27.12.2020 Views

KESİT | Sayı: 2 Dönüşüm

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

KESİT

DÖNÜŞÜM

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dönemlik Öğrenci Dergisi

STUDIO V GÜZ 2020-2021 | Sayı 2


YÖNETİM KURULU ÜYELERİMİZ

NELER YAPIYORUZ?

Özge Altuntop

Yönetim Kurulu Başkanı

Güney Gürsu Tonkal

Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı

Furkan Türk

Tasarım Komitesi Başkanı

ODTÜ Studio V Öğrenci Topluluğu ‘tasarım ve

mimarlık’ alanlarını odak alarak;

Üyelerinin mesleki, entelektüel ve sosyal

gelişimine destek olmak ve kolektif bir

ortamda yenilikçi fikirler üretmek hedefleri

üzerine kurulmuştur.

Neslihan Asena Can

Basın Tanıtım Komitesi Başkanı

Dilara Güney

Eğitim Komitesi Başkanı

Bu bağlamda üyelerinin büyük kısmını

üniversitemiz bünyesinde yer alan Mimarlık

Fakültesi öğrencileri oluşturmaktadır.

Elif Kabakuşak

Organizasyon Komitesi Başkanı

Tuba Ünal

Sponsorluk Komitesi Başkanı

Ammar Nalbantoğlu

Yedek Yönetim Kurulu Üyesi

İlkyaz Sarımehmetoğlu

Yedek Yönetim Kurulu Üyesi

Zeynep Ece Akyol

Yedek Yönetim Kurulu Üyesi


İÇERİK ÜRETİMİ VE YÖNETİMİ

Alpcan Balcı

Canberk Kocaoğlu

Fatma Şule Kalyoncu

Hazal Özkan

İdil Bilici

Kutay Bayhan

Neslihan Asena Can

GRAFİK TASARIM

Alpcan Balcı

Ammar Nalbantoğlu

Canberk Kocaoğlu

Fatma Şule Kalyoncu

Furkan Türk

Gizem Yılmaz

İlkmen Verda Azkar

İlkyaz Sarımehmetoğlu

Neslihan Asena Can

Yaren Kopan

Zeynep Ece Akyol

www.instagram.com/studiovodtu

www.linkedin.com/in/studio-v

studio v odtü


ümdönüşüm


dönüş

Dön-üş-üm [isim] Olduğundan başka bir biçime girme, başka bir

durum alma, şekil değiştirme, tahavvül, inkılap, transformasyon.

Yılın ilk günlerinde ekip olarak tema üzerine tartıştığımızda birçok

seçenek arasında gözümüze sayfadaki tek bir kelime farklı

şekilde çarptı. ‘’Dönüşüm.’’ Hayatımızın vazgeçilmez parçası. O

masada, hep bir aradayken, bu kelime üzerine konuştuklarımızı

anımsıyorum. Hayatımızın neye dönüşeceğinden oldukça

habersiz, olağan değişim ve dönüşümler üzerine birçok alt başlık

oluşturma imkânımız olmuştu. Doğada gördüğümüz ya da

hayatımızın bu zamanına gelene kadar tanıklık ettiğimiz,

deneyimlediğimiz tüm dönüşümlerden farklı olarak dünyanın

içine girdiği dönüşüm, kelimenin doğasına aykırı sayabileceğimiz

şekilde aniden yaşandı. Üzerine uzun uzun düşündüğümüz

kavramın etkilerini hayatımızın her anında farklı şekilde

deneyimledik. Okul hayatımız, üretimlerimiz, paylaşımlarımız bu

yeni hayata adapte olabilmek için farklı şekillerde dönüştüler.

Adapte olma sürecine dergimizin hazırlanması dahil olsa da,

getirdiği kolaylıklar ulaşılabilirliği artırdı. ODTÜ Stüdyo V Öğrenci

Topluğu olarak ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencilerinin

çalışmalarıyla oluşturduğumuz dergimizde olabildiğince çeşitli

içeriğe yer vermek, olabildiğince fazla ses duyurmak başlıca

amaçlarımızdandı. Sayımızın tasarımındaki çok seslilik de,

içeriğindeki bu çeşitliliğin bir dışavurumu olarak görülebilir.

ODTÜ Stüdyo V Öğrenci Topluluğu olarak kısa sürede birçok

alanda gerçekleştirdiğimiz üretimlerimizi ilerleyen zamanlarda,

bu süreçten öğrendiğimiz getiriler ve bize kattığı kolaylıkları da

yanımıza alarak, hayatımızın normal seyrinde

gerçekleştirebilmek dileğiyle...

Neslihan Asena CAN

Sayı Editörü, ODTÜ Stüdyo V Basın Tanıtım Komite Başkanı

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi



10

“Kent Asalakları”

Alpay Aydın

36

Eskiz Yarışması

58

“Mimarlık Problem

Çözme Sanatı”

Başak Şengül

13

Röportaj:

“Eleştirel

Bölgeselcilik”

Ali Uzay Peker

24

İstanbul Mimarlık

Festivali

40

“Dönüşüm Tersinden

Okumaktır”

Suna Güven

46

“The Place of Film:

Cinematic Spaces,

Sites, Settings”

Ekin Pınar

61

Studio Works

69

Etkili Bir Portfolyo

İçin İpuçları

03

Design

Challenge

09

“Şehirler

Dönüşüyor mu?”

Simten Önten

27

Röportaj:

“40 under 40”

Kerem Piker

32

“İnsani Yapı” “Hitchcock

Canberk Kocaoğlu

34

“Dönüş(tür)üm” “Sabit

Şükriye Doğa

Şentürk

48

“Mekansal Bir

Deneyim Olarak

Stalker”

Fatma Ece Gürsoy

52Sine-

masında Gerilim,

Tek Mekan”

F. Şule Kalyoncu

56Kalan

Döngü”

Güney G. Tonkal


İlkyaz Sarımehmetoğlu


t h e

C H A L L E N G E

Design Challenge grafik tasarıma ilgi duyan, görsel

olarak dijital ve basılı ürünler üretmeyi seven

öğrencilerin, verilen formatta ve konuda ürünler

üretmesidir.

Design Challenge; ilgili kişilerin yeteneklerini

göstermesi, kendini geliştirmek isteyen kişilerin bu

doğrultuda pratik yapması gibi çeşitli faydalı ve

eğlenceli bir tasarım “oyunu”dur.

Her Challenge kendine özgü konu ve format

içermektedir. Örnek olarak, albüm kapakları, film

posterleri, logo tasarımları vb.


design challenge

İlk Design Challenge konumuz albüm kapağıydı!

Üzerine yaratıcı işler çıkabileceğini düşündüğümüz

ikonik albümlerden bir ya da birkaç albümün verilen

sanat akımlarından herhangi birinde tekrar

tasarlanmasını istedik.

Tek sınır hayal gücünüz!

ALBÜM

#1K APAĞI

albümler

•Born To Die _Lana Del Rey

•AM_Arctic Monkeys

•Nevermind_Nirvana

•Şehr-i Hüzün_maNga

•Güzel Kız Necla_Azer Bülbül

akımlar

•Pop-Art

•Realist

•Bauhaus

•Sürrealist

•Minimalist

Lana Del Rey, Born to Die albümünü dönüştüren eserler

1 kutay bayhan

2 beyza pullu

3 ezgi şahin

4 bilgesu şen

5 buket erol

4


Arctic Monkeys, AM albümünü dönüştüren eserler

1 ege engin

2 beyza pullu

3 ilkyaz sarımehmetoğlu

Nirvana, Nevermind albümünü dönüştüren eserler

1 kutay bayhan

2 kuzey can

5


design challenge

1 tuba ünal

2 doğa tıraş

Nirvana, Nevermind albüm kapağı

(Kirk Weddle, 1981)

Manga, Şehr-i Hüzün albümünü dönüştüren eserler:

1 ezgi şahin

2 bilge arslan

6


Azer Bülbül, Güzel Kız Necla albüm kapağı

(1988)

Azer Bülbül, Güzel Kız Necla albümünü dönüştüren eserler:

1 merve acar

2 müge sever & nilay altınay

3 ipek bakacak

4 dilara güney

7


öğrenci yazısı

aa

ck

şş

gt

Simten Önen

“Şehirler Dönüşüyor mu?”

Alpay Aydın

“Kent Asalakları”

Canberk Kocaoğlu

“İnsani Yapı”

Şükriye Doğa Şentürk

“Dönüş(tür)üm”

Güney Gürsu Tonkal

“Sabit Kalan Döngü”

Başak Şengül

“Mimarlık Problem

Çözme Sanatı”

ğrencİ Yazıları

8


Şehİrler

dönüşüyor

Simten Önen

ODTÜ, Mimarlık

MU?

Ammar Nalbantoğlu

Pandeminin dönüştürdüğü şeylerden biri acaba

“şehir” mi diye düşündük. Aslında dönüşen şey

“şehir” değil de onu nasıl gördüğümüz olabilir mi?

Çoğumuzun zihninde şehirler onları sosyal

anlamda tanımlayan şeylerle yer etmiş

durumda. Şehir kavramını romantik düşüncelerle

birleştiriyor, şehirlerin ruhundan ve bizim

ruhumuzu beslediklerinden bahsediyoruz.

Yabancısı olduğumuz şehirler bizler için kültür,

din, eğlence gibi kavramları barındıran

mekanlardan ve oraları işgal eden kişilerden

oluşuyor.

Şehirdeki kalabalıktan izole olabilme ayrıcalığını

kullanırken şehrin bu romantik mekanlarından

mahrum kaldığımız için pandeminin yaşadığımız

şehirleri dönüştürdüğünü söylemek, şehirdeki

yaşamsal faaliyetlerin aksamamasını sağlayan

kişileri görmezden gelmek olur.

Pandemi aslında şehirleri dönüştürmedi,

şehirlerin zihnimizde yer etmesini sağlayan

şeylerin yanında (veya arkasında) kaçınılmaz

olan yaşamsal faaliyetleri bize gösterdi ve şehri

bu doğrultuda farklı algılamamızı sağladı.

Artık bir şehri, barındırdığı yaşamı devam

ettirmek için sorumluluk üstlenen

insanlardan ayrı düşünmemiz mümkün

değil.

9


10

KENT ASALAKLARI


öğrenci yazısı

Ev: Dışarının bir parçası. Dışarı ile olan

ilişkinin istenildiğinde durdurulabildiği en

özel yaşam alanı.

Kent: Pek çok farklı mekanın, eylemin ve

katmanın içinde eritildiği büyük bir

yaşam alanı ve kelime. En küçük ölçekli

şehir planı ile evdeki bir mekanın bir

olduğu, her ölçeğin birbirinin devamı

olduğu düşünülebilir mi?

Kapsamı nedeniyle kent ile ilgili çizerken,

düşünürken ya da yazarken düşünceleri derli

toplu hale getirebilmek zor iş. Bu nedenle

zihnimdekilerden birine odaklanmayı tercih

ettim: İhtiyaç duyduğunda kentten faydalanan

ama ona hiçbir şey vermeyen yaşam alanlarına,

yani asalak sürülerine. Şehir dışına gelişigüzel

yerleştirilmiş ‘’planlı’’ siteler, konutlardan oluşan

yörekentler (suburb) ve kentin içinde kentle sınır

oluşturan tasarlanmış kapalı siteler. Bugün sıklıkla

görebildiğimiz bu yerleşimleri kamusal yaşamın

bir parçası haline dönüştürebilir miyiz?

Yörekentler kentin dallanıp budaklanarak

büyümelerine sebep oluyorken aynı zamanda

pek çok olumsuzluğu beraberinde getiriyor:

Gerek altyapının ve günlük ulaşımın neden

olduğu kaynak israfı, gerek sakinlerine sunduğu

ötekileştirilmiş bir sosyal yaşantı, gerekse zaman

içinde çeper ile arası dolarken kendiliğinden

oluşan çarpık bir şehir silüetine ve planına sebep

olması... Geniş ve tanımsız bu boşlukları nasıl

değerlendirebiliriz? Ne gibi yeniden işlevlendirme

önerileri ile bu yabancı yerleşimleri kente dahil

edebiliriz?

Kent içindeki sitelerin varyasyonlarının her birinin

mahalle ve kent yaşamına aykırılığı, sağlıklı bir

toplum yaşamında varolması gereken sosyal

ilişkilerin sürdürülmesinin önünün kapatıldığı, kent

içindeki kamusal boşlukların kesintiye uğradığı

site duvarlarından geliyor. Kullanıcılarının gözünü

boyayan, onların günlük yaşamında farkında

ol(a)madıkları sorunlara ve eksikliklere sebep

veren kapalı sitelere talebin azalması için ne

yapılabilir?

Alpay Aydın

ODTÜ, Mimarlık

11


Tırnaklı, geleneksel

ve muhafazakar.

Geçmişten gelen

alışkanlıklar, ciddiyet,

mesafeli. Son derece

kurumsal ve karakteristik.

Dönüşmek, ayak

uydurmak ve yenilenmek

zorunda olan.

Pürüzsüz, modern ve

yeniliklere açık. İnovatif,

samimi ve sıcakkanlı.

Yaygın, genç ve dinamik.

Dönüşmüş, ayak uydurmuş

ve yenilenmiş olan.


ALİ

UZAY

PEKER

1989 yılında İstanbul Üniversitesi’nde

Sanat Tarihi lisansını bitirmesinden sonra

Boğaziçi Üniversitesinde Sanat Tarihi

alanında yüksek lisans eğitimi almıştır.

Ardından İstanbul Teknik Üniversitesi’nde

doktora çalışmalarına devam ederek 2000

yılında Kanada Mimarlık Merkezi Araştırma

Merkezi’nde doktora sonrası çalışmalarına

devam etmiştir. Ulusal ve uluslararası

alanlarında pek çok sayıda yayını

bulunan, defalarca çeşitli kurumlardan

ödüllendirilmiş bir sanat tarihçisi olan

Prof.Dr. Ali Uzay Peker, Orta Doğu Teknik

Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde Mimarlık

Tarihi alanında dersler vererek akademik

çalışmalarına devam etmektedir.

ELEŞTİREL

BÖLGESELCİLİK


İREL BÖLGESELCİ

ESELCİLİK ELEŞTİREL BÖLG

LEŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL

Günümüzde ‘’Uluslararası Tarz’ın

yersizliğine ve kimlik eksikliğine

karşı koymaya çalışan, aynı

zamanda postmodern mimarinin

tuhaf bireyselliğini ve süslemesini

reddeden mimariye bir

GESELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGESELCİ-

ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞTİRE

yaklaşımdır.’’ olarak tanımlanan

Eleştirel Bölgeselcilik, sizce nedir?

Eleştirel bölgeselcilik, yirminci yüzyılın ikinci

yarısında teorik çerçevesi çizilen bir akım olarak

ortaya çıktı. Aslında “bölgeselcilik” mimarlık

tarihinde farklı dönemlerde karşımıza çıkan

bir durum. Mimarlıkta küresel olanın yanında,

bölgesel veya yerel olan da var olmuştur,

küresel olana “evrensel” dersek, “evrensel ve

yerel” her zaman iç içe oldu denilebilir. Hep

söylerim, Mimar Sinan’ın mimarisi hem yerel

hem de evrensel değerlere sahiptir. Öncesinde

Selçuklu mimarisi de böyle. Batı’dan örnek

vermek gerekirse, Roma mimarisinin Roma’dan

başlayıp dünyaya yayılması, evrensellik

kazanması ama yerel özellikler de göstermesi...

Dolayısıyla mimarlık tarihinde evrensel ve yerel

iç içe, paralel olarak var olmuştur. Ancak on

dokuzuncu yüzyıla gelinince, tarihselcilik yapay

bir gelenekselcilik oluşturdu. Örneğin romantik

dönemin ulusalcılığı, gotik mimarinin Almanya’da

millî olarak tanımlanmasına neden oldu.

Goethe’nin “Strasburg Katedrali Alman’dır” gibi

bir ifadesi var. Tarihselci mimarlık, daha sonra

II. Dünya Savaşı’na götüren oryantalizm, faşizm,

kraliyetçilik ve milliyetçilik gibi ideolojilerle eş

tutularak demokratik sol ve modernist çevrelerce

dışlandı. Bu yaklaşıma çoğu zaman “yerel” olanın

gelenekselci, ortaçağa ait, geri kalmış vb. olarak

görülmesi eşlik etti.

Eleştirel Bölgeselcilik, bu ortamda kıymetten

düşen “yerel olana” yer açma uğraşının teorik

çerçevesini çizen bir düşünce sistemi olarak

ortaya çıktı. Yirminci yüzyıla kadar “doğal” veya

“ideolojik” olan yerelliğe alternatif olarak bir

“bilinçli yerellik” tanımladı.

LGESELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGESELC

K ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞTİR

ÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGESEL

LİK ELEŞTİREL BÖLGESEL BÖLGESELC

İLİK ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞT

BÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGES

İLİK ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞ

L BÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL

ELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGESELCİ-

ŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL

SELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGESELCİ-

EŞTİREL BÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL

14

röportaj

EL BÖLGESELCİLİK ELEŞTİREL

ESELCİLİK ELEŞTİREL BÖLGESELCİ-

TİREL BÖLGESELCİ

GESELCİ-


L

İ-

EL

İ-

İREL

Cİ-

ELCİ-

-

TİREL

L

Peki, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki bölgeselciliği

daha önceki bölgesel yaklaşımlardan ayıran ne?

Aydınlanma dönemi sonrasında ortaya çıkan

hızlı teknolojik ve sosyal dönüşümle beraber,

on dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren

betonarme, çelik, dayanıklı cam gibi buluşlarla

gelişen Batı sanayisi merkezli bir mimarlık

algısı oluştu. Bir yandan da, yirminci yüzyılda

bunun “benzerlik” ve “tekrara götürmesi’’ ile yeni

arayışlar ortaya çıktı. Sosyal tarih açısından

bakarsak, yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki hızlı

kentleşme, göçler, alt kültürlerin görünür olması,

sınıflar arası hareketlilik, dünyada Batı dışında

da eğitimin yaygınlaşması, ayrıca yeni aidiyet ve

kimliklerin katılımı ile doğan kozmopolit kültürler,

Batı dışında gelişen yerel sanayilerin ürün ve

yaşama biçimlerini etkilemesi, Avrupa merkezli

tarih teorilerine, ideolojilere ve yaşam biçimine

meydan okumaya başladı. Benzerliğin değil

karşıtlık ve karmaşanın hakim olmaya başladığı

yeni bir dünya şekillendi. Evrenselci idealizmin

“ortaklık” gibi değerleri karşısında “bir yere ait

olma”, parçalanan ve terk edileni ihya etme,

Batı tarafından şekillendirilen modern öncesini

hatırlama, tarihi yeniden kurgulama, yerel kültür

ve gelenekleri yeniden düşünme gündeme geldi.

Tek kutuplu, tek merkezli dünyadan çok kutuplu,

çok merkezli bir dünyaya gidişin mimarlığa

yansıması “bilinçli yerellik” yaklaşımı olarak

tanımlanabilir.

Peki, buradaki eleştirel ne?

Eleştirel olan, daha önce doğal olarak şekillenen

evrensel ve yerel iç içeliğinin şimdi yeni bir

bakış açısıyla, yaklaşımla, bilinçle uygulanmaya

çalışılması. Buna gerek duyuldu, çünkü yirminci

yüzyılın yeni buluşlarla gelişen sanayi toplumu

ve mimarisi tarihte görülmemiş bir şekilde hızlı

bir evrenselci yayılım göstermişti. Tabii bunda

sömürgeci Batı ekonomisinin gelir sağlamak

üzere malzeme ve uzmanlık bilgisi ihracatı

etkili oldu. Kaybolan değerlere ve yerel olanın

teknik bilgisine ilgi gittikçe azaldı. Eleştirel

bölgeselcilik, duyarlı mimarların bu gerçekleri

görerek, arayışlara girmesiyle şekillendi. Onlar,

ne sadece evrensel denilen, Kuzeybatı Avrupa ve

Amerika’nın sanayi merkezleri kaynaklı mimarlığı,

ne de sadece kendi geleneksel yerel mimarimizi

tekrarlayalım, taklit edelim dedi. Bu ikisini de,

hem kendi geleneğimizi, onun günümüz sanayi

toplumuna uymayan çözüm ve uygulamalarını

eleştirerek geliştirelim, hem de evrensel

olarak bize empoze edilenleri eleştirerek yerel

iklimlendirme, ekoloji, malzeme ve sürdürülebilirlik

çözümlerini kullanalım dediler. Bu anlamda

eleştirel bölgeselcilik, hem yerel mimarlık

kültürünü sahiplenip evrensele taşımak, hem de

evrenseli yerele taşımak olarak tarif edilebilir. Bu

yaklaşımda kültürel değerleri tanıma açısından

saygın bir yön var. Bir yandan da modern

teknolojiyi yerel imkanlarla gözden geçirip daha

çevre duyarlı kılmak gibi muazzam bir insanî

fayda var. Ancak ne yazık ki Türkiye’deki mimarlık

ortamı hâlâ bu konuyu iyi anlayabilmiş değil.

Eleştirel bölgeselcilik neyi eleştiriyor?

Bir örnekle açıklayalım. Vedat Tek’in Sirkeci

Büyük Postane binasına (Görsel 1) bakarsanız

aslında bu bina, kullandığı biçimsel elemanlarla

“bölgeselci”dir. Cephesindeki sivri kemerli

cephe, çini bezeme, kubbe kullanımı, yığma

taş inşaat vb. bunu gösterir. Bir yandan da

bunların bir araya getirilişi École des Beaux-

Arts geleneğinde kurulan bir sisteme dayanıyor.

Kullanılan biçimler Osmanlı, ama bina daha

çok Avrupa caddelerinde görülebilecek neoklasik

tarzda bir yapı gibi. Sonuçta, Avrupalı

tasarım ilkelerini kullanan Yeni-Osmanlı tarzı

bir bina. Osmanlı kimliği üzerinden inşa edilmiş

tarihselci bir tasarım. Bu itibarla yerelliği

olan bir bina. Ancak, modern mimarinin yeni

malzemelerle şekillendirdiği soyutlamacılığın

estetik anlayışından tümüyle uzak. İşte eleştirel

bölgeselcilik bu mesafeyi eleştiriyor; günümüzde

inşa edilen bir Osmanlı tarzı cephenin göze

parmak sokarcasına yapılan bir aktarım veya

taklit olduğunu belirtiyor. Yapılması gerekenin

geleneksel olanın yerel ve yeni (hatta high-tech)

malzemelerle çağdaş (veya modern) tasarım

metotlarıyla harmanlanıp özgün bir eser ortaya

konması olduğunu söylüyor. Bu söylem Eleştirel

Bölgeselciliğin aslında modern mimarlığın

içinden çıktığını da gösterir.

Eleştirel bölgeselcilik,

hem yerel mimarlık

kültürünü sahiplenip

evrensele taşımak,

hem de evrenseli

yerele taşımak olarak

tarif edilebilir.

15


röportaj

Görsel 1: Vedat Tek Sirkeci Büyük Postanesi

Türkiye’deki, yirminci yüzyıl ikinci yarısından

sonra, modern evrenselci mimarlık ile yerel

gelenekleri bir şekilde karşılaştırıp ondan yalın

çizgiler üretme kaygısı Eleştirel Bölgeselciliğin

bir aşaması olarak görülebilir. Tam olarak

onun teorisini ve metodolojisini kullanmayan

fakat onun çizgisinde olan bir yerel modern

mimarlık. Aslında bir şeyin tarihi o şey olduktan

sonra yazılır; kuram uygulamadan sonra gelir.

Dolayısıyla o dönemdeki mimarlarımızdan böyle

bir eleştirel bölgeselcilik yaklaşım ve söylemi

beklemek yanlış olur. Çünkü bu akım dünyada

da o tarihlerde şekilleniyordu. Bu açıdan bakınca

bizim hep burun kıvrılarak bakılan, 1940’lardaki

“millî mimarlık” olarak adlandırılıp, paketlenip

rafa konulan mimarlığımız bile başka bir boyut

kazanmaya başlıyor. Aynı dönemde Batı’da

modern çizgileri yerelleştirme arayışları var. Bu

çerçeveden, aslında Türkiye’deki bölgeselci

mimarlığın tarihi yazıldığı zaman, kanaatimce

pek çok “millî” olarak tanımlanan, “historisist”

denilerek bir kenara atılan mimarın aslında

dünyadan haberdar olup kendi seslerini

çıkartmaya çalıştıklarını, yerelden bir şeyler

söylemeye çalıştıklarını göreceğiz. Sedat Hakkı

Eldem böyle bir mimar. Onun İstanbul’daki

Adalet Sarayı geleneksel mimarlığın yeni

malzemeler ile soyutlanmasından ibaret modern

bir bina. Adalet Sarayı geleneksel ve yerele ait

olanı Sedat Hakkı Eldem’in tarzına, üslubuna

dönüştürmüştür. Bu anlamda Türkiye’nin ilk

modernist binası olarak tarih kitaplarında geçer.

Bir yandan da İstanbul’un yerel konut mimarisinin

çizgilerine sahiptir. Ancak ‘Eleştirel Bölgeselci

16

bir bina mıdır?’ sorusunu sorarsak, yanıt olarak

“Hayır değildir.” demek “Evet öyledir.” demekten

daha zordur. Demek ki içine yereli katan modern

tasarımlar “Eleştirel Bölgeselciliğe” yakın durur

denebilir. Hatta ‘Eleştirel Bölgeselcilik yere,

kültüre önem veriyor, modern mimarlıkta bu

yok’ demek de doğru değil. Prof. Enis Kortan da

buna temas etmişti. Postmodernizmi eleştirirken

modern mimarlığın soyutlamacılığının zaten

gelenekseli dönüştürdüğünü söyledi. Mies

Van Der Rohe, Le Corbusier; bunlar sanatçımimarlar,

kültürden, geçmişten öğrenmiş kişiler.

Bir Louis Kahn’a bakıyorsunuz, Salk Institute

binasında kendinizi bir eski Mısır tapınağının

avlusunda sanıyorsunuz (ki Mısır seyahatinden

sonra tasarlamış). Wright da Japon ve eski Orta

Amerika mimarlıklarından etkilenmiş. Ancak,

modernist mimarlığın tarihe referansları veya onu

soyutlaması belli bir “yer”e bağımlı değil. Japon

baskı resimlerinin, Afrika maskelerinin Fransa’da

modern resmi etkilemesi gibi sanatçıların

zihinlerini yaratıcılığı besleyen çeşitli kaynaklara

açmasından ibaret.

“Eleştirel Bölgeselcilik” özellikle

araziye, “inşa edilen yer”e odaklanır.

Bu anlamda modernizmin

soyutlamacılığından farklı bir

yaklaşımdır. Ona bu yüzden eleştirel

deniyor, çünkü yere ait olanın

soyutlanarak neredeyse görünmez

kılınmasına da, ham haliyle, mimar

dokunuşu olmadan taklit ve tekrar ile

aktarılmasına da karşıdır.


ODTÜ Mimarlık Fakültesini ‘Eleştirel Bölgeselcilik’

bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

ODTÜ Mimarlık Fakültesi yine aynı dönemden,

modernizmin hakim olduğu 1950’lerden. Bu

binanın soyutlamaları, Bölgeselcilik veya Eleştirel

Bölgeselcilik olarak görülebilir mi sorusu var.

Binaya kuşbakışı veya yerden baktığınız zaman

çok modernist bir yaklaşımda görünse de,

biraz yaklaştığınız veya içine girdiğiniz zaman

geleneksel malzemenin çıplaklığını hatırlatan

brüt beton kullanımı, tuğla duvarlar, ahşap

ayırıcı paneller, mermer döşemeler, han kapısı,

göbek taşı, iç avlular, vitray kullanımı, geniş

anıtsal merdivenler görüyorsunuz. Tarihten

öğrenme sürecini yerel üzerinden, mimarlığın

beşiği denebilecek Anadolu’nun Roma, Selçuklu

ve Osmanlı mimarisi üzerinden yaptığı için “bir

nebze bölgeselci” olarak görülebilecek bir bina.

Ancak aslında değil! Çünkü onun modernist

evrenselciliği, yukarıda bahsettiğim diğer

modernistler gibi, yerel olanı büyük oranda

soyutlayıp “anonim yerellik” düzeyine çekiyor.

Çok da başarılı bir denge kuruyor. Terazinin

kefeleri bir yana kaysa ya kişiliksiz aşırı soyut

bir modernist, ya da taklitçi bir historisit bina

ortaya çıkabilirdi. Burada sanatçı-mimarın

ustalığı beliriyor. Behruz Çinici’nin ODTÜ Mimarlık

Fakültesi’nin ona özgünlük katan mimari

elemanları yerel unsurlardır (burada işlevlerden

söz etmiyorum). Peki, bunlar bu binayı Eleştirel

Bölgeselci yapar mı? Yapmaz. Çünkü onun

kullandığı yerel unsurlar araziye ait değil. Bina

enlemesine gelişimi ile üzerinde bulunduğu

topografyaya iyi uyum gösteriyor, o ayrı. O

duyarlılığı takdir edilmeli; yereli soyutlama

çabasının getirdiği boyutlar da ona özgünlük

katıyor. Fakat bunlar binayı Eleştirel Bölgeselci

olarak tanımlamaya yeterli olmuyor.

Bu konu gündeme gelmişken aktörlerinden

biri olduğum bir süreci anlatmak isterim.

Fakülte’de 2007-2012 arasında 5 yıl dekan

yardımcılığı yaptım. Dekanlık kısmında havuzlu

bir iç avlu var. Burada tavandan asılmak üzere

bir kandil askısı oluşturulmuş; ancak kandil

bulunmuyordu. Bir mimarlık tarihçisi olarak bunu

eksiklik olarak gördüm. Sayın Behruz Çinici’ye

sordum. Böyle bir kandile niyetlendiğini ama

yapılamadığını söyledi. Kandilin yandaki müzenin

üst katındakiler gibi olmasını düşündüğünü de

ekledi. Dekan vasıtasıyla Öğr. Gör. Ataman

Özdemir’den rica ettik, atölyesinde birebir

aynısını imal etti ve yerine astırdı. Behruz Çinici

görünce çok beğendi. Bugün de orada ışıklar

yandığı zaman mekân Bursa Yeşil Camii’ne

benzer. Tabii biz tarihçiyiz, hemen bu bağları

kuruyoruz. Konuya uzak olanlar tanıyamaz. Bu

da Çinici’nin başarısıdır. Yani içinde bir kandil de

yansa, burası ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlık

Bölümü’dür, başka bir şey değil. Herhalde

zamanında niyetlenilmiş ama ‘‘başka bir şey”e

benzeyecek diye yaptırılmamıştı. Oysa bu bina

çok güçlü bir karakteri olan, gelenekseli özgün

sonuçlara götürebilecek potansiyeli büyük olan

bir bina. Dolayısıyla, test edildi ve bina kandile

değil, kandil binaya uydu.

Behruz Çinici Eleştirel

Bölgeselci bir mimar

olmasa da, bütünselci

modernizmin evrensel

tasarım ilkelerine

bütünselci yereli katmakta

çok başarılı olduğu

anlaşılıyor.

17


röportaj

TAVANA

ASILI

DURAN

KÖŞK

KÖŞK

Fakültede ilginç bir detay daha var. 46 no’lu sınıfın önünde,

aşağıdaki kantin-matbaa-oturma bölümüne bakan demir

parapetlerin önünde havada tavana asılı duran bir köşk

düşünülmüş. Yine tavanda taşıyıcı demirler görülebilir ama

uygulanmamış. Bu tür manzaraya bakan seyirlik köşkler veya

çıkmalar Anadolu’da geleneksel saray ve konut mimarisinde

görülür. Böyle geleneksel bir unsurun bu modernist bina içinde

yer alması Çinici mimarisinin buraya kadar anlattığım özellikleri

dikkate alınınca yadırgatıcı değil. Ama nedense kandil gibi bu

da zamanında inşa edilememiş. Ya imkanlar elvermedi, ya birileri

beğenmedi, ya da Çinici vazgeçti. Bu köşkten geç haberim oldu.

oldu. Daha Daha önce önce bilseydim bilseydim kendisine kendisine sormak sormak isterdim. isterdim.

18


Uluslararası üslup ile yerel mimarlığın etkileşimini

başarılı kılan mekansal ve fikirsel nitelikler var

mıdır?

Postmodernizm 1973’lerde Amerika’da

modernizme tepki olarak doğuyor. Bu tepki,

tarihselcilik üzerinden oldukça radikal bir

yaklaşıma sahip. Anıtsal neoklasisizmin

tiyatro dekoru-vâri tasarımları geri dönüyor.

Postmodernizmin toz bulutları kaldıran bu

“karmaşa” ortamında, Tzonis Bölgeselciliği

Postmodernizme bir alternatif olarak gösterir.

Ancak ona göre bu, milliyetçi çağrışımlar

içermeden, yerele, bölgeye açık, durağan

olmayan bir yaklaşım olmalıdır. Frampton

ise eleştirel bölgeselciliğin asıl teorisyenidir.

Bölgeselciliğin merkez-karşıtı fikir birliğinde

bağımsızlık olduğunu söyler; felsefedeki

Eleştirel Teori’nin bölgeselciliğin kuramsal

boyutunda kullanılmasını önerir; Mimarlığın

tüketim ürünü olarak metalaştırılmasına karşı

çıkar. Frampton aynı zamanda bölgeselciliğin

tarihselcilikle araçsallaştırılmasına da karşı çıkar.

O, Eleştirel Bölgeselciliğin yerel vernakülerin

tekrarını değil, yerel ögeler içererek yeniden

yorumlamasını, yabancı kaynaklardan gelenleri

de içerebilmesini, biçim ve teknoloji konusunda

açık olunmasını, toplumun kimliğini oluşturan

ögelerin yakından tanınmasını destekler.

Sahne tasarımı gibi mimari kompozisyonlar

yerine tektonik gerçekliğin yakalanıp ifade

edilmesini önerir. Görsel estetiğin dokunsal

(tactile) estetikle bütünlüğünü vurgular ve koku,

ses, hava gibi deneyimlerin “enformasyondan”

önemli olduğunu savunur. Ona göre, araziyi

deneyimlemek önemlidir. Örneğin, 1989’da

tamamlanan Montreal’deki Kanada Mimarlık

Merkezi’nin mimarı Peter Rose binayı araziyi

uzun yıllar deneyimledikten sonra tasarladığını

belirtir. Bunun sonucunda, binanın cephe

düzeni ve biçim sözlüğü ile çevredeki tarihi

konut alanındaki binalar arasında tamamlayıcı

Mimarlık bazen

de özgün olma

çabası değil,

yapılması

gerekenin en

iyisini yapma

sanatıdır.

Frampton, Eleştirel

Bölgeselciliğin yerel

vernakülerin tekrarını değil,

yerel ögeler içererek yeniden

yorumlamasını, yabancı

kaynaklardan gelenleri de

içerebilmesini, biçim ve

teknoloji konusunda açık

olunmasını, toplumun kimliğini

oluşturan ögelerin yakından

tanınmasını destekler.

ilişkiler kurmuştur. Frampton’ın bölgeselciliğe

yaklaşımında tekil binanın yerine araziye vurgu

yer alır. Modern havalandırma sistemleri yerine

yer, ışık ve iklimin yönlendirdiği açıklıklar tercih

edilir. Tekrar yerine yerel ve yabancı unsurlar ve

teknolojilerin bütün içine katılımına önem verir.

Bu şekilde tanımlanan Eleştirel Bölgeselcilik,

mimarların özgün tasarımlarının önünü

açmayı hedefler. Bir yandan da, tarihi miras

alanlarında yeniden inşa veya restore edilen,

korunması gereken ekolojik değerleri olan tabiat

bölgelerinde uygulanan mimarlık, varolan veya

arazi ve doğaya uyumlu olanın tekrar ve/veya

taklidini gerektirebilir. Şahsi görüşüme göre, bu

tasarım ve uygulamalar da kıymetlidir. Özellikle

tarihi alanlarda geleneksel mimarlığın benzeri

olarak inşa edilen, fakat iç mekânlarında

modern işlev organizasyonu, tesisat sistemleri ile

malzemeler barındıran binalar aldatıcı görünür.

Bu anlamda mimarlık gerçekten enteresan

bir alan. Mimarlığa tanımlarla, önyargılarla

yaklaşmanın bazı sakıncaları var. Mimarlık bazen

de özgün olma çabası değil, yapılması gerekenin

en iyisini yapma sanatıdır.

Eleştirel Bölgeselciliğe Türkiye’nin nasıl

eklemlendiğine gelince. 1984’te Kültür ve

Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel

Müdürlüğü tarafından yapılan Mimaride Türk

Millî Üslubu Semineri’nde “kimlik” konusu ele

alınmıştı. Aynı yıllarda Ağa Han Mimarlık Ödülü

İslâm ülkelerinde nitelikli ve içeriği olan mimarlığı

ödüllendirmeye başladı. Bu ödül, geçmişle ilişki

kurabilen ve bölgesel nitelikleri dikkate alan

yapılara verildi. Ödül Genel Sekreteri Mimar Süha

Özkan bu tercihin ‘’kültürel sürekliliği yeniden

değerlendirmek ve geçmişle geleceği bir araya

getirecek bir çağdaş mimarlık söylemi kurmak’’

isteğinden doğduğunu belirtmişti. Dolayısıyla

Türkiye’de konu gündeme 80’li yıllarda geldi.

19


röportaj

Turgut Cansever şöyle diyor: ‘’Her

eser geçmişin değerlendirilmesiyle

oluşan aktüel şartların belirlediği

amaçlara yönelik bir çözümlemedir.”

Aynı yıllarda Turgut Cansever gibi yerelden

esinlenen bir mimar iş alamıyor, işveren

ve mimarlık çevrelerinde ilgi görmüyordu.

Öte yandan fikirleri içinde bulunduğu

ortamın ilerisinde, o dönemde dünyada

etkili olan Eleştirel Bölgeselciliğin teorik

çerçevesindeydi. Kısaca, geçmiş ve

çağdaş olanı kaynaştırmayı hedefliyordu.

Turgut Cansever düşünce sisteminde

Asyalı, en çok da İslâmî felsefî köklerden

beslenen, yaptığı sanat tarihi doktorasının

gösterdiği gibi yerel geleneği çok iyi

tanıyan aynı zamanda malzeme ve

teknoloji kullanımında çağdaş olan bir

mimardı. Kanaatimce

Eleştirel Bölgeselciliğin

Türkiye’deki en iyi

temsilcisi olan bir

profesyonel, hem

yerel hem de modern

olabilen önemli bir

mimar. Bodrum’daki

Demir Evleri için

şöyle diyor: “Yöresel

Bodrum mimarisinin,

immateryal bir

geometrik düzenin

tezyinî güzelliğinden

kaynaklanan gerilimli

biçim dünyasının

geçmişten bugüne

taşıdığı yerel değerler,

güncel olanla

bütünleştirilerek

yeniden

yorumlanmıştır.” Biraz

karmaşık gelen bu içerik aslında anlaşıldığı

zaman çok açık. Geleneksel mimarinin

tasarım ve malzemenin bütünlüğünden

kaynaklanan düzenini soyutlayabilecek

kadar iyi anladığını, çağdaş mimarinin

teknolojik imkanlarını iyi bildiğini ve sonuçta

bu ikisini bir yorumla sentezlediğini ifade

ediyor. Herhalde Eleştirel Bölgeselciliğin

bir uygulamacı mimar tarafından bundan

daha iyi ifade edilebilen bir açıklaması

daha yoktur.

Eleştirel Bölgeselciliğin anlayış ve

uygulamalarında, bu yaklaşımın doğası

gereği tezatlar bulunur. Geleneksel olanı

yeniden şekillendirmek

hem geleneksel

hem de yenilikçi

olmak demektir.

Ancak son ürün

yepyeni bir tasarım

olunca tezatlar

ortadan kalkar. Bu

bir denge halidir.

Eleştirel bölgeselcilik

bir seçimdir;

avangardizm ve

modalar peşinde

olmak başka bir

seçimdir. Mimarlığın

pek çok değerli yolu

olduğunu anlamak

ve göstermek bu

alanın bilgisine sahip

olanların görevi olmalı.

20


Öğrencilik hayatımızda ve profesyonel

yaşantımızda bu kavrama nasıl yaklaşmalıyız?

Öğrenmek ve gelişmek isteyen her kuşaktan

öğrenci, Eleştirel Bölgeselciliği anlamalı.

Kendisine yakın görüyorsa denemelidir. Bir

mimar içinde yetiştiği çevreyi tanımalı, anlayıp

yorumlayabilmeli. Her insan kendi kimliğini inşa

ederken kültürel ve etik değerleri, kendisine ve/

veya çevresindekilere ait kişisel tarihi kullanır.

Öğrenciler mimarlık anlayışlarını da benzer

şekilde inşa etmeli. Mimarlık, günün şartlarına

göre son teknolojiyi kullanma, bir yandan da

mimarlığın geçmişten gelen ve yeni kuşaklara

aktarılan birikimlerini değerlendirme sanatı.

Eleştirel Bölgeselcilik bunun bir adım ötesine

geçerek bir bölge, arazi, kısaca bir “yer” üzerine

yoğunlaşmak, onun bilgisiyle oluşan düşünce

ile çağdaş malzeme ve tasarım ilkelerinin

daha evrensel bilgisini sentezlemektir. Yani

yoğunlaşma gerektiriyor. Bu yoğunlaşmanın

ürünü mimara özgü fikirler ve teorik yaklaşımlar

oluyor. Bu anlamda çok yararlı bir seçim.

Ali Uzay Peker: Peki şimdi ben bir soru sormak

isterim. Sizler mimarlık öğrencisi olarak tasarım

stüdyolarında öğrenim görüyorsunuz. Sizce

bugün mimarlık eğitiminde, stüdyolarda Eleştirel

Bölgeselciliğin yeri nedir?

Asena: Tezatlar kısmında bölgeselcilik ve

modernizmin bir arada kullanımının zenginlik

olduğunu söylemiştiniz. Behruz Çinici’nin kasti

olarak yaptığı büyük ve küçük detaylara bu

gözle bakmadan fark etmek oldukça güç. Bakış

açımız genelde modernist yaklaşımlar üzerinden

oluyor.

Ali Uzay Peker: Bunun sebebi ne olabilir?

Canberk: Bauhaus temelli eğitim almamız da

bunun kaynağı olabilir. Örneğin Dekanlığın

oradaki Selçuklu tarzı havuzlu iç avlu gibi

detayları mimarlık tarihi hocalarımızdan

duymadığımız sürece fark etmemiz çok

zor olabilir, fark ettiğimizde de Fakülte’de

görmemiz gereken, fark etmemiz gereken bir

sürü detay olduğunu anlayıp bunları nasıl

öğrenebileceğimizi sorguluyoruz. Eğitim

sisteminin belli bir kalıba sokulması istendiği

için veya belli anlayışların mimarlığın temeli

olarak görülmesi, norm haline gelip, onlar

sağlamlaşmadan öğrencileri belli akımlara

yönlendirmek istemedikleri için olabilir.

Ali Uzay Peker: Bauhausla başlayan ve devam

eden modernist anlayışın kırılamaması da bir

başka neden olmalı. Mesela on dokuzuncu

yüzyılda Güzel Sanatlar Okulu’nda (École des

Beaux-Arts) dünyanın her yerinden önemli

mimarlar eğitim görmüş ve oradaki klasisizm

yaygınlaşmış. Bu daha sonra Bauhaus eğitimiyle

modernizmin soyutlamacılığına evriliyor. Fakat

ne yazık ki sonra bu ekol de gelenekselleşiyor.

Modernist mimarlık eğitimi yine bir akademizme

dönüşüyor. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında,

1970’lerden sonra, çoğulculuk çağında

farklı fikirler çıktı. Amerika’da üniversiteler

multiversiteye doğru evrim geçirdi. Ancak kıta

Avrupası ve Türkiye yolları çeşitlendiremedi.

Özellikle Türkiye’de, her şeyde olduğu gibi

modernizmde de neredeyse ideolojik bir

yaklaşım oluştu. Oysa sanat ve mimarlık alanında

yaratıcılığın önündeki en büyük engel bu. Çünkü

yaratıcı sanat dışlama değil, sentezlemedir, bir

araya getirmedir, çoğulculuktur, anlamadır,

kısacası ideolojik bakışın benzemediği her şey!

Klasik sütun ve lento düzenleri gibi katı, açılı ve

şekilci değil, Zaha Hadid’in duvarları gibi amorf

ve kapsayıcı olmak hedeflenmeli. Bu problemin

sizin kuşağınızda aşılmasını temenni ederim.

Yaratıcı sanat

dışlama değil,

sentezlemedir; bir

araya getirmedir,

çoğulculuktur,

anlamadır. Kısacası

ideolojik bakışın

benzemediği her

şey!

21


22


Mimari

ve

Doğal

Farklı yerlerde, farklı zamanlarda çekilmiş 3

fotoğrafımı sunuyorum sizlere. İlkinde tarihten

izler taşıyan restore edilmiş bir kilise duvarı,

ikincisinde İzmir’in en ünlü sokaklarından birinde

nostaljik bir cephe, üçüncüsünde ise brütalist

fakülteme ait çatı. Birbirinden farklı dönemlerde

inşa edilip apayrı karakteristikler taşımalarına

rağmen hepsinde ortak olan bir nitelik var:

doğanın müdahalesi. Üç fotoğrafta da doğanın,

doğal olanın manifestosuyla karşı karşıya

kalıyoruz: “Biz buradayız!”. Mimari yıllar içinde

dönüşüp değişse de doğal olan da onunla

birlikte dönüşüp bununla birlikte de mimariyi

dönüştürme yoluna gidiyor.

Beklenmedik misafir, sarmaşıklar, olmasa belki bu

üç karenin insanda yarattığı etki bambaşka

olacaktı. Doğalı değil, mimariyi takdir edecektik

belki de. Hoş; cepheleri, duvarları sarıp

sarmalayan sarmaşıklar mimariden rol çalsa da

ona tahmin edilmedik kişilikler de katmış.

Darmadağın, kararsız, kafası karışık duvarı

kenarlarından tutup birleştirmiş, bir bütün

yapmış. Eski bir dostu anımsatan binanın

çehresine adeta bir makyaj gibi oturmuş, o

tanıdık gülümsemesini vurgulamış. Betonun

soğuk ve yabancı kişiliğini yumuşatmış, bir dost

yaratmış.

Bu üç fotoğrafla mimari ve doğal arasındaki

dönüşümü sarmaşıkların önderliğinde anlatmaya

çalıştım. Sonuç olarak şunu söylemek yerinde

olur diye düşünüyorum: her dönemden mimari

yapılar, eski dostumuz, doğanın, bir gün onların

da kapısını çalıp dönüşüme davet edeceği

gerçeğiyle karşı karşıya.

Zeynep Ece Akyol

23


mimarlık festivali

Her Ölçekte Hissedilen Salgın

Yeni normal nasıl olmalı ve nasıl olmamalı

tartışmasının başlangıcından önce ortaya

koymamız gereken analizler ve izlekler olması

gerekiyor. Salgın, bizler yapılı çevremizi

birbirinden farklı boyutlarda üretip tüketirken

bir anda durmamıza, düşünme ve yapma biçimlerimizi

tekrardan ayarlayıp o şekilde yola devam

etmemize neden oldu. Kentin ve mimarlığın

hatta tasarımın her ölçeğinde refleks olarak

düşünmeye başladığımız salgın yine her ölçekte

kendisini bizlere hissettiriyor.

Salgının yıkıcı etkisi bir yandan bizi tehdit ederken,

bir yandan da kentleri de tekrardan düşünmeye

zorluyor. Kent toplumu, toplum da kenti

oluşturur. İnsanın tüm özellikleri ve yaşayış

biçimi ile mekanlaşan kentler salgında da insanlar

gibi davranıp yeni alışkanlıklar ediniyor. Bu

sefer salgın, kenti yeniden üretiyor.

Salgın, kenti oluşturan kamusal, yarı kamusal,

özel, artık, işlevsiz mekanları dönüştürmektedir.

Kentte yaşayış biçimimiz hızlıdan yavaşa, kalabalıktan

seyreğe, topluluktan bireye doğru

değişim gösteriyor. Artık bu değişim sokaklarımızda,

parklarımızda, pazarlarımızda, iş

yerlerimizde, kurumlarımızda ve evlerimizde

kapsayıcı olarak belirginleşti. Salgın perdesinin

arkasından bakınca da kentteki çeşitli, çok

katmanlı kolektif yaşam, yerini salgınla yalnızlaşmış,

çekinceli ve tekdüzeleşmiş yaşama

dönüşüyor. Artık bizleri bir araya getiren mekanlar

birer birer buharlaşmakta.

Sınırlar

İletişim ve dijital medyanın yarattığı sanal yaşam

bir anlamda sınırların silikleşmesine, bir anlamda

da sınır kavramını başka bir çizgiye taşıyor.

Dijital mekanın kent mekanına kıyasla daha fazla

kullanılması salgın ile çizilen yeni sınırlar ile

gerçekleşti. Çizilen çizgi ve sınır görünmez olsa

bile hissedilebilir.

Kentte bulunan mekanlar bizlere işlevleri üzerinden

bazı sınırlar çizer. Bunlar yetki, izin, duvar,

sınır, erişim gibi kavramlar üzerinden okunabilir,

anlaşılabilir. Ancak bir diğer okuma da kent

mekanlarından değil de insanların salgın ile

kendi çevrelerinde çizdiği sınırlardır. Bu

okumanın önemi ise bireyin toplumu oluşturduğu

gerçeğidir. Eğer bireyler, kendileri ile

başkaları arasına sınır çizerse, doğrudan toplumlar

da birbirine sınırlar çizer. Toplum hissi ve

kavramı sınırlarla işlevini kaybeder. Kent mekanı

da bu durumdan etkilenir.

Salgının sebep olduğu fiziksel sınırlaşmanın

tepkisini dijital mekanda sınırsızlaşma olarak

görüyoruz. Gerçek ve dijital dünya arasındaki bu

denge kentin ve mimarlığın salgın ile birlikte

öğrendiği, anlamaya başladığı durumlardan bir

diğeridir. Ancak küresel salgın, dijital medya

toplum yerine bireyi baz alıp toplum hissinden

uzakta bir çerçeve çizmektedir.

Dijital medya ile sınırların tam olarak çizilemediği

bir dünyada ise dijital mekân ön plana

çıkıyor. Salgın ile birlikte Kentin çok katmanlı

mekânlarında ‘sürdürülebilirlik, mekânda

katılımcılık ve bir arada olmak’ giderek zorlaşıyor ve

sınırlanıyor.

Mekanlar Arası Sürdürülebilirlik

Kent çeşitli mekanlarda bir arada yaşar. Toplumda bu

mekanlar arasında yaşamını devam ettirir.

Kent mekanın çok yönlü yaşayışı, topluma açtığı alternatifler

ile devamlılığını sürdürebiliyor. Kentin farklı

ölçeklerinde sürdürülebilirlik konusu işlevin, kimliğin,

malzemenin sürdürülebilirliği dışında yaşama

biçiminin ve alışkanlıkların sürdürülebilmesini de

içeriyor. Ve görülüyor ki salgın ile birlikte en çok

yaşam biçiminin sürdürülebilirliği ön plana çıkıyor.

Salgından dolayı tasarlandığı işlevi ile kullanılamayan

kent mekanları salgının ihtiyaçlarına cevap verememektedir.

Mekansal kriz, artık modern normların

çağdaş ile girift bir şekilde üretilmesinden oluşmasını

gerektirmektedir.

Modern dünyanın mimariyi üretmek için kullandığı

sanayi, çevresel olarak dünyayı tüketiyor. Ancak geri

dönüşüm prensiplerini kullanmadan gerçekleştirilen

üretim, en sonunda insan yaşamından kısa sürede

tüketilen yapılaşmaya ve mekanlaşmaya yol açıyor.

Böylelikle kent, sürdürülemez biçimde tüketiliyor.

Salgın ile birlikte kent mekanı da esnek olmayan,

tekdüze ve değişime kapalı bir durumla karşı karşıya

geliyor.

Mekanlar Arası Katılımcılık

Kent çokyüzlüdür. Çeşitli ve farklı aktörlerin oluştuğu

kent birbirinden kesin sınırlar ile ayrılmaz. Kent bir

arada inşa edilir ve kullanılır. Kentin sesi çeşitlidir.

Salgın ile birlikte iç içe geçmiş kent yaşamı da bozulmuştur.

Kenti ve kentin mekanını da içeren salgın,

toplumu birbirinden ayırıp, yaşam alışkanlıklarındaki

katılımcılığın yerine bireyselliği koyuyor. Ancak

biliyoruz ki kent katılımcı süreçlerin sonunda

oluşmuştur ve katılımcılık prensibi ile yaşamaktadır.

Kentin farklı ölçeklerindeki mekanlar ile farklı ilişkiler

kurarız. Kamusal mekan ile özel mekan arasındaki

ilişkimiz farklıdır ancak prensip olarak baktığımızda,

katılımcılık esaslı oluşturulmuş bir mekan kurgusu

bulunmaktadır. Meydanlar, sokaklar kamuya ait iken,

iş yerleri belirli bir topluluğa ve evler de belirli bir

aileye aittir. Kamusal mekandan özel mekana her birey

bu mekanlar arasında katılımcılık göstererek kenti

kurgular.

Ancak salgın ile toplum birbirinden uzaklaşmakta,

kamusal mekanlar arasındaki katılımcılık azalmakta,

bunun yerine daha bireysel ve birey tabanlısı oluşmaktadır.

Salgın ile birlikte kurgulanabilir kentsel mekan

dışlanıyor, katılımcılık özelliğini kaybediyor.

Sessiz Dönüşümü İzlemek

Salgın ile birlikte birçok açıdan dönüşmekteyiz. Kent

ve mimarlık salgın ile birden çok başlık altında

incelenebilir. Kentlerimize bakarken sadece salgını

düşünmemeliyiz. Aynı zamanda bu kadar büyük çapta

bir salgın olmadan önce nasıl yaşıyorduk, bunun cevabını

vermeliyiz. Eğer salgın öncesi dönemin cevabını

bulursak, salgın dönemi ve sonrası için doğru hayaller

kurabiliriz.

Yaşamımızın her alanında hissettiğimiz salgın sürecini

yine her alanı yeniden anlayarak atlatabiliriz. Sonrası

içinde daha sağlıklı tasarlamanın, üretmenin ve

24


İstanbul Mimarlık Festivali

2020

21. yüzyılın ilk 20 yılını geride bırakırken mimarlık

bağlamında, yaptıklarımız henüz radikal bir şekilde

değişmemiş olsa da, konularımız çok değişti.

Sürdürülebilirlik, katılımcılık ve toplumsal adalet gibi

konular daha 90’lı yıllarda proje tanıtım metinlerinde

kullanılması şık duran “lüks” tasarım girdileri iken, aradan

geçen 20-30 yılda projenin olmazsa olmazları haline geldiler.

Son dönemde yaşadığımız pandemi süreci ile birlikte

mimarlıkta söylem, radikal bir şekilde değişse de bu

değişimin mekana nasıl yansıdığı halen belirsiz.

İstanbul Mimarlık Festivali’nde ilk yıl için seçilen paradigma

kayması teması, mimarlığın karşılaştığı yeni durumların

mekandaki yansımalarını araştırmayı amaçlıyor.

“yarın için salgın

günlerini izlemek”

Salgın ile başlayan yeni normalimiz yaşamımızda

izini bıraktı. Bizleri artık yeni bir normale doğru

dönüştüreceğini her taraftan öğrenmekte ve

hayatımızda yaşamaktayız. ’Artık eskisi gibi

olmayacak’ sözlerinin arkasından şu soruları

sormalıyız: Artık eskisi gibi olmamalı mı? , Salgın

sonrası nasıl olmalı?

Yeni normal nasıl olmalı ve nasıl olmamalı

tartışmasının başlangıcından önce ortaya koymamız

gereken analizler ve izlekler olması gerekiyor. Salgın

ile birlikte birçok açıdan dönüşmekteyiz. Kent ve

mimarlık salgın ile birden çok başlık altında

incelenebilir. Kentlerimize bakarken sadece salgını

düşünmemeliyiz. Aynı zamanda bu kadar büyük

çapta bir salgın olmadan önce nasıl yaşıyorduk,

bunun cevabını vermeliyiz. Eğer salgın öncesi

dönemin cevabını bulursak, salgın dönemi ve sonrası

için doğru hayaller kurabiliriz.

Biz de ODTÜ Studio V Öğrenci Topluluğu olarak

yaşadığımız sessiz dönüşümü yarın için izliyoruz. Bunu

izlerken mekanlar arasında geçişler yaparak,

insanlara içinde yaşadığımız dünyayı salgın öncesi

ve salgın olarak göstererek yapmak istiyoruz.

Güney Gürsu Tonkal

25


[dön-üş-üm] isim

Olduğundan başka bir biçime

girme, başka bir durum alma,

şekil değiştirme, tahavvül,

inkılap, transformasyon.


röportaj

40

under

40

KEREM

PİKER

2001 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden

lisans, 2004 yılında ise Hollanda TUDelft

Mimarlık Fakültesi’nden yüksek lisans

derecesiyle mezun oldu.

2004-2010 yılları arasında EAA ile çalıştı.

Proje sorumlusu mimar, tasarımcı ve ofis

ortağı olarak rol aldı, çeşitli yayınlarda

ve sergi tasarımlarında görev aldı. 2010

yılında Chicago Atheneum tarafından

Avrupa’daki 40 yaş altındaki en iyi 40

mimardan biri olarak gösterildi. 2011 Yılında

KPM-Kerem Piker Mimarlık ofisini kurdu. İTÜ,

YTÜ, Gebze YTE ve Bilgi Üniversitesi mimari

proje stüdyolarında ve ulusal mimari

proje yarışmalarında jüri üyesi ve konuk

öğretim görevlisi olarak yer almaktadır.

Kerem Piker, Venedik Bienali 16. Uluslararası

Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nun

kuratörüdür.

27


röportaj

Bizim gibi genç mimar adayları için önemli bir

örnek oluşturuyorsunuz. Chicago Atheneum

tarafından Avrupa’daki 40 yaş altındaki en

iyi 40 mimardan biri olarak gösterildiniz.

Günümüzde birkaç mimarla birlikte

adınız Türkiye’de genç mimarların ve yeni

jenerasyonun temsili olarak anılıyor. Kısaca

kendinizden bahsedebilir misiniz?

Teşekkür ederim. Benim akranım olan

mimarlardan bir jenerasyon olarak

bahsedilebilir mi, bahsedilebilirse bu

jenerasyonun kendinden öncekilere göre

ayrıştırıcı özellikleri nedir bu uzun bir tartışma

konusu. Şu kadarını söyleyebilirim; 2011

yılından bu yana KPM Kerem Piker Mimarlık

adında kurucusu olduğum ofisi yönetiyorum.

Mimarlığın farklı alanlarında faaliyet

gösteriyoruz. İçinde bulunduğumuz projeler

arasında Kemerlife XXIII, Ataşehir IX ve XI gibi

inşa edilmiş işler, Palanga mutfağı gibi daha

deneysel alanlarda üretimler, Vardiya gibi

uluslararası bienallerde kuratöryel tecrübeler,

IPL gibi araştırma ve sergi projeleri yer alıyor.

Bütün bu işleri yaklaşık on yıldır İstanbul’daki

stüdyomuzda yürütüyoruz.

2001 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden lisans,

2004 yılında ise Hollanda TUDelft Mimarlık

Fakültesi’nden yüksek lisans derecesiyle

mezun olduğunuzu biliyoruz. İki eğitim

ortamını gören biri olarak yurtdışı ve yurtiçi

eğitim olanaklarını nasıl kıyaslarsınız? Yüksek

lisans için tercih ettiğiniz TUDelft’i tercih

nedenleriniz nelerdi?

Benim Taşkışla’dan mezun olduğum günden

bugüne neredeyse yirmi yıl olmuş. O günün

koşullarını bugünkülerle karşılaştırmak ne

kadar doğru olur, emin değilim. Ancak şunu

söyleyebilirim, o günlerde İTÜ’de aldığımız

eğitimin TUDelft’tekinden herhangi bir eksiği

olduğunu düşünmüyorum. Fark daha çok

enformel eğitim ortamlarındaydı diyebilirim.

Delft, öğrencilerinin pek çok organizasyonu

kendi imkanları ve örgütlü yapıları ile

gerçekleştirdiği, okuldaki müfredatın dışında

pek çok eş zamanlı etkinliğin, buluşmanın,

seminer ya da serginin gerçekleştiği çok

sesli bir ortam sunuyordu. Hollanda’nın

gündeminden çağdaş mimarlık tartışmaları

hiçbir zaman düşmez; bu anlamda mimarlığı

önceleyen bir merkez ülkesinde iki yıl

yaşamak, Avrupa içerisinde bir öğrenci için

dahi seyahat etmenin fazlasıyla kolay oluşu

zannediyorum mimarlık kültürümü geliştirmem

açısından en az okuldaki eğitim kadar faydalı

olmuştur.

Vardiya, Türkiye Pavyonu; fotoğraf: RMphotostudio

28


Emre Arolat Architects gibi büyük ve

tecrübeli bir ofiste meslek hayatına başlayıp

proje sorumlusu mimar, tasarımcı ve ofis

ortağı olarak rol aldıktan sonra Kerem Piker

Mimarlık‘ı kurdunuz. Kendi ofisinizi kurma

serüveninizden bahsedebilir misiniz?

Çok özel bir hikayesi yok. Zamanla kafamda

olgunlaşan bir düşünce oldu. 2010 yılının

ortasında bu kararı ortaklarıma açtım

ve kademeli olarak yıl sonuna doğru

sorumluluklarımı devrettim. Ofisi kurarken

herhangi bir ajandam yoktu diyebilirim. 2011

yılının hemen ilk aylarında açılan iki ulusal

yarışma bir süre gündemimi işgal etti. Bu

yarışmalardan bir tanesinde birincilik ödülünü

kazanınca işler yavaş yavaş kendi yolunda

ilerlemeye başladı.

Genel olarak özellikle ilk yıllarınızda mimari

yarışmalara yönelik

çalıştığınızı biliyoruz ve

birçok ödül kazandınız.

Sizleri genç bir ofis olarak

yarışmalara iten faktörler

nelerdir?

EAA’dan ayrıldıktan

sonra herhangi bir

potansiyel müşterim ya

da projem yoktu. Böyle

bir hazırlığım hiç olmadı,

dolayısıyla mimari proje

yarışmaları bir ofisi

işler halde tutmanın

en verimli yoluydu.

Şanslıydık, o dönemde

akıl yürütebileceğimiz

ve anlamlı bir proje

üretebileceğimizi

düşündüğümüz yarışmalar

açıldı. Bizler de katıldık.

Mimarlığın içinde bulunduğu bağlama göre

sürekli bir dönüşüm içerisinde olduğunu

söyleyebiliriz. Yaptığınız işlerin bağlamlarının

geçmişten günümüze farklılaştığını da göz

önünde bulundurursak; ilk zamanlarınızdan en

günceline işlerinizdeki dönüşümde işi size ait

kılan nedir? Yapılarınızın sizi temsil etmesini

hangi özellikleri sağlar, bu konuda dikkat

ettiğiniz kriterler var mı?

İşi bize ait kılan özelliklere dikkat kesilmekten

ziyade projeyi bulunduğu yere ait kılan

yönlerine daha fazla zaman harcadığımızı

ifade etmeliyim. Dolayısıyla projelerin

bize ait ayrıştırıcı özelliklerini de ancak bu

yaklaşım üzerinden okuyabiliriz. Özgün sorular

sorabiliyor, ya da sorduğumuz sorulara özgün

yanıtlar üretebiliyorsak, bütün bu üretimlerin

Özgün sorular

sorabİLİyor ya da

sorduğumuz sorulara

özgün yanıtlar

üretebİlİyorsak, bütün

bu üretİmlerİn toplamı

bİzİm dünyamızı da

yansıtıyor olmalı.

toplamı bizim dünyamızı da yansıtıyor olmalı

diye düşünürüm. Sorunuzun ikinci kısmı, yani

zamanla nasıl bir dönüşüm geçirdiğimize dair

okuma daha derinlemesine bir tartışmayı

gerekli kılıyor. Stüdyo aktif bir yapı, benden

ibaret değil; içinde bulunduğumuz dünyanın,

zamanın etkisinde farklı bireylerin katkısıyla

dönüşen bir organizma.

Yapılar ya da projeler hangi yönleri ile bizi

temsil ediyor? Çok güç bir soru. Zamanla

bunun belki daha iyi yanıtları verilebilir.

Bunun için yine dışarıdan bir okumaya ihtiyaç

olduğunu düşünüyorum. Biz bunu düşünerek

üretmeme konforunu tercih ettik, etmeye de

devam ediyoruz.

Yeni ve butik mimarlık ofislerinin büyüyerek

daha kurumsal ve bünyesinde daha çok

mimar barındıran bir yapıya sahip olmasını

nasıl değerlendirirsiniz?

Bu durum mimarın

özgünlüğünü kısıtlıyor mu?

Sizin gözünüzde mimar için

en özgür çalışma ortamı

nasıl sağlanabilir?

Çalışan sayısının mimarlık

üretiminin niteliği ile

doğrudan ilişkili olduğu

görüşüne katılmıyorum.

Bu açıdan “butik” olarak

adlandırdığınız ofislerin

üretiminin niteliğinin,

çalışan sayısından ziyade,

tasarım yaklaşımlarındaki

özgünlüklerinden

kaynaklandığını

ifade etmeliyim. Ekip

organizasyonunu doğru

kurmuş, çalışma koşullarını

çalışanları için üst düzeye taşımış farklı

konularda özgün ürünler üreten kalabalık

ofislerin var olduğunu, buna karşın çalışan

sayısını sınırlı tutmasına karşın standartlarını

oturtamamış, nitelikli proje üretimini sürekli

kılamamış pek çok ofisin de var olduğunu

kabul etmeliyiz.

Mimar için en özgür çalışma ortamı, tecrübe

edebildiğim kadarıyla, işveren ile sürekli

ve karşılıklı bir iletişimin sürdürülebildiği

koşullarda sağlanabiliyor. Elbette bu

yeterli değil; doğru ekiplerin doğru

ekonomik koşullarda, makul sürelerde

birlikte çalışmasına olanak sağlayan,

temeli güvene dayalı bir ilişkiler silsilesi

kurgulamak önemli. Ekiplerin büyüklüğünden

ya da küçüklüğünden ziyade niteliğinin ve

konsantrasyonunun daha önemli olduğunu

söyleyebilirim.

29


röportaj

Stüdyo aktİf bİr yapı,

benden İbaret değİl;

İÇİnde bulunduğumuz

dünyanın, zamanın

etkİsİnde, farklı

bİreylerİn katkısıyla

dönüşen bİr organİzma.

Dünya ve Türkiye mimarlık ortamında örnek

aldığınız ya da projelerini takdir ettiğiniz bir

ekol veya bir mimar var mı?

Projelerini izlediğim, işleyişlerini yakından ya

da uzaktan takip etme olanağı bulduğum

çok sayıda mimar hem Türkiye’de hem de

dünyada var. Bu ofislerin hepsi farklı yönleri

ile öne çıkıyor, hepsinin kendi koşulları, kendi

ideal dünyaları var; ancak galiba ortak

meseleleri mimarlıkla olan ilişkilerinin, meraka

dayalı, araştıran, öğrenen, denemekten

çekinmeyen tutumlarının sürekliliği. Bu

anlamda her sözüne katılmasanız da

mimarlık dünyasının içerisinde kendisinden

öğrenebileceğiniz çok fazla pratik var. OMA,

Herzog De Meuron, RHS+P, Snohetta gibi

büyük ofisler, SANAA, Studio Mumbai gibi

merkez dışı pratikler, Peter Zumthor, Luigi

Snozzi, Glenn Murcutt gibi author-odaklı

yaklaşımlar sürekli takip ettiklerim arasında;

öte yandan bu coğrafyada çıtayı hep yukarı

taşımış olan EAA, NSMH, Erginoğlu+Çalışlar,

19+4 gibi oturmuş ofisler, Onur Teke, Emir

Dırahşan gibi görece pratiklerini yeni

oluşturan isimler ilk aklıma gelenler.

Stajyer alan ve eğiten bir ofissiniz. Okuldaki

mimarlık eğitiminden sonra yapılan kısa süreli

bu stajların en verimli şekilde geçirilebilmesi

için süreci nasıl yapılandırıyorsunuz? Stajyer

seçiminde ne gibi kriterlere dikkat edersiniz?

COVID dolayısıyla bu sene uygulamadığımız

ancak yıllar içerisinde oturmuş bir staj

programımız var. En kısa staj süresi 6 hafta;

bu sürenin ilk iki haftası bir oryantasyon

olarak tarif edebilir. Bu sürede stajyer

arkadaşımızdan bir yapıyı araştırmasını,

anlamasını ve bize anlatmasını istiyoruz.

Stajyerler süreyi kısmen ofiste, kısmen ofis

dışında araştırma yaparak geçirebiliyorlar.

İlk haftanın sonunda yapıya ilişkin ilk sunuşu

yapmak, ikinci haftanın sonunda ise verilen

formatta hazırlanan çizim, maket, model

çalışmalarını tamamlayarak teslim etmek ve

yapıyı bütün ofise anlatmak durumundalar.

Bu iyi bir tanışma yolu oluyor diyebilirim;

stajyerler bu süreden sonra ofisin içerisinde

farklı roller üstleniyorlar.

Stajyer seçimlerini başvurularla birlikte

gönderilen portfolyoları değerlendirerek

yapıyoruz. Portfolyo’nun özgünlüğü, mimarlıkla

eğitim alanının dışında, enformel ortamlarda

ilişki kurma gayreti, değişim programlarında

ya da atölye çalışmalarında yer alma

biçimleri, iletişim becerileri ve öznitelikler

portfolyo ile özgeçmişlerden anlaşılabildiği

kadar değerlendirdiğimiz, karar alma

süreçlerini belirleyen özellikler diyebilirim.

hepsİnİn kendİ koşulları,

kendİ İdeal dünyaları

var; ancak galİba ortak

meselelerİ Mİmarlıkla

olan İlİşkİlerİnİn, meraka

dayalı, araştıran, öğrenen,

denemekten çekİnmeyen

tutumlarının süreklİlİğİ.

30


IPL

Informal

Parking

Lots of

Istanbul

Dünyanın en

saygın mimarlık

bienalleri

arasında

gösterilen Sao

Poulo Mimarlık

Bienali’ne

Türkiye’den

davet edilen ilk

proje olan IPL,

İstanbul’un tarihi

mekanlarındaki

otoparklara dair

yeni bir okuma

sunuyor.

31


öğrenci yazısı

İNSANİ

“İnsanlar gibi mi olmalı yapılar?” Dostane bir

sohbetin içerisindeyken ilham arayan iki sıradan

mimarlık öğrencisinin “Acaba?” diye aklına gelen

tartışma konusu buydu.

Teknolojinin insanın ayak uydurabileceği

hızı aşkın bir süratle ilerlediği şu günümüz

çağında, daha eskiden bile makineleşen

insan idealinin ortaya atıldığı, modern

mimarlığın zirve çizdiği dönemleri bile

aşacak derecede insanların birbirinden

uzaklaştığı günümüzde, içinde

yasadığımız kentler ve onları oluşturan

hücreler, yapılar ve barındırdıkları

mekanlar, ne kadar insan?

Kutay Bayhan

Bir standart belirlemek; çevresini, yaşantısını

hesaplayabileceği, kontrol edebileceği küçük

çaplı tanrı konseptini uygulayabileceği mekanlar

ve düzenler yaratan insan için sıradan bir eylem.

Norm haline gelmiş bu yaşantı turu artık hemen

hemen herkesin fark etmeden boyun eğdiği bir

gerçeklik. Elbette ki bunun farkında olmanın

gerçekliği, tek başına bu duruma bir çözüm

getirmiyor. Ancak bu çağın içinde yaşayan ve

belli düşünsel süreçler içerisindeki herkes gibi bu

toplum ve düşünceleri çerçevesinde kendi yerini

arayan biri olarak sorgulamadan edemiyorum.

Yaşadığımız mekânların, yaşantılarımız ve

düşüncelerimiz üzerine etkisi; ideallerimiz ve

kararlarımızın içinde yaşadığımız veya

yaşayacağımız mekanlara etkisi... Beton, taş,

mermer veya ahşap duvarların; çeşitli oda

sayılarının, boyutlarının; balkonların, boruların ve

tavanların; göz yoran, organik veya katı şekillerin

insan düşüncesinde belirgin bir tabloya

oturtulabilir (hesaplayabilecek, kontrol altına

alınabilir bir düşünce sistemi, fark etmeden

yaptığımızı belirttiğim kısım!) etkileri var mı ve

varsa nasıl kategorize edilebilir? Peki bir mekânın

bu özelliklere sahip olmasında veya

farklılaşmasında insan düşüncesi deneyimi,

kimliği ve yapısının belirgin etkileri var mı ve

varsa bunları nasıl sınıflandırabiliriz?

Bu iki sorunun üzerinden gidip sağlam bir

düşünsel temel oluşturmaya çalışarak bir bütün

olarak ele alacağım insanlaşmak ve mekân

konusunu. Öncelikli olarak şu ana kadar ortaya

konulmuş ve ortaya konulmaya devam eden belli

bilimsel gerçekler, spesifik mimari öğelerin insan

sağlığı veya düşüncesi üzerindeki etkilerini bize

hâlihazırda sunuyor. Renklerin ruh halleri üzerine

etkisi; yüksek tavandan insana işleyen

özgürlük/ferahlık hissi; özellikle şu an içinde

bulunduğumuz pandemi döneminde insan

sağlığına fiziksel ve zihinsel olarak toparlayıcı

etkide olumlu katkı sağlayan balkonlar; beton,

taş veya mermer gibi katı bir duvara

yaslanmanın cam gibi kırılgan hissiyat veren bir

malzemeye yaslanmaya kıyasla verdiği güven

etkisi bunlardan birkaçı olarak sayılabilir diye

düşünüyorum.

32


yapı

İrem Metin

Atakan Harmancı

İnsanları kare, dikdörtgen gibi kararlı formlarda

yapılar yapmaya iten düşüncelerin arkasında da

kontrol edilebilme, hesaplanabilme, inşa ve

kullanım kolaylığı sağlama; beton, mermer, taş,

ahşap ve çelik kullanımında da yapısal

sağlamlık, işlev, güven duygusunda barınma;

belli strüktürel formasyonlar, inşa teknikleri

(kiriş-kolon sistemleri, konsollar, çelik strüktür, bir

çekirdek etrafında tasarlanan gökdelenler)

arkasında da yine benzer şekilde insana kolaylık

sağlayacak, verimi artıracak, kontrolü muhafaza

edecek ve riski azaltacak şekilde bir çözüm

üretme konusunda sürekli gelişen ve adapte

olan insan mantalitesinin olduğu görüşündeyim.

Canberk Kocaoğlu

ODTÜ, Mimarlık

33


öğrenci yazısı

dönüş

Şükriye Doğa Şentürk

TED Üniversitesi, Mimarlık

“Aynı derede iki kez yıkanamazsınız.” demiş

Herakleitos. Hayatta değişim ve dönüşümün

kaçınılmazlığına dikkat çekmiş. Bir saniye önceki

biz değilizdir hiçbir zaman. Bir saniye fazladan

hayatı deneyimlemişizdir, dönüşmüşüzdür; geri

dönülemezdir. Hayat için bu kadar geçerli ve

bariz olan bir durum hayatın mutlak

parçalarından biri, mimarlık için de geçerli

olmalıydı. Ve mimarlık dünyasında yeni biri olarak

şu ana kadarki gözlemlerim söylüyor ki: dönüşüm

mimarlığın çekirdeğinde yaşıyor, onu oluşturuyor.

Güncel dünyada mimarlığı dönüştürme gücü

olduğunu düşündüğüm birçok unsur bulunuyor.

Bunlardan bazıları: mimarlığın doğası ve

teknoloji, sinema ve aslında hepsini de

kapsayan, insan.

(tür)

üm

Bana göre dönüşüm mimarlığın ayrılmaz

parçalarından biri ve güncel hayatta teknoloji,

bu dönüşüme katkı sunuyor. Bir açıdan mimarlık

dertlere bir çözüm bulma işi ve bunu yapabilmek

için insanın kendinde çalışacak düşünme

yöntemleri, süreçleri geliştirmesi gerekiyor.

Maalesef bu birdenbire ve kolay olmuyor.

Yaratıcılığımızın tetiklenebilmesi için önceden

oluşmuş dertlere bulunmuş çözümleri görüp

anlamak, gözlem yapmak büyük bir önem

taşıyor. Bu sayede ortaya duruma özgü

çözümler çıkabiliyor ve her bir çözüm bir

yenisinin önünü açıyor. Belki de ortaya çıkan

fikirler teknoloji dünyasını “icat çıkarması” için

tetikliyor.

Batuhan Türkay

Sanırım bu bir tür domino taşı etkisi: her

bir taş bir sonrakini deviriyor, ancak siz

bir sonraki domino taşını devrilene kadar

göremiyorsunuz. Bir sonraki taşın “ileri”

devrileceğini biliyorsunuz ancak ne

tarafa devrileceğini bilemiyorsunuz, ki bu

durum mimarlığın varoluşuyla gelen

dönüşüm gibi görünüyor.

Eskiden nispeten yavaş ve kısıtlı gerçekleştiğini

sandığım bu fikir edinmeler, teknolojinin

günümüzdeki haliyle inanılmaz hızlarda ve

kapsamda gerçekleşebiliyor.

İstediğiniz anda Dünya’nın hatta uzayın (belki de

Mars veya Ay için düşünülen çözümlere

bakarsınız) sayısız farklı bölgesinde bulunmuş

sayısız çözüme ulaşmak mümkün. Açıkçası

dönüşüm mimarlık yap-bozunun büyük

parçalarından biri; teknoloji ise mimarlık için hem

buluşçu hem de aracı sıfatlarıyla dönüştürme

görevi görüyor.

34


Batuhan Türkay

şş

Oncle (1958), WALL-E (2008) gibi daha birçok

Sinema, hayatın kesin kurallarından sıyrılabilen

ve hayata önderlik edebilen, teknolojinin

dünyaya büyük katkılarından biri. Tasarımcılar

için üzerine fikir inşa etmek üzere fiziksel

dünyada bulabileceğinizden daha farklı

iskeletler sunabiliyor. Ayrıca insanoğluna fiziksel

ortamda uygulaması ve ulaşılması -şu andamümkün

olmayan fikir ve yaklaşımları bir

deneyim olarak getiriyor. Upside Down (2012),

Matrix serisi, Star Wars serisi, Avatar (2009),

Marvel ve DC filmleri, Truman Show (1998), Mon

sayısız yapımlarda gerçeküstücü mekânlar

görmek, bu mekânları deneyimleyen insanları

görmek ve onlarla empati kurmak, “Nasıl bir şey

olurdu?” diye düşünmek oldukça mümkün. “Keşke

orada olsaydım.” diye hayal edip, “Ben orada

olamıyorum, ya benzer hisleri tadabileceğim bir

mekân burada olsa?” aşamasına geçmek de bir

tasarım sürecinin ve potansiyel mimari bir

dönüşümün başlangıcı sanıyorum.

Kısacası sinemanın insanların mekân hakkında

düşüncelerini etkileme, talepleri ve çözümleri

değiştirme; dolayısıyla mimarlığı dönüştürme

gücü olduğu ve bunu güncel olarak yaptığı

düşüncesindeyim.

İnsan ve toplumsal olaylar, yukarıda bütün

yazılanları kapsadığı gibi mimari dönüşüm için

başlı başına en büyük etken. Mimarlık

dünyasında, günümüzde yaşanan pandemi

durumu ile ilgili şimdiden birçok yazı, fikir, canlı

yayın ve tartışma görmüş durumdayım. Mimarlık

dünyası bir dönüşümün daha eşiğinde belki de.

Tasarımlardaki en önemli etken, yani insanlar,

artık birbirlerine o kadar da yaklaşmak istemiyor;

ya da yaklaşmamalı, kendileri farkında olmasa

bile. Ve görüyoruz ki evlerinde o kadar da uzun

süre kalamıyorlar; kapalı mekân hakkında

düşünceleri ve hisleri değişti. Belki de balkonları

kapatmak o kadar iyi bir fikir değildi.

Pandemiden kaynaklanan sosyal mesafe

gerekliliği ya da bu durumun psikolojik etkisi

daha ne kadar sürer bilemiyorum ama bu

sürenin “uzun” olması durumunda bunu ancak

kalıcı mimari çözümlerin ve dolayısıyla mimarlığın

dönüşümünün sağlayabileceğine inanıyorum.

Sonuçta mimarlık ve dönüşüm ayrılmaz bir bütün,

teknoloji ve sinema da bu dönüşümün kuvvetli

kozları. İnsanın verdiği kararlar, talepler ve belki

kendisinin de farkında olmayacağı fiziksel ve

ruhsal ihtiyaçları ise mimarlık ve tasarımın

dünyadaki ilk gününden şu ana kadar etkili olmuş

ve etkili olmaya devam edecek en güçlü

dönüş(tür)üm unsurları.

35


eskiz yarışması

ESKİZ YARIŞMASI

Var olanı ve olmayanı üretmek için çizmek.

Yeniden anlamak, yeniden üretmek ve tekrardan

anlamak için eskiz yapmak. İçinde yaşadığımız

çevreyi yoktan var etme sürecidir eskiz. Sıfırdan

başlayarak, kâğıt üzerinde çizmek, çizerken

kişisel olan bilgiyi aktarmaktır. Ve bunu yaparken

çevreyi anlamak. Çünkü yaşamı, hem durağan

hem de hareketli yaşamı, kâğıda aktarır. Hayal

gücü de girer işin içine, özgürdür bembeyaz

kâğıt, hata kabul eder, özgürleştirir. Bir önceki

çizgiler ve bir sonraki çizgiler vardır kâğıdın

üzerinde, birbirinden farklı düşünceler gezinir

eskizde.

ODTÜ Studio V olarak eskizle üretimin hala bir

anlamı olduğuna ve olmaya devam edeceğine

inanıyoruz. Bu sebeple gerçekleştirdiğimiz eskiz

yarışmasında çizmek için B2 Evi’ni seçtik. B2

Evi’ni çizmek, çizimin yanı sıra onun coğrafyası

ile iletişime geçmek, yapının olasılıklarını adım

adım anlayıp tekrardan düşünmek, duvarları

tekrardan örmek ve oluşabilecek yaşamı

kurgulamaktır.

Eskiz yarışmamızı bu bağlamda değerlendirip

gönderilen eskizlerden bir derleme oluşturduk.

Katılan arkadaşlarımıza güzel eskizlerinden

dolayı teşekkür ederiz.

(Güney Gürsu Tonkal, SV Başkan Yardımcısı)

(Mimari Tasarım Stüdyosu IV | 2019 Bahar | Çanakkale Gezisi,

B2 Evi, Büyükhüsün)

Çünkü yaşamı, hem

durağan hem de hareketlİ

yaşamı, kâğıda aktarır.

Merve Karaca

(Sosyal Medya Oylama Birincisi)

Tükenmez kalem ile siyah kağıt üzerine negatif çizim

36


5

1) Lala (lalagrvv)

2) Büşra Yılmaz

Dijital Çizim

3) Tokyo Godfather

Sulu Boya Çizimi

4) Gülsen Asya Oğuz

5) Doğa Su Kıralıoğlu

37


eskiz yarışması

Hilal Koca

Gülsüm Ünal

Hakan Ustabaşı

Ezgi Topal

İrem Yarım

38


B2 Evİ | Büyükhüsün, Çanakkale, Türkİye (2004)

B2 Evi, Çanakkale’nin Büyükhüsun Köyü’nde sakin

ve doğa ile iç içe bir yere, Selman ve Süha Bilal isimli

iki kardeş tarafından kullanılmak üzere tasarlanmıştır.

Köyün özgün peyzajını ve manzarasını kullanan, Han

Tümertekin tarafından tasarlanan yazlık ev, 2004

yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür.

Bu nedenle B2 Evi, Türk mimarisinin önemli

yapılarından biridir.

450 kişinin geçimini tarım ile sağladığı bir köye

konumlanan Han Tümertekin tasarımı B2 Evi, köy

halkının yaşamını, bulunduğu coğrafyanın tarihi

geçmişini ve toplumsal gerçeklerini de göz önünde

bulundurarak bir tasarım ortaya çıkarmıştır. Proje

bu şekilde, eğimli bir araziye kurulmuş bir yazlık ev

olmaktan çıkarak, bulunduğu toprakların geçmişini ve

kültürünü yansıtan bir mimari manifestoya dönüşüyor.

Yalın bir kare prizma hacim olarak kurgulanan B2

Evi, modern tasarımı ile çevredeki geleneksel köy

evlerinden mimari olarak farklı bir dil ortaya koyuyor.

Ancak, evin yapımında kullanılan malzemeler

köyün içerisinden seçilerek ve yerel yapım teknikleri

kullanılmış ve böylece evin köy mimarisi ile ortak bir dil

geliştirmesi sağlanmıştır.

Bilge Arslan

B2 Evi’nin sade tasarımının en önemli noktalarından

biri de çevresi ile kurduğu ilişki. Bulunduğu yere ait

olma hedefindeki B2 Evi, doğası ile bütünleşmiş bir

yazlık ev yaratıyor. Ev, mimarisi ile kullanıcılarının

yalnızca doğayı ve doğa manzarasını izlemesini

değil, onların doğanın bir parçası olmasını sağlamayı

hedefliyor. Eğim üzerine kurulan, Büyühüsun Köyü yerel

köy evleri gibi evin çevresini duvarlar ile örmeyerek,

evin çevresi ile doğrudan ilişki içerisinde olması

sağlanmış ve evin dış dünya ile etkileşimi güçlü ve

geçirgen tutulmuştur.

Arkitektuel, Leman Sevda Darıcıoğlu 30 Temmuz. (2020,

Şubat 25). B2 Evi / Han Tümertekin (2004).

Kemal Tezcan

Dijital Çizim

Emre Yetkin

Gül Ceylan

39


dönüşüm

ŞÜ

M

tersinden

okumaktır

SUNA NAZİYET GÜVEN

Prof. Dr Suna Naziyet

Güven lisans eğitimini

Wellesley College’da,

yüksek lisans ve doktora

eğitimini de Mimarlık

Tarihi üzerine

Cornell University’de tamamlamıştır.

1985 yılından bu yana Orta Doğu

Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi

alanında dersler vererek akademik

çalışmalarını sürdürmektedir.

Mimarlık Tarihi ve Arkeoloji üzerine

birçok araştırması ve yayınları

bulunmaktadır.

40

Dönüşüm yaşama tutunmaktır, sürekliliktir. Nesne,

ya da özne, ortaya çıkan bir çeşit uzun yaşama

halidir aslında. Barındırdığı izler, taşıdığı kodlar

nedeniyle, yok olmayana, bitmeyene kefil olur,

ayna tutar. Farklı bir boyutta olsa da, devamın

kanıtıdır çünkü var olmayan dönüşemez,

dönüştürülemez. Hiçlik varsa, dönüştürülebilecek

bir şey de yoktur zaten.

Dönüşüm değişiklik değildir. Çok daha köktenci

bir eyleme ve bütüne yansıyan bir duruma işaret

eder. Değişiklik ise özü değiştirmeyen, onu pek

fazla etkilemeyen bir farklılık çağrıştırır yalnızca.

“Dönüşüm” sözcüğünün kökenine bakacak

olursak, “dönmek” sözcüğü ile ilişkili olduğunu

görürüz. Oldukça yaygın kullanımı olan bu

sözcüğün anlamı ve türevleri de hareketlidir.

Örneğin, “döngü” özüne dönen bir sürekliliği

anlatır. Dönek olmak iyi bilinmez ama o da

dönmekten kaynaklanır. Kıta Afrika’nın Benin

ülkesinde, Yoruba kabilesinden gelen aile kökleri

olan Nobel ödüllü Nijeryalı yazar Wole Soyinka,

kendi halkını satan dönek köle tüccarlarının,

zincirlerle birbirlerine bağlanmış kurbanlarına

Unutkanlık Ağacı’nın etrafında nasıl daireler

halinde döne döne bir ritüel yaptırdıklarının yürek

burkan öyküsünü dünyaya duyurmuştur.

Unutkanlık Ağacı, bugün hala ayakta, Ouidah

kentinin sahilinde, bir höyük yanında duruyor.

Ritüelin amacı, esaret gemilerine binmeden önce,

kurbanlara ailelerini, anılarını, kendileri ve

geldikleri yerle ilgili her şeyi tümden silerek

unutturmaktı. Mazi ile olan her türlü bağlantının

kopmasıydı amaçlanan. Hatta istenen, Atlantik

ötesinden dönemeyenlerin ruhlarının dahi geri

gelmemesiydi. Gidenler dönmediler ama

yaşananlar unutulmadı. Öyle ki, köle ticaretinin

kaldırılmasının iki yüzüncü yıldönümü, eski

sömürgeci ülkelerin temsilcilerinin de anlamlı

katılımıyla yapılan törenle, 2007 yılında bir kez

daha anımsandı. Bir zamanlar günahları sıfırlayan

Unutkanlık Ağacı yapılanları unutturmuyor. Tam

tersine, anıların dönmesini sağlıyor. Zihinsel

dönüşüme aracılık ederken onu tetikliyor. Orada

durdukça da öyle olacak.

Dünya döner durur. Boşuna

dememişler,“Durdurun dünyayı,

inecek var” diye. Cemevlerinde

semah dönülür, evrenle bir

olunur. Ay çiçeği hep güneşe

döner, güneşe bakmazsa hayat

bulmaz. İster kendi ekseninde,

ister belli bir yönde olsun,

dönme eylemi kaybolmaktan

kaçmaktır bir anlamda.

Başladığı yerle bağları hep

vardır.


Bazı kavramları erişilebilir kılmak işinde usta olan

Romalılar, bu yüzden, kapıların, içinden yol geçen

girişlerin, ayrılık ve geri dönüşün tanrısı olan

Ianus’u yaratmışlardı. Romalıların inanışına göre,

her gidişin dönüşü, her geleceğin geçmişi,

Ianus’un ikili suretinde somutlaşarak hayat

buluyordu. Zafer taklarının, gösterişli kamusal

kapıların Roma mimarlığında çok yaygın olması

biraz da bu inanıştan olsa gerek.

En çarpıcı haliyle “dönüşüm” deyince benim

aklıma Franz Kafka’nın unutulmaz romanı Die

Verwandlung gelir. Türkçeye Dönüşüm başlığı ile

birçok kez çevrilen bu eserin ana kişisi Gregor

Samsa, konusu da onun başına gelenlerdir.

Kahramanımız, bir sabah uyandığında kendini

yatağında dev bir hamamböceğine dönüşmüş

olarak bulur. Sert kabuklu bir sırtı, incecik,

havada sallanan çok sayıda kıllı bacakları vardır

artık. Belli ki, romanını yazarken başka bir

hayvanı değil de, sarsıcı ve akılda kalacak bir

tiksinti uyandıracağını düşündüğü bu böceği,

burjuva çevrelerindeki yozlaşmış aile ilişkilerinin

iğrendiriciliğini vurgulamak için Kafka özellikle

seçmiş. Bu nedenle, yazıldıktan yıllar sonra,

Kafka’nın kitabını yeniden uyarlayan İngiliz yazar

Coleridge Cook’un, Kafka’ya dayanarak

dönüştürdüğü yeni romanın açılışını, Gregor

Samsa’nın bir hamamböceğine değil de, şipşirin

bir kediye dönüşerek uyanmasıyla başlatma

tercihi, Kafka’nın vermek istediği mesajın

sertliğini epeyce yumuşatarak cilalar. Cook’un

asıl amacı ve kediseverler ne der bilinmez ama

bana göre kitabın özgün ruhuna biraz ters

geliyor ve onu yansıtmıyor. Türkçeye çevrilen

kitapların kapak tasarımları da kitapların içeriği

ve duygusal yükü ile son derece uyumlu

görünüyor. Can Yayınları ve Türkiye İş Bankası

Yayınları, bu modern klasik için bütün kapağı

dolduran ve neredeyse okuyucunun üzerine

sıçrayacakmış hissini veren devasa bir böcek

motifi kullanmış. İlkinde, Gregor Samsa’nın

temsiliyeti, Kafka’nın adıyla birlikte kitabının

başlığının, kapkara ve kıpır kıpır bir böcek

çizimine dönüşümüyle gerçekleştirilmiş.(Görsel 1).

Diğerinde ise, hamam böceğinin Gregor Samsa

olduğu, böceğin ceket gibi sırtına geçirdiği dört

iri düğmeli kısımdan oluşan kabuğu aracılığı ile

bize anımsatılıyor (Görsel 2). Kafka’nın kitabının

kedili versiyonunun kapağında da

beklenebileceği gibi oldukça sevimli görünen bir

kedi var (Görsel 3). Ancak kapakta yalnızca kedi

olsaydı, romanın içeriği anlaşılamayacaktı. Böyle

olmaması için, kedinin başıyla yetinilmiş ve yüzü

karşıdan bize bakar şekilde duran, kravatlı ve

gömlekli bir insan figürü üzerine oturtularak

Gregor Samsa kapağa taşınmış.

Bütün dönüşümler bu denli çarpıcı değil elbette.

Şimdi mercek değiştirelim ve mimarlığa göz

atalım. Dönüşümün en çıplak hali örenlerdir.

Çoğu zaman, bunlar metruk, terkedilmiş, hatta

unutulmuş olabilirler. Bazen günlük yaşam

alanlarımızın ortasındadırlar. Gözümüzün

önünde olmalarına, her gün önlerinden

geçmemize rağmen onları farketmeyiz. Bazen de

uzaklarda, dağda, çayırda, bayırda, içinde

bulunduğumuz yapılı çevrenin dışındadırlar.

Franz Kafka, Dönüşüm, çev. Ahmet

Cemal, Can Yayınları, İstanbul, 2020.

Franz Kafka, Dönüşüm, çev. Gülperi Sert, Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008.

Franz Kafka, Coleridge Cook, Kafka’nın

Kedisi, çev. Zeynep Arıkan, Artemis

Yayınları, İstanbul, 2020..

41


dönüşüm

Zaman akıp giderken, onlar varlıklarını

sürdürürler ve geçmişle günümüz arasında

köprülere dönüşürler. Kimi zaman maziyi gizleyen

bir maske olurlar, bazen de kendini ele veren bir

saydamlıkla karşımıza çıkarlar. Mazinin sessiz

tanıklarıdır onlar. Bir anlamda, zaman

dikizcileridirler. Hatta daha ileri gidersek,

zamanın bükücüleri bile denebilir onlara çünkü

oldukları yerden farklı zamanların sözcülüğünü

yaparlar.

Tarih geleceğe doğru yol almaz. Hep yazıldığı

andan önce geriye giderek yeniden kurgulanır ve

öyle üretilir. Bu nedenle, örenler tersinden

yazılmış metinler gibidirler. Bir anlamda tarih

yazmayı kolaylaştırırlar. Hafızanın arşivi diyebiliriz

onlara. Ancak, içinde bulunulan zaman ve

örenlerle kurulan iletişim, ilk bakışta sanıldığı

kadar kolay değildir. Bellek kapılarını zorlamak

yetmez.

Gördüklerimiz çoğu zaman görmek

istediklerimizdir. Dolayısıyla örenlere

baktığımızda aslında görmek

istediklerimizi görürüz. Bu bakımdan,

bazen hayal ile gerçeği yanyana

koyup sınamak gerekir. En baştan

orada olsalar da, örenler de, bakana

ve her bakılan ana göre aynı

kalmazlar, kalamazlar da. Çünkü

doğası gereği, içinde bulunduğu anla

sınırlı olan her nazar farklıdır. Maziyle

kurulan ilişki, hem sonsuz sayıda

nazarların tümüdür, hem de hiçbiri.

İmge haritaları oluşurken, birbirinden beslenen,

sarmal bir döngü sözkonusudur burada. Bu

döngüde, örenlerin en görülebilir işlevi, belleğin

dehlizlerinde, zihnin menzilini belirlemektir.

Örenler sayesinde, bellek mekanlarıyla bağlar

kopmaz, duyumsal körelme yumuşatılır, göz ve

zihin elele verir.

Ankara’nın Ulus semtinde bir yer vardır ki, kentin

yüzyıllar içinde yaşadığı bütün dalgalanmalar,

çöküşler ve yıkımlara rağmen sürekliliğini hep

korumuştur. Geçirdiği dönüşüm sayesinde, Frig,

Galat, Helen, Roma, Bizans, Ahi, Selçuklu,

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış,

günümüze kadar gelmiştir. Yaşanan sert süreçler

ve dönemeçler, burada hüküm süren birbirinden

çok farklı yaşamlar, inançlar ve uygarlıkların

sonunu getirse de, kutsal olan bu alan hep aynı

yerde var olmuştur. Ankara’yı 16. yüzyılda ziyaret

eden gezginler, önceleri burada bir kışla, saray,

hatta büyük bir tiyatronun kalıntılarını

gördüklerini düşünmüşlerdi. O zaman görünen

yalnızca sağlam, iri taşlardan örülmüş iki yüksek

duvar, kendinden kafesli pencereler ve kocaman,

yüksek bir kapı idi. Çatı yoktu. Sonradan ortaya

çıkacağı gibi bir tapınağa benzemiyordu çünkü

etrafta sütunlar görünmüyordu. Bir de, duvarların

REFERANSLAR:

Suna Güven, “Ankara’nın Taşına Bak” Hacettepe Konferansları, Beytepe, Ankara, 21 Kasım 2019.

Suna Güven, “Eski Ankara: Anlatı, Mekan, Bellek” Açılış Konuşması, 16. Uluslararası Türk Sanatları

Kongresi, Ankara, 2 Ekim, 2019.

Suna Güven, “Antik Kent Düşleri: Roma, Hadrianus, Tivoli” DoğuBatı, 2014:68, 9-22.

Suna Güven, “Ankara’nın Taşına Bak: Kentsel Bellek ve Süreklilik Üzerine” Cumhuriyet’in Ütopyası: Ankara, der. Funda Şenol Cantek, Ankara Üniversitesi

Yayınevi, Ankara, 2012, s. 32-41.

Musa Kadıoğlu, Kutalmış Görkay, Stephen Mitchell, Roma Dönemi’nde Ankyra, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011.

Wole Soyinka, Afrika’ya Dair, çev. Merve Yalçın, Hece Yayınları, İstanbul, 2014

Marcus Vitruvius Pollio, Mimarlık Üzerine On Kitap, çev. Suna Güven, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, Ankara, 2005.

42


iç kısmında, iki tarafta, Hacı Bayram Veli

dergahının hocaları için bugün izi kalmamış on

oda görülebildiği yazılmaktadır bu gezginler

tarafından. Daha sonraları birçok gezginin

uğrak yeri olan alanda araştırmalar, sınırlı da

olsa kazılar yapılmış, yazılar yazılmıştır. Kutsal

alandaki tapınağın yanıbaşındaki cami 15.

yüzyılın başlarında yapılmış olup yanında türbe

vardır.

Arkeologlar tarafından Frig izleri de ortaya

çıkarılmış olan bu alanda, şimdi görülen

tapınaktan önce bir Anadolu tanrıçasının kutsal

yeri bulunabileceği öne sürülmüştür. Romalılar,

şimdi gördüğümüz tapınağı iki dilli yazıtlarla

donatarak Anadolu’da Roma egemenliğinin

simgesi haline getirmişlerdir. Bizanslılar, pagan

dünyasının bu görkemli tapınağının duvarlarına

pencere açmış, yapıyı bir bazilikaya

dönüştürmüşlerdir. Bu dönüşüm sırasında binada

başka değişiklikler ve eklentiler de yapılmıştır.

(Görsel 4,5,6,7) Daha sonra Hacı Bayram Veli’nin

camisi ve türbesi aynı kutsal mekanın

yanıbaşında yükselmiştir.

Hoşgörü sahibi, alçakgönüllü bir

Anadolu velisi olan Hacı Bayram’ın,

Roma imparatorluğunun görkemini

ve gücünü temsil eden bir yapı ile

birlikteliği çok çarpıcıdır gerçekten.

Romalıların tanrısı ile Hacı Bayram

Veli’nin tanrıları farklıdır. Zıtlıkların

birlikteliği burada ibret verici ve

olağanüstüdür. Ankara’ya evrensel

bir değer katar.

Bütün bunlar, Gregor Samsa’nın başına geldiği

gibi kuşkusuz bir gecede gerçekleşmedi. Ama

geçirilen dönüşümler sayesindedir ki, burası

yüzyıllardır yaşıyor. Şimdi de öyle. Yerli ve

yabancı ziyaretçiler, hoparlörlerden yayılan

ezgiler, fıskiyeli sular ve ahşap bir köprüden

geçerek burada dolaşıyorlar. Tapınağa bakıp,

camide ibadet ediyorlar. Türbeye de hürmet çok,

ziyaretçileri eksik olmuyor.

Mimarlığın en eski yazarı Vitruvius’un, bilginin

görülebilirliği üzerine, konumuza uygun düşen bir

serzenişi var. Romalı yazar, tapınaklarla ilgili

üçüncü kitabının girişinde, Yunanlı bilge

Sokrates’in ağzından şöyle der:

......onun (Sokrates’in) bilgelik ve engin bilgisiyle,

insanoğlunun duygularını gizlemeyip açıkça

sergilemesi için göğsünün açık pencerelerle

donanmış olması gerektiğini söylediği anlatılır.

Keşke doğa bu düşünceyi izleyerek onları

böylesine ortada ve açık bir şekilde yaratmış

olsaydı ! Böyle olsaydı, yalnızca aklın kolaylıkla

görülebilen erdem ve kötülükleri değil, çeşitli

bilim dallarındaki bilgisi de açıklıkla gözler önüne

serilmiş olacak, güvenilmeyen yargı güçlerinin

değerlendirmesine gerek duyulmayacak, okumuş

ve bilge olanlar eşsiz kalıcı bir nüfuz

kazanacaklardı.

Biz de şöyle diyelim:

Gönlünün pencerelerini aç, Ankara’nın

taşına bak!

Fotoğraflar: Suna Güven

43


Fatma Şule Kalyoncu


M E N K

NE-

Sİ-

MA

A


THE PLACE OF FILM: Cinematic

Fransız Yeni Dalgasının en ünlü

filmlerinden Les Quatre Cents Coups’un

(François Truffaut, 1959) anahtar

sahnelerinden birinde, başkahraman

Antoine Doinel okuldan kaçıp gittiği

karnavalda Rotor adli bir aygıta biner.

İçi boş silindir şeklinde bir karuselden

ibaret olan Rotor hızla dönerken zeminini

yavaş yavaş indirerek içinde ayakta

duran insanların merkezkaç kuvvetiyle

duvarlarına yapışıp havada kalmasını

sağlayan ve dolayısıyla yerçekimini

alt eden bir alettir. Yerden yukarıda,

duvara yapışık halde kendi etrafında

dönen Antoine’i film boyunca ilk defa

bu sahnede gülerken görürüz. Rotorun

on dokuzuncu yüzyılda popüler kültürün

önemli bir parçası olan ve sinemayı

öncüleyen Zoetrope’a benzerliği

sebebiyle bu sahne hem sinema tarihine

gönderme yapar hem de sinemanın

dinamik ve özgürleştirici potansiyeline

dikkat çeker. Benim için bu sahnenin

en önemli kısmı ise sinemanın nasıl

mekân anlayışımızı yıkıp sil baştan

kurabileceğine dair sinema tarihinin en

güzel örneklerinden birini teşkil etmesidir.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık

Bölümü’nde bu dönem beşinci defa verdiğim The

“Place” of Film: Cinematic Spaces, Sites, Settings

isimli ders tam da sinemanın bu potansiyeli ve

bu potansiyeli nasıl sinemayı sinema yapan

görsel ve işitsel unsurları yakından inceleyip

analiz ederek daha iyi anlayabileceğimiz

üstüne kurulu. Dersin odağı, benim geçmiş

deneyimlerim, araştırma alanlarım ve kafamı her

daim meşgul eden konulardan yola çıkıyor. Kendi

eğitim tarihim mimarlık, sanat tarihi ve sinema

çalışmaları alanlarının kesişimlerinde şekillendi.

ODTÜ’den 2003 yılında mimarlık alanında lisans

derecesiyle mezun oldum. Aynı üniversitede

mimarlık tarihi alanında yüksek lisans yaptıktan

sonra, University of Pennsylvania’nin sanat tarihi

bölümünde doktoramı yapmak için Amerika’ya

taşındım. İlk niyetim antik Yunan şehirlerinin

kentsel dokusunu incelemek iken, gerçek ilgimin

ve becerilerimin başka yerlerde yattığını gerek

bölümümde aldığım dersler gerekse ikinci evim

olarak gördüğüm Philadelphia’nın canlı sanat ve

sinema kültürünün bir parçası haline gelmemle

çabucak anladım. Doktora bitirme tezimi bu

yüzden bölgesellik ve ulus-aşırılık, sınırlar ve sınır

geçişleri, ve genel olarak yer anlayış ve duygusu

gibi konuları işleyen deneysel belgeseller üreten

bir film kolektifi üzerine yazdım.

Öğretim kadrosuna katılmak üzere ODTÜ

Mimarlık Bölümü’ne döndüğümde, ilk iş olarak

mimarlık, şehir çalışmaları, sinema çalışmaları,

kültürel coğrafya ve görsellik gibi çeşitli

ilgi alanlarımı bir araya getirecek bir ders

tasarlamaya karar verdim. Dersin ana hatlarını

oluştururken bu farklı alanların yöntemlerini ve

yaklaşımlarını dengeli bir şekilde birleştirebilecek

disiplinler arası bir yaklaşım izleyebilmek en

büyük kaygılarımdan biriydi. Bu süreçte benzer

konuları ele almak üzere hazırlanmış ders

müfredat ve izlencelerini incelediğimde ağırlıklı

olarak ya mimarlık ya da sinema çalışmalarına

46


Spaces, Sites, Settings EKİN PINAR

diğer alanı ihmal pahasına odaklanmış

görünmeleri beni hayal kırıklığına uğrattı.

Bunun yerine, öğrencilere sinemanın ve film

yapımının temel unsurlarını tanıtabileceğim ve

aynı zamanda bu unsurların sinematik mekan

ve mekan duy(g)usu inşa etmek için nasıl bir

araya geldiklerine aşina olabilecekleri bir ders

içeriği tasarlamaya karar verdim.

Konuyla ilgili başka birçok ders ve akademik

yaklaşımdan farklı olarak, sadece filmlerin arka

planlarında görünen setlerin ve ortamların

tasarımına değil; aynı zamanda mizansenin

diğer unsurları, kurgu, sinematografi ve sesin

sinematik mekân ve yer temsillerine nasıl

katkıda bulunduğuna odaklanmak istedim.

Aynı zamanda, mimarlık ve sinema çalışmaları

arasındaki kesişimin filmlerde mekânın temsili

ile sınırlı olmadığını bildiğimden, farklı medya

ortamlarında izleyicinin mekân ve/veya yer

duygusuna ne olduğunu öğrencilerle birlikte

keşfetmek istedim. Bu amaçlar etrafında

kurguladığım ders şemasını her hafta belli bir

yer ve mekânın sinemayla çarpıcı bağlantılarına

değinecek şekilde düzenledim. Haftalar kendi

içinde sırasıyla mizensan, ev, kent, animasyon ve

dijital dünya-kurumu, sinema mekânları, sınırlar,

müze, set/hapishane/ev, sokak ve gezegen gibi

başlıklarla çeşitli sinemasal anlatım, teknoloji

ve gösterim pratiklerinin belli yer ve mekânlarla

kurduğu ilişkileri işliyor. Aynı zamanda ilk üç

hafta tek tek sinemanın mizensan, kurgu, ses ve

sinematografi ögelerinin sinemada yer ve mekan

kurulusundaki rollerine ağırlık vererek üstünde

duruyorum. Öğrenciler her hafta dersin ikinci

yarısında o haftanın temasına örnek teşkil etmesi

sebebiyle seçtiğim ve derse gelmeden izledikleri

bir film üzerine tartışıyorlar.

Genel olarak dersteki tartışmalarımız

sinemanın şekil verdiği mekânsal temsillerin

tarihsel, sosyal ve kültürel ayrımlarının yani

sıra biçimsel ve üslup tekniklerinin de film

sanatında mekânsal anlatıyı nasıl organize

ettiklerinin üstünde duruyor.

Öğrenciler dönem boyunca ders esnasında

verdiğim çeşitli analitik düşünme egzersizleri

dışında bir sunum gerçekleştirip bir de kısa

film yapıyorlar. Sunum kendi seçecekleri bir

filmin mekân ve yer-kurumunu ders boyunca

öğrendikleri görsel-işitsel ögeler üzerinden

inceleme ve analiz etme yeteneklerini

pekiştirmeyi amaçlıyor. Gruplar halinde çektikleri

kısa filmler ise bir mekân veya yer temasını

odağına alarak sinemasal anlatı üretebilme

probleminden yola çıkarak sinemasal mekân

veya yer temsilini yaparak öğrenmelerini

amaçlıyor. Verdiğim her dönem benim için

inanılmaz keyifli geçen ve her dakikasından

büyük zevk aldığım bu dersin beni en mutlu eden

kısmı da öğrencilerin ürettiği bu filmler oldu.

En başından itibaren öğrenciler, sınırlı teknik

imkânlarına rağmen, yaratıcılıklarını, konuya

ilgilerini ve dersin üstünde durduğu sinemasal

ögeleri yetkinlikle anladıklarını ortaya çıkardıkları

harika filmlerle en güzel şekilde gösterdiler.

Tam da bu sebeple, derse dair ileriye dönük

planlarımdan biri bu filmlerden oluşan bir sergi

ve dijital arşiv oluşturup ders dışından insanlarla

da bu ürünleri paylaşabilmek.

Görsel 1: Les Quatre Cents Coups (400 Darbe), François Truffaut, 1959, kaynak: The Cine-Files

Görsel 2: Les Quatre Cents Coups (400 Darbe), François Truffaut, 1959, kaynak: The Cine-Files

47


tarkovski sineması

mekânsal bir deneyim olarak

STALKER

Fatma Ece Gürsoy



öğrenci incelemesi

Sovyet yönetmen, yazar ve aktör Andrei

Tarkovksi sinema tarihine tüm zamanların

en büyük ustalarından birisi olarak adını

yazdırmayı başarmıştır. Profesyonel

hayatı boyunca özgün sinematografisi ve

ağır şiirsel, felsefi dili ile ön plana çıkması

her şeyden önce bir sanatçı olarak ele

alındığında pek şaşırılacak bir şey

değildir. Ve hatta yine bu çizgisi belki de

onu Sovyet sinemasının nadir ve en

önemli auteur* figürlerinden birisi yapan

şeydir. Sinemada mimari mekansal

deneyimlerden söz açıldığında da usta

yönetmeni anmayı kendime borç bilirim.

Tarkovski zaman ve mekan arasında

kurduğu gerilim ve şiirsel gerçekliğin

simbiyozu ile mimarinin fenomenolojik

temelini vurgulamaktadır.

Bu yazıda ise sinematografisi, yaşayan ve

yaşanan mekanlarıyla 1979 yapımı Stalker‘ı ele

alıyor olacağım. Arkadi ve Boris Strugatski

kardeşlerin Uzayda Piknik adlı kısa romanının

oldukça özgür bir uyarlaması olan film ‘Bölge’

adı verilen alana yolculuğu konu edinmektedir.

Bölge, insanların en derin arzularını

gerçekleştirdiğine inanılan bir odayı

barındırır.Fakat oda, insanların bilinçli

zihinlerinde taşıdıkları hayalleri değil daha derin

istekleri hatta korkunç olanları bile yerine

getirerek ona ulaşanların gizli arzularını ortaya

çıkarır. Tarkovski’nin diğer filmlerinde de üzerinde

durduğu inanç teması bu filmde Bölge’ye

aradıklarını bulma umuduyla giden ziyaretçilerin

inancı olarak karşımıza çıkıyor.

Film, geleceğe dair inancın kalmadığı bir

distopya ile açılıyor. Stalker’ın doğduğu şehirde

geçen bu sahnelerde son derece kasvetli sepya

tonları hakim. Tamamen sanayileşmiş ve

yoksulluk içinde bir geleceğin korkunç bir

yansıması olan bu şehirde insanlar da çevresi

kadar yıpranmış ve bitkin durumda. Stalker’ın

kendisi ise materyalist dünya ile bağlarını

kopartmış bir karakter. Mutluluğun bölgede

olduğuna inanan ve bu mutluluğu başkaları ile

paylaşmayı da her şeyden üstün tutan

Stalker’ın hayatını anlamlı kılan şey yaptığı iş.

Bölge’nin rahibi için bölgenin kendisi bir öteki

dünyaya, bağımlılığa dönüşmüş durumda.

Bölge’ye girerken Tarkovski uzaydaki yer

değiştirmeyi renk paletindeki değişimle

vurgulamaktadır. Bölge, dibine kadar

gerçekliğe batmış, çürüyen dış dünyaya tam bir

tezat oluşturan organik bir büyüme içerisinde.

Hayat dolu bu mekanın alt katmanları ise yirmi

yıl önce yerle bir olmuş insan yaşamından

kalıntılarla dolu. Tanklar ve diğer savaş aletleri

Bölge'nin her yerine dağılmış durumda. Yine de

garip bir şekilde çürüyen bu metal kütlelerinin

görüntüsü moral bozucu olmaktan çok sakin,

hatta sakinleştiricidir. Ve hatta insanlığın

acımasız silahlarını kucaklayan doğa bölgeye

barışçıl bir hava katmaktadır.

Bölge fizik kanunlarının askıya alındığı, çiçeklerin

kokmadığı, tasvir edilmesi zor bir mekan

olmasının yanında yaşayan, adeta nefes alan

ve aldığı her nefeste değişen, devinen bir

mekan olarak karşımıza çıkıyor. Bölge canlıdır ve

ziyaretçilerine göre değişen bir dünyadır.

Stalker’ın iddiasına göre ise yolcular samimi

arzularla geliyorlarsa korkacak bir şeyleri yoktur.

Aksi taktirde bölge değişebilir ve tehlikeli bir yer

haline gelebilir.

Stalker için bölge maneviyata kavuştuğu

mekandır; bir ev, bir ibadethane, sonsuzluğun

bir temsili. Bölgeye girdikleri sahnede Stalker’ın

‘’Sonunda evdeyiz.’’ demesi ve ardından tek

başına uzaklaşarak ayaklarının altındaki

toprağa dua ediyormuşçasına eğilip yeşillikler

arasına uzanması da bu savı destekler

niteliktedir. Bu sahne maneviyatla ilgili

geleneksel fikirlere bir tepki olarak da

yorumlanabilir, Stalker’ın cenneti göklerde değil,

yerdedir.

50


Bölge’nin kendisi Rusya’nın Çelyabinsk

Oblastı’nda bulunan gerçek bir nükleer felaket

bölgesine kurgulanmıştır. 1957 yılında 30 kadar

yerleşim birimini haritadan silindiği bu felaket

bölgesi şüphesiz bölgenin tasviri ve atmosferi

açısından çok önemli rol oynamanın yanı sıra

Tarkovski’ye de Stalker için en büyük ilham

kaynağı olmuştur.

Stalker zaman ve mekanın birbiri içerisinde

erimesi sonucu zihinsel ve fiziksel mekanların ara

kesitinde izleyiciyi yarattığı kurgusal dünyanın

içerisine çekerek bu sinematik deneyimin bir

parçası haline getiriyor. Belki de bu yüzdendir ki

Stalker zamansız bir eser olarak sinema

tarihindeki yerini almıştır.

*auteur- Sinema bağlamında, auteur kelimesi, bir filmin tüm yönlerine yüksek

düzeyde kontrol uygulayan bir yönetmeni tanımlamak için kullanılır. Auteur

yönetmenleri kendine özgü bir stile sahiptir ve genellikle yönetmenin yanı sıra,

kendi filmlerinde yazma, düzenleme ve bazen oyunculuk gibi diğer rolleri de

üstlenirler.

51



REAR

WINDOW

Hitchcock

Sinemasında

Gerilim

Tek Mekan

Fatma Şule Kalyoncu


öğrenci incelemesi

Rear Window, tartışmasız bir başyapıt olmakla

beraber gerilim sinemasına da yeni bir soluk

getirmiş etkileri halen daha devam eden

bir eserdir. Alfred Hitchcock’un 70’e yakın

eserinin arasından Rear Window, François

Truffaut’ya göre sinema hakkında bir sinema

filmi olarak sıyrılmaktadır. Pek çok farklı açıdan

incelenebilecek olan filmi kimileri yönetmen

Hitchcock gibi aşk filmi, kimileri bir dedektiflik

filmi olarak görür.

Ana karakter Jeff, talihsizlik sonucu bacağını

kırmış bir doğa fotoğrafçısıdır. Daha önce pek

de dikkat etmediği çevresini izlemekten başka

yapacak bir şey bulamayan Jeff, tüm gün

camdan dışarıyı, daha doğrusu komşularını,

izler. İşte tam bu nokta filmi çok özel kılmıştır.

Bir sahne haricinde tüm film ana karakter

Jeff’in apartman dairesi ve o dairenin camında

görebildiği çevre ile sınırlıdır. Bu durum izleyiciyi

Jeff’in camından birinin katil olduğuna inandığı

komşularına bakarken hikayenin geliştiğini

görmeye zorlar.

Bu durumda Jeff de sinema seyircisi gibi

oldukça edilgen bir konumdadır. Etrafında

olanları ancak, camında çıplak gözle ve

kamerasının lensinden takip edebilmekte,

durumlara müdahil olamamaktadır. Zamanla

gözetlediği komşularının hayatıyla kendi hayatı

arasında bağlantılar kurar. Bir bir takip ettiği

komşularının hayatlarından kesitleri kendi

bilinçaltının yansımaları olarak karşımıza

çıkar. Yalnız ve alımlı bir balerin, yeni evli çift,

monoton hayatları içerisindeki yaşlı çift ve

ardından Jeff’in iddiasına göre karısını öldüren

adamla birlikte kendi korkularını bir bir izler.

Tek mekan mizansenin içindeki edilgenlikle

beraber Hitchcock, ses ve müzik, kamera

54


hareketi ve bakış açısı, sahne yapısı, yazma

ve oyunculuk gibi diğer sinema araçlarını

kullanarak gerilimi yavaş yavaş inşa eder.

Hitchcock seyirciyle Jeff arasındaki bağlantıyı

kurarken bunu apaçık yapmaz bağlantıları

keşfetme işini seyirciye bırakır. Seyirci nasıl

perdeyi izliyorsa Jeff de camından avluyu izler

ve cinayeti çözme işini noktaları birleştirerek

oldukça edilgen bir şekilde olaylara seyirci

olarak yapar. Bu noktada yönetmen sadece

sette değil, seyircinin belleğinde de benzer bir

mizansen yaratır, bu düzeyde bir sinemasal

katılım Hitchcock’un ustalığını bize gösterir. Pek

çok farklı, ilgisiz olay örgüsü varmış gibi görünse

de, Hitchcock hepsini camı kullanarak bir araya

getiriyor.

Hitchcock filmin olay örgüsünü

“sinematik bir fikrin en saf ifadesi”

olarak tanımlamıştır. İzlemek ve

izlenmek arasındaki gerilim ve

optik aletlere olan açık sözlü

ilgisi nedeniyle, Rear Window

defalarca bakış ve sinematik

aygıtın bir alegorisi olarak

görülmüştür. Ana karakter melez

bir yaratık olarak da görülebilir,

yarı insan yarı kamera lensi gibi.

Daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak

şehir hayatındaki iç mekanların yakınlığını

irdeleyen filmde karakterlerin, kentsel yaşam

dinamiklerini ve karakterlere rehberlik eden

sosyal davranış kurallarının kamera gözünden

şekillendirilmesiyle iç ve dış arasında bir köprü

kurulmuştur. Yarı özel yarı kamusal avlunun

etrafını saran apartman bloklarındaki toplumsal

temsiller ve ona kodlanmış gözetleme biçimleri

arasındaki diyalektiğini ele alan film, kentsel

yabancılaşma ve görsel güç arasındaki ilişkiyi

tartışıyor. Kameraların ve diğer gözetleme

sistemlerinin hem kamusal hem de özel

alanlarda her yerde olduğu bir çağda çok daha

önemli hale gelen bir şey. Rear Window, sınırları

artık mimari yapılarla değil, ekran ve mercekle

tanımlanan postmodern bir kentsel mekanı

duyuruyor da diyebiliriz.

55


öğrenci yazısı

Sabİt kalan döngü

Döngü

Güney Gürsu Tonkal

ODTÜ, Mimarlık

Döngü dediğimiz şey ritüellerdir.

Yaşamımızdan yola çıkarak çevremizi anlamaya

başlamamız doğum anımız ile başlar. Bu andan

itibaren hiçbir şey geriye bakmaksızın ileriye

doğru gider. Aslında ileriye doğru gitmez. İnsan,

kendi yaşamında döngüler içinde devam eder.

Tıpkı Güneş sistemimizin dönerek evrende yol

alması gibi. Her bir sene geçtiğinde insan bir

yaşına daha girer. Bir sene sonra bir yaşına

daha girer. Böylelikle tekrar eden döngüler

içinde yaşamımızı sürdürürüz. Öyle ki, yıllar, aylar

ve hatta günler boyunca yaptıklarımız, her

defasında farklı olarak gerçekleşir. Ama yine de

ritmik bir şekilde ileriye doğru devam eder. İşte

bu bizleri çevreleyen dünyada, kültürümüzdeki

ve mekânımızdaki bizim yaşam döngümüzdür;

yani ritüellerimizdir.

Ritüellerimiz, Dünya ile danstır; kimi kısa sürer,

kimi ise ömür boyu.

Ritüellerimiz yaşamımızın en kısa anında bile var

olabilirler. Örneğin her sabah erken kalkıp ellerini

yıkamak, işe gitmek için her gün trafiğe belirli bir

saatte çıkmak gibi. Ve gün içinde yaptığımız

eylemler o gün için biter, bir sonraki gün yeniden

başlar.

döngü

Yarın tekrar uyanır ve elimizi yıkarız, eşyalarımızı

toplar çalışmak üzere işimize gideriz.

Bir tasarımcı için yazarsam, tasarımcı, her gün

içinde bulunduğu doğada çevresini ilgilendiren

problemlerle ilgilenir, o problemi çözer ve

tekrardan başka bir problemlerle ilgilenmeye

başlar. Tasarım yapmak özünde bir ritüeldir.

Ritüellerimiz ile kültürümüzü oluştururuz.

Hayatımızın her alanında gerçekleştirdiğimiz

eylemler ile birlikte kim olduğumuza dair tanımlar

elde ederiz. Yaptığımız günlük işler, günlük

eylemler düzenli olarak bizleri etkiler. Yaptığımız

bu işlerle de kendimizi tanımlarız. Kişi olarak

gerçekleştirdiklerimiz kişiliğimiz, kim olduğumuzun

tanımı ise kimliğimizdir. Devingen şekilde

gerçekleştirdiğimiz işler (ritüeller) ile yeni yaşama

alışkanlıkları ediniriz.

Yakın çevremizden örnek vermek gerekirse, bir

tasarımcının sabahtan akşama kadar yaptığı

işlerin aylar ve günler boyunca tekrar etmesi o

kişinin yaşama alışkanlıkları olarak

nitelendirilebilir. Bu alışkanlıkların da yıllara

yayılmış tekrarı, tasarımcının yapma kültürünü

oluşturur. Bu şekilde üst üste binerek devam

eden alışkanlıklar, tasarım kültürünü oluşturur.

Kültürümüz, yıllardır olagelen yaşam

alışkanlıklarımızın sonucudur.

Ve de günümüze kadar ulaşanlar

geleneklerimizdir.

Ritüelle oluşan kültürümüz devingendir.

56


Mekân sabit kalan döngüdür.

Bize kim olduğumuzu anlatan kültürümüz içinde

yaşadığımız çevreyi de şekillendirir. Bir şekilde

süregelen çevre, kendisini de kültüre göre

yeniliyor; değişiyor. Fakat, içinde yaşadığımız

boşluk bizlerin kendi yaptığımız, ürettiğimiz,

çalıştığımız işlerin sürdürülebilmesi ile var

olabiliyor. Yaşamımızın ritüelleri ile birlikte bizimle

döngü içindedir mekân. Mekân, biz içinde

kültürümüzü gün gün, ay ay, yıl yıl tekrar ettikçe

kendisini oluşturabiliyor. Böylelikle sabit kalıyor.

Bizim sabit kalan döngümüz ile mekân da sabit

kalıyor, ancak biz var oldukça anlam kazanıyor.

Ritüeller ile beslenen mekân, üretilen kültürel

değerin sürdürülmesini sağlıyor. Bireyin ve

toplumun sahip olduğu ritüeller, toplumsal

değerler olarak mekâna yansıyor.

Her birey birer desendir; kendi sınırları içinde

gezinir, üretir, kim olduğunu öğrenir. Zaman ile

kültürünü oluşturan toplumlar da bin bir

desenlidir. İşte, zamanla ortaya çıkan

alışkanlıklar, gün içinde, bir diğer deyişle,

devingen zaman dilimi içinde belirli mekânsal

desenler (pattern) oluşturur. Kentler, yaşam

biçimleri, mekâna göre tekrar düzenlenir.

Bir doğanın içindeyizdir, doğanın desenleri

içinde seçeriz yerimizi, bazen uzak bazen yakın

konumlanırız, bazen faydalanır bazen hiç

dokunmayız. Doğa ile birlikte oluşur mekân,

doğanın döngüsünden aldığımız parçalardır

malzeme dediklerimiz. Bence bakmalıyız

dokusuna doğanın. Yerinde koymalıyız doğayı.

Mekân da olamamalıdır doğayı yerine

koymadan.

Ve mekânsal desen, yapının bir parçasından

bütününe, üçüncü boyuttaki mekansal

organizasyonunu, biçimini oluşturmaya başlar.

Zaman sonsuza kadar dönsün diye içinde. Sonra

değişiriz, zaman geçer, yeni bireyler doğar,

yaşam ritüelleri değişir, desenler değişir, mekân

değişir. Artık eylemlerimizi farklı yollardan, farklı

şekilde yaparız. Yakın çevremizi de bu şekilde

dönüştürürüz. Kitapları kaldırır, rafları kaldırırız,

teknolojiyi kaldırırız, görüşümüzü düzler,

manzaramızı şehirden uzağa çeviririz. Aşağıdan

yukarıya bakmak yerine yukarıdan aşağıya

bakarız, aşağıda olsak bile. Üzerimizdeki

desenlerimiz değişir, farklı düşünür farklı yaşarız.

Bazen getiririz arkamızdakini, bazen getirmeyiz.

Jantar Mantar (Delhi): Gezegenleri, Güneşi ve

yıldızları izlemek için yapılmış gökyüzünü izlemek

için mekân. Geceyle birlikte doğar mekân, suların

arasından gecenin yükselişi gibi Dünya’ya ve

insanlara bir jest yapar. Mekân, boşluğu kavrar,

amacına uygun hizmet etmek için kıvrılır, döner,

basamaklanır. Uzaklara doğru uzanır ve

döngüyü izlemek için bizleri davet eder. Evren ile

birlikte yaşatır bizi, her şey burada döner:

yıldızlar, gezegenler, doğa. Yer sabit kalır. (2020,

https://www.jantarmantar.org/gallery/blackWhit

eGallery/index.php )

Ancak söylemem gerekir ki;

Hızla dönüşüyor her şey. Bir yenisi illaki çıkıyor

ortaya, bir yenisi adlandırıyor kendisini yeniden.

Bir kez daha oluşuyor şeyler. O yüzden önce

yerimizi anlayalım. Durduğumuz yer, gözümüzü

açtığımızdan beri bir kararıp bir aydınlanmakta.

Döngüler içinde geçen zamanımız, durmaksızın

aynı ritüelleri yeniden yaşamakta. Bitmek bilmez

bir çember bu. Gece ve gündüz, yaz ve kış. Sabit

kalan döngü.

Bu döngü içerisinde yaşam, tüm uzuvları ile

Dünya’ya uyum sağlıyor. Üzerinde durduğumuz

Dünya, uzaydaki bir çemberin yolunda bitmek

bilmez bir şekilde yol almaya devam ediyor. Ve

başladığı yere tekrar gelmeye devam ediyor. Her

defasında bunu belirli periyotlar ile

gerçekleştiriyor. Bizler oluşuyoruz önce, toplumu

ve kültürümüzü, en sonunda mekanımızı. Hepsi

bu ritüelin bir parçası. Hepimiz.

Okuma Önerisi:

Julio Cortazar, Gözlemevi

Kaynaklar:

(2020), Patterns of Rituals in the Construction of Traditional

Architecture, https://pranaworld.net/pranahome/patterns-of-rituals/

Görseller:

(2020), Black and White,

https://www.jantarmantar.org/gallery/blackWhiteGallery/index.php

57


öğrenci yazısı

MİMARLIK

PROBLEM

ÇÖZME

SANATI

Başak Şengül

Bilkent Üniversitesi, Kentsel Tasarım ve Peyzaj

Mimarlığı

Usta-çırak ilişkisinin hüküm sürdüğü bu güzel

alanda bir ustam, çırak olan bana, hayatımın ilk

jürisinin sonunda “Tasarım, mimarlık problem

çözme sanatıdır, bunu sakın unutma.” demişti. O

dönem jürinin verdiği gerginlikle içimden “Bir türlü

ne sanatı olduğuna karar veremediler.” deyip, bu

tanımı çok düşünmemiş ve doğru bulmamıştım.

Çok başında olduğum bu disiplinin, birçok

arkadaşım gibi anlaşılması zor, uğraş ve emek ile

yoğurulan, yorucu bir alan olduğunu düşünürken,

pandemiyle birlikte daha zorlayıcı bir hal aldı. Bu

disiplin alışık olmadığımız bir platforma taşınmak

zorunda kaldı ve zorunlu bir dönüşüm içine girdi.

“Online Eğitim” adlı bir konsept ortaya çıktı.

Fiziki ortamda bile yapılması, uygulanması ve

anlaşılması bu denli zor olan bir disiplin nasıl bu

platforma ayak uyduracak; uygulamanın önem

taşıdığı, görmenin ve bakmanın bile birçok şeyi

değiştirdiği bu disiplin nasıl dijital bir şekilde

uygulanılacaktı?” düşüncesi beni de herkes gibi

endişelendiriyordu. Ölçüler nasıl anlaşılacaktı?

Diyelim ki uygulandı, bir şekilde malzeme temin

edemez ve ekipmanlarımız bile yanımızda

değilken nasıl bir şeyler üretecektik? Benim

stüdyo derslerinin dönüşeceğine inancım yoktu.

Batuhan Türkay

58

Tutku Kaymaz


“Mimarlık problem çözme sanatıdır.” Ustamın

söylediği bu sözün doğruluğunu bu dönüşüm

sürecinde anladım. Gerçekten bu probleme

tasarım problemi gibi yaklaşılıp en uygun şekilde

adapte edilmişti dersler. Tabii ki bu eğitim biçimi

yüz yüze olduğu kadar başarılı değildi, eksileri

daha fazlaydı ama eksileri bir nevi minimize

edilmişti ve pratik bir tasarım önümüze

sunulmuştu. Diğer bölümlere göre dönüşümünün

zor olacağını düşünürken tam tersi biçimde bir

tasarım sunmuşlardı. “Bu online dönüşüm,

hocalar ve öğrenciler arasındaki sanal sınırı

yıkmıştı. Normal döneme göre daha geniş çaplı

kritikler aldığımı ve hocaların projelerime daha

ilgili yaklaştığını gözlemledim. Çektiğim en büyük

eksiklik ise maket yapma sayesinde kazandığımız

bilgileri bu dönüşümde kazanamamak oldu.

Maket yapmanın ilk iki sınıf için çok gerekli bir

yöntem olduğunu, tasarımı kendi elimle

dokunabildiğim somut bir ürüne dönüştürerek

çok şey öğrendiğimi düşünürken online öğretimin

getirdiği dijital program kullanımı, özellikle bu

yönde, bazı eksiklikler doğurdu. Mesela bazı

dijital programlara göre her tasarım ayakta

kalabiliyor ve kurulan bağlantıların güçlü olup

olmadıklarının pek de farkında olamıyordum.

Fakat makette bunun ayrımına varabiliyordum.

Buna ek olarak kalem ve kâğıttan biraz

da olsa ayrılmanın kendi çizgimi

bulmamı engellediğini, çizgilerimi bir

fabrika ürününe dönüştürdüğünü fark

ettim. Çünkü artık kalemim, bilgisayarın

faresiydi.

Bu nedenle, bu sürecin kendimi çizerek ifade

etmemi güçleştirdiği kanısındayım. Neyin

uygulanabilir, neyin güçlü bağlantılar kurduğunu

anlayamamak gibi eksikliklerin yanında, dijital

programları online dönem sayesinde önceden

tanımak, bilgisayar destekli çizim programlarına

yetkinliğimi arttırdı. Tam da içinde

bulunduğumuz çağa uygun bir şekilde dijital

ortamın tam ortasında bulduk kendimizi. Sonuç

olarak, bu dönem içerisinde dijital programlarda

yetkinleşmem sebebiyle ileriki sınıflarda bu

yönden çok sıkıntı çekeceğimi düşünmezken,

ürettiğim tasarımlara elimle dokunup

hissedememenin getirebileceği eksikliklerin

endişesini de bertaraf edememekteyim.

Mehmet Efe Meraki

59


tasarımcı: ahmet altun

A Modern Geometric Font Family

abcçdefgğhıijklmnoöprsştuüvyz

ABCÇDEFGĞHKİJKLMNOÖPRSŞTUÜ

VYZ123456789zarif abcçdefgğhıijklm

noöprsştuüvyzABCÇDEFGĞHIİJKLM

N OÖPRSŞTUÜVYZsade.1234567890

abcçdefgğhıijklmnoöprsştuüvyz

ABCÇDEFGĞHIHEYECANLIİJKLMN

OÖPRSŞTUÜVYZ123456789abcçd

efgğhıijklmenerjiknoöprsştuüvyz

ABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞTU

ÜVYZ1234567890abckapalı çdefgğh

ıijklmnoöprsştuüvyzABCÇDEFGĞ

HIİJKLMNOÖPRSŞAÇIKTUÜVYZ12

34567890abcçdefgğhıijklmnoöpr

sştözgünuüvyzABCÇDEFGĞHIİJKL

MNOÖPRSŞTUÜVYZ123435İZMİRLİ

567890abcçdefgğhıijklmnoöprsş

tuüvyzABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖP

RSAHMET ALTUNŞTUÜVYZ1234567

890abcçdefgğhıijklmnoöprsştuü

vyzABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞ


stu

dio

wor

ks


PERFORM

A SCAPE

1.2

Scale: 1/200

Construction Principles: Weaving, aggregation, or vertical sectioning from

units designed by the students.

Focal points: Design a perform-a-scape featuring three interrelated stages

for a live performance of The Grand Budapest Hotel.

Useful keywords: Human scale, various degrees of enclosure, proportions,

permeability, and accessibility, structural stability.

Materials: Readily available materials such as sugar cubes, pasta,

matchboxes, or newspapers, sketch papers, toilet paper rolls, etc. by

operations such as folding, bending, twisting, or rolling.

Emin Amirkhanov


Scale: 1/200

Category: Educational Facility Design.

Area: 6.000 m² campus area.

Focal points: To form coherent architectural spaces according to the scale,

number of people and educational function, to facilitate multiple buildings

work together within a campus space with the campus common facilities

such as sports hall or cafeteria, to review and analyze structural and

functional integrity with facade and space design according to diverse

specialities.

Useful keywords: Flexibility, spatial quality according to function,

re-programming.

BASE2.2

63


3.2

studio works

A Performative Space for Imaginations in

flux: An Experimental, Avant-Garde Theatre

in Phocaea

Category: Avant-Garde Theatre.

Area: 4.500 m² + surrounding outdoor spaces.

Scale: Varying scales of drawings including details,

plans and sections.

Useful Keywords: Flexibility, landscape,

experimental design, contemporary space,

movement, performance.

Infilling with Knowledge and Inspiration;

Social and Cultural Nodes in Dolapdere

Category: Multi purpose spaces, short term

accomodation facilities, cultural / commercial

spaces.

Area: 4.035 m².

Scale: Varying scales of drawings including details,

plans and sections.

Focal points: Re-modelling of spaces according to

social, cultural, recreational, humanistic causes,

and creation of a socio-cultural hub for the city as

a focus of importance.

Useful keywords: Firmness, usefullnes, functionality,

flexibility.

A New Conservatory Building in ITU Maçka

Campus

Category: Educational Facility.

Area: 8.000 m².

Scale: Varying from 1/200 to 1/1000.

Focal points: Integtration with the historic context

of the Maçka campus, integration with the rest of

the campus buildings, redesigning the circulation

of vehicules and pedestrians.

64


STIGMERGIC-SCAPES: After the Removal

of Bodrum Terminal

Category: Urban Space.

Area: 25.000 m².

Location: Bodrum / Muğla.

Focal points: Every student defines own unique

problems and solutions, so the focal points vary.

Useful Keywords: Stigmergy, deep, manifold,

motion, fluidity, underwater harvesting,

environment, traces, artifacts, agents.

RESTORING LIFE / REBUILDING

COMMUNITY / RECONSTRUCTING CITY:

Architecturel Responses to Urban and

Social Readaptation in Traumatised

Contexts Ideas and Proposals for Elazığ

Category: Disaster Sensibility Center (Mixed

Use).

Scale: 1/500, 1/200, 1/100, 1/50.

Area: 18.000 m².

Location: Elazığ.

Focal Points: Recovering society, coordinating

crises, reproducing cultural memory.

Useul Keywords: Making connections, taking

help, practising cultural heritage, working with

experts.

4.2

ON THE EDGE OF THE CITY: A Creative

Center at the Port of İzmir

Area: 25.000 m² Closed Space.

Location: İzmir / Alsancak

Focal Points: Starting with an urban scale and

ending with a building scale.

Useful Keywords: The relations with the city itself,

history of the city, the position of the city in the

country, climate, free to choose a function.

DESIGN FACTORY FOR CREATIVE

INDUSTRIES

Category: Mixed- used typology including

educational, performative and commercial

spaces.

Scale: 1/200, 1/100 for details.

Location: İzmir / Alsancak/ 1.Kordon .

Focal Points: Designing within a developed

urban area, realistic concerns and boundaries.

65


1.2

Urban Quarter

Category: Living unit, living complex, urban

ensemble, urban quarter.

Area: 700 m x 700 m.

Focal Points: Applying the basic design

concepts.

Useful Keywords: We created a scenario with the

quarters we created, and we made designs

suitable for this scenario.

2.2

A System

of Systems Nourishing Each Other

Category: Urban-coastal, railway station-urban,

new development zone, urban protection and

pedestrianization projects.

Scale: 1/1000, 1/100000 (for analysis)

Location: Sinop.

Focal Points: Mass space relation, the metaphor

of spine, space hierarchy.

Useful Keywords: Use of building blocks, housing

types, road hierarchy and arrangement,

compliance with topography, population

density, commercial routes, green areas,

pedestrian road and sidewalk use, control of

service roads, use of water element.

3.2

Regional Planning and Strategic Plan

Category: Strategic Plan.

Scale: 1/100000, 1/25000, 1/5000, 1/1000.

Location: Antalya

Focal Points: Design, transportation, economy,

politics.

Useful Keywords: Sufficiency of social facilities,

green spaces, transportation systems.

4.2

Graduation Project

Scale: 1/2000, 1/1000.

Location: Bursa Metropolitan Area.

Focal Points: The Design Track: Urban Design,

The Theme Track: Transportation, Conservation,

Economy and Policy.

66


studio works

DIY Chess Set

Category: Entertainment, self-producing.

Scale: 1/1

Focal Points: Form, structure, production

techniques for target users.

Useful Keywords: Self-production entertainment

ways regarding the new occupations of people

1.2

during the pandemic.

Designing with a Scenario: Study Setting

for Online Learning

Category: Learning space design.

Scale: 1/10 drawings and various scales for

poster design.

Focal Points: Unity of the products, physiological

and pyschological needs of the user, utility,

customization, portability, sustainibility, flexibility.

Useful Keywords: Designing with scenario,

educational space creation, ergonomic

2.2

environment.

Cookbuddy

Category: OpenKitchen.

Focal Points: Sustainable design solutions for a

flexible, adaptable cooking platform enabling

healty eating habits for shared kitchens.

Useful Keywords: Interactivity, flexibility,

applicability, horizontal and vertical expansion,

sustainability, pieces for common use,

3.2

aesthetic, user-friendliness.

Digital Transition

Focal Points: 4th year industrial design studio

education focuses on university and industry

collaborations with many different sectors. In the

Graduation Project, each student is expected to

develop a single design project throughout the

entire semester in collaboration with a company.

4.2

67



Etkili

Bir

Portfolyo

İçin

İpuçları

Tamamladığınız ürünleri tanıtmanın

yollarından en uygunu kendi

portfolyonuzu hazırlamaktır.

CV’nizin yanı sıra portfolyonuz sizin

hakkınızda karşı tarafa daha çok

ipucu verecek ve fikir

uyandıracaktır. Bu sebeple

portfolyonuza vereceğiniz önem,

hayal ettiğiniz birçok kapıyı da

beraberinde açabilir.

Portfolyonuzu hazırlarken, vermek

istediğiniz mesajın içeriği kadar,

biçimi ve kurgusu da önemlidir.

Okuyucunun beklentisini hem teorik

hem de grafik olarak karşılamak

tutarlı bir bütüncüllük

sağlayacaktır. Bu yazımızda sizinle

bu konu ile ilgili birkaç püf noktası

paylaşacağız.

port folyo

port folyo

69


portfolyo ipuçları

Portfolyonuzun

İçermesi

Gerekenler

KAPAK SAYFASI

port folyo

fol yo

CV

İÇİNDEKİLER

En yeni tarihten en eski tarihe önerilebilir.

PROJE DETAYLARI

Projeyi en iyi anlatan görsellerin yerleştirilmesi

önerilir.

70


Doğru

Font

Seçimi

Uygulanışı

Renk

Paletleri

Yazı, görsel ve duyumsal algıyı bağlayan bir araç

görevi görür. Bu nedenle kullanılacak yazı tipi,

karakteri, rengi, kalınlığı ve bu kararların tümünü

oluşturan font seçimi elinizdeki en güçlü grafik

araçlardandır.

SERIF Mİ SANS-SERIF Mİ ?

Serif fontlar baskı için tercih edilebilir. Okuması

daha kolaydır, çünkü “serifler” yani “tırnaklar”

sayesinde gözümüz harfler daha kolay algılar.

Serifler karakterler arasındaki kontrastı artırır.

Sans-Serif fontlar web tasarımları için daha

uygundur. Ayrıca dikkat çekmek için

kullanılabilirler.

Sans-Serif fontlar görsel olarak daha baskındır.

DİK Mİ, İTALİK Mİ, OBLİK Mİ ?

Dik şekilde tasarlanmış fontların bazıları ayrıca

italik olarak da tasarlanmıştır. İtalik olarak

tasarlanmayan fontları açılı olarak eğdiğimizde

ise oblik bir görünüş elde ederiz. Bu durum ise

uzun yazılarda okunurluğu etkileyebilir.

Kontrast ya da benzer renkler nasıl kullanılabilir?

Bu sorunun cevabı doğru renk paletlerini seçip

harmanlamakta gizlidir. Renk paleti

oluşturmanın en kolay ve verimli yolu, bu konu ile

ilgili aşağıdaki web sayfalarından destek

almaktır.

https://coolors.co/

https://colorhunt.co/

https://color.adobe.com/

https://www.grabient.com/

https://fabianburghardt.de/swisscolors/

Studio V

Sans-Serif

font: Montserrat

Kesit

Dik

font: İzmir

Kesit

İtalik

font: İzmir

Studio V

Serif

font: Times New Roman

Kesit

Oblik

font: İzmir

STUDIO V HANGİ FONTLARI

ÖNERİYOR ?

Font seçiminizde önemli olan, fikirlerinizi en

doğru biçimde yansıtmak. Bu bilgi aktına örnek

olabilecek birkaç fontu sizin için sıraladık.

NEREDEN YENİ FONTLAR

İNDİREBİLİRSİN ?

https://www.myfonts.com/

Playfair Display Futura Souvenir

Calibri Open Sans Helvetica

Freight Display Century Gothic

Montserrat Calluna Roboto Slab

https://www.1001fonts.com/

https://www.dafont.com/

https://www.fontspace.com/

https://befonts.com/

71


portfolyo ipuçları

Nasıl

Hazırlayabilirsin ?

Paylaşım

Platformları

Adobe Indesign herhangi bir grafik içerikte

olduğu gibi, portfolyo kurgulamada da verimli bir

araçtır.

Adobe Photoshop ka psamlı araçlarıyla

portfolyo kurgunuza da uygun düzenlemelere

olanak sağlar.

Adobe Illustrator vektörel imkanlarıyla burada

da yardımcınız olacak.

Elde ettiğiniz püf noktaları, bu üç yazılım ve daha

fazlasının birlikte kullanımı ile etkili portfolyo

hazırlayabilirsiniz.

Yazılımlardan birini seçmek yerine birden

fazlasının birlikte kullanımı nihai sonuca

ulaşmada efektif olacaktır.

Nelere

Dikkat

Edilmeli?

Portfolyonuzu hazırladınız. Sırada ise sizi temsil

eden bu dosyayı paylaşmak var. Bu aşamada

da birkaç ipucumuz var.

Issuu.com (https://issuu.com/), yüklenen

dokümanları bir e-dergi gibi okuyucularına

sunar. Bu siteye ücretsiz olarak toplam 100 mb

büyüklüğe kadar 500 sayfalık bir doküman

ekleyebilirsiniz.

En çok tercih edilen format .PDF ‘tir ancak başka

alternatifler de mevcut:

Word .doc, .docx

PowerPoint .ppt, .pptx

OpenOffice .ods, .odp, .odt, .sxw

WordPerfect .wpd

Rich Text Format .rtf

StarOffice .sxi

Behance (https://www.behance.net/) ise Adobe

ekosisteminin sıklıkla kullanılan grafik içerik

ağırlıklı sosyal ağıdır. Farklı formatlar ile

kullanıcılarına paylaşım kolaylığı sağlamasının

yanı sıra, yaygın sosyal medya ağları gibi kolektif

bir atmosfer yaratır. Okuyucu ve yayımcı kişiler

arasında bir ağ rolü üstlenen Behance de

önerilerimiz arasında yer alıyor.

Dosya boyutu küçük olmalı. (Çoğu başvuruda 10 MB’ı aşmaması önerilir.)

Ürünleriniz arasındaki Nicelik-Nitelik dengesine dikkat etmelisiniz.

Portfolyonuz sizi yansıtmalı.

Genel-geçer basmakalıp portfolyolar istediğiniz etkiyi uyandırmayacaktır.

Kapak sayfasına gereken özeni ve önemi göstermekten çekinmeyin.

Kendinizi nasıl geliştirdiğinizi yansıtmak için ürünlerinizin yanı sıra, süreçleri de ekleyebilirsiniz.

Alanınız dışına taşabilirsiniz. Ancak bu asıl ürünlerinizi gölgelememeli.

Örnekler incelemeyi ihmal etmeyin.

Önerdiğimiz web sayfalarından kaliteleriyle ayrışan örneklere ulaşabilirsiniz.

Bu bilgilere her zaman ulaşabilmek için Instagram sayfamızdan ilgili kılavuzumuz ve dahasına ulaşabilirsiniz.

KAYNAKÇA

https://www.archdaily.com/872418/the-best-architecture-portfolio-designs

https://yusufavci.net/fontlarin-dili-anlamlari-ve-onemi/

https://serdara.com/tipografi-font-tasarim

72


Website:

www.enka.com

Founded:

1957

Industry:

Construction

Type:

Privately Held

Company Size:

10,001+employees

Headquarters:

Balmumcu Mah.,

Zincirlikuyu Yolu

No:10 Beşiktaş

Istanbul, 34349 Turkey

engıneerıng procurement constructıon

For more than 60 years,

ENKA works with clients in

diverse industries around

the world to design,

construct and maintain

their capital projects.

MAIN BUSINESS LINES

OUR FIELDS OF ACTIVITY

Oil and Gas Facilities, Petrochemical Plants, Power Plants

Motorways, Bridges, Tunnels, New Towns&Housing Complexes

Business and Cultural Centers, Administrative Centers

Airports, Harbors, Industrial Plants, Offshore Construction

Shopping Malls, Hotels, Hospitals and Health Centers.

For More Information

please visit www.enka.com

>77 Projects / US$ 9 Billion >33 Projects / US$ 10 Billion >108 Projects / US$ 12 Billion >322 Projects / US$ 19 Billion

Oil, Gas &

Petrochemicals Power Plants Infrastructure Building Works


Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer

adipiscing elit, sed diam nonummy

nibh euismod tincidunt ut laoreet dolore

magna aliquam erat volutpat. Ut wisi

enim ad FOTOĞRAF minim veniam, quis

nostrud exerci tation ullamcorper suscipit

lobortis nisl ut aliquip ex ea commodo

consequat. Duis autem vel eum iriure

dolor in hendrerit in vulputate velit esse

molestie consequat, vel illum dolore eu

feugiat nulla facilisis at vero eros et

accumsan et iusto odio dignissim qui

blandit praesent luptatum zzril delenit

augue duis dolore te feugait nulla facilisi.

YAZI ipsum dolor sit amet, cons ectetuer

adipiscing elit, sed diam nonummy nibh

euismod tincidunt ut laoreet dolore

magna aliquam erat volutpat. Ut wisi

enim ad minim veniam, quis nostrud

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer

adipiscing elit, sed diam nonummy nibh

euismod tincidunt ut laoreet dolore

magna aliquam erat volutpat. Ut wisi

enim ad minim veniam, quis nostrud

exerci tation ullamcorper suscipit lobortis

nisl ut aliquip ex ea commodo consequat.

Duis autem vel eum iriure dolor in hendrerit

in vulputate velit esse molestie consequat,

vel illu PROJE dolore eu feugiat

nulla facilisis at vero eros et accumsan et

iusto odio dignissim qui blandit praesent

luptatum zzril delenit augue duis dolore

te feugait nulla facilisi.

Lorem ipsum dolor sit amet, cons

ectetuer adipiscing elit, sed diam

nonummy nibh euismod tincidunt ut laoreet

dolore magna aliquam erat volutpat.

Ut wisi enim ad minim veniam, quis

nostrud exerci tation ullamcorper suscipit

kesit

exerci tation ullamcorper suscipit lobortis

nisl ut aliquip ex ea commodo consequat.

consequat.

lobortis nisl ut aliquip ex ea commodo

AÇIK

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer

adipiscing elit, sed diam nonummy sectetuer adipiscing elit, sed diam

Lorem ipsum dolor sit amet, ÇİZİM con-

nibh euismod tincidunt ut laoreet dolore nonummy nibh euismod tincidunt ut laoreet

dolore magna aliquam erat volut-

magna aliquam erat volutpat. Ut wisi

enim ad minim veniam, quis nostrud pat. Ut wisi enim ad minim veniam, quis

exerci tation ullamcorper suscipit lobortis nostrud exerci tation ullamcorper suscipit

nisl ut aliquip ex ea commodo consequat.

lobortis nisl ut aliquip ex ea commodo

Duis autem vel

ÇAĞRI

eum iriure dolor in consequat. Duis autem vel eum iriure

hendrerit in vulputate velit esse molestie dolor in hendrerit in vulputate velit esse

consequat, vel illum dolore eu feugiat molestie consequat, vel illum dolore eu

nulla facilisis at vero eros et accumsan et feugiat nulla facilisis at vero eros et

iusto odio dignissim qui blandit praesent accumsan et iusto odio dignissim qui

luptatum zzril delenit augue duis dolore blandit praesent luptatum zzril delenit

te feugait nulla facilisi.

augue duis dolore te feugait nulla facilisi.

Lorem ipsum dolor sit amet, cons Lorem ipsum dolor sit amet, cons

ectetuer adipiscing elit, sed diam ectetuer adipiscing elit, sed diam

nonummy nibh euismod tincidunt ut laoreet

dolore magna aliquam erat volutpat.

Çağrımız bütün mimarlık fakültesi

nonummy nibh euismod tincidunt ut laoreet

dolore magna aliquam erat volutpat.

Ut wisi enim ad minim veniam, quis

öğrencilerinedir. Ut wisi enim ad minim nostrud exerci tation ullamcorper suscipit

veniam, quis nostrud exerci tation ullamcorper

lobortis nisl ut aliquip ex ea commodo

suscipit lobortis nisl ut aliquip ex consequat.

ea commodo consequat.

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer

adipiscing elit, sed diam nonummy

Gelecek sayıda dergimizde yer almasını

istediğiniz içeriklerinizi mail adresimize

gönderebilirsiniz.

nibh euismod tincidunt ut laoreet dolore Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer

magna aliquam erat volutpat. Ut wisi adipiscing elit, sed diam nonummy nibh

kesitstudiov@gmail.com

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!