Dergi 108 sayı 2
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü'nün yayın organı olan 108 2.sayısı ile sizlerle
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü'nün yayın organı olan 108 2.sayısı ile sizlerle
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
GENÇLİK, TARİH, KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİ - SAYI:2
T Ü R K G E N C İ , D E V R İ M L E R İ N V E
C U M H U R İ Y E T İ N S A H İ B İ V E B E K Ç İ S İ D İ R .
1920'DEN
GÜNÜMÜZE
BAĞIMSIZLIK
ATEŞİ
BİREYCİLİĞE KARŞI
TOPLUMCULUK
ÇANAKKALE’DE VE AFRİN’DE
VATAN SAVUNMASI
İmtiyaz Sahibi
Alper ULUTAŞ
Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa ÖZBEK
Yazı İşleri Müdürü
Oğuzcan YILMAZ
Sosyal Medya
Fatih EYİCE
Dağıtım
Buse SELÇUK
0534 311 79 29
Reklam
Yunus KAZAK
0546 914 19 04
Grak Tasarım & Dizgi
Burakhan BAŞARAN
Üzeyir COŞKUN
TARİHTEN 1 YAPRAK
Burakhan BAŞARAN
8 YÜZ
Okan BUÇAK
ANKARA’DAN
DOĞAN GÜNEŞ
Oğuzcan YILMAZ
ÇANAKKALE’DE BİR
ÜNİVERSİTE GÖMDÜK BİZ!
Handenur YILMAZ
1 KİTAP 1 FİLM
Mustafa KARATAŞ
IŞIKLARI AÇMAK
8ajans ADK
7
dergi108.adk@gmail.com
Türkiye bugünlerde çok kritik bir süreçten geçiyor. Mehmetçik Afrin’de Amerika’yı yeniyor,
emperyalizm yeniliyor, Doğu’dan yeni bir çağ kaim oluyor. Türkiye Doğu’dan doğan bu yeni çağın
öncülüğünü yapıyor. Türkiye, emperyalizmi mahv ve perişan ediyor. Bizler, Atatürk gençleri, bu antiemperyalist
mücadelede Mehmetçiğin yanında duruyoruz, kalbimiz Mehmetçikle atıyor.
Mehmetçiğin Afrin’de ne yaptığını, bu vatan savaşının gerekliliğini gençliğe anlatma, bu bilinci
yaşatma kaygısı duyuyoruz.
Atatürk gencinin yüreğinde vatan kaygısı vardır, bizler(Atatürkçü Düşünce Kulübü) bu kaygıyı taşıyan
herkesle birlikte omuz omuza mücadele ediyoruz. Bu mücadele bireycilik değil, toplumculuk
bilinci taşıyarak olur. Gençliğin isteklerinin sesi oluyoruz, kendi isteklerimizin değil. Dergi 108 bu
bilinci yaşatmak için vardır. Atatürk genci; Türk devrimini bilir, o bilinçte mücadele eder. Dergi 108
üniversite gencine, Türk devrimini anlatmak için vardır. Türk genci okumalıdır; kurtuluş mücadelesini
bilmeli ve yapılan ihanetleri unutmamalıdır. Dergi 108 tarihini hatırlatmak için vardır. Mehmetçik
Afrin’de vatan savaşı veriyor. Dergi 108, bu mücadelenin gerekliliğini anlatmak ve aynı yürekle
mücadelesini vermek için vardır. Dergi 108, üniversite gencinin ihtiyacı üzerine doğmuştur. Konularımız
gençliğin ihtiyaçları üzerine seçilmiştir. Sorduk kendimize; gençliğin ihtiyacı olan ne?
İhtiyaçları önümüze koyduk, aldık kalemi elimize.
Elimizden kalemi, yüreğimizden de devrimci ruhu asla bırakmayacağız. Umutsuzluğa kapılmadan
yazmaya ve mücadeleye devam edeceğiz. Nazım Usta’nın da dediği gibi;
“...yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken hiç umut yok mu
umut umut umut... umut insanda.
Umut bizde, umut gençlikte...”
Hiçbir zaman umudunuzu sol cebinizden eksik etmemeniz umuduyla...
İyi okumalar...
BİREYCİLİĞE KARŞI
TOPLUMCULUK
İki kız kardeşe artık okuldaki, ailesindeki, çevresindeki
öğrendikleri bilgiler yetersiz gelmiş ve bir bilge adamın
yanına gidip, bilgisinden yararlanmak istemişler. Bilgeye
sordukları her sorunun yanıtını alan kız kardeşler birkaç
gün daha burada kalmaya karar verirler. Bu geçen süre
içerisinde de sordukları her soruya cevap alan kardeşler
bu durumdan sıkılırlar ve ''bilgeye öyle bir soru sormalıyız
ki kesinlikle bilemesin.'' diye düşünürken birinin aklına kurnazca
bir kir gelir. Plan şöyle, bir kelebek yakalayıp avucunun
içine alacak ve bilgeye şu soruyu soracak ''elimdeki
kelebek yaşıyor mu yoksa ölü mü?'' eğer ölü derse elindeki
kelebeği bırakacak, yaşıyor derse hafçe sıkıp kelebeği
öldürecek. Bilgenin yanına gidip soruyu sorarlar ''elimdeki
kelebek yaşıyor mu yoksa ölü mü?'' bilgenin verdiği
cevap ise ''senin elinde kızım.”
GENÇLİK GELECEĞİNİ
KENDİSİ BELİRLİYOR
Gençliğin kaygısı her zaman gelecek olmuştur. Mezun ol
duktan sonra güzel bir iş bulmak, ev almak, son model bir
araba almak, güzel bir eş bulup evlenmek ve aile kurmak.
Peki geleceğimiz sadece bunlarla mı sınırlı? Üniversitelerde
verilen eğitimler bizim kişisel gelişimlerimizi karşılayıp bilinçli
bir birey olarak yetiştiriyor mu? Eğitim sistemi öğrencileri
birbiriyle yarıştırıyor ve bu rekabet ortamı bizleri bencilliğe
yönlendiriyor. Derslerde tuttuğumuz notları arkadaşlarımıza
vermememiz, hakim olduğumuz konuları arkadaşlarımıza
anlatmamamız gibi. Sistem bizlere mezun olduktan sonra
diplomalarımızı satarak iş sahibi olmamızı istiyor. Deniz
Gezmiş bu durumu çok güzel açıklıyor, "isteseydik diplomalarımızı
mor binlikler getiren bir senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık
katlarımız, arabalarımız olurdu. Fakat bizim yüreğimiz işçiyle
birlikte attı. Köylü ile birlikte attı.'' 1968 gençliği kendilerini
sistemin bireyciliğine kaptırmamışlardı, toplumculardı. O dönemde
de günümüzdeki gibi eğitim sisteminde sürekli reformlar
ve değişiklikler oluyordu. Parasız eğitim istiyorlardı.
Bu duruma hareketsiz kalmadılar ve üniversite işgallerine başladılar.
15 günün sonunda da başarılı oldular. Gençlik geleceğini
kendisi çizmişti.
Gelecekte nasıl bir birey olacağımız da bizim elimizde. Sistemin
istediği gibi ezberci ve bilgiden bilinçten uzak bir gelecek mi?
Yoksa bilgiyi hayatın gerçekliğinden alan, çevremizi aydınlatan
bir gelecek mi? Yukarıdaki hikayeden gidecek olursak, kelebeği
sıkıp öldürmekte, serbest bırakıp özgürlüğe uçması da bizim elimizde.
BİREYCİLİĞİN ZİHNE İŞLENMESİ
Bir karınca yuvası ateşe verilir. Binlerce karınca ateşten kaçmak
yerine larvalarını kurtarmak için alevlerin arasında girer ve çoğu
yanarak ölür. Karıncalar da geleceğini kurtarma isteğinde bulunurlar.
Peki geleceği kurtarmak sadece çoğalıp neslini devam ettirebilmek
mi? Bu düşünce bizleri sadece bireyciliğe ve bencilliğe itiyor. Çocuk
yaşlarda zihinlerimize bireyciliği işliyorlar. İlk okulda öğretilen bu
cümleleri hepimiz biliyoruz. ''baba bana bal al.'', ''baba bana top al.'',
''baba bana ip al.'' Bir insana durmadan “bana bana'' dedirtiliyorsa
bu insan bir süre sonra “hep bana hep bana” demeye başlar. Dikkat
edilirse çocuklarımız oyuncaklarını kardeşleriyle bile paylaşmıyorlar.
Her şey tek başlarına kendilerinin olsun istiyorlar. Oyunlarda, yarışmalarda
bile hep bireycilik var. Bu bireycilik ileri yaşlarda gelecek kaygısıyla
birleştiği zaman daha kötü sonuçlara doğru itecek bizleri, yani
kariyerizme geçecek.
KARİYERİZM EŞİTTİR KÖLELİK
Aşk ve kölelik. Günümüzde bu iki durumda da görünmez pran-
Kapitalizmi reddeden, sistemde bireycilik değil toplumculuk anlayışını
galarla birilerine bağlıyız. Ya bir sevgiliye ya da efendiye. En kötü-
öne çıkarmalıyız. Toplumculuk birlik olmak ve sorunlarla hep birlikte ba-
sü de efendiye derin bir aşkla bağlanmak. O durumda sadece şa çıkmaktır. Eğer birlik ortamını sağlarsak eğitimdeki sorunları da yeneriz,
bedenimizi değil ruhumuzu da teslim etmiş oluyoruz. İşte kariyer sokaklarda dilenen çocukların sorunlarını da yeneriz. Toplumculuk gerçek-
sevdası da böyle bir şey. Bir çeşit hastalık aslında; bu adı da kariyerizm. likle yüzleşmektir. Ülke sorunlarıyla, işçi sorunlarıyla, eğitim sorunlarıyla, eko-
Günde on dört saat çalışan birinin insanlığından bahsedemeyiz. nomik sorunlarla, akla gelecek her şeyle yüzleşmek. Bu sorunları yenmenin
O bir karınca olmuştur artık. Bir karıncadan da hayattan bir insanın tek yolu mücadele etmektir. Bireyciliği, kapitalizmi, liberalizmi, kariyerizmi
aldığı zevkleri almasını bekleyemeyiz. Tatil günlerinizde yapacak yıkacak tek güç de toplumculuktur.
bir şey bulamıyorsanız eğer, iş günün gelmesini ve fabrikadaki makinenizin
ya da osteki masanızın başına geçmeyi sabırsızlıkla hatta
tutkuyla bekliyorsanız eğer, siz de bir karıncaya dönüşmüşsünüz
demektir. İşte sistemin istediği çalışan proli de tam olarak budur.
Çoğumuzun bir türlü anlam veremediği, derinlerde hissettiğimiz sıkıntı
da bu aslında. Çünkü bizler öz benliğimizde karınca ya da sağılacak
sığır olmadığımızı biliyoruz. Öz benliğimiz sisteme karşı bunun savaşını
veriyor. Fakat benliğimiz sistem tarafından öyle bir sarılmış ki, egomuzu
besleyecek türlü unvanlar; para, şan ve şöhret bulunan kapitalizmin
benliklerimizi kandırması çok kolay.
Peki geleceği kurtarmak sadece
çoğalıp neslini devam ettirebilmek mi?
ÇANAKKALE VE AFRİN’DE
VATAN SAVUNMASI
Çanakkale ve Afrin. Bu iki savaş da o kadar önemli bir özelliktedir
ki sonuçları bir milletin kaderini her açıdan belirlemiştir. Neden mi
belirlemiştir? Varsayalım Çanakkale savaşı zaferle sonuçlanmasaydı
bugün ortada bir Türk devletinden dahi söz edilmezdi ya da
Afrin harekâtı, başarılı sonuçlanmasaydı hazırlanılan "ikinci İsrail"
yani güya Kürdistan devletinin kurulmasına bir adım daha yaklaşılacaktı.
Bu iki mücadelede şüphesiz Türk Milletinin ve mazlum milletlerin
kaderini tayin etmiştir. İki savaş da emperyalizme karşı vatan
savunması niteliğindedir. Çanakkale zaferiyle Batı emperyalizmine,
Afrin zaferiyle de Atlantik emperyalizmine ağır darbe vurulmuştur.
Bu iki mühim olayı tam kavrayamazsak birbirleri arasındaki o bağı
hiç kavrayamayız.
Mustafa ÖZBEK
ADK Başkan Yrd., PDR
İki zaferinde sonuçları küreseldir; Çanakkale zaferi sayesinde
Çarlık Rusya'yavyardım götüremeyen İtilaf Devletleri Lenin önderliğinde
gerçekleşen Bolşevik devrimine engel olamamıştır.
Özellikle bu devrim çok büyük önem taşıyor çünkü evvelden
bize karşı savaş halinde olan, emperyalist İtilaf safında yer alan
Çarlık Rusya'dan artık anti-emperyalist mevzide bizimle birlikte
mücadele edecek SSCB kurulacaktı. SSCB'nin kurulması hafe
alınacak bir hadise değildir çünkü kurtuluş mücadelemizde
39.000 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 63 milyon şek, 147.000
top mermisi, 2 avcı botu, 4.000 el bombası, 1.500 kılıç, 20.000 gaz
maskesi ve 125.000 TL değerinde altın yardımı yapmıştır. Yardımları
bunlarla sınırlı kalmayıp 1932 yılında faizsiz ve 10 yıl geri ödemeli
olarak 8 milyon kredi verilmiştir. Bu yardımlar öyle ufak yardımlar
değildir Kurtuluş Savaşı'mızın zafere ulaşmasında çok büyük etkisi
olmuştur. Sonrası gelişecek hadiselerde(II. Dünya Savaşı, Soğuk
Savaş dönemi) SSCB'nin küresel rolü çok büyüktür. Tüm bunların
temel nedeni şüphesiz Çanakkale Savaşı'nda kahraman Atatürk'ün
stratejik dehası ve Mehmetçiğin kararlı, fedakarca mücadelesidir.
Afrin zaferinin küresel etkisi Batı Asya'da kurulmak istenen ikinci İsrail
devletini engellemek, bölgedeki ABD yılanının başının ezilmesidir.
Bu zafer bölgedeki tüm mazlum milletlerin kaderini belirlemiştir;
emperyalizmin güdümünde yaşarken, anti-emperyalist ve tam
bağımsızlığa giden yolda umut olmuştur.
Afrin zaferle sonuçlanmasaydı eğer gitgide zalimleşen ABD
daha da kuvvetlenecek, hemen dibimizde saçtığı zülüm ve
tne b i z l e r e d e s ı ç r a y a c a k t ı . B u t n e n i n k a l b i o n l a r ı n
tabiriyle Orta Doğu bize göre Batı Asya'da atıyor. O tneyi yöneten bir
kaç şirketin dünyaya hakim olma yoluda Batı Asya'dan
geçiyor. Bu bölgede aldıkları mağlubiyet onların küresel çaptaki emellerine
ağır darbe vurdu. Bu mağlubiyetin doğuracağı sonuç
bölge ülkelerini daha da kenetleyecektir. Tıpkı SSCB-Türkiye ken
e t l e n m e s i g i b i . B u n u n f a r k ı n d a o l a n e m p e r y a l i z m
h a l a b ö l g e d e h e m M e h m e t ç i ğ e h e m d e E s a d
r e j i m i n e k a r ş ı k a r a p r o p a g a n d a l a r y ü r ü t m e k t e d i r .
GÜNEŞ DOĞU'DAN DOĞAR
Bundan 103 yıl önce gösterilen Çanakkale kahramanlığında ki
ruh bugün de yaşıyor . Mehmetçik Afrin'de, 103 yıl önceki ataları
nasıl emperyalizmi mağlup etmişse bugün de ABD emperyalizmini
Batı Asya'da mağlup etti. Emperyalizmin aktörleri değişse bile aynı
emelleri taşıyor. Ha Batı, ha Atlantik neticede Emperyalizm çağı bitiyor.
Mustafa Kemal'in, Mısır Büyükelçisiyle yıllar öncesinden yaptığı konuşmasında
bahsettiği çağın bugün Doğu'dan yükselişini görüyoruz:
“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şimdi günün ağardığını
nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin uyanışını da öyle
görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetlerine kavuşacak daha pek çok
kardeş milletler vardır. Bu milletler bütün güçlüklere, bütün engellere
rağmen her şeyi yenecekler ve güzel geleceğe kavuşacaklardır.
emperyalizm, yeryüzünde yok olacak ve yerlerine, milletler arasında
hiçbir renk, din, ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı
kaim olacaktır.” İşte fragman bitti; Atatürk'ün bahsettiği emperyalizm
çağı yeryüzünde yok oluyor, güneş doğudan doğuyor.
TARİHİN HAKİKATİNDEN KAÇIŞ YOK
Tarih her şeyi yazar; yapılan ihanetleri de gösterilen kahramanlıkları da.
19. Yüzyılın büyük lozlarından Karl Marx'ın da dediği gibi: "Tarih, geçen
zamanların şahididir, onun gerçeklerini aydınlatır, anıları meydana çıkarır,
günlük yaşamımıza yol gösterir ve eski zamanlardan bilinmeyen olayları
anlatır." tarih yapılan ihanetlerin şahididir, tarih yapılan ihanetlerden de
ders çıkarmamızı sağlar. Kurtuluş mücadelemizde iç cephede bozgunculuk
yapan, tne çıkaran hainler bugün de "Savaşa hayır" sloganıyla
güya "hümanist" bir tepkiyle Afrin harekatına engel olmaya çalışmışlardı.
Sol görünümlü emperyalizmin uşakları, emperyalizm zülüm saçarken
hümanist tepkileri neredeydi merak konusu. ABD'nin yürüttüğü bu psikolojik
savaş, gençliğin Mehmetçiğe desteğiyle yerle bir oldu. Atatürkçü
gençlik yaratılan bu algıya kanmadı kahramanca Mehmetçiğin en fazla
b i r a d ı m a r k a s ı n d a d u r d u . M e h m e t ç i ğ i n m o t i v a s y o n u n u
düşürecek her türlü hamlelere karşı ülkenin çeşitli üniversitelerinden
M e h m e t ç i ğ e b i n L e r c e s e l a m y o l l a d ı . T ı p k ı 1 0 3 y ı l ö n c e
c e p h e y e g i t m e k i ç i n c a n a t a n T ü r k g e n ç l e r i g i b i .
AFRİN'DE ÇANAKKALE RUHU
Çanakkale bize antiemperyalizmi öğretti, emperyalizme karşı mücadeleyi
öğretti. Nice kahramanlar çıkardı Çanakkale, nice yiğitler yatıyor Çanakkale'de.
O gün nasıl İngiliz emperyalizmine direnmiş isek teslim olmamış
isek bugün de Amerikan emperyalizmine direniyor Mehmetçik ve Türk
halkı aynı kararlılıkla. Afrin'de Mehmetçik, ABD'nin “kara gücüm” diye
bahsettiği PKK-PYD terör örgütlerine Çanakkale'de emperyalizme attığı
yumruğu attı. Doğudan yükselen anti-emperyalist hareketin öncülüğünü
yapıyor. Tıpkı bir asır önce Çanakkale'deki atalarımızın yaptığı gibi…
Bugün Çanakkale ve Afrin'deki kahramanlarımızı yaşatmak
v e a n m a k v i c d a n i b o r c u m u z d u r . Ç a n a k k a l e
antiemperyalist mücadelenin sembolüdür ve ondan çıkaracağımız
ders mücadelemizi güçlendirecektir. Tarihimizi öğreneceğiz,
tarihi öğrenip geleceğimizi aydınlatacağız ve tarihi gururlarımızı silmeye
çalışanları da tarihten aldığımız tecrübelerle ders vereceğiz...
AYLIK TARİH, KÜLTÜR, SANAT VE GENÇLİK DERGİSİ
tarihten
1
yaprak
Üzeyir Coskun .
Mekatronik Mühendisliği
Yıllardan 1827 Almanya'nın Magdeburg kentinde bir müzik öğretmeninin
oğlu dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni, annesi ev
hanımı olan çocuğun ismi Karl Detroit'tir. Karl, mutlu bir çocukluk
geçirmemektedir. Aile içi sorunlar çok fazladır. Henüz 5 yaşında
olan bir çocuk ve sürekli kavga eden ebeveynler… Onun şiddet
içinde büyümesini istemeyen akrabaları Karl'ı o evden uzaklaştırmayı
kafalarına koyar ve Karl'ı bir yetiştirme yurduna gönderir.
Anne ve babası olan bir çocuk, anne babası olmayan yüzlerce
çocuğun arasındadır. Bunalımı siz düşünün. Ailen seni sevmiyor mu,
ailen seni dilendiriyor muydu, sen de her gün dayak mı yiyordun?
Sorularının cevapları sadece hayırdı. Yalnızca ailesinin
o n u g ö r m e m e s i n i g e ç i n v a r l ı ğ ı n d a n b i l e b i h a b e r d i .
Karl günün sabahında Hamburg'a kadar varır. O dönemler Hamburg bir
liman kentidir. Dünya'nın her bir yanına gemiler kalkan bir liman kenti.
Sokaklarda yalnız başına dolaşan 8 yaşlarında bir genç o dönemler birçok
göçebeyi bir arada bulunduran, çok da zengin olmayan insanlarla dolu
olan bir kentte kimsenin ilgisini dahi çekmez. Karl gezinirken bir adamla tanışır
ve gemide çalışan bu adam sayesinde gemide bir iş bulur. Artık miço olarak
çalışacaktır. Birkaç yılını işi öğrenmekle geçiren Karl Detroit hayatını tamamıyla
değiştirecek bu işte 3 yılın ardından uzun yolculuklara çıkmaya hazırdır.
Gemi belirli bir sürenin ardından limanı da terk eder. Akdeniz'e limanı olan
bütün ülkeleri dolaşmak üzere Almanya'dan ayrılır. Küçük Karl nereden bilebilirdi
ki böyle bir hayat yaşayacağını. Gemi 3-4 ay Akdeniz limanlarında mekik
dokuduktan sonra Marmara Denizi'nden İstanbul'a giriş yapar ve Karl
güverteden İstanbul'u izlerken birdenbire suya atlayıverir, güvertedeki arkadaşları
arkasından bakakalır. Sürekli kaçan bir çocuk yetimhaneden, Almanya'dan,
gemiden… Karl Detroit Kızkulesi'ne kadar yüzmeyi başarır. (O dönemlerde
Kızkulesi cüzzam hane olarak kullanılmaktaydı. Cüzzamlı hastaların
tedavi gördüğü yer) Karl elini Kızkulesi'ne uzatır uzatmaz etrafı
y a r a b e r e i ç e r i s i n d e i n s a n l a r ı g ö r ü n c e k o r k u y a k a p ı l ı r .
Hemen bekçi tarafından oradan alınır ve karaya çıkartılır.
Dönemin Sadrazam'ı Ali Paşa büyük bir entelektüel, 6 yabancı dil bilen, şair…
Sadrazam Ali Paşa duyuyor ki, bir Alman gemisinden bir çocuk atlamış ve
Kızkulesi'ne yüzmüş. “Bu çocuğun bir derdi var, bunu hemen yanıma getirin”
der. Ülkenin sorunlarını bir kenara bırakır 12 yaşındaki bir çocuğun sorunuyla
ilgilenmek üzere onu yanına çağırttırır. Küçük Karl, Sadrazam Ali Paşa'nın
huzuruna çıkar, Ali Paşa sorar “Evlat derdin ne? Ne istiyorsun?” Karl anlatmaya
başlar her zamanki gibi kekeleyerek “işte ben yetimhanedeydim annem
babam kavga ediyorlarmış, orda da dayak vardı beni dövüyorlardı. Ben artık
gitmeyeceğim burada yaşamak istiyorum.” Ali Paşa şaşkınlıkla dinlerken tekrar
sorar “Peki anlıyorum ama gemin Akdeniz'in bütün limanlarına uğradı neden
o limanlarda bunu yapmadın da İstanbul'da atladın?” Küçük Karl Detroit büyük
bir heyecan içinde parmağıyla pencereden görünen Kızkulesi'ni göstererek
der ki “suyun içerisindeki şu beyaz kule var ya onu çok sevdim…”
Karl yurtta mutsuzdu. Yurt 2 katlı soluk bir yapıydı. İçi ağlayan, mutlu
görünmeye çalışan insanlarla doluydu ve Karl henüz 8 yaşındaydı.
Onu oraya bağlayan yalnızca kendi gibi hissettiği arkadaşlarıydı.
Mutsuz geçirdiği her geceyi bahçesinde sabah güneşiyle aydınlanan
meşe ağacının varlığıyla atlatırdı her zaman. Günlük rutini okula
gidip gelmek olan bir çocuğun ne kadar macera peşinde koşab
i l e c e ğ i n i k i m s e h a y a l d a h i e d e m e z d i .
Yine huzursuz geçen bir gecenin sabahına uyanmak istemedi bu sefer
Karl, kafasına koymuştu bu sefer gidecekti ve görmeyecekti sabah
meşe ağacını. Uyanmak istemedi o gecenin sabahına. Gıcırdayan
parkenin üstünde parmak ucunda hareket etti gecenin karanlığında.
Önce çarşafını söktü yataktan ardından üstüne örttüğü pikeyi.
Düğümledi birbirine, bir hayat düğümlercesine. Hiç tereddüt etmeden
kaçacaktı bu sefer, kararlı Karl. Sarkıttı kaldığı birinci katın penceresinden
düğümlenmiş çarşafı. İner inmez aşağı son kez baktı kahverengi tuğlalı
b i n a y a v e k o ş a r a k u z a k l a ş t ı o r a d a n .
Mehmet Al Paşa.
8
Almanlar çocuğu geri isterler, Sadrazam Ali Paşa “artık benim oğlum, nüfusuma aldım ”
diyerek Karl'ı geri yollamaz. Karl'a da der ki, “eğer ki kalmak istiyorsan sende bizim gibi
olmalısın, sana bundan böyle Mehmet Ali diyelim.” Karl Detroit'in 12 yaşından sonra adı
Mehmet Ali'dir. Mehmet Ali askeri okula gönderilir, çok iyi bir eğitim alır ve ardından Kırım
Harbi; Mehmet Ali, paşa olur. 1878 yılında Berlin Antlaşması öncesi bir heyet Berlin'e doğru
gider. Bu heyetin içinde Mehmet Ali Paşa'da vardır. Yani küçük Karl Detroit yıllar sonra
doğduğu ülkeye Almanya'ya dönmüş fakat bu sefer bir Osmanlı paşası olarak. Mehmet
Ali Paşa otelde arkadaşlarına “bir daha burayı görmek nasip olmayabilir, Magdeburg
yakın, dünya gözüyle doğduğum kenti son kez göreyim” der ve ardından yola çıkılır. Tabi
bu Magdeburg'ta duyulur, bir Osmanlı paşası varmış okulunu, yetimhaneyi görmeye gelecekmiş
denir denmez sabunlu sularla temizliğe başlanılır. Yetimhanenin önüne at arabası
yaklaşınca Mehmet Ali Paşa'nın heyecanı hala o günkü gibi diri, kalbi koşmanın yarattığı
heyecan ile aynı şekilde atıyordur. O ağacın önüne gider iç çeker arka bahçeye gider
havuza bakar ve en sonunda yattığı katın yatakhanesine çıkar. Yıllar sonra o pencereden
kaçan Karl Detroit yine o pencerenin önünden son bir kez daha meşe ağacına bakar ve ayrılır.
Mehmet Ali Paşa ve heyet Almanya'dan geri dönüş yolunda Arnavutluk'ta yolunu kesen
eşkıyalar tarafından linç edilerek öldürülür. Hayatını değiştiren onun için atladığı Kız Kulesi'ni
bir daha göremeden ölür. Mehmet Ali Paşa'nın İstanbul'da 4 kız çocuğu vardır. Onlardan
en küçüğü Celile Hanım… Celile Hanım'ın ise bir oğlu doğar 1902 yılında. Mehmet Ali Paşa'nın
hiç görmediği yalnız Türkiye'nin değil tüm dünyanın tanıyacağı bir çocuk olacaktır;
Nazım Hikmet Ran…
9
AYLIK TARİH, KÜLTÜR, SANAT VE GENÇLİK DERGİSİ
Burakhan BAŞARAN
Gazetecilik
10
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
AYLIK TARİH, KÜLTÜR, SANAT VE GENÇLİK DERGİSİ
11
“Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.”
ANKARA’DAN
DOĞAN GÜNEŞ
Okan BUÇAK
Gazetecilik
23 Nisan 1920
Dört bir yanı ateşlerle çevrili bir milletin kurtuluş meşalesini yaktığı, kurtuluşun
karargâhını kurduğu, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete geçtiği gün.
TBMM'NİN AÇILIŞI
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a çıktığı andan itibaren Anadolu'da bir
meclisin kurulmasını düşünüyordu. Çünkü Mustafa Kemal, saltanat rejiminin
savaşı kazanamayacağının, savaşı kazanmanın mili bir meclisten ve hükümetten
geçtiğinin bilincindeydi. Cihan Harbinden mağlubiyetle ayrılmış,
İstanbul Hükümeti ve padişah Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin
ülkenin dört bir yanını işgaline sessiz kalmış, hatta protesto dahi edememiştir.
Anadolu'nun her yeri İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali ile çalkalandığı, milletin
kalbinde ateşlerin yandığı, dönemde millet sokaklara dökülmüş mitingler düzenlemektedir.
En önemlisi İstanbul, Sultanahmet'te yapılmış. Halide Edip'in toplanan
kalabalığa hitabını Türk kadınları gözyaşları ile dinlemiş ve Halide Edip'in sözleri
toplanan kalabalığı zulme ve işgale karşı coşturmuştur. O sıralarda İstanbul'da
görev yapan General Ali Fuat Cebesoy'un kardeşi, Yüzbaşı Ali Bey mitingden
şöyle bahsetmiştir: ''hayatımda bu kadar heyecanlı bir gün yaşadığımı hatırlamıyorum.
Halide Hanım, milletin hissiyatına ne güzel tercüman oldu.'' Millet tüm
bu hisleri yaşarken, İktidar sahipleri İzmir'in işgaline sessiz kalmış hatta bu mitinglerden
korkmuş ve telaşa düşmüşlerdir.
Yeni kabine değişiminin ardından 1919 Sultan Vahdettin'in
yayınladığı Hattı Hümayun'da, İzmir'in işgalinden tek bir kelime
bahsetmemiş ve buna cesaret dahi edememiştir. Savaş kaybeden ve
kendi menfaatlerinin peşine düşmüş saltanat sahipleri, zafer kazanamaz Türk
Milleti'ni kurtuluşa erdiremezdi. Türk Milleti kurtuluşunu ve bağımsızlığını,
kendi iradesi ile kurduğu meclisin önderliğinde kazanacaktı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarının ilkesi şu iki esastır: Tam
bağımsızlık, kayıtsız ve şartsız milli egemenlik!” Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal, Samsun'a çıkar çıkmaz meclisin Ankara'da kurulması için çalışmalara
başlamış fakat bu çalışmalarda yalnız kalmıştır. Amasya ve Sivas'ta yapılan
Gizli Komutanlar Toplantılarında, Ankara'da kurulacak milli hükümet kirlerini
açmış fakat komutanları ikna edememiştir. Heyet-i Temsiliye, meclisin İstanbul'da
toplanması kararını almıştı. Bunun üzerine 12 Ocak 1920'de meclis İstanbul'da toplandı.
Meclis-i Mebusan tüm mebusların imzası ile Misak-ı Millî kararlarını aldı, fakat
18 Mart 1920 de İngiliz askerleri meclisi kuşatmış, Heyet-i Temsiliye vekillerini tutuklamıştır.
Bu olay Ankara'da meclisin açılmasının yolunu açmıştır. Mustafa Kemal 21
Nisan günü bir bildiri yayınlar ve meclisin Ankara'da toplanacağını duyurur. 23 Nisan
1920 I. Meclis Ankara'da kurulur.
Millî meclis açılmış ve aldığı kararlarla cumhuriyeti kurmuştur. Türk Milleti
Mustafa Kemal'in önderliğinde egemenliğini kendi eline almıştır. Meclisin
ilk kararları Cumhuriyetin kurulduğunun ilanıdır. Meclis “hükümet kurmak
gereklidir.” kararı ile temsil heyetinin görevini sona erdirmiş ve yeni Türk
Devleti'nin ilk hükümetini kurarak kurucu meclis olmuştur. “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir ve Meclisin üstünde kuvvet yoktur.” kararları ile saltanat
rejimi geçersiz kılınmış ve İstanbul Hükümeti yok sayılarak cumhuriyete
geçiş ilan edilmiştir. Kurulan Cumhuriyet şanlı İstiklal Savaşı'mızı başlatmış
ve kesin zafere ulaştırmıştır. Yurdunun dört bir tarafı işgal edilmiş,
İngiliz emperyalizminin önderliğinde kıskaca alınmış, sömürgeleştirilmek
ve köleleştirilmek istenen Türk Milleti'nin kalbinde Milli Hükümet ve Cumhuriyet
bir güneş gibi doğmuştur.
V a r o l m a s a v a ş ı v e r e n m i l l e t a s l a k a -
ramsarlığa kapılmamış ve bağımsızlığından vazgeçmemiştir. Meclisin
kurulması ile daha da ümitlenen ve cesaretlenen millet, kendi yapıtı olan
meclisin ve büyük devrimci önderi Mustafa Kemal'in etrafında bir yumruk
gibi kenetlenmiş ve emperyalizme o yumruğunu indirerek, vatanını ve
bağımsızlığını kurtarmıştır. Millet Kurtuluş Savaşı için büyük fedakârlıklar
yapmıştır, Tekâlif-i Millîye kararı ile varını yoğunu bu savaşa ve meclisine
vermiştir. Ayağındaki çarığına kadar ordusuna teslim eden bu millet, Balkan
Savaşları ve Dünya Savaşında eşlerini ve çocuklarını kaybeden, cepheye
artık gönderecek tek bir oğlu kalan kadınlar veya kendileri cepheye
koşan, kağnılarda mermi sırtlarında bebelerini taşıyan kadınlar, milletle tek
bir ortak kaygıyı taşımayan, kendini kurtarma arzusuna düşen, iktidarı için
mandaya ve himayeye boyun eğen saltanat ve meşrutiyet rejimi için bu
fedakârlığı yapar mıydı? Bu kuvveti ve fedakârlığı, kendi saltanatını kurtarmak
için çırpınan meşrutiyet rejimi seferber edemezdi, çıkarları milletin
çıkarları ile çakışan saltanatı ortadan kaldıran Cumhuriyet bunu başarmıştır
ve savaşı kazanmıştır. Anadolu'da Cumhuriyet ilen kurulmasaydı Kurtuluş
Savaşı da kazanılamazdı. Kurtuluş Savaşı Cumhuriyet'i getirmemiştir,
C u m h u r i y e t , K u r t u l u ş S a v a ş ı ' n ı k a z a n m ı ş t ı r .
ÇANAKKALE’DE BİR
ÜNİVERSİTE GÖMDÜK BİZ!
Oğuzcan YILMAZ
Uluslararası Tic. Loj.
Çanakkale Zaferi'nin 89. Yıldönümünü kutladığımız şu günlerde
şüphesiz Türk halkı olarak buruk bir sevinç içerisindeyiz. Nice kahramanlıkların,
nice yaşanılması güç olayların görüldüğü bir muharebe
alanıydı Çanakkale… Yeni kurulmakta olan birliklerin subay
ihtiyacı İstanbul ve Anadolu'daki okullar tarafından karşılandı.
Seferberlik başlangıcında ilk silah altına alınanların üniversite ve
medrese öğrencileri olması nedeniyle, Çanakkale
Savaşı için “Subaylar Savaşı” da denilmektedir.
Çanakkale Savaşında 100 binden fazla okumuş ve aydın Türk
kaybedildi ve bu kaybın olumsuz etkileri Türk İstiklal Harbi'nde
ve Cumhuriyet döneminde görüldü. Mustafa Kemal Atatürk bu
kaybı şöyle ifade etmiştir: “Biz Çanakkale'de bir
d a r ü l f ü n u n ( ü n i v e r s i t e ) g ö m d ü k . ”
1912'de 60 mezun veren Galatasaray Lisesi, 1915 yılında 18, 1916'da 4 ve
1917'de 5 öğrencisini mezun edebildi. Çanakkale'ye gönüllü olarak gitmek
üzere başvuran İstanbul Erkek Lisesi öğrencileri, 13 Mayıs 1915'te Arıburnu'na
sevk edilen ikinci tümene katıldılar. Lise öğrencilerinin kollarında sarı kurdele
bağlıydı ve hedef olmamaları için çıkarmaları emredilmişti onlara. Ancak
19 Mayıs taarruzunda İstanbul Erkek Lisesi bu taarruzda 50 öğrencisini
kaybetti. Lisenin 50 öğrencisinin şehit olduğu haberi okula ulaşınca, okul yasa
büründü ve geride kalan öğrenciler, ağabeylerinin anısına okulun bütün kapı
ve pervazlarını matem rengi olan siyaha boyadılar. Çanakkale zaferinden
sonra okulda yapılan yoklamada şehitlerin ismi okunduğunda “Şehit …
Cennet-i Ala'da!” diye bağırdılar. Vefa Lisesi ve Çapa Erkek Öğretmen
Okulu da bu yıllarda Çanakkale Savaşı'na katılan ve şehit düşen öğrencileri
nedeniyle mezun veremedi. 1914-1916 yılları arasında Balıkesir Lisesi'nde
okuyan ve mezunlardan gönüllü olarak cepheye giden 100 izci öğrenciden
87'sinin şehit düştü. Bu sebeple o yıl hiç mezun verilemedi. Sivas Kongresi'ne
ev sahipliği yapan ve günümüzde müze olarak kullanılan bina 1915 yılında
Sivas Erkek Lisesi olarak hizmet veriyordu. Çanakkale Savaşı başladığında
lisenin son sınıf öğrencileri eğitimlerini bırakıp gönüllü olarak cepheye gitti.
Öğrenciler okuldan ayrılırken hocalarına hitaben tahtalara; “Hocam biz
Çanakkale'ye gidiyoruz. Hakkınızı helal edin.” diye yazdılar. Ancak, o tarihte
cepheye giden öğrencilerin tümü şehit olduğu için dönen olmadı. Sivas Lisesi,
Çanakkale Savaşı'nda 18 şehit verdi. Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi,
Trabzon Lisesi, Erzurum ve Konya Gazi Liseleri de o yıl hiç mezun veremediler.
14
1915 yılı Çanakkale Cephesi ölüm değirmeni gibi koskoca genç
bir nesli yutmasına rağmen doymak bilmiyordu. Ölenlerin sayıları
arttıkça cephelerde boşluklar oluşuyordu. Cephede meydana
gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden,
en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki
eli silah tutan bütün gençlerin gönüllü olup olmadığına dahi bakılmaksızın,
Çanakkale'ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise
haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı ordusunda
insan kaybı inanılmaz bir noktaya vardı. Yine de Harbiye Nezareti,
harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa
memleket iznine göndermeye gayret etmişti. Harpte gün geçtikçe
artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korkusunu doğurmuştu
ve savaşan askerler nüfus sayısını artırma amaçlı köylerine yollanıyordu.
Savaş sırasında İtilaf Devletlerinin kara çıkarması yapmalarıyla
birlikte cephede takviye kuvvete olan ihtiyaç daha da arttı.
Sultan V. Mehmed Reşad, Askeri Mükelleyet Kanunu'nda değişiklik
yaparak lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı.
Sultan Reşad'ın emri ile değişiklik yapılan Mükelleyet Kanunu'nda;
“Madde 1: Mükelleyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkatinin (geçici
kanununun) 42. Maddesindeki fıkra atiye (geleceğe) tezyil (ertelenmiş)
olunmuştur. Muayene-i intihaiye esnasında (muayene sonucunda)
mekatib-i sultaniyenin (sultani mekteplerinin) onuncu sınıarında
bulunanlar da hizmet-i makzura (zikri edilen hizmet) hakkına
nail olacaktır." Sultan V. Mehmed Reşad'ın açıklamasından sonra
Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayınlayarak bedenleri gelişmiş, harbe
elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların
da kıtalara teslim olmalarını istemişti. Padişahın ve Harbiye Nezaretinin
bu çağrısı üzerine; Sivas, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Adapazarı,
İzmir, Aydın, Muğla ve Konya'nın, tahsilleri ve hayatlarının henüz başındaki
bu yeni yetme gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce
vazifeyi hakkıyla yerine getirmeleri için silahlandırdılar.
Sözleri
Hey On beşli On beşli
Tokat Yolları Taşlı
On beşliler Gidiyor
Kızların Gözü Yaşlı
Aslan Yârim Kız Senin Adın Hediye
Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye
Fistan Aldım Endazesi On Yediye
Giderim Elinizden
Kurtulam Dilinizden
Yeşil Baş Ördek Olsam
Su İçmem Gölünüzden
Aslan Yârim Kız Senin Adın Hediye
Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye
Fistan Aldım Endazesi On Yediye
Gidiyom Gidemiyom
Sevdim Terkedemiyom
Sevdiğim Pek Gönüllü
Gönlünü Edemiyom
Aslan Yârim Kız Senin Adın Hediye
Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Gediye
Fistan Aldım Endazesi On Yediye
Bu savaş “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” türküsündeki gibi
ülkeye “gençliğim eyvah!” dedirtti ama o öğrencilerin cesaret
aşılayan mücadelesi hem Çanakkale'den zaferle dönenlerin
hem de sonraki kuşakların vatanı müdafaa kararlılığını artırdı.
15
TARİH, KÜLTÜR, SANAT VE GENÇLİK DERGİSİ
Handenur YILMAZ
Veterinerlik
Turgut Özakman - Diriliş
Tür: Kurgu, Roman Yayınevi: Bilgi Yayınevi Yıl: 2008 Sayfa Sayısı: 688
Tarihin en eski milletlerinden birinin dirilişi…
Ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini
u n u t m a m a k , k a n d ı r ı l m a m a k , s ö m ü r ü l m e m e k , e z i l m e m e k ,
ölmemek üzere çığlık çığlığa dirilişi… Turgut Özakman'ın 3 büyük
eserlerinden biri olan Diriliş-Çanakkale, savaş sırasında o siperlerde
yatmış, o ateş altında kalmış, yüzüne kan sıçramış gibi hissettiren
bir eserdir. Her satırında Çanakkale ruhunu tam anlamıyla okuyucuya
veren bir eserdir. Uzun çalışmalar sonucu eserini hazırlayan şair,
Çanakkale zaferinin bütün ayrıntılarına değinmiş ve romanını dipnotlar
ile şekillendirerek okuyucuya tarihi bilgiler vermeyi amaçlamıştır. Turgut
Özakman, Çanakkale Savaşı'nı ve o dönemi en iyi özetleyen ve sonrasını
sonsuza açan sözcüğün “Diriliş” olduğunu düşünmüştür. “Çanakkale,
Birinci Dünya Savaşı içindeki büyük savaşlarımızdan en önemlisi, örneği
olmayan bir zaferdir.''demiştir. Bu ruhu anlamak ve içinde hissetmek için
herkesin okuması gereken bir kitaptır.
Son Umut (The Water Diviner)
Yapımı: 2014 - Avustralya,ABD,Türkiye Tür: Dram, Savaş Süre :111 Dk.
Yönetmen: Russel Crowe Oyuncular: Russel Crowe, Olga Kurylenko,
Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan
Senarist: Andrew Night, Andrew Anastasios
Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale'de yaşanan savaşa, İngiliz
ordusuna katkı sağlamak için kurulan Avustralya ve Yeni Zelanda kolordusunda
ülkemiz topraklarını işgal etmek için gönderilmiş Anzak
askerlerinin hikayesinden yola çıkarak kaleme alınmış senaryo. Gerçek
bir hikayeden uyarlanmıştır. Russell Crowe lmde,Çanakkale Savaşı sırasında
ortadan kaybolan üç oğlunu aramak için Türkiye'ye gelen Avustralyalı
bir çiftçiyi canlandırıyor.Olay örgüsü Çanakkale zaferinin destansı
anlatımından daha çok o dönemde oğullarını arayan bir savaşında göstermiş
olduğu haklı mücadeleyi yok saymamış Türk sinema tarihinin de en
gözde 2 ismi olan Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan da lmde önemli bir
konumda yer almışlardır.
16
AYLIK
AYLIK TARİH, KÜLTÜR, SANAT VE GENÇLİK DERGİSİ
IŞIKLARI AÇMAK
Mustafa KARATAŞ
Sivas Lisesi
Cumhuriyet kavramını bilmeden cumhuriyet topraklarında
yaşamak ne kadar doğru? Bir insanın denizde yaşayıp da
yüzme bilmemesi gibi bir şey bu. Evet, çoğu insanın bu şekilde
yaşadığı su götürmez bir gerçek. En vahim durum ise Türk
gençliğinin bu şekilde yaşayıp sisli bir yolda sis lambalarını
açmadan gezmesidir. Ortaokul ve lisede öğretilen cumhuriyet,
demokrasi, laiklik ve en önemlisi Atatürk gibi kavramları kaba
saba şekilde bilip bunların arkasında iyi ya da kötü bir sürü kir
ve eleştiride bulunması Türkiye'nin kanayan yarasıdır. Bu kanayan
yaraya pansuman yapan, tedavi etmeye çalışan çok az
aydın ve gencimiz var. Sağ, sol, Atatürkçülük, sosyalizm gibi
nice kavramlar hakkında kulaktan dolma bilgilerle yetinen
ve bunlar hakkında bir şey sorunca küplere binen bir gençlikle
karşı karşıyayız. Etrafındaki insanlar kişiye ne kadar yakın ve isteklerini
tatmin edecek şeyler sunuyorsa, o insan araştırmadan,
okumadan onun gösterdiği yolda yürümeyi hatta yürümeyi
geçtim koşmayı dahi göze alıyor. Bukalemun gibi bulunduğu
ortamın rengine bürünen insanın hayvandan farkı nereye kayboldu?
Bizleri hayvanlardan ayıran en önemli yetimiz aklımız ve
onu faydalı kullanabilmemizdir. Aklı faydalı kullanmakta çok
okuyarak ve yine çok okuyarak gerçekleşecektir.
Hiçbir görüşe körü körüne bağlanmadan, sorgulayarak eksik aramalıyız. Bu
şekilde kendi görüşümüzü bile en üst seviyeye taşıyacak olan
bizleriz. Unutmayalım ki her görüşün bize katacağı birçok şey
vardır. En önemlisi karşı görüşteki birisinin bile görüşünü ondan
daha iyi bilmek ve ona göre tavır almak, tezlerine antitezler sun
mak yine okuyarak olacaktır. Bu görüşe karşıyım ve bilginize sa
vaşırım demek oldukça yanlıştır. Bilgisizlik bir bakıma aptallıktır ve
bir aptal kendinden daha aptal birine hayranlık duyar. Bizler bilinçli
ve kendimizi geliştirmeye devam eden bireyler olmak zorundayız.
Kafasını kullanan biri için hiçbir şey önemsiz değildir. O halde biz
kafasını kullanan insanlardan olmak zorundayız. Yarın, gelecek
hafta gibi kalıpların arkasına yaslanmaktan kurtulamayız. En doğru
zaman şimdidir ve şimdi pes etmeden çalışmaya koyulup bundan
asla vazgeçmemeliyiz. Her insan bir kere genç oluyor ve bir kere
yaşıyor şu dünyayı o halde bu beyhude geçen dur demeden yaşamaya
devam mı edeceğiz? Asla bu kabul edilemez. Bu yüzden
bir şeylerin mücadelesi veriliyor ve veriyoruz. Bu mücadeleyi verme
konusunda kararlı ve iddialıyız. Atatürk'ün dediği gibi "Muhtaç olduğun
kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." mevcudiyetimizi
harekete geçirme zamanı... Ey Türk Gençliği titre ve kendine gel
avam ve sehlikle varılacak tek nokta bir yere varamamaktır.
‘'Aklı başında olan herkes, insan gözünün iki nedenden dolayı şaşkınlık
geçirdiğini ve iyi göremediğini bilir. Birinci neden, insanın aydınlıktan
karanlığa geçmesi, ikinci neden ise karanlıktan aydınlığa çıkmasıdır.
Bu, beden gözü için geçerli olduğu kadar akıl gözü için de geçerlidir.
Bu gerçeği idrak eden kişi, kafası karışmış ve görüşü zayıamış bir kişiyle
karşılaştığında onun durumuna gülmemeli ve şu soruyu sormalıdır:
Bu adamın akıl gözü daha aydınlık bir dünyadan geldiği için mi alışkın
olmadığı karanlığı yadırgamaktadır, yoksa karanlıktan aydınlığa geçtiğin
de karşılaştığı yoğun ışıktan dolayı mı körleşmiştir? Bunların ilki mutlu olunacak
ve beğenilecek, ikincisi ise acınacak bir durumdur, zira karanlığı
yadırgayan göz, aydınlık bir dünyadan gelmiş demektir. Dolayısıyla, ona
gülen kişinin asıl kendisi gülünç duruma düşer, ama karanlıktan aydınlığa
geçtiği için iyi göremeyen bir kişi başkalarının ona gülmesini hak etmiştir.''
17
TARİH, KÜLTÜR, SANAT VE GENÇLİK DERGİSİ
ajans
ADK
"Eğitim Sisteminde Güncel Meseleler"
adlı konferansını Eğitimci-Yazar
Mustafa Solak eşliğinde gerçekleştirdik.
2.dönem başı stant çalışmamızda
üniversitemiz öğrencilerini Afrin'de yapılan
Zeytin Dalı operasyonu hakkında bilgilendirdik.
“NATO'ya Hayır Haftası” kapsamında
yerleşkemizde stand açarak kampanyamız
hakkında bilgi verdik ve yeni
üye kayıtları yaptık.
10 Kasım'da Atamızı anmak
adına üniversitemizde yürüyüşe geçtik.
Afrin'de savaşan
Mehmetçiğimize selam durduk.
16
AYLIK
Ovalarda buluşuruz.
Bir şiir kitabının beşinci sayfasında.
Ülkü Tamer
( 1937 - 2018 )
aydınlık neyin oluyor senin
gökyüzü akraban lan mı
beni bulur bulmaz gözlerin
şimşek çakıyorum yalan mı
yüzünde yalazını gezdirdiğin
saçlarından tutuşmuş orman mı
akla ziyan bir şey elektriğin
ayışığı mavisi dudaklarından mı
o ışık zenginliği mi giyindiğin
uzay tozları mı yıldızlardan mı
elime dokunduğu an elin
güneşler açıyorum sahi ondan mı
aydınlık neyin oluyor senin
att la lhan