Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
. .
felsefe bilim sanat
2020 Aralık Sayı: 7
. .
febisa
“Nasıl mutlu olunacağını ararsan hiçbir zaman mutlu
olamazsın. Hayatın anlamını ararsan da yaşayamazsın.”
dergisi
Febisa
Liselilerin Aylık Felsefe, Bilim ve
Sanat Dergisi
Yıl 1 Sayı 7
Aralık 2020
Genel Yayın Yönetmeni ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
İbrahim Durmuş
(theriver9393@gmail.com)
Yayın Yönetmeni
İbrahim Durmuş
(theriver9393@gmail.com)
Yayın Danışma Kurulu
Taha Emre Kurt
(Bilim)
(kurttahaemre@gmail.com)
Yiğit Sevim
(Bilim)
(ysevim-123-123@hotmail.com)
Yusuf Çetin
(Sanat)
(yusufcetix@gmail.com)
Ayberk Köklü
(Sanat)
(ayberkkoklu59@gmail.com)
Editörler
İbrahim Durmuş
(Genel Editör)
(theriver9393@gmail.com)
Tunakan Pullu
(Felsefe Bölümü Editörü)
(tunakanpullu2003@gmail.com)
Taha Emre Kurt
(Bilim Bölümü Editörü)
(kurttahaemre@gmail.com)
Yusuf Çetin
(Sanat Bölümü Editörü)
(yusufcetix@gmail.com)
Grafik Tasarım
İbrahim Durmuş
(theriver9393@gmail.com)
İletişim
internet sitesi www.febisa.com
e-posta adresi
febisadergisi@gmail.com
Yayım Tarihi 10.12.2020
Felsefe, bilim ve sanat konularını liselilerin bakış açısından
sizlere ileten bu aylık dergi, yedinci sayısını gururla sunar. Bu
sayıda felsefe ve bilim bölümlerinde denemeler; sanat bölümünde
şiirler, fotoğraflar, resimler ve öyküler göreceksiniz. Üzülerek
söylüyorum ki bu sayıda bazı problemlerden dolayı kaynakça
bölümleri bulunmuyor.
Febisa, hiçbir dünya görüşüne, insana, siyasi fikre veya kuruluşa
bağlı olmayan, özgür bir şekilde felsefe, bilim ve sanat
dallarında içerik üreten, ürettiklerini e-dergi olarak yayımlayan
liseli topluluktur. Febisa’nın amacı, bahsettiğim üç ana daldan
liselilerin -gençlerin- görüşlerini ön plana çıkarmaktır. Ancak
kimsenin sözüyle hareket etmememiz, yazdığımız yazılarda
görüşümüzün olmayacağı anlamına da gelmez. Dergi zaten
“liselilerin” görüşlerini ön plana çıkarmak için vardır. Bundan
dolayı yazarlar yazdıklarında subjektif davranabilirler. Derginin
zaman içerisinde büyümesine bağlı olarak deneme sayıları da
artmakta. Buna bağlı olarak farklı yazarların farklı fikirlerine
yer vermekteyiz. Bu, derginin toplu olarak bir çatı altında bağlı
kaldığı bir ideoloji olduğunu göstermez. Aksine tüm bunlar
yazarların bireysel görüşleridir. Yapabileceğiniz eleştirileri veya
şikayetleri bu yüzden dergi üzerine değil yazarlar üzerine yapmalısınız.
Yazarlar yazdıklarından sorumludurlar.
İnsanlara, içinde oldukları dönemdeki liseli gençlerin nasıl
ve ne düşündüğünü göstermek ve insanların, yeni gelen nesiller
hakkında bilgi sahibi olabilmeleri temel amacımızdır. Derginin
üç ana konu hakkında bulunan yazılarına ve diğer kayıtlarına
olan eleştirel bakış açınızı, bizim liseli gençler olduğumuzu ve
akademik yazı yazma amacımızın olmadığını düşünerek yapınız.
Bizlerin gençlik çağlarında yaptığı bu atılım, her ne kadar
amatörce olsa da kendimizi geliştirme açısından hayatımızda
minik, güzel bir yer tutabileceğini düşünüyoruz. Verdiğiniz her
türlü destek için sizlere en içten şekilde teşekkür ederiz.
Projemiz devam edebildiği kadar devam edecektir. Bu dergi,
gençlerin dergisi olarak kalacaktır. Bundan dolayı liseyi bitiren
yazarlarımız yerlerini yeni liselilere bırakacaktır.
Fazladan merak ettiklerinizi, dergiyi yayımladığımız internet
sitesinde veya bizle iletişime geçerek öğrenebilirsiniz.
Saygılarımızla,
İbrahim Durmuş
İçindekiler
Çıkar-5 (deneme)
İbrahim Durmuş - sayfa 3, 4
John Locke ve Siyaseti
(deneme)
Tunakan Pullu - sayfa 5
Enflasyon Teorisi (deneme)
Yiğit Sevim - sayfa 6, 7
Lobaçevski ve Riemann
Geometrisi (deneme)
Taha Emre Kurt - sayfa 8-10
Sock ve Buskin Maskeleri
(öykü)
Dağçin Turgut - sayfa 11, 12
Vaveyla (öykü)
Ece Güzelgül - sayfa 13, 14
Bazı Bazı (şiir)
Yusuf Çetin - sayfa 15
Şarkı (şiir)
Yusuf Çetin - sayfa 16
Çanlar (şiir)
Efe Erbaş - sayfa 17
İnsan (şiir)
Ayberk Köklü - sayfa 18
Hatırla (şiir)
Ayberk Köklü - sayfa 19
Fotoğraflar (fotoğraf)
Muhammet Ali Kaya - kapak,
sayfa 15, 16, 18, 19
Resimler (resim)
Özgenur Yalçın - sayfa 17, 20
febisa dergisi
Çıkar-5
Bu sayıda tanrıyı inceleyecektim planlarıma göre ancak çıkar felsefesinin faydacı ahlakına
ekleme yapmak istedim. Çünkü arada bazı kafama takılan yerler oldu. Ayrıca bu yazıdaki az olan
emeğe rağmen beni okumaya zaman ayıran okurlara teşekkür ederim.
Ahlak Kavramı ve Onun Değişkenliği
4. sayıda bahsettiğim ahlak anlayışının birtakım eksiklikleri olduğunu fark ettim. Şöyle ki faydalı
olarak gördüğümüz durumlara, olaylara göre hareket etmek mantıklı olabilir ancak faydalı
olarak görebileceğimiz durumlar dönemden döneme, bilgi seviyemize göre değişiyor. İnsanlığı
büyümekte olan bir bebek olarak varsayarsak -şu anki bilgimizin ne kadar yetersiz ve az olduğunu
bilmekteyiz zaten, bu durumda insanoğlunu emeklemeyi öğrenen bir bebek gibi düşünmek
hatalı olmayacaktır- bebeğin kendisi için tam olarak neyin iyi olduğunu bilmemesi karşımıza
çıkar. Bir çocuk şekeri keşfettiğinde onu kendisini mutlu etmek için ve tadı güzel olduğu için
yiyecektir. Ancak bunun diş çürümesi gibi zararlı yanları olduğunu bilemeyecektir. Hele de ona
sahip çıkan ve ona neyin ne olduğunu öğreten bir ebeveyni olmadığı sürece. Ayrıca bebeğin bir
yaş gibi oldukça küçük bir deneyim miktarını binlerce yıl içerisinde kazandığını varsayarsak
faydalı sandığımız durumların gelecekte ne kadar absürt, mantıksız gözükebileceğini görebiliriz.
İnsanların bebek metaforundaki gibi dönemlerine göre faydalı gözüken durumlara bir yanılgı yüzünden
sıkı sıkıya bağlanması hatta onu yaymaya çalışması gelecek açısından oldukça zararlı olacaktır.
Bilgelik neyin en iyi çıkarı karşıladığını ve ahlaki olanı bulabilmektir. Çünkü bilgelik her şeyi
bilmektir, her şeyi bilmek de ilk cümledeki şartları karşılayabilir. Sokrates haklıdır. Bilge insan
yanlış davranışlarda bulunmaz çünkü kendisi ve toplum için faydalı olanı biliyordur. İnsanların
ahlak iradesinde yanlışı seçebilmelerinin sebebi budur. Kendisi için gerçekten neyin faydalı
olacağını bilen insan yanlış hareketlerde bulunamaz. Bilge olmayan insan anlık düşünüp uzun
vadede kendisi için faydalı olanları göremeyeceği için yanlış davranışlarda bulunabilir. Hata yapmak
insanı bilge hale getirir çünkü artık insan kendisi için neyin faydalı olup olamayacağını
tahmin edebilmeye başlamıştır. Her şeyi bilen bir varlık hata yapamaz anlamına da gelir bu.
İnsan kendisinin ve toplumunun geleceğindeki faydayı göremediği için aptaldır. İnsan aptalsa
hata yapabilir. Hata yaptıkça geçmişteki kendisinin geleceğindeki zamandan yani şu andan eski
düşünüş biçimlerinin nasıl sonuçlar doğurabileceğini görüp geleceğini ona göre belirleyebilir.
Geleceği geçmişe göre değerlendirmek hata sayısını azaltır çünkü faydalı olanın ne olduğunu
yavaş yavaş görmeye başlamışızdır. Böylece bilge insan hata yapmaz çünkü faydalı olanın ne
olduğunu artık öğrenmiştir. Fakat hata yapmadan da bilge olunmaz çünkü faydalı olanın ne olduğu
deneyimlenmemiştir. Bu yüzden faydalı olan biraz olsun başka kaynaklardan öğrenilebilir.
3
fe l s efe
Bu öğrenmeyle de yeni fikirler üretilip geleceğe uygun tahminler yapılabilir. Ve bilgeliğe yaklaşılabilir.
İki tür bilgelik vardır bundan dolayı: İlki öğrenilen bilgelik, ikincisi deneyimlenen
bilgelik. (Aslında bilgelik her şeyi bilmek olduğundan gerçekten bir insan bilge olamaz. Ancak
ona yaklaşabilir.) Öğrenilen bilgeliğin literatüründe çeşitli ve çok fazla eser olduğu için bu türde
çalışma yapan bir insan ikinci türdekinden daha fazla deneyim kazanabilecek ve bu deneyimler,
insanın faydasını kendisine göre belirlemesindeki dar görüşü fazlaca bakış açısından aktardığı
için kırabilecektir. Yani bir insanın hayatı yaşayarak öğrenmesindense okuyarak öğrenmesi onun
için daha faydalı olacaktır. İnsan her zaman aptaldır. Çünkü tarihten neler bırakılırsa bırakılsın
yeni doğan bir birey için onlar hiçtir. Elbette okuyan insanlar vardır ancak bu onların aptallığını
yalnızca azaltabilir. Çünkü tarihten kalanların bizim için en faydalı olduğunu söyleyemeyiz. Eğer
bunu söyleyebilseydik hata yapmaz olurduk. Okuyan bir insan bile hata yapabiliyorsa, tarihte
eser bırakan her insan hata yapabiliyorsa ve eserlerini yazdıktan sonra da hata yaptılarsa bu aptal
olduklarından dolayıdır. Bırakılan eserlerin en faydalıyı içerdiklerini bu yüzden tam anlamıyla
söyleyemeyiz. Söyleyemememizin ikinci sebebi ise neyin faydalı olabileceği görüşü zamandan
zamana değişmektedir. İşte bu yüzden de geçmişten kalanlarla hayatı tam olarak öğrenmek büyük
bir hata olur. Geçmişten kalanları okuyup bireysel deneyimlere göre onları değerlendirmek
ve kendi deneyimlerini aktarmak, gelecekte doğacak insanlar için en iyisi olacaktır. Çünkü neyin
faydalı olabileceği konusunda her birey fikirlerini saklayıp insanlığı olduğu yerde döndürmüyor,
gelecekteki insanların da kendi deneyimleriyle geçmişteki deneyimlerini sorgulayıp daha güncel
bir bilgi sunması için kendisine daha öncekilerin bıraktığı gibi eser bırakıyordur. Eserlerin içerikleri
her ne kadar yanlış olabilse de gelecekteki insanların sorgulama özelliklerine el konulmadığı
için bu meşru bir faaliyet olarak devam edebiliyordur. Ne zaman ki sorgulamak yasaklanırsa
o zaman o içerik dikkate bile alınmayabilir.
Ayrıca satranç ve go gibi stratejik oyunlarda kazanan kendisi için en faydalı hamleleri görebilen,
seçebilen kişidir. Hayat da büyük ve karmaşık bir oyundur. Kazanan (erdemin mutluluğunu
tadan) bilge olandır veya ona en çok yaklaşmış olandır.
İbrahim Durmuş
4
febisa dergisi
John Locke ve Siyaseti
İngiliz klasik liberal öncüsü İngiliz filozofudur. Meşruti demokrasinin temel fikirlerini tutarlı
bir şekilde toparlayabilen ilk yazardır. Hayatı boyunca ılımlı bir politikacılık sergilemiş ve anayasal
sistemi tercih etmiştir. Locke’un siyaset anlayışı hoşgörüye, parlamentoya ve demokrasiye
dayanır. Bu açıdan temsili hükümete ve hoşgörüye olan inanışı Amerikan Devrimi üzerinde
büyük bir etki yaptığı görülmektedir. Klâsik liberalizmin babasıdır. Locke’a göre insanların zihni
doğuştan boş bir levha (tabula rasa) insan deneyimlerle bu boş levhayı dolduruyor.
Tabula rasa: Locke’un ortaya attığı “boş levha” önermesine işaret eder. Ampirist olan David
Hume’a göre, zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yoktur. Ayrıca Hume, nedenselliğe de karşı
çıkar. Şeyler arasında kurduğumuz uzamsal ilişkiler onların özellikleri değil bizim deneyimlerimizle
ilgilidir.
Tabula rasa, Locke’u her şeyin doğuştan belirli olduğunu savunan kaderci filozoflardan ayırır.
Ayrıca Locke ampiristtir; rasyonalizme karşıdır, aposteriori önerileri bulunmaktadır. David
Hume ve Berkeley de bu görüşe sahiptir. Locke her eserinde otoritelerden kurtulmayı, insanların
özgür kalmasını, insana ancak kendisinin kılavuzluk edebileceğini bas bas bağırmıştır yani
liberalizmin de öncüsüdür. Olması gerekeni düşünen bir filozoftur. Düşüncenin özgürlüğünü,
eylemlerin sadece akıl ile düzenlenebileceğini savunup oldukça geniş yerlere yaymıştır. Locke’a
göre biz insanların doğadan gelen bir özgürlük hakkı var ve bunu hiçbir imparator, padişah sınırlayamaz.
Rasyonel pedolojinin de kurucusudur. Her şey deneyim sayesinde sahip olunabilir.
Dünyevi deney de burada gereklidir. Descartes’tan etkilenmiştir fakat ona hiçbir zaman benzememiş
hatta zihnin özünün düşünme ve maddenin özünün yer kaplama olduğu gibi iki temel
ilkesine karşı bile çıkmıştır.
İnsanlar şu anlık sadece bu dünya ile sınırlıdır. Dini dogmaların asla ve asla burada yeri yoktur.
Locke mutlak yönetimlere ilk karşı çıkan, onları sarsan bir filozoftur. İnsanlar sezgisel hiçbir
bilgiye sahip değildir. İnsan hakları konusu yaşam hürriyet ve özel mülkiyettir. Yani Marx’ın zıt
kutbundaki bir düşünürdür. Hürriyet demişken kendi hürriyetimiz başkasının sınırına girdiği
an biter.
Mülkiyet kavramına gelirsek özel mülkiyeti savunmuştur. Mülkiyetin kaynağını “emek” olarak
belirtmiştir. John Locke devletin sınırlanması gerektiğini yani yasama, yürütme ve konfederatif
güçlerin ayrılmasını da savunmuştur yani: Yasama gücünün kanunları yaptığını, yürütme gücünün
bu kanunları uyguladığını, konfederatif gücün ise diğer devletlerle olan ilişkileri sağladığını
söyler. Üstün olanın yasama gücü olduğunu, diğer iki gücün de ona tabi olduğunu vurgular.
Kısaca toparlarsak John Locke siyaset felsefesinde yoğunlaşmıştır. Devletin insanları kısıtlandırdığını,
insanlar özgür bırakılırsa daha iyi işler başarabileceğini vurguluyor. Ayrıca eserleri de
vardır: İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, Devlet, Yönetim Üzerine İki İnceleme
5
Tunakan Pullu
b i l i m
Enflasyon Teorisi
Büyük Patlama her ne kadar başarılı bir teori olsa da içinde bazı problemler barındırıyordu.
Büyük Patlama’nın problemlerinden ilki evrenin neden aşırı derecede homojen olduğuna (ufuk
problemi) dair bir cevap verememesiydi. Diğer sorun ise Düzlük Problemi’ydi. Kozmoloji, evrenin
sahip olduğu eğriliğin neden sıfıra yakın olduğunu yani düz bir evrende yaşıyor olduğumuzu
açıklayamıyordu. Fizik ve kozmolojinin canını sıkan bu sorulara Alan Guth 1979 yılında
Enflasyon Teorisi sayesinde birtakım cevaplar vermeyi başardı. Peki nedir bu problemler ve Enflasyon
Teorisi bu problemlere nasıl cevaplar verdi?
Ufuk Problemi
Kozmolojinin sunduğu veriler bize evrenin izotropik olduğunu gösterir. Evrenin neresine bakarsak
bakalım istisnalar haricinde ışık ve ısıyı homojenize bir durumda görürüz. Bunun sebebini
anlamak için geriye baktığımızda ise bu olayı temellendirecek bir olgu bulamayız. Evrenimiz
Büyük Patlama’dan sonra geçen 380 bin yıllık süreç içerisinde aşırı yoğun bir haldeydi. Evrenin
sahip olduğu bu yoğunluğun fotonların hareketlerini oldukça engellemesinden dolayı evren ışık
ve ısı yayılımı olmayan opak bir ortam halindeydi. 380 bin yıl geçtikten sonra ise evrenin yoğunluğu
gitgide azaldı ve fotonlar rahatça dolaşmaya başladılar. İşte bu dönemde Büyük Patlama’nın
en büyük kanıtlarından biri olan mikrodalga
arka plan ışıması oluştu. Sorun ise tam da şimdi açığa
çıkıyor: Kozmik mikrodalga arka plan ışımasını incelediğimizde
evrenimizin ısı ve ışık bakımından homojen
olduğu kanısına varıyoruz ancak evrenin ilk anlarında
foton alışverişinin mümkün olmaması izotropik
bir evrene izin vermiyor. İşte bu sorun Ufuk Problemi
olarak karşımıza çıkıyor.
Düzlük Problemi
Elimizde olan gökbilimsel veri, evrenimizin eğriliğinin neredeyse sıfıra yakın olduğunu yani
evrenimizin düz olduğunu gösteriyor. Sahip olduğumuz bu veri yine aynı şekilde Büyük Patlama
Teorisi’ne entegre edilemiyor. Bu sorun da Ufuk Problemi gibi astrofizikçilerin başını oldukça
ağrıtıyor. Ancak Enflasyon Teorisi bu sorun için de bir çözüm yolu buluyor.
6
febisa dergisi
Enflasyon Teorisi
1979 yılında Alan Guth günlüğüne “muhteşem bir kavrayış” yazmıştı. Bulduğu bu büyük fikrin
kozmolojide yankı oluşturacağını anlamak onda büyük bir heyecan yaratmıştı. Evrenin oluştuğu
andan itibaren hiper bir genişleme olduğunu düşünürsek Ufuk Problemi’nden ve Düzlük
Problemi’nden kurtuluyorduk. Yani evrenimiz soğurken örneğin suyun donup buz haline gelmesi
ya da demirin soğurken mıknatıslanması gibi bir çeşit faz geçişi yaşadıysa bahsettiğimiz
tüm problemler çözülüyordu. Tıpkı buzluktan soğuk bir içeceği çıkarıp kapağını açtığımızda
içeceğin aniden donup şişenin bir kısmını çatlaması gibi bir faz geçişi yaşanmış olabilirdi. Bu ani
büyüme, evren büyük bir yapıya sahipken ısı ve ışık alışverişi yapılabilen bir nevi haberleşmenin
mümkün olduğu zamanlarda başladıysa evrenimiz hızlı büyüme sayesinde şu anki gibi homojen
yapıya sahip olabilirdi. Bu şekilde Ufuk Problemi çözülüyordu.
Düzlük Problemi ise bir balon benzerliği ile açıklanabiliyordu.
Bir balonumuz ve onun üstünde karıncamız olduğunu
düşünelim. Balonu şişirmeye başlayalım balon şiştikçe üzerinde
olan karınca için eğim azalacaktır. Evrende büyük bir sahte
vakum enerjisi sayesinde genişleyerek eğimini azalıyordu.
Alan Guth’un bulduğu bu fikir büyük bir ilgi ile karşılanmış ve
son dönem fiziğinin popüler konularından bir hale gelmişti.
Görüşlerim
Enflasyon Teorisi kanıtlanmış bir teori değildir. İlerleyen zamanlarda da teknolojik yetersizliklerden
dolayı kanıtlanması da beklenmiyor. Sanırım Büyük Birleşik Kuram’a sahip olamamak
burada etkisini gösteriyor.
Yiğit Sevim
7
b i l i m
Lobaçevski ve Riemann Geometrisi
Lobaçevski ve Riemann Geometrileri
5. sayıdaki yazımda Kurt Gödel’in ontolojik kanıtından bahsetmiştim. Yazımın sonunda Riemann
ve Lobaçevski geometrilerinin Öklid geometrilerinden farklı ama tutarlı bir sistem oluşturduğundan
bahsetmiştim. Bu yazımda bu geometrilerin nasıl ortaya çıktığından bahsedeceğim.
Yazıma her şeyden önce aksiyom ve postulatın ne demek olduğunu anlatmakla başlayacağım.
Aksiyom, gerçekliği apaçık olan kanıtlanamayan önermelerdir ve bir tanım belirtirler. Postulat
ise “yanlışlanamaz” bir yargı bildirir. Aralarında çok fazla bir fark olmadığı; aksiyom kelimesin
artık postulatları da kapsadığı ve postulat kelimesi nerdeyse hiç kullanılmadığı için ben yazımda
bu kelimeleri aynı anlamda kullanacağım.
Peki matematik neden aksiyomlar var? Çünkü matematikte her ispat kendinden önceki bazı
ispatlara dayanır. Bu dayanma sonsuza kadar giderse bir sistem inşa edemeyiz. Bu yüzden belirli
önermeleri kanıtlamadan kabul etmemiz gerekir. Ama bu önermelerden mümkün olduğunca az
olmalıdır. Çünkü matematik bir sanattır ve estetik, aksiyom sayısı arttıkça düşmektedir.
Aksiyom ve postulatla alakalı tanımlarımıza verdiğimize göre düzlem geometriye geçebiliriz.
Düzlem (Öklid) geometrisi tamamı beş postulata dayanmaktadır. Bu postulatları ilk yazan Öklid’dir.
“Elementler” kitabıyla kendi adıyla anılan Öklid geometrisinin temelleri atmıştır. Şimdi
bu 5 postulatı inceleyelim.
Postulatlar
I. Herhangi bir noktadan başka herhangi bir noktaya bir doğru çizilebilir.
II. Bir doğru istenildiği kadar yine bir doğru olacak şekilde uzatılabilir.
III. Herhangi bir merkez ve uzunluk verildiğinde bir çember çizilebilir.
IV. Bütün dik açıların birbirine eşittir
V. Eğer bir doğru iki doğruyu kestiğinde bu doğrunun aynı tarafındaki iç açılar iki dik açıdan
küçükse, bu iki doğru o yönde uzatıldıklarında kesişir.
8
febisa dergisi
İlk 4 önerme gayet açık ve kabul edilebilir olmasında rağmen beşinci öneme biraz karışık gibi.
Beşinci aksiyomu John Playfair daha açık ve anlaşılır hale getirmek için “Bir doğruya dışındaki
bir noktadan sadece bir paralel doğru çizilebilir.” şeklinde düzenlemiştir.
Birçok matematikçinin aklında soru işaretleri olmuş olsa da bu aksiyomu kabul etmişlerdir.
Fredrich Gauss ve Jonas Bolyai bu aksiyomun yanlış olduğunu düşünmüşlerdir. Fakat o zamanda
böyle bir şeyi iddia etmek delilikti Gauss gibi çok saygın bir matematikçi bile paylaşmadığına
göre. On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde Lobaçevski ilk defa hiperbolik geometriyi bulmuştur.
Daha sonraki yıllarda Riemann eliptik geometriyi bulmuştur.
Eliptik (Riemann) Geometri
Eliptik geometri Öklid geometrisinin bir küre üzerindeki davranışlarını incelemektedir.
Görselde ACB ve ADB doğruları ekvatoru dik kesmektedirler. Bu da demek oluyor ki bu iki doğru
paraleldir. Ama kutup noktasında birbirlerini kesmektedirler. Beşinci postulatla çelişkili bir durum
elde ettik. A ve B noktalarını birleştiren sonsuz nokta çizilebilir. Birinci postulatla çelişki elde ettik.
ACD üçgeninde ACD ve ADC açıları 90 derecedir. CAD açısı ne olursa olsun bu üçgenin iç açılarının
toplamı 180 dereceden büyük olur. CD doğrusunu ele alalım. Biz bu doğruyu uzatırken bir süre
sonra birleşirler. İkinci postulatla ters düştü. Kısacası bambaşka bir geometri yaratmış olduk. Öklid
geometrisindeki her aksiyomla ters düşmektedir. Ama herhangi bir tutarsızlığı da yoktur.
9
b i l i m
Peki bu geometri nerede işe yarar? Öklid yaşarken Dünya’nın düz olduğu zannediliyordu.
Bu yüzden geometrisini buna göre kurmuştu. Newton da uzayı bu geometriyle açıklama çalışmıştı.
Tabii bu uyumsuzluk, hatalar ve sapmalar doğurdu. Çünkü Newton uzayı üçlü koordinat
sistem gibi düşünüyordu. Oysaki uzay kütle çekiminden kaynaklı eğilip bükülüyordu. Einstein,
Riemann geometrisini kütle çekim enerjisiyle birleştirdi ve günümüz kuantumunu oluşturdu. O
günden beri uzayla alakalı çalışmalarda Riemann geometrisi temel alındı.
Hiperbolik (Lobaçevski) Geometri
İlk önce Lobaçevski’yi tanıtmakla başlayacağım. Lobaçevski hayatı boyunca aynı üniversitede
çalışan, değer göremeyen (bugün de gördüğü söylenemez) Rus bir matematikçidir. Teknik
yönden çok donanımlı olan Lobaçevski yaptığı karmaşık ispatlardan bugün bile çözülememiş
olanlar vardır. Bu ispatların birçoğunun İngilizceye çevrilmemesinin de etkili olduğunu düşünüyorum.
Lobaçevski geometrisi de Riemann geometrisinin tam zıttı gibi düşünülebilir.
D doğrusuna M noktasından sonsuz sayıda paralel doğru geçebilir.
Hiperbolik bir doğruda üçgenin iç açılar toplamı 180 dereceden küçüktür. Hiperbolik geometri
de eliptik geometrisi gibi uzayda kullanılan geometrilerden biridir.
Görüşlerim
Einstein’ın göreliliği aslında burada da işlemiş. Bariz gerçekler ama kimin için ve nerede?
Düzlemlerde kusursuz olan Öklid geometrisi bir dairede ne kadar da büyük çuvallıyor. Ama
böyle bi çeşitliliğin olması da insanlara büyük yarar sağlıyor. Hangisi daha işlevsel ise onu seçip
kullanıyorsunuz.Öklid geometrisi uzayda yaramıyor ama dünyada hayat kurtarıyor. Tam tersi
hiperbolik geometri dünyada çok kullanılmıyor ama uzayda her şey.
Her şeyin dışında bu çalışmalar temel bilimin ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor. Riemann
böyle bir geometri üretirken kâr amacı veya fayda gütmedi. Matematik yapmak için yaptı. Uzayda
bu derece geçerli olduğundan bile habersizdi. Ama bu başta çok da amacı olmayan çalışmalar
insanlığa bir anda çağ atlattı.
Taha Emre Kurt
10
febisa dergisi
Sock ve Buskin Maskeleri
Evet sayın okurlar, bu hikayemizde ölüm oyunumuzu bir tiyatro oyuncusuyla oynayacağız.
Bir partiye katılacağız ve tabii ki de partiye katılmamızdaki amaç yeni kurbanımızla tanışmak.
O bir tiyatro oyuncusu. Ve bu onun çocukluk hayaliydi. Buna ulaşmak için o kadar çok şeyden
vazgeçti ki tahmin bile edemezsiniz. Aslında sizin tahmin etmenize gerek yok ben size söyleyeyim,
benden vazgeçti. Yani bu kadar bilgiye sadece onun hayatında olarak alabilirdim değil mi.
Ve öyle bir tesadüftü ki onu yıllar sonra tiyatro için düzenlenen partide gördüm. Sanat camiasının
içinde olduğum için beni de büyük partiye davet ettiler. Ne büyük onur! Cinayetim için bana
seçenekler sunuyorlar hem de hepsini. İşte her şey böyle başlıyor.
Partiye hazırlanıyorum. Onunla yapacağımız dansın şimdiden hayalini kurabiliyorum. Akan
kanın kokusu dudaklarıma dokunduğu an zihnimde görüntüler canlanıyor. Yeni koleksiyonumun
yeri şimdiden hazır. Ve bu parti tamamen kurbanımı seçmek için çok güzel bir şans. Bu
şansın yanında bir de dezavantaj var çünkü burada bir gösteri sunulmayacak. Ama yine de şansımı
denemek istiyorum. Kanın kokusu şimdiden beni ele geçirmişken nasıl durabilirim ki! Bu
yüzden de çok özenerek hazırlandım. Her şeyden önce iyi bir şekilde iletişim kurmam gerekiyor.
Ve iyi bir iletişim için öncelik her zaman ön yargılarda tam puan almaktır. Uzun süreli iletişim
için bu ne kadar önemsiz de olsa bir partide öylesine konuşacağın biri için giyiniş, makyaj, saç
hatta mimik ve yürüyüş bunların hepsi bir kişinin üstünde bırakacağınız izlenimin temelleridir.
Ve bunlar aslında tiyatro oyuncusunun da temelleridir. Sahneye çıktığı anda onun mesleğini nasıl
biri olduğunu hangi rolde oynadığını analiz etmeye başlarız. İşte benim de bu günkü rolüm
kusursuz kadını oynamak ve kendimle uyumlu bir eş bulup onu kurtarmam gerekiyor. Kimse
maalesef cinayet işleyen bir kadından hoşlanmıyor! Neden anlayamasam da bunu çok önceden
öğrendim ve buna uymam gerekiyor. Bu yüzden her şeyi hesaplamalıyım. Bu partide beni gören
her göz görüntümü aklından çıkaramaması lazım çünkü bugünü ben de aklımdan çıkarmak istemiyorum.
Partideyim. Birçok yüz var beni rahatsız eden. Nerdeyse hiçbiri ölümle buluşmayı hak etmiyor. O
yüzden yüzlerden çok figürlerle ilgilenmeye karar verdim. Herkes olabildiğince zarif davranmaya çalışıyor
ve sürekli hizmetliler etrafta geziniyor. Kendime bir izleme köşesi bulmalıyım diye düşündüm
ve üst katta bir köşe koltuğu aramaya çalıştım. Biri daha benle aynı fikirde olmalı ki orda biri oturuyordu.
Beni görünce ayağa kalkıp selam verdi ve kendini tanıttı. Aslında kendini tanıtmasına gerek
yoktu onu zaten tanımıştım. Yıllar önce hayallerinin peşinden koşmak için daha zar zor yürüyebilen
beni arkasında bırakmıştı. Ona kızgın değildim çünkü onu hep ölümle tanıştırmayı hayal etmiştim ve
eğer kızgın olsaydım o an onun ölümü hak edeceğini düşünmezdim.
Tabii ki de o beni tanımadı. Tanımasını da istemiyordum zaten. Eğer benim hakkımda biriyle konuşursa
arkamda çok büyük bir delil bırakmış olurum. Aslında benim gibi bir kahramanın tanınması
11
s a n a t
iyi olurdu ama işlerimde bana engel olabilirler. Bu yüzden kendimi başka bir adla tanıttım
ve yanına oturdum. Sohbet etmeye başladık. Zaten tiyatrocu olduğunu biliyordum ama yine
de sordum. Anlatmasını istedim gerçekten deyip değmeyeceğini öğrenmem lazımdı. İnsanlar
değişebilir ve belki ölüm onu sevmeyecek bunu şansa bırakamazdım. Bu yüzden sordum:
- Hangi sanat dalıyla uğraşıyorsunuz.
Zaten sohbetimizin başlamasını beklediği için garipsemedi ve cevap verdi:
- Tiyatro, çocukluk hayalimdi her zaman bir sahnede insanlara gösteriler sunarken hayal ettim
kendimi. Bunu gerçekleştirmek biraz zor oldu ama buna değdi.
Bir an sustu sanki aklına bir şey gelmiş gibi ve bu yüzden devam etmek istemedi. Ama ben daha
fazla öğrenmek istiyordum bu yüzden sordum:
- Biraz daha tiyatroyla ilgili konuşabilir miyiz? Tiyatroya ilgim var ve sizin açıklamalarınız dikkatimi
çekiyor.
- Tabi ki de konuşabiliriz. Size ne anlatmamı istersiniz?
- Tiyatro sizin için ne anlama geliyor?
İşte kader belirleyecek soru. Buna vereceği cevap onun bütün kaderini değiştirecek. Kelimeleri
toparlaması için ona biraz zaman tanıdım ve sonunda konuştu:
- Tiyatronun benim için ifade ettiği çok şey var. Mesela bazen bir patron oluyorum ya da bir prens
ve bu rollerle o kadar çok duyguyu hissetmem gerekiyor ki bazen sadece oyun sergilemekten çıkıyor
ve gerçekten öyle hissediyorum. Bir saat için ya da daha kısa ya da daha uzun… Bazen üstümden
atamıyorum oyunun verdiği mesajı. Ama bu duyguya bağımlıyım. Her bu şekilde hissettiğimde sanki
biraz daha yaşıyormuşum gibi oluyor ve bunun tarifi ise imkânsız.
İşte beklediğim cevap. Evet sayın okurlar, yeni kurbanımız hazır! Eğer gerçekten böyle düşünüyorsa
ölüm onu çok sevecek.
- Düşünce tarzın gerçekten çok takdir edilesi. Sanatı içinde yaşamayan biri sanatçı olamaz. Bu
benim düşüncem ama bunun arkasında durmaya her zaman hazırım.
- Bu oldukça mantıklı bir düşünce. Ben de artık bunu savunacağım, dedi ve sustuk.
Konuşmaya daha fazla devam edemiyordum çünkü biraz da olsa kaygılarım vardı. Onun ölüme
layık olduğu belli. Peki ya ben onu öldürmeye layık değilsem.
Şimdi diyeceksiniz ki başlıkla yazdıklarınızın ne alakası var. Bunu hikâyemin devamında
anlayacaksınız. Sizi beklettiğim için üzgünüm ama onu öldürüp öldüremeyeceğim konusunda
kararsızım.
Dağçin Turgut
12
febisa dergisi
Vaveyla
“Ve o baş meleği yarattı, bir tutam ruh ve saflıktan.”
Nezaket ve zarafetin insanın içindeki ihtişamı ortaya çıkardığı söylenir. Benliğime aşılanmış bu
düşünce sistemiyle büyüdüm ben. Şu görkemli ışıkların altında ilahi güce ulaşıp onların benzersizliğine
ulaşma isteğiydi içimizdeki. Hep daha çok yükselebilmek için…
Derin bir nefesle gözlerimi açıyorum. Aynadaki silüetime bakarak tekrar ediyorum. “Dik dur,
nazik konuş, duruşunsa adeta bir kuğuyu andırsın.” Gözlerime bakıyorum. Adeta bir yangın bir zemherinin
zafer çığlıklarını saklıyor içinde. Dudaklarımın kıvrıldığını görüyorum. İşte hazırım. İçimde
beni ben yapan şeylerden daha derinde şehvet duygusuyla bezenmiş ölü bir kız yatıyor. İşte bu akşam
onu uyandırmanın vaktidir.
Yavaş adımlarla salona giriş yaparken zeminse ayaklarımın altından kayıp hiçliğin içindeki o boşluğa
yayılıyordu. Geçmişin ta kendisi. Her saniye hızla artacak bir yanılgı beklide.
Yerime yerleşmemle salonda bir sessizlik oluşurken kapıda Marco beliriyor. Her adımında bir yankı
oluştururken içimdeki o bedenin kalp atışları ilk kez beliriyordu. Bu bir annenin yavrusunda hissettiği
şeyle aynı değil. Yeniden doğuştu bu, adeta bir diriliş…
Kürsüye geçtiği an devasa kilise orgu salondan kulaklarımızın içine doluyordu ve o sesler bir izdiham
perdesiyle son buldular. Marco boğazını temizleyip:
“Ey Azizler! Rabb’e övgüler sunun. Nitekim yerde ve gökte görünen görünmeyen her şey O’nda
yaratıldı.”
Hep bir ağızdan:
“İnanırım bir tanrıya, her şeye kadir olan Baba’ya, yerin ve göğün yaratıcısına.”
Ve devam etti:
“En yücelerdeki tanrıya yücelik olsun. Yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun.”
Topluca:
“İnanırım, inanırım bir tanrıya ve onun yoluna. İnanırım gökteki yaratıcıya, onun eşsiz ruhlarına.”
“Yıldızlar yaratırken bütün melekler yüksek sesle” demesiyle ise “Beni yücelttiler.” diye hep bir
ağızdan bağırıyoruz.
Ardından Marco gözlerini kapatıp kendi kendine bir şeyler söylemeye başlıyor. Derinlerimde belli
belirsiz kıpırtılar hissediyorum. Kristal avizelerdeki ışık demetlerinin yerini mumlar aldığı andan
“Sen” Diye bir ses geliyor. İçimdeki beden bu defa gözlerini açıyor. Oluyor işte oluyor. “Yükselecek
olan kişi sensin.” demesiyle yanımda birkaç rahip beliriyor ve beni salonun ortasına getiriyorlar. Kalbimin
sesini duyabiliyorum. Sonunda bunu başaracağım. Baş meleğin zarafetine ulaşacak ve tanrı
adına yükseleceğim.
13
s a n a t
Her biri eline birer mum alıp etrafımı çevrelemişlerdi. Gözleri bağlı piyanist tuşlara bastığı
an beni soymaya başladılar. Bedenim soğuk zeminle buluştu. Teslim oluyorum. Tüm saflığımla,
yarattığı eşsiz ruhla. Marco yaklaşıyor. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme hâkim. Bu
içimdeki tutkuyu daha da alevlendiriyor. İşte orada, birazdan kalbimin derinlerinde hissedecek
olduğum baltayla bana ilerliyor. İçimde bir şehvet, bir arzulama isteği, bir heyecan beliriyor.
Ölümün o eşsiz, tatlı egzotik kokusu bu akşam bileklerimden akıp gidecek. İşte bu akşam o
borulardan çıkan her bir notada ruhum o kadına hayat katacak. Çünkü artık o şımarık küçük kız
yok. Anlıyor musunuz? Artık o yok!
Derin acıyı hissediyorum sonunda. Yüzümdeki gülümsemeyi size tarif edemem fakat bu
çığlıkların o kadından yükseldiğini biliyorum. Yeni doğmuş bir bebeğin hayata karşı feryadı
gibi… Ruhumun bedenimi terk ediş seremonisi kulaklarımda belirirken bense kalan son
nefesimle sessiz bir kıyameti başlatıyorum.
Ece Güzelgül
14
febisa dergisi
Bazı Bazı
Bazı bazı güzel şeyler,
Ne çabuk gelip geçiyor
Dün yar diye sevdiğimi,
Bugün başkası seviyor.
Öyle acı diyip geçme,
Saatler asır geliyor.
Gözyaşıma akma deme,
Onlar beni dinlemiyor.
Düştüm sevda ocağına,
Kalbim bunu gizlemiyor.
Yar karıştı her yanına,
Gayrı aşkı istemiyor...
Yusuf Çetin
15
s a n a t
Şarkı
Sokaktayım, ben ve soğuk esen güz yeli
Kalabalıktayım, ama ruhum münzevi
Kulağımda en sevdiğim şarkı çalıyor
Dinliyorum, sanki hiç bitmeyecek gibi
İnsanlar yürüyor çifter çifter yanımda,
Benimse tek dostum; çalıyor kulağımda,
Yalnızlığı seçmeye mahkûm kalıyorum;
Her sevdiğim insan kalıyor kursağımda.
Hızlı adımlarla geçiyorum caddeden,
İçim buruk, yağmur da başladı hafiften,
Solist son nakaratı söylüyor coşkuyla,
Bense eşlik ediyorum ona içimden
Yusuf Çetin
16
febisa dergisi
Çanlar
Kimin için çalıyor çanlar?
Bu duvarlar sefil ruhların çığlıklarıdır,
Uzanırlar göğe duyulmak için!
Dün gece bir çocuk doğdu Sevilla’da
On dördüne bastığında vurulmak için.
Kimin için bu hengâm?
Onlarca sancak taşımakta rüzgarlar,
Dalgalanacaklar binlerce sene.
Yıldızların altında uyuyacağız çocuklar!
Geç kalmış bir ölümü beklercesine.
Efe Erbaş
17
s a n a t
İnsan
Gün doğuyor,
Telaşlı kalabalıklar sokaklara doluşuyor,
Kuşlar henüz uyanmış
Güneş usulca yükseliyor.
Akıp gidiyor zaman,
Kimse nereye gittiğini bilmezken.
Bir karmaşa hâkim bütün dakikalarda.
En zor olan anlamaktır insanı belki de
Yorgun bakışlar, kibirli bakışlar, güzel gülüşler,
Mutlu gözler, kırışmış ve ümitsiz suratlar…
Ayberk Köklü
18
febisa dergisi
Hatırla
Unutmuşsun,
Birkaç güzel sözün inceliğini,
Kucak açmayı yarınlara,
En çok da kendini pekâlâ
Hatırla!
İnsan değil iyiliktir payidar olan koca dünyada
Ne oldu da hicrandan gayrı bir şey kalmadı yaşamlarımızda?
Manasız bir nefretin rüzgârları esiyor artık,
Rüzgâr değirmenleri dönsün diye.
Buğday tanesi kadar sevgi,
Kalplerimizde kalan,
Her şey bütün bunlar uğruna…
Ayberk Köklü
19
20
s a n a t
febisa
Tarafsız liseli dergisi
Tamamen ücretsizdir.