03.06.2020 Views

KUPLE

Kurgusal hikayelerden güncel olaylara, güncel olaylardan kişisel tavsiyelere, kişisel tavsiyelerden karikatürlere... Her türlü bilim, sanat ve kültür ürünlerini gözler önüne seren ve tıpkı bir şarkının nakaratı edasında kuple kuple bireylerin içlerine dönük yeteneklerini sunan yeni ve acemi bir oluşum. Kendini topluma açma cesareti göstermiş bireylere özel. Görmek ister misin? Ne de olsa: ''Her kuplede bir birey''

Kurgusal hikayelerden güncel olaylara, güncel olaylardan kişisel tavsiyelere, kişisel tavsiyelerden karikatürlere... Her türlü bilim, sanat ve kültür ürünlerini gözler önüne seren ve tıpkı bir şarkının nakaratı edasında kuple kuple bireylerin içlerine dönük yeteneklerini sunan yeni ve acemi bir oluşum. Kendini topluma açma cesareti göstermiş bireylere özel. Görmek ister misin? Ne de olsa:
''Her kuplede bir birey''

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

KUPLE

‘’Her kuplede bir birey’’

‘’Hiçliğe yolculuk’’

Eğitim, Bilim, Sanat Topluluğu


İÇİNDEKİLER

Bernard Shaw……………………………………………............... 3

Nereye Sığdırdın Beni/ Şiir………………………………………. 5

Murat Tosun Karikatürleri …………………………………….. 6

Serçe/Hikaye ………………………………………………………… 7

Film Önerisi Köşesi ………………………………………………. 10

Ergenlerde Ergenlik Durumunun Dezavantajları…. 13

Kitap Önerisi Köşesi ……………………………………………. 17

En Sevilenler ……………………………………………………….... 19

Bilime Yolculuk .………………………………………………… 21

İlham Veren Karakterler .…………………………………. 24

Bi’Kuple Anı ………………………………………………………. 27

Bi’Kuple Röportaj/Hüseyin Tolu ….…………………. 28

Bi’Kuple Sevimliler ..………………………………………… 33

Biz Kimiz? ………………………………………………………… 34

2


‘’Bu dünyada ilerleyen kişiler, kolları sıvayıp

istedikleri ortamı arayan, bulamayınca da yaratan

kişilerdir.’’

3


Daima şuna inanmışımdır:

Her insanın ruhu, birbirinden farklı yeteneklerle doludur. Bu yetenekler keşfedilmeyi ve bu keşfin

gerçekleşebilmesi için de ruhun kâşif rolünü üstlenmesini bekler.

Bana kalırsa artık hepimizin kâşif olma vakti geldi de geçiyor bile! Ruh bunca birikimle çerçeveliyken,

neden tüm bunlar ruhtan öteye çıkmasın ki?

Belki de bu satırları okuyan siz okurlar arasında kendini çoktan keşfetmiş, çoktan kâşif olmuş kişiler

vardır. Öyleyse sizi bütün samimiyetimle kapılarınızı kendi dünyanızdan dışarı açmaya davet

ediyorum! Dergiyi hazırladığımız süre boyunca EBSAT olarak fark ettik ki öyle cevherler var ki içimizde,

anlık bir kararla aramıza katılan, yalnızca kendi dünyasınca bilinen ve dergiyi hazırladığımız süre

içerisinde bize can katan, kendinden parçalar, kesitler sunan; merak ettiklerini, sorguladıklarını,

araştırdıklarını bizimle paylaşan. En zorunu başarıp tüm bunları kelimelere, fotoğraflara, çizimlere

döken…

EBSAT ’ın daha ilk kuruluş aşamasında olduğu vakitlerde benimsediğimiz hedef şuydu ki: birbirini

tanımayan, yetenekleri bilinmeyen, kendi gelişim sürecini istediği gibi gerçekleştiremeyen ve

hayalindeki üniversite hayatını bir türlü yaşayamayan… Kısacası yalnızca kendi kendiyle yaşayan

kişilerin dünyasına inmek ve birbirinden farklı bu dünyaları bir araya getirmek.

Yeni bir topluluk olmamıza karşın daha ilk girişimimiz olan bu dergi yapılanmamızda gördük ki bu

hedefimizi çoktan gerçekleştirmeye koyulmuşuz. Kimisi bize kelimeleriyle destek oldu, kimisi

çizimleriyle, kimisi iletişim becerisiyle, kimisi hafızasıyla, kimisi fotoğraflarını konuşturdu, kimisinin

çevresine bakış açısı fazlasıyla özgündü, kimisinin koordinatörlüğü iyiydi… Dergi yapılanmasında

bizzat yer alan, dergi sürecini aktif bir şekilde takip eden bu on dokuz kişinin meziyetleri elbette bu

saydıklarımla bitmeyecektir, belki de hala kendilerini yeterince yansıtamadıkları birikimleri vardır. İlk

sayımızda illaki bunun eksikliği ve acemiliğimiz bulunmaktadır. Yine de şunun tesellisi bizim için

fazlasıyla önemli: eminim ki siz okurlar arasında tüm bu saydığım meziyetleri gerçekleştiren kişilerin

adını ilk kez görenler olacak. Belki de tanıdığınızı sandığınız insanların sizlere söylemediği yeteneklerini

fark edeceksiniz ve size de bu dergi yapılanmasına adım atmakta ilham kaynağı olacaklar, kim

bilebilir?

Dürüst olmak gerekirse dergi çıkartmak, içerik hazırlamak, bir şeyler ortaya koymak fazlasıyla yorucu

olan ve cesaret gerektiren şeyler. Bir şeyler ortaya koyabilmenin dışında dışarıdan destek görebilmek

büyük bir motivasyon sağlıyor. Bu süreç içerisinde yer alan ve bizim bu hareketliliğimize gerek

teşvikleriyle gerek fikirleri ve eleştirileriyle destek veren İsa Güneş’e şahsen teşekkürlerimi sunmak

istiyorum. Topluluğumuzun danışan hocaları Ali Haydar ve Fatih Öztürk hocalarıma da bize vermiş

oldukları desteklerden ötürü yine teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bu derginin belirli sürelerde sayı

çıkarma hedefi tamamen bundan sonraki sürece ve biriktireceğimiz içeriklere bağlı olsa da ilk sayı

bizim için çok güzel bir deneyim oldu.

Öyleyse konuşmamda isimlerini gizlediğim, sayfaları kurcaladıkça rastlayacağınız, kendini keşfetmiş o

on dokuz kâşifimizin içeriklerine doğru yolculuğa çıkalım!

Başta okumuş olduğunuz Bernard Shaw’ın sözünü size tekrar hatırlatıp, sizi sayfalarla başa

bırakıyorum: ‘’Bu dünyada ilerleyen kişiler, kolları sıvayıp istedikleri ortamı arayan, bulamayınca da

yaratan kişilerdir.’’

Beyza İlayda Gök

4


Bi’ KUPLE Şiir

Fotoğraf: Havva Akgün

5


Bi’ Çılgın Karikatürist /Murat Tosun

Aydınlanma Çağının en büyük temel öğretisi şudur ki:

Rönesans, Reform

‘’Bilim ve sanat cahiliyet azgınlığını yok etmede

daima en güçlü kalkan olmuştur.’’

Sait Alcala

Skolastik Düşünce

6


Bi’ KUPLE Hikâye

Serçe

Gri bulutların dibine kadar uzanan, bir bina. Yüksek, birbiriyle tıpatıp aynı olan pencerelerin, tıkış tıkış

eşya dolu balkonların bulunduğu, kirli havanın balkon duvarlarına işlediği bir bina hem de.

Böyle bir manzaranın benzerleriyle dolu olan; kaldırımları arabalı, yolları dar ve çöp içinde bir

mahalle… Ve bu mahallenin binalarından birinde, yüksekte kalan kirli bir borunun içinde günün

ağarması ile acıktıklarını fark eden yavrularının ciyaklamasıyla uyanan bir anne serçe. Yorgun

gözlerini ağır ağır açtı ve yavrularına baktı. Titreyen minik bedenlerini fark ettiği an, anne şefkatinin

sıcaklığı ile onları kanatları altına aldı. Kirli mahallenin kirli ayazı sert sert esiyordu ve borunun en

dibinde kalan kurumuş, kahverengi dallardan oluşan yuvayı titretiyordu. Her şiddetli esintide, anne

serçe kanatlarını daha çok geriyor, daha sıkı sarmalıyordu dört yavrusunu.

Lakin yavrular susmak bilmiyordu. Onların fazla acıktığını anlayan anne serçe, kanatlarını

yavrularının üzerinden çekti. Ve kulağında çınlayan ciyaklamalar ile kendi attığı ‘’pıt pıt’’ sesli adımlar

arasında borunun çıkışına geldi. Ayazı tamamen hissedebildiği bir noktada bulunduğunda ise

kanatlarını açıp özgür rüzgâra doğru süzüldü.

Rüzgârın özgürlüğü ilk kez anne serçeyi rahatsız etmişti. Çünkü rüzgârın bu kadar özgür ve hırçın

olması anne serçenin ciğerlerini yakıyordu. Pis ve soğuk havayı soluğuna itiyordu.

Kanatlarının arasından çıkan tüyler; yoğun mazot, kömür, çöp kokusu; balkon diplerinde sallanan

çamaşırlar, oradan oraya zıplayan, yuvarlanan ve çöp diplerindeki buldukları kartonların arkasına

sığınan kediler; uykusuz bir adamın suratsız bir halde araba çalıştırışı… Anne serçe tüm bunları

duyumsuyor ve gördüğü bu görüntüleri hayalindeki manzaraya benzetmeye çalışıyordu. Yolda duran,

ışığı çalışmayan uzun direk yerine bir ağaç mesela. Yahut yerdeki kâğıt çöplerinin sayısınca

rengârenk, kokulu birkaç türde çiçek.

Hayallerinin bile ne kadar daraldığını fark etti anne serçe. Kendine, yavrularına, yuvarlanan kedilere,

kanalizasyondaki farelere bir hayli acıdı. Çünkü insanlar hayvanları bir ağaca, iki çiçeğe muhtaç

bırakmışlardı.

Her gün gördüğü bu görüntülerde bugün bir değişiklik vardı. İlk kez bu alışılagelmiş binaların

arasında küçük, iki katlı, eski ama büyük gökdelenler kadar korkutucu olmayan, tam aksine şirin bir ev

fark etti. Kırık camın bantla tutturulduğu pencerenin hemen dibinde çiçek saksıları vardı. Eşelenecek

bir tutam toprak… Bu anlama geliyordu. Anne serçeye ise ‘’eşeleme’’ eylemi çok uzaktı. Çünkü yok

olanlar arasında ne yazık ki saf toprak da vardı.

Unuttuğu bir eylemi gerçekleştirmek üzere, anne serçe saksıların yanına kondu. Ve saksıdaki

toprağı eşelemeye başladı. Yediye yakın solucan bulup onları gagasına sıkıştırdı. Yuvasının

bulunduğu boruya doğru uçmaya koyuldu. Yedi solucan… İçinden binlerce kez şükretti. Her zaman bu

kadar şanslı olmuyordu.

Bir eksiklik… Borudan içeri girdiği an, anne serçeyi bir eksikliğin olduğu sezgisi ele geçirdi. Hızla

boruyu gözlemlemeye koyuldu. Pis boru, kuru dallardan yuva, hala içeri doğru esmekte olan ayaz.

Birbirine sokulu olan yavruları… Gelirken solucanlardan birini düşürdüğünü varsaydı. Çünkü bilirdi,

kuşların sezgisi hiçbir zaman boşuna ortaya çıkmazdı. Bir his sebepsizce oluşmazdı.

Solucanları teker teker yavrularına yedirmeye koyuldu. Gagasıyla onların gagasına solucanları

aktardı. Birinci yavru, ikinci yavru, üçüncü yavru…

Bir çığlık. Titreyen bir sesle bas bas ciyaklayan bir ötüş daha doğrusu. Anne serçenin yüreğini

büyük bir telaşa büründürdü. O an anladı ki eksik olan solucan değil, yavrularından bir tanesiydi.

Dördüncü yavrusuna düşen solucan payı gagasında kaldığında anladı bunu. Ve acıyla öten

7


yavrusunun sesini işittiği yere doğru yöneldi anne serçe: borunun dışıydı. Kalbi neredeyse ağzında

çarpıyordu anne serçenin. Borunun ucuna gelip aşağıya doğru baktığında ise duracak gibi oldu.

Yavrusunun bir kanadı yerde yamuk bir şekilde sürünüyor, diğer kanadı ise korkulu bir titreyişle

hafiften oynuyordu. Belli ki borunun içinden düşmüş, kanadını kırmıştı. Anne serçenin yüreği dağıldı.

Yavrusu ile göz göze geldi, ağlamaklı oldu. Lakin ağlayamazdı. Serçeler ağlar ise ölürdü. O ölürse

de…

Kanatlarını gerip aşağı doğru uçmaya hazırlandı

anne serçe. Tam borunun birkaç santim aşağısına

uçmuştu ki bir insan yavrusu görmesiyle telaşla

borunun içine tekrar girmesi bir oldu. İnsan… Yavrusu

veya kendisi fark etmeksizin hayvanların kanını

donduruyordu. Şöyle bir etrafa bakmak bile insanların

dehşetini görmeye yetiyordu. Doğayı ellerinden

almışlardı, hayvanları hiç var olmamışlarmışçasına

görmüyorlardı, şefkat duygusunu yok edip korku

dürtüsünü ortaya çıkarmışlardı. En acısı yaşamlarını

ele geçirmişlerdi. Kendi hak sınır ihlallerini aşıp,

hayvanların haklarını kullanır olmuşlardı. Onlarda

değişik bir koku vardı. İnsan kokusu… Tüm bu

yaptıklarını hatırlatan, her canlının koklamaya yahut

üzerlerine sinmesinden korktuğu keskin, buram buram

bir koku. Bir insanın dokunuşu ile hayvanların tüm

hücrelerine akan illet mi illet bir koku!

Tüm hayvanların önünde sonunda karşı karşıya

kaldığı bu korkuyu şuan anne serçe her hücresi ile

alıyordu. İnsan yavrusunun minik serçeye

dokunabileceği fikrini düşünmek bile istemiyordu anne

serçe. Yahut öyle bir şey olursa yavrusunu

benimseyemeyecek, diğer canlılara karşı

koruyamayacaktı.

Titrek çarpan kalbiyle birlikte anne serçe insan yavrusuna baktı. Yuvasının fark edilmemesi için

borudan çıkmıyor, sadece dinginleştiremediği bir korku ile insan yavrusunu gözlemliyordu. Elinden

topunu kaçırmış küçük bir kızdı bu. Kahkahalar atıyor, koşuyor, zıplıyor, harabe ruhlu mahalleye can

katıyordu adeta. O da yavru diye düşündü anne serçe. O da masum. Ama insan ırkına işleyen bu leke

ve geçmişlerindeki o yıkım etiketi üzerlerinden gitmek bilmiyordu. Bu nedenle yavru bir insan görmek

dahi onları diken üstünde tutmaya yetiyordu.

Minik serçenin acılı bağırışları, anne serçeyi daha da korkutuyordu. Yavru insan onu fark edip ona

dokunacak diye yüreği titriyordu, gözlemlemeye devam ediyordu. Ne yazık ki korktuğu başına geldi!

Yavru insan topunu almaya eğilirken minik serçeyi gördü. İncitmekten çekinerek eline aldı. Ve

tıkırtıların geldiği yere, anne serçenin bulunduğu boruya baktı. Anne serçe hızla kendini geri çekti.

Artık yavrusu elinden kayıp gitmişti. Diğer yavrularına bakıp kendinde güç toplamaya çalıştı. Bir

umut… Bir umut yavrusunu alıp yuvaya taşıyabilir ve o illet koku sinmeden onu normale döndürebilirdi.

Bu umudun verdiği dinginlikle borudan dışarı doğru baktı. Geç kalmıştı. Dışarıda ne kolu kırık yavrusu

vardı ne de insan yavrusu.

27/10/2017

Beyza İlayda Gök

8


9


Bi’ KUPLE Film

Film izlemeyi fazlasıyla seven ve iyi filmlerin sıkı takipçisi biri olarak dergimizin ilk sayısında beni

etkileyen ve mutlaka izlemeniz gerektiğini düşündüğüm filmleri sizlerle paylaştım. Ben Mücahit

Baysal, bakalım filmlerimi beğenecek misiniz?

Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt) IMDB: 8.3

İlk önerim Requiem For A Dream filmi olacak. Bu film 2000

yapımı olmakla birlikte kült filmler listelerinde yerini almaktadır.

Önce filmin konusuna bakalım daha sonra izlediğimde bana ne

hissettirdiğine ve eğer ki izleyecekseniz sizi nelerin beklediğine

bir göz atalım: Film uyuşturucu bağımlısı üç genç ve televizyon

(bana kalırsa bu da bir çeşit eroin) bağımlısı bir annenin Hulbert

Selby’nin romanından uyarlanan hikâyesini anlatıyor. Hikâye

uyuşturucu bağımlısı gençlerin daha git gide uyuşturucu

bağımlılığının artması ve televizyon bağımlısı annenin

televizyonda bir programa çıkacağı için zayıflama ilaçları

kullanmaya başlamasıyla gelişiyor. Film hakkındaki yorum

kısmına geçecek olursak, bu sayfaya koyacağım afişi ararken

arama motorunda içimde beni gerim gerim geren ve bana rahatsızlık veren bir his uyandı. Bu absurt

his ayrıyeten filmi bitirdikten uzun bir süre boyunca içimde yerini korumuştu. Filmden kısa bir süre

sonra fragmanı izlemeye çalıştığımı ve yine rahatsızlık duyup bitiremediğimi hatırlıyorum. Size filmi

izledikten sonra ‘’hayatımda hiçbir şeye bağımlı olmamalıyım’’ triplerine girdiğim süreçten

bahsetsem ne kadar üzerimde etkisi olduğunu anlamış olursunuz. Filmin yönetmen koltuğunda

Darren Aronofsky otururken başrol oyuncuları olarak karşımıza Jared Leto, Ellen Burstyn, Jennifer

Connelly ve Marlon Wayans çıkıyor. Son olarak herkesin bildiği ve gerilim denince ilk akla gelen

müziğin altında imzası olan Clint Mansell bu filmde bizi karşılayan bir diğer isimdir.

We Need To Talk About Kevin (Kevin Hakkında Konuşmalıyız) IMDB : 7.5

Kevin hakkında konuşmalıyız 2011 yılında vizyona girmişti. Film

Kevin karakterimizin ailesiyle yaşadıklarını özellikle annesiyle

sürtüşmelerini anlatıyor. Filmin içeriğine ve bende bıraktığı izlere

bakacak olursak aklıma direk şu kelime geliyor, “kırmızı”. Emin olun

filmden sonra kırmızı renge karşı bakış açınız değişecektir, herhangi

bir bakış açınız yoksa da oluşacaktır . Yönetmenin her sahnede bir

yerlerden kırmızı rengini çıkarmasının filme sanatsal açıdan ayrı bir

boyut kattığının kanısındayım. Filmde bir diğer beğendiğim husus

psikolojik dinamiklerin bulunmasıdır. Anne-çocuk ilişkisi olsun,

Freud’un psikoseksüel gelişim evleri olsun birçok alana göndermeler

yapılmaktadır. Film sonrası bu konular hakkında makaleler

okuduktan sonra film benim için başka bir seviyeye çıktı. Bu incelikleri bize sunan Lynne Ramsay

yönetmen iken, Tilda Swinton ve Ezra Miller başrolleri paylaşıyor.

10


Sofra Sırları IMDB: 6.9

İki tane de yerli sinemadan film önerimiz olacak. İlki Sofra Sırları.

Filmin ana karakteri Neslihan’dır. Neslihan’ın en büyük hayali

televizyon kanalında yemek programı yapmaktır. Sürekli bunu

hayal ederken buluyoruz Neslihan’ı. Bir gün yakınından birinin

ölümü ile oklar Neslihan’a döner. Yaşadığı küçük kasabaya

Amerika’da eğitim görmüş bir komiser atanır ve bu olayı

incelemeye başlar. Filmin konusu hakkında daha bir şey dememe

gerek yok çünkü fazla kopya vermek istemiyorum. Zaten filmi

izlendikçe olayların düğümü örgü misali tek tek açılıyor. Benim

yorumuma geçecek olursak Neslihan’ın hayalleri ile günlük

yaşamı arasındaki geçişler filme çok güzel bir tat vermiş. Gerilim

türünde olan bu film hakikaten bizi gerdiğini ve işlevini yerine

getirdiği söylemek yanlış olmaz herhalde. Konu ne kadar sade

gözükse de oyunculuklar sıkılmadan dakikalarca odaklanmamızı

sağlıyor. Filmde güzel yapılan bir diğer husus Neslihan’ın hissettiklerinin ve düşüncelerinin bize iyi

aktarılıyor olmasıdır. Bu şahane filmi Ümit Ünal yönetirken adını çok andığımız Neslihan’ı ise Demet

Evgar canlandırıyor.

Cebimdeki Yabancı IMDB: 7.0

Bu filmin bende yeri farklıdır. Bunun sebebi ise konusu olsa

gerek. Bir grup arkadaş akşam yemeği için toplanırlar ve bir

oyun oynama kararı alırlar sofrada. Bu oyunun tek kuralı; akşam

boyunca telefona gelen mesajlar sesli okunacak ve aramalar

hoparlörden yapılacak. Bu masum gibi duran oyun sonradan

pek de masum olmadığı ortaya çıkıyor. Günümüzün en büyük

sorunlarından biri olan teknoloji bağımlılığına güzel dikkat

çekildiği kanısındayım. Ayrıyeten arkadaşlık ve sevgili

konusunda güven ve teknolojinin ne kadar ilişkili, etkili

olduğunu gözler önüne seriyor bu film. İzlerken çoğu

sahnesinde şok geçirdiğim bu film arkadaşlık ilişkilerimizi

gözden geçirmeye itiyor. Aslında dost diye tanığımız insanları ne

kadar az tanıdığımızı ve onlara ne kadar çok yabancı

olduğumuzu anlatıyor diye özetlesek filmi doğru bir özetleme

şekli olur. Filmi etkileyici kılan bir diğer güzel yanı ise oyuncu kadrosu. Şükrü Özyıldız, Belçim Bilgin,

Leyla Tuğutlu, Çağlar Çorumlu, Serkan Altunorak, Buğra Gülsoy, Şebnem Bozoklu filmde rol olan

oyunculardır. Tabii bu hoş çekilmiş sahneler için de Serra Yılmaz’a teşekkür etmek lazım.

Filmlerle ilgili olan düşüncelerimi ilk kez kelimelere döktüğüm gerçeğini de göz önünde

bulundurursanız () umarım beğenmişsinizdir. Başka bir film tavsiyesi köşesinde görüşmek

üzere…

İçerik: Mücahit Baysal

11


12


Bi’ KUPLE Psikoloji

Ergenlerde Engellilik Durumunun Dezavantajları

Engelli bireyler, dünyada ve

Türkiye’de nüfusun önemli bir

bölümünü teşkil etmektedir.

Bunların da çoğunluğunu

engelli ergenler sınıfı

oluşturmaktadır. Bu kişilerin

kendi dönemlerine özgü

birtakım problemleri vardır ve

bu problemler, günlük

hayatlarına olumsuz bir

şekilde yansıyabilmektedir.

Görme, duyma, bedensel ve

zihinsel kategorilerde

engellilik yaşayan bu

ergenlerin, topluma uyum

süreci de sağlık sorunları nedeniyle sekteye uğramaktadır. Yapılan çalışmalar, engelli

ergenlerin topluma kazandırılması için eğitim ve sağlık hizmetlerine önem verilmesi gerektiği

hususu üzerinde durmaktadır.

Ergenlik döneminde olan ve duyma, görme, bedensel, zihinsel engelli vasfını taşıyan

ergenlerde psikolojik ve sosyal yönden birçok etkilenme meydana gelmektedir

(Karaahmetoğlu, 1995). Ergenlik dönemini, ergenlik dönemi haline getiren birtakım

değişiklikler görülür ve bunlar fiziksel, psikolojik, cinsel ve sosyal değişimler olmakla beraber

bireyin bu değişimlere ayak uydurması beklenir; fakat engelli ergenlerde bu değişimlerle

alakalı sıkıntılar yaşanmaktadır (Bilge, Motovallı & Alyanak, 1998; Haznedaroğlu, 2000;

Krenke-Seiffge, 2008).

Engelli Ergenler ve Cinsel Eğitim

Erinlik döneminde bireyde ikincil cinsiyet özellikleri gelişmektedir. Cinselliğin en aktif olduğu

dönemlerden birisi de ergenliktir. Bu durum engelli olan bireylerde sorun oluşturmaktadır.

Engelli ergenlerin cinsel yaşamı üzerinde aktif bir araştırma da söz konusu olmadığı için onların

ihtiyaçlarına karşılık vermekte oldukça zorlanılmaktadır (Yavuzer, 1985). Her ergende olduğu

gibi engelli çocuklarda da ergenliğe girince birtakım cinsel dürtüler ortaya çıkmaktadır.

Bununla birlikte zihinsel engelli bir ergen; her ergen, her birey gibi âşık olabilmektedir. Bu

bireylere zamanı gelince eğer bazı durumların farkındalığı sağlanırsa olumlu sonuçlar elde

13


edilmektedir. Aksi bir durumda olumsuzlukların meydana gelmesi kaçınılmazdır (Mermer,

1993).

Hafif Düzeyde Zihinsel Engelli Ergenlerde Yaşam Doyumu ve Okula Bağlanma

Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Her bireyde olduğu gibi ergenlik döneminde olan ergenler için de yalnızlık, korkunç

gelen duygulardan biridir. Özellikle engelli olan ergenlerde yalnız kalma duygusu fazlasıyla

yaşanmaktadır. Ergenlik döneminde arkadaşlara, aileden fazla önem verilmektedir fakat

engelli olan bireylerde tam aksi bir durum söz konusudur çünkü engelli bireylerin ailesine olan

ihtiyacı çevreye olan ihtiyacından çok daha fazladır. Bu ihtiyaç aile bağlarını güçlendirdiği için

engelli ergenlerin yaşam doyumunu etkilemekle birlikte bu bireyler içinde sosyal bir çevre

edinme önemli olmaktadır (Albert, Chein & Steinberg, 2013). Yapılan araştırmalarda

ergenlerin okula bağlılık düzeyinde öğretmenlerin davranışı etkili olmaktadır. Öğretmenlerin

öğrencilerine destek olması ve onları takdir etmesi durumunda öğrencilerin akademik

başarısında ve motive olması durumuyla ilgili olumlu sonuçlar elde edilmiştir (Davis, 2006).

Araştırmalara göre, normal ergenlerin okula uyumu engelli ergenlere oranla daha fazladır.

Okullarda bunun önüne geçmek için programlar düzenlenip uygulandığı takdirde olumlu

sonuçlar elde edilmektedir (Santrock, 2012). Furrer ve Skinner (2003)’a göre; okullarda normal

gelişim gösteren ergenler, öğretmenleri tarafından yetersiz görünen ergenlere göre daha

mutludur.

Normal ve Zihin Engelli Ergenlerin Empati Becerileri İle Annelerinin Empati

Becerilerinin İncelenmesi

Bireylerde zamanla empati becerileri gelişse bile bu beceriler bireye çocukluktan

itibaren kazandırılması bireyin sosyal çevresiyle, akranlarıyla olan ilişkisini düzeltmektedir. Çok

küçük yaştan itibaren çocuğun empati becerileri desteklenmesi durumunda, ergenlik

dönemindeki ergen çevre ile daha yerinde iletişim kurabilmektedir (Calder, 2010). Ergenin

empati becerilerinin gelişmesinde ebeveyn tutumunun önemli bir rolü vardır. Ana babaların

ergene karşı davranışları ve yaklaşım biçimi, ergenin hayatını biçimlendirmektedir (Bacanlı,

2003). Rehber (2007)’e göre ergenlik döneminde empati düzeyi yüksek olan ergenlerin,

problemleri çözmede daha başarılı oldukları fakat empati düzeyi düşük ergenlerin ise

saldırganlık eğilimi fazla olduğu için problemlerini daha geç çözmekte sorun yaşadıkları

saptanmıştır. Yılmaz (2009)’a göre ise suçluluk durumu içinde bulunan ergenlerin, suça

bulaşmamış ergenlere göre empati düzeyi daha düşük çıkmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre normal gelişim gösteren ergenlerde empati düzeyi, zihinsel

engelli olan ergenlere göre daha yüksek bir düzeyde gelişim göstermektedir. Bunun sebebi

sosyal bilişlerinin diğer ergenlere oranla gelişemediği yönündedir. Engelli olan bir birey bu

sebepten ötürü başkasının ne hissettiğini ve ne düşündüğünü tahmin etmede beceri sahibi

değildir. Kendisini bireyin yerine koyamaz. Bunların hepsi engelli ergenin akranlarıyla ve

çevresiyle olan ilişkisine zarar verebilmektedir (Greenspan, 1979). Engelli ergenlerin empati

düzeylerinin düşük olması aile içinde de çatışmalara sebep vermektedir. Böylesi durumlarda

arabulucu rolünü anneler üstlenmektedir (Çiftçi & Sucuoğlu, 2004). Araştırmalar sonucu elde

edilen bulgulara göre zihinsel engeli olan bir ergen; ailesi, çevresi, akranları ve öğretmenleri

14


tarafından anlaşılmayı istemektedir. Özellikle annenin empati düzeyi düşük olduğu durumda

ergen kendini yalnız ve toplumdan farklı görmektedir (Grinder, Hartwell & Kashner, 1982).

Engelli Ergenlerin Özsaygı Düzeylerinin Kendilerine Yönelik Toplumsal Tutumları

Algılamalarına Etkisi

Bireyin kendisi hakkında oluşturduğu benlik imgesi ile ideal benlik arasındaki farkı

değerlendirmesi özsaygıdır. Birey kendisini değerlendirirken yaşadığı topluma, ailesine,

akranlarına göre değerlendirmektedir. Bu farklılığı değerlendirirken de onda uyandırdığı

duygular önemli olmaktadır (Pişkin, 2000). Harvey & Greenway (1982) ile Beaty’ye (1991) göre,

engelli olan ergenler üzerinde akranları tarafından beklentiler meydana gelmektedir fakat bu

bireylerin beklentilere oldukça uzakta kalmaları durumu akranları ve toplum dışında kabul

görülmemelerine neden olmaktadır. Evde de ilgi göremedikleri takdirde düşük bir özsaygı

geliştirmelerine yol açmaktadır. Engelliliğin söz konusu olduğu ergenin, gelişme ve

olgunlaşması özrün derecesine bağlı olarak değişmektedir. Özrün giderek artması durumunda

ergenin hayatında birtakım olumsuzluklar meydana gelmektedir. Ergenin sosyal ve duygusal

yaşamını mahvedebilmektedir (Özsoy, 1983). Ergenlik dönemine girmiş bir birey çevresinin

kendisi hakkında yaptığı yorumlardan oldukça etkilenmektedir. Bu durum engelli ergenlerde

daha hassasiyet göstermektedir. Ergen sahip olduğu engel sebebiyle çevresi tarafından

acınacak bir durumda olduğunu hissedebilmektedir ya da arkadaşları ve çevresi tarafından

alay konusu olabilmektedir. Bu tarz durumlarla karşılaşan engelli ergenin; kendini yetersiz

hissetmesine, benlik algısının olumsuz yönde olmasına ve özsaygısına oldukça zarar

vermektedir (Şenel, 1996). Özsaygının düşük olması daha çok fiziksel engeli olan ergenlerde

görülmektedir. Bu ergenlerin sahip olduğu engel göz önünde olduğu için benlik kavramını daha

olumsuz etkileyebilmekte ancak işitme engeli gibi dışardan fark edilmesi zor olan engellilik

durumu ergeni o kadar da kötü etkilememektedir (Çakmak-Güleç, 1999). Organ eksikliği çok

büyük farklılık olarak algılanmakta ve düşük özsaygıya sebep olmaktadır ancak bu durumda

önemli olan şey ergenin kendi hakkındaki görüşleridir (Adler, 1998). Ergenlerde benlik

kavramının oluşmasının bir diğer temel unsuru ise organik yapıya dayanmaktadır. Kişi kendini

ifade etmek için vücut dilini kullanır. Bu durumun, eksikliğinin söz konusu olması engelli

bireyde benlik saygısını etkilemektedir (Enç, 1961). Engelli olan ergen kendisini çevresinin

eleştirilerinden ibaret görebilmektedir (Akçamete, 1992).

İçerik: Ayşe Nur Nom

15


16


Bi’ KUPLE Kitap

Merhabalar, ilk sayımız için size bi’kuple kitap önerisinde bulunacağım . Bana kalırsa mutlaka

okumanız gereken size bir şeyler katacağına emin olduğum güçlü bir kitap önerisi köşesi hazırladım.

Herkesin zevkine hitap etmek adına farklı türlerde kitaplar seçmeye çalıştım, umarım beğenirsiniz.

Mükemmel bir atış yaptığımı düşünerek ilk kitabımızı

tanıtmaya başlayabilirim:

20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Viktor E. Frankli’nin

otuzun üzerinde yabancı dile çevrilen dünyada 12 milyondan

fazla satan İnsanın Anlam Arayışı’nda kurucusu olduğu Lego

terapinin ilkelerini, ikinci dünya savaşı sırasında bir toplama

kampındaki deneyimleriyle beraber anlatıyor.

Beni benden alan en etkileyici cümlesi şuydu:

‘’Ama gözyaşlarından utanmamız gerekmiyordu çünkü

gözyaşları bir insanın cesaretlerinin en büyüğüne, acı çekme

cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu.’’

Çoğumuz ağlarken etrafımızda birinin olmasından utanırız değil

mi? Bu cümle umarım sizi kitaba çekmeye yetmiştir, bir an

önce okumaya başlayın derim.

Kitaptaki şu tanım çok hoş: İnsan, ilişkileri içinde sürekli

olarak ‘’yeniden tanımlanan’’ bir varlıktır. Bana kalırsa bu

kitabı okuduktan sonra mutlu bir yaşam için kendinizi

yeniden tanımlayacaksınız.

Bu kitabın bam teli cümlesi şu:

‘’Sevgi ve aşk arasındaki fark hâkimiyet derecesiyle ölçülür.

İnsan, gönlündeki hale hâkim olabiliyorsa buna sevgi denir.

Ama gönlündeki hal insana hâkim ise onun adı aşk olur.

Sevgide irade vardır ama aşkta irade elden gider.’’

Bu sözü seçtim diye romantizm odaklı bir kitap olduğunu

düşünmeyin sakın. Adı üstüne ‘’insan insana’’… İnsan aşktan

ibaret değildir değil mi? Bu kitaptan sonra çevrenizdeki

iletişim bozukluklarını görebileceğinizi düşünüyorum. Kitabı

içselleştirirseniz kendinizi ve çevrenizi gördüğünüz bu

bozukluklardan koruyabilmeyi öğreneceğinizi garanti

ediyorum.

17


Bir tane de Nobel ödüllü kitabımız olsun!

Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel

olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus

cinayetinin öyküsü. İnsana ‘’acaba ben tüm

bunlardan haberdar olsam engel olur muydum?’’

diye sordurtan bir kitap. Yalnız olaylar karmakarışık,

öyle gönül rahatlığıyla ‘’evet, engel olurdum’’

diyemezsiniz bu kitapta . Hem Kolombiya’da hem

de yayımlandığı pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş

bir roman. İşte o sarsıcı etki yaratan, belki de çoğu

zaman hepimizin düşünceleri arasında geçen

cümlelerden birkaçı:

‘’Çünkü hayatın en sonunda kötü bir romana bu

kadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiyordu

içimden.’’

‘’Bana bir ön yargı verin dünyayı yerinden

oynatayım.’’

Ne fiyakalı cümle ama!

Kırmızı pazartesi yalnızca bir cinayetin arka planını

değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin

portresini de çiziyor. Bu yönüyle toplumsal çözümlemeler yaptığını da söyleyebilirim.

İlginizi çekecek, kısa ve ölümsüz bir roman.

İçeriklerle ilgili çok fazla bilgi vermek istemedim çünkü böylesi daha güzel, daha şaşırtıcı oluyor.

Umarım bu ayki kitaplar ilginizi çekmiştir .

Size veda etmeden önce bir şey daha eklemek istiyorum. Bu sayımızda film önerimiz var, kitap

önerimiz var… Dedim ki neden müzik önerisi de yapmayalım? Ve işte o yüzden bu minnoş köşeyi

hazırladım, kitap okurken mola verdiğiniz vakitler dinlersiniz

Bi’ KUPLE Müzik

Nirvana- All Apologies

Emircan İğrek- Nalan (17 Aralık )

Dolu Kadehi Ters Tut- Karanlık

Yeni Türkü- Telli Turna

Umarım beğenmişsinizdir, bir sonraki kitap önerisi köşesinde görüşmek üzere…

İçerik: Aybala Bektaş

18


Bi’ KUPLE En Sevilenler

Hem yetişkinlerin hem çocukların vazgeçilmezi Harry Potter’ın İlk Çıkışı

Eminim ki Harry Potter’ı tanımayanınız yoktur ama yine de J.K. Rowling‘in adeta hayatını yeniden inşa

eden ve filme uyarlanıp muhteşem bir konuma sahip olan romandan bahsetmeden geçemeyeceğim.

Bence ilk sayıda en sevilenler köşesini hak eden başyapıt Harry Potter!

Harry Potter ve Felsefe Taşı

Genç büyücünün tanıştığımız ilk roman. Karakterimiz kendisini sıradan bir çocuk sanırken, bir

baykuşun getirdiği mektupla hayatı değişiyor (o baykuş bize de gelse keşke). Başvurmadığı

halde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na kabul ediliyor. Burada birbirinden tuhaf

dersler (alahomoora) alıyor ve o muhteşemle üçlü ilk kez bu romanda tanışıyor, biliyorsunuz

ki yaşamadıkları macera kalmıyor.

19


‘’Ama o andan sonra, Hermonie Granger arkadaşları oldu. Bazı olaylar vardır, dostluklara yol

açar, dört metre boyunca bir ifritin canını okumakta böyle bir olaydı işte.’’

Yaşayarak öğrendikleri sayesinde küçük yaşta becerikli bir büyücü olup çıkar beyimiz.

Ve işte size benden bir kıyak daha, en sevdiğim görüntülerden birini sizinle paylaşıyorum:

O zamaan Alohomoraaa!

İçerik: Aybala Bektaş

20


Bi’ KUPLE Bilime Yolculuk

Uzayda İnek Hücrelerinden 3 Boyutlu Yazıcıyla Biftek

Üretildi

Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki astronot ve

kozmonotlar için inek hücrelerinin üç boyutlu yazıcıyla

çoğaltılması yoluyla biftek üretildİ. Şuan bu haber tüm

medyayı sallıyor ve gerçekten yeni boyut kazandıracak

bir gelişme bu.

Ayrıca deney tüpü içinde Uluslararası Uzay

İstasyonu'na gönderilen et hücreleri, Rus kozmonotlar tarafından yazıcıdan çıkarılarak biftek haline

getirildi. Ne kadar lezzetli olabilir bu bilinmez ama uzaya gidildiğinde aç kalmayacağımız kesin.

Uzmanlar İsrailli bir şirketin geliştirdiği teknolojinin denendiği bu projenin, dünyanın her yerinde et

üretimi yapılabileceğini kanıtladığını söylüyor. Şahane çünkü dünyanın her yerinde üretilebilecek olan

bu teknoloji, ülkeleri uzaya gitmeye, bilimsel çalışmalar yapmaya sevk edebilir. Sonuçta midemiz

önemli :)

Bir de bu yöntemin özellikle tarıma elverişli olmayan bölgelerde et üretimi için bir çözüm olabileceği

belirtiliyor. Uzayda işimize yarayacak diye yapılan teknoloji tarım yapamayan ülkelerin karnını da

doyurmasını sağlayacak desenize :)

Aralık 2018'den bu yana laboratuvar ortamında et üreten Aleph Farms adlı şirketin ineklerden aldığı

hücreler, etin besin değerini artıran bir suyla birlikte bir deney tüpüne konularak 25 Eylül'de Soyuz MS-

15 uzay aracıyla Kazakistan'dan, Uluslararası Uzay İstasyonu'na gönderildi.

400 kilometrelik yolculuktan sonra istasyona ulaşan hücreler, Rus kozmonotlar tarafından, 3D

Bioprinting Solutions adlı Rus şirketinin ürettiği manyetik yazıcıyla kas dokusuna (et)

dönüştürüldü.Bunu görmeyi o kadar çok isterdim ki düşünsenize karşınızda et üretiliyor, şimdiye kadar

yediğimiz gibi çok komik. Teknolojinin bu kadar gelişmiş olduğunu görmek çok iyi ama zorunlu

kalmazsam bu eti yemekte biraz zorluk çekerdim :)

Ay ve Mars'taki ilk kolonilere proteinler verildi. Sadece toz yemekle beslenen bilim adamları yıllarını

bu yemeklerle geçirmekten bıkmış olmalılar o yüzden bu teknoloji onları çok mutlu ettiğini

düşünmekteyim.

Rus kozmonotların denemediği et, 3 Ekim'de Dünya'ya gönderildi. Eti deneyenler, ortaya çıkan ürünün

hoş bir tadı olduğunu, geleneksel biftekle aynı tat ve kıvama sahip olduğunu söylüyor.Ben de Rus

kozmonotları gibi denemeye çekinirdim açıkçası :)

3D Bioprinting Solutions'un proje müdürlerinden Grigoriy Şalunov, Business Insider dergisine "Bu

deney konseptimizin geçerliliğini güçlü bir şekilde kanıtlıyor" dedi.

Şalunov, gelecekte uzayın derinliklerinde yapılacak yolculuklar ve Ay ile Mars'taki ilk kolonilere protein

kaynağı sağlamayı umduklarını söyledi.

21


Felçli Hasta Zihniyle Kol ve Bacaklarını Hareket

Ettirdi

Fransa'da bir laboratuvarda denenen dış iskelet

(eksoskeleton) teknolojisiyle, iki yıldır felçli olan bir hasta

kollarını ve bacaklarını hareket ettirdi. Ne kadar mutluluk

vericidir onlar için kolu bacağı hareket ettirememek

gerçekten çok zor bir durum.

Soyadının açıklanmasını istemeyen 30 yaşındaki Thibault,

2 yıl sonra ilk adımlarını atmanın "ayda yürümeye" benzediğini söyledi.

Thibault, "Kendimi Ay'a ayak basan ilk insan gibi hissettim. 2 yıldır hiç yürümemiştim. Ayakta durmanın

nasıl bir duygu olduğunu, bir topluluktaki en uzun boylu kişilerden biri olduğumu unutmuşum" dedi. O anı

hiç unutamayacağı kesin. Düşünsenize belirli bir süre vücudunuzun bir kısmını kullanamıyorsunuz, bir

teknoloji geliyor ve artık hayalini kurduğunuz hareketleri gerçekleştiriyorsunuz! Çok kıymetli bir his olsa

gerek.

Araştırmacılar bu eksoskeleton teknolojisinin gelişmesinin, engelli hastaların hayat kalitesini bir gün köklü

bir şekilde değiştirebileceğini vurguluyor. Peki, beyin ve hareket ilişkisi nasıl kuruluyor?

Thibault'a yapılan bir ameliyatla beyninin hareketi kontrol eden bölümünün yüzeyine iki parça takıldı.

Beyne yerleştirilen bu iki parçanın her birinin üzerinde, beyindeki hareketliliği okuyabilen ve beyinden

gelen komutları yakındaki bir bilgisayara ışınlayan elektrotlar var.

Gelişkin bilgisayar yazılımı beyinden gelen dalgaları alıp bunları komutlara tercüme ediyor ve böylece

hasta üzerine giydirilen dış iskeleti hareket ettirebiliyor.

Thibault'un beyin komutlarını harekete dönüştürebilmesi için dış iskelet giydiriliyor.

Thibault "yürüme" düşüncesini aklından geçirdiğinde bu onun bacaklarını harekete geçiren bir dizi komuta

dönüşüyor.

Sonra aynı yöntemle kollarını hareket ettiriyor. Tek kelimeyle muhteşem... Hem manevi değeri olsun hem

de teknolojik olarak gerçekten çok iyi. Kollarını ve bacaklarını kullanamayan bireyler bu teknolojiyle

umutsuzluğa, strese girmeyecek ve böylece eskisi kadar iyi kullanamasa da günlük hayatını kimseye

muhtaç olmadan kısa sürede geçirebilecek.

Bundan sonraki hedef ne?

Fransız uzmanlar eksoskeleton teknolojsini daha da geliştirebileceklerini söylüyorlar.

Şu anda buluşlarının gelişkinlik düzeyi, beyne yerleştirdikleri plaketlerin okuyabildiği ve bilgisayara

gönderebildiği, bilgisayarın da komutlara tercüme edip dış iskelete gerçek zamanlı yolladığı veriler ile

sınırlı.

Düşünceden harekete dönüşene kadar arada 350 milisaniye geçiyor, yoksa sistemi kontrol etmek

güçleşiyor.

Bu beyne yerleştirilen iki plaketin her birinde 64 elektrot bulunması demek. Araştırmacılar şu anda her bir

elektrot üzerinde 32 elektrot kullanıyor.

Dolayısıyla beynin mesajlarını çok daha ayrıntılı okuyabilme, bunları daha güçlü bilgisayarlar ve yapay

zekâ yoluyla daha iyi tercüme etme potansiyeli var.

Ayrıca Thibault'un parmaklarını kullanarak bir şeyleri tutabilmesi ve hareket edebilmesine yönelik planlar

da geliştiriliyor.

Thibault şimdiden zihniyle tekerlekli iskemlesini kontrol ediyor.

22


Rahimdeki Bebeklerin Ellerinde Kertenkelemsi Kaslar Oluştuğu

Bulundu

İnsan bebeklerinin ana rahminde gelişirken ellerinde

kertenkelelerin kaslarını andıran kaslar oluştuğu, bunların

sonradan yok olduğu tespit edildi. Yoksa biz daha önceden

maymun değil de bir kertenkele miydik? Sorusu evrimcilerin

kafasını karıştırmakta... :)

Bilim insanlarının Development adlı bilimsel dergide yayımladığı

araştırmaya göre bu, evrim sürecinin insanlardaki en eski kanıtı.

Yani insan oluşumu bir şeylerden dönüştüğü düşüncesi hüküm sürmeye devam etmekte.

Bu kaslar, 250 milyon yıl önce kertenkelelerden memelilere evrilen atalarımızdan beri memelilerde

bulunmuyor.

İnsan bedenlerinin bu kasları doğum öncesi neden yok ettiği ise bilinmiyor.

Biyologlar bu yok etme sürecinin, insanların başparmaklarında diğer parmaklarına kıyasla fazladan bir

kas bulunmasıyla bir bağlantısı olabileceğini düşünüyor.

Bilim insanları bu bulguyu tespit etmek için 7-13 hafta arasındaki embriyo ve fetüsleri 3 boyutlu yazıcılarla

inceledi.

Bu kaslar nadiren de olsa bazı embriyolarda yok olmuyor ve normalden farklı ellere sahip olan bebeklerin

doğmasına yol açıyor.

Araştırmayı yürüten ABD'deki Howard Üniversitesi'nden Dr. Rui Diogo, "Evrim sürecinde bu kaslara olan

ihtiyacımızı kaybettik" diyor.

Diogo, el kasları oluşurken muhtemelen önce bu kasların oluşması gerektiğini, evrim sürecinin

karmaşık olması nedeniyle bunun arkasındaki dinamiği tam olarak tespit etmenin zor olduğunu

söylüyor. Kısaca özetlemek gerekirse bu araştırma, evrim teorisine dayandırılıyor gibi görünse de

aslında el kaslarımızın oluşumunda olması gereken bir yapı gibi duruyor. Her insanın gelişimi tabi ki

aynı değil o yüzden bazı insanların da bu gelişim döneminde farklı el tipine sahip olması normal gibi

görünüyor.

Gökbilim Teorilerine Meydan Okuyan Keşif: Küçük

Yıldızın Yörüngesinde Dev Gezegen

Gökbilimciler geçerli son gökbilim teorilerine göre "Var

olmaması gereken" dev bir gezegen keşfetti. Çok ilginç

çünkü çok büyük olan bu gezegen hem korkutucu hem

de yeni bilgiler edinmemiz için bir fırsat gibi duruyor.

Jüpiter benzeri gezegen, yörüngesinde döndüğü yıldıza

(güneşe) kıyasla sıra dışı bir büyüklükte. Bu,

gezegenlerin oluşumuyla ilgili genel kabul gören teoriye

ters düşüyor. Demek ki uzaydaki büyüklükler kesin değil kanısı ortaya çıkmakta. Yani yıldız her zaman

gezegenlerden büyük değilmiş.

23


Yeni keşfedilen dev gezegenin yörüngesinde döndüğü yıldız M tipi kırmızı cüce. Yani, galaksimizde en

sık rastlanan yıldız türü ve dünyaya uzaklığı 284 trilyon kilometre.

Uluslararası bir gökbilimci ekibi gezegen ve yıldızıyla ilgili bulgularını Science dergisine yazdı.

Çalışmada yer almayan İngiltere'deki Warwick Üniversitesi'nden gökbilimci Profesör Peter Wheatley,

" Uzun zamandır küçük yıldızlar etrafında Jüpiter ve Satürn gibi dev gezegenlerin oluşup

oluşamayacağını merak ediyorduk" diyor ve açıklıyor: "Genel kanı, bu tür gezegenlerin olmadığı

yönündeydi. Fakat emin olamıyorduk çünkü küçük yıldızlar bizim güneşimiz gibilerinden sayıca çok

daha fazla olmakla birlikte, ışıkları da az olduğundan onları incelemek çok zor oluyor." Bilim adamları

için araştırma üstüne araştırma konusu çıkıyor böylelikle. Kabul edilen diğer bilgiler de değişmeye

devam edebilir.

Araştırmacılar yıldızın çevresinde dönen gezegenlerin yol açıyor olabileceği yerçekimi ivmesini

ölçebilmek için İspanya ve ABD'deki teleskopları kullandılar.

Kırmızı cücenin kütlesi, yörüngesindeki GJ 3512b adı verilen gezegenden daha büyük. Fakat

aralarındaki kütle farkı örneğin Güneş ile Jüpiter'in arasındakinden çok daha az.

Yıldızın kütlesi gezegeninkinden 270 kat büyük.

Yine Güneş örneğine dönersek, Güneş Jüpiter'den 1.050 kat daha büyük.

Gökbilimciler, genç yıldızların yörüngesindeki gaz ve toz bulutlarının nasıl gezegenlere dönüştüğü

konusundaki teorilerini uygulamada test etmek için bilgisayar simülasyonları kullanıyorlar. Bu

simülasyonlar küçük M tipi cüce yıldızların çevresinde çok sayıda küçük gezegen oluşacağını

öngörüyor.

Son gezegenle ilgili makalenin yazarlarından İsviçre'deki Bern Üniversitesi profesörlerinden Christoph

Mordasini, "Bu tür yıldızların çevresinde sadece Dünya'nın büyüklüğünde ya da biraz daha büyük

süper Dünya'lar bulunması gerekiyor" diyor.

Bu teoriye uyan gerçek yaşamdan bir örnek Trappist-1 adlı yıldız ve çevresinde dönen gezegenler.

Güneş'e 369 trilyon kilometre ya da 39 ışık yılı uzaklıktaki bu yıldızın 7 gezegenden oluşan bir sistemi

var. Tümünün büyüklükleri aşağı yukarı Dünya kadar ya da biraz daha küçük.

Gezegenler, içinde çok sırların olduğu bir yer. Keşfedilmemiş o kadar şeyler var ki ileride bizi ne

bekliyor bilemeyiz. Uzay teknolojisinde inşallah iyi bir yere sahip oluruz ki bunları araştıran ve dünyaya

duyuran bir 'Türk bilim insanı' deriz. :)

24


İlham Veren Karakterler

Busenaz Sürmenli

Busenaz Sürmenli 26 Mayıs 1998 tarihinde dünyaya geldi. Trabzon'da yaşayan Sürmeneli on yaşında

spora başladı. Dünya Kadınlar Boks Şampiyonası'nda milli sporcu Busenaz Sürmeneli, altın madalya

kazandı. Rusya'nın Ulan Ude kentinde gerçekleştirilen organizasyonda Busenaz, 69 kilo finalinde Çinli

rakibi Liu Yang ile karşı karşıya geldi. Üç rauntta da sergilediği üstün performansla rakibini mağlup

eden milli sporcu, podyumun zirvesine çıktı.

Şampiyon olduğu maçın ardından gözyaşlarına hâkim olamayan Busenaz Sürmeneli, Barış Pınarı

Harekatı'nda görev alan Mehmetçiğe asker selamı gönderdi. Yirmi bir yaşındaki milli sporcu

kariyerinde ilk büyükler dünya şampiyonluğuna ulaştı.

Busenaz Sürmeneli hakkında:

*Haftada 16 saat spor yapıyor.

*İdolü: Vasly Lomachenko

*Yıldız ve Genç Bayanlar Dünya birinciliği

Ülkemizin bu zor zamanlarında şampiyon olup altın madalya kazanan genç sporcumuz bize çok fazla

moral olmaktadır. Barış Pınar Harekâtı’nda olan askerlerimize selam vermesi ise gençlerimizin kimin

neyin için çalıştığını da bildiğinin önemli bir göstergesidir. Biz Türk milletiyiz ve vatanımız için

çalışmaktayız.

25


İbrahim Çolak

7 Ocak 1995 doğumlu olan İbrahim Çolak 165 cm boyunda. İzmirli olan İbrahim Çolak'ın Daha önce

kendi adını taşıyan The Çolak hareketini cimnastik literatürüne sokan, geçen yıl İskoçya'da yapılan

Avrupa Artistik Cimnastik Şampiyonası'nda gümüş madalya kazanarak ülkemize bu branştaki ikinci ve

en büyük madalyayı getiren 24 yaşındaki İbrahim, bu kez dünyanın zirvesine çıktı.

Milli sporcu İbrahim Çolak, Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'nda halka aletinde altın madalya

kazanarak jimnastikte büyükler kategorisinde dünya şampiyonluğuna ulaşan ilk Türk sporcu oldu.

Almanya'nın Stuttgart kentinde gerçekleştirilen Artistik Jimnastik Dünya Şampiyonası'nda, halka aleti

finali yapıldı.

İbrahim Çolak, 14.933'lük derecesiyle şampiyon olurken, jimnastikte büyüklerde altın madalya

kazanan ilk Türk sporcu olarak tarihe geçti.

Milli jimnastikçi ayrıca Japonya'nın başkenti Tokyo'da düzenlenecek 2020 Olimpiyatları'na katılma

hakkı elde etti.

Başarılı bir sporcu olan ve İbrahim Çolak gerçekten ayakta alkışlanması gereken bir sporcu! Ülkemize

jimnastikte dünya şampiyonluğunu ilk kez getiriyor olması ve olimpiyatlara katılma hakkını kazanması

gerçekten gurur verici...

İçerik (Bilimsel Gelişmeler/ Sporcular): Yaren Özkan

26


27


Bi’ KUPLE Anı

Öğretmen adaylarından hatıralar/Beyin Yakan Soru

Üniversiteye başladığım ilk yıl okulun ilk dersinde bizim bir hocamız gelip:

‘’Kendi kendini tıraş edemeyenleri tıraş eden bir berber, kendi kendini tıraş edebilir mi?’’

Hikâyenin aslı şu ki:

Bir köy var, berber kendini tıraş etmeyen herkesi tıraş eder. Kendini tıraş eden herkesi de tıraş etmez.

O zaman berber kendini tıraş eder mi? Bakalım bu paradokstan haberdar mısınız?

Öyleyse dergi ekibi olarak bu soruyu okurlarımıza yöneltiyoruz:

…………………………………………………………………………………

…………………………………………………………………………………

…………………………………………………………………………………

…………………………………………………………………………………

…………………………………………………………………………………

………………………………………………………………….

İçerik: Ahmet Semih Aksoy

Etiketle, yaratıcı cevabını hikâye olarak at, paylaşalım! Biliyoruz ki sorunun cevabı sizde saklı

ebsatoplulugu

28


Bi’ KUPLE Röportaj

Marjinalliğiyle dikkat çeken fakülte

hocalarımız Hüseyin Tolu

Merhaba sevgili okur. Öncelikle bu röportajı sizlerle

buluşturduğumuz için çok heyecanlı olduğumuzu belirtmek

istiyoruz. Biliyorsunuz ki okulumuzda pek çok öğretmen var

ki yaşantılarıyla, bilgi birikimleriyle fazlasıyla dikkat

çekiyorlar ve bizi etkiliyorlar. Bana kalırsa her söylediğiyle

bizi şaşırtan ve düşünmeye, sorgulamaya iten,

marjinalliğiyle dikkatimizi çeken, hayatı fazlasıyla merak

edilen ilk hocamız üniversitemizin eğitim görevlisi, Hüseyin

Tolu.

Bu röportajın en az bizim kadar size de bir şeyler katması

dileği ile sizleri röportajımızla baş başa bırakıyoruz:

-Nasılsınız?

-Bu soru zor bir soru, bu sorunun cevabı yok. Hangi yönden

soruyorsun bu soruyu? Fiziksel mi, ruhsal mı, psikolojik mi,

sosyolojik mi? Bilmiyorum. Ama böbreğim iyi. Ama başka

yerlerim iyi mi bilmiyorum. Bu yüzden ben bu soruya şöyle

cevap veriyorum; "Hala yaşıyorum, hala nefes alıyorum bu

da bana yetiyor."

-Kendinizi üç kelime ile tanıtır mısınız?

-Bu soru sürekli bana soruluyor ve ben hep aynı cevabı veriyorum: "İnsan olmaya çalışıyorum."

-Çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

-İğrenç bir çocukluğum vardı, sürekli dayak yiyen, vahşi, zavallı, insanların sürekli kavga ettiği, aile içi

şiddetin sürekli olduğu midenin bulandığı bir çocukluk yaşadım. Türkiye toplumu vahşi bir toplum.

Sürekli dayak yiyen bir çocuğun nasıl olmasını bekliyoruz ki? Çözülür mü bu durum? Hiç sanmıyorum.

-Sizi çok etkileyen bir olay oldu mu?

-İki tane olay oldu: Birincisi lisans, Ege Üniversitesine gitmem çok ciddi bir problemdi çünkü sosyal bir

şok yaşadım. Karadeniz’den kalkıp İzmir'e gidince İzmir toplumu ile Karadeniz toplumu arasında

dağlar kadar fark var. Mutluluğun, huzurun ne olduğunu öğrendim ben İzmir’de. On sekiz yıldır dayak

yiyen bir çocuk, dayak yemeyen bir topluma geçti. Bu bir sosyal şok yarattı.

İkinci sosyal şok da Avrupa’ya gitmemdi. İzmir beni çok rahatlatmıştı ve o rahatlatmayla bir de

Avrupa’ya gidince yeniden ayrı bir şok yarattı. Yani aradaki farklar çok ciddi.

29


-Hayatımın dönüm noktası dediğiniz bir an var mı?

-Tabi. Üniversitede ikinci sınıfta okulu bırakmam ve ev arkadaşlarımla tanışmam benim tamamen

hayatımı ve düşünce tarzımı değiştirdi. Fakat o zaman ne olduğumu bilmiyordum. 1999'da

üniversitede tanıştığım arkadaşlarımla anladım ama bunun ne olduğunu ifade etmem John Rawls ile

tanışmamla oldu. Diğer yazarlar benim ne olduğumu tam olarak ifade edemiyordu, Rawls ile

tanıştıktan sonra ben Rawls'cu olduğumu anladım. Okuyarak kim olduğumu anladım, bu hayatımın

dönüm noktasıydı.

-Bir hayaliniz var mı?

-Var ama asla olmayacak. Evlenmeden asla bir kadın olmadan çocuk yapmak istiyorum. Olmuyor.

Şunu diyorum bir kadın gelsin çocuk yapsın bana versin sonradan gitsin. Kendi kendinize bir sorun:

Yalnız anne var, yalnız baba neden yok? Belki baba olmak istiyorum ama aile kurmak istemiyorum.

Evlat edinme kanunumuz var ama kendi çocuğun olması ayrı bir şey. Evlat edinince büyük çocuk

veriyorlar ama ben bebek istiyorum. Belki ilerde olacak.

-Bir pişmanlığınız var mı?

-Tabi. Büyük ihtimalle sevdiğim kadınlardır. Mide bulandırıcı, opportunistic, pragmatist, güzel

giyinmeye çalışan, fiziksel özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışan kadınlar diyeyim. Onlar benim

pişmanlığımdır, aynı zamanda beni ben yapmıştır.

-Aşka inanıyor musunuz?

-Yok. Aşk bir etidir ve şuan o eti yok, neredeyse bitti. Âşık olma etisine sahip değiliz. Âşık olduğumu

düşündüm daha önce hormonlardan ötürü. Eski anladığımız aşk yok aşktan öteye çıkmış bir cinsellik

kavramı var. Aşk bitmiştir, anlamı olmayan bir cümledir. Bir insanın ayakkabı seçmesi bile bir hafta

alırken bir başkasına âşık olduğunu söylemesi anlamlı değildir. O zaman senin bir insanı sevebilme

yeteneğin buna göre on yıl olması lazım sen bir ayakkabıyı almak için bir hafta uğraştın bu yüzden bir

anlamı yok bu kelimenin.

-Kendinizden başkalarını umursuyor musunuz?

-Hayır. Başkalarını umursamamak bence insanların kendilerine yapacağı en güzel şeydir. Başkaları için

yaşayan bir toplumumuz var. Bu beni rahatsız ediyor. Çevre bana ne der? O yüzden sabah kalkıp

30


yüzünü yıkar. Yüzünü yıkamak istediği için yıkamıyor bizim toplumumuz. O yüzden makyaj yapıyor,

güzel giyinmeye çalışıyor. Sürekli başkası için yaşayan kendi yaşantısını unutan bir toplumumuz var.

Sokrates'in bir sözü var: ''Sorgulanmamış bir yaşantı yaşanmamıştır.''

-Farklı olduğunuzu düşünüyor musunuz?

-Ben demeye ihtiyaç duymuyorum. Öyle olmaya da çalışmıyorum. Ama zaten beni herkes farklı

görüyor, garip olduğum söylenir. Ben bana garip diyenlere siz çok normalsiniz derim. Onlar çok

normal oldukları için ben garip görünüyorum aslında ben garip değilim öyle bir çabam da yok. Türkiye

toplumunda yaşamak zordur. Yere çöp atarsan kimse sana kızmaz, yere izmarit atsan da kimse sana

kızmaz, sahilde çekirdek yerken çekirdeğin kabuklarını yere atarsan da kızmaz, bir kadını yolda dövsen

de kimse sana kızmaz ama yağmurda yürüyordum şemsiyem vardı birisi arkadan bağırdı ''şemsiyeni

açsana!''… Ya ben belki yağmurda yürümek istiyorum elimde de şemsiye ile yürümek istiyorum, sana

ne? Böyle bir manyak toplumumuz var.

-Hayatınızdan memnun musunuz?

-Hayır. Hiçbir zaman da memnun olmayacağım. Yeter kelimesi güzel bir kelimedir, hiçbir sorun yok.

Fakat benim gibi insanların inandığı üç şey var. Ben absürdizme inanıyorum, zaten absürd yaşama

inanıyorum, absürd yaşamda yeter anlamlıdır. Kendine isyan her zaman vardır. Bizim gibi insanlar her

sabah kalkar ve şey der; ''intihar mı edeyim çay mı içeyim.'' Ben çay içmeyi tercih ederim. Ama bir gün

intihar edeceğimi biliyorum. Tanrının beni öldürmesine izin vermeyeceğim. Bu görüşe inanan herkes

bunu yapar. Bu görüşe inananların tamamı ya araba kazasında ya hastanenin üçüncü katından aşağı

atlayarak bir şekilde kendilerini zamanı geldiğini düşündüklerinde öldürürler. Ben piranalara atılmayı

düşünüyorum veya köpek balıklarına. Yani ölmeye yakın bunu düşünüyorum. Benim etimi yesinler,

tamamen yok etsinler. Planlarım var, şu an da bilmiyorum ama bir gün yapacağım. Veya

yapmayabilirim de o da ayrı bir konu. Düşüncemi değiştirebilirim, ama şuan da böyle.

-Yapmaktan mutlu olduğunuz şeyler nelerdir?

-İsyan etmek, rahatsız olmak. İnsanlar bunlardan nefret ettiğini söyler ama benim hoşuma gidiyor.

Rahatsız olmaktan hoşlanıyorum ve rahatsız olduğum şeyin değişmesini istiyorum. İnsanların yere çöp

atması, kadın dövmesi, çocuk dövmesi, çocukların birbirini dövmesi beni rahatsız ediyor. Ama bu

benim hoşuma da gidiyor. Çünkü rahatsız oluyorum. Rahatsız olduğum bir başka konu ise insanların

bundan rahatsız olmayışı. İnsanlar o kadar cahilleşti ki o kadar duyarsızlaştı ki rahatsız olmamaktan

rahatsız oluyorum artık. Öyle bir toplum düşünün ki zengin- fakir ayrımı çok fazla ve bundan rahatsız

olmuyorlar. Ya, Osmanlı döneminde zengin de fakir de bulgur pilavı yiyordu! Ama şu an da İstanbul'un

bir yanındaki insan bulgur pilavı yiyemiyor öbür taraftaki adamın sadece lokanta masrafı on bin lira.

Bu beni ciddi rahatsız ediyor. İnsanların rahatsız olmayışı beni rahatsız ediyor.

31


-Hayat felsefeniz nedir?

-Tamam işte absürdizme inanıyorum.

-Din?

-Absürdizme inananlar egnostizme inanır.

-Evlilik hayatın neresinde sizce?

-Ben evliliğe inanmıyorum. Özgürlük isimli kitaptaki bir söz benim için çok güzel; ''Evlilik kanunlarla

izin verilmiş bir çeşit köleliktir.'' En güzel evlilik nikâh yapılmadan kurulan birlikteliktir. Özgür olarak

tarafların birbirine köle olması ama özgür irade ile köle olması, özgürlüğünü bırakmadan. Evlilik zaten

Türkiye de ciddi bir problem. Ayakkabıyı bin defa deneyen kadın ve erkek, ama yanındaki kişinin elini

tutmuyor. Sonra diyor ki ben evleneceğim. Ya bir ayakkabı kadar değerim yok mu? Az bir oturup çay

içseydik... Düzelir mi, bilmiyorum. Ben modernliğin ve gelenekselciliğin birleşmesi taraftarıyım. Nasıl

birleşir, bilmiyorum. Ama bir şekilde dengenin sağlanması lazım.

-Sizce özgürlük nedir?

-Bunun cevabını da Diyojen veriyor: ''Özgür olabilmek her türlü kölelikten uzaklaşmaktır.'' Özgürlük

deyince aklıma özgür konuşma hakkı geliyor. Bu demek değildir ki adam öldürme özgürlüğü, insanlara

ve hayvanlara acı çektirme özgürlüğüm olsun, özgürlük dediğimiz şey sadece ve sadece özgür

konuşma hakkıdır. Konuşma fiziksel bir aktiviteye geçtiği anda o yaptığı şeyin etkisine bakarım. Belirli

bir eğitim seviyesine ulaşmamış kişilerin özgür konuşması da uygun değildir. Belirli bir eğitim

seviyesine ulaşmış kişilerin bile özgür konuşurken nasıl konuştuklarını görüyoruz. Toplum olduğu

sürece özgürlük yok, bireysellik olduğu sürece özgürlük var.

-''Anne'' kelimesi size ne çağrıştırıyor?

-Şu an da midem bulanıyor. Hem genel olarak hem kendi annem için. Ben ailemi çok severim ama öyle

bir toplum düşünün ki işkence var, ölüm var, kadın dövme var, adam dövme var, çocukların birbirini

dövmesi var. Atatürk'ün bir sözü var: "Toplumun yarısı kadındır ama toplumun tamamını kadın

eğitir." Böyle bir toplumumuz varsa bizim kadınlarımız problemli, yani annelerimiz problemli. Sokakta

birbirini döven bir gençlik varsa, insanlar birbirine işkence ediyorsa, yolsuzluk varsa, hırsızlık varsa,

yalancılık varsa bunun tek sorumlusu annelerimiz olmalı. Kim olacak? Onları eğiten kim, annelerimiz

değil mi? Demek ki bir problemimiz var annelerimizle. Cevabı da yine kadının eğitimi ve özgürlüğü

olacaktır. Yapabilir miyiz? Sanmıyorum. Yani şu an da ki Türkiye toplumunda zor. Sosyal sorunlar çok

32


fazla. Kadınlarımızın toplumu değiştireceğini düşünüyorum. Ama erkek şövenist bir topluma da

sahibiz, yani konuştuğu anda ağzı burnu kırılan bir toplum ve kadın var. Ne kadar yapılabilir? Yavaş

yavaş olacaktır. Dün bugünden kötüydü, bugün dünden iyi ama bu iyilik bana yetmiyor. Daha iyisini

istiyoruz biz.

-Ailenizi karşınıza getirsek ne söylemek istersiniz?

-Ben ailemi çok severim ama inkâr eden birisiyim de. Kesinlikle ve kesinlikle benden uzak dursunlar.

-Peki, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Bu röportaj sayesinde merak ettiğimiz, sormak istediğimiz soruları Hüseyin Tolu hocamıza

sorabileceğimiz bir ortam oluştu. Biz bu röportajı yaparken oldukça etkilendik, hocamızı dinlerken

keyif aldık. Eminim ki sizler de okurken en az bizim kadar etkilenmişsinizdir. Başka röportajlarda

görüşmek üzere…

İçerik: Ahmet Demirbaş

Zehra Doğan

33


Bi’ KUPLE Sevimliler

Fakültemizin sevimli varlıkları

İçerik: Esma Aydın

34


Biz Kimiz?

35


Kaynakça

İçerik/ Yaren Özkan

BBC Uzayda inek hücrelerinden 3 boyutlu yazıcıyla biftek üretildi ’’ https://www.bbc.com/’’ 09/10/2019

BBC James Gallagher Felçli hasta zihniyle kol ve bacaklarını hareket ettirdi ‘’ https://www.bbc.com/ ‘’ 04/10/2019

BBC Michelle Roberts Rahimdeki bebeklerin ellerinde kertenkelemsi kaslar oluştuğu bulundu ‘’https://www.bbc.com/ ‘’

02/10/2019

BBC Paul Rincon Gökbilim teorilerine meydan okuyan keşif: Küçük yıldızın yörüngesinde dev gezegen‘’

https://www.bbc.com/ ‘’ 01/10/2019

Busenaz Sürmeneli ‘’ https://www.aksam.com.tr/spor/dunya-kadinlar-boks-sampiyonu-busenaz-surmeneli-kimdir-busenazsurmeneli-kac-yasinda/haber-1013506

14/11/2019’’

İbrahim Çolakoğlu ‘’http://www.milliyet.com.tr/skorer/ibrahim-colak-kimdir-nereli-6055705’’ 14/10/2019

İçerik/ Ayşe Nur Nom

Adler, A. (1998). İnsanı Tanıma Sanatı (Çev. K. Şipal). İstanbul: Say Yayınları.

Akçamete, G. (1992). Üniversitedeki Bedensel Engelli Gençlerin Kendini Kabulle İlgili Yaygın Sorunları. Ankara

Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 25(2).

Albert, D., Chein, J., & Steinberg, L. (2013). The Teenage Brain. Current Directions in Psychological Science, 22(2),

114–120. https://doi.org/10.1177/0963721412471347.

Bacanlı, H. (2003). Gelişim ve Öğrenme. (7. Basım). Ankara: Nobel Yayınları.

Bilge, S., Motovallı, N. & Alyanak B. (1998). Görme Kaybı Olan Çocuklarda Gelişimsel Farklılıklar ve

Psikopatoloji, Otizmle Benzerlikleri: Gözden Geçirme ve Olgu Sunumu. Nöro Psikiyatri Arşivi, 35(3-4), 126-131.

Bourquin, E., Mascia, J. & Rusenski, S. (2002). Community-based Services for Deaf-blind Consumers: A Successful

Rehabilitation and Vocational Model. Journal of Visual Impairment & Blindness, 96(9), 668- 672.

Bulut A, Nalbant H, & Çokar, M. (2002). Ergenlerin Sağlık Bilincinin Geliştirilmesi Projesi: Ergenler ve Sağlık

Durum Raporu. İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Kadın ve Çocuk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Birimi, İstanbul.

Calder, J. (2010). Nurturing Empathy. Child Care Health Connections. A Health and Safety Newsletter for

California Child Care Professionals, 23(3), 1-8.

Çakmak-Güleç, H. (1999). Özel Sınıflarda ve Kaynaştırılmış Sınıflara Devam Eden İlkokul Düzeyindeki Eğitilebilir

Zihinsel Engelli ve Engelli Olmayan Çocukların Benlik Kavramlarının Karşılaştırılması. (Yayınlanmamış doktora tezi).

Hacettepe Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara.

Davis, H. (2006). Exploring the Contexts of Relationship Quality Between Middle School Students and Teachers.

The Elementary School Journal, 106(193–223), 193–223.

Dünya nüfusu ne kadar? (2012). 28.12.2018 tarihinde

edilmiştir.

https://www.nufusu.com/dunya-nufusu adresinden elde

Enç, M. (1961). Ruh Sağlığı Bilgisi. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Greenspan, S. I. & Wieder, S. (2004). Özel Gereksinimli Çocuk. (Çev. İ. Ersevim). İstanbul: Özgür Yayınları (eserin

aslının basım tarihi 1998).

Grinder, R. E., Hartwell, L. K. & Kashner, J. B. (1982). A Study of Relative Influence of Factors Underlying the

Participation and Expectations of Minority Handicapped Adolescents in School Activities. Final Report. Arizona State

University. The document was developed by the Center for Adolescent Research, Evaluation and Service.

Haznedaroğlu, D. (2000). Adolesanlarla İlgili Çalışmalar. İstanbul, 18-21 Nisan: 22. Pediatri Günleri ve 2. Pediatri

Hemşireliği Günleri (Kongre Kitabı), 35-39.

36


Karaahmetoğlu, S. Ş. (1995). Rehabilitasyon Açısından Özürlülüğün Epidemiyolojisi, Tıbbi Rehabilitasyon. (Ed:

Oğuz, H.). İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi, 16-22.

Konarska, J. (2007). Young People with Visual Impairments in Difficult Situations. Social Behavior And Personality,

35(7), 909-918.

Krenke-Seiffge I (1998). Adolescent Health:A Developmental Perspective. I. Edition, London: Lawrence Erlbaum

Associates Publisher, 60-97.

Maxson B. J. & Tedder, N. E. (1993). The Education of Youths Who are Deaf-blind: Learning Tasks and Teaching

Methods. Journal of Visual Impairment & Blindness, 87(7), 259-263.

Mermer, G. (1993). Zihinsel Engelli Ergenlerin Cinsel Eğitim Gereksinimleri Hakkında Anne, Baba ve Eğitimci

Görüşlerinin Değerlendirilmesi. (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.

Özsoy, Y. (1983). Okulöncesi Eğitimde Özürlü Çocukların Durumu, Okulöncesi Eğitim ve Sorunları. Ankara: Türk

Eğitim Derneği.

Pişkin, M. (2000). Özsaygıyı Geliştirme Eğitimi. (Ed: Yıldız Kuzgun). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

Rehber, E. (2007). İlköğretim İkinci Kademe Öğrencilerinin Empatik Eğilim Düzeylerine Göre Çatışma Çözme

Davranışlarının İncelenmesi. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Çukurova Üniversitesi, Adana.

Santrock, J. (2012). Yaşam boyu gelişim. (Ed: Yüksel, G.). Ankara: Nobel Yayıncılık.

Shari, L., Barkin, M. D., Smith, S. K. & Durant, R. H. (2002). Social Skills and Attitudes Associated with Substance

Use Behaviours Among Young Adolescents. Journal of Adolescent Health, 30(6), 448- 454.

Şenel, G. H. (1996). Yetersizliği Olan ve Olmayan Gençlerin Yetersizliğe Karşı Tutumlarının İncelenmesi. Özel

Eğitim Dergisi, 2(2).

Türkiye Özürlüler Araştırması Temel Göstergeleri (2006). T.C Başbakanlık Özürlüler İdaresi Özürlülük

Araştırmaları ve İstatistik Dairesi Başkanlığı.

Van Hasselt, B. V. (1989). Social Adaptation in the Blind. Clinical Psychology Review, 3(1), 87-102.

Yavuzer, H. (1985). Çocuk Psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Yılmaz, A. (2009). Suça Yönelmiş ve Yönelmemiş 14-18 Yaş Arası Ergenlerin Empati Düzeylerinin ve Ana-Baba

Tutumlarının İncelenmesi. (Yayımlanmamış yüksek Lisans tezi). Uludağ Üniversitesi, Bursa.

37


38

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!