16.01.2013 Views

p17h2g1g9g1ndmk9g32q1q1gf9a4.pdf

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

güncel<br />

BDP Grubu Önce Basına Kapalı Toplandı<br />

7 Ocak Pazartesi günü BDP grubu Ankara’da basına kapalı<br />

olarak toplandı. Bu toplantının ardından DTK Eşbaşkanı<br />

Ahmet Türk bir açıklama yaparak “İmralı’nın<br />

talepleri, devleti zorlamayacak türden talepler. Her demokratik<br />

ülkede yerine getirilebilecek taleplerdir” dedi<br />

ve süreçten umutlu olduklarını belirtti.<br />

BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken ise, “BDP bu görüşme<br />

kanalının sürekli açık olmasını istiyor. Önemli<br />

olan görüşmelerin müzakereye dönmesidir” dedi.<br />

İmralı’da her görüşme için ayrı başvuru yapılmasına<br />

gerek olmadığını, daha önceden yapılmış başvurular<br />

bulunduğunu ve gerekli prosedürün şu anda mevcut<br />

olduğunu söyleyen Baluken, “Önemli olan oradaki görüşmenin<br />

bir müzakereye doğru evrilmesidir. Bu konuda<br />

üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye<br />

hazırız. Ancak şu an hala İmralı’da bu görüşmelerin bir<br />

tarafı olan Öcalan’ın koşulları, müzakere yapmaya uygun<br />

koşullar değil. Dolayısıyla eğer bir müzakere süreci<br />

işleyecekse bununla ilgili durumun mutlaka gözden<br />

geçirilmesi gerekiyor. Görüşmeleri bir müzakere süreci<br />

olarak nitelendirmiyoruz” dedi. Baluken, 8 Ocak günü<br />

yapılacak grup toplantısında BDP Eş Genel Başkanı<br />

Selahattin Demirtaş’ın geniş açıklama yapacağını da<br />

belirtti.<br />

Demirtaş Grupta Konuştu!<br />

8 Ocak Salı günü Meclis’te basına açık yapılan grup<br />

toplantısında konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş<br />

Abdullah Öcalan ile başlatılan görüşmelerle<br />

ilgili önemli mesajlar verdi. Konuşmasına Şerafettin<br />

Elçi’nin ve Kozlu’da ölen madencilerin ailelerine başsağlığı<br />

dileğiyle başlayan Selahattin Demirtaş ‘Bir defa<br />

başlayan sürecin, bir AKP-BDP ortaklaşması olmadığını<br />

net şekilde tespit etmek lazım’ dedi. Sözlerine<br />

‘Bizim hükümetle öncesinden oturup tartıştığımız bir<br />

süreç söz konusu değildir. Bu AKP’nin, hükümetin<br />

İmralı’da sayın Öcalan ile başlattığı süreçtir. Partimiz,<br />

iki arkadaşımızın İmralı’ya gidişiyle birlikte süreçten<br />

doğrudan haberdar olmuştur. Bir AKP-BDP ortak çalışması<br />

söz konusu değildir.’ diyerek devam eden Demirtaş<br />

‘Her şeyden önce İmralı’da bir heyetin resmi bir<br />

heyetin Sayın Öcalan ile görüşmesi bizler açısından<br />

önemlidir. Bunun aleniyet kazanmış olması bunun<br />

önemini değerini artırır. Çünkü bu sıradan bir gelişme<br />

değildir, aslında çok gecikmiş bir gelişmedir. Ama 14<br />

yıl aradan sonra İmralı’da aleniyet kazanılarak, kısmen<br />

şeffaf olarak bu sürecin girişiminin başlanmış olması,<br />

bütün tahlillerin dışında önemlidir’ diyerek konuşma-<br />

sını sürdürdü.<br />

Konuşmasında hükümetin bundan sonra alması gereken<br />

tutum ve geliştirmesi gereken dil üzerine de değinen<br />

BDP Eşbaşkanı ‘Hele hele askeri operasyonlar,<br />

tutuklamalar devam edecekse, bunun adına da entegre<br />

proje denilerek bu süreç sürecekse kimse birbirini<br />

yormasın. Silahsız kansız olsun acısız olsun, ama kimse<br />

hükümetin ciddi politikası vardır demesin. Öyle<br />

yendik, bitirdik, ezdik, şimdi sıra teslim almaya geldik<br />

yaklaşımını kimseye anlatamazsınız. Zaten İmralı’ya<br />

giden heyetiniz de böyle denmediğini biliyor. Yendiyseniz<br />

neyi müzakere ediyorsunuz? Yenme ve yenilme<br />

üzerine kurduğunuz diyalog süreci sakıncalı olacaktır.’<br />

dedi. Başlatılmış bir müzakerenin söz konusu olmadığını,<br />

müzakere başladığına dair kendilerine henüz<br />

ulaşmış bir olmadığını belirten Demirtaş, henüz sadece<br />

müzakere arayışından söz edilebileceğini söyledi.<br />

Konuşmasında şehit ailelerine de çağrı yapan Selahattin<br />

Demirtaş şehit ailelerinin bu sürece sahip çıkmasını<br />

ve hükümetin barıştan yana olmasını sağlamalarını<br />

istedi.<br />

sayfa 4 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Demokrasi güçleri de sürece temkinli yaklaşıyor<br />

Savaşın Dilini Konuşarak Barış İnşa Edilmez!<br />

Konuşulan konu barıştır, muhatap alınan koca bir halkın<br />

temsilcileridir. Masaya oturmak için uzun bir yoldan<br />

geçildi. Siyasi soykırımlarla, askeri operasyonlarla<br />

Kürt halkı susturulmak istendi. Hükümet öncelikle<br />

masaya oturduğu taraflarla eşit koşullarda olduğunu<br />

kabul etmelidir. Devlet ancak adım adım uygulayacağı<br />

barış politikaları ile barış yapmakta samimi ve kararlı<br />

olduğunu gösterecektir. Bu konuda hızla atılması gereken<br />

adımlar ortadır. İvedilikle operasyonlara, sınıra<br />

askeri yığınak yapmaya ve savaş dönemine özgü<br />

politikalara son vermelidir. Öcalan’ın mevcut statüsü<br />

köklü bir biçimde iyileştirilerek değiştirilmeli, siyasi<br />

tutsaklar serbest bırakılmalıdır. Kürtlerin kolektif varlığı,<br />

kimliği, dili kabul edilmeli ve temel kolektif haklarının<br />

iade edileceği, bu paralelde muhatabın Kürt<br />

halkı, onun politik iradesi Kürt Özgürlük Hareketi ve<br />

önderliği olan Abdullah Öcalan olduğu ilan edilmelidir.<br />

Koruculuk ve tüm özel savaş birimleri dağıtılmalı,<br />

göç edenlerin yurtlarına dönmesi sağlanmalı, zararları<br />

tazmin edilmelidir. İfade özgürlüğünün önündeki yasal<br />

engeller kaldırılmalı ve özgür tartışma ortamının<br />

sağlanmasının imkanları yaratılmalı, tüm kurumlarda<br />

anadilde eğitim olanağı sağlanmalıdır. Devam eden<br />

yeni anayasa çalışmaları demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi<br />

bir anayasa temelinde yürütülmeli ve bu anayasanın<br />

gerektirdiği yasal düzenlemelerin yapılmasına<br />

derhal başlanılmalıdır. Bahsettiklerimizin tümü barış<br />

politikalarıdır.<br />

Özel savaş baronlarını kendine danışman yapmaktan<br />

çekinmeyen Başbakan’ın ve tarihinin her durağında<br />

halklara zulümden başka bir şey bahşetmemiş devletin<br />

ve onun hilebaz geleneğinin samimi olduğuna<br />

inanmamız ancak barış politikalarının kararlılıkla uygulanması<br />

ile mümkün olacaktır. Aksi taktirde devlete<br />

inanmamız için hiçbir somut neden ortada yoktur.<br />

Akan kanın durması en büyük ihtiyaçtır. Barış sadece<br />

Kürtlerin değil Türklerin de ihtiyacıdır. Şimdi barış<br />

için ısrar etmek gerekiyor. İzlemek değil taraf olmak<br />

sahip çıkmak gerekiyor.


güncel<br />

krizi ve Öcalan’ın yakalanması vardı.<br />

98 Ekim’inde, Kara Kuvvetleri Komutanı<br />

Orgeneral Atilla Ateş, sınır hattında<br />

Suriye’ye karşı sert açıklamalar<br />

yaptı. Suriye’yi tehdit eden Ateş’in arkasında,<br />

bir askeri tatbikat vesilesiyle<br />

Akdeniz’de bulunan ABD ve İsrail savaş<br />

gemileri vardı. Suriye üzerindeki<br />

baskılar artınca, Öcalan, 9 Ekim günü<br />

Suriye’den ayrıldı. Tek taraflı ateşkes,<br />

her yanıyla uluslararası bir komplo<br />

olduğu anlaşılan bu sürece rağmen<br />

devam etse de, komplonun şoven bir<br />

kampanya şeklinde daha da derinleşmesi<br />

ve ordunun operasyonlarını arttırmasıyla<br />

fiilen sona erdi.<br />

Kıyamete beş kala<br />

Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’da<br />

yakalanıp Türkiye’ye getirilmesiyle<br />

birlikte örgütle bağlantısı kesildi.<br />

PKK, 6. kongresinde tek taraflı ateşkesi<br />

bitirdiğini ve topyekûn savaş ilan<br />

ettiğini açıkladı.<br />

Şimdi kimse hatırlamasa da, sonraki<br />

süreçte adeta dörtnala iç savaş kıyametine<br />

ilerlediğimiz bir dönem yaşandı.<br />

Türkiye’nin büyük metropollerinde<br />

Kürtlere karşı kitlesel linçler<br />

başladı. Komplo sürecine ve devletin<br />

savaş ısrarına karşı barış isteyenler,<br />

demokratlar, sosyalistler sokaklarda<br />

linç edildi. Parti binaları basıldı. Tam<br />

bir toplumsal histeri yaşandı. Devlet<br />

çılgınca adımlar atıyordu, ancak sürecin<br />

kontrolden çıkmasından kendisi<br />

de çekindi ve Öcalan’ın devreye girmesiyle<br />

yeni bir süreç başladı.<br />

11 Eylül fırsatçılığına feda edilen<br />

ateşkes: ’99<br />

PKK, Öcalan’ın devreye girmesi ardından<br />

2 Ağustos 1999’da silahlı güçlerini<br />

sınır dışına çekme kararı aldı<br />

ve 1 Eylül’de dördüncü kez tek taraflı<br />

ateşkes ilan etti. Öcalan’ın çağrısı üzerine<br />

iyi niyet göstergesi olarak iki barış<br />

grubu Türkiye’ye geldi.<br />

Adımlar tek taraflı kalmadı. Kapsamlı<br />

operasyonlar azaldı. Ancak MHP-<br />

DSP-ANAP koalisyon hükümeti, 11<br />

Eylül saldırısının ardından tüm dünyayı<br />

saran “teröre karşı savaş” fırsatından<br />

yararlanmak istedi ve ateşkes<br />

koşulları yavaş yavaş ortadan kalktı.<br />

Ateşkesin bundan sonraki tarihi, kâh<br />

şiddetlenen, kâh şiddeti düşen çatışmalar<br />

arasında Abdullah Öcalan’ın<br />

ısrarlı çözüm çizgisi oldu ve PKK çeşitli<br />

tarihlerde barış ve diyalog çağrılarını<br />

yineledi ve esas olarak savunma<br />

(kimi zaman aktif, kimi zaman pasif)<br />

amaçlı olduğunu açıkladığı bir çizgi<br />

izledi. Ancak bu çizgi, Öcalan’ın yakalanmış<br />

olmasının da verdiği güvenle,<br />

yine zafiyet olarak görüldü. Devletin<br />

bu dönemki tavrı genel olarak, içinde<br />

Kürt hareketini bölerek PKK’nin tasfiye<br />

edilmesinden “salam taktiğine”<br />

kadar bir dizi yöntemin olduğu, tam<br />

imha için uygun koşulları kollayan bir<br />

oyalama tutumu olarak özetlenebilir.<br />

AKP ile açılımdan siyasi soykırım<br />

operasyonlarına<br />

Öcalan, İmralı’da geçirdiği 14 yıl boyunca<br />

tutarlı bir şekilde müzakere<br />

çağrısı yaptı. Bu dönemde devletin<br />

Öcalan’la görüşmeyi neredeyse hiç<br />

kesmediği bugün daha iyi anlaşılıyor.<br />

2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle<br />

birlikte ise, yeni bir dönem başladı.<br />

AKP bol bol açılımdan, çözümden<br />

söz ediyordu. Öcalan, 1 Eylül 1998’de<br />

ilan ettiği ateşkesi, yargılandığı dönemde<br />

süresiz ateşkese çevirdi. Ancak<br />

sayfa 6 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Habur’da deve hendeği tam atlayacaktı ki…<br />

AKP’nin, Habur sonrasındaki keskin<br />

dönüşü ve Kürt sorunu konusunda<br />

şahinleşerek savaş politikalarını<br />

yükseltmesi ile tüm Türkiye adeta<br />

cendereye alındı. Bu süreçte KCK<br />

adı altında yürütülen operasyonlarla<br />

cezaevlerindeki Kürt siyasetçi sayısı<br />

8 bine vardı. Bu dönemde, yalnızca<br />

Kürtler değil, Kürt halkının haklı taleplerinin<br />

yanında duran aydınlar da<br />

tutuklandı. Ragıp Zarakolu ve Büşra<br />

Ersanlı, aydınların tutuklanarak susturulmasının<br />

simgesi oldular.<br />

Susturulan bir başka kesim ise gazetecilerdi.<br />

Ahmet Şık ve Nedim Şener,<br />

basın özgürlüğü üzerindeki baskının<br />

sembol isimleri haline geldiler.<br />

Saçma iddialarla açılan davada, 375<br />

gün tutuklu kaldılar. Muhalif ve Kürt<br />

basınından gazetecilerin tutukluluğu<br />

ise vakayı adiyeden sayılır oldu.<br />

Doğrudan gazetecilik faaliyetinin<br />

kendisi iddianamelerde tutuklanma<br />

sebebi sayıldı.<br />

Nuray Mert, Ruşen Çakır ve Banu<br />

Güven ise işlerini kaybedenlerdendi.<br />

Bu gazeteciler, sırf AKP’nin Kürt politikalarına<br />

karşı hazır ola geçmedikleri<br />

için susturuldular. Ruşen Çakır,<br />

bu sürece tepkisini şöyle belirtecekti:<br />

“Açılımda, hatırlayalım, Başbakan<br />

önce gazetecileri çağırdı. Bizimle<br />

başlattı. Sonra da ilk bizi susturmaya<br />

çalıştılar ve susturdular. Ben kendi<br />

devletin hiçbir adım atmaması üzerine<br />

ateşkes 1 Haziran 2004’te bozuldu.<br />

Görüşmelere tam bir tefeci bezirgan<br />

mantığıyla yaklaşan AKP, bu tarihten<br />

sonra Öcalan üzerindeki tecridi yoğunlaştırdı.<br />

Devletin havada yaptığı her açıklama<br />

gibi, Cumhurbaşkanı Gül’ün, 2009’da<br />

İran yolunda uçakta sarf ettiği “iyi<br />

şeyler olacak” sözleri de havada kaldı.<br />

AKP, “terörü bitirme” operasyonunu,<br />

ilk olarak 5 Nisan 2009’da Türkiye’yi<br />

ziyaret eden ABD Başkanı Obama’ya<br />

anlattı. AKP’nin açılım şapkasından,<br />

KCK operasyonları çıkacaktı. 14 Nisan<br />

2009 tarihinde başlayan siyasi soykırım<br />

operasyonları kapsamında DTP,<br />

BDP yöneticileri, belediye başkanları,<br />

sendikacılar, öğrenciler, kadınlar, insan<br />

hakları savunucuları gözaltına alınarak<br />

tutuklandı.<br />

Devlet, egemenlerin iflah olmaz havuç-sopa<br />

taktiğini uyguluyordu. Bir<br />

yandan görülmemiş ölçüde kapsamlı<br />

bir siyasal soykırımla binlerce Kürt<br />

siyasetçiyi cezaevlerine atarken, diğer<br />

yandan “Kürt açılımı koordinatörü”<br />

olarak görevlendirilen dönemin İçişleri<br />

Bakanı Beşir Atalay bir dizi toplantı<br />

yapıyordu. Başbakan Erdoğan,<br />

5 Ağustos 2009’da Ahmet Türk ile<br />

görüştü. Ardından Öcalan, 15 Ağustos<br />

2009’da cezaevi idaresine bir “Yol<br />

Haritası” teslim etti. 10 temel ilkeden<br />

oluşan belge, kamuoyuna 1,5 yıl sonra<br />

ulaşabildi.<br />

Ve Habur…<br />

Öcalan, sürecin bir türlü ilerlememesi<br />

üzerine, “demokratik siyasette ciddi<br />

bir tıkanma yaşandığını” belirterek,<br />

yeni “Barış Grupları”nın Türkiye’ye<br />

gelmesi çağrısında bulundu. 19 Ekim<br />

2009 günü, 34 kişiden oluşan Barış ve<br />

Demokratik Çözüm Grubu Habur Sınır<br />

Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yaptı.<br />

Bu girişimi olumlu bir adım olarak<br />

Cezaevleri doldu, basın susturuldu<br />

başıma gelenleri biliyorum. Birçok<br />

arkadaşımın başına gelenleri de biliyorum.<br />

Şimdi hükümet açıyor, ‘Hadi<br />

siz de açılın’ diyor. Sonra kapanınca<br />

‘Hadi siz de kapanın’ diyor. ‘Yok,<br />

ben konuşmaya devam edeceğim’<br />

dediğiniz zaman da bu sefer başınıza<br />

olmadık işler geliyor. Şimdi yeni bir<br />

süreç başlıyor. Hükümetin yine medyanın<br />

konuşmasına ihtiyacı olacak.<br />

Nasıl Kürtler sütten ağzımız yandı<br />

dediyse bugün de gazeteciler aynı<br />

şeyi söyleyecek. Hükümet istediğinde<br />

açılıp istemediğinde kapanandan<br />

aydın olmuyor. Gazeteci de olmuyor.<br />

Hükümet çözüm istiyorsa şeffaf bir<br />

ortam sağlasın ve kimseye müdahale<br />

etmesin.”


güncel<br />

8 maden işçisinin ölümünün arkasında<br />

patronlarla hükümetin<br />

ortaklığı var!<br />

Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun resmi<br />

internet sitesinde “Kimi iner, kimi çıkar<br />

derinliklerine kömür damarlarının.<br />

Birinin bıraktığı yerden öteki başlar ara<br />

vermeksizin çalışmaya,” diye yazıyor. 8<br />

işçi Kozlu’daki metan gazı patlaması sonucu<br />

meydana gelen ‘kazada’ madenden<br />

çıkamadı. İşçiler ‘doğanın bağrına<br />

gizlenmiş cevheri çıkarırlar,’ sanayiyi<br />

şahlandırırlar ama ölüme terk edilirler.<br />

Kozlu’daki maden işçileri de iş cinayetine<br />

kurban giden diğer işçiler gibi her<br />

kazayı (cinayeti) kader, takdiri ilahi<br />

olarak açıklayan patronların ve hükümetin,<br />

özelleştirme ve taşeronlaştırma<br />

uygulamalarının kurbanı oldular. 5<br />

madenci göçükten çıkarılırken 3 işçi ise<br />

halen göçükten çıkarılamadı. Taşerona<br />

bağlı olarak çalıştıkları için kayıtlara<br />

maden işçisi olarak değil inşaat işçisi<br />

olarak geçecek 8 işçi... 2012’de 131 ‘iş<br />

kazası’nın 29’u Zonguldak’ta yaşandı.<br />

Taşeron sistemi içinde çalışan madenciler<br />

kazdıkları her metrede aslında<br />

kendi mezarlarını da kazdıklarını biliyorlar.<br />

Evden her ayrılışları ailelerine<br />

veda şeklinde oluyor. Taşeronda çalışan<br />

madenci için madene gitmek ölüme<br />

gitmekle aynı anlama geliyor. Patronların<br />

tek derdi ise maliyeti düşürmek.<br />

Patronlar için kar demek işçi için<br />

ölüm demek<br />

Patronlar servetlerine servet katmak<br />

için karlarını artırmaya çalışıyor. Patronların<br />

en önemli kar kaybı ise işçilere<br />

verdikleri maaş. Maliyeti düşürmek<br />

ise işçinin daha az paraya daha<br />

çok çalışması demek. 10 işçinin yaptığı<br />

iş için 3-4 işçiyi çalıştırarak kazanan<br />

patronların ise göçük altındaki işçiler<br />

umurlarında bile değil. Elbistan’da göçük<br />

altında kalan ve cansız bedenleri<br />

bile çıkarılmayan 9 işçiyi hatırladınız<br />

mı? Cinayetin sorumlusu Park Teknik<br />

Elektrik Madencilik Turizm San. ve<br />

Tic. A.Ş. ise halen kömür çıkarmaya<br />

devam ediyor.<br />

Taşeronda verimliliği artırmak demek<br />

ölümleri de artırmak anlamına geliyor.<br />

2002-2011 yılları arasında Türkiye Taşkömürü<br />

Kurumu’nda çalışan işçi sayısı<br />

% 31 oranında azalmış. İşçi sayısı azalırken<br />

işçi ölümleri ise aynı dönemde %<br />

41 oranında artış gösterdi.<br />

TTK Müdürü Dursun Akyürek’in<br />

sorumluluğu<br />

Katliama neden olan firmanın adı Star<br />

Madencilik. İnşaat şirketi olan Star<br />

İnşaat’ın sahibi MHP’li vekil Ruhsar<br />

Demirel’in eşi. Şirketin yüzde yüz sahibi<br />

olan Depar Pazarlama’nın diğer iştiraki<br />

Pano Madencilik’in diğer ortağı ise<br />

Türkiye Taşkömürü Kurumu Müdürü<br />

Dursun Akyürek. İşin en tepesindeki<br />

sorumlunun kazadaki payı gizleniyor.<br />

Kozlu’daki işçi cinayetinin sorumlusu<br />

Star Madencilik’inde, 2011’de<br />

Karadon’da 30 işçinin ölümüne neden<br />

olan Yapı-Tek Şirketi’nin de esas işi madencilik<br />

değil inşaatçılık. Galeri açma<br />

işlerini basit inşaat işleri olarak görüp<br />

taşeron şirketlere veren TTK, ölümlere<br />

göz yumuyor.<br />

İşçiler kaç metre ilerlerse o kadar<br />

kazanıyor.<br />

“Kara elmas” işçilerin yoksulluk sınırının<br />

altında maaşla yaşamasına yol<br />

açıyor. Kömür taşeron için kara elmas,<br />

işçi için ölüm karası anlamına geliyor.<br />

İşçiler kaç metre ilerlerse o kadar kazanıyor.<br />

30 metre ilerlerlerse 900 lira, 35<br />

metre 1000 lira, 40 metre 1100 lira.<br />

sayfa 8 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Patron AKP Ortaklığı Kozlu Cinayetine Yol Açtı<br />

Kozlu’daki katliama tepkiler sürüyor<br />

SDP’liler MTA’yı işgal ettiler<br />

Sosyalist Demokrasi Partisi üyeleri 8 Ocak günü<br />

Zonguldak’ta metan gazı patlamasıyla yeni bir iş cinayeti<br />

sonucu hayatlarını kaybeden maden işçileri için İstanbul<br />

Gümüşsuyu’nda bulunan Maden Tetkik ve Arama Bölge<br />

Müdürlüğünü işgal etti. İşgal ettikleri binanın camlarından<br />

dışarıda bulunanlara ve basına açıklama yapan<br />

SDP’liler 8 işçinin daha “iş kazası” kisvesiyle taşeronlaşma<br />

ve güvencesiz çalıştırmadan kaynaklı cinayete kurban<br />

edildiğini söylediler. Geçtiğimiz yılda da maden ocaklarında<br />

77 işçinin AKP hükümetinin yarattığı güvencesiz<br />

çalışma koşulları nedeniyle hayatını kaybettiğini, 2013<br />

yılına da Zonguldak’ta meydana gelen patlamayla girildi-<br />

ğini belirterek ‘Bu ölümler münferit olaylar değildir! Bu<br />

ölümler iş kazası değildir! Bu ölümler bizzat AKP Hükü-<br />

metinin işçi kıyımıdır.’ dediler ve Kozlu’daki işçi ölümleri-<br />

nin sorumlusu olarak AKP hükümetini gösterdiler.<br />

İşgal eyleminin başlamasından iki saat kadar sonra po-<br />

lisin binaya girmesi sonucu yaklaşık 40 SDP üyesi zorla<br />

gözaltına alındı. SDP üyeleri akşam saatlerinde İstanbul<br />

Emniyet Müdürlüğü’nden serbest bırakıldılar.<br />

Özelleştirme: Kader değil taşeronluk<br />

sistemi<br />

AKP hükümeti özelleştirme ve taşeronlaştırma<br />

uygulamalarını engellemiyor,<br />

aksine yaygınlaşması için büyük çaba<br />

harcıyor. Patronlarla hükümetin ortaklığından<br />

güvencesiz, sendikasız, esnek<br />

çalışmaya mahkum edilen işçilerin<br />

ölüm haberleri geliyor.<br />

Görüşlerine başvurduğumuz Dev<br />

Maden-Sen Denetleme Kurulu üyesi<br />

Yılmaz Kızılırmak’a göre madencilik<br />

sektöründe en büyük sorun özelleştirme.<br />

Özelleştirmenin şirketler ile devlet<br />

arasındaki sözleşmelerden kaynaklı<br />

hızla taşeron çalışmanın önünü açtığını<br />

söyleyen Kızılırmak, patronların<br />

kar hırsının işçilerin ölümüne sebep<br />

olduğunu söyledi. Kızılırmak sözlerine<br />

şöyle devam etti: “TTK hazırlık işlerini<br />

özelleştirdi. TTK galeri açma işini<br />

inşaat işi gibi görüyor. Halbuki ‘galeri’<br />

açmak madenciliğin bir parçası. Ve<br />

burada belli standartlar var. Bu standartların<br />

başında sondaj çalışmasında<br />

uygulanması gereken kurallar geliyor.<br />

Maden Mühendisleri Odası’nın raporuna<br />

göre bir metrekare alanda 25<br />

metrelik sondaj yapılması ve önce bu<br />

alandaki metan gazının boşaltılması<br />

gerekiyor. Maden çıkarma işlemi ancak<br />

bu çalışmadan sonra ve yalnızca<br />

sondaj çalışmasının yapıldığı alanda<br />

yapılabilir. Burada yani Kozlu’da 7 ile<br />

10 metre arasında bir sondaj yapılmış<br />

ama maden çıkarma çalışması sondaj<br />

yapılan alandan daha derinde yapılmış.<br />

Dolayısıyla buradaki gaz boşaltılmadığı<br />

için patlama oldu ve göçük yaşandı.<br />

Buradaki en önemli problem özelleştirme.<br />

Yani taşeronlaşma. Muhtemelen<br />

şirketle sözleşme ilerledikleri mesafeye<br />

göre yapılmış. Şirket hızla ilerleyip para<br />

almak istiyor.”<br />

Maden işçiliğinde atlanmaması gereken<br />

en önemli husus madenciliğin ağır<br />

bir iş olduğudur. Fakat uygulamada işçilere<br />

tekstildeki parça başı çalışmaya<br />

benzer şekilde yol aldıkları mesafeye<br />

göre ücret politikası uygulanıyor. Bu<br />

uygulama yüzünden bir işçi asgari ücretten<br />

yalnızca biraz daha yüksek para<br />

alabilmek için günde 12-13 saat çalışmak<br />

zorunda kalıyor. Böyle ağır bir işte<br />

karınlarını doyurabilmek için canhıraş<br />

çalışan işçiler haliyle yorgunluk, dalgınlık<br />

sonucu hata yapmak durumunda<br />

kalabiliyor ve hayatlarından oluyor.<br />

Yani patronun emek sömürüsü, kar hırsı<br />

işçilerin canını hiçe sayıyor. Taşeronda<br />

yaşanan ölümleri bütün bu tabloyu<br />

göz önünde bulundurduğumuzda kaza<br />

olarak değerlendirmek mümkün değil.<br />

Taşeronda yaşanan her işçi ölümü cinayettir,<br />

göz göre yapılan işçi katliamıdır.


emek<br />

TJK Şirinyer Hipodromu’nda çalışan<br />

seyisleriz. At yarışları sektörü bu ülkede<br />

milyon liraların döndüğü bir<br />

sektördür. Bu sektörde 8 binden fazlası<br />

seyis olmak üzere 30 binden fazla<br />

insan çalışır. Sektörün esas yükünü<br />

seyisler taşır. Atların bakımı, beslenmesi<br />

ve temizliği bizden sorulur. Ülke<br />

genelinde yaklaşık 15 binden fazla ata<br />

bakarız. Bu atların yarıya yakını değişik<br />

hipodromlarda koşuya katılır.<br />

Ülkemizde şans oyunları, açık ve gizli<br />

bahisler çok geniş bir ilgi alanıdır.<br />

TJK’nın yasal koşullarında yıllık 927<br />

milyona yakın ciro elde edilir. Bu ciroya<br />

yasadışı bahisler dahil değildir.<br />

Dereceye girmiş bir yarış atının fiyatı<br />

400 bin liraya yakındır. Her bir atın<br />

bakımı için ayda 2 bin 5 yüz liraya yakın<br />

para harcanır.<br />

Buca harasında 2 bine yakın seyis<br />

çalışmaktadır. Seyislerin yaşam ve<br />

iş koşulları korkunç denecek kadar<br />

kötüdür. Hara yönetiminin keyfi uygulamaları<br />

haraları seyisler için çalışılamaz<br />

hale getirmiştir. Arkadaşlarımıza<br />

sürekli cezalar verilmekte<br />

ve uzun süren bu cezalar nedeniyle<br />

seyisler yaşamlarını sürdüremez hale<br />

getirilmekte, sefalete iteklenmektedir.<br />

Çalışan seyislerin çok büyük bir<br />

kısmı sigortasızdır. Aylık ücret 700<br />

lira civarındadır. Asgari ücretin bile<br />

altında ücretlerle ve korkunç denecek<br />

kötü koşullarda yaşamımızı sürdürmekteyiz.<br />

Yarışan atlara canımız<br />

gibi bakarız. Atlara sahiplerinden<br />

daha fazla önem veririz çünkü biz bu<br />

hayvanlarla beraber yaşarız. Elimize<br />

doğarlar, elimizde büyürler. Buna<br />

rağmen bu kadar değer verdiğimiz<br />

hayvanlara verilen değer seyislerine<br />

verilmez.<br />

Bizim esas muhatabımız cezaları veren,<br />

900 küsur milyonluk ciroyu yöneten,<br />

başımıza burayı cezaevi gibi<br />

yönetsin diye güvenlik yöneticisi<br />

atayan TJK’dır. Yüksek duvarla ve dikenli<br />

tellerle çevrilerek bir çeşit açık<br />

cezaevine çevrilen haralardaki seyislere<br />

tutsak gibi davranılmaktadır.<br />

Güvenlikten sorumlu Gazi Başboğa,<br />

hukuksuz ve keyfi uygulamaları, baskı<br />

ve cezalarıyla cezaevi müdürü gibi<br />

davranmaktadır.<br />

Buca harasında çalışan seyisler olarak<br />

biz 30 Aralık Pazar günü iş bıraktık.<br />

Bilinmelidir ki seyisler dışında atları<br />

yarışa hazırlayabilecek başka kimse<br />

yoktur. Bu yüzden biz iş bırakırsak<br />

hipodromlarda hayat durur, yarışlar<br />

yapılamaz. 30 Aralık Pazar günü yarışları<br />

bu yüzden yapılamamıştır.<br />

Bizim isteklerimize karşılık, insanca<br />

çalışma taleplerimize karşılık “Özür<br />

dileyin” diyorlar. “İş bıraktığınız için<br />

özür dileyin.” “Beni bu b…n içinde<br />

yaşayan insanlarla niye muhatap ediyorsunuz!”<br />

diyen vali yardımcısını<br />

protesto ettiğimiz için özür dileyin<br />

diyorlar. “Özür dileyin ve bir daha<br />

haklarınızı aramayacağınızın teminatını<br />

verin, biz de sizin işe geri dönüp<br />

dönemeyeceğinizi değerlendirelim”<br />

diyorlar.<br />

Şu ana kadar yaşananlar 30 Aralık<br />

günü atları yarışa göndermememiz, 3<br />

sayfa 10 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

TJK Şirinyer Hipodromu’nda çalışan seyisler:<br />

Seyisler Olmadan Atlar Koşmaz,<br />

Atlar Koşmadan Yarış Olmaz!<br />

Ülkemizde şans oyunları, açık ve gizli bahisler çok geniş bir ilgi alanıdır. TJK’nın yasal koşullarında yıllık 927 milyona<br />

yakın ciro elde edilir. Bu ciroya yasadışı bahisler dahil değildir. Dereceye girmiş bir yarış atının fiyatı 400 bin liraya<br />

yakındır. Her bir atın bakımı için ayda 2 bin 5 yüz liraya yakın para harcanır.<br />

Taleplerimiz:<br />

1- Ceza verilerek çalışamaz hale<br />

getirilen yani aslında fiili olarak<br />

işine son verilen 29 arkadaşımızın<br />

derhal işe geri alınmasını istiyoruz.<br />

2- 2010’dan bu yana verilmiş bütün<br />

cezaların kaldırılmasını istiyoruz.<br />

3- Hara yönetiminin ve güvenlik<br />

müdürünün görevden alınmasını<br />

istiyoruz.<br />

Ocak’ta basın açıklaması yapmamız,<br />

aslında birer başlangıç. Türkiye’nin<br />

her hipodromunda durum aynı. Tüm<br />

seyisler, benzer insani olmayan şartlarda<br />

çalışmak zorunda bırakılıyorlar.<br />

Bizlerde yılların öfkesi var. Ve hareket<br />

başladı. Tabii ki bu harekete karşılık<br />

devletin baskısı da çok yüksek. Hep<br />

beraber bundan sonraki süreci göreceğiz.<br />

Ama artık biliyoruz, seyisler<br />

olmadan atlar koşmaz, atlar koşmadan<br />

yarış olmaz.


söyleşi<br />

Kürt sorununda barışçıl çözüm ümidinin<br />

yükseldiği yeni bir süreçteyiz. Herkes<br />

İmralı’daki görüşmeleri, PKK’nin silah bırakıp<br />

bırakmayacağını, yeni anayasa ve seçim<br />

yasaları dâhil Türkiye’nin demokratikleşmesi<br />

için bu görüşmelerin sonuç alıcı müzakerelere<br />

dönüşüp dönüşmeyeceğini merak ediyor.<br />

Gelecek gazetesi olarak, Kürt sorununun<br />

barışçıl çözümü için Türk ve Kürt annelerine<br />

ithaf ettiği ‘Gerillanın Barışı’ isimli kitabın<br />

yazarı Metin Yeğin’le bu soruların yanıtlarını<br />

aramaya çalıştık.<br />

METİN YEĞİN:<br />

Öncelikle, ayağınızın tozuyla henüz<br />

gelmiş olduğunuz Havana’dan<br />

FARC ile Kolombiya devleti arasındaki<br />

barış görüşmelerine dair izlenimlerinizi<br />

alalım.<br />

Kolombiya sürecini özetlersek şöyle<br />

ilerledi: RicardoTéllez’in söylediği<br />

gibi, gizli görüşmeler oldu. Sonra<br />

Oslo’da doğrudan açıkça görüşüldü,<br />

ardından görüşmelere Havana’da devam<br />

edilmesi kararı alındı. Yani öncelikle<br />

temaslar oldu, o temasların<br />

ardından açıkça görüşme ilan edildi.<br />

En son durum ise şuydu: Bir ajanda<br />

çıkarmaya çalışıyorlardı. Çıkardıkları<br />

ajandayla da neyi tartışacaklarına,<br />

hangi sorunları ne zaman tartışacaklarına<br />

karar vermeye çalışıyorlardı.<br />

Bu sayede devam eden bir müzakere<br />

süreci başlamış oldu.<br />

Müzakere sürecinin başlaması<br />

barış olacağı anlamına gelmiyor.<br />

Kolombiya’da iki kere açık müzakere<br />

süreci oldu. Hatta neredeyse barış<br />

sağlanıyordu, seçime katıldılar ve<br />

parlamenterler çıkardılar ama sonrasında<br />

parlamenterler tutuklandı. Hatta<br />

bu süreçlerden birinde, M16 adlı<br />

gerilla örgütü silah bıraktı. Dolayısıyla<br />

her şeyi olup bitmiş olarak görmemek<br />

lazım. Ama burada önemli bir<br />

şey var. Birincisi, Kolombiya devleti<br />

niye barış istiyor? Herhalde Latin<br />

Amerika’nın en vahşi devleti. Birçok<br />

Latin Amerika ülkesinde kapitalizm<br />

var. Kapitalizm her yerde yozlaştırıcı,<br />

yok edici, hele neoliberalizm, dehşet<br />

verici. Bütün Latin Amerika’da böyle.<br />

Ama Kolombiya’da bu elli kat daha beter.<br />

Diğer Latin Amerika ülkelerinde<br />

kısmen de olsa sendikal mücadeleler<br />

verebiliyorsunuz ancak Kolombiya’da<br />

böyle bir şey yok. Dünyada sendikacıların<br />

en fazla öldürüldüğü ülke Kolombiya.<br />

Böyle bir faşizmin egemen<br />

olduğu bir ülkede, devlet müzakere<br />

masasına nasıl oturuyor? Sorulardan<br />

biri bu olmalı.<br />

Yanıtına gelirsek, Kolombiya’da gerillanın<br />

elinde olan bölge çok önemli.<br />

Hem maden açısından yeni doğalgaz<br />

rezervlerinin olduğu yer, hem ilaç sanayinin<br />

dünyada en fazla hammaddesinin<br />

elde edildiği yer. Dolayısıyla<br />

uluslararası burjuvazi istikrar istiyor<br />

çünkü orada yatırım yapacak. Aynı<br />

zamanda Kolombiya da ‘klasik burjuvazi’<br />

olarak tanımlayabileceğimiz kesimde<br />

de barış istiyor. Çünkü onların<br />

da kendi güvenliği yok.<br />

ABD de böyle bir barışı ya da en azından<br />

müzakereyi destekliyor. Çünkü<br />

gerillayı ortadan kaldıramayacaklarını<br />

bir kez daha anladılar. O bölge<br />

onlar için çok önemli. Gerillanın<br />

kontrolünde olan bölgenin hemen kıyısında<br />

doğalgaz var. Bunların hepsi<br />

uluslararası burjuvazinin ağzını su-<br />

landırıyor. Ve bunun için biraz daha<br />

barış istiyor. Peki, gerilla neden barış<br />

istiyor? Ya da neden masaya oturuyor<br />

en azından?<br />

Gerilla diyor ki: “Biz kan dökülmesinin<br />

durmasını istiyoruz. Tutuklanmaların<br />

durmasını istiyoruz. Çünkü<br />

biz politika yapmak istiyoruz. Biz politikayı<br />

başka şekliyle sürdüremediğimiz<br />

için silahlı mücadele yürüttük.<br />

Onun için bize doğru düzgün politika<br />

sürdürme zemini sağlandığında, daha<br />

açık bir demokrasi oluşturulduğunda<br />

biz bunu kabul ederiz.” Ayrıca gerillanın<br />

en azından müzakere için söylediği<br />

en önemli şey; “Şimdi sen bana<br />

daha düne kadar terörist diyordun,<br />

birden masaya oturdun benimle, be-<br />

sayfa 12 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Anlaşma dediğimiz şey kağıt üzerinde olan bir şey değildir, somut olarak ne yaşandığıdır. Devlet meşruiyet<br />

üzerinden var olur. Saldırmayacağım dediğinde verdikleri sözü tutmazlarsa zaten meşruiyet yıkılır.<br />

nim bir özgürlük hareketi olduğumu<br />

kabul ettin artık.” Yani bu görüşmeler<br />

nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, masaya<br />

oturur oturmaz gerillanın avantajı<br />

var zaten.<br />

Bunu Türkiye için de genelleyebilir<br />

miyiz?<br />

Evet, burası için de geçerli. Burada<br />

önemli bir noktaya değineceğim.<br />

Geçen hafta El-Salvador’da “Barıştan<br />

sonraki 21 yıl” adlı bir panel vardı.<br />

El-Salvador’daki gerilla hareketi ile<br />

devlet arasında 89 yılında Meksika’da<br />

ilk görüşmeler başladı. 91 yılında barış<br />

imzaladılar. O barış görüşmelerini<br />

yürüten delegelerin konuşmacı olduğu<br />

bir panel vardı. Görüşmeleri anlatıyorlardı.<br />

Şöyle ki, hem faşist parti<br />

ARENA’nın delegesi hem de o dönemin<br />

gerilla komutanı, gerillanın delegesi<br />

Roberto Canas var. Bunlar ilk<br />

görüşmede bir masaya oturup tartıştıktan<br />

sonra öğle yemeğinde Meksika<br />

devleti gerillaya ayrı masalar hazırlıyor.<br />

Çünkü gerillaya haydut olarak<br />

baktıklarından, onlarla aynı masada<br />

yemek yenmez diye düşünüyorlar.<br />

Buna karşı bence Kürt hareketinin<br />

burada yapması gereken şey, Zapatistaların<br />

yaptığı gibi bütün görüşmeleri<br />

doğrudan açıklamaktır.<br />

Kolombiya’daki görüşmelerde oluyor<br />

mu bu söylediğiniz?<br />

Şu an basına kapalı oradaki görüşmeler.<br />

Ama FARC’ın son bir deklarasyonu<br />

var. Diyor ki: “Biz burada görüşüyoruz<br />

ama bu iş masada bitmez. Esas<br />

mesele sizin masanın ardından harekete<br />

geçmeniz. Biz buradan köylülere,<br />

hareketimize, öğrencilere, arabuluculara,<br />

akademisyenlere, aydınlara sesleniyoruz:<br />

Mesela tarım sorununun<br />

ne olduğunu bize sizin söylemeniz<br />

gerekiyor. Çünkü bu masada ancak<br />

sizin düşüncelerinizi de birlikte aktarabilirsek<br />

sürdürebiliriz. Biz sadece<br />

sizin delegeleriniziz, bu masada oturup<br />

kendi kendimize kararlar vermeyeceğiz.”


sayfa 13 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Silahlar hiçbir yerde barış anlaşması imzalanmadan bırakılmaz.<br />

ETA dar bir örgüttür, belki PKK ile kıyaslanamaz<br />

bile ama silah bıraktığını söylemesine rağmen silahları<br />

teslim etmedi.<br />

Kürt hareketinin de bunu böyle<br />

yapması gerekiyor dolayısıyla?<br />

Ben her zaman Zapatistaların görüşmelerini<br />

örnek verdim. Çok önemli<br />

çünkü Zapatistaların delegeleri “Biz<br />

bu masada konuşulanları gidip halka<br />

soracağız,” dediler. “Bu uzun sürer”<br />

dediklerinde “Bizim sizin gibi bankalarımız,<br />

mesai saatlerimiz yok, bizim<br />

Maya saatimiz var. Biz bunu halka<br />

sormadan yapmayız,” dediler. Ve her<br />

şeyi halka sordular. Barış imzalanmadı<br />

ama bir ateşkes gerçekleşti.<br />

Ayrıca Kolombiya’daki görüşmelerde,<br />

basına kapalı yapılan kısımlarda zabıt<br />

tutulmasına karar verildi. Yani her<br />

gelişmeden sonra iki tarafın da imzaladığı,<br />

“Biz bu şekilde görüşmüştük”<br />

dediği tutanaklar tutuldu.<br />

Türkiye’de biraz daha farklı. Bence<br />

bu günlerde görüşmeler olabilir tabi<br />

ama karşılıklı güven çok önemli. Bir<br />

taraftan görüşeceksin, bir taraftan da<br />

operasyonlar devam edecek… Buna<br />

kim inanır?<br />

Bu hükümetin durumu. Kürt hareketi<br />

açısından durum nasıl?<br />

Kürt hareketi kendi durumunun, gücünün<br />

farkında değil. Hâlâ her yerde<br />

Kürtlerin nasıl ezildiğini, nasıl mazlum<br />

ve kurban olduğunu anlatıyor.<br />

Elbette Kürtler çok ezildi, çok mağdur<br />

oldu. Ancak Kürt hareketi artık<br />

Silahları bırakma meselesine gelirsek?<br />

Silahlar hiçbir yerde barış anlaşması imzalanmadan bırakılmaz.<br />

ETA dar bir örgüttür, belki PKK ile kıyaslanamaz<br />

bile ama silah bıraktığını söylemesine rağmen silahları<br />

teslim etmedi. Zaten önce ateşkes olur, sonra barış imzalanır,<br />

barış imzalandıktan sonra ancak silahlar teslim<br />

edilir. Ki onda da bir yol haritası çerçevesinde olur. Hatta<br />

Kolombiya’da görüşmeler devam etmesine rağmen ateşkes<br />

bile ilan edilmedi. Masaya oturuyorsun ama aynı gün<br />

dünyanın en önemli isyan ve direniş<br />

hareketlerinden biridir. Kürt hareketinin<br />

önerdiği Demokratik Özerklik<br />

yani özgür komünler ve aynı zamanda<br />

cinsiyet özgürlükçü bir toplum<br />

yani bana göre kadın cumhuriyeti,<br />

ekolojik demokrasi… Bunlar sadece<br />

Ortadoğu için değil, bütün dünya için<br />

en iyi önerilerden bir tanesidir. Kürt<br />

Hareketi bunu yeterince anlatmıyor.<br />

Meksika’dayken Subcomandante<br />

Marcos’un bir karikatürünü görmüştüm;<br />

melek gibi çizmişlerdi,<br />

kafasında hale var, kollarında da<br />

gazete kâğıdından kesilmiş kanatları<br />

vardı. Çünkü Marcos’u Marcos<br />

yapan düşünsel gücüdür. Yani “Ben<br />

iktidarı değil dans edecek bir bölge<br />

istiyorum” demesidir. Kürt hareketi<br />

anlamında da mesela demokratik<br />

özerklik Suriye’de ilk defa yavaş yavaş<br />

ortaya çıktı. Yeni bir durum ortaya<br />

çıktı, bunu anlatmak zorundasın bütün<br />

dünyaya.<br />

Latin Amerika’da FARC’ın müzakere<br />

süreci ile Ortadoğu’da PKK’nin<br />

müzakere sürecini karşılaştırırsak<br />

avantajları ve dezavantajları nelerdir?<br />

Şu anda Kolombiya’da masaya oturdular.<br />

Fakat ben burada barışın daha<br />

yakın olduğunu düşünüyorum. Çünkü<br />

uluslararası konjonktür de barışı<br />

zorluyor. İki tarafı da, hükümeti de<br />

gerillayı da zorluyor.<br />

Türkiye Cumhuriyeti PKK ile barış<br />

imzalamak zorunda. En azından<br />

kendi açısından böyle bir şey varmış<br />

gibi yapmalı. PKK’yi de zorlayan bir<br />

süreç var. Dört ülkede gücü var ama<br />

Güney Kürdistan gibi bir durum<br />

var, İran durumu var… Demokratik<br />

özerkliği hayata geçirecek bir durum<br />

var. Böyle bir durumda daha barışçıl<br />

politika yapabileceği bir alana ihtiyacı<br />

var. PKK açısından da ateşkes ilan<br />

edilmesi olumludur. Bölgesel koşullar<br />

anlamında da barış için çok uygun<br />

bir durum var.<br />

Kıyaslarsak?<br />

Garip gelebilir ama bana göre burada<br />

barışın olması daha gerçekçi. Öbür<br />

taraf masaya oturduğu halde bana<br />

burada barışın sağlanması daha yakın<br />

geliyor. Bu bir tahlil tabi, ne olacağını<br />

bilemezsin.<br />

Uluslararası konjonktür haricinde<br />

iç dinamikler açısından durumu nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

Kürt hareketi demokratik özerkliği,<br />

ikili hukuku kabul ediyor,<br />

ayrı bir devlet istemiyoruz diyor.<br />

Kolombiya’da ise ben sosyalist bir<br />

Kolombiya istiyorum, bölgesel değil,<br />

bütünsel bir değişim istiyorum ve<br />

ben sağlık ve eğitim konusunda ödün<br />

vermeyeceğim diyorlar. Bir de bence<br />

Kolombiya’da şöyle önemli bir durum<br />

var; bütün barış anlaşmalarında önce<br />

insan hakları ihlallerinin, sorumlularının<br />

yargılanması konusunda imzalar<br />

atılır. Kısmen de yargılanırlar.<br />

Ama Kolombiya Devlet Başkanı Santos,<br />

daha önce “Ölüm Timleri”nin komutanıydı.<br />

Asıl yargılanması gereken<br />

biri varsa onun, Santos’un yargılanması<br />

gerekir.<br />

Bir de burada esas mesele şu: Görüşmeler<br />

sırasında öyle bir durum oluşuyor<br />

ki sanki insan hakları ihlallerinden<br />

sadece ordu sorumluymuş…<br />

Türkiye’de de böyle bir algı var, ordunun<br />

arkasında esas burjuvazi yokmuş<br />

gibi algılanıyor. Şimdi 12 Eylül’ü<br />

yapan burjuvazi değilmiş gibi algılanıyor.<br />

5 milyonluk El-Salvador’da<br />

1,5 milyon kişi göç etmek zorunda<br />

kaldı. Paramiliterler, yani bizim köy<br />

korucularının oradaki muadilleri,<br />

göç edenlerin topraklarını işgal ettiler.<br />

15 yıl sonra köylüler geri geldi,<br />

korucular buraları geri verdiler mi?<br />

devlet 20 gerilla öldürüyor. Ateşkes ilan edilip, bu saldırılar<br />

devam etseydi, görüşmeler kesilebilirdi. Onun için aldıkları<br />

ilk karar, görüşmelerin kesintisiz devam etmesiydi.<br />

Bu aslında diğer yandan provokasyonu önlüyordu. Barış<br />

istemeyen güçlerin harekete geçmesinin önüne geçilmiş<br />

oluyordu böylece. Bizde Tayyip Erdoğan da “Ben saldırmaya<br />

devam edeceğim” diyor. Kürt hareketi de FARC-EP<br />

gibi açık görüşmeler yürütelim diyor. Devletin açıklık zeminine<br />

çekilmesi lazım.<br />

söyleşi<br />

Vermediler. Devlet topraklarına el<br />

konulan halka başka yerlerden toprak<br />

alıp verecekti ama vermedi. Bu sorun<br />

ne El-Salvador’da ne de Guatemala’da<br />

çözüldü. Daha geçen ay Guatemala’da<br />

12 kişi öldü, kendi topraklarına<br />

geri döndükleri için. Guatemala’da<br />

URNG’den bir profesör anlatmıştı.<br />

‘Avrupa’da bir meslektaşım, kaç yıl<br />

sonra geldiğinde de aynı şeyleri konuşuyorsunuz<br />

diyordu. Evet çünkü<br />

bir şey değişmedi ki. Toprağın dağılımı<br />

aynı. Zenginliğin dağılımı aynı…<br />

Burjuvazi her taleplere evet diyebilir<br />

ama hayata geçirilmesidir esas mesele.<br />

Türkiye’ye baktığımız zaman Kürt<br />

hareketinin talepleri daha çok kimlik<br />

üzerine olduğu için bazıları daha kabul<br />

edilebilir bence.<br />

Kandil’in de bu işe mutlaka dâhil<br />

edilmesi gerekiyor herhalde?<br />

Tabii ki. Ben seninle kavga ediyorum,<br />

sonra arkadaşınla barışmaya çalışıyorum.<br />

Eninde sonunda seninle barışmam<br />

lazım. Kandil olmazsa olmaz.<br />

Öcalan’ın olması çok önemli tabi ki.<br />

Daha önceki görüşlerinde “Kendileri<br />

karar verecek ve görüşecekler” demişti<br />

Öcalan.<br />

Dolayısıyla sürecin ilerleyebilmesi<br />

için Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi,<br />

örgütün kendisiyle de görüşülmesi<br />

ve bu görüşmelerin şeffaf olması<br />

gibi şartlar vazgeçilmez?<br />

Bunun yöntemleri var. Mesela Simon<br />

Trinand ABD’de tutuklu. FARC’ın<br />

barış delegesi olarak görevlendirdiği<br />

isimlerden biri. FARC onun serbest<br />

bırakılmasını, en azından cezaevinden<br />

telekonferans ile görüşmelere katılmasını<br />

istiyor. Bu da bir yöntemdir.<br />

Kürt hareketi için önemli olan masaya<br />

oturduğunda Kürt halkının onu ne<br />

kadar desteklediğidir. Geçen süreçte<br />

Kürt hareketi her şeyi Öcalan’a endeksledi.<br />

Bir kişinin omzuna bu kadar<br />

yük yüklemek, onu yalnız bırakmak<br />

doğru mu? Barışı aşağıdan inşa<br />

etmek zorundasınız. Ancak siz bir<br />

güçseniz başarılı olursunuz. Barış süreci<br />

asıl sokakta işlenir ve sürdürülür.<br />

Ayrıca burada uluslararası konjonktür<br />

barış için çok uygun.<br />

Türkiye devletinin hâlihazırda kamuoyunu<br />

barışa hazırlaması çok<br />

eksik değil mi?<br />

Ben bunun da çok abartıldığını düşünüyorum.<br />

Artık herkes bıktı. Başında<br />

söylediğim düşmanca dil biraz kullanılmasın,<br />

bu bile hemen etkileyecektir.<br />

Son olarak ne söylemek istersiniz?<br />

Barış tabi ki ama Özgürlük, Eşitlik,<br />

Adalet ve Barış….


dünya<br />

Sandıktan “bağımsızlık” çıktı, Batasuna<br />

kendisini feshetti<br />

İspanya ve Fransa’da BASK bölgesinin bağımsızlığı<br />

için mücadele yürüten siyasal parti Batasuna,<br />

BASK bağımsızlığını savunan yasal bir<br />

partinin bölgesel seçimlerde 2. olması ardından<br />

kendini feshediyor. Batasuna, bu sonuçla<br />

kuruldukları siyasal konjonktürün kendini tamamlamış<br />

olduğunu ve kendilerini feshederek<br />

yasal zeminde mücadele veren bağımsızlıkçıların<br />

önünü açmak istediklerini söylüyorlar. Batasuna<br />

Fransa’da yasal, İspanya’da ise 2003’ten<br />

bu yana ETA ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle<br />

yasadışı. ETA 2011 yılında 40 yıllık silahlı mücadelesine<br />

son verdiğini açıklamıştı. Ekim’deki<br />

seçimlerde BASK bağımsızlığını isteyen oylar<br />

Bildu adında bir partiye aktı ve BASK parlamentosunda<br />

75 sandalyeden 21’ini elde etti.<br />

ABD: ABD Savunma Bakanlığı’nın Irak’ın<br />

işgali sonrasında ihale verdiği özel şirket<br />

Engility Holdings, Bağdat’taki Ebu Garib<br />

hapishanesinin işkence ve kötü muameleye<br />

maruz kalmış eski mahkumlarına 5<br />

milyon doları aşkın tazminat ödedi.<br />

Venezuela: Hugo Chavez’in sağlık durumu belirsizliğini koruyor. 58 yaşındaki<br />

liderin 10 Ocak’ta yapılması planlanan yemin törenine katılması<br />

da mümkün görünmediğinden Venezuela Yüksek Mahkemesi devlet başkanlığı<br />

görevini üstlenmek için yemin törenini bir zorunluluk olmaktan<br />

çıkarma yönünde karar alarak yemin törenini erteledi.<br />

sayfa 14 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Dünya Gündemi<br />

2001’de kapatılan bağımsızlık yanlısı bir<br />

partinin üyelerince kurulan Batasuna,<br />

İspanya’nın kuzeyi ile Fransa’nın güney<br />

batısındaki 7 BASK bölgesinin bağımsızlığı<br />

için mücadele ediyordu. ETA silahlı mücadeleye,<br />

BASK dili ve kültürünün bastırıldığı<br />

Franco diktatörlüğü döneminde başlamıştı.<br />

Bugün BASK bölgeleri, İspanya’nın<br />

ekonomik ve siyasal olarak en otonom<br />

yerleri. İspanya: İspanya’daki<br />

ekonomik durumu<br />

protesto etmek için<br />

kendini yakan borç<br />

içindeki iki kişi hayatını<br />

kaybetti.<br />

Fildişi: Fildişi’nde<br />

yılbaşı kutlamalarında<br />

havai fişek<br />

gösterileri sırasında<br />

yaşanan arbedede 60<br />

kişi hayatını kaybederken<br />

200’den fazla kişi yaralandı.


sayfa 15 | 10 ocak 2013 | gelecek dünya<br />

Suriye: Muhaliflerle Esad yönetimi arasında tutsak takasında<br />

anlaşmaya varıldı. Muhaliflerin alıkoyduğu 48<br />

İranlıya karşılık Esad yönetimi elinde tuttuğu 2 bin kişinin<br />

tahliyesine başladı.<br />

Fransa: İflas eden elektronik<br />

ve kitap zinciri Virgin mağazalarını<br />

kapatınca 1000’den<br />

fazla işçi işsiz kaldı. Virgin çalışanları<br />

Paris’in ünlü bulvarı<br />

Champs Elysees’deki mağazasının<br />

önünde protesto düzenledi.<br />

Ayrıca Bütçe Bakanı Jerome<br />

Chauzac hakkında vergi<br />

kaçırmak suçundan ön soruşturma<br />

açıldı.<br />

Güney Afrika: Şaraplık üzüm üretilen<br />

Western Cape bölgesinde mevsimlik çalışan<br />

işçiler aldıkları günde 8 dolarlık ücretin<br />

17 dolara yükseltilmesi talebiyle greve<br />

giderek yollarda barikat kurdu. İşçileri<br />

dağıtmak için polis kauçuk mermi ve göz<br />

yaşartıcı gaz kullandı. Yaklaşık 50 kişi gözaltına<br />

alındı. Grevcilerden 47 yaşındaki<br />

Aubrey Louw toprak sahiplerinin tarım<br />

işçilerine daha fazla para verecek yerde<br />

güvenlik görevlisi kiraladıklarını ve yeni<br />

otomobiller aldıklarını belirtti.<br />

Hindistan: Hindistan’da geçen ayki toplu tecavüz olayının sanıkları ilk kez<br />

hakim karşısına çıktı. Bu arada, Hintli ruhani lider Asaram Bapu’nun ‘tecavüz<br />

kurbanı kadının da en az tacizciler kadar sorumlu olduğu’ yönündeki açıklamaları<br />

büyük tepki topladı. Mahkeme önünde toplanan yüzlerce kişi Bapu’nun<br />

posterlerini yaktı. Ayrıca toplu tecavüzün ardından hayatını kaybeden genç kadının<br />

babası ülkede benzer saldırılara maruz kalan kadınlara destek vermek<br />

için kızının adını açıkladı.<br />

Japonya: Japonya’nın yeni milliyetçi<br />

hükümeti on yıldır ilk kez savunma<br />

bütçesini artıracağını ve askeri harcamalarda<br />

bir artışın olacağını açıkladı.<br />

Hükümet bunun için Çin’le Japonya<br />

arasındaki adalar gerilimini bahane<br />

ediyor.<br />

İsrail: 22 Ocak’ta erken seçimlere gidiliyor. İktidardaki Netanyahu-Lieberman<br />

koalisyonunun sandıktan yine ilk sırada<br />

çıkması bekleniyor. Bu koalisyonun rakipleri ise şunlar:<br />

Milyoner kabine başkanı Naftali Bennett’in Yahudi Evi Partisi.<br />

Eski Kadima lideri Tzipi Livni, merkezdeki Yeş Atid ve<br />

İşçi Partisi ile ittifaka giderek Netanyahu hükümetini yerinden<br />

etmeyi amaçlıyor.


güncel<br />

Yok Artık!<br />

Avrupa Birliği Bakanlığı<br />

Çıldırdı<br />

Avrupa Birliği’nin raporu yayınlaması<br />

gereken gün açıklama yaparak,<br />

‘’Hükümetimize karne verme<br />

yetkisi, milletimizdedir. Bu yüzden<br />

kendi raporumuzu hazırlayacağız’’<br />

diyen Avrupa Birliği Bakanı<br />

ve Başmüzakereci Egemen Bağış<br />

sözünde durdu ve Türkiye Cumhuriyeti<br />

hükümetine ait farklı bir<br />

rapor hazırlattı. Ayrıca Egemen Bağış<br />

raporun değiştirilmesi sonrası<br />

yaptığı konuşmada, ‘’Avrupa’da en<br />

reformist biziz, bizden daha hızlı<br />

reform gerçekleştiren ülke yok,’’<br />

diyerek akıllara, hükümetin 4+4+4<br />

reform sürecindeki hızını getirdi.<br />

Konuşmasının devamında Bağış,<br />

hükümetin özgüveninden ve artık<br />

AB’nin istediği kriterlere tam anlamıyla<br />

uyulduğu için korkuları olmadığından<br />

bahsetti.<br />

Kendi raporunu da hazırlamakla<br />

kalmayan AB Bakanlığı, Avrupa<br />

Birliği İlerleme Raporu’nun çevirisinde<br />

değişiklik yaparak yıllarca<br />

hafızalara tarih kitaplarındaki ayrımcılıkla<br />

kazınan dili kullandı. Bir<br />

ay önce Habertürk’te bir programa<br />

katılan AKP milletvekili ve Anayasa<br />

Komisyonu Başkanı Burhan<br />

Kuzu, orijinal rapor için çöp değerlendirmesi<br />

yapmış, programın<br />

moderatörünün raporu okuduğu<br />

sırada sinirlenerek şov yapmış, raporu<br />

yere fırlatmıştı. ‘’Bizim gibi<br />

çalışkan bir öğrenciye böyle bir rapor<br />

vermek, hiç hoş değil,’’ diyen<br />

Burhan Kuzu’nun ardından Avrupa<br />

Birliği Bakanlığı’nın böyle bir rapor<br />

hazırlaması ise AKP’nin gerçek<br />

rapora bir hayli sinirlendiği fikrini<br />

yarattı.<br />

İki Rapor Arasındaki<br />

Fark<br />

İş Hukuku<br />

Orijinal raporda, İş Hukuku konusunda<br />

hiçbir ilerleme kaydedilmediği,<br />

sendikal haklarda halen<br />

işçilerin aleyhine haksızlıkların<br />

sürdüğü, iş kazaları konusunda hükümetin<br />

olumlu adımlar atmadığı<br />

vurgulanırken, AB Bakanlığı’nın<br />

hazırladığı raporda ise tam tersi<br />

ifadeler bulunuyor. Bu raporun<br />

hazırlanmasından kısa süre sonra,<br />

Zonguldak’ta bir madende gerçekleşen<br />

iş kazasında 8 işçinin ölmesi,<br />

Şişecam ve birçok fabrikada yaşanan<br />

işten çıkarmalar iki rapor arasındaki<br />

doğruluk payını açıklama<br />

gereğine bile yer bırakmıyor.<br />

Yine orijinal raporda, AB Komisyonu<br />

sadece kayıtlı işyerlerinde<br />

62.903 iş kazası gerçekleştiğini ve<br />

bu rakamların yasadışı platformlar<br />

düşünülmediğinde dahi AB’nin<br />

ortalamasının çok fazla üstünde olduğunu<br />

vurguluyor.<br />

Sendika hakları konusunda ise orijinal<br />

raporda şu sözler kullanılıyor;<br />

‘Sendikal hakların uygulanmasındaki<br />

kısıtlayıcı yasal hükümler ve<br />

zorluklar nedeniyle,sendikalaşma<br />

düzeyi ve toplu sözleşme kapsamı<br />

oldukça düşük kalmaya devam etmektedir;<br />

kayıtlı işçilerin %8’inin<br />

bu kapsamda yer aldığı tahmin<br />

edilmektedir. Türkiye Ekonomik ve<br />

Sosyal Konseyi, 2009 yılından bu<br />

yana toplanmamıştır.’<br />

Demokrasi ve Hukukun<br />

Üstünlüğü<br />

AB’nin hazırladığı raporda, Kürt<br />

Sorunu konusunda göstermelik<br />

birkaç adım atılmasına rağmen<br />

devamının gelmediğinden, milletvekillerinin<br />

halen hapishanelerde<br />

bulunduğundan, politikacıların,<br />

belediye başkanlarının sudan sebeplerle<br />

tutuklandıklarından ve<br />

AKP’nin siyasi bir savaş sürdürdüğünden<br />

bahsedilirken AB Bakanlığı<br />

bu konuya değinme gereksinimi<br />

bile duymamış.<br />

Raporun devamında, AİHM’e<br />

Türkiye’nin aleyhinde açılan davalarda<br />

son 6 yıldır artışın devam<br />

ettiği, Türkiye’nin AİHM’e dava<br />

açma konusunu zorlaştıracak şekilde<br />

çıkarttığı yasaların hukuk<br />

devletini yansıtmadığı ve şuanda<br />

Türkiye’nin aleyhinde açılan 16.641<br />

dosyanın halen beklemekte olduğu<br />

vurgulanılırken, ‘Çoğunlukla terörle<br />

mücadele mevzuatı çerçevesinde<br />

olmak üzere, kamuoyunun dikkatini<br />

çeken davalar ve insan hakları<br />

savunucularınakarşı başlatılan bireysel<br />

cezai kovuşturma<br />

ve soruşturmalar<br />

artmıştır’ sözleriyle<br />

Türkiye’nin son yıllardaki<br />

durumu açıklanmış.<br />

Buna karşılık,<br />

Bakanlık ise daha çok<br />

neoliberal politikalara<br />

geçişte yaşadıkları başarılardan<br />

bahsetmeyi<br />

sayfa 16 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Avrupa Birliği’nin, dönem başkanlığının 15 yıldır hazırladığı Türkiye İlerleme<br />

Raporu’nda bu yıl bir ilk yaşandı. Başbakanlığa bağlı Avrupa Birliği Bakanlığı,<br />

Avrupa Birliği’nin orjinal raporunu beğenmeyince kendi raporunu hazırladı.<br />

Ayrıca bununla da yetinmeyen Bakanlık, orijinal metindeki tanımlarda kendi<br />

dilini kullanarak çeviride değişiklik yaptı.<br />

seçmiş ve bu konuya raporunda yer<br />

vermemiştir.<br />

Orijinal raporda ayrıca %10’luk<br />

seçim barajının halen Avrupa’daki<br />

en yüksek baraj olduğundan; siyasi<br />

partilerin kapatılması ve siyasi<br />

partilerin seçim kampanyalarının<br />

finanse edilmesi konusunda AB<br />

yasalarına uyumsuzluğun devam<br />

ettiğinden; askeri hapishanelerde<br />

halen vicdani retçilerin kötü muamele<br />

ve işkenceye maruz kaldığından<br />

bahsedilmekte.AB Komisyonu<br />

ifade özgürlüğü ihlalindeki artıştan,<br />

basın özgürlüğündeki kısıtlamalardan<br />

bahsederken yine AB<br />

Bakanlığı’nın hazırladığı raporda<br />

bu konulara değinilmemektedir.<br />

Çevirideki Fark<br />

Orijinal raporu beğenmeyerek<br />

ülkeyi cennete benzetecek kadar<br />

iyimser bir rapor hazırlayan AB<br />

Bakanlığı’nın bununla yetinmeyerek<br />

orijinal raporu da değiştirerek<br />

yayınlaması ve burada tarih kitaplarında<br />

sıkça geçen ayrımcı tanımları<br />

kullanması dikkatlerden kaçmadı.<br />

Örneğin; Avrupa Birliği Komisyonu<br />

ilerleme raporunda yer<br />

alan”Ermeni”kelimesi AB Bakanlığınca<br />

‘’sözde’’ kelimesi eklenerek;<br />

‘’Ekümenik Patrik’’ tanımı ‘’Rum<br />

Patriği’’ olarak; ‘’Kıbrıs Cumhuriyeti’’<br />

‘’Kıbrıs Rum kesimi’’ olarak<br />

değiştirilmiş. Ayrıca Avrupa Komisyonu,<br />

Roboski katliamı için<br />

‘’TSK tarafından katledilen 34 sivil’’<br />

ifadesine yer verirken, Bakanlık<br />

bunu ‘’Uludere’de hayatını kaybedenler’’<br />

olarak değiştirmiş.


sayfa 17 | 10 ocak 2013 | gelecek tarih şeridi<br />

Biz ODTÜ’de Üç Kelime İngilizce Öğrendik:<br />

Yankee Go Home!*<br />

Kasap Commer, 6 Ocak 1969 günü ODTÜ’yü ziyaret etme cesaretini göstermeye kalktı. Rektör Kemal<br />

Kurdaş, elçiyi ODTÜ’ye davet etmişti. Ancak ODTÜ kararlıydı, direnecekti.<br />

Güney Vietnam kasabı Robert<br />

Commer, bundan tam 44 yıl önce<br />

ODTÜ’yü “ziyarete” geldiğinde pek<br />

de “misafirperver” olmayan ODTÜ<br />

gençliği ile ilk kez tanışmıştı. Aynı<br />

öğrencilerin gelecek nesilleriyle ise<br />

şimdi Erdoğan tanıştı…<br />

Tarihler 6 Ocak 1969’u gösterdiğinde<br />

CIA casusu “Hocho”(kasap) Robert<br />

Commer yoğun protestolarla<br />

karşılaştı. Ardından makam arabası<br />

da ateşe verildi. Güney Vietnam’da<br />

en az yirmi bini aşkın sivilin ölümüyle<br />

sonuçlanan (Noam Chomsky<br />

ise 60.000 olduğunu belirtiyor) pasifikasyon<br />

(sindirme) hareketini yöneten<br />

CIA casusu “Honcho” (kasap)<br />

Robert Commer neye uğradığını<br />

şaşıracaktı. Bu şaşkınlığını ise yıllar<br />

sonra bir itirafından anlıyoruz…<br />

Commer şöyle diyor: “… ODTÜ<br />

olayı bence siyaset bilimi açısından<br />

yeni bir gelişmenin göstergesiydi.<br />

Amerika’nın meselenin siyasi boyutunu<br />

göremeyip başarısızlığa uğramasının<br />

göstergesi. Biz o yıllarda,<br />

müfredatını teknik alanlara oturtmak<br />

suretiyle ODTÜ öğrencilerini<br />

politika dışı tutabileceğimizi sanmıştık.<br />

Elektrik, elektronik ve fiziğin<br />

ağır konsantrasyon gerektiren dersleri,<br />

o günkü kafamıza göre, öğrencilerin<br />

politize olmasını önleyecekti.<br />

Halbuki üniversiteyi, giderek politize<br />

olan Türkiye’nin dışında tutmak<br />

olanağı yoktu.” (Ufuk Güldemir, Kanat<br />

Operasyonu)<br />

ABD’nin Türkiye’ye büyükelçisi<br />

olarak atanmasının ardından basına,<br />

CIA’da 12 yıl çalıştığını açıklayan<br />

Commer karşısında, devrimci<br />

gençler yaygın bir kampanya başlatmıştı.<br />

Ankara’ya daha ilk gelişinde<br />

gençliğin tepkisi nedeniyle Ankara<br />

Esenboğa havaalanına inemeyen<br />

Commer, TC yetkilileri tarafından<br />

helikopterle Mürted askeri havaalanına<br />

kaçırılmıştı.<br />

Atandıktan birkaç gün sonra ise<br />

Kasap Commer, 6 Ocak 1969 günü<br />

ODTÜ’yü ziyaret etme cesaretini<br />

göstermeye kalktı. Rektör Kemal<br />

Kurdaş, elçiyi ODTÜ’ye davet<br />

etmişti. Ancak ODTÜ kararlıydı,<br />

direnecekti. Rektör ile Kasap Commer<br />

yemekteyken, Commer’in zırh-<br />

Robert Commer<br />

Kimdir?<br />

1968 yılında ABD Ankara’ya<br />

büyükelçi olarak CIA uzmanı<br />

Robert Commer’i atamıştı.<br />

Commer Türkiye’ye gelmeden<br />

önce Vietnam’da pasifikasyon<br />

harekâtını yürüten<br />

ekibin başındaydı. Programına<br />

göre 15 milyonluk Güney<br />

Vietnam halkının yüzde 90’ı,<br />

11 bin stratejik köye veya<br />

dikenli tel ve mayınlarla çevrilmiş kamplara toplanmıştı. Sahra Kuvvetleri,<br />

Eyalet Keşif Birlikleri adı altında yaratılan‘korucular’, ‘Özel Şube’ adıyla anılan<br />

işkence merkezleri, zindanlarda başlatılan ‘pişmanlık’ kampanyaları ve<br />

stratejik köy ya da toplama kampları Commer döneminin başlıca uygulamalarıydı.<br />

Vietnam halkını tel örgülerle kuşatılmış kamplarda insanlık dışı<br />

işkencelerden geçiren bu celladın ismi yaptığı zulümler nedeniyle dünyanın<br />

her tarafına yayılacak ve “Vietnam Kasabı” olarak anılmaya başlayacaktı.<br />

lı Cadillac marka makam arabası<br />

öğrenciler tarafından ters çevrilip<br />

yakılacaktı. Haberi alan Commer<br />

korku içinde öğrencilerin cesaretine<br />

tanıklık ediyordu. Zırhlı aracın<br />

anahtarı şoförden talep edildi, anahtarı<br />

alamayan öğrenciler taşlayıp<br />

tahrip etmeye çalıştılar. Bunu başaramayınca<br />

arabayı ters çevirdiler ve<br />

öğrencilerden Hüseyin İnan, Sinan<br />

Cemgil’in atkısını arabanın benzin<br />

deposuna sarkıtarak kıvılcımı çaktı.<br />

İktidarıyla, muhalefetiyle bilcümle<br />

siyasetçiye göre bu ne cüretti! Derhal<br />

CIA ajanı, Vietnam kasabı Commer’i<br />

yanlarına alarak fotoğraf çektirdiler<br />

ve gençleri hep birlikte kınadılar…<br />

Arabanın yakılmasının ardından Kemal<br />

Kurdaş’ın polise ihbar ettiği on<br />

beş genç hakkında ABD ile Türkiye<br />

Cumhuriyeti arasındaki ilişkileri<br />

bozmak ve Türk devletine ve Türk<br />

vatandaşlarına karşı eylemlerde bulunulmasına<br />

neden olmak suçlarından<br />

ötürü dava açıldı. Davada Yusuf<br />

Aslan, Taylan Özgür, Tuncay Çelen,<br />

Sait Big, Seçkin İnceefe, Mustafa<br />

Akgül, İrfan Uçar, Halil Çelimli, Kasım<br />

Çelik, Coşkun Eroğlu, İbrahim<br />

Seven, Bayram Yaşar, Naci Başoğlu,<br />

Mehmet Ünal ve Ahmet Yıldırım<br />

yargılandılar.<br />

Davada avukat Halit Çelenk, elçinin<br />

ODTÜ’ye çağırılmasının açık bir tahrik<br />

olduğunu ve eylemin iki devletin<br />

ilişkilerini bozacak ya da düşmanca<br />

hareketlerin doğmasına neden olacak<br />

nitelikte olmadığını anlattı. Çelenk<br />

mahkemeye bir Amerikan albayının<br />

aracıyla on bir eri çiğnemesi,<br />

U-2 casusluk olayı, Kıbrıs olayları<br />

nedeniyle ABD başkanının İnönü’ye<br />

yolladığı aşağılayıcı ifadeler içeren<br />

Johnson mektubu gibi birçok olayı<br />

anımsattı. Sonrasında ise “Bütün bu<br />

olaylar, iki devletin ilişkisini bozamamış<br />

iken, Commer’in arabasının<br />

yakılması mı bu münasebeti bozacaktır?”<br />

sorusunu yöneltti. Çelenk,<br />

“ABD hükümetinin emperyalist politikaları<br />

nedeniyle dünyanın her yerinde<br />

protesto edildiğini, 1947 yılından<br />

beri 97 Amerikan kütüphanesi<br />

ve eğitim merkezinin tahrip edildiğini,<br />

Roma’da ABD başkanı Nixon<br />

karşıtı gösterilerde ölüm ve yaralama<br />

olaylarına karşın ABD/İtalya<br />

ilişkilerinin sorgulanmadığını” belirtti.<br />

Bunun üzerine ise mahkeme<br />

“iki ülke ilişkilerini bozmaktan” beraat<br />

verdi. Mahkeme her ne kadar<br />

Cadillac’ın parasını öğrencilerden<br />

almaya çalışmışsa da tek kuruş dahi<br />

almayı başaramadı.<br />

ODTÜ gençliğini o gün anlayamayanların<br />

bugün kapıldığı paniğe şaşırmamak<br />

gerekiyor. Ve dün olduğu<br />

gibi bugün de rektörler hazır olda,<br />

üniversiteler ve ODTÜ ayakta!<br />

* Sinan Cemgil


yaşam<br />

Çok fazla antibiyotik reçetesinin<br />

nedenleri?<br />

İnsanlarda kullanmama riskinin<br />

verdiği endişe var. Dünyanın her<br />

yerinde gereksiz ve yanlış kullanılıyor.<br />

Ama gelişmişlik düzeyiyle paralel<br />

olarak bu azalıyor. Gelişmiş ülkelerde<br />

değişik kontrol önlemleriyle<br />

antibiyotik yazma ve reçeteleme politikalarıyla,<br />

sağlık bakanlıklarının<br />

kısıtlamalarıyla bu oranlar yüzde<br />

10-15`lere düşebiliyor.<br />

Yapılan hasta anketlerine göre; hastalar<br />

az ilaç uygulayan hekimi kuşkuyla<br />

karşılıyor, hatta bu yüzden<br />

hekimi değiştirmeye yöneliyor. Antibiyotik<br />

yazılması için doktora baskı<br />

var. Hastalar antibiyotik kullanabilmek<br />

için şikayetlerini abartıyor.<br />

Çünkü insanlara göre; antibiyotikler<br />

güçlü ilaçlar, bağışıklık sistemini<br />

güçlendirirler. Uygulanan sağlık politikaları<br />

da kullanımı artırıcı yönde<br />

olabiliyor.<br />

Antibiyotiklerin en çok suistimal<br />

edildiği hastalık grubu solunum yolu<br />

enfeksiyonları. Her antibiyotik her<br />

enfeksiyonda kullanılmamaktadır.<br />

Antibiyotiklerin etki mekanizması<br />

sadece bakteriler üzerinedir. En sık<br />

görülen enfeksiyonlar olan solunum<br />

yolu enfeksiyonlarının yüzde 60-<br />

70`i virüslerden oluşur. Antibiyotik<br />

verildiğinde, yüzde 60 oranında antibiyotik<br />

gereksiz kullanılmış oluyor.<br />

Türkiye’de ise; genel olarak ilaç kullanımında<br />

başıboşluk ve savurganlık<br />

var. En çok kullanılan ilaç grubunda<br />

antibiyotikler ilk sırada yer alıyor.<br />

Ateş varlığı antibiyotik kullanımı<br />

için yeterli bir neden sayılıyor. Antibiyotikler<br />

hasta-hekim arasında emniyet<br />

ve güven sağlayan değerli birer<br />

mücadele silahı olarak görülüyor.<br />

Antibiyotiklere harcanan para<br />

ne kadar?<br />

Türkiye`de yıllık ilaç masrafı toplamda<br />

4,5 milyar dolar. Bunun yaklaşık<br />

yüzde 20-25`i antibiyotik. Yani<br />

yaklaşık 1 milyar dolar civarında<br />

antibiyotiklere harcandığını söyleyebiliriz.<br />

Antibiyotiklere harcanan<br />

para kemoterapiye harcanan paradan<br />

fazla.<br />

Antibiyotik direnci<br />

son yıllarda neden<br />

arttı?<br />

sayfa 18 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Yanlış Antibiyotik Kullanımı Zarar Veriyor<br />

Uygunsuz kullanımlar sonucu, antibiyotikler kısa bir süre sonra kullanılamaz hale geliyor. Günümüzde tüm<br />

antibiyotiklere dirençli mikroorganizmalarla enfekte olan hastalar, bu nedenle yaşamlarını kaybediyor.<br />

Antibiyotik nedir?<br />

Bakterilerin çoğalmasını engelleyen ya da bakterileri öldüren biyolojik kaynaklı<br />

ya da sentetik olarak elde edilen maddelere antibiyotik denir. Antibiyotikler<br />

doğada, bakteriler ya da mantarlar tarafından üretilir. Antibiyotikler bu<br />

ilaçlarla etkilendiği bilinen mikropların yaptıkları hastalıkların tedavisi için<br />

kullanılır. Antibiyotikler ağrı kesmek ya da ateş düşürmek için kullanılmaz.<br />

Antibiyotikler 50 yıldır en yaygın ve en fazla ilaç grubudur. Genel olarak hastaların<br />

%30-40’ında kullanılıyor. Ancak bu orana rağmen ve en fazla gideri<br />

olan ilaç olmasına rağmen kullanımının %50’si uygun değil.<br />

Genel olarak ilaç kullanımında başıboşluk ve savurganlık var. En çok<br />

kullanılan ilaç grubunda antibiyotikler ilk sırada yer alıyor. Ateş varlığı<br />

antibiyotik kullanımı için yeterli bir neden sayılıyor. Antibiyotikler hasta-hekim<br />

arasında emniyet ve güven sağlayan değerli birer mücadele<br />

silahı olarak görülüyor.<br />

Antibiyotiklere<br />

direnç<br />

gelişmesi sonucunda<br />

antibiyotikler etkisini<br />

yitiriyor. Dolayısıyla bu dirençli<br />

bakteriler oluşan enfeksiyonların<br />

tedavisinde yetersiz kalıyor ve buna<br />

bağlı ölüm oranlarının, hastalıktan<br />

doğan marazların artması, hastanede<br />

tedavi başarısızlıkları nedeniyle<br />

yatış sürelerinin uzaması, dolayısıyla<br />

tedavi maliyetlerinin ve tedavi başarısızlığına<br />

bağlı komplikasyonların<br />

artması gibi birçok sorun ortaya çıkıyor.<br />

Sonuçta ise; tedavinin en az 1<br />

hafta ile 10 gün arasında uzamasına<br />

neden oluyor. Ciddi hastane enfeksiyonları<br />

gelişiyor. Direnç oluşması<br />

hem toplumda hem de hastanede<br />

önemli.<br />

Doğru ve akılcı antibiyotik kullanımında<br />

hem doktora hem de<br />

hastaya ne gibi görevler düşüyor?<br />

Antibiyotikler ateş düşürücü ilaçlar değildir. Her ateşi olan antibiyotik kullanmamalıdır.<br />

Antibiyotik kullanımı sırasında hafif düzeyde ya da hayatı tehdit<br />

edecek düzeyde yan etkiler ortaya çıkabilir. Penisilin alerjisi türleri içerisinde<br />

Tip 1 alerji en korkulanıdır. Buna yönelik olarak penisilin alerji testinin yapılması<br />

(cilt testi) önerilir. Altta yatan kronik hastalıkları olan kişilerde uygun<br />

antibiyotik seçimine dikkat edilmelidir. Devamlı ilaç kullanan kişilerde verilen<br />

antibiyotiğin kullanılan diğer ilaçlarla etkileşmemesine dikkat edilmelidir.<br />

Antibiyotiklerin doğru kullanılması konusunda hastalar, doktorlar ve devlet<br />

ortak stratejiler üreterek başarıya ulaşabilir. Halkın bilinçlendirilmesi, hekimlerin<br />

üzerine düşen görevi yapması ama bunun için de devletin de bu işi kolaylaştırıcı<br />

önlemler alması gerekiyor. Doğru ve akılcı antibiyotik kullanımı için<br />

doğru dozda, doğru endikasyonda (sadece bakterilerin yol açtığı enfeksiyonlarda),<br />

doğru sürede doktor gözetiminde almak şart.


kültür-sanat<br />

TAKİP EDİLMESİ GEREKEN<br />

YÖNETMENLER<br />

1.Ken Loach<br />

Film: Bread and Roses<br />

(Ekmek ve Güller)<br />

Konu: Bir grup göçmen<br />

işçinin işverenlerine karşı<br />

başlatmış oldukları milyon<br />

dolarlık mücadelenin hikayesi.<br />

2.Emir Kusturica<br />

Film: Dom za Vesanje<br />

(Çingeneler Zamanı)<br />

Konu: Film, telekinezik<br />

güçlere de sahip olan Perhan<br />

adında bir Çingene’nin,<br />

genç yaşta Yugoslavya’nın<br />

küçük bir köyünden çıkıp<br />

Milano’da bir suç şebekesine<br />

dahil oluşunu, Azra ile<br />

yaşadığı aşk ve kız kardeşi<br />

Danira’ya uzun süre sonra<br />

tekrar kavuşmak için gösterdiği<br />

çabayı anlatıyor.<br />

3.Quentin Tarantino<br />

Film: Pulp Fiction (Ucuz<br />

Roman)<br />

Konu: Gangsterler camiasına<br />

içeriden, unutulmaz<br />

bir bakış.<br />

4.Martin Scorsese<br />

Film: Taxi Driver (Taksi<br />

Sürücüsü)<br />

Konu: Taxi Driver’de,<br />

70’lerin Manhattan gecelerinde<br />

taksicilik yapan<br />

Vietnem gazisi Travis’le<br />

birlikte sokaklardayız.Hikaye<br />

boyunca etrafındaki<br />

hayatla ve yolunun kesişeceği<br />

‘toplumun pisliğiyle’<br />

(bir çocuk fahişe, güzel<br />

bir sarışın, başkan adayı<br />

bir senatör, gözü dönmüş<br />

bir kadın satıcısı) bir türlü<br />

iletişim kuramayacak olan<br />

Travis, en nihayetinde ipleri<br />

eline alacaktır. Üstelik<br />

gündüzleri izlemeye gittiği<br />

belden aşağı filmlerdeki<br />

‘vahşi’ bir stilde...<br />

5.Alejandro González<br />

Iñárritu<br />

Film: Amores Perros (Paramparça<br />

Aşklar ve Köpekler)<br />

Konu: Mexico City’de<br />

farklı üç hayatın çarpıştığı<br />

korkunç bir araba kazası<br />

ve bu tesadüf sonucu insan<br />

doğasının su yüzüne çıkan<br />

gizli zaafları.<br />

sayfa 20 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Sanatı Alan Üsküdar’ı Geçti<br />

Bu hafta biraz<br />

da tiyatro<br />

sanatının koltuk<br />

altını kaşıyalım.<br />

Son dönemde ağzımızdan<br />

çıkan hemen her kelimede<br />

AKP’nin aklımıza<br />

gelmesi gibi tiyatro deyince<br />

de aklımıza bu ‘akıllı’<br />

hükümetin geliyor olması<br />

tiyatro jargonuyla oldukça<br />

trajikomik. Bir toplumun<br />

tiyatro sanatını var<br />

olan oyunlardan ve sayıları<br />

ne yazık ki azalmaya<br />

başlasa da emektar ve<br />

değerli oyuncularından<br />

değerlendirmek yerine<br />

hükümetin -bir de burayı<br />

karıştıralım diyerek el atmasıyla-<br />

yorumlamaya başlaması<br />

ne kadar acı. Peki bu “acı”<br />

sadece hükümet ya da gelen<br />

düzenlemelerle mi hissettirdi<br />

kendini; bu düzenlemelerin<br />

bu kadar rahatlıkla ve fütursuzca<br />

yapılmasında bizler hiç<br />

mi rol oynamadık?<br />

Her şey televizyonun icadıyla<br />

başladı… Ve o sihirli kapital<br />

kutunun içine giren dizilerle,<br />

şovlarla, taraflaşan “tarafsız”<br />

medyayla, bizim geçmişimizin<br />

sırtındaki kuyudan kalan<br />

tiyatro gözdeliğini yitirmeye<br />

başladı. Mahallelerin sıcak<br />

kültürünü kentsel<br />

dönüşüm rant arenalarına,<br />

özel günlerde<br />

birbirimizle<br />

paylaştığımız kitapları<br />

pahalı sermaye ürünlerine,<br />

inancı ve özgürlüğü<br />

görmedim-duymadım-bilmiyorum<br />

şeytan üçgenine<br />

bırakmayı tercih ettiğimiz<br />

gibi tiyatroyu da şimdiki yoz<br />

kültürün makinelerine ve<br />

makine kullanıcılarına teslim<br />

ettik.<br />

Karşılığında belli bir ücret<br />

ödediğiniz, zaman ayırıp yol<br />

kat ederek izlemek için gittiğiniz<br />

oyunlardan kaç tanesi<br />

gerçekliğinizi yansıtıyor… Ya<br />

da bu oyunları sizlerle buluşturanlardan<br />

kaçı, gerçekten<br />

sizi ve düşüncelerinizi ve toplumu<br />

ve yarını düşünerek bir<br />

oyun sahneliyor. Sermayenin<br />

ticari dükkanlarına dönüşen<br />

birçok tiyatro, yalnızca para<br />

kazanmak ve kurucularının<br />

ismini duyurmak adına tiyatronun<br />

adını kirletiyor.<br />

Fabrikalarda var olan patronişçi<br />

ilişkisi, tiyatro çatısının<br />

altında da aynı gerçekliğini<br />

koruyor. İşçi-iş veren pozisyonunda<br />

ilerleyen birçok tiyatro<br />

oluşumu ‘sanatı’ sırtına<br />

alıp Üsküdar’ı geçiyor.<br />

Zihinlerimizi dört bir taraf-<br />

t a n<br />

kuşatan bu sistem,<br />

Ortaçağ’da kiliselerin halk<br />

üzerinde uyguladığı politikayı<br />

günümüzde de uyguluyor.<br />

Ortaçağda kiliseler<br />

halkın gerçeği görmemesi ve<br />

kilisenin himayesinden çıkmaması<br />

adına insanlara karanlık<br />

bir çağ yaşatmışlardır.<br />

Okumak, düşünmek,<br />

sorgulamak ve bunları dile<br />

getirmek cennetteki elmanın<br />

çalınması kadar günahtı<br />

onlara göre. Şimdi kiliselerin<br />

yerini başka kurumlar ve<br />

efendileri aldı. İnsanlarsa bu<br />

uyuşturulmayı göz göre göre<br />

sineye çekmek zorunda kaldı.<br />

Politikayı, sanatı, sporu ve<br />

daha birçok terimi birbirinden<br />

ayırmak mümkün değil.<br />

Düşünelim, soru soralım ve<br />

yeniden üretelim… Zanaatın<br />

ne demek olduğunu bir<br />

kez daha sorgulayalım… Kaç<br />

kişiyiz, kaç kişiler, gördüğümüz<br />

ne, görmek istediğimiz<br />

ne, cevapları bulduğumuzda<br />

da kolları sıvayalım…<br />

SEVGİLİ OKURLARIMIZ,<br />

YOL ARKADAŞLARIMIZ;<br />

Gazetemizin kapak kısmında da bilgilendirmesini yaptığımız gibi, Gelecek Gazetesi yenileniyor.<br />

Sizi yeni köşe başlıklarıyla kucaklayacağımızı iletmiştik başta… Ayrıca bu başlıklardan<br />

biri olan SİZDEN GELENLER kısmını bu sayıdan itibaren harekete geçirme niyetindeyiz.<br />

Şu an gözlerinizle selamladığınız bu satırları okuduktan hemen sonra bize<br />

yazmaya başlamanızı diliyoruz… Bize yazın; çocukların güneş kokulu enselerinin özgürlüğü<br />

karşılaması için yazın. “İnandığım gibi yaşıyorum” diyebilmek için yazın, ve yazının<br />

gücünü herkese gösterene dek yazın, yazalım… !!! Şimdiden, kelimelerinizin gücüne ve<br />

emeğinize sağlık.<br />

Mail adresimiz: sizdengelenler@gelecekgazetesi.org


sayfa 21 | 10 ocak 2013 | gelecek eğitim<br />

Ortaöğretimde Nereye<br />

Gidiyoruz?<br />

Arif Demir<br />

4+4+4 kesintili eğitim sistemini eleştirmenin suç<br />

kapsamına sokulduğu ülkemizde Milli Eğitim<br />

Bakanlığı’nın yeni öğretim yılına yeni ortaöğretim<br />

sistemiyle gireceği haberleri geçtiğimiz günlerde<br />

medyaya yansıyarak eğitim gündemine yerleşti.<br />

Hatırlanacağı üzere AKP hükümeti yeni yıla üniversitelerde<br />

öğrencilerin ve öğretim görevlerinin demokratik,<br />

eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim protestolarıyla<br />

girmişti. İçini yeni yıla nasıl girersem öyle<br />

devam eder korkusu kaplayan hükümetin Yeni Ortaöğretim<br />

Yasası’yla bu işe kökten bir çözüm üretme<br />

telaşına girdiği anlaşılıyor. Bu nedenle sorgulama ve<br />

protesto etme potansiyeli yüksek olan işçi ve emekçi<br />

çocuklarının üniversitelere girmesini engelleyecek<br />

yeni bir düzenleme bizi bekliyor.<br />

Yeni Ortaöğretim Sistemi<br />

Eğitim bilimcilerin, çocuk gelişimcilerin, sendikaların<br />

ve daha birçok kesimin itirazlarına rağmen adeta<br />

rüzgar gibi yasallaşan 4+4+4’e uygun olarak değiştirilen<br />

ortaöğretim sisteminin önümüzdeki günlerde<br />

resmen açıklanması bekleniyor. Ancak ayrıntıları<br />

şimdiden basına sızdırıldı. Bilimselliği ve fırsat eşitliği<br />

düzeyiyle de 4+4+4 değişikliğine uyumlu olan yeni<br />

sistemi bu yazımızda değerlendireceğiz.<br />

Lise Türleri Azaltılıyor<br />

Lisede dal ve alan çeşitliliğinin savunulması sonucu<br />

oluşturulan 27 lise türü Akademik Liseler, Meslek<br />

Liseleri, Fen Liseleri, Özel Liseler ve Özel Statülü<br />

Anadolu Liseleri olacak şekilde daraltılacak. Mevcut<br />

liseler, Anadolu Liseleri, Anadolu Öğretmen Liseleri<br />

gibi liseler Akademik Lise olarak sınıflandırılacak.<br />

Fen Liseleri’nin de sadece nüfusu 500 bini geçen illerde<br />

olması, diğerlerinin Akademik Lise’ye dönüşmesi<br />

planlanıyor.<br />

SBS Kalkıyor<br />

Dönüştürülen Akademik Liseler ikametgaha göre öğrenci<br />

alacak. Ancak Fen Liseleri, Özel Statülü Anadolu<br />

Liseleri ve Özel Liseler için öğrenciler yine merkezi<br />

sınava tabi tutulacak.<br />

Meslek Liseleri’ne geçişler ise ortaokullarda öğretmen<br />

kurullarının verecekleri raporla gerçekleşecek.<br />

Değişikliklere Pedagojik Bakış<br />

Öğretim yılının başında 60 aylık çocukları 1. sınıfa<br />

başlatarak öğrencilerden velilere, öğretmenlerden<br />

okul idarelerine zorluklar ve psikolojik sorunlar yaratan<br />

4+4+4 sistemi aynı durumu öğretim yılı sonunda<br />

da ortaokul ve liseye geçiş yapacak olanlara yaşatacak.<br />

Çünkü mesleki yöneltmenin ergenlik sonlarında<br />

yani 17-18 yaşlarında gerçekçi ve doğru yapılabileceği,<br />

çocuk gelişimcisi psikologların ve eğitim bilimi<br />

akademisyenlerinin ortak görüşü.<br />

Henüz ilgilerine, yeteneklerine, değerlerine yönelik<br />

olgunluğa ulaşmamış 10 ve 14 yaşındaki çocuklardan<br />

ortaokul ve lise tercih etmelerini beklemenin<br />

onları kimlik bunalımına sokacağı ortadadır. Bunun<br />

sorumluluğunu da öğretmene yüklemenin mümkün<br />

MEB’den Eğitim-Sen’li<br />

öğretmene sürgün cezası<br />

KESK yöneticisi 68 kişi halen tutuklu bulunuyor.<br />

KESK’e yönelik keyfi uygulamalar ve baskılar<br />

devam ederken şimdi de Eğitim-Sen İstanbul 4<br />

No’lu Şube Yürütme Kurulu üyesi Celal Midilli<br />

sürgün edildi. Sürgün Eğitim-Sen tarafından<br />

protesto edilirken, eyleme Midilli’nin öğrencileri<br />

ve veliler de katıldı. Eğitim Sen Genel Merkezinin<br />

“Mesleğimizi itibarsızlaştıran, bizleri dinlemeyen<br />

bakanı biz de dinlemiyoruz .” eylemini<br />

örgütlediği gerekçesiyle Eğitim Sen 4 No’lu şube<br />

yöneticilerinden Celal Midilli’ye maaş kesimi ve<br />

sürgün cezası verildi. 4+4+4’e karşı eylem, miting<br />

örgütleyen Eğitim-Sen’i tutuklamalarla geriletemeyen<br />

AKP hükümeti sendikalı öğretmenlere<br />

soruşturma açarak ve ceza yağdırarak baskılarına<br />

devam ediyor.<br />

olmadığı açıktır. O nedenle tercihler tamamen ailenin<br />

sosyo-ekonomik koşullarına göre gerçekleşecektir.<br />

Yani ortanın altındaki gelir durumundaki aileler<br />

bile çocuğunu parasına göre özel okula göndermek<br />

zorunda kalacak, asgari ücretle geçinen ailelerin çocukları<br />

ise meslek liselerine talim edecektir. Yani fırsat<br />

eşitsizliği daha da artacaktır.<br />

Bu sonuçları kesintili eğitimin ortaöğretimde açık öğretimden<br />

mezuniyet hakkı sağlamasıyla bugünden almaktayız.<br />

MEB’in son açıklamalarına göre bu yıl 136<br />

bin 115 öğrenci ortaokuldan sonra örgün eğitimin dışında<br />

kalmıştır. Bu kesimin de işyerlerinde ucuz işgücü<br />

olması ve özellikle kız çocuklarının sosyal hayatın<br />

ve emek hayatının dışında kalması devlet tarafından<br />

izlenmektedir.<br />

Bu değişikliklerde eğitim sisteminin en güncel sorunları<br />

olan anadili Türkçe olmayan çocukların anadillerinde<br />

eğitim görmeleri ve egemen inancın dışında<br />

olan çocukların zorunlu din dersleriyle mağdur edilmelerine<br />

yönelik çözüm görünmemektedir. Aksine<br />

sınavlarda sorulacak sorulara Din Kültürü derslerinin<br />

eklenmesiyle sorun iyice çözülmez bir hale dönüştürülmektedir.<br />

Eğitimciler Açısından<br />

Bakanlığın son açıklamaları ve Alo 147 uygulamalarıyla<br />

gittikçe itibarsızlaştırılan öğretmenlik mesleği,<br />

yeni geçiş sistemi ile bize mutsuz öğrencilerle dolu<br />

sınıflar vaat etmektedir. Böyle bir ortamın da giderek<br />

artan öğretmene yönelik şiddet vakalarını devam ettireceği<br />

ortadadır.<br />

Diğer yandan Anadolu Liseleri’nde çalışabilmek için<br />

girdiğimiz sınavların ardından son değişikliklerle<br />

yeni performans ölçütleri, buna bağlı ücretlendirme<br />

sonucunda yaşayacağımız ekonomik zorluklar bizleri<br />

beklemektedir.<br />

Veliler Açısından<br />

Yıllardır çocuklarının geleceği için çabalayan anne-babaların<br />

gelecek garantisi umudu Anadolu Liseleri,<br />

dershaneler dönemi yeni sistemle kapanıyor.<br />

Anadolu’nun ücra köylerinde ya da büyükşehirlerin<br />

varoşlarında yaşayan yoksul ama başarılı çocuk öyküleri<br />

de sonlanıyor. Çünkü herkesin mahallesine, gelirine<br />

göre liseye gideceği yeni dönem başlıyor. Artık<br />

ceketinizi satmak çocuklarınızın iyi bir eğitim almasını<br />

sağlayamayacak.


spor<br />

Futbol ve Irkçılık<br />

Futbol<br />

ve ırkçılık; özellikle de Avrupa’da<br />

birbirlerinden ayrılamayan ikili. Standart<br />

Liege’li Oguchi Onyewu’nun,<br />

Lazio’lu Cesar’ın, Thiery Henry’nin, Rio<br />

Ferdinand’ın başına gelenler derken<br />

şimdi de İtalya’da Boateng vakası. Türk<br />

basını ise ‘bizde ırkçılık yok, baksanıza<br />

zenci futbolcular rahatlıkla oyunlarını<br />

oynuyorlar’ ruhunda. Zenci kelimesini<br />

kullanmaları bile bu konudaki duyarlılıklarını<br />

ortaya koyuyor. Irkçılık, hepi-<br />

mizin ciddi<br />

anlamda<br />

derdi olmaya<br />

devam ediyor.<br />

Peki herkes<br />

bu kadar<br />

karşıyken<br />

halen yaşayan<br />

bu ırkçılığın<br />

kökeni<br />

nedir? Artık<br />

yakamızı silkerek,<br />

‘yeter<br />

yahu’ dediğimiz,UEFA’sından,<br />

TFF’sine,<br />

DFB’sine kadar<br />

her kurumun<br />

ısrarla kurtulmaya<br />

çalıştığı<br />

bu veba nereye<br />

dayanıyor?<br />

Futbolun egemen sisteme karşı ideolojik<br />

bir silah olduğu karşı gelinemez bir<br />

gerçek. Her ne kadar ideolojik bir silah<br />

rolü oynasalar da tıpkı üniversiteler gibi<br />

isyanın, başkaldırının, aykırılığın merkezleri<br />

olan tribünler de bir diğer kurtarılmış<br />

bölge olarak var olmaya çalışıyor.<br />

Buna rağmen yine tıpkı üniversiteler<br />

gibi tribünlerde neoliberalizmin hırçınca<br />

saldırdığı bir nokta. Sistemin daha<br />

ilk eğitim kurumu olan ailede başlattığı<br />

NHL’de Mutlu Son<br />

6 Ocak’ta New York’da gerçekleşen<br />

NHL (Amerika Buz Hokeyi<br />

Ligi)Lig Yönetimi ve Oyuncular<br />

Birliği NHLPA arasında tam 16<br />

saat süren toplantı mutlu sonla<br />

neticelendi.<br />

Taraflar tam 6 Aralık itibari ile<br />

113 gün süren lokavt sürecinin<br />

sona ermesi ve 10 yıl sürecek yeni<br />

anlaşmanın imzalanması konusunda<br />

uzlaşmaya vardı.Anlaşmanın<br />

takımlar ve oyuncuların da<br />

onayından geçmesinden sonra<br />

lokavt resmi olarak son bulmuş<br />

olacak.<br />

Oyuncular Birliği Başkanı<br />

Donald Fehr mevcut anlaşmadan<br />

memnun olmadıklarını ve<br />

oyuncuların haklarını artıracak<br />

yeni bir sözleşme imzalanması<br />

konusunda ısrarcı olduklarını<br />

söylemiş, ancak NHL temsilcisi<br />

Gary Bettman mevcut koşulların<br />

gayet makul olduğunu savunmuştu.<br />

Bunun üzerine 15 Ekim<br />

2012’de lokavt ilan edilmiş ve lig<br />

başlamamıştı.<br />

Lokavtın resmi olarak sona ermesinden<br />

sonra 625 karşılaşma<br />

üzerinden gerçekleşen lig yarım<br />

sezon olarak oynanacak.NHL’de<br />

ligin ilk karşılaşmasının 15 ya da<br />

19 Ocak günü oynanması bekleniyor.<br />

ırkçı, cinsiyetçi, militarist, şiddet yanlısı<br />

eğitim toplumun bir parçası olan tribünlerde<br />

de karşılığını bulmakta.<br />

Ders kitaplarında Aleviliğin açıkça düşman<br />

ilan edildiği, Kürt halkının bizden<br />

değildir sınıfına konulduğu, resmi ideolojinin<br />

her bir noktasına kazındığı tarih<br />

kitaplarının yarattığı ırkçılık bugün<br />

Diyarbakırspor taraftarlarının gittiği<br />

her deplasmanda ‘’PKK dışarı’’ tezahüratıyla<br />

karşılaşmasının açık nedenidir.<br />

Hükümetleri göçmen karşıtlığıyla ünlü<br />

İtalya, Yunanistan, Hollande öncesi<br />

Fransa gibi ülkelerde deırkçılığın yaşanması<br />

kaçınılmazdır. Peki ya ırkçılığa<br />

karşı bariz sert önlemler alan ülkeler?<br />

Hollanda mesela? Irkçılık ile ilgili vakalara<br />

bakıldığında bu olayların büyük<br />

bir çoğunluğunun ‘ileri demokrasileri’<br />

ile ünlü Belçika ve Hollanda’da yaşandığı<br />

ortada. Bu da göstermekte ki bu<br />

sistem ne kadar sert önlem alırsa alsın,<br />

ne kadar karşısında durursa dursun var<br />

olduğu sürece ırkçılığı, cinsiyetçiliği,<br />

şiddeti yanında getirecektir.<br />

Irkçılığın çözümü de tıpkı futbolda<br />

şiddet sorunun çözümü gibi bizzat<br />

sistemin damarlarında yatmaktadır.<br />

Boateng meselesi ve birçok meselede<br />

olduğu gibi basın da, kurumlar da bu<br />

çözümü tribünlerin üstüne gitmekte ne<br />

kadar ararlarsa arasınlar sınırlar, ırklar<br />

ortadan kalkana kadar ırkçılık toplumda<br />

da sporda da kendini var edecektir.<br />

Lance Armtrong<br />

Sessizliğini<br />

Bozuyor<br />

Tarihin, en büyük doping vakasında<br />

hedef tahtasındaki bisikletçi<br />

Lance Armstrong, 1999-2005<br />

yılında Fransa Turu’nda yaşadığı<br />

7 şampiyonluğun dopingle lekelenmesi<br />

üzerine derin bir sessizliğe<br />

bürünmüştü. Aradan geçen 7<br />

yıldan sonra Armstrong avukatı<br />

aracılığı ile bu sessizliğini bozacağını<br />

duyurdu.<br />

New York Times bu geri dönüşü,<br />

bir itirafa bağlasa da Armstrong<br />

bunu kesinlikle reddediyor. 17<br />

Ocak’ta doping ile ilgili konuşacağını<br />

duyuran Armstrong’un neler<br />

söyleyeceği ise özellikle Amerikamedyasında<br />

merakla bekleniyor<br />

Lance, 7 yıllık şampiyonluktan<br />

sayfa 22 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Tribünlerin Günlüğü<br />

Lazio’nun ırkçılıkları ile ünlü tribünü<br />

Curva Nord (Kuzey Kale Arkası) Lazio<br />

Başkanı Lotito ve Lazio’lu oyuncu<br />

Zarate’ye çok sert bir tepki gösterdi.<br />

Twitter üzerinden Lazio’da oynamak<br />

istediğini söyleyen futbolcuya Lazio’lu<br />

taraftarların tepkisi ‘’Defol git, Zarate’’<br />

pankartıyla geldi.<br />

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, “taraftar<br />

şiddeti” gerekçesiyle tribünlere “ajan<br />

taraftar” yerleştirecek, taraftar gruplarının<br />

eylemleri “örgüt” kapsamında<br />

değerlendirilecek. Ayrıca, İstanbul Emniyeti<br />

savcılıktan izin almadan, taraftar<br />

gruplarının üyelerinin telefonlarını<br />

dinleyebilecek, onları takip edebilecek,<br />

gerekirse evlerinde aramalar yapabilecek.<br />

İngiltere’de Sunderland kulübünün<br />

bir taraftarın ayağa kalkarak maçı<br />

izlemesinden dolayı kombinesini fesh<br />

etmesinin üzerinden 1 ay geçmeden<br />

İngiltere’de taraftarlar tıpkı Almanya’da<br />

olduğu gibi büyük bir protesto kampanyası<br />

başlattı.<br />

Sistemin daha çok saldırdığı tribünlerden<br />

daha iç açıcı haberler verebilmek<br />

dileğiyle.<br />

sonra<br />

Amerikan Anti-Doping Kurumu<br />

tarafından sadece kendisinin<br />

kullanması ile ilgili değil aynı<br />

zamanda takım arkadaşlarının da<br />

kullanmasını sağladığıgerekçesi<br />

ile suçlanmıştı. Ancak doping<br />

testlerinin boş çıkmış olması<br />

akıllarda soru işaretleri bırakıyor.<br />

Yine de dünyanın saygıyla takip<br />

ettiği Amerikan Anti-Doping<br />

Kurumu’nun Lance Armstrong<br />

konusunda bu kadar ısrar etmesi<br />

ve Armstrong’un 7 yıldır hiç bir<br />

savunma yapmamış olması da bu<br />

konuda bir şüpheye yol açıyor.


sayfa 23 | 10 ocak 2013 | gelecek<br />

Futbola ara verilen bu dönemde, biz de futbol ekonomisine değindik.<br />

Futbol Ekonomisi<br />

Liglere İngiltere dışında bütün ligler<br />

ara verdi. Gerçi gazete çıktığında İspanya<br />

ve İtalya’da ligler başlamış olacak<br />

ama sonuçta bütün ligler şu anda<br />

transfer dönemini yaşamakta. Bol sıfırlı<br />

sayılar havada uçuşuyor, gazetelerin<br />

manşetlerinde kulüpler efsanevi<br />

transferleri bitiriyor. Paranın, tanrısal<br />

özellikler kazandığı bu sektörde<br />

küçük çapta da olsa futbol ekonomisine<br />

girelim dedik.<br />

Öncelikle, bugün dünyada var olan<br />

kulüplerin %90’dan fazlası borç batağının<br />

içinde. Bunun nedeni ekonomistlere<br />

göre çeşitli. Kimine göre,<br />

yanlış transferler, kimine göre yönetimdeki<br />

hatalar. Ama bu nedenler sonucu<br />

değiştirmiyor. Yine de kulüpler<br />

bu borçlara rağmen yaşamaya devam<br />

ediyor. Tüm bu borçlara rağmen günümüzde<br />

futbol büyük sermayedarların<br />

karnını doyurmaya da devam<br />

ediyor.<br />

Finansal Fair-Play<br />

Bu gidişe UEFA, Avrupa çapında bir<br />

Kulüplerin transfer harcamaları<br />

Kulüp Harcama (milyon avro)<br />

Paris St. Germain 147<br />

Chelsea 100<br />

Zenit 95<br />

Bayern Münih 70<br />

Tottenham 68<br />

Manchester United 64<br />

Manchester City 61<br />

Juventus 52<br />

Inter 46<br />

Arsenal 43<br />

dur demek için Finansal Fair-Play<br />

duvarını ördü. Bu proje ile birlikte<br />

UEFA, büyük balığın küçük balığı<br />

yuttuğu bu kirli havuzu temizleme<br />

niyetinde. Bosman Kuralları ile gelen<br />

bonservisi biten futbolcunun kulübüne<br />

hiçbir para kazandırmadan serbest<br />

kalması kuralı futboldaki yapıyı altüst<br />

etmişti. Bu kurallar sonrasında genç<br />

futbolcular sözleşmeleri bittiğinde<br />

kulübüyle bağını tamamen kopartmış,<br />

böylece büyük kulüpler efsanevi<br />

para teklifleri ile futbolcuları transfer<br />

edebilmeye başlamıştı. UEFA bunun<br />

önüne geçmek için futbola futbol dışından<br />

gelen parayı yasaklama kararı<br />

aldı. Böylece yeni El-Khelaifi, Abramovich<br />

gibi kravatlı kodamanların<br />

doğmasını engellemeyi düşünüyor.<br />

Bu kurallar ile artık Malaga, Paris<br />

Saint Germain, Chelsea, Manchester<br />

City gibi kulüpler şuan topun ağzındalar.<br />

Örneğin, futbola en çok dışarıdan<br />

para aktaran kulüplerden biri<br />

olan Malaga’nın ipi UEFA tarafından<br />

çekildi ve Malaga önümüzdeki yıl<br />

Avrupa’da olmayacak. PSG, Chelsea<br />

gibi kulüpler de aynı<br />

durumla karşılaşacaktır.<br />

Finansal Fair-Play’in<br />

diğer kuralları ise çok<br />

basit. Kulüplerin, futbolculara,<br />

kamu idarelerine<br />

ve futbolcu<br />

transferinden dolayı<br />

diğer kulüplere geçmiş<br />

borcu olmayacak. Hiçbir<br />

yöneticinin kulüpten<br />

alacağı olmayacak.<br />

Kulüp kendi kaynakları<br />

ile dönecek. Yöneticiler<br />

kendi cebinden<br />

kulübe para aktarmayacak.<br />

Gelir-gider den-<br />

gesi korunacak ve hiçbir kulüp gelirinden<br />

fazla para harcayamayacak.<br />

Futbolcuların maaşı hiçbir şekilde<br />

gelirin yüzde 70’ini geçemeyecek.<br />

Bu kurallar ile UEFA tam anlamıyla<br />

90’ların dev patronlarının olmadığı<br />

futbola asla geri dönemeyecek ama<br />

büyük oranda tek dişi kalmış sermayeyi<br />

dizginleyebilecek. En azından<br />

öyle görünüyor. Ancak bu kuralları<br />

delmenin de yolu yok değil. Örneğin,<br />

Katarlı sermayedar Nasser El-Khelaifi<br />

şu ana kadar PSG’ye 253 milyon avro<br />

aktardı. El-Khelaifi bu duvarı göstermelik<br />

kurduğu<br />

sponsorluk<br />

şirketi<br />

ile delmeyi<br />

başardı<br />

ve UEFA<br />

ile durumuberabere<br />

yaptı.<br />

El-Khelaifi<br />

önümüzdeki<br />

yıl<br />

PSG’ye 400<br />

milyon avro daha aktarmayı düşündüğünü<br />

açıkladı. Ancak herşeye rağmen,<br />

PSG bu parayı futbolcu maaşlarında<br />

kullanamayacak. Mesela bugün<br />

Arsenal’in eski stadı olan Highsbury<br />

bir rezidans olarak faaliyet gösteriyor<br />

ancak Arsenal buranın parasını<br />

transferde kullanamıyor.<br />

Türkiye’de bu kurallara takılan iki<br />

kulüp Galatasaray ve Trabzonspor.<br />

Trabzonspor gelirinden fazlasını futbolculara<br />

ayırırken, Galatasaray’da<br />

futbolculara ayırılan oran %90 civarında.<br />

Beşiktaş’ta ise ‘feda’ işe yaradı.<br />

Futbolcu giderlerini de inanılmaz<br />

derecede aşağıya çekmeyi başardı.<br />

Geçtiğimiz sezon 120 milyon TL’nin<br />

üzerinde para ödeyen Beşiktaş, bu<br />

sezon yaklaşık olarak 75-80 milyona<br />

düşürerek bu maliyeti 50 milyon<br />

TL azalttı. Fenerbahçe ise gelirinin<br />

yüzde 45’ini futbolculara ayırıyor ve<br />

bu duvarın üstünde kalıyor. Anadolu<br />

kulüpleri ise halka arzını gerçekleştirmedikleri<br />

için onların finansal<br />

yapılarına bakmak<br />

spor<br />

Liglerin Seyirci Ortalamaları<br />

mümkün değil.<br />

Lig Ortalama<br />

Bundesliga 42.510<br />

Premiere League 34.151<br />

La Liga 28.526<br />

Seria A 24.957<br />

Süper Lig 9.200<br />

Stadyumlar<br />

Futbol ile sermayenin buluşması gerçekleşmeden<br />

önce futbolun en büyük<br />

geliri stadyumlardan gelmekteydi.<br />

Bugün de stadyumlardan gelse de artık<br />

biletlerden değil, reklamlardan geliyor.<br />

Örneğin Galatasaray, yeni stadı<br />

Ali Sami Yen Spor Kompleksi’nin<br />

adını Türk Telekom şirketine 100<br />

milyon avroya 10 yıllığına kiraladı.<br />

Yine Beşiktaş Spor Kulübü ise İnönü<br />

Stadyumu’nu 5.4 milyon avro karşılığında<br />

Fiyapı’ya<br />

kiralamıştı.Bunların<br />

dışında, reklam panolarını,<br />

stadyum içi<br />

kafe işletmelerini,<br />

bölüm bölüm tribünlerin<br />

isim haklarını<br />

(Şükrü Saraçoğlu<br />

Migros Tribünü, Türk<br />

Telekom Arena Pegasus<br />

Tribünü gibi) kiralayarak<br />

kulüplerin<br />

şirketlerden aldıkları<br />

geliri artıyor.<br />

Buna karşılık kulüplerin nostaljik gelirleri<br />

olan biletlerde ise artış söz konusu<br />

olsa da Türkiye halen Avrupa’nın<br />

en çok seyirci toplayan 10. ülkesi.<br />

Avrupa’da en çok seyirciyi 42.600 kişiyle<br />

Almanya çekiyor. İkinci sırada<br />

35.300 kişiyle İngiltere ve 3. sırada 28<br />

bin kişiyle İspanya geliyor. Türkiye,<br />

maça seyirci çekmede 11 bin kişiyle<br />

10. sırada. Üzerimizdeki ülkelerden<br />

biri ise bize göre çok düşük bir nüfusa<br />

sahip olan İsviçre. Ortalama bilet<br />

fiyatlarımız ise 34 avro ve bu alanda<br />

Avrupa üçüncüsüyüz. Türkiye’de ailecek<br />

gidilecek bir futbol müsabakasında<br />

harcanacak para ortalama 100-200<br />

TL arası. Bu da orta halli bir aile için<br />

devasa bir rakam. Hal böyle olunca,<br />

daha uzunca bir süre Avrupa 10.su<br />

olmaya devam edeceğiz gibi görünüyor.<br />

Kulüpler formalarını, stadyumlarını,<br />

nostaljiye ait neyleri varsa satmaya,<br />

kiralamaya devam ediyorlar. Biz futbolseverlere<br />

ise bu duruma tepki göstermekten<br />

başka birşey düşmüyor.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!