ArtDog Istanbul - Special Digital Issue
“Nefes Alamıyoruz” başlıklı sayı pandeminin kültür sanat dünyasına etkilerini araştırıyor. Salgının dönüştüreceği bir dünyaya adım atarken Minneapolis’te beyaz bir polis diziyle boynuna basarak Afro Amerikalı George Floyd’u öldürünce dünya bambaşka bir hal aldı. İklim krizi, eşitsizlik, ırkçılık, salgın derken yepyeni ve bilinmez bir dünyanın eşiğindeyiz. Özel dijital sayı tarihe geçen bu anlara ve kültür sanata yansımalarına bakıyor..
“Nefes Alamıyoruz” başlıklı sayı pandeminin kültür sanat dünyasına etkilerini araştırıyor. Salgının dönüştüreceği bir dünyaya adım atarken Minneapolis’te beyaz bir polis diziyle boynuna basarak Afro Amerikalı George Floyd’u öldürünce dünya bambaşka bir hal aldı. İklim krizi, eşitsizlik, ırkçılık, salgın derken yepyeni ve bilinmez bir dünyanın eşiğindeyiz. Özel dijital sayı tarihe geçen bu anlara ve kültür sanata yansımalarına bakıyor..
PDF'lerinizi Online dergiye dönüştürün ve gelirlerinizi artırın!
SEO uyumlu Online dergiler, güçlü geri bağlantılar ve multimedya içerikleri ile görünürlüğünüzü ve gelirlerinizi artırın.
Özel Dijital Sayı
Haziran, 2020
@artdogistanbul
“CONTEMPORARY DEDUCTIONS”
NEFES
ALAMIYORUZ
Freyja Sewell
www.artdogistanbul.com
2 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
www.artdogistanbul.com
/artdogistanbul
ArtDog
a term that describes
those that are totally
consumed and obsessed
with art, “art aficionado”
editörden
Nefes Alamıyoruz
Mart/Nisan sayımız basıldıktan kısa bir süre sonra
giderek daralan bir çemberin içinde bulduk kendimizi.
Tüm dünyayı saran bir salgın, gerisi malum...
Tüm insanlık bir virüsle baş etmek için evlere kapandı. Bir
ara kontrol altına alınamayacak kadar fazlalaşan ölü sayısı,
kapanan sınırlar derken hayat durdu.
Bu arada doğa kendine geldi, berraklaşan sular, rahatça
gezinen hayvanlar, yeşillenen ağaçlar...
Salgının en çok etkilediği alanlardan biri kültür sanat
oldu. Dünya genelinde kapanmaya yüz tutan tiyatrolar, sanat
galerileri, ertelenen, iptal edilen sanat ve kitap fuarları...
Zaman ve mekan algısı değişti bir anda. Aslında bu salgınla
beraber yepyeni bir dünyaya adım attık. Bundan bir
önceki sayımızda “kadın”ı odağımıza alıp Güney Afrikalı
sanatçı Zanele Muholi’nin eşitsizliği betimleyen işlerini
kapağa taşımış, Ocak Şubat sayımızdaysa iklim krizini
odağımıza alıp “Kıyamet” başlığıyla aynı temalı bir sayı
yapmıştık.
Eşitsizliği, ayrımcılığı ve insan denen türün doğaya ve
canlılara verdiği zararı radarımıza alıp oluşturduğumuz bu
sayılar aslında nasıl doğru yerlere baktığımızı bir kere daha
kanıtladı bize.
Koronanın tam içinden hazırlamaya başladığımız bu sayı
dijital baskıya doğru giderken bu sefer Minneapolis’te yaşanan
bir vahşet geldi oturdu gündeme.
“Nefes Alamıyoruz” başlıklı bu sayı yine dünyanın
içinde bulunduğumuz içler acısı haline gönderme yapıyor.
25 Mayıs’ta Derek Chauvin adlı bir polis memuru sahte
banknot kullanarak sigara almaya çalıştığı ihbarı üzerine
Afro Amerikalı George Floyd’u yakaladıktan sonra yere yatırıp
tam sekiz dakika kırk altı saniye diziyle boynuna oturarak
öldürdü. Bu sırada defalarca “Nefes alamıyorum. Lütfen.
Nefes Alamıyorum,” diyen Floyd’un yakarışları yoldan geçen
farklı insanların cep telefonuna kaydedildi.
Floyd’un ölüm haberi açıklandığından beri ABD başta olmak
üzere İngiltere, Almanya, Fransa gibi bir çok ülkede
ırkçılık karşıtı protestolar yapılmaya başlandı ve henüz dünyayı
terk etmeye niyeti olmayan salgının önüne geçecek şekilde
gündeme oturdu.
Kısacası, içinde yaşadığımız bu gezegen artık baş edemediği
bir sürü hastalıkla boğuşuyor. Yüzyıllardır ölümlere
ve acılara sebep olan ırkçılığın ve dünyayı yok etme noktasına
getiren iklim krizinin tahtına bir süreliğine Covid 19
isimli yeni bir bela oturmuş durumda.
Tüm bunlara uzaktan ve sakince bakınca tablo net olarak
ortaya çıkıyor. İklim krizi, eşitsizlik, salgın, ırkçılık...
Hepsinin tek sorumlusu var: insan.
Aslında can çekişen bir düzenin, sistemin sancılarının
tam üstüne gelen bu salgın değişimin ve dönüşümün gerekli
değil kaçınılmaz olduğunu hızlıca çarptı yüzümüze.
Ardından hepimiz gün ışığında tüm vahşetiyle işlenen bir
cinayete tanık olduk. Bir tokat daha geldi yüzümüze.
Yaşanılmaz hale gelen bir dünyanın içindeyiz. Son üç
ayda yepyeni ve bilinmez bir eşiğe geldik. Hiç birimiz “nefes
alamıyoruz.” Nasıl bir dünyada yaşayacağız bilmiyoruz.
Tek bildiğimiz yine kültür ve sanat sayesinde nefes alabileceğimiz.
Yeni bir dünyaya girdiğimiz bu günlerde hazırladığımız
bu özel dijital sayı içinde yaşadığımız bu zamanı kayıt altına
almak için hazırlandı.
İyi Okumalar,
İMTİYAZ SAHİBİ
KAHIN Organizasyon
Reklam Dan. Ltd. Şti. adına
Boğaçhan Buğra Kaya
Tasarım
Oğuz Koçak
Görsel Yönetmen
Samet Zeydan
İllüstrasyon
Meryem Tat
Hukuk Danışmanı
Tuğba Balkaya
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Şebnem Kırmacı
EDİTÖRLER
Ceren Çıplak Drillat, Özge Tabak, Bahar Turkay (Tasarım)
KATKIDA BULUNANLAR
Ayça Güzel, Aylin Çaylak Yegül, Aylin Seçkin, Barış Kaya, Berry Viser, Brooke
Wilson, Cem Yegül, Cihan Erdem, Deniz Tufan, Dick van Zuijlen, Didem
Çaylak van Zuijlen, Emre Eminoğlu, Joe Kennedy, Murat Can Karataşoğlu,
Murat Cem Baytok, Murat Öztürk, Nazlı Berivan Ak, Onur Kaya, Saruhan
Doğan, Sarp Dakni, Tahir Özyurtseven, Tolga Yüksel, Uğur Yüksel, Ümit Ferah,
Yvan Barbarian, Zafer Aracagök, Zeynep Aksoy
Şebnem Kırmacı
sebnem@artdogistanbul.com
Reklam ve Pazarlama
ads@artdogistanbul.com
Yönetim Adresi
Şahkulu Mahallesi, Serdar-ı Ekrem Sokak
no:27/4, Galata | Beyoğlu | İstanbul
T : +90 212 244 09 87
F : +90 212 243 46 20
Yayın Türü: İki aylık, süreli.
ArtDog İstanbul’da yer alan yazı ve fotoğrafların tüm hakları eser
sahiplerine veya ArtDog İstanbul’a aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz.
Telif hakkı bulunan materyalin kaynağını göstermek için azami gayret
gösterilmiştir. Herhangi bir eksiklik tamamen kasıtsızdır.
www.artdogistanbul.com
4 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 5
TARİH / İNCELEME
Onlar da Bizden Çok Farklı Değildi
Sekiz Dakika Kırkaltı Saniye...
HABER / GÜNDEM
1918 İspanyol Gribi salgınını yaşamış
insanlar mektuplarında, günlüklerinde
neler yazmışlardı? Bugün yaşadığımız
Korona virüsü salgını sürecinde onların
anılarıyla, hissettikleriyle bağ kurabilmemiz
mümkün mü?
Minneapolis’te bir polisin diziyle boğarak
öldürdüğü George Floyd, ABD başta olmak
üzere pek çok ülkede ırkçılık ve polis şiddeti
karşıtı gösteriler için bir sembol oldu. The
Walker Art Center ve Minneapolis Institute
of Art, polis teşkilatıyla bağını koparacağını
açıklayarak ilk adımı attı. Ardından
Museum of Contemporary Art Chicago
polisle bağlarını kestiğini açıkladı.
Tepkiler büyüyor.
Dünyada 200’den fazla ülkeyi etkisi
altına almış olan Korona virüsü
salgını, insanlığın yaşadığı ilk salgın
hastalık deneyimi değil. 14. Yüzyıldaki
‘Kara Veba’ salgınından sonraki yüzyıllarda
ortaya çıkan suçiçeği, tifüs, kolera
ve influenza salgınlarına kadar pek çok
hastalık hem bireylerin hayatlarını hem
de tarihin akışını önemli ölçüde etkiledi.
Smithsonian Magazine’de yayınlanan
Meilan Solly imzalı haber de bunlardan
birine, 1918 yılında başlayan ve yaklaşık
15 aylık bir sürede tahminen 50-100
milyon aralığında insanın ölümüne yol
açan İspanyol gribi salgınını konu alıyor.
“1918-1920 yılları arasında bu salgını yaşamış
olanların yazdıklarından, bir yüzyıl
sonranın okurları olarak bugün neler öğrenebiliriz?”
sorusuna yanıt arıyor.
Öncelikle geçmişte, salgın dönemlerinde
yazılmış olan yazılar kıymetli birer
tarihsel kaynak. Örneğin Vermontlu
iş adamı Dorman B.E. Kent, günlüğüne
1918 sonbaharında yakalandığı gribin tüm
semptomlarını, doktorun önerilerini ve
bu önerileri uyguladıktan sonra yaşadıklarını
detaylarıyla yazmış.
Geçmişte salgın dönemlerinde yaşayan
insanların günlüklerine, mektuplarına
yazdıklarına baktığınızda, oradaki
hislerin günümüz okuru için de anlaşılır
olduğunu görüyoruz. Haber, “Bu anlamda
bu yazılar, şu anda benzer bir salgınla
baş etmeye çalışan insanlar için belki
de bir başlangıç noktası olabilir” sonucuna
ulaşıyor. Bu yazılarda da hava durumundan,
aile ya da arkadaşlarla yapılan
Seattle’da maske takmayan bir yolcuyu kondüktör tramvaya almıyor.
Kasım, 1918. Fotoğraf: PhotoQuest / Getty Images
1918’de maske kullanan Seattle polis memurları (Wikimedia Commons aracılığıyla kamu erişimine açık kaynak)
bir dedikodudan, alışverişlerden yani aslında
gündelik, sıradan şeylerden bahsediliyor.
Haber, “Onlar da bizden çok farklı
değildi”yi hatırlatıyor okurlara. Ve tarih
kurumlarının, yerel kuruluşların arşivlerinden
1918 salgın döneminde yaşamış kişilerin
yazdıklarına yer veriyor…
Görüyoruz ki Massachusetts,
Salem’den Edith Coffin (Colby) Mahoney,
22 Eylül 1918’de günlüğüne yazdığında,
bu kez odağında neler yaptığı, ev idaresi
ve alışverişleri değil; farklı bir konu
yer almış: “Eugene F. cuma günü İspanyol
gribi yüzünden hastaneye gitti. Salem’de
1500 vaka. Bradstreet Parker dün o yüzden
öldü. 21 yaşında.”
Seattle’da yaşamış olan 15 yaşındaki
Violet Harris ise bir çocuk saflığıyla şöyle
yazmış: “Bu akşam gazetelerde İspanyol
gribinin yayılmasını önlemek amacıyla
ikinci bir habere kadar tüm kiliselerin,
gösterilerin ve okulların kapalı olacağı
duyuruldu. İyi bir fikir mi? Bence evet!
Tahminimce tüm diğer okul öğrencileri
için de… Tek olumsuz durum okul kurulunun
eksik günleri dönem sonunda ekleyeceklerini
açıklaması…”
Boston’daki askeri kamp Fort
Devens’tan doktor N.Roy Grist, tüm bu
çılgınlığın ortasında bir doktor olarak yaşamayı
da anlatmış. Arkadaşı Burt’e yazdığı
mektupta görevli olduğu koğuşta
hastalığa yakalanan askerlerin durumlarını
anlatırken duygularını da paylaşmış.
Nefessiz kalıp boğularak ölümlerini izlemenin
nasıl korkunç olduğunu; kişinin
günde 1-2 belki 20 kişinin ölümünü görmeyi
kaldırabileceğini fakat günde yaklaşık
100 hastayı kaybettiklerini yazmış.
Kendisi gibi doktor olan Burt’e mektubunun
devamında insanın bir arkadaşının
olmasının, konuşacak birinin varlığının
ne kadar önemli olduğunu hatırlatmış.
Orduda görev yapan Donald McKinley
Wallace ise dönemin koşullarını betimlemiş.
Tüm gün ateşi olduğunu ve hasta
koğuşunda yattığını yazdığı yazıda
“Doktor et suyundan çorba getirdi, geçtiğimiz
cumadan beri yediğim ilk şey bu
oldu. Koğuşumuz tavana gerdikleri bir telin
üzerine asılmış battaniyelerle kışlanın
kalanından ayrılmış durumda” diye belirtmiş.
Buradakiler ve diğer örneklerle birlikte
Smithsonian Magazine’deki haberde
yazmanın, duyguları ifade etmenin
öneminin altı çiziliyor. Tarihçi ve eğitmen
Kevin M. Levin tarihin genelde insanlara
‘başka insanların başına gelen
şeyler’ olarak göründüğünü ifade ederken
Korona virüs salgını süreci hakkında
“Şu anda yaşadığımız dönem kendi tarihi
kayıtlarımızı yaratmak için özel bir fırsat
sunuyor” diyor.
ABD’deki Ulusal 1. Dünya Savaşı
Müzesi ve Anıtı’ndan Lora Vogt da öncelikle
“Sadece yazın” önerisinde bulunuyor.
“Bu süreçte nelerle ilgilendiğinizi
anlatacak özgürlüğü kendinize tanıyın”
diyen Vogt ekliyor: “Bu ister duygularınız
hakkında olsun, ister medya, ister
Netflix’te izlediğiniz bir program hakkında…”
Vogt yazıların uzun ömürlü olabilmesi
için yazmayı seçtiğiniz mecranın
önemini de hatırlatıyor. Dikkat çektiği bir
diğer husus ise üzerinizde “Tarihi bir an
yaşıyorum ve bunu belgelemeliyim” gibi
bir baskı hissetmeden; o an içinizden, aklınızdan
geçenleri yazmanız…
Çeviri: Özge TABAK
Fransa’da bir ABD ordu koğuşunda hastalar (© Corbis via Getty Images)
Ekim 2018’de Missouri, Saint Louis’de Kızıl Haç üyeleri sedyeyle hastaları ambülansa taşırken, hastalığın yayılmasını engellemek
için maske kullanıyorlar.Saint Louis, Missouri, October 1918. Fotoğraf: PhotoQuest / Getty Images
Bu şimdiden tarihe geçen dönemi yaşadıklarınızı
ve yaşananları kendi bildiğiniz
gibi kaleme almak isterseniz bu yazı
size bir ilham verebilir. Sonuçta tarih denilen
olgu tutulan kayıtlarda gizli değil
mi?
25 Mayıs tarihinde Amerika Birleşik
Devletleri’nin Minnesota eyaletinde,
Minneapolis şehrinde tüm dünyayı etkileyen
bir ölüm gerçekleşti. Sahte banknot
ihbarı çağrısı için gelen polis memuru
Derek Chauvin, 46 yaşındaki Afrikan
Amerikan George Floyd’un boynuna yaklaşık
8 dakika 40 saniye boyunca diziyle
bastırarak hayatını kaybetmesine sebep
oldu. ABD’de uzun zamandır gündeme
gelen ‘polis şiddeti’ konusu, bu vesileyle
bir kez daha gündeme geldi ve bu kez, korona
virüs salgınına rağmen insanlar ırkçılığa
ve polis şiddetine dur demek üzere
sokaklara çıktı.
Son sözleri “Nefes alamıyorum”
olan Floyd’un bu sözleri, ülkenin her
köşesinde gösterilere katılan binlerce
Amerikalının pankartlarında yer aldı. Pek
çok şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi,
ulusal muhafızlar göreve çağrıldı yine
de göstericiler eşitlik ve adalet taleplerini
dile getirmek için yürümeye devam etti.
Otopsi raporuna göre boğulma sonucu
hayatını kaybettiği ortaya çıkan Floyd için
düzenlenen cenaze törenlerine de binlerce
kişi katıldı.
Üstelik protestoların ABD’nin dışına
yayılması da uzun sürmedi:
Almanya, İngiltere, Fransa, İsrail, İtalya,
Yunanistan ve hatta Yeni Zelanda’nın
aralarında olduğu farklı ülkelerde de halk
ırkçılığa sesini yükseltti, gösteriler düzenlendi.
Madonna koltuk değnekleriyle katıldı
George Floyd’un ölümünün ardından sanat
dünyasından da tepkiler gecikmedi.
Özellikle ABD’de protestolara müzisyenlerden
balerinlere, şarkıcılardan oyunculara
çok sayıda tanınmış isim katıldı. Ünlü
isimler hem sosyal medya paylaşımlarıyla,
hem de yaptıkları bağışlar ve açıklamalarla
ses getirdi.
İngiltere’deki gösterilerde “Star
Wars”un baş karakterlerinden Finn’i canlandıran
John Boyega da eline megafonu
alarak yaptığı konuşmayla adından söz
ettirdi. Zaman zaman gözyaşlarını tutamayan
ve “Bundan sonra bir kariyerim
olup olmayacağını bilmiyorum” diye konuşan
oyuncuya Hollywood’un ünlü yönetmen
ve oyuncularından destek mesajları
yağdı. Son olarak dünyaca ünlü yıldız
Madonna da Londra’da protestolarda görüntülendi.
Yakın zamanda ayak bileğini
burkan şarkıcı, koltuk değnekleriyle katıldığı
gösteride “Adalet yoksa huzur da
yok” sloganlarına eşlik etti.
Floyd’un muralları duvarlarda
Sanatçılar da Floyd’un ölümüne ve ayrımcılığa
kendilerine özgü şekilde tavır
koydu. Berlin’den Los Angeles’a,
Barselona’dan Suriye’deki Binnish’e kadar
farklı şehirlerde George Floyd’u anmak
üzere duvar resimleri yapıldı.
Minneapolis’te Floyd’un tutuklandığı ve
hayatını kaybettiği nokta olan, 38.Cadde
ile Chicago Bulvarı köşesinde bulunan Cup
Foods dükkanının duvarına yapılan dev
mural ise sembolik olarak farklı bir anlam
ifade ediyordu. Hyperallergic’in haberine
göre mural, sanatçılar Cadex Herrera,
Greta McLain, Xena Goldman, Niko
Alexander ve Pablo Hernandez’in elinden
çıktı. Herrera “Fikrimiz George Floyd’u
bir şehit olarak değil, sosyal adalet kahramanı
olarak betimlemekti” diye konuşurken,
Artnews ise sanatçının “Floyd’un
isminin hatırlanacağından emin olmak
istedik” cümlesine yer verdi.
George Floyd’un büyük bir ayçiçeği figürünün
önünde resmedildiği muralda
büyük puntolarla yazılı George Floyd’un
harflerinde yumruklarını havaya kaldırmış
insan figürleri görülüyor. Floyd’un
arkasında bulunan ayçiçeğinin ortasındaysa
polis şiddeti nedeniyle hayatını
kaybeden diğer Afrikan-Amerikan vatandaşların
isimleri yazıyor. Tamamlandığı
andan itibaren Minneapolis halkı için bir
anma mekanı haline gelen alana, vatandaşlar
çiçekler bırakmaya ve burada toplanarak
“Black Lives Matter” pankartlarıyla
ayrımcılığa dikkat çekmeye devam
ediyor.
Yönetmenler de kayıtsız kalmadı
Oscar Ödüllü yönetmen Spike Lee, George
Floyd’un ardından, tepkisini “3 Brothers:
Radio Raheem, Eric Garner and George
Floyd” adını verdiği kısa filmle gösterdi.
Kısa filmde, Lee’nin yazıp yönettiği 1989
yapımı “Do the Right Thing” (Doğruyu
Seç) filminden bir sahne ile ABD’de
2014’te New York’ta polis şiddeti sebebiyle
hayatını kaybeden Eric Garner ile
25 Mayıs’ta nefessiz bırakılarak hayatını
kaybeden Floyd’un görüntüleri yer aldı.
Yönetmen, kısa filmiyle polisin
Floyd’a, Garner’a ve filmindeki Radio
Raheem’e tavrına vurgu yaparken kısa filmin
“Tarih kendini tekrar etmeyi bırakacak
mı?” cümlesiyle açılması dikkat çekti.
Spike Lee’nin “Do the Right Thing” filminde
de Radio Raheem karakteri yaşanan
arbedede polis şiddeti sonucunda hayatını
kaybediyordu.
Bir diğer Oscarlı yönetmen Steve
McQueen de Floyd’un ölümünün ardından
sesini yükseltenler arasındaydı. 73.
Cannes Film Festivali resmi seçkisine
“Lovers Rock” ve “Mangrove” filmleriyle
giren McQueen, bu yıl seçilen eserlerini
Floyd’a ithaf etti. “12 Years a Slave” filmi
ile daha önce En İyi Film Oscar’ı alan
İngiliz yönetmen “Bu filmleri George
Floyd ve kendileri oldukları için ABD,
İngiltere ya da başka bir yerde öldürülen,
görünmüş veya görünmemiş diğer tüm
siyahlara adıyorum” diye konuştu.
Müzeler de tepkisiz kalmadı,
sayıları artabilir
Polis şiddetine karşı protestolar devam
ederken, ABD’deki sanatseverler kültür-sanat
kuruluşlarını polis teşkilatı ile
ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye davet
etti. ArtNews’ın haberine göre, müzelere
yerel polis merkezleriyle olan bağlarından
vazgeçme, onun yerine Afrikan
Amerikan komünitesiyle ilişki kurma
çağrısı yapıldı. Minneapolis’te iki sanat
kuruluşu, The Walker Art Center ve
Washington’da George Floyd protestolarından bir kare.
Fotoğraf Jacquelyn Martin Telif Hakkı - 2020 The Associated Press.
Minneapolis Institute of Art, polis teşkilatıyla
bağını koparacağını açıklayarak ilk
adımı attı. Ardından ise Chicago Çağdaş
Sanat Müzesi (Museum of Contemporary
Art Chicago) Chicago polisi ile bağlarını
kestiğini açıkladı. Önümüzdeki günlerde
bu talebe olumlu yanıt veren müze ve
sanat merkezlerinin sayısının artabileceği
konuşuluyor.
Tiyatrolar kapılarını açarak
protestoculara destek verdi
Küresel korona virüs salgını nedeniyle aylardır
kapalı olan New York Tiyatroları,
polis şiddeti sonucunda yaşamını yitiren
George Floyd’un ardından başlayan
ve ülke geneline yayılan ırkçılık karşıtı
protestolara katılanları desteklemek
için kapılarını açmaya başladı. The Public
Theater, Atlantic Theater Company, New
York Theater Workshop göstericileri
mekanlarına davet ettiklerini duyurdu.
Tiyatro salonları, on günden fazladır eylemlerini
devam ettiren protestoculara su,
el dezenfektanı ya da atıştırmalıklar sunmanın
yanı sıra telefonlarını şarj etmelerine,
tuvaletini ve banyosunu kullanmalarına
izin verecek; dinlenebilecekleri
ortamı sağlayacak.
Sosyal medyada açılan “Open Your
Lobby” hesabının tiyatro salonlarını ırkçılıkla
mücadele eden göstericileri desteklemek
için mekanlarını açmaya davet
etmesiyle ise hareket büyük destek
buldu. New York’un ardından başkent
Washington D.C ve Chicago’nun da aralarında
olduğu birçok şehirdeki tiyatro salonları
da #OpenYourLobby hashtag’iyle
paylaşım yaparak, lobilerini göstericilere
açtıklarını duyurdu.
Sosyal medyada da siyah
ekranla protesto edildi
George Floyd’un polis şiddeti sonucu ölümünün
ardından ırkçılığı protesto etmek
için sosyal medya hesaplarını ‘karartan’,
siyah ekran paylaşan milyonlarca
kişi arasında tasarımcılar ve mimarlar
da yer aldı. Aralarında David Adjaye,
Jessica Walsh, Tom Dixon, Camille
Walala, Yinka Ilori, Morag Myerscough,
Formafantasma, Studio Drift, Charles
Holland ve Bec Brittain’ın sayılabileceği
çok sayıda tasarımcı ve mimar siyah ekran
görseli paylaştı ve #Blackouttuesday
hashtag’ine destek verdi. Bir kısım ise
paylaşımlarına Floyd için ve ırkçılık karşıtı
protestocuları desteklemek için oluşturulan
çeşitli fonların linklerini ekledi.
Özge TABAK
Köle tüccarının heykeli devrildi
Sanat dünyasını merkeze alan ve özellikle
paylaştığı internet ‘meme’leriyle dikkat
çekerek yaklaşık yüz bin takipçiye ulaşan
Instagram hesabı Jerry Gogosian da konuya
farklı bir yorum getirdi. Adını ünlü
sanat eleştirmeni Jerry Saltz ile sanat galerileri
zinciri Gagosian’ın sahibi Larry
Gagosian’dan hareketle “Jerry Gogosian”
olarak belirleyen hesaptan yapılan açıklamada,
‘Instagram Live üzerinden Koenig
Galerie’den Johann Koenig ile yapacakları
söyleşinin gerçekleşmeyeceği, Black
Lives Matter hareketinin hızına gölge düşürmemek
adına zamanlamanın uygun
olmadığını’ duyuruldu. Hesap, Afrikan
Amerikan çok sayıda kadın ve erkeğin ırkçılık
sebebiyle hayatlarını kaybettiğini
dolayısıyla problemi görmenin yeterli
olmadığını; üzerimize düşeni yapmak
gerektiğini belirten açıklama ile takipçilerini
insan hakları hareketi Black Lives
Matter’a bağış yapmaya davet etti.
Son olarak ise İngiltere’nin Bristol
kentinde 1600’lü yılların köle tüccarı
Edward Colston’ın heykeli yıkıldı.
Protestocular yere indirdikleri heykelin
boynuna dizleriyle bastırarak George
Floyd’un ölümünü hatırlatırken, bir kez
daha iflah olmayan ırkçılığa dikkat çektiler.
Sanatçı Jammie Holmes, George Floyd’un son sözlerini
ABD’nin farklı şehirlerinde banner olarak göklerde uçurdu.
Kara Walker, Slaughter of the Innocents, 2017
6 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 7
DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT
Galeriler Yeni Deneyimlerin Peşinde
“Alıcılar, Bu Süreçte Online Platforma Daha Çok İlgi Gösteriyor”
Hazer Özil
DİRİMART
Covid-19 salgının yayılmasıyla beraber,
ekipçe çalışmalarımızı evden yürütmeye
başladık. Galeriyi kapattığımızda devam
etmekte olan Fahrelnissa Zeid’in “Üç
Kişilik Oyun” adlı sergisini sanal tur hâline
getirdik ve sergi için dijital katalog
oluşturup web sitemizden paylaştık.
Bunun yanı sıra online yayınlanan
bir söyleşi serisi başlattık. Geçmişe yönelik
materyallerimizi de dijitalleştirerek
paylaşıma açma üzerinde çalışıyoruz.
İzleyiciye ulaşmak adına dijital kaynakları
daha etkili kullanmak için çalışmalar yaptığımız
bir süreç oldu. Aynı şekilde birçok
kurum ve sanat galerisi de dijitalleşmeden
daha çok faydalanarak faaliyetlerini sürdürmeye
devam ediyor. Her ne kadar fiziksel
sanat deneyiminin değerini hiçbir
zaman yitirmeyeceğini düşünsem de önümüzdeki
süreçte dijitalleşmenin sanatı
deneyimleme sürecindeki rolünün gittikçe
artacağı kanısındayım.
Benzer Hisler İçindeyiz
Bu sezon gerçekleştirmeyi planladığımız
Nisan’da açılacak sergiyi salgının yayılma
riskine karşı alınan önlemler dolayısıyla
önümüzdeki sezona erteledik.
Normal çalışma düzenine geçiş takvimine
bağlı olarak sezonun diğer sergisini de
gelecek sezona kaydırmamız söz konusu
olabilir. İptal ettiğimiz bir projemiz yok.
Sanatçılarımızla sürekli iletişim halindeyiz.
Salgın tüm dünyayı etkilediği için hepimiz
benzer günleri yaşıyoruz, benzer
hisler içindeyiz. Bu süreçte iletişim halinde
olmak ve bir yandan da gelecek projeleri
konuşmaya devam etmek çok kıymetli.
Süreç Uzadıkça Piyasa Kitlenir
Online satış platformu Artsy üzerinden
satışa sunduğumuz işler var. Bunun
yanı sıra pandemi nedeniyle iptal edilen
Hong Kong fuarı nedeniyle Art Basel’in
fuar katılımcılarına açarak başlattığı
Online Viewing Room’da fuarda sergilemeyi
planladığımız işleri sunduk. Benzer
şekilde Mayıs’ta gercekleşmesi planlanan
ve iptal edilen Frieze New York için
de Frieze’in başlatacağı Viewing Room’da
yer alacağız. Alıcılar, bu sıralar, bu tür online
platformlara daha çok ilgi gösteriyor.
Bu online platformların yanı sıra devam
eden satışlarımız da var. Ancak tabi
pandemi öncesine kıyaslanacak miktarda
değil. Alıcıların tedbirli davrandığı bir
dönemdeyiz. Bu süreç uzadıkça piyasa kilitlenmeye
doğru gidecektir. Genel ekonomiden
bağımsız degiliz, kırılgan bir sektörün
içindeyiz. Karamsar olmak yerine
birkaç ay içinde alıştığımıza yakın bir sisteme
geçmiş olmayı umuyoruz. Dirimart
çalışmalarına tam kadro devam ediyor.
Hep birlikte galeriye dönmeyi dört gözle
bekliyoruz.
“Online Sergiler, Bağımsız Sanatçılar İçin Yeni Alan Yarattı”
Pırıl Güleşçi Arıkonmaz
PG ART GALLERY - KURUCU
Bu pandemi süreci, biz dahil pek çok
sektörü, hali hazırda var olan dijital
kaynakları daha etkin bir şekilde
kullanmaya yöneltti. Hem sosyal düzeni
hem de ekonomiyi alt üst eden bu sürecin
ne kadar devam edeceği belirsizliğini
korumakla birlikte, duruma adapte
olamayan ve ekonomik olarak desteklerle
ayakta kalan pek çok galeri ve sanatçı
varlığını sürdürmekte güçlük çekecek.
En kısa vadede hayat normale dönse
ve evlerimizden çıkabilsek dahi sosyal
mesafeyi koruma hali, hayatımızın bir
parçası olmaya bir süre devam edecek.
Geleneksel sergileme biçimleri yerini
korurken global olarak erişilebilir olan ve
düşük bütçe ile düzenlenen online sergiler
de devamlılığını koruyacak. Herhangi bir
galeri ile çalışmayan bağımsız sanatçılar
için de bir mekana bağlı kalmaksızın
işlerini gösterebilecekleri yeni bir alan
sağlanmış olacak.
Atölyelerden Canlı Yayın
Pg Art Gallery olarak bizim attığımız ilk
adım, sergilerin açılışlarını online olarak
planlanan tarihte gerçekleştirmek oldu.
Ayla Turan ve Ömer Faruk Yaman atölyelerinden
Instagram canlı yayın bağlantısı
ile sergilerini anlatırken izleyiciler de
evlerinden çektikleri videoları paylaşarak
açılışımıza katılım gösterdi ve destek oldular.
Fiziksel olarak bir araya gelemesek
de fikren ve kalben sosyal mecralar üzerinden
sanat sayesinde buluşmayı başarabildiğimizi
gördük. Bu durum, bize, sanata
ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu ve
sanatın ruhumuzu besleyen en temel gereksinimlerden
biri olduğunu hatırlattı.
VR Gözlüklerle Sergi Turu
Galerinin, ana mekanında gerçekleştireceğimiz
sergileri, şimdilik ertelemiş bulunuyoruz.
Ancak bağımsız ve genç sanatçıları
desteklediğimiz proje alanı Pg
Basement’ta sergilerimizi online olarak
gösterime açmaya devam edeceğiz. Hakan
Sorar’ın “Through the Skin” adlı ilk kişisel
proje sergisini 9 Mayıs Cumartesi
akşamı bu sergi beraberinde hayata geçirdiğimiz
Pg Online Gallery’de sanatseverlerle
buluşturacağız. Sanatçının, tamamen
dijital olarak tasarlanmış bir
mekana yerleştirilen fotoğraflarının yanı
sıra kütüphane kısmında, sergi hazırlık
sürecinde yararlandığı kaynak kitaplara
da erişilebilecek. İzleyiciler, sergiyi
dilerlerse VR gözlükleriyle de deneyimleyebilecekler.
Üzerinde çalıştığımız bir diğer
proje ise Maslak Atatürk Oto Sanayi’de
2018’de ziyarete açılan Pg Pop Up ile ilgili.
Galerinin temsil ettiği sanatçıların
yanı sıra bağımsız sanatçılara da yer verdiğimiz
bu mekanı, sanatçılara daha fazla
destek olabilmek adına şimdilerde daha
görünür kılacağız.
Sanatçıların Görünürlülüğü
Çarkın dönebilmesi için sanat sahnesinde
yer alan her aktörün, üzerine düşen görevi
yerine getirmeye devam etmesi gerekiyor.
Galeri olarak bizim yapabileceğimiz;
motivasyonumuzu kaybetmeden yeni
projelere odaklanmak, izleyicilere, yeni
sergi deneyimleri yaşatmanın yollarını
aramak, sanatçıların görünürlüğünü
arttırmak ve maddi, manevi destek olmak.
Sanatçılar üretmeye, paylaşmaya; koleksiyonerler
de takip etmeye ve alım yapmaya
devam etmeliler.
Sosyal Medya İçeriğini Çeşitlendirdik
Satış anlamında etkili kanallardan biri
olan sosyal medya hesaplarımızı zaten
oldukça aktif bir şekilde kullanıyorduk.
Bu süreçte içeriği çeşitlendirip yoğunluğu
arttırdık. Bu sayede, pek çok
yeni koleksiyonerle tanışma fırsatı bulduk.
Koleksiyonerler, uzun bir süredir,
alımlarını, gönderdiğimiz pdf dosyalar
üzerinden yapıyor. Aslında her birimiz
bu düzene alışık halde hareket ediyoruz
epeydir. Güvene dayanan, sanatçı-galeri-koleksiyoner
ilişkisinin en güzel örneği
bu durum. Koleksiyoner, yıllardır tanıdığı/çalıştığı
galeri ile yakından takip
ettiği sanatçıya olan güvenine dayanarak
işi fiziksel olarak görmeden alabiliyor.
Dolayısıyla Pg Art Gallery’nin, sanatçılar
ve koleksiyonerlerle olan ilişkilerinde satış
anlamında pek de yeni bir yapılanmaya
ihtiyaç duymadığını söylemeliyim. 27
senelik bir galeri oluşumuz galeri-koleksiyoner
ilişkisinin en önemli bölümü olan
“güven” unsurunun zeminlerinin çok önceden
atılmış olmasına bağlı. Galerinin
tüm ekibi de çalışmalarına evlerinden devam
ediyor, herhangi bir işten çıkarma
söz konusu tabii ki değil! Kaç ay daha
bu şekilde devam edebiliriz bilemiyorum
ama bu zor süreci sonuna kadar pes etmeden
atlatacağımıza eminim.
“Galeriler Mekansızlaşmayı Göze Almalı”
Kerimcan Güleryüz
THE EMPİRE PROJECT - KURUCU
Tüm dünyayı sarsan ve hayatı
durduran korona virüs salgını,
sanat dünyasını da sarstı.
Almanya, Fransa ve İngiltere sanat
dünyası için yüklü miktarlarda destek
paketi açıklarken ülkemizde maalesef
ciddi bir yardım söz konusu değil.
Sanat piyasasının profesyonelleri bir
yandan ayakta kalmaya çalışırken bir
yandan, daha da dijitalleşen dünyada,
yeni yollar bulmanın peşinde… Sanat
galerilerinin durumlarını soruşturduk,
sorular yönelttik.
* Covid-19 krizi galerinizi nasıl etkiledi?
* Dijitalleşen dünyada galerilerin yeri ne?
* Online satış yapıyor musunuz?
* Önümüzdeki günler için dijital iş
modelleri planlıyor musunuz?
* Salgın sonrası, sanat piyasasına dair
öngörüleriniz neler?
Sanat piyasasının profesyonelleri bir
yandan ayakta kalmaya çalışırken bir
yandan, daha da dijitalleşen dünyada,
yeni yollar bulmanın peşinde… Sanat
galerilerine salgınla beraber neler
yaşadıklarına dair sorular yönelttik.
Ceren ÇIPLAK DRİLLAT
* İptal olan veya iptal edilecek sergileriniz
var mı?
* Koleksiyoner ve sanatçılarla nasıl bir
iletişim içindesiniz?
* Bu süreçte, personelin işine son vermek
zorunda kaldınız mı?
* Mevcut ekonomik durumu kaç ay daha
sürdürebilirsiniz?
The Empire Project olarak, 15 Temmuz
2017’de, yirmi seneyi aşkın bir süredir,
aktif olarak, içinde yer aldığım klasik galeri
modelinden ayrılarak, mekansızlaşma
ve bir Göçebe/Nomadic Galeri modeline
geçmiştik. Bu karar, ekonomik bir
karardan ziyade yeni bir yaklaşım içinde
daha aktifleşebilmek ve genel anlamda
yaratıcı dünya ile daha işbirlikçi olabilmek
adına verdiğimiz bir karardı. Korona
Öncesi’nden (K.Ö.) çok önce başlayan, gelecek
sürecin kolay kolay normalleşmesini
ön görememe üzerine verilmiş bu karar,
bizi nispeten covid-19 krizine daha
hazırlıklı girmemize yardımcı oldu.
Aktif Bir Galeri
Son üç senedir, prodüksiyonunu yapmaya
karar verdiğimiz sergileri ve/veya
projelerin, sergilerin ihtiyacı olan mekanları
bularak, temin ederek, doğrudan
kendi projemiz olarak gerçekleştirmek
ya da farklı kurumlar ile işbirliği
yaparak ortak prodüksiyonlarla gerçekleştirdik.
Bu şekilde 2017-18 sergi sezonundan
beri, Space Debris, Artsümer,
Ekavart, Ambidexter, Saint Benoit,
Ankara Sheraton, Artweeks@Akaretler ve
Martchart gibi yerel, Mumbai, Hindistan
ve Paris, Fransa’da uluslararası sergiler
organize ederek aktif bir galeri olarak faaliyetlerimizi
sürdürdük. Oldukça hareketli
bir sergi sezonuna girdiğimiz bu zaman
diliminde, maalesef, 2020 nisan,
mayıs ve haziran aylarında Martch Art,
Mixer, ve Artsümer ile gerçekleştirmek
üzere planladığımız yepyeni sergilerimizi
şimdilik bekletmek zorundayız.
Dijital Odaklı Satış Bir Kakafoni
Online satış odaklı olmak bence başlı başına
ayrı bir model. Bu hem içerik hem de
satılan yapıtların, belli bir fiyat aralığında
olmasını gerektiren bir yaklaşım. Şu aralar
herkes bir ayrı sosyal medya bombardımanı
altında, ayrıca dijital platforma
dayalı bir satış ve pazarlama yaklaşımının
bir kakafoni ve uğultuda kaybolmak ya da
değersizleşmekten öteye gidemediği endişelerini
taşıyorum. Tabii ki bilgilendirme
ve motive edici paylaşımları çok değerli
buluyorum, ama dijital/cyber sanat
ortamının, mekan odaklı sergilere, enstelasyonlara
veya etkinliklere alternatif olabileceğine
inanmıyorum.
Sezon Eylülden Önce Başlamaz
Sonuçta, dünya, ilk kez, bu seviyede, bu
büyüklükte, böyle bir halle, belirsizlikle
karşı karşıya. Daha bunun büyük espastaki
etkilerini gerçekçi bir şekilde öngörmemiz
mümkün değil. Bu sene, tüm sanat
kurumları vb. yapıların sergi sezonunu
mart aylarında kapatmak zorunda kaldı.
En iyimser haliyle, tekrar harekete, eylül
ayından önce girme fikri oldukça gerçek
dışı. Dolayısıyla operatif bir para akışından
yedi ay mahrum kalan galeriler, zaten
son yedi senedir gitgide kemer sıkma
politikası uygularken geleceğe eskisi gibi
devam edememe gerçeği ile yüz yüze…
Kurumlararası Dayanışma Şart
Daha fazla galerinin bizim yaklaşımımız
ile devam etmesi ve mekansızlaşmayı
göze almak zorunda kalabileceğini
tahmin ediyorum. Özellikle, kurumlararası
dayanışmanın, sadece bir tercih değil
operatif bir zorunluluk haline gelmesi de
büyük bir olasılık.
Randevulu Model
Mekansal alışkanlıklarımızın, değişeceğini
öngörerek, devam edecek galerilerin,
belki randevulu bir modele geçmek zorunda
olacaklarını ve genel olarak halka
açık olma hallerinin belki daha aza indirilmesi
gerekeceği kanısındayım.
Bilet Satışına Bağlı
Ekonomik Denge Zor
Bu tabiiki özellikle, müze ve fuar türü yapıları
da çok etkileyecek, kalabalık ortamlara
ve bilet satışına bağlı ekonomik denge
oldukça zor durumda. Daha önce de
belirttiğim gibi, biz, mekansız galericiliği
üç senedir yapıyoruz, dolayısıyla, bizim
sistemimize, çok büyük bir yapısal şok olmadı,
operatif olarak devam ediyoruz ama
tabii ki daha zor koşullarda. Şu aşamada,
öngöremediğimiz real sorunlar, daha fazla
büyümediği taktirde, bu modelimizle,
biz, gelecek uzun bir süreçte faaliyetlerimize
devam etmeyi planlıyoruz.
Pause Düğmesine Basılmış Gibi
Sonuçta, şu anki ev hapsi ve sosyal mesafe
süreci de değişecek, yaşanan hal, şu
an, bir nevi pause düğmesi basılmış halimiz,
o yüzden şu ana değil, daha gelecek
bir hali, öngörerek ilerlemeliyiz, ve bu sadece,
dayanışma ile aşılabilecek.
Para, Statü, PR hırsı
Özellikle, bu, birlikte geçirdiğimiz, son
yedi sene, bize, hiçbir şeyin garantisi olmadığını,
net bir şekilde gösterdi. Bunun
da uzunca bir süre böyle devam edeceği
kanısındayım, o yüzden para/statü/
PR hırsıyla, iş olsun diye değil, gerçekten
inandığımız ve değer verdiğimiz şeylere
sıkı sıkı sarılmalıyız ve onları desteklemeliyiz;
safça ve sevgiyle…
8 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 9
DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT
“Bir Anlamda Hepimiz İçin Bir Arınma”
“Sanat Piyasası Bir Adım Geri Gidecek”
Sevil Binat
C.A.M GALERİ- KURUCU
Mois Zilberman
ZİLBERMAN GALLERY- KURUCU
Covid-19 sayesinde ya da yüzünden büyük
değişiklikler yaşadığımız bir gerçek.
Salona elektrikli süpürge yapıp, fırına
mercimekli ekmek koyarken bu soruları
cevaplıyorum bir yandan. Hem işimizi
dijital platformlarla görünür kılmaya
çalışıyoruz hem de gündelik hayatın
gerçeküstü değişimlerine ayak uyduruyoruz.
Aslında ben bir anlamda hepimiz
için bir arınma olduğunu düşünüyorum.
Derinlere dalacak çok vaktimiz var; sorgulayacak,
düşünecek, biriktirecek… Ve
telaşa kapılmadan, hızla tüketmeden, geniş
zaman dilimleri içinde kıymet bilerek
yaşamak değerli bir şey. Bir daha asla eskisi
gibi olamayacağımız da bir gerçek.
Online Satış Yapmıyoruz
Online satış yapmıyoruz. Ben bir sanat
eserinin özellikle alım aşamasında çıplak
gözle, orijinalini görerek, hissederek,
bir bağ kurarak alınmasından yanayım.
Dijital görsellerin, orijinalinden çok daha
düşük kalitede bir sunum yaptığına inanıyorum.
Boyayı, dokuyu, ebatların etkisini,
kompozisyonun yerleşimini veya bir
heykelin üç boyutlu gerçeğini, malzemenin
sıcaklığını veya soğukluğunu ancak
birebir temasla anlayabilirsiniz… Üstelik,
henüz kariyerinin başındaki sanatçıları,
mutlaka görerek değerlendirmek gerekir.
Küçük Galeriler Kapanabilir
Sanırım hepimizin ortak sıkıntısı gelecekle
ilgili duyduğumuz belirsizlik ve endişeler.
Bu ülkenin kaderinde, bu var. Son
beş yıldır hep bu endişeler içindeyiz ancak
bu olayla zirve yaptık. Mevcut durumun
uzaması halinde, büyük kayıplar
olacağını sanıyorum. Bir daha aynı düzene
dönebilmek zor görünüyor. Küçük çaptaki
galeriler kapanmak zorunda kalabilir.
Aynı şekilde küçük ölçekteki fuarların
da faaliyetlerini sürdürebilmesi zor gözüküyor.
Sosyal mesafe kuralları ve seyahat
kısıtlaması nedeniyle uluslararası fuarlar
da iptal edilecektir. Burada mesele tüm
ortamın ( koleksiyoner – sanatçı – galeri
- müze ) bir dayanışma ve destek içinde
olabilmesi.
Sanatçılara Maddi Destek
Ben her kriz döneminde olduğu gibi bu
sefer de sanatçılardan iyi işler çıkacağına
inanıyorum. Bu geniş zaman dilimi içinde,
sanatlarına odaklanıp, üretimlerine
devam etmeleri için onlara maddi ve manevi
destek olmaya çalışıyoruz.
Koleksiyonerlerin Alımlarında
Azalmalar Olacak
Sadece sanat ortamı değil, tüm ekonomi
büyük bir sallantı içinde.
Koleksiyonerlerin alımlarında bir azalma
olacaktır şüphesiz. Ama ‘sanat’ın bir yaşam
ve varolma biçimi olduğunu düşünecek
olursak asla vazgeçilmeyeceğine inanıyorum.
Sergiler Ertelendi
Mart ayında açtığımız Yusuf Aygeç sergisini,
açılıştan beş gün sonra kapatmak
zorunda kaldık. 14 Nisan’da açılacak olan
Gülfem Kessler sergisi ve mayıs ayında
yurtdışından da iki sanatçının katılımıyla
gerçekleşecek grup sergilerimiz de önümüzdeki
sezona ertelendi. Herhangi bir
personelin de işine son vermedik. Galeri
ayakta durabildiği sürece ekip de aynen
devam edecek.
Covid-19 krizi öncelikle galeri mekanlarımızı
geçici olarak kapatmamıza ve süregelen
sergilerimize geçici bir ara vermemize
sebep oldu. Bu tabii bir sanat
galerisi için zor ve üzücü bir durum, izleyici
ve koleksiyoner ile ilk temas alanımız
şu anda kapalı. Genel eğilime uygun olarak
biz de dijital ve çevrimiçi mecralara
yönelmiş olduk. Galeriler, lüks bir sektörün
parçası olduğu için her krizde olduğu
gibi ne yazık ki bu krizden de ilk etkilenecek
alanların başında geliyor.
Bazı Eserler Online Satışa Uygun Değil
Piyasada, önümüzdeki günlerde, bir durgunluk
göreceğiz ancak buna ek olarak,
dediğim gibi, online ve dijitalin önemi de
artmış olacak. Biz de online satış için halihazırda
kullandığımız Arsty, Artnet gibi
kanallara ek olarak bir de katıldığımız fuarların
Art Basel Online Veiwing Rooms
gibi bize sundukları fırsatlardan yararlandık.
Ancak galerimizin temsil ettiği sanatçıların
ürettikleri eserin doğaları gereğince
online satışa çok uygun olmadığı da
bir gerçek. Bu konudaki planımız, online
ve dijital mecraları, eserlerin ve sanatçıların
görünürlüğünü sağlayıcı bir ilk adım
olarak kullanmak, bu yollarla koleksiyonere
ulaşmak olacaktır.
“İzleyici Deneyimi İçin Yeni Yöntemler”
Amacımız Sanatçıları Korumak
Sanatçılarımızın bu krizden olabildiğince
az darbe almasını umuyoruz. Öncelikle
sağlıklı olmaları ve morallerinin yüksek
olması bizim için çok önemli. Daha sonrasında
bu dönemde onların görünürlüğünü
arttırmak ve halihazırda olan planlarının
devamını sağlamak geliyor. Zaten pandemi
öncesi de Türkiye’deki sanat piyasası
yeni yeni eski temposuna kavuşuyordu.
Pandemi sebebiyle tekrardan bir adım
geri gideceğiz. Ancak amacımız, sanatçılarımızın
dönemden en az etkilenmesini
sağlamak, koleksiyonerlerle aralarında
bağları güçlendirmek olacaktır. Kriz sebebiyle
bizim için çok değerli olan Genç Yeni
Farklı açık çağrımızın bu yılki edisyonunu,
önümüzdeki yıl devam etmek üzere,
maalesef iptal etmek zorunda kaldık.
Sergi Takvimi Belirsiz
Sergi takvimimizin de nasıl devam edeceğini
henüz kestiremiyoruz. Bu süreçte
mevcut personellerimizle devam edeceği;
sanatçılarımız, galeri çalışanlarımız, koleksiyonerlerimiz
ve Zilberman’ın dostlarıyla
hep beraber atlatacağımız bir dönem
olacağını umuyoruz.
Bengü Gün
MIXER
4D Sergi Turları Hazırlıyoruz
Pınar Türker
ARTOPOL GALERİ - KURUCU
Covid-19 krizi her sektörde olduğu gibi
sanatta da alternatif çözümler geliştirmenin
gerekliliğini ve dijital sisteme dönüşümün
başlangıcı olduğu sinyallerini
hissettirdi. Biz, bu krizi ön görmediğimiz
halde, altı ay önce, sanatı kurumsallaştırmak
ve ulaşılabilir kılmak adına, hem online
platformumuz hem de e-ticaret sitemizin
alt yapısını oluşturduk. Sanatçılar
ve sanat izleyicileri için görünürlülüğü
arttırmak, sanatta şeffaf fiyatlandırma
politikasını güçlendirmek, satış öncesi ve
sonrası hizmetlerin kalitesini yükseltmek
amacıyla zaten bu ihtiyacı duyuyorduk.
Bu kriz sürecinde ise dijitalleşmenin başta
sanatçıların üretimini desteklemek ve sanat
alıcıları ile buluşturmak için en doğru
yöntem olduğunu görüyorum. Ticari
olarak etkilenmemek zor ancak çevrimiçi
görünürlük ve bilinirlik anlamında önemli
kazanımlarımız oluyor. Bu kriz sürecinin
uzaması ekonomik anlamda en çok galeri
mekanlarının fiziksel anlamda ayakta kalabilmesini
zorlaştıracak. Psikolojik tarafından
bakarsak, sanatçılar bu dönemde
daha üretken, ancak kaygıları da var. Bu
zorlu dönemi pozitife çevirmek için dijital
platformların artması çok önemli.
Alternatif Satın Alma Talepleri
Online platformda satışlarımız oldu.
Alıcıların eserin teslimatı ve hijyen koşulları
ile ilgili soruları olabiliyor, bununla
ilgili kriz döneminde ilave önlemler geliştirdik.
Tabii bu süreçte karar verme aşamasında
daha titiz davranıyorlar. Süreç,
ekonomik durgunluğu getirdiği için alternatif
satın alma taleplerini de arttırdı. Bu
konuda da çözümler sunuyoruz.
“Çağa Uyum Sağlayanlar Öne Çıkacak”
Ferda Dedeoğlu
FERDA ART PLATFORM- KURUCU
12 Mart’ta açtığımız sergiyi, 14 Mart’ta,
kapalı kapılar arkasında bırakarak evlerimize
çekildik. Evde olduğumuz sürede
serginin görünürlüğünü sağlamak için
elimizden geleni yapıyoruz.
Teknolojik altyapıya zaman açısından
hazırlıksız yakalanmamıza rağmen pratik
çözümler geliştirdik serginin online gezilebilmesi
için bir video gösterimi hazırladık.
Çok güzel geri bildirimler ve dönüşler
oldu. Bu krizin en belirgin etkisi, kriz
sonrası normal hayata döndüğümüzde de
bu tip online ortamda sunumlar yapacak
olmamız. Hatta daha fazlası için üzerinde
çalıştığımız projelerimiz de var.
Satın Al Tuşu Yok!
Online satışı bildiğimiz anlamda eseri
ve fiyatını görüp satın al tuşuna basmak
“Kurum Galerisi Refleksiyle Hareket Ediyoruz”
Dijitalleşme Zorunlu
Gelecekte sanat piyasasında dijitalleşmenin
zorunlu olacağını düşünüyorum.
Fiziken sergi gezmek demode olmayacaktır
tabii ancak bu krizin sonrasını düşünürsek
farklılaşmanın ve dönüşümün
şart olduğunu; sanat eğitimini, sanatçının
üretimini, sanat alımındaki alışkanlıkları,
galerilerin ve müzelerin alt yapısının
teknolojik bir sisteme dönüştürülmesini
kapsayan sosyal- ekonomik ve teknolojik
etkileri olacaktır.
Online Platforma Yatırım
Biz bu süreçte online platforma yatırım
yapıyoruz, 360 derece gezilebilecek 4D
sergi turları düzenleyeceğiz.. Geçen hafta,
galeriden canlı yayın bağlantısı ile online
sergi turu gerçekleştirdik ve sanatçılar
da interaktif olarak katıldı. Ayrıca,
şeklinde yapmıyoruz. Fakat, sanatçıların
kataloglarını, mevcut işlerinin görünürlüğünü
sağlayarak bireysel iletişimle
görüşmeler şeklinde yapıyoruz. Online
satış konusunun aşılması gereken bir eşiği
var, zamanla bunun olacağına inanıyoruz.
Düşünce ve fikir projesi olarak hazırız,
pratikte uygulamak için doğru zamanı
bekleyeceğiz. Piyasada geleceğe yönelik
şu an bahsettiğimiz online görünürlük ve
satış dışında eskisinden farklı büyük değişimler
olacağını sanmıyoruz. Fakat yeniliklere,
çağa ve ortama uyum sağlayanların
biraz daha öne çıkabileceğini
düşünüyoruz.
sanatçılar atölyelerinde çalışırken çektikleri
videoları sanal ortamda paylaşıp,
anket sorularını cevaplayarak izleyicilerle
karşılıklıymış gibi sohbet buluşmaları
gerçekleştiriyoruz. Krizin satın alma
alışkanlıklarını etkilememesi imkansız.
Koleksiyonerlerin satın alma kararlarını
bir miktar ertelediğini görüyoruz..
Ancak çevrimiçi hareketlilik, ilişkiyi sürdürmek
adına pozitif sonuçlar da veriyor.
Koleksiyonerler de fiziken eseri görmeden
önce dijitalden görselini ve detaylarını inceliyorlar.
Dijital görünürlülük bu anlamda
çok gerekli.
Mevcut Ekibi Koruyoruz
Şu anda mevcut ekibimizi mümkün olduğunca
koruyoruz. Eksik çalışma ödeneği
için başvurduk. Kararlarımızı süreç içindeki
gelişmeler doğrultusunda vereceğiz.
Web Sitemizi Yeniledik
Sanatçılarımızla yapacağımız şeyin kalıcı
olması önemliydi bizim için. Bu süreçte
FAPTalks serisi şeklinde söyleşi dizileri
başlattık. Her sanatçımızı, sanat
yazarı/eleştirmeni/ küratör ile eşleştirerek,
mevcut çalışmaları, açılacak olan
sergileri ve karantina üretimleri ile ilgili
söyleşilerin yapıldığı kayıtlar aldık. Ve
her hafta o sanatçının içeriği ile hazırlanmış
FAPNewsletter’lar şeklinde hem sosyal
medya hesabından, hem web sitemizden
hem de mail ile izleyicilere ulaştırdık.
Ayrıca web sitemizi yeniledik ve sanatçılarımızla
ilgili daha ulaşılabilir bir ortam
oluşturduk.
Her Zaman Satış Var
Satış açısından krizin çok büyük etkileri
olmadı ve olmayacak sanırım. Evde olmanın
dışında, sanata ulaşım konusunda hiç
sıkıntı yaşanmıyor aslında.
Sergi İptali Yok
İptal ettiğimiz sergimiz yok. İçeride açtığımız
mevcut sergilerimiz var. Hayat normale
döndüğünde, mevcut gösterim tamamladıktan
sonra kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
Tüm Ekip Yola Devam Edeceğiz
Tüm ekip çalışmaya devam ediyoruz, işten
çıkarma ya da ücret kesintisi söz konusu
değil. Şu an çizilen normal hayata
dönüş senaryosuna göre herhangi bir sorun
yaşamayacağız bu konuda, tüm ekip
yola devam edeceğiz.
“Korona Sonrası Diye Bir Şey Olmayacak”
“Kriz Üç Dört Ay Daha Uzarsa Galeriler Kapanabilir”
Selin Söl
DAİRE SANAT - KURUCU
Covid-19 krizi nedeniyle, 16 Mart’tan itibaren,
tüm galeriler, ziyarete kapalı ve
sadece çevrimiçi kanallar aracılığıyla, izleyici
ve sanatçılarla iletişimde. Uzun süredir,
dijitalleşen dünyada, galerilerin,
fuarların rolleri ne olur? Nasıl farklı modeller
oluşur? Diye konuşuyorduk aslında.
Bunun tek nedeni, tabii ki dijitalleşme
değil, ayrıca artan ekonomik yükler de
bu konuları konuşmamıza neden oluyordu.
Bu süreç yeni modelleri denediğimiz
bir zaman dilimi oldu. Dijitalin, tek başına
tam da yeterli olmadığını teyit etmiş
olduk. - en azından şu an için - Bu sağlık
krizinin, makro anlamda, ekonomik olarak,
olumsuz etkileri olacak. Birçok küçük
ölçekli sanat kurumu, bu dönemi ekonomik
olarak atlatamayabilir bile. Bu dönemin
etkilerini zaman içerisinde gözlemleyeceğiz.
Hem Online Hem Fiziksel Bir Mekan
Mixer, 2012’de, hem çevrimiçi hem de fiziksel
bir mekan olarak hayatına başladı.
İki mecranın da birbirine olumlu katkısını
ilk günden beri önemsiyoruz. Zaten
ana misyonlarımızdan biri sanatın herkes
tarafından ulaşılabilir olması ve bunu
en iyi internet üzerinden sağlayabiliriz.
2012 yılından beri de www.mixerarts.
com’da Mixer’de yer alan tüm eserleri
sergiliyor ve satışını gerçekleştiriyoruz.
Sosyal medya kanallarımızdaki iletişim de
aynı şekilde ilk günden beri aktif bir şekilde
devam ediyor. Bu dönemde de takipçilerimiz
ile buluşmak için web sitemize
Korona döneminden önce de sosyal medya
platformlarımızda olabildiğince aktiftik.
Özellikle Instagram fotoğraf ve video
üzerinden yürüdüğü için sergiler,
konuşmalar ve eserleri paylaşmak amacıyla
sıkça kullandığımız bir mecraydı.
Şu anda elbette ki paylaşım aracı olarak
öncelik kazandılar çünkü artık fiziken
bir araya gelemiyoruz. Bu kriz dönemini
bu şekilde atlayacağımıza inanıyorum.
Koleksiyoner ve eser ilişkisi her zaman
daha yakın ve birebir olmuştur, o nedenle
sosyal mecraların şu an ancak bu samimi
ilişkiye bir alternatif sunduğunu düşünüyorum.
Sosyal mesafe kuralları kalktığında
koleksiyonerler tekrar eserleri birebir
kendisi görüp deneyimlemek isteyecektir.
Ancak bu kriz dönemi üç dört ayı aşarsa,
galerilerin fiziki mevcudiyetini sürdürmesi
için ciddi bir engel oluşur. Tüm galeriler
halen hem kiralarını hem de çalışanlarının
maaşlarını neredeyse sıfıra yakın
kazançla, tam olarak ödemekte. Bu elbette
sürdürülebilir bir durum değil. Krizin
uzaması durumunda galerilerin yer değiştirmesi
hatta kapanması dahi söz konusu
olabilir.
ve sosyal medya kanallarımızdaki içeriğin
kalitesine ağırlık veriyoruz. İzleyici deneyimini
daha kolaylaştıracak yöntemler
arayışındayız. Bu konuda da izleyicilerimizden
gelen geri bildirimleri önemsiyoruz
ve değerlendiriyoruz.
Online Satışta Edisyon ve Uygun Fiyat
Türkiye’de, özellikle galerilerin, eser satışından
çok daha büyük bir misyonları
olduğunu düşünüyorum. Sanatçıların ve
eserlerin koleksiyoner ve izleyici ile buluşması,
etkileşim içerisinde bulunması,
eser üretiminin desteklenmesi, sanat yazımının
devamlılığı ve eğitimler gibi birçok
misyonu da üzerine almış bulunuyor
galeriler. Devamlılıkları bu nedenle çok
önemli diye düşünüyorum. Pandemi başladığından
beri maalesef genel olarak sanat
dünyası için çok iç açıcı bir sahne yok.
Birçok kurum ve koleksiyoner belirsizlik
ve ekonomik sıkıntı nedeniyle alımlarını
durdurdu. Destek olmak isteyen ve ekonomik
olarak sıkıntı çekmeyen alıcılar almaya
devam ediyor ama eserleri görmeden
alım yapmak oldukça zor. Bizim web
sitemiz üzerinden yaptığımız satışlar eskisi
gibi olmasa da devam ediyor, özellikle
edisyonlu ve uygun fiyatlı olan işlere talep
olduğunu söyleyebilirim.
Geçmiş Sergilerden Paylaşım
Bu dönemde, sanatçıları ön plana çıkaran
içerikler üretmeye çalışıyoruz.
Mevcut sergilerden ve geçmişteki sergilerden
paylaşımlarda bulunuyoruz. Her
hafta, salı günü, bir sanatçının atölyesine
konuk oluyoruz. Sanatçılar, atölyelerinden
bir video hazırlıyorlar, bu
videoları Instagram ve YouTube kanallarımız
üzerinden izleyiciyle paylaşıyoruz.
Çalışma modelimiz gereği diğer galerilere
göre çok fazla sayıda sanatçı ile çalışıyoruz.
Birçoğu ile sık sık iletişim halindeyiz.
Görüntülü konuşarak portfolyoları konusunda
destek olduğumuz genç sanatçılar
da oluyor. Karşılıklı bir dayanışma içinde
bu süreçte neler yapabileceğimiz üzerine
fikir alışverişi içerisindeyiz.
Zoom Üzerinden Sergi Turu
İki haftada bir diğer galeriler ve sanatçıların
katılımı ile Zoom üzerinden çevrimiçi
sergi turu yapıyor ve sanatçılardan
üretimlerini dinliyoruz. Bu süreç, ilgilendiğimiz
içerikleri daha sakince tüketmek
ve birbirimizle daha kaliteli diyalog
kurabilmemiz açısından verimli geçiyor.
Önümüzde olan bu dönemi panik olmadan
ve dayanışma içinde geçirmemiz önemli.
Bağımsız Bir Alan
Daire Sanat olarak Kasım 2019’da galeriyi
bağımsız bir sanat alanına dönüştürmüş
ve Açık Atölye Sanatçı Programı’nı
başlatmıştık. Böylelikle mekanımızda bir
Türkiye’den biri de yurtdışından olmak
üzere iki sanatçıya evsahipliği yapıyorduk.
Aralık- Şubat devresinde Alp İşmen
ve Finlandiyalı sanatçı Helena Kauppila
Daire Sanat’tın iki ayrı odasında atölyelerini
kurdular ve üç ay boyunca çalışmalarını
burada ürettiler. Atölyeleri her salı ve
cumartesi günü ziyarete ve dolayısıyla da
eser satışına açıktı.
Covid salgını Türkiye’de Mart ortalarında
patlak verdiğinde bu ilk atölye
döneminin sonuna geliyorduk. Nisan
başında Işıl Çelik ve İKSV konuk sanatçısı
Mirsini Artakianou atölyelerini Daire
Sanat’ta kuracaklardı. Ancak epideminin
hızlanması ve alınan sağlık tedbirleri nedeniyle
bunu gerçekleştiremedik.
“Karantina Rezidans” Programı
Bunun yerine atölye programımızı sosyal
medya hesaplarımız üzerinden paylaşımlarda
bulunduğumuz “Karantina
Rezidans” programına dönüştürdük.
Böylelikle Buğra Erol ve Işıl Çelik içinden
geçtiğimiz bu izolasyon günlerinin günlük
yaşantılarını ve sanatsal üretimlerini
nasıl etkilediğini Instagram story aracılığı
ile paylaşıyorlar. Bu paylaşımlar da oldukça
ilgi gördü.
Dijital Ortama Uygun Yeni Sergiler
Nisan ve haziran aylarında açmayı planladığımız
iki sergi vardı. İkisini de ileri tarihe
erteleyerek onların yerine dijital ortama
uygun yeni içerikler hazırladık. Her
sene nisan ayında gerçekleştirdiğimiz ve
bu sene Kerimcan Güleryüz’ün küratörlüğünü
yaptığı Printed’20 sergisini ileri bir
tarihe aldık. Onun yerinde 2015 yılından
beri her sene yaptığımız Printed serisinde
yer alan sanatçıların işlerinden oluşturduğumuz
bir seçki üzerinde çalıştık. 8
Mayıs’ta Printed Re-visited ismini verdiğimiz
bu seçkiyi izleyici ile buluşturacağız.
Her sene olduğu gibi, bu sene de, sergi
kapsamında konuşmalar, atölye ziyaretleri
planlıyoruz fakat bu sefer etkinlikleri
çevrimiçi olarak gerçekleştireceğiz.
Video Sanatı
Haziran ayı için ise mekan spesifik işlerden
oluşan çok özel bir video sergisi planlıyorduk.
Bu da yeni başladığımız video
sanatı serisinin ilki olacaktı. Onu da işlerin
sergilenme ihtiyacına uygun bir şekilde
gerçekleştirmek için ileri tarihe erteledik.
Haziran ayında yine bir video sergisi
yapacağız. Art on the Screen diye isimlendirdiğimiz
sergide ‘dijital ekranları’ ‘mekan’
olarak seçmiş video işlere yer vereceğiz.
Türkiye’den sanatçılar ve onların
davet ettikleri yabancı sanatçıların işlerinden
oluşan bir seçki olacak.
Her Hafta Değerlendirme Yapıyoruz
Şu an tüm kadromuzla evden çalışmaya
devam ediyoruz. İşkura kısa çalışma ödeneği
için destek başvurusunda bulunduk.
Henüz yanıt alamadık, ama olursa bizi biraz
olsun rahatlatacaktır. Çalışanlar dışında
başka sabit giderlerimiz de var. Bu
noktada ne kadar dayanabileceğimizi öngörmek
çok zor, sürecin ne kadar süreceğini
ve her aşamasının nasıl şekilleneceğini
de öngöremiyoruz. Dünyadaki ve
Türkiye’deki gelişmeleri takip ederek her
hafta değerlendirme yapıyoruz.
Ayşe Gür
MİLLÎ REASÜRANS SANAT GALERİSİ - GALERİ ÇALIŞANI
Hâlâ devam etmekte olan Covid-19 virüsü nedeniyle, 25 Mart’ta açacağımız
Gül Ilgaz’ın epeydir galeri için hazırladığı “Kırılma Noktası/
Breaking Point” isimli sergisinin kurulma aşaması bitmiş ve sergi kitabı
baskı sürecine girmişti ancak, yönetim, çalışanları, riske atmamak için
evden çalışma kararı aldı. Bu karar, doğal olarak galeriyi de bağladı.
Alınan bu karar, belli bir süre sonra dünyadaki tüm galeri ve müzeler
için geçerli olmaya başladı. Herkes birer birer sanat kurumlarını kapatma
kararı aldı.
Devam etmekte olan günlerde de sanat kurumları sergilerini, koleksiyonlarını
dijital ortama taşıyarak hedef kitlesinin ilgisini üzerinde
tutma eylemi içine girdiğine tanık olduk. Online sergi konuşmaları ya da
sergiyi online ortama taşımak gibi…
Hayatta Kalma Koşulları Gündemde
Millî Reasürans Sanat Galerisi, kurum galerisi olduğu için, özel galerilerin
refleksleriyle hareket etmiyor. Bu yüzden de galerinin online satışı
yok.
Piyasadan ziyade sanatçısı, galericisi, sanat alanında çalışan tüm
emekçiler, pandemi devam ederken, hayatta kalma koşullarını konuşmaya
başladı. Buradan bir örgütlenme çıkacak mı? Ve yansıması olacak
mı? İlerleyen günlerde göreceğiz.
Yukarıda bahsettiğim gibi, Gül Ilgaz’ın sergisini açılmasına birkaç
gün kala, galeri kapandığı için tekrar izleyicisiyle buluşmayı bekliyor.
Şirket, mevcut galeri çalışanlarının istihdamını devam ettiriyor.
Haldun Dostoğlu
GALERİ NEV - KURUCU
Malum kriz bizleri de herkesi nasıl etkilediyse öyle etkiledi. 15
Mart itibarıyla Galeri’yi kapattık. Online satış yapmadık, yapmayı
da hiç düşünmedik. Şu ara herkesin tek bir derdi varken
kimsenin online sanat eseri satın almak, satmaya çalışmak gibi
bir züppelik yapacağını sanmıyorum.
Önce Ülkemize Dair Çözümler Üretmeli
Dijital ortamda satış amaçlı değil ama sanatçıların daha geniş
bir alanda tanıtımı için zaten uzun süredir faaliyet halindeyiz.
Bu çalışmalarımızı kesintisiz sürdürüyoruz. Geleceğin nasıl şekilleneceği
konusu henüz üzerinde en çok kafa yorulan mesele.
Özellikle ülkemizde çok ağır ve zor günler bekliyor bizi. Öncelikle
konsantre olmamız gereken konu, ülkenin, nasıl düzlüğe çıkacağına
dair çözümler üretmek olmalıdır.
Kimsenin İşine Son Vermedik
Sanatçılarımızın hepsiyle temas halindeyiz, geleceği tasavvur
etmeye çalışıyoruz. Yalnız sergileri değil, malum hayatı durdurduk.
Kimsenin işine son vermedik. Devam edebildiğimiz sürece
de çıkarmayı düşünmüyoruz.
Hayat Yerel ve Yavaş Olacak
Emin olduğum bir şey var “korona sonrası” diye bir şey hiç olmayacak.
Hayatımızda da korona artık hep olacak. Hayat, yerel
ve yavaş olacak.
“Olumlu Sonuçlar Görebiliriz”
Osman Nuri İyem
EVİN SANAT GALERİSİ - KREATİF DİREKTÖR
Covid-19 tüm dünyada sayısız sektör ve
alanı derinden etkiledi. Sanat eseri alımının
da özellikle gelişmekte olan ülkelerde,
kriz dönemlerinde ilk tasarruf yapılan
kalemlerden biri olduğu aşikar. Ancak,
bu yaşadıklarımızın, hayatlarımızda gerçekten
nelerin anlamlı ve önemli, nelerin
geçici olduğunu gözlemleme fırsatı doğurduğunu
düşünüyorum. Sosyal hayatlarımızı,
yok olma noktasına getiren bu
sürecin, sanat kurumlarında daha çok vakit
geçirmek gibi olumlu sonuçlarını da
görebiliriz. Bununla beraber bu vakit geçirmenin,
sanat alımına dönüşüp dönüşmeyeceği,
tabii ki ekonomiyle paralel bir
ivme gösterecektir.
Birbirine Bağlı bir Zincir
Gücü yeten sanatseverlerin, galerilerden
veya direkt olarak sanatçıların atölyelerinden
alım, müze ve bağımsız oluşumlara
destek olma gibi hareketlere devam
etmesinin, bu günleri atlattığımızda görmek
isteyecekleri sanat dünyası adına
kıymetli bir davranış olacağını da belirtmeliyim.
Sonuçta galeriler, sanatçıların
üretimlerinin doğru bir kitleyle anlamlı
bir çerçevede buluşmasını sağlayan platformlardır.
Birbirlerine bağlı bu zincirin
ayakta kalabilmesi için ekonomik boyut
oldukça önemli.
Dijital İçerikte Kalite Önemli
Bu süreçte biz, sanatçılarımızla mümkün
olduğu kadar temasta bulunup, morallerimizi
yüksek tutmaya, dahası önümüzdeki
süreçte neler yapabileceğimizi
konuşmaya çalışıyoruz. Sanatçılarımızın
bugüne kadar program yoğunluğundan
dijitalize edemediğimiz materyallerini
çevrimiçi platformlara taşıyarak ufak
dosyalar hâlinde paylaşıyoruz. Her sanatçı
özelinde farklı içerikler çıkıyor ve bizde,
izleyicilerimizle aynı anda bir nevi geçmişin
özetiyle karşılaşıyoruz. Bugün, şartlar
gereği tabii ki dijital platformlarda normal
zamanın çok üstünde bir içerik takibi
oluyor. Bizim de çevrimiçi hareketlerimiz,
şu ana kadar olumlu dönüş aldı, ama izleyiciyi
çok da boğmamak, görsel bir kirlilik
yaratmamaya özen göstermek gerekiyor.
Dijital içerik demek, hızlı tüketim için,
hızla hazırlanmış içerik demek değildir!
İçeriğin mecrasından bağımsız olarak,
belirli bir çerçevede, belirli bir standartta
hazırlanması, kalıcılığı açısından son derece
önemlidir.
Evin Sanat Galerisi olarak, önceden
planladığımız sergi programımızı erteledik.
Bugün, bu ortam için ne yapabileceğimizi
planlıyoruz, yakında sonuçlarını
hep beraber göreceğiz diye umut ediyorum.
Kamu Desteği Zor, Biz Bizeyiz
Galeri ekibimiz hali hazırda çalışmaya devam
etmektedir. Evin Sanat Galerisi olarak
da eksiksiz bir şekilde ekibimizle yola
devam etmeyi planlıyoruz. Komik olacak
belki ama, şanslıyız ki, önümüz zaten
yaz. Yaz dönemlerinde satışlar normalde
de düşer. Ve tecrübeli galeriler, yaz için
hazırlık yapmayı kıştan bilirler. Eylül’de
nasıl bir sezona gireceğimiz çok önemli.
Ekonomik şartlar ve belirsizliklerin herkes
için çok korkutucu olduğunu biliyorum,
ama dediğim gibi imkânı olan sanatsever
ve koleksiyonerlerin alana olan
desteklerini sürdürmesi gerçekten çok
kıymetli, çünkü anlaşılan kamu desteği
plastik sanatlar alanında olmayacak. Yani
yine biz bizeyiz.
10 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
ÖZEL DOSYA KONUSU
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 11
ÖZEL DOSYA KONUSU
Sanatı
İzleyiciye Sunma Biçimi Değişecek
| Teknoloji Asla Gerçek Bir Tablonun Yerine Geçemez
Dr. Nazan Ölçer
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi
Müdürü
Pandemi dönemi elbette tüm sanat
kurumlarını yeniden yapılandırıyor
ama pandemi sonrası sanat kurumlarının
ve dijital uygulamaların hızının
yoğunluğunun nereye evrileceğini de
bekleyerek görmek gerekir. Bir değerlendirme
yapmak için henüz erken olduğunu
düşünüyorum.
Şu anda dünyadaki pek çok müze ve
kültür kurumuyla geçmişten gelen dostlukların
çerçevesinde yakın temastayım
ve onlarla deneyimlerimizi paylaşıyorum.
Gördüğüm o ki aklın yolu ve çareler birbirine
benziyor. Onlar da koleksiyonlarını,
daha önce yaptıkları projeleri, eğitim ve
satış mağazalarını çevrimiçi yoldan paylaşıyorlar.
Sanat, Eğitim Sisteminde Yer Almalı
Kültür sanat ne yazık ki ülkemizde öncelikli
konulardan biri olamadı. Sanat, mutlaka
eğitim sistemimizin içine; özellikle
de çocukların yaşamına bir beslenme kaynağı,
sorgulama vesilesi, mutluluk olarak
girebilmelidir. Müzelerin ve bütün sanat
kurumlarının da bu hedef doğrultusunda
çalıştığı, ancak herşeye rağmen kültür
sanata ayrılan bütçe ve yatırımın diğer
alanlara göre yetersiz olduğu bilinmektedir.
Örneğin, kültür sanat kurumlarının
hâlâ iyi yetişmiş gerçek uzmanlara ihtiyacı
bulunmaktadır.
Avrupa’daki Müzeler Daha Şanslı
Kuşkusuz bu süreçte bütün kültür sanat
kurumları, önemli kaynaklardan biri
olan bilet gelirlerinden vazgeçmek zorunda
kalmıştır. Müzeler açıldığında da sosyal
mesafeden dolayı bu kayıp sürecektir.
Pandemi döneminde kapılarını kapatmak
zorunda kalan pek çok galeri mali sorunlarla
karşı karşıya kaldı. Sanatçıların yalnızlığının
da yapılan belli desteklerle tümüyle
giderilebileceğini düşünmüyorum.
Büyük çoğunluğu kamu kuruluşu olan
Avrupa’daki müzelerin daha şanslı olduğunu
düşünmekteyim. Çünkü içselleştirilmiş
sanat ve kültür kaygısı, Avrupa’daki
devlet kurumlarının müzelere çok daha
büyük destek verdiğini gösteriyor.
İngiltere, Fransa ve en çok da Almanya
müzelere ve pek çok kültür kurumuna,
galerilere büyük destek sağladı.
ABD Kurumlarında Kayıp Büyük
Amerika’da ise durum farklı. Büyük meblağlara
varan giriş ücretleriyle ayakta kalan
Amerika’daki kurumlar çok daha büyük
kayıplarla karşı karşıya... Ve tabii
sanat fuarları, müzayede şirketleri ve sanatçılar…
Sanırım salgın en çok onları
etkiliyor. Pandemi sonrası yeni yapılanmanın
bu deneyimden alınacak
derslerle değerlendirileceğini temenni
ediyorum.
Sürdürülülebilirlik Sadece Dijital
Kanallarla Mümkün Değil
Dijitalleşmenin önemini bu süreçte yakinen
gördük. Ancak sürdürülebilirliğin tek
başına dijital kanallar ve teknolojik imkanlarla
olamayacağını; içeriğin de onun
kadar kıymetli olduğunu anladık. Ne olursa
olsun teknoloji bizlere başvuru, araştırma
ve arşiv çalışmaları açısından görülmedik
bir imkan tanıyor ancak asla
gerçek bir eserin, bir tablonun yerine geçemeyecek;
iyi kurgulanmış bir serginin
içinde var olma hazzından ne şimdi ne de
gelecekte vazgeçilecektir.
Dijital Bakış Açısıyla
Yeniden Kurguluyoruz
Biz SSM olarak uzun yıllardır gerçekleştirdiğimiz
her şeyi kapsamlı bir biçimde
kayıt altına aldık. Sergi hazırlık süreçleri,
inşaat süreçleri, konferanslar, bilimsel
çalışmalarımız, seminerler, konservasyon
çalışmaları… Çok büyük bir arşiv,
her türlü etkinliğin çeviri ve alt yazılarıyla
kaydedilmiş belgeleri elimizin altında
mevcuttu. 10. yılımızı kutladığımız 2012
yılında da tüm belge ve dokümanlarımızı
dijital SSM platformuna taşımış; koleksiyonlarımızı,
tüm arşivimizi, yüksek
çözünürlüklü görselleri ve akademik içerikleri
çevrimiçi erişime açmıştık. Kitap
Sanatları ve Hat Koleksiyonumuzu, artırılmış
gerçeklik (augmented reality) teknolojisiyle
çağdaş bir tasarım ve sergileme
anlayışıyla yeniden düzenlemiştik.
Dünyanın en önemli kültür sanat platformu
Google Arts & Culture ile işbirliğimiz
devam ediyordu.
Pandemi sürecinde geçmişte yaptığımız
ve sanatseverlerden büyük beğeni
toplayan sergilerimizi yeni bir sergiye
hazırlanır gibi ve en önemlisi dijital bakış
açısıyla yeniden kurgulamaya başladık
ve çevrimiçi sergilerimizde büyük ustaları
hatırlatma kararı aldık. İlk olarak
Türkiye’de sanat sergilerinde önemli bir
kırılma noktası olan ve açık kaldığı süre
içinde 254 bin kişi tarafından ziyaret edilen
Picasso İstanbul’u çevrimiçine taşıdık.
Bir hafta içinde 65 bin kişi Picasso sergisini
çevrimiçinde gezdi. Şimdi de 20. yüzyılın
en önemli sanatçılarından ve sürrealizm
akımının temsilcisi Salvador
Dalí’ye ait geniş bir seçkinin yer aldığı
“İstanbul’da Bir Sürrealist: Salvador Dalí”
sergisi çevrim içinde....
Osman Hamdi Bey’in
Tabloları Google Arts’ta
Henüz yeni Osman Hamdi Bey’in,
Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) Resim
Koleksiyonu’nda yer alan 6 tablosunun
bilimsel araştırma ve konservasyon çalışmalarının
süreç ve bulgularını Google Arts
& Culture’a taşıdık. 6 Haziran 2018’den
bu yana Atlı Köşk’te ziyaret edilebilen
Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey
sergisine de kaynaklık eden araştırma,
Türkçe ve İngilizce seçenekleriyle uluslararası
düzeyde erişime açılmış oldu.
Her Etkinlik Dijital Ortama Taşınacak
Müzemiz fiziki olarak açıldıktan sonra
da her türlü etkinliğimizi dijital ortamda
paylaşma düşüncesindeyiz. Zaten bir süre
devam edeceği anlaşılan “yeni normal”
yaşam, bizleri kalabalık müze ziyaretlerinden
mahrum bırakacağı için binlerce
kişiye ulaşacak dijital yolları bir prensip
olarak kabullenmek zorundayız. Bu durum,
şimdiye kadar ulaşamadığımız kesimleri
sanatın içine çekme şansı verecektir.
En Büyük Yenilik Sanat
Eserlerinde Görülecek
Sanırım en büyük yenilik sanat eserlerinde
görülecek. Tarih boyunca savaş - salgın
gibi global ölçekte insanlığı etkileyen
dönemlerden çıkmak için sanat da önemli
bir araç olmuştur. Bu dönemlerde acıları
dile getiren, yaşanılanların tekrarlanmamasını
dileyen pek çok eser yaratılmıştır.
Edebiyatta, heykel sanatında bunun pek
çok örneği vardır. Yakın tarihe bile bakarsak
20. yüzyılın iki büyük dünya savaşı
pek çok sanat akımına, her şeyi sıfırlayıp
yeniden başlama duygusuna, yeni
umutlara zemin sağladı. Müzemizde gerçekleşen
Kobra, Zero ve Rus Avangardı
sergileri bile hep büyük dönüşümlerin yaşandığı
yılların ürünleri oldu. Sanıyorum
ki bütün dünyayı durma noktasına getiren
Covid-19 salgını da gelecekte pek çok
alanda etkisini gösterecektir.
Dijital Alanda Sanat Ürünü
Vermek Bir Seçimdir
Günümüzde dijital alanda sanat ürünü
vermek bir seçimdir. Gerek ülkemizde gerekse
uluslararası alanda çok değerli dijital
yapıtlar, büyük sanatçılar görmekteyiz.
Onların eserlerini ilgi ve beğeniyle
takipteyiz. “Dijital platformlarla sanatın
duygusu iletilebilir mi?” sorusunu ise
şöyle yanıtlayabilirim: Bu galiba sanatçının
yapıtı aracığıyla bize vermek istediği
duygunun gücüne bağlı bir husus.
Pandemiyle birlikte dünya genelinde tüm sanat kurumları ve müzeler geçici süreliğine kapandı.
Venedik’te bulunan Correr Müzesi kapalı olduğunu bir notla duyurmuştu. Fotoğraf: Marco Di Lauro/ Getty Images
| Bazı Yapıtlar Fiziksel Erişim Gerektirir
Dünyayı sarsan Covid-19 salgınıyla birlikte kültür sanat
dünyasında da dijital ağırlıklı yeni bir düzene geçildi.
İzleyicilerle, dijital ortamda buluşulan bu düzenin, bir geçiş
süreci mi yoksa kalıcı yeni bir düzen mi olduğuna dair bir
sorgulama yaptık.
Ceren ÇIPLAK DRILLAT
Koronavirüsle birlikte hızlanan dijital gelişmelerin sanat dünyasına nasıl yansıyacağını
Türkiye’nin belli başlı sanat kurumlarına sorduk. Ve şu sorular bağlamında
bir yanıt aradık:
* Koronavirüs, sanat endüstrisini yeniden mi
yapılandırıyor?
* Daha dijital olan yeni düzende sanatın yeni aracı ne
olacak?
* Online etkinlikler bu süreçten sonra da devam edebilir,
dolayısıyla, daha da dijitalleşen yeni düzende nasıl bir
konum belirleyeceksiniz?
* Sanat dünyasında beklenen yenilikler neler?
* Dijital platformlarla sanatın duygusu iletilebilir mi?
* Sanatın tanımı değişiyor mu?
Özalp Birol
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat
İşletmesi Genel Müdürü
Koronavirüs, sanat endüstrisini yeniden
yapılandırıyor demek çok iddialı
bir söylem olur. Bu, şüphesiz
yeni bir dönem olacak. Bu döneme özel
olarak konuşursak, aşı ya da ilaç bulunana
kadar çok sıkıntı çekeceğiz ama daha
sonra küçük farklılıklarla eskiye yakın bir
sürecin içinde olacağımızı düşünüyorum.
Asıl sorun, mikrobiyolojik araştırmaların
kontrolden çıkması ve insanlığın dünyaya
ve atmosfere zarar vermesi yüzünden,
bundan sonra karşılaşabileceğimiz olası
pandemiler ve kaoslar. Bunlar art arda
gelirse o zaman bu kaotik süreç gerçekten
kendi düzenini oluşturur, sanat endüstrisi
ve sanat dünyasının oyuncuları
da yeniden yapılanarak ona uymaya çalışır;
uyan hayatta kalır, uyamayan silinip
gider. Bana göre mevcut düzen yeterince
dijital zaten. Örneğin, geçtiğimiz yıl
Venedik Bienali’ndeki yapıtların önemli
bir bölümü teknolojiye dayalı, dijital işlerdi
ve bu tür yapıtların sayısı bir önceki
bienale kıyasla neredeyse yarı yarıya artmıştı.
Şu an için internet erişimi ve dijital
çözümler uygun gözüküyor ama sanatçı,
tarihin her döneminde sorunsalını
ve çözümünü ifade etmek için gerekli yolu
bulmuş ve yapıtını üretmiştir, özgürdür.
Dolayısıyla o aracı ya da araçları sanatçılara
bırakalım, derim.
Sadece Dijital Üretimin Sayısı Artacak
Güncel sanat zaten yeni bir nefestir.
Gelecek on yıllarda zorunluluklar nedeniyle
aşırı dijitalleşme olsa bile, özünde
sanat tanımının değişeceğini ya da sanatın
tamamen dijitalleşeceğini düşünmüyorum.
Duruma göre dijital üretimin sayısı
artacaktır yalnızca. Dijital platformların
sanatın duygusunu iletip iletememesi sanatçının
tasarrufudur aslında, ama kişisel
olarak, yapıtın kendisi dijital değilse duygunun
tamamen aktarılabileceğini düşünmüyorum.
Dijital Mecraların Dinamikleri
Biz, gerek Pera Müzesi gerekse İstanbul
Araştırmaları Enstitüsü olarak oldukça
hazırlıklıydık. Kuruluşumuzdan bu yana
çok önem verdiğimiz nitelikli dijital arşivimiz
ve web tabanlı çalışmalarımız
var. 2008 yılında sosyal medya ve kamusal
erişim programları için ayrı bir birim
oluşturmamız, 2012’de Google Arts &
Culture’ın davetiyle başladığımız iş birliği,
2019 yılında başlattığımız “Osman
Hamdi Bey’in Dünyasına Yolculuk” sanal
gerçeklik deneyimi ve son 10 yıldır çeşitli
sergilerimizde kullandığımız hologram,
mapping, dijital oyun ve sanal gerçeklik
uygulamaları, bizi, içinde bulunduğumuz
pandemi döneminde oldukça güçlü ve
avantajlı kıldı. Ancak asla rehavete kapılmamalıyız
zira bu çok zor ve dinamik bir
süreç. Bu süreçte ziyaretçilerimizle kurduğumuz
ilişkiyi sağlam ve kalıcı kılmak
çok önemli. Kurumlarımız her zaman gelişmeye,
yeniliklere açıktır; hızlı ve doğru
iş üreten çalışkan ekiplerimiz, nitelikli
paydaşlarımız var. Bu süreçte, dijital
teknolojilerin müzelere ve ziyaretçilerine
sunabileceği fırsatları, dijital mecraların
dinamiklerini daha da iyi anlamaya
ve buna uygun çözümler üretmeye çalışacağız;
dijital altyapıya, elektronik arşive,
bilgi-belge yönetimine daha da önem vererek
bu çalışmalarımızla alanımızda fark
yaratmaya devam edeceğiz.
Saman Kağıdı…
1970’lerde saman kağıda kötü basılmış ve
kötü yazılmış sanat ve sanat tarihi kitapları
okumuş bir vatandaş olarak, internet
erişimini ve çevrimiçi sergileri, sanatın
ve sanat yapıtlarının nitelikli görsellerinin
geniş kitleleri kucaklaması açısından
çok önemsiyorum ve faydalı buluyorum.
Ancak bunun bir sanat yapıtının yerinde
ve doğrudan izlenmesi, deneyimlenmesi
kadar keyif vermeyeceği düşüncesindeyim.
Bazı yapıtlar özellikle fiziksel erişim
ve ilişki gerektiriyor, bu da bir gerçek.
12 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
ÖZEL DOSYA KONUSU
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 13
ÖZEL DOSYA KONUSU
| Yeni Bir Dengeye İhtiyaç Duyuyoruz
| Sadeleşme ve Yaratıcılık Öne Çıkacak
Görgün Taner
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Genel
Müdürü
Koronavirüs, birçok şeyi yeniden yapılandırıyor,
sanat dünyası da dâhil.
Sanatçılar ve sanat kurumları da
herkes gibi bu dönemde kendi alanlarını
yeniden gözden geçiriyor. Bu süreçte hayatımıza
giren yeniliklerin ne kadar kalıcı
olacağını şu an bilmek mümkün değil
fakat her alanda olduğu gibi kültür-sanat
alanında da bu dönemden sonra bazı
temel prensiplerin öne çıkacağını öngörmek
mümkün. Önümüzdeki dönemde tüm
dünyada tasarrufa verilen önem artacak.
Her alanda olduğu gibi kültür sanat alanında
da sadeleşme ve yaratıcılık öne çıkacak.
Bu dönemde en çok ihtiyaç duyacağımız
şeylerden biri de dayanışma olacak.
Ne Yaparak, Ne Kadar Farklılaşabiliriz?
Pandemi sürecinde bilim, sağlık ve teknoloji
kadar sanatın da önemi daha iyi anlaşıldı.
Evde kalmaya başladığımız andan
itibaren dijital araçlar vasıtasıyla sanata
sarıldık. Sunulan dijital içerikler de her
geçen gün artmaya devam ediyor. Öyle ki
artık bu alanda bile belli bir doygunluğa
ulaşıldı, dijital içeriklerin kendi içinde
nitelikleri önem kazanmaya başladı.
Bu noktada bence önemli olan kurumların
kendine şu soruyu sorması: Ne yaparak,
ne kadar farklılaşabiliriz? Bu bence
yeni dönemin de en önemli sorusu bu olacak.
Biz de İKSV olarak bu soruya cevap
aramayı sürdüreceğiz. Şu anda da paydaşlarımızla,
sanatçılarla el birliğiyle yeni dijital
projeler geliştirmek ve yeni içerikler
üretmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Bir Etkinliğe Fiziksel Katılım
Bambaşkadır
Dijital platformların kullanımı hepimiz
için artık bir gereklilik, orası kesin. İKSV
olarak biz de bu değişimden payımızı alacağız
elbette. Fakat tabii bunun artıları ve
| Dijital Ortam İçin Üretilmiş Yapıtlar Dahi Gerçek Dünyada Görünür Olmaya Çalışıyor
Levent Çalıkoğlu
İstanbul Modern Direktörü
Tüm alanların olduğu gibi kültür sanat
dünyasının da pandemi dönemine
hazırlıksız yakalandığına
şüphe yok. Büyük kurumların, büyük müzelerin
2010’lu yıllardan itibaren sanatın
iletişimi ve paylaşımı konusunda dijital
teknolojilere ve sanal mecralara çok
önemli yatırımlar yaptıklarını görüyoruz.
Ancak bu beklenmedik durum, kurumların
kapıları kapalı kaldığı süreç içerisinde
nasıl iletişim kuracaklarının, ziyaretçilerine
neler sunacaklarını, sanatçılar ile nasıl
yeni diyologlar gerçekleştirebileceklerini
görmeleri ve anlamaları açısından çok
önemli bir tecrübe oldu.
Pandemi Kalıcı Etki Yaratacak
Normalleşmeler başlasa da pandemi süreci
halen devam ediyor. Ayrıntısıyla üzerinde
düşünülmesi gereken başlıklar
mevcut. Özellikle kültür sanat dünyasında,
galerilerde ve sanatçılarda pandeminin
kalıcı etki yaratacağına inanıyorum.
Yeniden yapılanma, dijital dönüşüme
ağırlık verme ve kaynak artırmanın önemini
anladığımız bir dönem oldu.
Dijital Dönüşüm Gündemdeydi
Dijital dönüşüm uzun bir süredir sanat
kurumlarının da gündemindeydi. Fiziksel
olarak sosyal izolasyona maruz kaldığımız
bir dönemde kültürel, düşünsel ve sanatsal
anlamda içeriklerin küresel olarak
izleyiciye sunuluyor olması, bu imkâna
kolayca ulaşmak çok önemli bir değer
oldu. İstanbul Modern olarak biz de sanal
sergi başta olmak üzere farklı disiplinlerdeki
içeriklerimizi yıllardır üretiyor ve
paylaşıyorduk. Ancak pandemi süreci ister
istemez bu alandaki üretimin yoğunluğunu
artırdı.
Müze Deneyimine Yeni Bir Bakış Açısı
Müze deneyimi bu yeni süreçle yeni bir
bakış açısı kazandı diyebiliriz. Teknolojik
imkânların sunduğu avantajlarla müzeler
etkinliklerini farklı formatlarda sürdürebiliyor,
izleyiciye sanat etkinliklerine
farklı bir gözle deneyimleme imkânı sunuyor.
Bunun yeni bir etki alanı olduğunu
düşünüyorum. Müzelerin dijitalleşmesi
özellikle genç izleyicinin bu ortamlara
daha kolay erişmesini sağlıyor. Müzeler
kapılarını açtıklarında dijital etkileşimin
gündemlerinin başında yer alacağına inanıyorum.
| Asıl Bu Süreç Dijitalleşmeyi Nasıl Etkileyecek?
O Çarpıcı Anın İçinde Olmak
Ancak her zaman müzede fiziki olarak
bulunmanın, sanat yapıtlarıyla etkileşimin,
onlarla karşı karşıya kalmanın yeri
ayrı olacaktır. Sanat yapıtının aurası dediğimiz
o çarpıcı anın içinde olmak karşılaştırılamaz
bir deneyimdir. Ayrıca, sanatın
ve müzelerin varlığı, travma sonrası
normal hayata geçişte daha da önem kazanacaktır.
Bu süreçte dijital sektörün de
hızlı bir gelişim içine girdiği ortada. Her
halükârda, bu teknolojiye yatırım yapmanın
önemi de.
Yeni Düşünce Alanları Oluşuyor
Pandemi, şüphesiz sanatçıların sosyal ve
ekonomik koşullarını etkileyecek ama sanatın
ontolojik yapısına kısa süreçte etki
edeceğine inanmıyorum. Buna karşılık
sanatın paylaşımı, iletişimi, görünürlüğü
ve deneyim alanı olarak bir mekânda tecrübe
edilmesine ilişkin bence çok yeni düşünce
alanları oluşuyor. Ve tabii ki sanat
ekonomisi ciddi yaralar alacak ve dönüşümler
geçirecek.
İlginç ve Yaratıcı
Birebir olarak ziyaretçiye sunduğunuz bir
hizmeti muhakkak farklılaştırarak çevrim
içinde de devam ettirmek durumundasınız.
Bunun anlamı şu; bir şehirdesiniz
ama Türkiye ve yurt dışından sizi takip
eden sanatseverler var. Onlarla buluşmak
için dahi çevrim içi etkinliklerinizi güncel
tutmanız lazım. Bu başlık altında doğal
olarak ilginç ve yaratıcı şeyler geliştirmeniz
gerekir.
Mevcut Olanı Sürdürmek
“Sanat dünyasında beklenen yenilikler”
sorusuna henüz bir cevap vermek mümkün
değil. Yenilik şu aşamada sürdürülebilirliğin
gerisinde kalıyor. Varolmak,
mücadele etmek ve mevcut olanı nasıl
sürdüreceğimize dair stratejiler geliştirmek
bir yenilik olabilir.
Fotoğrafın İcadıyla
Dönüşüm Başlamıştı
Sanatsal her türlü faaliyetin sosyal medyada
paylaşılması, tanıtılması ve pazarlanması
ister istemez sanatın görünürlüğü
ve algısına yeni bir bakış açısı getirdi.
Sanat dünyasının tüm paydaşları bu değişim
karşısında farklı stratejiler geliştirmeye
çalışıyor ya da bu değişimi hiç
ciddiye almayıp önemsemiyor. Sanat yapıtının
tek ve biricik olma hali, fotoğrafın
icadı ile birlikte dönüşmeye başladı ve
sanal ortamda kopyalanıp çoğaldıkça kamunun
artık neredeyse geri dönüşsüz bir
şekilde parçası oldu. Çoğu tüketici yapıtın
aslını değil, görüntüsünü sanat yapıtı
zannetmeye başladı ki, bu da ciddi sonuçlar
doğuruyor. Sanatın dijitale olan merakı
ve ilgisi şüphesiz gelişiyor, yeni medya
her zaman için özel bir mecra sanat için.
Ama dijital ortam için üretilmemiş bir yapıtın
ısrarla dijital ortama aktarılması ve
bunun da sanat yapıtı olarak adlandırılması
yanlış bir algı.
eksileri var. Evet, koltuk sayısıyla kısıtlanmıyorsunuz,
dijital ve fiziksel etkinliklerin
bütçeleri birbirinden çok farklı
oluyor, bir içeriğe dünyanın her yerinden
insanlar erişebiliyor ama ben kendi adıma
her şeyin ekrandan, online, çevrimiçi yürüyebileceğini
düşünmüyorum. Bir etkinliğe
fiziksel katılımın verdiği zevk bambaşkadır.
Yanınızda sevdiklerinizle, çok
sevdiğiniz bir sanatçıyı, güzel bir mekânda
dinlemenin veya sinematografisinin
hakkını veren bir perdede izlediğiniz bir
filmden çıktığınızda hissettiğiniz duyguyu
yanınızdakilerle paylaşabilmenin hissi,
o duygu transferinin değeri apayrıdır.
Bir sene ya da iki sene de gerekse, bazı
önlemlerle de olsa, fiziksel olarak katıldığımız
etkinliklerin yine güçlü bir şekilde
geri döneceğine inanıyorum. Kısa vadede,
insanların kapalı alanlarda, kalabalık
ortamlarda bir araya gelmeye sıcak bakmadığını
biliyoruz. Alternatifler üzerine
pek çok araştırma yapılıyor ve biz de
İKSV olarak tüm gelişmeleri yakından takip
ediyoruz.
Dijital Dünyayı Keşfetmeye Devam
Edeceğiz
Şu anda sanat ya da sanatın tanımı değil
ama sanatın izleyiciyle buluşma yöntemi
değişiyor, önümüzdeki dönemde de dijital
dünyanın potansiyellerini keşfetmeye devam
edeceğimizi söyleyebiliriz. Fakat yukarıda
da bahsettiğim gibi bir eseri ya da
performansı bir sanat mekânında deneyimlemenin
verdiği zevk her zaman bambaşka
olacak. Birçok sanatsever gibi ben
de yeniden etkinliklerde bir araya geleceğimiz
günlerin bir an önce gelmesini ümit
ediyorum.
Müze ve Galeri Ziyaretinde Artış
Hiç şüphesiz bir yapıtın kendisini deneyimlemek,
sergilendiği mekânın içinde
olmak, dijital muadillerin sayısını arttırarak
öne çıktığı bir dünyada çok daha kıymetli
ve vazgeçilmez bir deneyim. Bu anın
kendisi, belki de başka hiçbir tecrübenin
sağlayamayacağı, derin bir anlama sahip.
Nitekim müze ve galeri ziyaret etme sayılarında
tüm dünyada görülen artış, bu
uyanışın yaşanmaya başladığını gösteriyor.
Yapıt izlemenin ortak bir kültürel
davranış olduğunu ispat edercesine sanat
yapıtının karşısında, mekânın içinde olmayı
tercih ediyor insanlar. Bu süreçte dijital
dünyadaki sanata olan ilgiyi, müzelerin,
galerilerin sanal turlarına katılımın
ne kadar yüksek olduğunu gördük hep beraber.
Bir anlamda yeni koşullar sanat yapıtından
alınan duyguyu başka bir zemine
de taşıdı. 2014 yılında düzenlediğimiz
“Yüzyıllık Aşk” sergimiz Türkiye sinemasının
100’üncü yılını merkeze alıyordu.
Sergiyle 100 yıllık sinema kültürümüze bir
arşiv oluşturmuştuk ve web sayfamızda
yer alıyordu. Biz onu bu süreçte daha görünür
kılmaya çalıştık. Yine çok ilginç bir
içerik olarak ziyaretçi üzerinde tekrar bir
etki yaptı. Bunu işin aslında arşivsel kısmı
diye düşünebiliriz. Dijital platformlara
özel içerikler üretmenin yanı sıra, buna
benzer geçmişte yapılan sergi ve içeriklerin
arşiv paylaşımları göremeyen, gelemeyen,
kaçıran ya da yeniden deneyimlemek
isteyenler için bir fırsat olacaktır diye
düşünüyorum.
Dijital Ortamda Olmak Ya Da Olmamak
Kanımca sanatın gelecekte var olma şekilleri
üzerine bugünlerde ciddi bir sınav
veriliyor: Dijital ortamda olmak ya da olmamak
sanatın doğasını değiştirdiği gibi,
algılanma şeklini de altüst etti. Bir sergiyi
ve yapıtı sözgelimi Instagram’dan izlemek
o sergiyi gördüm demekle eş anlama
gelmiş durumda, ki değil. Bence bu sınır
çizgisi sanatın geleceğinde çok belirleyici
olacak.
Sanat Kavramsal Bir Süreçtir
Sanat kavramsal bir süreçtir ve kendine
özgü ifade araçları ile görünür olmak ister.
Dijital ortam için üretilmiş yapıtların
dahi gerçek dünyada görünür olmaya çalıştıklarını
unutmayalım.
SALT
SALT, üyesi olduğu Avrupa
Müzeler Konfederasyonu
L’Internationale tarafından
yayımlanan ortak deklarasyon
aracılığıyla konuya yanıt verdi.
“Sağlıklı bir topluma doğru” başlıklı deklarasyonuyla,
L’Internationale üyeleri,
bulundukları ülkelerin etkin kültür kurumları
olarak, mevcut aciliyet hâlinin
ötesinde, program ve faaliyetlerini sivil
toplumun talep ettiği ve karşılayabildiği
şekilde yeniden düzenleme gereksinimini
kabul ediyor; ancak, ekonomi, politika
ve kültür arasındaki dinamik etkileşimin
yeni bir dengeye ihtiyaç duyduğu görüşünün
ısrarla altını çiziyor ve bu yönde çağrıda
bulunuyor:
“Kovid-19 salgını nedeniyle uygulanan
tecrit sürecinde önceliğimiz, serbest
çalışan ve gelirini veya sağlık hizmetlerine
erişimini kaybeden meslektaşlarımızla
dayanışmanın yollarını aramak oldu.
Yakın gelecek için bakım, destek ve birlikte
düşünmeye dayalı bir yol izlemeye;
toplumsal ve bireysel refahı da kapsayacak
şekilde daha geniş anlamıyla sağlık
konusuna odaklanmaya karar verdik.
Mali Katkı
Bugün kurumların, sınırlı kaynaklarının
izin verdiği ölçüde sanat ortamını desteklemesi
ve kendi alanlarında bağımsız
üretim yapanlarla iş birlikçilerine gelecekte
ortak çalışma ve çeşitli burs imkânları
sunması gerektiğine inanıyoruz.
Müzelerin bahsi geçen bütün taraflara
yönelik yeterli kaynağı tedarik etmesi
mümkün olmadığı için Avrupa’daki merkezî
ve yerel yönetimlerden sanatçılar ve
kültür çalışanlarına, serbest meslek sahipleriyle
sivil toplum kuruluşlarına yaşadığımız
olağandışı dönemi atlatabilmeleri
için mali katkıda bulunmalarını talep
ediyoruz.
| Gezme Deneyimini Dijital Dünyaya Aynen Aktarmak Bugünkü Teknolojiyle Mümkün Değil
Yeni Bir Farkındalıkla Çalışmalıyız
Süregelen kriz, kültür girişimlerinin çoğunluğunun
faaliyet gösterdiği alan olan
sivil toplumu en sert şekilde vuracak. Bu
çok yönlü taban örgütlenmelerinin zengin
dünyasını ayakta tutmak, küresel kültürümüzün
geleceği için temel gerekliliklerden
biri olacak kuşkusuz. Mevcut aciliyet
hâlinin ötesinde, yarından sonraki gün
olarak adlandırabileceğimiz, sanat dünyasıyla
dayanışma mesajlarının artık yeterli
olmadığı bir zamanın geleceğinin de
farkındayız. Dikkatli ve sabırlı bir şekilde
yapılarımızı tekrar halkın kullanımına açtığımızda,
sağlıklı bir sivil toplumun kendine
olan güvenini kamusal düzlemde yeniden
inşa edebileceği yerler olmak için
yeni bir farkındalıkla çalışmalıyız.
Kültür Kurumlarının Büyük
Sorumlulukları
Kültür alanındaki kamu kurumları, sanat
ve sanatçıların dünyayı başka türlü hayal
etme, imkânsızı gerçekleştirmek için
zihinsel ve duygusal alanlar yaratma gücünden
temel alan büyük bir sorumluluk
taşıyor. Dolayısıyla hükûmetlerin; özgürleştirici
doğasının yanı sıra karmaşa, belirsizlik
ve şüphe içerisinde parçalanmadan
yaşamaya katkısından ötürü kültürü,
virüs kaynaklı felaketin ortasında bir sığınak
olarak görmeye başlaması gerektiğini
düşünüyoruz. Bu doğrultuda, hükûmetler
kadar özel işletmeler ve bireylerden sanat
ve kültüre bağlılıklarını tazelemelerini
istiyoruz.
Eskisi Gibi İşlemeyecek
L’Internationale üyesi ve ortağı kurumlar
olarak İstanbul’dan Dublin’e, Madrid’den
Varşova’ya, Ljubljana’dan Göteborg’a,
Avrupa’nın dört yanında olanların bilincindeyiz.
Toparlanmak zaman alacak;
geçmişteki normallere olduğu gibi bir
geri dönüş mümkün değil elbette. Çoğu
temel koşulun artık eskisi gibi işlemeyecek
olması, çeşitli riskleri ve şüphesiz
birtakım fırsatları beraberinde getiriyor.
Bulunduğumuz ülkelerin etkin kültür
kurumları olarak, program ve faaliyetlerimizi
sivil toplumun talep ettiği ve karşılayabildiği
şekilde yeniden düzenleme
gereksinimini kabul ediyoruz; ancak,
ekonomi, politika ve kültür arasındaki dinamik
etkileşimin yeni bir dengeye ihtiyaç
duyduğu görüşünde ısrarcıyız. Kâr
odaklılık, eşitsizliğe gösterilen kayıtsızlık,
gezegenimiz ve yaşam formlarının yok
oluşu eskisi gibi süremez.
ses, metin gibi araçlarla dijital ortamda
hatırlamayı ve hatırlatmayı elbette sürdüreceğiz;
fakat fiziksel mekândaki sergilerin
360 derece kamerayla sanal ortama
aktarılması yöntemi daha çok iki boyutlu
yapıtlar, mekânla yoğun bir ilişki kurmayan,
tarih, arkeoloji gibi bilgi odaklı sergiler
için iyi işliyor.
Dijital Mecralara Yönelik
Özgün Çalışmalar
Bu dönemde aslen fiziksel mekân için
kurgulanmış sergileri dijital ortama uyarlamaya
çalışmaktansa dijital mecralara
yönelik özgün çalışmalar oluşturmanın
daha anlamlı olduğunu düşünüyoruz.
Bu kapsamda #evdeçal isimli yeni bir video
seçkisini web sitemizde yayınlamaya
başladık. Arter Koleksiyonu’ndan farklı
icra yöntemleri aracılığıyla sesle ve müzikle
bağlar kuran sekiz videoyu bir araya
getiren bu seçki, web sitemizde izlenebildi.
Sesin fiziksel kısıtların ötesine geçerek
iletişim kurma, görünür kılma, yer değiştirme
ya da karşı koyma imkânlarını hatırlatan
bu seçkilere #evdeçal başlığıyla
devam etmeyi öngörüyoruz.
Meraklı ve Çoğul Bir Kültür
Bir toplum olarak bölünme, kemer sıkma,
yabancı düşmanlığı ve çatışma seslerini
kendimizden uzak tutmayı seçmeliyiz.
Müzelerin bunlar yerine birbiriyle ilişkili,
meraklı ve çoğul bir kültürün faydalarını
sunması; beden, zihin ve ruh bakımından
sağlıklı bir toplumun oluşumuna katkıda
bulunması gerekliliğinin altını çiziyoruz.
Modern Sanatın Evrenselci Hırsları
L’Internationale, modern sanatın sömürgecilikten
gelen temelleri ve evrenselci
hırslarını eleştirirken bir yandan da
özgürleştirici geleneklerine bağlı olan kurumlardan
oluşuyor. Şu günlerde foyası
iyice belli olan, kendine fazla güvenli ve
hâlinden memnun bir küresel ekonomik
düzenin bastırdığı sesleri dinlemek ve onlarla
diyaloğa girmek istiyoruz. Bu zamanı,
kurumlarımızı meydana getiren tarihî
ve jeopolitik varsayımları yeniden yorumlamak
ve 1989 çevresindeki dönüşümlerden
bu yana öğrendiklerimizden yeni olasılıkların
ortaya çıkmasına vesile olmak
için kullanma niyetindeyiz. Her şeyden de
önemlisi, karşılıklı güven ve ilişkiye dayalı
bir toplum için gerekli “hayatı idame
ettiren karmaşık ağlar” oluşturmada sanatın
ve kültür kurumlarının olumlu bir
rol oynadığı, sürdürülebilir ve demokratik
nitelikte ortak bir geleceği şekillendirme
uğraşısının parçası olma amacımızı ısrarla
yineliyoruz.”
L’internationale
L’Internationale, yedi sanat kurumu ile
konfederasyon ortağı iki eğitim kurumunu
bir araya getiriyor: Moderna galerija
(MG+MSUM, Ljubljana, Slovenya); Museo
Reina Sofía (Madrid, İspanya); MACBA
Museu d’Art Contemporani de Barcelona
(İspanya); Museum van Hedendaagse
Kunst Antwerpen (M HKA, Antwerp,
Belçika); Muzeum Sztuki Nowoczesnej
w Warszawie (Varşova, Polanya);
SALT (İstanbul ve Ankara, Türkiye);
Van Abbemuseum (VAM, Eindhoven,
Hollanda) ile HDK-Valand Academy
(Göteborg, İsviçre) ve National College of
Art and Design (NCAD, Dublin, İrlanda).
Kurumlar, Avrupa Birliği’nin Creative
Europe programı tarafından desteklenen
ve konferans, sergi ve atölye gibi 40’tan
fazla L’Internationale programını içeren
Our Many Europes [Avrupalarımız] projesinin
(2019–2022) çalışmalarına devam
ediyor.
ni ve sanat tarihi yazımına katkıda bulunmayı
hedefleyen yayıncılık faaliyetlerimiz
kapsamında 2010 yılından bu yana basılı
yayınlar bağlamında birçok yeni metnin
oluşturulmasına vesile olduk ve destek
verdik. Bu dönemde Arter Yayınları
kapsamında yayımlanan yazıların bir bölümünü
web sitemizde dijital olarak erişime
açmaya hazırlanıyoruz.
Seminerleri, Dijital Ortama Taşıdık
Öğrenme Programımız kapsamında süregiden
Arter Araştırma Programı’nın 10
katılımcısı çevrimiçi yollarla çalışmalarına
devam ediyor. Gençlik Konseyi, program
yürütücüsü Güneş Terkol’un katılımcılara
ilettiği evde yapabilecekleri
egzersizlerle yol alıyor. Çağdaş Sanat
Seminerleri’ni de dijital ortama taşıdık:
Sena Başöz yürütücülüğünde 12 Mayıs’ta
başlayan “Çağdaş Sanat: Giriş – Gelişme
– Süreç” başlıklı seminer dört hafta boyunca,
Dila Yumurtacı yürütücülüğündeki
ücretsiz Hareket Atölyesi 3 Haziran’a dek
her Çarşamba fiziksel buluşma olmaksızın,
ekranlarımız aracılığıyla devam ediyor.
Aydın Dorsay
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası,
Borusan Quartet ve Borusan Müzik Evi
Müdürü
İçinde bulunduğumuz durum, alınan
önlemler ile beraber sanatın sunuluş
biçimlerini de etkiliyor. Bu süreçte kurumlar
ve/veya kişiler kendi sanat icralarını,
yeni döneme uygun hale getirmeye
çalışıyorlar. Her sanat dalı için farklı zorlukları
veya kolaylıkları var içinde olduğumuz
durumun.
Evet online etkinlikler olacaktır ancak
canlı ve yerinde bir sanatı izlemenin keyfi
de ayrıdır. O yüzden insanlar bir süre sonra
birlikte olmak, aynı havayı, mekânı solumak
için tekrar salonları, alanları sanat
için dolduracaktır.
İki-üç Alternatifli Plan Yapıyoruz
Bu sürecin normale dönmesini beklerken
bizler de alternatif mecraları, sunum
teknikleri ve teknik alt yapıları araştırıyoruz.
Sonuçta üç markamızın da farklı
dinamikleri, kolaylıkları ve zorlukları
var. Büyük orkestraların ilk etapta sanatçı
sağlığı için bir araya gelmesi şimdilik
zor gözüküyor. Oda orkestrası veya
küçük gruplar halinde repertuvar değiştirerek
yeni program yapmayı da planlıyoruz.
Bunları online konserler olarak da
sunabiliriz. Borusan Quartet için de online
konser planlamaları yapıyoruz. Ama
bugünden sezonun başlangıç tarihi olan
ekim ayını görmek çok kolay değil. Bu nedenle
iki-üç alternatifli plan yapmak durumundayız.
Borusan Müzik Evi için,
konserlerin kaydının alınması, yayınlanması
planlarımız arasında. Tabii bu işlerin
tamamının düzgün ve doğru yapılması
için teknik alt yapılarımızı güncellememiz
gerekiyor. Bunun için de çalışmalarımız
devam ediyor.
Belki Kalıcı Belki Geçici
Sanat dünyasında beklenen yenilikleri değil
de aniden, hiç beklemediğimiz bir anda
gelişen bu sürecin dijitalleşmeyi nasıl etkilediğinden
ya da nasıl şekillendirdiğinden
söz etmek lazım çünkü biz, bizatihi
organizasyonu gerçekleştiren insanlar
olarak beklentilerimizi de sürece göre şekillendiriyorduk.
Ancak sanatı izleyiciye
ya da seyirciye sunma biçimimiz belki
kalıcı belki de geçici olarak değişime uğrayacak.
Bu bağlamda yenilik dediğimizde,
onun geçici -sürece uygun- ya da kalıcı
olarak tanımlanması gerekiyor; bunun
için de oldukça erken olduğunu henüz sürecin
kendi karakterini almadığını düşünüyorum.
Dolayısıyla dijitalleşmenin de
farklı sanat dalları ve bunların izleyici ya
da seyirciye ulaşma biçimine göre bir karakter
almasını sürecin kendisi belirleyecek.
Bir Konser Salonunda Yüzlerce
Kişiyle Beraber Dinlemek...
“Sanatın dijitalleşmesi mümkün
mü?”: Dijital çağda en çok tartışılan konulardan
biri olan bu soruyu, şu anda
içinde olduğumuz durumda yorumlamak
biraz zor. Dijital arşiv için ve kolay paylaşım
için evet, dijital (video/ses) kaydının
alınması iyi bir şey. Ancak bir konser
salonunda büyük bir orkestrayı oturup,
yüzlerce kişiyle beraber dinlemenin keyfi
de ayrı.
İcra sanatın içeriğine, tekniğine göre
değişir. Bir konser salonunun (örneğin
Musikverein/Viyana) görkemini, yaşanmışlığını,
kokusunu ancak orada olunca
anlayabiliriz. İleride teknoloji daha da geliştiğinde
belki de bu cevabımı değiştirmem
gerekebilir.
Sanatın Tanımı Her An Değişiyor
Sanatın tanımı her an değişiyor. Yeni türler,
akımlar ortaya çıkıyor, bazıları uzun
soluklu bazıları kısa sürüyor. Aynı zamanda
uzun yıllardır hayatımızda olan
türlerin de devam ettiğini görüyoruz. O
yüzden tanımın değişmesi, gelişmesi insan
hayatı sürdüğü sürece devam edecektir.
Bu durum bittiğinde ancak sanatın
tanımının değişip değişmediğini söyleyebiliriz.
| ARTER
İçinde bulunduğumuz dönemin sanat
endüstrisine uzun vadeli etkilerini
şimdiden öngörmek mümkün değil.
Kültür kurumları olarak fiziksel mekânlarımızın
geçici olarak kapalı olduğu bu süreçte
ekipler olarak kendi içimizde, birlikte
içerik ürettiğimiz kişi ve kurumlarla,
ziyaretçilerimiz ve takipçilerimizle etkileşime
geçmenin yeni yollarını keşfediyoruz.
Biz de Arter olarak dijital araçlarla,
coğrafyadan bağımsız olarak daha geniş
kitlelerle buluşmayı deneyimliyor ve misyonumuzu
sürdürülebilir biçimlerde hayata
geçirmeye devam edebilmek için çalışıyoruz.
Dijital Ortam, Bilgi Odaklı
Sergiler İçin İyi İşliyor
Arter olarak büyük ölçüde fiziksel mekân
içerisinde cereyan eden bir sergi programı
sunuyoruz; programımız çok büyük
ölçüde mekânla güçlü bağlar kuran,
fiziksel mekân içerisinde deneyimlenmek
üzere kurgulanmış sergilerden oluşuyor.
Fiziksel mekân içerisindeki sergi
gezme deneyimini dijital dünyaya aynen
aktarmak bugünkü teknolojiyle mümkün
olmuyor. Örneğin Arter’in geçici olarak
ziyarete kapanmadan önce yakın zamanda
sergilemeye başladığı Cevdet
Erek’in “Bergama Stereotip” başlıklı sesli
mimari yerleştirmesi, hem mekân içine
yerleşen ve ziyaretçinin üzerinde gezinebileceği
bir mimari yapıdan hem de
bu yapıya entegre hoparlörlerden yayılan
ses unsurlarından oluşuyor. Bu yerleştirmeye
dair deneyimi 360 derece kamerayla
dijital ortama aktarmak yapıtın ya eksik
ya da farklı bir versiyonunu ortaya koymak
anlamına gelecektir. Kapalı olduğumuz
dönemde bu sergiyi fotoğraf, video,
Google Arts and Culture’da
Arter Sayfası
Sergilerimiz dışında bir yandan Arter olarak
mevcut kriz durumu öncesinde planlamış
olduğumuz programlarımızı yeni
döneme uyarlayarak, çevrimiçi etkinliklerle
ve eski etkinlik ve programlarımızı
hatırlayarak geçiriyoruz. 10. kuruluş
yıldönümümüzle beraber Arter
Koleksiyonu’nu web sitemiz üzerinden
dijital erişime açmayı hedefliyoruz. Aynı
dönemde, Dünya Müzeler Günü’yle paralel
olarak Google Arts and Culture’daki
Arter sayfasının da lansmanını gerçekleştirdik.
Elektronik Yayıncılık Projesi
Bir süredir üzerinde çalıştığımız ve lansmanını
2021’de yapmayı öngördüğümüz
elektronik yayıncılık projesinin başlangıç
tarihini de içinde bulunduğumuz yeni
gerçeklikte erkene almaya karar verdik.
Özgün araştırmaların hayata geçirilmesi-
Sosyal Mesafe Odaklı Etkinlikler
Öğrenme Programı ekibimiz sosyal mesafelenme
döneminde gerçekleştirmek
üzere yeni bir etkinlik formatı geliştirdi.
Her katılımcının evinde bulunan bir sanat
yapıtını veya nesneyi diğer katılımcılara
anlatmasını temel alan bu çevrimiçi
buluşmalar 11 Mayıs’tan bu yana her
hafta Pazartesi günü saat 19:00’da Zoom
üzerinden gerçekleşiyor. Rehberli sergi
turları da bu dönemde ekran paylaşımlı
çevrimiçi buluşmalar aracılığıyla
sürdürüyoruz. Etkinlik Programımız kapsamında
planlamış olduğumuz canlı performansları
şimdilik süresiz ertelemiş olsak
da bu dönemi eski etkinliklerimizden
seçkiler paylaşarak, Spotify’da kullanıcılarımıza
yönelik listeler hazırlayarak geçiriyoruz.
14 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
DOSYA KONUSU / SORUŞTURMA
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 15
DOSYA KONUSU / SORUŞTURMA
Kısıtlı Mekanda Flanörlük, Yavaşlama ve Gelecek
Evde flanör (flaneur) olunabilir mi? Peki yavaşladık mı sahiden? Her
şey bittiğinde bizi nasıl bir kültür ortamı bekliyor? Kültür dünyamızda
farklı alanlarda üreten isimlerin bu sorulara verdikleri yanıtlar, kültürel
algı ve rutinlerinde olan değişimlerle birlikte, kısıtlı mekanda flanörlük,
yavaşlama ve salgın sonrası kültür ortamının geleceği gibi konularda
düşünmemize aracı oluyor.
Melike Ayça GÜZEL
Hilmi Yavuz
ŞAİR, YAZAR
“Evde ‘dışa kapalı’ kalmak, duygusal
bir ‘içe kapanma’yı olanaklı
kılıyor.”
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Hayatım pek değişmedi, evle kütüphanem arasında çok az insanla
karşılaşarak, yazarak ve okuyarak yaşıyordum. Tercih ederek,
bile isteye yaşadığım için şikayetim yoktu, külfetli olan,
pandemiyle herkesin eve kapanmak zorunda kalması oldu, çevreme
moral ve vitamin olmaya çalışıyorum.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Ne dersem diyeyim, romantik bir cevap vermiş olurum. Bir bibliyofil
ve sinefil, evde yaşayan, evde yazarak geçinen biri flaneur
olabilir mi?
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Hayatım boyunca yavaş insanlarla arkadaş olamadım ve çalışamadım.
Yoga yapamam veya balık tutamam mesela… Günde en
az beş kilometre yürüyordum, pandemiden sonra ya gizli saklı,
kaça kaça yürüyorum ya da evin içinde spor yaparak bunu sürdürmeye
çalışıyorum. Küçümsediğim sanılmasın, ben yapamıyorum,
yavaşlamanın ancak edebiyatını okuyabiliyorum.
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Matbaa teknolojileriyle yürüyen hemen her şey kolay toparlanamayacak.
Dijital medya ve televizyon dışında her şey çok çok
küçülecek. İnsanların sinema ve tiyatroya gitmesi, fuarları, kitapçıları
doldurması uzun zaman alacak. Görünen o.
Emrah Polat
YAZAR
“Ruhsal gezinme sürecinde insan
kendi coğrafyasını, kendi “kentini”
inşa ediyor.”
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Çoğunlukla bilgisayar başında. Eski yazılarımı facebook’ta
paylaşmak beni oyalıyor ve -itiraf etmeliyim, ruh sağlığıma da iyi
geliyor: çok ‘like’ alıyorum! Deyiş yerindeyse, bir tür ‘geviş getirme’
hazzı… Evim, kiracıyım, çok küçük bir bekâr evi ve yalnız
yaşıyorum. İyi ki bir koridorum var ve her gün ‘koridor voltası’
atıyorum; -yarım saat! Okumalar sürüyor. Eskiler, ‘kahır yüzünden
lütûf’ derler: Okunması gereken -ve elbette ‘dışarı’da bulunmak
zorunluluğu yüzünden okunamayan kitaplar! Bu arada
Heidegger, Hölderlin ve Alman Romantizmi üzerine kapsamlı bir
makale çalışması… Film, müzik… Bunları söylemiyorum;-söylenmesi
âdettendir çünkü!
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Eagleton, flâneur’lüğü, ‘bakışlarıyla şehri estetize etmek’ diye
tanımlıyor. Bir kere ‘şehir’ yok! Dahası, tüm odaları, yatak odası
dışında, binlerce kitapla dolu bir evde, bakışlarla estetize edilebilecek
ne olabilir? Xavier de Montepin’in ‘Odamda Seyahat’ini
anımsıyorum. Evde ‘dışa kapalı’ kalmak, duygusal bir ‘içe kapanma’yı
olanaklı kılıyor. Öğle yemeğinden sonra, koltuğa uzanıp
‘geçmiş zamanın peşinde[n]’ yavaş yavaş yolculuğa başlıyorum;
-ruhsal bir ‘geviş getirme’ daha!
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Yaşlı biriyim ben; yaşlanmak, yavaşlıktır: Dolayısıyla, yavaşlığa
alışkınım; -‘koridor voltası’ dışında elbet. Karantina günlerinde
zamanın yavaşladığını duyumsuyorsunuz: Bergson’un ‘durée’
si ya da iç zaman! ‘İçerde’yseniz, zamanınız ‘iç zaman’dır artık.
Bir şiirimden şu dizeleri anmanın tam sırası galiba: ‘kalbim,
durma yetiş eski yazlara/ nedense bir durgunluk var saatlerde’.
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Bir tahminde bulunmak zor. Yazarın, sanatçının, entelektüelin
bu karantina sürecini nasıl yaşadığına bağlı…
Levent Cantek
AKADEMİSYEN, YAZAR
“Yavaşlamanın ancak edebiyatını
okuyabiliyorum.”
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Son bir ay, uyumak dışında sürekli çalıştım. Küçük bir teknemiz
var bizim; edebiyathaber.net, yaşadığımız fırtınalı havada onu
su üzerinde tutmak için çırpınıp duruyoruz.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Ruhsal bir gezinme mümkün evde. Bu gezinme sürecinde insan
kendi coğrafyasını, diyelim “kentini” inşa ediyor. Kent esasen,
nesnel karşılığı olmakla birlikte fiktif bir nosyon bildiğiniz gibi;
bu bağlamda kimse bize kenti gösteremez. Gösterilebilecek olan
onun parçaları oluyor malum; evler, yollar, müzeler, kafeler gibi.
Böylesi bir soyutlama düzeyinden bakınca evde ya da herhangi
bir mekanda kentin “sokaklarındaymış gibi” dolaşmak pekala
mümkün. Burada elbette zihinsel haritalar kılavuzluk ediyor
insana ve bu haritaları oluşturan; kişinin deneyimi, birikimi, ilgi
alanları…
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Yavaşlığın psikolojisi üzerine elbette genel geçer sözler sarf etmek
mümkün, fakat hayatıma bakınca şunu görüyorum ki yavaş
olma halini, hiç deneyimlememişim ben. Hastanelerde aylarca
kımıldamadan yattığımda dahi zihni bir hızın pençesinde kıvranıyordum;
bipolaritenin getirdiği maalesef durulmayan bir zihin
benimkisi. İnsanların çoğu deliliği romantize eder, hayatının
bir döneminde gerçeklik algısı “başkalaşmış” biri olarak söylüyorum;
delilik, insanın ve çevresinin başına gelebilecek en büyük
yıkımdır. İyi ki psikiyatri var…
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Kuşkusuz Dijital Sanat’ın önü çok açıldı. İzleyiciyi, açık ya da
zımni olarak pasif bir alımlayıcı olarak konumlandıran eğilimlerin
eski güçlerini yavaş yavaş yitireceğini düşünüyorum. Sanal
ortamlar önem kazanıyor, daha da kazanacak sanırım.
Ali Akay
AKADEMİSYEN, KÜRATÖR
“Yaşam biçimlerimizin zehrini
atalım.”
Kavramın doğasındaki “avarelik” kısıtlı mekanda
yerine getirilemese de aynı kavramın kilometre
taşlarından “durup düşünerek olayları
değerlendirmeyi, ince zevklerin keyfini çıkarmayı
ve günü dermeyi” görece yavaşladığımız bu dönemde
nasıl becerebiliyoruz? Peki yavaşladık mı sahiden?
Yoksa aynı etkinlikleri dört duvar arasında gerçekleştirerek
yalnızca mekanlarımızı mı sınırlandırdık?
Dijital iletişimin, sanal etkinliklerin öneminin arttığı
aşikar, her şey bittiğinde bizi nasıl bir kültür ortamı
bekliyor?
Kültür dünyamızda farklı alanlarda üreten isimlerin
Covid 19 salgınıyla birlikte bu sorulara verdikleri
yanıtlar, kültürel algı ve rutinlerinde olan değişimlerle
birlikte, kısıtlı mekanda flanörlük, yavaşlama ve
salgın sonrası kültür ortamının geleceği gibi konularda
düşünmemize aracı oluyor.
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Sabah çok erken kalkmıyorum. Kahve ve haberlere bakıyorum
(önce internet gazeteleri, sonra Euronews, France 23, LCI sonra
New York Times ve sonra da facebook’tan gelen haberler. Bir
kaç kahve bu arada tüketilebiliyor. Sonra 5-10 dakika kültürfizik
(top oynadığım gençlik zamanımdan kalma egzersiz hareketleri
evin içinde yapılanlar. Bu arada pencereleri açıp evi havalandırmak.
Ayrı yerlerde olmak durumunda kaldığımız hayat
arkadaşım –eşim– ile uzun konuşmalar (günde iki üç defa tekrarlıyoruz).
Sonra telefondan gelen mesajlara cevap vermek:
Üniversite, eski arkadaşlar. Arkasından yemek ile ilgili meşgale,
ardından ise üniversitede vermekte olduğum dersleri hazırlamak
(bu günün çeşitli zamanlarında aralıklı bir şekilde devam
eden bir uğraş ve ardından derslerin olduğu gün ve saatlerde ses
kaydı ile birini, diğerini ise skype ile gerçekleştiriyorum. Yemek
hazırlıkları sırasında önce televizyondan haberlere (Türkiye haberleri
bilhassa) bakmak ve ara sıra da yine internetten Fransız
haberlerine bakmak. Akşam olduğunda ise yemek yedikten sonra
bazen –ender iyi film bulmak zor- ama varsa eğer televizyonda
film veya internetten bulduğum bir filmi seyretmek veya bazen
ikiye de çıkabiliyor filmler.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Yani evde flaneur olmak bana göre zor. Eğer sayılabilirse, sanal
bir flanörlük gibi bir şey belki; ama buna flaneur demek bana
zor geliyor. Bazı günlerde ise tabii ev temizliği gerekmekte (her
gün değil tabii). Flaneur’e baktığımızda çok üzücü bir örneğimiz
var önümüzde: Nazi Almanya’sından kaçan ve Almanlar tarafından
yakalanıp kampa kapatılan ve daha kötü bir kampa yollanacağı
sırada Almancaya çevirdiği Saint-John Perse’in yardımıyla
kampa gitmekten kaçıp Pireneler’de İspanya Fransa sınırında
Port-Bou’da 26-27 Eylül 1940’da aşırı morfin alarak intihar
eden Walter Benjamin flaneurlük üzerine olan çalışmasını bitiremeden
orada bulunan Georges Bataille’a vermişti el yazmalarını.
Yaşamış olsaydı kendisi bitirecekti herhalde (?). Flaneur
olmak onun çalışma alanını da belirlemekteydi; ama asıl kütüphaneydi
bu alan. Aragon’un kitabından yola çıkarak gerçekleştirdiği
Pasajlar belki de bugün başka bir şekilde ele alınan bir çalışma
halinde okunacaktı. Evde okumaya devam edelim biz de
bugünkü “sosyal izolasyon” dönemlerinde, bekleyerek bu sirayetin
bitmesini... Ve de Edgar Morin’in bugünlerde söylediği
gibi: “Yaşam biçimlerimizin zehrini atalım! Yoksa dayanışmasız
bir küreselleşme içinde sosyal ve psikolojik olarak boğulup kalınmaktaydı.”
Teknolojik açılım halklar arasındaki dayanışmayı
gerçekleştiremiyorsa bunun nasıl bir açılım olduğunu tekrar düşünmek
gerekmektedir. Halbuki virüs göstermekte ki, bizim kaderlerimiz
ortaktır, dışlamalarımız değil!”
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Belki çok hızlı bir hayat yaşıyorduk. Ben bundan şikayetçi değildim.
Ayda bazen bir veya iki seyahat yapıyordum nerdeyse sene
içinde. Bu sefer alışmamız gerekecek. Son otuz yıldır yer değiştirerek
(seyahat, konferans için sergi için yaptığım seyahatler
(dünyanın 4 yerine Şili’den Taipei’ye kadar -Avusturalya hariçkıtalar
arası yaptığım seyahatleri tekrar yapacağımı zannetmiyorum
artık) veya ders vermek için daha uzun dönemlerde gittiğim
şehirlerdeki üniversiteler ve müzeler (Humboldt, Sorbonne,
Paris VIII, I.N.H.A, Columbia, E.N.A.M). Yaşanan bir hayat alışkanlıklarını
bırakmayı öğrenmek gerekecek artık. Ama tabii bugünkü
durumda endişe ucunu göremediğimiz bir zaman birimi
ile karşı karşıya olmamamız. Ama durumun bir zaman sonra değişeceği
umudunu taşımaya devam ediyorum; fakat bu yeni bir
ruh hali olacak sanırım. Kitaplarımdan birinin başlığı “Sanatın
ve Sosyolojinin Ruh Hali” (Bağlam Yay.) idi. Bir bakıma bu dönem
arkada kalmış olabilir. Başka bir yaşam biçimine gitmeye
başladığımızı görmek gerekecek. Ruhumuzu da buna göre
ayarlamak durumundayız. Kendimize dönüp bakmak, eski tinsel
alıştırmaların bugünkü durumu üzerine düşünmek yeni psikemizi
belirlemeye başlayacak. Yavaşlama demek kendi kendinin
endişesi içine girmenin başlangıcı olmaya yüz tutmaktadır.
Bu yavaşlama iyi bir şey olabilir, yeter ki sevdiklerimiz ile birlikte
olmaya devam edelim.
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Sanatı nasıl etkileyecek? Kültürü etkileyeceği kesin: daha evvel
düşünmediğimiz bir sürü şey değişmek zorunda kalacaktır. En
azından yeniden “eski tas eski hamam haline gelinceye kadar!”
Sanat ve düşünce bireysel uğraşlar, yalnızlık gerektiren anlar;
ama bazen de kolektif bir şekilde düşünebilmenin (ikili veya birden
çoklu) avantajları da yok değildir. Ama buluş, sanatsal yaratı
sanatçıların yalnız kaldıkları anlarda ortaya çıkabiliyor. O
bakımdan “sanatı nasıl etkileyeceğini” söylemek, sanat yazarı
veya küratör veya sosyolog olarak bana düşmez; sanatçıların yapabileceği
şey bu. Keşke bu hep vurgulansa! Bunu fark etmeyenler
varsa bunu bu virüs ile değil daha önceden fark etselerdi. Ama
bu yeni dünyasal durumun etkili olacağı tabii ki kesin. Etika hiç
olmadığı kadar hayatlarında herkesin ihtiyacı olan bir şey. Eski
hızda yaşanmayan bir durum üzerine eskisi gibi yaşamak, davranmak
çok zor olacak herhalde, ortalama insanlar için. Ama
bunu bugün öğrenmek zorunda kaldık. İsterdi ki gönül, bu başka
şartlarda öğrenilseydi. Bugün yaşanmasaydı.
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Ben rutin bir çalışma düzenine sahip değilim. Birden fazla
iş yaptığım için günlerce eve kapandığım ve bilgisayar
başından kalkamadığım da olur, şehir içinde oradan
oraya gittiğim ya da şehir dışına ve yurt dışına art arda
yolculuk yaptığım da. Yetiştirecek işim olmadan eve kapanmak
özleyip de yapamadığım bir şey. Bu süreçte asla
şikayet etmeyeceğim bir şey varsa o da aylaklık etmektir.
Kaldı ki henüz ona vakit bulamadım. İzlenecek filmlerim
var, zaten hiç bitmez! Şöyle zamanı unutarak kitap
okumaya hasretim. Dostoyevski’nin Budala’sını bir kez
daha okumayı çekti canım bu ortamda. Dolap temizlemek
ve düzenlemek gibi vakit bulamadığım işlere el attım.
Daha geç yatıyor, daha geç kalkıyor, ev yemeği yiyor
ve televizyon izliyorum ki bu benim için büyük bir lüks!
Sosyal medyaya ve WhatsApp’taki arkadaş gruplarıma
daha fazla bakıyorum.
Barış Müstecaplıoğlu
YAZAR, İŞ İNSANI
“Bu sıkışmışlık sona erdiğinde
arka arkaya çıkacak çarpıcı
romanlar, tiyatro oyunları, filmler
kültür sanat ortamımızı renklendirecek.”
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Bu salgından önce de genelde evde olan birisiydim. O nedenle
dostları görememek dışında hayatımda büyük değişiklik
olmadı. Yine yazıyor ve çeviriyor, yine yemek
yapıp kitap okuyup film izliyorum. Balkondan baharı izliyor,
kuşları dinliyor, temizlenen havayı soluyorum.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Flaneur olmak konusunda hayalen de olsa şanslıyım sanırım.
Çünkü henüz bitirdiğim romanda James Joyce
ile İstanbul’un altını üstüne getiriyoruz. İstiklal senin,
Kadıköy benim, oradan ver elini Kuzguncuk şeklinde
dolanıyoruz. İlaveten çocuk kitabımı da İngilizceye
çevirmekle uğraşıyorum. Onda da olaylar Mısır’da,
İspanya’da, Japonya’da, İtalya’da falan geçiyor. Yani o
kente dahil olma duygusunu hayalen de olsa kenarından
kıyısından yaşadığımı söyleyebilirim. Elbette bu işler bitince
çıkıp aynı yerleri kanlı canlı dolaşmayı da özlemiyor
değilim. Öte yanda sırf vakit geçirmek için değil, sanattan
beslenerek de flaneur olabiliriz. Dün Yiğit Bener’in “Acı
Portakal” romanını bitirdim. Bizi Hollanda, İstanbul,
Dominik ve Mauritius’ta acı-tatlı bir geziye çıkarıyor.
Youtube’da Shakespeare Globe oyunlarını izliyorum.
Müthişler. Ulysses ile Dublin’i dolaşmak için iyi bir fırsat
Gül İrepoğlu
SANAT TARİHÇİSİ VE YAZAR
““Az”ın aslında yeterli, “yavaş”ın
da aslında gerekli olduğunu keşfetmek.”
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Internette flânerie mümkün elbet! Teknoloji sayesinde
dünyanın dört bir yanındaki akraba ve dostlarımızla yüz
yüze görüşebiliyoruz. Ancak bütün bunları bir virüs kapma
tehdidiyle, yakınlarını kaybetme korkusuyla, salgının
ardından gelecek ekonomik kriz kaygısıyla yapmanın
baskısı altında bütün olumlu yanlarını ihmal edebiliriz.
Asıl vahim olan bu ortamda çalışmak zorunda olanların
durumu.
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Son birkaç yıldır yavaşlamaya çalışan bir insanım.
Yaşlandıkça beden de zihin de yavaşlamak istiyor. Daha
sakin, daha düzenli, daha az yorucu bir hayat sürmek,
durup düşünerek çalışmak, güzel şeylerin tadını
çıkarmak istiyor... “Yavaş şehir” misali akımlar buradan
çıktı. Öğle uykusu çekilen sıcak iklim kültürleri bu
yüzden yüceltilir. Ancak bu küresel salgının neden olduğu
karantina bir yavaşlama değil, mahkumiyet psikolojisi
yaratıyor. Özgürlüklerimiz büyük ölçüde engellendi ve
engellenmeye de devam edecek gibi. Silahlı kuvvetler ve
kolluk kuvvetleri hâlâ bir arada bulunabiliyor ama kitleler
bir araya gelemiyor. Küresel grevlerden medet umuyorduk,
iklim için, insan hakları için hayatı durdurmaktan
söz ediyorduk, ama öngördüğümüz eylem biçimleri
şimdi eylemsizliğimizi garantilemek isteyenlerin silahı
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Yazarlık dışında tam zamanlı bir işim ve 4,5 yaşında
oyuncu bir kızım var. Anaokulları da kapalı olduğu için iş
ve çocukla evde olmak zaman yönetimini epey zorlaştırıyor.
Genelde 21.30’a kadar hayat bu koşturmacayla geçiyor.
Sonra bazen gece 4.00’e kadar süren yazar kimliğime
bürünüyorum. Anlayacağınız fantastik öykülerin
kurt adamları ya da Dr.Jekyll ve Mr.Hyde’ları gibi gündüz
farklı gece farklı bir hayat sürüyorum. Yazmak öncelikle
zihni ve ruhu doldurmayı gerektiriyor, yaratıcılığın
bir hazırlık süreci var. Bu yüzden bu vakitlerde yazdığım
kadar ilham verici eserler de okuyorum, izliyorum, dinliyorum.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Sanal ortamda belgeseller ve dijital programlar sayesinde
farklı ülkeler, kültürler, insanlar tanımak, dünyaya
onların gözlerinden bakmak da iyi geliyor. Gene de evde
kalmaya romantik anlamlar yüklemeyi doğru bulmuyorum.
İnsan doğaya ait bir canlı ve kapalı kalmak ruha iyi
gelmiyor. Öyle olsaydı, suç işleyenlere hapis cezası veriyor
olmazdık. Moğolistan’a gittiğimde buzla kaplı vadilerde
keskin rüzgarı tenimde hissederek dolaşmakla,
Moğolistan’la ilgili bir belgesel seyretmek aynı deneyimi
yaşatmıyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda elimizden
değil mi bu günler? Trump mı Dostoyevski mi? Sağlık
Bakanlığı mı yoksa Saatleri Ayarlama Enstitüsü mü? Kafa
ütüleyen tartışma programları mı lezzetli bir Neşet Ertaş
türküsü mü? Ben genelde ikincileri yeğliyorum. Size
de tavsiye ederim. İlerde bedenen yapacaklarımız için
zihnimizi besleyeceğimiz bir zaman olarak görmek gerek
bu dönemi.
oldu. Covid-19 kitleleri zapturapt altına alan bir biyolojik
silah işlevi görüyor. Orwellyen bir distopyayı yaşıyoruz.
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Türkiye dahil dünya genelinde bütün kültür sanat endüstrilerinde
büyük bir çöküş yaşanacağına kuşku yok.
Bu endüstrilere büyük önem veren Fransa, Almanya,
Polonya misali devletler şimdiden fonlar ayırdıklarını
açıkladı. Avrupa’da Kuzey ülkelerinin fazla etkileneceğini
sanmam, ama bu yaz turizm gelirlerinden de mahrum
kalacak olan İtalya ve İspanya’nın kendini toplaması
daha uzun sürecektir. Genel olarak ertelemelerin çoğu
iptale dönüşecektir. Daha bir süre agorafobi yaşayacağız
besbelli, insanların konsere, sinemaya, sergiye gitmesi
için biraz vakit geçecek. On-line yayınların gelire dönüşmesini
pek mümkün görmüyorum. O kadar çok bedava
içerik üretiliyor ve arşiv paylaşılıyor ki kimse ödeme
yapması gereken bir etkinliği izlemeyecektir. Belki reklam
sektörü iyi organize olursa bir süre sonra ciddi kültür
sanat içerikli online yayınlar bu feci krizden etkilenen
yaratıcılar için umut olabilir.
gelenin en fazlasını yapmak en doğrusu, ama bir an evvel
dört duvardan kurtulmamızı umut ediyorum.
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Hayat koşullarım pek yavaşlamamama imkan bırakmıyor,
ben de bunu sevmiyorum açıkçası. İşlerimin azaldığı
günlerde de zoom gibi video konferans yöntemleriyle,
sanal ortamda okurlarımla, gençlerle bir araya geliyorum.
Mayıs ayında pek çok okulda öğrencilere fantastik
edebiyat, yaratıcılık ve içinden geçtiğimiz dönemin ruhuna
uygun olarak distopya üzerine dijital seminerler
vereceğim. Bir süredir devam ettiğim Hayallere Ulaşma
Atölyeleri’ni de dijital ortama taşıdık. Elbette yüz yüze
yaşanılan deneyimi birebir tecrübe edemiyoruz, lakin
bazı güzel yönleri de oldu. Örneğin bu seminerlerime eskiden
sadece İstanbul’daki okullardaki öğrenciler ve burada
yaşayan okurlarım katılabiliyordu. Şehir dışına pek
çıkamıyordum. Dijital ortamda Türkiye’nin her yerinden
yazmak ve yaratmakla ilgili deneyimlerimi dinlemek
isteyen dostlarla buluşabiliyoruz. Bugünlerde yavaşlamaktan
çok zamanla yarışmanın psikolojisi etkiliyor
beni. Eğer gerçekten heyecan duyduğum, tutkuyla yaptığım
bir işim olmasa, bu yoğunluk ve koşturmaca oldukça
yıpratıcı olabilirdi. Her şeye rağmen arada elbette mola
vermek gerekiyor. Zihni ve ruhu dinlendirmek şart. Böyle
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Aslında bu baş belası salgının tek bir faydası varsa, onun
da insanlığın bazı duygularla sakince yüzleşmesi olduğunu
düşünüyorum. Tüm bunlar yaşanmadan önce de
sürekli “daha az ve daha sakin” duygusunun güzelliğini
anlatmaya çalışıyordum. Çünkü kapitalizm bize hep daha
fazlayı dayattı. Hepimiz çok değerliydik, biriciktik, her
şeyi hak ediyorduk, harika yaşamalıydık. İyi güzel de tüm
bunlar için hem kendimizin hem başkalarının hayatlarını
ve üstelik bir de doğayı tükettiğimizi unutmuş gibiyiz.
Şimdi bu salgın sayesinde yavaşlayıp, durup düşünerek,
ona buna şuna aslında pek de ihtiyacım yokmuş, diyebileceksek
eyvallah. Bu önemli bir kazançtır. Yavaşlayalım.
Gerçekten biraz yavaşlayıp algımızın yönetilmesine
izin vermeyelim, tüketim canavarları olmayı bırakalım.
Ütopya olduğunu biliyorum ama dev “Citta Slow”lar hayal
ediyorum. Daha az koşturduğumuz, daha dingin yaşadığımız,
daha az tükettiğimiz ama daha çok güldüğümüz
ve en önemlisi farkına vardığımız kentler. Bakalım,
inşallah olur. En azından bireysel anlamda bunu başarabilsek
ne güzel. Yavaş yavaş. Sakin sakin.
Korona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Kültür ortamını ikiye ayırıp düşünmezsek, bu soruyu
sağlıklı yanıtlayamayız sanırım. Bunu sektör ve sanat
olarak ele almalıyız. İşin sektör boyutu elbette büyük
yara alacak. Sanırım en az bir yıl boyunca gerek tedbirler
gerekse tedirginlik nedeniyle sinemadan, tiyatrodan,
konserlerden uzak kalacağız. Edebiyat etkinlikleri daha
az ve seyrek olacak. Bu elbette can sıkıcı bir durum. Ama
meseleyi sanatın gerçek işlevi açısından ele alırsak, yine
yavaşlayıp, bazı kitapları tekrar tekrar okumamız, filmleri
sakince irdelememiz için de bir fırsat bu belki. Çünkü
sanatı da çok hızlı tüketiyorduk.
Son söz; Korona hayatlarımızı elimizden almaya çalışıyorsa,
o hayatın değerini her anlamda bilmek de bize
düşüyor. Bunun için vaka sayısına, yoğun bakım bilgisine
gerek var mı? Maskesiz hayat güzel olacak. Az sabır ve
sakin.
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Yaşadığımız korkunç günlerin getirdiği acılar, kaygılar ve
onların uzantısı yoğun önlemler yaşamı değiştirdi elbette,
ben de hemen hemen hep evdeyim. Zaten evde oturup
çalışmaya alışkınım, kitap yazma süreçlerimin son aşamalarında
bir kaç hafta evden çıkmamışlığım çoktur. Evi
severim, kütüphanem evdedir, masam salonda durur, bol
müzikli ev ortamında rahat yazarım. İçinde bulunduğumuz
atmosfer kaçınılmaz biçimde odaklanmayı zorlaştırıyor;
ara ara olan bitenden soyutlanıp yaratıcılığa sığınmak
her zamankinden daha fazla çaba gerektiriyor,
ancak olanaksız değil. Her zamanki hızımı yakalayamasam
da bazen sabah uyanır uyanmaz, bazen gece zihnim
olmayacak bir anda berraklaştığında verimlice yazıyorum
ve yazarken bunları okuyacak olanların imgelemlerinde
yapacağı yansımaları hayal ederek mutlu oluyorum,
çünkü bir kaç aydır üzerinde çalıştığım yeni kitap
projem yemek ve aşkı sanat tarihinin görselliğiyle birleştiren
bir kurgu. Kitabı mimari formasyonumla düzenleyeceğim,
sanat tarihi formasyonumu kurgunun özgürlüğüyle
birleştireceğim, yemeğin kışkırtıcı çağrışımlarını
da bütünün içine katıp olayı pişireceğim! Amacım yaşamakta
olduğumuz günlere karşın insanları hayallerin
renkli dünyasına taşımak ve gönüllerinde yeni ufuklar
açmaya uğraşmak. Bu bağlamda şimdi mutfağa daha
fazla zaman ayırdığımı belirtmeliyim, yeni yeni yemekler
ve pastalar deniyorum, bu yalnızca hep evde olmanın getirdiği
o ortak eğilimden değil aslında, bu projenin de bir
parçası. Denk geldi diyelim.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Bence “flaneur” olmak için belli bir plan izlen(e)mez,
yaşantının uzantısı size getirirse getirir flanörlüğü. Genel
beklenti (veya tarif), esinlerin sokaktan gelmesiyse de,
ben buna katılmıyorum. Sokağa çıkmadan da türlü medyaya
bakarak, kitap karıştırarak gözlem yapılabilir, hayal
kurulabilir, yeni fikirler üretilebilir ve yansıtılabilir.
Entelektüel birikim yeterlidir.
Alin Taşçıyan
SİNEMA ELEŞTİRMENİ
“Internette flânerie mümkün
elbet!”
anlarda terasımda uzanıp hiçbir şey düşünmeden gökyüzünü
seyretmek, kendimi sakin bir müziğe bırakmak ya
da maskemi takıp sokaklarda amaçsız yürüyüşler yapmak
sevdiğim yöntemler.
Korona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
İnsanlar baskı altında daha yaratıcı olurlar, konfor alanlarında
ise zihnimiz ve ruhumuz körelir. Bu açıdan şu dönem
pek çok yazar dostum üretkenliklerinin düştüğünü söylese
de, bence bu sıkışmışlık sona erdiğinde arka arkaya çıkacak
çarpıcı romanlar, tiyatro oyunları, filmler kültür sanat
ortamımızı renklendirecek. İçinden geçtiğimiz günlerde
çok yoğun duygular, gelgitler, korkular ve umutlarla dolup
taşıyoruz, bu birikimler mutlaka sanata yansıyacaktır.
Edebiyatta zaten son dönemde gücünü artıran distopyanın
daha da ağırlık kazanmasını bekliyorum. Lakin insanların
geleceğe dair umuda da ihtiyacı var. Bu nedenle içlerini ferahlatacak
ütopyalara da ilgi göstereceklerini düşünüyorum.
Sanal ortamda kendilerini ifade etme kaslarını güçlendiren
ve bundan keyif alan sanatçılar sayesinde, önümüzdeki
dönemde dijital sanat hiç olmadığı kadar zenginleşecektir.
Duygularımızı, düşüncelerimizi, korkularımızı ve ümitlerimizi
yepyeni yollarla, belki de daha önce erişemediğimiz
kitlelere sanal ortamlarda ulaştırma fırsatı bulacağız.
Fuat Sevimay
YAZAR, ÇEVİRMEN
“Sanattan beslenerek de flaneur
olabiliriz.”
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Yavaşlamak… Aslında hepimizin gereksinim çoktan duyduğu
bir şeydi. Ancak zorunlu oluşu toplumu rahatsız
etti. Öte yandan önce enfekte olanlarla ya da ön saflarda
mücadele etmek zorunda olanlarla, sonra da sıkıntıda
olan herkesle empati kurmayı ve sağlığın değerini bilmeyi
öğrendik hep birlikte. Bence karamsarlığa kapılıp kendini
koyuvermemek önemli. Bir de ne olursa olsun her
şeyi kontrol altında tutmanın mümkün olmadığını kabullenmek.
“Az”ın aslında yeterli, “yavaş”ın da aslında
gerekli olduğunu keşfetmek ve elde bulunanla hayatı
güzelleştirmeye çalışmak benim kazanımlarım oldu diye
düşünüyorum. Yaşantımızın normal akışında izlemeye
yer aç(a)mayacağımız bazı konserlerle, filmlerle evdeki
ekranda buluşmak, kitap okumak ve durup düşünmeye
vakit ayırmak da genel bir yavaşlama kazanımıdır bence.
Korona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Toplu izlenilen gösteri sanatları ve sergiler bu günlerden
zarar gördü kuşkusuz, normale dönüldüğünde olabildiğince
telafi edilebilir umarım. Bireysel yaratıcılık ise; örneğin
yazmak, bestelemek veya resim yapmak bu zorunlu
yalnızlık ve sakinlik içinde farklı esinlerle yeni yollara
açılabilir, elbette her zamankinden biraz daha fazla gayreti
gereksinerek. Odaklanma sorunun üstesinden gelebilenler
için yeni projeler üretmek için de verimli bir
ortam olabilir bu, olumlu yönden bakmaya çalışalım diyorum.
16 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 17
DOSYA KONUSU / SORUŞTURMA
“Post-Pandemi Döneminin Şifreleri:
GÜNCEL SANAT / SÖYLEŞİ
Feridun Andaç
YAZAR
“Yaşamın doğası değişecek.”
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Geçici olduğunu bilsek de, beklentimizin ve rutinimizin
dışında gelişen bu sürecin ne kadar devam edeceğini
kestiremediğimiz bir durumdayız. Hızlı ve gergin olandan,
zorunlu bir yavaşlamaya ve çoğu yönden kısıtlanmış
bir günlük hayata geçerken, sanırım hep beraber kendi
“yeni dünya düzenlerimizi” oluşturma yoluna girdik.
Bellekte kırıntılarına rastlayacağımız türden bilgileri yeniden
keşfediyor olduğumuz, dahası buna olanca genişliğiyle
vaktimizi ayırabildiğimiz bu çok bilinmezli zaman
dilimi, başka bir tür konforu da içeriyor bir yandan. Artık
uzun uzun düşünmeye, günlük nesneleri, duvarları, evi
uzun uzun izlemeye ve değerlendirmeye, varsa evin diğer
bireyleriyle yeniden diyaloglar inşa etmeye zamanımız
var. Aslında oldukça boş vakitli görünen ama zihinle
beraber ev pratiklerinin de her zamankinden fazla zaman
aldığı bu -bence- paradoksal süreç, bir yanıyla sıradan
olana övgü gibi de geliyor bana.
Evde flaneur olunabilir mi?
Yersiz yurtsuz flaneur’un karşısında ironik bir şekilde
eve kök salmaya mecbur kalan bizler varız. Evin koridoru,
salonu, mutfağı Benjamin’in pasajlarının yerini bir
süreliğine ikame edecek, bu durumda tabi ki evde de flaneur
olunabilir. Dediğim gibi, endişeleri, kesintisiz online
bağlantıları ve sosyal medya takibini biraz azaltınca,
derinlemesine düşünmeye, aylak aylak duruyor gibi
görünürken aslında daha duyarak gözlemlemeye, zihnimizde
üretmeye ve yeni olasılıklar yaratmaya fırsatımız
var. Beni düşünürsek, bir flaneuse olarak ev yaşantım
fazlasıyla odak noktası içeriyor. Bu dönemi kendi
Korhan Gümüş
MİMAR
“Flanörlük sanal sınıfa mensup
insanların bir yetisidir.”
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
İçteki zamanla barışık yaşadığım için, “eviçi zaman”
dediğim kavramla yeni bir boyutta buluşmanın
yüzleşmesini yaşadım ister istemez. Kapanma değil,
ama içe dönme sürecinde birtakım incelikler çıkmadı
değil karşıma… Sessizleşme, suskunluk, havanın rengi/
kokusunu algılama biçimi, ışığın dönüşme halleri…
Galiba doğaya bakma/algılama biçimimi yeni baştan
gözden geçirdim. Zira, Alemdağ gibi ormanlık bir yerde
yaşadığımdan, her sabah dinlediğim kuş seslerinin ne
denli arttığının iyice farkına vardım. Bulutların rengi
bile değişti bu süreçte. Ötede ise; “yasak”/ “korunma”,
“korku” ve “kaygı”/ “endişe” gibi düşüncelerle
yüzleşilince; ister istemez insan düşünme/duyma,
hatta okuyup yazma rotasını bile bunlarla geçirir
biçimler oluyor. Okuma seçimlerimi yazma edimime
göre belirlerken, şu sıralar duygu/algı durumuma göre
listelediğimi söyleyebilirim. Bu süreçte neredeyse okuduğumun
izdüşümü olabilecek denli yoğunca yazmaya
yöneldim. Kendi payıma bileşik kaplar gibi bir hayatımızın
olduğunu test etmemiz açısından da iyicil bir
yanı var bu sürecin. Üstelik çok rüya gören biri olarak,
rüyalarımın biçimi/rengi/konusu/mekânı değişti.
evim yerine aile evinde geçiriyorum ve yanıma okuyacağım
kitaplarımı, desen defterlerimi, düzeltilecek arşivlerimi,
2 kedimi ve köpeğimi de alarak taşındım. Dışarıdaki
kalabalık yerine, burada kendi oluşturduğum kalabalığımla
beraber, ilgileneceğim aile bireyleri ve çok sayıda
hatırladığım anım var beni besleyen. Burada kalmış olan
eski eşyalarım ve fotoğraflarımla beraber kendi geçmişime
doğru yaptığım arkeolojik kazı, beni evde gezgin kılıyor.
Evin nesneleri üzerinden oynadığım anlam ve hafıza
oyunları, zaman tasam olmadan, ev içinde yeni kahramanlar
bulmamı sağlıyor. Evdeki rutin işlerin yanında
çok not alıyorum, çokça fotoğraf çekiyorum. Dünyanın
merkezi, bir süreliğine benim için bu ev.
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Endişe ve kısıtlanmışlık hissi bir yana, çok yoğunken bile
yetiştirebildiğimiz günlük işlere şu anda neredeyse zamanı
yetirememe duygusu… Ama şöyle bir etki de bu hissime
eşlik ediyor: Sağlıkla, güncel hayatın devamıyla ilgili
korkularımıza rağmen, evlere kapanmak, aileye, ve
kendi içimize böylesi bir dönüş, 80’li ve bir kısım da 90’lı
yılların yazlarını hatırlatıyor sanki; gerçekten uygun olan
her sektörün yavaşladığı, 1-2 aylığına yazlıklara göç edilen,
güneşli, akşam üzerleri sessizleşen, belki uzun süreli
ve çıkarsız arkadaşlıkların temellerinin atıldığı, çocukluğumun
yazlarını… “Acele etmeden yaşamayı bildiğimiz
zamanlar” olarak görüyorum o dönemleri. Demek ki
böyle bir ara lazımmış hayatlarımıza diyorum... İşte şu
anda da büyük şehrin bir manada “citta slow” mantığına
yakın bir çerçevede dönüşüyor olduğunu görmek, böylesi
dingin bir akşamüstü havası yaratıyor zihnimde –tabi
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
Evde ne mi yapıyorum? Diyebilirim ki daha az stresli bir
hayatım oldu. Artık toplantılarla, yolda zaman kaybetmiyorum.
Kendimi oyalayacak yemek, tamirat, temizlik,
bahçe işleri gibi işlerden kurtulabilirsem, oturup çalışabiliyorum.
Hayatım boyunca hep bir tatil olsa da çalışabilsem
diye hayal etmiştim. Şimdi, korkunun ve haberlere
kilitlenmenin alt üst etmediği zamanlarda biraz daha
düzenli bir hayatım var. Geçmişte belki de bağımsız işlere
profesyoneller, kariyer yapmak isteyen kişiler pek
tenezzül etmediği için istenmeyen işler, kurulamayan
ilişkiler hep üzerimize yıkılıyordu. Onlarla uğraşmaktan
çalışmaya zaman kalmıyordu. Şimdi en azından ben
kendi hesabıma diyebilirim ki hayatımda ilk defa oturup
düşünebiliyorum, çalışabiliyorum. Artık bu işlerle uğraşmam
fazla gerekmiyor. Zannedersem sorduğunuz sorular
da bu söylediklerime açıklık getirecek.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Bir tür “ruh aylaklığı” diyebileceğim bir durumla yüzleştim
diyebilirim. Hiçbir şey yapmamak, amaçsız bu iç
mekânda gezinmek değildi tabii ki bu; tam tersi; çoklu
bir uğraşın haritasını çıkardım diyebilirim. Neydi
bunlar derseniz: Ayıklama, Listeleme, Tasnif, Öncelik,
Program: yolculuk/yazı, Yarım kalan kitapların yazımına
dönme, Farklı okumalara pencere açma, Yeni yazarların
keşfi, Yeni defterlere kapı aralama, Yeni düşüncelerle
yüzleşmek: örneğin kitaplığımda okumayı (zamanı
gelince) bekleyen bazı kitapların okunmaya başlanması:
“Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”/Yuval Noah Harari;
“Varoluşçular”, Sarah Bakawell; “Rızanın İmalatı”,
Edward S. Herman, Noam Chomsky.
Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?
Yavaşlık size şunu öğretiyor: Hayatın asıl ritminin nerede
aktığını görüp düşünüyorsunuz. Ve kendi patikanızı
da o yönde açmaya çaba gösteriyorsunuz. Yani derinlik ve
yoğunluk da öylece geliyor hayatınıza. Doğa burada başat
öğe. Beni en çok kendine çeken, varlığını özleten de doğa
oldu demeliyim bu yavaşlık düşüncesiyle.
Sonra insan sesi. İnsana dokunma duygusu. Bunu
sözle/yazıyla yapmak başka bir şey; göz göze gelerek,
sesle, görerek dokunmak bambaşka bir şey. Sonra, yavaşlık
asla aylaklık değil; tam tersi hayatın ritmi oradan
haberleri açana kadar. Belki bahsettiğim zaman diliminden
ayrıştığımız tek nokta, tepkisizce izlediğimiz, hızla
dönüşen ve belleksiz gündemimiz oluyor.
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Kültür sanat ortamı, tüm diğer alanlar gibi bu döneme
ayak uydurmaya başladı bile. En azından bir süre, teknolojiden
yararlanarak dijital ortamlarda ve sanal mekanlarda
işleri göreceğiz, mümkün olduğu kadarıyla da deneyimleyeceğiz.
Tamamlayıcı bir seçenek olan internet,
şu an elimizdeki tek iletişim yolu. Bu yolla belki de tüm
sanat kurumlarındaki şartlar eşitlenerek demokratik bir
ortam oluştu. Tüm sergi konuşmaları, toplantılar online
ortama taşındı, hatta her zamankinden daha fazla “bağlantılıyız”
diyebilirim. Bu durumun da katkıları olacak
elbette, sanatçılar bu süreçteki deneyimlerini de bir şekilde
işlerine dahil edecekler. Değişen günlük dil, hayatımıza
katılan yeni kavramlar, kişisel hikayeler bir şekilde
bu dönemi anlatacak işlerde yerini bulacak. Bu dönemde
üretimine devam eden sanatçılar da var, sadece kendi
yaşamına odaklanan ve gözlemlemekle süreci tamamlayacak
olanlar da. Ben bu ikisi arasında gidip gelenlerdenim.
Zamanımın büyükçe kısmını yaşantımı izlemeye,
duyumsamaya ve anlamlandırmaya ayırsam da, günün
sonunda desen defterleri ve yeni üretilecek işlerin eskizlerine
dönmüş bulabiliyorum kendimi. Sanat ortamının
ise durgunluklar yaşasa da tüm zorluklara rağmen tamamen
çökeceğini düşünmüyorum. Belki tüm bu süreç, gereksizce
hızlanan ve sanatçı duyarlılığını göz ardı etmeye
başlamış olan sanat ortamımıza bir nefes molası olur.
Evde “flaneur” olunabilir mi?
Elbette ki olunabilir. Hem de en alasından. Flanörlük
zannedersem zaman ve mekanı özgürce kullanma
yetisine sahip olmak demek. Herkes flanör olabilir
mi? Emekçiler için biraz değil, bayağı zor. Flanörlük, sanal
sınıfların hem elde ettiği, hem de reddettiği bir sınıfsal
bir ayrıcalık. Daha doğrusu sanal sınıfsal bir konum
karşısındaki öznel bir tercih. Hükmedici bir söyleme, bir
pozisyona uzak durma hali. Emekçilerin uzaktan çalışma
imkanı olmadığı gibi, flanör olmaları da imkansız
demeyeyim, zor. Zannedersem flanör olma ihtimalleri
hiç yok. İşsiz kalabilirler, zamanlarını orada burada geçirebilirler.
Ama asla flanör olamazlar. Onlar kendilerinden
istenilen işleri yaparlar veya işleri yoksa yapamazlar.
Flanörlük dediğim gibi sanal sınıfa mensup insanların bir
yetisidir. Onların uygulamalara bağımlı olmaktan vazgeçebilme
yetisidir. Çünkü sanal sınıfta yer alanlar kendi
ellerinde başkalarının ellerini, kendi emeklerinde başkalarının
emeklerini görürler. Başkalarının yapacakları işleri
tasarlarlar. Buradaki paradoks şurada: Sanal sınıfta
yer alan kişiler size şaşırtıcı gelebilir ama geleneksel dediğimiz
zamanlardan kalan işleri yapanlardır. Doğrusunu
söylemek gerekirse emekçilerden yalnızca tekrara dayanan
işleri yapmaları istenir. Ama onlar asla zanaatkarlar
gibi imgeler üzerinde çalıştıklarını göstermezler.
Sanal sınıfın bütün hüneri yaptığını saklamasındadır.
Bu durum, yani gizlenmiş bir “yeni-zanaatçılık” yalnızca
sanal sınıflara tanınmış bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalıkları
ile imgelerin başkalarının yaptıklarının yerine geçmesini
sağlarlar. Mesela mimarlar, tasarımcılar, plancılar.
Ama görüntü tam tersinedir. Çünkü onlar kendi yaptıklarını
değil, yapmadıklarını gösterirler. Niye? Çünkü onların
yaptıkları başkalarının yaptıklarına hükmeder.
Onların, emekçilerin üretimdeki izlerini siler, ele geçirirler.
Kendimden örnek vereyim: Benim oturup bir kaç saniyede
çizdiğim bir çizgi emekçiler için bir ay çalışılacak
bir duvar yerine geçebilir. Ama ben bina yaptığımı zannederim
ve söylerim. Asla yaptığımın yalnızca çizmek
ya da üzerine konuşmak olduğunu söylemem. O zaman
büyü bozulur. Yaptığım işin yalnızca hayal kurmak olduğu
anlaşılır.
Yavaşlamanın psikolojisi hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Eğer yavaşlamak mesela bir mimarın her çizdiğinin inşa
eylemine dönüşmemesi anlamına geliyorsa, evet. Ama
bu bence daha çok çalışmak anlamına gelebilir. Düşünün
şimdi bir kamu dairesinde çalışan şehir plancısını. İşe
gitmiyor, ya da bekliyor çünkü faaliyetler durmuş ya da
ertelenmiş oluyor. Komik değil mi? Asıl şimdi çalışması
gerekmiyor mu? Oysa tıpkı doktorların durumu gibi
olmasını beklerim. Böyle bir ortamda sanal sınıftan insanların
daha çok çalışması gerekiyor. Çünkü bir kriz çok
boyutlu ve yalnızca sağlıkbilimsel bir yaklaşımla çözülemeyebilir.
Ancak yavaşlamak yetmez, onu söylemek
gerekir. Bu krizin ileriki safhaları bu beklentinin yanlış
olduğunu gösterecektir diye korkuyorum. Niye yavaşlasınlar?
Kamu yönetimleri zaten çalışmıyordu. Sanal sınıflar
arkalarına kamu gücünü alarak haraç almaktan
başka ne iş yapıyordu? Yasaklar koymaktan, rüşvet almaktan,
şiddet uygulamaktan başka bir iş bilmeyen ve
kamu imtiyazlarına sahip olan sanal sınıftan insanlar
yavaşlasalar ne olacak? Zaten bir iş yapmıyorlardı ki?
başlıyor. Bunun nasıl olabildiğini gösterdi bu süreç, bunu
demeliyim. Ruhsal olarak arınma ritimlerine dönme gereğini
hissediyorsunuz. Bunu da keşfettiğimi söylemeliyim.
Korona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Kesinlikle etkileyecek. Her biçimde hem de. Bir kere yaşamın
doğası değişecek. Algı biçimimiz, teknolojinin hayatımıza
müdahalesi; ve özellikle de insanın doğaya/toprağa
bakışı/dönüşü yeni anlam kazanacak. Bütün bunlar
sanat algısında, üretiminde, düşüncesinde de “yeni”nin
ne anlamda olması/gelişmesini gündeme taşıyacak. Şu
gördüğümüz medya (sanalı, dijitali vb.) artık “çöp ürün”
yapmaktan vazgeçecekler. İnsan ruhunu oyalayan, çürüten,
yozlaştıran şeylerden zorunlu olarak uzaklaşacaklar.
Zira karşılarına eminim ki daha aydınlık bakan, kendine
gerekli olmayanı çöpe gönderen bir çoğunluk görecekler.
Hayatlarımızı bu kadar tehdit eden olgular karşısında
eğer insanlık hala suspus, boğun eğerek, giderek pısırıklaşarak
kirlenen suyu yudumlayıp, zehirlenen havayı
solumaya, o kirli paslı “ürün”/ “yapıt” diye sunulanlara
rağbet ediyorsa; varsın dünyanın çivisi iyice çıksın. Ama
bu bir dönüşüm süreci. İnsanlık sınavı yani. Küresel kapitalizm
kendi ayarını yaparken, insanlık da kendine dönecektir
diye umut ediyorum.
Beyza Boynudelik
RESSAM
“Sıradan olana övgü.”
Corona salgınının kültür sanat ortamını
nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Salgının kültür ve sanatı etkileyeceği muhakkak. Ama
nasıl? Bu etki yalnızca etkinlik biçimlerini geçici olarak
değiştirmekle, yeni “tüketim” alışkanlıkları yaratmakla
sınırlı gibi olabilir mi? Okullarda örneğin, sanat eğitiminde
uzaktan eğitim yapmak için çaba gösteriliyor.
Oysa uzaktan eğitim çoktan gerçekleşmişti. Ama haberleri
yoktu. Belki de kariyer fırsatlarını, kamu imkanlarını
tekellerine aldıkları için farkına varmamışlardı.
Ben kendi öğrenciliğimden beri biliyorum. Okulda
zaten eğitim imkanı yoktu. Üniversitedeki hocalar bilmeden
öğrenciler olarak biz dünyanın her yerindeki yenilikleri,
tartışmaları, kuramsal meseleleri yakından izliyorduk.
Okulda bunlardan haberi olmayan hocalara
anlatıyorduk. Hocaların eğitimi öğrencilere kalmıştı, bir
çok okulda.
Kültür ve sanat da zaten çok farklı mecralardan akıyor
artık. Bu dolaşım biçiminin sanatı da etkilediği, dönüştürdüğü
muhakkak. Ama etkiden başka bir şeyi daha
anlıyorsak, yani sınırsız ve sonuçsuz bir şekilde paylaşımını,
bu ayrıca üzerinde durulması gereken bir şey.
Çünkü neoklasik dünyada sanat ayrı bir yerde duruyordu
hayattan. Bilim ve sanat ayrı, hatta karşıt varlıklar olarak
iş görüyorlardı. Bence burada bir değişimin olmakta olduğunu
söyleyebilirim. Aradaki mesafe kapanıyor.
Ayrıca şunu da ekleyebilirim: Güncel sanat Türkiye
gibi ülkelerde tam tersine bir etki oluşturuyor. Popülist
siyasetin onu seçkinlerin, küçük bir azınlığın uğraşı gibi
göstererek kamusal alandan dışlanmasına. Sanki burada
bir işlev kırılması yaşanıyor ve böylece sistem kendisini
yenileyebilecek en önemli imkanı kaybediyor. Filantropi
alanına izole edilen güncel sanat, entelektüel üretim,
araştırma gibi alanların kamusal alana çıkmadan sorunun
çözülmesi mümkün değil. Neoklasik dünyanın, kapitalist
modernleşmenin tıpkı Dünya Savaşları döneminde
de anlaşıldığı gibi ayakta kalamayacağı çok açık.
Dönüşüm kapıda...
Bunu ne yaparsak yapalım erteleyemeyiz. Kendimi bildiğim
bileli şu işlevsel ya da araçsal dünyanın dışındaymış
gibi duran kültür ve sanat kavramını sorgulamışımdır.
Bilimle sanatın aynı praksislere sahip olmalarına rağmen
neden ayrışmış gibi gözüktüklerini düşünmüşümdür
hep. Uzaktan çalışma konusu da bence bu çelişkiyi bağrında
barındırıyor. İnsani eylemselliklerin temsil edici ve
temsil edici olmayan şekilde ayrıştırılması bu sembolik
şiddetin oluşturduğu bir algı. Sembolik eylemsellikler ile
sembolik olmayan eylemsellikler ayrımı. Kökensel olarak
insani eylemselliklerin böyle kalıcı bir özelliği olabilir
mi? Sembolik dünyayı kapalı tutan her türlü işlevselci
nesneleştirme eylemi bu şiddetin bir ürünü. Düşünsenize
elinizdeki imtiyazı kullanmak yerine hiç önemsemiyorsunuz.
Ama siz ciddiye almayınca daha tuhaf bir şey oluyor.
Sizin yaptıklarınızı herkes daha fazla ciddiye alıyor.
Hatta hiç bir şey yapmazsanız, daha da çok... Belki güncel
sanatın, tasarımın kökenleri de burada aranabilir.
Sadelik, Tasarım, Dayanışma ve Tasarruf”
İKSV Genel Müdürü Görgün
Taner ve İKSV Kültür
Politikaları Çalışmaları
Direktörü Özlem Ece ile
yayınladıkları ‘Kültür-
Sanatın Birleştirici Gücü
ve Alanın İhtiyaçları’ isimli
rapor ekseninde pandemi
günlerinin kültür sanata
etkilerini, olası senaryoları
konuştuk. Yeni kurallar ve
yeni şifrelerle, zorlu ama
heyecan verici günler kültür
sanat dünyasını bekliyor.
İletişim ve dayanışma, bu
günlerde her zamankinden
daha çok anlam kazanıyor
ve salgın sonrası
dönem belli ki eskinin
alışkanlıklarının tortularıyla
değil, taze yaklaşımlarla
biçimleniyor.
Nazlı Berivan AK
Pandemi Sırasında Kültür-Sanatın
Birleştirici Gücü ve Alanın İhtiyaçları
adlı raporunuz yayınlandı. Raporda
çok önemli ipuçları var; dünyadan
örneklerle başlayalım isterim. Yapılıp
edilenlere baktığınızda pandemiyle
karşılaşan ülkeler kültür sanata destek
noktasında hızlı harekete geçti mi?
Refleksler kuvvetli miydi yeterince?
Özlem Ece: Ülkeleri sınırlarını kapatmaya
zorlayan bu dönemde, kültür-sanat
ve yaratıcılık bir kez daha kültürlerarası
iletişimin ve etkileşimin temelinde yer
aldı. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık
Örgütü, koronavirüsle mücadelede kamuda
farkındalık sağlayabilmek için en kritik
araçlardan birinin yaratıcılık olduğunu
ortaya koydu. Pek çok sanatçı ve küratör
sanatsal ifadenin gücünü kriz ortamında
topluma destek sağlamak için kullandı,
tasarımcılar atölyelerini dönüştürerek acil
ihtiyaçları karşılamak için yaratıcı çözüm
yolları geliştirdi.
Milyarlarca insanın birbirinden fiziksel
olarak ayrıldığı, büyük endişe ve belirsizlikler
barındıran bu zamanlarda tüm
dünyada kültürel hayatı canlı tutan sanatçıları
ve kültür kurumlarını desteklemek
üzere kısa ve uzun vadeli önlemler hızla
açıklanmaya başlandı.
Araştırmamızda, farklı ülkelerin kültür
yönetimi modellerine uygun şekilde
ortaya koydukları destek mekanizmalarını
birkaç ana başlık altında topladık.
Bu başlıkları kültür-sanat sektörü ve yaratıcı
endüstrilere yönelik olarak oluşturulan
krediler ve fonlar; bağımsız sanatçı,
tasarımcı ve kültür çalışanlarına sağlanan
kolaylıklar ve maddi destekler; salgın sırasında
yapılacak sanatsal üretimlere yönelik
teşvikler ve kültür-sanat sektörü
özelinde yürütülen bilgilendirme ve savunuculuk
faaliyetleri olarak sıralayabiliriz.
Birkaç somut örnek verebilir misiniz?
Avrupa ülkeleri içinde krizi oldukça ağır
bir bilanço ile yaşayan İtalya’da dahi hükümetin,
kültür-sanat ve turizm sektörleri
için 130 milyon avro tutarında bir destek
ayıracağını açıklaması konuya verilen
önceliği göstermesi açısından önemli bir
gösterge. Aynı şekilde, Hollanda merkezli
Avrupa Kültür Vakfı’nın, 27 Nisan’da
ilk tur başvurularını sonuçlandırdığı
Dayanışma Kültürü Fonu (Culture of
Solidarity Fund) ile dayanışma kültürünü
kuvvetlendirecek yaratıcılık temelli projeleri
desteklemesi de bu konuda özellikle
Avrupa’daki reflekslerin kuvvetli olduğunun
ipuçlarını veriyor.
“Geçici bir aksaklık değil, tamamen
farklı bir yaşam tarzının başlangıcı”
ifadesini kullanıyorsunuz raporda,
pandemi her sektörü değiştirip
dönüştürdüğü gibi kültür sanatı da
değiştiriyor diyebilir miyiz? Yeni
yaşam tarzında kültür ve sanatın
yeri ne kadar olacak? Sosyalleşme,
mesafelenme bağlamında yeni
yöntemlerin arayışına mı girmeliyiz?
Ö.E: Bu ifadenin sahibi MIT Technology
Review’un baş editörü Gideon Lichfield.
Türkçe çevirisi vesaire.org’da yayımlanan
bu makalede, sosyal mesafelenmeye
ilişkin en az kısıtlayıcı senaryolarda bile
bundan sonra zamanımızın yarısını eve
kapanarak geçireceğimizin öngörüldüğü
anlatılıyor. “Geçici bir aksaklık değil, tamamen
farklı bir yaşam tarzının başlangıcı”
olarak ifade edilen de bu… Sürecin
bize neler göstereceğini tam olarak bilemesek
de bu kapalı yaşamın sürdürülebilir
olmaması nedeniyle kültür ve sanat
hayatının da kısa ve orta vadeli yeni düzenlemelerle,
insanların bir araya gelme
ihtiyacına cevap vermeye çalışacağını biliyoruz.
Kültürel mekânların ve izleyici
kabul koşullarının fiziksel olarak yeniden
düzenlenmesinden sahne üzerindeki gösterilerin
süresine ve yöntemine, kamusal
alanlardaki çeşitli hijyen tedbirlerinden
etkinliklerin rezervasyon ve biletleme
sistemlerine kadar bütün ayrıntıların yeniden
gözden geçirilmesi gerekecek.
En temel özelliklerinden biri insanları
bir araya getirmek olan kültür-sanat
alanı bu koşullar altında çok zor bir dönemden
geçse de yeni ve yaratıcı çözümlerle
kendi geleceğini de şekillendirecek.
Ancak bu sürecin en az zararla atlatılabilmesi
için bütün bu yeni önlemlerin hayata
geçirilmesine destek olacak mekanizmaların
kamu ve özel sektör aracılığıyla hızla
oluşturulması şart.
“Post-pandemi döneminin şifreleri:
sadelik, tasarım, dayanışma ve
tasarruf.” Kültür Sanat İhtisas Komitesi
olarak yaptığımız toplantımızda
aldığım notlardan biri de bu ifadenizdi.
Sanat formlarında bu şifrelerin
yansımasını görüyor muyuz, görecek
miyiz yakın zamanda sizce?
Görgün Taner: Evet, bu sürecin ardından
her alanda tasarruf, sadeleşme, dayanışma
ve yaratıcılığın ön plana çıkacağını
düşünüyorum. Sanat dünyası ve sanat
formları da bundan nasibini alacak elbette.
Şu anda kültür sanat üretimi ve tüketimi
dijital alan dışında hız kesmiş durumda
ve ekonomik olarak büyük bir darbe
aldı. Bu dönemi atlatırken ve yeni sistemler
üretirken tasarruf ve sadeleşme bir
tercih değil, zorunluluk olacak. En azından
bir süre çok büyük prodüksiyonlu
konserler, oyunlar, etkinlikler göremeyeceğiz
muhtemelen. Uluslararası seyahat
kısıtlamaları, insanların daha az seyahat
etmeyi tercih etmesi gibi pek çok faktör
bu tür büyük organizasyonları etkileyecek.
Yakın tarihte benzeri görülmeyen ve
kültür-sanatın tüm paydaşlarını etkileyen
böyle bir dönemin dayanışma olmadan
atlatılamayacağı görünüyor ve bunun ilk
çalışmaları da hayata geçmeye başlıyor.
Özlem Ece, fotoğraf: Muhsin Akgün
Sanat fuarlarının değişim
ve dönüşümüyle ilgili neler
düşünüyorsunuz? Gösterişli açılışlar
yerini sanal buluşmalara bırakır mı
yoksa normale dönüş eski günlerin
alışkanlıklarını da diriltir mi?
G.T: Dediğim gibi post-pandemi süreci,
sadelik ve tasarrufun öne çıkacağı bir
dönem olacak. Bu sene gösterişli açılışlar
görmemiz çok olası değil. Hatta belki seneye
bile… Şu sıralar çok alıştığımız sanal
buluşmalar artık hayatımızın daha fazla
içinde yer alacak. Bir süre dijital ve fiziksel
etkinlikler birlikte yürüyecek belki.
Ama bir taraftan da her şeye çok çabuk
alışabildiğimizi de bir kez daha görmüş
olduk. Dolayısıyla aşı bulunduktan sonra
ya da eğri artık iyice düşüşe geçtikten
sonra normale dönüş sürecinde eski
alışkanlıklarımız hızlıca dirilebilir de. Bu
noktada bilim kurulunun ve yetkililerin
bir düzenleme getirmesi ve kuruluşların
da o kuralları uygulaması gerekecek. Ne
ölçüde büyük / kalabalık etkinlikler yapılabilecek,
bir etkinlik salonuna kaç kişi
alınacak, kaç kişi sırada bekleyecek, girişler
çıkışlar nasıl olacak, oturma düzeni
nasıl olacak… Tüm bunlar kurumların inisiyatifine
bırakabilecek şeyler değil, böyle
bir geri dönüş planlaması mutlaka yapılacaktır
ve kurumlar da ona uyacaktır diye
düşünüyorum.
Rapora dönmek isterim. Bireysel
bağışçıların bu dönemde
desteklerine devam etmesi
önemli, raporda vurguluyorsunuz.
Bu konuyu açar mısınız?
Ö.E: Türkiye’de yardımseverlik büyük
oranda ihtiyaç sahiplerine doğrudan
maddi yardımda bulunmak olarak algılanıyor.
Hâl böyle olunca hem bireysel hem
kurumsal olarak öncelikler arasında ilk
sıralara giremeyen kültür ve sanat alanı,
ekonomik hassasiyet dönemlerinden her
zaman ilk ve en çok etkilenen alan oluyor.
Hâlbuki gerçek bir toplumsal dönüşüm
ve gelişim için kültür ve sanat aslında çok
temel bir ihtiyaç.
Bu nedenle, bireysel bağışçıların, doğrudan
veya kültür kurumları aracılığıyla
verecekleri destekler ile özellikle genç
sanatçılar, tasarımcılar ve kültür profesyonellerinin
gelişimine katkılarını bu zor
dönemde devam ettirmeleri büyük önem
taşıyor.
Görgün Taner, fotoğraf: Muhsin Akgün
Sanatsevere bu dönemde
düşen nedir peki?
Ö.E: İKSV’nin uzun yıllardır devam eden
Lale Kart üyelik programının yanı sıra,
Kültür Politikaları Çalışmaları bölümünün
içerik ortaklığında Sivil Toplum
için Destek Vakfı ve Turkey Mozaik
Foundation işbirliğiyle, bireysel ve kurumsal
bağışçıların desteğiyle hayata geçirilen
Kültür-Sanat Fonu gibi örneklerin
bu zor dönemlerde daha da önem kazanacağı
aşikâr. Sanatseverlerin, dayanışma
ruhunu ve iyi olma halini pekiştirecek,
kapsayıcı sanatsal projelerin desteklenmesine
aracılık etmeleri, sınırlı kaynakları
nedeniyle halihazırda kırılgan bir
yapıya sahip olan kültür-sanat alanının
yaşamına devam etmesi yolunda en
önemli adım olacaktır.
Sosyal medyanın doğru ve etkili
kullanımı da bu dönemde üzerinde
durulan bir mesele haline geldi
tüm kültür sanat oyuncuları için.
Bu konuyla ilgili ne söylemek
isterseniz, kültür sanat aktörlerinin
görünürlüğü ve etkileşimi yeterli
mi sosyal medyada? Beklentiler
arasında bu konu da var raporda.
G.T: Kültür sanat çevreleri, evlerde kalmanın
bir sorumluluk halini aldığı şartlara
hızla cevap verdi ve hem Türkiye’de
hem de dünyada pek çok kültür kurumu
arşivlerini dijital olarak izleyiciye
açtı; birçok müzisyen sosyal medya kanallarında
konserler verdi, tiyatro toplulukları
oyunlarını dijital ortamda oynadı.
Araştırmalar bugünlerde internette
günlük ortalama 7 saat, sosyal medyada
ise yaklaşık 3 saat geçirildiğini gösteriyor.
Doğal olarak sosyal ve dijital medyanın
kurumların gündemindeki yeri de
değişti. Dijital platformlardaki sanatsal
faaliyetler, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin
iyi vakit geçirmelerine, iyi hissetmelerine
yardımcı oldu. Bu süreçte kültür
sanat aktörlerinin görünürlüğü kesinlikle
arttı. İKSV’nin sosyal medya hesaplarında
da kayda değer takipçi ve etkileşim
artışı gözlemledik. Fakat daha çok kişiye
ulaşabilir, ulaşmalı. Bunu sadece İKSV için
değil bütün kültür kurumları için söylüyorum.
Son olarak, kültür endüstrileri
arasında dayanışma şu ana kadar
nasıldı, iyi bir sınav verdi mi
kurumlar? Peki ya dünyayla bağımız
ve iletişimimiz istenilen düzeyde
mi? Birbirimizin sorunlarından
yeterince haberdar mıyız?
G.T: Pandemi süreci herkes için, kişiler
için de kurumlar için de, bir şok etkisi yarattı
ilk etapta. Bunu yavaş yavaş anlama
ve kabullenme süreçleri takip etti. Bundan
sonraki aşamada artık hep birlikte bir ortak
akılla harekete geçme vakti geliyor. Bu
dönemde bilgi paylaşımı, güçlü iletişim ve
bir ortak akıl ortaya çıkarmak çok önemli.
Türkiye’deki kültürel paydaşların mutlaka
bir arada çalışarak çözüm üretmesi
gerekiyor. Çünkü birimizin iyileşmesi
hepimizin iyileşmesine bağlı; bu da dayanışmayla
mümkün. Biz de bu anlamda
adımlarımızı atıyor, yeni ortak projeler
geliştiriyoruz. Çok yakında ayrıntılarını
da duyacaksınız. Küresel ölçekte de gereklilikler
aynı. Bütün dünya içe döndü;
tüm ülkeler, sınırların da kapanmasıyla
bir anlamda içe kapandı. Ama bunun böyle
sürmeyeceğine, önümüzdeki dönemde
bu süreçten dayanışma ve bilgi paylaşımıyla,
birlikte hareket ederek çıkacağımıza
inanıyorum.
KORONA DÖNEMİNDE IKSV
*Geçen yıl film festivalinde özel bir
gösterimle ilk defa seyirciyle buluşan
Leyla Gencer: La Diva Turca belgeseli
YouTube’da erişime açıldı. İzlenme
sayısı 60 bini geçti.
*İstanbul Tiyatro Festivali’nin yapımcılığını
üstlendiği, Haldun
Taner’i tanıtan Ve Perde! belgeseli
YouTube’da paylaşıldı. İzlenme sayısı
25 binin üzerinde.
*Genco Erkal’ın tasarlayıp yönettiği
ve oynadığı 2002 tarihli Nâzım’a
Armağan oyunun kaydı YouTube kanalında
yaklaşık 75 bin kişi tarafından
izlendi.
* IKSV dijital içerik yayımlamaya ve
üretmeye devam ediyor.
18 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 19
PİYASA / İNCELEME
ÖZEL HABER / PİYASA
Kültür Ekonomisi Raporu
Marlene Dumas’ın Like Don Quixote (2002) adlı işi David Zwirner’s online viewing room’undan 2.6 milyon USD’ye alıcı buldu.
Görsel: Zwirner ve Marlene Dumas izniyle
Aralık ortasında Çin’in Wuhan kentinde
ortaya çıkan ve tüm dünyaya iki ay içinde
yayılan Covid19 dünya ekonomisini durma
noktasında getirdi. Yılın ilk üç ayını kapsayan
birinci çeyrekte şimdilik % 3 ile küçülmüş
gözüken Amerika Birleşik Devletleri başta olmak
üzere tüm ülkeler büyük buhranı hatırlatan
işsizlik girdabına girdiler.
Dünya sanat piyasaları en son 2008-2009
yıllarında ABD’de başlayan Avrupa ekonomilerini
ve birçok gelişmekte olan piyasaları etkileyen
ipotek kriziyle sarsılmış ve sanat eserleri
satışlarından ciddi bir gerileme olmuş ancak
piyasalar bir yıl içinde ve özellikle Çin ve Asya
ülkelerindeki koleksiyonerlerin yoğun talebiyle
hızla canlanmıştı. Ancak şimdi durum biraz
daha farklı ve birçok sinyal 1929-1932 yılları
arasında dünya ekonomilerinin ciddi küçülmesine
ve işsizliğin artmasına sebep olan Büyük
Buhran’la karşılaştırılmakta.
Sanat piyasası en geniş anlamdaki eğlence
ve kültür sektörünün yaklaşık % 2’sine karşılık
gelirken istihdam açısından daha ciddi
bir yer tutuyor. Mart ayından itibaren kapanan
müzeler, galeriler, iptal edilen ve ertelenen
sanat fuarları, sergiler ve birçok sanat ve kültür
aktivitesinin yapılamadığı bir süreçten geçiyoruz/geçtik.
Güçlü olanın ayakta kalacağı bu
dönemde sanal platformlarda sanata olan ilgiyi
canlı tutmak ve yeni bağlantı ve sanatsever
grupları oluşturmak büyük önem taşıyor.
Fakat küçük ve orta ölçekteki galeriler zaten
bir süredir finansal güçlüklerle mücadele
etmekte büyük ölçekteki galerilerle rekabette
zorlanmaktaydı. Önümüzdeki süreçte dünya
galeri piyasasında konsolidasyon kaçınılmaz
gözüküyor. Son zamanlarda Paris’in Londra’ya
alternatif bir “hub” olarak öne çıkması
tartışılırken pandemi sonrası için yapılan tahminler
ise çok iç karartıcı. Comité Professionnel
des Galeries d’Art’ın yaptırdığı bir araştırmaya
göre Paris’teki galerilerin üçte birinin bu
yıl sonuna kadar kapanacağı tahmin ediliyor.
Sendikaya üye 279 galeriden 168 tanesinin katıldığı
ankete göre galeriler Haziran ayına kadar
olan gelir kayıplarının 200 milyon dolara
yakın olacağını belirtiyor. Rapora göre galerilerin
sadece % 10’u 6500 civarında bir sanatçıyı
temsil ederken yılda ortalama 3,3 milyon dolar
satış elde ediyor. Kapanma riski taşıyan galerilerin
çoğu yeni açılan ve pandemiye dayanabilecek
yeterli finansal sermayeye sahip olmayan
galeriler. Bu süreçte Fransa hükümeti galerilere
2 milyon dolardan fazla finansal destek sağladı.
Ulusal Çağdaş Sanat Fonu da 1,2 milyon dolar ek
destekte bulunacağını açıklamıştı.
Los Angeles Times’ın LA’deki 35 galeriyle
yaptığı ankete göre bu galerilerden 9 tanesi
2020 içinde kapanmanın söz konusu olabileceğini
belirtti. Ankete katılan 17 galeride çalışan
sayısı 1-3 arasında, 12 galeride 4-8 iken, sadece
5 galeride 9 ve üzerinde çalışan var.
Süper galeriler dünyadaki yaklaşık 1500 civarındaki
milyarder koleksiyonerlerden oluşmuş
müşteri portföyleri ve geniş ve güvenli
sermaye temelleriyle zaten bir müddettir online
sergileme ve satışlar yapmaktaydı.
David Zwirner Covid-19 sonrası daha az
bölgesel fuarların olmasının ve daha çok online
satışlara ağırlık verilmesi gerektiğini söylerken
önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Bir galeri
için fuara katılmak fuar alanı kirasının dışında
ilave masrafları da beraberinde getiriyor:
ulaşım, taşıma, sigorta, otel, tanıtım yemek ve
kokteyller fuarın önemine göre çeşitlilik gösteriyor.
Bir yandan da galeri satışlarının % 45 civarı
fuarlardan elde ediliyor.
2008’de 140 olan global sanat fuarı sayısı
2019’a gelindiğinde 300 civarındaydı. Galeriler
coğrafi yakınlık ve koleksiyoner hedeflerine
göre bir fuar takvimi oluşturmakta, satışlar
da dört beş güne sığdırılmaya çalışılan bu
fuar süresince bir yoğunlukta gerçekleşmekteydi.
Ancak örneğin Artsy gibi online bir platforma
üye olan bir galeri 7/24 tüm yıl bir fuar
görünürlüğünde koleksiyonerlere ulaşabilmekte.
Artsy 3200 galeriden fazla galeriye aynı
anda görünürlük hizmeti veren bir platform.
Sanat eserlerinin şeffaf ve karşılaştırılabilir fiyatlarla
online’dan ulaşılabilir ve bir tıkla satın
alınabilir, kişiselleştirilmiş, güvenilir ödeme
platformlarında sunulması koleksiyonerler ve
opak sanat piyasasını anlamaya çalışan ve takip
edenler için son derece önem taşıyor.
David Zwirner ilk kez 2017’de online galerisini
(“viewing room”) açtı ve burada 54 sergi
düzenledi ve son bir yılda Zwirner galerinin
online satışları dört kat arttı. Mart 2019’da
da Gagosian galeri 1988 Alman sanatçı Albert
Oehlen’in 1988 yılına ait bir eserini 6 milyon
dolara online galerisinden sattı. eMarketer’in
araştırmasına göre online satışların toplam satışlardaki
oranı sanat piyasası için % 9 civarında.
Ancak HNW koleksiyonerlerin % 61’i sanat
eseri satın almadan önce Instagram’ı incelediklerini
belirtmiş. Online müzayedeler içi de aynı
Sanat
Piyasasında
Mecburi
Duraklama
Küçük ve orta ölçekteki galeriler zaten bir süredir finansal
güçlüklerle mücadele etmekte, büyük ölçekteki galerilerle
rekabette zorlanmaktaydı. Pandemiyle birlikte daha zor
bir tablo ortaya çıktı. Pandeminin sanat piyasası üzerine
yarattığı etki ve olası çözümler...
Aylin SEÇKİN
trend gözlemlenmekte: Invaluable’ın raporuna
göre online müzayedeler 2009’da toplam
müzayedelerin % 3.5’u iken 2019’da bu oran %
11.8’e ulaşmış. Artlogic galerilere ayda 95 sterlin
karşılığında “online viewing room” fonksiyonu
kuran bir teknoloji firması ve bu dönemde
hizmetlerine çok ciddi bir talep artışı olmuş.
Bu yılki Armory Show sırasında Artsy satışlarının
% 100 arttığını belirtmekte. Bu yıl Frieze
New York ise Art Basel Hong Kong gibi online
gerçekleşti. 31 tane eser 1 milyon dolar ve üzeri
bir fiyattan satışa sunulurken bu eserlerden
dört tanesi alıcı buldu. Bu anlamda yüksek hacimde
satışlarda bir yavaşlama gözlemlendi.
Bu süreçte dikkat çeken bazı yenilikçi uygulamalar
öne çıkıyor. David Zwirner online
sayfasında genç galeri ve sanat inisiyatiflerine
görünürlük kazandırmak ve destek olma
amacıyla Platform: New York adında bir bölüm
açtı. Burada 12 galeriden bir sanatçılarını ve işlerini
sunmalarına fırsat veriliyor. Bu galeriler
David Zwirner’in “dost ve komşularım” diye
tanıttığı galeriler: 47 Canal, Bridget Donahue,
Bureau, Company, David Lewis, Elijah Wheat
Showroom, Essex Street, James Fuentes, JTT,
Magenta Plains, Queer Thought ve Ramiken.
David Zwirner galeri şu sıralar benzer bir stratejiyi
Brüksel ve Paris’ten bazı galeriler için de
uygulayacak.
Piyasa oynak olduğu zaman daha net
ve keskin olmak gerektiğini söyleyen Larry
Gagosian ise galerisinin online sayfasında her
hafta tek bir sanatçının bir işini öne çıkarıyor.
Ayrıca Gagosian ve Jeffrey Deitch 60 Los
Angeles galerisini bir araya getiren bir online
satış platformu kurdu.
Galeri Lisson ise 23 Nisan’dan itibaren
müşterilerine Augment ile farklı bir deneyim
yaşatmayı tercih etti. Sanatseverler beğendikleri
eserleri bu aplikasyonla evlerinin istedikleri
bir yerine yansıtabiliyor ve fotoğraf çekebiliyorlar.
New York’tan Sargent’s Daughters galerisi
ise mail listesindeki kişilere her hafta liste fiyatının
altında bir fiyata bir eser sunuyor.
Daha radikal bir galeri olan Ramiken galerinin
sahibi Mike Egan ise “underground”, gizli,
mekan bağımsız sergiler açma yolunu seçmiş.
Yüksek kiralara ve satışların kötü gittiği bir
dönemde “gerilla galeriler” daha çok karşımıza
çıkacakmış gibi duruyor.
Sanatçılar da farklı işbirlikleriyle dikkat çekiyorlar.
Amerikalı pop şarkıcısı Billie Eilish ve
Takashi Murakami Uniqlo için Mayıs sonunda
çıkacak spor ayakkabı ve tişörtlerden oluşan bir
koleksiyon tasarladılar:
Türk sanat piyasasında da galeriler online
sergilere, sanatçı, koleksiyoner, küratör buluşmalarına,
instagram canlı yayınlarıyla takipçilerine
farklı deneyimler yaşatma gayreti içindeler.
Galerilerin bu süreçte görünürlüklerini ve
koleksiyoner tabanlarını ne ölçüde arttırdıkları,
yenilikçi projeleri ve online’da ne ölçüde var olmak
istedikleri ve bu alandaki yatırım ve projeleriyle
ilgili bir anket galeri piyasasının ihtiyaç
duyduğu finansal desteklerin boyutuyla ilgili
bir fikir verebilir. Bu süreçte galeriler sigortalı
çalışanları için İşkur’un en fazla üç ay sürebilecek
kısa dönem çalışma desteğinden faydalanabildi.
Ancak galerilerin en önemli harcama kalemlerinin
başında kiralar gelmekte.
Önümüzdeki aylarda ekonomideki
yavaşlamaya, inşaat ve turizm gelirlerindeki
düşüşe paralel olarak sanat satışlarının düşeceğini
söyleyebiliriz. Ancak online teknolojiler
yeni birçok startup projesinin hayata geçmesine
imkan veriyor. Sanat piyasası artık venture
capital firmalarına, startup ekosisteminin yıldızlarına
odaklanmalı. Bazı galeriler birleşme
yoluna gidebilir yada ortak mekan, sosyal pazarlama
ve front desk ekipleri kullanabilirler.
Şehir dışında bir antrepo, ya da ortak bir mekana
sahip olabilirler. Dubai Alserkal tarzı bir oluşumda
kira bedeli de şehir içindeki mekanlardan
daha uygun maliyetlere gerçekleşebilir.
Online’da eserlerin gösterilmesi ve satışının
ya da ön satışının gerçekleşmesi, şeffaf fiyatlar,
online’da print, sanatçı tasarımlı objelerin
satışı, sanatçı ve galeri markasını öne çıkaracak
ve galerinin bir tür piyasada bilinirlik endeksini
“conversational currency” yükseltecek yenilikçi
girişimlerdir. Galerilerin çeşitli işbirlikleri
koleksiyoner ve sanat takipçilerinin “cluster”
oluşturmasına yarayacak, olumlu geri dönüşler
getirecektir. Bu tarz girişimleri, ortak canlı yayınları
duymaktayız.
Neticede sanat öncelikle insanlara iyi geldiği
için vardır. Sanat her şeyden önce bir yaşam
biçimidir. Sanatın her türlüsünün hayatımızın
içinde daha çok olması alışkanlıklarla bağlıdır.
Sanat eserlerini yatırım ve finansal araç olarak
değil üstünde konuşulan, hikayesi, hatırası
olan, bizlerle yaşayan, yaş alan hayata dair izler
olarak görmeliyiz.
Kültür Ekonomisi ve Politikaları uzmanı, Bilgi Üniversitesi
öğretim görevlisi Dr. Funda Lena, “Grafiklerle Türkiye’nin
Kültür Ekonomisi” raporunun ikincisini dijital olarak
yayınladı. Rapora göre gösteri sanatları teşvik edilirse
ekonomiye katkısı çok büyük olabilir.
Ceren ÇIPLAK DRİLLAT
Dr. Funda Lena, hazırladığı
Grafiklerle Türkiye’nin Kültür
Ekonomisi raporunda “Ülke ekonomisinin
genelinde katma değerin ciro
içindeki payı ortalama %15 iken bu pay
gösteri sanatları için her zaman %50’nin
üzerinde. Gösteri sanatları alanının teşvik
edilerek cirosunun yeterince büyümesi
sağlanırsa ekonomimize katma değer
katkısı çok yüksek olur. Ancak sanatla ilgili
faaliyetlerin bu kadar önemli bir ekonomik
çıktısı olabileceğine hâlâ inanası
gelmiyor devlet büyüklerimizin.” diyor.
Kültür Ekonomisi ve Politikaları uzmanı,
Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi
Dr. Funda Lena, “Grafiklerle Türkiye’nin
Kültür Ekonomisi” raporunun ikincisini
dijital olarak yayınlandı. Dr. Funda Lena,
grafikler üzerinden kültür ekonomisini
anlattı.
Öncelikle, “Genel Bakış” başlıklı
grafikte, kültür ekonomisini oluşturan
sektörlerde (müzik, sinema-TV,
yayıncılık, görsel sanatlar, gösteri
sanatları ve tasarım) üretilen toplam
ciro ve katma değer bilgileri ile bu
sektörlerdeki işletme sayısı ve çalışan
sayısı bilgileri yer alıyor. Lena, bu grafiği
şöyle açıklıyor: “Kültürel sektörler 2017
yılında (TÜİK’in en güncel verisi 2017’ye
ait) toplam 14,6 milyar TL ciro yapmış ve
bu cironun içinde 3,6 milyar TL’lik kısım
katma değermiş. (Katma değer kavramını,
bir sektörün üretim süreçleri sırasında
kendi ürettiği değer olarak tanımlayabiliriz.
Örneğin bir ekmek fırınını düşünelim.
Fırıncı, 10 TL değerinde un ve 5 TL değerinde
diğer malzemeler kullanarak bir
miktar ekmek yapmış olsun ve bu ekmeği
20 TL’ye satmış olsun. Bu durumda fırıncının
ürettiği katma değer 5 TL’dir. Yani
15 TL değerinde girdi malzeme kullanıp
bunun üzerine 5 TL’lik değer katmış, sonuçta
ekmeği 20 TL’ye satmıştır.)”
İstikrarlı Bir Artış
“Genel Bakış” başlıklı grafiğe göre, 2017
yılında kültürel sektörlerde faaliyet gösteren
toplam işletme sayısı 15.394, toplam
çalışan sayısı ise 52.080. Yine aynı
bölümde ciro, katma değer, girişim sayısı
ve istihdamın yıllar içindeki değişim yer
alıyor. Lena, tüm bu göstergeler bakımından
istikrarlı bir artışın söz konusu olduğunu
söylüyor: “Tabii bunların hepsi nominal
artışlar. Yani zaten ülke ekonomisi
genel anlamda bir miktar büyüme gösteriyorken
kültürel sektörlerin de büyümesi
olağan.”
Genel Ekonomi İçindeki Payı Yüksek
Dr. Funda Lena, kültürel sektörlerin ülke
ekonomisine katkısının yıllar içinde artıp
artmadığı hakkında ise şöyle konuşuyor:
“Bu konuda yorum yapmak için,
bu bölümde bahsettiğimiz değerlerin genel
ekonomi içindeki payına bakmak gerek.
Bu paylara baktığımızda, 2017 yılında
kültürel sektörlerde üretilen cironun
genel ekonomide üretilen ciroya oranının
%0,23 olduğunu görüyoruz. Katma değer,
En Büyük Sektör Sinema-Televizyon
“Sektörel Dağılım” başlıklı grafikte
ise kültür ekonomisini oluşturan sektörlerden
en büyüğünün sinema-televizyon
sektörü olduğu görülüyor:
“Yalnızca işletme sayısı bakımından tasarım
alanı ile gösteri sanatları alanı,
sinema-TV alanının önüne geçiyor. Bu
da bize şunu söylüyor; sinema sektörü
nispeten az sayıda işletme ile yüksek
ciro ve katma değer üretiyor ve yüksek
istihdam yaratıyor. Büyük medya şirketleri
ile büyük film yapım ve dağıtım
şirketlerini düşündüğümüzde bu pek
de şaşılacak bir sonuç değil. Öte yandan,
tasarım ve gösteri sanatları alanları
çok sayıda küçük küçük işletmenin
yer aldığı sektörler. İşletme sayısına
nazaran ürettikleri ciro ve katma değer
istihdam ve işletme sayısı bakımından ise
kültürel sektörlerin ülke ekonomisi içindeki
payı daha yüksek (katma değer bakımından
%0,37; işletme sayısı bakımından
%0,50; çalışan sayısı bakımından ise
%0,33) Daha önceki çalışmalarımızla bir
karşılaştırma yaptığımızda bu oranların
aşağı yukarı sabit kaldığını söyleyebiliriz.
Yani, kültürel sektörler, Türkiye’de büyüyen
sektörler olmakla birlikte, bu büyüme
genel ekonomimizin büyümesine paralel
bir hızla gidiyor.” Dr. Funda Lena,
bu noktada da kültür ekonomisinin genel
ekonomi içindeki payının ciro bakımından
daha az oluşunun ne anlama geldiğini
açıklıyor: “Birincisi, raporun sonraki
bölümlerinde de değinildiği gibi, kültürel
sektörlerde üretilen katma değerin
ciro içindeki payı genel ekonomiye oranla
daha yüksek. Bu nedenle kültürel sektörlerde
üretilen katma değerin ülke genelinde
üretilen katma değere oranı da
daha yüksek olmuş oluyor (ciroya kıyasla).
İşletme sayısının payının yüksek oluşu,
kültür ekonomisinin genelde yüksek
cirolar üreten büyük işletmelerden ziyade
çok sayıda küçük ve orta boylu işletmeden
oluşuyor olmasından kaynaklanıyor.
İstihdam oranının ciro oranından
daha yüksek olmasının sebebi ise kültürel
sektörlerin ülke ortalamasına göre daha
emek-yoğun işlerden (yani insan emeğine
ve yaratıcılığına dayalı işlerden) oluşuyor
olmasıyla açıklanabilir.”
Katma Değer Potansiyeli
Türkiye’nin kültür ekonomisi üzerine ilk
raporunu 2016 yılında hazırlayan Funda
Lena, zaman içindeki değişimi şöyle anlatıyor:
“Bu 4 yılda kültür ekonomisi ciro,
katma değer, işletme sayısı ve istihdam
bakımından büyüdü. Fakat bu büyüme
büyük ölçüde genel ekonomideki büyümeye
paralel olarak gerçekleşti. Sektörler
arası dağılım bakımından da çok fazla bir
değişimin olmadığını görüyoruz. Önceki
raporda ve diğer çalışmalarımda her zaman
vurguladığım en önemli nokta kültürel
sektörlerin katma değer potansiyeli,
yani katma değerin ciro içindeki payı.
Bu yüksek potansiyel hâlâ devam ediyor.
Yani kültürel sektörlerde üretilen her
1 birim ciro içindeki katma değer miktarı
ülke ekonomisini ortalamasından çok
daha yüksek. Bu, özellikle de gösteri sanatları
alanı için geçerli. Ülke ekonomisinin
genelinde katma değerin ciro içindeki
payı ortalama %15 iken bu pay gösteri sanatları
için her zaman %50’nin üzerinde.
Yıllardır söylediğim gibi gösteri sanatları
alanının teşvik edilerek cirosunun yeterince
büyümesi sağlanırsa ekonomimize
katma değer katkısı çok yüksek olacak.
Fakat henüz bu tavsiyemizin pek dikkate
alındığı söylenemez. Halbuki “yüksek
katma değerli üretim”in ne kadar önemli
olduğu politika yapıcılarımız tarafından
sürekli dile getirilen bir mevzu! Sanırım
sanatla ilgili faaliyetlerin bu kadar önemli
bir ekonomik çıktısı olabileceğine hâlâ
inanası gelmiyor devlet büyüklerimizin!”
rakamları çok yüksek değil. Bu durum,
bu sektörlere dair bir olumsuzluk
olarak anlaşılmasın. Tasarım ve gösteri
sanatları, doğaları gereği bireysel
yaratıcılığa fazlasıyla bağlı olan,
endüstriyel tarafı olmayan sektörler. Bu
nedenle rakamların bu şekilde olması
normal.”
Yayıncılık: Az İşletme Çok Ciro
Ciro ve katma değer bakımından sinema-TV
sektörünü takip eden kitap yayıncılığı
alanında da işletme sayısı daha
düşük düzeyde. Yani yayıncılık alanında
da nispeten az sayıda işletme ile nispeten
çok ciro üretiliyor. İşte bu, yukarıda
da belirttiğim gibi sinemanın ve yayıncılığın
endüstriyel üretim yapısından,
teknolojiyi kullanarak kitlesel üretim
yapıyor olmalarından kaynaklanıyor.
Kültür Bakanlığı’nın
Bütçesi Yüzde 0,6
Funda Lena, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na ayrılan bütçeyi ise
şöyle yorumluyor: “Kültür politikaları
üzerine çalışan akademisyenler
ile kültür sektöründeki
kanaat önderlerinin
ortak kanısı Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın toplam devlet
bütçesinden aldığı payın
en azından %1 olması gerektiği.
Hatta kültür ve turizm
alanları ayrı bakanlıklar olarak
düzenlenip sadece Kültür
Bakanlığı’nın payının %1 olması
içimize daha da çok siner.
Dünyada gelişmiş ülkelerde
ve hatta gelişmekte olan ülkelerin
bir bölümünde de Kültür
Bakanlığına ayrılan pay %1 ila
%3 dolaylarındadır genellikle.
Türkiye’de ise yıllardır Kültür
ve Turizm Bakanlığının genel
bütçeden aldığı pay %0,5’in altındaydı.
Uzun yıllardır ilk kez
2019 yılında %0,6 düzeyini
gördü. Yeterli olmasa da olumlu
bir gelişme.
Bütçenin Büyük Kısmı
Nereye Gidiyor?
Eskiden de şimdi de bu bütçenin
en büyük kısmı Yatırım ve
İşletmeler Genel Müdürlüğü
ile Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğüne gidiyor.
Bu iki genel müdürlüğü Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı izliyor. Sanatla doğrudan
ilgili birimlerin ödeneği
ise görece daha az. Bu birimleri
kendi içinde karşılaştıracak
olursak: yayınevlerinden toplu
kitap satın alımı yoluyla ve yeni
eser destekleri ile çeviri destekleri
yoluyla yayıncılık sektörüne
katkı veren Kütüphaneler
ve Yayımlar Genel Müdürlüğü;
doğrudan kamu işletmesi olan
Devlet Tiyatroları ve Devlet
Opera ve Balesi bütçesi yüksek
birimler.
Fonlardan Yararlanılmalı
Özellikle gelişmiş Avrupa ülkelerinde
kültür ekonomisinin durumu
Türkiye’den çok daha iyi durumda.
Farklı araştırmaların kültür ekonomisi
kapsamları ve hesaplama yöntemleri
birbirinden farklı olduğu için yanılgı
yaratmamak adına sayı vermeyeceğim
fakat kültürel sektörlerin genel ekonomi
içindeki payı bakımından İngiltere başta
olmak üzere Avrupa ülkeleri Türkiye’den
çok daha ileri durumda. Yine bu sektörlerin
ekonomik potansiyeline dair kamu
otoritelerinin farkındalık seviyesi çok
daha yüksek. Bu sektörleri kalkındırmak
Koronavirüs Sonrası Tablo
Sinemada Destek Sadece
Yapım Tarafına
Sinema sektörüne pek çok farklı
kategoride destek sağlayan
(uzun metraj film, kısa metraj
film, belgesel, animasyon vs.)
Sinema Genel Müdürlüğü’nün
bütçesi ise oldukça düşük.
Kültür endüstrileri arasında en
çok talep potansiyeli olan sektör
olması bakımından sinema
sektörüne daha fazla kaynak
aktarılması daha doğru olacaktır.
Fakat burada bir parantez
açıp şunu da söylemek istiyorum;
sinema sektöründe sadece
yapım tarafına destek veriliyor,
böyle olunca desteklenen filmlerin
seyirciye ulaşması çoğu
zaman pek mümkün olmuyor
çünkü gösterim salonlarında
kendilerine yer bulamıyorlar ve
yeterli tanıtımı da yapamıyorlar.
Bu nedenle sinema sektörüne
verilen desteklerin yapısı
da değişmeli ve değer zincirinin
her aşamasını kapsayacak şekilde
(yani hem yapım hem dağıtım
hem de tanıtım aşamalarında)
destek verilmeli.
Müzik Sektörüne
Neredeyse Destek Yok
Kültür ve Turizm Bakanlığı
bütçesine dair değerlendirmede
son olarak dikkat çekilmesi
gereken nokta ise müzik sektörüne
herhangi bir desteğin
verilmiyor oluşu. Sadece kısa
bir dönem uygulanan ve sadece
29 yaş altı gençleri kapsayan
GENÇDES programı müzik
yapım desteklerini de kapsıyordu
fakat onun da akıbetinin
ne olduğu pek belli değil.
Müzik sektörü kesinlikle desteklenen
sektörler arasına alınmalı.
Desteklenen diğer kültürel
sektörlerde ödenen eğlence
vergileri müzik sektöründe de
fazlasıyla ödeniyor. Bu vergilerin
sektöre bir geri dönüşü olmalı.
Hele de içinde bulunduğumuz
yeni ve zor koşullarda bu
destekler çok daha elzem hale
geldi.
En Az 12 Aya İhtiyaç Var
Peki, Covid-19 salgını sonrası kültür sanat
sektörünü nasıl bir ekonomik tablo
bekliyor? Funda Lena, anlatıyor:
“Covid-19 salgını dünyadaki tüm ekonomileri
ve tüm sektörleri derinden etkileyecek,
bu artık herkesin malumu.
Kültürel sektörler belki de uzun vadede
en çok etkilenen sektörlerin başında gelecek.
Bu salgın sürecinin tamamen bitmesi,
yani salgından önceki hayatlarımıza
tam anlamıyla dönebilmemiz için
12 ila 18 ay geçmesi gerekeceği öngörülüyor.
Bu 12-18 aylık ara süreçte birtakım
sektörlerde ekonomik hareketlilik
başlayacak belki fakat doğası gereği insanların
toplu olarak bir araya gelmesini
gerektiren tiyatro, sinema, konser gibi
kültürel etkinliklerin bu süreçte gerçekleşememe
ihtimali var. Sinema sektörü
belki üretimlerini televizyon için yaparak
kendini geçici olarak idare edebilir.
Yayıncılık sektörü için online kitap satışları
bir yol fakat kendim de bir yayıncı
olduğum için yakından takip ediyorum,
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin kendi
üyeleriyle geçtiğimiz günlerde yaptığı
ankete göre basılan ama dağıtılamayan
milyonlarca kitap, basımı iptal edilen
yüzlerce yayın var ve en önemlisi
yayınevlerinin satışları ortalama %60’ın
üzerinde düştü. Müzik sektörü deseniz
zaten kayıtlı müzik alanından uzun
yıllardır doğru düzgün para kazanamıyordu,
neredeyse tek gelir kaynağı canlı
müzik etkinlikleriydi. Tiyatro sanatı zaten
tamamen canlı performans üzerine
kurulu. Şimdi bu tamamen bitti ve uzunca
bir süre de geri gelmeyecek.
Yıllara Göre Değişim
GENEL BAKIŞ
-2017-
Çünkü TÜİK’in verileri 3 yıl geriden geliyor
Toplam Ciro Toplam Katma Değer Toplam Girişim Sayısı Toplam Çalışan Sayısı
14,6 milyar TL 3,6 milyar TL 15.394 52.080
CİRO
(milyar TL)
3,7
4,7
5,8
6,8
8,1
9,5
11,2
12,7
14,6
2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017
KATMA DEĞER
(milyar TL)
0,8
1,1
1,4
1,8
2,1
2,6
2,8
2,9
3,6
2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017
GİRİŞİM SAYISI
6.244 7.286 8.603 10.672
12.597
13.722 14.287 14.800 15.394
2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017
ÇALIŞAN SAYISI
21.848
26.059
32.209
37.468
41.443
45.614
49.231
49.366
52.080
2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI BÜTÇESİ
Yıllara Göre Değişim
CİRO
Bakanlığın 2019 yılı bütçesi
5,7 milyar TL
2
KÜLTÜR EKONOMİSİNİN
GENEL EKONOMİ İÇİNDEKİ PAYI
14,6 milyar TL
6,3 trilyon TL
2,3
2,8
KATMA DEĞER
2014 2015 2016 2017 2018 2019
3,5
Kültür Ekonomisi
3,6 milyar TL
971 milyar TL
4
5,7
GİRİŞİM SAYISI
15.394
3.100.412
Tüm Sanayi ve Hizmet Faaliyetleri
Bakanlık bütçesinin
genel bütçe içindeki payı
%0,60
%0,46
%0,49
%0,50
%0,55
52.080
16.013.635
%0,60
KREKSA ©
için çeşitli ve yaratıcı projeler uygulanıyor.
Örneğin bizim de ülke olarak taraf
olduğumuz UNESCO 2005 Kültürel
İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve
Geliştirilmesi Sözleşmesi bağlamında
hem merkezi ve yerel kamu kurumları
hem de sivil toplum kuruluşları kültür
endüstrilerini geliştirecek önlemler
alıyorlar. Uluslararası Kültürel Çeşitlilik
Fonu için hazırladıkları projelerle bu
fondan paylarına düşeni alıp ülkelerinde
kültür endüstrilerine dair farkındalık
üretiyorlar, fayda yaratıyorlar. Biz
3 yıldır bu sözleşmeye tarafız ama benim
gördüğüm kadarıyla ne bu konuda
sorumluluğu olan Kültür ve Turizm
Bakanlığının doğru düzgün bir adım attığı
var ne de kültür profesyonellerinin
bu Sözleşme’den ve kültürel sektörlere
getirebileceklerinden haberi var. (Her
zaman alanda öncü olan İKSV bu konuda
da ilk adımı atıp bahsettiğim fonun
ilk yararlanıcısı oldu, bunu da parantez
içinde söylemiş olayım. Umarım devamı
gelir.) Kısacası bizim rakamlarla kültür
ekonomimizin Avrupa ülkelerine yetişebilmesi
için öncelikle bu konulardaki bilinç
ve farkındalığımızın artması şart.
Ücretli Dijital İçerik Üretilmeli
Tüm bu sebeplerden kültürel sektörler
artık dijital platformlara yönelik
yeni iş modelleri geliştirmek zorunda.
Sanatçılar, yazarlar, besteciler, yönetmenler,
kısacası kültürel ifadelerin üreticileri
bugüne kadar dijital platformları
sadece bir tanıtım aracı olarak kullanıyorlardı.
Şarkıcılar dijital için ürettikleri
mini konserleri ücretsiz olarak sunuyorlardı,
oyuncular, yönetmenler yine dijital
için tanıtım amaçlı ücretsiz içerikler
üretiyorlardı vs. Fakat bundan sonra bir
şekilde dijital, artık bu sektörlerin para
kazanabileceği bir ortam haline gelebilmeli.
Buradaki sıkıntılı nokta, tüketicilerin
bu içerikleri bedava almaya alışmış
olması. Bu bakımdan anlayışın değişmesi
için emek sarf etmek gerekecek öncelikle.
Şu sıralar bazı markaların sponsorlu
olarak müzisyenlere ev konserleri
ürettirdiklerini ve ücretsiz olarak izleyiciye
sunduklarını veya sunmaya hazırlandıklarını
duyuyorum, görüyorum.
Bunlar geçiş dönemi için çözüm olabilir,
hatta ben belediyelere online müzik festivalleri
yapmaları ve kültür sanat bütçelerini
bu süreçte bu şekilde harcamaları
yönünde çağrı da yaptım. Fakat uzun
vade için bu tip çözümlerin hem sürdürülebilirliği
şüpheli hem de yukarıda da
belirttiğim gibi bunlar, toplum gözünde
sanatın bedava alınabilen bir şey olduğu
algısını pekiştiren yaklaşımlar.
Yeni İş Modellerine İhtiyaç Var
Özetle, orta ve uzun vadeye yönelik yeni,
sürdürülebilir iş modellerine ihtiyacımız
var. Örneğin geçtiğimiz günlerde faaliyete
başlayan tiyatrolar.tv web sitesi
üzerinden ücretli olarak tiyatro oyunlarının
videolarını kiralayabiliyorsunuz.
Bence bu güzel bir iş modeli. Umarım
daha fazla sayıda tiyatro oyunu bu platform
üzerinden erişime açılır ve umarım
yeterince talep görür. Bu model diğer
sektörlere de uyarlanabilir.
ÇALIŞAN SAYISI
%0,53
2014 2015 2016 2017 2018 2019
20 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
DOSYA KONUSU
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 21
DOSYA KONUSU
Pandemi ve Sanatçıların İç Dünyası
Farklı disiplinlerden 15 sanatçıya tek soruda küresel salgının iç dünyalarını, yaratıcılıklarını ve üretimlerini nasıl etkilediğini sorduk.
Nezaket Ekici’den, Ansen Atilla’ya, Yaşam Şaşmazer’den, İhsan Oturmak’a sanatçıların zihinsel ve ruhsal dünyalarından arşivlik notlar....
Özge TABAK
Küresel salgın, sağlığımız ve sevdiklerimizin sağlığından
endişe etmek, ekonomik gerçeklikler, fiziksel yakınlık kuramamak;
ilk kez yaşanan, bambaşka bir yeni ‘normal’…
Neredeyse tüm dünyayı saran küresel korona virüsü salgını sürecinde
herkes gibi sanatçılar da evlerinde, izolasyonda, kendilerinin
ve sevdiklerinin sağlığından endişeli ve bu tarz bir
‘yaşam stili’ni ilk kez deneyimliyor. Pandemi ve izolasyon deneyimi;
kimi sanatçılarda sanata, üretimlerine odaklanmak şeklinde
tezahür ederken, kimi sanatçılarınsa süreci anlamak, sindirmek
üzere kendi içlerine dönmelerine vesile oluyor. Farklı
disiplinlerden 15 sanatçıya aşağıdaki tek paragraflık soruyu yönelttik.
“Sezmekte olduğum bir geleceği,
şu an yaşıyor gibi hissediyorum”
Seydi Murat Koç
Şu an içinden geçmekte olduğumuz pandemi, pek çok insan gibi
benim de kaygılarımı su yüzüne çıkarıyor. Zaten uzun süredir
şehirde yaşam-doğada yaşam ikiliği, insansızlaşan mekanlar,
alanlar üstüne çalışıyordum. Biraz da gizliden gizliye sezmekte
olduğum bir geleceği şu an yaşıyor gibi hissediyorum. Bu doğrulanma
hissini yaşarken yalnız olmadığımı tahmin ediyorum,
pek çoğumuzun zaten post apokaliptik kurguları ve kaygıları zaten
vardır. Konu hakkındaki romanların, filmlerin inanılmaz popüler
olması da buna bağlı sanırım. Resimlerimde zaten kendini
yavaşça hissettiren bu post-apokaliptik kurgunun önümüzdeki
dönemde daha açık biçimde kendini göstereceğini tahmin ediyorum.
Tabii her kıyamet kurgusunun içinde hala hayat olduğunu
unutmadan, umudu koruyan işler yapamaya devem ediyorum,
edeceğim.
Şu an hayatta olan insanlar korona virüs gibi global
bir salgınla ilk kez karşılaşıyor. Ve dünyada pek çok şey
değişti, değişiyor. Bu yaşananların sizin iç dünyanıza,
üretiminize, yer verdiğiniz temalara etkisi nasıl
oldu, olacak? Yaratıcılığınızı nasıl şekillendireceğini
düşünüyorsunuz?
Candaş Şişman, IPO-cle, ışık enstalasyonu, lensler, ışık, ayna, ses, konteynır, duman,
1200x240x240cm, 2013
Seydi Murat Koç, Geyikli Gece, tuvale karışık teknik, 89x116cm, 2017
“Muğlaklaşan manzarada yolumu bulmaya çalışıyorum”
Halil Vurucuoğlu
Öncelikle herkes gibi akıl ve beden sağlığımı
koruyup hayatta kalmaya çalışıyorum. Virüsün
etkisiyle şekillenen dünyamızda değişimin ne
denli hızlandığı ortada. Birden her şey çok çabuk
değişiyor ve ben de muğlaklaşan manzarada yolumu
bulmaya çalışıyorum. Endişe ve umut arasında gidip
gelirken, dezenformasyona bulanmış haberler içinde
gerçeği arıyorum. Dışarıdaki ve içerideki değişimleri
gözlemleyip daha çok okuma, anlama, biriktirme
içinde olduğum bir süreç bu. Sanat pratiğimin
temelinde hayattan aldıklarımı geri yansıtma refleksi
olduğundan bu günlerin üzerimdeki tesiri büyük.
Bu günleri ağırlıklı olarak veri toplayıp tasarlayarak
geçiriyor, bir yandan da geçtiğimiz yıl sergilediğim
Günlük Karanlık Şeyler adlı serime devam ediyorum.
Bu dünyanın içinde bulunduğu karanlığı göstermek
için toplumsal hayata dair gözlem ve deneyimlerimi,
günlük hayattan aldığım bazı sembollerle ifade
ettiğim bir seri. İçinde bulunduğumuz süreç, bu
seride faydalandığım imge dağarcığına katkıda
bulundu. Ancak bu olanlar olmadan önce de
benzer tonda işler üretiyordum. Yeni üretimlerimi
daha da zenginleştireceğini düşündüğüm içsel ve
dışsal süreçler yaşıyorum. Yakın dönemde mevcut
serilerime devam etmekle beraber yeni seriler ve
projeler gerçekleştirmeyi planlıyorum. Bu projelerde
mekanın olanak ve sınırlarıyla oynamak istiyorum.
Aynı zamanda kâğıdın olanaklarını keşfetmeye
devam ediyorum: Heykele ve enstalasyona gidebilen
hali ve geri dönüşüme açık yapısıyla sürpriz
sonuçlara çok uygun bir malzeme.
Değişen dünyayla paralel sanat deneyimimizin
de farklılaşacağı bir dönemin içindeyiz, eserle bire
bir karşılaşma anı çok değerli olsa da genelde evlerde
olduğumuz bu günlerde online sergilerin çoğalması
sevindirici. Tüm bu güncel gelişmelerle beraber
dijitalleşmenin sanat deneyiminde rolünün daha da
artacağını düşünsem de bir yandan sanatı fiziksel, bir
mekân içinde deneyimlemenin önemini hiçbir zaman
kaybetmeyeceğine inanıyorum.
“Salgın empati yoksunluğumuzu hatırlattı”
Halil Vurucuoğlu, Gloomy Erands 9,
watercolor & spray on hand cut paper, 48.5x50.7cm, 2018
Candaş Şişman
“Tüm bu haller beni yavaşlamaya itiyor”
Yaşam Şaşmazer, Tahribat/Devastation,
ıhlamur ağacı, mantar, yosun, 175x43x47cm, 2016 (detay)
Şu an içinde bulunduğumuz deneyim, mikro zaman ölçeğinde
bakınca evet etkili, fakat makro zaman ölçeğinde çok etkili
değil. İnsanlığın tarihte deneyimlediği global salgınlara göre
daha etkisiz bir salgın. Fakat bu durumu sistemin çarklarının
dönmesini engelleyen önemli bir neden olarak görebiliriz. Bu
deneyimin bütün dünyada her kesim tarafından deneyimlenmesi
ise bence en önemli kazanımlardan. Çünkü sistem içerisinde
yaşayan bir çok kişi aslında kendi dünyası içerisinde yaşadığı
için ve dünyanın farklı bir bölgesinde olan problemlerle empati
kurmadığı için, ne kadar globalleşmiş olsak da, birbirimizden
oldukça kopuk şekilde yaşıyoruz. Salgının bize hatırlattığı en
önemli noktalardan biri empati yoksunluğumuz oldu. Bu açıdan
baktığım zaman, insanlık tarihinde yaşanmış her olumsuz
durum, uzun vadede ortak bilinç olarak evrimimizi tetikleyen ve
aslında yaşadığımız deneyim sonucunda bizi daha da olgunlaştıran
deneyimlere dönüşmüş. Dolayısıyla beklentim bu krizin de
bu şekilde kazanımları olacağı yönünde.
Kişisel olarak aslında beni çok etkileyen bir durum yok,
çünkü yaşayış tarzım zaten şu an birçok insanın karantinadaki
yaşayış şekliyle benzer. Çalıştığım alan ve yaşadığım alan arası
çok kısa mesafede ve bütün hayatım bu iki alan arasında geçiyor.
Dolayısıyla yaşayış şeklim çok değişmedi diyebilirim. Üretimle
ilgili tabii ki birçok projenin iptali söz konusu oldu fakat uzun
vadede bu krizin çok büyük bir problem yaratacağını düşünmüyorum.
Bir gün gelecek ve bu hastalığın tedavisi bulunacak. Bu 2
ay içinde mi, 1 yıl içinde mi olur bilemiyorum, fakat tarihte tedavisi
bulunmuş diğer salgın hastalıklar gibi hayatımızın bir parçası
haline gelmesi yani yeni normalimiz olma olasılığı çok yüksek.
Son zamanlarda insanların yaşayış tarzındaki değişikliklerden
ötürü gelişen en önemli durumlardan biri dijitale daha çok
yönelinmesi oldu. Bu aslında üretimlerimde odaklandığım en
önemli alanlardan biri. Dolayısıyla burada da kendi açımdan değişiklik
yok. Hatta arz ve talep arttığı için, önümüzdeki dönemde
dijital ortamlarda üretilecek projeler ön plana çıkabilir. Bu kriz,
dünyanın dijitalleşmesi anlamında daha hızlı bir şekilde evrilmesine
neden olacak. Aslında evrimsel süreçlere baktığımız zaman
canlılar her zaman içinde bulundukları koşullara göre evrim
geçiriyorlar. Biz de şu an bu koşullar çerçevesinde daha önce
başlayan evrimsel sürecimizi biraz hızlandırmış olduk. Ben bunu
şu açıdan olumlu buluyorum: Özellikle mekansızlık deneyimi
ileride insanlığın geleceği ile ilgili bir ipucu niteliğinde. Tek
bir mekana bağlı olarak kalmak, olasılıkları çok aza indirgeyen
bir durum. Dolayısıyla mekanlar arasında hızlı hareket kabiliyeti
çok önemli. Elimizdeki teknoloji şu an için yeterli olmasa da,
son zamanlardaki gelişmeler bu ihtiyacı daha çok körüklüyor.
Aslında buradan şu sonuca varıyoruz: Özellikle sanal gerçeklik
insanlık için daha önemli bir olgu haline geliyor. Bu durumda
zaten üzerine çalıştığım sanal gerçeklik ve arttırılmış gerçeklik
çalışmaları daha yoğun şekilde ilerleyecek.
Özetle, bu krizin uzun vadede insanlık için bir kazanım olacağını
umut ediyorum. Kişisel olarak yaşam şeklimde çok önemli
bir değişiklik olmadı. Üretimlerimde zaten odaklandığım noktalara,
yani fiziksel ve sanal gerçeklik arasında kurmaya çalıştığım
bağlara daha fazla odaklanmam gerektiğini gösterdi. Tek bir
gerçeklik üzerinde yaşamak, şu an deneyimlediğimiz üzere birçok
problemi beraberinde getirebiliyor, dolayısıyla farklı gerçeklikler
türetip, bunların bütünlüğünde yaşamak, insanlığın geleceği
için önemli bir çıkış yolu olabilir.
Seçil Erel, Flower of Life I, tuval üzerine yağlı boya, 100x100 cm, 2019
“Dünyanın sakinleştiği ortamda daha üretken bir sürece girdim”
Seçil Erel
‘Yeni dünya’ burada ve öncelikle tüm dünyayı etkisi
altına alan bu salgından insanlığın içindeki yaratıcı
ve duygusal zekasını kullanarak çıkabilmesini diliyorum.
Korona virüs ile başlayan izolasyon süreci, kaçınılmaz
bir şekilde benim de yaşamımı çok etkiledi.
Bununla birlikte bana geçmişteki bazı deneyimlerimden
dolayı aslında biraz da tanıdık geldi, o nedenle
dayanıklılığım ve içsel esnekliğimle bu süreci üretken
ve keyifli bir şekilde geçirmeye çalışıyorum.
Yaşamdan, doğadan, olan bitenden ilham alıyorum.
Koşuşturan dünyanın sakinleştiği ortamda daha
üretken bir sürece girdim diyebilirim. Büyük bir aşkla
resim yapmaya devam ediyorum; taze, güzel renkler,
dokular ve katmanlarla.
Bununla beraber çalışmalarıma evrensel sosyal
birlik ve sorumluluk bilinci ile interaktif yaratıcı projeler
ekledim. Birisi, TWS çatısı altında, küratör olarak,
yeni gelecekte sanatçıların sanatıyla, izleyiciye
ve alıcıya ulaşma biçimine katkı sağlayan uluslararası
bir proje, diğeri ise yıllardır kendimi bulduğum veya
kaybettiğim defterlerimden ilham alarak tasarladığım
Dönüşüm Kitabı Atölyeleri. Bir dizi olarak tasarladığım
atölyeler, herkesin kendisi ve sadece en yakınları
ile baş başa kaldığı bu süreçte, farkındalık ve
içerideki yaratıcı gücü keşfetmesi ile kendi hikayesini
içine akıtabileceği alanlar açıyor. Londra’da Rise Art
ve İstanbul’da Arya Kadın Yatırımcı Platformu ile harekete
geçtik ve ilk çalışmalara başladık bile. Önemli
olan nasıl bir süreçten geçiyorsak geçelim ya da ne
yaşıyorsak yaşayalım, günün sonunda elimizde olanlarla,
olan bitenle nasıl hissediyor olduğumuz. O nedenle
bu değişim süreci için doğru şeyleri kucaklamaya
özen göstermeliyiz.
Bu sürecin geleceğimizi kişisel tercihlerimizle yeniden
yaratmak için bir fırsat olduğunu düşünerek,
gülümsemeye devam ediyorum. Sanat üretebilmemin
ve düşünebilmenin çok büyük katkısını görüyorum.
Yaşam Şaşmazer
“Kendimle çeliştiğim bir durumdayım”
Gündelik yaşamımızı, alışkanlıklarımızı ve rutin olanı sekteye uğratan bu pandemide,
sanırım herkes gibi ben de sonsuz duygular arasında gidip geliyorum. İç dünyamın
halleri endişe, korku, yas, özlem, çaresizlik ve umutsuzlukla belirsizlikten yükselen bir
umut arasında savruluyor. Dış dünya ise fiziksel temas ve yakınlığın kaybı, mesafeler,
sınırlar ve yoksunluklarla doluyken; takvimim de maalesef ki belirsizliğe sürüklenmiş,
ertelenmiş ya da iptal edilmiş projelerle dolu. Bütün bu haller beni yavaşlamaya itiyor.
Mecburi bir yavaşlamanın yanı sıra, dünyayı, olan biteni ve kendi içimi anlayabilmek
adına da bir yavaşlama bu. Bu durum dolayısıyla üretimime de yansıyor. Bir zamanlar
‘normal hayat’ın bizi sürüklediği bu hıza şimdi yarı gönüllü-yarı mecbur bir halde dur
derken, bir yandan çok temel bir şekilde hayatta/sağlıklı kalmaya çalışıp diğer yandan
da üretme arzumu ve konsantrasyonumu sürdürmeye çalışıyorum.
Doğa ile ilişkimiz, insan sonrası, çürüme, işgal, istila, bir süredir çalıştığım konulardı.
Baktığım bu temalar güncelliğini bu dönemde daha da fazla hissettiriyor. Yapmaetmelerimi
biraz daha yavaşlatmış olsam da okumaya, düşünmeye ve araştırmaya devam
ediyorum.
Dünyamızın bu hali yaratıcılığı nasıl etkiler şu an bunu konuşmak zor, belki bugün
bu durumun ‘bizi’ nasıl şekillendireceğine bakmak her şeyden daha anlamlı olabilir.
Bireysel ve kolektif olarak bu süreci nasıl geçirdiğimiz, neler süzdüğümüz, neleri
bırakıp neleri içselleştirdiğimiz gidişatı etkileyecek. Sanatla uğraşan kimseler olarak
da daha önce hiçbirimizin deneyimlemediği bu koşullardan sonra kendimizi nasıl şekillendireceğimiz
üretim ve ifade biçimlerimize, malzemelerimize, bakış ve yaratıcılığımıza
derin bir etkide bulunacaktır diye düşünüyorum.
Ardan Özmenoglu, Allien, post-it notlar üzerine karışık teknik, 80x106cm, 2019
“Eserlere bu korku, salgın ve
hapsolma duygusu
yansıyacak”
Ardan Özmenoğlu
Bunu söylemek için erken, bu süreçte
yaşananlar kendisini sonradan
gösterecek. İçinde bulunduğumuz durum
çok yeni bir tecrübe, ancak bunu hazmettikten
ve yaşadıktan sonra bu duruma ait
olan olgu ve duygularla oluşmuş eserler
ortaya çıkacak.
Eminim benim eserlerime ve bütün
sanatçıların eserlerine bu korku, salgın ve
hapsolma duygusu yansıyacak. Bu yaşananlar
yaratıcılığımdan çok çalışma disiplinimi
etkiledi, sürekli düşünmekten
harekete geçemiyorum.
İhsan Oturmak
Aslında benim kalabalık, çok iletişim gerektiren ortamları
bırakmamın üzerinden yaklaşık dört yıl geçti.
Bu dönem içerisinde, isteyerek neredeyse tüm
bağlantılarımı askıya alarak, daha çok kendimle vakit
geçirmeyi tercih ettiğim bir sürece dönüştürdüm.
İstanbul gibi kalabalık bir şehirden daha kırsal bir
yere taşındım. Maruz kaldığım insan sayısını aza indirmek
için daha az dışarı çıkmayı, etkinliklere daha
az katılmayı tercih ettim. Böylelikle kendimle geçirdiğim
zamanı fazlalaştırdım. Bunun aslında yalnızlığın
tanımına yaklaşımımızla ilgili olduğunu düşündüm.
Etrafınızda çok fazla insanın olmasının yalnız
olmadığınız anlamına gelmediğinin farkına vardım.
Ya da tek başına bir odada olmanız, sizin iletişim
kurmadığınız anlamına gelmiyor. Yalnız değilsiniz,
orada siz varsınız. Bu çok kişisel bir tercihti.
Salgının başlamasıyla insanlar bir anda evlere kapanmak
zorunda kaldı. Sınırlı dışarıya çıkma izinleri,
maskesiz çıkamama, sosyal mesafe zorunluluğu;
önceki yaşam biçimi tercihimden uzak olmamasına
rağmen, tercihimi bir anda zorunluluğa çevirdi.
Bu zorunluluk istemsiz bir şekilde bende bağlantı
kurma isteği doğurdu. Bu daha önceki kalabalık yaşam
biçiminden çok farklı bir istek oldu. Onların arasında
olmak istemekten ziyade, sanırım duruma
hakim olmak isteği. Bir şekilde tercihsizliğin oluşturduğu
bir durum. Olmak istediğim ‘içeri’ olmasına
rağmen, şimdi dışarıyla bağlantı kurmak isteyen
bir zihin… Aslında bu birbiriyle çelişen iki istek! Aynı
anda hem içerde olmak hem de dışarıda. Bu durumu,
aslında gözetleme kulesine dönüşen bir ev gibi düşünebiliriz.
Herkes bir şekilde cezaevinde, ama sen onları
gözetleyen asker gibisin.
Yaptığım çoğu işte genelde yaşadıklarımdan yola
çıkarak var olan tarihi, sosyolojik ve siyasi olaylarla
ilişkilendirerek, konumlandığım durumu çözmeye
çalışırım. Şimdi ise daha farklı bir durumla karşı
karşıyayım. Kendimle çeliştiğim bir durumdayım.
Kafamdaki şey de bu çelişkiyi çözmek.
İhsan Oturmak, Eve Girme Yasağı III, 76x95cm, 2019
22 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
DOSYA KONUSU
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 23
DOSYA KONUSU
“Bu sürecin bir yapıtlar serisine
dönüşmemesi imkansız”
Seçkin Pirim
Seçkin Pirim, Blue Wind, 120x65x50cm, 2020
Eve ya da atölyeye kapanma fikri, aslında tam benlik bir şey.
Sadece bu karar bana ait olduğu zaman... Böyle zorunlu ve ucu
belirsiz bir durum ne yazık ki mental olarak şu an için üretimimi
ve konsantrasyonumu engelliyor. Tüm bunlar geçince yüksek
ihtimalle üretimlerime yansıyacaktır. Nasıl olur bilemiyorum,
ancak yansıyacağı kesin. Bütün işlerim, yaşadıklarım ve sonuçlarından
ortaya çıktığı için bu sürecin de bir yapıtlar serisine dönüşmemesi
imkansız sanırım. Kafamda sonraki yapıtlar için bir
sürü soru var. Ama cevaplarını bu bekleme hali bitip atölyeye
girdiğimde vereceğim sanırım. Göreceğiz...
İnsanoğlu yaşadığı kötü deneyimleri ve bundan çıkarması
gereken dersleri çok çabuk unutuyor. İlk zamanlarda birçok
kafa yapısının değişeceği hissi, ama her şey tamamen normale
döndükten sonra insanların yine umarsız ve duyarsız yaşam
biçimlerine geri dönecek olma hali beni korkutuyor açıkçası.
Bundan sonra herkesin ortak kurduğu cümleler olan doğaya saygılı
bir yaklaşımın olduğu; daha az tüketimin olduğu, daha insancıl
bir yaşam biçiminin olduğu, ilk hedefin iyi insan olmak
olduğu bir gelecek ümit ediyorum...
“Şiirsel olana
yoğunlaşmaya devam edeceğim”
Barış Sarıbaş
“Sanatın söyleyecek sözü yine bitmeyecek”
Hayal İncedoğan
Ben, dünyayla birlikte Türkiye sanat ortamının da
uzun süredir yaşanan olaylar ve bunların etkisiyle
zaten bir tür içe dönüş hali yaşadığını düşünüyorum.
Yaşanan son durum ise tüm bunların üzerine
geldi. Büyük sanat kurumları, galeriler ve müzelerin
yanında elbette sanatçılar da bundan çok etkilendiler.
Her durumda sanatçı olarak yapılabileceğiniz
en iyi şeyin belli sosyal sorumluluk projeleriyle birlikte
yine üretmeye devam etmek olduğunu düşünüyorum.
Hem de kesintisiz şekilde, işinize daha çok
sarılarak; ama bütünün bir parçası olduğunuzu unutmadan…
Benim projelerim de özellikle ocak ayında
sonlanan son sergimde olduğu gibi; zaman, mekan ve
insana dair sorular ve kavramlarla biçimlenmeye devam
ediyor. Uzun süredir, bugün belki her birimizin
içinden geçtiği/geçirdiği, yaşamın kendisine dair bazı
temel sorular üzerine düşünüyorum. Gelecek sergim
de bu konular üzerine gelişiyor. Yaşanan bu sıra dışı
günlerin getirdiği oldukça sert ve keskin gerçeklerin
ve bunun sonucu oluşan kolektif ruh halinin yarattığı
izlerin, bende en insani, en sarsıcı şekilde farklı biçimlere
evrildiğini söyleyebilirim.
Aslında üretim süreçlerini düşündüğünüzde sanatçılar,
fiziksel olarak eserlerini tamamlayıp paylaşana
kadar geçen sürede zaten kendi izole alanlarında
çalışmaya devam ediyorlar. Paylaşma ve
Barış Sarıbaş, Unforgiven, asitsiz kağıda ekoline, 76x55cm, 2016
İnsan dünyada doğa ve evren ile nasıl
yaşayacak buna karar verecek. Bedelini
ödeyeceği gelecek kurgusunda rolüne
hazırlanacak. Sanatın ve bilimin
sorumluluk alanları genişlemek zorunda.
İnsanlığa, doğaya sözü olmayan sanatın
ve sanatçının gelecekte yeri olabileceğini
sanmıyorum. Sanatın sadakatine adadığım
hayatımın üretimlerimde, bıkmadan
ve yılmadan, sürdürülebilir yenilenen
devrim düşüncesindeyim.
Lirik yani şiirsel olanın üzerinde yoğunlaşmaya
devam edeceğim, kendim
için geleceğin barışık resimlerinin buradan
fışkıracağını biliyorum: Eşitlik, adalet,
demokrasi, işsizlik, engelliler, sürdürülebilirlik,
dayanıklılık, direnme,
kapsayıcılık, özgürlük, yoksullukla mücadele,
insani iş alanları, tüketim sorumlulukları,
toplumsal cinsiyet eşitliği, eğitim,
açlık, doğal temiz su kaynaklarının
doğru kullanımı, felsefe, edebiyat, sinema,
sanatçı dostlukları ve birlikte üretim
gibi benzer konulara ilgi duyuyor ve uzun
yıllardır çalışıyorum. Düşüncenin yaşanmış
damıtılmış özü ve bilgileri bizlere pusula
olacak.
“İçe dönme fırsatları kollamamız daha sağlıklı”
Ansen Atilla
izleyicinin eserle yüz yüze gelme noktasında ise bugün
daha farklı çözümlerin gündeme gelebileceğini
düşünüyorum. Diğer yandan hükümetlerin dünyanın
farklı yerlerinde diğer çalışma alanlarını destekledikleri
kadar sanatı da desteklediklerini görmek güzel,
aynı desteği kendi coğrafyamızda da görmeyi diliyoruz.
Yaşanan diğer krizlerden farklı olarak bu durum
sadece şimdiyi değil önümüzdeki günleri de etkileyeceği
için uzun vadeli değişimler ve dönüşümler yaşanacak.
Sanat yine topluma, sürecin toplumdaki sosyolojik,
psikolojik etkilerini anlamaya, yansıtmaya ve
ayna olmaya devam edecek diye düşünüyorum.
Enteresan bir şekilde dünyanın her yerinde aynı
durumun yaşanıyor olması; belli kaygıların, korkuların
varlığı kadar, belli hassasiyetleri ve manevi değerleri
de daha ortak ve eşit seviyeye taşıdı. Yaşanan
benzer durumlar dünyanın bir diğer ucunda da benzer
etkiler yaratabiliyor. Belki bugün için bir başka
noktada paylaşacak ne çok şeyimiz olduğunu hatırlayarak
sınırlar ötesi düşünebiliriz. Dolayısıyla sanatın
söyleyecek sözü yine bitmeyecek ve bize aslında dünyanın
bir diğer ucunda kanat çırpan bir kelebeğin etkisinin
ne şiddette olabileceğini gösterecek. Ben herkesin
bu zor günleri hem fiziksel hem ruhsal açıdan
hasarsız ve olabildiğince sanatla geçirmesini dilerim.
Hayal İncedoğan, Lilac Garden, archival pigment print, 50x50cm, 2014
Ansen, No Man’s Land, C Print,
face mount to plexiglass mounted on dibond, 100x100 cm, 2020
“Çevresel farkındalıkları
sanatımla ifade etmeye devam edeceğim”
Burcu Perçin
İçinde bulunduğumuz duruma ansızın ve kıskıvrak yakalandığımızı
düşündüğümüzde, buradan nasıl çıkılır reflekslerinden en
önemlisi pandemi öncesinde her ne yapıyorsak ona tekrar devam
etmemiz gerekliliğidir. Değişim olarak algılananın doğal
bir süreç mi, yahut kasıtlı bir dönüştürme operasyonu mu olup
olmadığını bize zaman gösterecek, değişen bir şeyler olacaksa
bile buna karşı ne türlü yaklaşımlar doğuracağı henüz çok afaki…
Kısacası aceleci davranmadan, ne olduğunu tam çözmeden
bir değişim beklentisi (finansal kayıplara karşı alınacak tutum ve
önlemler hariç) çok erken ve aceleci sonuçlar doğurabilir.
Bu durumda sanatçı da tüm bu olaylardan etkilenmekte ve
izleyici ile buluşacağı zamanları iple çekmekte… Bu arada beslendiği
ortamlardan mahrum kalması muhtemel bir tekrar üretime
dönmenin zaruriyetini de doğurmakta. Diğer bir deyişle,
sosyalliğin beraberinde getirdiği zaruri zamanlardan yoksunluk
ve mahrumiyet nitelikli üretime zaman ayırmanın da önünü açmakta.
Belirttiğim söz konusu avantajların içerisinde yaratım sürecinin
nasıl şekilleneceği, konuların ve gündemin sanat üretimine
etkisi kişiden kişiye değişeceği gibi, başka türlü bir reddediş
yahut kabullenme psikolojisinin mamullerini ileriki dönemlerde
ancak görebileceğiz. Bunun için normalleşme sürecinin başlaması
gerekmekte. Normalleşmenin geç olabileceği varsayımından
çıkarak düşünürsek şayet, ve buradan yeni bir sanat üretimi
doğacaksa da, bunun orijinal bir şey olabilme durumunu ancak
örnekleri çıktıkça değerlendirebileceğiz.
Toparlayacak olursam, önce sağlık ve bunu muhafaza etmenin
öneminden sonra ancak ‘sağlıklı’ bir üretim süreci beklentisine
girmemiz gerekiyor. Sanatın her alanındaki örneklerini tekrardan
görebileceğimiz günlerin gelmesini dilemek en doğru şey.
Biraz daha içe dönme fırsatlarını kollamamızın, yaptıklarımızı
değerlendirip tekrar hareket alanı için azıcık geri çekilmemizin
şu dönemde daha sağlıklı olacağına inanıyorum. Ek olarak bu
süreçte dijital görünebilirlik alanlarının yoğunluğunun birtakım
birikimlerimizi paylaşma arzusuna karşılık bulduğunu ve iyileşme
süreci boyunca bu birikimin paylaşımının motive edici ve iyileştirici
bir güce sahip olduğunu savunuyorum.
Burcu Perçin, Parlak Dönem, tuval üzerine yağlıboya,135x220cm, 2019
2020’nin sonbahar sezonunda Hayalimdeki Başyapıt
adını verdiğim projemi izleyiciyle buluşturmayı
planlıyordum. Şu an bu olasılığı çok düşük tutmama
rağmen, bu seriye büyük bir heyecan ve tutkuyla
devam ediyorum. Elimde yeni eskizlere kaynak oluşturacak
arşivimin olması bir şans. Atölyemin evimle
aynı sokakta, çok yakın olması büyük bir özgürlük
bu dönem benim için. O yüzden düzenli bir şekilde
üretimime devam edebiliyorum. Elbette ilk haftalar
konsantre olmakta zorlandım, ama şimdi gerekli
önlemleri alarak nasıl yaşayacağımızı oturtmaya
başladığımız için daha sakin ve konsantre bir şekilde
üretebiliyorum. Hatta son haftalarda bu yoğunlaşmanın
heyecanını her zamankinden daha güçlü
yaşamaya başladığımı hissettim. Bunun bir sebebi
dikkatimi dağıtacak unsurların, yani insan ilişkilerinin
azalması; bir diğeri ve bence daha önemli olan,
duygusal anlamda hepimizin bir değişim ve dönüşüm
içinde olduğumuz gerçeği. Yaşadığımız dönemin,
duygusal ve psikolojik şartlarının yansısı bir anlamda
yaratıcı edimi tetikliyor. Eminim ileriki tarihlerde
bunu çok daha etkili bir şekilde göreceğiz.
Ele aldığım temalara gelince, genelde çevresel
konulara derin bağlılıkla hareket ettim. Terk edilmiş
sanayi tesisleri, tahrip edilen doğa, taş ve mermer
ocakları, sentetik doğa manzaraları gibi var oluşumuzu
bir tehdit haline getiren çevre sorunlarını mesele
edindim. Doğayla olan sorunlu ilişkimizi ortaya
koyan güncel konuları işledim.
Son dönem üzerinde çalıştığım seri ise antik dünyayı
temel alarak, insanoğlunun doğa üstündeki eski
ve yeni inşa formlarını buluşturmasını ve araştırmasını
yansıtıyor. Bu anlamda çok zengin bir coğrafyada
olmamız; bu kültürel, sanatsal zenginliği daha görünür
kılma arzusu uyandırıyor bende. Şu an Covid-19
virüsünün doğaya, çevremize olan davranışımızı sorgulatarak
daha çok gündemimize yerleştirdiği çevresel
farkındalıkları, sanatımla ifade etmeye devam
edecek gibi görünüyorum...
“Önemli olan gerekli dersleri alıp
almayacağımız”
Fırat Engin
Korona virüs ‘bu haliyle’ bizim kuşağın daha önce hiç karşılaşmadığı
bir sorun. Fakat 1. Körfez Savaşı çıktığında dönemin Irak
devlet başkanı Saddam Hüseyin’in Türkiye’ye kimyasal silahla
saldırma tehdidini hatırlıyorum. O zaman çok küçüktüm ama
akşamları kentlerde karartma uygulandığını, imkanı olanların
evlerinin içinde panik odası oluşturduğunu biliyorum. Yine
1986’da Çernobil Nükleer Santral kazası olduğunda kimsenin
Karadeniz’e gidemediğini, gıda sıkıntısı yaşadığını, herkesin
kanser olma riski ile karşılaştığını hatırlıyorum. Daha da yakın
tarihe bakacak olursak, iki yıl öncesine kadar sokaklarda,
AVM’lerde bomba paniği yaşadığımız; meydanlarda, toplu taşıma
araçlarında ve duraklarında sürekli bir panik havası estiği
dün gibi aklımızda. Yani demek istediğim toplumsal travmalar
bizi hiç yalnız bırakmadı; dün de, bugün de… Tarihte örnekleri
ise her dönemde çok çok fazla…
Korona virüs yapısı itibariyle daha önce karşılaşmadığımız
bir olay ama az önce bahsettiğim olaylardan ötürü, “Bir bu eksikti
zaten” diyebileceğimiz bir sorun. Hayat böyle; kültür evrenimiz
medeniyeti inşa ederken adaletsizlik, eşitsizlik, sömürü ve
rant düzeni içinde tüm bu toplumsal travmaları da beraberinde
yaratıyor. Korona virüs de, diğer tüm sorunlar gibi, bana kalırsa
bunun bir sonucu. Şu an salgınla ilgili ilk panik havasını attığımızı
düşünüyorum, sonbaharın başında da bu işin artık bitmiş
olacağını öngörüyorum. Ama önemli olan sonrası: Yani buradan
gerekli dersleri alıp, alamayacağımız... Kapitalist düzenin gelip
dayandığı bu hali ile bu iş sürdürülebilir değil, bu gidişle korona
biter, başkası başlar...
Benim açımdan 2020-2021 planlarım alt üst oldu, birçok
sergim ertelendi, iptal oldu. Dolayısıyla planlarımı yeniden
yapmam gerekiyor. Benim iç dünyamda, üretimimde ve
temalarımda ise radikal bir değişiklik olur mu? Bilemiyorum...
Ama hepimiz bu süreçten dersler çıkarıyoruz. Ben de kendi adıma
dersler çıkarmaya çalışıyorum, daha sorumlu olmak adına,
daha iyi bir insan olmak adına düşünmemiz lazım. Bu süreç sonunda
hepimizin, her bir bireyin kendi iç değişimlerine açık olmasını
arzu ediyorum. Bu anlamda benim yaşayacağım her içsel
değişiklik kuşkusuz işlerime de yansıyacak, bu değişimlerin biçim/içerik
ilişkisi açısından neye evrileceğini ise zaman gösterecek.
Çağatay Odabaş, HAPPY, akrilik/tuval, 168x168cm, 2020
“Hayvanat bahçelerindeki hayvanların ne
durumda olduğunu insanlık umarım daha
iyi anlayabilmiştir”
Çağatay Odabaş
Fırat Engin, Dilek Ağacı/Wish Tree, neon düzenleme, 2019
İçinde bulunduğumuz pandemi durumu gerçekten her zaman
karşılaşacağımız bir durum değil. Ancak bu durumun, bir sanatçının
bütün sanat üretimini baştan sona köklü değişikliklerle
yerinden oynatacağını düşünmüyorum. Sosyal ve iş yaşamımızda
bir takım geçici değişiklikler oldu, bunların eserlerimizde
etkileri görülebilir. Ancak biraz önce de dediğim gibi, bende baştan
aşağı bir değişiklik veya farklılık durumu yaratmadı. Aksine
ben durumu kendi şartlarıma göre dengelemeye çalıştım. Sizinle
daha önce farklı platformlarda da röportaj yapmıştık hatırlarsanız,
orada da bahsettiğim gibi, ben son derece disiplinli çalışan
ve üreten bir sanatçıyım. Bu ve benzeri durumlarda bunu eserlerime
yansıtmak yerine, tedbirlerimi alarak, üretimlerimi aksatmadan
nasıl yoluma devem ederim diye düşünmeyi tercih ediyorum.
Sosyal izolasyon durumu doğal olarak zamanı kullanma
gibi kısıtlamalar getirdi. Bundan şikayetçi olsam da sağlıklı bir
biçimde eserlerimi üretmeye devam edebildiğim için kendimi
şanslı hissediyorum. Bunların haricinde, ben sinemadan esinlenerek
eserlerimi yaratan bir sanatçıyım. Karantina durumundan
dolayı ortaya çıkan ekstra zamanı izleme fırsatı bulamadığım
yapımları izleyerek değerlendiriyorum.
Ayrıca uzun yıllardır elektrogitar çalıyorum. Yine bu zaman
zarfında gitarımla daha fazla zaman geçirme şansı buldum. Bir
de, bu evde karantina durumlarında hayvanat bahçelerindeki
hayvanların ne durumda olduğunu insanlık umarım daha iyi anlayabilmiştir.
“Sanatım neredeyse, evim orada”
Nezaket Ekici
Benim için zor bir zaman. Bir performans
sanatçısı olarak çoğunlukla seyahat ediyorum.
Öyle ki, sanatım neredeyse orada
evde hissettiğim için bana “sanat göçebesi”
denmişti. Başka kültürlerden, mekanlardan
insanlarla birlikte çalışmayınca,
ilham bulmak benim için neredeyse
imkansız. Aynı zamanda, izleyici benim
canlı performanslarım için de çok önemli.
Performanslarımda kendimi ve izleyicileri
birlikte deneyimliyorum ve süreç interaktif
bir biçimde gerçekleşiyor. Ayrıca sanat
hakkındaki ortak paylaşımı da özlüyorum.
Sanat üretmeyerek geçirdiğim bu kısa süreçte,
kültürel etkinliklere katılmayı; sinemaya,
müzeye, kütüphanelere gitmeyi
gerçekten özledim. Ama insan başını da
kuma gömmemeli. Hala çalışkan biriyim.
Yeni işler için fikirler üretiyor, çizimler
yapıyor ve yine performans sergiliyorum:
Bu kez online.
Birkaç format üzerinde düşündüm ve
izleyicime hala nasıl ulaşabilirim üzerine
denemeler yaptım. @nezaket.ekici
Instagram hesabım üzerinden gerçekleştirdiğim,
bir hafta süren canlı performans
“Monday to Sunday/Instagram
Video Flashmob”, izleyicilere her gün
bir saat sanal ortamda benimle birlikte
dans etme imkanı sundu. Onun dışında,
yine Instagram üzerinden Mimar
Sinan Üniversitesi doktora öğrencisi
Tuğçe Arslan ile “Sanatçı konuşmaları”-
na ve birçok galerinin ve sanatçının katıldığı,
Zoom üzerinden gerçekleştirilen
“Galeriler ve Sanatçılarla Canlı Konuşma”
etkinliklerine katıldım. Geçtiğimiz haftalarda
Konrad Adenauer Stiftung (EHF
2010) web sitesinde yayınlanmak üzere;
korona, işlerim ve planlarım üzerine 7
dakikalık bir video-açıklama hazırladım.
Instagram’daki yeni projemse canlı performans
etkinliği olacak. Canlı olarak, takipçilerimle
performans bölümlerini icra
edeceğim. İnternetin, sanal ortamın dilini
en iyi şekilde anlamaya ve kullanmaya çalışıyorum.
Şu süreçte Instagram hesabım,
Zoom ve Skype konuşmalarım bana çok
yardımcı oluyor.
Yaratıcılık konusu ise şöyle: Değişen
iletişim kanallarının yaratıcılığımı farklılaştırdığını
ya da arttırdığını söyleyemem.
Geçmişte de çeşitli işlerin insanların
korkularından ve var olan krizlerden
beslendiğine dair farkındalığım oluşmuştu.
Kaygı, kapalı kalma, panik gibi temalara
önceki işlerimde de yer vermiştim:
Örneğin “Screaming Feathers” (2006 kuş
gribi)… Instagram sayfamda da kendimi
alçı içinden kurtardığım “Blind” ve bir
oda dolusu nesneyi kırmızı bir rujla öperek
iz bıraktığım “Emotion in Motion”
işlerimin, korona virüsü krizine dair
öngörüler olduğu şeklinde yorumlar görüyorum.
Nezaket Ekici, Screaming Feathers, Performance Installation, 2006,
Camera by Hans T Sternudd, Photo by Ylva Magnusson, Sound : Georg Klein
24 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 25
MÜZAYEDE
MÜZAYEDE
Paul Klee, Abend in N (Evening in N) or
Architektur Abends (Architecture in the Evening)
Théo van Rysselberghe, À Thuin ou La Partie de Tennis
Edgar Degas, Scène de ballet, Arlequin et Colombine
René Magritte, Le Temps Jadis
Steve Claydon, Graven in Tandem, 2012
Camille Pissarro, Le Jardin des Tuileries, Matinée
de Printemps, Temps Gris
Andy Warhol, One Blue Pussy, 1954
Korona ve Sonrası Müzayedeleri
Korona döneminin en çok etkilediklerinden biri kültür sanat alanıydı.
Peki ya müzayedeler? Dünyanın en önemli müzayede evleri Christie’s,
Sotheby’s, Phillips ve Bonham’s müzayede raporu...
Christie’s “Kağıt Üzeri İşler”e Ağırlık Veriyor
Gözler Sotheby’s Paris’e Çevrilecek
Christie’s, haziran ayında
gerçekleştireceği online
müzayedelerinde ağırlığı
Avrupa sanatı ile modern
sanata veriyor. Müzayede
evi, ay sonunda New
York’ta gerçekleştirmeyi
planladığı 20. Yüzyıl Haftası
satışlarını ise 10 Temmuz’a
erteledi. Bu özel global
satış, müzayede evinin dört
lokasyonunda birden olarak
gerçekleştirecek.
Christie’s Müzayede Evi, sanatseverleri
20 Mayıs’ta başlayıp 9 Haziran’a
kadar devam edecek “Arp’a
Saygıyla: Greta Stroeh Koleksiyonu” başlıklı
online müzayedede bir araya getiriyor.
Müzayedenin yıldızının 300-500 bin
euro’luk tahmini satış fiyatıyla
Jean (Hans) Arp’ın Torse’u olması
bekleniyor. Arp’ın Configuration’u 100-
150 bin, Fleur de Rêve au Museau’su 40-60
bin, Sculpture automatique dite Hommage à
Rodin’i 25-35 bin euro’dan alıcılarla buluşacak.
Christie’s 25 Mayıs-1 Haziran sürecinde
online olarak gerçekleştirdiği
“Seçkin Bakış: Çin Resimleri” müzayedesinde
91 lot sunuyor. Müzayedenin yıldızının
200-300 bin Hong Kong Doları aralığında
satılacağı düşünülen Fan Zeng’in
Playing with Toad’u olması bekleniyor.
Onu 150-200 bin Hong Kong Doları fiyatıyla
He Baili’nin Flowers of the Four
Seasons’ı takip ediyor. Öne çıkanlardan
Xu Zhi’nin Spring Landscape’i ile
Lin Zhimian’ın Calligraphy in Clerical
Script’i 60-100 bin, Fang Zhaoling’in
Cave Dwellings’i ile Huang Yongyu’nun
Sunflower’ı 60-80 bin Hong Kong Doları
fiyat aralığında koleksiyonerlerin karşısına
çıkıyor.
PİCASSO’DAN GİACOMETTİ’YE
USTALARIN BAŞYAPITLARI
Christie’s’in 29 Mayıs’da başlayıp 11
Haziran’a kadar devam edecek “Form ve
Fantezi” isimli tematik satışı, modern sanatın
soyut ve ‘fantastik’ yüzünün ilgilileri
için önemli bir fırsat olmaya aday.
Seçkide Pablo Picasso, Joan Miró,
Alberto ve Diego Giacometti ile Marino
Marini’nin aralarında olduğu ustaların işleri
yer alıyor. Joan Miró’nun Sans Titre’i
ile Marino Marini’nin Gertrude, il piccolo
cavallo’su 250-350 bin, Max Ernst’in
Un Microbe Vu à Travers un Tempérament’ı
150-250 bin, Pablo Picasso’nun Deux
Personnages’ı 100-150 bin dolar tahmini
fiyat aralığında satılacak.
2-18 Haziran tarihleri arasında online
olarak gerçekleşecek “Savaş Sonrası ve
Çağdaş Sanat: Amsterdam” müzayedesi
seçkisinde göze çarpan işlerin başında
Miquel Barcelo’nun Cap de Boc Marinat’sı
geliyor. Eserin tahmini satış fiyatı 250-
350 bin euro. Öne çıkan diğerlerinden
Daan van Golden’in Celuy Qut Fut Pris’i
100-150 bin, Pierre Alechinksy’nin Le
Hoquet du Poisson Crapaud’su 60-80 bin,
Julian Schnabel’in Untitled’ı 50-70 bin,
Karen Appel’in Personnage et Animaux’su
25-35 bin ve Jörg Immendorff’un Der
Dogmatiker’i 20-30 bin euro aralığında
yeni sahipleriyle buluşacak.
Müzayede evi, online müzayedelerini
2-17 Haziran arasında gerçekleşecek
“Avrupa Sanatı” ile sürdürüyor. Resim,
heykel ve çizimleri satışa sunacak müzayede
seçkisi, Art Nouveau’nun da aralarında
olduğu farklı sanat akımlarından
yaklaşık 90 bin sanatçının işlerini bir araya
getirecek. Sembolist, oryantalist, realist
ve İskandinav ekollerinden eserlere
de yer verecek. Christie’s, bu satışlarda
daha önce Eugène Delacroix, Théodore
Gericault, Gustave Courbet, Jean-
Baptiste-Camille Corot, Jacques-Émile
Blanche ve William Bouguereau’nun aralarında
sayılabileceği sanatçılar ile rekorlara
imza atmıştı.
Christie’s Müzayede Evi, 2-19 Haziran
tarihleri arasında devam edecek “Eski
Usta Resim ve Heykelleri” müzayedesini
online olarak gerçekleştiriyor. Geniş bir
dönemi ve farklı ekolleri kapsayan seçkisiyle
dikkat çeken müzayedede, birkaç
bin dolara da, 100 bin dolara da iş satın
almak mümkün olacak. Seçkinin yıldızları
arasında Pietro Antoniani, Giuseppe
Bernardo Bison, François Boucher’in
eserleri göze çarparken Jacob Jordaens,
Orazio Borgianni, Isaac Luttichuys’un resimleri
ile stüdyosundaki anonim bir sanatçının
elinden çıkan bir Rembrandt
portresi de koleksiyonerlerin karşısında
olacak.
Christie’s, online müzayedelerini
4-25 Haziran tarihleri arasında devam
edecek Hint Sanatı: “Kutsal Tanrılar,
Dünyevi Zevkler” başlıklı satışla sürdürüyor.
Seçkide Hindu tanrıları, destanları
ve kahramanlarını betimleyen resimler
ile Mughal, Deccani, Rajasthani ve Pahari
ekollerinden örneklerin yanı sıra çeşitli
objeler de yer alacak. İşlerin fiyatlarının
200 sterlinden başlayarak 35 bin sterline
kadar uzanacağı tahmin ediliyor.
Müzayede evi, sanatseverleri 15
Haziran’da başlayıp 1 Temmuz’da sona
erecek online müzayede “Kağıt Üzeri
Modern İşler&Baskılar”da buluşturacak.
1880’lerden 1960’lara uzanan işlerin yer
verecek seçkinin gözdeleri arasında Pablo
Picasso, Marc Chagall, Joan Miro, CRW
Nevinson ve Francis Bacon’ın işleri yer
alacak. Müzayededeki eserlerin tahmini
fiyatları ise 1.500 ila 50 bin sterlin aralığında
değişecek.
Müzayede evi, 26 Haziran’da başlayıp
14 Temmuz’da sona erecek online müzayedesi
“Dialog: Modern ve Çağdaş Sanat”ı
açıkladı. Müzayede içeriğiyse henüz açıklanmış
değil.
LONDRA, PARİS, NEW YORK ve
HONG KONG’DA GLOBAL SATIŞ
Christie’s haziran ayını Paris’te sonlandırmayı
planlıyor. 29 Haziran’da koleksiyonerleri
Paris’te “Afrika, Okyanusya ve
Kuzey Amerika Sanatı”nda buluşturacak
müzayede evi, 30 Haziran’da ise “Savaş
Sonrası ve Çağdaş Sanat” başlıklı müzayedeyle
ayı sonlandıracak. Seçkisi hakkında
açıklama yapılmayan müzayedeyi
ve diğer müzayedeleri pandemi döneminde
takip edenler için Christie’s internet
sitesine girdiğinizde, duyurular sayfasının
takip edilmesini hatırlatıyor. Covid-19
salgını nedeniyle ertelemeler olabileceğini
belirtiyor.
Öyle ki, Christie’s 20. Yüzyıl Haftası
kapsamında New York’ta gerçekleştirmeyi
planladığı “Empresyonist ve Modern
Sanat” ile “Savaş Sonrası ve Çağdaş
Sanat” müzayedelerinin programı değiştirdiğini
duyurdu. Buna göre, müzayede
evi, 10 Temmuzda “Tek: 20. Yüzyıl Sanatı
Global Satışı” başlığını taşıyacak bir müzayede
gerçekleştirecek. Christie’s’in
Londra, Hong Kong, Paris ve New York
merkezlerinde eş zamanlı gerçekleştirilecek
satış ile müzayede evi dijital ve fiziksel
ortamları buluşturan hibrit bir sistem
sunacak. Hong Kong saatiyle saat
20.00’de Hong Kong’da başlayacak ve
yaklaşık iki saat sürecek satış, dört bölüm
halinde gerçekleşecek ve her bölgenin
müzayedesini ayrı bir görevli yönetecek.
Alıcıların hem online hem de (kısıtlama
olmayan bölgelerde) fiziksel olarak katılabileceği
müzayedenin seçkisindeki milyon
dolarlık başyapıtlar ise sanat dünyasını
şimdiden heyecanlandırıyor. Roy
Lichtenstein’ın pop art eseri Nude with
Joyous Painting’ininse yaklaşık 30 milyon,
Pablo Picasso’nun 1955 tarihli Les femmes
d’Alger (version ‘F’)’inin yaklaşık 25 milyon
dolara satılması bekleniyor. Satışın
yıldızlarından biri de Ed Ruscha’nın
Annie’si olacak. Eserin 20-30 milyon dolar
aralığında yeni sahibiyle buluşacağı
tahmin ediliyor. Çinli-Fransız sanatçı Zao
Wou-Ki’nin 21.10.63’sinin tahmini satış
fiyatıysa 10 milyon dolar.
Sotheby’s, online
müzayedelerini sürdürse
de, ayın öne çıkan satışları
18-19 Haziran’da Paris’te
organize etmeyi planladığı
“Empresyonist&Modern
Sanat Satışı” ile ertesi gün
gerçekleşecek “Kağıt Üzeri
İşler” müzayedesi olacak. Paul
Klee, René Magritte ve Pablo
Picasso’nun milyon euroluk
işlerinin sunulacağı satış, sanat
dünyasının gözlerini Paris’e
çevirecek.
Sotheby’s Müzayede Evi, korona virüsü
pandemisi kısıtlamalarıyla devam eden
süreçte, müzayedelerini dijitale başarıyla
taşıyarak, yüksek rakamlı satışlara ulaşmasıyla
dikkat çekmişti. Sotheby’s Müzayede Evi, 27
Mayıs-10 Haziran arasında online olarak düzenlediği
“Modern ve Çağdaş Güneydoğu Asya
Sanatı” satışında resim, heykel, baskı ve kağıt
üzeri işleri bir araya getiriyor. Hem tanınmış
sanatçıların hem de yükselişte olan sanatçıların
işlerini buluşturan müzayede, bu alana ilgili
koleksiyonerler için de iyi bir fırsat sunacak.
PAUL KLEE ve MAGRİTTE’İN
MİLYON EUROLUK İŞLERI
4-16 Haziran tarihleri arasında Sotheby’s
Milan’ın organize edeceği “Çağdaş Sanat/
Milan” müzayedesi 20. yüzyıldan günümüze,
İtalyan ve uluslararası ustaların işlerinden bir
seçkiye yer verecek. Giorgio Morandi’nin 1948
tarihli yağlıboya işlerinden Mario Schifano’nun
Roma pop-art’ına uzanan seçkisiyle satış, geniş
bir beğeni grubuna hitap edecek. Satışta
Lucio Fontana ve Piero Manzoni’nin işlerinin
yanı sıra Yayoi Kusama ile Liu Ye’nin aralarında
olduğu çağdaş sanatçılara ait eserler de sunulacak.
Piero Manzoni’nin Merda d’Artista’sının
tahmini satış fiyatının 120-180 bin euro aralığında
olması bekleniyor.
Müzayede evinin sunacağı online müzayedelerden
biri de İngiltere’nin savaş sonrası dönemdeki
en başarılı heykeltıraşlarından kabul
edilen William Turnbull’ın işlerini odağına alan
“Sonsuz: William Turnbull” olacak. Seçki sanatçının
heykellerinden resim ve kağıt üzeri işlerine
ve hatta 1950’lerden grafik işlerine yer
verecek.
Sotheby’s, online olarak düzenleyeceği,
12-18 Haziran tarihleri arasında devam edecek
“Avrupa Sanatı: Resimler&Heykeller” müzayedesinde
19.yüzyıl ve erken 20.yüzyıl döneminden
resim ve heykelleri, anatomi tasvirlerinden
portrelere ve mitolojik anlatılara kadar
farklı temalar altında koleksiyonerlerle buluşturacak.
Satış kapsamında açıklanan işlerden
öne çıkanlardan Eduard Gardner’ın 1840 tarihli
View of Moscow’u 200-300 bin, Antonio
Boritelli’nin Aria (Air)’ı 100-150 bin sterlin, Sir
Alfred Munnings’in Springtime, Apple Blossom
with a Mare and Foal’ı 80-120 bin sterlin aralığında
satışta olacak.
Sotheby’s, 18 Haziran tarihinde Paris’te
“Empresyonist ve Modern Sanat” müzayedesinde
Rodin’den Man Ray’a, Francis
Picabia’dan Paul Klee’ye pek çok ustanın işlerinden
bir seçkiyle sanatseverleri heyecanlandıracak.
Satışın gözdesinin 2-3 milyon Euro
arasında satın alınması beklenen Paul Klee’nin
Abend in N (Evening in N) or Architektur Abends
(Architecture in the Evening)’i olacağı düşünülüyor.
René Magritte’in Le Temps Jadis’i 1.4-1.8
milyon euroluk tahmini satış fiyatıyla onu takip
edecek. Öne çıkan diğerlerinden Rembrandt
Bugatti’nin Tigre de Siberié’si 1-1.5 milyon,
Emil Nolde’un Wolken’i 350-450 bin, Francis
Picabia’nın Sans Titre’i ile Ida’sı 250-350 bin,
Raoul Dufy’nin Vence’i 200-300 bin Euro aralığında
satışta olacak.
Müzayede evi, 19 Haziran’da Paris’te
“Kağıt Üzeri İşler” satışını gerçekleştirecek.
Müzayedenin yıldızı 700 bin-1 milyon
Euro aralığında satılması beklenen Pablo
Picasso’nun Portrait de Dora Maar’ı olacak.
Öne çıkan diğerlerinden Wifredo Lam’ın Sans
Titre’i 260-360 bin, yine Picasso’nun Tête de
Faune Barbu’su, Joan Miró’nun Tête’i ve Marc
Chagall’ın Femme À La Bougie ou Ma Grand-
Mere’i 250-350 bin, Miró’nun Paysage’i 200-300
bin, Henri Matisse’in La Lecture’ü 150-200 bin
Euro aralığında yeni sahipleriyle buluşacak.
LALANNE’İN HİPOPOTAMLARI
DİKKAT ÇEKECEK
Sotheby’s, 23 Haziran’da Londra’da
“Empresyonist ve Modern Sanat Akşam Satışı”
ertesi gün, 24 Haziran’da yine Londra’da
“Empresyonist ve Modern Sanat Gündüz
Satışı”nı organize edecek. Müzayede seçkileriyse
henüz açıklanmadı.
24 Haziran’da Paris’te ise önce “Çağdaş
Sanat Gündüz Satışı”, ardından da “Çağdaş
Sanat Akşam Satışı” gerçekleşecek. “Çağdaş
Sanat Gündüz Satışı”nda son 80 yılın ustalarının
başyapıtları koleksiyonerleri heyecanlandırırken,
“Çağdaş Sanat Akşam Satışı”, savaş
sonrası dönem ve çağdaş sanatın ‘blue-chip’
kategorisinde değerlendirilen işleriyle göze
çarpacak. 20. yüzyılın ikinci yarısına damga vuran
ustalara ait eserler, meraklılarını buluşturacak.
25 Haziran’da Paris’te gerçekleşecek
“Önemli Tasarımlar” müzayedesi, 20. Yüzyılın
önemli tasarımlarına yer verirken, sanatseverlere
Jean Dunand, Georges Jouve, Jean-Michel
Frank, Pierre Jeanneret, Alberto Giacometti,
Claude & François-Xavier Lalanne, Paul Dupré-
Lafon, Marc Newson, Eugène Printz ve Ron
Arad’ın aralarında olduğu sanatçıların işlerini
sunacak. Seçkinin gözdelerinden François-
Xavier Lalanne’in Famille d’Hippopotames’ının
fiyat istek üzerine belirlenecek.
Sotheby’s’in 26 Haziran’da Londra’da
gerçekleştireceği “Çağdaş Sanat Gündüz
Müzayedesi”, şubatta gerçekleşen çağdaş sanat
gündüz müzayedesinin başarısı ardından
koleksiyonerleri bir araya getirecek. Müzayede
kapsamında açıklanan işlerden A.R. Penck’in
1971 tarihli System B-System A’inin 180-250 bin
sterlin aralığında satılacağı tahmin ediliyor.
Müzayede evi, 23 Haziran ile 30 Haziran
arasında online olarak “Tablo, Desen, Heykel
1300-1900” başlıklı satışı gerçekleştirecek.
Eski ustaların çizim ve resimlerinden 19. Yüzyıl
resim ve heykellerine uzanan geniş bir seçki
sunacak müzayedenin dikkat çekenleri arasında
Sébastien Bourdon, Jacob van Loo, Jean-
Baptiste Carpeaux ile Jean-Baptiste-Camille
Corot’nun işleri yer alacak.
Sotheby’s’in haziran sonunda dikkat çeken
müzayelerinden biri de 22 Haziran-2
Temmuz arası online olarak gerçekleşecek
“Empresyonist & Modern Sanat” satışı
olacak. Müzayede seçkisi ise henüz açıklanmadı.
Sotheby’s’in haziran ayında New
York’ta gerçekleştireceği “Amerikan Sanatı”,
“Çağdaş Sanat Akşam Müzayedesi” ve
Empresyonist&Modern Sanat Akşamı” satışlarının
tarihleri de henüz netleşmiş değil.
Bonhams’ta Empresyonist Ustalar İlgi Görecek
Phillips’ten Online Çağdaş Sanat Seçkisi
Bonhams Müzayede
Evi, 23 Haziran’da New
York’ta gerçekleştireceği
“Empresyonist ve Modern
Sanat” müzayedesi
ve seçkisindeki Edgar
Degas’nın Scène de Ballet,
Arlequin et Colombine’ı
ile koleksiyonerleri
heyecanlandırıyor.
Bonhams Müzayede Evi, 10
Haziran’da Sydney’de gerçekleştireceği
“The Grice Collection” satışında
baskı, resim ve minyatürlerden
oluşan geniş bir seçkiye yer verecek.
Açıklanan işlerden öne çıkanlar arasında
Adrian Feint’ın Tulips and Roses’ı yer alıyor.
Eserin tahmini satış fiyatı 7-10 bin
Avustralya doları olarak açıklandı.
Bonhams yine aynı tarihte, 10
Haziran’da New York’ta “19. Yüzyıl
Avrupa Resimleri” müzayedesi düzenleyecek.
Satışın gözdesinin 250-350 bin
dolar tahmini satış fiyatına sahip, Jean-
François Millet’nin Laitière Normande’ı
olacağı tahmin ediliyor. Jean-Baptiste
Camille Carot’nun Environs d’Arras, borde
de la Scarpe’ı 80-120 bin, Luzancy, Le
Chemin des Bois’sı 50-70 bin aralığında
satışta olacak. Jules Cyrille Cavé’nin
Meditation’ı 50-70 bin, Thomas Luny’nin
The East Indiaman General Goddard with
the Dutch Fleet’i 40-60 bin dolar aralığında
alıcılarıyla buluşacak.
ÇAĞDAŞ ORTADOĞU SANATI
MERAKLILARI BULUŞACAK
Bonhams, 11 Haziran’da Londra’da iki
ayrı müzayede düzenleyecek. “İslam ve
Hint Sanatı” satışında 262 lot bir araya
getirilecek. Müzayedenin gözdeleri arasında
Maqbool Fida Husain’in işleri göza
çarpıyor. Sanatçının Mother Theresa’sının
tahmini satış fiyatının 30-50 bin, Bird of
Peace’ininki ise 15-20 bin sterlin aralığında.
Syed Haidar Raza’nın Flora Fountain,
Bombay’ı ile George Keyt’in Two Figures’u
ise 8-12 bin sterlin aralığında satışa çıkacak.
“Modern ve Çağdaş Ortadoğu Sanatı”
satışında ise Jewad Selim’in Nisa Fi Al-
İntidar’ı 150-250 bin sterlinlik tahmini
sartış fiyatıyla müzayedenin gözdesi
olmaya aday. Mahmoud Mokhtar’ın The
Veiled Woman or Princess (El-Amira)’i 90-
120 bin, Sohrab Sepehri’nin Untitled (from
the Tree Trunk Series)’i 80-120 bin dolar
tahmini satış fiyatıyla ön plana çıkıyor.
Aynı gün, 11 Haziran’da Amerika kıtasına
baktığımızda ise, Bonhams’ın
programında New York’ta gerçekleşecek
“Modern ve Çağdaş Afrika Sanatı” müzayedesinin
olduğunu görüyoruz. Nijeryalı
sanatçı Demas Nwoko’nun Children on
Cycles’ı ile Senegalli Papa Ibra Tall’ın Vin
Noir’ının yüksek rakamlara ulaşacağı düşünülüyor.
18 Haziran’da Londra’da gerçekleşecek
olan “Baskı&Çoğaltmalar” müzayedesinden
paylaşılan işler arasında ise
Harland Miller’ın Overcoming Optimism’i
göze çarpıyor. Eserin tahmini satış fiyatı
10-15 bin sterlin aralığında.
Bonhams’ın 23 Haziran’da New
York’ta gerçekleştireceğini açıkladığı
“Empresyonist&Modern Sanat” satışı ise
hazirana damga vurmaya aday. Fransız
empresyonist ustalardan Edgar Degas’nın
Scène de Ballet, Arlequin et Colombine’ı
300-500 bin dolar tahmini fiyata yeni sahibiyle
buluşmaya hazırlanıyor.
24 haziran’a geldiğimizde ise
Bonhams’ın takviminde Londra’daki
“Modern&Çağdaş Sanat” isimli müzayedeyi
görüyoruz. Seçkiden açıklanan tek
iş, 5-7 bin sterlin aralığında alıcı bulması
beklenen Carla Accardi’nin Azzurro Viola
Arancio’su oldu. Aynı tarihte New York’ta
ise “Savaş Sonrası&Çağdaş Sanat” müzayedesini
görüyoruz. Seçkiye dair yer verilen
tek bilgi ise, müzayedenin Amerikalı
sanatçı Leo Villereal’in 2002 tarihli
Lightscape’ine yer veriyor oluşu…
Phillips, ay başında çağdaş
sanat seçkisi sunacağı
“Bağlan/Yansıt/Topla” başlıklı
satışı haricinde haziran
ayını online tasarım, saat ve
mücevher müzayedeleriyle
tamamlayacak.
Phillips Müzayede Evi, küresel korona virüsü
salgını nedeniyle insanların evlerinde
karantinada geçirdiği süreçte, haziran
ayını da kısmi olarak online müzayedelerle
geçirecek. 13-21 Mayıs tarihleri arasında online
olarak gerçekleşen “Shaping the Surface”
müzayedesi, resim düzleminin iki boyutlu yapısını
‘bozan’ çağdaş sanat eserlerinden oluşan
bir seçkiye yer verdi. Müzayedenin öne çıkanları
arasında Martin Kippenberger’in 1992
tarihli Ohne Titel(der Onkel kommt’u, Amoako
Boafo’nun Sleepy Lady’si (2019) ile Genieve
Figgis’in Adam & Eve’i (2019) yer aldı. 13-21
Mayıs tarihleri arasında gerçekleşerek 21 Mayıs
Perşembe sonlanan bir diğer müzayede “Happy
Hour: Online Auction” adını taşıyordu. 33 lotun
sunulduğu müzayedede öne çıkanlar arasında
50 bin dolarlık açılış fiyatıyla Urs Fischer’in
4.15pm & 4.15pm’i ile 40 bin dolar açılış fiyatına
sahip Vik Muniz’in The Raft of the Medusa, after
Géricault from Pictures of Chocolate’ı yer aldı.
Phillips’in 20-28 Mayıs tarihleri arasında sanal
ortamda gerçekleşen “Refresh:Reload”
müzayedesi, 20. Yüzyıl sanatı ve çağdaş sanat
işleriyle birlikte değerli saatler ve mücevherleri
bir araya getiren bir seçkiye
sahip. İşler arasında öne çıkanlar ise şöyle:
Genieve Figgis’in Gentleman Caller’ı (2014),
Katherien Bernhardt’ın Fake Love’ı (2019),
Claire Tabouret’nin My Waves’i (2019) ve Josh
Sperling’in Red Squiggle’ı (2015).
26 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında ise
“Bağlan/Yansıt/Topla Çağdaş Sanat Seçkisi”
başlıklı müzayedeyi görüyoruz. Seçkide yer
alan işlerden öne çıkanlar arasında Amoako
Boafo’nun Cobinnah with Yellow Nails’ını, Andy
Warhol’un 1954 tarihli One Blue Pussy’sini, Enoc
Pérez’in Ponce Inter-Continental Hotel, Ponce,
Puerto Rico, 2003’sini ve Steve Claydon’ın The
Graven in Tandem’ını saymak mümkün.
26 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
GÜNCEL SANAT/ÖZEL SÖYLEŞİ
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 27
GÜNCEL SANAT/ÖZEL SÖYLEŞİ
“Çağdaş Sanata Destek” Kampanyası
“Bu salgın İstanbul’a farklı bir güç
verdi” diyen Ali Güreli, salgın sebebiyle
başlattıkları “Çağdaş Sanata Destek”
kampanyasını, CI’ın Eylül ayı yerine Aralık’ta
yapılacağını ve fuarın online versiyonu için
çok kapsamlı bir çalışma başlattıklarını
anlattı.
Şebnem KIRMACI
Ali Güreli
Dünyanın en önemli sanat
etkinliklerinin başında gelen Venedik
Bienali’nin 2022 yılına (Nisan 23
– Kasım 27) ertelendiği açıklandı.
Art Basel iptal edildi. Bu kararlar,
salgının sadece önümüzdeki günlerde
değil, önümüzdeki yıllarda da
sanat ve kültür dünyasında ki çoğu
etkinliğin programını değişikliğe
uğrayacağının en iyi göstergelerinden.
Siz İstanbul’un uluslararası çağdaş
sanat fuarını yıllardır yapan bir
yapının başındasınız. Salgın bu yıl
Eylül ayında yapılması planlanan
Contemporary Istanbul programını
her anlamda nasıl etkiledi?
İçinde bulunduğumuz ortam, bu salgının
bilinmezlikleri doğal olarak dünyayı
ve tüm insanları etkiledi. Dünya insanı
ilk kez bununla karşılaştı. Her gün yeni
bir bilgi doğuyor, yoğun bir öğrenme sürecindeyiz.
Bu sürecin devam edeceğini de
öğrendik. Türkiye’nin ve Türk insanının
bir avantajı yaşadığımız bölgenin ve de
ülkemizin “kriz” kavramına yatkınlığıdır.
Ben krizlerle büyüdüm ve yaşadım, hepsi
de geride kaldı ama öğrendik, bu yaşama
da böyle bakar olduk. Öğrendiğimiz
önemli husus, sorunu iyi anlamak, izlemek
ve hızla çözümü aramak yanında bu
ortamda elde edilebilecek fırsatlar nelerdir,
fırsat ‘varmıdır’ aramak oldu. Mart
ayı başından itibaren dikkatle izliyorum
ve bugün de büyük bir fırsat görüyorum.
CI 2006 yılında dünyada 21. sanat fuarı
olarak yerini aldı, 2019 yılında sanat fuarı
sayısı 320’yi geçti. Salgın fuarları durdurdu,
erteletti, aynı zamanda sayısının da
ciddi olarak azalması sonucunu doğurdu.
Bu ne kadar devam edecek göreceğiz ancak
aynı zamanda CI’a ve İstanbul’a faklı
bir güç verdi.
Nasıl?
Birçok fuar devam edip etmemeyi düşünebilir
ama İstanbul dünyada sanat ve
kültür kenti olma yolunda yukarı sıralara
tırmanır diye görüyorum. Bu çerçevede
CI fuarı bu yıl da gerçekleştirecek. Bu kararımızda
15. Senede de Akbank’la birlikte
yola devam ediyoruz ve yanımızda olmasının
önemi büyük. İstanbul’un belki en
güzel ayı olan Eylül ayı yerine daha tedbirli
olmak, insanların kendilerini daha
güvenli hissetmeleri ve tabii seyahat etme
duygusunun daha kuvvetli olabileceği düşüncesi
ile Aralık 2020’ye geçmeye karar
verdik. Bu düşüncemizi önce Danışma Üst
Kurulu ile paylaştık, devamında 40’a yakın
yerli galeri ile paylaştık ve eğilim bu
şekilde oluştu. Haziran ayında ise yabancı
galerilerle görüşmelerimizi ele alacağız.
Yurt dışında ve ülkemizde ki ortamın
yumuşadığını izlemek ve akabinde yurt
dışı galerilerle de paylaşmayı tercih ettik.
Yurt dışında 14 farklı şehirde yerleşik
CI Ambassadors ile geçtiğimiz hafta paylaşımımızda
da Aralık ayının tercih edildiği
anlaşıldı.
Aslında CI bu yıl 15.yılına girdiği
için bir dönüm noktası sayılabilecek
zaman dilimindeydi. 15.yıl
hazırlıkları ve sunumu salgın
kapsamında nasıl etkilendi?
15. Yılında da, her yönü ile sarsılmış bir
dünyada sanatın devamlılığı, birbirimize
daha önceki kadar yaklaşamayacak
olsak da sanat fuarı ortamında olmanın
değerini gözeterek “bu yılda yaptık
Contemporary Istanbul’u” diyebilmenin
keyfini, gururunu düşünerek çalışmaları
sürdürüyoruz. Ocak 2020’de yeni
kurulan DÜK Danışma Üst Kurulu ilk toplantısını
yaptı, hedeflerini 2020 yanında
önümüzdeki yılları da kapsayacak şekilde
konuştu, değerlendirdi. 21 Mayıs’ta New
York’dan başlayarak, Ekim’de Londra
(Frieze) ve 2021’de Venedik Bienali, New
York ve Los Angeles’ide kapsayan ve her
yıl tekrarlanmak üzere davetler programını
New York merkezli ATS American
Turkish Society ile birlikte çalışmaya başladık.
2021 yılında ayrıca Dubai, Berlin ve
Moskova’da da benzer tanıtım davetlerinin
yapılabilmesini 2019 yılında kurulan
TGTA Turizm Geliştirme ve Tanıtma
Ajansı ve THY ile birlikte planlama sürecini
ilerlettik ve aniden Mart ayında
DÜK’ün 2. toplantısını yapmaya da fırsat
kalmadan “evde kal” dönemine girdik.
Bu programı dünyadaki gelişmelere
paralel olarak, 2021 başından itibaren
devam ettirmek istiyoruz. Art Basel Basel
çok yeni bu yıl gerçekleşmeyeceğini ve
2021’e odaklandıklarını açıkladı, Aralık ilk
haftasında yer alan Art Basel Miami yapacaklarını
da belirttiler, Miami’deki paralel
fuarlar da Aralık başında yerlerini alacaklardır,
bunlardan Untitled’in hem fiziki
hem de çevrimiçi yer almasına çalışılıyor.
Ben geleceğe olumlu bakıyorum, zorlukların
içinden farklı iyiliklerin doğacağına
ve bu ülkenin geleceğinin çok iyi
olacağına inanıyorum. Evet etkilendik,
evlerimizden nasıl daha iyi yaparızı düşünüyor,
tartışıyor ve çalışıyoruz.
Sanata ve sanatçıya genel anlamda
destek olunması konusunda bir
girişiminiz olacak mı? Olacaksa nedir
ve detaylarıyla anlatır mısınız?
1990’lı yılların başından itibaren turizm
sektöründe gelişmenin, ilerlemenin,
başarılı olmanın paylaşma ve dayanışma
olduğuna inanarak sektörel sivil
toplum kuruluşlarında kurucu olarak görev
yaptım. Üniversite ve sonrası dönemde
sanat sever, devamında ise sanat alımı
yaparak devam ettim. Yıllara yayılan
bu süreçte sanat piyasası ve sektörünü ihtiyaçları,
eksikleri, nasıl gelişebileceği yönünde
sürekli izleyerek, öğrenerek sanat
fuarı yapmaya karar verdim. İlk 4 yıl
Art İstanbul ve son 15 yıldır da CI ile ilerliyoruz.
Bu sektörün gelişmesi için yoğun
bir sorumluluk hissi ile ilerlemeye çalışıyoruz.
Toplumumuzda sanata ilgi, sevgi
ve önemini anlama konusunda bir görevimiz
var diye görüyoruz. Sanatın gelişmesi,
pazarın büyümesi için öncelikle
önündeki engellerin kaldırılabilmesi
için gerekli mevzuat değişiklikleri, yasalardaki
farklılaşmaları sağlamak için çalıştık,
çalışmaya devam ediyoruz. Bir sanat
fuarının üzerine vazife olmayan işleri
yaptık. Bu nedenledir ki bu işleri kurumsal
olarak yapmak için CI Vakfı’nı 2019 sonunda
kurduk. Vakfın amacı sanat, kültür
ve eğitim olarak geçer ancak ayrıca ticari
bir amacı olmayan bu kurumun gelişmeleri
örgütlü olarak yapma amacı ve görevi
de vardır. Global anlamda yaptığımız
ve yapmaya devam edeceğimiz husus tüm
sektör paydaşlarının dünyadaki meslektaş
ve kurumlarla daha sağlıklı iletişim kurmalarına
ortam sağlamak, platform görevi
olmaktır.
Üç ay boyunca evlerimize hapsolmamıza sebep veren salgın
global anlamda tüm kültür sanat takvimini altüst etti.
Bu söyleşiyi gerçekleştirdiğimizde dünyanın şampiyon
sanat fuarı olarak bilinen Art Basel ertelenmiş ancak tamamıyla
iptal edilmemişti. Ülkenin tek uluslararası fuarının kurucusu
Ali Güreli’ye bu yıl 15.si düzenlenecek Contemporary İstanbul’un
akıbetini sormak için ulaştık. Ancak bu söyleşiyi gerçekleştirmekteki
asıl amacımız yerel ve uluslararası galerileri bir çatı altında
toplayan bir sanat fuarını uzun süredir yapan biri olarak,
sadece CI’ın ayakta kalması için değil, sanatın global anlamda
varlığını sürdürmesi için bir düşüncesi olup olmadığını sormaktı.
Güreli bu konuda sorumluluk hissettiklerini “geçmiş yıllarda
yapamadık ama bugün paylaşma ve dayanışma zamanıdır,”
diyerek başlattıkları #çağdaşsanatadestek kampanyasını, CI’ın
Aralık’ta yapılacağını ve İstanbul’un nasıl bu işten güçlenerek
çıkacağına inandığını anlattı.
CI’18, Pascale Marthine Tayou, Colonne coloniale, 2015, Galleria Continua
glass sculptures made by Berengo Studio, Murano, Italia, column of enamelled pots
Almanya başta olmak üzere Avrupa
ülkeleri sanata ve sanatçıya son derece
parlak destek paketleri sundular hatta
hemen hayata geçirdiler. Ülkemizde
güncel sanat alanına destek konusunda
herhangi bir yardım konusu gündeme
gelmiş değil. Sizce gelmeli mi? Eğer
devlet bu alana hiç yardım etmezse
burada maddi yükümlülüğü kim
omuzlayacak? Bunun önemi nedir?
Evet çok önemli bir konu bu, sanata ve sanatçıya
destek veren ülkeleri gelişmiş ülkeler
başlığında toplayabiliriz. Bu ülkeler
onlarca yıl önce sanatın toplumun sağlığı
için önemini anlamış, “paylaşmış ve dayanışmış”
ülkelerdir. Sanat ve kültür, ülkeleri
ileri götüren kuvvetli ekonomi ve
siyaset kadar hatta onlardan daha önem-
lidir. Bu anlayış olmadan herkes münferiden
zenginleşmeye çalışarak kendi
yaşamlarını düşünürken aslında çocuklarının,
ülkelerinin geleceğini göz ardı
ederler. Sorunuzun kaynağında “devlet
ne yapmalıdır, nasıl destek olmalıdır
ve neden olmamaktadır yatıyor. Bu soruyu
iki hafta kadar önce ana konusu turizm
olan, TTYD Türkiye Turizm Yatırımcıları
Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanı ve
üst yöneticileri ile olan dijital toplantımızın
sonunda sorma fırsatı buldum. Netice,
devletin destek verebilmesi için sektörün
ölçülebilir, tariflenebilir olmak yolunda
örgütlenmesi gerekiyor. Bugüne
kadar devletle olan iletişimi hiç de görevi
ya da sorumluluğu olmamasına rağmen
Contemporary Istanbul çeşitli şekillerde
üstüne aldı. Bu sektörün KOBİ’lere verilen
desteklerini gerçekleştirdi, gelişme, büyüme
için yüksek KDV’nin büyük bir engel
olduğunu, kurumsal koleksiyonerliğin
yerleşmesi için Kurumlar Vergisi matrahında
sanat eseri alımlarının yer alması
gerektiğini, gelişmiş ülkelerde böyle olduğunu
vurguladı ve Maliye Bakanlığı’na
anlattı, çabaladı. Şimdi diyorum ki, CI’ın
tek başına çabalaması ile bu belki olur
ama başta sanat galerileri olmak üzere
tüm paydaşların birlikteliği, dayanışması
ile netice elde edilebilir.
Birlikte düşünme, paylaşma ve dayanışma
kültürünü mutlaka öğrenmemiz
gerekiyor.
Salgın dolayısıyla Dallas Art Fair, Art
Basel Hong Kong ve David Zwirner’ın
“Platform” adlı dijital inisiyatifi
online sanat satışı konusunda ilk
örnekler oldular. Bu deneyimlerden
ortaya çıkan sonuçlardan biri fiyat
politikasında şeffaflıktı. Şayet online
versiyon olursa katılımcı tüm galeriler
sizce fiyat politikalarında şeffaflık
sergilemeli mi? Düşünceniz nedir?
Covid 19’un ortaya çıkışı ile zaten var olan
ve büyümekte, yayılmakta ve yeni kuşakların
adeta 6. duyusu haline geldi. Covid
19 bu gelişmeyi birden çok hızlandırdı,
yeni dijital çağ diye adlandırdık ancak gelecek
zaten bu yolda ilerlemekteydi. CI’da
fiziki fuar ile paralel hibrid model anlamında
çevrimiçi fuarını da hazırlamaya
Nisan ayı başında girişti. Sanatı izleme,
hissetme, bir eserin önüne geldiğinizde
sizde oluşan duygu ve düşüncelerin keyfini
ve anlamını bilen kuşaklar olarak bu
yeni dünyayı kabullenmekte zorlanmamız
son derece doğaldır. Kimlerimiz hiç
kabullenmeyebilir ancak çevrimiçi sanat
dünyasının büyümesini kaçınılmaz olarak
görüyorum. Teknolojik gelişme bize,
bizim kuşağa da bunu öğretecek diye görüyorum.
Fiziksel fuarların, sergilerin
ve sanat galerilerinin devam edeceklerine
de kuvvetle inanıyorum. Birisi diğerinin
alternatifi olarak bakmamak gerek,
sanat fuarları, sanat galerileri, çeşitli
sergiler hatta müzeler sanatın izlenmesi
yanında insanlara kıymeti çok yüksek
deneyim yaşatmakta, zamanımızı nitelikli
yaşadığımız duygusunu vermektedirler.
Bu duygudan vazgeçmemizin gereği
yok tabii ancak dijital dünyaya sanatın
çok daha büyük kitlelere daha hızlı ulaşmasını
sağlayan önemli bir araç olarak da
bakıyorum.
Sanatın online dünyada fiyatlanarak
yer almasını son derece olumlu buluyorum.
Özellikle de ülkemizde. Dört yıllık
Art İstanbul deneyiminden sonra CI’ın
15. Yılına geldik. Art İstanbul ile beraber
bu 19 yıl içinde sanat sever sayısının artışını,
koleksiyoncu, sanatçı ve galeri sayısının
artışını izledim ancak genç insanların
bilemedikleri, sormaya çekindikleri
sanat eserinin fiyatı nedeni ile sadece bu
duygunun değişemediğini de izledim. Bu
çekingen tavır ülkemiz insanında yerleşik
bir görüntü, giderek değişiyor, genç insanların
yeni sanat severlerin bilinçlendikçe,
öğrendikçe, derinleştikçe ve dolayısı
ile kendilerine olan güven duyguları
güçlendikçe değişecektir. Sanat eserinin
fiyatı bu yönden önemli, cesaretlendirici
olur düşüncesindeyim. Bir diğer açıdan ise
sanat pazarının şeffaflaşması, netleşmesi,
ölçülebilir seviyeye ve dolayısı ile reel bir
sektör olarak konumlanması sonucunun
da yararlı olacağını hatta şart olduğunu
düşünüyorum. Tabii ki bu sadece fiyat
koymakla olmaz, buna paralel gelişmenin
önünde duran engellerin de hızla kaldırılmalarının
zamanı çoktan geldi.
Sanat eseriyle izleyicinin kurduğu
ilişki çok biricik ve kişisel.
Online bir platformda yaşanacak
deneyim sizce sanatın içeriğini
uzun vadede şekillendirir mi?
Sanatı insan üretiyor, nasıl ve hangi düşünce,
malzeme ve teknikle üreteceğine
de sanatçı karar veriyor. Sanatçıların
bu özgürlükten taviz vermelerinin mümkün
olamayacağı aşikar, anlamı da yok.
Sanatın ve sanatçının varoluşuna aykırı
olarak görürüm. Online platform, içinde
tarifi net olan sadece bir platform. Sanatın
bir gösterilme şeklinden öte bir şey değil
ancak zaman içinde bazı sanatçılar eserlerinin
online platformda daha iyi ya da
farklı algılanmaları için farklı teknikleri
kullanırlar mı, buda zaten halen de mevcut
olan bir üretim şekli.
Önümüzdeki süreç halen çok belirsiz
ve sanat etkinliklerinin tarihileri ve
içerikleri konusunda bir çok değişikliği
de beraberinde getireceğe benziyor.
Daha sonradan yaşanan gelişmelerle fikriniz
değişebilir ancak şu anda olduğumuz
noktadan baktığınızda nasıl bir CI hayal
ediyorsunuz?
Evet, belirsizlikler devam ediyor, daha
önce ülke olarak yaşadığımız krizli, zor
dönemlerden farkı aynı belirsizlik sürecini
bütün dünyanın birlikte yaşıyor olmasıdır.
Ancak sürecin başındaki döneme
göre daha belirgin olan bir çok hususta
var. Süreklilik arz eden bir öğrenme, keşfetme
dönemindeyiz, bu yönden baktığımızda
zamanın lehimize geliştiğini, gelişmesi
gerektiğini varsayabiliriz. Aynı
geçmiş aylarda olduğu gibi önümüzdeki
ayların sonunda da farklı düşüneceğiz.
Ben içinde bulunduğumuz dönemin
CI ve sanat sektörü için değerli fırsatlar
taşıdığını düşünüyorum. Bu yılın ilk yarısında
nerede ise tüm fuar ve etkinlikler
yapılamadı. Önümüzdeki 3-4 ayda kritik
olma ihtimali yüksek aylardır. Bunun
neticesi olarak sanat pazarı çok ciddi küçüldü,
sanatçılar, galeriler ve daha bir çok
sanat kurumu ayakta kalma mücadelesi
içinde. İlk soru içinde dünyadaki fuar
adetleri seyrini belirttim, adeta sanat fuarı
olmayan kentler kendilerini eksik hisseder
bir konuma girdiler. Bu durum hızla
değişiyor, belli bir süre bu dönem devam
edebilir. Hangi fuar yada etkinliklerin
devamlılığı olacaktır diye bakıldığında
İstanbul’un gücü, konumu, özellikleri
ile daha farklı ve güçlü olacağını düşünüyorum.
Dünyada insanlar İstanbul’a seyahat
etmekten büyük keyif alıyorlar, bu
şehrin kıymeti öne çıkacaktır diye bakıyorum.
Bizlerin, tüm oyuncuların bu bakış
ile dünyadan galerileri, sanatçıları,
koleksiyoncuları ve tüm profesyonelleri
İstanbul’a davet etmemiz, Aralık ayında
gelin İstanbul’da birlikte olalım, bu sene
kendinize, sevdiklerinize İstanbul’da bir
sanat eseri alın diyen bir çalışmayı birlikte
yapmalıyız. Öncelikle batı dünyasının yıllardır
sadece dinlenme, eğlenme ve yeni
yılı kutlama ayı olarak kabul ettiği Aralık
ayının 2020 yılında farklı konumlanması
mümkündür. Bunu bir fırsat olarak görüyorum.
2021 yılı ise İstanbul’da Atatürk
Kültür Merkezi ve Galata Port projelerinin
yerini aldığı yıl olacak.
11-19 -21 Mart tarihleri arasında
yapılması planlanan Art Basel Hong
Kong malum sebeplerden dolayı
fiziksel mekanında gerçekleşmedi.
Fuar 20-25 Mart tarihleri arasında
Online Viewing Room’larda
gerçekleşti. 31 ülkeden, 235
uluslararası galerinin katıldığı fuarda
2.000 sanat eseri satışa sunuldu.
Aldığımız bilgilere göre online fuarı
dünyanın farklı yerlerinden 250.000
ziyaretçi gezdi. Aynı fuar fiziksel
mekanında bir önceki yıl 88.000
ziyaretçiyi ağırlamıştı. Aynı fuardan
çıkan bir başka sonuçsa dijital fuarın
tecrübe olarak fiziksel fuarın yerini
tutamadığıydı. Galericiler ve sanat
alıcıları sadece işleri sergilemekle
yada görmekle tatmin olmadıklarını,
önemli olanın fikir alışverişi
yapmak, ilişkileri geliştirmek, yeni
bağlantılar kurmak ve projelere
adım atmak olduğunun altını
çizdiler. Bu verilere bakarak sizin
yorumlarınız ve fikirleriniz nelerdir?
Bu konu yani kısaca “fuarın lezzeti” üzerinde
ilk başından itibaren çalışmaya başladık.
Aynı soruları önce kendimize sorduk.
Bizler fuarın sadece bir sanat alış
verişi ortamı olmadığını bilen, aynı zamanda
bir sosyal ortam, bir duygu alış verişi
ortamı olduğunu da bilen yaşayan insanlar
olarak online fuarı şekillendirerek,
yazılımını buna adapte etmeyi benimsedik.
Bu yönde çalışmalarımız devam ediyor.
Bugüne kadar yapılan online fuarlar
en son Frieze NewYork çıktıları ile bir
çok ders alacak ve farklılaşacaklardır.
Bugünler de ArtParis var, onuda izliyoruz.
Bu kadar kapsamlı bir etkinliğin online
olarak başarılı sunulması için sadece
teknoloji değil belli bir zaman dilimine de
ihtiyaç var, çok kapsamlı bir çalışmadan
söz diyoruz. Contemporary Istanbul 2020
Online’ın birinci versiyonu azami kapsamlı
ve keyifli olacaktır, hedefimiz böyle.
CI’18, Aboudia, Gangster 01, 2018, Ethan Cohen
Mixed media on canvas
ÖNCE YAPAMADIK, ŞİMDİ YAPALIM
Her zor dönem ki bu kadar zoru, bilinmeyeni ve geleceği göremediğimiz bir dönemi
hiç yaşamadık, içinde farklı çözümleri ve fırsatları da taşır diye düşünüyorum.
Başlangıçta sanat satın aldım, sanatçıları tanıdım, ve bu dünyadan beslendim, zihnimi
ve bedenimi genç tuttum ve buna devam ediyorum. Ancak “fuar” yapmaya
karar verdiğim 2001 yılından itibaren, bu sektörün farklı dinamiklerini izledim,
bir sektör olarak vasıflandırılması için nelerin eksik ya da engel olduğunu fark ettim.
Bu uzun bir liste ancak birinci sırada, insanlığın ortaya çıkışından itibaren var
olan bu muhteşem duygunun daha fazla paylaşma ve birbirini anlayan insanların
daha fazla dayanışma içinde olmaları yer almaktadır. Paylaşma ve dayanışma,
motto budur. Geçmiş yıllarda yapamadık, bugün bu anlayışa gelmenin, buna inanmanın
tam zamanıdır.
CI EYLÜL DEĞİL, ARALIK’TA
Contemporary Istanbul, tarihini belirlemek için bir seri dijital toplantılar düzenledik.
İlk toplantımızı Başkanlığını Suzan Sabancı Dinçer’in üstlenmiş olduğu DÜK
Danışma Üst Kurulu ile yaptık. Takiben 40’a yakın yurt içi galerinin katılımı ile üç
ayrı toplantıda bu husus ele alındı. Aynı dönemde dünyada 14 ayrı şehirde yerleşik
14 CI Ambassador’un katılımı ile aynı konuyu paylaştık.Netice olarak, son 75
gündür izlediğimiz dünyadaki değişmeler, Covid 19 eğrilerinin seyri, dünya turizm
ve ulaşım sektörlerindeki yaklaşımlar, planlamalar bizi 2020 CI’ın Aralık ayına
taşınması kararına getirdi. 14 ve 15 Aralık özel ön izleme, 16-20 Aralık kamuya
açık günler olarak 14 yıldır 4,5 gün yerine toplam 7 gün olarak gerçekleştirmeyi
hedefliyoruz. Önümüzdeki günlerde Uluslararası Fuarlar Birliği UFİ ve ülkemizde
de TOBB’nin kararları ile fuar ziyareti yeni yönetmeliği çıkacaktır. Bu yönetmelik
fuar ziyaretçisi oranları ve sağlık tedbirlerini belirleyecek. Ziyaretçi sayısı ve saatlerinin
yönetilmesi son derece önem taşımaktadır. Daha fazla gün sayısı buna paralel
öngörüldü.
#ÇAĞDAŞSANATADESTEK
Çağdaş İstanbul Vakfı, 1 Haziran’da #çağdaşsanatadestek çağrısını başlattı.
Öncelikle sosyal medyada Danışma Üst Kurul Başkan ve üyelerinin kısa video davetleri
instagram sayfalarında yer alacak şekilde başladı ve 15 Temmuz’a kadar devam
edecektir. Umarız yakalanacak başarı eğrisi ile Eylül ayına kadar da devam ettirilir.
Vakıf çağrıyı başlattı, devam ettirecek, başarıya götürecek olan ve sanatın
devamlılığı, sanatçının üretmesi, galerilerin yaşayabilmesi amaçlı bu girişim herkesin
benimseyerek içinde yer almasıdır. Bu çağrı ile sadece ülkemizde değil dünyaya
da olumlu bir mesajın ülkemizden çıkması, dikkatlerin ve ilginin sanata dönmesi
pek ala mümkün olur. Buna tüm sektörün büyük ihtiyacı var. Bu açık çağrı ile
bu ülkenin sanatçıları ve galerileri #çağdaşsanatadestek haşhtag’i altında birleşecek,
sanat izleyicisi de burada oluşan ve büyüyen çok canlı, üretken ve dayanışan,
paylaşan kitlenin bir parçası olacak.
CI’19, Sudarshan Shetty, Untitled, 2016, Galerie Krinzinger
Porcelain and wood
28 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 29
MİMARİ / ÖZEL SÖYLEŞİ
MİMARİ / ÖZEL SÖYLEŞİ
Geleceğimiz Kırsal Alan mı?
Dünya nüfusunun %50’si
şehirlerde yaşıyor, kırsal
bölgelerse dünyanın
%98’ini oluşturuyor!
Kendimizi hapsettiğimiz
dar alanlarda bir de
pandemiyle baş etmeye
çalışırken Şubat ayında
New York Guggenheim’de
açılıp-kapanan bir sergi
hayatımızın odağına
koymamız gereken bir
sorudan yola çıkıyor.
“Geleceğimiz kırsal alanlar
da mı?” Rem Koolhaas’la
birlikte sergiyi düzenleyen
Samir Bantal ile ArtDog
İstanbul için özel bir söyleşi
yaptık.
Jeenah Moon, The New York Times
Bahar TURKAY
Jeenah Moon, The New York Times
Jeenah Moon, The New York Times
Çoğumuz bir konservenin içine sıkışmış kadar dar alanlarda
yaşıyoruz. Hepimiz alt alta, üst üste şehirlerdeyiz. Kırsal
bölgeler yani kentler tarafından işgal edilmemiş alanlarsa
dünyanın %98’ini oluşturuyor! Dünya nüfusunun %50’si ise
şehirlerde yaşıyor. Koskocaman bir gezegeni kullanma şeklimiz
bu! Kırsal bölgelere romantik bir özlemle ve uzaktan bakmak
yerine, oradaki gerçeklik üzerinden pek çok şeyi anlamaya
ihtiyacımız var. Countryside, The Future sergisi, Rem Koolhaas
ve 1998’de OMA bünyesinde çeşitli araştırma ve düşünce üretim
çalışmaları gerçekleştirmek üzere kurulan AMO’nun direktörü
Samir Bantal’ın gözünden meseleyi ortaya koyuyor.
Şubat’ta New York Guggenheim Müzesi’nde açılıp pandemi
yüzünden kapanan Countryside, The Future sergisi gerçekten
son yılların en ufuk açıcı en katda değer sergilerinden biri.
Sergi, Rem Koolhaas’ın son on yılını adadığı bir mesele üzerine
kurulmuş.
Taschen yayınlarından çıkan Countryside, A Report adlı kitap
sergiye eşlik ediyor.
Hızla ilerleyen teknolojik gelişmelerin, küresel ısınmanın
ve göç hareketlerinin etkisinde kırsal alanın nasıl bir dönüşüme
uğradığını gözler önüne seriyor bu sergi.
Japonya’dan Uganda’ya, Hollanda’dan Siberya’ya uzun süredir
görmezden geldiğimiz kırsal alanlar geleceğimizi radikal
şekilde değiştirme potansiyeline sahip. “Dünya nüfusunun
%50’sinden fazlasının şehirlerde yaşıyor olması kırsal alana iyice
sırtımızı dönmemize sebep oldu. Son yıllarda kırsal alanlarda
yaşanan inanılmaz dönüşüme tanıklık ediyorum. Bu sergi kırsal
alanda yaşanan dönüşümün hiç anlatılmamış hikayesini gözler
önüne seriyor, “diyen Koolhaas son yılların en önemli sergisine
kafa yormuş desek abartmış olmayız.
Guggenheim Müzesi’ndeki sergi, 20 Şubat tarihinde açıldı.
Açılıştan bir süre sonra hepimizi etkisi altına alan korona salgını
nedeniyle kapandı. Samir Bantal’ın verdiği bilgiye göre serginin
Haziran ayında yeniden ziyarete açılması umuluyor ve sergi takviminin
uzatılarak, yılın sonuna kadar açık kalması öngörülüyor.
Countryside, The Future sergisi kısaca ve toplu olarak “kırsal”
şeklinde isimlendirilen alanda meydana gelen radikal değişimler
üzerine yapılan araştırmaya dayanıyor. Samir Bantal’ın önerisi,
bunu kent veya kentsel gelişim üzerine bir eleştiriden ziyade,
kırsalla ilgili farklı ve çarpıcı bir okuma olarak değerlendirmekten
yana. Yıllardır farklı kıtalarda ve pek çok kentte hayli iddialı
mimari projelere imza atan Rem Koolhaas’ın bu içerik ve kapsamda
bir araştırma ve sergi projesi ortaya çıkarması da tam
olarak bu yaklaşımın bir yansıması gibi görünüyor.
Salgının hepimizi evlerden çalışmaya zorunlu kıldığı günlerden
birinde, İstanbul-Amsterdam arası canlı bağlantı kurarak,
Samir Bantal ile konuştuk.
%98’LİK ALANDA YAŞAYAN YOK
Sergi fikri nasıl ortaya çıktı?
2007 yılında ortaya konulan bir istatistik
kentlerde yaşayan insan sayısının,
kırsal nüfusun önüne geçtiğini söylüyordu.
Serginin dayanağı olan araştırma
ve fikir bu bilgiden çıktı. Sanıyorum
dünya tarihinde ilk kez karşı karşıya olduğumuz
ve elbette mimarlar da dahil
olmak üzere herkesin yalnızca kentleşmeye
odaklanması sonucunda şekillenen
ve beklenen bir durumdu. Sergide,
kentlere yönelik geliştirilen teoriler anlamında
ortaya konulan çaba ile, kırsal
bölgelere yönelik yapılan fikir üretiminin
eksikliğini aynı düzlemde göstermek
istedik. Bunun mimarlık için ne anlama
geldiğini tartışmak üzere 2010’un
başlarından itibaren, çeşitli dersler, konuşmalar,
stüdyolar kapsamında bir takım
girişimler oldu. Ardından, 2015 yılında
tanıştığımız Guggenheim Vakfı’nda
Mimari ve Digital Girişimler küratörü
Troy Conrad Therrien bize bu konudaki
araştırmamızı Guggenheim’da sergilemeyi
teklif etti. Bu bizim için de ilgi çekici
bir öneriydi, çünkü biz bu istatistiği sunduktan
sonra, bir yandan da her zamanki
işlerimizi, yani dünyadanın %2’lik bölümünü
kapsayan kentsel bölgedeki çalışmalarımızı
sürdürüyorduk.
EĞLENCE VE KONFOR: KENT
Kentler, eğlencenin gittikçe daha fazla
hakimiyet kazandığı, güvenlik, konfor
ve sürdürülebilirliğin yeni dogmalar olduğu
yerler haline geliyordu. Geri kalan
%98’lik kırsal bölgeler, yiyeceğimizin,
enerjimizin üretildiği alanlar olmaya devam
ederken, bir yandan da çok büyük bir
dönüşüm geçiriyordu. Biz de görmezden
geldiğimiz bu alanın, özellikle de mimarlar
tarafında daha fazla ciddiye alınması
gerektiği öne sürdük. Öncelikle denklemi
tamamlamak için…Çünkü, insanlar
bir yerden başka bir yere hareket ettiğinde,
gidilen yerle ilgili çalışmalar yürütülüyor,
ancak geride bırakılan yerle ilgili de
bu çalışmaları sürdürmek gerekiyor.
PEKİ KIRSAL NEDİR?
Bu anlamda gördük ki, kentin ayakta kalmasına
hizmet eden en radikal dönüşüm
kırsalda gerçekleşiyordu ve dolayısıyla
daha fazla görmezden gelinmemeliydi.
Biz de Harvard, Tokyo ve Nairobi üniversiteleri
gibi kurumlarla işbirliği içinde,
kırsal olarak adlandırdığımız bölgeyi
daha iyi anlamak için yaklaşık beş yıl süren
bir araştırma başlattık. “Kırsal” elbette
çok zor bir tanım çünkü pek çok şeyi
içerdiği için kapsama alanı kente göre bir
hayli geniş. Diğer yandan –örneğin tarım
arazisi gibi- bir kategori kısıtlaması
yapmaktan özellikle kaçındık. Meselenin
özünü net olarak %2’lik kentsel, %98’lik
kentsel olmayan alan olarak tarif ettik ve
bu tanımlama üzerinden ilerledik.
Kendi sorumluluğumuzu, bir terim
olarak dahi görmezden geldiğimiz bu parçanın
ne olduğunu daha iyi anlamaya çalışmak
olarak gördük. Bizler kent ve kentsel
planlamayla çok fazla meşgul olduk ve
nüfusun azaldığı alanlarla pek de ilgilenmedik.
Bu noktada odağımızı değiştirmek
için bunun araştırmaya değer bir mesele
olduğunu düşündük.
YİYECEK VE ENERJİ
Serginin hedeflerinden biri belirttiğin
gibi, kırsal alanı gündemimize yeniden
almak. Peki sence bu alanı daha fazla
araştırmak neden önemli?
Modern toplumların kırsal alanda olup
bitene gittikçe daha fazla bağlı olduğunun
farkındaysanız, bu alanı görmezden
gelmenin imkansız olduğunu görürsünüz.
Örneğin sosyal sistemimiz internete bağlı
ve internet şehir dışındaki veri merkezlerinde
barındırılıyor. Bazı durumlarda büyük
işletmelerin merkezleri dahi şehir dışında
konumlanıyor. Tüm bunlar bize o
bölgelerle tek bağımızın oradan gelen yiyecek
üzerinden olmadığını gösteriyor.
Enerji de oradan geliyor. Dolayısıyla plansız
işleyen bir sürece terk edilemezler.
Internetin arka planında işleyen tüm bu
veri merkezlerinin vahşi ve doğal ortamda
birer kutu halinde durduğu bu bölgelere
bakarsanız, buralarda bir planlamanın söz
konusu olmadığını görürsünüz. Bu sürece
dahil olan bir plancı veya mimar yok ortada.
Bu elbette biz mimarların işin içinde
olup bu mekanları tasarlaması gerektiği
anlamına gelmemeli. Ancak ölçeği ve
önemi itibariyle, bu tartışmanın bir parçası
olma noktasında sorumluluğumuz
olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu sebeple
bu değişimi gözlemlemenin, buna dahil
olma olasılığına bakmanın ve bu tartışmanın
bir tarafında yer almanın bizim
sorumluluğumuz olduğunu hissediyoruz.
AKILLI VE SAVUNMASIZ
Şu anda hepimizin bireysel, toplumsal
ve küresel boyutta salgınla mücadele ettiği
günler yaşıyoruz. Serginin temelindeki
bu fikir ve araştırmanın bugünlerde
daha fazla anlam kazandığını söyleyebilir
miyiz?
Bununla ilgili iki gözlem ortaya koyabilirim.
Öncelikle korona salgını bize çok
önemli şeyler gösterdi. “Akıllı” hayatlarımızın
ne kadar savunmasız olduğunu
gördük. “Akıllı” şehirlerde yaşıyoruz,
“akıllı” telefonlarımız var ve etrafımızdaki
her şey bu anlamda “akıllı”. Bu
“akıllı” ekonomiyle fazlasıyla iç içeyiz. Bu
anlamda hükümetlerin bile artık ortada
olmadığı bir yaklaşım özellikle Batı dünyasında
artış göstermişti. Örneğin bazı
ülkelerde sağlık hizmetleri tamamen dış
kaynakla temin ediliyordu. Ancak bu durum
bugün yaşadığımız sorunla başa çıkamamamıza
yol açtı ve hemen piyasanın
hükümetler tarafından yeniden inşa edilmesi
beklendi. Buradan bakınca önceki finansal
krizler bize hiçbir şey öğretmemiş
gibi görünüyor ve tüm bunlar her şeyini
piyasa kaynaklı ekonomiden temin eden
bizlerin ve modern toplumumuzun halen
ne kadar savunmasız olduğunu açığa
çıkarıyor. Bu enteresan bir gözlem bana
göre. Gelecekte çok daha fazla insanın
kentlerde yaşaması beklendiğine ve dolayısıyla
daha fazla insan bu piyasa odaklı
ekonomiye bağımlı olacağına göre, bu durum
gelecekte daha sorunlu hale gelecek.
DOĞAYLA BAĞIMIZ KOPTU
Bunun yanı sıra, günümüzde doğayla ilişki
kuracak bir arayüz bulma konusundaki
yetersizliğimiz de koronanın bize
gösterdikleri ile ilgili ortaya koyabileceğim
ikinci gözlem. Doğayla bağımız koptu.
Kent-doğa arasındaki sınırlarla nasıl
başa çıkılacağını bilmiyoruz. Kırsal alandan
ayrılmış olmamız, doğaya dair ortak
bilgiden de uzak olduğumuz anlamına
geliyor. Bu da beraberinde, doğayı nasıl
koruyacağımız sorusunu getiriyor. Bu
yalnızca iklim değişikliğine bir tepki anlamında
değil, aynı zamanda ortaya çıkan
talebe bir tepki olarak da önemli bir soru.
Bu doğrultuda geliştirilen veya en azından
üzerinde çalışılan farklı modeller var
ve bunlar daha fazlasını keşfetmek anlamında
değerli. Örneğin bu modellerden
biri, doğayı yani insan yaşamını korumanın
yegane yolunun, dünyanın / yeryüzünün
en azından yarısını doğa için muhafaza
etmek olduğunu iddia ediyor. Bir
diğer model, dünya ile ilişkimizi, daha ilkel
uygulamalar üzerinden öğrenme yoluyla
yeniden tanımlayıp, modern yaşamın
doğa ile nasıl bir arada olabileceğini
bulmak üzerine kurulu. Bunların hepsi
bana göre içinde bulunduğumuz korona
salgını üzerinden düşünebileceğimiz
önemli gözlemler.
ALTI ADET RAMPA
Projelere ve anlatıma gelirsek,
izleyicileri sergide ne bekliyor?
Guggenheim Müzesi zeminden yukarıya
doğru kesintisiz bir spiral şeklinde yükselen
altı rampadan meydana geliyor. Her bir rampa,
kırsal bölge ile ilgili tarihsel, güncel veya geleceğe
dair spekülatif bir anlatımdan oluşuyor.
Zemin katta Roma dönemindeki eski villaları
dönüştürerek sunduğumuz bir görsel koleksiyonu
var.
Müzenin dışında, 5 th Avenue girişinde endüstriyel
tarımda kullanılan kocaman traktör duruyor.
Bu yerleştirmeyle, makinanın gerçek ölçeğini
ve karmaşıklığını göstermiş oluyoruz. Sonuçta
traktör hayli sofistike ve yüksek teknolojiye sahip
bir cihaz.
SEBZELER YETİŞİYOR
Konteynır görünümünde, büyük, beyaz bir kutuysa
salatalık gibi küçük boyutta sebzeleri, doğal
koşullardan tamamen uzak bir şekilde yetiştirmek
için kullanılıyor. Yani ideal koşullarda sebzeleri
yetiştirebildiğiniz tamamen yapay kontrollü
bir ortam söz konusu. Bunun arkasında,
üreticilerin yeni organiğin ne olduğuna dair söylemi
var. Yeni organik olarak tarif edilen şey, en
iyi yiyeceği elde etmek üzerine kurulu, tamamen
kontrol edilen, bir hayli yapay ve teknolojik bir
süreci kapsıyor. Bu da bizim için ele almak üzere
enteresan bir kavram.
RAMPALAR VE BÖLÜMLER
Müzeden içeri girdiğinizde, ilk rampada yer alan
iş Rem’in, kendi anlatımıyla fiziki olarak büyüyen
ancak nüfusu gittikçe azalan İsviçre’deki bir köyü
konu alıyor.
Bunun dışında “Political Redesign”
“Experimentations”, “Preservations and
Nature”, “Cartesian” adlı bölümler var.
“Political Redesign / Yeniden Tasarımın
Politikası” ibaresi ne anlama geliyor?
Tarihte nüfusun büyük çoğunluğu kırsal alanda
yaşıyordu ve dolayısıyla politik güç de o taraftaydı.
Dolayısıyla tümüyle üretim ve tarıma dayalı
meseleler politik gündemin önemli bir parçasıydı.
İnsanlar kentlere gitmeye başlayınca, siyasi güç
de o yöne doğru kaydı. Bunun sonucu olarak da
kırsal alanda kalan insanlar siyasi güçlerini kaybettiler.
LİDERLER VE KIRSAL
Tarih boyunca bazı siyasi liderlerin nasıl kırsalı,
modernizasyonun veya değişimin antik bir formu
olarak seçtikleri üzerinden bir anlatım var.
Burada gezegenin bu kadar geniş bir alanının,
politik sebeplerle nasıl yeniden şekillenmek durumunda
kaldığını çeşitli bölümlerle anlatıyoruz.
GÖZLER AFRİKA’DA
Bu bölümlerden biri 1920’ler, 30’larda
Avrupa’nın, Asya ve Amerika ile rekabet için
Afrika ile işbirliğine girilmesi gerektiğine dair
geliştirdiği düşünceye dayanıyor. Bu düşüncenin
arkasında, Avrupa nüfusunun var olabilmesi ve
bir geleceğe sahip olması için, yalnızca kendisine
güvenemeyeceği, yeterli alan ve kaynak olmadığı,
dolayısıyla hayatta kalmak için yapılması gereken
yegane şeyin Afrika ile birleşmek olduğu yatıyor.
Bu doğrultuda yeni bir Akdeniz gölü üzerinde demiryollarının,
köprülerin, enerji santralinin inşa
edildiği bir şehir mühendisliği planı bile yapılmış.
NE KENT, NE KIRSAL
Bu başlıktaki diğer bir bölümde, kentin de kırsal
alanın da yaşamak için ideal yerler olmadığını savunan
bir teoriye yer veriliyor. Bu teori, yaklaşık
iki bin kişilik komünal yapılar öneriyor. Bu yapıda,
kişi sayısı iki bini geçtiğinde, mevcutun uzağında
başka bir komün kurulması gerekiyor.
STALİN VE BENZERLERİ
Bunun yanında Stalin, Kruşçev, Brejnev gibi, nehirleri
tersine çevirerek, yapay kemerler yaparak,
iklim değişimi ile savaşmak ve mümkün olmayan
arazilerde dahi tarım faaliyeti gerçekleştirmek
üzere doğayı ve araziyi kelimenin tam anlamıyla
yeniden tasarlamaya çalışan liderlere de yer
veriyoruz. Bunun benzeri bir şekilde Amerika’da
da yapılmaya çalışıldı ve sonuçta bu düşüncelerin
hiçbiri hayata geçemedi. Çin ve Katar’da tarım
endüstrisi için yapılanlar da bu zihniyetin bir
parçası.
MANHATTAN BAĞLAMI
Guggenheim Müzesi ikonik kent mimarisi
anlamında referans olabilecek yapılardan biri
olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda serginin
burada olmasının içeriği ve bağlamı daha ilgi
çekici bir hale getirdiğini düşünüyor musun?
Burada bağlamı Manhattan olarak almak gerekiyor.
Manhattan adeta modern şehrin arketipi.
Örneğin, Central Park’ın tarihine bakarsanız
buranın bir zamanlar topraklarından kovulan
insanların yaşadığı bir alan olduğunu düşünmek
zor. Dolayısıyla bu bağlamın zıttı olarak kırsal
bölgeyle ilgili bir sergiyi burada yapmanın çok
enteresan olacağını düşündük, evet.
GÖRMEZDEN GELMEYE SON
Internet sitenizde sergiyle ilgili yer alan
metinde, “serginin, küresel odağı kentsel
alanlardan, kentsel olmayan alanlara
kaydırmaya yönelik bir girişim olduğu”
ifade ediliyor. Kentleri ne hale getirdiğimize
bakınca, bu yönde bir küresel odak
kaymasının, kırsal alanları da felakete
sürükleme riski taşıdığını düşünüyor musun?
Bizi bunu yapmaktan ne alıkoyacak?
Bu ilginç bir soru… Biz bu sergide herkesi kırsal
bölgelere geri dönmeye çağırmıyoruz. Çünkü
bu da bana gerçekçi gelmiyor. Şu anda görüyoruz
ki kırsal bölgeler tek bir net fikir üzerinden
çalışılmış, planlanmış, iyileştirilmiş, korunmuş
alanlar değiller. Çeşitli şekillerde, son derece
parçalanmış yerler. Bu bölgelerde dikkat vermemizi
gerektiren çok fazla şey meydana geliyor.
Araştırmalarımız sonucunda ulaştığımız gerçek
şu ki; kırsal alanı, onu mahvetmeden, gerçek anlamda
burayla ilgili çalışmalar yürüterek ve belki
de doğru şekilde muhafaza ederek, korumak ve
iyileştirmek için hala fırsatımız var. Bu anlamda
doğa ile aramızdaki bağları onarmamız ve yeniden
dengeli bir yere oturtmamız gerekiyor.
Görmezden gelirsek asıl o zaman geri dönülmez
bir hata yapmış olacağız. Bu anlamda preservation
/ koruma düşüncesi önem kazanacak çünkü
hayatta kalmamız için korumamız zaruri. Belki
de insan kaynaklı hareketin sınırlandırılması gereken
yerler olacak.
KIRSAL ALAN POTANSİYELİ
Bu sergi kentsel gelişim üzerine eleştirel
bir bakış açısı da ortaya koyuyor mu? Yoksa
yalnızca kırsal bölgeyle ilgili odaklandıkları
üzerinden mi değerlendirmeliyiz?
Bu da enteresan bir soru aslında. Doğrusunu istersen
bu tam olarak şehirle ve şehircilikle ilgili
bir eleştiri olmaktan ziyade “akıllı şehir”
olarak adlandırdığımız şeyle ve bu büyük teknolojinin
her şeyle sürekli bağlantı halinde olacağımız
vaadi ile ilgili. Akıllı şehir düşüncesinin tüketim
açısından çok fayda sağladığını söyleyebiliriz.
Şehirdeki serveti artırmak yönünde pazar ekonomisi
adına iyi bir fikirdi, ki bunun da çok küçük
bir kısmı kentin sakinleriyle alakalı. Dolayısıyla
bu sistemin kentteki yaşamı daha iyi bir hale getirip
getirmediğini sorgulamalıyız.
Ayrıca kentteki teknolojinin kırsal alan için
de daha fazla bir hızlanma ve verimlilik anlamına
geldiği söylenebilir mi ki? Neticede dünya nüfusunun
%80-90’ının kentlerde yaşayacak olması,
yalnızca %10-20’sinin tarım, enerji, doğanın korunması,
iklim değişikliği gibi konularla ilgilenmesi
anlamına geliyor. Bu da insanlığın yalnızca
%10’unun ya da %20’sinin üstlenmesi için biraz
fazla bir sorumluluk ve bunu başarılabilmesi için
yeterli donanım yok. Bu, sonuçta küçük grupta
kalan insanların marjinalleşmesi anlamına gelir
ve bunun kolektif radarımızda olduğu söylenemez.
Ne de olsa hepimiz kentlere doğru bu büyük
harekete odaklanmış durumdayız ve geride ne
kaldığıyla ilgilenmiyoruz.
Buradan bakınca sergi şu anki şehircilik ve
kırsal alanın potansiyeli anlamında kritik bir
okuma. Ve şu aşamada kırsal alanın potansiyeli
daha önemli bir mesele.
GELECEK ÜZERİNE
Hepimizin iyimser olmasına ihtiyaç var. Bizi ancak bu daha
iyi bir dünyaya doğru götürebilir. Bir yandan da umutluyum,
çünkü yalnızca teknolojiye güvenip doğayı bir kenara bırakmak
ya da teknolojiyi, doğayı yeniden keşfetmek, ondan öğrenmek,
bu sayede doğa ile daha fazla iç içe olmak için kullanmak
arasında seçim yapmak için çok iyi bir noktadayız.
Bu da bize -umarım- üzerinde olduğumuz toprak parçasını
daha iyi kullanma fırsatı veriyor.
Sergide bir grup bilim insanının üzerine çalıştığı “pixel
farming” projesi buna iyi bir örnek. Günümüzde tarım çok
büyük bir alanın tek bir ürüne ayrıldığı bir sisteme dayalı
ve bu aslında toprak için bir tür yıkım yaratıyor. Buna karşılık
geliştirilen yaklaşımlardan birisi yan yana birden fazla
ürün olması ve bunların toprak üzerinde ve altında birbirinin
varlığından faydalanması üzerine kurulu. “Pixel farming”
çeşitliliği artırılmış bir yöntem. Pikseller 50x50 cm
alanlardan oluşuyor ve şu aşamada yapılan denemeler toprağın
çok daha iyi durumda kalabildiğini gösteriyor. Bundan
kuşların, böceklerin olduğu daha geniş anlamdaki ekosistem
de faydalanıyor. Bu yaklaşım ayrıca çeşitliliğin mono
kültüre nazaran nasıl daha iyi koşullar sunabildiğini de ortaya
koyuyor. Bu nedenle belki de teknolojinin bize bu anlamda
düşündüğümüzden daha fazla yardımcı olabileceğini
düşünebiliriz.
KEYİF VE KAÇIŞ
“‘Otium’, Romalıların kullandığı bir kavram. ‘Otium’, işten
inzivaya çekilme anlamına geliyor. Diğer bir anlatımla, insanın,
okuyarak, şiir yazarak, resim çizerek, beste yaparak
zihnini geliştirmesi, kendi kendine kalması… Bunun yapıldığı
yerse kırsal alan. Araştırmamız sırasında hemen hemen
aynı dönemde Çin’lilerin de aynı şekilde bir yaklaşımları olduğunu
keşfettik. Onlar için de kırsal bölgeler ilham almak,
kendilerini yansıtmak, kendileriyle baş başa kalmak için
bulunduğun yer. Kentte ise yoğun bir çalışma söz konusu.
Dolayısıyla bu iki fiziksel alan arasında enteresan bir ilişki
var. Zaman ilerledikçe boş zamanın nasıl geçireceğiyle ilgili
yaşanan değişimi ortaya koymak istedik. Eskiden ifade ettiği
şeyden nasıl uzaklaştığı, tatil köyleri, parklar, “ne yersen
ye” tipi yeme-içme yerleri, yoga salonları gibi mekanlar
tarafından nasıl bir tür toplu tüketim unsuru haline geldiği
anlatılıyor. Sonuçta boş zaman trilyon dolarların döndüğü
bir endüstri haline geldi ve aslında bir zamanlar kendini
geliştirmek için kullanılan bu alan bir şekilde metalaştırıldı.
Halen kendi kendine kaldığın bir zamandan bahsediyor olsak
da, bu kez işin içine başka bir sürü insan ve unsur da dahil
oluyor.”
30 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
TASARIM
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 31
TASARIM
Tasarımın Pandemi Reaksiyonu
Tasarım ve mimarlık,
yaratıcı düşünme ve
üretim pratiği, erişim
kapasitesi ve etki alanları
düşünüldüğünde, toplumsal
ve kitlesel değişim
süreçlerinde önemli bir
yerde duruyor. Tasarım
pandemi ile hayatımıza
giren “yeni normal” i nasıl
şekillendirecek?
Restoran ve kafe gibi sosyalleşme mekanlarında kullanılmak üzere MARGstudio tarafından tasarlanan Soffio adı verilen şişirilebilir yüz maskeleri.
iSphere, Plastique Fantastique
Bahar TURKAY
Covid-19 salgını sonrasındaki süreç
-artık- “yeni normal” olarak tanımlanıyor.
Kabul görecek bir tanımlama
olup olmadığı tartışılır. Asıl
önemlisi şu ki; tanımın içinin nasıl dolacağını
önümüzdeki günler, aylar gösterecek.
Ancak geride bıraktığımız yaklaşık iki
aylık sürecin ardından pek çok şeyin farklı
seyredeceği kesin. Süreç tam da bu günlerde
şekillenmeye başlamışken, bireyler,
kurumlar ve çeşitli yapılar üzerinden hemen
hemen tüm üretim alanlarında temkinli
de olsa yeni bir pozisyon alma eğilimi
söz konusu.
Tasarım ve mimarlık, yaratıcı düşünme
ve üretim pratiği, erişim kapasitesi ve
etki alanları düşünüldüğünde, toplumsal
ve kitlesel değişim süreçlerinde önemli
bir yerde duruyor. Dolayısıyla merceği o
tarafa tutup, ne yönde yaklaşımlar sergilendiğine,
nasıl fikirler ve ürünler geliştirildiğine
baktık.
Hak Eşitliği
Dünyayı, ekonomiyi, sosyal ilişkileri, yarattığımız
ve tükettiğimiz kaynakları ve
pek çok alanda hak eşitliğini yeniden düşünmemiz
gereken zamanlardayız. Bir
çoğumuzun evlerden yalnızca “zorunlu”
haller için çıkabildiği günler yaşıyoruz. Bu
günler geride kaldığında hem birbirimizle,
hem de insan olmayan canlılarla bir
arada yaşadığımız dünyayla kurduğumuz
ilişki, yaşam döngüsüne bakışımız, gündelik
yaşantımız, kullandığımız cihazlar
ve mecralar, fiziksel ve mekânsal pratiklerimiz
anlamında çok fazla şey değişecek
muhtemelen.
Yaşama Öneri Sunmak
Böyle zamanlarda -ki birkaç kuşak olarak
böylesiyle karşılaşmamıştık aslında-
ilk yapmaya çalıştığımız, koşulları
kendimiz için “tanıdık” hale getirmek.
Bildiğimiz yerden başlamak yani. Bazı uzmanlıklarsa,
bundan farklı olarak mesleki
formasyonları, düşünce ve yaratıcı üretim
pratikleri doğrultusunda çeşitli öngörülerde
bulunarak, sundukları yeni süreçlerle
ve yaşam formlarıyla insanları yakın
gelecekteki koşullara taşımaya daha yakın
olabiliyorlar. Tasarım bu alanlardan biri
olarak düşünülebilir.
Meselenin bir diğer yanı da hızlı gelecek
öngörülerinin, ortaya atılan değerlendirmelerin
ve hatta çözüm önerilerinin,
konuya pazarlama ve tüketim ekseninden
bakarak, yeni bir serbest piyasa ekonomisi
fırsatı yaratma ihtimali taşıması. İşte
bu, meselenin ortaya koyduklarını görme,
okuma, anlama ve bir şeyleri farklı yapmaya
başlama şansını -bir kez daha- pas
geçme anlamına gelebilir. Örneğin görüş
almak üzere iletişime geçtiğim bir akademisyenin
paylaştığı üzere, sürecin en başından
beri, üniversitelerin tasarım ve
mimarlık bölümlerinin de doğal olarak
dahil olduğu “uzaktan eğitim” olarak ifade
edilen sürecin, aslında olağanüstü koşullarda
evden eğitim olması gibi.
Ancak elbette amaç piyasacı bir yaklaşım
ortaya koymaktan ziyade, biraz daha
farklı bir yerden bakıp, öngörüde bulunmaya
çalışmak olduğunda, tasarım ve
mimarlık pratikleri düşünce ve üretim
süreçleri itibariyle geniş bir spektrum sunabilir.
Tasarım Dünyasının Reaksiyonu
Salgının küresel etkisinin görülmeye başladığı
günlerde tasarım dünyasından gelen
ilk haberler, bahar-yaz aylarında gerçekleşen
ve camianın yakından takip
ettiği Milano Tasarım Haftası, Venedik
Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi gibi
etkinliklerin erteleme duyuruları oldu.
Erteleme ve iptal haberi veren etkinliklerin
sayısı gün geçtikçe çoğaldı. Bu haberleri,
hızlı bir şekilde devreye giren
dijital içerikler takip etti. Kültür ve sanat
dünyasının farklı alanlarında olduğu
gibi, tasarım ve mimarlık dünyasında
da çeşitli konuşmalar, atölyeler, sergi
ve müzeler, belgesel gösterimleri, yayınlar
ve özel seçkiler çevrimiçi erişime açıldı.
Gary Hustwit’in erişime açılan belgeselleri,
Frank Lloyd Wright’ın sanal tura
açılan yapıları, Modern Sanatlar Müzesi
(MoMA)’nin “Tasarım olarak Moda”
gibi başlıkları da içeren çevrimiçi dersleri
ve benzer pek çok içerik ilgi gördü.
Türkiye’de de bu anlamda çeşitli uygulamalar
oldu elbette. Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, Uluslararası
Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nde
gösterimi yapılan belgesellerden oluşan
bir seçkiyi Mimarist TV üzerinden çevrimiçi
gösterime açtı. 20 Nisan’dan itibaren
başlayan gösterimler bir hafta boyunca
erişime açık olarak izleyicilere sunuldu.
Pek çok yayın, geçmiş ve güncel sayılarını
dijital platformlara yükledikleri gibi,
çevrimiçi yeni içerikler ve programlar da
sunmaya başladılar.
Moskova Tasarım Haftası
Tasarım ve mimarlık alanları, tüm bu dijital
içeriklere ek olarak çeşitli etkinlik denemelerine
de sahne oldu. Moda tasarımı
alanında bu denemelerden biri, 830.000
kişinin izlediği çevrimiçi gösterimlerin
yapıldığı Moskova Tasarım Haftası idi.
Virtual Design Festival
Bu anlamdaki en önemli girişimlerden
birisi ise, tasarım dünyasının önemli
ve ilgi gören dijital mecralarından biri
olan Dezeen tarafından gerçekleştirildi.
Dezeen’in pek çok kişi ve kurumla işbirliği
kurarak düzenlediği ve dünyanın ilk
çevrimiçi tasarım festivali olma özelliğini
taşıyan Virtual Design Festival (Sanal
Tasarım Festivali) 15 Nisan’da başladı.
Festival kapsamında, Earth Day 22 Nisan
tarihinde küratör Beatrice Galilee tarafından
oluşturulan özel bir programla sunuldu.
Yine aynı festivalde, tasarımcı Ron
Arad, Los Angeles’ta gerçekleşmesi planlanan
ancak salgın nedeniyle iptal olan
sergisinin dijital versiyonunu paylaştı.
Alanın önde gelen isimleri ile yapılan
canlı röportajların, konuşma programlarının,
film gösterimlerinin, markaların
geliştirdiği özel ürünlerle ve tasarımlarla
ilgili içeriklerin yer aldığı program 30
Haziran’a kadar devam ediyor.
Londra Tasarım Haftası
Ayrıca, Londra Tasarım Haftası’nın da
2-14 Haziran tarihleri arasında yeni dijital
formatıyla gerçekleştirileceği açıklandı.
Londra’nın da programında, dünyanın
çeşitli noktalarında yaratıcı alanda üretim
yapanlarla canlı röportajların, konuşmaların
ve çevrimiçi etkinliklerin yer aldığı
bir içerik sunulacak.
Elbette tüm bu çevrimiçi içerikler,
yüzbinlerce, milyonlarca insanın kolayca
erişebileceği bir formatta olması itibariyle
önemli bir katkı sunmuş olsa da, geliştirilen
bu formatların içerik ve etkileşim
anlamındaki değerlendirmesi için üzerinden
biraz daha zaman geçmesi gerekecek
gibi görünüyor.
Sunulan Yeni Ürünler
Virüsün küresel yayılım göstermeye başladığı
andan itibaren tasarım alanında
görülen bir diğer reaksiyon da, konunun
farklı yönleri için çözüm olabilecek ürünler
geliştirmek ve bunları -çoğunlukla
sosyal medya üzerinden- sunmak oldu.
Bunlar arasında üç boyutlu yazıcılarla
üretilen maske ve koruyucu malzemeler,
antibakteriyel yüzeyler ve aparatlar,
yüz koruyucu siperlikler, taşınabilir sağlık
kitleri, sağlık çalışanları için özel olarak
tasarlanan tulum ve önlükler, dezenfektanlar
gibi pek çok ürün yer aldı. Bu çalışmalardan
bazıları yakın gelecekte üretilme
ihtimali olan prototip aşamasındaki
ürünler olarak kalırken, aralarında üretimi
gerçekleştirilenler de vardı. 3 boyutlu
destek adlı kolektif üretim hareketi, kurulan
destek ağı ile 4250 yazıcı kullanılarak
40.000’den fazla siperlik üretti örneğin.
Production Club adlı kreatif stüdyo, salgın zamanında gece kulubü ve barlarda kullanılmak üzere koruyucu kıyafet tasarladı.
Fransız tasarımcı Christophe Gernigon’un post pandemi döneminde restoranlarda kullanılması için pleksiden hazırladığı Plex’eat adlı korunaklı masalar.
Mimari Çözümler
Mimari ölçekte ise, karantinayı kolaylaştırma
iddiasındaki mekan tasarımları,
kentsel ölçekte açık ve kapalı alan önerileri,
çeşitli formlardaki barınma yapıları
paylaşıma sunuldu.
Grafik ve Görsel Tasarımlar
Grafik ve görsel tasarım alanındaki çalışmalar,
doğal olarak daha hızlı bir yayılım
gösterdi. Corona koşullarına göre yeniden
yorumlanan sokak tabelaları, kamusal
alanlarda çeşitli sınırlamaları ve mekansal
tanımlamalarını kolaylaştıran şerit
ve bant tasarımları, kitlesel farkındalığı
ve insanların iyi hissetmelerini destekleyecek
afiş çalışmaları, hem keyifli
hem de işlevsel sonuçlar ortaya koydu.
Bunların yanı sıra geliştirilen çeşitli dijital
veri haritalama örnekleri kitlesel anlamda
önemli bir katkı sağlama potansiyeli
içeriyordu. Örneğin Çin’de kullanılan
renkli qr kod sistemi, virüsün birey üzerindeki
seyrinin pratik bir şekilde verileştirmesini
sağladı. Ayrıca Johns Hopkins
Üniversitesi’nde Sistem Mühendisliği
profesörü Lauren Gardner tarafından
tasarlanan interaktif harita, WHO,
NHC gibi kurumların verilerini kullanarak
oluşturulan gerçek zamanlı veriye
erişimi kolaylaştırdı. Paylaşıma sunulan
ilgi çekici içeriklerden bir diğeri de,
Office for Political Innovation ‘ın kurucusu
Andres Jaque’ın, Ivan Munuera ile birlikte
gerçekleştirdiği “The Transscaler
Architecture of Covid-19” isimli kısa film
oldu. Bu kısa film, salgının ortaya çıkışına
dair mekansal odaklı bir rapor sunmak ve
tetiklediği politik gerilimleri araştırmak
üzere hazırlandı.
Dünyadan Yükselen Sesler
Tüm bunların yanında, salgın ve sonrasıyla
ilgili değerlendirmeler çoğaldıkça,
tasarım dünyasından uzmanlar da konuyla
ilgili öngörülerini ve farklı eksenlerdeki
analizlerini paylaşmaya başladılar. Diğer
yandan, sosyal psikoloji, ekonomi, sosyoloji
gibi pek çok alandan uzmanın halen
bir etki analizi yapmak için bir hayli erken
olduğunu belirttiği şu günlerde, ihtiyacı,
gelecek hayalini ve yaratıcı düşünmeyi
birleştiren tasarım ve mimarlık dünyası
için de bunun böyle olduğunu söylemek
yanlış olmaz.
MoMA’nın Mimarlık ve Tasarım küratörü
ve Araştırma-Geliştirme Direktörü
Paola Antonelli’ye göre de tüm bunların
bizi nasıl etkilediği ve nelere yol açacağı
üzerine net bir görüş ortaya koymak
için çok erken. Kendisinin bu sürecin bizi
nasıl şekillendireceğine dair soruya verdiği
cevap, net bir “bilmiyorum”. Buna
ek olarak, Antonelli, geçtiğimiz yıl kendisinin
küratörlüğünü üstlendiği “Broken
Nature” sergisinin de kapsadığı üzere,
kısa bir zaman içeriğinde meydana gelen
doğa felaketlerinin ve şimdi de virus kaynaklı
bu sürecin sonunda öncelikli olarak
düşünmemiz gereken şeyin, başka türlerle
bir arada yaşama ve daha sorumlu davranma
tavrını sergileyebilmek olduğunu
söylüyor.
Tasarım dünyasının cüretkar “trend”
yorumlarıyla tanıdığı Hollandalı tasarımcı
Li Edelkoort’a göre ise coronavirüsün
etkileri inanç kaybından, olası senaryolar
üzerine ürkütücü bir kavrayışa, toplumdaki
ayrışmalardan, nihai çözüm için irade
ortaya koyma çabasına kadar, çok katmanlı
ve karmaşık olacak, Edelkoort bu
sürecin sonunda “yeni bir başlangıç için
boş bir sayfa”ya sahip olacağımız görüşünde.
Bu yeni başlangıç, üretim, dağıtım,
satış gibi pek çok süreçte başka değerlerin
ve yöntemlerin geçerli olacağı yeni bir
ekonomi oluşturmak için çok daha fazla
bilgi ve cesaret gerektirecek. Edelkoort,
bunu “insanlığın değerlerinin sıfırlanması”
şeklinde tanımlıyor ve daha iyi bir sistem
ortaya çıkacağı konusunda umutlu.
Ona göre yerel endüstriler ve faaliyetler
ivme kazanacak, takas sistemi, açık masalar,
üretici pazarları, sokak etkinlikleri
ve insan temelli girişimler önem kazanacak.
Uluslararası tasarım camiasında erken
denilebilecek bir aşamada görüşlerini
ve öngörülerini paylaşan isimlerden birisi
de tasarım eleştirmeni ve yazar Alice
Rawsthorn oldu. Kendi Instagram hesabında
“Design and Pandemic” başlıklı
bir seri hazırlayan ve bu alanda öne çıkan
projeleri paylaşan Rawsthorn’a göre
anahtar çözümü bilim insanları sunacak.
Ancak tasarım bu çözümün akıllıca ve
sürdürülebilir bir şekilde dağılımına yardımcı
olma, bu alanda gelişmelerin, tedavinin,
hasta bakımının, gerekli ölçümlerin
ve iletişimin kamusal anlamda eşit şekilde
net ve erişilebilir olması noktasında
önemli bir rol üstlenebilecek. Biz bu yazıyı
hazırladığımız sırada Alice Rawsthorn,
Paola Antonelli ile birlikte, tasarımın bu
süreçte nasıl bir etki yaratacağı üzerine
hazırladıkları yeni projeleri “Design
Emergency” yi duyurdular. “Design
Emergency”, Rawsthorn ve Antonelli’nin
bu konuda hazırlayacakları kitap kapsamındaki
ilk proje olarak, haftalık canlı
Instagram konuşmalarından oluşacak
ve bu konuşmalarda, küresel anlamda tasarım
dünyasının Covid-19 sürecine yönelik
verdiği reaksiyon üzerine önde gelen
isimler yer alacak.
Tasarım dünyasından sürecin başında
yükselen bu sesler ve ortaya konulan
projeler bir yana, tasarım odaklı düşünme
(design thinking) olarak tanımlanan
metodolojiyi de sürecin devamında, uzun
vadeli çözüm geliştirme ve bu sürecin etkilerini
yakın gelecekte doğru bir kanala
yönlendirme anlamında iyi yöntem olarak
değerlendirenler de oldu. Bu görüşe göre,
kapsamında empati, kolektif fikir üretimi,
prototipleme, test etme gibi teknikler
ve süreçleri barındıran tasarım odaklı düşünme,
tasarım dışı alanlarda da yaratıcı
ve pratik çözümler sunulmasına yardımcı
olabilir. Diğer yandan Paola Antonelli örneğin,
bunun bilimsel düşünme gibi tanımlı
süreçlerden çok da farklı olmadığını,
dolayısıyla çok katı, net bir ayrımı da
içermediğini ifade ediyor. Antonelli’nin
temkinli olarak tasarım adına yaptığı yegane
öngörü, tasarımcıların her durumda
değişen davranışlara cevap verdiği, dolayısıyla
bu durumda da adres edecekleri
yeni davranışlar ortaya çıkacağı ve bunlardan
hangileri kalıcı olacaksa, onları
üzerine çalışacakları yönünde.
32 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 33
TASARIM
FİKİR
Rhuthmos,
Ritim ve Politika
Türkiye’den
İsimler Ne Diyor?
Tasarım ve mimarlık pratiklerinin mesleki düşünme, araştırma,
uygulama, ve üretim biçimleri, içinde bulunduğumuz günleri ve
sonrasını anlamak, adapte olmak, yeni yaklaşımlar belirlemek,
yeni yaşam ve üretim formları geliştirmek anlamında nasıl ışık
tutabileceği ve bugünlerin tasarım ve mimarlık alanlarında nasıl
bir etki, değişim yaratacağı sorularını merak edip Türkiye’deki
tasarımcı ve mimarlara sorduğumuzda, onlar arasında da bu soruların
anlamlı olduğunu ancak bir cevap vermek için erken olduğunu
ifade edenler oldu. Bunlardan birisi mimar Aslıhan
Demirtaş. Demirtaş, şu aşamada kendi görüşüne göre “mimar ve
tasarcıların gıda üretmeyi, kentte gıda üretecek yer bırakmayı,
her projeye hırsla atlamamayı, her konunun konvansiyonel mimari
projeyle çözülemediğini anlamak durumunda kalacaklarını”
ifade ediyor. Ayrıca, “balkon ve terasın önemini, arka bahçenin
önemini, temizlenmesi kolay mekan ve malzeme, iyi hava
akımı olan mekan tasarımı gibi geri planda kalmış birçok kıymeti
sandıklardan çıkaracağımızı” düşünüyor.
Araştırma ve tasarım platformu Liveable Covid-19 salgınından korunmak için başı ve gövdeyi kaplayan rattan malzemeden üretilmiş bir zırh hazırladı.
Banu Binat
Yüksek Mimar ve Binat İletişim ve Danışmanlık
Kurucu Ortağı
Hayatımız ya travmalarla ya da salgının öğrettiği
hijyen, izolasyon, karantina, sosyal mesafe kavramları
nedeniyle bir hayli değişecek. Tüm yapılı
çevrenin standartları, güvenlik ve sağlık kriterleri
baştan belirlenmek zorunda. Kentlerden,
kamusal alanlardan, bireyin odasına ve o mekanı
oluşturan tüm bileşenlere kadar yaratılan fiziksel
çevre insan odaklıdır ve her türlü olumsuz
koşul öngörülerek, bireyin sağlığı, güvenliği için
tasarlanır. Fiziksel çevreyi insan oluşturur ama
bir süre sonra içinde bulunduğumuz fiziksel çevre
bireyi şekillendirmeye başlar. Tam da bu noktada
yaşam alanlarının planlama kriterleri, standartlar,
güvenlik koşulları baştan tanımlanacak
diyebilirim.
Bu günler, mimaride yeni planlama kriterleri
getirecek. Salgın olasılığı kamusal alanlarda
ve tüm yapı tiplerinde de artık önemli bir etmen.
Evde daha iyi izole olmak bu yeni kriterlerle
çok daha güvenli olabilir. Çeşitli alanların buna
göre yeniden planlanması, bu alanların güvenliği
ve hijyeni tasarımcı için önemli başlıklar olacak.
Birey ve nesneler arasında temassız bir iletişimin
kurgulanması da hızlı çözümlerden biri olacak.
Kolu olmayan kapılar, buna uygun kilit sistemleri,
düğmesi olmayan asansörler, üzerinde bakteri
tutmayan kaplama malzemesi ve tekstil ürünleri
tasarımcıları ve üreticileri bekleyen gelişmeler.
Malzeme ar-ge’lerinin önemli bir noktaya geleceği
ve nano teknoloji ile kendini temizleyen,
bakteri tutmayan yüzeyler üzerine çalışmaların
artacağı kesin.
Meriç Kara
Endüstriyel Tasarımcı
Bu sürece geçiciymiş gibi bakıyoruz ama gelecekte
tekrarları olabilir ve benzer durumlara hazırlıklı
olmamamız gerektiğini düşünüyoruz. Ortaya
çıkan yeni davranış biçimlerini, ritüelleri ve ilişkileri
tekrar incelemek önemli. Bundan kastettiğim
insan-insan, insan-obje, insan-mekan,
obje-mekan ilişkileri ve bunların üçlü kombinasyonlarında
da oluşturdukları durumlara dair analizin
gerekliliği. Daha yukarıdan baktığımızda şehirle
ilişkimizi şu anda kestirmek güç.
Odaklar değişti, malzemeler ve dokular
önemsenmeye başlandı. Paylaştığımız alanlara
ve nesnelere yaklaşımımız aynı değil. Bunların
hepsinin tasarıma etkileri var. Özellikle hijyen
ve mesafe standartları yerine oturunca, durumu
gözlemleyerek yeni öneriler ve pratikler geliştirebileceğiz.
Şu an herkes dünyaya daha az dahil
oluyor ve temas ediyor, bu sakinlikten dersler
alabilecek miyiz yoksa arayı mı kapatacağız, bunu
durup görmemiz lazım.
Zamanla yarıştığımız bir dönemdeydik ve birden
durmamız gerekti. Bazı ihtiyaçları bu ayrılan
zaman çözebildi, kısıtlı mekan ve nesneyle yeni
çözümleri kişiler kendileri üretebildi. Tasarımın
sürecini şu an bir çoğumuz evimizde yaşıyoruz.
Şu ana kadar sahip olduğumuz ürünlerin insanlara
bu ipuçlarını çoktan verdiğini düşünüyorum.
Form olarak olsun, çalışma prensibi ya da
önerdiği çözümlerle var olan tasarımlar insanlara
bu dönemde oldukça fikir veriyor. Şu anda kişiler
ihtiyaçlarını yeniden değerlendiriyor ve onların
seçimlerine göre tasarım gelişecek.
Ortak mekanlarda da kişisel çapımızın büyümesiyle
daha fazla alana ihtiyacımız olacak. Boş
alana olan ihtiyaç arttı, kendi kişisel alanlarımızı
yeni baştan tanımladığımız gibi genel ve ortak
alanlarımızı da yeniden düzenliyoruz. Bu alanda
da bir durmamız ve bakmamız gerekiyor.
Yağmur Yıldırım
Mimar, Editör ve Radyo Programcısı
Anaakım mimarlığın bir süredir içinde bulunduğumuz
toplumsal, ekonomik, politik ve ekolojik
krizlerle “kalbura dönmüş” dünyada sürdürülebilir
olmadığı bu pandemiden önce ortadaydı.
Yaşanabilir gelecekler için, tahakküme ve hiyerarşik
örgütlemelere dayalı yapma biçimlerimizi
değiştirmemiz gerekiyor; kendimizi örgütlemek
ve sürdürmek için yeni yollar yaratmamız acil.
Eylemleri ve değerleri üreten mekânsal pratiklerin
bu anlamda kritik potansiyeli olduğuna inanıyorum.
Yaşadığımız küresel salgında daha az
dolaşımın, daha az nesnenin, daha çok kendine
yetmenin ve eldekiyle yetinmenin pekâlâ gerçekleşebileceğini
deneyimledik. İklim krizini aşmak
için “büyümeme” (degrowth) fikrinin özünde de
bu düşünce yatıyor zaten.
Bu deneyimin nasıl kendisini sürdüreceği
üzerine farklı öngörülerde bulunmak mümkün
ama ben umudumu korumaya çalışıyorum, öğrenilenin
yeni yollarda kendisini gerçekleştireceğini
varsayıyorum. Son on yılda tanık olduğumuz
ve yapılı çevreye dair davranışları, diyalogları,
süreçleri, bilgi üretme biçimlerini başkalaştıran,
işbirliğine dayalı çok sayıda yeni pratiğin
daha da çoğalacağını, yeni tartışma ve üretimlerle
görüş alanımızın zenginleşeceğini düşünüyorum.
Bir yandan da mimarlık ve tasarıma damga
vuran iki kavramın “empati” ve “işbirliği” olması
dikkate şayan. Anaakım mimarlığın odağında
olmayan ileri yaşta ya da hasta bireyler, çocuklar,
bedensel engelliler, sağlık çalışanları gibi gruplar
için kolektif olarak fikirler geliştiriliyor, tasarım
ve üretimler yapılıyor, bunlar herkesin faydalanması
için açık kaynak olarak paylaşılıyor.
Okullar ve atölyeler üretim için kapılarını açıyor.
Tüm bunlar uzun vadede norma dönüşmeyecek
belki ama geçirdiğimiz zor günlerde insanın içini
hafifletiyor.
Deniz Ova
İstanbul Tasarım Bienali Direktörü
Tüm alışkanlıklarımızı, ilişkilerimizi, değerlerimizi
ve tüketim pratiklerimizi tekrar tanımlayacağız.
Dünyanın veya insanlığın yarattığı denklemin
çok boyutlu bir problem olduğunu, her
alanın birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu şiddetli
bir şekilde öğrendik. İçinde bulunduğumuz an
bir değişim ânı.
Çok katmanlı problemleri çözmek konusunda
“uzman” olan tasarımcılar, bu süreçte yaratıcılıklarıyla
hızlı harekete geçme kabiliyeti sergiledi.
Tasarım, gelecekte neler olabileceğini tahlil
etmeye çalışırken acil sorunlara da cevap vermeye
başladı.
Bir sonraki adımın ne olacağını bilemesek de,
temel tartışmanın tasarımdan ziyade sosyolojik,
ekonomik, özellikle de politik olduğunu anlamalıyız.
Toplumsal bir değişimin, ekonomik ve politik
krizin eşiğindeyiz, bu yüzden acilen iş yapma
şekillerimizi ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmemiz
gerekiyor.
Üretimlerin sürdürülebilirliği üzerine düşünmek
için zaten geç kalmıştık, yeni duruma
uyum sağlamak için daha çok çaba harcamamız
gerekiyor. İçinde bulunduğumuz günleri ve
sonrasını anlamaya çalışırken ve buna göre yeni
modeller düşünürken etki ettiğimiz bütün ekosistemi
göz önünde bulundurarak hareket etmeliyiz.
Meseleye bütüncül yaklaşmamız, sürdürülebilir
bir kurgu bulmamızı sağlayacaktır.
Oğul Öztunç, Atıl Aggündüz,
Melodi Gülbaba
Piknikworks
İnsan kısa bir zaman diliminde değişen rutinlere
uyum sağlamayı, kendisini güvende hissedeceği
alanı bulmayı ve yeni bir hayat akışı yaratmayı
iyi beceriyor. Tasarım ve mimarlık pratikleri
evden çalışma/üretme tarafında çoğu zaman çok
elverişli ve meditatifken, işin sonunda somutlaşması
gerektiği noktada sahada olmanızı istiyor.
Şu noktada internetin olanaklarıyla uzun bir
süre daha herkesin üretmeye devam edeceği fikrini
sevsek de, bir gün yeniden bir mimarinin koridorun
sonunda bizi aniden eşsiz bir manzarayla
karşılaştırıp şaşırtmasını dört gözle bekliyoruz.
Rutinlerimizdeki bu ani değişiklik nedeniyle
hepimiz kendimizi ifade edebileceğimiz tek kanaldan
-sosyal medya- “unutulmamak - geride
kalmamak” üzere paylaşımlarda bulunmaya çabaladık.
Bu pek tabii çok sağlıklı bir yönelme olmayabilir,
biraz sakinlemek, içinde bulunduğumuz
durumu özümsemek de önemli. “Neler
oluyor?” diye durup durup tekrar şaşırdığımız
anlar yaşıyoruz sanırız çoğumuz.
İçinde bulunduğumuz koşullar içinde daha
önce hiç keşfetmediğimiz yeni iletişim yolları bulabilir,
yeni çalışma pratikleri geliştirebiliriz; dolayısıyla
işlerin medyasından tutun, iletişim kurma
şekline kadar tüm dünyası değişebilir. Biz de
bu dönüşümü uzaktan izlemek yerine, değişimin
bir parçası olmayı, özne ve öncülerinden biri olacak
kadar cesaretli olmayı umuyoruz.
SANATKAÇ
Zafer ARACAGÖK
Homeros’un Odysseus’un gemisinin
Siren’lerin karanlık ve büyüleyici
darboğazından geçişini tasvir
ettiği zamanlardan bu güne birçok sanatçı,
yazar ve düşünür bu sahneyi ele almış,
Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanma’nın
Diyalektiği 1 (1944) ve Franz Kafka’nın
“Siren’lerin Sessizliği” 2 (1931) adlı öyküsü
en dikkat çekici yorumlar arasında yerlerini
almışlardır. İki çalışma arasında pek
ortak nokta bulunmamasına rağmen, bu
metinlerde ritime dair hiçbir gönderme
olmaması şaşırtıcıdır çünkü Sirenler’in
sesi ya da sessizliği kadar Odysseus’un
gemisindeki tayfaların kürek çekişi ve
Odysseus’un kulaklarının balmumuyla tıkanıp
Siren’lerin sesi ya da şarkılarının
ritimini duymasının engellenmesinin ritim
kavramıyla yakından ilişkisi vardır.
Antik Yunan’da söylendiği gibi “rhuthmos”
ya da ritim, Pascal Michon’un 3 kapsamlı
araştırmaları, makale ve kitaplarıyla
bizleri aydınlattığı gibi, siyaset ve
eğitimin denetim araçları olarak kurulması
bağlamında düşüncede yer almayan
bir yer’e sahiptir. Platon’nun müsade ettiği
sürece varolan, Sokrat öncesi düşünürlerde
sahip olduğu köken bağlamında
düşüncede varolmayan bir yapıdır “rhuthmos”.
Ritimin sabit formlara ve dolayısıyla
eğitim ve kontrole dayalı; ses, hareket
ve zaman belirlenmeleriyle üretilen
1 Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Dialectic of
Enlightenment, çev. John Cumming, London: Verso, 1989.
2 Franz Kafka: Collected Stories, ed. Gabriel Josipovici, Everyman’s
Library, NY: 1993, ss. 398-99.
3 Pascal Michon, Elements of Rhythmology I: Antiquity, ve Elements
of Rhythmology II: From the Renaissance to the 19 th Century, Paris;
Rhuthmos 2018.
işitilebilir bir ürün olduğunu savunan bir
metafizik geleneğe daha ne kadar tahammül
edebiliriz? Öte yanda, Kafka’ya referansla,
ses ya da ritimin işitilemez olduğunu,
yani kulaklarımız balmumuyla
tıkanmış olsun ya da olmasın, Siren’lerin
zaten baştan susturulmuş olduğu iddiasını
ve “rhuthmos”un kökeninde zaman,
aralık, periyodik tekrar ve işitilebilirlik
değil akış içinde, sürekli değişken, yani,
oluş ile igili bir ritim kavramı olduğunu
dikkate alarak nasıl farklı bir ritim kavramı
oluşturabiliriz?
Émile Benveniste’in 4 ritim üstüne
yazdığı bir makalede açıkladığı üzere,
ῥυθμός (rhuthmós) adlı kavram, lirik
ve trajik Yunan şiirinde milattan önce
7. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar varolmuş ve
ancak 5. yüzyılda Atomizm’in kurucusu
olan Leukippos ve Demokritos tarafından
teknik bir terim olarak kullanılmıştı.
Milattan önce 7. yüzyıldan itibaren,
“rhuthmos”, “biçim” ya da “şekil”
(skhêma) anlamına geliyordu. Biçim anlayışımıza
yakın olsa da, “rhuthmos”un
farklı anlamları da vardı: örneğin, “akış
Antik Yunanda Müzik ve Ritim Dersi, İ.Ö. 500
İsveç Jimnastik Eğitimi, 1800 sonları
içinde olan bir şeyin anlık durumu”, “özel
bir akış biçimi” ya da “bir hareketin özel
bir oluş kipi” gibi 5 . Bu farklı anlamlandırmaların
şöyle bir rolü vardı ki, daha sonraki
yüzyıllarda Platon’nun atfedeceği,
sabit, hareketsiz bir ritim anlayışının
4 Émile Benveniste, “The Notion of ‘Rhythm’ in its Linguistic
Expression”, Problems in General Linguistics, çev. M.E. Meek,
Florida: University of Miami Press, 1971, ss. 281-88.
5 Elements of Rhythmology I: Antiquity, s.17.
aksine, Sokrat öncesi düşüncede “rhuthmos”,
“değişim içinde olan şekil” anlamına
geliyordu. Bir başka deyişle, rhuthmos
“ritimin oluşması değil, ritimin
oluşmasının kendine has bir kipi” 6 ydi. Bu
şu anlama geliyordu: bugün, Platon’dan
beri kullandığımız ritim anlayışı sadece
anlık olarak tespit edilebilecek, sabit bir
biçime sahip olmayan bir akıştı.
Platon ile birlikte Sokrat öncesi “rhuthmos”
anlayışı sona ermiş, sabit, değişken
olmayan bir kavram haline gelmişti.
Bugün hala kullandığımız, “rhuthmos”-
dan evrilen ritim anlayışımızın oluşmasının
ardında Platon’yu ilgilendiren çok
başka konular vardı. Aşağıda göreceğimiz
gibi, Sokrat öncesi düşünürler ve
Platon arasında metafiziğin düşünceye
girmesinin engellenmesi konusunda derin
farklar bulunuyordu. Bu farklılıkları,
Benveniste’in “değişim içinde olan şekil”
ve “sabit biçimler” arasındaki fark
olarak nitelendirdiği gibi felsefi anlamda
“oluş” ve “olmak” kavramları arasındaki
fark olarak nitelendirilebilirsek, en başta
Platon’nun düşünceye idea, sabit formlar,
mimesis, model ve kopya gibi kavramları
sokmadan önce insanların kozmos’u kendilerine
nasıl açıkladığını görmemiz gerekiyor.
Örneğin, Heraklitos’a göre kozmos’u
yaratan bir Tanrı yoktur: kozmos her zaman
varolmuş, varolan, varolacak, ateşin
hayatımıza girip çıktığı gibi, “gereksinim
ve doyum”la ilgili bir yapıdır. Düşünüre
göre, ateş hayattaki herşeyin varolageldiği
ve geri döneceği temel öğedir. Bu ileri
ve geri hareket hali, dahası gerilim ve
gerilimin çözülmesi, savaş ve mücadele
gibi karşıtlıklar olmaksızın varolamayacak
hayat ve gerçekliğin temel özelliğidir.
Platon, Cratylus’ta Heraklitos’u şöyle
alıntılar: “aynı nehire iki defa giremezsin”
7 : hayatta herşey sürekli bir akış içindedir.
Bir başka deyişle, Heraklitos’a göre,
kozmos ve onu oluşturan her şey, zaman
ve oluş’un gerilimi ve bu gerilimin çözülmesi
ilkesi üstüne kuruludur. Nehir, nehir
olmayan şeyler aracılığıyla nehir olur.
Ateş ya da alevler içinde yanan kozmos
her an kendiyle savaş içinde ama aynı zamanda
barış içindedir.
Leukippos ve öğrencisi Demokritos
gibi Atomistlere göreyse, kozmos sonsuz
sayıda, bölünemez ve yokedilemez, ancak
aldıkları şekiller aracılığıyla birbirinden
ayırt edilebilen, oldukça küçük birimlerden
oluşmaktaydı. Sonsuz boşluğun içinde
hareket ederek, birbiriyle çarpışır, birleşirler
ve böylece birbirlerinden içlerinde
bulundurdukları atomların sayısı, boyutu,
şekli ve biraraya gelme biçimine göre
ayırt edilebilen nesneleri oluştururlardı.
Bir başka deyişle, Atomistlere göre kozmos
atomların bir araya gelme ve birbirlerinden
ayrılma durumlarına göre sürekli
bir değişim içindeydi. Atomlar çevresel bir
etmen onları birbirinden ayırıncaya kadar
bir arada dururlar ve ardından tekrar sürekli
hareket içinde olma durumlarına kavuşurlardı.
Sokrat öncesi düşünürlerin çoğuna
göre kozmosu ikiye bölen yukarısı ve aşağısı
diye bir ayrım yoktu: kesin, değişmez
bir “biçim” anlayışına sahip değillerdi.
Skhêma, yani şekil, sürekli değişim,
sürekli oluş içinde varolan bir biçim demekti.
“Rhuthmos” bazı zamanlar biçim
anlamına gelse de şeylerin sonsuz değişim,
değişkenlik içinde olan şeklini nitelerdi.
Demokritos’un önerdiği gibi, şeyleri
oluşturan atomlar sürekli bir hareket
içinde olduğu için oluşturdukları şeylerin
şekli de sürekli bir değişim içindeydi
ve bu şeylere sabit bir biçim vermektense
onların akışkan bir şekil içinde olmalarını
sağlıyordu. Sonuç olarak kozmos kaotik
değildi ama bir düzene sahip bir yer
de değildi. Sokrat öncesi düşünürler için
anahtar sözcük “olmak” değil “oluş”tu.
“Rhuthmos”un zaman ya da aralık ile bir
6 Benveniste, s. 286.
7 Daniel W. Graham, The Texts of Early Greek Philosophy: The
Complete Fragments and Selected Testimonies of the Major
Presocratics. 2 vols. Cambridge: Cambridge University Press,
2010, s. 158.
alakası yoktu: bir şeyin oluşa geçmesi ya
da şekillerin sürekli oluşması ve değişimi
anlamına geliyordu.
Platon’un düşünceye yukarısı/aşağısı
ayrımını, ya da daha doğrusu, metafiziği
sokması ile birlikte herşey dramatik
anlamda değişecekti. Kozmos’un aşağısı
ve yukarısı diye ikiye ayrılmasıyla “rhuthmos”
çok farklı bir kavramsallaştırmaya
evrilecekti. Pascal Michon’dan 8 öğrendiğimiz
gibi, başlangıçta Platon “rhuthmos”
düşüncesine tamamıyla karşıydı
çünkü kavramsallığa gelmeyen, bu Sokrat
öncesi düşünürlere ait anlayış, kurmaya
çalıştığı Devlet’e zarar verebilirdi. Sabit
bir biçimden kaçan “rhuthmos” düşüncesi
Devlet’i oluşturacak yurttaşları yoldan
çıkarabilir; tıpkı müzik, dans, trajedi, şiir
gibi kontrolsüz temsil, taklit etme halleri,
kısacası, mimesis insanları biçim dışına
çekebilir, dolayısıyla Devlet’in mahvına
yol açabilirdi. Öte yanda “rhuthmos”u
ritim olarak, yani zaman ve aralık’a dayalı
bir kavramsallaştırmaya tabi tutma olasılığı
genç yurttaşların akıl ve bedenlerini
eğitmek amacıyla tekrar gözden geçirilebilirdi.
Toplumu güzel doğa ve zihin yapısına
yöneltmek amacıyla Devlet ritimi
bir siyaset aracı olarak tekeline alıp, bir
kontrol mekanizması olarak kullanabilirdi.
Ve bütün bunlar, ancak kozmosun aşağısı
ve yukarısı olarak ikiye ayrıldığı; idea
ve sabit, değişmez biçimler; model kopya
ilişkisi, kısacası, mimesis kavramını temel
alan bir metafiziğin düşünceye sokulmasıyla
başarılabilirdi. Platon’un “rhuthmos”
düşüncesinden bir kavram, ritim
kavramı yaratmasının temelinde yatan
şey şuydu: yukarılarda varolan, sabit, ideal
biçime sahip ritim, aşağıdaki insanlar
tarafından keşfedilip, birebir model kopya
ilişkisi içinde, yani mimetik olarak, tekrar
edilecek olursa, yurttaşlar erdemli ve ahlaklı
bir yolda ilerleyebilir, iyi yurttaş olmanın
yolunu bulabilirlerdi. Böyle bir düzen
ancak ve ancak yukarılara ait ritimin
ölçülebilme (métron) ve sayılandırmaya
tabi tutulması aracılığıyla gerçekleştirilebilirdi.Yukarıda
varolan düzen, sonlu
ve sonsuz, biçim ve biçim-dışı arasındaki
ilişkiyi belirleyen, düzenleyen, sayılar
ve ölçüme dayalı yeni ritim anlayışı üstüne
kurulabilirdi. Bu yüzden, her ne kadar
Demiurge evreni, düzen sahibi ve ritimize
edilmiş yukarılarının bir kopyası olarak
yaratmışsa da, insan tam dengeye sahip
olmayan ve kolaylıkla yoldan çıkıp, düzensizlik
ve değişime maruz kalabilecek
bir canlı olduğu için kusursuzluğa ulaşabilmek
yolunda yapması gereken tek şey
yukarıya ait ritimleri, biçimleri keşfetmek
ve onları taklit etmek olmalıydı.
Platon’la birlikte “rhuthmos” ritime
ya da değişmez, sabit biçime dönüştüğünde,
“rhuthmos”un işitilip işitilemeyeceği
sorusu da ortadan kaybolacak
ve böylece Antik Yunan’dan Heidegger
ve Agamben’e uzanan, yüzyıllardır mahkum
olduğumuz hattın önü açılmış olacaktı.
Platon’un kavramsallaştırmasında,
“rhuthmos” işitilebilir bir olgu, ritim
olarak ortaya çıkıyorsa, bunun nedeni insanın
Tanrılar tarafından verilen ideal
biçimleri kavrayabilme yetisine sahip
olarak formülize edilmesinde yatar. Bu
noktada insanın yapması gereken tek şey,
ideal ritime biçim-dışından biçime geçişte
olduğu gibi, model ve kopya ilişkisi
içinde biçim vermek olacaktır. Böyle bir
geçitin önkoşulu ise kaostan düzene, bilinmezden
bilinene olan geçişlerin zaman
ve aralıklarla belirlenip, ritimin işitilebilir
bir olgu olarak ön kabülünden geçer.
Heidegger ve Agamben gibi düşünürler
tarafından algılanıp kuramsallaştırılan
aletheia ve arithmos gibi kavramlar,
Platon’un yüzyıllar önce işitilebilir olarak
kavramsallaştırdığı ritim kavramının
uzak yansımalarıdır. Ritimin gerçeği bize
açık mıdır? Ritim işitilebilir bir olgu olarak
kuramsallaştırıldığı sürece, evet. Ya
da, ritimin bir gerçeği olabilir mi? Evet,
ritim işitilebilir bir olgu olarak kuramsallaştırıldığı
sürece, evet.
8 Elements of Rhythmology I, s. 28-68.
34 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
TİYATRO / DOSYA KONUSU
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 35
MODA / İNCELEME
Korona Günlerinde Tiyatro
Bütün varoluşunu birebir seyirciyle ilişki üzerine kurulmuş tiyatro pandemiden en ağır darbelerden birini aldı.
Seyircisiz bir tiyatro düşünülebilir mi? Tiyatrolar nasıl yaşayacak? Salonlara geri dönülecek mi? Mehmet Ergen,
Nedim Saban, Berfin Zenderlioğlu ve Yeşim Özsoy’a sorduk.
Zeynep AKSOY
Modern zamanların en distopik
günlerini yaşıyoruz. Bir virüs
geldi ve çok övündüğümüz
“ileri” sistemimizi altüst etti, bildiğimiz
dünya düzenini sarstı. Pandemiden bütün
sektörler ve insanlar çeşitli derecelerde
etkilendi ve etkileniyor fakat bütün varoluşunu
birebir seyirciyle ilişki üzerine kurulmuş
performans sanatları en ağır darbelerden
birini aldı. Seyircisiz bir tiyatro
düşünülebilir mi? Sahneler kapalı kaldığı
sürece neler olacak, tiyatrolar nasıl yaşayacak,
alternatif tiyatro izleme biçimleri
neler olacak-bir daha ne zaman salonlara
geri döneceğiz, dönebilecek miyiz ve döndüğümüzde
neler değişmiş olacak? Hepsi
kendi alanlarında çok başarılı ve üretken
dört tiyatro insanına korona ve sonrasında
tiyatroyla ilgili düşüncelerini sorduk.
Sil
Baştan
Moda
Moda haftalarının sanal platforma
taşınması, arttırılmış gerçeklikle birlikte
dijital iletişimin hiç olmadığı kadar önem
kazanması, Yves Saint Laurent’in ardından
Gucci’nin moda haftasından çekilip kendi
takvimlerini oluşturması derken moda
dünyası yeni “normale” adapte olmaya
çalışıyor.
Maison Margiela 2018/2019 sonbahar/kış koleksiyonu defilesi 28 Şubat 2018, Paris
Fotoğraf: Getty Images aracılığıyla FRANCOIS GUILLOT/AFP
Melike Ayça GÜZEL
Berfin Zenderlioğlu
Şermola Performans-Yönetmen, Oyuncu,
Dramaturg
“Tiyatronun zaman, dil ve seyirciyle
hemhal olma arayışları...”
Tiyatro kendi özgürlük alanını yarattıktan
sonra, hiçbir iktidar mekanizması ya da
siyasi odak, sanatı ve sanatçıyı bu şekilde
kuşatıp evlere kapatamamıştı. Çağımızın
yeni hastalık biçimi olan virüslerin yarattığı
mutasyon, görünen o ki tiyatrocuları,
tiyatro sahnelerimizi ve seyircimizi
büyük oranda olumsuz bir şekilde etkileyecek.
Zaten tamamen seyirci desteğiyle
ayakta kalan, inatla yoluna devam eden
özel tiyatrolar, birer birer sahnelerini kapatmak
ve oyunlarını iptal etmek durumunda
kaldılar.
Nedim Saban
Tiyatrokare-Yönetmen, Oyuncu
“Bütün dünyanın perdeleri aynı
anda kapandı.”
Mart ayında başlayan salgının adını koyana
kadar, Dünya Tiyatro Günü geldi ve
tarihte çok uzun bir zaman sonra bütün
dünyanın perdeleri aynı anda kapandı.
Geçenlerde Amerikalı bir oyuncunun
yazısında 11 Eylül saldırısından iki
gün sonra bile daha çok eğlence sektörü
sayılan müzikallerin bile perde açtığını
okudum. İkinci Dünya Savaşı’nda
bombardıman uçaklarının saldırılarında
tüm Avrupa’da perde açan tiyatrolar,
Türkiye’deki darbe dönemlerinde
gece 24’de sokağa çıkma yasağının bitişine
yetişmeye çalışarak evlerine koşturan
seyirciler gördük. Hatta ben 13 Eylül
1980’de AST’ın Kenter Tiyatrosundaki bir
turne oyununa gitmiştim seyirci olarak.
Ancak bu kez durum farklı. Sadece kendimizin
değil, seyircimizin de sağlığı sözkonusuydu,
perde mutlaka kapanmalıydı.
ŞU AN SÖZ SIRASI DOĞA’NIN
Böyle bir şoku herkes farklı yaşayabilir
saygı duyarım. Herkes sosyal medyadan
varlık göstermeye çalışıyor, tabi ki bu
da bir varoluş mücadelesi. Özellikle oyuncularda
yeni tiyatro ve televizyon döneminde
gözde olmak, unutulmamak kaygısı
var. Bu da çok doğal, sektörde ağır bir
KÜLTÜR POLİTİKASIZLIĞI
Ülkeyi yönetenlerin kültür-sanat politikasızlığından
yakınan bağımsız tiyatrolar,
maalesef ki böylesi bir süreçte de ticari
kurum muamelesi görüp, şu ana kadar
hiçbir iyileştirme ve maddi destek alamadan
iktidar nezdinde gözden çıkarılabilecek
kurumlar arasında yerlerini aldılar.
DİREN TİYATRO
Korona virüsü ile birlikte, evlerde iletişimi
türlü performanslarla yakalamaya çalışan
tiyatro gurupları ve tiyatrocular aslında
böylesi dönemlerde sanatın iyileştirici
ve rehabilite eden yönünü yeniden açığa
çıkarıyor. Seyirciyle hayat bulan, canlı
ve interaktif olan tiyatro, diğer sanat dalları
gibi bu karanlık günlere karşı yeni bir
dil arayışı içerisine girip bir direniş alanı
yaratıyor kendisine. Şimdilik bunun arayışları
dijital medya ve instagram üzerinden
yapılmaya çalışılıyor. Umudumuz en
kısa sürede canlı ve gerçek olan sahnelerde,
mekanlarda, seyircimizle sanaldan
uzak, doğal bir iletişim yakalayabilmek.
Öz’e dönmek.
işsizlik var. Sanatçının teslimiyeti de kabul
etmemesi sözkonusu. Ancak şu an için
söz sırası doğada, sanki doğayı dinlemek
daha doğru.
TİYATRO DİJİTALE KİTLENMEZ
Ben tiyatronun özlenmesinin gerektiğine
inananlardanım. Kendimce iİnsan soluğunun
en arka sıradan bile en yoğun
biçimde duyumsanması olarak tanımlayabileceğim
sanatımızı dijitale kilitlemek
uzun vadede çok sakıncalı. Radyo tiyatrosu
nostaljisini yaşatmak tatlı olabilir ama
şu an bir gereklilik olan “evdekal” çağrısı,
uzun vadede asosyal, apolitik ve en
önemlisi duygu, düşünce yoksunu bir kitlenin
yaratılmasına dönüşmemeli.
Berliner Ensemble Instagram hesabından yayınladığı bu fotoğrafın altına “Gelecek sezon görüntüsü” notunu düşmüştü.
GERÇEKLİK ZEMİNİ KAYDI
Gerçeklik zemininin bu kadar kaydığı, etrafımızdaki
hayatın neredeyse her anının
bir kurgusallığa dönüştüğü bu dönemde,
yaşadığımız topraklarda ve tüm dünyada
da sanatı nereye oturtacağımızın arayışı
halindeyiz. Ne için tiyatronun yanı
sıra, nasıl bir tiyatro yaptığımızın, özellikle
güncel ve sahne sanatları gibi dilini,
kurgusallığını alımlayıcısıyla tam da şimdiki
zamanda paylaşan, sanat dallarında
yeni bir dili nasıl oluşturduğumuz önem
kazanacak.
DEVLET ACİL DESTEK OLMALI
Devletin acilen bu dönemde, diğer dünya
ülkelerinin yaptığı gibi özel tiyatroların
ayakta kalabilmesini sağlayabilecek
ekonomik desteği oluşturması gerekiyor.
Kurum ve bağımsız tiyatrolar arasında
hakkaniyetli bir dağılıma gidilmeli; tiyatroyu
profesyonel anlamda icra eden
sanatçılar, kültür ve sanata ayrılan fonla
desteklenmelidir.
SANAT TUZAĞA DÜŞMESİN
Kapitalist düşünce iflas etti ama bu virüse
tutunarak yeni tüketim alışkanlıkları icat
etme peşine düştü. Sanat bu tuzağa düşmemeli.
Bu kötü günler bittiği zaman sanatçı
sokağa çık, çıkarken de bir arkadaşınla
çık çağrısı yapmalı.
Tarihimizin en büyük talihsizlikleri,
sözgelimi Birinci ve İkinci Dünya
Savaşlarında tiyatro biçem değiştirdi.
Sanatçı dünyayı farklı gözle gördü, farklı
biçimde anlatmak ihtiyacını duydu içgüdüsel
olarak. Günlük dil, imgeler ve metaforlar
anlamını yitirmişti, sahneye de bu
tasa yansıdı zaten. Hatta sahne düşüncesi
bile terk edildi ama bütün bunlar tiyatronun
gücünün artması, etkisinin yükselmesini
sağladı. Tiyatro, özüne döndü,
ilkel insan güdülerini, kaybedilen şenlik
duygusunu yakalamaya çalıştı, sadeleşti.
Bu süreçte tiyatro tabii ki yeni anlatım
kaynakları içinde dijitalleşmeye de
yer verecek, ama asla online’a kilitlenmemeli.
Teknoloji ile sosyal medyayı da ayırmak
gerekiyor, her yeni model akıllı telefon
teknolojik bir ilerleme değil, tam
tersine bir yalnızlaşma, bir asosyalleşme
modeli. Yeni bir bağımlılık ve tüketim
alışkanlığı tasarısını modernleşmek olarak
tanımlamayalım. Her yenilik modernlik
demek değil.
BİRAZ ÖZLEYELİM BİRBİRİMİZİ
Bu zor günler sonunda, tiyatro da her haliyle
varolacak ama sosyal mesafe kuralları,
esneme filanla olacak şey değil
bu, salgının her anlamda azalması, insanların
korkularını yenmesi gerekiyor.
Almanya’da 1000 kişilik tiyatroda 200 kişi
sosyal mesafede oturmuş, bunun hem bizim
deyimimizle “oyunun aşağıya geçmesi”
açısından tadı yok, hem de zaten
yalnızlığa, yoksunluğa ve yoksulluğa itilmiş
özel tiyatrolar için hiç imkanı yok.
Sanat mesafe tanımaz derken birbirimize
1 metre mesafe uzaktan mı konuşacağız?
Biraz özleyelim birbirimizi, seyirci de
bizi özlesin. Yasakları aştığımızda, birbirine
sarılmayı unutan insanların en basit
aşk sahnesi karşısındaki heyecanlarını
düşünebiliyor musunuz? Şu anda eski
filmlere bakıp bakıp birbirine korkusuzca
dokunan insanlara öykünüyoruz. Sahnede
bunu yapabileceğimiz günlerin hasreti var
şimdi.
Yeşim Özsoy
GalataPerform’un Kurucusu, Oyun Yazarı,
Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı
“Zor zamanlar geliyor… Özgürlüğü,
daha büyük bir realitenin
gerçeklerini hatırlayacak yazarlara
- şairlere, vizyonerlere- ihtiyacımız
olacak.” (Ursula le Guin,
20 Kasım 2014)
Şu yaşadığımız süreçte “gelecek” kelimesi
ve ifade ettiği kavramlar, açılımlar, şu
anda belki de her zaman olduğundan daha
çok bizi ilgilendiriyor ve büyük bir muamma
olarak karşımıza dikiliyor. Bu sebeple
GalataPerform olarak salgın ve tüm
yaşadıklarımızı dikkate alarak bu senenin
temasını “gelecek” olarak belirledik.
Mehmet Ergen
İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat
Yönetmeni
“Pandemi tiyatronun ne kadar olmazsa
olmaz olduğunu gösterdi.”
Korona zamanında tiyatro şimdilik internet
üzerinden hem sanatçının hem de seyircinin
birbirlerine, kendilerini hatırlattıkları
bir süreç içinde sürüyor.
Evlerimize kapandığımız bugünlerde
herkes okuduğu eserlerle edebiyatın,
dinledikleriyle müziğin, seyrettikleriyle
sinemanın, tiyatronun ne kadar olmazsa
olmaz olduğunu bir kez daha idrak etti
sanıyorum. Bu sanat kollarından tabi ki en
çok yıpranan tiyatro oldu. Şimdilik ekranlardan
iki taraflı bir hasret giderme var
ancak uzun dönemde sağlık koşullarını
yerine getirerek salonları yeniden doldurmak
zorundayız.
TİYATRO AYAKTA KALIR
İçinde bulunduğumuz atmosferin içinde,
elimizden geldiğince, ilham veren,
zenginleştiren, üreten ve seyircimizle ne
olursa olsun farklı bağlar kurmayı araştıran
bir yapıyla devam etmeyi tercih etmenin
şart olduğunu düşünüyorum. Bu
noktada tiyatro sanatının ne olduğundan
ya da ne olmadığından çok, teatral
olanın nerede ve nasıl yeniden yaratılabileceğini
ve sürdürülebilirliğini düşünen
bir bakış açısını yaratma sorumluluğumuz
var bence. Tiyatro tarihin her
döneminde özellikle kırılma noktalarında
ayakta kalmış ve büyük değişimler yaşamıştır.
Dünya tarihine ve coğrafyasına
baktığımızda teatral olanın arayışını binlerce
farklı şekilde görmek mümkündür.
Bu dönemler de bir kırılma noktası arz etmesi
açısından kanımca büyük değişimlere
gebedir.
YILMAMAK LAZIM
Eski formlara tutunmak yerine var olan
denklemlerin içinde hem seyirciyi hem
de tiyatro sanatıyla uğraşan kişiler olarak
bizleri içinden geçtiğimiz bu fırtınada
yeni seyir ve tiyatro biçimlerine açacak bir
düzlem yaratmanın önemine değer veriyorum.
Her ne olursa olsun yılmamak ve
yeni şeyler söylemek zamanı.
TİYATRO DİJİTAL OLAMAZ
YouTube ve benzeri kanallardan eski
oyunlar yayınlanıyor. Arşiv olarak hiçbir
zaman yeterince hazırlıklı olamadığımız
için çoğu kayıt yeterli kalitede değil ne
yazık ki. İlerde bunları daha nitelikli çekmek
için düşünmeye başladığımızda da
kafamızın içinde iyi çekilmiş oyunlar değil,
filmler oluşmaya başlıyor.
Dijital ortamda yeni akımlar da denenmesi
olumlu ancak kolektif tüketilen
ve üretildiği anda tüketilmek gibi özel bir
koşulu olan tiyatro sanatı, salonların açılmasını
beklemeye devam edecek gibi görünüyor.
Çünkü bu iş canlı seyirci ile aynı
odada olmadan aynı heyecanı vermiyor.
MESAFELİ SEYİRCİ VE OYUNCU
Korona sonrasında salonlarda seyircinin
oturma biçimleri ve kapasite çok konuşuluyor.
Özellikle koltuklar arası mesafe ve
oyuncuların aralarındaki mesafe. Ancak
en riskli alanlar fuaye, gişe ve tuvaletler.
Klima sistemlerinin de yeniden düşünülmesi
gerekiyor. Ayrıca daha kontrollü
sahnelemeler de yapılsa, burada esas risk
oyunculardan çok sahne arkasında çalışanlar
için var.
SOKAKLAR SAHNE OLABİLİR
İstanbul Şehir Tiyatroları olarak eğer sağlıklı
koşullar sağlanırsa büyük bir hızla
ve daha büyük bir enerjiyle projelerimize
kaldığımız yerden devam edeceğiz. O zamana
kadar, zaten işgal ettiğimiz sosyal
medya ortamı dışında, parklar, bahçeler,
meydanlar ve hatta kamyonlar bizim sahnemiz
olabilir mi diye alternatif projelere
kafa yoruyoruz.
Covid-19 salgını hayatımızı farklı
yönlerde etkilemeye devam ediyor.
Salgının beraberinde getirdiği
değişim ve durgunluk moda dünyasını
da etkisi altına alıyor. Salgınla mücadelede
milyon euroluk bağış yapan moda aktörleri,
diğer yandan belirsizliğin getirdiği
ekonomik dalgalanmayla baş etmeye
çalışıyor. Ürün fiyatlandırmasında artış,
moda haftalarının sanal platforma taşınması,
arttırılmış gerçeklikle birlikte dijital
iletişimin hiç olmadığı kadar önem kazanması,
Yves Saint Laurent’in ardından
Gucci’nin moda haftasından çekilip kendi
takvimlerini oluşturması derken moda
dünyası yeni “normale” adapte olmaya
çalışıyor.
Üretim merkezlerini yüz maskesi,
hastane önlüğü, el dezenfektanı üretimine
adayan tanınmış modaevlerinden, kâr
paylarını cömertçe bağışlayan küçük ölçekli
firmalara kadar bütün moda dünyası
salgınla mücadelede tek yürek oldu. Ralph
Lauren, Burberry, Chanel, Mayhoola,
Louis Vuitton, Gucci, Dior, Bulgari, Prada,
Bottegaveneta, De Beers, Kenneth Cole,
Puma ve diğerleri...
Ralph Lauren, İngiltere ve Amerika
Birleşik Devletleri’nde kurumlara türlü
yardımlarda bulunsa da belki de en dikkat
çeken desteği New York metro bölgesindeki
sağlık çalışanlarına Ralph’s
Coffee Truck isimli aracıyla sağladığı bedava
kek ve kahve hizmetiyle verdi. Ünlü
moda markası, ayrıca, korona virüsle mücadelede
bağışladığı on milyon dolarlık
yardımla biliniyor. Ralph Lauren’in yanında
Burberry de hastaneleri destekliyor.
İngiliz moda evi tüm dünyaya yayılan
salgın için Yorkshire Fabrikasının
kapılarını açtı. Fabrikayı, hastane önlüğü
ve maske üretimi için kullanan Burberry,
Oxford Üniversitesi’ne aşı araştırmaları
için hatırı sayılır yardımda bulundu.
“Zor zamanlarda birlikte hareket etmeliyiz,”
diyor Burberry Genel Müdürü Marco
Gobbetti. “Burberry çalışanları olarak,
gerek hastaları tedavide, gerekse aşı sürecine
verdiğimiz destekle, Covid-19 virüsüyle
durup dinlenmeden mücadele
eden kahramanları desteklemekten gurur
duyuyoruz.”
Chanel, Fransa’daki hastaneler için
bu dönemde olmazsa olmaz yüz maskeleri
üretiyor. Prototip bir örnek üzerinde
çalıştıklarını ve üretimden önce bu prototiplerin
Fransız otoriteleri tarafından
onaylanması gerektiğini aktaran Chanel,
krizi kontrol altına almak için bir milyon
euro bağışlamış.
Valentino ve Balmain’in başka markası
Mayhoola, İtalya’da Korona virüsle
savaşmak için iki milyon euro yardımda
bulundu. Bu yardımla ilk olarak
Milano’daki Sacco Hastanesi yoğun bakım
ünitesinin güvenliğini ve verimliliğini
artırmak, ikinci olarak ise İtalya’da acil
durumların yönetimiyle ilgili ulusal kurum
Protezione Civile Italiana’nın çalışmalarına
hız vermek hedefleniyor. Louis
Vuitton, Fransa’daki deri fabrikalarını
kapılarını binlerce maske üretimi için
ardına kadar açarak ön saflarda çalışan
sağlık çalışanlarına yardımı amaçlarken;
Gucci, organize ettiği iki kampanyayla
iki milyon euroluk yardım topladı. Dior,
Givenchy ve Louis Vuitton’un ardındaki
marka LV, Fransız hastanelerine ücretsiz
dağıtılması için tüm üretim merkezlerini
el dezenfektanı üretmeye koştu. Bulgari
ise el dezenfektanı üretmesinin yanı sıra
Spallanzani Hastanesi’ne üç boyutlu mikroskop
alımı için yüklü bir miktar bağışladı.
İtalyan moda markası Prada, San
Raffaele ile Sacco ve Vittore Buzzi olmak
üzere, Milano’nun en büyük hastanelerinin
yoğun bakım ünitelerine bağışta bulundu.
De Beers ise iki bin beş yüz dolarlık
para aktarımında bulunacağını duyurdu.
Bu destekle Botswana ve Namibya’daki
sağlık çalışanları ve topluluklara yardımda
bulunmayı arzu ediyor. Bottegaveneta
yardımlarının İtalya’daki araştırma faaliyetlerine
akacağını açıkladı. Veneto, Lazio
ve Campania bölgelerinde iki yıllık burs
vereceğini duyuran moda markası böylelikle
İtalyan sağlık çalışanlarına ve virüsle
ilgili araştırmalara omuz veriyor. Repossi,
kâr amacı gütmeyen CARE organizasyonuyla
el ele vererek Korona virüsten etkilenen
zor durumdaki gruplara yiyecek ve
hijyen yardımı yapıyor. Haziran 2020’den
itibaren, ön siparişle satın alınabilecek,
sınırlı sayıda üretilen pembe altın yüzüğün
satışından elde edilecek tüm gelir,
yardıma yönelik harcanacak.
Bununla birlikte virüs moda sektöründe
satış fiyatlarını oldukça arttırdı.
Chanel, Louis Vuitton ve Tiffany Co. gibi
moda devleri artan maliyetleri karşılamak
için kıyafet ve aksesuarlarına yüzde
beş ila yüzde on yedi arası zam uyguladı.
Dünya genelinde artan malzeme maliyetleri
ve ekonomik gerileme etkisiyle el
çantası ve bazı deri ürünlerinin fiyatlarında
artışa giden Chanel; Gabrielle, Boy
ve Chanel 19 modelĺeri ve küçük deri aksesuarlarına
euro bazında zam yapmak
zorunda kaldı. Öte yandan, Chanel’den
başka Louis Vuitton ve Tiffany & Co.’nun
arasında bulunduğu bazı markalar da
Güney Kore’de fiyat artışına gitti, bu firmalardan
Louis Vuitton’un Kore ülkesinde
bazı çanta, giysi ve aksesuarlar için ortalama
yüzde beş ila yüzde altı oranında
zam yaptığı belirtildi.
Dünya genelinde korona virüs nedeniyle
artan malzeme maliyetleri ve ekonomik
darboğazın üzerine bir de insanların
evlerine çekilme zorunluluğu
eklenince moda haftalarının 2020’yle
dansı benzersiz görünüyor. Her yılın
Eylül ayında New York, Londra, Paris ve
Milano’da düzenlenen Moda Haftalarında
görmeye alıştığımız kalabalığı bu yıl göremeyeceğiz.
Büyük Dörtlü olarak tanımlanan
New York, Londra, Paris ve
Milano’da binlerce ilgili, moda markalarının
bir sonraki dönem için hazırladıkları
koleksiyonları izleme imkanından
en azından fiziksel olarak yoksun kalacak.
New York ve Londra’da düzenlenmesi
planlanan moda haftaları korona virüsün
yol açtığı tehlike nedeniyle iptal edilseler
de markalar koleksiyonlarını görsel iletişim
araçlarını kullanarak modaseverlerin
ilgisine sunabilecek, alışılagelmiş
takvimlerin dışında kendilerine göre bir
gösteri düzeni belirleyecek.
Moda sektörünün karşılaştığı çaresizlik,
bir bakıma milyon dolarlık yatırımların
çöpe atılması demek. Bu nedenle
sanal/görsel moda gösterileri (virtual
fashion weeks), dijital iletişimin ve arttırılmış
gerçekliğin ismini yüceltiyor.
Markalar da birbirinden orijinal fikirlerle
ürünlerini “evden” piyasayla buluşturmaya
çalışıyor.
Karantina günlerinde moda gösterileri
için bir alternatif, top model Carine
Roitfield’den geldi. amfAR ve Covid-19 aşı
araştırmaları için fon toplama girişimine
yönelik gerçekleştirilen online moda gösterisinde
modeller evlerinde kendilerini,
kendi gardıroplarındaki giysileri eşliğinde
videoya çekti. Modeller arasında daha önceden
belirlenmiş bir format yoktu. Hatta
videonun yatay ya da dikey mi olacağı hususunda
karar vermemişlerdi, ancak sonuç
çok olumlu oldu: tatlı ve naif video,
YouTube’da 300K görüntülenme elde etti.
İngiliz tasarımcı Christina Seewald ise
aynı dijital yaklaşım ancak daha planlı bir
yöntemle yeni FW20 koleksiyonunu online
moda gösterisiyle sergiledi.
Yeni tasarımların dijital giysi katalogları
ve uzaktan defilelerle ilgililerin ilgisine
sunulması korona günlerinden sonra
da devam edeceğe benziyor. Dijital moda
belki de daha sık duyacağımız bir kelime
haline gelecek. Dijital moda, video oyunlarıyla
karşımıza çıkan bir alan; Fornite
ve World of Warcraft oyunları için insanların
dijital kıyafet satın almaları Korona
virüs öncesinden beri alışık olduğumuz
bir pratikti aslında. Bununla birlikte ünlü
Moda Haftaları
Şangay ve Moskova, Mart ve Nisan sonunda
dijital gösterime giden ilk moda
haftalarıydı. Şangay Moda Haftası,
Alibaba’yla anlaşması sayesinde, sekiz
yüz milyon izleyici tarafından görüldü.
Balenciaga’nın CEO’su Cédric Charbit
nisan ayının ortalarında Vogue Global
Conversations’a verdiği demeçte moda
gösterilerinin geleceği hakkında fikirlerini
paylaştı. Canlı moda gösterilerinin
altı yüz ziyaretçi tarafından izlenmesine
karşılık sanal ortamda on milyondan
fazla izleyici bulması ekonomik yatırımların
nereye yapılacağına ilişkin çabaların
yeniden düşünülmesini gerektirdiğini
kaydetti.
Şangay Moda Haftasında Çinli tasarımcı
Angel Chen, gerçek modellerin
bilgisayar tasarımı grafiklerle iç
içe geçtiği bir format oluşturdu. Görsel
moda şovlarının sunduğu olanakları
gözler önüne seren format, 1988 yapımlı
Akira filminden esinlenerek bir
retro bilim kurgusu estetiğinde düzenlendi.
Öte yandan İngiliz Moda Kurulu
markaların video oyunları aracılığıyla
ürünlerine alıcı bulmaya çalışmaları pek
rastlanan bir durum değildi. Avatarların
moda markalarınca giydirildiği ve onlar
aracılığıyla kıyafetlerin sergilendiğini düşünsenize.
Bu doğrultuda, Valentino ve Marc
Jacobs geçtiğimiz günlerde Animal
Crossing oyunu kullanıcıları için koleksiyonlarının
indirilebilir kodlarını geliştirdiler.
Bu eylem, platformlar ve disiplinler
arasındaki geçişkenliğin ne kadar
esnek olduğunu göstermesi bakımından
da önemli. Bu arada Travis Scott’un
Fornite’te on iki milyon kullanıcının dinlediği
online konserini unutmayalım.
Modanın ve teknolojinin kesişim kümesinde
uğraş veren ve yıllardır giysilerin
dijital ortamda sergilenişini geliştirmeye
çalışan The Fabricant ve Carlings, sosyal
izolasyonla birlikte emeklerine ilginin
arttığını ifade ediyor. The Fabricant’ın
CEO’su Kerry Murphy geliştirdikleri teknoloji
yardımıyla üç boyutlu avatarlarla
gerçekleştirilen ilk moda şovunu izleyeceğimizi
belirtiyor. Bu şovda avatarların
giydikleri giysiler dijital olarak tasarlanıyor,
gerçek modellerin yüzleri üç boyutlu
ortama aktarılıyor ve gerçek modeller
gerçek ya da dijital kıyafetler giyiyorlar.
Görsel moda şovları, gösterilerin düzenlenmesinde
markalara hayal gücü serbestliği
getiriyor, geleneksel moda gösterileri
değişime uğruyor. Geleneksel moda
gösterilerinde madde dünyasının zorunlu
kıldığı şartlar görsel moda gösterilerinde
etkisini yitirebiliyor. Zaman, mekan ve
yer sonsuz biçimde çeşitleniyor, sınırlayıcı
unsur olmaktan çıkıyor.
moda haftalarını Haziran ortasında
hayata geçireceğini duyurdu.
Temmuzda gerçekleştirilecek Helsinki
Moda Haftası da yine dijital düzenlenecek.
Milan Moda Haftası ise endüstrinin
kilitlenmesiyle koleksiyonlarını
tamamlayamadıklarından ertelenerek
Temmuza kaldı. Barselona’da evlilik
sektörüne yönelik Valmont Bridal
Moda Haftası Eylül için tarih belirlerken
Madrid Moda Haftası herhangi bir duyuruda
bulunmadı.
Yves Saint Laurent nisanda Paris
Moda Haftasından çekildiklerini, kendi
takvimlerini oluşturacaklarını duyurmuştu.
Gucci ise mayıs ayının son haftasında
yayınladığı Instagram duyurusunda
Eylül ayındaki Moda haftasından
çekildiklerini, genel takvimlerden bağımsız
yeni bir program oluşturduklarını
ifade etti. Yoğun gösterimlerin
salgın ortamında gerekmediğine
vurgu yapan Gucci CEO’su Alessandro
Michele, bu kararı vermek için uzun
süre düşündüklerini ve yılda yalnızca iki
moda gösterisi yapmaya karar verdiklerini
açıkladı.
Hibrid bir Yaklaşım
Sosyal izolasyon her geçen gün azalsa
da güvenlik önlemlerinin kısa dönemde
azalmayacağı bariz. Bu dönemde moda
gösterilerinin yüzde yüz görsel, bir başka
deyişle telefon ya da tablet ekranında
olacağını tahmin etmek zor değil. Bir
araya gelmelerin, seyahatin en azından
eskisi olmayacağının bilindiği yeni normalde
moda haftalarının sona ermediği
ama şekil değiştirdiği bir moda dünyasından
söz edebileceğiz. Yalnızca orta
vadede değil salgın geçtiğinde de moda
ile teknolojinin kesişim kümesi önemini
yitirmese de canlı gösterilerin, kıyafete
dokunup hissetmenin verdiği
tatmin kimi markaların geleneksel sergilemelere
olan her zamanki bağlarını
koruyacak. Özetle; bazı markalar görseli
bazı markalar dijitali seçecek ya da her
ikisini birden harmanlayacak.
Böylece gösteriler fiziksel ve görsel
şovlardan oluşarak her türlü izleyiciye
yanıt verecek ve uzun vadede “kanlı
canlı” moda gösterilerinden sanal ve
dijital moda şovlarına karma, hibrid
kompozisyonlarla karşılaşacağız.
36 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 37
SİNEMA / İNCELEME
SİNEMA / İNCELEME
Zorunlu Antrakt:
Sinemaya COVID-19 Darbesi
1 “Deloitte analiz etti:
Covid-19 salgını Türkiye’de
hangi sektörleri ne kadar
etkiledi?”, Marketing
Türkiye, 7 Nisan 2020,
Haber: Eylem Arslan, https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/
deloitte-analiz-etti-covid-19-salgini-turkiyede-hangi-sektorleri-ne-kadar-etkiledi/
2 “AMC Theatres Bankruptcy
Likely, Analysts Say”,
Variety, 9 Nisan 2020,
Haber: Todd Spangler, https://variety.com/2020/
film/box-office/amc-theatres-bankruptcy-likely/
3 “Netflix Traffic Hits
All-Time Highs Amid
Coronavirus Pandemic,
Says AT&T”, 24 Mart 2020,
Forbes, Haber: Simon
Chandler, https://www.
forbes.com/sites/simonchandler/2020/03/24/
netflix-traffic-hits-all-time-highs-amid-coronavirus-pandemic-says-att
4 “Netflix viewership surging,
will have plenty of
new content for a few
months”, 23 Mart 2020,
Entertainment Weekly,
Haber: James Hibberd, https://ew.com/tv/netflix-viewing-coronavirus/
COVID-19 pandemiğinin dünya üzerindeki
herhangi bir bireyi, sektörü
ya da eylemi etkilemediğini söylemek
imkansız. Her şeyin başında tabii
ki sağlığımız geliyor, fakat gündelik yaşamımızın
muhtelif parçalarının pandemiden
ne şekilde etkilendiği, alışkanlıklarımızın
ya da rutinimizin nasıl değiştiği
ve belli alanlardaki normalleşmenin nasıl
ya da ne zaman olabileceği de oldukça
önemli. Dışarıda olamamanın bir sonucu
olarak yokluğunu en çok hissettiğimiz,
pandemiden en çok etkilenen alanların
başında kültür, sanat ve sinema geliyor.
Ötelenen gösterim tarihleri, iptal edilen
ya da ertelenen film festivalleri, tedbir
amaçlı kapatılan salonlar, durdurulan
film prodüksiyonları derken sinemanın
zorunlu olarak verdiği antrakt bir hayli
uzun süreceğe, COVID-19’un sinemadaki
etkileri aylarca, hatta birkaç yıl boyunca
hissedileceğe benziyor. Deloitte’in
Mart 2020’deki araştırması ve Marketing
Türkiye’nin haberine 1 göre, “[COVID-19
salgınının Türkiye’deki etkileri açısından]
tüm incelenen kategoriler arasında
açık ara en negatif ayrışan kategori sinema,
konser ve tiyatro gibi kültürel topluluk
faaliyetlerini içeren Kültür-Sinema
kategorisi oldu. […] Mart ayı başlarında
başlayan sert düşüş, sonraki haftalarda
devam etti ve karşılaştırılan ocak dönemindeki
etkileşimin yüzde 95’ini kaybetti.”
Durum dünyada da pek farklı değil,
krizin en önemli işaretlerinden biri
olarak ABD’nin en büyük sinema zincirine
sahip AMC Entertainment’ın yaşadığı
zor durumu örnek göstermek mümkün: 17
Mart’tan beri ABD’deki 630 farklı lokasyondaki
sinemalarını kapamak ve 25 bini
aşkın çalışanını ücretsiz izine çıkarmak
zorunda kalan AMC Entertainment’ın,
MKM Partners’ın raporuna ve Variety’nin
haberine 2 göre temmuz ayına kadar kapalı
kalması durumunda iflasını açıklaması
öngörülüyor.
BAĞIMSIZ SİNEMA
SALONLARI TEHLİKEDE
Gelişen teknolojiler ve değişen film izleme
alışkanlıkları nedeniyle tüm dünyada
halihazırda zor durumda olan sinema
endüstrisinin, bu olağanüstü hâlde ve
ansızın ortaya çıkan yeni koşullar altında
toparlanmasının ne kadar süreceğini
öngörmek oldukça zor. Hatta ne yazık
ki, birçok (özellikle bağımsız) sinema salonu,
hayat normale döndüğünde bıraktığımız
yerde olmayabilir. Bu kötü sondan
olabildiğince kaçmak için hem dünyada
hem de Türkiye’de çeşitli kampanyalar,
kitlesel fonlamalar ve yardım kampanyaları
ortaya çıktı bile: “Art-house”
sinemanın önemli temsilcileri Criterion
Channel ve Janus Films, ABD’deki bağımsız
sinema salonları için bir kitlesel yardım
fonu başlatırken, başta New York, Los
Angeles ve Chicago olmak üzere ABD’deki
birçok metropol de bağımsız salonlarını
ve sinema çalışanlarını desteklemek
için bölgesel yardım kampanyaları duyurdu.
ABD ve Avrupa’daki birçok “art-house”
sinema, kendi internet siteleri ya
da farklı çevrimiçi platformlar üzerinden
programlarındaki filmleri kirala-izle
sistemleriyle erişime açmaya başladı.
Benzer bir uygulama, “art-house” sinemanın
ülkemizdeki en büyük kalesi Başka
Sinema’nın duyurduğu BluTV ortaklığı
ile Türkiye’de de mevcut; 8 Nisan’dan
beri Başka Sinema’nın ilkbahar ayları
için gösterimini planladığı birçok film, iki
haftalık süreler boyunca BluTV üzerinden
kiralanarak izlenebiliyor, elde edilen gelirin
bir kısmı Başka Sinema gösterimlerinin
yapıldığı bağımsız sinema salonlarına
destek için ayrılıyor. Bir diğer örnek ise
Beyoğlu Sineması’nın alternatif bir projesi;
sinemanın hazırladığı 1989 adındaki
haftalık sinema e-gazetesine belli bir
maddi destek karşılığında aylık ya da yıllık
olarak abone olunabiliyor.
FİLM FESTİVALLERİ BİR
BAŞKA BAHARA…
Sinema salonları kadar film festivalleri
de COVID-19’un etkisinden nasibini
aldı. Pandeminin henüz adının konmadığı
ve Avrupa ile Amerika’yı henüz etkisi
altına almadığı günlerde, ilk erteleme kararı
5-15 Mart tarihleri arasında düzenlenmesi
planlanan Selanik Belgesel Film
Festivali’nden geldi. ABD’nin hem bağımsız
sinema hem de bağımsız müzik
sahnesi için en önemli etkinliklerinden,
13-22 Mart tarihleri arasında düzenlenmesi
planlanan SXSW bir süre dirense de,
Amazon, Apple ve Netflix gibi şirketlerin
çekilme kararlarının ardından iptal edildi.
Festivalde gösterimi planlanan filmlerden
birçoğunun nisan ayında Amazon
Prime Video aracılığıyla on günlüğüne
tüm ABD’nin ücretsiz erişimine açılmasıyla
SXSW bu dönemde çevrimiçi seçeneğine
yönelen ilk önemli film festivali
oldu. New York’taki Tribeca Film Festivali
(15-26 Nisan) ise basın ve sektör çalışanları
için çevrimiçi olarak gerçekleşti; halka
açık gösterimlerin ise eylül ayındaki
Tribeca Televizyon Festivali’yle birleştirilebileceği
konuşuluyor.
CANNES VE VENEDİK ÇEVRİMİÇİ
FESTİVAL SEÇENEĞİNE KARŞI
COVID-19’un yarattığı küresel endişe
büyürken, sinema dünyasının gözleri
Cannes Film Festivali’nin (12-23 Mayıs)
üzerindeydi. Dünyanın farklı köşelerindeki
festival ve etkinlikler birbiri ardına iptal
edilirken tarihi gittikçe yaklaşan, dünyanın
en prestijli festivali sayılan ve tüm
sinema endüstrisini bir araya getiren festival,
erteleme ya da iptal duyurusunu geciktirmekle
kalmadı, belli bir süre boyunca
gerçekeleşeceğini ima eden sosyal
medya paylaşımlarıyla takipçilerini hayrete
düşürdü. Fakat sounda Cannes Film
Festivali’nin duyurusu da geldi; festival
haziran sonu ya da temmuz başına ertelendiğini
açıkladı. Diğer yandan görünen
o ki, şu anki koşullar göz önünde bulundurulduğunda
bu tarih de Cannes Film
Festivali çapındaki bir etkinliğin gerçekleşebilmesi
için fazla iyimser belirlenmiş.
Festivalin bu tarihlerde gerçekleşememesi
durumunda - böylesi geleneksel ve kapalı
görüşlü bir festivalin hiçbir koşulda çevrimiçi
seçeneğini değerlendirmeyeceği de
göz önünde bulundurularak - iptal edilmesi
bekleniyor. Diğer yandan göreceli
olarak uzak bir tarihi bulunan Venedik
Film Festivali (2-12 Eylül) de seçeneklerini
değerlendirmeye başladı. Festivalin
planlandığı tarihlerde gerçekleşememesi
durumunda, tıpkı Cannes Film Festivali
gibi çevrimiçi festival seçeneğine karşı
olduğu ve böyle bir olasılıkta erteleneceği
ya da iptal edileceği açıklandı. Bahar
festivallerinin ardından güz festivallerinin
de durumu konusunda belirsizliklerin
ortaya çıkmaya başlaması gösteriyor ki,
2020’de düzenlenebilmiş tek büyük festivaller
Rotterdam Film Festivali (22 Ocak
- 2 Şubat), Sundance Film Festivali (23
Ocak - 2 Şubat) ve Berlin Film Festivali
(20 Şubat - 1 Mart) olarak kalabilir.
The Hunt, Craig Zobel, 2020
İSTANBUL VE ANKARA
FESTİVALLERİ ERTELENDİ
Türkiye’de de durum farklı değil. İstanbul
ve Ankara izleyicisi için bahar aylarıyla
özdeşleşen, iki kentin en büyük sinema
etkinlikleri olan İstanbul Film Festivali
(10-21 Nisan) ve Ankara Film Festivali
(4-14 Haziran), henüz açıklanmayan
ileri birer tarihe ertelendi. 16 Mart’ta
İstanbul’da başlayıp bahar ayları boyunca
farklı şehirleri ziyaret etmesi planlanan
Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin
de düzenlenmeyeceği açıklandı; festival
sosyal medya hesaplarından her gün
kısa ya da uzun metrajlı bir filmin 24 saat
erişilebilir bağlantısını paylaşmaya başladı.
Her yıl 1 Mayıs haftasında izeyiciyle
buluşan İşçi Filmleri Festivali ise “Evde
Kalamayanlara” başlığı altında, 1-7 Mayıs
tarihlerinde çevrimiçi düzenlendi.
WE ARE ONE: KÜRESEL BİR
ÇEVRİMİÇİ FESTİVAL
Tüm bu gelişmeler bir yana, 27 Nisan’da
duyurulan We Are One: A Global Film
Festival projesi, sinema endüstrisi ve sinefiller
için umut oldu. 29 Mayıs’ta başlayan
ve 10 gün boyunca YouTube’dan
erişilebilecek bu küresel çevrimiçi film
festivali projesi, Berlin, Cannes, Karlovy
Vary, Locarno, Londra, New York, San
Sebastian, Saraybosna, Sundance,
Toronto ve Venedik film festivallerinin
de aralarında bulunduğu 20 festivalin ortak
küratörlüğünde bir araya getirilen bir
seçkiyle izleyici karşısına çıkıyor.
GÖSTERİM TARİHLERİNDE
ZİNCİRLEME DEĞİŞİKLİKLER
Sinemaların dünyanın dört bir yanında
kapılarını kapatmasıyla stüdyo filmi ya da
bağımsız film fark etmeksizin birçok filmin
gösterim tarihi ertelendi ve ertelenmeye
devam ediyor. Mart, Nisan ve Mayıs
2020’de gösterime girmesi planlanan ve
COVID-19 nedeniyle ertelenen filmler
arasında A Quiet Place Part II (20 Mart →
Ötelenen gösterim
tarihleri, iptal edilen ya da
ertelenen film festivalleri,
tedbir amaçlı kapatılan
salonlar, durdurulan film
prodüksiyonları derken
sinemanın zorunlu olarak
verdiği antrakt bir hayli
uzun süreceğe, COVID-19’un
sinemadaki etkileri aylarca,
hatta birkaç yıl boyunca
hissedileceğe benziyor.
Emre EMİNOĞLU
Onward, Dan Scanlon, 2020
4 Eylül), Mulan (27 Mart → 24 Temmuz),
No Time to Die (2 Nisan → 25 Kasım),
The New Mutants (3 Nisan → Belirsiz),
Antlers (17 Nisan → Belirsiz), Black
Widow (1 Mayıs → 6 Kasım), F9 (22 Mayıs
→ 2 Nisan 2021), Wonder Woman 1984
(5 Haziran → 14 Ağustos), Candyman (12
Haziran → 25 Eylül), Soul (19 Haziran →
20 Kasım), In the Heights (26 Haziran →
18 Haziran 2021), Top Gun: Maverick (26
Haziran → 23 Aralık), Minions: The Rise
of Gru (3 Temmuz → 2 Temmuz 2021),
Ghostbusters: Afterlife (10 Temmuz → 5
Mart 2021), Bob’s Burgers: The Movie
(17 Temmuz → 9 Nisan 2021), The French
Dispatch (24 Temmuz → 16 Ekim), Jungle
Cruise (24 Temmuz → 30 Haziran 2021)
gibi filmler var. Üstelik uzun vadeli dağıtım
ve pazarlama stratejileri belirleyen
büyük stüdyoların programları bu zorunlu
ertelemeler nedeniyle o kadar karıştı
ki, büyük stüdyoların 2021, hatta
2022 takvimleri zincirleme ertelemelerle
güncellendi. En büyük karmaşayı yaşayan
ise kuşkusuz Walt Disney Pictures,
Marvel Studios, Lucasfilm, Searchlight
Pictures ve 20th Century Studios ve Pixar
Animation Studios’u bünyesinde barındıran
The Walt Disney Studios. Özellikle
Marvel Sinema Evreni filmlerinin birbirine
bağlı yapısı nedeniyle gösterim tarihi
5 Kasım 2021 olarak duyurulmuş Thor:
Love and Thunder dahi 18 Şubat 2022’ye
ertelendi!
VİZYON FİLMLERİ İÇİN İKİNCİ
BİR ŞANS: İNTERNET
Peki ya sinemalar kapandığında halihazırda
gösterimde olan, dahası sinemalar
kapanmadan henüz birkaç gün önce
gösterime girmiş olan filmler? Birçok ülkede
resmî kararlarla kapıları geçici süreliğine
kapatılan sinema salonlarının
izleyici sayılarında, bu kararlar alınmadan
da önemli bir düşüş gözlenmişti;
kendi iradesiyle sosyal mesafe uygulayan
izleyici, sinemaya gitmeyi tercih
etmiyordu. ABD’de bu sırada gösterimde
olan ya da gösterime henüz girmiş
filmler arasında stüdyo filmleri Sonic the
Hedgehog (14 Şubat), The Invisible Man
(28 Şubat), Emma. (6 Mart), Onward (6
Mart) ve The Hunt (13 Mart) ile bağımsız
filmler Downhill (14 Şubat), Saint
Frances (28 Şubat) ve Wendy (28 Şubat)
vardı. Ulaştığı izleyici sayısı ve elde ettiği
gişe hasılatı sinemaların kapanmasıyla
beraber öngörülemeyecek kadar
düşük kalan bu filmlerin bazıları, interneti
ikinci bir şans olarak gördü. Normal
şartlarda gösterime girdikten aylar sonra
Apple iTunes, Google Play ve Amazon
Prime Video gibi VOD (video on demand)
dağıtım kanallarına açılan filmler, gösterim
tarihleriyle neredeyse eşzamanlı
olarak internette erişilebilir hale geldi.
Bu hamleyi ilk yapan, gösterimde üç
filmi birden bulunan Universal Studios
oldu: The Invisible Man, Emma. ve The
Hunt, 20 Mart’ta VOD platformlarında
yaklaşık 20$ karşılığında erişilebilir
hale geldi. Aynı tarihte Disney, Pixar animasyonu
Onward’ı VOD erişimine sundu.
Vizyon gösterimleri kısa süre önce tamamlanmış
bazı filmlerin de VOD erişim
tarihleri öne çekildi; 24 Mart’ta Warner
Bros. Birds of Prey’i, STX Films ise The
Gentlemen’ı yayınladı.
Sinemaların kapılarının bir süre
daha kapalı kalacağını öngören bazı dağıtım
şirketleri ve stüdyolar ise doğrudan
VOD erişimini tercih etmeye başladı
bile. Focus Features, Sundance ve
Berlin film festivallerinde oldukça iyi
eleştiriler alan Never Rarely Sometimes
Always’i 3 Nisan’da, Universal ise animasyon
devam filmi Trolls: World Tour’u
10 Nisan’da, sinemaların açılmasını
beklemeden VOD kanallarına sundu.
Paramount’un elinde bulunan, prömiyerini
SXSW festivalinde yapması, ardından
da ABD’de 3 Nisan’da gösterime sokulması
planlanan komedi Lovebirds,
Netflix tarafından satın alındı ve 22
Mayıs’ta platformun kataloğuna ekleneceği
duyuruldu. COVID-19 tehlikesi
ve alınan önlemler sürdükçe, bu yöntemi
bir gelir kaynağı olarak gören şirketlerin,
gösterim tarihi bekleyen birçok filmi
bu şekilde yayınlaması bekleniyor.
Gösterimdeki filmlerin eşzamanlı olarak
(ya da bir-iki hafta arayla) VOD erişimine
açılması hayat normale döndüğünde
de devam ederse sinema endüstrisini
ve izleme alışkanlıklarını büyük ölçüde
değiştirecek. Bu noktada ortaya çıkabilecek
en büyük sorun ise, özellikle Türkiye
gibi korsan erişimin denetlenemediği ve
cezalandırılmadığı ülkelerde izleyicinin
filmleri sinema salonunda izlemeye bir
alternatif olarak VOD değil, korsan erişimi
tercih edecek olması.
ÇEKİMLER VE
PRODÜKSİYONLAR DURDU
Güz festivallerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği,
yeni filmlerin gösterime
girmek için festival gösterimlerini ve sinema
salonlarının açılmasını mı bekleyeceği,
yoksa VOD seçeneğini mi değerlendireceği
merak ediledursun, 2021
ve 2022’de gösterime girmesi planlanan
birçok büyük prodüksiyon da şimdiden
COVID-19 nedeniyle askıya alındı.
Durdurulan çekimler ve prodüksiyonlar
özellikle dev bütçeli stüdyo filmlerini
belirsizliğe sürükledi: James Cameron’ın
Avatar 2, Avatar 3, Baz Luhrmann’ın Elvis,
Ridley Scott’ın The Last Duel, Joel Coen’in
Macbeth, Wachowski Kardeşler’in Matrix
4, Guillermo del Toro’nun Nightmare
Alley, Robert Eggers’ın The Northman,
Jane Campion’un The Power of the Dog,
Ryan Murphy’nin The Prom, ayrıca popüler
serilerin ve sinema evrenlerinin
yeni filmleri The Batman, Jurassic World:
Dominion, Mission: Impossible 7, Shang-
Chi and the Legend of the Ten Rings’in çekimleri
yarım kaldı.
İlgiyle izlenen ve yeni sezonları
merakla beklenen diziler ve büyük
bir heyecanla yolu gözlenen yeni diziler
için de biraz daha beklemek gerekecek;
Amazon’un The Lord of the Rings,
Disney+’ın Falcon and the Winter Soldier,
Loki, WandaVision, FX’in American Crime
Story, Atlanta, Fargo, Pose, HBO’nun
Barry, Euphoria, Succession, Hulu’nun The
Handmaid’s Tale, Netflix’in GLOW, Grace
and Frankie, Russian Doll, Stranger Things,
The Witcher gibi dizilerinin devam eden
çekimleri durduruldu ya da tamamlanan
sezonların yayın tarihleri ötelendi.
PANDEMİNİN KAZANANI:
DİJİTAL PLATFORMLAR
Pandeminin kazananı olmak pek tabii ki
rahatsız edici bir tabir, fakat evinde kalma
lüksüne sahip milyonlarca insan ve
dünyanın her yanında askıya alınmak
zorunda kalan bir sosyal yaşamın doğurduğu
en büyük ihtiyaçlardan biri evde izleyecek
film ve diziler oldu. Bu da başta
Netflix olmak üzere dijital platformların
trafiğinin ve üye sayısının büyük ölçüde
artmasıyla sonuçlandı. Forbes’un
haberine 3 göre Netflix, 20-22 Mart hafta
sonunda tüm zamanların izlenme rekorunu
kırdı ve 16 Mart haftasında Netflix
hisseleri (NFLX) yaklaşık %20 oranında
değer kazandı. Muhtemelen COVID-19
tehlikesi sürdükçe de yeni rekorlar kırılmaya
devam edecek. Netflix, yoğunluğun
altından kalkabilmek için Avrupa’da bir
aylık süreyle görüntü kalitesini ve indirme
hızını düşürme kararı aldıklarını ve
bununla Avrupa’daki internet altyapısına
binen trafik yükünü azaltmayı amaçladıklarını
açıkladı. Türkiye’de de hizmet
veren Netflix’in yanı sıra Amazon
Prime ve Mubi gibi uluslararası platformlar,
yerli dijital platformlar BluTv
ve puhutv ile Türkiye’de henüz hizmet
vermeyen Disney+ ve Hulu da evde vakit
geçirmek isteyenlerin yoğun ilgisiyle
karşılaşanlardan. Bunlar arasına, daha
önce planlandığı gibi mayıs ayı içinde,
WarnerMedia’nın yeni dijital platformu
HBO Max da eklenecek.
Dijital platformların sağladığı özgün
içerik ve lisanslı içerik neredeyse sınırsız
seçeneği evlere taşısa da, durdurulan
çekimler ve aksayan prodüksiyonlar
nedeniyle uzun vadede yeni özgün içerik
sağlamakta zorlanacaklarını kestirmek
zor değil. Entertainment Weekly’nin
haberine 4 göre, Netflix’in içerik yöneticisi
Ted Sarandos’un açıklamaları platformun
birkaç ay yetecek kadar özgün
içeriğe sahip olduğunu ve yayın takviminde
herhangi bir değişikliğe gitmeyeceğini
garanti etse de, içinde bulunduğumuz
koşulların devam etmesi halinde
yıl sonuna doğru sıkıntı yaşanabileceğini
işaret ediyor.
AKADEMİ’DEN OSCARLAR
İÇİN YENİ DÜZENLEME
Hayatın ve sosyal yaşamın normale dönmesinin,
film festivallerinin gerçekleşmeye
başlamasının ve sinema salonlarının
kapılarını açmasının ne kadar
süreceği bilinmiyor. Pandemi, yarattığı
kriz ortamı ve korunan sosyal mesafe
devam ettikçe, yeni erteleme ve iptal haberleri
geldikçe 2020’de yeni filmler izleme
olasılığı da düşüyor. Akademi ve
Hollywood Yabancı Basın Birliği şimdiden
Oscarlar ve Altın Küre Ödülleri için
yeni düzenlemeleri gündemine almaya
başladı bile. Her iki kurum da nisan ayı
içinde duyurduğu kural değişiklikleriyle,
sinema gösterimleri planlanmış fakat
vizyona girmeden doğrudan VOD erişimine
açılan filmlerin de değerlendirmeye
alınacağını garantiledi. Yine de normalleşmenin
ne zaman geleceğine bağlı
olarak erteleme ve iptaller, ödül sezonundaki
birçok organizasyon için kapıda
olabilir.
The Invisible Man, Leigh Whannell, 2020
2020 Sineması Üç Aydan mı İbaret?
Eğer pandemi kontrol altına alınamaz, sinemaların açılacağı ve güz festivallerinin gerçekleşebileceği
bir ortam sağlanamazsa 2020 sineması yılın ilk çeyreğinde izleyiciyle
buluşan yapımlardan ibaret olabilir. Böyle bir durumda 2020’yi hatırlayacağımız sayılı
filmden birkaçı şunlar olacak:
The Assistant (Yön. Kitty Green):
Başrolünde Emmy ödüllü oyuncu Julia Garner’ın rol aldığı drama, kariyerinin başlarındaki
bir genç kadının, asistanlığını yaptığı güçlü yapımcının tacizlerini ortaya çıkardığı
bir film olarak Hollywood’un yozlaşmış düzenini yansıtıyor.
Birds of Prey (Yön. Cathy Yan):
Suicide Squad’da tanıştığımız, Margot Robbie’nin canlandırdığı Harley Quinn karakterini
başrole yerleştiren film, DC evreninden Black Canary, Huntress ve Renee Montoya
gibi yeni karakterleri beyaz perdeye taşıyor.
Downhill (Yön. Nat Faxon & Jim Rash):
Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan, Julia Louis-Dreyfuss ve Will Ferrell’in
başrollerini paylaştığı bağımsız komedi, çığ düşme sahnesiyle sosyal medyada çokça
konuşan İsveç filmi Turist / Force Majeure’ün yeniden çevrimi.
Emma., Autumn de Wilde, 2020
Emma. (Yön. Autumn de Wilde):
Jane Austen’ın popüler romanından uyarlanan, on dokuzuncu yüzyıl İngiltere’sinde
geçen bu çöpçatanlık komedisi, Anya Taylor-Joy başta olmak üzere yeni nesil yetenekli
oyuncuları bir araya getiriyor.
First Cow (Yön. Kelly Reichardt):
Amerikan bağımsız sinemasının usta yönetmenlerinden Reichardt’ın Berlin Film
Festivali’nde yarışan dönem filmi, Oregon’a ilk ineğin geldiği yıllarda, bir fırıncı ve bir
Çinli göçmenin ticari kurnazlıkları üzerinden sömürgeciliği ve kapitalizmi eleştiriyor.
Gentlemen (Yön. Guy Ritchie):
Matthew McConaughey, Charlie Hunnam, Colin Farrell ve Hugh Grant gibi yıldız
oyuncular Ritchie’nin, dolandırıcılık, üçkağıt, rüşvet ve şantajla dolu yeni suç komedisinde
bir araya geliyor.
The Hunt (Yön. Craig Zobel):
Geçtiğimiz yaz Donald Trump’ın hedef göstermesiyle vizyon tarihi ertelenen korku türündeki
politik taşlama, kutuplaşmış Amerikan toplumunun gerçeklerini uç noktalara
taşıyan bir insan avını konu alıyor.
The Invisible Man (Yön. Leigh Whannell):
Elisabeth Moss’un yılın şimdilik en iyi eleştiriler alan performansını sergilediği korku
filmi, psikolojik ve fiziksel şiddetine maruz kaldığı erkek arkadaşının ölümünün ardından
rahat bir nefes alan bir kadının bu kez görünmez bir tehlikeyle karşılaşmasını konu
alıyor.
The Lodge (Yön. Severin Fiala & Veronika Franz):
Ich seh, ich seh / Goodnight Mommy filminin yönetmen ikilisi, bu kez kar fırtınasında
bir kulübede mahsur kalan iki küçük çocuk ve müstakbel üvey annelerinin yaşadığı gerilimi
anlatıyor.
Miss Americana (Yön. Lana Wilson):
Sundance Film Festivali’nin en büyük yankı uyandıran belgeseli, günümüz ikonlarından
birine dönüşmüş Taylor Swift’in kariyerine odaklanıyor.
Never Rarely Sometimes Always, Eliza Hittman, 2020
Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi oldu.
Never Rarely Sometimes Always (Yön. Eliza Hittman):
Berlin’de Jüri Büyük Ödülü kazanan film, istenmeyen hamileliğini sonlandırmak için
Pennsylvania kırsalından New York’a doğru yola çıkan iki genç kadının yolculuğunu,
oldukça gerçekçi ve sade bir sinema diliyle anlatıyor.
Saint Frances (Yön. Alex Thompson):
2019’da SXSW’da başlayan festival yolculuğunu sayısız izleyici ödülüyle taçlandıran
bağımsız yapımda genç bir kadın, kendi hamileliği konusunda bir karar verme aşamasındayken,
dadılığını üstlendiği altı yaşındaki kızla yakın bir arkadaşlık bağı kuruyor.
Onward (Yön. Dan Scanlon):
Pixar’ın elfler dünyasında geçen son animasyonu, iki kardeşin, genç yaşta kaybettikleri
babalarını bir gün de olsa görmelerini sağlayacak bir büyünün peşinden çıktıkları yolculuğu
konu alıyor.
The Way Back (Yön. Gavin O’Connor):
Ben Affleck’in başrolünde yer aldığı spor draması, basketbol kariyeri başlamadan biten
yetenekli bir sporcunun yıllar sonra kendi lisesinin takımını çalıştırmak için sahalara
geri dönüşünü işliyor.
Wendy (Yön. Benh Zeitlin):
İlk filmi Beasts of the Southern Wild ile büyük başarı elde eden Zeitlin, ıssız bir adada
kaybolmuş bir grup çocuğu merkezine alarak, Peter Pan’in klasikleşmiş öyküsünü modern
bir büyüme hikayesi olarak yeniden yorumluyor.
38 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020
EDEBİYAT/ DOSYA KONUSU
Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 39
EDEBİYAT/ DOSYA KONUSU
Tuhaf Zamanların Edebiyatı
Menekşe Toprak - Yazar
“Pandeminin bizim dışımızdaki canlı türüne yaradığı
kesin.”
Hakan Bıçakçı, Ömer Erdem,
Ethem Baran, Jale Sancak,
Menekşe Toprak, Attilla
Şenkan ve İsmail Güzelsoy’a
salgın döneminde
yaşadıkları deneyimleri,
geleceğin edebiyatını ve
pandemi sonrası yazı ve
düşünce dünyasına dair
sorular sorduk.
Hakan Bıçakçı -Yazar
Tolga YÜKSEL
JACK LONDON’IN KIZIL VEBA’SI
Bu soruşturmada yaşadığımız olaylara
benzer durumları taşıdığını düşündüğüm
Jack London’un meşhur romanı
Kızıl Veba’yla başladık sorularımıza.
Romanda medeniyet, dünya üzerinden
silinmiştir. Hayatta kalmayı başaran
bir avuç insan, vahşi yaşamın ortasında,
kabileler halinde kendi medeniyetlerini
ve toplumsal sınıflarını oluşturmuştur.
Ancak sanattan bilime kadar
her türlü bilgiden yoksundurlar. İlkel
zamanlara geri dönülmüş, yaşam yine
‘yemek-çoğalmak-hayatta kalmak’
üçgenine hapsedilmiştir. Yetişen yeni
nesil de dünyayı hurafelerden ibaret
“Ürperiyorum her akşam ekrana gelen
turkuaz ölüm tablosu karşısında.”
Venedik Bienali’nin küratörü Ralph
Rugoff, 2019’da 58’incisi gerçekleşen
bienalin ana temasını, Asya’da
Çin bedduası olarak bilinen bir deyimden:
‘‘Tuhaf Zamanlarda Yaşayasın’’dan yola
çıkarak belirlemişti.
İngiliz Parlamento üyesi Sir Austen
Chamberlain, 1930’larda faşizmin yükselişini
ifade ederken kullanmıştı bu deyimi.
Asya’da görev yapan bir diplomattan
duyduğunu söylediği bu söz, küratör
Ralph Rugoff tarafından günümüz dünyasının
belirsizliklerini, krizlerini ve kaoslarını
anlatmak için bienalin ana temasında
kullanılmıştı.
İçinde bulunduğumuz dönemin
‘‘Tuhaf’’lığı, değerlerin, düşüncelerin
ve ahlaki çerçevelerin değiştiği ancak
bu değişimin yerine neleri koyup, neleri
çıkaracağımızı ve nasıl şekillendireceğimizi
henüz net olarak bilemememizden
geliyor. Zaten karışık ve karmaşık
olan modern politik ve sosyal yaşamımızı,
Covid-19 salgını sonrasında daha
karmaşık bir dönem bekliyor. Bu soruşturmamızda
Yazarlar ve şairler salgın döneminde
yaşadıkları deneyimleri, geleceğin
edebiyatını ve pandemi sonrası yazı ve
düşünce dünyasına dair sorularımızı yanıtladılar.
GEÇMİŞ SALGINLAR
Pandemi ile birlikte geçmişte salgınları
konu edinen kitaplar yeniden
çok satanlar listesine girdi. Albert
Camus’nun Veba, Gabriel Garcia
Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk,
Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm, bu
süreçte en çok ve tekrardan okunan
kitapların başında geliyor.
görmekte, her türlü batıla inanmaktadır.
Yitip giden eski dünyanın sırlarını
hatırlayan, hayatta kalan tek insan
da yaşı artık bir hayli ilerlemiş olan
Profesör James Howard Smith’tir ve
onun da tek umudu yetişecek neslin bu
barbarlığı, cehaleti ve umursamazlığı
aşıp medeniyete yeniden erişmesidir.
Yaşlı adama kulak verin, o geçmişi
ve yaşadığı günleri sadece torunlarıyla
değil sizlerle de paylaşıyor. Medeniyet
her bireyin ortak noktası… Peki, ya kızıl
veba gibi baş edilemeyen bir mikrop
onun sonunu getirirse, geriye insanlığa
dair ne kalır?”
1 En başta kaybedilen hayatlar var tabii. Adım adım
duyarsızlaştığımız, istatistiğe dönüşen ölümler.
Hâlâ ara sıra yabancılaşıp ürperiyorum her akşam
ekrana gelen turkuaz ölüm tablosu karşısında.
Daha genel bir zarar ise ekonomik açıdan olacak
kuşkusuz. Ekonomilerdeki çöküşler virüslere göre
daha çok insanı etkiliyor. Daha bulaşıcı. İş dünyasındaki
iflaslar artacak, zaten rekor düzeyde olan
işsizlik de. Kültür dünyasında da kapanacak salonların,
kitapçıların dışında gerçekleşemeyen konserler,
tiyatro oyunları, vizyona giremeyen filmler,
yayımlanamayan kitaplar var. Belki bir kısmı ertelenmiş
olarak karşımıza çıkabilecek ama bir kısmı
da gün yüzüne çıkamadan yok olacak.
2 Haftada bir genel temizlik, üç öğün yiyecek bir
şeyler hazırlama, okuma-izleme listelerini eritme
ve yazmakla geçiyor günler genellikle. Eşimle
ve kedimiz Yasemin’le birlikte. Şikayetçi değilim
bu rutinden. En tatsızı sürekli yemek organizasyonu
yapmak. Her öğün ne yiyeceğini planlamak yorucu
bir konu. Büfeden bir şeyler alıp bazı öğünleri
geçiştirdiğim hayatımı özlüyorum. Bir de akşam
çıkıp bir şeyler içmenin, iki arkadaşla buluşmanın
eksikliğini hissediyorum ara sıra.
3 Yeni alışkanlık yok. Ama hep ertelediğim bazı işleri
hallettim o fena olmadı. Kitaplık düzenlemesi,
defterlerdeki notların elden geçirilmesi, bilgisayar
klasörlerindeki karmaşanın giderilmesi gibi.
Bir de hiç yapmadığım kadar ev temizliği yaptım.
Belki burada yeni alışkanlıklar olmasa da yeni teknikler
edinmişimdir.
4 Kendimle ilişkimi etkilemedi bu süreç. Zaten bir
şekilde hep kendimle baş başaydım. Ancak evle bu
kadar baş başa değildim. Evle ilişkimi biraz etkilemiş
olabilir.
5 Ben bu dönem önümüze koyulan “verim terörü”nden
rahatsızım biraz. Bu dönemde çok okumalıyız,
izlemeliyiz, kendimizi geliştirmeliyiz saplantısını
yadırgıyorum. Bu işlerle ilgilenen insanlar vardır,
ilgilenmeyen insanlar vardır. Ben ilgilenenlerden
olduğum için hayatında bir şey değişmedi.
Okumaya, izlemeye, radarımdaki konular üzerine
çalışmaya devam ediyorum. Dönemin gazına gelmekse
farklı bir şey. Anlık, geçici bir durum. Orada
süreç şöyle oldu gözlediğim kadarıyla. Önce içten
gelen değil dışarıdan dayatılan bir verimli olma
hali. Kitaplar, filmler, diziler, canlı klasik müzik
konserleri, online tiyatrolar… Sonra “bunları birileriyle
paylaşamadıktan sonra ne anlamı var” sorgulaması
geldi, küçük çapta bir depresyon eşliğinde.
Ve günlük hayata dönüş.
6 Hiç sanmıyorum. Uzunca bir süre daha bilim insanlarını
ve doktorları dinleyeceğiz doğal olarak.
7 Yaşadığımız her şey gibi bu da edebiyata girecektir
bir noktada. Ancak burada hassas dengeler var. İlgi
gören bir konuyu ilgi görmek için kullanmak, gündemdeki
mevzuyu gündemde olabilmek için sömürmek
gibi tuzaklara dikkat etmek lazım.
1- Jack London’un Kızıl Veba’sı dünyada medeniyete son
vermişti. Bu salgın binlerce yıllık medeniyetimize ne gibi
zararlar verdi?
2- Evde bir gününüz nasıl geçti/geçiyor?
3- Kendi izolasyon deneyimlerinizden bahseder misiniz?
Mesela bu süreçte farklı bir yönünüzü keşfettiniz mi? Yeni
alışkanlıklar edindiniz mi?
4- Yaklaşık 3 aydır evlerdeyiz. Hiç kendinizle bu kadar baş
başa kalmış mıydınız?
Ömer Erdem – Şair
“Bu virüs zaten ‘medeniyet’ dedikleri çıkmazın
bir sonucu”
Jale Sancak - Yazar
“Totaliter rejimler iyice güçlenecek”
Manao tupapau, Paul Gauguin, (1894–1895)
The Art Institute of Chicago
5- Bu sürenin verimli geçtiğini söyleyebilir misiniz?
(Yazı hayatınıza ya da düşünce hayatınıza ne gibi katkıları oldu?)
6- Sanat ya da Edebiyat diyelim, bu yeni normal için nasıl
yaşayacağımıza ve düşüneceğimize dair rehberlik yapabilir mi?
7- Bu çağda bu yaşananlara tanık olan bir yazar olarak bu salgının
çağdaş edebiyatımıza girmesinden yana mısınız?
1 Medeniyete ne tür zarar verdi bunu hesaplamak
zor. Lakin unutulmamalı ki bu virüs zaten ‘medeniyet’
dedikleri çıkmazın bir sonucu değil mi? Bu
üretim tüketim dengesizliği, bu topraktan başlayarak
suyun, havanın, gökyüzünün talan edilişi de
aynı medeniyetin işi değil miydi? Öyleyse bir medeniyet
ziyanından öte bir medeniyet sonucundan
söz etmek daha açıklayıcı görünüyor bana.
2 Sabah çok erken kalkıyorum. Mutlaka bir yol bulup
yürüyorum. Geçtiğimiz ay yaşadığım sağlık sorunu
sebebiyle aldığım ağır ilaçların etkisini azaltmak
için de hareket etmek zorundaydım. Ama daha
çok okuyarak ve muhakeme ederek geçti/ geçiyor
vaktim.
3 Herhangi bir alışkanlık haline edinmedim. Bir kez
daha özgürlük ve hareket tutkusuna bağlı olduğumun
farkına vardım.
4 Ben esas itibariyle hep kendimle başbaşa bir insanım.
Ama uzun süredir böylesi olmamıştı.
5 Şair için verim gelecekte belli olur. Göreceğiz.
6 Hayır yapamaz. Ama ne olup bittiğini en iyi o anlatır.
7 Ben her tür sınıra karşıyım. Önemli olan girip girmemesi
değil, her iki durumun niteliği.
1 Uzunca bir süre başka hiçbir şeye öncelik vermeden,
sadece sağ kalmayı amaçlayarak yaşayacağız
ve sadece sağ kalmak için mücadele edeceğiz
gibi görünüyor. Bu salgın nedeniyle Zizek’in dediği
gibi komünizmi keşfedeceğimiz kanısında değilim.
Tam tersine içinde bulunduğumuz vahşi düzenin
daha da vahşileşeceğini, sınıflar arasındaki
uçurumun, yoksulluğun devleşeceğini, dayanma
gücü olmayanın hızla çökeceğini düşünüyorum.
Totaliter rejimler iyice güçleneceğe benziyor.
Sanat, özellikle müzik, sinema ve tiyatro ise çok
büyük yara aldı. Umarım yaşayabilirler.
2 Bir roman, bir de çocuk kitabı yazıyorum.
Zamanımın büyük bir kısmı bu uğraşla geçiyor.
Yoğunluktan okuyamadığım kitaplar vardı, onları
okuyorum. Gene zamansızlıktan seyredemediğim
filmler vardı, onları seyretme imkânı buluyorum.
Müzik dinliyorum. Birkaç online atölye çalışmam
var. Bu nedenle dolu dolu geçiyor.
3 Sigarayı azalttım. Yanı sıra ihtiyaç listem de azaldı
ve sadeleşti. Sinir bozucu hale geldiği için sosyal
medyayı fazla takip etmemeye çalışıyorum. Daha
düzenli ve sağlıklı beslenmeye başladım. Sokağa
çıkma yasağı olmadığı günlerde mutlaka çıkıp olabildiğince
korunarak yürüyüş yapıyorum, ağaçları
seyrediyor, onlara dokunuyorum, bu beni epeyce
sakinleştiriyor. Müzik dinlemek de öyle.
4 Hayır, kalmamıştım. Hep ve halen çalıştığım için,
ayrıca karakterim nedeniyle dekalabalık yaşadığımı
ve bundan hoşnut olduğumu söyleyebilirim.
Kendimle kalmaktan değil -çünkü kendimle kalmayı
da severim- ama bu insansızlıktan sıkıldım,
usandım. Yakınlarımdan, arkadaşlarımdan uzak
olmak pek bana göre değil.
5 Katkısı oldu elbette. Şöyle ki: Başka bir işle uğraşmadığım
için yazmaya daha çok zaman ayırabiliyorum,
bu açıdan biraz daha özgürleştim. Düşünce
hayatına gelince, insana, hayata, dünyaya dair düşüncelerimde
şu süreçte bir değişiklik olmadı doğrusu.
Belki daha sonra farkına varabileceğim etkilerinin.
6 Rehberlik edeceğini, bunu amaçlayacağını sanmıyorum
edebiyatçının ama farkınavarmamız, görüp
anlamamız, sorgulamamız için meseleyi/meseleleri
edebiyatla anlatmaya-yazmaya devam edecek,
bunu hedefleyecektir. Aslolan da böylesi bir rehberliktir
diye düşünüyorum.
7 Tabi ki yazılmalı. Koşul değil elbette, bu bir seçim
tabi. Deneyimledik ve artık böyle bir gerçekliğimiz
var. Salgınlı bir yeryüzü ve insan gerçekliği.
Üzerinden birçok şeyin tartışılabileceği, konuşulabileceği
bir hikâye. Birçok şeyi görmemizi, kavramamızı
kolaylaştırabilir, ve bu hiç de fena olmaz.
1 London’un Kızıl Veba romanı gibi medeniyetin çöküşünü anlatan
başka eserler de var. Aklıma hemen ilk etapta Jose
Saramago’nun Körlük romanı geliyor. O romanda da bir kişiyle
başlayan, yazarın beyaz körlük dediği veba şehirleri, ülkeleri
dolayısıyla insanlığın kurduğu koca bir sistemi yerle
bir eder. İlginçtir, bu tür distopik romanlarda - belki de dünyayı
kurtarmak için – hastalığa yakalanmayan bir kahraman
vardır hep. Pek bilinmese de Frankenstein’ın yaratıcısı Mary
Shelley 1826 yılında The Last Man adlı romanıyla bu türün ilk
örneklerinden birini vermiştir. Bu yazarların biyografilerine
baktığımızda, içine doğdukları toplumun en sivri uçlarını
yakalayıp sistem eleştirisi yaptıklarını anlarız. Ama ben bu virüsün
bizi böylesi büyük çöküşlere götüreceğine pek inanmıyorum.
Medeniyetimize yaptığı/yapacağı şeylerden biri de şu:
Pandemi, çoktandır fark etiğimiz pek çok hakikati kristalize
olmuş bir şekilde önümüze koydu. Dünyadaki hareketliliğin,
küreselleşmenin, hep daha fazla üretime dayalı hızlı tüketimin,
her daim genç ve sıhhatli kalma çılgınlığının bir ütopya
olduğunu, bunun bir yerde durması gerektiğini söyleyip dururduk
ama bunun gereğini yapamazdık. Bir virüsün - ilerde
işsizlikler ve yoksulluklarla sonuçlansa da - bütün bir dünya
düzenini altı üst edip insanları evlerine sokması, ülke hatta
kent sınırlarını kapatması, uçakları ve makineleri durdurup
silahları susturabilmesi muazzam bir şey, inanılmaz bir güç.
Pandeminin bizim dışımızdaki canlı türüne yaradığı kesin de,
bize zararının hangi boyutta olacağını şimdiden kestirmek zor.
2 Aslında ben yıllardır evde çalışıyor hatta edebiyat metinlerimi
yazdığım bilgisayarda radyo röportajlarımı da hazırlıyorum-Almanya’da
yayın yapan bir radyo kanalına serbest gazeteci
olarak çalışıyorum. Normalde sabahları en geç saat
yedide kalkıp ona göre de erkenden çalışma masama geçerim.
Eğer radyo için bir program hazırlamayacaksam, benim
için gün okuma yazmayla başlar. Bu durum bazı günler, araya
giren molalarla akşama kadar sürebilir. Normal zamanlarda
toplantılar ya da radyo röportajları gibi işler dışında evden
çıkmak zorunda olmadığım için bu dönemde de rutinimin fazla
değişmeyeceğini sanmıştım ilk başlarda. Hatta sanki herkes
benimle kader birliği yapıyormuş gibi bir duyguya kapıldığımı
biliyorum. Ama bu duygu çok kısa sürdü, çünkü karantina
evdeki eski rutinimi değiştirdi. Bu dönemi sürekli tedirgin
ve uyanık kalmak, pürdikkat kesilmek şeklinde yorumluyorum
ben. Üstelik normalde evde çalışmayı ekmek ya da börek pişirmeye,
sürekli temizlik yapmaya göre ayarlamadığım gibi dışarıdakini
içeriye almamak üzerine de kurgulamamışım.
3 Yeni alışkanlıklar edinmedim ama insanlarla karşılaşma biçimlerinin
nasıl değişip netleştiğini fark ediyorum. Bunun
olumsuz yanı dışarıdaki mesafeyi korumanın ne kadar yorucu
ve insana hüzün verdiği, özellikle yaşlı insanların bakışlarında
gördüğüm tedirginlik olabilir. Olumlu yanı ise şu: İnsanlarla
karşılaşırken mesafenin bir çeşit saygı olduğunu ve bunu talep
edebileceğimizi öğreniyoruz. Öte yandan, gözümde büyüttüğüm
pek çok şeyi kendi kendime yapabildiğimi gördüm, mesela
iptal edilen söyleşi ve okuma etkinliklerim için video kayıtları
hazırlamak ve düzenlemek gibi. Ayrıca artık ekşi hamur
mayası yapabiliyorum, börek açıyor, ekmek pişiriyor, balkonda
çiçeklerle daha fazla vakit geçiriyorum. Ağaçların daha iyi
canlandıklarını, diplere doğru daha fazla sürgün verdiklerini
fark ediyorum bir de.
4 Bu süreçte evde tamamen yalnız olmadığım için mutlak bir
yalnızlıktan söz edemem, hatta normalde kendi yalnızlığımı
arayıp bulma olanağım daha fazla olurdu. Mesele yazmakta
olduğum uzun soluklu bir metnin içine girmişsem haftalarca
yalnız kalabilirim – Ağıtın Sonu adlı romanımı bir ay boyunca
hiç kimseyle görüşmeden sonlandırdığımı biliyorum.
5 Özellikle ilk haftalarda sürekli uyanık ve dikkatli olmak
okumama ve yazmama engel oldu. Sadece sokakta ya da
alışveriş sırasındaki dikkatten söz etmiyorum. Sürekli
gündemi takip etmek, hastalık ve ölüm rakamlarına borsa
ya da hava durumunu izler gibi bakmak da bu dikkate dâhil.
Böylesi üzücü ve tedirgin edici zamanlarda eve kapanıp
üretmek çok zor. Bu uyanıklığın bende ilerde nasıl bir karşılık
bulacağını bilmiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim: Ben bu üç
ayın ancak son haftalarında eski rutinime yaklaşabildim.
6 Aslında sanat ve edebiyat bunu hep yapıyor, üstelik popüler
kültürün de bunu üstlenmeye çok hevesli olduğunu biliyoruz.
Mesela Maymunlar Gezegeni/Maymunlar Cehennemi gibi film
serileri insanlığa dair çok akıllı, çok haklı şeyler söyler, sistem
eleştirileri yaparlar. İyi edebiyatın özünde de aslında görünenin
ötesini kavramak, ontolojik özün, sayısalın dışındaki
hakikatin anlatımı vardır bana göre. Albert Camus’nün eserleri
böyledir. Aynı ışığı Ahmet Haşim’in denemelerinde, Sevgi
Soysal’ın Yürümek veya Tante Rosa gibi eserlerinde, çağdaşım
yazarlardan Ayhan Geçgin’in, Behçet Çelik’in ve sevdiğim
daha pek çok yazarın metinlerinde de görüyorum. Son derece
çapraşık ve karmaşık olan bu evreni en iyi sanat ve edebiyat
aracılığıyla tanıdığımızı ve kavrayabildiğimizi sanıyorum.
Hâlâ yazıyor ve okuyorsam, bu, hayatı anlama ve dünyamızdaki
karmaşayı çözme ve düzenleme isteğinden kaynaklanıyor
biraz da.
7 Asıl böylesi olağandışı bir durumun ve kırılmanın edebiyata
girmemesi tuhaf olmaz mı? Ama büyük toplumsal olayların,
hatta bireysel kırılmaların edebiyata daha yavaş girebildiğini,
edebiyatın daha fazla zamana ve mesafeye ihtiyaç
duyduğunu biliyoruz. Çünkü olay anında yazılan şey bir çeşit
kayıt tutmadır ve bu da daha çok gazetecinin işidir. Nitekim
Pınar Öğünç’ün karantina döneminde çalışmak zorunda kalan,
çoğunluk kendini korumaya almışken dışarıdaki tehlikeyle
yüz yüze olan kişilerin seslerini bize Gazete Duvar aracılığıyla
ulaştırmış olması çok değerli kayıtlardır. Tabii şu da var:
Böylesi olağandışı kırılmalar sanatçıya yepyeni ufuklar açabilir,
hatta onu farklı ifade biçimlerine de götürebilir. Benim şu
anki önceliğim: Gidişatı izlemek, anlamak, gördüklerimi kaydetmek
şeklinde daha çok.
Ethem Baran – Yazar
“Dışarısı tehlikeli bir alan haline gelmiş gibi ayaklarım geri geri gidiyor.”
Atilla Şenkon -Yazar
“Böbürlenen insanlar âlemine sıkı bir tokat attı bu salgın.”
1 Bilimde çok ileri bir noktaya ulaştığını düşünüp böbürlenen insanlar âlemine
sıkı bir tokat attı bu salgın. Virüs karşısındaki acizliğimiz medeniyete
bir zarar verir mi bilmem, ama bizim bu durumdan ders almamız, akıllanmamız
gerektiği kesin.
2 Evcil insan türünün iyi bir örneğiyim galiba. Evde kendimi güvende ve
huzurlu hissediyorum. Çalışma odamda, kitaplığımın yakınında olmak
beni mutlu ediyor. Bütün gün yazıyor, yorulup ara verdiğimde ise kitap
okuyarak dinleniyorum.
3 Kitaplarımı, dergilerimi kitabevlerinden almayı severim. Salgın nedeniyle
kitabevlerinin kapalı olduğu dönemde internet siteleri üzerinden sipariş
vererek kitap getirtmeye başladım. Ne var ki, bu zorunlu durumun
alışkanlığa dönüşeceğini hiç sanmıyorum. Gerçek kitabevlerinde dolaşacağım,
kitapları yine raflarından toplayacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum
çünkü.
İsmail Güzelsoy - Yazar
“Son sözü tarihçiler söyleyecek.”
1 İnsanlar yaşadığı büyük dönüşümleri adlandırmada aşırı atik
davranıyorlar ve tarihçilere iş bırakmamaya çabalıyorlar ama son
sözü tarihçiler söylüyor. Yaşadığımız olayları, henüz içindeyken
tanımlayabilmemiz göründüğü kadar kolay değil. Bizim gariban
hayatımızın açığa çıkardığı üç beş kırıntı bilgiyle bunu söyleyebilmek zor.
Çünkü medeniyet çok karmaşık bir yolculuk. Her an, kendisinden önceki
milyon yıllık birikime eklenerek, onu değiştirerek, yeniden işleyip onunla
bütünleşerek biçimleniyor. Komplo teorileri filan gelmesin aklınıza,
sadece tek bir odak noktasının ortaya çıkardığı verilerle sonuca ulaşmanın
akılcı olduğundan kuşkuluyum. En basitinden söyleyeyim, Covid-19’un
medeniyet üzerine yaptığı etkiyi, İşid’in yol açtığı hasarlarla birlikte ele
almazsak vahim bir yanılgıya düşebiliriz. Ya da neoliberallerin son otuz
yıldır dünyayı, insanları, doğayı, ilişkileri böylesine pervasızca nesneleştirmeleriyle
bir pandemi olgusunu yan yana düşünmeyi denemezsek
olmadık sonuçlara varabiliriz. Sorunuza dönecek olursak, ben bu çok
merkezli bakış içinde Covid- 19’un bir zararı olduğundan bile emin değilim.
Belki de insanlık, kendi normallerini sorgulayarak çıkacak bu süreçten.
Belki de neoliberal sistemlerin çöküşünün bir başlangıcını imleyecek.
Bilemeyiz ki. Belki de hiçbir şey olmamış gibi, “Nerede kalmıştık?” deyip
yoluna devam edecek herkes. Sanmıyorum ama bu da mümkün. Henüz
çok erken.
2 Ben evde yaşamayı çok seviyorum. Ev bir anlamda yaşayan bir organizma
gibidir. Yaptığım işle ilgili bir durum elbette ama evi bir “konaklama”
alanı olarak görürseniz edebi üretim yapma şansınız olmaz. Bütün öğrencilerim
bilir bunu, ev bir konfor alanıdır; hayallerimizi, rüyalarımızı, kurgularımızı,
korkularımızı besleyen bir sığınaktır. Orada geçen zaman hayatın
ta kendisidir.
3 Ben zaten üç ay eve kapanıp çalışmaya alışığım, bu anlamda çok sıkıntılı
bir şey değildi. Yalnız diğer zamanlarda sokağa çıkabilme ihtimalinin varlığı
bile, soyut bir özgürlük alanı yaratıyordu aklımızda. Yani aslında çıkmayacaksındır
ama birileri gelip “Çıkmayacaksın” dediği zaman insanın
inatlaşası geliyor. Hele de benim gibi birinin. Ama sonuçta “Ya virüs
kaptıysam ve farkında değilsem ve birilerine bulaştırırsam bu arada” diye
Riña a garrotazos, Francisco de Goya, 1819 - 1823
1 Yaşlı gezegenimiz bunun gibi ne salgınlar, ne felaketler, savaşlar, afetler
gördü. Bizler de belki yüz yılda bir yaşanan böylesi korkunç -evet,
korkunçtan başka aklıma kelime gelmiyor- bir durumla karşılaşacakmışız
demek ki. Konunun zarar boyutu çok çeşitli alanlara götürülerek
tartışılabilir, tartışılacaktır tabii; ben ise dünyamızı nasıl ve ne derece değiştireceği,
hatta değiştirip değiştirmeyeceği konusunda kafa yoruyorum.
2 Günlerim çoğunlukla evde geçiyordu zaten. Yeni emekli olmuş biri olarak
evde vakit geçirmenin, okuyup yazmaya daha fazla zaman ayırmanın ayrıcalığını
ve keyfini yaşıyordum. Ama salgın ve karantina günleriyle birlikte
psikolojim değişti; alışkın olmadığım ve beni bile yadırgatan tuhaf
bir gerginliğin içine düştüm. Normalde hemen her gün yürüyüş yapardım
evimin yakınındaki parkta. Dışarısı görünmez düşmanlarla çevrili tehlikeli
bir alan haline gelmiş gibi ayaklarım geri geri gidiyor şimdi. Zorunlu
haller hariç dışarı çıkmamaya çalışıyorum. İnsanın otobüse binmeyi, araba
kullanmayı, bir kahvede oturmayı, bir lokantada arkadaşlarıyla buluşmayı,
kitapçı dolaşmayı vs. bu denli özleyebileceğinin en somut halini yaşıyoruz.
Günlerim daha çok okumak ve film izlemekle geçiyor.
3 Çok titiz bir insan sayılmam; temizliğe önem veririm, aslan yatağından
belli oluratasözünü kulağıma küpe etmişimdir, düzenliyimdir, belli hassasiyetlerim
vardır ama çoğu konuda rahatımdır. Maskeyi unuttuğum
oluyor mesela, geri dönüyorum eve. Kıyafetlerimi değiştiriyorum her defasında.
Aldıklarımı balkona götürüyorum. Sigara içenlerin risk grubunda
olduğunu öğrenince sigarayı bıraktım, iki aydır içmiyorum. En büyük
korkum çevremdekilere zarar vermek. O yüzden virüs kapmamaya
çalışıyorum.
4 Hayır. Yazmaya yoğunlaştığım, özellikle romanla uğraştığım dönemlerde
uzun süre evde kaldığım oluyordu ama istediğim zaman dışarı çıkabileceğim
düşüncesinin verdiği bir rahatlık vardı. Özgürlüğümüz elimizden
alındı, daha ne olsun.
5 Bir yıldır üzerinde uğraştığım yeni romanıma pek çalışamıyorum. Yazmak
için gereken o duygunun çok uzağındayım şu günlerde. Sait Faik Hikâye
Armağanı dolayısıyla çoğalan söyleşileri cevaplamak dışında yazı hayatımın
verimli olduğunu söyleyemem. Üzerinde çalıştığım bir iki
yazı var; zaman zaman onları bitirmeye çalışıyorum ama dediğim gibi
adlandıramadığım ve sonlandıramadığım bir keyifsizlik, enerji düşüklüğü
hali var. Şu günler geçse de yazsam gibi bir hal. Mantıklı olmadığını biliyorum
ama böyle. Çabuk atlatmayı umuyorum.
6 Sanat her zaman hayatın önünde gider. Bu konuda da önden gideceğini,
rehber olacağını düşünüyorum.
7 Yana olmak demeyelim çünkü mutlaka girecektir. Bu hastalığı yaşayanlar,
tanıkolanlar, atlatamayanlar, acısını, sıkıntısını yaşayanlar oldu, olacak,
bunlar yaşanacak, yaşanıyor. Tabii ki edebiyata sızacak bu berbat günler.
İnsanlar işlerini kaybetti. Yoksullar daha da yoksullaştı. Yakınlarını,
sevdiklerini kaybedenler oldu. Yarına, geleceğe ilişkin umutlar azaldı.
Edebiyatın bunun dışında kalması düşünülemez.
4 Bir yazar olarak yıllardır kendimle baş başayım zaten. Üç ayın lafı mı olur?
5 İlk öykü kitabım 1990’da yayımlanmıştı. Bu yıl otuzuncu yaşını kutlayan
Her Gün Perşembe Olsa önümüzdeki ay İletişim Yayınları etiketiyle yeniden
okurla buluşacak. Bir yandan onun hazırlıklarıyla uğraşıyor, bir yandan
da yeni tamamladığım romanımın düzeltmelerini yapıyorum. Evde kaldığım
günlerin oldukça verimli geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
6 “Yeni normal” olarak adlandırılan geçiş dönemi en kısa zamanda yerini
“eski yaşam”a bırakacak. Dünya ne badireler atlatmış bugüne kadar.
İnsanlar neleri unutmamış, hangi yaraları sarmamışlar ki? Sanat ve
edebiyat yapıtları bundan böyle nasıl yaşayacağımıza ilişkin birer rehber
olmasalar bile yaşadıklarımızın üzerine sürülecek iyi bir merhem görevi
üstleneceklerdir.
7 Yazmak, çağının tanığı olmaksa eğer; Covid–19 salgını çağdaş edebiyatımızda
er geç kendine bir yer bulacaktır hiç kuşkusuz.
özetleyeceğim bir vicdani hesaplaşmanın sonucunda evde kalmayı tercih
ettim elbette ki. “Bu da diğer kapanış zamanlarımdan biri” diyerek işin
zorunluluk kısmını yumuşattım aklımca.
4 Önceki cevapta da söyledim, benim için üç dört aylık kapanmalar gayet
sıradan şeyler. Özellikle romanların son dönemecinde kapanıp çalıştığım
çok oluyor. Bazen bulandığım zaman çıkıp bir kahve içmek gibi küçük
lüksüm vardı, ondan feragat etmiş oldu, çok dert değil, sağlık olsun (kelimenin
tam anlamıyla.)
5 Yeni bir duruma başladığımı söyleyemem. Sadece Berna Moran’ın,
Edebiyat Kuramları ve Eleştirisi’ni yeniden okudum, programımda olmayan
tek şey buydu galiba. Onun haricinde derslerimizi Zoom üzerinden sürdürdük.
Yüz yüze ders yapmak kadar keyifli olmasa da sezon finaline kadar
geldik. Benim yayıncıma vermek üzere hazırladığım roman da bitti ve
onun yayına hazırlık aşamasını yine editörümle yazışarak, telefonlaşarak
hallettik. Yani rutin işlerimiz çok da aksamış sayılmaz. Ama yayıncımla
kahve sohbeti yapamamak gibi küçük özverilerimiz oldu ve bunlar sineye
çekilir şeylerdi. Verimli ve bereketli bir kapanıştı, diyebiliriz özetle.
6 Edebiyat nasıl yaşayacağımıza dair önermelerini, okurda duygusal tepkiler
üreterek yapar bir bakıma. Yani kimseye ne düşünmesi, ne hissetmesi
gerektiğini dolaysız bir yolla söyleyemez de, bir bakıma onun tersini
gösterir. Yani “normal”in gerisindeki karmaşayı, yıkıcılığı teşhir ederek
yeni bir normalin oluşumuna katkı sağlar, diye düşünüyorum. Bu anlamda
edebiyatı bir estetik hayatın kılavuzu olarak görenler açısından çok sıkı
malzeme var ortada. İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyemeyiz
ama yaşananları doğru tanımlayacak duygusal donanımı sunmayı deneyebiliriz.
Bu da dolaylı olarak dünyayı değiştirmek değil mi?
7 İşin etik boyutunu gözeterek her şeyin edebiyata malzeme olabileceğine
inanıyorum. Bunun nasıl yapılacağı, ne kadar sağlıklı bir esin sağlayacağı
önemli. İş olsun, torba dolsun diye yapılacak şeylere karşı temkinli ve önyargılı
olduğumu söylemeliyim. Bize yaşadıklarımızın, daha doğrusu yaşadığımızı
sandığımız sürecin geri planında, gölgede kalan bir ayrıntıyı
teşhir eden bir edebiyat her zaman kıymetlidir.
“CONTEMPORARY DEDUCTIONS”
Follow us at
www.artdogistanbul.com
Youtube
/artdogistanbul
Sign up to our weekly newsletter
www.artdogistanbul.com/newsletter
Subscribe to the printed edition
and purchase individual issues
www.artdogistanbul.com/magaza