You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
11. SAYI
TUNUS AYYILDIZ TOPLULUĞU TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR
“Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor”
Sınırları Türkçeyle Aşıyoruz…
Farklı Coğrafyalarda Osmanlı Eserleri
MISIR - Ain El Sira Gölü / Muhammed Ali Camii
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
TUNUS-2023
TEMMUZ SAYISI
Yüce hilal uğruna AYYILDIZ'ın aşkıyla …
BAYBURT ÜNİVERSİTESİ
Tunus Ayyıldız Topluluğu tarafından hazırlanan ve 2020 yılına kadar yalnızca Tunuslu öğrencilerin
yazılarına yer verdiğimiz Ayyıldız dergimizin 6. sayısı ve sonraki sayılarında Türkçe sevdalısı
Tunuslu, Cezayirli ve Faslı arkadaşların yazılarına yer verdik. 10. sayısından itibaren Afrika ve
Orta Doğu ülkelerinden büyük Türkçe ailesine katılanlar oldu. "Sınırları Türkçeyle Aşıyoruz"
sloganımızdan anlaşılacağı gibi dergimizde zaman ve mekan sınırı ortadan kalkmakta sesimiz
geniş coğrafyalara milyonlarca insana bugün ve yarınlara ulaşmaktadır.
2017 yılında başlayan bu yolculuk, birçok gönüllü ve gayretli genç kalemlere ev sahipliği
yapmış olup, onların duyguları ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerini ve okuyucuya
aktarmalarını sağlamıştır. Burada amacımız, hem Türkçe öğrenen ve seslerini duyurmak isteyen
arkadaşlarımızın sesi olmak hem de arkadaşların Türkçe seviyelerini geliştirmektir. AYYILDIZ
dergisi, yeni bir yolculuk için senede iki defa okuyucusuyla buluşuyor, sizleri de bu yolda bizimle
yürümeye davet ediyoruz. Biz birlikte çok daha güçlüyüz...
Farklı yerlerden, farklı ülkelerden Türkçe sevdalılarını birleştiren AYYILDIZ dergisi, edebiyattan
sanata, felsefeden tarihe, bilimden günlük yaşama ve kişisel gelişime kadar birçok konuyu
ele almaktadır, bu alanlarda yazılan metinlerin özgün olmasını isteriz, ulaşan metinlerin biz
içeriğine dokunmadan yanlızca yanlış yazılan kelimelerin ve anlamsız cümlelerin düzeltilmesi
yapılmaktadir.
AYYILDIZ ailesi olarak sizi aramızda görmekten mutluluk duyuyoruz, şimdiden büyük Türkçe
ailesine hoş geldiniz... Şimdi, dopdolu içeriği ve özgün tasarımı ile keyifli okumalar diliyoruz…
#Tunus_Ayyıldız_Topluluğu
#AYYILDIZ_dergisi
#Sınırları_Türkceyle_Aşıyoruz
Güvenli Şehrin
Huzurlu Üniversitesi
www.bayburt.edu.tr
tunusayyildiz@gmail.com
tunusayyildiz
tunusayyildiz
Bayburt.edu.tr @Bayburtedu Bayburtedutr
TUNUS AYYILDIZ TOPLULUĞU
Tunus Ayyıldız Topluluğu
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Sınırları Türkçeyle Aşıyoruz…
Dr. Musa Kaya
Dr. Wafa TRABELSİ
Kaynakça düzenlemesi
Dr. Musa KAYA Sarra RHOUMA
Dergi Yönetmeni
Yazı sorumlusu / Tasarımcı
İslem NOUİ
Kapak Tasarımı
Yayınlarımız :
Mohamed YAHYA
Kapak Fotoğrafı
Türkçenin Afrika’daki sesi, Ayyıldız dergimizin yılları geride bırakarak yoluna devam ediyor olmasına
ayrı farklı ülkelerden yeni yazarlarla Türkçe ailemizin büyümesine ayrı dergimizin dijital ortamdaki
okur sayısının hızla artmasına ayrı seviniyoruz.
Dergimiz ilk yılından itibaren samimi ve fedakâr birkaç kişinin gayretleriyle yürütülmüştü. Samimiyetin
gayret ve sevgi ile harmanlandığı yerde er ya da geç güzel sonuçlar çıkacaktır. Nitekim bu güzel sonuçları
bugün görebiliyoruz. Ancak eldeki imkânlar ölçüsünde yeni ve farklı etkinliklerle daha etkin ve verimli
çalışmalar yapmak gerektiğinin farkındayız. Bu doğrultuda Türkçe sevdalılarının buluşma noktası olan
dergimiz sosyal medyada da varlığını ve etkisini artırarak daha geniş kitlelere ulaşmak için çalışmalarına
devam ediyor. Yazıları hakkında videolar hazırlayarak dergiye dikkat çeken sevgili arkadaşlarıma hem
teşekkür ediyor hem de bu içeriklerin hazırlanması sürecinde çeşitli zahmetlere katlanan bu gençlerimizi
tebrik ediyorum.
Tunus’ta, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’nin orta büyüklükteki bir sınıfında “Sınırları Türkçe
ile Aşıyoruz” sloganıyla başlayan bu yolculukta yüzlerce öğrenci bizlere eşlik edip yol arkadaşımız
oldu. Daha önceki sayılarda isimlerini zikrettiğim için tekrar etmeyeceğim Türk kurum ve kuruluşları
ile görevlilerinin destekleri sayesinde çok güzel etkinlikler yapıp Türkçenin sesini binlerce insana
ulaştırmanın mutluluğunu yaşadık. Bugün ne o sınıf ne de insanlar var… Ama Türkçeye gönül vermiş,
Türkiye’yi kendi ülkeleri, Türk milletini kendi milletlerinden ayrı görmeyen, fedakârlık denilen kavramın
ete kemiğe büründüğü bir grup genç kaldı geriye. Mesafelerin engel olmadığı bu topluluk duyarlı birkaç
kişinin desteği ile zaman zaman bir araya gelerek zaman zaman sanal ortamlarda toplantılar düzenleyerek
Ayyıldız’ın aşkıyla yoluna devam ediyor… Yolunuz açık olsun.
Türkiye, geleceğini inşa etme yolunda hızla ilerlerken kardeş ve dost ülkelerle daha sağlıklı iletişim kurma,
kültürel ve sosyal etkileşimi verimli bir şekilde gerçekleştirme amacının önemli bir unsuru olarak
gördüğümüz sosyal medya ve diğer iletişim kanallarını en etkin biçimde kullanmaya çalışıyoruz. Kullanımı
belirli bir yaş veya grupla sınırlandırılamayan kitle iletişim araçları ve sosyal paylaşım ortamları özellikle
gençlerin ilgisini çekmekte, çok farklı nitelikteki içerikler bu kitleyi kolaylıkla yönlendirebilmektedir.
Dolayısıyla sınırsız sayılabilecek bir iletişim ve etkileşim ortamı sağlayan bu araçların etkin, doğru ve
verimli biçimde kullanılması büyük önem taşımaktadır. Bunun için bilinçli, gönüllü ve üreten genç bir
topluluğun önemli bir fark ortaya koyacağını düşünüyoruz. Bu bilinçle hareket eden Tunus Ayyıldız
Topluluğu da düşünen, araştıran, üreten ve ürettiğini paylaşan gençlerle önemli bir işe imza atıyor. Kültür,
tarih, edebiyat, bilim ve sanat alanlarında Türkçe hazırlanan içeriklerle çok boyutlu bir paylaşım sürecini
gerçekleştiriyor. Gerek Türk okurlar gerek Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen bireyler gerekse yazarlar
için farklı anlamlar ifade edecek bir ürün ortaya koyuyorlar. Yazanın da okuyanın da takip edenin de ayrı
bir mutluluk yaşadığı bir eser çıkıyor ortaya.
Yapılan işin güzelliğine, değerine, büyüklüğüne ve geleceğine inanıp desteğini eksik etmeyen herkese
yürekten teşekkürler… Birkaç kişiyle başlayıp birkaç ülkeye ulaşan dergimizin birkaç kıtada onlarca
ülke ve milyonlarca okura ulaşması amacıyla çalışıyoruz. Büyük Türkçe ailesinin yeni fertleri ve sevdalıları
ile buluşmaya, dostluk ve kardeşlik bağlarımızı güçlendirmek için elimizden geleni yapmaya devam
edeceğiz.
Selam, sevgi ve muhabbetle...
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
içindekiler
TUNUS AYYILDIZ
07
TOPLULUĞU
12 14
KONUK YAZAR
DR. MEHMET GÜNEŞ
TÜRK ŞİİRLE
TANIŞALIM
16 18
ABDİKANİ
KARİMA SKOUNTİ
OUMAYMA ZOUAOUİ
20
İBRAHİM
MOHAMED (BASİM)
21 22 24
YOLCULUĞUM
GHOFRANE BELJOUDİ
TUNUS'TA
SİNEMA TARİHİ
SARRA RHOUMA
LİNDA HOCA
MARAM BEN HAJAL
25 26 28
NESRİNE BOUHALLİ
ALMAN
EDEBİYATI
SARAH DABOUZİ
AMNA GHAZOUANİ
30 31 32
AMİRA BEN KRAM
"TÜRK DİLİNİN
DÜNYAYA YAYILIŞI"
LYNDA İNAS HADDAD
HOTTAB ALA
EL-BAB
IRAK VE TÜRK
ATASÖZLERİ
ARASINDAKİ İLİŞKİ
ZUHAİR MENDELİ
ÜÇ KELİME ÜÇ
ANLAM
OUMAYMA BEN M'RAD
TÜRKÇE NASIL
ÖĞRENDİM !!
BİR ÖRNEK
HİKAYESİ
“HİÇBİR GEMİ BİZİ BİR
KİTAP KADAR UZAKLARA
GÖTÜREMEZ”
TÜRKİYE’DEKİ
KUTLANAN ÖNEMLİ
HAFTALAR
MARWA MANSOURİ
33 33 34
BAŞARIYA GİDEN
YOL
DHOUHA MZOUGHİ
35 36 38
OSMANLILAR BAYRAMI
NASIL KUTLUYORLAR ?
ZAİNEB WASTİ
MISIR'DA TURİZM
FATMA EZZAHRA
NAJAH
SALMA HARHAR
40 41 42
TÜRLERİ ...
43 44 45
48 50 53
EYA RAHMOUNİ
İBTİSSAM ELKERYMY
OMNİA BADR EL-DİN AMİRA FATHİ SARRA LAHMER
DÜNYANIN İLK
SİHA GEMİSİ!
AMİN BELTAİEF
BEDEN DİLİ
RİHEM CHAABANE
BENİM TÜRKÇE
HİKAYEM
FAS'TA RAMAZAN
BAYRAMI
MISIR’IN KRALİÇESİ
KLEOPATRA
OSMANLICA
ASMA TRABELSİ
İŞARET DİLİNİ
ÖĞRENİYORUM : HAYDI SEN
DE ÖĞREN
FESTİVALLER
MARYAM BADRELDİN
FAS'TA DÜĞÜN
GELENEKLERİ
TOGG (TÜRKİYE'NİN
OTOMOBİL GİRİŞİM
GRUBU)
TUNUSLU BIR EL
YAZMASI ARACILIĞIYLA
OSMANLICA’DAN TÜRKÇE’YE
(2.BÖLÜM)
SOUMAYA KHOCHTALİ
KUȘ DİLİ
AMİRA BOUGHANMİ
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
GÖNÜLLÜLÜK
54 55 56
DENEYİMİM
RYM MZOUGHİ
RUTİN ÖLDÜRÜR
GHOFRANE MOUELHİ
YARGI VE
ADALETİN KİŞİSEL
VİZYONLARIMIZ
SALMA ACHOUAL
KONUK YAZAR
Dr. MEHMET GÜNEŞ
57 58 59
KENDİNE İYİ BAK
YOSR SAFTA
BENİM SEVGİLİ
59 60 62
« AMCIK »
AMENY HOUİMLİ
64 64 65
BİR TUNUSLU
GÖZLERİNDEN «MEDİNA»
AZZA SOUAYAH
66 67 68
DENİZEL İSTİLACI
YABANCI TÜRLER
WAFA TRABELSİ
UMUT OLMADAN,
HAYAT OLMAZ …
AMİRA SDİRİ
ÖZGÜVEN
SYRİNE AKRİMİ
ARAPÇA VE MALTACA
MEDENİYETLERİ
SOUKAİNA OULHİLA
İKLİMİMİZ ŞAŞIRDI
GHADA CHNİTİ
BİYOLOJİK SAATİN
AKREPLERİ AYNILIK
JİHEN HAMMADİ
KIRSAL ASLAN
SİHAM LE MHOUOUD
YENİLENEBİLİR ENERJİ
KAYNAKLARI VE İSLAM
ÜLKELERİNDEKİ ÖNEMİ
HASSAN YOUSEF
AHMED AL-SAEEDİ
FARKLI COĞRAFYALARDA
OSMANLI ESERLERİ
SARRA RHOUMA
1956 yılında Afşin’de doğdu. Kahramanmaraş Lisesi’ni bitirdi. Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden mezun oldu. Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde Biyokimya doktorası
yaptı. Yozgat’ın Sorgun İlçesi’nde kırk bir yıldır serbest hekim olarak çalışmakta olup, evli ve dört
çocuk babası, beş torun dedesidir. Şiirleri ve denemeleri; Töre, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Nizâm-ı
Âlem, Alperen, Semerkand, Altınoluk, Türkiye Günlüğü, Gözyaşı, Gökkubbe, Gündem, Kardaşlık,
Türkmeneli, Kardeş Kalemler gibi farklı fikir, kültür ve sanat dergilerinde; makâle ve incelemeleri ise;
çeşitli günlük gazetelerde yayımlandı. Muhtelif antolojilerde yer alan şiirlerinden bâzıları bestelendi.
Yayınlanmış Kitapları
Kronik Böbrek Hastalıkları ve Antioksidanlar
(Anıl Yayınları - 1995)
Şişmanlık ve Diyabet (Anıl Yayınları - 1996)
Hac ve Duâ (Elit Yayınları - 1999)
Gün Akşama Yaslanmadan - Şiir (Se-Ba Yayınları - 2000)
Mukaddes Yolculuk Medîne-i Münevvere
(Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları (2010 - 2013)
Gül Aşkın Mihrâbıdır - II Cilt (AŞK Vakfı - 2011)
Evliyâ Çelebi’nin İzinde “Gül” Medeniyeti’nin Başkenti
(BengüYayınları - 2011)
Mukaddes Yolculuk Mekke-i Mükerreme - II Cilt
(Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları - 2014)
Gittikçe Artan Yalnızlığımız (Cümle Yayınları - 2015)
Hüzünler “Gül” Kokuyor - Şiir
(Gönüllerde Birlik Vakfı - 2016 )
Kûtü’l-Amâre Zaferi (Akçağ Yayınları - 2016)
Ufuk Çizgisinde İz Bırakan Yazılar
(Gönüllerde Birlik Vakfı - 2016)
Çanakkale Dirilişi (Akçağ Yayınları - 2017)
Bir Güzel İnsan Muhsin Yazıcıoğlu
(Gönüllerde Birlik Vakfı - 2019)
Millî Düşünce Ufkumuz (Gönüllerde Birlik Vakfı - 2019)
Sıla-i Rahim - Şiir (EMA Yayınları -2022)
Gönül Dilimiz Türkülerimiz (EMA Yayınları -2023)
Yayınlanacak Eseri:
“Hoşça Bak Zâtına” Ey Hazreti İnsan
7
AYYILDIZ | 11. Sayı
“BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR”
Allah (c.c.), vatan ve istiklâl aşkıyla
canını ve kanını sebîl eden şehitlerimizin
Al-bayrağımıza verdiği “kan kırmızısı renkle”;
“hilâl”le “yıldız”ın terkîbinden meydana gelen
ve “Tevhid’in remzi” olan o mükemmel âhenkle;
“dîn ü devlet mülk ü millet” sevgisini sembolize eden kutsiyetle,
gökkubbede ve gönül gönderimizde ebediyen
dalgalandıracağımız
şanlı“Türk Bayrağı”na en kalbî muhabbetlerimizle…
* * *
Ey; Türk Milleti’nin gururu, kalbimizin sürûru,
gözümüzün nûru; bağımsızlığımızın ve hürriyetimizin sembolü,
hâkimiyetimizin ve devletimizin mührü olan; gecelerimizi “Ay-
Yıldız”ın ışığıyla gündüz eyleyen ve semâlarımızı şehitlerimizin
kanıyla telvîn edip lâle bahçesine çeviren “mavi göklerin beyaz
ve kızıl süsü…” 1
Ey; hilâliyle Yüce Rabb’imizi; yıldızıyla Fahr-i Kâinat
Efendimiz’i; al rengiyle şühedâyı ve Türk Milleti’ni temsil eden,
turkuaz sevdâlarla gönüllerimizde bâd ü sabâ estiren “Kız
kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü…” 2
Ey; Tevhîd’in Ay-Yıldızlı terkîbi, elif gönderindeki
mukaddesâtımızın şühedâ kalemiyle tezhîbi, Kosova
Savaşı’ndaki o meşhur tablonun tasvîri, “ezelden beridir hür
yaşamış” ve ebediyen hür yaşayacak olan bu azîz milletin; rûh
kökünün, tarihinin, ideâllerinin, millî ve mânevî değerlerinin en
güzel remzi ve en mükemmel tercümânı…
Ey; Oğuz Kağan’la Uluğ Türkistan’dan yola çıkan,
Abdülkerim Satuk Buğra Han’la Mekke’nin Tevhîd nûrunda
yıkanan, Sultan Alparslan’la Anadolu kapılarını selâmlayan, Fâtih
Sultan Mehmet Han’la İstanbul’u alıp yeni bir çağ açan, Yavuz
Sultan Selim ve Kânûnî Sultan Süleyman’la XVI. yüzyılı “Türk
Asrı” yapan, İstiklâl Harbi’nde insanımızı kıyâma durduran ve
beş bin yıllık tarihimizden aldığı güçle zafer burçlarını dolduran
Ay-Yıldızlı kahramanlık destânı…
Ey; Mâverâ’dan “Gül” kokulu muştular getiren; bizleri
vahdetin muazzez iklimine götüren, şühedânın rûhâniyetiyle
kalplerimizi âbâd eyleyen, gölgesinde oturanlara tatlı bir huzur,
ferah-fezâ bir emniyet ve eşsiz bir mutluluk veren, dünyadaki
bütün mazlumların gözyaşını silen, “Türk Cihan Hâkimiyeti
Mefkûresi” ve “cihad rûhu”yla “üç kıt’a-yedi deniz”i
mühürleyen milletimizin hükümranlık fermânı…
Ey; Türk olmanın, Türk doğmaktan çok öte bir şey
olduğunu cümle güzellikleriyle bütün cihâna anlatan, kalbinde
büyüttüğü “Î’lâ-yı Kelîmetullah” aşkıyla ruhları cennet-âsâ bir
iklime kavuşturan, dalgalandığı yerleri süt-beyaz bir adâlet ve
semâvî bir saâdetle buluşturan; asırlık gecelerin katran karasına
ve Hilâl şafağı bekleyenlerin gönül yarasına merhem olan;
mazlumlar için şefkat ve merhamet kanadı, zâlimlere karşı bir
Osmanlı tokadı diye tesmiye olunan “Bayraklar içindeki en
güzel bayrak…” 3
Ey; gönlümüzü seren direği yaptığımız, kalbimizin
ahfâ zirvelerine çektiğimiz, semâda nazlı nazlı süzülürken
meleklerin kanadından rüzgâr aldığını hissettiğimiz, “yurdumun
üstündeki en son ocak” 4 sönmeden, hiç kimsenin semâdan
aslâ indirmeyeceğine îman ettiğimiz gurûbu olmayan dokuz
tuğlu güneş ve ey; tutsak soydaşlarımızın dâü’s-sılası, fâtihâne
rüyâlarımızın hayır duâsı olarak “bu şafaklarda yüzen alsancak…”
5
Ey; esir Türk illerindeki bayrak öksüzlerinin yanan
yüreklerini ve çöle dönmüş ümitlerini ebr-i nisân olup rahmet
sağanağıyla yeşerten, Türkiye dışındaki topraklarımızı
sınırlar ötesi ideâller ve millî hayâllerle süsleyen, “kızıllığında
ısındığımız”, “gölgesine sığındığımız”, rüzgârında
serinlediğimiz “Yeşil yaprak arasındaki kırmızı gül goncası…” 6
Ey; “meddi üç kıt’ayı tutan, cezri Sakarya’da biten” 7 ,
târihî sarkacımızın yükselişe geçmesiyle birlikte inşaAllah
yeniden eski günlerine avdet eyleyen, mâziden aldığı hızla
aydınlık bir istikbâle doğru kanatlanan ve Türk Milleti’nin gönül
burçlarında şehbâl açan besmeleli bir aşkın madde ve mânâ
tuğrası…
Ey; Ötüken’den seslenince aks-i sadâsı; Çin Seddi’nde,
Hint Yarımadası’nda, Rusya steplerinde Avrupa’nın kalbinde,
Anadolu yaylasında, Balkan dağlarında, Tuna boylarında,
Kafkaslarda, Yemen çöllerinde, Afrika sâhillerinde yankılanan,
“gökkubbeyi otağ, güneşi tuğ” yapan ve gönüllerde çerağ
uyandıran “nazlı hilâl”in muhteşem sesi…
Ey; yüreğimizden çektiğimiz îman mürekkebini, kan
kırmızısı bir kalemle ve silinmez harflerle semâya nakşettiğimiz;
vatanımızın ebedî tapusu olarak ufuklarda alev alev dalgalanması
için gökkubbeye astığımız firûze duygularımızın en latif nâmesi...
Ey; târihe gururla armağan ettiğimiz zafer kasîdelerimizin
taç beyiti ve beş bin yıllık tarih şiirimizin en güzel kâfiyesi…
Ey; kalbimize süt-beyaz bir alevle aşk kınası yakan Ay-
Yıldızlı sevdâ nefesi,
Ey; “Hazır ol cenge, ister isen sulh u salâh” 8 diyen
kırmızı-beyaz zeytin dalı…
Ey; “Barışın güvercini, savaşın kartalı…” 9
Ve ey şâirin;
“Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!” 10
dediği şanlı Türk Bayrağı, sana gönüller dolusu selâm olsun!..
* * *
Sanat; milletlerin ruh dünyasını, kültürel zenginliklerini,
mânevî derinliklerini ve medeniyet seviyelerini ortaya koyan
çok önemli bir göstergedir. Yüksek kültür ve medeniyetlere
sâhip olan milletler; önemli mefhumları doğrudan dile getirmek
ya da sıradan ifâde ve işâretlerle anlatmak yerine; yüreğindeki
inancın, Yaradan’ın kendisine bahşettiği ilhâmın ve sanatkâr
rûhun gücü, güzelliği, derinliği ve yüceliği nispetinde ete-kemiğe
büründürürler… Böyle toplumlar; mâşerî vicdanlarında; daha
hikmetli, daha latif ve daha derûnî mânâlar meşk ederler ve
anlatmak istedikleri kavramları çok özel telmihler ve sembollerle,
ya da çok çarpıcı tasvir ve mecazlarla resmederler. Yâni yüksek
medeniyet seviyesini yakalamış olan milletler; sâdece kelimelerin
dile getirdiği anlamlar değil, onların çok ötesine geçerek; insanı
yüreğinden yakalayan rumuzlar, ruhlarda derin bir heyecan
uyandıran simgeler, zihinlerde silinmez izler bırakan işâretler ve
gönülleri aşka getiren çok çarpıcı tanımlamalar kullanarak daha
efsunkâr ve daha etkileyici bir ifâde tarzını tercih ederler.
Tarihin en eski milletlerinden birisi olan, kadim bir
kültüre ve yüksek bir medeniyete tevârüs eden Türk Milleti de,
çok derin mânâlar ihtivâ eden semboller ve mecazlar kullanma,
çok özgün telmih, teşbih ve tasvirler yapma ve ebced hesâbıyla
müterâdif bulma, yâni yakın anlamlara gelen kelimeleri birbirinin
yerine ikâme etme hususlarında zirveleri yakalamıştır.
Bu söylediklerimizin en güzel misâli ve en çarpıcı
hâli; kan kırmızı bir zeminde beyaz renklerle telvîn edilen ve
‘hilâl’le‘yıldız’ın hayranlık uyandıran o muazzam kucaklaşmasıyla
arz-ı endâm eden “Ay-Yıldızlı Al-Bayrağımız”da bütün
ihtişâmıyla görülür. Çünkü -aşağıda îzah edeceğimiz üzere-
Türk Bayrağı; derin anlamlar ifâde eden güçlü sembollerle tezyîn
edilmiş olup, uzun cümlelerin ve sıradan kelimelerin anlatamadığı
mânâları; en zârif teşbih, en mükemmel tasvir, en murassa telvin,
olağanüstü telmih ve fevkâlâde çarpıcı bir mecazla çok etkili bir
biçimde anlatmıştır.
Baştan beri genel hatlarıyla ifâde ettiğimiz Türk
Bayrağı’ndaki sembolleri, şimdi daha teferruatlı bir biçimde
açıklayalım; “hilâl”in, “yıldız”ın ve “bayrağımızın rengi”nin ne
anlama geldiğini bütün detaylarıyla îzah etmeye çalışalım:
HİLÂL:
AYYILDIZ | 11. Sayı
Türk Bayrağı’ndaki ana sembol olan “hilâl”; Dede
Korkut’un “Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin?”
diye vasfettiği Cenâb-ı Allah’ı, “ebced hesabı”ndaki sayı değeri
îtibariyle müterâdifi olması hasebiyle remz etmektedir.
Erbâbınca mâlum olduğu üzre“ebced hesâbı”; Arap
alfabesindeki harflerin her birine tekabül eden rakam değerini
esas alan ve böylece kelimelerin toplam sayı değerini ortaya
çıkaran bir hesaplama metodudur. İşte bu metot kullanılarak;
iki veyâ daha fazla ismin ebced hesâbındaki sayı değerinin eşit
olmasından istifâde edilmiş ve bu isimlerden birisini söylemekle
diğerinin de mecâzen ifâde edilmiş olacağı ön kabûlüne istinat
eden bir sanat anlayışıyla sembolizm yapılmıştır. Böylece;
ebced karşılıkları aynı sayıyı veren kelimeler ve bu kavramlar
arasında irtibat kurulmuş ve biri diğerinin yerine sinonim olarak
kullanılmıştır. Meselâ ebced hesabında; “Muhammed” ve
“aman” kelimelerinin toplam sayı değeri 92’dir. İşte yukarıda
îzah ettiğimiz gibi müterâdif olan bu iki kelime, sanatkârâne bir
yaklaşımla birbirinin yerine ikâme olmuş ve şâir de “aman”
denildiği zaman Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın yâd
edildiğini;
“Aman” lâfzı senin ism-i şerifinle müsâvîdir;
Anın çün âşıkın zikri “aman”dır yâ Resûlallâh.” 11
dizeleriyle ifâde etmiştir.
Bunun gibi, Lâfza-i Celâl olan “Allah” ism-i şerîfinin
ebced hesabındaki toplam sayı değeri “66”dır. “Hilâl” ve “lâle”
kelimelerindeki harflerin ebced değerleri de aynı sayı toplamını
vermektedir. Zâten “Allah, hilâl ve lâle” kelimeleri Osmanlı
Türkçesi’yle yazıldığında, bu üç kelimenin de “bir elif, iki lâm ve
bir he” harflerinden oluştuğu, yâni bu kelimelerin ebced değerinin
eşit olmasına ilâveten, aynı harflerle de yazıldığı, sadece harflerin
yerinin değiştiği; Arap alfabesine az-çok muttalî olan herkes
tarafından çok iyi bilinir. Bu sebeple bu üç harfe kültürümüzde
çok özel bir önem verilmiş ve ecdâdımız bu harflere “cevâhir-i
hurûf” (harflerin mücevheri) demiştir.
Bu üç kelimeyi meydana getiren harflerde ve dolayısıyla
da kelimelerin ebced hesabındaki toplam sayı değerlerinde bir
farklılık olmadığı için; bu kelimeler sembolik anlamda birbirinin
yerine kullanılmış; yâni eski tâbirle müterâdif, bugünkü nitelemeyle
eş anlamlı, ya da sinonim sayılmıştır. O hâlde bayrak üzerine
“Allah” Lâfza-i Celâlini yazmak yerine, onun ebced hesabıyla eş
anlamlısı olan “hilâl”i veya “lâle”yi koymak; hem sembolik bir
ifâde, hem de İslâm akâidi açısından çok daha uygun bir anlatım
biçimi olur. Zâten “lâle” kelimesi de “Allah” ism-i şerîfinin eş
anlamlısı olduğu için; ecdâdımız, Yüce Rabbimizi bu kelimeyle
de sembolize etmiştir. Osmanlı Türkleri bu hususta da çok özel bir
anlayış ortaya koymuş; dinî sâhâda hilâli rumuz olarak seçerken,
askerî alanda ise lâleyi sembol olarak kullanmayı tercih etmiştir.
Kudemâ; minârelerin tepesine, câmilerin ve türbelerin kubbesine
hilâl dikerken; askerî kışlalarda, çini motiflerinde ve tezyinatta da
lâleyi remz olarak kullanmıştır.
İnancımıza göre, Allah(c.c.)’ı sembol olarak bile ifâde
etmek, -hâşâ- O’na şekil atfetmek olacağı ve putperestlere
benzeme ihtimâli taşıyacağı için, Müslümanlar böyle bir yanlışa
düşmemişlerdir. Çünkü Cenab-ı Allah, mekândan ve zamandan
münezzeh olduğu gibi şekilden de münezzehtir. Bu îtibarla
mü’minler Tevhid düşüncesine aykırı sayılabilecek her türlü şekil,
motif, ifâde, teşbih, tasvir vb. yaklaşımlardan kaçınmışlardır.
Hâl böyle olunca da, “Allah’ın seçtiği kurtulmuş
millet” 12 diye vasfedilen “Oğuz’un altın nesli” tarafından;
Türk Bayrağı’nda, Allah(c.c.)’ın zâtı ve ismi tenzih edilerek, o
ismin harf ve ebced sayı toplamı bakımından eş değeri olan hilâl
mecâzen rumuz yapılmıştır. Mâdem ki sembolik bir anlam remz
edilecek, o hâlde hilâli harflerle yazmaktansa, onu da remz etmek
için, hilâli şekil olarak bayrağa koymak, milletimiz tarafından; çok
daha anlamlı, çok daha derin, daha sanatkârâne ve üstün bir
idrâk olarak görülmüştür.
Kamerî ayların on dördüncü gecesindeki Ay’ın bedir
hâli; yâni dolunay evresi, Ay’ın en parlak dönemi ve en güzel
görüntüsü olmasına rağmen, bayrağımıza niçin onun en az ışık
verdiği ve en az belirgin olduğu yay biçimindeki şekli, yâni hilâl
evresi sembol olarak seçilmiştir? Hilâl; eğer Haç’ta olduğu gibi
doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, Ay’ın
dolunay evresinin sembol olarak seçilmesi mantîken daha
uygun olmaz mıydı? Ancak, bu soruya “Olurdu!” cevâbını
vermeyişimizin temel sebebi, hilâlin; şekli dolayısıyla değil, ismi
sebebiyle bayrağımıza sembol olmasıdır.
Konuyu bir kere daha hülâsâ etmemiz gerekirse, hilâl;
harfleri ve ebced hesâbındaki sayı değeri îtibâriyle Lâfza-ı
Celâlin müterâdifi olması hasebiyle bayrağımıza rumuz olarak
seçilmiştir. Yâni Türk Bayrağı’ndaki “hilâl”, “Allah” ism-i şerifine
mecaz olmuş ve Lâfza-i Celâl’e hürmeten de “cevâhir-i hurûf”la
yazılması yerine, daha sembolik bir ifâde olarak hilâlin şekli remz
olarak kullanılmıştır.
YILDIZ:
Türk Bayrağı’ndaki ikinci sembol olan ve “hilâl”in
sînesinde duran “yıldız” ise, Varlık Sebebimiz, İki Cihan
Serverimiz, Sevgili Peygamberimiz Aleyhiselâtü Vesselâm
Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v.)’yı remz etmektedir.
1
Ârif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Bayrak, 22
2
Ârif Nihat Asya, a.g.e., Bayrak,22
3
Yavuz Bülent Bâkiler, Yalnızlık, Antepli Şahin, 43
4
Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı
5
Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı
6
Emmi Faydacı’dan alınmış Kırşehir türküsü
7
Dündar Taşer Mesele, Milliyetçi Hareket ve Kıbrıs Politikası, 105
8
Dr. Abdulhak Molla
9
Ârif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Bayrak, 23
10
Ârif Nihat Asya, a.ge., Bayrak, 23
11Yaman Dede
12Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Marşı, 396
8 9
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Zâten bâzı müfessirler; Necm Sûresi’nin 1. ve 2. Âyet-i
Celîleleri’ndeki “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız
(Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.” 13 buyurularak,
“Yıldıza and olsun” kasemiyle Allah Resûlü(s.a.v.)’ne işâret
edildiğini söylemişlerdir. Cafer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn
(r.a.); “Battığı zaman” tâbirinde, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Miraç
Gecesi’nde semâdan yere inmesinin kastedildiğini ifâde etmiştir.
Bâzı İslâm âlimleri de; Necm Sûresi’nde, Efendimiz Aleyhiselâtü
Vesselâm’ın Mir’âc’ıyla ilgili âyetler bulunması hasebiyle;
söz konusu sûrede, üzerine yemin edilen “yıldız”ın Sevgili
Peygamberimiz(s.a.v.)’e telmih olduğunu dile getirmişlerdir.
Muhammed Osman Abduh el-Bürhânî'nin “Tebrietü’z-
Zimme fî Nushi’l-Ümme” adlı kitabında ve İsmail Hakkı
Bursevi'nin “Rûhu’l Beyan” isimli tefsirinde bahse konu
“yıldız”la alâkalı olarak -bir hadise istinâden- şöyle bir rivâyet
nakledilmektedir: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile Ceb¬rail
Aleyhisselam’ın görüşmelerinin birinde, Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.),Cibrîl-i Emîn’e kaç yaşında olduğunu sormuş, Cebrâil
Aleyhisselâm da; “Bilmiyorum ey Allah’ın Rasûlü! Ancak
(bildiğim şu ki), semânın dördüncü katında, 70 bin yılda bir
kere doğan bir yıldız var ve ben o yıldızı 70 bin kere gördüm.”
cevabı vermiştir. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat Efendimiz
de;“Rabb’imin izzetine yemin olsun ki, işte o yıldız benim!” diye
buyurmuştur.
Yukarda zikrettiğimiz âyet tefsirleri ve nakledilen hadise
istinâden, bayrağımızdaki yıldız Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’i
remz etmektedir. Ayrıca bu konuda şunu da ifâde etmemiz
gerekir ki, Hz. Muhammed(s.a.v)’in isminin -bütün câmilerimizin
duvarlarında asılı olan bir hat istifi olarak- Arapça yazılışı da,
yıldız şeklindedir. Şöyle ki, bu hat ile “Muhammed” ismi yazıldığı
zaman; “birinci mim’in başı”, “ha harfinin dirseği”, “ikinci
mimin kıvrımı” ve “dal harfinin alt ve üst kanadı” beş tane
köşe meydana getirmekte ve tam bir “yıldız” şeklini almaktadır.
İşte bütün bu açıklamalarla şekillenen; derûnî bir
mânevî ilham, muazzam bir târihî idrâk, “akl-ı selîm, kalb-i
selîm ve zevk-i selim”in oluşturduğu Türk Milleti’ne münhasır
bir estetik ve sanat anlayışı sonucu bayrağımıza nakşedilen
“yıldız”la, Fahr-i Kâinât Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v.) sembolize edilmiştir.
BAYRAĞIMIZIN RENGİ:
Türk Bayrağı’nın kırmızı rengi; mâlum olduğu üzere
şehitlerimizin, toprağı vatanlaştıran mukaddes kanını temsil
etmektedir. Çok bilinen o meşhur efsâneye göre bayrağımızın
doğuşu hakkında şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: I. Kosova
Meydan Savaşı’nda şehit olan Türk askerlerinin kanı bir çukurda
toplanmış ve âdeta kandan bir göl meydana gelmiştir. “28
Temmuz 1389 Günü” 14 , yatsı namazında secdeden kalkan
gazi başlar, bu mukaddes kan gölüne; gökyüzündeki hilalin bir
yıldızla birlikte, gümüş beyazlığında bir renkle ve muhteşem bir
görüntüyle aksettiğini görmüştür. Böyle bir târihî tevâfuk sonucu;
gecenin bir vakti, gökyüzünde Ay’la Jüpiter’in kucaklaşmasının
ardından, savaş alanının bir yerinde şehit kanlarından oluşan
kıpkırmızı bir gölün üstüne; “hilâl” ve “yıldız”ın parlak bir ışık
şûlesi hâlinde düşmesi sonucu Türk Bayrağı’nın şekli ve rengi
tamam olmuştur. Yâni Ay-Yıldızın kundağı şühedânın kanıyla
damla damla renk almış ve Türk Bayrağı’nın üçüncü sembolü de
çok mânidar bir tablo hâlinde ortaya çıkmıştır.
İlim adamları -varsayılan ihtimaller içinde- I. Kosova
Savaşı sırasında bu rivâyetin gerçekleşme ihtimâlinin çok yüksek
olduğunu; zîrâ28.07. 1389 Günü’nün akşamında gökyüzünde
Jüpiter ve hilâl hâlindeki Ay’ın yan yana geldiğini ve zâten I.
Kosova Savaşı’nın da aynı tarihte yapıldığını ifâde etmişlerdir.
Hülâsâ Türk Bayrağı’nın rengi; yukarıda zikrettiğimiz
tarihî efsânenin zuhûrunda da anlatıldığı ve şâirin;
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” 15
dizelerinde ifâde ettiği gibi; şehitlerimizin “dîn ü devlet mülk
ü millet” için akıttığı mübârek kanını, şühedânın rûhâniyetini,
vatanımızı ve milletimizi sembolize etmektedir.
Hâsıl-ı kelâm; Türk Bayrağı; böylesine mukaddes,
mübârek ve muazzez üç sembolün muhteşem terkîbinden
oluşmaktadır. Şanlı bayrağımız “hilâl” ve “yıldız”la Kelîme-i
Tevhid’i remz ederken; “kan kırmızısı rengi”yle de Âkif’in
“Çanakkale Şehitleri”ne yazdığı şiirde;
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir Hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor.” 16
diye anlattığı, vatana can, bayrağa kan veren şühedânın
rûhâniyetini ve Türk Milleti’ni ifâde etmektedir. “Cündullah”
(Allah’ın ordusu) diye tesmiye olunan, 7’den 70’e hepsi asker olan
ve şâirin “İslâm’ın son ordusu” diye vasfettiği Türk Milleti’nin
İstiklâl Harbi’nde muzaffer olması için şiir diliyle Cenâb-ı Hakk’a
yalvaran Yahya Kemâl ise, -doksan yıl öncesinden- bu asil millet
hakkında;
demektedir.
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî!
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî!
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!” 17
Netice olarak şunu söylememiz gerekir ki; Türk
Bayrağı’ndaki “hilâl”, mecâzen ve sembol olarak Kelime-i
Tevhîd’in başlangıç kısmı olan “Lâ ilâhe illallah” hükmüne,
“yıldız”da ikinci kısma, yâni “Muhammedü’r-Rasûlullah”
cümlesine tekâbül etmekte; bayrağımızın “al” rengi ise;
şühedânın mübârek kanını ve Tevhîd’in şehâdet makâmından
seslenişini simgelemektedir.
Bilindiği gibi Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında da
Kelime-i Tevhid yeşil zemin üzerine Arapça harflerle yazılmıştır.
Ancak bidâyette de belirttiğimiz gibi; yüksek bir kültürün tezâhürü
olarak bâzı kavramların sembollerle mecaz olarak anlatılması,
lâfzen ifâdeden daha derin, daha mânidâr, daha latîf ve İslâm’ın
rûhuna daha uygun bir anlatım biçimidir. İşte böylesi ince bir
anlayış ve sanatkârâne bir letâfet neticesi mübârek ecdâdımız
Mârifetullah’ı ve Muhabbetullah’ı insanımızın zihninde ve
yüreğinde kıyâma durdururken; Cenâb-ı Allah’ın adını alsancakla
semâlarda bayraklaştırmış; “Lafzatullah”ı kalem gibi
minârelerle göklere, “Î’lâ-yı Kelimetullah Aşkı”nı da Horasan
Erenleri vâsıtasıyla gönüllere nakşetmiştir. Zâtenşâir de;
“Denildi mi bir yerin adına Türk beldesi
Gözüm Al-Bayrak arar, kulağım ezan sesi” 18
dizelerini beyhûde söylememiştir.
Baştan beri ifâde etmeye çalıştığımız hususları
özetlememiz gerekirse, Türk Bayrağı; vatanımızın, istiklâlimizin,
hürriyetimizin, hâkimiyetimizin ve devletimizin sembolü olduğu
kadar; İslâm’ın, îmanın, Tevhidin, şehitliğin, Aşkullah’ın ve
Muhabbet-i Rasûlullah’ın da remzidir. Bu îtibarla Türk Bayrağı;
sadece Türk Devleti’ni temsil eden ve yalnızca Türk’ün
hükümranlığını gösteren bir kesret simgesi değil, aynı zamanda
“Kelime-i Tevhid”i çok veciz bir biçimde sembolize eden bir
vahdet sancağı ve bir “İslâm Bayrağı”dır.
Bu sebeple Türk Bayrağı’nı hedef alan saldırılar
sâdece Türk Milleti’ne ve Türk devletine değil, aynı zamanda
İslâm’a yapılmış demektir. Bu konuyu büyük bir vukûfiyetle
dile getiren Rahmetli Seyyid Ahmet Arvâsî; çok veciz bir tespit
yapmış ve; “Türklüğe düşmanlığın olduğu yerde muhakkak
İslâm’a, İslâm’a düşmanlığın olduğu yerde de muhakkak
Türklüğe düşmanlık vardır.” 19 demiştir. Ayrıca Arvâsî Hoca
bu mevzûyla alâkalı olarak şunları da ifâde etmiştir: “Kesin
olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk Milleti ve onun
devleti güçlüyse, İslâm Dünyası da güçlüdür. Aksi bir durum
varsa, bütün Türk Dünyası ile birlikte İslâm dünyası da
sömürgeleşmektedir. Galibâ, bu durumu en iyi idrâk edenler
de düşmanlarımızdır. Onun için bütün İslâm Dünyası’nı esir
almak isteyen ‘şer kuvvetlerinin’ ilk hedefi, Türk devleti ve
Türk Milleti olmuştur. Tarihten ibret almasını bilenler, bunu
ayan-beyan göreceklerdir. Durum günümüzde de aynıdır.
Onun için diyorum ki, Türk devletini yıkmak ve Türk Milleti’ni
parçalamak isteyen bölücüler, yalnız Türklüğün değil,
İslâm’ın da baş düşmanıdırlar ” 20
* * *
Şâirleri Allah (c.c.) söyletir, bundan 74 yıl önce;
“Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.” 21
diyen şâir de bir temenni sadedinde değil, bir tespit hükmünde
bu mısraları Cenâb-ı Hakk’ın ilhamıyla yazmıştır... Ve “Bayrak
Şâirimiz” olan Ârif Nihat Asya’yı da elbette Allah (c.c.) söyletmiştir.
“Millî Şâirimiz” Hazreti Âkif de, 1921 yılında çok ağır
sıkıntılar içinden geçtiğimiz bir dönemde yazdığı İstiklâl Marşı’yla
milletimizin duygularına ve fıtratına tercüman olmuş ve şu önemli
îkâzı herkes için yapmıştır:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.” 22
Şunu herkes bilmelidir ki, Anadolu topraklarında
bin yıldan beri dalgalanan; altında doğduğumuz, gölgesine
sığındığımız ve uğrunda ölmeye yemin ettiğimiz Ay-Yıldızlı Al-
Bayrağımızın üstüne Allah(c.c.)’ın izniyle hiçbir zaman başka
bayrakların gölgesi düşmeyecek ve “şehitlerim, gâzilerim emin
olsun” ki Türk Bayrağı ilelebet göklerden inmeyecektir; “son
nefer, son nefes, son damla kana kadar…”
Hiç kimse unutmasın ki “Biz, hep birlikte Türk
Milleti’yiz”; dünyanın en güzel ve en şerefli bayrağının sahibiyiz
ve eşsiz bir vatanda asırlardır kardeş olarak yaşamaktayız.
Ve sonsuza kadar da bu aziz vatanda, mübârek Ay-Yıldızlı
bayrağımızın gölgesinde yaşamak için “Sonsuzluğun Sâhibi”ne
duâlarımızla arz-ı niyâz etmekteyiz… Duâmız ve niyâzımız; şanlı
Türk Bayrağı’nın yeniden zafer burçlarına çekilmesi, yeniden
bütün mazlumların gözyaşını “Gül” yaprağıyla silmesi ve Türk
Milleti’nin yeniden tarihî mefâhirine avdet için dirilmesidir.
Bu diriliş, durgun göle dönmüş îmanın ve millî heyecânın
yeniden kıyam etmesi; beyazı süt beyaz, alı kan kırmızısı olan,
hilâlin göğsünde yıldız tuğralı bayrağımızın yeniden rüzgâr
almasıdır. Eğer bizler, onun rüzgâr alması için hakkını vererek
çalışırsak, üretirsek ve ona şuurlu olarak sahip çıkmak için,
alın, zihin, gönül teri ve göz nûru dökersek, Türk Bayrağı hep
yükseklerden bizi selâmlayacak ve nazlı nazlı sonsuza kadar
gökkubbede dalgalanacaktır.
Aziz Türk Milleti; Dîni’ne, îmanına, vatanına, bayrağına,
devletine, istiklâline ve bütün mukaddesâtına sonuna kadar
sâhip çıkacak; sa’y ü gayret ve duâ ile “devlet-i ebed müddet”
şuurunu yeniden kıyama durduracaktır.
Allah(c.c.)’ın izni ve ihsânıyla; Fahr-i Kâinat Efendimiz’in
rahmet ve nusreti, şühedânın kudret ve rûhâniyeti, evliyânın
medet ve kerameti, ecdâdımızın asâlet ve himmeti her zaman
Hakk’ın yolunda yürüyen bu aziz milletle birlikte olacaktır…
Târih boyu yaptıklarıyla; dostu hayran, düşmanı
giryan bırakan Türk Millleti, her türlü plân ve tezgâha rağmen
21. yüzyılda millet-devlet bütünleşmesini mutlaka sağlayacak;
içimize sokulmak istenen etnik fitneyi, her çeşit desiseyi,
“Türk’e kefen biçmek isteyen” İngiliz-İsrail-ABD destekli ihânet
şebekelerinin yaptığı her türlü oyun ve kalkışmayı-15 Temmuz’da
olduğu gibi- hâk ile yeksân edecek, hâinlerin kirli ittifaklarını ve
alçakça teşebbüslerini bozacak, darbecilere darbe vuracak,
gökkubbeyi “Yâ Allah, Bismillâh, Allâhü Ekber” nidâlarıyla
çınlatacak ve meydanları Ay-Yıldızlı lâle bahçesine çevirecektir.
Böylelikle Batı’nın/ABD’nin ve yerli işbirlikçileriyle birlikte “Aziz
Türkiyemiz” üzerine yaptığı menhus teşebbüsler ve yeni Sevr
plânları Allah(c.c.)’ın izniyle bir kere daha akâmete uğrayacak;
“kalem, kılıç, duâ ve asâ” beraber silah çatacak, millet târihî
mefâhirimizle ve millî mefkûremizle hemhâl olduğu zaman Al-
Bayrak da beklediği rüzgârı elbette yakalayacaktır…
Ve inşaAllah duâlar kıyama duracak, akl-ı selîm
galebe çalacak, millî hisler şâhikalaşacak, “şanlı hilâl” daha
da yükseklerde dalgalanacak ve şühedanın ruhaniyetiyle kıyâm
eden Ay-Yıldızlı mübârek bayrağımız yeniden zafer burçlarında
nazlı nazlı dalgalanacaktır… Bu inancı en çarpıcı mısralarla dile
getiren Ârif Nihat Asya da “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiirinde
bize şu dizeleri mîras bırakmıştır:
“Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor!
Ve bir bayrak dalgalanmak için;
Rüzgâr bekliyor!
Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin,
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?” 23
Biz de, beklediği rüzgârı -bi-iznillah- mutlaka
alacağına inandığımız Ay-Yıldızlı al bayrağımıza gönül dolusu
muhabbetlerimizi arz ediyor ve hatm-i kelâmı, Türk Milleti’nin
asâletini, hürriyet ve bağımsızlık aşkını çok veciz bir biçimde
kelimelerle resmeden İstiklâl Marşı’mızın son kıt’asındaki şu
muhteşem mısralarla yapıyoruz:
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl…” 24
13
Necm, 53/1-2
14
I. Kosova Savaşı’nın yapıldığı gün
15
Mithat Cemal Kuntay
16
Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Âsım, 424
17
Yahyâ Kemâl Beyatlı, Eski Şiirin Rüzgârıyla, 26 Ağustos 1922, 86
18
Mehmet Emin Yurdakul
19
Seyyid Ahmet Arvasî, Hasbihâl, I, 6
20
Seyyid Ahmet Arvasî, Doğu Anadolu Gerçeği, 6-7
21
Ârif Nihat Asya, a.g.e.,Bayrak, 23
22
Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı
23
Ârif Nihat Asya,Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, 19
24
Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı
DR. MEHMET GÜNEŞ
10 11
AYYILDIZ | 11. Sayı
Tunus Ayyıldız Topluluğu
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ dergisini okuyan yüreği güzel olanlara MERHABA diyorum…
Öncelikle, kıymetli okuyanlar sizinle çok güzel bir
haber paylaşmak istiyoruz. Farklı ülkelerdeki Türkçe
sevdalılarını birleştiren ve Tunus Ayyıldız Topluluğun
tarafından hazırlanan AYYILDIZ dergisinin 10. Sayısında
20.000 görüntülenmeyi geride bıraktı. Emeği geçen
herkese ve bütün okurlarımıza yürekten teşekkür ederiz.
Dergimizin 10. Sayısında Türkiye, Tunus, Fas, Cezayir,
Mısır, Yemen ve değerli misafirimiz Özbakistan’dan
katılımcılar oldu. Bu sayıda ise, Türkiye, Tunus, Fas,
Cezayir, Mısır, Yemen, Irak ve Somali ülkelerden yaklaşık
44 yazarın eserleriyle buluştu. Bütün katılanlara büyük
Türkçe ailesine HOŞ GELDİNİZ demek istiyorum.
Ayrıca, Türkiye’den değerli KONUK YAZAR Dr. Mehmet
GÜNEŞ’in eseri ile bize katıldığı için kendisine çok
teşekkür ediyoruz, ve bu konuda iletişim sağlayan ve
yardım eden değerli hocam Dr. Necdet KORU’ya bin
teşekkür sunuyoruz. En başta söylediğim güzel haberini
kutlamak için hem AYYILDIZ dergisinin 10. sayısı
yazarlarının bir kısmı ile hem de değerli misafirlerimiz
ile beraber bir araya gelip Türk lokantasında iftar yaptık.
Ayrıca, Tunus Ayyıldız Topluluğu adına, 10. sayısının yazı
çağırma duyurusunu payaştığı için ve bizi desteklediği
için « منصة نتعاونو » ve arkadaşımız Mısırlı olan Mohamed
YAHYA çektiği fotoğraf bize kullanmamızı izin verdiği
için teşekkür ederiz.
Her sayıda yaptığımız gibi, AYYILDIZ dergisinin
11.sayısının hazırlamasının kapsamında,
dergiye katılan arkadaşlarımız ile beraber
kendi hazırladığı yazılarını tanıtımı yapmak
için kısa videolar hazırladık. Onları Facebook,
Telegram ve Instagram hesaplarımız üzerinden
izleyebilirisiniz. Videoların işin ekibine özel
bir teşekkür sunuyorum, harika bir iş çıkardık
yine : «Amna GHAZOUANI, Eya RAHMOUNİ,
Fatma Ezzahra NAJAH, Ines GHARRED, Jihen
HAMMADI, Karima SKOUNTI, Maram BEN
HAJAL, Salma ACHOUAL, Salma HARHAR, Sarra
DABOUZİ, Sarra LAHMER».
Tunus Ayyıldız Topluluğunun yayın organı
AYYILDIZ dergimizin 10. Sayısını ve katılım
sertifikalarını değerli yazanlara takdim etmek
için Tunus’un Medina’sında toplanıp tören yaptık.
Öncelikle dergimizin basımına destek olan T.C.
Tunus Büyükelçiliği çalışanı Hakan BOSTAN
Bey ve TİKA'nin müdürü Sayın Ali Fuat CEBECİ
Bey'e canı gönülden teşekkür ediyoruz. Bu
ÖZEL sayıda aramızda olan bütün katılımcılara,
büyük Türkçe ailesinin fertlerine tek tek içten
şükranlarımızı sunuyoruz. Bu güzel günde
değerli misafirimiz TİKA'nin Koordinatörü Sayın
Zekiye Hanım ve Ayyıldız Dergimizin yazarlarını
aramızda görmek bizim için büyük bir mutluluk.
Ayrıca uzakta olmasına rağmen her zaman
arkamızda duran Türkçe'nin elçisi hocamız
Dr. Musa kaya ve Fas, Cezayir, Yemen, Mısır ve
Özbekistan'dan katılımcılara teşekkürler.
Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edin, tüm yeniliklerimiz, faaliyetlerimiz ve etkinliklerimizden
haberdar olun ! Ayrıca, AYYILDIZ derginin 12.sayısının bir parçası olmak isterseniz, bizimle iletişime
geçebilirsiniz…
SARRA RHOUMA - TUNUS
12 13
AYYILDIZ | 11. Sayı
Üç Kelime Üç Anlam
Türkiye - Atatürk - İstanbul
1 - Türkiye :
• Neden “ Turkey” değil de “Türkiye” ?
Bir İngilizce öğrencisi ve tarih-coğrafya derslerini
seven bir öğrenci olarak bütün dünyanın ülkeleri ve
başkentlerini bilmeme rağmen dünyanın ülkelerinin
isimlerinin anlamlarını bilmiyorum. Ama merak
ediyorum açıkçası. Ben, bir İngiliz Dili, Edebiyatı ve
Medeniyeti’nin bölümünün öğrencisi olarak Amerika
Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya’nın gelenekleri,
tarihleri ve siyasetleri hakkında okuduğuma ve dersler
aldığıma rağmen tam olarak Amerika ya da Britanya
kelimesinin ne demek olduğunu bilmiyorum. Ancak,
uzun yıllardır Türkçe, Türk gelenekleri ve kültürleri
öğrendiğim için ve yıllarca bu dilinin en dibine, en
küçük detaylarına daldığım için artık bu yaşadığımız
cihanın devletlerinin arasında “Türkiye” kelimesinin
ne demek olduğunu araştırıp buldum. “Türkiye”nin
anlamınla kaşılaştığıma ve öğrendiğim kadarıyla
bir sürü devletin arasında “Türkiye”nin güzel bir
ismin anlamına sahip olduğu için çok mutlu oldum.
“Türkiye” deyince ve yazınca aklımıza gelen ilk şey
“Türk” kelimesidir. “Türk” deyince de özel olarak
Türkiye’nin milletinden bahsetmiş oluruz, ya da
daha doğrusu, herkesin söylediği gibi “Türk Milleti”.
Türkçe derslerini aldığım zaman bir millet ya da bir
ülkenin vatandaşına işaret etmek için onun yaşadığı
ülkenin ismini yazdıktan/söyledikten sonra “lı/li/lu/lü”
eklerini hemen koyuyoruz. Misal, “Tunus” deyince
oradaki yaşadığı insanlara “Tunus-LU-lar” yazarak/
söyleyerek hitap/işaret ediyoruz. “Türkiye”nin bir
vatandaşına ise “Türkiyeli” söyleyebilmemize rağmen
bu millete göre “Türk” demek daha mantıklı olur. “Türk”
kelimesi Türk milleti diğer milletlerden ayıran güzel
bir kelimedir. “Türk” kelimesinden sonra birleştirilmiş
şekil olarak “iye” eki geliyor. Bu üç harflı kelimenin
de güzel bir mânâsı vardır. “İye” kelimesinin mânâsı
“bir şahsın sahip olduğu şeymiş”. Böylece, “Türk”
kelimesi ile birlikte “iye” kelimesini ekledikten sonra
“Türkiye”nin anlamı “Türklerin Vatanı” ya da Arap
miletinin dedikleri gibi “ Türklerin Toprağı”dır: “Arz-u
Al-Atrak”. İngilizce’de “Türkiye” kelimesinin çevirisini
yapınca “Turkey” oluyor. İngiliz dilinde bu “Turkey”
kelimesinin iki anlamı var; biri “Türkiye” diğeri de
“hindi” demek için. (hindi: bir kümes hayvanı: tavuk
gibi). Böyle bir şekilde söylemek bazı insanlar için
saldırgan oluyor. Bu yüzden böyle bir şey değişmeye
başladı ve yazınca ya da konuşunca bazı insanlar
“Türkiye” demeye başladı.
2 - Atatürk :
• Atatürk : Benzersiz İsim.
Birçok devletin kanunlarında bir bebek doğuduktan
sonra babası ve dedesinin soyadını taşır ve bir sürü
ülkenin kanunlarına bakılırsa bir kişi kendi soyadının
değiştirmesi mümkün değildir; yasaktır. Ancak, bu
tür kanunlar Dünya Birinci Savaşı’ndan sonra çıkan
bir milli mücadeleci için geçerli değilmiş. Mustafa
Kemal Atatürk’ün doğum ve gerçek ismi Mustafa Ali
Rıza (Ali Rıza onun babasının adıymış). Küçükken
ve öğrenciyken, Atatürk’ün fikirlerinin ünlü Türk
yazarı Namık Kemal’ın fikirlerine benzediği için onun
matematik öğretmeni “Mustafa” isminin yanına ikinci
adı olarak “Kemal” ismini koyup Mustafa Kemal diye
ona hitap etmiş. Büyünce ve milli bir mücadeleci
olunca, Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi ona
“Atatürk” lakabını vermiş.
AYYILDIZ | 11. Sayı
• Şimdi esas meseleye gelelim :
Cumhuriyet Meclisi boşu boşuna “Mustafa
Kemal”a Atatürk soyadını/lakabını vermemişler
de bu kelimenin özel bir anlamı vardır. Aslında
“Atatürk” kelimesinden iki ayrı küçük kelime
çıkartabiliriz : “Ata” ve “Türk” . “Ata” yani “ecdat” ya
da herhangi bir millet ya da şahsın ailesinden çok
eski bir üyesi. Ata : “bir kişinin, geçmişte yaşamış
olan soy büyükleri” (Oxford Languages’in tarifi).
“Türk” ise geçen paragraftaki anlattığım gibi o da
3 - İstanbul :
• İnsan, Tüm İstediklerine Kavuşabilir Mi ?
Geçen yıl, İstanbul’a gitmek hayalim gerçekleşti.
Yıllar önce İstanbul’u fotoğraflarda ve sosyal medya
sayfalarında görünce tek ne kadar güzel bir şehir
olduğunu söylemiyordum da nasıl mükemmel ve
herşeye sahip bir toprak olduğunu sayıklıyordum
günlerce. Ta ki İstanbul’a gittiğim zaman. İstanbul’da
bir hafta boyunca kaldığım için artık İstanbul’un
güzelliği ve oradaki hayatı klavye ve telefonun
ekranının arkasında oturup de izlemek yerine o şehri
keşfetmek için heyecanla gittim. Yedi gün boyunca,
kısa bir süre de olsa, istanbul’daki yaşamın nasıl
olduğunu ve bazı işlerin (turizm sektörü gibi) nasıl
sürdüğünü biliyorum. İstanbul’u gezerken müthiş bir
şey ilgimi çekti. İstanbul büyük ve kalabalık bir şehir
olduğu için oradaki yaşayan insanlara çeşitli okullar,
üniversiteler, iş, alışveriş,..vb yerleri ve imkanları
vermekten vazgeçmeyen bir şehirdir. İstanbul’daki
yaşam çoktan gelişmiş olmasına rağmen istanbul
yeniden ve yeniden, gün bir gün hem güzelleşiyor
hem de insanları mutlu etmek için günlerimizdeki
tüm ihtiyaçlarımızı sunabilir. İstanbul’da hemen
hemen her şeyi bulabilirsiniz. Her yerde mağazalar,
ajanslar, ulaşım araçları, tüm ihtiyaçlarımızı satan
dükkanlar,...vb var. Oradayken tüm istediklerinize
kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Bazı ülkelerin şehirlerinde
mesela alışveriş yapmak için insanın oturduğu
yer veya yaşadığı şehirden başka şehre gitmek
mecburiyetinde kalır ve basit bir alışveriş yapmak
için uzun yollara koyulması insanlara çok zaman
“Türk millet”inden bahsetmek için kollandığımız
bir kelimedir. Böylelikle, Cumhuriyet Meclisi’nin
ilan ettiği gibi ve Türklere göre de “Atatürk”
kelimesinin anlamı “Türklerin Babası” olarak
ortaya çıkıyormuş. Geçen zamanlarda ve bu
modern günlerimizde yaşayan Türkler için,
Mustafa Kemal Atatürk’ün hem özel bir şahsiyeti
hem de özel ve tek ona ait büyük ve anlamlı bir
adı varmış.
kaybettiriyor. Bu nedenle, “Türkiye” kelimesi
gibi “İstanbul” kelimesinden de güzel bir mânâ
çıkartabiliriz. (Bu yazacağım anlam kişisel bir bakış
açısından, internet sitelerinde bulunmayabilen bir
şey).
Benim için “İstanbul” kelimesi iki kısımdan
oluşturuluyor : “İstan” ve “Bul”. “İstan” kelimesine
derin bir şekilde bakarsak “istemek” mastar ya da
fiilinden gelmiş olduğunu tahmin edebiliriz. “Bul”
kelimesine bakarsak da “bulmak” fiilinden gelen
bir kelimenin olduğunu görebiliriz ve, aslında, “bul”
kelimesi “bulmak” mastarın köküdür. “İstemek”
ve “bulmak” fiilleri/mastarları ile birlikte o geçen
söylediklerimden şöyle bir anlamı kurabiliriz : İstanbul
yani: “istemek ve bulmak” ya da daha net bir şekilde
düşündüklerimi paylaşmak için İstanbul’un mânâsı
“(ne) istersen(iz) bulabilirsin(iz)” oluyor. Benim için
bu düşündüğüm anlam gerçek olması: İstanbul’da
ne istersen bulabilirsin, hem de bazen en kolay
şekilde ve İstanbul kelimesinin böyle bir mânâ
verdiği ve açıkladığını söyleyebilirim. Bazen, maddi
istediklerimize ulaşamadığımıza karşın İstanbul
gibi bir şehir manevi istediklerimiz ve ihtiyaçlarımızı
sunabilir. Çünkü bir sürü insanın düşündüğü ve
söylediği gibi İstanbul’un kişilere huzur verebileceği
en iyi şehirdir. Huzur, mutluluk, güzellik ve rahatlatıcı
yerler herhangi bir insanın istediklerinin listesinde
olması lazımdır ve herhangi bir insan böyle manevi
şeylere kesinlikle ihtiyaç duyar. Bu nedenle, Huzuru
istesek İSTANBUL gibi bir şehirde buluruz. Böylece,
İstanbul kelimesini güzel bir şekilde tanıtmış olurum.
14 15
OUMAYMA BEN M’RAD - TUNUS
AYYILDIZ | 11. Sayı
Türk şiirle tanışalım ...
Türkçe’ye ve Türkiye’m aşık olan her
insan elbette Türk şiirlerde keşfetmiş ve sevmiştir.
Türk şiirin birçok kişinin ilgini çeken bir konudur.
AYYILDIZ dergisinin bu sayısında, size Türk şiirden
bahsedeceğiz, şiir nasıl doğmuş, nasıl gelişmiş ve
hangi şairler Türk şiire yeni şeyler kattı. Hep beraber
bunları keşfedeceğiz. Size iyi okumalar dilerim...
Yazılı bilgiler olmadan önce, Türk edebiyatı sadece
sözlü bir şekilde babalardan oğullara geçiyordu.
En eski Türk şiirler böyle bi şekilde bizim günlere
kadar ulaşmıştır, çünkü ezelden şairler yazmayı
bilmiyorlardı, daha doğrusu, yazmak daha
keşfetmemişti, ama ondan sonra yazılı örneklerle
bazı eski şiirler var olmaya devam etti. Türk edebiyatı
bir okyanustur, uzun ve geniş bir dönem kapsıyor.
Yeni de, Türk şiir, eskiden ve hala da devam
ediyor, edebiyatın en önemli türünü. Biraz geriye
dönsek, aslında şiir yoktu, onun yerinde sadece bir
takım sözler, müziğe eşlik ediyordu, en çok ta Diin
törenlerinde ama bu sözlerden şiir doğacak. Din dışı
şiirler yunanlarla gelişti. Homerostan sonra, Din dışı
konularla şiirler söylenmeye başlamıştı, mesela:
doğadan, güzellikten, ihanetten, hayattan doğurup
yöneliyordu konular. Bu gedişle’de, Asya’da başlayan
Türk şiiri, Din törenlerinde doğmuş, Asya’da yaşayan
Türk göçebeler tarafından üretiyordu. Daha sonra
din dışı konularda gelişti. Divanü Lügati’t Türkt’a,
Mevlana Celaledin-i Rumi:
İslamiyet adabinda, önemli kişilere hürmet ve saygı
göstermek için Mevlana, Mevlevi, şeyh vesaire
lakablar kullanılır. Celaleddin-i-Rumi Türk edebiyata
çok şey kattı, onun dünyasında, insana bakış
açısı çok enteresan ve eşsiz. Yazdığı şiirlerde her
istediğimiz konu bulabiliriz, ama en çok tasavuuf’la
alakalı mesela İlahi aşk. O zamanki yazım kurralarina
haykiri, Celaleddin-i-Rumi özgürce istediği konularla
istediği şekilde yazıyordu. Onun netliği, samimeyeti
ve konuşma dilinin kullanımıyla çok tanımlıyordu, en
önemli iki eseri :
Mesnevi-i Ma’nevî:
Mesnevi şiiri, özgür şiir tarzıdır, şiirin beyitleri aynı
vezinde ama kafiyeler ayrı. Üzün şiirler için en çok
Mesnevi yolu seçilir, kafiye kolaylığı için. Mesnevî’nin
vezni: Fâ i lâ tün— Fâ i lâ tün — Fâ i lürüdür.
Türkçenin ilk anseklopidi ve dil bilgisi kitabidir, Türk şiir
YIR olarak tanımlıyordu. Anseklopididen önce, YIR
Orhun yaztlarda bulundu, Bilge Kağan imparatorluğu
döneminden kalan yazılı taşlarda. Müzik, hikayeler,
laflar, deyimler ve destanlar herşey şiirle bağlı. Eskiden
mesela hikayeler şiirle anlatılıyordu, mesnevi yoluyla.
Türkiye’deki insanlar şiirle büyümüştür ve sevmiştir,
bunun için Türk kültürde en önemli parçalardan biriydi
ve hala da olmaya devam ediyor. Hüzünleri bile şiirle
anlatıldı, ağıtlar SAGU diye tanımlıyordu, şiir biçimi
olarak. Şiir sevdası düşüncelere bile dokundu. Şiirin
özü kelimedir, kelimelerin güzelliği herşeye yansıyor.
İslamiyet kabulünden önce, dediğimiz gibi sadece
sözlü olarak şiir söyleniyordu. Ondan sonra bu
şiirler yazıldı, aslında bu şiirler Türk sözlü kültürünün
zenginliğine tanıklık ediyorlar. Ninni, manni,
tekerleme, türkü... bunlar sözlü Şiirin displenleri,
genelde bu şiirlerin yazarları bilinmiyor çünkü sadece
sözlü olarak nesilden nesile geçti. Mani mesela, güçlü
duyguları küçük kelimelerle ifade ettiği minimalist bir
biçime sahiptir. Şair Türk kültüründe özel bir yere
sahiptir, eskiden sözlü kültürde büyük rol oynayan bir
kişi vardır oda adı Aşık. Aşık sazıyla çok seyahat eden
bir kişidir, edebiyat ve şiirleri yorumlama yeteneğine
sahiptir. İslam’a geçtiklerinde, mistik şiir veya tasavuuf
şiir doğdu. Bu şiir biçiminden bahsetmek istiyorsak
Mevlana Celaleddin-i Rumi den bahstememiz lazım.
AYYILDIZ | 11. Sayı
Mesnevi örneği:
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir…
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim…
Divan - Kebir:
Büyük Kitap veya Büyük Divan, Celaleddin-i-
Rumi divanı, farklı konularda söylediği şiirlerin
tamamını bulabiliriz. Gazelden, rubaïlarden ve
terciden oluşuyor Büyük Defter. Kitapta farklı diller
de bulabiliriz mesela Farsça, Arapça, Türkçe ve
Rumca.
Gazel örneği :
Gel, birbirimizin kıymetini bilelim
Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım
Mademki inançlı kişi inançlı kişinin aynasıdır
Niçin aynamızdan yüz çeviriyoruz
Asil cömert kişiler dostlara canlarını feda ettiler.
Çekiştirmeyi bırak. Biz de insanız.
Osmanlı dönem:
Osmanların edebiyatında şiire önemsemişler ve iyi
yönde kullanmışlar. Osmanlı sultanlar şiire önem
gösterdiler, hatta sultanlardan yirmi yedisi şairdir.
Osmanlılar eğitimli bir toplumdu, özellikle divan
şiiri olarak bilinen klasik şiirin gelişmesine katkıda
bulundular. Osmanlı şairler, sofistike ve karmaşık
tarzla yazıyorlardı, tanılan biçimler Gazel ve Kasida
ve klasik şiir deyince aklımıza Şair Nedim gelir:
Ahmet Nedim:
Ahmet Nedim Osmanlı'nın en meşhur divan
edebiyat şairlerden. Farklı konularda güzel şiirleri
var mesela: Tahammül Mülkünü Yıktın, Heddeden
Geçmiş Nezaket...
Bir Safa Bahşedelim'dan bir parça:
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâda
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’dâbâd’a
İşte üç çifte kayık iskelede âmâde
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’dâbâd’a
Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan
Mâ’-i tesnîm içelim Çeşme-i nev-peydâdan
Görelim âb-ı hayât akdığın ejderhâdan
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’dâbâd’a
Modernism:
Modern dönemde, Türk şairler Avrupa ve Batı şiirinden
ilham aldılar. Şiirlerde daha çok romantizm ve sembolik
yaklaşımla doğru gidiyordur. Modern dönem adanmış
şiirin doğuşu yaşandı. Şiirlerin konuları daha çok
sosyal ve politik alakalı meselerle ilgiliyordu. Tanılan
modern şairlerden:
Namik Kemal:
"Vatan Şairi", "Hürriyet Şairi" ile tanılan Namık Kemal,
yutseverlik, hürriyet, halk kavramlarıyla bağlı bir
edebiyatt adamı. Onun tanılan şiirlerden bir kısmı:
Hürriyet Kasidesi:
Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten
Çekildik izzet ü ikbal ile bâb-ı hükûmetten
Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez iânetten
Hakîr olduysa millet, şânına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten
Vücûdun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gâm râh-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten.
Türk şiir bir okyanustur dediğimiz gibi, okuyan
ellaki sevecektir. Türk şiir sadece edebiyatın
bir parçası değil, Türk şiir bir toplumun tarihi ve
kültürü yansıtan bir sanattır.
KARİMA SKOUNTİ - FAS
16 17
AYYILDIZ | 11. Sayı
"Türk dilinin dünyaya yayılışı"
Sınırlı bir coğrafi alandan dünya coğrafyasına ! Türk dilinin
köklerinin tarihlendirilmesi konusunda ihtilaf vardır çünkü
bazıları kökeninin günümüzden 5000 yıl öncesine, bazıları
8000 yıl, bazıları da 1300 yıl öncesine dayandığına inanır.
Bu, dünyadaki geniş yayılmasını açıklar…
Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesi ve çeşitli
Osmanlı eyaletlerindeki tüm yönetimlerde Türkçe’nin
resmi dil olarak kabul edilmesiyle birlikte Türkçe’nin
kapsamı genişledi ve konuşanların sayısı iki katına çıktı.
1923'te Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda dilde birçok
değişiklik meydana geldi ve bunların en önemlisi 1928'de
Osmanlı Türk alfabesinin Arap harfleriyle, Latin alfabesiyle
değiştirilmesi oldu, böylece Türk dili dünyanın en eski ve
en yaygın dillerinden biri olarak kabul edilir ve Asya'dan
Orta Avrupa'ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılır ve farklı
lehçelere ayrılır.
Türkçe'nin Arapça'da olmayan fonetik harfleri içerdiğini
ve bireyin bu fonemleri doğru bir şekilde öğrenmesi
gerektiğini belirtmekte fayda var çünkü yanlış telaffuz
kelimenin anlamında değişikliğe neden oluyor, ayrıca
Türk alfabesinin dilin seslerine uygunluğu, telaffuz edildiği
gibi yazılması ve dilin büyük ölçüde kısaltılmış ifadeler
kullanması nedeniyle Türk dili de öğrenmesi kolay bir dil
olarak kabul edilir.
Türkiye'nin son 20 yılda tanık olduğu kültürel, bilgi
ve medeniyet açılımı ile bölge ve dünya halklarının
Türkçe'ye olan talebi artmış, son dönemde Türkçe’nin
yaygınlaşmasıyla birlikte Türkçe'nin yaygınlaşması,
izleyicinin halkı tanımasını sağlayan Türk dizi ve filmleri,
Türk örf ve adetleri. "Yunus Emre Enstitüsü" başkanı
«Şeref Ateş» habertürk adlı Türk gazetesine verdiği
röportajda: «Türkiye dışında 60 merkezi bulunan Yunus
Emre Enstitüsü, Türk kültür ve sanatını tanıtmaya devam
ediyor» dedi, ve « Sadece Romanya'da 600 üst düzey
yetkili, geçenlerde Türkçe öğrenmek için enstitüye gittiler.»
Sözlerine ekledi.
Öte yandan ,Türkiye, Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki
stratejik konumu sayesinde önemli bir bölgesel güç olarak
kabul edilmektedir, Türk dilinin önemini artıran ve onu
tanıma ve öğrenme merakını güçlendiren önemli deniz ve
kara sınırlarının yanı sıra onu çok kültürlü bir ülke haline
getiriyor, Türkiye'nin ticari önemine ek olarak, tüccarlar
ticari anlaşmalarını tamamlamak için dili öğrenmek veya
yanlarında tercüman bulundurmak zorundadır.
AYYILDIZ | 11. Sayı
Türkiye, tarihi yapıları ve çekici bölgeleri
nedeniyle dünya ülkeleri arasında da büyük
bir turizm önemi kazanıyor... Hiç şüphe yok ki
Türkçe, dünya çapında giderek artan sayıda
konuşmacı ile en önemli dillerden biri haline
geldi, Yüksek Türk Dil Kurumu'na göre bu dil,
dünya nüfusunun yaklaşık %3'ü tarafından
konuşulduğu için dünyanın en çok kullanılan
dilleri arasında beşinci sırada yer almaktadır, ve
"Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi" öğretim
üyelerinden "Profesör Gonashin"e göre, «
Bugün Türkçe konuşanların sayısı yaklaşık 250
milyon, yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik bir
coğrafyaya dağılmış durumdalar. »
Türkçe, Türkiye'nin resmi dili ve Kıbrıs'ın iki
resmi dilinden biridir ve aynı zamanda yaklaşık
83 milyon insanın ana dilidir. Başta Almanya
olmak üzere Avrupa'da yaşayan Türk kökenli
milyonlarca insanın ikinci dilidir. Türkçe, Kosova
ve Makedonya gibi eski zamanlarda Osmanlı
egemenliğine tanıklık etmiş bazı bölgelerde de
resmi dil olarak kabul ediliyor ve Irak, Yunanistan,
Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Sırbistan,
Bosna Hersek'te çok sayıda Türkçe konuşuyor.
Bu da Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre ve
Fransa'daki dil konuşan Türk göçmenlerden
bağımsız... Genel olarak en çok konuşulan
ülkelerde Türkçe konuşanların sayısı şu şekilde
dağılıyor :
Yaklaşık 600.000 Bulgaristan'da 300.000
Kıbrıs'ta 250.000 Hollanda'da 221.000 Fransa'da
200.000 Avusturya'da 130.000 Özbekistan'da
116.000 Amerika Birleşik Devletleri'nde 116.000
Belçika'da 113.000 Almanya'ya gelince, sadece
Almanya'da 1,5 milyon Türkçe ve diğer ülkelerden
konuşmacı var... Türk hükümeti son yıllarda
hem Türk kültürünü hem de dilini yaymak için
bir strateji benimsemiş ve bu amaçla bu görevi
yerine getirmek için birçok kurum ve kuruluş
kurmuştur. Bugün Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı (YTB) ve Yunus Emre
Enstitüsü gibi Türk kurumları gerek yüz yüze
kurslar gerekse e-öğrenme yoluyla Türk dilinin
öğretilmesi ve yaygınlaştırılması için somut
ve önemli adımlar atıyor. Türkçe öğrenmek
isteyenler için devlet kurumları, belediyeler ve
hayır kurumları tarafından sunulan ücretsiz
Türkçe öğretim programlarının yanı sıra,
üniversite eğitimlerini tamamlamak amacıyla
Türkiye'ye gelen binlerce yabancı öğrenci her
yıl Türkçe hazırlık programlarına kaydolmaktadır
üniversite ana dallarını okumaya başlamadan
önceki yıl.
Tunus eğitim kurumlarında seçmeli derslere
Türkçe’nin girmesine 2013 yılında iki ülke
arasında imzalanan protokolle başlandığını
belirtmekte fayda var, bu kapsamda, Milli Eğitim
Bakanlığı, Tunus'a üniversitelerde Türkçe
öğretmek üzere 10 öğretmen ve 3 akademisyen
gönderdi. Tunus'un yanı sıra Türk eğitim
merkezlerinin bulunduğu Arap ülkeleri de, Onlar:
Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri,
Katar, Kuveyt, Filistin, Ürdün, Cezayir, Fas,
Sudan ve İrak... ve Mali ve Johannesburg şehri
gibi diğer Afrika ülkeleri... İnternet üzerinden
Türkçe öğrenmek için web siteleri, uygulamalar
ve kanalların da var …
OUMAYMA ZOUAOUİ - TUNUS
18 19
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
YOLCULUĞUM
TÜRKÇE
?
Nasıl Öğrendim
Bir dil öğrenmek kolay değil, kendi kültürden daha farklı
ve kendi ülkeden çok uzak bir ükenin dilini öğrenmek
çok zordur. Ben Somalili bireyin olarak Türkçe öğrenmek
benim için kolay değildi çünkü Somali dili ve Türkçe
arasında çok farklı kelimeler var. Diğer tarafta da Somali
kültürü ve Türkiye kültürü çok farklıdır. İki ülkenin dini
olarak aynı olduğu için, iki kültürün birbirlerine biraz
benzerlik oluyor, ancak coğrafya olarak Afrika’dan Asya’ya
ve Avrupa’ya kadar fark var. Bu değişiklik ve zorluğa
rağmen, üç yıl içerisinde kendimi Türkçeyle iletişim
kurabilmeme yerinde bulduğum için çok mutluyum.
Bu benim ilk Türkçe yazımdır. Sayın Sarra Rhouma
arkadaşım yardımıyla çalıştım. O olmasaydı, bu fırsatı
bulamazdım. Kendisi ve tüm değerli Tunus Ayyıldız
Topluluğun ekibine ve derginin okuyanlara teşekkürlerimi
sunuyorum. Değerli okuyanlarımız, ''Türkçe Nasıl
Öğrendim'' bir başlığın altında sizlere nasıl, ne zaman,
nerede, neden ve kimlerin yardımıyla Türkçe öğrenmemi
baylaşmak istiyorum. Finans ve Bank İşlemleri yüksek
lisans mezun olan birey olarak kendimi doktora
hazırmalıyım diye ilk başta Türkiye'yi gitmek niyetim
vardı. O sırada, benim bir komşu arkadaşım vardı, onun
adı Habib. İnternet servisi veren bir şirketle çalışıyordu.
Onun müşterilerin arasında Türk doktorlar vardı, onlarla
iletişim kurmak için zorlanıyordu.
Bir gün işyerindeki doktorlar bir fırsat sundu. Onlar
Somalili doktorlara kolay kolay çalışabilecekleri için Türkçe
dersleri veriyorlardı. Benim arkadaşım da bu fırsatı istifade
edip kendisine Türkçe ders vermek için bu dersleri veren
hocayla konuştu. Hoca da sağolsun arkadaşımın telebine
kabul etti. Benim arkadaşım bu fıratı bulduktan sonra,
tek kişilik bir ders olmaması için bana ve başka bir diğer
arkadaş daha çağırdı. Üç kişilik bir sınıf oluşturduk. İlk
ders bu Türkiye'den gelen ve Mogadişu – Somali, Türkiye
ABDİKANİ İBRAHİM MOHAMED (BASİM) - SOMALİ
Recep Tayyıp Erdoğan Eğitim ve Araştırma Hastenesinde
çalışan ''Kadriye'' hocadan aldık. İlk ders selamlaşma ve ilk
karşılaşma Türkçesi öğrendik. Sonra Türkçe alfabesinin
dersini aldık. Üç hafta sonra Kadriye hoca Türkiye'ye geri
döndüğü için dersimi durduruldu.
Sonra 2017 yılının Ekim ayında Yunus Emre Enstitütüsü
Somaliye merkezi Mogadişu'da açıldı. Ekim 14'te dersler
başladı. Orada yeniden Türkçe öğrenmeye başladım. On
altı kişilik bir sınıf içerisinde ilk ders aldık. Haftada iki
saatlık üç ders alıyorduk. Bu öğrenme içerisinde Tükçe
dilinin farklı dallarından bilgi aldım. Dört dönem sürdü.
Her dönem yaklaşık dört ay devam ediyordu. A1, A2,
B1 ve B2 sertifikaları iki yıl içerisinde aldım. Kovid-19
nedeniyle, 2020 yılında enstitümüze Türk öğretmenler
gelemeyince, kurs durdurmak zorunda kaldı.
Ben bu kurs Türkiye'ye gitmek ve orada başka bir yüksek
lisans yada doktora hazırlamak amacıyla öğrendim. Ama
şimdi başka değer vardı. Somaliye'de yaşayan ve Türkçe
bilen biri olarak kendimi başka fırsatlar tanıdım. Bir dil
öğrenmek için sadece sınıfların içerisinde ders almak
yetmiyor, çok pratik yapmak gerekiyor. O yüzden, daha
pratik yapmak için sağolsunlar enstitümüzün tarafından
2018'de beni Türkiye'ye götürdü ve orada bir ay ''Tükçe Yaz
Okulu''na 118 ülkeden gelen 1000 öğrenciyle katıldım. Bu
ay içerisinde çok şeyler öğrendim. Geri döndüğümde daha
pratik almak için birkaç Türk dizileri izlemeye başladım.
Gerçekten, kendimi kendi ülkemde normal hayat içerisinde
Türkçe öğrendiğim için, çok mutlu hissediyorum. Şimdi
Türkçe'yi öğrendikten ve üzün bir süre ders almamaktan
sonra unutmamak için televizyonlardan haber ve
ekonomik programları izliyorum, gazeteleri okuyorum,
ve ara sıra Türkçe bilen arkadaşlarımla sohbet ediyorum.
Son olarak, sizlere bu yazıyı okuduğunuz için teşekkür
ediyorum.
Merhaba Ben Ghofrane Beljoudi,
Tunusluyum ve 18 yaşındayım, lisede okuyorum,
müzik seviyorum ve yemek yapmayı seviyorum
ama en sevdiğim şey ne biliyor musunuz ? En
sevdiğim şey Türkçe öğrenmek ve onunla ilgili
her şey bilmek istiyorum çünkü ben Türkiye’yi
görünce kendimi görüyorum gibi hissediyorum,
şu an saçma bir şey söylediğimi biliyorum ama
öyledir. Türkçe konuşurken kendimi çok mutlu ve
rahat hissediyorum belki beni hiç kimse anlamadiği
için kendimi mutlu ya da üzgün hissettiğim zaman
Türkçe konuşuyorum, çünkü hiç kimse seni
karışamaz kimse seni anlamaz kimse seni hesap
veremez.
Neyse, size Türkçe nasıl öğrendiğimi
anlatayım, ben aslında çocukken aklımdan hiç
bir zaman Türkçe öğrenme fikrini geçmedi, ben
zaten Türkiye bir ülke olduğunu bile bilmiyordum
ama benim hikayem 12 yaşımdayken başladı...
Türkçe öğrenmek için çok ilginç bir yola başladım.
Öncelikle, yazın bir günde 6 yıl önce halamın
evine her gün gidiyordum, kuzenlerim odada her
zaman televizyon izliyorlardı, ben de merak ettim
ve yanınlarına gittim, onlarla bir dizi izledim adı
"çiçek kokusu" o zaman çok meşhurdur, ben de çok
sevdim onu. Artık bu diziyi akşam sabaha kadar
izliyordum çok sevdim onu ama Arapça‘sını izledim
Türkçe’sini değil. Onu bitirdikten sonra Türkçe’sini
izlemeye karar verdim sonra "Demet Özdemir" adlı
oyuncuyu sevdim ve onun başka dizilerini izledim,
sonra yavaş yavaş öğrenmeye başladım. O kadar
güzel bir duygu ki benim için çok ilginç, daha fazla
öğrenmek için sabah akşama kadar dizi, müzik
ve film izliyordum ve hala öyle yapıyorum çünkü
ilk defa gerçekten istediğim bir şey yapıyorum hiç
kimse karışmadan hesap vermeden yapıyorum.
Çok mutluyum ve inşallah, benim hayalim
gerçekleşmek istiyorum ve Türkiye'de üniversitede
okumak istiyorum. Size küçük bir tavsiye vermek
istiyorum. Asla vazgeçmeyin bu dünyada her insan
bir hobileri var o yüzden sakın vazgeçmeyin her
zaman hayallerinizi için savaşın.
GHOFRANE BELJOUDİ - TUNUS
20 21
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Linda Hoca
Burada Türkiye’ye gitme hikâyemin devamını
anlatıyor olacağım. İlk kısmını okumak için
dergimizin 10. Sayısına göz atabilirsiniz.
25 Eylül 2017, Cezayir’den ayrılıp Türkiye’ye gittim.
İlk defa ailemden ülkemden bu kadar uzak yollara
çıktım. Yanımda okuldan 2 kız arkadaşım vardı,
yolculuğumuz aşağı yukarı 4 saat sürdü. İstanbul’da
indikten hemen sonra Manisa’ya yolumuzu aldık.
Manisa’da ilk önce fakültemizin uzak bir yerde 3 ay
oturduk sonradan Muradiye fakülte girişindeki konuk
evinde oturmuştuk. İkamet işlemlerimizi bitirdikten
sonra üniversiteye gitmeye başladık. Ben tüm
sınıflara giriyordum, toplam 10 dersim vardı, bazıları
birinci sınıflarla bazıları da diğer sınıflarlaydı. Türk
dili ve edebiyatı fakülte öğrencilerin çoğu bizi tanırdı
çünkü sınıfta yabancı olan öğrenciler tek biz vardık
ve tüm sınıflara girerdik. İlk başta dersler bana çok
zor geliyordu, çünkü Türkçe seviyem ortaydı, çoğu
derslerimiz edebiyat ve eski Türk dili ile ilgiliydi,
hocalarımız fark etmeden hızlı konuşuyorlardı
ve imla yaparken bazen hata yapıyor bazen de
kelimeleri yazmaya yetişemiyordum. Bunun için
derslerin ses kaydını almaya başladım. Bu şekilde
yazdıklarımı odada tek tek kontrol ediyor ve eksikleri
tamamlıyordum. Bu şekilde en azından derslerimi
ne olduğunu ve işlemem gereken konuları hangileri
biliyordum.
Birinci dönemde birçok dersin bütünlemesine girdim
ve bir tek Türk halk edebiyatı dersinde kalmıştım,
kalma sebebim ders çalışmadığım ya da doğru
cevap seçmememden değildi; sınavımızın süreci 10
dakikaydı, bu 10 dakikada 20 soruya doğru cevap
seçmemiz gerektiğindendi. Bana bu süreç ancak
5 soruya cevap vermemi yeterdi, soruları okumak
ve anlamak daha çok zamanımı alırdı. Bu dönem
istemediğim gibi geçmese de yurt dışına çıkmak
ve tek yaşamak bana çok şey öğretti. Verimli ders
çalışmayı öğrendim, anne babam olmadığı için para
tasarrufu ve doğru para harcamayı, yemek yapmayı,
arkadaşlık edinmeyi ve en önemlisi bana cesur
olmayı öğretti. Öz güvenim arttı ve hayata başka bir
açıdan bakmaya başladım.
Ben Manisa Celal bayar Üniversitesinde eğitim almak
için sadece 1 dönem yani 6 ay için imza attım, fakat
ben ve benimle giden arkadaşlarım süreyi uzattık ve
2. Dönemi de aynı üniversitede devam ettik, fakat
herhangi bir para yardımı almadan. Yani bu süreçte
ailemden para alıyordum. O zamanda 100 euro 450tl
civarındaydı, oturduğum odanın kirası 380 tl idi bana
çok az para kalıyordu. İyi ki üniversiteye gitmek için
ulaşıma ihtiyacım yoktu, çünkü zaten fakültenin
içerisinde oturuyordum. Okul malzemelerim 1.
Dönemden vardı. Bu parayı bazıları çamaşır haneye,
bazıları özel ihtiyaçlarıma ve ilaçlarıma, bazıları da
okuldaki yemekhane kartıma yatırıyordum. Yemek
yemek benim son derdimdi onun için günde sadece
1 defa yemek yiyordum ya akşam yemeyi ya da öğle
yemeği yiyordum. Yemekhaneden fazladan ücretsiz
olarak ekmek ve su alıyordum. Hafta sonları ve
okul olmadığı zamanlarda Suriyeli oda arkadaşımın
yaptığı yemeklerden yiyordum. Benimle her şey
paylaşırdı, hasta olduğum günlerde yanımda onu
buluyordum. Birbirimize güvendik ve sırtlarımızı
birbirimize dayadık. Para konusunda daha çok hesaplı
oldum, bir ayda sadece 100 euro harcıyordum.
Oda arkadaşımla bazı günlerde çarşıya gidiyorduk,
ister istemez ben de bir şeyleri beğeniyordum fakat
almıyordum çünkü lazım ya da ihtiyacım yoktu
sadece nefsimin istediği ve beğendiği şeydi. Paramla
her istediğim şeyleri almazdım, çünkü ailemi zor bir
durumda bırakmak istemezdim.
2. döneme başladığımda bambaşka biri gibiydim,
daha çok odaklı ve öz güvenliydim. Hocalarımla artık
çok kolay iletişim kurabiliyordum, MUDER uluslararası
öğrenci derneği sayesinde daha çok arkadaş
edinebildim ve düzenledikleri ücretsiz gezilere
katılarak Türkiye’nin farklı yerlerini görme imkânım
vardı, ayrıca bize aylık 120 tl burs sunmuşlardı.
Derslerim çok iyi gidiyordu; sabah, öğlen, akşam
olan tüm derslerime kesintisiz katılıyordum. Vize ve
final sınavlarım çok iyi geçmişti, bütünlemeye de
hiç girmemiştim. Ayrıca 1. dönemde kaldığım dersin
sınavına girmeden önce hocaya gidip durumumu
anlattım ve bana çalışmak için yardımcı kaynak
sunup sınavda bana 10 dakika daha süreç tanıdı.
Hocanın sayesinde bu derste 75 puanla geçmiştim.
Bu zamana kadar ailemle sürekli konuşuyordum,
oturduğum konuk evinde internet olmadığı için okulun
kütüphanesine gidip saatlerce onlarla konuşuyor
ve güncel haberlerimi veriyordum. Babam beni çok
merak ediyordu, derslerimi ve durumlarımı öğrenmek
için bana haber vermeden Cezayir’deki üniversiteme
gitmişti ve oradaki bölüm başkanı ve Türk hocalarımı
beni sormuştu. Babam eve geldiğinde benimle çok
gurur duymuş. Hocalarım ne kadar çalışkan ve
öğrenmeye açık olduğumu anlatmış, Manisa Celal
Bayar Üniversitesi’ndeki aldığım notları babama
göstermiş ve ne kadar düzgün ahlaklı bir kız
yetiştirdiğini tebrik etmişler.
Bana bunları hepsi annem anlatmıştı, babam bana
bir şey demedi sadece Facebook’tan benimle
gurur duyduğunu mesaj olarak yazmıştı. O mesajı
okuduğumda çok ağladım çünkü başta seçtiğim bu
yolu karşı çıkmıştı ve razı değildi. Fakat bu mesajla
rızasını almış ve arkamda olduğunu hissettim. Bu his
ile birlikte bu alanda daha çok başarmak ve devam
Cezayir
etme motivasyonumu arttı. Onun için yüksek lisansı
tamamlamak adına Türkiye Bursları diye bir bursa
başvurmuştum, denemeye değer bir burstu çünkü
öğrencilere ihtiyaç oldukları her şeyi karşılıyor ve
aynı zamanda başvurular ücretsiz olduğunu görünce
fırsatımı kaybetmek istemedim ve başvurdum.
Haziran’ın son günlerinde okullar tatil olmuştu ve ben
Cezayir’e dönüyordum. Tam olarak dönüş tarihim
anneme söylemedim sadece babama söylemiştim
çünkü görmek istediğim ilk kişi oydu ve aynı zamanda
anneme sürpriz yapmak istedim. Cezayir’e döndüm
ve uzun zamandan sonra nihayet ailemle kavuştum.
Çok zaman geçmeden yüksek lisansı başvurmak
için babamla Cezayir’deki üniversiteme gitmeyi
planlıyorduk. Tüm gereken evrakları hazırlamıştım
fakat Türkiye Burslarından beklemediğim bir mail
aldım… Türkiye Bursları yüksek lisan başvurumu
onaylamış ve ailemden para ihtiyacım olmadan bu
yolda bana burs vererek devam etme fırsatını sundu.
Böylece yüksek lisans eğitimimi Bursa Uludağ
Üniversite’sinde “Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi”
bölümünden mezun olduktan hemen sonra aldığım
eğitimi başkasına aktarmak için sosyal medyada
Linda.hoca diye sayfalar açtım ve Türkçe bilmeyen
herkese içeriklerimle ve düzenlediğim kurslarla
Türkçe öğretmeye başladım ve öğretmeye devam
edeceğim.
Türkiye
LYNDA İNAS HADDAD - CEZAYİR
22 23
AYYILDIZ | 11. Sayı
BIR ÖRNEK HIKAYESI
AYYILDIZ | 11. Sayı
TUNUS’TA SINEMA TARIHI
Sanat bir insanın içinde bulunan bir duygu tasarının yada güzelliğini
ve aklının içinde bulunan fikirlerin birleştiren ve ifade
edebilen bir kavramdır. Thomas Murno, "Sanat doyurucu estetik
yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becersidir"
der. Sanatın de bir sürü özellikler var ve en önemlisi
de bir insanın ruhunda veya hayatında kattıkları mesela sanat
güzelden haz duyma, nefret yaratma, güzeli görebilme, sevinç
ve öfke gibi insancıl faaliyetlerin ifade bilmeleri için bulunuyor
halbuki bir insan iletişim kurabilme, fikirlerine paylaşabilme,
her insan aynı olmadğını ve herkes kendi fikirlerini
yeteneklerini sahip olmalarını sağlayan şeydir. Sanat bir insanın
ruhunda olan bir şeydir, sanatçı insanın ruhunu doğan
güzellik ve sevgi, hayal gücünü, düşüncelerine ve hayallerine
somut ve soyut malzemelere yaratıcı gücünü kullanarak kişiye
etkileyecek biçimde anlatılır, ayrıca bir insanın varmak istedği
yerinin gösteren bir yoldur. Bildiğimiz gibi sanat dediğimiz
tek bir şey değildir tarih boyunca da sanat ve sanat dalları
çok dikkat çekiyor çünkü bizim hayatımızın her alanında yer
alan bir akımdır, sanat oyunculuk, çizim, dans, müzik gibi bir
sürü mesleklere dahil oluyor. Ama benim en çok dikkatimi
çeken sanatli mesleği gelsek oyunculuk. Bu nedenle oyunculuktan
daha fazla bahsetmeyi tercih ediyorum. Oyunculuk bir
mesleğe dair sunduğu metodolojik ve kültürel bir meslektir
! Oyunculuk en başta bir kültürdür, insanın ruhunda olan
bir şeydir, bir spor da olabilir, bir drama çerçevesi içerisinde,
yaşamış ya da yaşanılası bir insan betiminin vücut bulmasıdır.
Oyuncu bu anlamda kendisine ait olmayan, yaşamsal, çevresel
koşullar içerisinde girdiği bütün o çevresiyle kurduğu bütün
ilişkileri kendisi yaşıyormuş gibi bir davranışa dönüştürür.
Böylelikle oyuncular, sanatlarıyla hikayeler anlatır, izleyicilerinde
duygusal tepkilere neden olur ve insanları düşünmeye
sevk eder. Aslında bu meslek hem aşırı eğlenceli ve aynı zamanda
bi o kadar yorucudur, bir oyuncu olmak için doğuştan
veya kendine geliştirerek yetenkli olmak lazım bazen oyuncuların
sürekli oynadıkları aynı karakter oluyor yani aynı
hikaye kariyerleri boyunca değişen bir şey yok, ben öyleleri
oyuncu diyemem mesela benim fikrim bu, bir oyuncu her rol
oynayabilir, herhangi bir karakter canlandıracak kadar çok
tecrübe sahibi olmak lazım! Çünkü bir seyirciyi hiç olmadğın
bir karaktere yansıtmak ve onları o duyguları yaşatmak lazım
oyunculuk değil de gerçek olduğunu inandırabilenlerini ancak
oyuncu kelimesini tamamıyla hakkediyorlar. Şimdi ise
bahsetmek istediğim çok güzel bir konu daha var, ben küçüklüğümden
beri oyunculuğa meraklı biriydim ama hiç bir
zaman ciddi bir düşünce yapmadım o da hayatımda bir örnek
olmadan önceydi ! Peki nedir bu örnek ? Herkes tanıdığı
ve bildiği gibi (bilmeyen de şimdi bilsin) güzel ve yetenekli
oyuncu : Mine TUGAY ! Bir çok ünlü dizilerde rol aldı (medcezir,
öyle bir geçer zaman ki, zalim İstanbul, yalı çapkını...),
kendisine 4 yıldır hayranıyım ve onun hayranı olduğum her
anı değerlendirme şansım oldu gerçekten hayatımda böyle bir
örnek olması birçok konuda iyi geldi bana kendisi çok başarlı
güzel yetenkli kendi ayaklarının üzerinde duran ve kendi
yolunu kendine çizen güçlü bir kadın, naziklığı ve zayıflığı
dış görünüşüne güzel olduğu kadar içinde ki o güzellik de
kattı. Beni kendisine daha da hayran bırakan işini sevgisiyle
yapan, kendine her alanda geliştirmesi ve işine sonsuza kadar
hakkını vermesidir bu bir başarılı oyuncu için çok önemlidir,
onunda hakkettiği gibi çok ödüllere kazandırdı bu da benim
için bir örnek oldu. Mine TUGAY benim için çok şey ifade
ettiği kadar bana bu mesleğe gerçekten düşünmeni ve denememi
sağladı. Ben bu meslek olmazsa psikolji bölümünü
seçeceğim derken ne tesadüfese Mine de tam oyunculuk bölümünü
girmeden psikolojiyi düşünüyordu işte bu da bana
çok umut verdi ve onun sayesinde bir çok şeyi daha farklı bir
gözle bakabildim. Bir insanın en yorucu düşünce şeylerden
biri gelecekte yapacağı işlerdir yetenekli birinin bana bu konuda
yardım olmasını bana gerçekten çok iyi geldi. Umarım
bu yazı birçok kişinin hayat geleceği hakkında bir umut veya
motivasyon olabilir, sizler de umarım hayallerinizi gerçekleştirebilmek
için en doğru örneği veya motivasyon bulursunuz
bu herkes için geçerli her insanın ihtiyaç duyar, bu da benim
Mine’nin yardımıyla kendi yoluma çizmeyi başladığım gibi
herkese de aynısını diliyorum, birde oyunculuk veya sanat
hakkında bir bilgi toplamaya çalışanlar için umarım yardımcı
olabilirdi bu makale size…
MARAM BEN HAJAL - TUNUS
1897: Tunus'ta ilk gösterimler.
16 Ekim 1908: Tunus'ta ilk sinema olan "OMNIA-PATHE"nin açılışı.
1922: Albert Samama Chikli ilk kısa filmi "Zohra"yı çekmesi.
1924: Albert Samama Chikli “Aïn el-ghazal”ı çekmesi.
1927: İlk Tunus’ film dağıtım şirketi “Tunis-Film”.
1937: J-'nin ilk Tunuslu uzun metrajlı filmi “Le Fou de Kairouan”
André Creuzy.
1939: Tunus'un birçok şehrinde sinemalar açıldı.
12 Ocak 1942: Sinematografik sınıflandırma kararnamesi.
1942: Köylerde film gösteren ilk sinema gösterisi.
1946: Tunus'ta ilk sinema kulübü/Afrika stüdyolarının kuruluşu.
1953: İlk filme alınan gazete "Les Actualités Tunisiennes".
1954: Tunus Sinematek'in kuruluşu (şimdi feshedilmiş).
1955: İlk özel yapım şirketi El-Ahd "Tunisian News" yapımcılığını
üstlenen El-Jadid.
1957: SATPEC’nin kuruluşu « filmlerin üretimi, ithalatı ve dağıtımı
için ulusal şirket» (artık feshedilmiş).
1960: "Sinema Yasası"nın ilan edilmesi.
1961: Omar Khlifi iki amatör film çeker: "Tarihimizin Bir Sayfası" ve
"Mosbah Amca".
1962: AJCT'nin (Tunuslu Genç Sinemacılar Derneği) kuruluşu, 1968.
1963: Kırsal kesimde 16 mm projektörler ve sinema otobüsleri ile donatılmış
30 Kültür Merkezinin oluşturulması ve ulusal bir film kütüphanesinin
oluşturulması.
1964: Cap-bon'da Kelibia Amatör Film Festivali'nin (FIFAK) ilk oturumu.
1966: Omar Khlifi'nin "Al fejr" (Şafak) filminin çekimleri ve Tahar
Cheriaa tarafından kurulan "Kartaca Sinema Günleri"nin (KİK) ilk
oturumu. Tunus Televizyonunun başlangıcı.
1967: SATPEC, Gammarth endüstriyel sinema kompleksini kurar.
Hamouda Ben Halima'nın "Khlifa le abuser" filminin çekimleri.
1968: Uzun metrajlı filmlerin çekimleri: Omar Khlifi'nin "al-Moutamarred"
(The Rebel) filmi, Sadok Ben Aïcha'nın "Mokhtar" filmi.
1969: Ulusal film ithalat tekelini SATPEC'e veren yasanın çıkarılması.
1970: Cannes'daki resmi yarışmada Hamouda Ben Halima, Férid
Boughedir ve Hédi Ben Khalifa'nın “Au pays de Tararani” filminin,
Abdellatif Ben Ammar'ın “A simple story” filminin çekimleri.
ACT'nin (Tunuslu Film Yapımcıları Derneği) oluşturulması.
1972: Rachid Ferchiou'nun "Yusra" ve "Ya yarın?" Brahim Babaï tarafından
Cannes'da özel bir programda yapması.
1974: Abdellatif Ben Ammar'ın “Sejnane”, KİK'den Gümüş Tanit.
1976: Göç üzerine uzun metrajlı film “al -Sufara" (Les Ambassadeurs),
Nacer Ktari, JCC 76'nın Altın Tanit'i, Avrupa'da ticari devrede
gösterilen ilk Tunus filmi. Ridha Béhi, ardından uzun bir Avrupa
gösterimi.
1978: "Nouveau Théâtre" şirketi "La Noce"u çekmesi.
1980: Abdellatif Ben Ammar'ın "Aziza"sı, KİK'in Altın Taniti alması.
1981: SATPEC'in film ithalat ve dağıtım tekelinin sona ermesi ve özel
dağıtımcıların piyasayı ele geçirmeye başlaması. Film yapımını ve gösterimini
teşvik eden kararnameler. Nejia Ben Mabrouk'un "La Trace"
ve Mahmoud Ben Mahmoud'un "Traversées" filmlerinin çekimleri.
1982: Taieb Louhichi'nin "L'Ombre de la terre" filmi Eleştirmenler
Haftası'na (Cannes) seçildi.
1983: Gammarth'ta yeni SATPEC renk laboratuvarları. Cannes'da
resmi seçkide Férid Boughedir'in “Afrika Kamerası”.
1984: Nacer Khémir'in “Les Balisers du désert”, Nantes ve Valencia'da
büyük ödül alması.
1985: Carthago Films stüdyolarının yönetmenliği Tarak ben Ammar'ın
yönettiği, Roman Polanski'nin “Pirates” filminin çekimlerine
ev sahipliği yapıyor. Yönetmenlerin On Beş Günü için seçilen Ridha
Béhi imzalı "Les Anges". Nejia Ben Mabrouk'un "La Trace" ve Mahmoud
Ben Mahmoud'un "Traversées" filmlerinin çekimleri.
1986: Cannes'daki resmi seçkide Nouri Bouzid'in “Kül Adam”ı KİK
Altın Tanit'i kazandı. Julie Christie, Ben Gazzara ve Patrick Bruel ile
birlikte Ridha Béhi'nin “Champagne amer” filminin çekimleri.
1987: Cannes'da resmi seçkide Férid Boughedir'in “Caméra arabe”si.
1988: Sendikasının Kuruluşu (UTICA'ya bağlı).
1989: Cannes'da Eleştirmenler Haftası ve Belirli Bir Bakış için seçilen
Fadhel Jaziri ve Fadhel Jaïbi'nin "Arab" ve Nouri Bouzid'in
"Les Sabots en or", “Leïla ma Taieb Louhichi'nin "raison" adlı eseri
Venedik festivalinde yarışıyor. Fitouri Belhiba'nın “Nomade Heart”
(Regaya) filminin çekimleri.
1990: Férid Boughedir'in “Halfaouine”, Quinzaine des Réalisateurs'da
(Cannes) seçilen Altın Tanit'i ve KİK'te en iyi erkek oyuncu
ödülünü ve Valencia, Bastia ve Montreal'in büyük ödüllerini kazandı.
1991: "Halfaouine" seçildi " Césars" ve New York'ta "Yeni Yönetmenler,
Yeni Filmler"i açtı. Yönetmenlerin On Beş Günü'ne (Cannes)
seçilen Mahmoud Ben Mahmoud ve Fadhel Jaïbi'nin "Chichkhan"ı,
Locarno'da Nacer Khémir'in yazdığı "The Lost Necklace of the
Dove".
1992: Nouri Bouzid'in "Bezness"i Beş Hafta için seçildi yönetmenler
(Cannes). Mohamed Ali El-Okbi'den “Les Zazous de la vague”
yayınlandı.
1993: Moncef Dhouib'den “Soltane el-Medina” yayınlandı.
1994: Moufida Tlatli'den “Les Silences du palais” seçildi Yönetmenlerin
On Beş Günü'nde (Cannes), JCC'de Tanit d'or ve kadın yorum
ödülünü kazandı.
1995: Selma Baccar'ın "La Danse du feu" ve Ridha Béhi'nin "Kırlangıçlar
Kudüs'te ölmez".
1996: Berlin'deki resmi yarışmada Férid Boughedir'in “La Goulette'de
Bir Yaz”, Mohamed Zran'ın “Essaida” adlı eseri, KİK'de birincilik
ödülü.
1997: Nouri Bouzid'in “Bent familia” (Tunus) Venedik Eleştirmenler
Haftası'nda katılması.
1998: Venedik Eleştirmenler Haftası'nda Mohamed Ben Smaïl'in
yazdığı "Yarın yanıyorum". Khaltoum Bornaz imzalı “Keswa” yayınlandı.
Mahmoud Ben Mahmoud'un “Grenadine siestaları”, Nacer Ktari'nin
“Arkadaşım Ol” ve Nidhal Chatta'nın “No Man's Love” filmlerinin
çekimleri. “Sinema Müzesi”nin açılışı. KİK'te kısa filmler için
Altın Tanit'i alındı, Mohamed Damak imzalı "Le Festin".
2000: Moufida Tlatli'nin yazdığı "The Season of Men", Unbelirli Bir
Konuda (Cannes) seçildi.
2001: Khaled Gorbal'ın "Fatma"sı, Yönetmenlerin On Beş Günü'nde
(Cannes) seçildi.
2002: "Satin rouge" "Forum"da (Berlin) seçilen Raja Amari tarafından.
Venedik'teki resmi seçkide Ridha Behi'nin “The Magic Box”ı,
JCC'de Jilani Saadi'nin “Khorma”sı ve Naoufel Saheb Ettabaa'nın
“El-kotbia”sı yer alıyor. Nouri Bouzid'in "Poupées d'argile" adlı eseri
Gümüş Tanit ve en iyi erkek oyuncu ödülünü, "Sihirli Kutu" jüri
özel ödülünü ve Hichem Ben Ammar'ın "Raïs Labhar" (Ey denizlerin
kaptanı!) en iyi belgesel ödülü. Abdelatif Ben Ammar'dan “Le Chant
de la noria” yayınlandı.
2004: Mohamed Damak'tan “La Villa” yayınlandı. Moez Kamoun'un
ilk üç eseri "Parole d'hommes", JCC'de Moktar Ladjimi'nin "Yaz
Düğünü" ve Elyes Baccar'ın "O ve O" adlı eseri. İbrahim Letaief imzalı
"Visa", en iyi kısa film dalında Altın Tanit.
2005: Mohamed Zran imzalı "The Prince" filmi vizyona girdi. Gammarth
sinema kompleksi, Tarak Ben Ammar tarafından tamamen yenilendi
ve LTC Gammarth adını aldı.
2006: 9 yeni Tunuslu uzun metrajlı film: Nouri Bouzid'in "Kaçak, son
filmi", "Khochkhach, Fleur d'forgetting" Selma Baccar'dan "TV geliyor!"
Moncef Dhouib, "Kurdun Hassasiyeti", Jilani Saadi, "El Lombara",
Ali Labidi, "Bin El Widyane", Khaled Barsaoui, "The Other
Half", Kalthoum Bornaz ve yaratıcı belgeseller "Ring", Hichem Ben
Ammar ve Néjib Belkadhi'nin yazdığı “VHS-Kahloucha”. “Doc à Tunis”
festivalinin ilk oturumunda düzenlenen ve büyük başarı… En iyi
kısa film dalında Altın Tanit.
NESRİNE BOUHALLİ - TUNUS
24 25
AYYILDIZ | 11. Sayı
SALAHUDDIN ELSID
Bugün güzel anılar bizi
1996 yılına geri getirecek
Hottab Ala el-Bab dizisi
dediğimde, "Ben bu diziyi
bilmiyorum" diyen Tunuslu yok.
Bu dizi aynı zamanda 90'lar kuşağı ve günümüz
kuşağı arasında da popüler çünkü şimdiye kadar
hala gösteriliyor. Şimdi diziyi, karakterlerini,
hikayesini, birlikte yaşadığımız güzel anları,
anlamlı mesajlarını ve çekim yerlerini hep
beraber tanıyacağız. Size keyifli okumalar
diliyorum.... Hottab Ala el-Bab, 1996 yılında
Mouna NOURREDİN:
«Manena» Büyük
anne
Dorsaf MAMLOUK:
Souad şadli’nin büyük
kızı
Riyad NAHDI:
abouda mahalleden
bir genç
Selim MAHFUZ:
slouma kahvet
souk’un sahibi
Raouf BEN AMOR:
«şadli tamar» ailenin
başı
Ramla AYARI:
Fatma şadli’nin küçük
kızı
Sihem MSADEK:
Kara naima
mahalleden bir kadın
Aziza BOULABYAR:
nejia slouma kuzeni
ve kafedeki ortağı
HOTTAB ALA EL-BAB
Samia RHAYEM:
safiye şadli tamar’ın
karası
Nejib BELKADHI:
Ahmet fatma’nın
sevgilisi
Jamel SASSI:
Haffa mahalleden bir
genç
Khadija BEN ARFA:
mounira dedikoducu
komşu
Ramazan ayında ilk kez gösterilen, ikinci sezonu
1997'de Ramazan ayında devam eden bir Tunus
dizisi. Yönetmenliğini Salah El-Din El-Said,
yapımcılığını Tunus Televizyonu yaptı. Dizimiz
özellikle kutsal Ramazan ayında başkentin (Al
Houmt Al Arabi) eski mahallelerinin atmosferini
anlatıyor ve tabii ki akşamı tadını çıkarmak için
tüm komşular ve mahallenin gençleri iftardan
sonra kahvehanede (kahvet souk) buluşur.
Şimdi size Hottab Ala el-Bab dizinin tüm hikayeyi
anlatacağım ama önce dizimizin oyuncuların
tanıyalım.
Abdelhamid
GUAYES: şeyh thifa
safiye’nin amcası
Ahmed SNOUSSI:
Osman bey
Şerif ABIDI:
abdulsatar can sıkıcı
komşu
Fatma BAHRI:
bahija dedikoducu
komşu
Naima ELJANI:
moufida «hada»
tamar evinde bir ev
yardımcısı
Fethi MSELMANI:
monji souad’ın kocası
Ramazan ŞTA:
tijani bey « kalsita»
giyim satıcısı
Jouda NAJEH:
bayya şadli’nin kuzeni
ve Salih’in karası
Faycel BEZZIN:
kamar ezamen
«stayeş» evlat eden
çocuk
Sleh MSADEK:
salih mahallede bir
marangoz
Rim RIAHI:
Ravda gazeteci
Hattem BEN RABEH:
ilyas safiye’nin kuzeni
AYYILDIZ | 11. Sayı
DİZİNİN HİKAYESİ :
Dizinin olayları ramazan ayında geçiyor. Aile
reisi ve zengin bir toprak sahibi olan Şadli Tamar,
ailesiyle birlikte burjuva bir Arap-Müslüman'ın
evinde yaşamaktadır. Tunuslu eski ve tanınmış
bir aileden geliyor. Şadli'nin evlatlık oğlu Kamar,
eşi Safiye tarafından tokatlandıktan sonra kaçtı,
buradan hikayemiz başlıyor. Çalışmaya karar
veren ve 47 yaşında hamile kalan Safiye, eşiyle
arasında yanlış anlaşılmalar başlar, bakalorya
sırasında kızı Fatima, Beja'nın en zengin
ailesine mensup bir akademisyen olan Ahmed
ile bir aşk hikayesi yaşıyordu ve ona evlenme
teklif etti. Diğer kızı Souad doktoru ve kocası
Monji arkeolog, iki yaşındaki oğlu Nabil'i onlar
çalışırken nerede bakmasının sorun yaşıyorlar...
Şadli'nin yardımcısı Osman, Tammar'ın evi
yardımcısı Hadda'nin elini ister. Dizinin en komik
karakteri Safiye'nin amcası Şeyh Tehifa, Hadda
ile de evlenmek istiyor ve burada birinci sezonu
bitiyor. Şimdi beraber ikinci sezona gidelim. İkinci
sezonda Safiye, Mohamed Ali adında bir erkek
çocuk doğurur, bir tekstil fabrikası işletiyor. Şeyh
Tehifa, Hadda'nın Osman'dan ayrılıp onunla
evlenmesi için davranışlarına sihirle müdahale
etmeye çalışır. Hadda onunla uzun süre iletişim
kurmayı unutan Osman tarafından üzülür. Antik
kentin atmosferini çekerken mahallede Ahmet
ile tanışan gazeteci Redva'nın şiirinden etkilenip
ona yakınlaşmaya çalışması, Fatıma'nın
kıskançlığına ve aralarında sorun çıkmasına
neden oldu. Ahmet dedesi öldükten sonra tüm
mal varlığını satmak ister ama annesi buna çok
sinirlenir. Safiya'nın kuzeni ilyas, Ramazan'ı
Tammar'larla birlikte geçirir ve bu sırada evden
eşyalar çalar ve banliyödeki en önemli anıtları
satın alan iş adamı Lamin'nin yararına Safiya'nın
tekstil şirketinde yasadışı operasyonlar yürütür
ve Sluma ile kuzeni Nejia'nın kahvesini satın
almak için elinden geleni yapar. Nejia teklifi
reddeder ve kuzeniyle sorunlar yaşar. Lamin de
eski ve burjuva bir ev olan Baya’nın evini satın
almak ister; Kısırlık sorunu yaşayan Baya, pahalı
bir operasyon ve anne olmayı için kabul eder
kabul eder. Tamar, Kemayer'in evden bir şeyler
çaldığından şüphelenir ve sezonun sonunda tüm
bu sorunlar çözülür. Mahalle gençliğinin ısrarı ve
Lamin karşı direnişi sayesinde iş adamı tarihin
ve mirasın önemini anlar ve evleri satın almaktan
vazgeçer ve ilyas’in gerçeği ortaya çıkar.
Hottab ala el-bab dizisi tüm Tunusluların
evlerine olduğu kadar gönüllerimize de girdi
ve verdiği değerli mesajlarla ruhlarımızı da
etkiledi. Dizinin topluma iletmek istediği değerli
mesajlar nelerdir?
Aile: parıldayan bulduğunuz tek güvencedir,
onunla ne kadar zorluklar karşılaşırsa karşılaşsın,
sadece daha da parıldamasını sağlayacaktır.
Arkadaşlık: gerçek dostluk, göz ile el arasındaki
ilişki gibidir, el acırsa göz yaşarır, göz yaşarırsa
el siler.
AŞK: bu hayatta, sevmek ve sevilmek için tek bir
mutluluk vardır. -George Sand
Komşuluk: evden önce komşu, yoldan önce yol
arkadaşı, yolculuktan önce yol azığı gereklidir.
Hâdis-i Şerif
İyilik: genceli nizami dediği gibi iyilik insanlık
sanatıdır.
Dürüstlük: dürüst olun ve Allah'ın ve insanların
sevgisini kazanın, çünkü Peygamberimiz (s.a.v)
dürüst ve doğruydu.
Mirasın korunması: köklerimiz olduğu için
mirasımıza sahip çıkmalıyız. Mirasını terk eden
bir ülkenin hiçbir değeri yoktur.
Dizinin çekildiği en önemli yerler :
Vefa dokunuşu: Evlerimize, özellikle de
yüreğimize sevgi eken oyuncularımıza çok
teşekkürler, aramızdan ayrılanlara mekanları
cennet olsun. Güzel anılarınız ruh kitabımızda
kaldı.
SARAH DABOUZİ - TUNUS
26 27
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
“Hiçbir gemi bizi bir kitap kadar
uzaklara götüremez”
Emily Dickinson
Kitapların sokaklarına HOŞ GELDİNİZ...
Bilgi bizi her yönden çevreliyor ve hayattaki en güçlü silahımızdır. Yürüdüğün her yolda yeni şeyler öğreneceksin
bir sokak kendisinden olsa bile. Peki ya bu yollar kitaplarla dolu olmasına ne dersiniz !
Tunus : Dabağın Sokağı
Dabağın Sokağı, Tunus antik şehri caddelerinden
biridir. Burada deri tabaklama zanaati ile uğraşıldığı
için “tabaklayıcılar sokağı” olarak adlandırıldı. Ancak,
bu endüstri bir kirlilik kaynağı olarak biliyordu, bu
nedenle konumunun Antik şehirden uzak olması
önerildi ve bu sokakta tabaklamanın ortadan
kalkmasıyla burası eski kitapların satıldığı bir yere
dönüştü. Dilleri, konuları ve yayın yerleri farklı binlerce
çeşit kitaba ulaşmak mümkündür. Bu caddede onlarca
kitapçı var, bazıları kaldırımda koyuldu, diğerleri
ise dükkanlarda tutuldu. Bunlar ölümsüzleştirilmiş
tarih kitaplar ve eski ve yeni edebiyatın hikayelerini
anlatan kitaplardır. Her gün yüzlerce “dabağın
sokağı“ ziyaret ediyor özellikle kitap severler ve eski
ve nadir kitaplar arayanlar, profesörler ve öğrenciler.
Bazıları burayı sadece kitap satılacak bir yer olarak
değil, hafızayı saklayacak bir yer olarak görüyordu.
Rafları mücellitler ve zaman kokan kitaplarla dolu ve
sarı evrakları buna şahittir. Hızlı elektronik istilaya
karşı koyan bir yer, bu da insanların dikkatini kitap ve
dergilerin kağıt kopyalarından uzaklaştırarak farklı bir
yere yöneltti.
Bağdat : Al-Mutanabi
Al-Mutanabi Caddesi Bağdat’ın en eski caddelerinden
biridir. Abbasiler döneminin sonunda inşa edilmiştir
yani bin yıldan daha önce. Ayrıca kütüphaneler
için en ünlü caddedir. Dicle Nehri’nin kıyısında
yer almaktadır. Başkent Bağdat’ın merkezinde ise
ünlü Arap şairi “ El’-Mutanabbi’’nin heykeli var. Kral
I.Faysal ona “El-Mutanabbi “ adını verdi çünkü bu
Abbasi döneminde Arapların şairi ( Ebu el-Tayyib
el-mutanabbi ) ile gurur duyuyorlar. Ayrıca şair ve
yazarların uğrak yeri olan çok sayıda kitapçı ve
kafe bulunmaktadır. Orada entelektüel gezginler
buluşur ve kitap arayan eski Bağdat hasretiyle
buluşuyor. Bağdat’ta Al-Mutanabbi Caddesi’nde de
yol kenarlarında okuyuncuları bekleyen kitaplar var.
Müdavimlerinden biri El-Mutenabbi Caddesi için
“Bağdat’ın cennetidir” diyor.
Paris : Seine kıyısında
İstanbul : Beyazit Caddesi
Beyazıt Caddesi, İstanbul tarihinin önemli
parçalarından biridir çünkü bu caddenin bulunduğu
yer Roma döneminden Osmanlı dönemine kadar
pek çok olaya şahitlik etmiştir. Etrafında bulunan
tarihi Beyazıt Camii ve İstanbul Üniversitesi ile
bütünleşmiştir. Beyazıt Sahaflar Çarşısı da bu merkezi
bölgede yer almaktadır. Bu bölgeye yakın bir başka
sahaflar çarşısı ise Fatih ilçesinde yer almaktadır.
Beyazıt Sahaflar Çarşısı gezildiğinde, yan yana dizili
kitap dükkanlarında, eski ve yeni pek çok kitabın
satıldığı görülmektedir. Çarşının dernek başkanı
Adil Sarmusak buranın en eski sahafıdır. Mesleği
hakkında bize verdiği bilgilere göre; sahaflık Emeviler
döneminde başlamış ve ilk sahaflar çarşısı Endülüs
bölgesinde kurulmuştur. Daha sonra Abbasiler
döneminde Irak'ın başkenti Bağdat'ta sahafçılık
yaygın hale gelmiştir. Moğol istilası döneminde
bölgede bulunan kütüphaneler ve sahaflardaki
kitaplar yakıkıp yok edilmiştir. Osmanlı döneminde
sahaflık geleneği devam etmiş, ilk olarak Bursa'da
Orhan Gazi tarafından sahaflar çarşısı kurulmuştur.
Kitapçılar çarşısında yaklaşık 50 dükkan vardır,
ancak 1950’de çıkan büyük bir yangın kitap pazarını
yok etti. Binlerce el yazması yandı. Yangından sonra
belediye burayı yeniden düzenledi ve çarşı bugünkü
haline döndü. Sonrasında burası “Sahaflar Çarşısı”
olarak tanındı. Bu çarşıda çeşitli türlerde nadir eserler
satılmaktadır, el yazmaları, haritalar, dini ve felsefi
kitaplar ve mantık kitapları gibi var. Coğrafi konunu,
öğrencilerin ilgisinin artmasına ve okumaya katkıda
bulunmuştur. Bu, İstanbul Üniversitesi’ne olan
yakınlığından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda
burası tarihi Beyazıt Camii’ne de yakındır, bu caminin
varlığı on altıncı yüzyılın başlarına kadar uzanır.
Paris’te Seine Nehri’nin kıyıları eski kitapçılarıyla
ünlü hatta Paris turizm sahnesinin bir parçası oldular,
çünkü bazı kitaplar on dokuzuncu yüzyıla kadar
uzanıyor. Eski kitap satıcılarının kültürel derneği
başkanı Jerome Cayenne onlar hakkında dedi ki
: “Seine kıyısındayız, işte dünyanın en büyük açık
hava kütüphanesinin bulunduğu ünlü Paris bulvarları”
ve ekliyor: Buradaki kitapçılar, Eyfel kulesi veya
Louvre müzesi gibi diğer simge yapılardan daha az
önemli değil. Ne de olsa, buradaki kültürel mirasın
bir parçasıyız. Ayrıca, bu meslek maddi bir zenginlik
kaynağı olmasa da Jerome Cayenne‘ye göre “insan
zenginliği kaynağıdır”.
AMNA GHAZOUANİ - TUNUS
28 29
AYYILDIZ | 11. Sayı
Alman edebiyatı Alman dilindeki tüm edebi eserleri içerir..…
AYYILDIZ | 11. Sayı
Irak ve Türk atasözleri arasındaki ilişki
19. yüzyılın başlarına doğru, Thomas Mann, Hermann
Hesse, Stefan Zweig, Franz Kafka ve diğerleri gibi birçok şair
ve yazar, Alman edebiyatının eski klasiklerine modernite
dokunuşu getirmişler. Şimdi Alman edebiyatının
(Almanlar tarafından yazılmış) kaçırılmaması gereken
üç kitaplardan bahsedeceğiz. İlk olarak 1929'da Nobel
Edebiyat Ödülü sahibi ünlü Thomas Mann (1875'te doğdu
ve 1955'te Zürih'te öldü) ile başlayalım. Thomas Mann,
Avrupa edebiyatının en önemli isimlerinden biriymiş. Çok
önemli kitapları var : Buddenbrooks, Venedik'te Ölüm,
Doktor Faustus ve Büyülü Dağ gibi eserler.
Öncelikle Büyülü dağ’dan bahsedeceğim, 1907'de İsviçre'de
"Zamanın ve hayatın olmadığı" lüks bir sanatoryumda
nevrotik ve tüberküloz gibi ciddi hastalıklardan muzdarip
insanları bir araya getiriyorlardı. Doktor Behrens'in
tabiriyle "hayatın naif ve kırılgan çocuğu" Hans Castorp,
hasta kuzeni Joachim ziyaret edecekti. Ancak ziyaret
uzayacak, Birinci Dünya Savaşı'na katılmak için ancak
yedi yıl sonra "ovaya" dönecek. Hans bu süre boyunca ” iyi
“ Ruslarla arkadaşlık kuracak, sıradan Rusların sofrasına
oturacak ve “Yarım Akciğer Derneği” üyeleriyle sohbet
edecektir. Bu yüzden, 23 yaşındaki inançlarla dolu genç
adamın ölüm, özgürlük, zaman üzerine felsefe yapabilmek
için kendileri de hasta olan akıl hocalarının bilgeliğine
güvenen daha olgun bir adama dönüşümünü izleyeceğiz.
Bilim, hayatın zevkleri ve acı çeken insanlığın geleceği.
Bu süre boyunca, Hans Castorp, bir Clawdia Chauchat'ın
büyüsüne kapılacaktır. Bu roman sevimli ve çok iyi
yontulmuş karakterlerle dolu ama aynı zamanda yaşam/
ölüm, sağlık/hastalık, sonsuzluk/ölümsüzlük ikiliğini ele
alan çok ilginç diyaloglarla dolu. Alman edebiyatının bu
başyapıtı, dünyanın en iyi klasikleri arasında gösteriliyor;
ancak bu zahmetli okumanın kıymetini anlayabilmek için
azim ve sabırla da silahlanmak gerekiyor.
Şimdi 1946'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan ikinci
yazara, Hermann Hesse'ye (1877'de doğdu ve 1962'de öldü)
geçelim. Hesse çok önemli eserler bırakmış : Narcissus
ve Goldmund, Demian ve bozkır kurdu gibi eserleri
Size keyifli okumalar diliyorum…
sayesinde ünlü olmuş. Hermann Hesse insanın ruhunun
karmaşıklığını sorgulan yazarmış. Bozkır kurdu bir romanı
vardır. Bu romanda Harry Heller, emekli maaşı alır ve yeni
ev sahibi ile yeğenine sürpriz yapar. Kendisini bir "bozkır
kurdu" olarak görüyor ve bölünmüş bir kişiliğe sahip
olduğunu düşünüyor. Yalnız, içindeki hayvan insanları
reddeder ve hep onlardan uzaklaştırır. Bu iç çatışmayla
karşı karşıya kaldığında, ona tek bir çıkış yolu varmış gibi
görünüyor : ölüm. Ancak Harry, hayatına son verme arzusu
ile ölme korkusu arasında gidip gelmektedir. Kafasında
karanlık düşüncelerle bu köye girerken, hayatını alt üst
edecek ve onu hayatın küçük zevklerini takdir etmeye
itecek esrarengiz kadın Hermine ile tanışacaktır. Kitapla
ilgili sevdiğim en iyi şey karakterin parçalanmış kişiliğini,
yalnızlığını ve kendisine duymuş olduğu duyguları çok
iyi aktarmış olması. Karakterin yaşamış olduğu sancıları
betimlemeler ile okuyucuya çok güzel aktarıyor. Kitabı
bitirince yer yer kendinizden, yer yer toplumdan çok fazla
parça göreceksiniz.
17. yüzyılın çok ünlü bir yazarı olan Johann Wolfgang von
Goethe'nin (1749'da doğdu ve 1832'de öldü) yayımladığı
Alman edebiyatının en ünlü romanlarından biriyle
yazımızı bitirelim. Romancı, şair, oyun yazarı ve teorisyen
olduğu için Goethe'nin çalışmaları çok çeşitlidir. Genç
Werther'in Acıları’nda, Werther'in arkadaşı Wilhelm'e
çok uzun bir mektup yollamış. Onunla Charlotte'a karşı
hislerinin gelişimi hakkında konuşuyor ve bize "aşk için ne
kadar ileri gidebilirsin" gibi sorular soruyor. Roman, tek
taraflı aşkı, varoluşsal krizi, çaresizliği, kaygı bozukluklarını
ve izolasyonu ve dolayısıyla intiharı çağrıştırır. Hikaye,
kahramanın kendisini izole ettiği köyün manzaralarını
anlattığı birkaç tefekkür pasajı ve sizi düşünmeye bırakan
diğer felsefi pasajlar içeriyor. Kitap oldukça romantik ve
melankolik bir atmosfere sahip. Ama büyük bir aşıktan
ziyade, intihar etmeyi kafasına koymuş ve bahane olarak
imkansız aşk pelerinini giymiş biriyle tanışacaksınız bu
kitapta. Ünlü epistolar romanı "Les liaisons dangereuses"u
yazan Charles de Laclos gibi diğer birçok yazara ilham
veren bir kitapmış.
AMİRA BEN KRAM – TUNUS
Her ülkede insanlar yüzlerce atasözü kullandığı için
günlü hayatına ifade eder, yeni dil konuşan atasözü
okuduğunda sorun karışlaşabilir zira atasözü insan
nasıl düşündüğüne bağlı. Osmanlı döneminde, Irak
ve Türkiye arasında daha irtibat vardır çünkü aynı
din, hükümet ve Arapça harfleri kullanırdı bununla
birlikte Irak ve Türkiye arasında sınır vardır ve
yüzlerce öğrenci Abbas zamanında Irak’a gelmişti
ve Osmanlı zamanında ters olmuştu bu sebeple Irak
lehçesi ve Türkçe arasında daha bağlamıştı. Atasözleri
netleştirmek için bunlar aktaracağım.
1-Söz gümüşse sükut altındır:
Bazı olaylarda suskun kalmak, konuşmaktan daha
değerlidir. Bu atasözü hikayesi hakkında yaşlı bir
adam yalnız yaşadığı için çok sıkılmıştı bu sebeple
eğer bir kişi onunla konuşursa ona para vereceğini
teklif etmişti, sonuç olarak her gün bir kişi evine
gidip sohbet etmişti fakat zaman geçtikçe yaşlı adam
sıkılmaya başladığı için ondan sesizlik olmak isteyip
sadece oturmak istemişti ve akşam ona fazla para
vermişti bu yüzden konuşan kişi “Söz gümüşse sükut
altındır”dedi.
2-Ev alma komşu al :
Bir kişi ev almak istediği takdirde başlangıçta komşu
konusunda sormalı. Bu atasözü hikayesi Bağdat’ta
olmuştu, bir kişi borçu batağında bu yüzden evi
1000 dinar satmak istemişti ama asıl fiyatı 500 dinar.
İnsanlar ve komşunu, ev fiyatı 500 dinar, neden 1000
dinar ile satmak isiyorsun diye sormuştu, insanlara
ve komşununa evi 1000 dinar ile satacağını istediğini
söyledi çünkü hem evi hem de iyi komşuları satacağını
söyledi.
3-Bugünün işini yarına bırakma:
Günlük iş aynı gün yapmalı demek, bu atasözü
hikayesi şöyledir: bir gün iki arkadaş balık tutmak
için nehre gitmişti, birinci kişi büyük bir balık tutup
evine dönmek istemişti ama arkadaşı ona nereye
ZUHAİR MENDELİ - IRAK
gittiğini sormuştu, çok balık tutmak için kalmasını
söylemişti, giden arkadaş neden çok balık tutmalıyım
diye sormuştu, ikinci arkadaş satana kadar diye
cevap vermişti, birinci arkadaş neden çok balık
satmalıyım? diye sormuştu, ikinci arkadaş ona çok
balık satman için çok para alabildiğini bankta hesap
açabildiğini ve varlıklı olabildiğini söylemişti. Balık
tutan arkadaş neden varlıklı olmalıyım diye sormuştu,
ikinci arkadaş ailenle eğlenmek için varlıklı olması
gerektiğini söylemişti. Sonunda tutan arkadaş zaten
şimdi ailesiyle eğlendiğini ve ailesiyle başka bir zaman
eğlenmek istemediğini söylemişti.
4-Ana gibi yer bağdat gibi diyar olmaz :
Anne sevgisi gibi gerçek ve dürüst bir sevgi olmaz ve
güzel bir yer bağdat gibi olmaz. Osmanlı zamanında
Bağdat Türklere çok önemli bir şehir zira bağdat’ta
bilimsel şehir ve çok muhteşem bir manzara vardır bu
yüzden bu atasözü söylemişti.
5-Aşığı bağdat sorulmaz :
Aşk olan kişiler amacına ulaşana kadar bütün
zorlukların üstesinden istekli bir şekilde aşmaktadır.
6-Sora sora bağdat bulunan :
Bir insan bilgi alana sorması gerekli. Bağdat’ta eskiden
çok bilim adamı vardır ve öğrenmek isteyen Fizik,
kimya, tıp ve birçok bilgiler Bağdat’a gitmeli bu yüzden
“sora sora bağdat bulunan” ortaya çıkmıştı.
30 31
AYYILDIZ | 11. Sayı
TÜRKİYE’DEKİ
KUTLANAN ÖNEMLİ
HAFTALAR
Türkiye’de kutlanan çoğa önemli haftalar vardır, çok fazla
farklı konu hakkında, sağlık, toplum, eğitim, bilim, doğa,
kültür, tarih, siyaset vs. Bu kutlamalar Türkiye’nin bakanlığılar,
sendikalar ve başka kuruluşlara aittir. Bu makalede,
birkaç kutlanan haftaları size antlatacağım.
Veremle Savaş Eğitimi Haftası (Ocak ayının ilk Pazartesi günü)
Türkiye’de her yıl, Ocak ayının ilk Pazartesisi ile başlayan hafta Veremle Savaş Eğitimi
Haftası olarak kabul edilmiştir. 03.01.1947’de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yılın ilk
haftasını “Veremle Savaş Haftası” olarak kabul etti. 11 Nisan 1949’da da Veremle Savaş
Kanunu kabul edildi. Tüm çabalara rağmen halen dünyada en yaygın ve ölümcül bulaşıcı
hastalıklardan biri olmaya devam etmektedir, o yüzden bu hafta, veremle ilgili bilgilerin
tekrar hatırlatılması ve yapılması gerekenlerin konuşulması için bir fırsat oluşturmaktadır.
Yaşlılara Saygı Haftası (18-24 Mart)
18-24 Mart Yaşlılara Saygı Haftasındaki temel amaç, sağlık sorunları ile ilgilenmek kadar
yaş alan büyüklerimizin hayatlarının bu döneminde, daha genç insanlardan gösterilecek
saygı ve sevgiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduklarını vurgulamaktır. Yaşlılar
Haftası etkinlikleri arasında huzurevlerinde, okullarda ve çeşitli kurumlarda, yaşlıların
sağlık durumlarına uygun özel müzik, dans, el işi etkinlikleri, sinema gösterimi, gezi, mangal,
tulum-kemençe eşliğinde mini konser gibi aktiviteler bulunmaktadır.
Türkiye Sağlık Haftası (07-13 Nisan)
7-13 nisan haftasının da 'Türkiye Sağlık Haftası' olarak kutlanmasının amacı, sağlık bilgisinin
ve yardımının geniş kitlelerine ulaşmasıdır. Bu tarihlerde halk sağlığı ile ilgili bir
konu seçilerek, bu konu çerçevesinde tüm Türkiye’de çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir.
Malazgirt Haftası (15-21 Nisan)
Türkiye'nin tarihi, adalet ve merhamet uğruna verdiği mücadele neticesinde elde ettiği
şanlı zaferlerle dolu. Her yıl 15-21 Nisan tarihleri arasında kutlanan Malazgirt Haftası,
Malazgirt Savaşı sonucunda Anadolu'da Türklerin yerleşmesini ve burada kalmasını
anma ve kutlama amacıyla yapılmaktadır.
Türk Mutfağı Haftası (21-27 Mayıs)
Bu hafta sadece Türkiye'de değil ülkenin dış temsilciliklerinde de yaygın bir şekilde kutlanmaktadır.
Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dünyanın dört bir yanında
düzenlenen Türk Mutfağı Haftası, yüzyıllar boyunca gelişen Türk yemeklerini hazırlama
geleneklerini gözler önüne seriyor. Baklava, dolma, sarma, kebap, pilav, börek, helva,
döner, yoğurt, lokum, kahve gibi birçok lezzet Türk mutfağının bugün hâlâ komşu
coğrafyalarda yaşayan mirasıdır.
Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası (24-30 Mayıs)
Türkiye’de, 1997 yılından bu yana Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası kutlanmaktadır. Her
yıl 24 Mayıs ile 30 Mayıs tarihleri arası; Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası olarak bilinir.
Tüm yurtta kutlanan bu hafta boyunca sokak çocuklarının durumunu iyileştirmek adına
gerekli bilincin kazandırılması adına çalışmalar yapılır. Sokak çocukların hakkında çok
güzel bir dizi gösteriliyor adı “ateş kuşları”, çocukların zorluklara, acılara ve her şeye
rağmen kadere karşı koyma hikayelerini ele alındı, ve her bölüm sokağın çocukları hakkında
ayrı bir ders veriyor.
AYYILDIZ | 11. Sayı
Başarıya Giden Yol ...
Başarılı insanların arkasındaki sırrı merak ediyor
musunuz ? İşte cevap : Azim ve sonuna kadar
direnme.Bu iki güçlü kavram, hedeflerimize
ulaşma yolunda bizi yönlendiren, motive eden
ve engellerle karşılaştığımızda bizi sırtımızdan
iten unsurlardır. Azim ve sonuna kadar direnme
olmadan, başarıya giden yolda zorlukların üstesinden
gelmek neredeyse imkansızdır. Azim,
bir hedefe ulaşma isteği ve bunun için gösterilen
kararlılıktır. Bu kavram, başarılı olmak için
gerekli olan içsel bir gücü ifade eder. Bir kişinin
azim'ı, zorluklarla karşılaştığında pes etmeyeceği,
hedeflerine odaklanacağı ve kendisini sürekli
olarak geliştireceği anlamına gelir. Sabır ise
azim'ın devamı niteliğindedir. Bu, kararlılığınızı
sürdürme ve engellerle karşılaştığınızda pes etmeme
yeteneğidir. Hayat her zaman düzgün bir
yolculuk sunmaz. Zorluklar, başarının kapısını
Benim Türkçe Hikayem ...
çalmadan önce karşınıza çıkar. Dayanma bu
zorlukların üstesinden gelme gücünü ifade eder.
Pes etmek yerine, duraklamadan ve azimle ilerlemek,
başarıya giden yolda önemli bir adımdır.
Azim ve dayanma hayatta her alanda önemli bir
rol oynar. Eğitim, iş dünyası, spor, sanat veya
kişisel gelişim olsun, bu kavramlar başarıya
ulaşmak için temel taşlardır. Azim ve sonuna
kadar direnme, büyük hedeflerimize ulaşırken
bizi motive eden ve karşılaştığımız engelleri aşmamızı
sağlayan içsel bir ateş sağlar. Bu niteliklere
sahip olmak için bazı adımlar atabiliriz.
İlk adım, net bir hedef belirlemektir. Belirli ve ölçülebilir
bir hedefin olması, azim'ı sağlamlaştırmaya
yardımcı olur. Ardından, hedefimize ulaşmak
için bir plan yapmalıyız. Planlı bir şekilde
çalışmak, ısrar'ı güçlendirir ve hedefe doğru
ilerlememizi sağlar.
DHOUHA MZOUGHİ - TUNUS
Yaklaşık sekiz sene önce 2016 yazında, « kırgın çiçekler » dizinin ilk sezonunda keşfettiğim ve Türkçe
altyazılı izlediğim ilk diziydi. Sonra « sen anlat karadeniz » dizinin güzel hikayesiyle Türkçe’yi
daha çok sevdim. Dil kuralları ve harf çıktıları birkaç çevrimiçi kursa katılarak bildim. Şehrimde bir
Türkçe dil merkezi olmasını hayal ettim ama maalesef yok. Ama ben yüzlerce dizi izlemeye devam
ettim, bu yüzden dile hakim oldum çok şükür ve bu zamana kadar hala izliyorum çünkü Türk
dizileri bu dönemde benim için tatlı bir bağımlılık haline geldi. Farklı bir hikayesi olan « kızılcık
şerbeti » dizisini izliyorum, bence harika bir dizidir. Bu dizinin hikayesi daha önce izlediğim Türk
dizilerinden çok farklı, iki farklı aile, adetleri ve gelenekleri ve yaşadıkları sorunlara rağmen nasıl
bir arada var olabildiklerini anlatıyor, ama sonunda barışı ve sükuneti korumak için birleşirler. Bu
dizinin izlemeyi herkesi davet ediyorum, pişman olmayacaksınız.
Camiler ve Din Görevlileri haftası (1 – 7 ekim)
Toplumsal bir ihtiyaçtan doğan, 1986 yılından beri 1-7 Ekim tarihlerinde kutlanmaktadır.
Her yıl Camiler ve Din Görevlileri Haftası münasebetiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı Yarışma
Başvuruları yapıyor ve insanları camilerin önemi konusunda bilinçlendiriyor. Camiler
dargınların barıştığı, kin ve düşmanlıkların unutulduğu, yoksulların sevindirildiği, iyilik,
şefkat ve yardım merkezleridir.
MARWA MANSOURİ - TUNUS
FATMA EZZAHRA NAJAH - TUNUS
32 33
AYYILDIZ | 11. Sayı
FESTİVALLER
Bazı kelimeler duyunca aklımıza birkaç
sahneler gelir. “Festival” bu kelimelerden
biridir. Festival denince akla eğlence, kutlama,
sevinç vb kelimeleri gelir. İnsanlar kendi
ülkelerine, geleneklerine, inandıklarına uygun
festivaller düzenlerler. Bazı festivaller uluslararası
kutlanır, başkaları ise ulusaldır. Dünyada çeşitli
ve ilginç festivaller vardır. Festivallerden en
yaygın çeşitleri, müzik festivalleri, gastronomi
festivalleri, kültür festivalleri ve teknoloji
festivalleridir. Kültür festivalleri film festivallerini
kapsar, “Cannes Film Festivali”, “Venedik Film
Festivali” ve “Berlin Uluslararası Film Festivali”
dünyada en meşhur film festivalleridir. Bu
festivallerde dünyanın en önemli filmler gösterilir,
onlardan en iyi film, en iyi oyuncu, en iyi müzik
seçilir ve onlara ödül verilir.
İlginç festivallere gelince, “Ölüler Günü”nden
bahsetmeliyiz. Meksika’da her yıl 1. Kasım
tarihinde “Ölüler Günü” kutlanır, binlerce kişi
rahmetli yakınlarını anmak için bir araya gelir.
Renkli kıyafetler ve çiçeklerle ölen yakınlarını
anma töreni yapılır. Başka tür festivalleri
mevsime göre düzenlenir, çiçek festivalleri
gibidir. Mısır’a gelince bütün festival türleri
bulunur. Eski Mısır’da bahar mevsimi kutlanır.
O gün, bugün her yıl bahar kutlamaları devam
eder sadece kutlama şekli değişir. Günümüzde
bahçeler açılır ve bitkiler her yerde bulunur.
Çiftçiler ve çiçekçiler halka bitkiler hakkında
bilgi verir. Ucuz fıyatla herkes evine bitki satın
alabilir. Son yıllarda mevsime göre kutlanan
yeni festivaller ortaya çıkmış. Mısır, İsmailiya’da
mango hasad aylarında “Mango Festivali” yapılır.
Siwa’da “Hurma Festivali”. Başka yeni festivaller
el işleri kutlanır, “Mirasimiz Festivali”dir.
Mısır’daki eski festivallerden biri “Kahire
Uluslararası Film Festivali”dir. 1976 yılından
beri, her yıl Kahire Opera binasında kutlanır.
Bütün dünyadan oyuncular ve sanatçılar katılır
ve uluslararası filmler yarışır. Kazanan en iyi
yapımcı, tema, müzik ve oyuncu ödül verilir.
Bunun yanında farklı kültür festivaller de vardır,
“Okuma Festivali” gibidir. Halka okumayı
sevdirmek için, her yıl “Okuma Festivali” kutlanır.
Mısır’da, hareketli kütüphaneler, Kitap fuarı
ve sempozyumlar yapılır. Bu festivalin amacı
herkes aydınlama fırsatı sağlamaktır. Fakir ya
da zengin, okulda ya da kendi kendini okumayı
öSğreten farketmez, herkes okumayı hakkı
vardır. Festivaller hakkında bir makkale yetmez,
özellikle Mısır’daki festivaller. Festivaller kutlama,
anma ya da paylaşma bir toplantıdır. Bir ülkeye
yakından tanımak isterseniz, festivallerine gidiniz
Bu şekilde o ülkenin kültürünü öğrenebilirsiniz
hem eşsiz bir tecrübe yaşabilirsiniz.
MARYAM BADRELDİN - MISIR
AYYILDIZ | 11. Sayı
OSMANLILAR
BAYRAMI NASIL KUTLUYORLAR ?
Osmanlı döneminde bayramlar her zaman büyük çoşkuyla beklenirdi. Bu
dönemde maddi durumu olan ihtiyaç sahiplerine destek çıkar ve bayram
çoskusunu hep birlikte yaşarlardı. Osmanlılar bayram gelmeden yaklaşık on beş
gün önce hazırlıklar başlardı haliyle o dönemde hazır giyim yoktu o nedenle ya
bireyler kendi kıyafetlerini kendileri dikmeye başlar ya da mahallelerde terzilere
bu işi bırakırlardı maddi durumları nedeniyle çocuklar yoksulların kıyafetleri de
dikilir için de güzel bir gelenek vardı. Çocuklar ellerinde renkli kandillerle kapı
kapı dolaşarak bayramlık istediler. Osmanlı döneminde ve 20 yüzyılın başlarında
bayramlar daha sade bir biçimde kutlanmakla birlikte aynı usul devam etmiştir.
Bayram arefe günü top atışlarıyla başlar ve bayramın son gününün ikindisinde
atılan topla sona ererdi, taplar genellikle tersaneden ateşlenirdi. Ramazan
gecelerinde olduğu gibi Ramazan bayramını müjdeleyen davul sesleri hem
çocukları hem büyükleri sevindirirdi.
Bayram gecesinde mahalle bekçileri sabaha karşı davullarını çakarak şu maniyi
söylerdi "bu sabahın yazına kalkın hakkın niyazina abdest alın ey komşular
bayram sabah namazına". Bir de güzel bir gelenek var o da borcu olanın borç
defteri silinir (zimem defteri) zengin fakirin açığını kapatırdı. Büyükler ve küçükler
sabah erkenden bayramlık elbiselerini giyerler ve yakınlarında bulunan bir
camide bayram namazını kılmaya giderlerdi. Mezarlıklarını hala sevgilerinin,
saygılarının ve unutulmamalarının bir ifadesi olarak ziyaret etmeye devam eden
bir Osmanlı geleneğidir. Elbette bayram da küsler barışırdı, bayram namazının
ardından kalabalık aile kahvaltılar yapılırdı. Misafir ziyaretinde ev sahibi konuğuna
önce şeker ardından da sade kahve ikram ederdi. Sarayda bayram kutlamaları
sabah namazıyla başlardı. Sabah namazının ardından bayramlaşmalar başlardı,
ardından bayram namazı kılınırdı. Bayram namazının ardındansa saray
çalışanlarına hediyeler dağıtılırdı.
Bayram ikinci günü padişah gülhane köşkü'ne giderdi, padişah ve devlet
adamları burada toplanır ve bayram tebriklerini kabul ederdi. Subay ve
memurlara bayram hediyesi olarak birer maaş ikramiye zaptiyelere yeni fes
püskül veya para verilirdi, camilerde bulunan cemaate ise hediyeler şeker
helva ve lokum dağıtırdı. Cezalarının üçte ikisini çeken mahkumların, bir kısımı
da bayram vesilesiyle affedilirdi. Bayram dolayısıyla bütün şehirde olduğu gibi
sarayda da çeşitli eğlenceler düzenlenir, oyunlar oynanırdı davul bu eğlencenin
vazgeçilmezler arasındaydı "Hacivat ve Karagöz". Üsküdar, Galata, Kadıköy,
Beyoğlu, Kasımpaşa, Beşiktaş, Fatih, Yenibahçe, Edirnekapı, Sultanselim,
Aksaray, Yedikule, Kadırga, Cinci meydanları gibi İstanbul'un birçok semtinde
bayram yerleri kurulurdu. Bunların en ünlüleri Şehzade Camii avlusunda bayram
günlerinde meydanlarda yapılır çeşitli yiyecek ve içecek türlerini içerir Ramazan
bayramı kutlamaları karnaval havasında gerçekleşirse baklavalık geçit törenininde
yapıldığı ekinlikte gerçekleştirildi.
Bayramlarda öğleden önce ziyafetler, tatlılar, beshkiş ve yemek dağıtımı yapılır,
öğleden sonra ise temsiller yapılırdı: Büyük kutlamalarda, oyunlarda, dramatik
oyunlarda ve spor oyunlarında. Detaylarda farklılık gösterse de genel hatlarıyla
aynı sırayı izleyen festivalın programı kısaca şu şekilde özetlenebilir: karşılama,
ziyafet, kahve sohbeti, dinlenme, gösteriler, akşam yemeği ve panayır da herkesin
pişen yemeklerden yapabilmesi için maddi durumu iyi olanlar söz konusu ürünlerin
paralarını kendi ceplerinden karşıladı. Bütün Osmanlı şenliklerinde seyirciler
yarım ay düzeninde oturur, padişahın otağı da bu yarım ayın tam merkezinde
olurdu. Padişahın yanında sadrazam, defterdar ve vezirlerin otağı ya da çadırları
bulunurdu. Otakların önüne gösterilerin rahatça seyredilebilmesi için üstleri renk
renk kumaşlarla kaplı sedirler konulurdu. Padişah otağının sol yanında ziyafet
çadırı, sultanların kahvecileri, baltacılar, şehzade hocalarının çadırları yer alırdı.
Bunlardan sonra Dârüssaâde ağasının, onun yanıbaşında da hazinedarın çadırları
kurulurdu.
ZAİNEB WASTİ - TUNUS
34 35
AYYILDIZ | 11. Sayı
Fas'ta Ramazan Bayramı
Fas'taki kıyafet, yemek ve müzik dahil tüm
görünümlerle neşeyi göstermek için bir fırsattır.
Fas'ta bayram ritüelleri, vermenin ve cömertliğin
değerini artırmak için hediyeler sunulmadan
tamamlanmış sayılmaz. Ev ziyaretçileri, Fas
çayı ve geleneksel ve modern tatlıların yanında
ballı bayram kreplerinin tadına bakmanın
tadını çıkarıyor. Faslılar, Ramazan Bayramı'nı
Endülüs ve Granada müziğinin ezgileri eşliğinde
geleneksel kıyafetleri ve günlük hayatın çeşitli
detaylarına nüfuz eden sevinç gösterileri ile
karşılıyorlar.
Bayramın ilk saatleriyle birlikte Fas sokakları ve
mahalleleri akrabalık tazeleme, aile ve sosyal
ilişkileri güçlendirme fırsatı yakalayan vatandaşlar
ve ailelerinin hareketiyle renklenirken, evlerde
tatlılar her yerden gelen bayram misafirlerini
bekliyor. Geleneksel müzik sesleri, Fas
tarihi ve medeniyeti üzerine çalışan Faslı bir
araştırmacı olan Hişam Al-Ahrash, Krallık'taki
Ramazan Bayramı kutlamalarının tezahürlerinin
derinliğinin "dinin sanki bir kutlamaymış gibi neşe,
cömertlik ve hoşgörü ile ilişkilendirilmesinden
kaynaklandığını" söyledi. Ramazan ayında bir
aylık ibadetten sonra "Al-Ahrash, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, "Tarihsel olarak Faslılar,
zalim modernitenin tezahürlerine rağmen, dini
ve kültürel mirası yeniden gözden geçirmek için
bayramı geleneksel kıyafetleriyle karşılamaya
hevesliydi." "Fas'taki tatiller, kıyafet, yemek ve
müzik içeren tüm ihtişamıyla neşe göstermek
için bir fırsattır" dedi.
BAYRAM YEMEKLERİ:
Bayramın ikinci gününde, Amazigh yöreleri,
ilk gün cemaatin yola çıkmasından önce,
erkeklerin döner camide (köy) buluşmasıyla
başlayan bayram kutlamalarını kendi gelenekleri
doğrultusunda sürdürüyorlardı. cami imamı
önderliğinde bayram namazı kılınan salonda
bayram sevinci tekbirleri söyleniyor. Bayram
günleri boyunca aile bireyleri, aile ve sosyal
bağları canlandırmak için büyükanne ve
büyükbabaların evinde bir araya gelirken, aileler
de ziyaretçi ve misafir heyetlerini karşılamaya
hazırdır. Sevilen mahallelerdeki evlerin kapıları
açık tutularak bayram boyunca akraba ve komşu
ziyaretleri karşılıklı tebrikler devam ediyor.
Bayram yemekleri Bayram sofraları, ailelerin
maddi durumuna göre tatlı ve yemek çeşitliliği
açısından Fas'ta diğer günlerden ayrılıyor. Fas'ta
bayram sofralarını süsleyen geleneksel tatlıların
en önemlileri arasında, içeriği farklı olan "Ka'b
el-Ghazal", "Al-Faqqas", "Al-Ghariba" ve "El-
Wajdi Cake" yer alıyor. badem, susam veya un.
Bayram misafirleri, bayram sofralarının olmazsa
olmazı "Al-Musammen", "El-Baghrir" ve "Razzat
Al-Qadi" gibi evlerde hazırlanan ballı bayram
pankeklerinin yanı sıra Fas çayı ve geleneksel
ve çağdaş tatlılar Tatlıların yanı sıra Fas tatil
yemeklerinin lezzeti de farklıdır: "tavuk kavurma"
ya da "erikli et" ya da "kuskus" ya da "el-rafisa"...
Mısır, argan yağı ve bal eşliğinde
SEVİNÇ HEDİYELER:
Fas'ta bayram ritüelleri, vermenin ve cömertliğin
değerini artırmak ve çocukları ve kadınları
sevindirerek dini vesilelerle neşe atmosferini
yaymak için hediyeler sunulmadan tamamlanmış
sayılmaz. Fas, "tuz hakkı" alışkanlığıyla ünlüdür ve
Ramazan Bayramı'nda kadınların çalışmalarının
güzelliği nedeniyle vatandaşların her zaman
kocayı karısına hediye ederek uyguladıkları bir
gelenektir. Ramazan. Bu alışkanlığı yorumlayan
Faslı araştırmacı Hisham Al-Ahrach, "Tuz hakkı,
eşe saygının ve kadınlara karşı hoşgörünün bir
tür restorasyonudur" dedi. "Töre tarihe karışınca
hangi dönemden başladığını söylemek zor.
Çocuklara ise Ortadoğu'nun bayram parası olan
bayram parası veriliyor."
AYYILDIZ | 11. Sayı
BERBERİ KUTLAMALARI:
Bayramın ikinci gününde, Amazigh yöreleri,
ilk gün cemaatin yola çıkmasından önce,
erkeklerin döner camide (köy) buluşmasıyla
başlayan bayram kutlamalarını kendi gelenekleri
doğrultusunda sürdürüyorlardı. cami imamı
önderliğinde bayram namazı kılınan salonda
bayram sevinci tekbirleri söyleniyor.
Bayram günleri boyunca aile bireyleri, aile ve
sosyal bağları canlandırmak için büyükanne ve
büyükbabaların evinde bir araya gelirken, aileler
de ziyaretçi ve misafir heyetlerini karşılamaya
hazırdır. Sevilen mahallelerdeki evlerin kapıları
açık tutularak bayram boyunca akraba ve komşu
ziyaretleri karşılıklı tebrikler devam ediyor.
GELENEKSEL KİYAFETLER VE KINA:
Mağaza ve pazarların çocuklara ve büyüklere
bayramlık kıyafet almak isteyenlerle dolup taştığı
Fas'ta Ramazan Bayramı hazırlıkları Ramazan
ayının son haftasında başlıyor. Mağazalar
elbiseler, renkler, tasarımlar ve "öğretmen"
işçiliği bakımından farklı olan çeşitli geleneksel
kostümleri sergilemek için rekabet ederken,
diğerleri ayın başlarında başvurduğundan,
yetişkinler bornoz, jabador, kandura ve kaftan gibi
geleneksel kıyafetleri satın alma eğilimindedir.
Ramazan ayı için tasarımcılara ve terzilere
bayram için geleneksel bir kıyafet dikmeleri için.
Gençler ise daha çok modern kıyafetler giyiyor
ve bayramlık kıyafetleri seçmek ve ölçmek için
anne babalarıyla birlikte pazara gidiyorlar. Yaşlı
kadınlar ellerini kına ile boyama eğilimindeyken,
genç kadınlar ve çocuklar ellerini ve ayaklarını
çeşitli geometrik şekillerde kına yazıtlarıyla oymak
için profesyonel gravürlere başvurdukları için
kına, Ramazan Bayramı ile ilişkili geleneklerden
biri olarak kabul edilir. iyimserlik ve neşe.
AİLE AKRABALIĞI:
Fas'ta Ramazan Bayramı, akrabalık bağlarını
canlandırmak, aile ve sosyal bağları
güçlendirmek için bir fırsattır.Aile üyeleri, bu özel
günü kutlamak ve öğle yemeği yemek için büyük
evde, yani dede ve büyükanne evinde toplanır.
Akraba, komşu ve tanıdık ziyaretleri gün boyu
devam ettiği için popüler mahallelerdeki evler
kapılarını kapatmıyor ve akşamları bazı aileler
parklara ve bahçelere çıkmayı tercih ediyor.
FITRA:
Fıtır veya “fıtra”, Faslıların oruç ayını sonlandırmak
için uyguladıkları temel bir uygulamadır ve bunu
genellikle tatil gecesi veya sabahı, ailelerindeki
veya mahallelerindeki fakir ve muhtaçların
yararına verirler. İhtiyaç sahibi ailelere dağıtacak
hayır kurumlarına vermek.
Nihayetinde bu dini olay, aile ilişkilerini
güçlendirmek, dayanışma değerlerini geliştirmek,
neşe ve mutluluk yaymak için bir fırsattır ve
Faslılar, bir nesilden diğerine yayılan gelenek ve
görenekleri korumaya meraklıdır.
SALMA HARHAR - FAS
36 37
AYYILDIZ | 11. Sayı
Fas'ta düğün gelenekleri
Evlilik en yüksek insan bağlarından biridir ve en
güzel tatmin, sevgi ve fedakarlık biçimidir, psikolojik
ve duygusal olgunluk, sorumluluk ve istikrar
duygusunun bir işaretidir. Evlilik mutlu taraflar
arasındaki karşılıklı saygıya bağlıdı. Düğün, sevgi
dolu toplantının kutlanmasında sevinç ve neşeyi ifade
etmeye adanmış bir gündür, düğün törenleri ülkeden
ülkeye değişir genel olarak Arap düğünleri diğer
kültürlerden ve özellikle Fas düğünlerinden farklı
kutlamaları vardır, etkileyici bir ayrımla, Fas'ın Arap
ülkeleri ile çevrili ve Avrupa'ya yakın coğrafi konumu
en az 14 km mesafede göz önüne alındığında, Endülüs
mirası ile Arap dünyası arasında bir Fas uzlaşmasının
ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Bu, dünyanın tüm
ülkelerinden çok farklı ve geleneklere yol açtı. Peki
Fas düğün gelenekleri nelerdir? Ve nasıl yapılır?
Düğün gününün başarısından en çok kim sorumludur?
Tören hazırlıklarının en önemli aşamaları nelerdir?
1.adım: Düğüne hazırlanma:
“Negafa” ile Anlaşma: Düğün tarihinin belirlendiği
evlilik sözleşmesinin kararlamalarindan sonra Fas
düğünü diğer düğünlerden ayıran başka özellikler
de var. Gelin, saçlarını önemseyen ve süsleyecek
dekoratörün yanı sıra Fas "negafa" olarak
adlandırmaya başlar; misyonu geline çeşitli şekillerde
geleneksel Fas elbisesi sağlamak olan bir kadın, ona
neyin uygun olduğunu ve zevkine neyin uyduğunu
seçer.
Sevinç ve Süsleme Salonu Seçimi: Daha sonra
uygun Sevinç Salonu'nu aramanın rolü, davet
edilen katılımcıların sayısını, mobilyalarının
tamamlanmasını, dekorasyon anlaşmasını ve tüm
küçük detayları ile ilgilenmeli. Bu konular gelin ve
damat tarafından yapılmalı ve daha sonra törende
pişirilecek ve servis edilecek yemekler, tatlılar ve
içecekler var. Bütün bu işler partilerin organizatörü
tarafından oluyor.
Orkestra Seçimi: Düğünü, her zevke uygun ve
çeşitlendirilmiş, Fas halk şarkıları ile kutlayacak olan
grup da üzerinde anlaşılıyor.
İkinci adım: düğün başladı…
”Negafa” gelişi ve gelinin elbisesi : Düğüne adanmış
günde, kabakulak ve o gün onlara yardım eden
grupları geldikten sonra, Fas'ın sözde "sevgi dolu"
dokunuşuna başlıyorlar, Fas düğünü peygamberimiz
s.a.v için dua etmesiyle başlıyor ve çok özel bir
şekilde yapılıyor, ve kabakulakların sadece Fas'ta
uzmanlaştığı eşsiz bir tonla bulunuyor. Sonra düğün
bir düğün salonunda ya da sadece evde yapılır, sonra
da dekorasyonda dekore edilmiş gelini giydirmeye
başlarlar, bunun için seçilen ilk elbise, kına için yeşil
olan ve görünümü tamamlayan bir elbisedir.
Gelinle dans etmek: Gelin hazır olduktan sonra, 4
kişilik bir ekip, binada olan ve bu ana adanmış Fas
halk şarkılarının ezgileriyle dans eden gelinlerin
yardımcıları olan 6 erkeğe geliyor. Taşınabilir olduğu
için onunla girerler ve takdirinde duran izleyiciyi
selamlarlar. Özellikle, o gece tartışmanın odağı,
gelinin girdiği tüm Fas düğünlerinde bilinen dans
bağlantısının tamamlanmasından sonra, oturması
için ayrılmış bir yere yerleştirilir, sözde "barzah",
Mübarek'in de katıldığı oturum, oturumu söyleyen
geleneksel Fas aksesuarlarının yanı sıra mekanın
estetik güzelliğini tamamlayan güllerle süslenmiştir.
Damat Gelmeden Önce Gelinin Kınaları:
«Mensafah» bölümü'nün bir parçası olan « Nakaşa »
adında bir kadın, gelinin ellerini ve bacaklarını kına
ile süsleyerek başlar, damat onu ve ailesinin hazır
olana kadar bekliyorlar.
AYYILDIZ | 11. Sayı
Damadın Fas savunmalarıyla varlığı: Gelin kına
döşedikten kısa bir süre sonra, damat yakın ailesi
ile birlikte gelir, gelin için aldıkları hediyelerle,
"savunmalar" olarak adlandırılır, damat ve annesi
tarafından seçilen birkaç altın armağanın yanı sıra
geleneksel Fas’ın kıyafetleri ve gelin tarafından zevki
üzerine seçilen Fas’ın giysi ayakkabılarından oluşur.
Gelin ödenekleri değiştirmeye başlar: Fas
gelinlerini genel Fas'taki diğer Arap ve uluslararası
düğünlerden ayıran şey, sadece Fas'ta bulunabilen
eşsiz bir ritüel, Faslı gelinin düğün boyunca takım
elbise değişikliği kınada görünerek ve damat ve ailesi
bina ekipmanına geldikten sonra onları değiştirmeye
başlarlar, gelin için aksesuara bağlı beyaz bir sıyrık,
sonra genellikle kırmızı veya menekşe olan sabahlık
geliyor, ayrıca gelinin isteğine göre. Düğün gününde
yenen tanınmış Fas yemekleri şunları içerir: erikli et,
kuru kayısı ve badem, bir tavuk yemeği ve tatlılar,
meyveler ile çay servis eden "Basilica" adlı bir yemek
sunulur.
Adım 3: Yeni evliler evlerine giderler:
Beyaz elbiseden sonra düğün için bir parça özel
şeker kalıbı dağıtır ve sonra gelin bekar kızlar için
gül buketini atar ve evliliğin yanında, damatıyla,
onu evlilik evine götürecek olan süslü arabaya
doğru yürüyorlar. Keyifli bir atmosferle dolu bir
geçit töreninde, dans ediyor ve şarkı söylüyor.
Yeni evliler eve gittikten sonra, sabah töreni için
hazırlıklara başlamak üzere sona eren Faslı gelinin
kararnamelerini sonuçlandırmak.
Adım 4: Sabah Günü'nde yeni evlileri kutluyor
Fas Düğün Günü özel bir ritüel ile bilinir, diğer
ülkelerde bazı düğünlerde olmayabilir, gelinin annesi,
kızı ve damat için özel bir kahvaltı hazırlanıyor sonra
kız kardeşleri veya teyzesi onu onlara teslim eder. Yeni
evliler kahvaltısı olarak adlandırılan akşam partisi,
et ve tavuğun özel yemeklerinin yanı sıra çeşitli
meyve ve tatlılar hazırlamaya başlıyorlar, ve gelinin
ebeveynlerden ve yakın arkadaşlarından bulup onları
lüks olarak organize ettiği ve bu amaçla geleneksel
Fas'ta işlenen yiyeceklerle taşıdığı bir hediye.
Bunlar şehirdeki herhangi bir Fas düğünde bulunan
en önemli adımlardı. Köyün gelinleri bölgeye göre
değişmektedir. Fassi düğünü, Agadir'in Amazighi
tarafı, güney Fas'ta bir Saharawi düğünü ve kuzey
Fas'ta bir kuzey düğünü var. Düğün sadece sevinç,
zevk ve neşe ifadesidir ve eşler arasında merhamet,
şefkat ve iyilik, evliliğin devam etmesinin en önemli
garantileri olmaya devam etmektedir.
İBTİSSAM ELKERYMY - FAS
38 39
AYYILDIZ | 11. Sayı
MISIR'DA TURİZM TÜRLERİ ...
Bir Listede Kültür Turizmi
Yıllarca büyük tarihi boyunca Mısır, firavun antik
eserleri ve turizm çeşitliliği nedeniyle en iyi turizm
merkeziydi... Mısır Arap Cumhuriyeti, turizm
çeşitliliği ve dünyadaki anıtların yaklaşık üçte
birini içerdiği için en önemli turistik ve arkeolojik
cazibe merkezleri ile bilinir, ve bunun nedeni,
7000 yıldan uzun bir süre önce birçok eski
medeniyetin yaşadığı gerçeğidir, turistler için
Mısır'daki en çekici turizm türlerinden biri olduğu
için, Mısır bir sonraki raporda öğrendiğimiz
birçok turizm türünü içeriyor. İşte Mısır'daki
turizm türlerini size sunacağım, bizimle kalın…
1. Kültür Turizmi:
Mısır'da birçok Firavun, Yunan, Roma, Kıpti
ve İslam müzesi ve antik eser yer aldığı için
Mısır'daki en büyük ve en eski turizm türlerinden
biri sayılır. Mısır'daki kültürel turistler için ana
yer Nil Vadisi, özellikle Kahire, Luksor ve Aswan
şehirleri ve Nil gezisi yapmak sayısız turist
arasında popüler bir seçim oldu.
2. Plaj Turizmi:
Bu harika yer, dünyanın her yerinden çok sayıda
turist çekiyor ve bu turizm türü için en ünlü
yerler Hurghada, Marsa Alam, Arish, Nuweiba,
Ras Sidr, Ain Sokhna ve Sinai. Kızıldeniz
bölgesi, berrak, kristal suları, farklı renklerde
mercan resifleri, egzotik balıklar ve denize
paralel uzun bir zincir şeklinde olan dağları ile
bilinir, kamp için uygun bir vadi ile ayrıldı. Sinai,
ziyaretçilerinin sörf, binicilik ve çeşitli sporlar
yapma gibi inanılmaz çeşitli manzaralar ve
aktiviteler sunmaktadır.
3. Medikal Turizmi:
Mısır, binlerce yıl öncesine dayanan uzun sağlık
ve şifa geleneklerine sahiptir. Eski zamanlardan
beri Kleopatra, kraliçe düzenli olarak banyo
yaparken, her zaman gül yaprakları serpilirken
enfes güzelliği ile ünlüdür. Mısır, sıcak doğal
iklimi ve ferahlatıcı esintisi ile de bilinirken,
tatilciler arasında sağlıklı yaşam tedavilerinin
artan popülaritesi, nitelikli profesyonellerin
mevcudiyeti ve artan sayıda lüks otel tesisi,
Mısır'ı iyileşme ve rahatlama arayan ziyaretçiler
için dünyanın en popüler yerlerinden biri haline
getirmeye yardımcı oldu.
Bu makalede bazı turizm türlerinden
bahsediyoruz ve bir dahaki sefere Konferans
Turizmi, Dini Turizm, Çöl Turizmi, Yat Turizmi,
Ekoturizm, Spor Turizmi ve Alışveriş Turizmi
ile ilgili bilgiler vereceğim.
AYYILDIZ | 11. Sayı
MISIR’IN KRALİÇESİ
KLEOPATRA
Kleopatra Kimdir?
Aslında kaç Kleopatra var .... Biliyormusunuz ? Bahsettiğimiz
kleoptradan önce altı Kleopatra vardır ve biz 7.Kleopatra
hakkında gerçekleri bileceğiz. Kleopatra’nın adı Yunanca
“Şanlı Babadan Gelen Kişi” anlamına geliyor. Kleopatra
Mısır’da mö 69’da doğmuştur ve mö 30’da ölmüş. Babası
12. ptloemaios, Makedon Ptloemaios Hanedanının son
üyesiydi ve Mısırın son Yunan kraliçesiydi.
GÜZEL VE EĞİTİMLİ KADIN
Kleopatra çok güzel bir kadındı ve en son derece zeki ve
eğitimli olduğunu biliniyor. Kleopatra 9 dil ve Hiyeroglif dili
biliyordu ve eğitim almak için erkekler gibi giyiyordu çünkü o
zamanda kadınlara eğitim almak yasaktı. Kleopatra Yunan
olduğu için hem güzellik tanrıçası olan Afrodit’i temsil ettiğini
hem de bereket tanrıçası olan Isis’in reenkarnesi olduğunu
düşünüyordu ve bazı zamanlar onlar gibi giyiniyordu.
Kleopatra ile sezar
Kleopatra, yanında büyük Roma diktatörü Sezar ile geri
döndü. Kleopatra’nın bir halı içinde Sezar’ın sarayına girdiği
ve bu büyük kralı kendine aşık ettiği rivayet edilir. Sezar’dan
bir çocuğu oldu ve minik Sezarion’u alıp Roma’ya gitti. En
büyük hayali, iki imparatorluğu birleştirip büyük İskender’in
de hayali olarak bilinen tüm dünyaya sahip olmaktı. MÖ
44’te Sezar ölünce bu hayallerini ertelemek zorunda kaldı.
Kleopatra ile Marcus Antonius
Marcus Tarsus’a gelerek Kleopatra ile ittifak yaptı ve ona
davet etti. Muhteşem gemisiyle Tarsus limanına gelen
kleoptra 7 yıl sürecek romantik ve ihtirası bir beraberlik
yaşadı. Kleopatranın giriş yaptığı kapının adı “Kleopatra
kapısı” olarak değiştirilmiştir. Antonius Kleopatra’ya delice
aşık oldu. Kleopatra’nin Antonius’tan da iki kız çocuğu oldu.
Kleopatra’nın ölümü ve mezarı
Kleopatra ile Antonius bir süre Tarsus’ta yaşadılar ve bu
yıllarda Octavius’a savaş açtılar. Aktium’da yapılan savaşta
Kleopatra ve Marcus kaçmak zorunda kaldı. Kleopatra
sevgilisinin ölümün yüzünden İskenderiye’deki sarayına
döndü, zehir içerek inthar etti. Şimdiye kadar onun mezarı
bulamadılar ama İskendriye’de olabilir çünkü o büyük
köşke yanına bir mezarlık yaptırdı ve bunlar deniz altında
kalmışlar.
OMNİA BADR EL-DİN - MISIR
AMİRA FATHİ - MISIR
40 41
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
TOGG
Türkiye'nin otomobil Girişim Grubu
Yerli otomobil üretmek Türklerin her zaman
hayali olmuştur. Bu hayal, 1961'de Defrim ve Anadolu
yapıldığından beri gerçekleşmeye başladı. Bu denemeler
başarıya giden yolda ilk adımlardır.
Kasımda 2017, Türk sanayi şirketleri "Anadolu,
BMC, kok, Türkçel, zorlu" bir anlaşmayı imza ettiler
"Bilim, Sanayi ve Teknoloji" Bakanlığı ve ayrıca "Türkiye
Odalar ve Borsalar Federasyonu" işbirliği ile yeni proje
hazırlandı adı altında "Türkiye'nin otomobil Girişim
Grubu" Togg, gerçek şarj süresinden önce, sırasında
ve sonrasında kullanıcıları için en verimli ve konforlu
akıllı şarj deneyimlerini yaratmaya odaklanırken, aynı
zamanda temiz enerji ile çevre dostu olmaya devam
ediyor. 27 Aralık 2019'da Türk markası olarak ilk
adımlarını attı: biri SUV olmak üzere iki elektrikli aracı
tanıttı.
Bu grup adı ilk harfleri bahsedeceğimiz
araba onun adı almıştır "TOGG". Togg T10X, bu
grup tarafından Türkiye'de elektrikli otomobildir.
Bu aracın tasarımında 121 mühendis yer almıştır ve
Aracın bataryası platforma entegrediler. Togg T10X,
Türk otomobil üreticisi tarafından üretilen tamamen
elektrikli bir C segmenti SUV. Ayrıca 28 Ekim 2022 de
"Anadolu", "Oltu", "Kula", "Gemlik", "Kapadokya" ve
"Pamukkale" isimli renk seçeneklerine sahip oldu. T10X,
iki aktarma organı konfigürasyonunda sunulur; bunlar,
arka aksta arkadan çekiş (RWD) sağlayan bir elektrik
motoru veya dört tekerlekten çekiş (AWD) sunan ön ve
arka akslarda çift elektrik motorudur. Elektrik motorlu
Arkadan Çekişli (RWD) konfigürasyonu 160 kW
(215hp) ve 350 N m tork sağlayarak 0-100 km/s hıza
7,6 saniyede olanak tanır. Kendi payına, iki elektrik
motorlu dört tekerlekten çekişli (AWD) konfigürasyon,
320 kW (430 hp) güç ve 700 N m tork geliştirerek 0-
100 km/sa hıza 4,8 saniyede ulaşılmasını sağlar.
T10X, 12 inçlik yerleşik dijital enstrümantasyon
ve gösterge panelinin tüm genişliğini kaplayan 29
inçlik devasa bir panoramik panel üzerinde duran
merkezi bir dokunmatik ekran ile ultramodern bir iç
mekan sunar. Buna, ayarlara erişim için daha aşağıya
yerleştirilmiş ikinci bir dokunmatik ekran eklenir.
Yüzer formdaki orta konsolun yan tarafında bir döner
şanzıman seçicisi, elektronik park freni için bir düğme,
bir rejeneratif fren kontrolü ve bir dokunmatik yüzey
bulunur. Araç içindeki standart donanım aynı zamanda
sesli aktivasyonlu ve kontrollü araç içi kamera içerir.
Yapay zeka ve Togg'un Trumore dijital platformunu
kullanan bir bilgi-eğlence sistemi, bir ev otomasyonu
(Akıllı Yaşam) ve kullanıcının günlük hayatta birden
fazla eylemi gerçekleştirmesine olanak tanıyan her
yerde bulunan teknoloji sistemini birleştirir. Togg,
SUV'sinin içinde isteğe bağlı bir Meridian ses sistemi
sunuyor.
DÜNYANIN İLK
SİHA GEMİSİ!
Hepimiz askeri alanında kullanan savaş uçakları taşıyan
o dev gemileri biliyoruz, ama bugün arkadaşlar size milli
savunma sanaimizin en son icatlarından milli SİHA
gemisini anlatıcağım.
TCG Anadolu L- 400 sadece SİHA’ları taşımak için
değil, aynı zamanda her türlü hava aracının iniş ve
kalkışı sağlamak içinde üretilmiş bir gemi. Bu yüzen
kale, Dr. İsmail Demir vurguladığı gibi, Tuzla’da TCG
Anadolu tarafından ve İspanyol Navantia şirketinin
ortaklığıyle denizde nakliye ve taarruz görevleri yapmak
için üretildi.
Teknik özelliklerden biraz bahsedelim; L-400 gemisi
231 metre uzunluk, 32 genişlik ve 27.5 metre derinlik
boyutlarıyla gelir ve 8 knot arka hız, 16 ekonomik hız
ve 21 knot maksimum hız dizel ve elektrikle çalışan
makinalarıyla denizde 50 gün süren görevlerede
kullanılabilir. Ama yüzey alanında bahsedilecek
olursak, bu dev geminin uçuş güvertesinin alanı 5440
m², bu özelliğin sayesinde gemiden 11 SİHA aynı
zamanda kalkışabilir bu da taarruz görevlerinde deniz
kuvvetlerimize büyük bir avantajlık verir. Hangar
alanıysa 1165 m² yani 30 SİHA’ya yada 19 helikoptere
sığınabilir, aynı zamanda 13 tank, 27 ZAHA (zırhlı amfibi
hücum aracı), 6 zırhlı personel taşıyıcı, 35 mühtelif araç
ve 15 römork taşıya kabiliyeti var bu da gemiye büyük
bir strajik önemi verir.
Bu özelliklerin yanında, gemi çok gelişmiş bir sensör
sistemi var. Bu sistem amfibi ve ortak çalışma kabiliyetli
genesis-advent cms, link 11/16/22/jre/vmf , 3D arama
radarı, uçak algılama ve kontrol radarı, hassas yaklaşma
radarı, iki tane LPİ ve navigasyon radarı, dalgıç tespit
sonarı, iff sistemi, lazer uyarı sistemi, kızılötesi arama
ve takip sistemi, iki adet elektro optik arama sistemi,
tacan sistemi, elekronik destek sistemi, elektronik saldırı
sistemi ve torpido savunma sisteminden oluşturulur.
Sevgili okuyucular, bu gemi milli teknoloji sanayimiz
için gurur verici bir icattır, bu gemi ve diğer savunma
projeleri sayesinde Türkiye gün geçtikçe yücelir. Allah
vatan için çabalayan tüm mühendis arkadaşlarımızdan
razı olsun, allah onları ne vatana ne millete karşı
utandırmasın ve son olarak allah bize bu güzel yurdu
bağışlasın.
AMİN BELTAİEF - TUNUS
SARRA LAHMER - TUNUS
42 43
AYYILDIZ | 11. Sayı
OSMANLICA
Osmanlıca, bazıları Türkçe olduğunu sanıyorlar,
ama doğru değildir. Türk dili, Türkiye'nin resmi dilidir ve
Osmanlı dili, Osmanlı halifeliğinin resmi dilidir. Tarihsel
olarak Osmanlı'nın en parlak dönemi on üçüncü yüzyıldan
yirminci yüzyıla kadar uzanıyordu ve buna orta Türk dili
deniyordu.
Osmanlıca, Arapça, Farsça ve Türkçe kelimeler
içerdiği için karma bir dildir. Osmanlıca'nın avantajı,
kelime dağarcığında Arapça, Türkçe ve Farsça dillerini
birleşiyor olmasıdır. Osmanlıca'nın yazımı Arap
alfabesinin harflerindedir ve harflerde bazı değişiklikler
yapılmıştır. Önemli bir not, Osmanlıca Arap harfli Türk
dili değildir.
Osmanlı imparatorluğu'nun yıkılmasından
sonra, 1928 civarında Atatürk, Osmanlıca'nın kelime
dağarcığını Arapça'dan Latince'ye değiştirdi. Arap
harflerinin Latin harfleriyle değiştirilmesinden sonra Türk
dili oldu. Osmanlıca, Türkçenin bir uzantısıdır. Osmanlıca,
Türkçenin onun üzerindeki baskınlığı nedeniyle geleneksel
olarak eski Türk dili olarak adlandırılır.
Osmanlıca, Osmanlı İmparatorluğu döneminde
devletin ve üst sınıfın dili olarak kabul edilirken, halk ve
orta sınıf Anadolu Türkçesini kullandı. Arap harflerinin
Latin harfleriyle, özellikle de Fransız dilinin harfleriyle
değiştirilmesi, Fransız dilinin o dönemde Türkiye'de
yüksek sınıfın dili olduğunu düşünülüyordu. Türkçe’nin
Türkiye'de anadil olarak kabul edilmesinden sonra
bugün Türkiye'de Osmanlıca öğrenmekten bahsediliyor,
Osmanlıca öğrenmek Türkiye'de son yıllarda tanıtılmış
ve İmam ve Hatip din okullarında zorunlu hale gelmiş,
ancak yaklaşık bir asırdır dil olarak benimsenmediği veya
kullanılmadığı için diğer ortaokullarda isteğe bağlı bir
dildir. Mezar taşları aslen Osmanlıca yazılmıştır.
Bugün Türkiye'de pek çok muhalif, mezar dili
olarak gördükleri için Osmanlıca'yı öğrenmeye karşıdır,
ancak Türkiye cumhurbaşkanı tam tersine "mezar
taşlarının tarih ve medeniyet taşıdığını ve üzerlerinde
yazılanların yeni nesillere ait bilgi eksikliğinin sadece en
büyük cehalet olduğunu" düşünmektedir. Bazı tarihçiler
de Osmanlıca'nın "hiçbir zaman sokağın dili olmadığını,
her zaman seçkinlerin dili olduğunu" düşünmektedir.
AYYILDIZ | 11. Sayı
TUNUSLU BİR EL YAZMASI ARACILIĞIYLA OSMANLICA’DAN
TÜRKÇE’YE - 2.BÖLÜM
Merhaba arkadaşlar,
Dergimizin bu yeni sayısında sizlerle yeniden buluşmaktan mutluluk duyuyorum. Bu, Osmanlı Türkçesinden
Modern Türkçeye aktardığım yeni bir kelime grubudur ve artık el yazmasının ortasına gelmiş bulunmaktayım.
Umarım okumaktan zevk alırsınız ...
Osmanlıca sayıların yazımı :
Osmanlıca harfler
Osmanlı dilinde mezar yazmaları
ASMA TRABELSİ - TUNUS
Kelime Osmanlı
Türkçesi
Yazar: Bilinmiyor
Kopyalayan: Muhammed ibn Ahmad al-Antaky
Yıl 1205 H. / 1791 M.S.
Kelime türkçe
Kelime Arapça
Arapça kelimenin
Türkçe telaffuzu
Cemil جَمِ يل Güzel كوزل
ẖalil خَلِيل Dost دوست
Halil حَلِيل Er nesne ار كسنه
Delil دَ لِيل Kılavuz قولوغوز
Vekil وَكِيل İşi sürücü اش سورجى
Cezil جَزِيل Ulu اولو
İzzet عٍ زّة Ululuk اولولق
İffet عِ فَّة Haramdan sakınmak حرامدن صقنمق
Şiddet شِ دَّ ة Peklik پكلك
Hiddet حِ دَّ ة Keskinlik كسكني لك
Himmet هِ مَّ ة Gönül kastı etmek كوكل قصده ايتمك
Oddet عُ دَّ ة Zaman saymak زمان صيمق
44 45
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
kelime Osmanlı
Türkçesi
kelime türkçe
Kelime Arapça
Arapça kelimenin
Türkçe telaffuzu
Mahbub مَ حْبُوب Sevilmiş سوملش
Marğup مَ رْغُ وب Kıymetli قيمتلو
Matlub مَ طْ لُوب Dilenmiş دلنمش
Mavhub مَ وْ هُ وب Verilmiş ويرملش
Mahsub مَ حْسُ وب Sayılmış صايلمش
Vukuu وُقُوع Düşmek دوشمك
Toluu طُ لُوع Doğmak طوغمق
şuruu شُ ُوع Başlamak بشلمق
kuruu كُرُوع Akmakdan su içmek اك مقدن صو اجمك
İbtihac ابْتِهَ اج Şad olmak شاد اوملق
َ
قارشمق
Karışmak امتِ اج İmtizac يلوارمق
Yalvarmak تَض ُّع Tazarru فائده لنمق
Faydalanmak تَمَ تّع Tamattu تَمَ اوممق
Ummak ُّع تَوَق
Tevakku Teberru تَبَ ُّع Tohfe vermek تحفه ويرمك
ُّ
درلو درلو
Türlü türlü تَنَوُّع Tenevvü الچقلنمق
Alçaklanmak تَوَضع Tevezzu Refaat رِف ْعَ ة Yücelik يوجه لك
َة Göçmek كوچمك
Rehlet رِحْل
Firkat فِرْقَة Ayrılık ايرلق
Hirfet حِ رْفَة Sanat صنعت
Nimet نِعْ مَ ة Maruf معروف
İsmet عِ صْ مَ ة Hıfz ve paklık حفظ و پاكلك
Halile حَلِيلَه Avrat عورت
Celile جَلِيلَه Ulu اولو
Cemile جَمِ يلَه Gökçek كوكچ ك
Vesile وَسِ يلَه Yolda erişmek يولدا يرشمك
Velime وَلِيمَ ه Ziyafet ضيافت
َ
كوزل
Güzel وَسِ يمَ ه Vesime صاغلق
Sağlık سَ لم َ
Sağlam
سوز
Söz كَلم Kelam Tağam طَ عَ ام Yemek يمك
Makam مَ قَ ام Duracak طورجق
Menem مَ نَام Uyku اويقو
Moattar مُ عَ طَّ ر Hoş kokulu خوش قوقولو
Motahhar مُ طَ هَّ ر Pak olmuş پا اوملش
Munavvar مُ نَوَّر Nurlu نورلو
Mubaşşar مُ بَشَّ Müjdelenmiş م ژده لنمش
Muammar مُ عَ مَّ ر Çok yaşamak چوق يشامق
kelime Osmanlı
Türkçesi
kelime türkçe
Kelime Arapça
Arapça kelimenin
Türkçe telaffuzu
Muẖaddar مُ خَدَّ ر Perdeli پرده لو
ْ
اغرملق
Ağırlamak تَوْ قِري Tavkir تَوْ بيان ايتمك
Beyan etmek ِير تَقر Takrir
يازمق
Yazmak ِير تَحْر Tahrir
قوالي ايتمك
Kolay etmek تَيْسِ ري Taysir تاثري ليتمك
Tesir etmek ْثِري تَأ
Tesir دوستلق
Dostluk وِداد Vidad Midad مِ دَ اد Mürekkep مركّب
Cihat جِ هَ اد Gaza etmek غزا ايتمك
İmad عِ مَ اد Direk ديرك
َ
قوللر
Köleler عِ بَاد Ibed شهرلر
Şehirler بِلد Biled كوي
Köy ِيّه قَر Kariyye
برابر
Beraber سَ وِيَّه Saviyye Saniyye سَ نِيَّه Yüce يوجه
Hediyye هَ دِ يَّه Armağan ارمغان
Bahiyye بَهِ يَّه Güzel كوزل
Atiyye عَ طِ يَّه Bahşiş بخشش
Aliyye عَ لِيَّه Yüce يوجه
Sağ صاغ
Selim سَ الِ
Alem عَ الِ Bilici بلييج
ẖadim خَادِم Kullukçu قوللقيج
Nadim نَادِم Tasalancı تاصه لنيج
daim دَ ائِم Hummalı همّ له
Kaim قَائِم Ayağa duran اياغه طورن
Saim صَ ائِم Oruçlu اور چلو
Hubur حُبُور Şadlık شادلق
ẖuyur خُيُور İyilikler ايلوكلر
Ubur عُ بُور Geçmek كچمك
Şuur شُ عُ ور İlmek يلمك
Kusur قُصُ ور Köşkler كوشكلر
Buhur بُحُور Deryalar دريالر
Nadi نَادِي Meclis مجلس
Badi بَادِي Evvel اوّل
Vadi وَادِي Dere دره
Adi عَ ادِي Eski اسيك
Şadi شَ ادِي Sanatçı سونچى
ِ
خالص
صَ اف
رسور
Sürür بَهْ جَت Behcet بَهْ Halis
Safi
Görüşmek üzere ...
SOUMAYA KOCHTALİ - TUNUS
46 47
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Beden dili
Bedensel dil, sessiz ve bir o kadar da etkili bir
iletişim şekildir günlük etkileşimimizde hayati bir rol
oynar. Başkalarıyla iletişim kurarken, jestlerimiz, yüz
ifadelerimiz, duruşumuz ve hareketlerimiz, sıklıkla
söylediğimiz kelimelerden daha fazlasını ifade
eder. Bedensel dil, duyguları, niyetleri ve tutumları
iletmemizi sağlar ve kültürel ve dil bariyerlerini aşan
evrensel bir şekilde anlaşılır.
Gerçekten de bedensel dil, insan doğasının derinlerine
işlemiştir. İlk zamanlardan beri atalarımız, bu sözsüz
işaretleri ilişkileri yönetmek, ihtiyaçlarını ifade etmek
ve bağlar kurmak için kullanmıştır. Bugün bile,
içgüdüsel olarak bedensel dilimizi kullanarak, gizli
mesajlar iletmek, diğerlerini etkilemek ve duygusal
durumlarını yorumlamak için kullanırız.
Bedensel dilin anlaşılması ve çözümlenmesi,
yaşamımızın birçok alanında son derece değerlidir. İş
ilişkilerinde başarılı bir şekilde müzakere yapmamıza,
ikna edici sunumlar yapmamıza ve meslektaşlarımızla
sağlam ilişkiler kurmamıza yardımcı olabilir. Kişisel
hayatımızda, sevdiklerimizle daha derin bağlar
kurmamıza, diğer insanların duygularını okumamıza
ve uyumlu ilişkiler kurmamıza yardımcı olabilir.
Bu makalede, jestler ve yüz ifadelerinden vücut
duruşu ve hareketlere kadar bedensel dilin farklı
yönlerini keşfedeceğiz. Bu sözsüz işaretlerinin rolü
ve kullanma şeklini öğreneceğiz. Bedensel dilin
anlayışımızı geliştirerek, insan iletişiminin yeni bir
boyutunu açabilir ve kişisel ve profesyonel ilişkilerimizi
zenginleştirebiliriz.
İşte bedensel dilin temel bileşenlerinden bazıları :
• Jestler ve hareketler : Ellerimiz, kollarımız
ve bacaklarımızla yaptığımız jestler ve beden
hareketlerimiz önemli mesajlar iletebilir.
• Yüz ifadeleri : Yüz ifadelerimiz sözsüz iletişimde
hayati bir rol oynar. Gülümsemeler, kaş kaldırmaları,
göz kırpışmaları ve dudak hareketleri gibi ifadeler,
sevinç, üzüntü, şaşkınlık, öfke ve küçümseme gibi
çeşitli duyguları ifade edebilir.
• Duruş ve yürüyüş : Duruş şeklimiz ve yürüyüş
tarzımız, düşüncelerimiz ve tutumlarımız hakkında
önemli ipuçları verir. Dik ve açık bir duruş, özgüveni
yansıtabilirken, kambur duruş güvensizlik veya
güvensizlik belirtisi olabilir.
• Göz teması : Göz teması, bedensel dilin önemli bir
unsurdur. Uygun göz teması ilgi, bağlılık ve dürüstlük
göstergesi olabilir.
• Mikro-ifadeler : Mikro-ifadeler, kişinin istemsiz
olarak gerçek duygularını ortaya çıkaran kısa süreli
yüz ifadeleridir, hatta gizlemeye çalışsa bile. Bu
mikro-ifadeler sadece birkaç saniye veya daha kısa
sürebilir, ancak gerçek duyguları hakkında önemli
ipuçları sağlayabilir.
• Ses tonlaması : Kullandığımız kelimelerin yanı
sıra ses tonumuz, ses hacmimiz ve vurgumuz,
duygularımız ve niyetlerimiz hakkında ek bilgiler
iletebilir.
Bütün bu sözsüz iletişim beş rol oynayabilir :
1-Tekrarlama : sözlü olarak verdiğiniz mesajı sıklıkla
tekrar eder ve pekiştirir.
2-Çelişki: Bu, iletmeye çalıştığınız mesajla
çelişebilir ve konuştuğunuz kişiye doğruyu
söylemeyebileceğinizi gösterir.
3-İkame: Sözlü bir mesajın yerini alabilir. Örneğin,
yüz ifadeniz genellikle kelimelerin verebileceğinden
çok daha canlı bir mesaj iletir.
4-Tamamlayıcı: Bu, sözlü mesajınızı ekleyebilir veya
tamamlayabilir.
5-Vurgu: Sözlü bir mesajı vurgulayabilir veya altını
çizebilir.
Bedensel dil, birçok farklı bağlamda kullanılmaktadır:
-İnsanlar arası iletişim: Sözlü iletişimi güçlendirir ve
diğer insanlarla daha iyi bağlantı kurmamızı sağlar.
-Sunumlar ve konuşmalar: Güven ve inanç aktararak
konuşmanın etkisini artırır.
-Müzakereler ve iş görüşmeleri: Karşı tarafın algısını
olumlu yönde etkileyerek iletişimi kolaylaştırır.
-Liderlik ve ekip yönetimi: Ekip üyeleri üzerinde etkili
olmak için kullanılır ve güven ortamı oluşturur.
-Sanatsal ve gösteri alanları: İzleyiciye duyguları
iletmek ve hikaye anlatmak için kullanılır.
-Sosyal ilişkiler ve flört: İlgi, çekicilik ve iletişimi
kolaylaştırmada etkilidir.
Bedensel dilimizi niyetli bir şekilde kullanarak
iletişimimizi geliştirebilir, sağlam ilişkiler kurabilir ve
anlamlı bağlantılar oluşturabiliriz.
Sonuç olarak, bedensel dil günlük iletişimimizin
vazgeçilmez bir parçasıdır. Doğru bir şekilde
anlaşılması ve yorumlanması sayesinde iletişim
becerilerimizi geliştirebilir, kişiler arası ilişkilerimizi
güçlendirebilir ve yanlış anlamalardan kaçınabiliriz.
Kendi bedensel işaretlerimizin farkında olmak da
sözsüz iletişimimizi kontrol etmemize ve eylemlerimizi
sözlerimizle uyumlu hale getirmemize yardımcı olur.
İşte en yaygın olarak yapılan beden dili hareketi
ve anlamları :
1)Kolları çapraz yapmak: İletişimi kesmek istediğinizin
göstergesi olan bu hareket ilginin dağıldığını ve karşı
tarafı artık dinlemek istemediğinizi gösterir.
2)Başı bir tarafa eğmek: Bu genellikle konsantre
olduğunuzu, size söylenenleri dinlediğinizi gösterir.
3)Elin yanağa yerleştirme: Aldığınız bilgileri
dinlediğinizi ve değerlendirdiğinizi gösterir.
4)Elleri arkada bağlamak: Otorite ve gücü temsil eder.
Yani bu hareketle karşınızdakine güç ve hakimiyet
bende algısı verirsiniz.
5)Sakal veya Çene Okşama Hareketi: Biri çenesini
okşadığında derin düşünceyi iletir.
6)Kaş kaldırma: Şaşkınlık, merak veya ilgi belirtisi
olabilir.
7)Kolları kavuşturma: Savunmacı veya mesafeli bir
tutumu ifade edebilir.
8)Elleri cebinde tutma: Rahatlık, rahatlama veya
güvensizlik belirtisi olabilir.
9)Elleri bilekte birleştirme: Kendine güven, liderlik
veya kendini savunma anlamına gelebilir.
10)El sıkma: Güven, samimiyet ve karşılıklı saygıyı
ifade eder.
11)Parmaklarıyla çenesini düşünmek: Düşünme,
kararsızlık veya derin bir düşünce sürecini simgeler.
12)Kaşlarını çatma: Şüphe, endişe veya kızgınlık
belirtisi olabilir.
13)Omuz silkmek: İlgisizlik, umursamazlık veya
bilgisizlik ifade edebilir.
14)Bacak çaprazlama: Savunma, mesafe koyma
veya rahatlama amacı taşıyabilir.
15)Dudakları ısırma: Endişe, stres veya çekingenlik
belirtisi olabilir.
16)Başını kaşıma: Merak, düşünme veya kararsızlık
göstergesi olabilir.
17)Parmak uçlarıyla masaya vurma: Sabırsızlık, öfke
veya dikkat çekme amaçlıdır.
18)Gözlerini devirme: İlgisizlik, alaycılık veya
hoşnutsuzluk ifadesidir.
19)Kolları kavuşturup bacaklarını çaprazlama:
Savunmacı, mesafeli ve dirençli bir duruşu ifade
edebilir.
20)Parmaklarla saçı düzeltme: Flört, dikkat çekme
veya özgüven göstergesi olabilir.
21)Ayaklarını sallama: Sabırsızlık, huzursuzluk veya
endişe belirtisi olabilir.
22)Ağzınızı ellerinizle kapatma: Gizlilik, endişe veya
utanç göstergesidir.
23)Gövdeyi geriye doğru itmeli: İstememe, savunma
veya kaçınma belirtisi olabilir.
24)Gözleri ovuşturma: Yorgunluk, sıkıntı veya stres
belirtisi olabilir.
Bu hareketler genel olarak kabul görmüş anlamlar
olsa da, her durumda ve her kişide farklı anlamlar
taşıyabilir. Beden dili, kişiden kişiye ve kültüre göre
değişiklik gösterebilir, bu yüzden her zaman diğer
iletişim ipuçlarıyla birlikte değerlendirilmelidir.
RİHEM CHAABANE - TUNUS
48 49
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
İşaret dilini
öğreniyorum
haydi sen de öğren
Günlük hayatta pek çoğumuz yolda yürürken sesli olarak değil elleriyle
birbirlerine bir şeyler anlatan bireyleri illa ki görmüşüzdür. İşte bu bireylerin
işitme engeli sebebiyle ortaya çıkan işaret dili pek çoğumuzun dikkatinden
kaçar. Oysa bu dilin kullanımı işitme engelli bireyler için oldukça önemlidir.
İşaret dili nedir ? İşaret dili, işitme engelli bireylerin iletişim kurmak için
kullandığı görsel-gestürel bir dil sistemidir. İşaret dilleri, sözlü dilin konuşma ve
duyma bileşenlerine dayanmayan görsel işaretler, el hareketleri, vücut dilinin
kullanımı ve yüz mimikleri gibi görsel işaretlerin kombinasyonunu içerir.
• Çift el kullanılarak uygulanan işaret dili: İngiltere, İskoçya, eski Yugoslavya ve Türk işaret dillerine örnek olarak
gösterilebilir:
Dünyada kaç engelli ve işaret dili varmış ? Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ)
(world health organization) verilerine göre, dünya genelinde 466 milyon
işitme engelli yaşıyor. Bu kişilerin 34 milyonunu ise 15 yaşın altındaki çocuklar
oluşturuyor. Her ülkenin kendine ait işaret dili olduğundan, ülkelerin kullanmış
oldukları işaret dilleri birbirinden farklıdır. Ethnologue’un 2013 edisyonunda
137 tane işaret dili sayılmaktadır. Bazı işaret dillerinin yasal statüsü bulunurken
diğerlerinin hiçbir statüsü bulunmamaktadır.
İşaret dilinin çeşitleri : Dünyada 6 çeşit işaret vardır her biri kendi dil bilgisi ve sözcük dağarcığına sahip olan
bağımsız dillerdir. İşte işaret dillerinin bazı çeşitleri:
DİL
Amerikan İşaret Dili (American Sign Language - ASL)
İngiliz İşaret Dili (British Sign Language - BSL)
Fransız İşaret Dili (Langue des Signes Française - LSF)
Türk İşaret Dili (TİD)
Japon İşaret Dili (JSL)
Alman İşaret Dili (Deutsche Gebärdensprache - DGS)
AÇIKLAMA
Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanılan işaret dilidir
Birleşik Krallık'ta (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda)
kullanılan işaret dilidir
Fransa'da kullanılan işaret dilidir.
Türkiye'de kullanılan işaret dilidir. Türk İşaret Dili, Türkçe ile
bağımsız bir dil olarak kabul edilir ve Türk kültürüne özgü
işaretler içerir.
Japonya'da kullanılan işaret dilidir
Almanya'da kullanılan işaret dilidir
İşaret dilindeki değişiklikleri tek el veya çift el kullanılmak üzere iki ana başlığa ayırabiliriz :
• Tek el kullanılarak uygulanan işaret dili: Amerikan işaret dili, Fransız işaret dili ve İrlanda işaret dili tek el
kullanılarak uygulanan işaret dillerine örnek olarak gösterilebilir.
Türk işaret dili genel bir bakış (TİD): Türkiye’de sağırlar için özel bir işaret dili vardır, işitme engelli insanların
iletişim için kullandığı el hareketleri ve görsel işaretlerdir.
Türkiye'de işaret dili başlangıcı:
Osmanlı devletinin
kuruluş yıllarında
Anadolu'da işaret
dilinin kullanıldığı
konusunda bilgi
veren kişi Ibn
Battuta'dır.
İlk rektörlük : Osmanlı devletinin ilk dilsiz mektebini açan kişi Ferdinand Grati’dir.
Türkçe
öğretmenliğine
Türkiye’nin
pedagogsu Selim
Sabit efendi tayin
edildi.
Osmanlı’larda ilk
işitme engelliler okulu
osmanlı döneminde.
İkinci Abdülhamit
tarafından kurulan
“ yıldız sağırlar “
okuludur.
Osmanlı sarayında
işaret dilinin resmen
kullanılmaya
başlanması Kanuni
Sultan Süleyman
döneminde
olmuştur.
Dilsizler mektebi adlı ilk işitme okulu, 30 Eylül 1889’da ikinci Abdülhamit'in saltanatı ve Yusuf Kamil Paşa’nın
sadrazamlığı sırasında maarif nazırı Münif Paşa tarafından Sultan Ahmet’te açılmıştı.
50 51
AYYILDIZ | 11. Sayı
Türk işaret dili alfabe birlikte öğreniyoruz :
AYYILDIZ | 11. Sayı
Engelli olmak engel değildir:
Engellilik hayallerinizi gerçekleştirmenize engel değil. Sizler kahramansınız, cesur, yaratıcı ve güçlüsünüz.
Mutluluğu ve başarıyı hak ediyorsunuz. Hayatta her şeyi başarabilirsiniz, yeter ki kendinize inanın. AYYILDIZ ailesi
seninle gurur duyuyor. Burada hayatta başarılı olan ve tarihe isimlerini bırakan cesur ve güçlü insanların örneklerini
bulacaksınız :
Oya Baydar: sağır olmasına
rağmen Türkiye'nin önde gelen
yazarlarından biridir. Romanları
ve denemeleriyle tanınan
Baydar, Türk edebiyatına önemli
katkılarda bulunmuştur. Aynı
zamanda sağır hakları aktivisti
olarak da faaliyet göstermiş
ve sağır toplumunun yaşadığı
sorunlara dikkat çekmiştir.
Thomas Edison: Dünya çapında
tanınan bir mucit olan Thomas
Edison, sağır bir bireydi. İcatları
ve buluşlarıyla modern elektrik
sistemlerinin temelini attı ve pek
çok alanda büyük etkisi oldu.
Edison, sağır olmasına rağmen
hırslı ve başarılı bir kariyere
sahipti.
Ludwig van Beethoven: Ünlü
Alman besteci Ludwig van
Beethoven, sağır bir müzik
dehası olarak bilinir. Sağırlık
sorunu yaşadığı dönemde bile
önemli besteler yapmış ve
müzik dünyasında büyük bir etki
yaratmıştır.
Marlee Matlin: Amerikalı bir
aktris ve aktivisttir. « Children
of a Lesser God» filmiyle En
İyi Kadın Oyuncu dalında
Oscar ödülü kazanan ilk sağır
oyuncudur. Sağır hakları
konusunda çalışmalar yapmış
ve farkındalık oluşturmuştur.
KUȘ DİLİ
Hakkında hiç duymadığınız birçok dil var. Diller
hakkında daha fazlasını öğrenmeye hevesliyseniz, bu
dillerin çeşitliliğini görmek için dalmanız yeterlidir. Yeni
dil öğrenme deneyiminize daha derin bir boyut katmak
için bizimle gelin, dünyanın en tuhaf dillerinden biri
olan kuș dilinin birlikte tanıyalım. Türkiye'nin Karadeniz
bölgesinde Giresun ilinin Çanakçı ilçesine bağlı bir
köy olan "kuşköy" köyü, ağaçlarla kaplı engebeli dağ
yamaçlarıyla dikkat çekiyor. Bu Türk köylerinin sakinleri
birbirleriyle iletişim kurmak için bu uçurumlarda yüksek
sesle bağırmak yerine ıslık çalıyorlardı. Kuzey Türkiye
nüfusunun bir kısmı, iletişim araçlarının yokluğunu ve
engebeli araziyi fark ettikten sonra, 400 yıldan daha
uzun bir süre önce ana dillerinde "ıslık" geliştirdi ve bu
garip dile "kuşların dili" adını verdi, "Kuş köyü" demektir.
Peki bu dil neden bu bölgede bu kadar yaygın
olarak kullanılıyor ? Tepelerin yamaçlarına sıralanmış
mütevazi evleri, çay tarlaları, fındık bahçeleri ile ilk
bakışta bir Türk kasabası olan Kuşköy herhangi bir
dağ köyü gibi görünse de bu Türk köyünün kendine
has bir karakteri vardır. Günlük dualara, düğün
davetiyeleri ve birinin ölüm ya da hastalık haberi
EYA RAHMOUNİ - TUNUS
gibi önemli haberlerin iletilmesine suyun gür sesinin
eşlik ettiği yer. Kuşların ıslığını taklit eden ıslığa kendi
içinde benzer şekilde, sakinlerinin ağızlarından çıkan
farklı sesler vardır. Bu farklı gölgeler 4 kilometrelik bir
mesafede. Engebeli arazileriyle karakterize edilen bu
dağ köylerinin yaklaşık 10.000 sakininin, birbirleriyle
iletişim kurmak için "ıslık" kullandığı belirtilmelidir.
Bu dilin kelime dağarcığında 400'den fazla kelime
öbeği vardır, bu da onu hızlı yayılan ve öğrenmesi
kolay bir dil yapar. Bu dil benzersiz olmasına rağmen
2017 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü'nün (UNESCO) somut olmayan kültürel miras
listesine dahil edilmiştir. Ancak, Kuşköy sakınları bu
ıslık dilinin kısa sürede “gösteri dili” haline gelip ölü bir
dile dönüşmesinden korkuyor. Dolayısıyla bu kültürel
mirasın korunması için ; yerel populasyon Kuşköy,
her yıl düzenlediği Festivallere ev sahipliği yaparak
bu geleneği yaşatmaya çalışmaktadır. Kısaca, kuș
dilinin getirdiği en garip dillerden biri olarak kabul
edildiği doğrudur. Aynı zamanda Meksika ve Kanarya
Adaları'nda da bilinir... ama tek dil değildir, çünkü
dünyada daha birçok tuhaf ve farklı dil vardır.
AMİRA BOUGHANMİ - TUNUS
52 53
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Gönüllülük Deneyimim
Merhaba arkadaşlar! Size Türkiye'deki gönüllü deneyimimden
bahsetmek istiyorum. Bir buçuk ay boyunca İzmit'te kalarak engelli çocuklara
İngilizce öğrettim. Bu süre boyunca harika insanlarla tanıştım
ve unutulmaz anılar edindim.
İlk olarak, İzmit'te gönüllü olarak çalışmaya başladım. Orada,
engelli çocuklarla bir araya gelerek onlara İngilizce öğretme fırsatı buldum,
çocuklar o kadar istekli ve öğrenmeye açık ki, onlarla çalışmak
benim için gerçekten büyük bir zevkti. Her gün, onlara yeni kelimeler,
cümleler ve dilbilgisi kuralları öğretmek için çaba gösterdim. Gözlerindeki
ışıltıyı görmek, onların ilerleme kaydetmelerini gözlemlemek
beni son derece mutlu etti.
Ancak, gönüllü deneyimim sadece İzmit ile sınırlı kalmadı. Boş
zamanlarımda, çevredeki güzel şehirleri ziyaret etmek için fırsat buldum.
Eskişehir, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle beni büyüledi. Fethiye'deki
muhteşem plajlar ve doğal güzellikler bana huzur verdi. Ziyaret ettiğim
yerler arasında İstanbul, Türkiye'nin en büyük ve en popüler şehirlerinden
biriydi. Tarihi Sultan Ahmet Camii, Ayasofya Müzesi ve Topkapı
Sarayı gibi görkemli yapıları keşfettim. Boğaz'ın etkileyici manzarası
eşliğinde vapur yolculuğu yapmak da unutulmaz bir deneyimdi. İstanbul'da
farklı kültürlerin bir arada yaşadığı sokakları dolaşırken, her
köşede tarih ve mistik bir hava hissedebiliyordum. Ayrıca Yuvacık'taki
doğal yaşam alanlarında güzel yürüyüşler yaparak doğayla iç içe olma
fırsatı buldum.
Izmit, gönüllü çalışmamın merkez üssüydü ve burada yerel
halkla etkileşim kurma fırsatı buldum. İnsanlar son derece sıcakkanlı
ve misafirperverdi. Türkçe konuşabilmem, benimle iletişim kurmalarını
kolaylaştırdı ve yeni arkadaşlar edinmemi sağladı. Yerel festivallere katıldım,
yerel yemeklerin tadını çıkardım ve Türk kültürünü daha yakından
tanıma imkanı buldum. Türk halkı, misafirperverlikleri ve samimiyetleriyle
beni etkiledi ve kendimi hemen evimde hissettim.
Rutin nedir ?
RUTİN ÖLDÜRÜR
«Sıradanlık, çeşitlilik göstermeyen, alışılagelmiş düzen içinde
yapılan, alışkanlıkların dışına çıkmayan, kalıplaşmış ».
Rutin demek konfor demek, insan belli bir süre sonra kolay ve rahat olana
alışıyor ve bu konfor alanından çıkmak istemiyor. Değişimden, sanki
hayatlarının üzerine inşa edildiği her şey çökecekmiş gibi, korkanlar var.
Her gün aynı işyerine/okula aynı saatte gitmek, aynı masada oturmak,
aynı insanlarla aynı konuları konuşmak, aynı saatte eve dönmek, yemek
yemek ve uyumak. Bu yaşam tarzı bazı insanlar için rahat olabilir ama
sonuçları bizim hayatımız için olumsuz olabilir özellikle gençler için.
Bu rutinden kurtulmak için ne yapabiliriz ?
Hayatınızda hedefler belirleyerek başlayabilirsiniz
mesela : yaptığınız her şeyin bir değeri ve
amacı olduğunu, bunun basit bir şey olmadığını,
üstünlüğünüzü ve kendinizi aşma yeteneğinizi
kanıtladığınız bir alan olduğunu hissedeceksiniz.
Bir hobi için zaman ayırın : Hobiler (resim, şarkı
söylemek…), iş, yemek yemek ve uyumak arasındaki
sonsuz döngüyü kırmanın harika bir yoludur. Onun
sayesinde sevdiğiniz bir şeyi yapabilirsiniz, size
enerji kazandıracak, monotonluktan ve olumsuz
düşüncelerden kurtaracak, size zorlu gerçek hayattan
kısa bir süreliğine de olsa uzaklaştıracak.
Seyahat : Hepimizin seyahat etmek istediğini
biliyorum ama bazen paramız ya da zamanımız
olmadığı için seyahat edemiyoruz. Bu yüzden çok
da uzak olmayan bir yere arkadaşlarınızla, ailenizle,
hatta tek başımıza gidebilirsiniz, kafanızı dinlendirip
ve yeni enerjiyle geri dönebilirsiniz.
Okumak : Dünyanızdan kopmanın en hızlı ve en ucuz
yolu. Sizi heyecan dolu başka bir dünyaya götürecek,
zamanın nasıl geçtiğini bile anlamayacaksınız.
Spor : Spor, günlük monotonluğu kırmanıza yardımcı
olmasının yanı sıra, fiziksel ve psikolojik sağlığınızı
korumak için çok önemli ve gereklidir. Sadece bir
spor salonunda değil, evde veya açık bir yerde bile
egzersiz yapabilirsiniz
Ekrandan ve sosyal medyadan kısa süreliğine de
olsa uzak durun : İnanın başkalarının haberlerinden
uzak durmak ve kendinize odaklanmak, stresi
aşmanıza, psikolojik rahatlık ve değerinizi
hissetmenize yardımcı olacaktır.
Erken kalkmaya çalışın : Gününüzü daha iyi
değerlendirmek ve aktivitelerinizi çoğaltmak için
bunu yapmalısınız.
Ilk adım her zaman zordur, ancak bunu başarırsanız,
yaratıcılığınızı ve hayal gücünüzü sınırlayan,
sizi kendinizden ve becerilerinizi keşfetmekten
uzaklaştıran girdabı farkına varacaksınız. Asla geç
değil, hala zamanınız var, bu yüzden değişmekten ve
doğru yolu seçmekten çekinmeyin.
Engelli çocuklara İngilizce öğretmek ve Türkçe konuşarak iletişim
kurmak, bana gerçek bir avantaj sağladı. Türkçe konuşabilmek,
gönüllü çalışmamda daha etkili olmamı sağladı ve çocuklarla daha iyi
bir bağ kurmamı sağladı. Dil bariyerini aşmak, onlarla daha derinlemesine
iletişim kurmamı ve onların ihtiyaçlarına daha iyi cevap vermemi
sağladı. Ayrıca, Türkçe konuşarak yerel halkla daha samimi ve
içten ilişkiler kurabildim ve gerçekten dostluklar edindim. Bu deneyim
benim için hayatımın en değerli anlarından biri oldu.
RYM MZOUGHİ - TUNUS
GHOFRANE MOUELHİ - TUNUS
54 55
AYYILDIZ | 11. Sayı
YARGI
VE ADALETİN KİŞİSEL VİZYONLARIMIZ
AYYILDIZ | 11. Sayı
Kendine iyi bak
Olumlu Kendi Kendine Konuşma
‘’Adalet’’, toplumun düzenini sağlamak ve bireylerin
haklarını korumak için kullanılan bir kavramdır. Temelde
tarafsızlık, eşitlik ve dürüstlük ilkelerine dayanır. Ancak
bu, adaletin stadart ve hepimizin bildiği hatta ezberlediği
tanımı, aslında adaletin her birimize göre başka tanımları
vardır, ve bu konudaki kişisel vizyonlarımız, değerlerimize,
deneyimlerimize ve dünya görüşümüze bağlı olarak
şekillenir. Genelde, farklılık ve fikir ayrılıkları, doğru beslenirse,
insanlığın zehniyetinin gelişimine vesile olmuştur
hep. Ama, ‘’üçüncü sayfa’’ haberlerinin ve sosyal medya
paylaşımlarının her gün gösterdiği üzere, bu farklılıklardan
doğan eylemler, maalesef başka çirkin ve acı yollara sapmaktadır.
Bir insan, neden baskaşına haksızlık eder yada
kötülük yapar ? diğer tarftaki maadur, öfke alevlerinin
içinde haksızlıkla mücadele ederken, içini soğutmak için
çırpınırken, hangi adaleti sağlamak ister ? başta taarif ettiğimizi
mi, yoksa kendisinin bilidiği adaleti mi ? Bunlar,
sevgili okuyucu, kafamın içinde, adalet duygugmu sorgularken,
sürekli sorduğum sorular. En az bir kere sende sormuşsundur.
Ve bu bence çok doğal, hatta bütün insanlar
sormalı !
‘’ İyilik de kötülük de insanın içinde … ‘’
İnsanlar karmaşık varlıklardır, cok karmaşık. Hem
olumlu hem de olumsuz davranışlara yatkındırlar, ve hayat
bizi devamlı bir şekilde, bu ikisi arasında seçim yapmamız
gereken durumlarda bulundurur. Aslında iyilik de kötülük
de insanın içinde, ama bizi bilirleyen, ayıran şey seçimlerimizdir,
hangisini daha beslediğimizdir. Yalnız bu ikişinin
arasındaki çizgi çok incedir, onu aşmamak bazen zordur.
Yani insan hep prinsiplerine, inançlarına, ve toplumunun
kurallarına uyarak içindeki kötülüğe yenilmiyor bir çok durumda.
Ama konu adaletse, orada hisler, duygular mantğın
yerine devreye girer, sonra insan hayatı boyunca kötülük
diye bildiği şeyleri sadece kendi adaletini sağlamak için
yapar, ve maalesef haklıyken haksız yerine düşer.
‘’Adalet kılıcının kör olduğu yerler…’’
Yargı sistemleri haklarımızı hurriyetlerimizi korumak
amacıyla icad edilmiştir. Ve insanlar buna inanarak,
gündelik yaşamlarını güvenliklerini az çok dert etmeden
sürüyorlar, ve huzurları ihlal edildiğinde adalete sığınıyorlar.
Fakat adalet kılıcının suçları cezalandıran ve toplumsal
güven sağlayan keskinliği olduğu kadar, kör olduğu
yerleri da vardır. Çünkü adaleti sağlamakla görevlendirilen
kişilerde insan sonuçta, ve onların da bir çok sebepten
kaynaklı hataları, kaymaları olabilir. Peki haksızlığa
uğrayan insanlar, adaletin sağlanmasını beklerken, yeni
bir haksızlıkla karşıya gelirken ne yapmalı ? O hissi yaşamadan
cevap vermek kolaydır aslında, ama o anda hayat
tarafından tokatlanan insan, bütün bildiği ezberlediği adalet
tanımlarından vazgeçip, kendi bildiği adaletini saplamakla
uğraşır artık. Kimi legal yollardan vazgeçmeyip yürür,
kimi karanlık tarafına geçip. Ama hedef aynıdır.
‘‘Hayattaki en zor şey, geçeceğin köprülerle
yakacağın köprüleri ayırt etmektir…’’ (Yargı dizisi -
20.bölüm - açılıs sözü)
Yönetmenliğini Ali Bilgin'in üstlendiği, senaryosunu
Sema Ergenekon'un kaleme aldığı, ve Türk dizi tarihinin
en iyi yapımlarından biri olan Yargı dizisi bu makalede
sunduğum bütün sorguların kaynağıdır benim için sevgili
okuyucu. Çünkü dram, psikolojik gerilim, polisiye ve suç
türündeki olan bu dizi sadece ana karakterlerinin yani Ilgaz
ile Ceylin’in hikayesini değil, genel olarak insanın içindeki
adalet duygusu ile kötülüğün sonsuz kavgasını, ve hayatın
bizi geçeceğimiz köprülerle yakacağımız köprüleri ayırt etmek
durumunda bıraktığı zamanların olduğunu da anlatır.
Ve, iki sezon boyunca, muhteşem senaryosu ve
oyuncu performanslarıyla, YARGI beni her bölüm sonunda
‘’Ben yerinde olsam ne yapardım ?’’ sorusuyla karşı karşıya
getirmekte sonrada değerlerimi ve doğru bildiklerimi
sorgulatmakta başardı !
‘’İnsanı ateş değil kendi gafleti yakar ; herkeste
kusur görür kendisine kör bakar’’, o yüzden herbirimiz
başkalarda suç aramaktan kendisinin kör körüne inandığı
değerlerini sorgulamaya geçerse, içini tahmir ederse, ve
Koca Allah’ın adaletine inanırsa, sadece içi değil, tüm
dünya huzur bulur.
SALMA ACHOUAL - FAS
Hayatımızda kendimize verdiğimiz değer,
hayatta başarılı olmamızı etkileyen en önemli
faktörlerden biridir. Kendini sevmek, insanın
kendisiyle barışık olması anlamına gelir. Ya
kendimiz için hiçbir şey yapmasak ama her gün
başkaları için fedakârlıkta bulunsak, o anda nasıl
hissederdik, sadece onlar bizi desteklediğinde
mi harika hissederdik ?
Siz kendin için bir şey yapamıyorsanız, kim sizin
için bir şey yapacak ?
Siz kendin için bir şey yapmasanız, sana kim
yardım edebilir gerçekten ?
Eğer başkaları için önemli olmadığını
düşünüyorsanız, önce şunu sormalısınız:
Kendim için önemli miyim ?
Kendinden başka kimseye ihtiyacın yok, bu
konuyu en iyi özetleyen kişi, rapçi, besteci, söz
yazarı ve popüler erkek grubu BTS'in lideri Kim
namjoon, RM şarkısında “어긋 (Uhgood)” şöyle
söylüyor : “Tek ihtiyacım olan benim, biliyorum,
biliyorum, tek ihtiyacın olan sensin”.
En kötü gününüzü düşünün, tek başınıza
atlatmadınız mı? Düştünüz, tek başınıza
kalkmadınız mı? Doydunuz, tek başınıza
ağlamadınız mı ? Soruyorum size : değmeyecek
insanlar için kendinize yeterince haksızlık
yapmadınız mı ?
İnsanlar gelip gider, unutmayın, kimse sizi sizden
daha fazla düşünmeyecektir, düşeceksiniz,
56 57
kendi başına kalkacaksınız. Yararlanacaksınız,
yaralarını kendin saracaksın. Tüm o acıları yine
tek başına yaşayacaksınız. Sarılmaya ihtiyacın
olacak, kendine tekrar sarılacaksınız “Kimseye
ihtiyacım yok, her şeyi ben halletim, artık
hiçbir beklentim yok, kimse yoksa ben
yanındayım, kimse seni sevmiyorsa, ben
seviyorum”.
Zor zamanlarda kendinize destek olmak için
önemlidir. Kendine sevgi dolu bir şekilde
konuşarak, kendinize şefkatli bir dil kullanmayı
öğrenirsiniz.
Olumlu kendi kendine konuşmanın birçok
faydası vardır. Kendisine daha fazla güvenir ve
daha az stres yaşar. Kendinizi gerçekten sevmek
için kendinize zaman tanımalı, saygı duymalı ve
anlayış göstermelisiniz. Kişinin kendisine güven
duygusunu arttırır ve başarıya ulaşmak için
gerekli olan motivasyonu sağlar. Kendi kendinize
olumlu cümleler kurmanız faydalı olacaktır :
"Bunu başarabilirim, sorun değil yapabilirim,
teşekkür ederim." gibi.
Başkaları için hiçbir şey ifade etmeyen bilirsiniz.
Kimse tarafından sevilmiyor olabilirsiniz. Ama
endişelenmeyin, kimse sizden daha değerli
değildir ve bu hayatta sizin gibi başka kimse
yoktur. Kendinize iyi davranırsanız, anlayış ve
şefkat gösterirseniz, diğer insanlar kötü olsa bile,
bu sizi çok fazla etkilemez.
Sanıyoruz bu konuyu en iyi özetleyen kişi,
komedyen ve yazar Franklin P. Jones. Şöyle
söylüyor : “Kendi kendinize konuşmanın bir
faydası, en azından birilerinin sizi dinliyor
olduğunu bilmektir “. İşte tam bu noktada,
kendine iyi davranmak öğrenilmesi ve aktif olarak
uygulanılması gereken bir hayat felsefesi.
iyi ki varsınız
Kendine iyi davran güzel insan,
YOSR SAFTA - TUNUS
AYYILDIZ | 11. Sayı
Umut olmadan, hayat olmaz …
Merhaba arkadaşlar, ben Amira. Kalbi için en değerli
şeylerden bahseden kızdır ve bu sefer sizinle
umutlu bir kız olarak konuşuyorum. Arkadaşlarım, bu
sefer umut hakkında konuşalım çünkü ben her zaman
umudun mucizelerine inanıyorum. Aslında bu yazıyı
yazarken, umutsuzluk hayatıma çok ağır geliyor ama
her şeye rağmen umut ile ilgili yazmak istedim çünkü
yaşadığımız kötülükler bizi iyimser olmaya ve Allah'ın
rahmetine inanmaya etmeliyiz, Allah bir gecede her
şeyi değiştirebilir. Arkadaşlar benim gibi karanlıktan
ışığa çıktığına ve umudun dört bir yanımızda olduğuna
inanın, sadece inanın lütfen. Aslında, umut hayat verir
diyebiliriz, olmazsa onu kaybedebiliriz özellikle en zor
durumlarda.
Camus'un en sevdiğim yazarlardan biri dediği gibi
“umudun olmadığı yerde, onu icat etmeliyiz”. O
zaman icat edin arkadaşlar ! O zaman iyimser olmaya
devam edin, size bunu söylüyorum çünkü ben hayatın
zorluklarından asla vazgeçmeyen o kızım. Umutsuzluğa
asla teslim olmadım, inanın bana umut olmadan hayat
olmaz ! Umut sizi hayatta ileriye taşır ve hedeflerinize
ulaşmak için güçlü olmayı ve kararlı olmayı öğretir.
Umudun var olduğu gerçeğini sevmeliyiz ! Hayatınızı
asla bu değer olmadan hayal etmeye çalışmayın, hatta
umutsuz yaşamak hayatta amaçsız yaşamak gibidir
diyorum. Her birimizin içinde umut kavramı taşıdığına
dair kendinize, sadece kendi içine bakmalısınız!
Umudun her yerinde olduğunu bilin! Hatta gücünün
size her zaman ilerleme isteği verdiğini her zaman fark
edebilirsiniz. Doğru mu ? Umudun gücüyle hayatta
yıldızlar gibi parladığınızı görebilirsiniz. Bunu hep
hissettim ve farkettim özellikle de tüm kötülüklerden
sonra her şey iyi olunca. O zaman hayatınızda en
az bir kez umuda olan inancının onu kurtardığını
kimse inkar edemez. Umudun gücü sayesinde daha
hoş, daha huzurlu insanlar oluyoruz. Arkadaşlar, bu
kutsal değer, alışkanlıklarınızın bir parçası olmalıdır,
umudun mutluluğunuzla bir bağlantısı olmalı. Hatta
hayatın zorlukları sizi iyimser olmaya devam etmeye
zorlamamalı çünkü her zaman mutlu ve iyimser olmak
için bir sebep bulmalısın. Aile var, arkadaşlar var,
siz varsınız, Allah adaleti da var... O zaman iyimser
olmaktan asla utanma ! Asla ...!
Son olarak umut benim için en olumlu duygu
diyebilirim. Sizin için de öyle olmalı... Aslında
pozitiflikten bahsetmişken sözlerim umut hakkında
çok olumlu geliyor ancak bazen bizi karamsarlığa
sürükleyen zor durumlar yaşayabiliriz ama ben böyleyim
her şeye rağmen her zaman iyimser ve pozitif olmaya
çalışıyorum. İyimser olmaya devam etmek için size bu
küçük sözlerle söylemek istedim çünkü sonunda hiçbir
şey umut etmeyenin hiçbir şeyi yoktur. Sadece hayata
iyi tarafından bakın! Arkadaşlarım her zaman umut var,
bunu asla unutmayın! Onu asla kaybetmeyin lütfen...
AYYILDIZ | 11. Sayı
Biyolojik saatın akrepleri aynılık ...
Psikoloji zamana özel önem veriyor; o pusulayı insanı doğru yola
yönlendiriyor ve bu şeyleri bir insanın beyni onu tercüme için
çalışıyor ve maksadı doğru bir şekilde anlatmak. Zaman, bize
günlükü faaliyetlerde belli tembihller veriyor, zihin da aynı şey
tekrar ediyor ve tam zamanındaki olayları acayıp bir şekilde tahmin
ediyor. Bizim aklımız iki kısım olarak bölünüyor : sağ ve sol. Her
bölüm kendine ait görevleri var, halbuki zihindeki duygusal yanı
sağ tarafıdır ama artistik ve entelektüel yanı sol tarafıdır.
Çoğumuz dar bakışla saatin akreplerine baktık, düzenlemede
işlerimizin akışları ve görevleri kısalmış ve onu bize gelen beyan
mektuplarından uzaklaştıran şeyleri ve ondan müjdeyi ve ondan
hidayet telkinlerini unuttuk, onun uzak ya da yakın geleceği olabilir.
Uyanmak için bir alarm saatı itibar edilmiş gibi, o da bir alarm
bir tehliketen bize çevleriyor onu bilmiyorduk henüz ve onu fark
edemidik.
Bu fenomene biraz dikkat çekilse ve birçok insan buna dikkat etmese
de, ancak son zamanlarda bu fenomenin sürekli başlangıcı oldu
ve 2022'nin bir ay içinde sonuydu. Beni böyle güvensizliklerden
kurtarması dikkat çekiciydi, onu araştırmak ne demek; Peki mesajlar
bu fenomenin anlamlarını nasıl somutlaştırıyor? Saatin akrepleri grup
benzerliği fenomeni arasında pek çok anlam karışıyor ki elektronik
sitelerde birkaç yazı var, en önemlisi "senin hayatın" sitesi ile
"benim sitem" sitesi ve "net mısırlı" sitesi, akreplerin benzerliğinin
onu gizlediği saatin sırlarını ortaya çıkaran ve fenomeni açıklayan
siteler.
Benim sevgili « Amcık »
Seni hep sevdim ve yanımda olmanı diledim
Seni çok üzülüyorum
Bakışlarını fisiltilarini özledim
Seninle olmayı özledim
Sen benim her şeyimi anlattığım arkadaşımsın
Sana her şeyi anlatıyordum
Sen benim ruhumdun ve kızımdın
Seni tekrar görmek istiyorum
Nereye gidersem gideyim beni takip ediyordun
Beni arıyordun ve beni bulduğunda yanıma
oturuyordun
Benim sevgili “Amcık”
Ne yazık ki insan hayvanlara karşı acımasızdır
Bir hayvanım ruhun bir parçası olabileceğini çok
az insan biliyor
Sıkıntılı zamanlarda neşe yaratabilir
Hayvan hayatın bir parçasıdır
Bir hayvanın içinde kaç kişi bulduk
Ve kelimenin tam anlamıyla kaç hayvan insandı
Benim sevgili “Amcık”
Bir insan nasıl bu kadar acımasız olabilir
Güvenle yaşamaktan başka bir şey istemedi
Kelimenin tam anlamıyla kaç hayvan insandı ?
Kaç hayvan kahraman kurtarıcı ve yoldaştı ?
Zayif bir hayvana zalimce davranmak kibarlik
değildir
O nazik ve güzel bir varlıktır
Benim sevgili “Amcık”
Seni çok özledim
Ben seni asla unutmadım….
Günümüze dair bize verdiği tatlı anlamlardan bazılarını size
ondan aktarayım:
10 :10 :sen ne istiyorsan gerçekleşmek için fırsat kazanacaksın:
katalıtık bir fenomen
19 :19 :iş yerinde başarılı olacaksın : mutlu başarı
12 :12 : aşk olacaksın: romantik fenomen
08 :08 :ihtiyatlı kayıpdan senin işinin gerek vardır : alarm
09 :09 :hırsızlıktan senin mülk himaye gereceksin vardır: alarm
AMİRA SDİRİ - TUNUS
JİHEN HAMMADİ - TUNUS
AMENY HOUİMLİ - TUNUS
58 59
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Kendine güven hem fiziksel hem de psikolojik sağlığı
korumak için çok önemli bir özelliktir çünkü bundan
zevk almak kişinin aile, özel ve profesyonel yaşamında
başarılı olmasına yardımcı olur. Peki özgüven nedir
? Faydaları ve onu geliştirmek için atılması gereken
en önemli adımlar nelerdir ? Bir insan onu nasıl elde
edebilir ve ondan nasıl zevk alabilir ? Özgüven ve
kibir arasında bir fark var mı ?
Bu yaştaki hemen hemen tüm insanlar özgüven
kazanmaya, yeteneklerini ve bilgilerini artırmaya
çalışırlar. Bu özellik, bedensel, kişisel ve düşünsel
tüm olumsuzlukları ve olumlulukları kabul etmek,
onlarla birlikte var olmak ve hatta bunlarla gurur
duymakla temsil edilen güçlü bir kişiliği farklı kılan
en önemli özelliklerden biridir. Kendine güven ve
karakter gücü, bir kişinin elde etmek istediği tek
şeydir çünkü bunlar, hayatın her alanında, sosyal,
aile, eğitim ve profesyonel başarının anahtarlarına
sahip olmak isteyen herhangi bir kişide bulunması
gereken iki niteliktir.
Özgüvenin tanımı nedir ? Sözlükte özgüvenin
tanımı “kişinin yeteneklerine, niteliklerine ve olayları
değerlendirmesine olan güvenidir.” Psikolojide
kendine güvenen kişi, kendine saygı duyan ve değer
veren, seven kişi olarak tanımlanır. Kendisine ve ona
zarar vermeyen, yeteneklerinin farkında olan ve doğru
kararlar verme yeteneğine güvenen. Özgüven, bir
kişinin kendine güveni ve yeteneklerine, niteliklerine,
muhakemesine ve genel olarak kendisine olan güven
duygusu olarak tanımlanır. Bu özellik aynı zamanda
bireyin yeteneklerine ve kararlarına olan güveni veya
günlük hayatın zorluk ve gereksinimleriyle başarılı
bir şekilde yüzleşebileceğine olan inancı olarak da
tanımlanmaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak, kendine
güvenen bir kişi, iyimserlik, güvence ve hedeflerine
ulaşma, insanları ve ilişkileri kendine bakış açısına
ve özgüvenine göre doğru değerlendirme yeteneği ile
bilinir.
Çekici bir kişilik oluşturmak için ne yaparsınız ?
Çekici ve güçlü bir kişilik inşa etmeden önce kendine
güvenmeyi gerektirir, ondan sonra başkalarının sana
güvenmesi ve aranızda saygı ve anlayışın hakim
olmasını gerekir. Özgüven zor değil ve ondan sonra
aynı kişi üzerinde getirisi çok büyük yani yalnızca
aşağıdakilere dikkat etmeniz gerekir :
Dış görünüş : Bir insan gözünü üzerinize diktiği
ilk anda kiminle muhatap olduğunu hemen anlar.
Çoğumuz çevresindeki insanları görür ve dış
ÖZGÜVEN
görünüşlerinden bu kişinin işini tahmin ederiz. Bir
kurumda ağırbaşlı ve giyimine çok önem veren birey,
bu kurumun yöneticilerinden veya kurumun etkili
kişilerinden biri olduğu kanaatimizce dış görünüşe
özen göstermek yarı yarıya azalır, insanların kalbine
ulaşmanın yoludur…
Sözcükler ve sözcük dağarcığı : İster doğaya uygun
olmayan bazı sözcükler kullanarak, ister konuşma
biçimi ve ses tonuyla olsun, insanların uygunsuz bir
şekilde konuştuğunu duyduğumuzda her zaman ve
sonsuza kadar tekrarlanan bir söz. Aile üyeleriniz
ve yakın arkadaşlarınızla seçtiğiniz ses tonu,
işteki meslektaşlarınız arasında konuştuğunuzdan
tamamen farklıdır ve ayrıca çalıştığınız şirkette
yöneticilerle bir toplantıya katılırsanız, her pozisyon
için büyük ölçüde farklılık gösterir, bu yüzden
sözlerinize ve ses tonunuza dikkat edin, rafine ve
resmi kelime dağarcığı kullanmayı öğrenin ve sakin
konuşup hareket edin, bu insanların kalplerine dış
görünüşten sonra ikinci girişidir.
Göz teması : Bu iletişim sihir etkisine sahiptir. Sizinle
konuşurken bakışlarınız sayesinde karşınızdakinin
sizi dinleyen saygın biri olarak görmesini sağlar.
Karşınızdaki kişiyi göz teması ve abartılı dinlemek
onu konuşmaya daha açık hale getirir ve bundan
sonra işlemlerde daha güven verilir.
Özgüveni artırmak için 9 adım; Birçoğu özgüven
eksikliği probleminden muzdariptir, bu 9 adım,
bu önemli özelliği kazanmaya ve kişiliğin gücünü
artırmaya yardımcı olur :
1 -
Olumsuz ruhtan uzak durmak : Olumsuzluklar insan
kişiliğini zayıflattığı için, diğerlerine ve durumlara karşı
olumlu davranma ve büyük ölçüde olumsuzluktan
uzak durma, ayrıca her türlü sorunu çözmeye istekli
olma kişiliği güçlendirmeye yardımcı olan yollardır.
2 - Elde edilenlere bakıldığında : Zaman zaman
elde ettiğiniz başarıları hesaplamak önemlidir,
çünkü bu davranış özgüveni artırır ve elde ettiğiniz
olumluluklardan gurur duymalısınız ve bunu yapmak
mümkündür. Bu eylemlerin bir listesini tutun ve bunları
saklayın ve arada bir gözden geçirin. Özgüveni geri
kazanmaya ve güçlendirmeye yardımcı olur.
3 - İbadet : İbâdetleri yapmaya hevesli olmak ve Allah'a
yakınlaşmak, istikrar ve iç huzuruna, dolayısıyla
özgüvenin artmasına neden olduğu için çok
önemlidir, çünkü özgüven eksikliği yaklaşmamaktan
kaynaklanır. Allah'a yönelmek ve ibadetlerden
uzaklaşmamak lazım.
4 - Güçlü yönlerinizi fark edin : Güçlü yönlerinizi bilin
ve güçlendirmeye çalışın. Yeteneklerinizi de bilmeli
ve onları daha iyi geliştirmelisiniz.
5 - Hedef Belirleme : Hedefleri ve onlara ulaşmak için
atmanız gereken adımları belirleyin ve bu hedeflerin
büyük olması önemli değil, küçük olabilir ve onlara
ulaşırken başka arayışlar içinde olmalısınız. Hedefler,
özgüveninizi artırmaya değer ve bunlar aracılığıyla
çeşitli görevleri yerine getirebilirsiniz.
6 - Kendi kendine olumlu konuşmak: Olumsuz şeyleri
düşünmekten kurtulmak ve kendi kendine olumlu
şeyler hakkında konuşmak çok önemlidir ve kendine
güvenen biri olmak koşuluyla yakın bir arkadaşa
başvurarak onunla konuşmak mümkündür.
7 - Kendine bakmak: Kişinin sağlığı kötüyken
kendinden memnun olması zordur, bu nedenle uyku
sırasında biraz dinlenerek sağlığına ve kendine
bakmaya özen gösterilmeli, yemek yemeye özen
gösterilmelidir, özgüveni güçlendirmeye ve inşa
etmeye yardımcı olan sağlıklı yiyecek ve egzersiz
türleridir.
8 - Eğitim kursları : İnsani gelişim alanında, bu alanda
uzmanlaşmış eğitmenler aracılığıyla özgüveni iyi bir
şekilde geliştirmeye yardımcı olan eğitim kurslarına
başvurmak mümkündür ve bu kurslarda bununla ilgili
özgüven testi ve alıştırma türleri ve dersleri vardır.
9 - Sosyal katılım : Başkalarıyla birlikte sosyal
aktivitelere katılım, özellikle pozitif insanlarla birlikte
olduğunda özgüveni artıran önemli bir noktadır,
bu da özgüveninizi etkileyebilecek zayıflıklardan
kurtulmanıza yardımcı olur.
Özgüvenin faydaları nelerdir ve onu nasıl geliştiririz?
Özgüvene sahip olmanın kişinin aile, özel ve iş
hayatında başarılı olmasına yardımcı olduğu
kesindir çünkü etrafınızdaki baskılarla, streslerle ve
zorluklarla daha iyi başa çıkıyorsunuz. Aile düzeyinde,
arkadaşlarda veya işte başkalarıyla daha güçlü
ilişkiler kurun. Odaklanma yeteneğini ve görevleri
yerine getirmeye daha fazla bağlılığı geliştirerek
işteki performansı iyileştirmesini sağlar. Daha fazla
cesaret ve daha az endişe ve olumsuz düşünceler.
Artan enerji, teşvik ve pozitiflik, basitçe daha mutlu
olmak, yeni şeyler denemeye daha istekli olmak. Bir
terfi için başvuruda bulunup bulunmadığınız veya
bir yemek kursuna kaydolun. Kendinize inanmak,
kendinizi oraya götürmenin anahtarıdır ! Yeterince
iyi miyim, değil miyim diye endişe ederek zaman
ve enerji israf etmek yerine, enerjinizi hedeflerinize
ulaşmaya adayın ! Sonuçta kendinize güvendiğiniz
zaman işinizi daha iyi yapacaksınız.
Özgüven ve kişisel gücün önemi : Güçlü bir
kişilik herkese çekici gelir. Hiçbirimiz zayıf bir insanı
sevmeyiz, gücümüzü her zaman etrafımızdaki güçlü
insanlardan alırız. Ancak kişisel güç asla adaletsizlik
veya tahakküm ile bağlantılı değildir. Aksine
kişilikteki güç sahibini olmaya iter adildir ve haklının
kınamasından korkmaz ve güçlü bir kişiliğe sahip
kişi hayatın sorunlarına uyum sağlayabilir ve onları
farklı bir şekilde kabul ederek asıl amacına ulaşabilir.
Hayattaki amacı, önündeki engellerin onu onlardan
uzaklaştırmasına ve en basit ikilemler karşısında
teslim olmasına izin vermemesi ve birçok insanın her
zaman kişiliğini geliştirip onu güçlü ve dokunaklı bir
kişiliğe dönüştürmeyi arzulamasıdır.
Sonunda, güçlü kişilik, nerede olursa olsun herkesin
dikkatinin odak noktasıdır, çünkü çekicilik ve karizma
esas olarak kişinin kendine olan güvenine ve iç
gücüne bağlıdır. Güçlü bir kişilik dış etkilerden ve
çevredeki konuşmalardan daha az etkilenir. Güçlü
bir insan insanların eleştirilerine aldırış etmez çünkü
gücü içten gelir ve özgüvenini desteklemek için bir
dış güce ihtiyaç duymaz ve zorluklara rağmen dimdik
durabilir.
SYRİNE AKRİMİ - TUNUS
60 61
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
KIRSAL ASLAN
Faslılar için o "kırsalın aslanı" ve Fas kırsalı halkı için
"Sidi Mohand" babasıdır ve tarihsel olarak o, Mohammed
bin Abdülkerim el-Hattabidir. Yıllık Muharebede
işgalciye ve en güçlü sömürge güçlerinin fatihine karşı Fas
direnişi. Tüm bu unvanlar arasında Mücahid Muhammed
ibn Abdülkerim el-Hattabî, Fas'ın yirminci yüzyılın ilk
yarısında işgalcilere karşı direniş tarihinde bir kilometre
taşı olarak kabul ediliyor, kendisini bilen kahramanlıkların
ve tarih kitaplarında bildirilen asil ahlakın yanı sıra, Kırsal
kesimdeki insanların ve tüm Fas halkının zihninde hâlâ
kökleşmiş olan sebat ve metanet sembolizmini temsil edebildi.
Muhammed bin Abdülkerim el-Hattabî 1882 yılında
doğdu. Ajdir kasabasında, kırsal dağlar arasında
(kuzey). Içinde fes Dönemin Fransız Savaş Bakanı Paul
Banofby'nin tanımladığı gibi, çünkü "hala köylünün baskı,
baskı ve yağma altında yaşadığı feodal birimlere bölünmüştü."
Bu ülke genel kaosa ve yolsuzluğa ev sahipliği
yapıyordu. Kolay av gibi görünüyor, beraberinde savaşın
alevlerini taşıdığı ve Avrupa ülkeleri arasında onu tutuşturmakla
tehdit ettiği için. Bu ülke kaosa ve genel yolsuzluğa
ev sahipliği yapıyordu ve kolay bir av gibi görünüyordu,
bu yüzden savaşların alevlerini beraberinde getirdi ve
Avrupa ülkeleri arasında onları ateşlemekle tehdit etti.”
El Hattabi'nin ailesi, ülkedeki kötüleşen bu durumdan
çok uzak değildi. Ne de o sırada büyümeye başlayan
sömürge hırsları. Peder Abdülkerim el-Hattabi profesyonel
bir yargıçtı. O topraklarda ve o dönemde çeşitli otoriter
bileşenlerle iç içe geçmiş siyasi bağlara sahiptir ve onu
bu kayıp durumundan çıkarmanın gerekliliğine inandığı
Fas olan büyük bir endişesi vardı. Bu, baba Abdülkerim'i,
çocuklarının bu durumu düzeltebilecek niteliklere sahip
olacak şekilde donatılmasını sağlamaya sevk etti. Bir de
Fez'deki Karaviyyin Üniversitesi'ne ilim tahsil etmek için
gönderilen Muhammed'e olan nefreti vardı. İdris Al-Khattabi'nin
anlattığı yerde, Mücahid Muhammed ibn Abdülkerim
el-Hattabî'nin oğlu, gerçek şu ki, hukukçu Abdülkerim,
oğlu Muhammed'in gerçek öğretmeniydi. Hukukta ve
genel olarak dinde, vatan sevgisi ve siyasettir.
Ancak, işgalci yetkililer taşrada kendi yetkilerinin üzerinde
bir otorite olmadığını düşündükleri için baba
ve oğul arasındaki bu bağ uzun sürmedi ve onun sözünden
başka söz duyulmaz, bu, Abdülkerim el-Hattabî'nin
Ağustos 1920'de zehirlenerek öldürülmesi için yeterli bir
sebepti. Fikirleri, kırsal kesimdeki aşiretler arasındaki
büyük sembolik konumu ve direnişte gösterdiği kararlılığı
nedeniyle oldu ve ölümünden önce, Abdülkerim el-Hattabi,
oğlu Muhammed'e vasiyet bıraktı, içinde şöyle dedi:
“Birkaç gün sonra Rabbime ve Yaratıcıma gidiyorum. Size
tavsiyem, ülkenizi savunmanızdır. Çünkü işgalciler bizim
düşmanımızdır ve Allah'ın düşmanları da askerlerinin pabuçlarıyla
vatanımızı kirletmeye kararlıdır. Bu nedenle
kutsal göreviniz bu vatanın mülkiyetinden var gücünüzle
ilerleyin.”
Muhammed'in hayatı boyunca omuzlarında taşıdığı
bir emir, o zamanlar siyasete yabancı değildi. O
babasının sağ koluydu, çeşitli görevleri yerine getirdi,
örneğin: İspanyol Bouhamara'nın bağlantılarını araştırmakla
görevlendirildi, ayrıca kırsal kesimin direndiği
isyana karşı koymak için deponun hazırlıklarını denetlemesi
için onu Fez'e gönderdi. Hatabi ailesi, Bouhamara'nın
isyanına iki nedenden dolayı direndi: İlki, Avrupa
sömürgeciliğinden yardım aradıktan sonra Bouhamara'nın
emellerinin açık bir oportünizm olduğudur ve bu çağrı,
Rocky'nin Fransız ve İspanyollara ülkenin madenlerini
işletme sözleşmeleri vermesine mal oldu ve böylece işgalciye
orada bir dayanak sağladı.
Muhammed bin Abdülkerim el-Hattabi, babasının
öldürülmesinden önce hayatının bir döneminde
iş amacıyla Melilla'ya taşınmıştı. Melilla'da kaldığı süre
boyunca Hattabi, oradaki çeşitli güç merkezleriyle siyasi
ilişkilerini güçlendirmeye çalıştı. Gizli işbirlikçilerden,
işgalcilere sığınan ve onlara başvuran Makhzen güç figürlerine,
Avrupalı politikacılara ve İspanyol ordusundaki askerlere
kadar ve bu ilişkiler aracılığıyla, El-Hattabî, ülkede
olup bitenleri ve yurt dışından çevrede konuşulanları çok
iyi biliyordu. Fas siyasi haritasının panoramik bir resmini
oluşturuldu, buna rağmen kararlı duruşundan ve ülkenin
birliğine ve bağımsızlığına yönelik her türlü tehdidi bertaraf
etme çabasından taviz vermedi. Böylece, tarihsel kaynaklara
göre, Bin Abdülkerim İspanya'da yaklaşık bir yıl
tutuklu kaldı. İspanyol devletine vatana ihanetle suçlanan,
Almanlar için çalışan bir ajanla iletişim kurmak, O, direniş
savaşçısı Abdülkadir el-Ceziri'nin torunu Abdülmelik'tir.
Buna göre prens, kuzeydeki İspanyol varlığını yenmek
için silah elde etmeyi amaçlıyordu.
Lideri olduğu için Fas topraklarının işgalcilerine karşı
bir grup savaşa katıldı kırsal savaş 1920'de İspanyol
General Manuel Silvestri, kuzey bölgesinin kara işgalinin
başlangıcı olarak Fransız kuvvetlerinin 1907'de doğudaki
Oujda'ya çıkarmasına benzer şekilde ordusunu Al Hoceima'ya
çıkarmaya çalışacak. Abdülkerim el-Hattabî'nin
direnişini tetikte tutan ve hüsranına sebep olan bir operasyon.
Kırsal direniş, İspanya'yı batıya dönmeye ve birliklerini
Atlantik kıyısındaki Asilah ve Larache'ye çıkarmaya
zorlayacak. Ancak bu boşluklardaki direnç o kadar
güçlü değildi. Bunun yerine lideri "Al-Raysuni" işgalciyi
yatıştırmayı ve sahada elde ettiği maddi kazanımları korumayı
başardı. Bir ihanette, köylüler kendilerini doğudan
batıya her yönden işgalci tarafından kuşatılmış halde bulmuşlar
ve güneyde 1912'den beri koruma sözleşmesiyle
Fransızların insafına kalmış olan dükkândan erzak aranmamıştır.
Aynı yıl Şafşavan'ın işgalinden sonra, İbn Abdülkerim
önderliğindeki taşra halkı ile sömürge orduları
arasında o zamanlar "Rif Savaşı" olarak bilinen doğrudan
çatışmalar çıktı. Mücahidlerin basit ve ilkel teçhizatla, geleneksel
tüfeklerle silahlandırıldığı, ancak çatışma ruhunun
hareketlerinde belirleyici faktör olduğu ve uzun süre
zaferle sürdürdükleri bir ittifakın garantörü olduğu çatışmalar.
Faslı araştırmacı Muhammed el-Arabi el-Masari, "Muhammad
bin Abd al-Karim al-Khattabi: «From the
Tribe to the Homeland » adlı kitabında, savaşın ilk döneminin
mükemmel bir taarruz dönemi olduğunu anlatıyor.
Mücahit grupları, düşmanın kamplarını kuşatmış
ve ona saldırmadan önce enerjisini tüketmişler, onu öldürdükten
sonra veya geceleri gizlice depolarına girerek
ondan çaldıktan sonra, çıplak ve yağa bulanmış olarak
düşmandan ele geçiriyorlar, gardiyanları varlıkları konusunda
uyaran bir sestir. Temmuz 1921'in ortalarında, Rif
Dağları'nda (Fas'ın kuzeydoğusunda), Anwal kasabasında
konuşlanmış İspanyol askeri garnizonunun tüm savunma
tahkimatları Faslı devrimcilerin eline geçti. Bu sömürge
kuvvetlerinin komutanı General Silvestri'nin ardından,
kırsal direnişin işgal altındaki Melilla şehri ile ikmal hatlarını
kesme tehditlerini küçümsedi.
Devrimcilerin lideri, tarihçilerin her zaman adlandırdığı
şekliyle “Kırların Aslanı". Muhammed bin Abdülkerim
el-Hattabî için acele edilecek bir şey yok, düşmanı
daha da zayıflatmak ve pervasızlığa itmek ve tahkimatlarını
terk etmek için yıpratma ve kuşatma. Sonunda, Abdul
Karim'in kuvvetleri yetersiz silahlanmış ve eğitimli
1.500 savaşçıyı geçmedi ve bu nedenle İspanyol garnizonuna
yapılacak herhangi bir saldırı, askerleri için intihar
ve direniş hareketi için infaz anlamına geliyordu. 24 Temmuz'da
İspanyollar, Abdülkerim el-Hattabi'nin önceden
bildiği ve ona hazır olma avantajı sağlayan bir saldırıda,
isyancı kampının çevresini uçaklar ve toplarla bombalamaya
başladı. Aynı günün akşamı, bir dizi paralı asker Mücahidlerin
siperlerine saldırdı, ancak liderlerinin düşüşü,
geri kalan paralı askerlerin savaştan çekilmesine, evlerine
dönmelerine ve yanlarında aldıkları silahları taşımalarına
neden oldu. Bu saldırının başarısızlığından sonra el-Hattabî,
Silvestri'nin Anwal'ın ötesine çekileceğinden emindi,
bu yüzden geri dönüş hattını kesmek ve devrimci birliklerin
yoğunlaşması ve pusuya düşmesi yoluyla İspanyolların
kontrolündeki merkezlere giden tüm yolları kontrol
etmek için emirler verdi, yükseklikler, tepeler ve ormanlar
üzerindeki kuvvetler, o anda öfkesine kapılan Silvestri,
Fas direnişiyle müzakere etmeyi reddederken, kuvvetlerinin
asilerin pusularını ve geleneksel tüfeklerini yakalayabilmesi
için rastgele geri çekilmeye karar verdi.
Tarihsel kaynaklar, yüksek bir zirvede ordunun
tezgahlardan çekilmesini izleyen Silvestri de dahil olmak
üzere 18.000'den fazla İspanyol askerinin bu savaşta
düştüğünü ve orada silahlı kişilerden biri tarafından fark
edildiğini ve bu yüzden ona doğru gizlice ilerlediğini ve
onu vurduğunu söylüyor, onu öldürüyor. Geri çekilmeyi
korumak için sadece Navarro adlı bir generalin liderliğindeki
bir birlik kaldı ve doğudaki direnişin kıskaçlarından
kaçmayı başardı. Abdülkerim el-Hattabî anılarında
Anwal'ın zaferinden bahseder: “75, 65 veya 77 kalibrelik
toplam 200 top, 20.000'den fazla top, sayısız mermi,
milyonlarca mermi, araba ve kamyon, ve gerekenden çok
daha fazla erzak, ilaç yenildi ve kamp malzemeleri ve
toplu halde, bir gecede bir ordu hazırlamak ve büyük bir
savaş yürütmek için ihtiyacımız olan her şey 700 esir yakaladık
ve İspanyollar ölüler arasında 15 bin asker kaybetti
ve yaralandı.
Savaşın gidişatını tahmin etmesini ve kuvvetlerini zafere
doğru yönlendirmesini sağlayan zekaya ve stratejik zekaya
sahip olan oydu. Esirlerine bile gösterdiği iyilik ve
merhamet onun güzel ahlâkına şehadet ettiği gibi. Tarih,
Aruit Dağı Muharebesi'nden sonra tutsak İspanyol General
Navarro'ya dinlenmek için yatağından ayrıldığını ve
tutsağının kendisine "Burada korkuyor musun?": "Neyden
korkuyorum? İyi muamele görüyoruz ve şikayet edecek
bir şey yok."
SİHAM LE MHOUOUD - FAS
62 63
AYYILDIZ | 11. Sayı
BİR TUNUSLU GÖZLERİNDEN « MEDİNA »
Tunus Medina’sında farklı faaliyet ve ölçeklere
sahiptir, aktörlerden oluşan gruplar vardır:
zanaatkarlar, lokantacılar, misafirhane sahipleri,
kitapçılar… Mdinti tarafından Medine zanaatkârlarıyla
işbirliği içinde çeşitli etkinlikler düzenliyor. Onların
tarafından düzenlenen faaliyertlerden şunlar:
• Zanaatkar Mohamed Ben Sassi’nin kırk yılı aşkın
bilgi birikimini kendi defterlerini yapmak isteyenlere
aktardığı cilt atölyesidir.
• Yasemin, portakal çiçeği, bergamot ve beyaz misk
gibi farklı içeriklere dayalı olarak erkekler ve kadınlar
için parfümler yaratan esnaf Zouhaier Ghorghar’ın
parfüm yaratma atölyesi.
ARAPÇA VE MALTACA MEDENİYETLERİ
Arapça ve Maltaca medeniyetleri, tarih boyunca
önemli bir rol oynamış ve farklı kültürel mirasları
temsil etmiştir. Bu makalede, Arapça ve Maltaca
medeniyetleri hakkında Türkçe olarak bilgi vereceğim.
ARAPÇA MEDENIYETI:
Arapça, Arap Yarımadası'ndan köken alan ve
İslam'ın kutsal kitabı olan Kuran'ın dili olan bir dil
olarak bilinir. Araplar, tarihsel olarak önemli bir rol
oynamış ve büyük bir medeniyet inşa etmiştir. İslam
dini, Arapça'nın gelişiminde büyük bir etkiye sahip
olmuştur ve bu dil, İslam dünyasında yaygın olarak
kullanılmaktadır. Arap medeniyeti, bilim, matematik,
tıp, felsefe ve edebiyat gibi birçok alanda büyük
ilerlemeler kaydetmiştir. Arap bilginler, eski Yunan
ve Roma eserlerini Arapça'ya çevirmiş, kendi bilgi
birikimlerini de ekleyerek yeni bir kültürel miras
oluşturmuşlardır. Bu dönemde, büyük şehirlerde
kütüphaneler, üniversiteler ve bilim merkezleri
kurulmuştur. Arapça, şiir ve edebiyat açısından da
zengin bir geleneğe sahiptir. Arap edebiyatı, binlerce
Arap ve Tunus müzik mirasını Tunus Medina’sının
kalbinde uyumlu bir ortamda canlandırmak için
şarkıcı Hassen Aguir ile Malouf seansı ve seramik
el sanatlarının yaratılması için çömlekçilik atölyesin
fotoğraflarını sizinle paylaşıyorum. Medina’da,
Fes yapma atölye, balgha yaratma atölyesi, Tunus
mirasını geliştirmek ve aktarmak için unutulmuş
gastronomi sanatı etrafında yemek pişirme atölyesi,
geleneksel giysi nakış atölyesi gibi birçok başka
atölye çalışması düzenleniyor… Tüm bu faaliyetler
Medine mirası etrafında dönmektedir ve Medine’yi
güzelleştirmek ve güzel görünümü ile herkese
sunmak amacıyla başlatılmıştır.
AZZA SOUAYAH - TUNUS
yıl boyunca süregelen şiir geleneğiyle ünlüdür. Ünlü
şairlerin şiirleri, Arap kültüründe derin bir etkiye
sahiptir ve hala günümüzde dikkate alınmaktadır.
MALTACA MEDENIYETI:
Maltaca, Malta adasında konuşulan resmi dildir ve
adanın tarih boyunca farklı medeniyetler tarafından
etkilenmiş olmasından dolayı çeşitli dil unsurlarını
içerir. Roma İmparatorluğu, Araplar, Normanlar ve
İngilizler gibi çeşitli kültürler, Maltaca'nın gelişimine
katkıda bulunmuştur.Maltaca, dil ve kültür açısından
farklı bir karışıma sahiptir. İtalyanca ve İngilizce
gibi diğer dillerden etkilenmiştir ve çeşitli kelime ve
deyimler bu dillerden alınmıştır. Roma İmparatorluğu
döneminde ada, Latin diline dayalı bir dil olan
Vulgar Latin'i benimsemiştir. Ardından, Araplar ve
Normanlar döneminde bu dil üzerinde farklı etkiler
olmuştur. Malta tarihi, antik çağlara kadar uzanır ve
ada üzerindeki medeniyetlerin izleri hala görülebilir.
Malta'da bulunan antik tapınaklar ve yapılar,
geçmişteki medeniyetlerin önemini yansıdır.
SOUKAİNA OULHİLA - FAS
AYYILDIZ | 11. Sayı
YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARI VE
İSLAM ÜLKELERİNDEKİ ÖNEMİ
Günümüzde enerji kaynaklarına olan talep artmakta ve
iklim değişikliği gibi çevresel sorunlar giderek daha
fazla önem kazanmaktadır. Bu durum, yenilenebilir enerji
kaynaklarına olan ilgiyi ve yatırımları da artırmıştır. İslam
ülkeleri, bu alanda büyük bir potansiyele sahiptir ve yenilenebilir
enerji alanında liderlik rolü üstlenebilir. Dünyada
yenilenebilir enerji sektöründe gerçekleştirilen önemli
başarıları düşündüğümüzde, örneğin, Almanya'nın güneş
enerjisi alanındaki gelişmeleri, Danimarka'nın rüzgar enerjisi
projeleri ve Norveç'in hidroelektrik enerji üretimi
gibi, İslam ülkeleri de benzer şekilde büyük adımlar atmaktadır.
Öncelikle, İran, güneş enerjisi potansiyeli açısından
büyük bir avantaja sahiptir. İran'ın enerji politikaları,
yenilenebilir enerjiye odaklanmaktadır ve ülke, güneş enerjisi
santralleri ve rüzgar enerjisi projeleri gibi alanlarda
önemli adımlar atmaktadır. İran'ın bu alandaki çalışmaları,
bölgedeki diğer İslam ülkelerine de ilham vermektedir.
Diğer bir örnek olarak Suudi Arabistan'ı ele alalım. Suudi
Arabistan, dünya çapında en büyük petrol rezervlerine
sahip olmasına rağmen, son yıllarda yenilenebilir enerjiye
olan ilgisini artırmıştır. Ülke, 2030 Yenilenebilir Enerji
Programı kapsamında büyük ölçekli güneş enerjisi projeleri
geliştirmekte ve bu alanda hızla büyümektedir.
Türkiye ise yenilenebilir enerji alanında öncü bir ülke olarak
dikkat çekmektedir. Türkiye, rüzgar ve güneş enerjisi
potansiyeli açısından büyük bir avantaja sahiptir. Ülke, yenilenebilir
enerjiye yapılan yatırımları artırmakta ve enerji
dönüşümü konusunda stratejik planlar geliştirmektedir.
Türkiye'nin bu alandaki çalışmaları, bölgedeki diğer İslam
ülkelerine ilham kaynağı olmaktadır.
Yenilenebilir enerji alanının önemi ve etkisi göz önüne
alındığında, bu alanda yapılan çalışmaların sadece
enerji güvenliği açısından değil, aynı zamanda çevresel
sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği gibi global sorunların
çözümünde de büyük rol oynayabileceği anlaşılmaktadır.
Yenilenebilir enerji kaynakları, fosil yakıtlara dayalı enerji
üretimine kıyasla çevresel etkileri daha azdır ve sürdürülebilir
bir enerji geleceğinin temelini oluşturur. Bu alandaki
çalışmalara genç ve vizyon sahibi bireylerin katkısı büyük
önem taşımaktadır. Gençler, yenilenebilir enerjiye olan
ilgiyi artırarak ve bu alanda kariyer yaparak İslam ülkelerinin
liderliğine katkıda bulunabilirler. Yenilikçi fikirler,
teknolojik gelişmeler ve işbirlikleri, bu alanda başarıya
ulaşmayı sağlayacaktır.
Ayrıca, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı
sadece enerji sektörünü değil, aynı zamanda ekonomiyi
de olumlu yönde etkilemektedir. Yenilenebilir enerji
projeleri, iş imkanları yaratır, yerel ekonomiyi destekler ve
enerji ithalatını azaltarak enerji bağımsızlığını sağlar. Bu
da İslam ülkelerinin kalkınmasına ve ekonomik güçlerini
artırmasına yardımcı olur. Gelecekte enerji talebinin artması
beklenirken, yenilenebilir enerji kaynakları bu talebi
karşılamada önemli bir role sahip olacaktır. İslam ülkeleri,
bu potansiyeli değerlendirerek enerji üretiminde ve kullanımında
sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşabilirler. Bu,
çevresel açıdan daha temiz bir dünya ve gelecek nesiller
için büyük bir kazanç olacaktır.
Sonuç olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının İslam
ülkeleri için büyük bir potansiyel taşıdığı ve bu alanda
yapılan çalışmaların önemli başarılar getirdiği açıktır.
Gençlerin bu alana olan ilgisini artırarak ve yenilikçi
çözümler üreterek, İslam ülkeleri enerji dönüşümünde
öncü rol oynayabilirler. Bu da hem çevresel sürdürülebilirliği
sağlamak hem de ekonomik kalkınmayı desteklemek
adına önemli bir adım olacaktır.
HASSAN YOUSEF AHMED AL-SAEEDİ - YAMAN
64 65
AYYILDIZ | 11. Sayı
Denizel İstilacı Yabancı Türler
Yabancı Tür Nedir ?
« Günümüzde biyoçeşitliliği tehdit eden en önemli etkenlerden biri biyolojik istiladır !! » (Vitousek ve diğ., 1997)
Egzotik, Taşınan, Yabancı, İşgalci, İstilacı, Doğallaşan (introduced, invasive, nonindigenious, non-native, Lessepsian,
alien, nuisance, egzotic, harmfull gibi) ifadelerinin tümü istilacı canlı türlerini nitelemek için kullanılmaktadır. İstilacı
yabancı tür, doğal yaşam dışına çıkan, yeni bölgeleri hızlı bir şekilde kolonize eden ve baskın popülasyonlar oluşturabilen
bir bitki, hayvan veya mikroorganizmadır (virüs, bakteri veya mantar). Oluşumu ve yayılması çevre, ekonomi veya
toplum için tehdit oluşturabilir. İstilacı türler, genellikle onları kontrol etmeyi ve kontrol altına almayı zorlaştıran belirli
özellikler nedeniyle yeni ekosistemleri kolonileştirmeyi başarır. Bu özellikler, farklı ortamlarda gelişebilme ve çok
çeşitli çevresel koşulları tolere edebilme, yüksek büyüme ve üreme oranları, doğal yırtıcıların bulunmaması ve farklı
gıda kaynaklarından yararlanma yeteneklerini içerir.
« Denizlerde bulunan bu türlere “denizel istilacı yabancı türler” denir. »
İstilacı yabancı türler nasıl geliyor ve taşınıyor ?
Akdeniz’deki İstilacı türlerden bazı örnekler !
Tunus
Türkiye
Akdeniz’deki istilacı türler !
Deniz istilacı türleri, Akdeniz’deki biyolojik çeşitlilik kaybının
ana nedenlerinden biri olarak kabul edilir. Ekosistemlerin
işleyişini derinden değiştirebilirler ve son yıllarda tanıtımları
arttığı için rahatsızlıklar daha da önemlidir. Etkileri çevre
üzerinde kendini gösterir, ancak ekonomi ve insan sağlığı
üzerinde de etkileri olabilir. Akdeniz’deki deniz türlerinin
5%’inden fazlası egzotik türler olarak sınıflandırılmaktadır.
Birçoğu istilacı olarak sınıflandırılır ve Akdeniz’in bir
havzasından diğerine farklılık gösterir. En çok sayıdaları doğu
havzasındadır ve bunlar esas olarak hayvan organizmalarıdır :
omurgasızlar ve balıklar, batı Akdeniz ve Adriyatik Denizi’nde
makrofitler hakimdir. Diğer türler tüm Akdeniz’i kolonize eder.
Türkçe isimler/Bilimsel isimler
Benekli karides (Metapenaeus monoceros)
yengeç (Libinya dubia)
mavi yengeç «Daeach» (Portunus segnis)
Katil yosun (Caulerpa taxifolia)
Balon balığı (Lagacephalus sceleratus)
Aslan balığı (Pterois miles)
Resimler
Denizel istilacı yabancı türlerle mücadelede en önemli yöntemler; yerleşmeden ve yayılmadan önce önlemek, erken tespit etmek
ve müdahale etmek, belli bir bölgeye yerleşmeleri durumunda ise sayılarını kontrol altında tutmak ve yayılma hızlarını azaltmaktır.
WAFA TRABELSİ – TUNUS
AYYILDIZ | 11. Sayı
İKLİMİMİZ ŞAŞIRDI
Herkes farkettiği gibi son yıllarda hava daha çok sıcak olmaya başladı,
bazı bölgelerde de sular önemli bir şekilde eksilmeye başladı, bir
noktadan sonra kuraklığa ulaşacağız. Bir de bazen ormanlarda yangınlar
çıkıyor, ve bu olaylar daha sık sık olmaya başladı. Aslında bunların
bilimli birnedeni var, bu fenomenin adını “küresel ısınma” yada “İklim
değişikliği”, ilk olarak iklim değişikliği tanıtmaya başlayacağız. 1700
yıldan sanayi devrimi sonra atmosfer’deki karbondioksit ortama 50%
yükseldi 280PPM’den 418 PPM’e 2023’de. IPCC göre fosil yakıt
kullanmayı yüzünden ser gazları havada daha fazla artıyor. İnsan
faaliyetlerinin yüzünden küresel sıcak ortalıma daha hızlı bir şekilde
artırmayı devam ediyor. Oysa sanayi öncesi döneme kıyaslayarak
şimdiye kadar sıcaklık 1,2°C ükseldi zaten, o da hiç hayırlı bir
alamet değil çünkü rapor üstüne rapor, IPCC (Hükümetlerarası İklim
Değişikliği Paneli), küresel ısınmanın sonuçları ve bunu sanayi öncesi
döneme kıyasla +1,5°C ila +2°C'lik dayanabiliriz sadece.
Şimdi ikinci olarak değişikliği nelerde etkiyebilicek. Sera gazları
konsentrasıyonu atmosferde ükselince ozon tabakasındakı gazları
etkiliyor dolayısıyla güneş radyasıyonu yere daha fazla girebiliyorlar
ve bu yüzden pol’dakı buzları eriyor ve deniz yüzünü yükseliyor, ayrıca
denizin çok önemli bir rolu var o da karbondioksitininden bir kısmını
emiyor mikroskobik plankton ve mikro organizma ile bu fenomeni
atmosferde karbondioksit dengini tütüyor ama denizde termal genleşme
sebep oluyor o da bir tarafa deniz seviyesini yükselmeyi diğer tarafa
denizdeki balıkları ve küçük planktonlar hayatını tehlikede atıyor.
Denizlerin assiditesinin yaklaşmak için yaklaşık 1000 yıl içindeki
denizlerdeki plankton turlerinin %50’si kaybettik. Bir ihtimal daha
ekleceğim o da yıllar sonra dünya’daki sahil şehirler sel basmak
yüzünden kaybetmemiz bir riski var. Diyoruz ki bir tarafta kuraklıktan
bahsediyoruz diğer tarafta sel basmaktan korkuyoruz. Şöyle bir
anlatığım yerde iki tane su turu varmış birisi tuzlu diğeri ise saf suyu,
bahsetildiği gibi deniz seviyesini yükselince sel basmak yapıyor
dolaysıyla saf suyu karıştırcak ve onun tuzluğunu bozacak o yüzden
kuraklıkla tehdidi yaşıyoruz.
Üçüncü iklim değişikliğinin nedenleri :
Enerji fabrikasiyonu: elektrik ve ısınma için en çok fosil yakılmasıyla
oluyor özelllikle petrolden, gazlarından ve kömurden, bu yüzünden
karbondioksit ve azot oksit emisiyonları atmosferde daha fazla
yükseliyor ve bunu dünya'yı örten ozon tabakasına etkiliyor ve
yerkürenin daha sıcak olmasına sağlanıyor. Enerji üretmeğin sadece
dörtte birinden yenilenebilir kaynaklardan geliyormuş o da rüzgar
enerjisi, güneş enerjisi ve diğerleri o da fosil yakıtların aksine havaya
çok az sera gazı veya kirletici maddeler salmıyor.
Ulaşım araçlarının kullanımı : Arabalar, kamyonlar, gemiler ve
uçaklar çoğunlukla fosil yakıtlarla çalışıyor. Sonuç olarak ulaşım önemli
bir sera gazı emisyonu kaynağıdır. Taşımacılık, küresel enerji kaynaklı
karbondioksit emisyonlarının neredeyse dörtte birinden sorumludur ve
eğilimler, önümüzdeki yıllarda bu sektördeki enerji tüketiminde önemli
bir artışa işaret etmektedir.
ürün imalatı: endüstri sektörinde çimento, demir, çelik, elektronik
bileşenler, plastik, giyim ve diğer mallar gibi ürünlerin imalatı için
üretmek fosil yakılmasından kaynaklanan emisyonlar üretir. Madencilik
ve diğer endüstriyel işlemler de inşaat sektöründe olduğu gibi gazları
serbest bırakır. Üretim süreçlerinde kullanılan makineler kömür, petrol
veya gazla çalışır ve plastik gibi bazı malzemeler fosil yakıtlardan
elde edilen kimyasallardan yapılır. İmalat sanayi, dünyadaki sera gazı
emisyonlarının ana kaynaklarından biridir.
Aşırı tüketim: yaşam tarzımız, ne kadar enerji kullandığımız,
nasıl dolaştığımız, ne yediğimiz ve ne kadar atık attığımız o da sera
gazı emisyonlarına etkiliyor. Bir de giyim, elektronik ve plastik
kullandığımızı de katkı buluyor. Dünyadaki sera gazı emisyonlarının
büyük bir kısmı bireylerle bağlantılıdır. En büyük sorumluluk zengin
insanlarada oluyor.
Binalara enerji temini: konut ve ticari binalar elektriğin yarısını
kullanıyor. Isıtma ve soğutmada aydınlatma, ev aletleri ve bağlı cihazlar
için elektrik, tüm bunlara kömür, petrol ve doğal gaz lazım. Bu binalar
önemli miktarda sera gazı salmaktadır.
Yemek üretimi: Gıda üretimi, ormansızlaştırma ve tarım ve otlatma
için arazi temizleme, sığır ve koyunların sindirilmesi, mahsuller için
gübre ve hayvan gübresi üretimi ve kullanımı dahil olmak üzere çeşitli
şekillerde karbondioksit, metan ve diğer sera gazı emisyonlarına neden
olurdur ve genellikle fosil yakıtlar kullanarak çiftlik ekipmanlarını veya
balıkçı teknelerini çalıştırmak için enerji kullanımı. Tüm bu faktörler,
gıda üretimini iklim değişikliğinin önemli bir itici oluyor. Ayrıca gıda
paketleme ve dağıtım faaliyetleri de sera gazı emisyonlarının kaynağı
olabiliyor.
Ormanların günlüğe kaydedilmesi : Çiftliklere veya meralara yer
açmak için yada başka nedenlerle ormanların kesiliyorlar ve bunu
emisyonlara tahfizediyor. Aslında ağaçların kesilince de depoladıkları
karbonu salıyor. Her yıl yaklaşık 12 milyon hektar orman yok oluyor.
Bildiğimiz gibi ormanlar karbondioksiti emmiyor, yani ormanların yok
edilmeleri aynı zamanda doğanın atmosfere emisyonları etkiliyor. Bu
ve tarım ve arazi kullanım birlikte, küresel sera gazı emisyonlarının
yaklaşık dörtte birinden oluyormuş.
Dördüncüsü iklim değişikliğinin etkileri:
Daha yüksek sıcaklıklar
Daha güçlü fırtınalar
Kuraklıklarda artış
Isınma ve yükselen okyanuslar
Hayvanların ve bitkilerin türlerini yok olması
Gıda kıtlığı
Sağlık risklerinde artış
Yoksulluk ve nüfus yer değiştirmeleri
Son olarak çözümler
yükselen sıcaklıklar yavaşlanması
fosil yakıtlardan durdurmak
yenilenebilir enerjiler geliştirmek
iklim şüpheci lobisini yenmek
ekonomik modeli değiştirmek ve yeşil bir ekonomiye ilerlemek
Güney ülkelerini dahiletmek
iklim diplomasısı desteklemek
küresel hareketleri desteklemek
ormanlarımızı korumak
100 % yenilenebilir enerjiye geçmek
herhangi bir yeni doruk projesini yasaklamak
fosil yakıtlara yatırım yapmamak
Tunus’ta herkes gibi güzel temiz ve sürünen yeryüzünde bir hayat
sağlamak için, derneklerle, halk haraketlerle ve bilinçlendirme
kampanyası ile sürdürülebilir kalkınma sağlam adımlara ilerliyor.
GHADA CHNİTİ - TUNUS
66 67
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
FARKLI COĞRAFYALARDA
OSMANLI ESERLERİ
Değerli okuyucular,
AYYILDIZ dergisinin 11.sayısındaki yazdığım
makaleyi büyük heyecanla size sunuyorum, iyi
okumalar dilerim …
Osmanlı döneminde, Osmanlılar her yere gidilmesi ile
kültürü, dili ve dini de bölgede yayılmaya başlamıştır
ve iz bırakmaya başarmıştır. Ben hep bu tarihi merak
ettim o yüzden bu konuda bazen araştırma yapıyorum,
Arap ülkelerde ve Türk dünyasında Osmanlılar nasıl
bir iz bıraktığını ve eserlerini hangileri olduğunu
bilip yazmak istedim. Geçen sayılarda, böyle gibi
konuları ele aldım öylece yeni bilgiler bilme fırsatım
oluyor ve aynı zamanda sizlere, değerli okuyucular,
böyle önemli bigiler dergimizde yazarak size aktırma
şansım oluyor, bu makalenin konusu ise «Farklı
Coğrafyalarda Osmanlı Eserleri». Haydi hep beraber
keşfetmeye başayalım …
Başta olmak üzere Bosna Hersek’teki Mostar
köprüsü ile ilgili anlatmaya başlıyoruz. Bu köprü,
Mostar kentinde Neretva nehri üzerinde yer alıyor, 24
metre yüksekliğinde, 30 metre uzunluğunda, 4 metre
genişliğindeki köprünün yapımında 456 kalıp taş
kullanıldı. Asıl Mostar köprüsü, 1566 yılında Mimar
Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Hayreddin tarafından
inşa edildi, o yüzden Osmanlı eseri olduğunu herkes
bilir ve zaten net bir şekilde görülüyor. Bu köprü, yıllar
boyunca turistik ve kültürel bir yer olarak bilinirdi,
mesela sporcular tarafından atlamak için kullanıldı ve
aynı zamanda bir efsaneye göre erkekler nişanlılarına
cesaretini ispatlamak için Mostar Köprüsü’nden atılırdı.
Yıllar sonra, 9 Kasım 1993 yılında Boşnak ve Hırvat
arasındaki gerçekleştiği savaş sırasında, Mostar
için büyük bir öneme sahip olan bu köprü, Hırvatlar
tarafından yıkılmıştır ve dev taşları nehrin sularına
gömülmüştür. Mostar Köprüsü'nün yeniden inşa
edilmesi için ilk adım, Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO), İslam Tarih, Sanat ve Kültür
Araştırma Merkezi ve Dünya Bankasının desteğiyle
1997'de atıldı. Araştırmalara göre, «Köprünün
yeniden inşası için Macar ordusu nehre gömülen
taşları tek tek vinç ile çıkarmış ve kullanıma hazır
hale gelmesi için temizlemiştir. Kullanılamayacak
kadar zarar görmüş taşlar için ise, zamanında orijinal
köprü yapılırken kullanılan taş ocağı kapalı olmasına
rağmen tekrar açılmış, yeni taşlar temin edilmiştir ».
Mostar Köprüsü’nün inşaatı tamamlandıktan sonra,
23 Temmuz 2004 yılında kullanıma açılmıştır, 2005
yılında UNESCO tarafından dünya mirasları listesine
alınmıştır. TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki Müellif «
MUHAMMED ARUÇİ » makalesinde şöyle yazıyor:
«Köprüden büyük övgüyle söz eden Evliya Çelebi
de o güne kadar on altı ülke gezdiğini, böyle yüksek
bir köprü görmediğini belirtir. Köprü hakkındaki
değerlendirmeleri Ayverdi’nin şu sözleri en iyi
şekilde özetler: “Bu köprü mimari dehânın terkibiyle
taştan yapılmış değil de muhayyilenin cisim halini
almasıyla meydana gelmiş gibi efsanevî bir mâna
ve ruh kazanmıştır” (Avrupa’da Osmanlı Mimârî
Eserleri II, III, 260). Köprünün üstün sanat özelliği
Hans Joachim Kissling’in şu sözleriyle de ortaya
konmuştur: “Kıyamet günündeki sırat köprüsünü bir
mecaz olmaktan çıkarıp elle tutulup gözle görülebilir
bir sembol haline, başka hiçbir eser hiçbir yerde
büyük üstat Mimar Hayreddin’in Mostar Köprüsü
kadar dile getiremez.” Osmanlı döneminde Mostar
ve Mostar Köprüsü hakkında yazılan şiirler Omer
Mušić tarafından Boşnakça tercümeleriyle beraber
yayımlanmıştır». Daha önce size sunduğum bazı
bilgilerin özeti AA hazırladığı fotoğrafta aşağıda
bulabilirisiniz :
Bu metinde sunacağım ikinci Osmanlı eserine
geçelim o da Makedonya’daki Üsküp Taşköprüdür.
Bu köprü, Taş Köprü adıyla anılıyor ama asıl ismi
Fatih Köprüsü ya da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü,
haliyle Fatih Sultan Mehmet döneminde 1451-1469
yılları arasında inşa edildi ve şehrin sembolü olarak
gösteriliyor. 12 ayaklı ve 220 metre uzunluğunda, 6
metre genişliğindeki köprü Makedonya’nın başkenti
Üsküp’ün ortasından geçen Vardar Nehri’nin iki
yakasını birleştiriyor. Bununla beraber, Makedonya’da
Osmanlı izleri net bir şekilde olduğunu başka bir kanıt
var o da Tarihi Türk Çarşısı, ayrıca bu köprü Üsküp
Belediyesi’nin logosunu da süslüyor. Üzücü olan şey
bu köprü birçok deprem ve savaşlarda zarar gördüğü
biliniyor, o yüzden birçok kez restorasyon geçirdi
ve şimdi yeni bir restorasyona ihtiyaç duyulduğunu
söylenir. TDV İslâm Ansiklopedisinin sitesine göre,
bu köprü üzerinde kitabeler bulundu : « Ta‘mîrini
görenler bu cisr-i bî-nazîrin / Tahsîn edip dediler çok
evvelkiden a‘lâ / Ta‘mîr olunmak ile yapıldı gönlü
halkın / Oldu hilâlî târîh ‘termîm-i cisr-i bâlâ » : Ebced
hesabıyla son satır hicrî 978/ milâdî 1579’a tekabül
etmektedir (Ayverdi III (1981), 302) VE « Sultan
Murâd-ı sânî eyledi bu cisri evvel / Tevsîi etti ferman
Sultan Reşâd-ı a‘del / İ‘mâr olundu köprü hakkan
ki pek mükemmel / Unvânına denilse şâyân-ı cisri
ekmel / Görüp tevsi’ cisri – Sevildi cevher gibi tarih
/ “Mehmet Han Hamistir- Veren bu cisre âbadı” » :
(Ebced hesabıyla son satır hicrî 1327/ milâdî 1909’a
tekabül etmektedir (Kumbaraci-Bogoeviç (1998),
124).
Önce Bosna Hersek, sonra Makedonya ve şimdi
Sırbistan’a geçelim, Belgrad’da Osmanlılardan çok
eserler kaldı, ama şimdi bir tanesini bileceğiz, işte o
eserlerden biri olan Bayraklı Camii ; Belgrad sınırları
içerisinde, kaleye yakın bir noktada kare şeklinde
tamamen kesme taştan inşa edilen camidir, onun
kubbesi 10 metrekaredir, altıgen bir zemine oturuyor,
sade ve basit bir minareye sahiptir. Bu cami, kimin
tarafından ve tam olarak hangi tarihte yapıldığı
tam olarak bilinmiyor ama araştırmalara göre 1575
yılında yapıldığında söyleniyor. Belgrad’da, Osmanlı
döneminde 200’den fazla cami yapıldı, ancak
Osmanlıların o toprakları Avusturya ve Macaristan
Krallığına teslim ettiği için hemen hemen hepsini
kiliseye dönüştürüldü, ama bugün hala ibadete
açık olan tek cami Belgrad Bayraklı Camii sayılır ve
Belgrad’da Türk devrinden günümüze kadar ayakta
kalan camidir. Ayrıca, o zamanlarda her yerden
görülebilmesi için ezan vakitleri minarelere üzerinde
İslamiyet’i simgeleyen bayrak asılırmış, o yüzden
adı Bayraklı Camii verildi. Bu özellikleri, şimdi sizlere
sunacağım fotoğraflarda görebilirsiniz :
Bu sayıda, Osmanlıların sembollerinden 3 tanesi
ile tanıdık : Bosna Hersek’teki Mostar köprüsü,
Makedonya’daki Üsküp Taş köprüsü ve Sırbistan’da
Bayraklı Camii… Bu yerler, Osmanlılar için sadece
toprak parçalarından ibaret değildir, bunlar bir varlık,
kutsal bir emanet, bir mühür. Gelecek sayılarda da
farklı konuları ele alıp anlamlı ve okumaya değer
bilgileri sizinle paylaşmaktan mutluluk duyarım
Son olarak, Osmanlı dönemi ve Osmanlılar ile ilgili
yazıldığı şiir bu metni bitirmek isterim :
Bir müjdeyi muştular, insanlık âlemine.
Bozkırdan kopup gelir yeri titreten Kayı.
Ortak olur milletin derdine elemine…
Yüreğinde, hak aşkı, imanı zemzem suyu...
SARRA RHOUMA - TUNUS
68 69
AYYILDIZ | 11. Sayı
AYYILDIZ | 11. Sayı
Kaynakça
• Transparency Market Research (Internet sitesi): «Renewable Energy Market: Middle East and
Africa Industry Analysis, Size, Share, Growth, Trends, and Forecast 2019-2027»
• Arab Forum for Environment and Development (Internet sitesi): «Renewable Energy in the Arab
World: Policies and Strategies»
• International Renewable Energy Agency (IRENA) (Internet sitesi): «Renewable Energy Outlook:
Egypt»
• International Energy Agency (IEA) (Internet sitesi): «Turkey Energy Outlook 2019»
• European Renewable Energy Council (EREC) ve Greenpeace «Renewable Energy: A Global
Review of Technologies, Policies and Markets»
• savunmasanayist.com (Internet sitesi): «Ukrayna KAAN savaş uçağının motor ihalesine girdi»
• millisavunma.com (Internet sitesi): «TCG Anadolu Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi (LHD)»
• ntv.com.tr (Internet sitesi): «TCG Anadolu yeniden İstanbul’a geldi»
• CNN TÜRK (YouTube Kanalı): «Dünyanın ilk SİHA gemisi TCG Anadolu! Fulya Öztürk: «Sadece
Türkiye değil, dünyada konuşuyor! «
• tr.wikipedia.org (Internet sitesi): «Johann Wolfgang von Goethe»
• milliyet.com.tr (Internet sitesi): «Hermann Hesse kimdir?»
• turkedebiyati.org (Internet sitesi): «Hermann Hesse Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri»
• turkedebiyati.org (Internet sitesi): «Thomas Mann Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri»
«تاريخ اللغة الرتكية القديم واحلديث» sitesi): • turkpress.co (Internet
«تاريخ اللغة الرتكية» sitesi): • mawdoo3.com (Internet
«لغة تركية عثمانية» sitesi): • areq.net (Internet
«العائلت اللغوية واللغة الرتكية» sitesi): • aljazeera.net (Internet
• trtworld.com (Internet sitesi): «Price set for Türkiye’s first domestically-produced electric car
TOGG T10X»
• expatguideturkey.com (Internet sitesi): «Turkey’s First Domestic Car Togg’s T10X Model Price
Announced!»
• automobile-propre.com (Internet sitesi): «Togg T10X : le SUV électrique turc arrive en 2024 (et
n’est pas donné)»
• Pinterest : « Türkiye - Atatürk – İstanbul »
• evrimagaci.org (Internet sitesi): «Sağlıklı Bir Aklın İşareti: Kendi Kendine Konuşmak»
• usetappy.com (Internet sitesi): «WHAT IS SELF-LOVE AND WHY IS IT SO IMPORTANT?»
• tome.app (Internet sitesi)
• BTS Galaxy Türkiye (YouTube canalı): «[Türkçe Altyazılı] RM – 어긋 (Uhgood)»
• KITAP: «kendine hoş geldin» ; Miraç çağrı aktaş
• KITAP: «kendine iyi davran « ; Beyhan Budak
«الروتني» sitesi): • ontha.com (Internet
«أيامك كلها تشبه بعضها؟«.. اكتشف فوائد »الروتني« ف حياتك»» sitesi): • almasryalyoum.com (Internet
• haberturk.com (Internet sitesi): «Rutin Ne Demek, Ne Anlama Gelir? Rutin Kelimesi TDK Sözlük
Anlamı Nedir?»
• turkcenedemek.com (Internet sitesi): «Rutin Ne Demek?»
• pusula360.com (Internet sitesi): «En Çok Yapılan 20 Beden Dili Hareketi ve Anlamları»
• istanbulbogazicienstitu.com (Internet sitesi): «Beden Dili Hareketleri ve Anlamları»
• solunum.org.tr (Internet sitesi): « Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD)»
• bulanik.gov.tr (Internet sitesi): « Türkiye Cumhuriyeti Bulanık Kaymakamlığı»
• atakurumsal.com (Internet sitesi): « Türkiye’de Kutlanan Önemli Tarihler ve Tatil Günleri»
• celikhan.gov.tr (Internet sitesi): « T.C. Çelikhan Kaymakamlığı»
• economic-research.bnpparibas.com (Internet sitesi): « CHANGEMENT CLIMATIQUE : LES
SCÉNARIOS DU GIEC ACTUALISÉS»
• un.org/fr (Internet sitesi): « Causes du changement climatique»
• greenpeace.fr (Internet sitesi): « Objectif : 1,5 °C»
«كلغة ثانية.. اللغة الرتكية اخلامسة عامليا من حيث اإلقبال عىل تعلمها « sitesi): • tr.agency (Internet
«اللغة الرتكية.. تاريخها وأهميتها ومدى انتشارها « sitesi): • evrak.co (Internet
«ليس فقط تركيا.. تعرف أبرز الدول والشعوب اليت تتحدث اللغة الرتكية حول العال sitesi):» • trtarabi.com (Internet
«..ف الذكرى 89 لتأسيس مجمع اللغة الرتكية sitesi):» • aljazeera.net (Internet
«ما يه الدول اليت تتحدث اللغة الرتكية sitesi):» • mundoofficial.com (Internet
«اللغة الرتكية ف كوسوفو sitesi):» • turkpress.co (Internet
«اللغة العربية روح اللغة الرتكية والفارسية عطره sitesi):» • raseef22.net (Internet
«مصادر عىل اإلنرتنت لتعلم اللغة الرتكية sitesi):» 5 • ultrasawt.com (Internet
«انتشار اللغة الرتكية ف العال العريب sitesi):» • Google (Internet
• ranini.tv (Internet sitesi):» Mine Tugay, Arkadaşım Hoşgeldin’de!»
• magdergi.com (Internet sitesi):» Mine Tugay Çekici, Alımlı, Zarif»
• logowik.com (Internet sitesi):» sanat hali logo»
• tiyatrolar.com.tr (Internet sitesi)
• otuzbeslik.com (Internet sitesi):» Evlerinizden İzleyebileceğiniz Tiyatro Oyunları»
• bilgiustam.com (Internet sitesi):» Tiyatro ve Tiyatro Terimleri»
• televizyongazetesi.com (Internet sitesi) « İSTANBUL’UN ŞENİZ’İ MİNE TUGAY’IN 11 YIL ÖNCEKİ
ANISI! «
• Bilimsel makale : «Vitousek, et al., (1997). “Human domination of Earth’s ecosystems”. Science
277:494–499»
• Bilimsel makale : «Zenetos et al., (2012) « Alien species in the Mediterranean Sea by 2012. A
contribution to the application of European Union’s Marine Strategy Framework Directive
(MSFD). Part 2. Introduction trends and pathways »»
• cinematunisien.com (Internet sitesi) « REPÈRES HISTORIQUES «
• monsakademi.com (Internet sitesi) « İşaret Dili Tam Kur»
• yasadikca.com (Internet sitesi) « İşaret Dili Bir Anadil Aynı Zamanda İnsan Hakkı»
Kaynakça
• haberturk.com (Internet sitesi) « Türk İşaret Dili Bayramı nedir? İlk Türk İşaret Dili Bayramı ne
zaman kutlandı?»
• isaretdili.ego.gov.tr (Internet sitesi) « Türk İşaret Dili Alfabesi»
• canyayinlari.com (Internet sitesi) « Oya Baydar»
• biography.com (Internet sitesi) « Thomas Edison»
• fr.wikipedia.org (Internet sitesi) « Ludwig van Beethoven»
• britannica.com (Internet sitesi) « Marlee Matlin»
• yozgathem.meb.k12.tr (Internet sitesi) « İŞARET DİLİYLE FARKINDALIK...»
• tidted.org (Internet sitesi) «Türk İşaret Dilinin Gelişim Süreci»
• Kitapların sokakları yazısı : yuzyillikhikayeler.com / aljazeera.net / alghad.com / arabic.cgtn.com /
alarabia / ina.iq / parissecret.com / dw.com.
«(اخلطاب عىل الباب )مسلسل» sitesi) • wikiwand.com (Internet
• google.com (Internet sitesi) «Oyuncuların fotoğrafları »
• Facebook Sayfası : « Café du Souk »
• Tarek Habib (YouTube Kanalı)
«ترجمة و معىن معجم تريك عريب ف قاموس املعاين عريب تريك» sitesi) • almaany.com (Internet
• ar.maw9i3i.net (Internet sitesi) Resimler
• senin hayatın (TV programı)
• pinterest.com (Internet sitesi) «Mustafa Kemal Atatürk»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Vorlagen, Zeichnungen und Skizzen: Kostenlos zum Ausdrucken»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Mevlana Sözleri - Dilek Mektubu»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Istanbul»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Türkiye’den Somali’ye askeri araç ve ambulans bağışı»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Galata Kulesi»
• pinterest.com (Internet sitesi) «On Location: Movies & Filming in Chicago | Free Tours»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Oscar Statuette»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Joe Cianciotto. Pay close attention to different qualities of your
props, including their appearance»
• pinterest.com (Internet sitesi) «whitenoten»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Cezayir bayrağı»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Nature and Travel»
• Pinterest : Fas’ta düğün gelenekleri
• Genç Atsızlar (twitter sayfası) «Malazgirt Haftası kutlu olsun! (15-21 Nisan)»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Yağmur,sokak lambası ve yapraklar»
• pinterest.com (Internet sitesi) «İzmit saat kulesi «
• pinterest.com (Internet sitesi) «18 Amazing Remote Learning Tips and Tricks - Society19»
• pinterest.com (Internet sitesi) «Workout Flow and Time Management Tips for your Sessions!»
• pinterest.com (Internet sitesi) «10 Things To Do In Order To Have A Productive Morning Routine
- Society19»
• osmanlidevletigen.net (Internet sitesi) «Osmanlı Türkçesi Alfabesi»
• forumduasi.com (Internet sitesi) « Osmanlı Türkçesinde Rakamlar»
• pinterest.com (Internet sitesi) « Beden Dili Hareketleri ve Anlamları»
أسد الريف وبطل أنوال.. ماذا تعرف عن املقاوم املغريب عبد الكريم اخلطايب؟ : Arabic • TRT
ندوة مغاربية حول مسرية الثائر املغريب عبد الكريم اخلطايب : el-massa.com •
• Séries Turques : « Kardeşlerim »
• TV reklam : Kızılcık Şerbeti
• Soundcloud : « Sen Anlat Karadeniz »
• Soundcloud : « Kırgın Çiçekler »
• antoloji.com : Şiirler « Osmanlı Destanı »
• Belgrad Gez Rehberi : « Belgrad Bayraklı Camii »
• TDV İslâm Ansiklopedisi : « TAŞKÖPRÜ »
• TDV İslâm Ansiklopedisi : « BAYRAKLI CAMİ »
• TDV İslâm Ansiklopedisi : « MOSTAR KÖPRÜSÜ »
• Anadolu Ajansı : « Bosna Hersek’teki Osmanlı mirası Mostar Köprüsü’nün yeniden açılmasının
19’uncu yılı »
• Anadolu Ajansı : « Osmanlı’nın Üsküp’teki mührü: Taşköprü »
• keşfetsek.com : « Makedonya’nın Başkenti Üsküp’ün Simgesi Taş Köprü »
• turkiyegazetesi.com : « Bayraklı Camii yıllara meydan okuyor »
• NTV : « Bosna Hersek’te bir Osmanlı mirası: Tarihi Mostar Köprüsü »
• Ytur : « Mostar Köprüsü »
• Wikipedia : «Turkish bird language»
TUNUS AYYILDIZ TOPLULUĞU