09.11.2020 Views

Febisa Dergisi Sayı 6

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

. .

felsefe bilim sanat

2020 Kasım Sayı: 65

febisa

dergisi

“Benim için çok özel olan anlattığımda sıradanlaşabilir.”

. .


Febisa

Liselilerin Aylık Felsefe, Bilim ve

Sanat Dergisi

Yıl 1 Sayı 6

Kasım 2020

Genel Yayın Yönetmeni ve

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

İbrahim Durmuş

(theriver9393@gmail.com)

Yayın Yönetmeni

İbrahim Durmuş

(theriver9393@gmail.com)

Yayın Danışma Kurulu

Taha Emre Kurt

(Bilim)

(kurttahaemre@gmail.com)

Yiğit Sevim

(Bilim)

(ysevim-123-123@hotmail.com)

Ayberk Köklü

(Sanat)

(ayberkkoklu59@gmail.com)

Murat Taşdemir

(Sanat)

(muraattasdemir@gmail.com)

Yusuf Çetin

(Sanat)

(yusufcetix@gmail.com)

Editörler

İbrahim Durmuş

(Genel Editör)

(theriver9393@gmail.com)

Tunakan Pullu

(Felsefe Bölümü Editörü)

(tunakanpullu2003@gmail.com)

Taha Emre Kurt

(Bilim Bölümü Editörü)

(kurttahaemre@gmail.com)

Yusuf Çetin

(Sanat Bölümü Editörü)

(yusufcetix@gmail.com)

Grafik Tasarım

İbrahim Durmuş

(theriver9393@gmail.com)

İletişim

internet sitesi www.febisa.com

e-posta adresi

febisadergisi@gmail.com

Felsefe, bilim ve sanat konularını liselilerin bakış açısından

sizlere ileten bu aylık dergi, altıncı sayısını gururla sunar. Bu sayıda

felsefe ve bilim bölümlerinde denemeler; sanat bölümünde

şiirler, fotoğraflar ve öykü göreceksiniz.

Febisa, hiçbir dünya görüşüne, insana, siyasi fikre veya kuruluşa

bağlı olmayan, özgür bir şekilde felsefe, bilim ve sanat

dallarında içerik üreten, ürettiklerini e-dergi olarak yayımlayan

liseli topluluktur. Febisa’nın amacı, bahsettiğim üç ana daldan

liselilerin -gençlerin- görüşlerini ön plana çıkarmaktır. Ancak

kimsenin sözüyle hareket etmememiz, yazdığımız yazılarda

görüşümüzün olmayacağı anlamına da gelmez. Dergi zaten

“liselilerin” görüşlerini ön plana çıkarmak için vardır. Bundan

dolayı yazarlar yazdıklarında subjektif davranabilirler. Derginin

zaman içerisinde büyümesine bağlı olarak deneme sayıları da

artmakta. Buna bağlı olarak farklı yazarların farklı fikirlerine

yer vermekteyiz. Bu, derginin toplu olarak bir çatı altında bağlı

kaldığı bir ideoloji olduğunu göstermez. Aksine tüm bunlar

yazarların bireysel görüşleridir. Yapabileceğiniz eleştirileri veya

şikayetleri bu yüzden dergi üzerine değil yazarlar üzerine yapmalısınız.

Yazarlar yazdıklarından sorumludurlar.

İnsanlara, içinde oldukları dönemdeki liseli gençlerin nasıl

ve ne düşündüğünü göstermek ve insanların, yeni gelen nesiller

hakkında bilgi sahibi olabilmeleri temel amacımızdır. Derginin

üç ana konu hakkında bulunan yazılarına ve diğer kayıtlarına

olan eleştirel bakış açınızı, bizim liseli gençler olduğumuzu ve

akademik yazı yazma amacımızın olmadığını düşünerek yapınız.

Bizlerin gençlik çağlarında yaptığı bu atılım, her ne kadar

amatörce olsa da kendimizi geliştirme açısından hayatımızda

minik, güzel bir yer tutabileceğini düşünüyoruz. Verdiğiniz her

türlü destek için sizlere en içten şekilde teşekkür ederiz.

Projemiz devam edebildiği kadar devam edecektir. Bu dergi,

gençlerin dergisi olarak kalacaktır. Bundan dolayı liseyi bitiren

yazarlarımız yerlerini yeni liselilere bırakacaktır.

Fazladan merak ettiklerinizi, dergiyi yayımladığımız internet

sitesinde veya bizle iletişime geçerek öğrenebilirsiniz.

Saygılarımızla,

İbrahim Durmuş

Yayım Tarihi 10.11.2020


İçindekiler

Çıkar-4 (deneme)

İbrahim Durmuş - sayfa 3-5

EPR Paradoksu (deneme)

Yiğit Sevim - sayfa 6-8

Kendinden Heykel (öykü)

Dağçin Turgut - sayfa 9, 10

Dün Gece (şiir)

Efe Erbaş - sayfa 12

Her İnsan Kâinat (şiir)

Yusuf Çetin - sayfa 13

Yerleri Yok (şiir)

Yusuf Çetin - sayfa 14

Konuşan Saatler (şiir)

Ayberk Köklü - sayfa 15

Papatya (şiir)

Ayberk Köklü - sayfa 16

Resimler (resim)

Özgenur Yalçın - sayfa 11, 12

Fotoğraflar (fotoğraf)

Muhammet Ali Kaya - kapak,

sayfa 13-16


febisa dergisi

Çıkar-4

Giriş

Bu sayıdaki yazımda varlığı inceleyip buna bağlı olarak çıkar çatışmalarını ele alacağım. Buradaki

konulara göre sonraki sayıda tanrıyla ilgili bazı çıkarımlara ulaşabilirim. Tanrı için ayrı

bir sayı ayırmayı tercih ettim.

Varlık

Varlık bir temeldir. Dil açısından bir özellik gibi gözükse de tam anlamıyla özellik olamaz.

Özelliğin verilebilmesi için zaten “var olma” gereklidir. Yok olana özellik veremezsiniz, verdiğiniz

her özellik onu var eder. Hakkında düşünmek de onu var edecektir. Yokluğu düşünemezsiniz,

düşündüğünüz anda hem “düşünülebilir” özelliğini verdiğiniz için hem de özellik verdiğiniz için

var olur. Özetle varlık dilsel olarak özellik gibi gözükse de özellik değil onu var eden temeldir.

İki çeşit varlık türü vardır. İlki düşünsel, bilinçsel anlamda var olmak; diğeri ise en temel

anlamda maddesel, enerjisel her türlü var olmak. İkincisi diğerini de kapsayan büyük bir ağdır.

Çıkar felsefesinde ilkine ihtiyacımız olduğu için onu da sınıfsal olarak belirtmek istedim.

Bilinçsel Varlık ve Değer

Yalnızca canlıları ilgilendiren varlık türüdür. Herhangi bir şeyin, herhangi bir canlının kendi

çapındaki zihninde var olmasıdır. Bilinçsel olarak var olmayı istemek insanın en temel içgüdülerinden

birisidir. Ve bu yöndeki korkuları onun birçok kavramı oluşturmasını sağlamıştır. Bu

korku sayesinde kitaplar yazılmış, resimler çizilmiş, müzikler bestelenmiştir. Bahsettiklerimin

çoğu, bu türdeki varlığımızı koruyabilmek içindir. Bu türdeki varlığını sürdürmek, insanın en

temel çıkarlarından birisidir. Hiyerarşi kısmında bahsettiğim gibi bu çıkar da tam anlamıyla bir

çıkar türüne sığdırılamaz. Hem mantıksal çıkardır hem de duygusal. Bu varlık türünün insan

gibi gelişmiş zihinler için oldukça temel ve gerekli olması, buna yönelik korkuları da çok güçlü

kılabilmektedir. Ölüm korkusu bu yüzden çok güçlüdür.

Her canlının zihninde başka bir canlının bilinçsel varlığı olmasa da her canlının bilinçsel

varlığı vardır. Bir mikrop atasının ölümünü zihninde bulunduramazken insan dedesinin ölümünü

zihninde bulundurabilir. Bu örnekte her iki canlı da bilinçsel olarak varken yalnızca insan

zihninde başkasının bilinçsel varlığını da bulundurabilmektedir. İnsan ölenin bilinçsel varlığını

zihninde bulundurduğu sürece bilinçsel olarak o kişi yok olmaz. Ancak ölenin kendisine ait bir

bilinci olmadığı için kontrolsüz, gözlemsiz ve akılsız bir yaşam sürer.

3


fe l s efe

Bilinçsel varlık bireysel zihinlerde devam edebildiği gibi toplum zihinlerinde de devam edebilir.

Sosyal canlıların bu özelliği, onların bu çıkara yönelik eylemlerinin topluma yönelik olmasını

sağlar. Toplumda var olma çabaları başlar. Herkes kendi toplumunda var olmaya çalışır. Bu

toplum ister zihin içerisinde hayali olan, ego tatmini için gereken toplumlar olsun isterse gerçek

olan dört kişilik bir arkadaş grubu. Her insanın toplumsal bilince göre varlıksal değeri vardır.

Sezen Aksu’nun toplumsal değeri oldukça fazlayken mahalle bakkalının toplumsal değeri azdır.

Bu sınıflandırma insanları gereksiz ve acımasız bir şekilde sınıflandırmaz. Çünkü bu sınıflandırma

sanılan gibi bir sınıflandırma değildir. Kastım fazla kişinin zihninde var olabilmektir.

Mahalle bakkalını üç yüz kişi tanıyorsa Sezen Aksu’yu milyonlarca insan tanıyor. Bahsettiğim

değer budur. Çok iyi ve ekonomiye katkısı oldukça fazla olan bir insanı üç yüz kişi tanıyorsa

onun da toplumsal bilince göre varlıksal değeri mahalle bakkalı ile aynıdır. Bu değerin seviyesi

insanların gerçek değerini belirlemez. Ancak toplumdaki bilinçsel varlık değerini belirler. “Şan”

gibi kavramlar varlıksal değerin fazlalığının açıklanmış halidir. Her insanın böylece topluma

göre bir varlıksal değeri vardır. Her değer olumlu anlamda olmayabilir. Hiç sevilmeyen bir insanın

herkes tarafından tanınması onun da toplumsal değerini fazla kılar. Önemli olan zihinlerde

öyle ya da böyle var olabilmektir. Çıkar çatışmalarında bu paragrafta bahsettiğim kavram büyük

rol oynar.

Temel Anlamda Varlık

Her şeyin temelindeki türdür. Bilinçsel varlık da bunun bir dalıdır. Her şey vardır. Hiçbir insanın

olmadığı, hiçbir gözlemin bulunmadığı bir çölde kayanın düşmesi bilinçsel olarak yokken temel anlamda

vardır. Bu bizi ilgilendirmese, bize etki etmese bile vardır. Bilinçsel olarak doğduğumuzda her

şeyin bir anda var olduğunu bu yüzden öne süremeyiz. Biz doğmadan önce var olan insanların yok

olduğunu kabul etmek olur bu çünkü. Öyleyse varlık yalnızca bilinçsel değil aynı zamanda ondan

ayrı işleyen bir kavram. Bu da aslında onu iki ayrı sınıfa ayırmamın nedenidir.

Çıkar Çatışmaları ve Varlıksal Değer

Çıkar çatışmaları varlık değerinin tepesindedir. Yani toplumda yer alan bireylerin veya grupların

çıkar çatışmaları, toplum için genel olarak değerlidir. Yalnız bir tür değil her iki türün de çatışmaları

varlığın tepesindedir. Bunun sebepleri içerisinde: Az olanın çok olana göre daha dikkat çekmesi ve

önemli olması, çatışmaların genel olarak herkesin çıkarını ilgilendirebilmesi gibi nedenler vardır. Bu

nedenlere ekleme yapılabilir, önü çok açıktır. İlk cümleyi açacak olursam: Çıkarlara ters düşebilecek

ve onunla çatışabilecek olay veya durumların diğerlerine nazaran varlıksal değerinin fazla olmasıdır.

Çıkar çatışmalarından uzak bir birey toplumda ses getirmeden yaşayabilir. Yeterince uzaksa toplumda

yok sayılabilir.

Örnek olarak savaşları verebiliriz. Savaşlar tarihin en önemli unsurlarındandır. Bir insan büyük

barış dönemlerini bilmese de büyük savaş dönemlerini bilebilir. Hatta tarih hakkında neredeyse hiçbir

şey bilmeyen bir insan bile Hitler’in adını bilebilecektir. Tarihin en önemli unsurlarındandır çünkü

savaş büyük bir çıkar çatışmasıdır. Her insanı ilgilendirebilir. Her bireyin çıkarlarına ters olabilir.

Örnekleri daha da fazlalaştırmak istiyorum:

İnsan ilişkilerinde normal ve huzurlu geçen zamanlar gelecekte zihinde o kadar yer etmezken ilişkiler

arasındaki çatışmalar büyük yer tutar.

Mantıklı ve normal olayların aksine aptalca ve oldukça mantıksız olabilecek olaylar herhangi bir

grupta daha fazla ses getirir. Schopenhauer’in de dediği gibi budalalıklar duyulur.

Birçok sporun, oyunun rekabet üzerine yani çıkar çatışmaları üzerine kurulmuş olmasıdır. En ses

getiren maçlar insanı en çok şaşırtan maçlardır.

Bir haberi değerli kılan onun çıkarlarımızla ne kadar çatıştığıdır.

4


febisa dergisi

Ergenliğe yeni girmiş bireylerin dikkat çekici davranışlar sergileyebilmesi toplumda yer almak

istemelerinin sonucudur. Bunu da çıkar çatışmalarını kullanarak yapmaya çalışır.

Bu tarz örnekler artırılabilir. Özetle çıkar çatışmaları varlığın tepesindedir. Burada yanlış anlaşılmaması

gereken bir husus var: Çıkarlar toplumdan topluma, bireyden bireye değişir. Bu da

herkes için değerin aynı olmayacağını gösterir. Genel olarak mutsuz bir insan için mutluluklar

alışılagelmişin dışında olduğu için o anlar çıkara terstir ve zihinde yer alır. Genel olarak mutlu

bir insan için mutsuzluklar çıkara terstir ve onlar zihinde yer alır.

Bunun ses getirmek için bilinçli olarak kullanılmasının ahlâki doğruluğu ne için kullanıldığına

göre değişir. Örneğin ünü azalmış bir ünlünün sırf gündeme gelmek için halkın çıkarına ters

sözler (aptalca bulabileceği sözler) söylemesi yanlış bir davranıştır. Bireysel çıkar için toplumsal

çıkarla oynamak büyük bencilliktir. Çevreci bir insanın alışılagelmişin ötesinde plastik şişelerden

bir heykel yapması ise doğru bir davranıştır.

Ben de örnek olsun diye yazımın bir kısmında bunu kullandım ancak herkesin çıkarı farklı

olduğu için pek çatışma yaratmış olmayabilirim. Sezen Aksu’yu bir felsefe yazısında görmek

şaşırtıcı olur diye düşünmüştüm. Siz de doğru olduğuna inandığınız davranışlar için çıkar çatışmaları

yaratabilirsiniz. Ancak doğru olduğuna inanmak yetmeyecektir. Mutlaka başka insanlarla

da bunu tartışmalısınız. Tabii eğer kendinizi ahlâken yükümlü bir birey olarak görüyorsanız.

İbrahim Durmuş

5


b i l i m

EPR Paradoksu

Giriş

EPR paradoksu ve onun bir ürünü olan kuantum dolanıklığı olgusu, evrene uyarlanan kuantum

teorisine oldukça büyük bir iş çıkardı. Kuantum fizikçilerinin yıllarını harcadığı bu paradoks,

son dönem fiziğinin en büyük kafa karışıklıklarından biriydi. Peki aydınlatılması yıllar

süren bu soruyu kimler fizikçilere bela etmişti? Tabii ki de her işin altından parmağı çıkan

Einstein ve onun yakın meslektaşları Nathan Rosen ve Boris Podolsky. Bu üç naçizane fizikçinin

bilim dünyasında çıkardığı karışıklığa dergimizde uğramamak olmazdı. Bu yüzden dergimizin

6. sayısında bu konuya değindim.

Nedir Bu EPR Paradoksu?

Kuantum teorisine karşı her zaman bir adım geride duran

Einstein, bu teorinin olasılıkçı yapısına ve barındırdığı belirsizlik

ilkesine hiçbir zaman tam anlamıyla ısınamamıştı. Her

ne kadar kurama tam anlamıyla bağlanamasa da Einstein kuantum

kuramını o dönemde en iyi anlayanlar arasındaydı. Bu

yüzdendir ki bu kurama doğrulttuğu sorular her zaman zekice

ve cevaplanması zor sorular olmuştu. 1935 yılında Einstein,

Nathan Rosen ve Boris Podolsky ile kutudaki saat deneyinden

sonra Kopenhag yorumuna (makro ve mikro durumların ayrı

fiziksel ilkeler ile incelenmesi ilkesi) karşı ikinci büyük çıkışını

yaptı. Üç fizikçinin kurduğu düşünce deneyi iki dolanık parçacığının,

örneğin iki elektronun birbirlerinin tersi yönde ayrılması

ve ayrıldıktan sonraki ilişkilerini konu ediniyordu. Bir

radyoaktif bozunma sonucu bir atomdan zıt spin ve zıt yönlere

elektron saçıldığını düşünelim. İlk olarak zıt spinlere sahip oldukları

için açısal momentumun korunumu sebebiyle bir elektronun dönüş yönü saat yönünde

ise diğerininki saat yönünün tersinde olacaktır. Matematiksel bir şekilde ifade edersek ise birinin

spini ½ ise diğerinin spini -1/2 olmalıdır. Sonrasında bu iki elektronu patlama sebebiyle birbirinden

zıt yönde uzaklaştıralım hatta aralarındaki uzaklığı ışık yıllarını geçecek mesafeye çıkaralım.

Aralarındaki mesafe ışık yıllarını geçtiğinde bu elektronlardan bir tanesini inceleyelim.

İncelediğimiz elektronun spini saat yönünde ise diğer elektronun spininin saat yönünün tersine

olduğunu öngörebiliriz. Bunun aslına inecek olursak elektronunun saat yönünde olan spininin

fark edilmesi anında diğer elektron saat yönünün tersine dönme durumuna zorlanır. Devamında

ortaya şaşırtıcı bir sonuç olan ışıktan hızlı bilgi iletildiği olasılığı çıkar. İşte tam da burada

6


febisa dergisi

Einstein’ın özel göreliliği devreye girer. Özel göreliliğe göre ışık hızı evrendeki maksimum hızdır

ancak bir bozunum sonrası zıt yönde ayrılan dolanık elektron çiftinin evrenin hız sınırına uyduğu

söylenemez. Ayrıca bu olay o dönemdeki fizikçilerin düşündüğü üzere evrende olan yerellik

ilkesine (fiziksel olayların önce yakın çevresi ile etkileşime girmesi) de aykırıydı. Einstein ve

meslektaşları evrenin yerel olmadığı bir kaynaktan doğan sıkıntının evrenin uzak bölümlerini de

etkileyebileceğini göstermişti fakat Einstein’ın kendisi de elde ettiği sonucu beğenmemişti. Kuantum

kuramında bir eksiklik ya da yanlışlık olduğunu yıllar sonra bu paradoks sayesinde göstermiş

olduğunu düşünmüştü. Ancak bunun gerçek olabileceğini düşündüğünde ise bu olayın

korkutucu olduğunu hissetmiş ve bu olaya “ürkütücü uzaktan etki (spooky action at a distance)’’

demişti. Sonuç olarak “Böyle bir olay mümkün mü? İki elektron arasında mesafe önemsenmeksizin

bir dolanıklık yani kuantum dolanıklığı var mıydı?” sorularına o dönemde düzgün bir cevap

verilememişti. Sonrasında ise araya ikinci dünya savaşı girdi ve bu soru bir süre daha cevapsız

kaldı.

David Bohm ve John Bell

1951 yılında bu konu David Bohm sayesinde yeniden gündeme geldi. Zıt

yönde hareket eden 2 parçacığın arasındaki şaşırtıcı uyumun sebebi David

Bohm’a göre gözlemcinin yani bizlerin bilmediği kuantum dünyasına ait bir

çeşit gizli değişkenlerin varlığıydı. Onun fikrine göre deney gücümüz artınca

bu gizli değişkenleri bulacak ve kuantum kuramının olasılıkçı yapısını

değiştirecektik. 1964 yılında John Bell devreye girdi ve Bohm’un kuramının

yerellik ilkesini barındırmadığını fark etti. Sonrasında ise direkt EPR paradoksunun

bize sunduğu yerellik fikrinin doğru olmadığını sonuç olarak

kuantum kuramının tutarsızlık içinde bulunmadığını öne sürdü. Yani gizli

değişkenler kuramı doğru ise iki elektron arasında keşfedilemeyen değişkenin kontrolünde olan

bir iletişim mevcuttu. Bu kafa karışıklığı Alan Aspect ve meslektaşlarının Fransa’da yaptıkları

EPR deneyine kadar sürdü.

Deneysel Veriler

Fransız fizikçi Aspect 1982 yılında meslektaşları ile birlikte büyük bir EPR deneyi gerçekleştirdi.

Yapılan deneyde on üç metre ara ile yerleştirilen algılayıcılar ile kalsiyum atomlarından

yayılan fotonların spinleri ölçüldü. 1997’de yapılan ikinci deneyde ise on bir kilometrelik aralıkta

bulunan algılayıcılar ile üst düzey spin ölçümü yapıldı. Sonuçlar iki deneyde de kuantum

kuramının lehineydi. Gerçekten de bilgi bir şekilde ışıktan hızlı hareket ediyordu. Sonuç olarak

kuantum kuramı zaferlerine bir yenisini daha ekledi ve kuantum dolanıklığı olgusu fizik anlayışımıza

emin adımlar ile giriş yaptı.

Görüşlerim

Kuantum dolanıklığı iki parçacığın ortak bir durumdan ne kadar uzağa ayrılsa bile birbirleri

ile iletişim halinde olduğunu gösterir. Bu iletişim mesafe fark etmeksizin yapıldığından ötürü

yerellik ilkesi rafa kalkar ve Kopenhag yorumu burada boy gösterir fakat asıl şaşırtıcı olan

durum ise bazı fizikçilerin bahsettiği gibi simülasyon tarzında bir evren anlayışıdır. Bildiğiniz

üzere Büyük Patlama teorisi evrenin tek bir noktadan başladığını öne sürer ve her şeyin ortak bir

durumdan süregelip bugünkü evrenin oluştuğunu belirtir. Kuantum dolanıklığı ilkesi işte tam

bu başlangıç anına odaklandırıldığında evrendeki her şeyin durmak bilmeyen bir ilişki içerisinde

olduğu fikrini karşımıza çıkarır. Bu elbette ki kanıtlanmış bir şey değildir. Zaten evrenin ilk

anlarındaki fizik yasaları hakkında da bilgimiz yoktur o yüzden bunun hakkında konuşulanlar

7


b i l i m

lafta kalır ancak simülasyon evren anlayışı da sahneye yeni çıkmış bir hipotez olarak uzun süre

gündemden düşmeyecek gibi gözüküyor.

Yiğit Sevim

Kaynakça

*Brian Greene, Evrenin Dokusu

*Michio Kaku, Einstein’ın Ötesinde

*Christophe Grojean, Laurent Vacavant, Higgs Bozonu

*Michio Kaku, Paralel Dünyalar

*https://bilimfili.com/kuantum-kuramina-sayginlik-kazandiran-kavrayis-bell-teoremi

*https://www.bell-labs.com/var/articles/alain-aspect-future-quantum-technologies-second-quantum-revolution/

*https://en.wikipedia.org/wiki/EPR_paradox

8


febisa dergisi

Kendinden Heykel

Merhaba sayın okurlar, bugünkü hikayemizde kan ile ilgili bir şey olmayacağını belirtmek

istedim. Tabii ki de sonunda bir cinayet var ama kanlı bir şeyle karşılaşmayacağınızın sözünü

verebilirim.

Bugün ziyaret edeceğimiz kişi bir heykeltıraş. Sanatını genellikle alçıyla yapıyor. Eğer o alçıyla

sanat yapabiliyorsa ben de kanla sanat yapabilirim diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Neyse biz hikayemize geçelim. O bir kız ve çok tatlı bir dış görünüşe sahip yani sahipti. Onunla

olan hikayemiz bir kafede başladı. Bütün sempatikliğiyle karşısındakine yeni başladığı projesini

anlatıyordu. Kafede kahvemi yudumlarken ve dışarıdaki hareketliliği izlerken gelen sesindeki o

tını beni ikna etti. Konseptime uyan bu beden tamamen benim olmalıydı.

İsmini öğrenmek zor olmadı ve projesinin aslında heykeltıraş olarak açacağı bir sergi olduğunu

öğrenmek de. Bu bilgilere ulaşmak zaten en kolay olan şey. Bu yüzden hemen düşünmeye

başladım. Direkt camın yanında oturuyordum. Dışarı bakıyormuş gibi gözüksem de tamamen

kızın yansımasına odaklanmıştım. Onu çok duyamasam da mimiklerinden ne demek istediğini

kestirebiliyordum. Dayanamadım. Yüzüne bakmaya karar verdim ve gözlerine çevirip kilitledim

gözlerimi. Gözleri masmaviydi. Sanki gökyüzünü kıskandırmak istemiş ve bu şekilde yaratılmıştı.

Saçları ise simsiyah. Kötü düşünceler bile yanında bembeyaz kalacak kadar karaydı saçları.

Kayboluyorum. Ona baktıkça güzelliği karşısında yönümü bulamıyorum. Gözleri normal büyüklükte

kirpikleri ise kalbimi delip geçiyor. Burnu hafif büyük ama elmacık kemikleriyle bir

uyum içinde. Dudakları soğuktan biraz çatlamış ve pembeleşmiş. Vücudu kalıplı olduğu kadar

narin. Saçları ne kadar uzunsa o kadar dalgalı. Ne kadar göz alıcı. Sanki her şeyiyle mükemmel

olmak için yaratılmıştı. Sanki her şeyiyle benim olmak için...

Herkesin gülüşünde saklıdır gizledikleri duygular. Onu kurtarmam için yalvarıyordu sanki bu

yüzden hiç zaman kaybetmedim. Hemen hesabı ödedim ve kalkmalarını bekledim. Onları takip

etmek hiç zor olmadı. Zaten yürüyerek gidiyorlardı ve tek duam aynı evde yaşamıyor olmalarıydı.

Eğer beraber yaşıyorlarsa işim zorlaşacaktı, daha fazla izlemem gerekecekti ve ne zaman eve

girip çıktığını bilmem gerekiyordu.

Her gün onları takip ettim. Maalesef, anladığınız üzere beraber yaşıyorlardı. Ama planım

hazırdı ve benim varlığımdan haberleri bile yoktu. Bu yüzden avantajlıydım. Avıma bir çıt bile

çıkarmadan yaklaşmış hatta dibindeydim. Sadece doğru zaman ve ardından kurtuluş. Ama önce

bir şey almalıyım. Bir sürpriz!

Evlerinin hemen altında bir dükkânı vardı ve bunun içinde sanatı yapıyordu. Bu heykeltıraş

genellikle alçı kullanarak sanatımı yapıyordu. O kadar özenle hallediyordu ki işini, belki de bütün

bu sanatla uğraşanlar böyleydi ve ben ilk defa böyle bir şeye şahit oluyordum ama o sanki

dokunduğu an hepsi kırılacakmış gibi davranıyordu. Bu görüntü çok hoştu ama zamanım yok.

9


s a n a t

Sadece iki saat ve benim bir an önce kurtarma işlemlerine başlamam lazım. İlk olarak atölyenin

içine girdim ve onunla iletişim kurmadan kapıyı kilitledim. Sanırım kilitleme sesini duymadı bu

yüzden bana dönmeden:

-Erkencisin bir şey mi unuttun, dedi.

Bir şey demeden elimdeki ağır çantayı kafasına vurdum. Anında bayıldı. Onu alçıları hazırladığı

büyük küvete koydum. Şimdi sürpriz zamanı. Sürprizim bir zincir sanatçımızı kurtaracak

kadar kalın ve uzun. Onu küvetin içinde kalacak şekilde bağladım ve alçıyı küvetin içine döktüm.

Hepsini doldurmadım. Onun uyanmasını ve her şeyi hissetmesini istiyorum. Bekledim

bekledim ama sanırım onu yanlışlıkla öldürmüşüm bu yüzden daha fazla beklemedim ve bütün

küveti alçıyla kapladım. Sürprizim pek bir işe yaramadı ama bu benim için gayet yeterliydi.

Dağçin Turgut

10


febisa dergisi

11


s a n a t

Dün Gece

Penceremde armut ağacı

Sokakta bir sessizlik

Ve her insanda yalnızlık

Gökyüzünü boyadık dün gece

Çocuklar kadar heyecanlı,

Yarın ölecekmişçesine canlıydık

Yıldızlara astık yüzümüzü

İsimlerimiz çiğ tanesiydi

Ve cisimlerimiz yakılmış çoktan

O zaman söndü ışıklar

O zaman devrildi boya kovası

Yuttu bütün maviyi gri orman

Kuşlar yönünü şaşırmaz mı

Şaşırırdı elbet

Zaten bu yüzdendi korkmam

Ne yüzümüz vardı yanımızda

Ne isimlerimiz ne de cismimiz

Kaybettik birbirimizi karanlıkta

Korkuya alışkın değildik ikimiz

Koştuk sadece sokaklar boyunca

İşte o zaman gördüm onu

Bir yalnızlık ki tam benim boyumda

12

Efe Erbaş


febisa dergisi

Her İnsan Kâinat

İnsan dediğin hassas; aciz varlık,

İki çift sözle dahi oluyor paramparça.

Her dimağ yeni girift bir mezarlık,

Herkes gömülüyor oraya yavaşça.

Bir hayata sığmış bilmem kaç milyon hayat,

İnsandır ki; başlı başına, bütün bir kainat.

Yaşam, yazdığımız acıklı bir roman,

Kimisi karmaşık bir aşk, kimisi safi dram.

Yusuf Çetin

13


s a n a t

Yerleri Yok

Ne yazsam, ne anlatsam bilmiyorum,

Biten dostluklarımı mı?

Yiten umutlarımı mı?

Kaybolan sevinçlerimi,

Yok olan mutluluklarımı mı?

Hayır, hiçbirinin yeri yok bu mısralarda,

Hiçbir şiirde de olmamalı böyle konular.

Eleştiri yok, iyisi yok, kötüsü yok.

Tüm şiirler güzel,

Tüm insanlar tatlı,

Evet bu şiir de

İyi ki bu kadardı...

Yusuf Çetin

14


febisa dergisi

Konuşan Saatler

Dar zamanlarda ortaya çıkar bu içtenlik

Dalgalı bir denizde

Yahut bir meltem ile

Bir ben bilirim

Yol yok kendimden öte

İşte öyle bir yalınlık vardır insanın temelinde

Herkes gittiğinde

Kalır bir tek benliğiyle

En sade biçimde

Ayberk Köklü

15


s a n a t

Papatya

Ellerimden kayıyor zaman.

Kum taneleri gibi,

Saçları dağıtıyor rüzgâr ve göğe bakıyorum

Huzur bu olsa gerek.

Minörden majöre keman sesleri,

Sarının tonlarındaki hatıralar ile harmanlanmış.

İçtenlikle gülememiş insan,

Sevdiklerine sarılamamış,

Hiç konuşulmamış lisan,

Kusur bu olsa gerek.

Hiç okunmadan kenara atılmış mektuplar gibi

Kendi hayatını yaşamamış insanlar

Kalpler yoksun olmalı ki sevgiden

Ömrümüz hep kısaydı kelebeklerden.

Sahte anılardan

Kopup kaybolanlarla dolu bir dünya.

Yetişemiyorum ne yarınlara ne de papatyalara.

Gök ile konuşurum yalnız gecelerimde

Ne içindir bu koşuşturmaca

Nefret ile kabalığın yurdunda

Ayberk Köklü

16


febisa

Tarafsız liseli dergisi

Tamamen ücretsizdir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!