05.02.2022 Views

97E-Dergi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Konuk Yazar Ocak -2022

Çevresel

Borç

Dilek AŞAN

Taksim Danışmanlık - Genel Müdürü

dilek@taksimdanismanlik.com

Çevresel veya ekolojik borç, doğal kaynakların sürdürülebilir şekilde kullanılmamasının

maliyetlerinin, kaynaklara sınırlı erişimi olan ve bu kaynaklardan adil şekilde yararlanamayan

taraflarca ödenmesini ifade ediyor. Şu bir gerçek ki özellikle Sanayi Devrimi’yle

beraber dünyada esasen iki grup ortaya çıktı. Bir tarafta doğal kaynakları kullanarak sanayileşen

ve haliyle zenginleşen ülkeler yer alıyor. Bu ülkeler yakın zaman kadar çevre

üzerinde oluşturdukları olumsuz etkilere (karbon ayak izi, su ayak izi, biyoçeşitliliğin bozulması

vs) neredeyse hiç aldırış etmedi. Diğer tarafta ise bu ülkeleri zengin etmek için

çalışan, yani sömürge haline gelen, doğanın zenginliklerinden çok az faydalanan ve tabii

ki düşük gelir seviyelerini kabul etmek zorunda kalan ülkeler yer alıyor. Bu sürdürülemez

düzenin faturasını az veya çok, doğrudan veya dolaylı olarak geri kalmış (belki de

bırakılmış demek daha doğru) ülkeler ödüyor. Çevresel borç kavramı da bu konuya odaklanıyor.

Gelişmiş, sanayileşmiş, her alanda ilerlemiş ülkelerin dünya kaynaklarına erişimde

fırsat eşitliği olmayan ülkelere borçlu durumda yani.

Ekolojik borç kavramı, 1990'larda ortaya atıldı. Latin Amerika’da bulunan bazı sivil toplum

kuruluşları tarafından, özellikle Şilili bir olan kuruluş Acción Ecológica tarafından geliştirildi.

Bu kuruluşlar, doğal kaynakların sürdürülemez şekilde sömürülmesi ve bundan kaynaklı

çevresel bozulmalardan, özellikle de Güney Amerika kıtasının doğal kaynaklarının

yaygın bir şekilde yağmalanmasından en çok zarar gören toplumlara yüklenen ve ne yazık

ki adil olmayan bir yük olduğunu iddia etti. Bunun ekolojik borç olarak kabul edilmesi

gerektiği savunuldu.

1980'lerde bu ülkelerin mali borçlarındaki patlamanın üzerine ekolojik borç kavramı

derinleşmeye başlamıştı.Yapısal uyum politikalarına tabi olarak borçlarını ödemelerini

emreden uluslararası finans kuruluşlarının kendilerine uyguladığı baskı, Güney'den

Kuzey'e önemli finansal transferlerin gerçekleşmesine neden oldu. Ekolojik borç Kuzey'in

“gelişmiş” ülkeleri tarafından kreditör rolünü üstlenen Güney'in “gelişmekte olan” ülkelerine

olan borcu ifade ediyor. Bu bakış açısı ve kavramsal değişimin politik önemi, sanayileşmiş

ülkelerin kalkınmasının yenilenemeyen doğal kaynakların sömürülmesi yoluyla

mümkün kılındığını ve Güney'den çok az maliyetle çıkarıldığını vurgulamasında yatıyor.

Bu durumda, ekolojik borcun kabulü, insanlar arasında sosyal adaleti tesis etmenin bir

yolu olarak düşünülüyor.

Ekolojik borç kavramının gelişiminin kökleri, özellikle 1992'deki Rio Dünya Zirvesi'nde belirgin

hale gelen küresel düzeyde artan ekolojik farkındalıkta yatıyor. Bu zirvede ortaya

çıkan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, dolaylı olarak 1997 Kyoto

Protokolü'nde de yer bulan bir fikir olan ekolojik borç yaklaşımını ortaya çıkardı. Üye devletlerin,

iklim değişikliğinin sonuçlarından eşit olmasa da müşterek olarak sorumlu olduğunu

kabul etti. Her üye devlet, iklim değişikliğini kontrol altına almak ve hatta yönünü

tersine çevirmek için formüle edilen politikaların uygulanmasında bir rol oynamak zorunda

kalacaktı. Fakat sanayileşmiş ülkelerin taşıdığı belirli tarihsel sorumluluklar mevcuttu.

Bu ülkeler sadece kişi başına en fazla sera gazı salan ülkeler olmayıp aynı zamanda on

sekizinci yüzyılın sonundaki Sanayi Devrimi'nden bu yana atmosferde biriken sera gazlarının

%75'inden sorumluydular. Bu nedenle Kyoto Protokolü'nde sadece sanayileşmiş

ülkeler emisyonlarını azaltmakla yükümlüydü.

2009'daki Kopenhag Zirvesi'nden günümüze kadar iklim değişikliği konusundaki uluslararası

müzakerelerin genel amacı, bu yükümlülüğün ortadan kaldırılması ve yerine

bağlayıcı bir çerçevenin yokluğunda tek tek devletler tarafından üstlenilen gönüllü ve

sözleşmeye dayalı taahhütlerin getirilmesi ve uygulanmasından ibaret olmuştur. İklim

istikrarını sağlamak için piyasa temelli mekanizmalar da ekolojik borç kavramanın daha

sistematik ve uygulanabilir hale getirilmesini sağlayabilir.

Ekolojik borcu insanlar veya toplumlar arası bir borç olarak algılamak çok doğru bir yaklaşım

değildir. Ekolojik borç kavramı, insan ilişkileri alanını aşmakta; insanların ve insan

toplumlarının yeryüzüne ve ekosistemlerine olan borcunu da içermektedr. Bu nedenle,

insanlar ve topluluklar arasındaki “kredi” alışverişinden ve sosyal adaletin teşvikinden

bahsetmek tek başına yeterli değildir, çünkü burada alacaklı olan taraf doğrudan

biyosferin kendisidir. Bu nedenle, ekolojik borcun daha derin bir anlama sahip olduğunu

düşünmemiz ve sürdürülebilirlik farkındalığıyla bireysel olarak doğaya borcumuz olduğunu

anlayıp gerçekleştirdiğimiz her eylemde bunu gözetmemiz gerektiğini unutmayalım.

38

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!