You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
KÜLTÜRLER
ARASI
K Ü L T Ü R E L P S İ K O L O J İ Y E D A İ R H E R Ş E Y
N O . 2 K A S I M 2 0 2 1
KÜLTÜREL EVRİM VS.
BİYOLOJİK EVRİM
Düşündüğünüz kadar farklı
değiller
ANİMELERDE GÖZLER
RUHUN AYNASIDIR
DOĞU VE BATI
İLETİŞİMİNDE
BAĞLAM
BEDİZ SENA EKE
MELİKE DİLŞAT CEYLAN
İ Ç İ N D E K İ L E R
*Kültürel Evrim&Biyolojik Evrim sf. 2
*Animelerde Gözler Ruhun
Aynasıdır
sf.
4
*Öğrenmenin Yaşı Yoktur
Ama Kültürü Öğrenmenin
Yaşı Vardır
sf.7
*Yaratıcılık ve Kültür
İlişkisi
sf.9
*Doğu ve Batı
İletişiminde Bağlam sf.12
1
2 BEDİZ SENA EKE
BİYOLOJİK
EVRİM&KÜLTÜREL
EVRİM
D E R G İ M İ Z İ N G E Ç E N A Y I N Y A Y I M L A N A N S A Y I S I N D A B İ Y O L O J İ K E V R İ M D E N , K Ü L T Ü R E L
E V R İ M D E N V E B U N L A R I N A R A S I N D A K İ İ L İ Ş K İ D E N B A H S E T M İ Ş T İ K . B U A Y K İ S A Y I D A D A
B İ Y O L O J İ K E V R İ M İ N S Ü R E Ç L E R İ Y L E K Ü L T Ü R E L E V R İ M İ N S Ü R E Ç L E R İ N İ N
B E N Z E R L İ K L E R İ N D E N V E F A R K L I L I K L A R I N D A N B A H S E D E C E Ğ İ Z .
Kültürel evrimi özetlemek gerekirse, sosyal
değişimin evrimsel bir teorisidir diyebiliriz.
İnsanoğlu, eski taş devrinden, yontma taş
devrine; yontma taş devrinden, cilalı taş devrine;
cilalı taş devrinden, maden devrine ve bundan
sonraki tarihi çağlara hep kültürel evrim
sayesinde gelmiştir (Shkliarevsky,2020)
Biyolojik evrimse, birbirini izleyen nesiller
boyunca popülasyonların kalıtsal özelliklerinde
meydana gelen değişim olarak tanımlanabilir.
Tavus kuşlarından örnek verecek olursak eğer;
dişi tavus kuşları her zaman en parlak renkli
tüylere sahip erkek tavus kuşunu seçer. Parlak
tüy genleri, bir eş bulma ve genlerini aktarma
şansı daha yüksek olan erkek yavrulara aktarılır.
Biyolojik evrim sürecinde, doğal seçilim
görülür ve doğal seçilimin görülmesi için bazı
şartların sağlanması gerekir. Bu şartlardan ilk
olanı, türleri oluşturan bireylerin arasında
görülen farklılıklardır. İkinci olanı, bu
farklılıkların üreme sürecini etkilemesidir. (Dişi
tavus kuşlarının üremek için parlak tüylü tavus
kuşlarını tercih etmesi.)
Üçüncü ve son şart ise, bu farklılıkların genetik bazlı
olmasıdır. Eğer bu üç şart bir aradaysa, üzerinden
yeteri kadar zaman geçtiğinde doğal seçilim
sağlanmış olur (Heine,2016). Bu durumda yine tavus
kuşlarından örnek verecek olursak eğer, mat tüylü
erkek tavus kuşları üzerinden yeterince zaman
geçtiğinde tarihin tozlu raflarında yerini alabilir.
Aslında kültürel evrimin süreçlerini, biyolojik
evrimin süreçlerine bakarak anlayabiliriz. İkisi her
ne kadar konsept olarak birbirinden uzak olsalar
da aslında süreç olarak benzerlerdir. Doğal
seçilim, biyolojik evrimin en önemli
süreçlerinden biridir ve doğal seçilim, kültürel
evrimle paraleldir çünkü doğal seçilim sürecinde
de kültürel evrimde de uyum sağlayan yaşar
(Heine,2016). Mesela, Fransız Devrimiyle birlikte,
demokrasi ve cumhuriyet gibi kavramlar ortaya
çıkmıştır. Bu kavramların ortaya çıkmasıyla
birlikte Osmanlı Devleti gibi çok uluslu ve
monarşiyle yönetilen imparatorluklar zor
zamanlar geçirmiş ve uyum sağlamak için
yönetim biçimlerini meşrutiyet olarak
değiştirmişlerdir.
3
Aralarında bazı benzerlikler olsa da
kültürel evrim ve biyolojik evrim tıpa tıp
aynı değildir. Biyolojik evrim, genler
yoluyla gerçekleşir. Genler, yavruya
aileden geçer. Bu yüzden biyolojik
devrimin gerçekleşmesi için nesiller
geçmesi gerekir ve bu uzun bir süreçtir.
Kültürel evrim, insanların birbiriyle iletişim
kurmasıyla gerçekleşir. Bu yüzden kültürel
evrim daha hızlı gerçekleşir. Özellikle de
günümüzde teknoloji ve internet
sayesinde insanların iletişim kurması
geçmişe nazaran daha kolay ve hızlı hale
gelmiştir. Biyolojik evrimde genler
aktarılırken bazı mutasyonlar oluşabilir
ancak bu mutasyonlar nadirdir. Kültürel
evrim için aynı şeyi söylemek biraz zor.
Kültürel fikirlerde mutasyonlar çok
yaygındır çünkü kültürel evrim, insanların
bu fikirlerin üzerine bir şeyler katmasıyla
gerçekleşir. Biyolojik evrimde, adaptif olan
hayatta kalır ancak kültürel evrimde,
kültürel fikirlerin adaptif olmasına gerek
yoktur. Mesela, İslam dininine göre, diğer
semavi dinler değiştirilmiştir ve bu yüzden
İslamiyet gelmiştir. Yani en yeni ve
değiştirilmemiş olan din, İslam’dır. Bu
durumda, Hristiyanlık ve Yahudilik adaptif
değildir ancak dünya üzerinde
milyonlarca Hristiyan ve Yahudi vardır.
Biyolojik evrim ve kültürel evrim bir evin iki farklı odasıdır, birbirlerinden farklılardır ancak aynı
duvarı paylaşırlar.
Referanslar
Shkliarevsky, G. (2020, January 28). Cultural Evolution. Academia.
https://www.academia.edu/41762992/Cultural_Evolution
Heine, S.J.,(2016),What is Cultural Psychology?,Cultural Psychology,82
B e d i z S e n a E k e
A N İ M E L E R D E
G Ö Z L E R ,
R U H U N
A Y N A S I D I R
A n i m e l e r , k ö k e n i J a p o n y a o l a n , e l l e ç i z i l m i ş a n i m a s y o n l a r d ı r .
J a p o n y a ' d a v e J a p o n c a d a a n i m e , s t i l v e y a k ö k e n i n e o l u r s a o l s u n t ü m
a n i m a s y o n ç a l ı ş m a l a r ı o l a r a k t a n ı m l a n ı r a m a J a p o n y a d ı ş ı n d a
ö z e l l i k l e d e İ n g i l i z c e d e ( d i l i m i z e d e İ n g i l i z c e d e n g e ç m i ş t i r ) a n i m e ,
ö z e l l i k l e J a p o n y a ' d a ü r e t i l e n a n i m a s y o n u i f a d e e d e r . K e n d i n e h a s b i r
ç i z i m t a r z ı v a r d ı r . Ö z e l l i k l e y ü z d e , g ö z l e r k a f a n ı n ü ç t e b i r i o r a n ı n d a
ç i z i l i r . P e k i b u k e n d i n e ö z g ü ç i z i m d e g ö z l e r n e d e n b u k a d a r ö n p l a n a
ç ı k a r ı l m ı ş t ı r ? B u s o r u y a k ü l t ü r e l p s i k o l o j i p e r s p e k t i f i n d e n c e v a p
v e r e b i l m e k i ç i n ö n c e d u y g u l a r ı , d u y g u l a r ı i f a d e e t m e y i , i f a d e e d i l e n
d u y g u l a r ı y o r u m l a m a y ı v e b u y o r u m l a m a n ı n k ü l t ü r l e r a r a s ı
f a r k l ı l ı ğ ı n ı a n l a m a m ı z l a z ı m .
4
5
Bazı duygular evrenseldir. Dünyanın
hemen hemen her yerinde insanlar;
sevdikleri biri öldüğünde üzülürler, iftiraya
uğradıklarında sinirlenirler ve bozuk
buzdolabında günlerdir duran çürümüş
sebzelerin kokusunu aldıklarında iğrenirler.
Duygular ve duyguları ifade etme
yöntemlerimiz büyürken çevremizden
görüp öğrendiğimiz şeyler değildir.
Mutluluk kelimesi her dilde farklı telaffuz
edilebilir ama dünyanın her yerinde insanlar
mutlu olduğunu belli etmek için yüzündeki
kasları aynı şekilde kullanırlar, gülümserler.
Duygular ve duyguları ifade etme
şekillerimiz öğrenilmiş olsaydı eğer,
gülümsemek, ağlamak ve kaşlarını
çatmanın anlamları evrensel olmazdı.
Her ne kadar bazı duyguları ifade etme
ve bunu anlama yöntemlerimiz evrensel
olsa da bazı kültürel farklılıklar vardır.
Yapılan bazı araştırmalara göre, insanlar
kendi kültürlerinden insanların yüz
ifadelerini başka bir kültürden olanlara göre
yaklaşık %9 daha doğru değerlendirirler.
Yüz ifadeleri kültürler arasında benzer
duyguları belirtmek için yorumlanır, ancak
her bir ifadenin tanınma derecesi kültürlere
göre değişir. Yani, yüz ifadelerini tanımanın
büyük bir evrensel bileşeni ve kültürel
olarak daha küçük bir bileşeni vardır
(Heine,2016).
Yüz ifadelerini yorumlamadaki
başka bir kültürel farklılık da
insanların bu duyguları tanımlarken
yüzde baktığı bölgelerdir. İnsanlar
genellikle yaşadıkları tüm duyguları
ifade etmezler ve kişinin yüzünde
gösterilen duyguları değiştirme
eğilimi kültürden kültüre değişir.
Mesela; Japonlar, Amerikalılara göre
daha tarafsız veya hoşnut bir yüz
ifadesi sunarak, potansiyel olarak
yıkıcı olduğunu hissettikleri öfke,
iğrenme, üzüntü gibi duyguları daha
çok gizlerler. Bunu yaparken de -
ağzın etrafındaki kasları kontrol
etmek, göz çevresindeki kasları
kontrol etmekten daha kolay olduğu
için- genellikle gülümsemeyi veya
nötr bir yüz ifadesi takınmayı tercih
ederler. Masuda, Yuki ve Maddux
(2007) bu hipotezi araştırmış. Yapılan
araştırmada Amerikan ve Japon
katılımcılara bazı fotoğraflar
gösterilmiş. Bu fotoğraflardaki
insanların yüzünün üst kısmı ve alt
kısmı farklı duygular ifade edecek
şekilde düzenlenmiş. Katılımcılardan
bu fotoğraflara baktıkları zaman
hangi duyguyu aldıklarını söylemeleri
istenmiş. Sonuç olarak da Japon
katılımcıların cevap verirken
fotoğrafın üst kısmından yani
gözlerden ve Amerikalı katılımcıların
da cevap verirken fotoğrafın alt
kısmından yani ağızdan etkilendikleri
görülmüş.
Bu demek oluyor ki Japonlar,
gözleri insanların içini yansıtan bir
projeksiyon olarak görüyor ve esas
duygunun gözde olduğunu
düşünüyor. Bu düşünce Japon
kültürünün bir parçasıyken, Anime
gibi Japonya’da çok önemli olan bir
sektörün de bir parçası olması
imkansız. Bu yüzden Japonlar anime
karakterlerini çizerken, “gözler
kafanın üçte biri olmalı” kuralını
uyguluyor.
Referanslar;
Heine, S.J.,(2016),What is Cultural
Psychology?,Emotions,414
Yuki, M., Maddux, W. W., & Masuda, T. (2007). Are the
windows to the soul the same in the East and West?
Cultural differences in using the eyes and mouth as
cues to recognize emotions in Japan and the United
States. Journal of Experimental Social Psychology,
43(2), 303–311.
https://doi.org/10.1016/j.jesp.2006.02.004
6
7 BEDİZ SENA EKE
ÖĞRENMENİN YAŞI
YOKTUR AMA
KÜLTÜRÜ
ÖĞRENMENİN YAŞI
VARDIR
Halk arasında “Öğrenmenin yaşı yok.” diye
bir atasözü vardır ve bu yaygındır. Bu doğru bir
atasözü olabilir çünkü her ne kadar öğrenme,
yaş ilerledikçe fiziksel olarak yavaşlasa ve
zorlaşsa bile, her yaşta gerçekleşir. Ancak bu,
bazı durumlarda geçerli değildir ve bunu halk
bunu ifade etmek için “Ağaç yaşken eğilir.”
Atasözünü kullanır. Bazı koşulları göz önüne
alacak olursak eğer, bu atasözü doğrudur
diyebiliriz.
“Ağaç yaşken eğilir.” atasözünü psikolojiye
“duyarlı dönem” olarak uyarlayabiliriz. Duyarlı
dönem, bir organizmanın gelişiminde, bir dizi
becerinin nispeten kolay edinilmesine izin veren
bir zaman periyodudur. Bir organizma bu
becerileri kazanmak için bu değişikliği kaçırırsa,
hassas dönem sona erdikten sonra bunu
yapmakta zorlanır. Bir organizmanın yeni
çevreye uyan yeni davranışları öğrenme
yeteneği ile belirli ortamlarda etkili olan
davranışlarda uzmanlaşma yetenekleri arasında
bir değiş tokuş vardır (Heine,2016).
Bazı organizmalar doğumdan kısa bir süre sonra
uzmanlaşır. Mesela ördekler, yumurtadan
çıktıkları zaman ilk gördükleri canlıyı kendi
anneleri olarak düşünür ve onu takip etmeye
başlar. Belli bir zaman geçtikten sonra o canlının
onların anneleri olmadığı bilgisini değiştirmek
imkansızdır. İnsan gibi diğer organizmalar da
bazı alanlarda yaşamları boyunca
uzmanlaşmaya devam edebilirler ama,
uzmanlaşma hızları yaşları ilerledikçe düşer.
Mesela anadili harici bir dil öğrenmek, yaş
ilerledikçe zorlaşır.
Duyarlı dönem, insanların hayatını sadece
dil öğrenirken değil, yeni bir kültürü öğrenirken
de etkiler ve bu dil ile kültürün iç içe olmasının
ötesindedir. Dil öğrenmek ve yeni bir kültürü
öğrenmek aslında çok benzerdir çünkü ikisini de
öğrenmenin en iyi yolu sosyal etkileşimdir. Yine
de, her ne kadar aktif bir şekilde farklı kültürlerle
olan insanlarla etkileşim kurulursa kurulsun, yeni
bir kültürü öğrenmeyi etkileyen başka bir şey
daha vardır; yaş.
8
Benjamin Cheung ve Maciej Chudek (2011), göçmenlerle yaptıkları
çalışmalarda yaşın, yani duyarlı dönemin, kültürü öğrenmedeki etkisini
ortaya koymuşlardır. Kanada’da yaşayan, farklı yaşlardaki Hong Kong’lu
göçmenlerle yaptıkları bu çalışmada katılımcılara, Çin kültürünü sürdürmek
veya geliştirmenin için onlar için önemli olup olmadığı gibi Hong Kong ile
ne kadar özdeşleştikleri hakkında sorular ve Kanada şakalarını ve mizahını
komik bulup bulmadıkları gibi Kanada ile ne kadar özdeşleştikleri hakkında
sorular soruldu. Sonuç olarak, göç yaşının ve Kanada'da geçirilen yıl
sayısının, kültürel kimlik geliştirme düzeyleriyle ilişkisi olduğu ortaya çıktı.
Bu ilişkiyi daha yakından inceleyecek olursak eğer; Çin kültürü ile
özdeşleşme, çalışmadaki değişkenlerin hiçbiri tarafından yordanmadı. Bu,
insanların Kanada'ya genç veya yaşlı yaşta taşınıp taşınmamalarının ve
orada kısa veya uzun süredir bulunup bulunmamalarının Çinli kimliklerini
etkilemediği anlamına geliyor. Ancak, Kanada kültürüyle özdeşleşme farklı
sonuçlar verdi. Kanada'ya on beş yaşından önce gelen göçmenler, orada ne
kadar uzun yaşarlarsa Kanada kültürüyle o kadar güçlü bir şekilde
özdeşleştiler. Yirmi yıldır Kanada'da bulunanlar, Kanada'da sadece beş yıldır
bulunanlardan daha fazla Kanada ile özdeşleştiler. On altı ve otuz yaşları
arasında Kanada'ya taşınanlar, orada kaldıkları süre boyunca Kanada ile
daha fazla özdeşleşmediler, yani zamanla daha fazla Kanada kültürü
edinmiş gibi görünmüyorlardı. Otuz bir yaşından sonra Kanada'ya gelenler,
Kanada'da kaldıkları süre boyunca orası ile en az özdeşleşen yaş aralığı
olarak rapor edildi.
Bu bulgular, kültür edinimi için duyarlı dönemin varlığı ile tutarlıdır ve
kültürün ağacının yaşken eğildiğinin kanıtıdır.
Referanslar;
Heine, S.J.,(2016),What is Cultural
Psychology?,Development&Socialization,165
Cheung, B. Y., Chudek, M., & Heine, S. J. (2010). Evidence for a Sensitive
Period for Acculturation. Psychological Science, 22(2), 147–152.
https://doi.org/10.1177/0956797610394661
10
İyi yaratıcı fikirler, eldeki problemlere uygun yeni
çözümler üretmektir. Kolektivizm, yeni fikirlerden
ziyade faydalı fikirlerin üretilmesiyle ilişkili
görünmektedir (Erez ve Nouri, 2010). Kolektif
bağlamlarda insanlar, başkalarının fikirleriyle
ilgilenmek ve grup üyelerinin amaçlarına uygun
çözümler bulmaya yönelik çalışırlar ve bu yönelim
genel olarak faydalı fikirler yaratma becerilerine
sebep olur.
Örneğın, Singapurluların başka bir kişiyle
çalışırken, kendi başlarına olduklarından daha az
fikirlerinde orijinal oldukları belgelenmıştır. Buna
karşılık, Batılılar başkalarının varlığından aynı
şekilde etkilenmemiştir.
Başka bir çalışmada, bir yağmur fırtınası
görevinde Hollandalı katılımcılar yeterince faydalı
fikirler bulamazken, Koreli katılımcılar özellikle
motive olduklarında, daha faydalı fikirler buldular,
ancak daha orijinal fikirler bulamadılar (Bechtoldt,
De Dreu, Nijstad ve Choi, 2010)
Bireyci toplumların, grup dışına çıkarak
düşünülmesi gereken, özellikle kritik konularda,
gruptan uzak kalmak fikrine isteksiz olan kolektivist
gruba göre daha iyi performans gösterdikleri
görülür.
11
Genel olarak, daha kolektivist Doğu Asya kültürleri, faydalı fikirlere vurgu yaparak, artan
yenilikleri teşvik etmeye daha yatkındır; Batı kültürleri ise daha orijinal, ancak daha kullanışlı
olmayan yeni fikirlere yatkındır. Örneğin, Japonya her yıl aldığı patent sayısı bakımından dünya
lideridir (Brocklehurst, 2005), ancak bu patentlerin çoğu halihazırda iyi oldukları alanlarda artan
iyileştirmeleri temsil etmektedir.
Bazı akıllı laboratuvar deneylerinde, insanların sözlü
iletişime olan güveninde kültürel bir farklılık olduğunu
daha da göstermiştir (Ishii, R eyes, & K itayama, 2 003;
Kitayama & Ishii, 2002). Japon ve Amerikalı katılımcılara
işitsel olarak ya hoş (ör. minnettarlık, ferahlık) ya da hoş
olmayan (ör. acı, şikayet) sözcükler sunulmuş ve bu
sözcüklere kulağa hoş gelen bir tonla ya da kulağa hoş
gelmeyen bir tonla dile getirmişlerdir. Katılımcılara ya
kelimenin tonunu görmezden gelmeleri ve kelimenin
anlamının hoş mu yoksa tatsız mı olduğunu cevaplamaları
ya da kelimenin anlamını görmezden gelmeleri ve sesin
kulağa hoş mu yoksa nahoş mu geldiği konusunda yorum
yapmaları istenmiştir. Amerikalıların söylenenlerin
anlamına, konuşulan tondan daha fazla ilgi duyduklarını
görülürken. Japon katılımcıların, sonuçları tam tersi bir
model sergilemiştir. Japonlar, söylenenlerin kesin
içeriğinden çok, söylemlerin tonuyla ilgilenmiştir.
Özetle, dil ve iletişim yapısı kültürden, kültür de aynı
şekilde dil ve iletişim yapısından etkilenir.
14