Rabindranath Tagore - Kadim Düşünceler
Tagore, Kadim Düşünceler
Tagore, Kadim Düşünceler
- TAGS
- isaretatesi
- tagore
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
www.isaretatesi.com<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
KADİM DÜŞÜNCELER<br />
Çeviren: Aytek Sever
RABİNDRANATH TAGORE<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941), Kalküta’da doğdu. Brahman bir ailedendi; dedesi<br />
ve babası Brahma-Samaç adlı dinî ve sosyal reform hareketinin ileri gelen<br />
temsilcilerindendi. Genç yaşta çokyönlü bir eğitim alan <strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı<br />
edebiyat ve düşüncesinin çeşitli kaynaklarıyla tanıştı, hem entelektüel hem manevi<br />
anlamda yoğun ve derin bir havayı soluyarak yetişti. Başta şiir, tiyatro oyunu,<br />
roman, hikâye ve deneme olmak üzere edebiyatın hemen her türünde örnekler<br />
verdi; bir müzisyen olarak çok sayıda şiirini şarkı olarak besteledi; resimle uğraştı,<br />
sergiler açtı. Kendi şiirlerinden yaptığı İngilizce çeviriler sayesinde dünyada<br />
tanındı; saygın bir Hint-İngiliz şairi olarak kendine yer edindi; 1913’te Nobel<br />
Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Dünyanın çeşitli bölgelerine geziler yapan <strong>Tagore</strong><br />
geniş bir yelpazeden pek çok entelektüel ile tanıştı; aralarında W. B. Yeats, Ezra<br />
Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Juan Ramón Jiménez, Anna Ahmatova, Pablo<br />
Neruda’nın da olduğu çok sayıda edebiyatçıyı etkiledi. Başlıca yapıtları arasında<br />
Gora (1910), Gitanjali (1912), Bahçıvan (1913), Sadhana (1913), Kabir’in Şarkıları (1915),<br />
Meyve Hasadı (1916), Yuva ve Dünya (1916), Firari (1921) sayılabilir.<br />
AYTEK SEVER<br />
Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek lisans öğrenimini<br />
Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. Çeşitli alt kitaplardan oluşan<br />
Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı sıra, R. W. Emerson<br />
(Yaşamın İdaresi), H. D. Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), W.<br />
Whitman (Ben, Jack Engle; Çimen Yaprakları; Benliğimin Şarkısı), W. Kandinsky<br />
(Sesler), R. <strong>Tagore</strong> (Firari; Gitanjali; Meyve Hasadı), D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki<br />
Yaratıklar), G. Stein (Nesneler) çevirileri vardır.
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
KADİM DÜŞÜNCELER<br />
Çeviren: Aytek Sever
<strong>Kadim</strong> <strong>Düşünceler</strong><br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
Özgün adı:<br />
Thought Relics (1921)<br />
Çeviren ve Yayına Hazırlayan:<br />
Aytek Sever<br />
Kapak Resmi:<br />
‘Ra-Tha’, yazarın ahşap mührü<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />
1. Baskı:<br />
© İşaret Ateşi, Haziran 2019<br />
E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />
hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla basılamaz,<br />
kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir mecra veya internet<br />
sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için lütfen kaynak gösteriniz.<br />
www.isaretatesi.com<br />
isaretatesi@gmail.com
İÇİNDEKİLER<br />
Yazar Hakkında Bilgi ……………………….. 9<br />
KADİM DÜŞÜNCELER ……………………. 18
www.isaretatesi.com<br />
YAZAR HAKKINDA BİLGİ<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941). Hintli şair, mistik, düşünür,<br />
romancı, denemeci, oyun yazarı, müzisyen, ressam, eğitim<br />
reformcusu. Varlıklı ve nüfuzlu bir Brahman ailenin on<br />
dördüncü ve en küçük çocuğu olarak Kalküta’da dünyaya<br />
geldi. Dedesi Dvarkanath ve babası Debendranath <strong>Tagore</strong>,<br />
Ram Mohan Roy’un kurduğu, tüm inançlara, dinlere,<br />
milletlere, renklere, kastlara kapılarını açmış, Hinduizm,<br />
Hristiyanlık ve İslam’ın çeşitli yanlarını bir araya getiren<br />
önemli bir dinî ve sosyal reform hareketi olan Brahma-Samaç<br />
okulunun ileri gelenlerindendiler; <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> da<br />
böyle bir etki altında yetişti.<br />
Özel bir öğrenim gördü; hem Doğu hem Batı kültürünü<br />
tanıdı; küçük yaşta Hindistan içinde geziler yapma fırsatı<br />
buldu; Hint düşünüşü, tarih, edebiyat, sanat, çağdaş bilim,<br />
Sanskritçe ve yabancı diller konularında donanım kazandı;<br />
Upanishadlar’ın mistik anlayışını benimsedi; Hint klasik<br />
şiirinin Kalidasa, Kabir, Vidyapati gibi şairlerini, Vaishnava<br />
şairlerini okudu; çok genç yaşta şiir yazmaya başladı. Küçük<br />
9
www.isaretatesi.com<br />
“Rabi” ilk şiirini yazdığında 8 yaşındaydı, ilk kitabı<br />
yayımlandığında ise 17 yaşında. Hukuk öğrenimi görmek<br />
üzere 1879’da Londra’ya gittiyse de yarım bırakarak bir yıl<br />
sonra ülkesine döndü. 1883’te Mrinalini Devi ile evlendi, eşiyle<br />
beş çocukları oldu.<br />
Bengalce, bazen de Sanskritçeleşmiş bir Bengal lehçesiyle<br />
yazan <strong>Tagore</strong>, 1890’da ailesinin sahip olduğu topraklarla<br />
ilgilenmek üzere Doğu Bengal’e (bugünkü Bangladeş) giderek<br />
bir süre orada kaldı. Bu dönemde yerel köy kültüründen<br />
beslendi, kendisinde önemli etki bırakacak olan Baul<br />
şarkıcılarını tanıdı. 1891-1900 yılları arasında üretken bir<br />
dönem yaşadı, toplamda yedi cilt tutan şiirler ve pek çok kısa<br />
hikâye yazdı, dergiler çıkardı.<br />
1901’de Batı Bengal’e dönerek Santiniketan’da, ailesinin<br />
sahip olduğu topraklarda Patha Bhavana adını verdiği<br />
deneysel okulu kurdu; burada bahçeler ve ağaç korulukları<br />
arasındaki doğal ortamda Upanishadlar’a dayalı, Doğu’nun ve<br />
Batı’nın bilgisini kaynaştırmaya çalışan yenilikçi bir eğitim<br />
anlayışını yerleştirmeye çalıştı. Bu okul, daha sonra 1918<br />
yılında genişletilerek Vişva-Bharati adıyla özgün bir üniversite<br />
halini aldı. “Vişva-Bharati, zengin akıl mirası tüm insanlığın<br />
hizmetinde olan Hindistan’ı temsil etmektedir; Vişva-Bharati,<br />
Hindistan’ın kendi kültürünün en iyi ürünlerini başkalarına<br />
sunma sorumluluğunu ve onlardan en iyi ürünlerini kabul<br />
etme hakkını tanımaktadır,” diye söz etmekteydi <strong>Tagore</strong>,<br />
okulundan.<br />
10
www.isaretatesi.com<br />
<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>, ellili yaşlarına gelene kadar<br />
yalnızca Hindistan içinde, hatta ağırlıklı olarak Hindistan’ın<br />
Bengalce konuşulan bölgelerinde tanınıyor, Hindistan dışında<br />
ise hiç bilinmiyordu. Ancak 1912 yılında yaptığı İngiltere<br />
seyahati onun için çok şeyi değiştirdi. O güne dek hep<br />
Bengalce yazmış olan <strong>Tagore</strong>, yolculuğu sırasında şiirlerinden<br />
İngilizce’ye çeviriler yapmaya başladı. Çevrilmiş şiirler,<br />
İngiltere’ye vardığında önce ressam arkadaşı William<br />
Rothenstein’e, onun aracılığıyla da William Butler Yeats ve<br />
Ezra Pound’a ulaştı. Bir yıl sonra, önsözünü Yeats’in yazdığı<br />
Gitanjali yayımlandı. <strong>Tagore</strong>’un şiiri kısa sürede önce<br />
Londra’da, ardından da tüm dünyada büyük ses getirdi ve<br />
çeşitli edebiyat çevrelerinde etki yarattı: Daha evvel hiç kimse<br />
İngiliz dilinde bu tonda bir söyleyiş duymamıştı. Kısa süre<br />
sonra <strong>Tagore</strong>, bu onura layık görülen ilk Asyalı olarak 1913 yılı<br />
Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.<br />
<strong>Tagore</strong>, kısa sürede elde ettiği ünle, Avrupa’da pek çok<br />
önemli kişiyle temas kurdu, çeşitli çevrelere fikirlerini aktarma<br />
şansı buldu, dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.<br />
Hem yeni şiirler, kısa hikâyeler, tiyatro oyunları, roman ve<br />
denemeler yazarak, hem de yazdıklarından İngilizce’ye<br />
çeviriler yaparak yaratıcı dehasını ortaya koyduğu bu üretken<br />
döneminde, bir yandan da beş kıtada otuzdan fazla ülkeyi<br />
ziyaret etti. ABD’de, Japonya’da, Çin’de, Güneydoğu Asya’da,<br />
çeşitli Latin Amerika ülkelerinde, İtalya, Danimarka, İsviçre,<br />
Almanya, Çekoslovakya gibi Avrupa ülkelerinde, SSCB, İran,<br />
Irak ve Seylan’da bulundu. Henri Bergson, Albert Einstein,<br />
Robert Frost, Thomas Mann, Bernard Shaw, H. G. Wells,<br />
11
www.isaretatesi.com<br />
Romain Rolland, Saint-John Perse gibi önde gelen isimlerle<br />
tanıştı.<br />
Yaptığı tüm bu geziler ve kurduğu dostluklar aracılığıyla<br />
<strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı’nın birliği ülküsünü yaymaya çabaladı;<br />
Santiniketan’daki okulu için dünyanın çeşitli yerlerinden<br />
destek topladı; uluslararası işbirliği ve dostluğu<br />
güçlendirmeye çalıştı; Avrupa emperyalizmini eleştirdi;<br />
milliyetçiliğin tehlikelerine işaret etti. Onun yücelttiği, ruhani<br />
değerler ve Doğu ve Batı adına çokseslilik, karşılıklı anlayış,<br />
hoşgörü ve “bilinç birliği” üzerine kurulu yeni bir “dünya<br />
kültürü” fikriydi.<br />
Kendi ülkesi içinde de, kendi tarzından ödün<br />
vermeyerek, siyasi anlamda etkin bir rol üstlenen <strong>Tagore</strong>,<br />
Mohandas Gandhi’nin yakın bir dostu ve destekçisiydi.<br />
Hindistan’ın tam bağımsızlığını sonuna dek savunuyordu.<br />
Bununla beraber siyasete hiçbir zaman doğrudan dâhil olmadı,<br />
ağırlıklı olarak reformcu fikirleriyle ve zaman zaman coşkulu<br />
özgürlük şarkılarıyla etkisini hissettirdi. Ailesinin sahip<br />
olduğu geniş arazileri de yönetmiş olmanın tecrübesiyle insan<br />
hakları, eğitim, kültür, tarımsal ve sosyal reformlar konularına<br />
eğildi. Gandhi ile sosyal konularda, özellikle toplumda<br />
yerleşik olan kast bilinci ve dışlanmış alt tabakanın gördüğü<br />
muameleye karşı çıkış hususunda görüş birliği içindeydi.<br />
Ancak siyaseten Gandhi ile anlaşamadığı noktalar da oldu;<br />
<strong>Tagore</strong> özellikle milliyetçilik ve militarizmin tehlikelerine<br />
dikkat çekiyor, bununla ilintili olarak zaman zaman<br />
Gandhi’nin kimi yöntemlerini eleştirmekten geri durmuyordu.<br />
12
www.isaretatesi.com<br />
Hindistan’daki emperyalist İngiliz uygulamalarının ülke<br />
içindeki tüm olumsuzlukların temel nedeni değil, ülkenin<br />
içinde bulunduğu sosyal sayrılık durumunun bir sonucu<br />
olduğu düşüncesiyle, Hindistan için tam anlamıyla bir<br />
dirilişin, köylerin gerçekleştirilecek bir tarım ve eğitim reformu<br />
sayesinde kabuğunu kırması ve “bilginin canlanması” yoluyla<br />
mümkün olacağını savundu. Bu yönde, Vişva-Bharati’nin yanı<br />
sıra Şriniketan adını verdiği bir enstitü de kurarak çaba<br />
harcadı; bu projeleri için dünyanın çeşitli bölgelerindeki<br />
akademisyenlerden, bağışçılardan, çeşitli siyasi aktörlerden<br />
destek gördü. <strong>Tagore</strong>, Hindistan adına tam bir bağımsızlık için<br />
izlenmesi gereken yolun ve kullanılacak yöntemlerin, bütünsel<br />
bir kültürel uyanış vizyonu çerçevesinde ortaya konup<br />
uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Hindistan içinde kendi<br />
fikirlerine yeterli ideolojik destek bulmakta zorlandığı ve<br />
Hindu-Müslüman ayrımına doğru giden tehlikeli tırmanışı<br />
sezdiği zaman ise kenara çekilmeyi tercih etti.<br />
<strong>Tagore</strong>, 1930’lu yıllara doğru, yani yetmişli yaşlarına<br />
gelmişken, resimle de uğraşmaya başladı; kendine özgü bir<br />
tarz geliştirdi. Resimleri Paris, Birmingham, Berlin, Moskova<br />
ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilendi. Bu arada,<br />
yaşamının son dönemine girerken, çeşitli edebî türlerde bolca<br />
eser vermeye devam etti.<br />
Hayli trajik bir şekilde, yaşarken kendisinden evvel<br />
eşinin, çocuklarının ve tüm aile fertlerinin ölümüne ve<br />
Bengal’in düşüşüne tanık olan <strong>Tagore</strong>’un, seksen yaşına<br />
yaklaşırken sağlığı kötüleşti. Ancak uzun süren hastalık<br />
13
www.isaretatesi.com<br />
dönemleri ve kronik ağrılarla mücadele ettiği bu dönemde<br />
üretkenliğinde bir gerileme olmadı, en derinlikli ve aydınlık<br />
şiirlerinden bazılarını bu dönemde yazdı. Yaşamı üzerine<br />
yazdığı ikinci otobiyografiyi tamamladıktan birkaç ay sonra ve<br />
son şiirini dikte ettirdikten dakikalar sonra 7 Ağustos 1941’de<br />
bu dünyaya veda ederek sonsuzluğa göçtü.<br />
Yaşamı süresince sayısız yapıt ortaya koyan <strong>Tagore</strong>,<br />
öncelikle bir şairdi. Şiirlerini Bengalce yazdı; bununla beraber<br />
çok iyi hâkim olduğu İngilizce’ye kendi şiirlerinin büyüleyici<br />
çevirilerini yaptığı için bir Hint-İngiliz şairi olarak da kabul<br />
edilir.<br />
Yapıtlarının devasa hacmi, daha ilk bakışta bu ölümsüz<br />
edebiyat ve düşünce insanı hakkında çok şey anlatmaktadır.<br />
Şaşılacak bir üretkenlikle ortaya koyduğu ciltler dolusu şiir,<br />
kısa hikâye, roman, kısa ve uzun tiyatro oyunları, gezi<br />
günlükleri, iki otobiyografi çalışması, felsefe, din, eğitim ve<br />
sosyal konulardaki denemeleri ve Santiniketan okulu<br />
öğrencileri için yazdığı ders kitapları bugün bile hâlâ eksiksiz<br />
olarak bir araya toplanmamıştır. Tüm bunların yanı sıra,<br />
<strong>Tagore</strong>, bir şair olduğu kadar bir müzisyendir de: Onun pek<br />
çok şiiri, aslen müziğinden ayrılmaması gereken şarkı<br />
sözleridir; bu anlamda o, “Rabindrasancit” üslubunda üç bine<br />
yakın şarkı bestelemiştir. Bunlar bugün Bengal bölgesinde tüm<br />
evlerde söylenen halk türkülerine dönüşmüştür. Dahası,<br />
Hindistan ve Bangladeş ulusal marşları da aslında <strong>Tagore</strong>’un<br />
şarkılarıdır.<br />
14
www.isaretatesi.com<br />
Hint edebiyatını modern çağda yeniden canlandıran isim,<br />
hatta bazen, gelmiş geçmiş en büyük Hint şairi olarak<br />
nitelendirilen <strong>Tagore</strong>, ülkesinin ve muazzam Hint kültür<br />
mirasının büyük bir temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda<br />
eksiksiz bir “dünya vatandaşı”, bir dünya aydınıdır. Kendinde<br />
hem Doğu hem de Batı bilincinin rengini taşıyan, Doğu ve Batı<br />
düşüncesini “insan olma bilinci” olarak kendisinde<br />
sentezleyen, eski çağların bilgisiyle modern çağların bilgisi<br />
arasında bilinç köprüleri kuran bir “yeniden doğuş” insanıdır.<br />
<strong>Tagore</strong>’un etkilediği, bazıları <strong>Tagore</strong> çevirileri de yapmış<br />
olan edebiyatçılar arasında W. B. Yeats, Romain Rolland, Ezra<br />
Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Victoria Ocampo, José<br />
Ortega y Gasset, Juan Ramón Jiménez, Zenobia Camprubi,<br />
Yasunari Kawabata, Anna Ahmatova, Octavio Paz, Pablo<br />
Neruda, Boris Pasternak’ın adı sayılabilir.<br />
<strong>Tagore</strong>’un yapıtlarının başlıcaları: Manasi (1890), Altın<br />
Kayık (Sonar Tari, 1894), Gitanjali (1910), Şarkılar Çelengi<br />
(Gitimalya, 1914), Turnaların Uçuşu (Balaka, 1916) adlı şiir<br />
kitapları; Valmiki’nin Dehası (Valmiki Pratibha, 1881), Adak<br />
(Visarjan, 1890), Karanlık Sarayın Kralı (Raja, 1910), Postane (Dak<br />
Ghar, 1912), Yerli Yerinde (Achalayatan, 1912), Çağlayan<br />
(Muktadhara, 1922), Kızıl Zakkumlar (Raktakaravi, 1926) adlı<br />
oyunlar; Harap Yuva (Nastanirh, 1901), Gora (1910), Yuva ve<br />
Dünya (Ghare Baire, 1916), Aykırılar (Yogayog, 1929) adlı<br />
romanlar; Anılarım (1912) ve Çocukluk Günlerim (1940) adlı<br />
otobiyografiler. <strong>Tagore</strong>’un İngilizce’ye bizzat çevirdiği, çoğu<br />
derleme niteliğindeki yapıtları ise şunlardır: Gitanjali (1912),<br />
15
www.isaretatesi.com<br />
Bahçıvan (The Gardener, 1913), Yeni Ay (The Crescent Moon,<br />
1913), Sadhana (1913), Chitra (1914), Kabir’in Şarkıları (Songs of<br />
Kabir, 1915), Avare Kuşlar (Stray Birds, 1916), Meyve Hasadı<br />
(Fruit-Gathering, 1916), Aç Taşlar (The Hungry Stones, 1916),<br />
Firari (The Fugitive, 1921), Yaratıcı Birlik (Creative Unity, 1922).<br />
Aytek Sever<br />
16
www.isaretatesi.com<br />
17
www.isaretatesi.com<br />
KADİM DÜŞÜNCELER<br />
18
www.isaretatesi.com<br />
19
www.isaretatesi.com<br />
I.<br />
Dün gece rüyamda, yine annem ölmeden önceki çocuk<br />
olduğumu gördüm. Ganj kıyısındaki bahçeli bir evin bir<br />
odasında oturuyordu annem. Dikkatsizce, varlığına<br />
aldırmadan odasının önünden geçip gidecektim ki, birdenbire<br />
tarifsiz bir özlemle, onun orada olduğuna dair zihnimde bir<br />
ışık çaktı. Hemen durdum, geri döndüm ve yere eğilerek<br />
başımı ayaklarına değdirdim. Elimi tuttu, yüzüme baktı ve<br />
“Demek geldin!” dedi.<br />
Bu muazzam dünyada Anne’nin oturduğu odanın<br />
önünden dikkatsizce geçer gideriz. Yemek istediğimizde,<br />
kilerinin kapısı açıktır; uyuyacağımız zaman, yatağımız<br />
hazırdır. Ama hep eksiktir onun dokunuşu, sesi. Etrafta<br />
gezinir, gene de asla onun kişisel varlığının yakınına<br />
gelemeyiz; yoktur elimizi tutarak bizi “Demek geldin!” diye<br />
selamlayacak biri.<br />
20
www.isaretatesi.com<br />
II.<br />
Gençken gözlerimin bozuk olduğunu bilmiyordum. Tesadüfen<br />
günün birinde gözüme gözlük takınca, birdenbire her şeye<br />
yakınlaştığımı farkettim. Bir saniye öncesine göre, bana<br />
verilmiş olan dünyanın iki mislini elde etmiştim.<br />
Ruhen dünyanın varlığına yakınlaşmak mümkündür.<br />
Dünyada hakiki bir yuvaya dönüş gibidir bu. Ölçülebilenin<br />
ötesinde, dünyayı elde etmektir bu – bir müzik aletine yalnızca<br />
sahip olmak değil, onunla müzik yapmaktır.<br />
21
www.isaretatesi.com<br />
III.<br />
Manevi hayat, bilincin özgürleşmesidir. O sayede her yerde<br />
ruhun doğrudan karşılığını buluruz. Manevi hayata<br />
erişmediğimiz sürece, etrafımızdaki bir türlü aşamadığımız<br />
kalıcı mesafe yüzünden insanları kişisel çıkar, önyargı ve sınıf<br />
penceresinden görürüz. Perde kalkınca ise, artık sırf dünyanın<br />
geçici biçimlerini görmeyip, onun ebedî varlığına, tarifsiz<br />
güzelliğe yaklaşırız.<br />
Kimileri manevi hakikatin delilini dış dünyada arar. Bu<br />
arayış sırasında insan bazen hayaletlere, doğanın birtakım<br />
duyularüstü fenomenlerine rastlar, fakat nasıl ki sözlükteki<br />
yeni kelimeler kendi başlarına bize edebiyatı vermezse, bunlar<br />
da bizi manevi hakikate vardırmaz.<br />
22
www.isaretatesi.com<br />
IV.<br />
Bugün aşramımızın * bayram günüdür ve bizler vaktimizi, bu<br />
yerin kalbinde, güzelliğin ta kendisi olan hakikati bulmaya<br />
ayırmalıyız. Lambalarımızı bunun için yaktık. Sabahleyin ışıl<br />
ışıl doğdu güneş; akşamleyin yıldızlar parıldadı. Ama bunlar<br />
bize yetmedi. Kendi küçücük lambalarımız yanmadığı sürece<br />
göğün ışıklı dünyası nafiledir; ve bizler hazırlıklarımızı<br />
yapmadıkça, büyük bolluğu içinde dünyanın tüm hazırlıkları<br />
parmağın dokunuşunu bekleyen bir lavta misali öylece<br />
beklemektedir.<br />
*<br />
Aşram: Hint bilgelerinin meditasyon amaçlı olarak müritleriyle inziya çekildikleri<br />
dergâh. (ç.n.)<br />
23
www.isaretatesi.com<br />
V.<br />
Doğal dünya adına kaygılanmam gerekmez. Güneş benim<br />
çekidüzen vermemi beklemez.<br />
Fakat güne başlar başlamaz, tüm düşüncem şu küçücük<br />
dünyamla meşguldür. Bunun önemi, onun bana verilmiş, bana<br />
ait olan dünyam olduğu gerçeğinden kaynaklanır. O büyüktür,<br />
çünkü onu benimle olan ilişkisine layık kılmak elimdedir;<br />
büyüktür, çünkü onun sayesinde tüm dünyanın Tanrısına<br />
konukseverliğimi sunabilirim.<br />
24
www.isaretatesi.com<br />
VI.<br />
Gündelik dünyamızda fakirlik içinde yaşar, kaynakları idareli<br />
kullanırız; gücümüz tükenir ve yaşama sevincinin dilencileri<br />
olarak Tanrımıza gideriz. Kutsal günlerde ise zenginliğimizi<br />
sergiler, Tanrıya âdeta Ona denk olduğumuzu ifade ederiz;<br />
bolca harcamaktan çekinmeyiz. Kendi sevincimizi Ona<br />
armağan sunduğumuz gündür bu. Zira yoksunluklarımız<br />
yerine sungularımızla gittiğimiz zaman Onunla sahiden<br />
buluşmuş oluruz.<br />
25
www.isaretatesi.com<br />
VII.<br />
Yaşamın en yüce fırsatı, Tanrımıza konukseverlik<br />
sunabilmemizdir. Onun dünyasında yaşar ve Onu unuturuz,<br />
zira tek taraflı olan kör bir kabulleniş kendi hakikatini asla<br />
bulamaz. Yağmur alsa da karşılığında meyve veremeyen bir<br />
çöldür bu, ve aldığının bir anlamı yoktur. Bize Tanrının<br />
dünyası verilmiştir ve kendi dünyamızı Tanrıya sunduğumuz<br />
zaman bu armağan yerini bulur.<br />
26
www.isaretatesi.com<br />
VIII.<br />
Koskoca bir dünyayı, farkına bile varmadan mesai<br />
alışkanlıklarımın parmaklıkları ardına attığımda, içimde<br />
vazgeçilmez olduğuma dair bir inanç geliştirmiştim. Doğanın<br />
insandan iş temin etmesinin çeşitli yolları arasında en<br />
verimlilerinden biri, işte bu gururdur. Para için çalışanlar,<br />
ancak ücretleri nispetinde, belli bir noktaya kadar çalışır,<br />
bunun ötesinde çalışmayı bir kayıp sayarlar. Fakat gururun<br />
çalışmaya sevkettiği kimseler durup dinlenmezler, fazla<br />
mesaiyi bile kayıp olarak görmezler.<br />
Vazgeçilmez olduğuma dair inancımla öylesine<br />
meşguldüm ki, neredeyse gözümü kırpmaya cesaret<br />
edemiyordum. Doktorum sürekli beni uyarıyor, “Dur artık,<br />
kendine yüklenme” diyordu. Bense, “Durursam işler nasıl<br />
yürür?” diyordum. Sonra sağlığım birdenbire bozuldu;<br />
tekerleği kırılan arabam penceremin önünde öylece kaldı.<br />
Oradan uçsuz bucaksız mekâna baktım. İleride, zamanın zafer<br />
arabasının ışıl ışıl dönen sayısız tekerleğinin gördüm – ne toz<br />
kalkıyordu, ne gürültü vardı, ne de yolda herhangi bir tekerlek<br />
izi. Bir anda kendime geldim. İşlerin bensiz de sürebildiğini<br />
açıkça gördüm. Falanca biri eksik diye bu tekerlekler duracak<br />
ya da bir milim olsun sürüklenecek gibi görünmüyordu.<br />
27
www.isaretatesi.com<br />
Fakat bunu böylece hemen kabul etmek kolay mı!<br />
Sözlerimle kabul etsem bile zihnim onaylamayı reddediyor.<br />
Madem benimle veya bensiz her şey sahiden aynı kalacak, o<br />
halde gururum evrende bir an olsun kendine nasıl yer<br />
bulabildi? Neyin üzerine tutunup kök salabildi? Demek ki,<br />
zaman ve mekân nasıl bir bollukla dolup taşarsa taşsın, beni<br />
dışarıda bırakmak gene de imkânsızdı. Vazgeçilmez olduğum,<br />
benim ben olmamdan bellidir.<br />
28
www.isaretatesi.com<br />
IX.<br />
Bencillik, varoluş karşılığında ödenen bedeldir. Bu bedeli<br />
kendi içimde kavrayabildiğim sürece, var kalmanın tüm ıstırap<br />
ve azabına sarsılmaz bir şekilde katlanabilirim. Buddhistler bu<br />
yüzden bencilliği yoketmenin varoluşu kökünden kesmek<br />
olduğunu savunurlar; zira benliğin gururu olmasa varolmaya<br />
değmeyecektir.<br />
Her halükârda, bu bedel şu ya da bu kaynaktan<br />
türemiştir; yani, benim varolmam bir şeyler adına fark yaratır<br />
ve bunun ne ölçüde böyle olduğunu, ödenen bedel belirler.<br />
Her zerresiyle tüm evren benim varlığıma dair istemi<br />
pekiştirir. Ve benliğimin gururu bu istemin ihtişamını yansıtır.<br />
Bu ihtişam marifetiyle şu sonsuz küçüklükteki “Ben”<br />
evrendeki herhangi bir şeyden ne boyut ne de değer olarak<br />
aşağı kalırım.<br />
29
www.isaretatesi.com<br />
X.<br />
İnsan, içindeki istemi iki farklı şekilde değerlendirmiştir.<br />
Kimileri onu Yaratıcı Gücün dürtüsü olarak, kimileri ise<br />
Yaratıcı Sevginin coşkulu bir ifadesi olarak görür. Ve insan,<br />
kendi varlığını Gücün veya Sevginin bir yansıması olarak<br />
gördüğü ölçüde yaşamının gayesi olarak önüne farklı hedefler<br />
koyar.<br />
Varlığımızın Güçten elde ettiği değer ile Sevgiden elde<br />
ettiği değer, nitelik olarak birbirinden hayli farklıdır.<br />
Gururumuzun Güç alanında bizi yönlendirdiği doğrultu ile<br />
Sevgi alanında yönlendirdiği doğrultu birbirinin zıttıdır.<br />
30
www.isaretatesi.com<br />
XI.<br />
Güç ölçülebilir. Hacmi, ağırlığı, ivmesi matematiğin<br />
kapsamına alınabilir. Bu yüzden gücü elinde bulunduranların<br />
çabası, üstün olmak, yığın halinde çoğalmak yönündedir.<br />
Sayıları katlayıp durur onlar – insanların, akçelerin, araç<br />
gereçlerin sayısını. Başarı peşinde koşarlarken başkalarının<br />
zenginliğini, haklarını, yaşamlarını kurban ederler; zira Güç<br />
tapıncının özü budur; dünya kurban kanıyla kıpkızıl akar.<br />
Maddeciliğin ayırt edici özelliği onun dışsal ifadesinin<br />
ölçülebilirliğidir, bu da doğrudan doğruya onun sınırlarının<br />
sonu oluşuna tekabül eder. İster topluma ister suça dair olsun,<br />
insanlık tarihinde patlak veren tüm anlaşmazlıklar büyük<br />
ölçüde bu sınırlar üzerine olmuştur. Biri sınırlarını genişletmek<br />
istediğinde kaçınılmaz şekilde başkalarınınkini ihlâl etmek<br />
zorundadır. Öyleyse, Gücün gururu miktarın gururu demek<br />
olduğundan, en güçlü teleskobu bile Güce doğru çevirsek, kan<br />
denizinin ötesindeki barış sahilini göstermekte başarısız olur.<br />
Fakat bu güç etkenlerinin ve unsurlarının miktarını<br />
hesaplamaya giriştiğimizde onların sürekli artan bir dizi<br />
olmadığını görürüz. Birikim ilkesini kovalarken birdenbire<br />
yolu kapatan kısıtlama ilkesine rastlar, kalakalırız. Sadece ileri<br />
yönlü hareket olmayıp duraksamalar da olduğunu keşfederiz.<br />
31
www.isaretatesi.com<br />
Tarihte pek çok defa, Güç körlüğünün, bu ritim kuralını ihlâl<br />
etmeye çalışıp intihar ettiğini görürüz. İnsanlık Babil<br />
Kulesi’nin yıkılış hikâyesini bu yüzden hâlâ hatırlamaktadır.<br />
Böylece, dışsal ifadesi büyüklük olan Güç ilkesinin nihai<br />
ya da en üstün Hakikat olmadığını anlarız. Evrenin ritmine<br />
ayak uydurmak için onun kendini duraklatması gerekir.<br />
Kısıtlılık, İyinin giriş kapısıdır. İyinin değeri boyutla,<br />
büyüklükle ölçülmez. Onu kendi içinde tanımış olan kişi,<br />
perişanlıktan utanç duymaz. Tacını tozlara yuvarlar ve açık<br />
yola doğru adımını atar.<br />
32
www.isaretatesi.com<br />
XII.<br />
Güç ilkesinden Güzellik ilkesine vardığımızda, birdenbire<br />
anlarız ki, onca zaman yanlış tapınakta tütsü yakmışızdır;<br />
kurbanlarının kanıyla semiren Güç, şişkinlikten helak<br />
olacaktır; ordularımızı ve silahlarımızı çoğaltarak, savaş<br />
gemilerimizi arttırıp çeşitlendirerek ve ganimetlerimizi yığarak<br />
ne kadar uğraşırsak uğraşalım, hakiki olmayan bir şeyi hakiki<br />
kılmak için aritmetik yeterli olmayacaktır; ve sonunda, gitgide<br />
çoğalan şeylerin ağırlığı altında ezilerek ölmemiz<br />
kaçınılmazdır.<br />
Bilge Yacnavalkya, inzivaya çekilmeden evvel yaşam<br />
boyu biriktirdiklerinin sayımını yaparak karısı Maitreyi’ye iyi<br />
bir geçimlik bırakmaya niyetlendiğinde, Maitreyi, “Bunlar ki<br />
ölümsüz ruha ait değiller, ne yapayım onları ben?” diye isyan<br />
eder.<br />
Arttırıp durmak neye yarar? Sesi yükseltmeye devam<br />
ettikçe ancak bir çığlık elde ederiz. Müziği elde etmenin yolu,<br />
sesi dizginlemekten, ona kusursuzluk ritminin melodisini<br />
kazandırmaktan geçer.<br />
İnsan her şeyi sahiplendikçe dev gibi olur; feragat ettikçe<br />
ahengi bulur. Bu ahenktedir huzur – asla ama asla dışsal<br />
33
www.isaretatesi.com<br />
örgütlenmenin ve güçler arası ittifakın sonucu olmayan huzur:<br />
kaynağını hakikatten, açgözlülüğün törpülenmesinden,<br />
sevginin bağışlayıcılığından alan huzur.<br />
34
www.isaretatesi.com<br />
XIII.<br />
Soru şudur: “Varlığım hangi Hakikatte kemale erebilir – Güçte<br />
mi, Sevgide mi?” Eğer Gücü bu hakikat olarak kabul edersek,<br />
çatışmayı da daimi ve kaçınılmaz olarak anlamamız gerekir.<br />
Birçok Avrupalı yazara göre Barış ve Sevginin Dini, içerisine<br />
sığındığımız, ama doğa kanunlarının pek az itibar ettiği acınası<br />
bir zırhtır; ürkek din vaizlerinin haksızlık olarak kınadığı her<br />
ne ise, insanı başarıya götürecek olan güvenli yol tam da odur.<br />
Öteki ekol de bunu tamamen reddetmez. Temel dayanağı<br />
kabul eder, ama şöyle der: “Haksızlıkla zenginleşir onlar,<br />
çıkarlarını onda bulur, rakiplerini onunla alt ederler – ama<br />
kökten çürürler.”<br />
35
www.isaretatesi.com<br />
XIV.<br />
Hava hâlâ karanlık. Güneş doğmak üzere. Şenlik panayırına<br />
gelen pazarcılar kış gecesini yakılan ateşlerin başında şarkı<br />
söyleyerek geçirdiler. Şimdi dağılmaya hazırlanıyorlar. Kuş<br />
seslerinin aksine, onların gürültüsü sabahın sükûnetini<br />
bozuyor.<br />
Zira insan hep bir yol ayrımındadır. Çalgısının tellerini<br />
doğanınkinden daha derin ve karmaşık bir müziğe göre akort<br />
etmesi gerekir. Muhakeme eden bir aklı, kendi yolunu arayan<br />
bir iradesi vardır onun. Bunlar henüz çevreleriyle tam bir<br />
uyum yakalayamamıştır. Ahenksizliğin nahoşluğuyla patlak<br />
vermeye meyillidirler.<br />
Fakat geleceğin büyük umudu tam da bu nahoşlukta<br />
yatar. Zira ahenksizlikler, kabul etmek zorunda olduğumuz<br />
gerçekler değil, nahoş gerçeklerdir. Bu bile onların olması<br />
gereken şey olmadıklarını her an teyit eder; noksandırlar – ve<br />
ıstırap verici oldukları için umut verici.<br />
36
www.isaretatesi.com<br />
XV.<br />
Bir şiirin başıboş bir dizesi gibiyiz – daima başka bir dizeyle<br />
kafiyeli olduğumuzu, onu bulmamız gerektiğini, yoksa<br />
tamlığa ulaşamayacağımızı hissederiz. Erişilmemiş olana dair<br />
bu arayış, insanın içinden en iyi yaratımları çıkaran yüce<br />
dürtüdür. İnsan, varlığının temelinde yatan bir ayrılığın<br />
derinden derine farkında gibidir; onu aşarak birliğe ulaşmaya<br />
can atar; ve her nasılsa bilir ki, kendisini nihai bir sevgiye<br />
yönlendirebilecek olan gene sevgidir.<br />
37
www.isaretatesi.com<br />
XVI.<br />
Dünyayla derin biçimde kişisel bir ilişkim vardır. Bu, ne salt<br />
bilgiye ne de alışkanlığa dayanır. Somut gerçeklerle tüm<br />
ilişkilerimizin sonsuz bir aracısı olarak Yasa, yani Satyam;<br />
hakikatle tüm ilişkimizin sonsuz bir aracısı olarak Akıl, yani<br />
gnānam; tüm kişisel ilişkilerimizin aracısı olarak Sevgi, yani<br />
ānandam vardır.<br />
Bizler, taş parçaları misali somut birer gerçek değil, birer<br />
bireyiz. Ve bu yüzden koşulların akışı içinde sürüklenmekle<br />
yetinemeyiz. Varlığımızı kendisiyle uyumlu kılmamız gereken<br />
merkezî bir sevgi idealimiz vardır; yaşamımızda Sonsuz Birey<br />
ile kusursuz ilişki demek olan bir hakikati ortaya koymamız<br />
lazım gelir.<br />
38
www.isaretatesi.com<br />
XVII.<br />
Dün gece kılıç gibi keskin bir kuzey rüzgârı eserken, sokak<br />
satıcıları dallar ve yapraklardan bir tür barınak çatmışlardı.<br />
Tüm dayanıksızlığına rağmen, o an için onların en önemli<br />
ihtiyacını o karşıladı. Fakat bu sabah, onların şafaktan önce<br />
sığırlarına seslendiklerini ve gıcırtılı kağnılarını ağaçların<br />
altından yürüttüklerini duyuyoruz. Şu an onların barınaklarını<br />
terk etmeleri elzemdir.<br />
“İstiyorum” talebini dengeleyen, “İstemiyorum”un<br />
ağırlığıdır. Aksi takdirde, kımıldatılamaz ağırlığıyla canavar<br />
istek tüm varlığı ezerdi. Şu an için hiçbir şeyin uzun süre kalıcı<br />
olmayışına iç geçirebiliriz, ama bu sayede hiçbir şeyin<br />
yerinden kımıldamayışının felaketiyle kalıcı bir umutsuzluğa<br />
düşmekten kurtuluruz. Her şey kalır ve geçer – bu iki karşıt<br />
akım arasında kendi yuvamızı ve özgürlüğümüzü buluruz.<br />
39
www.isaretatesi.com<br />
XVIII.<br />
Arabaya koşulmuş at, arabanın sadece bir parçasıdır; arabayı<br />
bağımsızca süren kişi ise arabanın efendisidir. Bizler canla<br />
başla çalışmaya, ama zihnen bağımsız kalmaya mecburuz. Zira<br />
eylemlerimiz her şeyden öte özgürlüğümüzü yansıtmalıdır;<br />
yoksa çaresizce dönüp duran tekerleklere benzeriz. Yapmak ve<br />
yapmamak, elde etmek ve vazgeçmek arasında bir uyum<br />
yakalamalıyız.<br />
Günlük dualarımızın akışı benliğimizi yüce Benliğe taşır,<br />
kendimizden tamamen vazgeçerek elde ettiğimiz tatminin<br />
gerçekliğini duymamızı sağlar, bu sayede bilincimiz engin bir<br />
huzur âlemine genişler – ve orada, bir nevi tarafsızlık demek<br />
olan iç özgürlüklerinden dolayı tüm devinimler güzelliktir,<br />
tüm ilişkiler hakikat.<br />
40
www.isaretatesi.com<br />
XIX.<br />
İrademiz sevgiyle bir olunca yetkinliğe erer; zira yalnızca<br />
sevgidir gerçek özgürlük. O, kısıtlılığın hiçe sayılmasında<br />
yatmaz. Tutsaklığı kendiliğinden kabullenir, çünkü tutsaklık<br />
onu zincire vurmaz, aksine onun gerçekliğini tartar. Kölelikten<br />
kurtuluş, hizmet etmeyi bırakmaktan geçer, fakat özgürlüğün<br />
ta kendisi de hizmet etmekte yatar.<br />
Bengalli bir taşra ozanı şöyle der: “Aşkta gaye ne hazdır<br />
ne acı, sadece hazdır. Özgür aşk birbirine bağlar, ayrım bunu<br />
bozar, zira birleştirendir aşk.”<br />
41
www.isaretatesi.com<br />
XX.<br />
Sevgi basit bir dürtü değildir, onun hakikati içermesi gerekir,<br />
ki o da yasadır. İç zenginliğinden dolayı hakikat tarafından<br />
sınırlanmayı kabul eder sevgi. Çocuk, beden dengesini<br />
düzeltmek için gönüllü olarak kendini kısıtlar, çünkü<br />
hareketlerinin özgürlüğünden gerçek bir haz duyar; sevgi ise<br />
kendi gerçekliğini ortaya koyma yolunda hiçbir bedeli fazla<br />
görmez. Şiir, ifade biçimi olarak düzyazıya göre çok daha<br />
katıdır çünkü kökeninde ve gayesinde neşenin özgürlüğü<br />
vardır. Tanrı sevgimiz de kendi sorumlulukları hususunda<br />
pürdikkattir. Doğruluğunda katıdır o; akıl ile müttefik<br />
olmalıdır. Mademki uğraştığı şey muazzam değerdedir,<br />
akçelerinin geçerliliği konusunda dikkatli olmak zorundadır.<br />
O yüzden, ruhumuz ölümsüzlük armağanı için haykırdığında,<br />
ilk duası, “Hayalî olandan Hakiki olana götür beni”<br />
şeklindedir.<br />
42
www.isaretatesi.com<br />
XXI.<br />
Baba, kendi âleminde çalışıp durmakta, Sevgili ise kalbimizde,<br />
karanlığın derinlerinde uyumaktadır. O, yalnızca sevgimiz<br />
onu uyandırdığında uyanacaktır. Sevgimizin bilincinde<br />
olmadığımızı söylemek kulağa çelişkili gelebilir, zira dünyanın<br />
bizi güneşin etrafında dolaştırdığının da bilincinde değilizdir.<br />
Gerçek şudur ki, tabiatımızın tüm parçaları tamamen<br />
aydınlanmış değildir ve çoğu zaman kendimize dair doğrudan<br />
bilgimiz yalnızca yüzeydedir – zihnimizin yaşamın geçici<br />
ihtiyaç ve telaşlarıyla meşgul olduğu yerde.<br />
43
www.isaretatesi.com<br />
XXII.<br />
Aşkla uyanmak bir hoşluk dünyasına uyanmak değil, yaşamın<br />
ölüm üzerinden sonsuzluğa ve sevincin ıstırap üzerinden<br />
layığına eriştiği destansı bir çabalar dünyasına uyanmaktır.<br />
Hakikatin en olumlu onaylanışı aşkla olduğuna göre, bizi<br />
ondan yoksun bırakmakla tehdit eden her şeye rağmen aşkın<br />
kendini gerçekleştirmesi gerekir. Fakirlik en ufak kayıptan bile<br />
korkar, zenginlik ise cesurca harcar. Aşk ruhun zenginliğidir<br />
ve o yüzden kendisini azami cesaret ve metanetle ortaya<br />
koyar. Ve kaynağını kendinden aldığı için, insanlardan övgü<br />
dilemez; ona dışarıdan hiçbir ceza erişemez.<br />
44
www.isaretatesi.com<br />
XXIII.<br />
İçinde yaşadığımız şeyler dünyası, sevginin dünyasıyla<br />
iletişimini kaybettiğinde dengesini kaybeder. O zaman<br />
ruhumuz muazzam derecede ucuz olan nesneler için bedel<br />
ödemek zorunda kalır. Ve bu, ancak, şeylere ait hapishane<br />
duvarları bizi kendilerinde nihai olmakla tehdit ettiğinde<br />
gerçekleşebilir. Bundan feci kavgalar, kıskançlıklar, baskılar,<br />
ve kısıtlı olan alan ve fırsatlar için mücadele doğar. Olanın<br />
fenalığını acı bir şekilde anlayarak, sakatlanmış gerçekliğin dar<br />
sınırları içinde her türlü ayar ölçüsüne başvururuz. Bu da<br />
başarısızlıkla sonuçlanır. Bize yalnızca ruhun yuvasının<br />
sevginin krallığında olduğunu yaşamıyla kanıtlayan kimse<br />
yardımcı olur; ve manevi özgürlüğümüze kavuştuğumuzda,<br />
şeyler sahte bedellerin tiranlığından kurtulur.<br />
45
www.isaretatesi.com<br />
XXIV.<br />
Kendimizi sahip olduğumuz şeylerin pençesinden<br />
kurtarmamız zordur. Zira onların çekim gücü, benliğimizin<br />
merkezine doğrudur. Kusursuz sevginin gücü ise karşı yönde<br />
etki eder. Ve işte bu yüzden, sevgi bizi şeylerin ağırlığından<br />
bağımsız kılar. Dolayısıyla sevinçli günlerimiz, sarfiyat<br />
günlerimizdir. Özgür olmak için ihtiyaç duyduğumuz, dış<br />
dünyada baskının hafifliği değil, dünyanın ağırlığını hem<br />
kolayca hem de sevinçle taşıyabilecek bir güce sahip olan<br />
sevgidir.<br />
46
www.isaretatesi.com<br />
XXV.<br />
Sırf iç dünyamızdaki özgürlüğün yolunu kapattığımızdan<br />
dolayı, dış dünya taleplerinde amansız hale gelmiştir. Şeylerin<br />
varolduğu ama anlamlarının engellenmiş olduğu bir âlemde<br />
yaşamaya devam etmek, köleliktir. Sırf körlüğümüz<br />
yüzünden, varlığımızın hakikatinin dayandığı bir şeyi gözden<br />
kaçırır, sonra da varoluşa kötü deriz. Bir kuş tek kanatla göğe<br />
yükselmeye çalışırsa, rüzgâr onu yere çalarak cezalandırır.<br />
Tüm yarım yamalak hakikatler kötüdür. Istırap verir onlar,<br />
çünkü bizzat sunamadıkları bir şeyi ima ederler. Bize, ölüm<br />
değil hastalık acı çektirir, çünkü hastalık durmadan sağlığı<br />
hatırlatır ama onu bizden esirger. Ve yarım bir dünyada hayat<br />
kötüdür, çünkü alenen noksan olduğu halde tamlık<br />
iddiasındadır o – bize kadehi sunar, ama yaşamın yudumunu<br />
değil.<br />
47
www.isaretatesi.com<br />
XXVI.<br />
Yaşam tiyatrosuna gelip, sahneye budalaca sırtımızı dönerek<br />
otururuz. Yaldızlı sütunlara ve süslemelere bakar, gelip giden<br />
kalabalığı seyrederiz; ve sonunda ışıklar söndüğünde,<br />
kendimize hayretler içinde, bütün bunların anlamı neydi diye<br />
sorarız. Oysa sahneye dikkatimizi verseydik, ruhun ebedî aşk<br />
dramasına tanık olur, böylece onun bir sonu olmayıp<br />
duraklamaları olduğuna ve dünyanın tüm o şaşaalı<br />
hazırlıklarının fevkalâde bir şeyler hezeyanından ibaret<br />
olmadığına ikna olurduk.<br />
48
www.isaretatesi.com<br />
XXVII.<br />
Doğayı zihnimizde insan doğasından ayırdığımızda, onu<br />
dışarıdan eleştirir, merhamet ve adaletten yoksun olmakla<br />
suçlarız. Bırakalım da mumun geri kalanının ışıksızlığına<br />
hınçlanarak yansın fitil, ama hakikat şu ki, o, yanışıyla tüm<br />
mumu temsil eder. Engeller ifadenin zorunlu yoldaşlarıdır ve<br />
bizler dilin olumlayıcı öğesinin onun kısıtlayıcılığında<br />
olmadığını biliriz. Yalnızca engelin olduğu taraftan bakılırsa,<br />
Doğa ahlâk fikrine düşman gibi görünür. Fakat bu mutlak<br />
şekilde doğru olsaydı, ahlâki yaşam asla varolamazdı. İster<br />
ahlâki ister maddi olsun, yaşam, tamamlanmış bir olgu değil,<br />
aralıksız bir süreçtir ve hareketin devamı iki karşıt güce, direnç<br />
ve ifade güçlerine bağlıdır. Bunları iki zıt ilke olarak ayırmak<br />
bize yarar sağlamaz, zira hakikat karşıtlıkta değil, devamlı<br />
uzlaşımda yatar.<br />
49
www.isaretatesi.com<br />
XXVIII.<br />
Bir şiirin doğru anlaşılması için gerekli olan iyi beğeni,<br />
kaynağını, imgelem ışığında görülen birlik tasavvurundan alır.<br />
Yaşamı onaylayışımızda inanç da benzeri bir rol oynar. O,<br />
aslında yalnızca parçaları gördüğümüz halde bütünün<br />
görüntüsünü içgüdüsel olarak yakalamamızı sağlayan manevi<br />
bir görüş organıdır. Şüpheciler bu görüntüye sanrı diye burun<br />
kıvırabilir, verileri onu yanlışlayacak bir tarzda seçip<br />
düzenleyebilir; gene de inanç, birleştiren, inşa eden, sağaltan<br />
ve tamlık idealine götüren iç hakikati dolaysız olarak<br />
kavrayışından şüphe duymaz. İnanç, bütün her şeyi saran<br />
Evet’in sesine karşılık benliğimizde kendiliğinden bir yanıttır<br />
ve o yüzden de insan yaşamının tüm yaratıcı güçlerinin en<br />
büyüğüdür. Hakikatin salt edilgin bir onaylanışı değildir o;<br />
yaratılıştaki hakikatin ritmine sahip dinginlikle, toplumdaki<br />
bütünlüğün ritmine sahip iyilikle ve tindeki yetkinliğin ritmine<br />
sahip sevgi birliğiyle uyum yakalamak adına daima etkin bir<br />
çabadır. Böyle bir ritimde sayısız kesinti olduğu gerçeği, inanç<br />
meziyetine sahip biri için, o ritmin hakiki olmadığının delili<br />
olamaz – nasıl ki kulak tırmalayan ses ve gürültülerin<br />
yaygınlığı bir müzisyen için müziğin gerçekliğini<br />
yanlışlamazsa. Bu, onu yalnızca, kopuklukların üstesinden<br />
gelmek ve hakikatle uyum yakalamak adına üstün bir çaba<br />
sarfetmeye davet eder.<br />
50
www.isaretatesi.com<br />
XXIX.<br />
Şafak söküyor, tıpkı bir tomurcuğun kabuğunu kırarak<br />
çiçeklenişi gibi. Ama bu olgu yalnızca olayların dış dünyasına<br />
ait olsaydı, biz ona nasıl dâhil olabilirdik? Bilincimizin<br />
göğünde bir gündoğumudur o, yaşamımızda yeni bir yaratılış,<br />
taze bir çiçekleniştir.<br />
Gözünü aç ve gör. Hisset bu dünyayı – tıpkı canlı bir<br />
kavalın, içinden geçen müziğin nefesini hissedebileceği gibi.<br />
Yaratıcı neşenin, bilincinin derinliğiyle buluştuğunu hisset.<br />
Sabahın şu aydınlığını, o her nerede seninle birse, varlığının<br />
tüm ihtişamıyla karşıla. Ama ondan yüz çevirerek oturursan<br />
eğer, olayların ve yaratıcı bilincin birbiriyle buluştuğu yekpare<br />
yaratılış âleminde seni her şeyden ayıran bir duvar örersin.<br />
51
www.isaretatesi.com<br />
XXX.<br />
Bilincimizi benliğimizde tecrit eden şeydir karanlık. Tüm<br />
dünyayla olan birliğimizin büyük gerçekliğini gizler o, şüphe<br />
ve çatışma doğurur. Karanlıkta el yordamıyla gezinirken,<br />
rastladığımız nesnelere sıkıca tutunuruz ve onların tüm<br />
varlığımız olduğuna inanırız. Aydınlıkla beraber elimizi<br />
gevşetir, nesnelerin yalnızca bağlı olduğumuz bütünün<br />
parçaları olduğunu keşfederiz. Özgürlüktür bu – benliğin<br />
tecridinden özgürlük; sahiplik duygumuzu körükleyen<br />
nesnelerin tecridinden özgürlük. İşte bu özgürlüktür Tanrımız,<br />
zira ışıktır O; bütünle kusursuz bir ilişki demek olan hakikati o<br />
ışıkta buluruz.<br />
52
www.isaretatesi.com<br />
XXXI.<br />
Korku, karanlıkta sınırsız boyutlara bürünür, çünkü bütündeki<br />
dayanağını yitirmiş benliğin gölgesidir – ve o benlik ki,<br />
şüphecidir, inançsızdır, yadsımaya ağırlık verir, kopuk<br />
gerçeklikleri ürkütücü çarpıtmalarla abartır. Işıkta ise şeylerin<br />
uyumunu buluruz ve dünyanın muazzam olduğunu,<br />
dolayısıyla bizim de öyle olduğumuzu hissederiz; ve biliriz ki,<br />
hakikatin giderek daha kapsamlı kavranışıyla, çelişkiler<br />
ortadan kalkacaktır, zira varoluş uyumun ta kendisidir.<br />
53
www.isaretatesi.com<br />
XXXII.<br />
Doğada yasanın varlığını gerçeklikte buluruz, neşenin<br />
varlığını ise güzellikte. Gerçeği bilmek bizim için elzemdir,<br />
ama neşenin varlığını göz ardı etmekte serbestizdir. Sabahın<br />
aydınlık olduğunu unutmak yaşamımız adına bize güven<br />
aşılamaz, oysa sabahın güzel olduğunu rahatlıkla unutabilir,<br />
gene de yaşar gideriz.<br />
Gerçeklik âleminde kısıtlı, güzellik âleminde özgürüzdür.<br />
Tanrıya, Onun hükmettiği her yerde bağlılığımızı sunmamız<br />
gerekir, fakat sevgi gösterdiği yerde Ona gülebiliriz. O kendini<br />
her nerede sınırlarsa bizi de sınırlar; sonsuz olduğu yerde bizi<br />
özgür kılar. Güzelliğin muazzam gücü ılımlılığında yatar. En<br />
zavallı olanımıza bile fırsat tanır o, sessizce bekler. Ya her<br />
şeyimizle onun oluruz ya da hiç olamayız – o yüzden o asla<br />
talep etmez. Reddedildiğinde uysalca sineye çeker, ama kendi<br />
sonsuzluğuyla baş başadır.<br />
54
www.isaretatesi.com<br />
XXXIII.<br />
Bir arkadaşımın ani ölümüyle, bir kez daha dünyadaki en<br />
tatsız gerçek olan ölümle karşı karşıya kaldım.<br />
Ahlâkçı bize ölüm tefekkürüyle dünyayı sahte olarak<br />
görmemizi salık verir. Ama dünyayı hor görmek suretiyle<br />
ondan el etek çekmeyi kolaylaştırmak ne doğrudur ne de<br />
gözüpekçe. Zira şeyler değerini kaybettiğinde onlardan<br />
vazgeçmek, bir vazgeçiş değildir aslında.<br />
Aksine, dünya o denli gerçektir ki, ölümün tekerleği<br />
onun üzerinde iz bırakamaz. Asıl sahtelik, benliğimizin kalıcı<br />
bir çıkar peşinde bu dünyanın en ufak bir zerresine el<br />
koyabileceğine inanmakta yatar. Ölüm dünyayla değil,<br />
yalnızca bizim kendimizle ilgilenir. Ve dünya tek bir zerresini<br />
bile yitirmez; yalnızca kendimiz zarar görürüz.<br />
55
www.isaretatesi.com<br />
XXXIV.<br />
Durgun bir yaşam fikrine sahip insanlar vardır, yetkinliği değil<br />
kalıcılığı arzuladıklarından ötürü yaşamın ölümden sonra<br />
devam etmesini dilerler, alışkın oldukları şeylerin baki<br />
kalacağını hayal etmekten keyif alırlar. Zihinlerinde<br />
kendilerini sabit bir çevreyle ve biriktirdikleri şeylerle<br />
tamamen özdeşleştirirler, onlardan ayrılmayı ölüm addederler.<br />
Unuturlar ki, yaşamak öteye doğru yaşamaktır, daima<br />
kendinden boy atmaktır. Meyve, olgun olmadığı, daha öte bir<br />
yaşam yolculuğuna hazır olmadığı sürece sapına sıkıca<br />
tutunur – ve kabuğu özüne tutunur, özü de çekirdeğine.<br />
Henüz dıştaki kabuk ve içteki çekirdek farklılaşmamıştır ve<br />
meyve, yaşamını sırf direngenliğinin gücüyle ispatlar. Ama<br />
çekirdek olgunlaşınca etrafına tutunuşu zayıflar, meyvenin<br />
özü tatlılığa, aromaya ve bağımsızlığa kavuşur ve kendini<br />
ihtiyaç duyan herkese armağan eder. Kuşlar gagalar onu ve<br />
canı yanmaz; fırtına koparıp yere atar onu, tahrip olmaz.<br />
Ölümsüzlüğünü kendinden vazgeçerek ispatlar.<br />
56
www.isaretatesi.com<br />
XXXV.<br />
Hint kutsal metinlerinde dünya bir yumurtaya benzetilir. Bu<br />
eğer doğruysa, yumurtanın içinde daha özgür bir varoluş<br />
uğruna kabuğunu kırmakla tatmin bulacak canlı bir varlık<br />
olması gerekir.<br />
Dünyamız bir yandan bize besin ve barınak sunar, diğer<br />
yandan etrafımızı kuşatır. Sahip olduğumuz duyarlılığın ve<br />
düşünce açıklığının sınırlılığı, bilincimizin içinde tutsak<br />
olduğu dünya yumurtasının kabuğunu oluşturur. Onun<br />
sınırlarını bir milim olsun genişletebilseydik, görünmez<br />
ışınların bir kısmı algı alanımıza girebilseydi ve böylece<br />
yaratılışın dans ritimlerinin birkaçı daha duyularımıza ilave<br />
olan tellerde karşılık bulabilseydi, o zaman dünyamızın tüm<br />
görünümü değişirdi.<br />
Ölümsüzlüğümüzün anlamı, duyarlılığımızın ve<br />
tasavvurumuzun sınırlarından daha geniş bir özgürlüğe<br />
çıkmaktır. Tutsaklığımızın mevcut aşamasında, o özgürlük<br />
âleminin nasıl olduğunu hayal edebilir miyiz? Kabuğun<br />
içindeki gerçeklere dair tüm verilerden, bir civciv, doğacağı<br />
dünyanın fikrini oluşturabilir mi?<br />
57
www.isaretatesi.com<br />
XXXVI.<br />
Yumurtadaki yaşamın en hâkim olgusu olan edilginlik, iptidai<br />
kanatlarla gizliden gizliye çelişir. Benzer şekilde, mevcut<br />
durumumuzun tutsaklığında yaşamımızın büyük kısmı<br />
koşullara edilgin biçimde tâbi olsa da, nihai gibi görünen<br />
engellere karşılık içimizde özgürlük arzusu çırpınır durur. Bu,<br />
bizim tamamen havalanma durumunda önemi anlaşılacak<br />
manevi kanatlarımızdır. Eğer ölümsüzlük yalnızca<br />
kabuğumuzun sonsuz kalıcılığı anlamına gelseydi, bu güçsüz<br />
kanatlarımızın şeytani bir güç tarafından sonsuz bir<br />
engellenmişlikle lanetlendiğini kabullenmemiz gerekirdi. Oysa<br />
bizler bunu kabullenemeyiz. İnsan daima, halihazırdaki<br />
durumdan, nihai gibi görünenden kurtulmaktan söz etmiştir.<br />
İnsandaki yaşamın ruhu hep sürekliliği arar – ölümsüzlüğün<br />
ruhu ise özgürleşmeyi.<br />
58
www.isaretatesi.com<br />
XXXVII.<br />
Meyvenin içindeki tohumun yaşamı, onun bir ağaç olarak boy<br />
atarkenki yaşamından tamamen farklıdır. Her yandan<br />
benliğimizin ortamıyla, duyularımızın kısıtlı alanıyla<br />
sınırlanan yaşam da özgürleşmiş bir ruhun yaşamından öyle<br />
köklü bir biçimde farklıdır ki, benliğin kabuğu içine<br />
hapsolmuşken öteki türlüsünü hayal etmek bile olanaksızdır.<br />
Ve bizler bu yüzden, sonsuz yaşam arzumuzda, alışkanlığımız<br />
ve rahatımızın sonsuzluğu için dua eder, ölümsüzlüğün<br />
yolunun, yaşamın sınırsız hakikatini kovalamak adına kalıcı<br />
biçimlerin tekrar tekrar aşılmasında yattığını unuturuz.<br />
Yaşamın gerçek anlamının, aşinası olduğumuz bazı biçimlerin<br />
kalıcılığında yattığını düşünenler, âdeta, paranın anlamının<br />
yalnızca onu harcayarak, sembolü hakikate dönüştürerek<br />
bulunabileceğini anlama gücüne sahip olmayan cimrilere<br />
benzerler.<br />
59
www.isaretatesi.com<br />
XXXVIII.<br />
Tüm arzularımız, aslında irademizi sınırlı bir deneyim<br />
aralığına odaklar. Deneyimimizin genişleyebileceğini hayal<br />
etmeyi başaramıyorsak, arzularımız haset biçimde inatçı ve<br />
kavgacı bir hal alır. Çocukken, belirli bir yemekten veya<br />
oyundan aldığımız hazzı sınırsızca sürdürmeyi dilemiş,<br />
tamamen farklı ilgilere sahip bir olgunluk döneminin değerine<br />
inanmayı reddetmişizdir. Ölümden sonraki yaşama dair<br />
görüşlerini mevcut yaşama ait isteklerin temeli üzerine kuran<br />
kimseler, aslında Sonsuz yaşama inançları olmadığını ortaya<br />
koyarlar. Sahip oldukları şeylere tutunurlar, çünkü mevcut<br />
olana duydukları sevginin, doğrudan doğruya, o sevginin<br />
kendi gelişimleri boyunca sabit kalacağına, gelişimlerini<br />
sekteye uğratmayıp tam aksine ateşleyeceğine dair bir işaret<br />
olduğuna bir türlü inanamazlar.<br />
60
www.isaretatesi.com<br />
XXXIX.<br />
Uykunun dünyası temeldir – ana rahminin dünyasıdır o.<br />
Çimenler ve ağaçlar o dünyada yaşarlar ve kendi<br />
dinginliklerinin güzelliğini bulurlar. Bilincimiz kendisini o<br />
dünyanın kucaklayışından kurtarmış, bağımsızlığını ilan<br />
etmiştir. Bu, devinimini yinelemek için durmadan kaynağına<br />
dönmesi gereken fıskiyenin özgürlüğüdür. Durgun suyun tüm<br />
genişliği ve derinliği, kendi devinimini bu küçücük fıskiyenin<br />
deviniminde bulur. Benzer şekilde, evren de kendini bizim<br />
bilincimizde kavrar. O halde bu bilinç, hakiki olabilmek için<br />
yüce olmak zorundadır. Bilincimiz dünyanın müziği, dansı,<br />
şiiridir. Esas uykunun bağrında dinlenir, onun memesinde<br />
ölümsüzlükle beslenir.<br />
61
www.isaretatesi.com<br />
XL.<br />
İnsanın doğasında, geçici ve kalıcı olan arasında hayvanlarda<br />
olmayan bir ayrım vardır, zira hayvanlar yaşamın yüzeyinde<br />
yaşarlar ve o sayede, şeylere gerçekte sahip olmadıkları<br />
kalıcılık niteliğini atfetmeye kalkışma tehlikesinden de<br />
kaçınmış olurlar. İnsan sırf iç dünyasında muazzam nispette<br />
bir muhafaza gücüne sahip olduğundan ötürü, arzularını<br />
hayal gücünün iksirine bulayarak hırsla ateşlemeye çalışır. Bu<br />
arzular dışsal nitelik sergiler ve hayvanlar için, görevlerini<br />
yerine getirdiklerinde sahneden çekilirler. Ama biz, iç<br />
yaşamımızda onları istiflemeye çalıştığımızda üzerlerine hatalı<br />
bir şekilde sonsuzluk mührü vururuz. Böylece ölümsüzlük<br />
diyarımız her gün ölümün maiyetince istila edilir; ve maaşları<br />
ödenip salıverilmesi gereken hizmetkârlar mabedimizde baş<br />
köşeye yerleşir.<br />
62
www.isaretatesi.com<br />
XLI.<br />
Zenginlik, gücün simgesidir. Kusursuz olmak adına hareket<br />
etmeli, akmalıdır. Zira güç etkindir; harekettir o. Fakat salt<br />
hareket yüzeyseldir. Gelişime, sürekli kazanıma karşılık<br />
gelmelidir. Bu, sırf hareket etmeyip kalıcı da olan bir<br />
kazanımdır.<br />
Hareket ve sükûnun en üstün uyumu, özünde sevgi olan<br />
manevi hayattadır. Tanrı Sevgisi, hatta sevginin her türlü<br />
biçimi, amacına ulaşıp gene de durmamaya karşılık gelir. Güç,<br />
hedefine ulaşınca durur ve istifleyişine odaklanır. Sevgi ise<br />
hedefine ulaşınca sonsuzluğa erer, o yüzden de varını yoğunu<br />
harcamaktan çekinmez.<br />
63
www.isaretatesi.com<br />
XLII.<br />
Doğamız itibarıyla sosyal olduğumuzdan ötürü,<br />
enerjilerimizin bir kısmını sosyalliğin akışını korumaya<br />
kullanmamız gerekir. Ama bunun alanı ve etkisi yüzeydedir.<br />
Toplumsallığın harelenmeleri insan sevgisinin derin<br />
akımlarıyla bir değildir. Güçlü sosyal içgüdülere sahip insanlar<br />
ille de insansever değillerdir.<br />
Müsrif insanlar genellikle hakiki cömertlikten<br />
yoksundurlar. Çoğu durumda veremez, yalnızca sarfederler.<br />
Ve tıpkı onlar gibi, sosyal insanlar da kendilerini sarfeder ama<br />
veremezler. Bu ölçüsüz sarfiyat bir boşluk ortaya çıkarır ve biz<br />
onu, zamanın üzerini örtmeyi amaçlayan eylemlerin<br />
yığıntısıyla doldururuz.<br />
64
www.isaretatesi.com<br />
XLIII.<br />
Ama bizler, sonsuzun tahtının yer aldığı yalnızlığımızı heba<br />
etmeyi göze alamayız. Eğer yalnız başına yaşama özgürlüğünü<br />
asla talep etmiyorsak, eğer toplumsal görevlerimiz birer<br />
ruhumuz olduğunu unutmak adına birbirimize yardım etmeye<br />
karşılık geliyorsa, gerçekten birbirimiz için yaşayamayız. Sırf<br />
birbirimize eşlik etmek için çabalayarak kendimizi<br />
tüketmemiz, içimizdeki aylaklık atmosferinin bolluğunun bir<br />
ürünü olan en iyi yanımızın dünyasına ihanet etmektir.<br />
Topluluk, solduğu havayı zehirler, dönüp duran bir<br />
oyalamalar kalabalığıyla bireyi içeri hapseder.<br />
65
www.isaretatesi.com<br />
XLIV.<br />
Ülkemizde birinin avlusunu tarıma açması en büyük felaket<br />
olarak görülür. Çünkü insan, mekân denilen muazzam<br />
zenginliği avluda kendisinin kılar. Mekân dışarıda nadir bir<br />
meta değildir, ama kişi onu, içeriye alarak kendine ait<br />
kılmadığı sürece elde edemez. Avludaki mekân, evin parçası<br />
olur. Burada güneş ışığı, insanın ışığı olarak tecelli eder ve<br />
insanın bebeği burada ellerini çırparak aya seslenir. Yani avlu<br />
olduğu gibi bırakılmayıp ürün yetiştirmek için kullanılırsa, dış<br />
Evren’in gelip insanın evreni olarak yerini alacağı yuva<br />
ortadan kalkar.<br />
66
www.isaretatesi.com<br />
XLV.<br />
Gerçekten zengin bir adamla fakir bir adam arasındaki fark,<br />
zengin adamın evinde geniş açık alanlar olmasına gücünün<br />
yetmesidir. Zengin bir adamın, evine tıka basa doldurduğu<br />
mobilyalar değerli olabilir, fakat avlusunun ve bahçesinin<br />
genişliği sonsuz derecede daha büyük bir değere tekabül eder.<br />
Tüccarın iş yeri mallarıyla hıncahınç doludur; onun orada boş<br />
alan tutmasına imkân yoktur, dolayısıyla da cimridir ve isterse<br />
milyoner olsun, orada yoksuldur. Ama aynı tüccar, evinde,<br />
odasının eni, boyu ve yüksekliği –ve elbette bahçesinin<br />
genişliği– sayesinde salt yararı hiçe sayar ve mekânı yüceltir.<br />
Tüccar işte burada zengindir.<br />
Sadece boş alan değil, boş zaman da üstün değere<br />
sahiptir. Zengin adam, servetiyle aylaklığı satın alabilir.<br />
Gerçekten de, gereksinimin kendisini çalışıp didinmeye<br />
mecbur bırakmayacağı şekilde, geniş zaman aralıklarını<br />
nadasa bırakabilmesi, onun zenginliğinin bir ölçütüdür.<br />
Açık, geniş bir alanın her şeyden değerli olduğu bir yer<br />
daha vardır ki, o da zihnin kendisidir. Kaçınılmaz olarak<br />
düşünülmesi gereken düşünceler insana azaptır. Yoksul ve<br />
düşkün olanların düşünceleri, zihinlerine, yıkık bir tapınağa<br />
tutunan sarmaşık gibi tutunur.<br />
67
www.isaretatesi.com<br />
Istırap, zihnin tüm açıklıklarını kapatır. Sağlık, bedensel<br />
bilincin tıpkı açık bir arazi gibi kendi haline bırakıldığı durum<br />
olarak tanımlanabilir. Farz edin ki ayağın serçe parmağında<br />
küçücük bir gut emaresi olsun, tüm bilinç en uç köşelerine<br />
kadar acıyla dolar.<br />
Nasıl ki insan boş alanlar olmadan ihtişamlı bir yaşam<br />
süremezse, zihin de serbest bir aylaklık olmadan ihtişamlı bir<br />
biçimde düşünemez – yoksa gerçeklik onun için bayağı hale<br />
gelir. Ve tıpkı loş ışık gibi, bayağı gerçeklik de görüşü çarpıtır,<br />
korkuyu tetikler ve insanla insan arasındaki kaynaşma alanını<br />
daraltır.<br />
68
www.isaretatesi.com<br />
XLVI.<br />
Toplumda yerimizi bize biçilen törel bir değere göre buluruz,<br />
tıpkı mağaza vitrinlerine fiyatına göre dizilen oyuncaklar gibi.<br />
O yüzden, satılık olmadığımızı, sosyal insanın yetkin insan<br />
olmadığını unuturuz.<br />
Ganj’da gün boyu avlanırken şarkı söyleyen bir balıkçı<br />
tanıyorum; sandalcım onu bana, cezbeye tutulmuş biri olarak<br />
huşuyla göstermişti. Pazar fiyatlarındaki dalgalanma o<br />
balıkçıya erişemez, zira o, dünyanın hükümdarlarının elde<br />
edemediği şeyi, ruhun sonsuz değerini bulmuştur. Tarihte<br />
bugün bile dış değerleriyle tanınan insanlar olmuştur, fakat bu<br />
ün onların değerinin yegâne kanıtı değildir. Zira ölümsüzlük,<br />
dış göstergelerde yatmaz; ve karanlık ışınlar, onları göremesek<br />
de ışındırlar. Yaşamlarıyla ruhun özgürlüğünün destanını<br />
terennüm eden ama tarihte asla bilinmeyecek nicelerini<br />
düşündüğümde, gözümün önüne o balıkçının sureti gelir.<br />
69
www.isaretatesi.com<br />
XLVII.<br />
Arzumuz toplumun arzusuyla örtüştüğünde işimiz kolaydır.<br />
Çoğu insan, para kazanmanın peşindedir – para sırf yararlı<br />
olduğundan değil, ama daha ziyade başkaları da onu<br />
arzuladığından. Vahşilerin kelle avına duyduğu heves,<br />
toplulukta yaygın olduğu takdirde karşı konulmaz hale gelir.<br />
Çoğunluğun arzusuna uyduğumuzda, hakikati çoğunluğun<br />
taleplerine feda etmeye razı oluruz.<br />
Kuşkular üzerimize çullanıp, gücümüz manevi hayata<br />
dair arzumuzda bizi yüz üstü bıraktığında, bunun nedeni<br />
genellikle, o arzumuzun etraftaki kalabalığın arzusu<br />
olmamasıdır. Şu durumda en yüce olana duyduğumuz özlem<br />
öylesine hakiki olmalıdır ki, kalabalığın arzusunun amansız<br />
baskısına rağmen ayakta kalabilmelidir. Yığınların toplu<br />
düşmanlığıyla karşı karşıya kaldığımız anlarda, sonsuzluğun<br />
tüm desteğine ihtiyacımız vardır.<br />
70
www.isaretatesi.com<br />
XLVIII.<br />
<strong>Düşünceler</strong>imiz insan zihninin kuşatıcı ortamı içinde havadaki<br />
kuşlar gibi doğal bir biçimde hareket eder. Zihnin bu göğü<br />
durmadan karşıt rüzgâr akımlarıyla, şüphe ve inkârlarla,<br />
laubalilik ve kibirle altüst olur, meşgul dünyanın tozu<br />
dumanıyla bulanır. Manevi kanatlarımız hızın<br />
kendiliğindenliğine ve kusursuz hareketin zarafetine ihtiyaç<br />
duyarlar; ama her yandan, sürekli, gürültülü boraların<br />
darbesine maruz kalırlarsa, bu bizi sınırlılıklarımıza fazlasıyla<br />
duyarlı hale getirir ve sonuçta Sonsuz ile bütünleşmemiz için<br />
gereken teslimiyet zorlaşır. Gene de vazife yerine getirilmeli,<br />
yaşamın en yüce ereği için en zorlu yola çıkılmalıdır. Büyük<br />
rehberler, ruhun Tanrıyla buluşması için gereken bu sınırsız<br />
yalnızlığı, daima kalabalıklar arasından ve kalabalıklar adına<br />
elde etmişlerdir. Onların yaşamlarında kendi sınırsız<br />
gücümüzün kanıtını buluruz ve elde ettiğimiz inanç, zorluklar<br />
karşısında arzumuzu özgürleştirir.<br />
71
www.isaretatesi.com<br />
XLIX.<br />
Yerin suyunun bir kısmı buharlaşır ve göğe yükselir. O duru<br />
irtifalarda kavuştuğu devinim ve müzikle sağanak yağmur<br />
olur, yerin suyuna geri döner, onu tamamlayıp tazeler. Benzer<br />
şekilde, insanlığın aklının bir kısmı dünyadan yükselip göğe<br />
doğru uçar; ama göğe yükselen bu akıl ancak yere mahkûm<br />
akla karışmak üzere geri dönünce tamlığa kavuşur. Dinin<br />
tazelenişidir bu; insanın ideallerinin yer ile gök arasındaki<br />
döngüsüdür.<br />
72
www.isaretatesi.com<br />
L.<br />
Çamur yağmurları, kan yağmurları vardır; bu tür ürkütücü<br />
fenomenlerin anlatıldığını duyarız. Bunlar, atmosferin saflığı<br />
bulandığında ve hava tozla yüklü olduğunda meydana gelir.<br />
O zaman, arındırıcı sağanaklar halinde göğün şarkısı değil,<br />
daha ziyade yerin kendi günahları kendi üzerine yağar. Ve o<br />
zaman, dinin kendisi çamurlu hale gelir; insanların ortak<br />
egoizmi dinî adlara bürünür; menfaatçi serüvenlerimizde ve<br />
nefret kampanyamızda Tanrının bize rehberlik ettiğini öne<br />
sürerek böbürleniriz.<br />
73
www.isaretatesi.com<br />
LI.<br />
Bugün dünyanın günah yüklü tozunun üzerine gökten pis bir<br />
yağmur şakır şakır yağıyor. Yukarının saf sularının arındırıcı<br />
banyosu için olan uzun bekleyişimiz defalarca kez boşa çıktı;<br />
çamur, zihinlerimizi de kirletiyor ve kan izleri beliriyor. Silerek<br />
temizlemeye daha ne kadar devam edebiliriz? Kanla<br />
lekelenmiş dünyadan yükselen huzur duasının ahenksiz<br />
seslerini arındırmaya semanın mutlak sessizliği bile yetmiyor.<br />
Huzur mu? Huzuru sahiden kim dileyebilir? Yalnızca<br />
vazgeçmeye hazır olanlar.<br />
Atha dheerā amrtatvam viditvā<br />
Druvam adhruvēshviha na prārthayantē.<br />
Ebedî hakikatten emin olan dingin zihinli kimseler<br />
sonsuzu asla anlık şeylerde aramazlar.<br />
74
www.isaretatesi.com<br />
LII.<br />
En yüce insanlarımız, beklentilerinde insanlığa muazzam bir<br />
saygı göstermişlerdir. Bizden arzulananlardan dolayı<br />
kendimize inanır hale geliriz. Pratik kimseler, işlerini insanın<br />
sınırlarına dair öngörülerini temel alarak düzenlerler.<br />
İnsandaki sonsuzluğa olan inancı temel alan, tarihin büyük<br />
yaratımları, bu nedenle pratik kimselerin sağduyusundan<br />
kaynağını almaz. Buddha, insanlara, “Sevgiye dair<br />
düşüncelerinizi sınırların ötesine yayın” dediğinde; İsa,<br />
“Düşmanınızı sevin” dediğinde, sözleri sıradan dünyaya ait<br />
ideallerin ortalama standardının ötesine geçmiştir. Fakat onlar<br />
bize daima, gerçek hayatımızın sıradan dünyanın hayatı<br />
olmadığını ve içimizde tükenmez bir kaynaklar hazinesine<br />
sahip olduğumuzu hatırlatırlar. Umutsuz olmaya hakkımız<br />
yoktur, zira insanlığın en yüce umudu yüce kimselerin yüce<br />
sözleriyle dile getirilmiştir.<br />
75
www.isaretatesi.com<br />
LIII.<br />
İnsanın insan olarak tanınmakta başarısız olmayacak şekilde<br />
davranması, yalnızca kendi çıkarı için değil, asıl başkalarına<br />
olan sorumlulukları gereği önemli bir vazifedir. Kendini<br />
alçaltan kimse sırf kendi değerini değil, tüm insanlığın<br />
değerini düşürür. Büyük insanları gördüğü yerde insan<br />
kendini de büyük olarak bilir – ve bu büyüklüğün görüntüsü<br />
ne denli hakiki olursa büyük olmak da o denli kolay olur.<br />
76
www.isaretatesi.com<br />
LIV.<br />
Tüyleri yeni çıkmış kuşlara, gökteki uçuş inanılmaz<br />
görünebilir. Onlar, anlaşılır nedenlerle, kendi olanaklarının en<br />
üst sınırını yuvalarının kısıtlı standartlarıyla ölçebilirler. Fakat<br />
bu arada, besinlerinin bu yuvaların içinde yetişmediğini, uçsuz<br />
bucaksız maviliğin ötesinden getirildiğini farkederler. Sessizce<br />
konuşan bir ses, onlara, olduklarından fazlasını sakladıklarını,<br />
yükselen kanatların bildirisine ve özgürlüğün kıvançlı<br />
şarkılarına gülmemeleri gerektiğini söyler.<br />
77
www.isaretatesi.com<br />
LV.<br />
Istıraptan korktuğumuz ölçüde, kendi gerçeğimizden<br />
gizlenmek için türlü türlü saklanma yerleri inşa ederiz.<br />
Zenginliğimiz ve saygınlığımız bizi öz benliğimizle temastan<br />
yeterince uzak tutan barikatlardır. Böylece, kim<br />
olduğumuzdan çok neye sahip olduğumuza aşina oluruz.<br />
Istırabımız, korumalarımız arasından bize ulaşmaya çalışır,<br />
yapay dayanaklarımızı elimizden alır ve bizi çıplak<br />
yalnızlığımızla yüz yüze bırakır.<br />
Daha derindeki benliğimizin bu şekilde çırılçıplak kalışı<br />
sadece kendimizi araştırmamız ve en içteki kaynaklarımızı<br />
keşfedişimiz için değil, arınmamız için de gereklidir. Zira<br />
zenginlik ve rahatın güvenli örtüsünün altında, günbegün<br />
birikerek ıstırabın sert ovalayışlarıyla temizlenmeyi bekleyen<br />
kir ve ölü madde vardır.<br />
78
www.isaretatesi.com<br />
LVI.<br />
Yaşlılar ihtiyatlıdır ama bilge değil. Bilgelik bir zihin<br />
tazeliğidir ki, insan onun sayesinde hakikatin birtakım<br />
düsturların tabutları içine yığılmış olmayıp hür ve canlı<br />
olduğunu anlar. Büyük ıstıraplar bizi bilgeliğe sevkeder,<br />
çünkü onlar zihnimizin kendi alışkın ortamından kurtularak<br />
hakikatin kollarına çırılçıplak kavuşmasını sağlayan doğum<br />
sancılarıdır. Bilgelik bilgiyle ve duyguyla yetkinleşmiş çocuk<br />
karakteri taşır.<br />
79
www.isaretatesi.com<br />
LVII.<br />
Sabah, kuşların ezgilerine; yaşamın şafağı ise çocuğun<br />
müziğine sahiptir. Her evden, güzelliğin saf notalarıyla<br />
yaşamın bu nakaratı yükselir. Tazelik, kirinin sürtünüşüyle<br />
insanın dünyasından sürekli süpürülüp atılır, ihtiyarlığın<br />
nasırlı dokunuşuyla katılaşıp kararır; gene de insanlığın<br />
günlük yenilenişi, sonu gelmez yeniden doğuşlarla engelsizce<br />
akıp gider. Sonsuzluk insanın kapısında her çocukla çağrısını<br />
yineler ve sabahın bildirisi, ezgisini sapasağlam korur.<br />
Yaşamın, etrafımdaki çocuk bağırışları ve şarkılarından<br />
aldığım uyanış çağrısı, bugün yüreğimde karşılık buluyor ve<br />
onlarda yaratılışın hakiki sesini bulduğunu hissediyorum –<br />
çocuğun ruhunu yüreğinde sarıp sarmalanmış şekilde<br />
saklayan yaratılışın.<br />
80
www.isaretatesi.com<br />
LVIII.<br />
Sabahın ışığı ve çocukların sevincinden meydana gelen şu<br />
senfoni saf neşeyi anlatmaz bana. Zira yüreğimde onun<br />
pırıltısını bir hüzün gölgesiyle zayıflatan başka bir ezgiye<br />
karışır. Erişilmemiş ahengin, gerçekleşmemiş umudun<br />
haykırışıdır o. İdeal tamlığın basit notaları yaşamın kusur ve<br />
kopukluklarla inişli çıkışlı olan karmaşıklıklarına şiddetle<br />
çarpar ve düşüncelerimizi bir ıstırap hıçkırığı kaplar. Zira<br />
ıstırap kendi müziğini neşenin cennetten getirdiği notalarda<br />
bulur, nasıl ki çakıl taşları kendi müziklerini kahkahalar atan<br />
nehrin akışında bulurlarsa.<br />
81
www.isaretatesi.com<br />
LIX.<br />
Varoluş, ölümsüzlük çeşmesinin devinimidir. Siz ihtiyarlar,<br />
ruhunuzu onun suyuyla yıkayın ve bu sabah açan çiçekle,<br />
çehresinde yaratılışın ilk tebessümünü taptaze taşıyan ışıkla<br />
aynı yaşta olduğunuzu hissedin. Özgürlüktür bu – şu an<br />
ruhumuzu bulanık ihtiyarlığın suretiyle maskeleyen ve<br />
ölümsüzlüğün çocukları olduğumuz gerçeğini bizden gizleyen<br />
sisten özgürlük. Eğer yaşlılık ve ölüm gerçek olsaydı, çocuk<br />
insanın yüreğine böyle bir neşe getirebilir miydi? Ölümsüz<br />
yaşamın gerçekliğinin, sonsuz gelişimin ve daima yenilenen<br />
yetkinlik umudunun doğrudan idrak edilişinden<br />
kaynaklanmaz mı bu neşe?<br />
82
www.isaretatesi.com<br />
LX.<br />
Acıyı dindirmek ve sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışmak<br />
yakışır insana. Bununla beraber, ıstırabımızın büyük kısmının<br />
da, canlı doğamızın tamamen uyumlu ve zihnimizin<br />
bütünüyle alışkın olmadığı yeni bir varoluş düzlemine dâhil<br />
oluşumuzun başlangıcına atfedilmesi gerektiğini bilmeliyiz.<br />
Hayvansallığın dar yetkinliğinden, insan, manevi hayatın<br />
kusurluluğuna; ilkel geçmişimizin güçleri ile geleceğimize ait<br />
güçler arasındaki iç savaşın huzurumuzu elimizden aldığı yere<br />
varmıştır. Olağan evresine varmamış insanlık, ıstırabın gözleri<br />
kör eden buğusuyla sarılmıştır.<br />
83
www.isaretatesi.com<br />
LXI.<br />
İnsanın büyüklüğü sabah güneşi gibidir, ufku bizim çok<br />
uzağımızdadır. İnsan, hakikaten de ötesindeki hayatın içinde<br />
yaşar; meçhul üstat uğruna çabalar, doğmamış olan için<br />
biriktirir, hayatının en iyi mahsûlünü henüz gelmemiş<br />
hasatçılara bırakır; daha gelmemiş zaman onun için şimdiki<br />
zamandan daha gerçektir. Gelecekte yatan her şey için bir<br />
kurban olarak kendini sunar; gelişimine yön veren itici güç,<br />
beklentidir. Tüm bunlar, insanın henüz doğmadığını; onun<br />
tarihinin, doğum sancılarının tarihi olduğunu gösterir. En yüce<br />
insanlarımız, yaşamlarıyla insanın gelecekteki doğumunun<br />
haberini getirir, zira onlar gelecek zamanlarda yaşar, onu bize<br />
hazırlarlar. Bize, ihtişamı ıstırabın yokluğunda yatan bir<br />
yaşamı değil, ıstırabın yaşamın kendi malzemesine<br />
dönüştürülerek yaratıcı kılındığı bir yaşamı bildirirler.<br />
Liflerinde güneşin sıcaklığını ve ışığını toplayan ve<br />
meyvelerinin güzelliğiyle kendinden taşan ağaca benzer o<br />
yaşam. İnsan, ıstırabın ateşini söndürerek, rahatına, uyku<br />
dönemine, durağan zamanın evresine ulaşabilir; fakat aynı<br />
ateşe hâkim olarak, bilgelik fenerini tutuşturur, sonsuz<br />
geleceği aydınlatır.<br />
84
www.isaretatesi.com<br />
LXII.<br />
Bazı ıstıraplar vardır, onları hak ediyor muyuz sorusunu<br />
aklımıza getirirler. Açıklamaların bize sunulmadığını<br />
samimiyetle kabullenmemiz gerekir. Mademki yakınmanın<br />
bize en ufak bir faydası yoktur, o halde en iyisi onların bize<br />
yüklediği sınavın hakkını verelim. Yaralanmış olduğumuz<br />
gerçeğini göz ardı edebiliriz; asıl önemli olan cesur olup<br />
olmadığımızdır. Zira bunların biri neden ve sonuçların olduğu<br />
dış dünyaya aittir, diğeri ruhun dünyasına.<br />
85
www.isaretatesi.com<br />
LXIII.<br />
Bilmemiz gerekir ki, hak ettiklerimizin ve ihtiyaç<br />
duyduklarımızın bize tamı tamına sağlanması, âdeta,<br />
düzgünlüğü ideal bir kusursuzluğa sahip olan ve o yüzden de<br />
doğanın akışkan güçlerinin muallakta kaldığı bir dünyada<br />
yolculuk etmeye benzer. <strong>Düşünceler</strong>imizi ve enerjilerimizi<br />
akıcı biçimde etkin kılmak adına, ne kadar nahoş olurlarsa<br />
olsunlar, yaşamın coğrafyasında iniş çıkışlara ihtiyacımız<br />
vardır. Yaşam yolculuğumuz, bilinmeyen bir diyardaki bir<br />
yolculuktur; tepeler ve çukurlar ansızın karşımıza çıkar,<br />
onlarla uğraşmak zihnimizi etkin kılar. Onlar bize neyi hak<br />
ettiğimize göre gelmezler, neyi hak ettiğimiz onlarla olan<br />
münasebetimize göre belirlenir.<br />
86
www.isaretatesi.com<br />
LXIV.<br />
Geminin iç tarafı suyla dolu olduğu zaman, ancak ve ancak o<br />
zaman, dışarıdaki suların darbeleri tehdide dönüşür. İçteki su,<br />
görünüşte o kadar tehlikeli değildir, çalkantısı hayrete<br />
düşürecek derecede belirgin değildir – ölü ağırlığıyla<br />
mahveder. O yüzden tüm suçu dışarıdaki dalgalara atma<br />
dürtüsü ağır basar. Ama zamanla sağduyu belirmezse,<br />
pompalara yüklenen tüm ellere rağmen batmak kaçınılmaz<br />
olur. Oysa içteki sudan kurtulma görevi zaman zaman ne<br />
kadar umutsuz görünürse görünsün, her halükârda dışarıdaki<br />
denizlerin suyunu tahliye etmeye çalışmaktan daha<br />
mümkündür!<br />
Dışarıdan daima engeller ve karşıtlık söz konusu<br />
olacaktır, ama onlar ancak ve ancak içeriden de engeller ve<br />
karşıtlık varsa tehlikeye dönüşür.<br />
87
www.isaretatesi.com<br />
LXV.<br />
Belli bir mezhebe bağlı olduğumuz için Tanrımızın<br />
mülkiyetine sahip olduğumuza inandığımızda bu bize öyle<br />
tam bir rahatlık duygusu verir ki, Tanrı fikirleri kuramsal<br />
ayrıntılarda bizimkinden farklı olanlarla kavga etmek dışında<br />
Tanrıya ihtiyacımız kalmaz.<br />
İnancın gölgeler diyarında Tanrımızın yerini temin edip,<br />
gerçekliğin dünyasında tüm alanı kendimize ayırmak hakkını<br />
buluruz ve sonsuzluk mucizesini oradan dışarı sürer, onu<br />
evimizin mobilyaları gibi önemsizleştiririz. Bu ölçüsüz<br />
bayağılık, zihnimizde Tanrıya inandığımıza dair hiçbir şüphe<br />
olmayıp da yaşamımızla Onu yadsıyor oluşumuz sayesinde<br />
mümkün olur.<br />
88
www.isaretatesi.com<br />
LXVI.<br />
Mezhebinin inançlısı gururludur çünkü Tanrı üzerinde<br />
mülkiyet hakkı olduğuna emindir. Yürekten inançlı kimse ise<br />
ağırbaşlıdır çünkü Tanrının kendi yaşamı ve ruhu üzerinde<br />
sevgi hakkı olduğunun bilincindedir. Sahipliğimizin nesnesi<br />
bizden daha küçük olur; ve bağnaz mezhepçi, pek kabul<br />
etmese de, Tanrının bazı bireyler tarafından kendi yaptıkları<br />
bir kafeste güvence altında tutulabileceğine dair örtülü<br />
inancını pek çok sözüyle belli eder. Benzer şekilde, ilkel insan<br />
soyları da ayinlerinin ilâhları üzerinde büyülü bir etkisi<br />
olduğuna inanırlar. Mezhepçilik, dünyeviliğin din kisvesine<br />
bürünmüş sapkın bir biçimidir; maddi menfaate dayalı dünya<br />
tapıncından çok daha öte bir yürek darlığı doğurur. Zira<br />
katıksız çıkar arayışı, tıpkı güneşe ve havaya maruz kalan<br />
pislik gibi, kendi telafisini açıklığında bulur; fakat mezhepçilik<br />
kılıfı altında denetimsizce süren ve Tanrının küçültülmesine<br />
karşılık gelen kibir, kurtuluş ihtimalini yitirir, çünkü doğrudan<br />
doğruya saflığın kaynağını kirletir.<br />
89
www.isaretatesi.com<br />
LXVII.<br />
Tıpkı şiir gibi din de salt fikir değil, ifadedir. Tanrının kendini<br />
ifadesi, yaratılışın sonsuz çeşitliliğindedir; ve bizim Ebedî<br />
Varlığa olan yaklaşımımız da ifadesinde bireyselliğin sonu<br />
gelmez ve kesintisiz çeşitliliğini taşımalıdır. Canlı ruhun tüm<br />
doğal devinimini dışarıda bırakarak, kendi sınırlarını hasetle,<br />
fazla katı inançlar üzerine inşa eden mezhepler, teolojilerini<br />
yığarlar belki ama, dini öldürürler.<br />
90
www.isaretatesi.com<br />
LXVIII.<br />
Kendilerinin olan tek dini tüm zaman ve mekân için hâkim<br />
kılma girişimi, doğal olarak, mezhepçiliğe bağımlı olanlara<br />
mahsustur. Tanrının sevgisini dağıtmakta cömert olduğunun,<br />
ve Onun insanlarla iletişiminin tarihsel olarak tek bir yer ve<br />
zamanda durup kalıveren çıkmaz bir yola hapsolamayacağının<br />
söylenmesi onların gücüne gider. İnsanlık eğer günün birinde<br />
tek bir evrensel dinin tufanına uğrayacak olursa, mahlukatını<br />
manevi mahvoluştan kurtarmak adına Tanrı yeni bir Nuh’un<br />
Gemisi nasip etmek zorunda kalacaktır.<br />
91
www.isaretatesi.com<br />
LXIX.<br />
Din tamamen mezhebin mülkiyetinde olduğunda ve yavan<br />
ortalamanın seviyesine indirgendiğinde, doğru ve rahat olur,<br />
ama sanatın canlı ruhunu kaybeder. Zira sanat, evrenselin<br />
birey üzerinden ifadesidir; ve din, dış suretiyle, insan ruhunun<br />
sanatıdır. Yargılayabilen ama ikna gücüne sahip olmayan bir<br />
örgütlenmenin onay mührünü taşıyan resmî bir dinin dayattığı<br />
her türlü edep düsturunu ayaklar altına almak, âdeta bir gurur<br />
meselesi ve yüksek kültür göstergesi haline gelir.<br />
Benzer bir olgu da, edebiyatçıların iyi olma itibarına<br />
sahip her şeyden bilerek tiksinti uyandırmaya çalışmaları, ya<br />
da sanatçıların güzellik düşkünü olarak yaftalanmaktan<br />
korkmalarıdır. Onlar, güzellik ve iyilikte neyin münasip ve<br />
neyin hakiki olduğunun insanların zihninde birbirine karışmış<br />
olduğu gerçeğine karşı başkaldırmaktadırlar. Neyin münasip<br />
olduğunun takdir edilmesi ne zerre kadar kültür ne de doğal<br />
zihin duyarlılığı gerektirir; söz konusu değerlendirme,<br />
piyasadan halihazırdaki fiyatı alır, hakikate değerce ağır basar,<br />
buyurganlığıyla sefilleşir ve değerli şeylerin üzerine<br />
bayağılığın lekelerini bırakır. Eskiden beri, hakikati edebin<br />
zindanından kurtarmak şair ve sanatçıların görevi olmuş, fakat<br />
92
www.isaretatesi.com<br />
devrim zamanında bunlar hakikatin kendisini reddetmek<br />
suretiyle daha ileri gitme eğilimi göstermişlerdir.<br />
Ramayana destanımızda Prens Ramachandra, karısını<br />
onu kaçırmış olan devin zincirlerinden kurtardığı zaman, halk,<br />
onun kirlendiğinden şüphelendiğinden ötürü, reddedilmesi<br />
için gürültü koparır. Bunun gibi, sanatta da titiz kültür<br />
insanları, edebin hâkimiyetinde fazla uzun kalmasına göz<br />
yumulmuş olduğundan ötürü güzelliğin sürgün edilmesi için<br />
gürültü koparmaktadırlar.<br />
93
www.isaretatesi.com<br />
LXX.<br />
Girişimlerini doğanın dünyasında yürüten insanlar, onun<br />
güçlerine hâkim olmak suretiyle zenginleşir ve güçlenirler.<br />
Serüvenlerinde yollarına çıkan en önemli kazanç, ahlâki<br />
doğruluktur. Zira güç, bir bileşimdir ve tüm bileşimler, yetkin<br />
olabilmek için, bireylerin evrensel iyilik ilkesini benimsediği<br />
ahlâk yasasının yardımına ihtiyaç duyar. Ahlâki doğruluğa, en<br />
çok, insanlar hareket ettiklerinde, özellikle de birlikte hareket<br />
ettiklerinde ihtiyaç duyulur.<br />
Fakat, ister doğada olduğu gibi maddi, ister toplumda<br />
olduğu gibi ahlâki olsun, yasalar dışsaldır. Biçimseldir onlar;<br />
yetkinliğin daha derin gizeminden yoksundurlar – ki<br />
yaratılıştır o; doğadaki uyumun güzelliğinde, insandaki<br />
sevginin güzelliğindedir. Yasa, şeylerin durmaksızın<br />
dönüşmesine aracı olan sonlu mecradır, ama onun anlamı,<br />
sonsuz olan daha içteki bir merkezin etrafındaki döngüsünde<br />
yatar. Yaşamak üzere yasayı takip ederiz; ölümsüzlüğü<br />
bulmak üzere merkeze varırız.<br />
94
www.isaretatesi.com<br />
LXXI.<br />
Yasanın aralıksız akışını izleyerek ve sayısız güç alanlarını ve<br />
zenginlik açılımlarını keşfederek, sonsuz gayretten dem vurur,<br />
ama nihai kazançtan söz etmeyiz. Gücün hareket ederek<br />
çoğaldığını biliriz. Nihai bir amaca tosladığı takdirde ölümcül<br />
düşüşüne uğrar o. Dünyanın tüm halkları içinde pek acı<br />
şekilde en iyi biz biliriz ki, uluslar arayışlarından yorgun<br />
düşerek yerleşik hale geldikleri ve varlıklarını yığıp<br />
düzenlemeye başladıkları zaman; ve yeni fikirlere duydukları<br />
güvensizlik yüzünden, ahlâk kuralları töreler biçiminde<br />
katılaşarak yaşamın serüvenlerinin yolunda onlara rehberlik<br />
etmeye namüsait hale geldiği ve onları gelişimi durmuş<br />
geleneklere bağlı kıldığı zaman, işte o zaman, o uluslar, tarihin<br />
devingen güçleri tarafından yaşamın yüksek yolundan ağır<br />
ağır dışarıya itilirler.<br />
Fakat dış dünyadaki hareketin bu bitimsizliği, bize<br />
yalnızca, varılacak bir hedefimiz olmadığını, hedefimizin<br />
başka bir yerde olduğunu gösterir. Ruhun iç bölgesindedir o.<br />
Tekâmüle dayanan huzura duyduğumuz en derin özlem<br />
oradadır. Tanrımızla orada karşılaşırız. Odur dünyada daima<br />
hareket eden kuvvet. Odur ruhta daima sükûn içinde olan<br />
sevgi. Tanrı, doğada kendini bizden gizleyerek, bizi ileriye<br />
95
www.isaretatesi.com<br />
doğru çağırır; ruhta ise kendini teslim eder, bizi Kalbine toplar.<br />
O yüzden bizler, güç âleminde, çoğaldıkça çoğalmak suretiyle;<br />
sevgi âleminde ise, vazgeçmek suretiyle olgunlaşırız. Gene o<br />
yüzden, gurur, dünyevi hırslarımızda itici bir güç görevi görse<br />
de manevi arzularımızda engellerin en büyüğüdür.<br />
96
www.isaretatesi.com<br />
LXXII.<br />
Lirik bir şiirde, ölçü ve fikir birbirine kaynaşır. Bunlar ayrı ele<br />
alındıklarında iki karşıt güç olarak belirirler; ve doğal<br />
zıtlıklarının aşılamadığı, sonuç olarak da kötü şiirlerin<br />
üretildiği örnekler yaygındır.<br />
Bizler, önünde birbirini karşılıklı olarak engelleyen<br />
malzemelerin hazır bulunduğu sanatçılarız. Sürekli çatışır<br />
onlar, ta ki bütün halinde kusursuz olan bir yaratıma evrilene<br />
dek. Pek çok defa, kargaşadan kaçınıp barışı sağlamak adına,<br />
çekişen taraflardan birini feda ederiz. Bu, çatışmayı da<br />
imkânsız kılar, yaratımı da. Doğanın teskin olmayan tini<br />
ruhun dinginliğinden koparıldığında bizi şeylerden kuleler<br />
yığan çalışma çılgınlığına sürükler. Öte yandan, kendi<br />
gerçeklik dünyasından yoksun bırakılan manevi benlik,<br />
yalnızca soyutlamanın sürgününde yaşar, biçimlerin katı<br />
zorunluluklarınca denetlenemeyen abartıların zıvanadan<br />
çıktığı hayalî görüntüler yaratıp durur.<br />
97
www.isaretatesi.com<br />
LXXIII.<br />
İnsan yapımı dünya, insanın yaratıcı ruhunun bir ifadesinden<br />
ziyade gücün birtakım amaçları için mekanik bir araç<br />
olduğunda, katılaşır ve kendini daraltır, fazla kesin bir<br />
karaktere bürünerek yaşamın muazzam çağrışımlılığının<br />
yitirilmesi pahasına uzmanlaşmayı beraberinde getirir. İnsan,<br />
yaratıcı etkinliklerinde çevresiyle insancıl ilişkiler kurar,<br />
yaşamı ve sevgisiyle doğayı içgüdüye dönüştürür. Fakat<br />
faydacı enerjileriyle, doğa ile savaşır, onu kendi dünyasından<br />
sürgün eder, taş yürekli hırslarının çirkinliğiyle onu bozar,<br />
kirletir. İnsanın kendi eseri olan bu dünya, uyumsuz gıcırtıları<br />
ve mekanik hareketleriyle, ona, soyut bir sistemden ibaret<br />
olan, insana temas etmeyen, dolayısıyla da nihai gerçekliğe<br />
sahip olmayan bir evren düzenini ima edip durur, onu buna<br />
ikna eder.<br />
98
www.isaretatesi.com<br />
LXXIV.<br />
İfademizin doğruluğuyla, doğrulukta boy atarız. Sanatın<br />
doğruluğu, yaratımın yan tutmayan neşesinde yatar; ve<br />
kendisine yabancı olan bir amaca zorlandığı takdirde bu<br />
doğruluk ölümcül biçimde yaralanır. Yokolup gitmiş tüm<br />
büyük medeniyetler kendi sonlarına insanlığın bir biçimde<br />
sürekli yanlış ifade edilişiyle varmış olmalıdırlar: Türdeşlere<br />
dayatılan kölelikle; zenginliğin yol açtığı dev ölçekli<br />
asalaklıkla, insanın maddi kaynaklara aşırı bel bağlamasıyla;<br />
şüpheciliğin alaycı ruhunun, hakikat yolunda bizi ayakta tutan<br />
araçlardan bizi mahrum bırakmasıyla.<br />
99
www.isaretatesi.com<br />
LXXV.<br />
Yaşam yolunda bilincin ışığının yardımıyla ilerleriz. Fakat bu<br />
ışığı her adımda harcama lüksümüz yoktur. Ekonomiye<br />
ihtiyacımız vardır ve onu bize alışkanlık sunar. Alışkanlık<br />
sayesinde, zihnimizi tümüyle aydınlık tutmamız gerekmeden<br />
düşünebiliriz ve yaşayabiliriz. Şenlik gecelerinde ışığın<br />
fazlalığının bedelini hesap etmeyiz, çünkü o bir kusuru<br />
gidermeye değil, içsel bolluk duygusunu ifade etmeye yarar.<br />
Tam da aynı nedenle, alışkanlık manevi hayatımızda<br />
yoksulluğun bir işareti olur; zira o hayat, zorunluluğun değil,<br />
ifadenin hayatıdır. Sevgimizde, bilincin hakiki olabilmek için<br />
en parlak haliyle kalması şarttır. Zira sevgi, belli bir amacın<br />
yerine getirilmesi değil, bilincin tümden aydınlanmasının ta<br />
kendisidir.<br />
100
www.isaretatesi.com<br />
LXXVI.<br />
İbadet edimimizin bir alışkanlığa doğru körelmesine izin<br />
verirsek, kendine ket vurur, hesaplı bir sevgi ekonomisine<br />
tekabül eden salt sofuluk olarak katılaşır. Zira ibadetin<br />
karşılığı, edimin kendisinde değil, bilincin kusursuz bir<br />
biçimde dışarıya akışındadır ve bu hususta alışkanlığın bir<br />
engele dönüşme eğilimi vardır. Eğer adanmışlığımızın bize<br />
özel bir avantaj bahşettiğini hayal etmeye başlarsak, onun<br />
dünyevileşmesinin ve böylece sofu alışkanlıkların şekillenip<br />
değer kazanmasının önü açılır. Zira mesele kârsa, en ucuz<br />
pazardan satın almak en akıllıcadır; ama gaye tümden<br />
vermekse, ekonomi kişinin kendini aldatmasıdır.<br />
101
www.isaretatesi.com<br />
LXXVII.<br />
Maddi ve manevi yaşam süreçlerinde ortak bir şey vardır. Her<br />
ikisinde de kendimizi unutmamız gerekir. Attığımız her<br />
adımda kendimizi hatırlamak zorunda olmamamız sayesinde<br />
etrafımızda olup bitenleri daha iyi kavrarız. Daha fazla<br />
kendimize dönük olduğumuzda, dünya bizim için daha az<br />
hale gelir. Fakat yararlılığa dayalı sıradan yaşamımızda<br />
unutkanlık çoğunlukla negatiftir ve alışkanlıkla edinilir.<br />
Manevi yaşamda ise öyle değildir; orada benlik unutulur<br />
çünkü sevgi vardır. Münferit bir sözcük de böyledir; ayrıyken<br />
anlamını yitirir, ama bütün bir şiirin parçasıyken anlamını<br />
daha güçlü şekilde geri kazanır. Manevi yaşamda, özel bireysel<br />
amacımızı unutur, yetkinliğin kendi içimizden bizi aşan<br />
ruhuyla dolup taşarız. Böylece ölümsüzlüğümüzü duyarız –<br />
yaşamın büyük anlamını.<br />
102
www.isaretatesi.com<br />
LXXVIII.<br />
Doğamız karmaşık olduğundan, insani şeyler hakkında<br />
genellemeler yapmak sakıncalıdır; ve alışkanlıkların tek<br />
etkisinin zihni köreltmek olduğunu söylemek gerçeğin eksik<br />
bir beyanıdır. Yararlı alışkanlıklar, akışın sürmesine yardımcı<br />
olan bir kanalı andırır. Suyun ileriye akmaya devam ettiği<br />
yerde açıktır, yalnızca sapma tehlikesinin olduğu yerde suyu<br />
muhafaza eder. Arının yaşamı, kendi alışkanlık kanalında bir<br />
açıklığa sahip değildir; dar bir mükemmellik çevresinde döner<br />
durur. İnsanın yaşamı, örgütlü alışkanlıklar demek olan<br />
kurumlara sahiptir. Bunlar yolu tıkama vazifesi gördüğünde,<br />
sonuç, biçimin hayret verici kesinliğini taşıyan arı kovanı gibi<br />
mükemmel olabilir belki, ama sınırsız gelişim olanakları<br />
taşıyan zihin için bu uygun olmayacaktır.<br />
103
www.isaretatesi.com<br />
LXXIX.<br />
Manevi yaşamımızın akışı için, inanış ve ayinler, sabitlik veya<br />
açıklıklarına göre destek de köstek de olabilecek kanallardır.<br />
Manevi bir fikre dair bir sembol, kuruluşunda katı biçimde<br />
ayrıntılı olursa, desteklemesi gereken fikrin yerini alır. Sanatta<br />
ve edebiyatta duygusal kaidelerimizin simgesi olan metaforlar<br />
imgelemimizi ateşler ama onu teslim almazlar. Zira onlar<br />
bizim ilgimiz üzerinde tekel kurmaz, başka metaforların<br />
sonsuz olasılığı için yolu açık bırakırlar. Sabit ifade<br />
alışkanlıklarına doğru yozlaştıkları takdirde sanatsal<br />
değerlerini yitirirler. Shelley’in “Tarla Kuşu” şiirinde kâğıda<br />
döktüğü imgeleri el üstünde tutarız, çünkü onlar zevkimizin<br />
sınırsızlığına dair yalnızca bazı imalardan ibarettir. Gelgelelim<br />
onların uygunluk ve güzelliğinden ötürü, tarla kuşunu<br />
düşündüğümüzde bu imgelerin nihai olması gerektiği ve<br />
başka imgelere izin verilemeyeceğine dair bir kanun<br />
geçirilseydi, o zaman Shelley’in şiiri bir anda sahteleşirdi; zira<br />
onun sahiciliği akıcılığında, mütevazılığında, yani son sözü<br />
söylemediğini üstü kapalı olarak itiraf edişinde yatar.<br />
104
www.isaretatesi.com<br />
LXXX.<br />
Bizim öteki büyük bedenimiz dünyadır; bu küçük bedenimiz<br />
daima onunla kusursuz bir bağ kurmayı arzular. Sırf belli bir<br />
fayda uğruna mıdır bu? Gözlerimiz karanlıkta bir tehlike veya<br />
engel bizi gafil avlamasın diye, ya da gerekli olan şeyleri<br />
bulamayız diye mi görmeye çabalar? Şüphesiz güçlü<br />
dürtülerdir bunlar, ama büyük hakikat gözlerimizin çizgiler,<br />
renkler ve devinimler dünyasıyla buluşmasının zevkinde<br />
yatar. Bu ışık, ses ve temas evreninden gözlerimize,<br />
kulaklarımıza, uzuvlarımıza kesintisiz bir çağrı vardır ve onun<br />
karşılığı, yalnızca bize değil büyük dünyaya ait bir tatmindir.<br />
Ve o yüzden kadim çağlardan bu yana, ışık, yaşamın<br />
körlüğünün kapalı kapılarını durmadan çalmıştır – ta ki ısrarlı<br />
çabaların ardından, yaşam, görüş pencerelerini açmış, ikisinin<br />
birliği mükemmelliğe ulaşmıştır. Bu, en yüce anlamı kendi<br />
sevincinde yatan bir evliliktir.<br />
105
www.isaretatesi.com<br />
LXXXI.<br />
Kendi düşünme ve duyma organlarına sahip aklî bir<br />
bedenimiz vardır. Bir de insanın büyük sosyal aklı vardır; aklî<br />
bedenimiz onunla uyumlu olmayı arar ve bunun yetkinleşmesi<br />
adına deneyler durmaksızın sürer. Bu arzunun kökeninde<br />
menfaat yatmaz. Birlik dürtüsüdür o, aklımızı küçücük<br />
evimizden ve muhitimizden dışarıdaki aşk buluşmasına<br />
sürükler. Tatmin bulmak için insanlığın büyük aklıyla<br />
birleşmelidir. Arının yaşamındaki birlik hakikatinin ürünü, arı<br />
kovanıdır; fakat gelişim özgürlüğünde sınır tanımayan<br />
edebiyat, sanat ve siyaset, ya da ahlâk kaideleri ve dinler,<br />
insanın İnsan ile olan evliliğinden doğar.<br />
106
www.isaretatesi.com<br />
LXXXII.<br />
Sorulur bazen: Madem yaşam yolculuğu sonsuzdur, o halde<br />
onun hedefi neresidir? Yanıt, her yerdir. Bizler bir saraydayız,<br />
sonu olmayan bir saray, ama oraya varmışız. Keşfederek ve<br />
ilişkimizi genişleterek, onu hep daha da kendimizin kılarız.<br />
Bebek, yetişkinin olgun aklının yaşadığı evrenle aynı evrene<br />
doğar. Fakat onun durumu, henüz alfabeyi öğrenmemişken<br />
kendini üniversite sınıfında buluveren bir okul çocuğunun<br />
durumuna benzemez. Bebeğin kendi yaşam sevinci vardır,<br />
çünkü dünya sadece bir yol değil, aynı zamanda bir evdir ve<br />
bebek aklen olgunlaştıkça o evin daha fazlasını elde edecektir.<br />
Yolumuzda kazanç en sondadır, ama dünyamızda kazanç her<br />
adımda gerçekleşir; zira dünyamız hem yol hem evdir; hem<br />
bizi ilerletir, hem de bize barınak sunar.<br />
107
www.isaretatesi.com<br />
LXXXIII.<br />
Dünyadaki yaşamımız bir şarkı dinlemeye benzer, keyfini<br />
çıkarmak için sonunun gelmesini beklemeyiz. İlk notasından<br />
itibaren oradadır şarkı. Bütünlüğü tüm parçalarına yayılmıştır<br />
ve o yüzden sabırsızca sonu aramayıp, gelişimi takip ederiz.<br />
Benzer şekilde, dünya hakikatte bir olduğundan parçaları bizi<br />
yormaz – gene de onun birliğini daha derinden anladığımız<br />
ölçüde sevincimiz de derinleşir. Şu an, çeşitli enerjilerimiz<br />
doğanın ve insanın dünyasında çeşit çeşit olanla beraber<br />
kullanıldığında, içimizdeki Bir her şeydeki Bire doğru büyür.<br />
Eğer çok ve tek, sonsuz hareket ve hedefe varış benliğimizde<br />
uyum halinde olmasalardı, varlığımız bize daima gramer<br />
öğrenip gene de hiçbir dil bilememek gibi gelirdi.<br />
108
www.isaretatesi.com<br />
LXXXIV.<br />
Doğa bizi cömert yevmiyelerle cezbeden bir sahibedir; öyle ki,<br />
fazladan bahşiş için fazla mesai yaparız. Fakat tüm bu rüşvet<br />
ve ayartmaların ortasında insan gene de kurtuluş için haykırır.<br />
Zira o, doğuştan köle olmadığını bilir ve arzularını kısıtsız<br />
biçimde kovalamanın özgürlük olduğu yanılsamasına<br />
inanmayı reddeder. İnsanın gerçek güveni, gelişiminde yatar,<br />
biriktirdiklerinde değil. Yüce bir içsel hakikatin bilinci, kişiyi<br />
bayağı anların oluşturduğu çevreden alarak ebediyetin<br />
bölgesine çıkarır. Kendi içindeki pozitif bir şey uğrunadır ki,<br />
insan, zenginliğini, itibarını, hatta yaşamını feda eder, âlimin<br />
mantık kitabını bir kenara atar, bilgeliğinde bir çocuk gibi sade<br />
olur.<br />
109
www.isaretatesi.com<br />
LXXXV.<br />
Aslında insan, kendi bütünlüğünün yetkinliği içinde yerini<br />
alacağı daha içteki bölgeye ulaşmak ister; şeylerin ve olayların<br />
zincirinde sonsuz bir diziyle halkaların art arda eklendiği<br />
yerde kalmak istemez.<br />
Fakat nasıl ki bedenimiz kendi tatmini adına muazzam<br />
dünya-bedeniyle uyum ararsa, içimizdeki Bir de yüce Bir ile<br />
bütünleşmeyi arar. İçimizdeki Bir kendini tanır, kendinden<br />
sevinç duyar ve etkinlikleriyle kendini ifade eder. Bu yüzden<br />
onun en yüce Bir ile olan bütünleşmesi, akılda, sevgide ve<br />
ibadette olmalıdır. Bu, bizim dinimiz, yani yüksek doğamızdır.<br />
Onun erekleri kesin bir şekilde gösterilip açıklanamaz; çünkü<br />
o, manevi dünyadaki hayata aittir; orada amaçlarımız, bizim<br />
muğlak bir şekilde kutsanmışlık olarak tanımlamaya<br />
çalıştığımız şeyde onay bulur – kendinde bir amaç olan bir<br />
yetkinlik durumunda. İnsan için bunu göz ardı ederek<br />
yaşamak kolaydır, ama aslında insan onu asla göz ardı<br />
etmemiştir. Şüpheyle yaklaşır ona, alaya alır, hatta onu<br />
zedeler, kavramakta başarısız olur, ama başarısızlıkları ve<br />
asilikleriyle, ya da umutsuz kaçış denemeleriyle bile, hep bu<br />
yüce hakikatin etrafında dönüp durur.<br />
110
www.isaretatesi.com<br />
LXXXVI.<br />
Bir taş blok sert, katı ve durağandır, sanatçının düşüncesine bir<br />
direnç sunar. Fakat heykeltıraş için onun engelleri bir<br />
avantajdır ve imgesini ondan oyup şekillendirir. Maddi<br />
varlığımız ruhumuz için bir engeldir; her yanıyla tutsaklığı<br />
andırır ve göründüğü kadarıyla ruhumuz için sonu gelmez bir<br />
aşağılamadır. Ve tam da o yüzden, ruhumuzun kendini ortaya<br />
koyması ve zincirlerinden süsler meydana getirmek suretiyle<br />
özgürlüğünü ilan etmesi için en iyi malzemedir. Dış<br />
koşullarımızın kısıtlılıkları aslında ruhumuza fırsatlar sunar;<br />
ve onlara meydan okuyabildiği nispette ruhumuz kendi<br />
hakikatini ortaya koyar.<br />
111
www.isaretatesi.com<br />
LXXXVII.<br />
Canlı bedenimizin maddi dünyayla ilişkilerinde çeşitli istekleri<br />
vardır. Bunlar, ihtiyaca göre, yemek, uyumak, ısınmak,<br />
serinlemek ve benzeri şeylerdir. Fakat bedenimizin bir de<br />
kalıcı isteği vardır ki, daha derindedir ve o yüzden de gizlidir.<br />
Bu, sağlık isteğidir. Bu istek, her an hastalıklarla savaşmak ve<br />
değişen koşullara göre sürekli ayarlamalar yapmakla<br />
meşguldür. Etkinliklerinin büyük kısmı bilincimizin ardında<br />
yürütülür. Kendi beden sağlığına dair sağduyusu olan kişi<br />
bunu bilir ve bilinç düzeyindeki bedensel istekler ile örtük<br />
olan bu tek istek arasında uyum yakalamaya çalışır. Ve<br />
arzularının taleplerini gönüllü olarak sağlığın bu daha yüksek<br />
talebi uğruna feda eder.<br />
Başka insanlarla ilişki içine girdiğimiz bir de sosyal<br />
bedenimiz vardır. Onun bariz istekleri, bencil dürtülerimizle<br />
bağlantılı olanlardır. Başkalarından daha fazlasını almayı ve<br />
borçlu olduğumuzdan daha azını ödemeyi dileriz. Fakat sosyal<br />
hayatımıza derin bir şekilde içkin olan bir isteğimiz daha<br />
vardır ki, o da toplumun sağlığı ile alakalıdır. Sosyal<br />
sağduyusu olan kişi bunu bilir ve kişisel tatmin, rahatlık ve<br />
özgürlükle ilgili tüm yaygaracı isteklerini, başkalarının<br />
iyiliğine yönelik bu gizli isteğin hükmü altına almaya çalışır.<br />
112
www.isaretatesi.com<br />
Benzer şekilde, ruhumuzun bariz isteği bireyselliğinin<br />
ayrımını ortaya koymaktır, ama özünde de kendisini Yüce<br />
Ruha sevgiyle teslim etme isteği vardır.<br />
Sağlık isteği, bedenin geleceğini göz önünde bulundurur.<br />
Sosyal iyilik için olan istek de gelecek zamana doğru bakar.<br />
Yüzlerini sonsuza dönmüşlerdir. Ruhumuzun Yüce Ruhun<br />
sevgisiyle bir olma isteği zamanın ve mekânın tüm sınırlarını<br />
aşar. O yüzden bedenimizde, toplumda ve ruhumuzda yüzeye<br />
bakınca çok sayıda isteğin etkinliğini bulur, derine bakınca ise<br />
tüm o isteklere bütünlük veren, huzur, iyilik ve sevgiye<br />
yönlendiren tek isteği buluruz. Başka bir deyişle, bir yanda<br />
anlık arzular vardır, diğer yanda sonsuzluğa duyulan arzu.<br />
Ruhumuzun görevi bu ikisini birleştirmek ve yeryüzünün<br />
zemini üzerinde kendi cennetini kurmaktır.<br />
113
www.isaretatesi.com<br />
LXXXVIII.<br />
Genç bir arkadaşım bu sabah bana gelerek, doğum günü<br />
olduğunu ve on dokuz yaşına bastığını söyledi. Benim yaşım<br />
ile onun yaşı arasındaki fark fazla; gene de ona baktığımda<br />
gözüne çarpan, yaşamının tamamlanmamışlığı değil,<br />
gençliğinde bir şeylerin nasıl da tam olduğu. Gelişmekte olan<br />
bir şey ile tamamlanmak üzere olan bir şey işte bu noktada<br />
birbirinden ayrılır. Bir bina, bitmemiş haliyle bariz biçimde<br />
eksik olur. Ama yaşamın gelişiminde her aşamanın kendi<br />
mükemmelliği vardır; bu çiçek için de böyledir, meyve için de.<br />
114
www.isaretatesi.com<br />
LXXXIX.<br />
Çocukken Tanrı da benimle beraber çocuk olmuş, oyun<br />
arkadaşım olmuştu. Yoksa eksiklerim beni ezer; olmak ama<br />
tam olamamak her ânımı ıstıraba döndürürdü. Beni oyalayan<br />
şeyler ıvır zıvırdı ve toz toprakla, çalıp çırpıyla oynardım.<br />
Ama gene de uğraşlarım benim için değerliydi ve<br />
oyuncaklarıma atfettiğim önem, onları yetişkinin<br />
oyuncaklarıyla eşdeğer kılıyordu. Çocukluğun görkemi bana<br />
dünyanın hürmetini kazandırmıştı, çünkü orada cüzi surette<br />
sonsuzluk tecelli ediyordu.<br />
Gence kendisini her şeyiyle ortaya koyup hakir<br />
görülmeme hakkını veren de aynı sebeptir. Daima genç olan<br />
tanrısallık, onu kendi çelengiyle taçlandırmış, kulağına<br />
dünyanın tüm zenginliğinin haklı vârisinin o olduğunu<br />
söylemiştir.<br />
Sonsuzluk; çocukluğumuzun güzelliğinde, gençliğimizin<br />
gücünde ve yaşlılığımızın bilgeliğinde bizimledir – hem<br />
oynarken, hem kazanırken, hem de harcarken.<br />
115
www.isaretatesi.com<br />
XC.<br />
Şu akşam göğünün güzelliği, kendinde ürkütücülüğüyle<br />
muazzam olan güçler barındırır. Gene de bize dünyadaki tüm<br />
etkinliğin merkezinde bulunması gereken uyumu yansıtır –<br />
sessizliği müziğin ta kendisi olan bir uyumu. Uzağın ve<br />
yakının yüz yüze geldiği bu akşam dünyasının görüntüsünü<br />
yakalayabildiğimiz için, onda nelerin somut şekilde gerçek<br />
olduğunu görebiliriz: güzellik ve kavranılmaz sükûnet. Ölüm<br />
yoluyla yüce bir hayatın ölümsüzlüğü keşfedildiği zaman da<br />
aynı sükûnet görüntüsü bize tecelli eder. Buddha’nın derin<br />
ruhu da bu akşam göğü gibi zihnimizde belirir; ve tüm<br />
mücadelelerinin ve ıstıraplarının, insanlık adına olan tüm<br />
merhametli çabalarının arasından, güzellik olarak yansıyan<br />
kusursuz bir güveni ve iradenin dinginliğini görürüz. Daha<br />
sıradan insanlar için yaşamın alanı fazla dardır ve o yüzden,<br />
çelişkiler hakikatin tam bir görüntüsüne izin vermeyecek<br />
kadar abartılır. Ama emin olabiliriz ki, yaşamlarının akışında<br />
onlar da ölümün ötesine geçtiklerinde, bu çelişkiler uyumlu<br />
hale gelecektir; zira hakikat her yerdedir ve güzellik onun<br />
ifadesidir.<br />
116
www.isaretatesi.com<br />
XCI.<br />
Upanishadlar’da Tanrı, “Dingin Olan, İyi Olan, Bir Olan”<br />
şeklinde tanımlanmıştır. Onun dinginliği, Doğada açıkça<br />
gördüğümüz hakikatin dinginliğidir. Yeryüzü ve yıldızlar<br />
hareket eder, ağaçtaki her bir hücre çalışır ve hareket eder,<br />
çayırdaki her çimen meşguldür ve akşam yıldızının her zerresi<br />
kıpır kıpırdır, ama dinginlik tüm bu hareketin –yaratıcı olan<br />
bu hareketin– kalbindedir. İç dinginliği olmayan hareket<br />
yokeder. Dingin Olan Tanrı, yaşamında hakikate ermiş olana<br />
görünür – o hakikat ki daima etkindir ve gene de kendine<br />
egemen olmaktan doğan dinginliğin muazzamlığını taşır.<br />
Dinginlik; enerjinin yitimi ya da yaşamın sönümü değil,<br />
bunların mükemmelleşmesidir.<br />
Kendini hayatında ilk defa olarak bir fabrikada bulan<br />
cahil biri, hareketin afallatıcı karmaşasından ürkebilir; ama<br />
bilen kişi, merkezde kıpırtısızca yer alan amaç yoğunlaşması<br />
karşısında hayranlık duyar. Bu, tüm vehimleri ortadan kaldırır<br />
ve etkinliklerin kusursuz ilintisi güzellik olarak yansır.<br />
Hakikate ait olan dinginlik işte budur.<br />
117
www.isaretatesi.com<br />
XCII.<br />
Yaşam; içi ve dışı, amacı ve araçları, olanı ve olacak olanı<br />
birleştiren bir uyum akışıdır. Yığıp biriktirmez ama özümser o,<br />
inşa etmez ama yaratır; işleri ve kendisi asla ayrı tutulamaz.<br />
Çevremizdeki nesneler canlı olmadıklarında ve katı<br />
alışkanlıklara, yığılı mal ve mülke dönüştüklerinde, yaşamımız<br />
ve dünyamız birbirinden ayrılır, karşılıklı uyumsuzlukları<br />
ikisinin de yıkımıyla sonuçlanır. Yahut belli bir tutkunun<br />
dengesiz aşırılığı kendi dünyamızın yapılarında baskın<br />
geldiğinde, dünyamızın ağırlık dağılımı bozulur ve bu,<br />
yaşamımızın bütünlüğünü durmadan zedeler. Toplumdaki,<br />
idaredeki ve diğer örgütlenmelerdeki tüm büyük kötülüklerin<br />
kaynağı, canlı varlığın dıştaki yaşam alanına<br />
yabancılaşmasıdır. Ruhun zayıflayan akışının bu yüzden<br />
yarattığı gediği durmadan zenginlik yağdırarak kapatmaya<br />
çalışırız, oysa o, doldurma gücüne sahipse bile birleştirme<br />
gücüne sahip değildir. O nedenle, boşluk, şeylerin pırıltılı<br />
bataklık kumunun altında tehlikeli bir şekilde gizlenir ve onun<br />
artan ağırlığıyla, güvenli uykumuzun tam ortasında ani bir<br />
çökme yaşanır.<br />
118
www.isaretatesi.com<br />
XCIII.<br />
Hayvanların içinde yaşadığı duyular dünyası sınırlıdır.<br />
Aklımız, zihnimiz için kapıyı sonsuzun kalbine açmıştır. Fakat<br />
aklın sağladığı bu özgürlük, varoluşun ancak dış avlusundaki<br />
bir özgürlüktür. Bilgi nesneleri, biz bilenlere olan sonsuz<br />
uzaklıklarını korurlar. Zira bilgi birlik değildir. O yüzden,<br />
özgürlüğün daha ileriki dünyası, duyularla hissederek ya da<br />
akıl yoluyla bilerek değil ama kusursuz sevginin birliği<br />
yoluyla hakikate ulaştığımız yerde bizi bekler. Bu, tam olarak<br />
tahayyül edilmesi güç bir özgürleşmedir, yalnızca onun<br />
karakterine dair pırıltılar yakalarız. Bir resmin somut<br />
gerçekliğini onu gördüğümüz an algılarız; çizgileri ölçerek,<br />
renkleri inceleyerek ve kompozisyondaki uyum ilkelerini<br />
irdeleyerek onun hakkında bilgi sahibi oluruz. Ama o zaman<br />
bile resmi idrak etmiş olmayız; bunun için özümüzde onunla<br />
mahrem bir birlik kurmamız gerekir.<br />
119
www.isaretatesi.com<br />
XCIV.<br />
Botanik kitabındaki bir çiçek resmi bir bilgidir; bilmemizle<br />
beraber görevini tamamlar. Fakat saf sanatta kişisel bir iletişim<br />
söz konusudur ve dolayısıyla o, benliğimizin derininde ahenk<br />
bulmadığı sürece hedefine ulaşmaz. Varlığı, bize yalnızca<br />
dersler sunan bir başvuru kitabı olarak ele alabiliriz ve hayal<br />
kırıklığına uğramayız. Ama biliriz ki, varlığın görevi orada<br />
bitmez. Zira ondan aldığımız, başlı başına bir amaç olan haz,<br />
bize onun bir iletişim olduğunu hissettirir ve bunun nihai<br />
yanıtı bizim bilmemizin yanıtı değil, olmamızın yanıtıdır.<br />
120
www.isaretatesi.com<br />
XCV.<br />
Buddha, sırf insanlarla değil tüm yaratıklarla ilgili olarak<br />
Maitri’yi –uyum ilişkisini– vaaz ettiği zaman, zihninden geçen;<br />
dünyayı yalnızca bilinebilen ve kullanılabilen somut bir varlık<br />
olarak ele aldığımızda onunla ilişkimizi yanlış kurduğumuz<br />
gerçeği değil miydi? Dünyanın anlamının yalnızca sevgi<br />
yoluyla kavranabileceğini; ve onun ben tutsaklığından<br />
kurtulmuş ruhumuzdan yanıt bekleyen bir sevgi ifadesi<br />
olduğunu hissetmemiş miydi? Bu özgürleşme, negatif nitelikte<br />
olamaz, zira sevgi asla olumsuzlamaya götüremez. Kusursuz<br />
özgürlük, ilişkinin kusursuz uyumundadır, sadece tutsaklık<br />
bağlarının koparılmasında değil. Kendi başına özgürlük,<br />
içeriksiz olduğu gibi anlamsızdır da. Ruhun özgürleşmesi,<br />
varolan her şeyin merkezindeki hakikat ile olan ilişkisinin<br />
yetkinleşmesinde yatar – ve o hakikati tanımlamak<br />
olanaksızdır çünkü tüm tanımların sona erdiği yerdedir.<br />
121
www.isaretatesi.com<br />
XCVI.<br />
Hiçbir ateş sonsuza dek yanmaz. Yağ eksikliğinden, rüzgâr<br />
esintisinden ışık söner, hatta lambanın kendisi kırılıp<br />
parçalanır. Bir öfke ânında, karanlığın gücünün nihai ve<br />
gerçek olduğunu ya da lambayı yakarak ışığı kendimiz<br />
yarattığımızı söyleyebiliriz. Oysa gerçekte ışığın her sönüşü<br />
ışık kaynağının bitimsiz olduğunu kanıtlamak içindir ve<br />
insanın hakiki gücü bunu ancak tekrar tekrar kanıtlamasında<br />
yatar.<br />
122
www.isaretatesi.com<br />
XCVII.<br />
Dünya üzerinde gezinip her yana nüfuz eden bir ideal<br />
olduğuna inanıyorum – sırf hayal gücünün bir ürünü olmayan<br />
bir Cennetin ideali; her şeyin içinde olduğu ve kendisine doğru<br />
ilerlediği nihai bir gerçeklik. Bu Cennet görüntüsünün; güneş<br />
ışığında, yeryüzünün yeşilinde, akan ırmaklarda, baharın<br />
coşkusunda, bir kış sabahının dinginliğinde, insan çehresinin<br />
güzelliğinde ve insan sevgisinin zenginliğinde görülebildiğine<br />
inanıyorum. Yeryüzünün her köşesinde Cennetin ruhu<br />
uyanıktır ve ses verir. Biz farkında bile olmadan, bu ses, iç<br />
kulağımıza ulaşır, yaşam arpımızı akort eder, arzularımızı<br />
sonluluğun ötesine yollamamız için bizi zorlar – nasıl ki<br />
çiçekler kokularını, kuşlar şarkılarını göğe yollarlarsa.<br />
123
www.isaretatesi.com<br />
XCVIII.<br />
Enerjilerimizi kendimize nesneler ve zevkler temin etmek için<br />
kullanırız. Onların arka planında sonsuzluk yoktur. O yüzden,<br />
daha büyük kılmak suretiyle şeylere kalıcılık görüntüsü<br />
vermeye çalışırız. İnsan, zevkini ve gücünü uzatma kaygısıyla<br />
ilaveler yapmaya çabalar; ve bir gün hepsinin sona ereceği<br />
korkusuyla, durmaya korkarız.<br />
Fakat hakikat küçük olmaktan, sona ermekten korkmaz –<br />
tıpkı bir şiir gibi; sona erdiğinde gerçekten ölmüş olmaz.<br />
Bunun nedeni şiirin sonsuz dizeye sahip olması değil,<br />
kusursuzluk idealini taşımasıdır. Hakikatin durakları<br />
sonsuzun ritmine sahiptir; yitimleri, ölümsüzlük yolunda birer<br />
taç kapıdır.<br />
124
www.isaretatesi.com<br />
XCIX.<br />
Odamızdaki lambayı yakarız ve onunla dışarıdaki muazzam<br />
dünya arasında görünürde bir karşıtlık ortaya çıkar.<br />
Yeryüzündeki yaşamımız, bilincimizin içinde yoğunlaştığı bu<br />
küçücük odaya benzer. Ve dışarıda onun karşıtı olan ölümün<br />
uzandığına inanırız. Fakat varlığın bizim için geçerli olan<br />
bölünmez hakikatinden, sırf yaşamımız onu bir anlığına<br />
kararttı diye asla şüphe etmememiz gerekir.<br />
125
www.isaretatesi.com<br />
C.<br />
Dünyada gördüğümüz yaşam görüntüsü bir neşe<br />
görüntüsüdür. Neşe daima akıp giden renk, müzik ve<br />
danstadır. Hakiki olan ölüm olsaydı, neşenin ruhu varlığın<br />
kalbinden yitip giderdi. Gece yaktığımız lambanın küçük bir<br />
fitili ve azıcık yağı vardır. Ama onun küçücük alevi, muazzam<br />
karanlığın kalbinde olduğundan ötürü yanarken ürkeklik<br />
duymaz, zira onu canlı tutan ışığın hakikati sonsuzdur.<br />
126
www.isaretatesi.com<br />
CI.<br />
Dünya, müzikteki ses akışı gibi, güçlerin ve biçimlerin daimi<br />
bir akışıdır ve dolayısıyla dışarıdan geçicilik görüntüsü verir.<br />
Kayıpların kesintisiz bir akımı oluşuyla, dışarıdan ölümü<br />
temsil eder. Fakat kayıp, yalnızca vasıta için, müziğin içinden<br />
geçtiği enstruman içindir. Gelip geçici notalarla daima sürüp<br />
giden, melodinin birliğidir. Eğer münferit notalar uzatmalı bir<br />
bitimsizlik ilan edebilselerdi, müziğin ta kendisi olan hakiki<br />
sonsuzluklarını kaçırırlardı. Çölün değişmezlik niteliğine<br />
sahip olması, yaşamdan yoksun olmasından ileri gelir.<br />
Bereketli bir toprakta yaşam, ölümsüzlüğünü, durmadan<br />
ölümden geçişiyle ortaya koyar.<br />
127
www.isaretatesi.com<br />
CII.<br />
Bize düşen, içimizdeki Bir ve ebedî olan ruhu dışarı<br />
yansıtmaktır. Bu, onun ancak gelip geçici olan Çok’un içinden<br />
geçişiyle mümkündür – biçimlerin sürekli feda edilişi yoluyla<br />
ruhun sonsuzluğunun ortaya konuluşuyla. Benliğin toplayan<br />
ve içinde tutan kap olması, bize vazgeçebilme fırsatını verir.<br />
Sırf benliğe inanırsak, yığınaklarımıza telaşla tutunur, ıstıraba<br />
ve başarısızlığa uğrarız. Ruha inanırsak, bizzat yaşamın<br />
istikrarsızlığı ebedî anlamına kavuşur ve kaybetmeyi göze<br />
alabileceğimizi hissederiz.<br />
128
www.isaretatesi.com<br />
129
www.isaretatesi.com<br />
.<br />
130