalara değerdiniz siz! Ne Montenegrin
ihanetin soyluluğu tutabilir yerinizi, ne de Bangalore’daki
cazip istif… Neler denenmedi ki? Rengârenk fırıldaklar salındı
gecekondu mahallelerine; alizeye şeritler savruldu, konfetiler.
Kevser: artık gulaş yenmeyen mutfaklarda. Yoğun maddeyle
içten cisimleştirildi saksılar ve şadırvanlar. Lüks ve küf. – Yok!
Botsvanalılar’ın pırıltısı, Botsvana’da kaldı.
Şimdi, maden ocaklarının ağzından sersemletici
dumanlar geçiyor. Yeni otlardan, belirsiz Ekvator Ginesi
fısıltıları. Sarkaçlarla uyunuyor. Uyanıldığında, parkta bir
savan: zürafalı, gergedanlı, pattadanak. Sıra sıra meşe
ağaçlarına yapay alacalar doğuyor; katettiğim mesafenin
menzilini ufka kadar uzatıyorum ıkına sıkına; gölgeliklerde
masklar görüp kuytuların kimyasıyla oynuyorum.
Ach pazoog diyorum, kolumda duyuyorum sağlığımı, – ya
hemen Hacerü’l-Esved kovuğuna uzatsam yumruğumu?
Tempus edax rerum:
Demin gördüğüm yamaçtan akan yağları, gene bakıp
nasıl göreyim?
46
www.isaretatesi.com
GECE BAŞLANGICI
Araba kentin öbür ucundaki gece kahverengisi semte
doğru en kestirme güzergâhı izleyerek yol alırken, dışarıyı
seyreden arka koltuk yolcusunun yakaladığı yakıcı
duyarlılıkta bir araya geldi tılsım, ürperti, evreka ve sürekli
içeriyi dinleyen masum stetoskopun nihayet tespit ettiği
fazladan güç nabzı: Usul usul çalıyordu “Le Gibet” ve arka
koltuktaki yolcu için uyumun, kaynaşmanın, capcanlı bir
bütünlüğün altın karakteri belirdi.
Aydınlık tünel girişindeki dev ekranın non-place’ini,
görüntüde kaynayan dumanları, maytap kıvılcımlarını, şerit
konfetileri, gülen suratları, stilize çiçek desenlerini ve Eyfel
Kulesi’ni fantastik bir yumak olarak gördüğü saniye irkildi
yolcu, kafası karıştı, kikirdedi: Epifani’yi kurtaran refleksti bu;
burçları non-stop zorlayan nergis gözü, duyusal sınırı aşmışken
son anda kendine getirdi!
47
www.isaretatesi.com
ŞEYLER
Duvara asılı bir doksanlı yıllar motokros posteri.
Cilası soyuk, rengi atmış, tozlu ahşap kitaplık.
Odanın köşesini kaplamış kauçuk bitkisi.
Pikapta boşa dönen plak.
Açık unutulmuş televizyon: Tiflis’te bir resmî arşiv,
masaya oturmuş anlatıyor kahverengi takım elbiseli, hâkî yeşil
kravatlı bürokrat.
İçerisi sahlep kokuyor.
Sarkaçlı duvar saatinin tiktakları, duvarın pürüzleri,
boyaya yapışıp kurumuş sivrisinek, saç teli.
Kaşığın dışbükeyinde kendi eğri büğrü yansımasını
seyreden çocuk.
Dokunulduğunda tuhaf bir ıslaklık hissi veren muşamba.
Her şey bir peltenin içinde; aralarında mayalar, yağlar
var; tüm varlıklar ayna derinlikleriyle bağlanıyor birbirine.
Perspektifler keşfedilmeyi bekliyor!
48
www.isaretatesi.com
DOLU
kayış çiğner
gibi bir hisle
içinden geçilen yavan
kanun taksimine tıkıştırılan
mutlak umman.
demir geçidinde
duran düsturu milyon çerçi:
aslında olmayan
lif lif seslere takılıp kalmış,
hamur gibi yoğruluyor.
ufka kadar
düzlükleri zorlayan
kuru çığlıklar
ve boşluğu balta gibi yaran
kara bir perde.
49
www.isaretatesi.com
bir beşik
verin şu yorgun adama:
duyuların bebekleşmesi
için kuytu bir köşe!
50
www.isaretatesi.com
KADER ÂNI
Üzerinden bir kuzgun sürüsünü andıran sinek ve maça
şekilli karaltıların geçtiği taş han. Akşam karanlığını ücra
mağaraların kasvetine doğru sönümlendiren keman sesi.
Hanın salonunda, ayakta terracotta savaşçı gibi duran hancı.
Duvarlarda, tavanın köşesinde, çatlaklarda is, lekeler, örümcek
ağları, çıyanlar, acayip gölgeler. Mahzende, içinde neyin
uyuduğu bilinmeyen oblong box.
Dışarıda ıssız anayol, kapkaranlık orman, uğursuz
rüzgâr. Bataklıktaki kamışları flütsü ıslıklarla öttüren ruhlar.
Kapıları pencereleri kapayıp sürgülemek laneti kovmaya
yetmiyor. Hanı saran gerilim tiktakları konukları şarap
masasına çakmış. Kimseden çıt çıkmıyor. Kalp atışları – güm
güm, güm güm, güm güm… Hayalî kıpırtılar geziniyor.
Olacakların eşiğindeki ürperti kasıp kavuruyor ortalığı.
Dakikalar cendereye girmiş. Bu dehşetli darboğazdan çıkış var
mı?
Nal sesleri duyuluyor. Haberci geliyor olmalı; duyuluyor
iyice yaklaştığı, nehirden geçtiği; duyuluyor kamçının
şakladığı, atın acı acı kişnediği: Hanın önünde pat diye
51
www.isaretatesi.com
kesiliyor sesler, usulca dönüyor kapının topuzu, donakalıyor
herkes, nefesler tutulmuş, zaman duruyor âdeta: İçeri adım
atmak üzere olan, şu an hem kutsal haberci hem vahşi
heyula…
52
www.isaretatesi.com
DAĞDAKİ GÖL
Hareli göl, ormanın saçakları. Rüzgârın suda çizdiği
geniş kavis, uzak kıyı. Buğu, göz kamaştırıcı ışıltılar, esrarlı
gündüz karanlıkları, kuytular. Kâh bulutlar, kâh güneş.
Suda başka bir kavis; can alıcı işaret. Beride zümrüt yeşili,
zeytuni sular; ileride petrol yeşili, koyu turkuaz sular. Belirgin
tonal ilintiler.
Kuşlar su üstünde mekik dokuyor.
Ormanın sık ağaçları; rüzgârda hafif hafif sallanan sayısız
dal ve yaprak; türlü böcekler, vızıl vızıl arılar, sinekler;
kımıldayan peygamberdevesi, kabuktan sızan reçine, uçuşan
tohumlar… Akıyor saniyeler, işliyor zaman: Gölün kendi
zamanı bu; saatin akrep ve yelkovanı taklit edilemez bir hızda
dönüyor.
Orada, burada ve şurada aynı sonsuz saat.
Yörede zengin bir gerçeklik madeni.
İçindeyim kokusunu aldığım dünyanın.
53
www.isaretatesi.com
İKİLEM
Gücünü duy, – düşüş yaşa. Güneşe bak, – kıvran. Menzili
gör, – yoldan sap. Ateşi harlat, – donakal. Parıltıyı gör, –
sersemle. Belir, kaybol. Eyle, yozlaş. İlerle, hapsol. Bir yüzeyini
gör suyun, bir dibe dön. Bir çık aydınlığa, bir kapan kuyuya.
Ritmin bozukluğunu giderecek kapsamlı etkenin
nereden, nasıl geleceğine dair mistik bir merak – –
54
www.isaretatesi.com
MAKİNE
-şifre dökümü-
55
www.isaretatesi.com
İŞARETLER
Kampana sesleri… Tren gidiyor… Tren geliyor…
Bir tren gidiyor, bir tren geliyor. Buradayım günlerdir. Açım,
uykusuzum, bitkinim.
Kampana sesleri… Tren gidiyor… Tren geliyor…
Dinmenin, dinlenmenin çınıltısı. Açığımdan geçiyor.
Sersemlik. Baş dönmesi. Güdüsüzlük: uyanamayışı
gerekçelerin. Ezbere edimler. Kendi haline bırakılamayan
doğa, çelişkilerle hırpalanmış öz. Tersliklerin bıraktığı çarpık
nişan.
Bedeni terk etmeyen bir huyluluk var. Ne yapacağını,
elini kolunu nereye koyacağını bilememezlik, rahat
duramamak. Çırpınmak, debelenip durmak. Uzuvları teslim
alan huzursuzluk; sancı, kasılmalar, bulantı. Tuhaf belirtilerle
kendini gösterip teşhisi konulamayan genel bir maraz. Kötü
kanı atmanın tek yolu olarak düşünülmüş sülükler: bedene
yapışık, deriyle bütünleşmiş, devamlı kan emen.
56
www.isaretatesi.com
Bir ara bir kırılma noktası yakaladığımı düşünmüştüm;
güçlü bir parıltı. Ânın gerçekliğine inanmış, kalıcı bir etki
yaratacağına hemen ikna olmuştum. Doğru
değerlendirebilseydim belki gerçekten de öyle olacaktı, ama
biricikliğini göz ardı edip araçsal yaklaşınca sönümlendirdim
onu, aşırı kullanımla zamandışı bir katılığa büründürdüm,
etkisini öldürdüm. (Bahar dönümüyle, zihnimde bir pırıltı
değil, âdeta bir pıhtı uyandırmıştım.) Geri alınamaz bir
durumdu bu.
Tanımlar değişiyor. Uykuyla uyanıklık, devinimle atalet
birbirine girmiş, zaman ve mekân algısı altüst olmuş,
edimlerin içeriği, öncelikler ve senkronlar iyice şaşmış.
Deneyim bedenin içgüdü ve alışkanlık yoluyla tanıdığından
tamamen farklı bir zeminde karşılık bulmaya başlamış.
Sözgelimi, dağ yürüyüşündeyim, çam ormanına girerken
ormanı değil, Falkland Adaları’nın haritadaki yerini
düşünüyorum. Yahut konserdeyim, Brahms’ın adagio’su
çalarken, evin silinip süpürülecek yerlerini tahayyül ediyorum,
– hatta bazı mahrem yerleri. Silinip gidiyor çam ormanı da,
adagio da.
Ya kalıcı bir hal alacak bu aksaklık, ki o zaman benliğin
bütünlüğü kaosa hapsolacak demektir; ya da er geç bir
dönüşüm yaşanacak, ki o zaman, durum tersine dönünce
karanlık gediklerden altın bir doku belirecek demektir. –
Durum henüz fazlasıyla belirsiz, işaretleri neye yormam
gerektiğini bilemiyorum, tam anlamıyla Araf’tayım: Işığa
boğulmuş piramit biçimli cam çatıda bir ara Strauss’un Von den
57
www.isaretatesi.com
Freuden und Leidenschaften’ının kasırgasını görüyorum; sonra,
Sonata Facile’nin andante’si çalarken (4 dk. 10 sn. boyunca)
salonda cilalı zemin uçsuz bucaksız yangın…
58
www.isaretatesi.com
BİRLİK
Toprağın üzerinde gür yapraklarla koca bir şemsiye gibi
duran ağacı duymak: Varlığının yoğun etkileri bana kendime
özgü yollarla; geri duruşumun, büyük beklentilerimin,
suskunluğumun, disiplinimin, gözümdeki pırıltının, esrik
bravuramın, duendemin, dramamın filtrelerinden geçerek
ulaşırken yol yol, döne dolana, dalga dalga…
Yeşermiş çimenler! Şişkin yamaç! Beyaz hareli gökyüzü!
İğde ağacı! İncir kokusu! Dereciklerden, çağlayanlardan aka
aka gelen ve gölete varıp dalgalanmaya duran su! Binlerce
yaprağıyla dans eden ulu kayın!
Yazbaşı toprağında duymak kendi varlığımın enginliğini!
59
www.isaretatesi.com
İNCE AYAR
Kürenin içinde yoğruluyor magma. Uğulduyor
yerkabuğu, yeniden konumlanıyor havayuvarı, kalibre oluyor
manyetik kutuplar.
Yerin beri tarafını karanlık sarmış. Buralar gece.
Issız bir bölgedeyiz. Deniz çalkantılı. Kara, buz gibi.
Hava akımları alçak tepeleri ve düzlüğü aşarak ufkun
alacakaranlığına uzanıyor. Kayaların pürüzsüz yüzeylerinde
kabalistik işaretler. Karanlığın ve soğuğun kenetlendiği uçlar
seziliyor boşlukta. Gökte kılcal damarlarla birbirine sızıyor
lacivert ve mor. Dört bir yanda uzak içbükeyler, derin
menziller, dev geçitler.
Havada bir çınıltı var. Ürperiyor ten. Kıvılcımlar çakıyor.
Jasper yumrularını sarıyor gelecek duygusu. Kuzgun
yumurtaları hayra alâmet.
Karışıyor deniz.
Esas gece, balinaların derinde yolunu tuttuğu gecedir.
60
www.isaretatesi.com
KİNESTEZİ
Kilidi açmak istiyor, ama doğru anahtarın hangisi olduğunu
bilmiyor. (Bir maymuncuğu olsa keşke!)
Art arda deniyor anahtarları, hem de bir sürü anahtar;
denemeleri sonuçsuz kaldıkça anahtarların sahiciliğinden şüphe
etmeye başlıyor. (Belki de sahte anahtarlarla vakit kaybediyor.)
Hatta kilitten bile şüphe ediyor! Sadece doğru anahtarı değil,
doğru kilidi bile bulamamış olabilir. (Bir kilit var olmasına var, ama
anahtarları denediği kilit acaba o asıl kilit mi?) Durum o denli
arapsaçı.
Gene de tek bildiği şey anahtar denemek olduğundan, kilidin
doğru olduğunu varsayarak işlem yapmaya devam ediyor. Rastgele,
birbiri ardına, durmak bilmeksizin deniyor anahtarları; biri ille tutar
diyor. (Belki de kapının kendiliğinden açılmasını bekliyor.)
Açması gerek kendini. Ama bu öyle kolay görünmüyor,
fena halde kapalı, kilitli.
61
www.isaretatesi.com
Tinin anahtarı seslerde, renklerde, kokularda, tatlarda,
dokunsal ya da bileşik bazı duyumlarda gizli olabilir. O bu
defa bunları çeşitli şekillerde denemiş, hepsinin boşa çıktığını
görmüş. Başka bir anahtara, daha kapsamlı, daha bütünsel bir
açılışa ihtiyacı var. Kendini tümüyle içine atması gerekiyor
açma ediminin.
Bu onu kendiliğinden üçboyutlu bir algının içine
koyuyor. Hareketi arıyor; bu defa kilidi bedenen açacağını
anlamış. Silsile halinde hamleler, manevralar yapıyor;
mekânların ve ambiyansların içinden karmakarışık bir rotayla
yolculuk ediyor: Sayısız figürle içgüdüsel bir dans bu, zamanın
tapınağında doğaçlama bir ayin, – şifrelerle dolu hareketlerin
mistik mekaniği. Bir enerji yumağına dönüşüyor. Dinamizmin
içrek diliyle yerleşiyor dünyaya.
Zikzaklar çiziyor, U dönüşleri, slalomlar
yapıyor! Son sürat gidiyor, fren yapıp dönüyor
hızla, yuvarlanıyor, perendeler atıyor!
Zıpladı, düştü; zıpladı, düştü; zıpladı,
düştü! Kendi etrafında fırıl fırıl, topaç gibi
dönüyor! Nasıl bir döngü bu, neyin baş
dönmesi, neyi taklit ediyor, neler yapıyor?
Yok, dışarıdan anlaşılamaz, yalnızca içinde
olunabilir bunun. Çemberler çiziyor, sarmallar
çiziyor! Havada asılı kalıyor, bir gidiyor bir
geliyor, boşluğun salıncağında sallanıyor!
62
www.isaretatesi.com
Geniş kavisler çiziyor, uçlardan bumerang gibi
dönüyor, kaskatı duruyor aniden, mıhlanıp
kalıyor! Fırlıyor, yükseliyor, zirveye çıkıyor
- yüksekte takla ardına takla atıyor!
Neye karşılık geldiğini kendisinin bile bilmediği bir sürü
hareket deniyor. Tuhaf bir kararlılığı, hırsı, öfkesi var.
Dünyada sıcacık bir yer arıyor kendine, ama bunca histerik
tekrarlılık, telaş ve hınçla bu nasıl mümkün olabilir? Abartılı
biçimlerle ortaya koyduğu onca tipik ve atipik hareketin onu
olumlu bir etkinliğe değil, tutar yanı olmayan bir çılgınlığa
yaklaştırdığı kesin.
Hal böyleyken, kilit elbette kapalı hâlâ, anahtarlar işe
yaramıyor. Bütün bunlar ne uğruna? Bunca ısrar, bunca şiddet
niye? Sonuç yok, son yok. Debelenip dursun. Hiçbir şey
olacağı yok. Durduramıyor kendini. Hepsi saçmalık.
Gene de, her şey denenip boşa çıktıktan
sonra, sonu bir türlü gelmeyen o upuzun çağın
sonunda, – ancak ve ancak o mutlak şekilde
sona dayanmışlık koşulunda, – nihayet,
dönemecin ardı berisine gelir gibi bir hisle,
merkezkaç bir sınırdan çekim kaynağına
dönercesine dönüp geliyor esrikliğin hâlesi,
anahtar deneyenin ona taktığı güzel adla
Corona de Luxe...
63
www.isaretatesi.com
MEÇHUL KOY
bozkırda alacakaranlığa
gömülen ak kaya
yansıttığı kırık parıltıyla
bu saat
volkanik dağa ayna.
dipten balon gibi
kabaran boğuk uğultu
ucu ucuna değiyor
göğün tavanına.
akşamın ebruli ufkunda
keskin ayrımlarla
benek benek uçuşan
aşkın bir kıpırtı.
külrengi
kireç beyazı
64
www.isaretatesi.com
koyu pembe
mor hülyalar.
yoktu bozkır
yoktu buralar:
kuzeyde meçhul koyun
altın ışığı yandığından beri
derin nefes
mekânın ruhu
ve öteler var.
65
www.isaretatesi.com
GÖZLEM
Gölün kıyısında oturuyor. İskelede, şezlongda. Aylak,
etrafına bakınıyor.
Güneş tam tepede. Yaz sıcağı sarsıyor her yanı. Şemsiye
gölgesine sığınmış olan o, bulunduğu yerden etrafı gözlüyor.
Uzak kıyı geniş dimdik bir dağ kütlesiyle çevrili. Orada
hemen gölün yamacında, nispeten alçak, kayalık bir tepe var,
üzerinde puslu bir kale yıkıntısı. Batıda, yayvan bir tümsekte,
peribacalarını andıran sarılı pembeli oluşumlar. Beride,
turistleri buraya getiren trenin yanaştığı istasyon.
Manzaranın bu belirgin öğelerine bir bir bakıyor. İyice
bellemiş onları; sırayla, hiçbirini atlamadan, hepsine belli bir
süre ayırarak tekrar tekrar bakıyor. Dağ kütlesi, kale yıkıntısı,
peribacaları, istasyon. Dağ kütlesi, kale yıkıntısı, peribacaları,
istasyon. Kendi bulunduğu yer, merkez.
Günün özgün havası içinde, onun için bunların hepsinin
özel birer içeriği var: Dağ kütlesi, ötelerin nefes kesici
taçkapısı; kale yıkıntısı, büyülü aşkın kayıp tapınağı;
peribacaları, zamanı zirvede durduran es; istasyon, yaz
66
www.isaretatesi.com
serüvenlerinin buğulu menzili. – Hepsi birer onay, tazelenme
ve arınma kaynağı. Dağa, kale yıkıntısına, peribacalarına ve
istasyona her baktığında görüyor aynı imgelerin serabını.
Tekrar tekrar göz gezdiriyor manzarada, ileri geri.
Gölün kıyısında oturuyor.
Tinin kokusu dalga dalga kaplıyor dünyayı…
67
www.isaretatesi.com
YAZ RÜYASI
1. gövdem günün cenini
göğün ucunu tutuyor cımbız
2. serin koridor şah damar
tenim karıncalanıyor
3. kabuk değiştiriyor saatler
boşlukta tını başlangıç
4. cam bilye dönüverdi mavisine
kulakta çınlama sarmal nabız
5. ışık baş dönmesi
tükürük mayhoş ter iksir
6. kum taneleri kentilyon
buğu kat kat ufuk taklalar
68
www.isaretatesi.com
7. krem kokuları vahşi
bedenler yangın deli kan tuz buz
8. ateş vantuz nefes azgın
dolgun bombeler son en son
69
www.isaretatesi.com
UÇLARDA
Volkanlar patlıyor, yer sarsılıyor. Göktaşları yağıyor,
okyanus fokurduyor, gayzerler fışkırıyor. Kasırgalar kopuyor,
hortumlar biçiyor çorak düzlükleri, vahşi şimşekler çakıyor
durmadan, gök gürlüyor. Yer yarılıyor, dipsiz uçurumlar
açılıyor, her yanda şiddetli patlamalar, yangın. Gümbürtülerle,
uğultularla, doğanın çığlıklarıyla yankılanıyor hava. Oluşum
ve yıkımın sonu gelmez çalkantısı bu.
Gürültüdür âlemin ruhu.
Sarsıntılar, patlamalar dinmiş, dağ taş durgun.
Kasırgalar, hortumlar, yangınlar sona ermiş. Göktaşları
yağmıyor, gökyüzü güvenli bir kubbe, hava pırıl pırıl.
Alabildiğine uzanıyor toprak. Dereler kıvrım kıvrım. Ağaçlar
boy atmış, ulu ağaçlar, gür ormanlar, cangıllar. Geniş
havzalarda bolluk, bereket, sükûn. Öğle güneşinde hafif bir
pus, tatlı esintiler. İncecik bir titreşimle sürüp gidiyor yaşam
döngüsü. Serap hazır, uyku hazır, düş hazır.
Sessizliktir âlemin ruhu.
70
www.isaretatesi.com
ANİMA
Sıra sıra karaltılar dizildi güneşte. Kıvılcımlar parladı,
sessiz boşlukta ısınıverdi tepeler. Aydınlığa yükseldi ova.
Samyeli altüst etti toz denizlerini. Işık vurdu kitabeye.
Upuzun binanın caddeye düşürdüğü kırık renkli gölgeden
dosdoğru bir yol göründü çivit mavisi sazlıklara doğru.
Düzlüğün kıyısında ulu bir geçit gibi beliren vadinin
üzerinde, uçurtma gibi geziyor şahin. Otlar kına kokuyor.
Ova capcanlı. Hava taptaze, esenlik dolu, yoğun. Saat
başı anıran eşek, zamanın nabzını tutuyor, varlığını avaz avaz
duyuruyor öteki varlıklara, muazzam bir kararlılıkla
tutunuyor dünyaya.
Kayalık uçurum nefes kesici şekilde dik. – Donup kalıyor
bir an her şey: Yüzünü güneyin sonsuz kaynağına dönmüş
putlar.
71
www.isaretatesi.com
VARIŞ
İnadın güzelliği vardır yazda. Kendisidir; diretir kendisi
olmakta.
Bir tavırdır yaz, irade, kararlılık, ısrar.
Güzeldir, güzelin ruhudur yaz; titreşimdir, iletim: ilinti,
bütünlük, süreklilik. Çılgın bir akım.
Gücün tınısıdır yaz, tinler kokusu. Etkiler yumağı, esrik
başdönmesi…
* * *
İçinden bulutsu bir yavaşlık akan gözlerle görür insan
kırdaki kavağı, dirimin renksiz alevini, engin çemberleri.
Süsler vardır toprakta ve havada; bir sürü gizli süs; belirirler
derin nefeslerle, zamanın deli nabzıyla. Ezgiler yankılanır
düzlüklerde, yamaçlarda, zirvelerde. Yoğun kaynaklar, ayin
merkezleri, fokur fokur kaynayan düğümler…
Hükmeder yaz – ve yaşam alanını bulur insan: Yabanidir
o, masum; – bir kristaldir, içinde somut iradenin ve bilmezlik
nirvanasının, ikiye kırılan bir görüntü gibi birleştiği ışıltılı bir
72
www.isaretatesi.com
safir. Döner muammadan geri; tek anlamlılığın yüce
mutluluğunu, bilginin sonsuz bereketini bulur!
İnadın güzelliği vardır onda: Şaşırtıcı ve gerçek olanın;
dolaylı ve kesin olanın; örtük ve egemen olanın; esaslı ve
tanıksız olanın eşsiz güzelliği… Kökenlerin ve menzilin
güzelliğiyle gelir; mutlak işareti saklar kendinde, gizlenir.
Kaynağı sezdirir; susar sabırla; edimlerin karmaşık
düzenindeki şifreleri ve basitlikteki akıcı mantığı birer ilke
olarak kullanarak, sürdürür varlığın sessiz manyetiğini.
* * *
Kıyısındayım güzeller güzeli sulak bir havzanın; yazın
tüm bereketiyle capcanlı bir Afrika büyüsü yayan geniş bir
cennet bahçesi… Tohumlar, tozlar, kökler, özler öyle bir
bollukla serpilmiş ki buraya; her tür canlının toplandığı bir
Nuh’un Gemisi gibi, öyle muazzam bir çeşitlilikle, dolup
taşarcasına yığılmış ki bitkiler, böcekler, yosunlar, kuşlar,
memeliler; ve şırıl şırıl sularla, hışır hışır otlarla, yapraklarla,
dinmek bilmeyen ötüşlerle, vızıltılarla, homurtularla,
çığlıklarla, ulumalarla, ve ışıl ışıl renklerin, gizli ruhların,
parlak işaretlerin sınırsız dirimiyle öyle bir kaynıyor ki bu
kutsal yuva…
Uzun bir yolculuğun sonunda, bozulmamış bir beden ve
saf bir iradeyle, ve binbir çeşit dürtüyle eşiğine vardım
buranın. Karşımda uçsuz bucaksız sevgi, kusursuz uyum…
Evrensel kardeşliğin yurdu burası; tüm varlıkların nihai
buluşması – ve işte geldim!
73
www.isaretatesi.com
Yürüyorum dosdoğru, ve biliyorum, şu eşikten geçip de
varacağım her şeyin çılgın çekirdeğine; tüm varlıkların
arasında hepsiyle bir ve tek, alacağım yerimi: Yeni, taze,
dipdiri, ilk, tam ve bütün – sonunda insan olacağım…
74
www.isaretatesi.com
75