dergi
Gal "O"• G A Z İ A N A O L U L İ S E S İ •Gal"o"Yayım Tarihi: 24.01.2023Gazi Anadolu Lisesi Dijital DergisiEditörler: Asya Yağmur Çebi & AyşeBerra AySorumlu Öğretmen: Demet Gökçe
- Page 3 and 4: Değişimin önderi değerli öğre
- Page 5 and 6: İ Ç İ N D E K İ L E R3Küba Dev
- Page 7 and 8: 24 OCAK 1993-UĞUR MUMCUSUİKASTEU
- Page 9 and 10: Memlûk Sultanı Tomanbay, çok bü
- Page 11 and 12: OSMANLI-KUTSAL İTTİFAK SAVAŞLARI
- Page 13 and 14: 9 OCAK 1792 -YAŞANTLAŞMASIİMZALA
- Page 15 and 16: Savaşın SonuçlarıTürk ordusunu
- Page 17 and 18: 12 OCAK 1945 - II. DÜNYASAVAŞI: S
- Page 19 and 20: 16 OCAK 1547- RUSÇARI KORKUNÇKORK
- Page 21 and 22: ATAMIZ VEHALKÇILIKİLKESİT A R İ
- Page 23: Gençler cesaretimizi takviye ve id
- Page 26 and 27: BURSA’NINGÜNÜMÜZEKALANBELLİ B
- Page 28 and 29: Umur Bey Mahallesinde, KapıcıCadd
- Page 30: GAZİ ANADOLU ÖĞRENCİLERİİKLİ
- Page 39 and 40: O halde Tanrı nedir? Tanrı’dan
- Page 41 and 42: Seni uykuda bırakıp terk ettiğim
- Page 43 and 44: Şimdi denize bakan o tepedeki taş
- Page 45 and 46: OkuBenim şiirim yoktuSen okudun.Ay
- Page 47 and 48: Uç güzel kuşumYalnızsın artık
- Page 49 and 50: Hayat Hanıma TembihlerBenim şiiri
- Page 51 and 52: Ağrı Kardeş OkulSiirleriYalnızl
Gal "O"
• G A Z İ A N A O L U L İ S E S İ •
Gal"o"
Yayım Tarihi: 24.01.2023
Gazi Anadolu Lisesi Dijital Dergisi
Editörler: Asya Yağmur Çebi & Ayşe
Berra Ay
Sorumlu Öğretmen: Demet Gökçe
Değişimin önderi değerli öğretmen arkadaşlarım, bu günümüzü ve
yarınlarımızı anlamlı kılan sevgili öğrencilerimiz, en kıymetli varlıklarının
geleceğe hazırlanması için bize inanan ve güven duyan saygıdeğer
velilerimiz;
İnsan yaşamındaki en hayati unsurlardan biri kuşkusuz eğitimdir. Her birey
bir bakıma almış olduğu eğitimle şekillenerek hayata hazırlanır. Almış
olduğu eğitim onun hayatına yön verir. Bireysel ve toplumsal ilişkilerini
şekillendirir. Özetle insanın eğitimi onun yaşamı için ilklerinin başında gelir.
Bu kadar hayati bir konuda sorumluluğunu üstlendiğimiz öğrencilerimizin,
bizler için önemi kelimelerle ifade edilenlerden daha ötedir. Böyle bir
sorumluluğu omuzlarımızda taşımanın bilinci ile onlar için her şeyin en iyisini
yapmanın gayretindeyiz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Cumhuriyetin kuruluşuyla hızlı bir
ivme kazanan eğitim öğretim faaliyetleri 1930 yıllarda Köy Enstitüleri
modeliyle ülke coğrafyasının neredeyse tamamına ulaştırılmış, ülkemiz
insanın çok daha fazla sayıda bu hizmetleri almasının önü açılmıştır.
Günümüzde eğitim öğretim faaliyetlerinde evrensel bakışla birlikte dünya
insanı yetiştirme anlayışı öne çıkmıştır. Bu doğrultuda, özellikle son yıllarda
eğitim öğretim altyapısı ve teknolojisinin geliştirilmesinde devletimiz
tarafından atılan güçlü adımlarla bu anlayışın hayata geçmesi
desteklenmiştir.
Gezegenimizdeki baş döndürücü gelişmeler ülke insanı olarak bizleri de
yakından etkilemekte, bu yarışın arkasında kalmamak için çok çalışmamız
gerektiği sorumluluğunu yüklemektedir. Değişimin bu denli hızlandığı
çağımızda, öğrencilerimizin bu değişime ayak uydurması temel hedef
olarak ortaya çıkmaktadır.
Gazi Anadolu Lisesi ailesi olarak, global gelişmeleri özümseyerek, bu
doğrultuda vizyon geliştirip, hedefe ulaşmak temel stratejimiz olmuştur.
Okulumuz öğrencilerinin hayata hazırlanmasında dünya insanı yetiştirme
stratejimiz bütün kurum çalışanlarımızın ortak paydası olmuştur.
Bu anlayış içerisinde öğrencilerine inanan ve güvenen, birey olarak onları
seven ve onlara saygı duyan, okulun yönetim erklerinde sorumluluk veren,
velilerimizin katkılarını önemseyen yaklaşımımız, okulumuz paydaşlarının
ortak değerleridir.
Gazi Anadolu Lisesi öğrencilerinin sahip olduğu “mutlu insan gülen okul
modeli” dünden bugüne, bugünden yarına varlığını koruyacaktır. Sevgi ve
saygı ikliminin hâkim olduğu okul iklimimizin nice gelecek yıllara taşınması
dileklerimle bu iklimin oluşması ve yaşatılmasına katkı veren eski ve yeni tüm
idareci ve öğretmenlerimize teşekkürlerimi sunuyor, saygılarımı iletiyorum.
Dr. İrfan BÜLBÜL
Gazi Anadolu Lisesi Müdürü
T A R İ H T E O C A K A Y I
GAZİ ANADOLU LİSESİ TARİH VE ATATÜRKÇÜLÜK KULÜBÜ TARİH DERGİSİ
İ Ç İ N D E K İ L E R
3
Küba Devrimi
4
Uğur Mumcu Suikasti
5
Ridaniye Savaşı
7
Karlofça Antlaşması
9
Misak-ı Milli
10
Yaş Antlaşması
11
1 . İnönü Savaşı
13
Ahali Mübadelesi
14
Sovyet birlikleri Doğu Avrupa'da
Nazi güçlerine karşı atağa geçti.
Diğer Haberler
15
Paris Barış Konferansı Açıldı
Diğer Haberler
16
Rus Çarı Korkunç İvan Taç Giydi
Diğer Haberler
17
Çöl Fırtınası Harekatının Hava Kısmı
Başladı
18
Halkçılık İlkesi
19
Kaynakça | 2
1 OCAK 1959 -
KÜBA DEVRİMİ
SON BULDU
T A R İ H T E O C A K A Y I
KÜBA DEVRİMİ
26 Temmuz Hareketi'yle birlikte
kovulan Fulgencio Batista rejimi
yerine Fidel Castro önderliğinde yeni
bir Küba hükûmeti kurulmasıdır.
Süreç 26 Temmuz 1953 Moncada
Kışlası isyanıyla başlar, 1 Ocak
1959'da Batista'nın kovulması ve
Santa Clara, Santiago de Cuba
şehirlerinin Fidel Castro, Che
Guevara, Raul Castro liderliğindeki
isyancılar tarafından ele
geçirilmesiyle son bulur. "Küba
devrimi" terimi, aynı zamanda kısaca
Batista'nın devrilmesi ve sosyalist
ilkelerin yeni Küba Hükûmeti
tarafından uygulanmasını da belirtir.
| 3
24 OCAK 1993-
UĞUR MUMCU
SUİKASTE
UĞRADI
T A R İ H T E O C A K A Y I
Suikastı; İslamî Hareket
Cephesi, İBDA-C, Hizbullah gibi
örgütler üstlendi.Suikastın
arkasında Mossad'ın ve
kontrgerillanın olduğu da iddia
edildi.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te
Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin
önünde, arabasına konan C-4 tipi
plastik bombanın patlaması sonucu
suikasta kurban giderek yaşamını
yitirdi. Suikastın hemen ardından
olay yerinde inceleme yapan
uzmanların hiçbir delil bulamadığı,
patlamayla etrafa dağılan ve
cımbızla toplanması gereken
delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü
iddia edilmiştir.
| 4
22 OCAK 1517-
RİDANİYE
SAVAŞI
T A R İ H T E O C A K A Y I
Mercidabık Muharebesi'nden sonra
Memlûk Sultanlığı'nın başına geçen
Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini
kabul etmediği gibi, barış teklifi için
gelen Osmanlı elçisini de
öldürtmüştü. I. Selim, ordusuyla
birlikte Sina Çölü'nü 13 gün içinde (3
Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridâniye'de
Memlûk Ordusu ile karşılaştı.
Ridâniye'de yeni Memlûk Sultanı
Tomanbay, Venedikliler'den top ve
silah alarak kuvvetli bir savunma
hattı kurmuştu. Memlûk Ordusu'na,
El-Mukaddam Dağı'nın etrafını
dolaşarak güneyden saldıran I. Selim,
bu manevra sayesinde Memlûk
Ordusu'nun yönleri sabit olan
toplarını etkisiz hale getirdi.
| 5
Memlûk Sultanı Tomanbay, çok büyük
çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına
rağmen, 22 Ocak günü Ridâniye
Muharebesi'ni kaybetmekte olduğunu
anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik
kurup Osmanlı komuta merkezine bir
baskın düzenledi. Sultan Selim'in otağı
sandığı veziriazamın çadırına girdi ve
Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu
suikast baskınının da istenen hedefi
bulmaması sonucu, Tomanbay savaş
alanından çekildi. Böylece 22 Ocak 1517'de
Ridâniye Zaferi kazanıldı.
SAVAŞIN SONUÇLARI
Bu zaferle birlikte Memlûk Sultanlığı yıkılmış,
bütün toprakları Osmanlı egemenliğine
girmiştir. Memlûk Sultanlığı tarihe karışmış,
Osmanlı Devleti Mısır'a hakim olmuş ve
Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Mısır'daki
Kutsal Emanetler İstanbul'a getirilmiştir.
Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz'in ve Baharat
Yolu'nun tek hakimi durumuna yükselmiş;
Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır.
| 6
26 OCAK 1699-
KARLOFÇA
ANTLAŞMASI
İMZALANDI
T A R İ H T E O C A K A Y I
KARLOFÇA ANTLAŞMASI
Karlofça Antlaşması, 26 Ocak 1699
tarihinde Osmanlı ile başlarında
Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu
bulunan diğer Kutsal İttifak devletleri
(Avusturya, Venedik ve Lehistan)
arasında imzalanmış olan bir barış
antlaşmasıdır. Gerileme Dönemi'nin
başlangıcı olarak sayılmaktadır.
Karlofça( Сремски Карловци )
bugünkü Sırbistan'ın sınırları içinde
yer alan küçük bir kasabadır.
Antlaşma, 1683-1698 yılları arasındaki
Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları'nın
sonucunda imzalanmıştır.
| 7
OSMANLI-KUTSAL İTTİFAK SAVAŞLARI
Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları
(1683-1699), Osmanlıların II. Viyana
Kuşatması'nda başarısızlığa
uğramasından cesaret alan bir
grup Avrupa ülkesinin Kutsal İttifak
adı altında birleşip Osmanlılara
karşı giriştikleri ve bu ülkelerin
Macaristan, Ukrayna ve
Dalmaçya'da hâkimiyet kurup
Balkanlar'daki
Osmanlı
hâkimiyetine büyük darbe
vurmaları ile sonuçlanmış bir
savaşlar dizisidir. Osmanlı tarihinde
Felaket Seneleri veya Küçük
Kıyamet olarak da geçer. Avrupa
tarihinde ise genelde Büyük Türk
Savaşı olarak bahsedilir.
A P R İ L E D İ T İ O N
| 8
28 OCAK 1920-
OSMANLI MEBUSAN
MECLİSİ'NİN GİZLİ
OTURUMUNDA
MÎSÂK-I MİLLÎ KABUL
EDİLDİ.
T A R İ H T E O C A K A Y I
Misak-ı Millî'nin ana hatları Erzurum
Kongresi (22 Temmuz - 7 Ağustos 1919) ve
Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919)
biçimlendi.Anadolu'nun her ilinde
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gösterdiği
adaylar kazandı. Seçilen adaylar Aralık ayı
ve 1920 Ocak ayının ilk günleri boyunca
ikişer üçer kişilik gruplar halinde Ankara'ya
gelerek Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i
Temsiliye (Temsil Heyeti) üyeleriyle
görüştüler. Bildiri metni bu görüşmelerde
son halini aldı. Heyet-i Temsiliye
üyelerince imzalanan metin, Trabzon
mebusu Hüsrev Sami Bey (Gerede)
aracılığıyla İstanbul'a gönderildi.
12 Ocak 1920’de İstanbul’da çalışmalarına başlayan
Meclis, yönetim organlarını seçtikten hemen sonra bildiri
konusunu ele aldı. 28 Ocak'ta yapılan bir kapalı
oturumda “Ahd-ı Millî Beyannamesi” kabul edildi.
| 9
9 OCAK 1792 –
YAŞ
ANTLAŞMASI
İMZALANDI
T A R İ H T E O C A K A Y I
YAŞ ANTLAŞMASI
Osmanlı Devleti’nin, Kırım’ı geri almak
gayesiyle, 19 Ağustos 1787’de,
Rusya’ya açtığı savaş, Avusturya’nın
da savaşa dâhil olmasıyla aleyhte
gelişti. Özi, Kili, İsmail, Anapa ve
Soğucak gibi kaleler, Rusların eline
geçti. Neticede, İngiltere, Prusya ve
İspanya’nın arabuluculuğuyla, 18
Ağustos 1791 tarihinde, Osmanlı
Devleti ile Rusya arasında, sekiz aylık
bir süre için Kalas Mütarekesi
imzalandı.
Arkasından, Kasım 1791’de, Yaş kentinde barış
görüşmelerine başlandı. Yaklaşık iki buçuk ay süren uzun
ve çetin müzakerelerden sonra, 10 Ocak 1792 tarihinde,
Sadrazam Yusuf Paşa tarafından temsil edilen Osmanlı
Devleti’yle Prens Bezborodko’nun temsil ettiği Rusya
arasında Yaş Barış Antlaşması imzalandI.
| 1 0
6-11 OCAK
1921- 1. İNÖNÜ
MUHAREBESİ
T A R İ H T E O C A K A Y I
1.İNÖNÜ MÜHAREBESİ
I. İnönü Muharebesi, 6 Ocak 1921
tarihinde iki koldan taarruza geçen
Yunan kuvvetleriyle İnönü
mevzilerinde savunmada olan
Ankara Hükümeti kuvvetleri arasında
yapılan muharebedir. 6 Ocak 1921
tarihine kadar Uşak ve Bursa
bölgesinde hazırlıklarını sürdüren
Yunanlar, Türk-Batı Cephesi
birliklerinin Çerkez Ethem
Kuvvetlerinin Tenkili harekâtı ile
meşgul olmasından da
faydalanarak, İnönü-Eskişehir
istikametinde taarruza başladılar.
6-9 Ocak 1921 tarihleri arasındaki muharebeler, örtme ve
emniyet kuvvetleri harekâtı şeklinde cereyan etti. İnönü
mevzilerindeki muharebeler 10 Ocak 1921 tarihinde
başlamış, Yunan kuvvetlerinin taarruz çıkış hatlarına
çekildiği 11 Ocak 1921 tarihine kadar sürmüştür.
| 1 1
Savaşın Sonuçları
Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanan
bu savaş Batı cephesinde kazanılan
ilk savaştır. Bu zafer düzenli ordunun
önemini ortaya çıkarmış, ulusal birlik
ve beraberliği sağlamış aynı
zamanda TBMM'nin siyasal açıdan
güçlenmesini sağlamıştır.TBMM bu
zaferden sonra Londra Konferansı'na
davet edilmiştir.
| 1 2
30 OCAK 1923 -
YUNANİSTAN İLE
TÜRKİYE ARASINDA
AHALİ MÜBADELESİ
ANTLAŞMASI YAPILDI
T A R İ H T E O C A K A Y I
Ahali Mübadelesi
30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan
sözleşme, on dokuz maddeden
oluşuyordu. Sözleşme gereği, 1 Mayıs
1923 tarihi itibarıyla Türkiye
topraklarındaki Rum/Ortodoks nüfus
ile Yunanistan topraklarındaki
Türk/Müslüman nüfus arasında
zorunlu göç uygulaması şarta
bağlanmış oluyordu.
Mübadeleye tabi tutulmayacak
olanlar sözleşmenin ikinci
maddesinde belirtildiği üzere Batı
Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları idi.
| 1 3
12 OCAK 1945 - II. DÜNYA
SAVAŞI: SOVYET
BİRLİKLERİ DOĞU
AVRUPA'DA NAZİ
GÜÇLERİNE KARŞI ATAĞA
GEÇTİ.
T A R İ H T E O C A K A Y I
18 OCAK 1943 - Sovyetler Birliği,
Leningrad'da(St. Petersburg) hüküm
süren Alman kuşatmasını kırdığını
açıkladı.
27 OCAK 1945 - Sovyetler Birliği'nin
Kızıl Ordu birlikleri, Almanya'nın
Polonya'da kurduğu Auschwitz-
Birkenau kampını ele geçirdi.
| 1 4
18 OCAK 1919 –
PARİS BARIŞ
KONFERANSI
AÇILDI
T A R İ H T E O C A K A Y I
I. Dünya Savaşı'nın askeri safhası
ateşkes antlaşmalarıyla sona
erdikten sonra galip devletler
imzalanacak olan antlaşmaların
maddeleri üzerinde karşılıklı olarak
anlaşmak ve kendi aralarındaki
siyasi, ekonomik problemleri
çözümlemek amacıyla 18 Ocak
1919’da Paris’te bir araya gelmiştir.
21 OCAK 1925 – ARNAVUTLUK
CUMHURİYETİ İLAN EDİLDİ
Arnavutluk'un 1925-1928 yılları arasındaki
resmi adıdır. 1925 Anayasası ile
Arnavutluk cumhuriyet haline geldi.
Arnavutluk 1926 ve 1927 Tiran Antlaşmaları
ile fiilen İtalya Krallığı'nın himayesine girdi.
1928 yılında cumhurbaşkanı Zogu'nun
kendisini kral ilan etmesiyle cumhuriyet
sona erdi.
| 1 5
16 OCAK 1547- RUS
ÇARI KORKUNÇ
KORKUNÇ İVAN
TAÇ GİYDİ
T A R İ H T E O C A K A Y I
Henüz üç yaşında Moskova
Knezliği'nin başına geçti. 1547'de taç
giydiKararlı, etkileyici ve acımasız bir
portre çizen İvan, büyük hırsları olan
ve intikam duygusu oldukça yüksek
bir Rus lideriydi. Yaptığı çeşitli
seferlerle Moskova Knezliği'ni
genişletti. Bu durumdan
faydalanarak kendini "Tüm
Rusya'nın Çarı" ilan etti. Böylece
devlet, Çarlık yönetim sistemine
geçmiş oldu.
3 OCAK 1521 – MARTİN LUTHER AFOROZ
EDİLDİ
Reform hareketinin önderi Cermen
kökenli teolog ve filozof Martin Luther,
Roma Katolik Kilisesi tarafından aforoz
edildi.
| 1 6
17 OCAK 1991-
ÇÖL FIRTINASI
HAREKATI’NIN
HAVA HAREKATI
BAŞLADI
T A R İ H T E O C A K A Y I
Çöl Fırtınası Harekatı, ABD uçaklarının
Irak ve Kuveyt'teki hedefleri
vurmalarıyla başladı. Irak, misilleme
olarak İsrail'e 8 adet Scud füzesi
yolladı.
| 1 7
ATAMIZ VE
HALKÇILIK
İLKESİ
T A R İ H T E O C A K A Y I
Halkın halk tarafından ve halk için idaresi
halkçılık olarak bilinmektedir. Bu
doğrultuda sosyal, ekonomik, toplumsal
ve kültürel alanlar halkçılıkla ilgilidir. Yani
diğer bir deyişle tüm bu unsurlar halka ve
halkçılığa dayanır. Özellikle Mustafa Kemal
Atatürk'ün halkçılık ilkesi 3 temel esas
üzerinden ele alınmaktadır;
- Siyasi demokrasi (Halk yönetimi)
- Yasalar önünde eşitlik
- Sosyal dayanışma ile beraber sınıf
mücadelesinin reddi
Tüm bu maddeler halkın iyiliği, halkın eşit
şekilde ve adaletli biçimde yaşaması
amaçlı ele alınmaktadır. Böylece daha
barışçıl, daha özgür ve ekonomik yönden
güçlü şekilde halkın ön plana çıkması
amaçlanmaktadır. Aynı zamanda halkın
yönetim konusunda çoğunluğu sağlamak
suretiyle seçim hakkını elinde
bulundurması da yine halkçılık ile ilgilidir.
| 1 8
TARİHTE OCAK AYI
K A Y N A K Ç A
https://avim.org.tr/images/uploads/Blog/j565f
mk.jpg
https://www.nkfu.com/wpcontent/uploads/2013/03/ridaniye-savasi.jpg
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/com
mons/a/a8/Ataturk1930s.jpg
https://avim.org.tr/images/uploads/Blog/j565f
mk.jpg
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/Dosy
a:Paris_Bar%C4%B1%C5%9F_Konferans%C4%
B1.jpg
https://www.tarihiolaylar.com/img/tarihiolay
lar/tarihi_olaylar_paris-baris-konferansijpg_837954707_1442857123.jpg
http://www.ekrembugraekinci.com/resimler/
kavala.jpg
https://i.cnnturk.com/i/cnnturk/75/1200x650
/5fbcffec5cf3b00ba87ee023.jpg
https://tr.wikipedia.org/wiki/Te%C5%9Fk%C
3%AEl%C3%A2t-
%C4%B1_Es%C3%A2siye_Kanunu#:~:text=Te%
C5%9Fkilat%2D%C4%B1%20Esasiye%20Kanu
nu%20(Osmanl%C4%B1,%C3%A7er%C3%A7ev
e%20anayasa%22%20niteli%C4%9Finde%20bi
r%20belgedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Vikipedi:Tarihte
_bug%C3%BCn/Ocak
https://www.ataturkinkilaplari.com/ao/77/ata
turk-un-halkcilik-ilkesi-ile-ilgili-sozleri.html
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/halkc
ilik-ilkesi/
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCba_Devrimi
| 1 9
Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz,
almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve
medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en
kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal
sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve
yaşatacak sizsiniz.
-Mustafa Kemal ATATÜRK
Sular Şehri
Bursa
Bursa’nın antik çağlardaki adı Prusa’dır. Bugünkü ismi de buradan gelir. Şehrin
genellikle Bithinya krallarından Prusias tarafından kurulduğu kabul edilir. Antik
dönemdeki Prusa adlı diğer şehirlerden ayırt edilmek için “Prusa ad Olympum”
(Olimpos Prusası) adıyla anılmıştır. Şehrin kuruluş tarihi tam olarak bilinmemektedir.
Bazı kaynaklarda M.Ö. 2. yüzyıl sonlarında Prusias’a iltica eden Kartacalı Annibal’ın
teşebbüsü ile kurulduğu kaydedilir. Ayrıca Bithinya kralları tarafından şimdiki hisarın
yerinde bulunan daha eski bir yerleşimin üzerinde yeniden tesis edildiği de belirtilir9.
Bithinya’nın merkezi İzmit diye geçer. Lidya kralı Krezüs, Bithinya topraklarını ele
geçirmiş, Persler Lidya’yı yenerek 200 sene valilik olarak idare etmiştir. Persleri
Makendonya kralı İskender, yenerek bu bölgeye hakim olmuştur10. Bu dönemde zaman
zaman müslüman Arap ordularının ve ardından da Türklerin hücumlarına maruz
kalmıştır. Anadolu fatihi Süleyman Şah 1080’de İznik’i alarak kendisine merkez
yaptıktan hemen sonra Bursa’yı fetheder. İznik’in 1097’de yeniden Bizans hakimiyetine
girmesinin ardından buranın da zapt edilip edilmediği hakkında bir bilgi yoktur11.
Ancak 1107’de I.Kılıçarslan’ın ölümü ile şehzadeler arasında başlayan mücadeleler
sırasında şehrin Türklerin hakimiyetinden çıktığı tahmin edilmektedir. Şehir 1113’de
Türk kuvvetleri tarafından tekrar zapt edildiyse de daha sonra imparator Aleksis
Kommenos tarafından geri alınmıştır. Böylece Osmanlıların bu bölgede faaliyet
göstermelerine kadar Bizans’ın elinde kalmıştır. XIV. yüzyıl Bizans tarihçisi
Pachymeres’in kaydına göre 1300’lerde Türklerin Batı Anadolu’ya yayılışları sırasında
Bizans’ın elinde kalan üç önemli kale yani şehirlerden biri de Bursa’dır12.
Su, canlıların yerleşimine, toplumların yerleşim birimleri meydana getirmelerine
tesir eden coğrafi faktörlerden birisidir. İnsanlar her zaman, sudan en iyi şekilde
yararlanmanın yollarını aramışlardır. Uygarca yaşayabilmenin önde gelin unsurlarından
biri de su ihtiyacının karşılanması olmuştur.
Uludağ’ın eteklerinde yer alan Bursa, birçok özelliğinin yanında sıcak (kaplıca) ve soğuk
sularıyla da meşhur olmuş bir şehirdir. Bursa’nın Uludağ’dan beslenen soğuk suları şehrin
su ile anılmasına neden olacak kadar boldur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, kısacası
Bursa sudan ibaret bir sözdür. demiştir.
Bursa, Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra her alanda büyük bir gelişme
göstermiştir. Bu gelişmelerden şehrin suyolları ve tesisleri de nasibini almıştır. Öyle ki,
özellikle Osmanlı döneminde içme suyu temini açısından gerek idari yönetimler ve gerekse
kişiler tarafından2000’den fazla çeşme (hayrat) yapılmıştır. Aynı zamanda su ihtiyacının
karşılanması amacıyla, çeşitli mesafelerde hizmet eden isale hatlarının döşenmesi
çalışma Bu suların değişik ihtiyaçlara cevap verecek şekilde kullanılması, mevcut bulunan
alt yapının sürekli olarak bakımını ve onarımını sağlamakla mümkün olabilirdi. Osmanlı
döneminde bu işin gerçekleştirilmesinde vakıfların büyük rolü vardı.
Bursa tarihi olarak bir su hazinesine sahip olmakla birlikte günümüzdeki temel sorun su
temini çalışmalarının amacı, yeterli miktar ve kalitedeki suyun istenildiği anda tüketicilere
en az maliyetle sunulması sorunudur.Su teminine ilişkin çalışmalar bir bütündür ve bir
zincirin halkalarını oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda, Bursa’da gelecek yıllarda su
sorununun yaşanmaması her şeyden önce, su sorununa yol açabilecek unsurların ortadan
kaldırılmasına, diğer bir anlatımla su temini
çalışmalarının eksiksiz bir şekilde yürütülmesine bağlıdır.
.
BURSA’NIN
GÜNÜMÜZE
KALAN
BELLİ BAŞLI
TARİHİ
ÇEŞMELERİ
NDEN
GÖRSELLER
VE BİLGİLER
Kırkodalar Anibal Çeşmesi Görünümü
M.Ö. 202 yılında Kumandan Kartacalı Anibal
tarafından yaptırılmıştır. Anibal tarafından, Pınarbaşı
suyu künklerle yapılan isale (iletim) vasıtasıyla
Bursa’ya getirilmiş ve küçük bir şebeke inşa edilmiştir.
Bursa şehrinin kuruluşundan günümüze kadar
gelebilmiş bir yer altı çeşmesidir. Bursa’nın en eski
tarihli çeşmesi olarak bilinir.
Bursa Devlet Hastahane’sinin
arkasında Alaaddin Caddesi
sonundaki Allaaddin Camii’nin
duvarındadır. Üzerinde kitabesi
olmayan çeşmenin camiyle beraber
XIV. yüzyılda yaptırıldığı
düşünülmektedir 86 . Çeşme 1960
yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler
Kurumu tarafından onarılmış ve
bugünkü görüntüsünü almıştır
Alaaddin Camii Çeşmesi Genel Görünüm
Muradiye MedreseÇeşmesi Genel Görünümü
Muradiye Mahallesinde, Muradiye
Medresesi’nin batısında Kaplıca
Caddesine bakan köşededir. Çeşmenin
kitabesi yoktur. Ancak külliye içinde yer
alan cami inşa kitabesine göre Sultan II.
Murat tarafından 828 H.- 1425/ 830 H.-
1426 M. tarihinde yaptırılmıştır 106 .
Buna göre çeşme de cami ve medrese ile
birlikte aynı tarihlerde inşa edilmiş
olmalıdır
Umur Bey Mahallesinde, Kapıcı
Caddesinde, Umur Bey Camii
avlu duvarındadır.Hacı Umur
Bey Bin Timurtaş tarafından,
931 H.-1524 M. yılında
yaptırılmıştır
Umurbey Camii Çeşmesi Genel Görünümü
Muradiye Camii Çeşmesi Genel Görünümü
Muradiye Camii’nindoğu girişinde avlu
duvarına bitişiktir. Çeşmenin kitabesi
bulunmamaktadır. Aynı adla anılan
Muradiye Camii Sultan II. Murat
tarafından 828 H.-1425 M. yılında
yapımına başlanmış, 830 H.-1426 M.
yılında tamamlanmıştır
Çinili (MünirPaşa) Çeşme Batı Cephesi
Osmangazi Semtinde, Bursa Ulu Camii’nin güneybatısında
köşede yer alır. Çinili Çeşme, 1321 H.-1903 M. yılında
yaptırılmıştır158. Zamanla dökülen bu çeşmenin çinileri
Kütahya’dan getirilerek, yenileri ile 1952 yılında
değiştirilmiştir. Sonradan bu çeşme, 1959 yılında Bursa Ulu
Camii’nde yapılan onarım esnasında “muhdestir” kararı
alınarak yıktırılmıştır159. Sonradan 1994 yılında aslına uygun
olarak tekrardan yaptırılmıştır.
Hisar içinde Zindankapı Sokağında, Veled-i
Yaniç Mescidinin duvarında yer alır. Çeşme
mermer ayna taşı üzerinde bulunan kitabeye
göre, 1331 H.-1912-1913 M. Tarihlidir. Sultan
Murat zamanında aynı adla anılan mescitin
giriş kapısı üzerindeki kitabede, Yaniçoğlu
Hacı Hayrüddin’in oğlu Hacı Mahmut Çelebi
tarafından 844 H.- 1440-1441 M. tarihinde
yaptırılmıştır
Veled-i Yaniç Çeşmesi Genel Görünümü
GAZİ ANADOLU ÖĞRENCİLERİ
İKLİM KRİZİ İÇİN
İZNİK'TE İŞ BAŞINDA
TÜBİTAK 4004
NE YAPTIK?
4004 programı; bilginin toplum ile
buluşturulmasını ve yaygınlaştırılmasını, bilginin
mümkün olduğunca görselleştirilerek, etkileşimli
uygulamalarla anlaşılır bir biçimde
kazandırılmasını amaçlamaktadır. Program
kapsamındaki projelerde; katılımcıların bilimsel
olguları fark etmeleri sağlanarak, merak
duygularının, araştırma, sorgulama ve öğrenme
isteklerinin teşvik edilmesi hedeflenmektedir.
İKLİM KRİZİ
NEDİR?
İklim krizi genel olarak iklim koşullarında meydana gelen
olumsuz değişimler ve zararlı sonuçlarının bütünü
şeklinde tanımlanabilir. İklim krizi küresel ısınma gibi
sorunlarla yakından ilişkisi olan bir olgudur. Bu da
beraberinde ciddi boyutlara ulaşan kuraklaşma,
öngörülemeyen küresel yağışlar ve meteorolojik olayların
sıklığı, küresel boyutta sıcaklık artışı gibi insanların
ihtiyaç duyduğu yaşam alanının hızlı bir şekilde yok
olmasına sebep olan durumları meydana getirir. İklim
krizi uluslararası organizasyonlar ve dünya genelindeki
devletlerin desteği ile engellenmeye çalışılmaktadır.
Biz bu projede Tübitak 4004 Programı kapsamında
bir hafta boyunca İznik'te iklim krizi hakkında çeşitli
etkinliklere katıldık. Bu konu hakkındaki bilinç
düzeyimizi, farkındalığımızı arttırdık ve dünyamızın
sonunu getirecek olan iklim krizine dur demeye
çalışacak çözüm önerileri aradık.
İZNİK'TE İKLİM KRİZİ
İZLERİNİ ARADIK
İKLİM KRİZİ HAKKINDA
FARKINDALIĞIMIZI
ARTTIRAN ETKİNLİKLERE
KATILDIK
İKLİM KRİZİNE DUR
DEMEK İÇİN ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ ARADIK
Ben Kimim?
Bu sonsuz yolculukta yaşadıklarımız bize varlığımızı ve kainatı sorgulatır.
İnsan doğduğu andan itibaren merak etmeye başlar. Konuşmaya
başladığı andan itibaren sorular sormaya başlar. Bu sorular hayat boyu
devam eder. Sorular soruları doğurur ve bu uzun yolda bize yol
gösterirler. Bu sorulardan en önemlisi muhakkak ki “Ben kimim?”
sorusudur. Şayet insan kim olduğunu bilmezse tüm bu sorular anlamsız
kalır. Bu noktada ilk akla gelen tasavvuftur. Tasavvuf düşüncesi varlığı
ayırmak yerine varlığın bir olduğunu savunur. Varlık maddenin
ötesindedir ve kelimelerle tarif edilmesi zordur. Yalnızca hissedilebilir.
Tasavvuf felsefesindeki en büyük sorular sanılanın aksine “Tanrı var
mıdır?” veya “Ölümden sonra yaşam var mıdır?” gibi sorulardan ziyade
“Ben kimim?” sorusudur. Tasavvuf düşünürleri bu soru hakkında epeyce
düşünmüşlerdir. Tasavvuf ’un önde gelen isimlerinden İbn Sina uçan
adam metaforunu öne sürmüştür. Kendini maddeden ayırmış ve
duyularının ötesinde bir hiçlikte olduğunu
düşünerek kendi varlığını
sorgulamıştır. Kendisini bir hiçliğin ortasında bir hiç olarak düşünse bile
var olduğunu hissetmiştir. Peki İbn Sina’ya varlık hissini ne vermiştir veya
kim vermiştir? Bu soruya cevap verebilecek olan isimlerden biri Hallacı
Mansur’dur. Hallacı Mansur bu hiçlik deneyimini yaşamıştır. Ve “Enel-
Hak” yani “Ben Tanrıyım.” diyerek şirk koştuğu düşünülerek idam
edilmiştir. Fakat o şirk koşmamıştır. O kendisinin olmadığını yalnızca
Tanrı’nın olduğunu anlatmak istemiştir. Hallacı Mansur’u en iyi anlayan
düşünürlerden biri olan Farabi bu konu hakkında “Var mısın ki yok
olmaktan korkuyorsun?” demiştir. O bu düşüncesinde yalnızca Tanrı’nın
olduğunu ve bütün alemin ve insanın yalnızca Tanrı’nın birer parçası
olduğundan bahsetmiştir. Farabi’nin bu sözü söylerken Antik çağın en
büyük filozoflarından biri olan Platon’un, idealar kuramından ilham
aldığını söyleyebiliriz. Ona göre idealar evreni Tanrı’dır. İnsan ve kainat
onun yansımasıdır. Aslında zaman yoktur. Mekan yoktur. İnsan yoktur.
Hepsi birer yanılsamadır. Tasavvufta nefsin 7 mertebesi vardır. Eğer bu
yanılsamalardan kurtulursak nefsin 7. mertebesi olan Nefsi Kamile’ye
erişiriz ve o an yalnızca Tanrı vardır. Bir ağaca baktığımızda orada
Tanrı’yı görürüz. Güneşe baktığımızda Tanrı’yı görürüz. Kendimize
baktığımızda ise yine Tanrı’yı görürüz. Belki bu yüzdendir ki Hallacı
Mansur “Enel Hak” demiştir
O halde Tanrı nedir? Tanrı’dan korkarız. Ona dua ederiz. Fakat gerçekten
neyden korkarız? Neyden isteklerde bulunuruz? Ondan korkarız çünkü ateş
vardır. Ondan cenneti isteriz çünkü cennette zenginlik vardır. Fakat bu
çıkarlarımız için ona inanmak demek değil midir? Bu onu öğretmen olarak
görmek değil midir? Eğer sınavdan yüksek alırsak cennet ve zenginlik eğer
düşük alırsak ateş ve ızdırap vardır. O halde bu kainat yalnızca sınav
odasından mı ibarettir? Belki de yaradan yarattıklarında gizlidir. Tanrı
bazen güneştir. Bazen ağaçtır. Bazen güzel bir kokudur. Güzel bir odaya
girdiğimizde içimizde oluşan duygudur. Belki de Tanrı hissettiklerimizdir.
Gördüklerimize anlam verendir. Tanrı güneştir ve tüm kainatı aydınlatır.
İnsan ise onu gören gözdür. Eğer güneş olmazsa göz göremez. Eğer Tanrı
olmazsa insan karanlıkta kalır ve anlamını kaybeder. Diğer yandan eğer
güneşi gören göz olmazsa güneşin anlamı kalmaz. Eğer insan olmazsa
Tanrı’nın anlamı kalmaz. Zaten bu yüzden “Ben gizli bir hazine idim;
bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” dememiş midir? Bu yüzden Tanrı
yarattıklarındadır. Bu yüzden İbrahim putları devirmiştir. Çünkü o güneşe
baktığında Tanrı’yı görmüştür. Aya baktığında Tanrı’yı görmüştür. Kainata
baktığında Tanrı’yı görmüştür. O Tanrı’yı taş parçalarına sığdıramamıştır.
Çünkü Tanrı her yerdedir. Nasıl bir resime baktığımızda orada sanatçının
imzasını görüyorsak hayata baktığımızda da Tanrı’nın imzasını görürüz.
Hayata baktığımızda Tanrı’ya aşık oluruz. Zaten ne demiş Mevlana
“Allah’a ulaşacak birçok yol var. Ben aşkı seçtim.” O Tanrı’ya aşık olmayı
seçmiştir. Tanrı’ya aşık olmak demek varlığın özünü yani onu her yerde ve
her şeyde görebilmektir. Her şeyin özü Tanrı’dır. Yaratılışın sebebi aşk-ı
zâti yani Hakk’ın kendisine olan sevgisidir. O kendini görmek için ayna
misali mahlukatı yaratmıştır. Her şey onun aynadaki yansımasıdır. Mevlana
Tanrı’ya aşkla ulaşmıştır. Fakat tek yol bu değildir. Bazı mutasavvıflar
Tanrı’ya ulaşmanın Hz. Muhammed’in sünnetlerine sarılıp ibadet etmek
olduğunu savunmuşlardır. Bir başka grup ise bunlara ilaveten nefisle
mücadeleyi benimsemişlerdir. Bu grup Tanrı’ya ulaşmanın ona teslim
olmak olduğunu düşünmüşlerdir. Nefislerini Tanrı’ya ulaşmak adına terbiye
etmişlerdir. Bu dünyadaki geçici aşklardan vazgeçmişlerdir. Diğer yandan
Mevlana gibi aşk yolu ile Tanrı’ya ulaşmayı savunan grup ise bu dünyadan
vazgeçmek yerine Yaradan’ı yarattıklarında aramış Yaradan’a aşık olmak
için yarattıklarına aşık olmak gerektiğini savunmuştur. Yunus Emre bu
konuyla ilgili “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü.” sözünü söylemiştir.
Muhammed Emir Erat 11/F 2609
Yedinci Bahar
“Merhaba” Helen,
Prusa, 7. Bahar
Denize bakan / kıyıları
Rüzgarlı Phemeia’dan…
Hatırlıyorum da, sana bu sözcüğü her söyleyişimde gizemli dudaklarında eşsiz bir kıvrım
belirir ve gülümseyerek; “Her merhaba deyişini saklı bir davet olarak algılıyorum
nedense, gülüşüm ondan…” derdin. Bilmem yedi yıl sonra gelen bu merhabaya da
gülümseyebilecek misin, yoksa nerede ve nasıl yaşadığımı özlemekten gülmeyi unutmuş
mudur şimdiki gözlerin?
Ah güzelim, okuduğum kitapların bir gün beni yoldan çıkarıp serseri bir rüzgârın önüne
sinsice atacağını daha önce sezinleseydim, o şiirleri-öyküleri yüreğime bezemek yerine
sadece her sabah sana merhaba der ve dudaklarında beliren eşsiz kıvrımın ardından
gelen gülümseyişini izlerdim doya doya; mutluluğum için bu yeterdi. Oysa…
Oysa nasıl da severek okurdum bana yeni hayatlar, yeni düşler ve bambaşka düşünüş
biçimleri kazandıran o kitapları büyük bir hazla! Aslında o şair ve yazarların
Nietzsche’nin sözünü ettiği, “Kendi zincirlerini kıramadıkları için başkalarını ateşe
iteleyen özgürlük savaşçıları” olduklarını anladığımda çok geçti, ateşin içindeydim. Bu
ateşte yanmam, kül olmam ve küllerimden yeni bir adam yaratmam gerekiyordu. Sen
bana bir gün şöyle demiştin çünkü: “Eğer mutsuzsan beni bırak… / Okuduğun, bildiğin
her şeyi unut ve at / Yeniden doğmak istiyorsan küllerinden / kendini yak! / Yeni insanlar
tanı, yeni kitaplar oku; / yeni bir milat yarat kendine / yeni bir hayat…” Ah, Helen!
Simyacı’yı hatırlar mısın? Ya da dur, onu bırak, 85 yaşında yazdığı pişmanlık şiiri ile yeni
bir şans daha dilenen o zavallı Latin şairi? Hatırladın mı, ne çok okurdum onun dizelerini
sana: “Yeniden yaşama şansım olsaydı eğer / Pabuçlarımı fırlatıp atardım / Ve sonbahar
bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla / Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına
varırdım.”
Seni uykuda bırakıp terk ettiğim o gece… Nasıl da coşkulu, nasıl da heyecanlı ve kendinden
emindi bu zavallı Don Kişot, bu yeni Simyacı, bu çocuk Sinbat; merhaba diyordu yeni
maceralara, uzak diyarlara, rüzgârlı kıyılara, yeni hayata! Sen, Rehn kıyısındaki küçük
tepemizde, asmalar arasından yarısı görünen o iki katlı beyaz evimizde uyandığında, ben
Gordion’un taşlı yollarında yürüyordum pabuçsuz, yalınayak ve tek başıma. Sen
yokluğumun farkına varıp benim için ilk kez telaşlandığında, ben Midas’ın mezarında
ağlıyordum sana. Konia ovasından süzülüp Kapadokya gölgeliklerinde dinleniyordum, sen
de benim için ilk ağladığında… Oysa ağlamak niye? İkimiz de, insan yüreğinin sesini
dinlemeli ve “yüreğinin götürdüğü yere git” meli diyorduk ya!
Biliyorsun Anadolu (senin Küçük Asya’n) gençlik günlerimizden beri ortak tutkumuzdu.
Orada tanışıp orada yaşamıştık sevdamızı, o sonbahar ikliminin tarih kokulu coğrafyasında.
İlk ayrılık gecesinde, çoktandır özlediği bir özgürlüğü yaşadı hoyrat Yürek: Selime’de, dere
boyu söğütleri altında yan yana görünen ama birbirinden fersah fersah uzaktaki iki yıldıza
bakıp bizi düşündü. Anadolu’nun çok sesli melodisi içinde eski çağları, eski uygarlıkları
düşleyerek uyudu kaldı… Rüyasında, Hitit savaş arabaları arasında koşuyordu Yürek;
Hattuşa’dan gelmişti Kadeş’e, Firavun hazinelerini yağmalıyordu! Tutan-kamun, binlerce
işçi çalıştırarak benzersiz büyüklükte bir mezar yaptırıyordu kendisine ve mumyasına
konulmak üzere hoş kokulu bitkiler topluyordu Kadeş düzlüğünden! Ra, yeniden güç
kazanacağı çocuk bedenleri arıyordu kendisine ve önünden geçenlerin hiçbirini
beğenmiyordu! Üstleri çıplak, esmer, püskül saçlı kadınlar, Nil kıyısındaki papirüsleri kesip
yığıyordu tarlalara. Daha neler neler… Sevgili Helen, yolculuğuma ait daha bir yığın şeyi
anlatmak isterdim sana, belki başka baharlara…
Tam üç ay Küçük Asya’da gezindim durdum. Nerelere gitmedim, hangi yollarda yürümedim,
hangi dağı aşıp hangi nehri geçmedim ki… Kilikya’ya indim bir akşam, Toroslar’ı aşıp
oğlumuzun doğduğu eve gittim. Son depremde yıkılmış, çökmüş… Eski kalasların arasında
oturup baktım çevreye, bizi çoktan unutan yıkık duvarlarda izler aradım, mutlu
günlerimizden kalma çocuk izleri… Bir başka akşam Anavarza kayalarına çıktım, ovaya
baktım. Kral kızının çığlıklarını duydum yine; surlardan aşağı kendini atan kızın öyküsünü
bekçi anlattı, ben hatırladım: “Bu yüksek kayalardan bakıyordu kız, ovadan kente su
getirmek için yarışan Kozan ve Misis krallarının çocuklarına. Misis kralının oğlu yarışı
kazanacakken, kız bırakıverdi kendini bu yüksekten düz ovaya. Kozan kralının oğlunda
kalmıştı çünkü kızın yüreği…”
Bekçi su dökünce canlanıverdi yine mozaikte iki oğlan ve ortadaki iri gözlü, ırmak saçlı kız;
baktılar bana su kuruyuncaya zaman. Bir de arada karayılan… Yılankale’de uyurdu koca
Şahmeran, Tarsus hamamında kalmıştı kanı. Misis’teki köprüde ölümsüzlük reçetesini
uçururken elinden Lokman, Kleopatra geçiyordu büyük kemerler altından Tarsus’taki
kapıdan. Toprakkale’nin eşsiz gün batımı çukur ovada uzanırken, İssos’ta İskender,
Darius’u bozguna uğratıyordu beyaz atında. Eski kemerlerden hala sular akıyor, zakkumlar
Gâvur Dağları’nı süslüyordu… Bir türkünün dizeleri için sırf, Kozan Dağı’na tırmanıyordu
Yürek. Memed mein Falke’i tanıyan köylüler, beni tanımıyordu. Cennet’te bir yudum su,
Cehennem’de bir parça taş olup Ashab-ı Kehf’te uyuyordum. Efes, eski Efes değildi, kralların
yolu Sardis’te başlamıyordu artık. Ve zaman Göksu’da akmıyordu suyunda boğduğu kraldan
bu yana. Ömürler bitiyor yollar hiç bitmiyordu Küçük Asya’da…
Giysilerim solmuş, saçım sakalım birbirine karışmış bir halde batıya döndüm bir gün
yüzümü. Beni avareye çeviren deli Yürek; “Özgürlük güzel de…” diye fısıldamıştı,
“Amaçsız olan da anlamsızdır.” İlk soğuk rüzgâr ve ilk sonbahar damlası, Anadolu’nun
batı kıyılarında yakaladı beni; Hisarlık tepesinde Troya’nın bilmem kaçıncı katmanını
inceler, Homeros kardeşle İsa’dan önceki yılları yâd ederken! Aşağıda Skamendros
ovasında hala çılgın atlar dörtnala geçiyor, Akhilleus, parlak tolgasının altındaki sarı
saçlarını savurarak Hektor’u kovalıyordu. Zavallı Hektor, tanrıların oyununa geliyordu
çok kötü!
Yüreğimde Patraklos’unu yitiren Akhilleus’un öfkesi ve Hektor’unu yitiren Priamos’un
evlat acısı birbirine karışırken Troya’da, son yıkıntılar arasında bahardan kalma bir
pembe gelincik, soğuk rüzgârda ipil ipil titreşerek hayata tutunmaya çalışıyordu… Ki,
Menelaos, Helen’ini özledi. Karısını yitirmiş kral haklıydı; taş taş üstünde kalmamalıydı
Troya’da! Helen’i unutmak için (seni unutmak için) bir Troya’nın yakılması yetmezdi;
yeniden yapmalı yeniden yakmalı, yeniden yapmalı yeniden yakmalıydı. İşte bu yüzden
kaç kez yakılıp yıkılmıştı Troya ve kaç kez küllerinden yeniden doğmuştu. Troya
yanmanın, Troya unutmanın, Troya yeniden doğuşun kenti olmalıydı.
Yağmur hızını arttırmıştı, yönümü uzak Bithynia toprağına çevirdiğimde… Artık,
kaçışın ilk anlarındaki Ben yoktu; üstü başı parça parça, gözleri donuk, Yürek ezik
yürüyordu. Olası değildi bazen dönmeyi ne kadar istese de insan; dönmenin de bir vakti
vardı, kaçırınca insan o vakti, anlamsızdı dönmek de. Küllerimden yeniden doğacağım
yeri bulmak için, yıllar önce seninle yürüdüğümüz uzak Bithynia toprağına doğru
yürüdüm, yürüdüm…
Sevgili Helen, meğer yanıp kül olmak değilmiş asıl zor olan, küllerinden yeniden
doğmakmış.
………..
Sonunda bir gün, küçük bir tepeyi aşınca karşıma çıkıverdi o yer: Denize bakan kıyıları
rüzgârlı bir koyun içine gizlenmiş küçük bir köy; köydeki ahşap evlerin arasında
dolanarak, gündelik sıradan işlerini çok ama çok önemseyen insanlar… Sanki yüzlerce
yıldır bu evlerde yaşamış bu insanlar bundan sonra da aynı evlerde yüzlerce yıl daha
yaşayacaklardı. Burada bir elma, bir zeytin tanesi ile saatlerce oyalanabilirdi insan;
denize aylarca bakabilir, karıncaları günlerce izleyebilirdi. İnsanlar burada hayatın her
anını “sincap gibi” büyük bir ciddiyetle yaşıyorlardı. Zeytin, tahıl, meyve ve hayvan (yani
bir insanın yaşaması ve mutlu olması için yeterli olabilecek her şeyi) yetiştirip ağır
adımlarla yürüyor, hafif sözlerle konuşuyorlardı. Gürültü yerine doğal sesler vardı her
yerde, hayvanların ve değişen rüzgârların sesi huzurla yankılanıyordu dört bir yanda…
Bu köyün adı Phemeia idi, küllerim kımıldanıverdi…
Sokakta rastladığım yaşlı adama, geldiğim küçük tepedeki yarı çökmüş evi gösterdim:
“Ha, şu tepedeki taş yıkıntı mı?” dedi, “Bize çok şey öğreten bir bilgeye aitti. Yıllar önce
ölüp gitti kendisi…”
Şimdi denize bakan o tepedeki taş evde yedi yıldır ben yaşıyorum Helen; (Sen öyle
derdin) Phemeia ad Prusa’da… Bir bahçe oluşturdum; akşamsefaları, kasımpatılar,
sardunyalar, kına çiçekleri ektim. Bir kayısı ağacım var, iki de zeytin…
Toprağımda her bahar kendiliğinden gelincikler, papatyalar bitiyor. Onların
günbatımlarındaki çırpınışlarını sana anlatabilmek için büyük cümleler
kuruyorum içimden, yetmiyor. (Keşke papatyalarımı görebilseydin!) Çatımda deli
poyrazlar uğulduyor geceleri; kendimi uzak zamanlarda, ahşap bir geminin
güvertesinde, ıssız ve karanlık bir denizin ortasında yolculuk eder sanıp uykulara
dalıyorum. Yeni kitaplar aldım kendime, yeni insanlar tanıdım, yeni şeyler
söylüyor cancağızım! Peki, mutlu muyum? Bilmem…
Eğer mutluluk seni özlemek, istemek ve bu isteyişin sürekli olması için senden uzak
kalmaksa; sana kavuşmaktan korkarak özlemini yüceltmekse… Eğer mutluluk,
gece rüzgârlarının bahçe kapısını kalaslara vurarak çıkardığı seste ne kadar yalnız
ve ne kadar sana ait olduğumu düşünmekse… Eğer mutluluk, bir akşamüstü o bahçe
kapısından senin uysal ve ürkek adımlarla gireceğini hayal ederek beklemekse…
(Henüz değil ama bir gün benim için geleceğini biliyorum.) Eğer mutluluk, bu
âlemde olmasa bile başka bir âlemde seninle yeniden buluşacağımı söyleyen bir
sese sahip olmaksa… Kim bilir, belki mutluyumdur Helen!
Yolculuğuma dört çocuğumu da yanıma alarak çıkmıştım: Onur, daha ilk günlerde
rahatsızlandı, bir daha eski sağlığına kavuşamadı ve son dilenciliğimin ardından
dün akşam öldü! Mavi gözlü kızım Melek, son kez onu yıkadı ve usulca toprağına
yatırdı. Beni bu yolculuğa kandıran Yürek, o deli çocuk, kayısı ağacının altına
çökmüş vaziyette dalgın gözleriyle uzaklara bakıyordu. Şeytan, kara çocuğum, az
önce köye kadar indi; beni teselli edip eski halime döndürecek yeni bir kadın arıyor
şimdi!
Phemeia’da eskinin küllerinden (unutarak) yeni bir hayat kuruyorum kendime. Bir
tek… Bir zamanlar beni seveni; “Nedense her merhaba deyişini saklı bir davet
olarak algılıyorum” diyen sesini, nedense silemiyorum aklımdan…
“Merhaba” Helen!
Engin SALGUT
Sorular
Güneşler açar
Bilirim.
Senin mi o saçlar?
Yâr yüreğini bana getiren,
Ilgıt ılgıt esen rüzgar?
Ki senin saçlarının rüzgarıdır
Sonra,
Sonra yüreğime akan sıcaklık
Senin yüzün suyu hürmetinedir.
Akar, durmadan akar bana doğru.
Can veren topraktır, sudur.
Peki ya bakışların?
Bakışların değil midir,
Beni divane eden
Ve sona doğru akan ırmak?
Sonra dudakların,
Bir çocuk entarisi,
Peşinde elvan elvan çiçekler
Birer birer savrulur
Hep sana doğru, hep…
Sahi,
Çiçek neyin olur senin?
Saçında kekik kokuları,
Işık neyin olur senin?
Çok beklersin de
‘’Gelmez artık’’ dediğin biri
Ve unutma
Geçmişte olan geçmişte kalmaz, biliriz.
Çıkıp geliverir aniden yüreğinin
kapısını çalarak.
Elinde bir demet gülümsemen kokan
çiçeklerle.
Aydınlık bir nisan ayında… çiçeklerle.
Sahi,
Sahi,
Sevda neyin oluyor senin,
Aydınlık neyin olur senin?
Bu apansız sevda?
Nisan, neyin olur senin?..
Beni bulunca sevdan,
Gün olur doğarım, bilir misin?
Akla ziyan sorular, akla ziyan ah bir
bilsen.
Zafer Öztürk
Oku
Benim şiirim yoktu
Sen okudun.
Aynam yoktu benim
Sana baktım.
Göz alabildiğine uçsuz bucaksız
topraktım,
Sen sürdün beni.
Herkes beklerken yağmuru,
Sen ıslattın gözyaşlarınla
Çatlayan ve sana hasret, suya hasret
topraklarımı.
Yarasalar fink atarken mağaramda,
Sen değil miydin bana ışık tutan,
Ve bakışların.
Güneşim de
Yağmurum da
Toprağım da sensin.
Sensin ey bereketli sevgili
Sensin.
Gün aydı, serin yemişler toplamanın
zamanıdır şimdi…
Yanım yanındır,
Yanın yanımdır.
Canın canım,
Canım canındır şimdi.
Hoş geldin!..
Zafer Öztürk
Leyla
Şayet inse şeytan yeryüzüne
Kavrulup gelse cehennem ateşinde
Seninkiler kadar şaçları,
Yanakları al olamaz.
Tanrıyı görüp gelse elçi beri
Gözleri yine seninkiler kadar nurlu bakmaz
Havva yasak elmayı yese de gelse
Dudakları seninkiler kadar parıldamaz.
Sen bir melek kadar güzel, bir şeytan kadar
kibirlisin.
Sen bir tanrı gibi yüce, yalnız son nefesini veren
kul gibi geçicisin.
Sen dünya güzeli ama yalnız bakmasını bilenesin.
Sen, sen; mihrimahım,
Benim yeryüzündeki nefesim, mabedimsin.
Berra Ay
Uç güzel kuşum
Yalnızsın artık bu dünyada
Kanadın kırık, tüylerin yok, gagan
zedelenmiș
Yine uç, olur mu?
Kusurlu vücudun
Korku dolu bakışların
Acıyla dolu yüreğin
Uçmayı öğrenemeyecek kadar
kimsesizsin
Kırık kanatlarınla havalanmaya
çalışma
Yağmur yağarken uçma sakın
Ben yokum, biz yokuz
Ama sen yükselmeyi unutma
Ece Aydogan
Uzakken yakın, yakınken uzak
Sensin bana, benden uzak
Yolunda ettin beni tutsak
Şimdi sana giden her yol uzak.
(*)
Gözlerindeki okyanusta
boğuldum
Kalp atışına vuruldum
Bak şimdi bir bana
Ben sende kayboldum.
(*)
Yalnız sen ve ben,
Yanımıza sadece
kahkahalarımızı alalım
Gecenin o sessizliğinde,
Tek duyulan biz olalım.
Esma Simsek
Hayat Hanıma Tembihler
Benim şiirim geldi Hayat Hanım
Uyandır beni sabah mesai saatinde
İşe gitmeyeceğim
Bir şeyler karalayacağım baş harfleri
anlamlı
Titreyerek ruhum kalem mürekkebinde
Defter kağıdında
Şair sözünde
Ömrümü sakın alma Hayat Hanım
Daha yazacak mısralar var hülyalarımda
Ben de bir gün ilhamı aşkta bulacağım
Ya da ilahilerde
Ama bulacağım Hayat Hanım
Ne biliyorsun benim şair olamayacağımı
Belki ruhum gezinmeyi bırakacak yıkık
mabetlerde
Ruhum mabede dönüşürse seni ararım Hayat
Hanım
Mehmet Kerem Çoban
Gözleriniz bayım
Sahip çıkın gözlerinize
Durup değmesinler
gözlerime
Zira gözlerinizin
üzerindeki ipek
kirpikleriniz dolanır
ruhuma
Ruhum kirpiklerinizin
kurbanı olmak üzere
Kelebek misalidir aşk
anlamayana günlük,
anlayana ömrü günlük...
Yaren Tuana Varol
Ağrı Kardeş Okul
Siirleri
Yalnızlık
Gerçeklerle karanlığa
gömüldüm bu hayatta
Düşüncelerim yetmedi
ışıkları aydınlatmaya
Yalnızlığıma dost
bulamadım bu fani
dünyada
Bulamazsın yalnızı bu
ortamda
Yalnızlığımı hissettim
her seferinde
Umutlarımla nefes aldım
gerektiğinde
Karanlığın nefesimi
kestiğinde
Yalnızlığı hissettim her
seferinde
Sedat DURSUN
1613 9/E
Sensizlik
Yine yağmurlu bir günde,
Sensiz sessiz bir köşede,
Yine kaldım tek başıma
hayalimle,
Geri gelseydin buluşurduk
gecede,
Eski günlerdeki gibi...
Sensiz olmayan günlerde,
Hayat boş, sensizlik
zordu.
Dayanmaya çalışırken,
Her şey ters gitti.
Düzeltmeye çalışırken,
Her şey mahvoldu.
Elanur BATUR 1481 9/E
Sevgül ÖZER 1539 9/E
Fatma Rana KURBAN 23 9/E
Çanakkale
Dört ayak üstünde duran abide
Kimin abidesi,
Ya peki onca yazılmış;
Destan, şiir, roman
Ya onlara ne demeli?
Hepsinin var bir bedeli
Hor bakma sen toprağa
Toprakta kimler yatar
Hani bunca asker?
İki yüz elli bin şehit yatar
Mehmetçiği yavi kılan
Kurt ile bir kılan
Selvi boylu asker yatar
Git bak her yere sor herkese
Zirvelerdeki tepelerdeki ulu çınar kime
Kan dökmüş Mehmetçiklerimize
Kimi nişanlı, kimi evli
Son nefese kadar savaşarak
Öldü hepsi
Yasımız var
Kimse gülmesin
Alkışlanmasın kimse
Uzaktır her şeyi, gökyüzü deniz
Her an peşimizden koşan gölgemiz
Tıpkı bayrağımız gibi
Rengi ak Hilal’i yıldızı ak
Nereden gelir böyle
Allığı şehitlerimizin kanından
Aklığıda kan üzerinde beliren ay ve yıldızınındır
Boşuna dememişler Çanakkale Savaşı iki yüz elli bin
Şehidin yattığı ve bir devrin başladığı yerdir.
Berfin AKBAŞ 1638 9/E
Puzzle
https://www.jigsawplanet.com/?rc=play&pid=14cabae37a2f
Prepared by 11/G
https://www.emaze.com/@ALRWOWLTR/2021-22-resm-sergs