13.08.2016 Views

2boxx2R

2boxx2R

2boxx2R

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Söz: Şenol Göka<br />

Beste - Solist: Kerem Demircioğlu<br />

Düzenleme: Murat Tunalı<br />

Tulum: Volkan Arslan<br />

Supervisor: Amber Türkmen


Şenol GÖKA<br />

TRT Genel Müdürü<br />

ZAMANIN BOYUTLARINDA MÜZİK...<br />

Müzik bir değil birçok disiplinle ilişki halindedir; psikoloji, matematik, fizik, felsefe, tarih, dilbilim…<br />

Bu çok yönlü terim haliyle etrafında da birçok cephe açmaktadır. Bu nedenle her bir dönem, her<br />

yenileniş, müziği yeni bir boyuta taşımıştır. Müziğin diğer disiplinlerle olan ilişkisinin doğal bir<br />

sonucu olarak yeni çalışma alanlarının doğuşu, toplumların üzerinde merak uyandıracağı bir zemin<br />

hazırlamıştır.<br />

Müzik bir zaman sanatıdır. Tıpkı tiyatro, opera, bale hatta şiir gibi var olmak için bir zamana gereksinim<br />

duyar. Ancak müziğin zamanla olan ilişkisi daha çok zamanı doldurmasıyla ilgilidir. Diğer sanat<br />

dallarında, örneğin resim, heykel, grafik veya plastik sanatları ele alırsak; zaman kavramı, bakan gözün<br />

tercihiyle sınırlı kalırken, müzikte dinleyici ve icracı zamanın içinde, müziğin gösterdiği yolda hareket<br />

eder. Her şey müziğin süresince yaşanmalıdır. Müziğin zamana, başka bir ifadeyle, geleceğe dönük<br />

hali, özneyi sürekli olarak gelecek zamandaki müzikal beklentilere yönlendirir. Üstelik bu beklentiler<br />

her zaman teorik bir bilgi alt yapısı da gerektirmez. Müzik eğitimi almamış, sıradan bir dinleyicinin<br />

de müzikal beklentiler geliştirmesi pek tabiidir. Ancak müzik eğitimi almış bireylerin, müzik dinleme<br />

etkinliği sırasında daha farklı tepkiler verdikleri görülmektedir. Burada beklentilere ait tepkilerin; ritim,<br />

melodi ve armonide bir sonraki adımda neler olacağına dair şekillendiği gözlenir. Yalnız bu durum<br />

tamamen duygusal beklentiler gibi anlaşılmamalıdır. Müziğin zamanla kurduğu ilişkinin matematiksel<br />

boyutu, bir anlamda zamanın eşit aralıklara bölünmesi mantığından farksızdır. Müziğin zamanla<br />

kurduğu diğer ilişki boyutları da belleğin taşıdığı geçmiş, deneyimlenen an ve beklenen gelecek<br />

arasındaki kopmaz akış çizgisini gösterir. Her duygu, her ne kadar yalın olsa da onu deneyimleyen<br />

varlığın, bütün geçmişini ve içinde bulunduğu zamanı taşır. Anın muğlak bir şekilde deneyimlendiği,<br />

yani akışın içinde zamanın ve mekânın net olarak algılanamadığı bir durumda, geçmişin ve anın bir<br />

birine kenetlenmesi kaçınılmazdır. Müzikal anların oluşumunda, geçmiş her türlü deneyim kendini<br />

gösterir. Yani geçmiş şimdiki zamanda yaşar. O halde geçmişin şimdiki zamanda yaşadığı yer olan<br />

bellek, zannedildiği gibi geride kalan bir deneyimin saklandığı yer değil, yeniden üretildiği, dolayısıyla<br />

şimdinin kurgulandığı yerdir. Geçmiş, zihnimizde istenildiği her an tekrar tekrar üretilebilmektedir.<br />

Bu üretilişte ise her müziksel deneyimin her defasında farklı sonuçlar verme eğilimi doğabilmektedir.<br />

Dolayısıyla müzik ve zaman arasındaki algısal, duygusal, bilişsel ve fiziksel her türlü ilişkinin yarattığı<br />

sonuç, müziğe biçilen anlama eşdeğerdir diyebiliriz.<br />

Müziğin, yaşamınızdaki tüm kıymetli anlara eşlik etmesini temenni ediyorum.<br />

Sevgiyle ve muhabbetle…


TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON<br />

KURUMU ADINA SAHİBİ ve<br />

GENEL YAYIN YÖNETMENİ<br />

Amber TÜRKMEN<br />

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

Birsen YÜKSEL TAYMAZ<br />

EDİTÖRLER<br />

Figen GÖKTAŞ<br />

Ümit DİRİCAN<br />

Nesri BÜYÜKTURAN<br />

GRAFİK TASARIM<br />

Birsen YÜKSEL TAYMAZ<br />

YÖNETİM YERİ<br />

TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI<br />

TRT SİTESİ A BLOK KAT 9<br />

Tel: (312)463 32 48<br />

ISSN 2149-7982<br />

SAYI 13 / AĞUSTOS 2016<br />

YAYIN TÜRÜ<br />

Yaygın/Süreli<br />

BİR DÜNYA KONU<br />

EVİN İLYASOĞLU<br />

“İnsanoğlu bir deniz minaresine üfleyip sesini<br />

gürleştirmeyi başardığında müzik de tarihini<br />

yazmaya başladı…” Müziğin tarihsel gelişimi ve<br />

müzik akımlarına bakış… Tarihin her sahnesinde<br />

insanoğlunun yaratıcı gücü o dönemin yaşama<br />

biçiminden nasıl etkilendiği üzerine keyifli bir<br />

sohbet…<br />

ZEKİ MÜREN<br />

“Size doyum olmaz sevgili dinleyicilerim. Ama<br />

napayım ki zamanı bize duyuran saatin iki<br />

siyah parmağı, akreple yelkovan, bana ‘hadi<br />

güle güle’ diye işaret ediyorlar.” Seyircilerine<br />

her zaman en samimi duygularla hitap eden<br />

sanat güneşimize ait muhteşem bir yazı<br />

dosyası…<br />

ŞARKILARDAN<br />

FAL TUTTUM<br />

ALİ BOZKURT<br />

12<br />

16<br />

22<br />

Haydi o zaman; evvel zaman içinde, kalbur<br />

saman içinde; pireler berber, develer tellal<br />

iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar<br />

iken diyerek başlayalım hem yazıya hem<br />

söze… Nesrin Büyükturan’dan Tarihe Müzikle<br />

Not Düşenlere dair duygu dolu satırlar…<br />

24<br />

TRT’de müzik programları özellikle de Türk<br />

Halk Müziği ve Türk folkloru ile ilgili programlar<br />

denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri o…<br />

TRT prodüktörlerinden Ali Bozkurt zamana,<br />

müziğe ve yaptığı programlara ilişkin<br />

deneyimlerini bizlerle paylaştı…<br />

YAYIN TARİHİ<br />

1 AĞUSTOS 2016<br />

YAYIN YERİ<br />

www.trtmuzikdairesibaskanligi.com<br />

TRT Bir Dünya Müzik<br />

@birdunyamuzik<br />

birdunyamuzik@trt.net.tr<br />

2


GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN<br />

Bir Dünya Selam,<br />

İSMAİL<br />

ALTUNSARAY<br />

28<br />

“Türküler şahit olduğu zaman diliminin<br />

acılarını, aşklarını, gurbet gibi yaşanan<br />

toplumsal gelişmeleri, bunların sonucunda<br />

yaşananları en yalın haliyle bizlere sunar…”<br />

SİNAN CANAN 32<br />

“Beyin olmadan zaman diye bir şeyden<br />

bahsetmek mümkün değil… Saat dakika,<br />

günler geceler diye saydığımız, sürekli<br />

hesapladığımız zaman algısı, beynimizin<br />

dünyadaki olayları sıraya koyma yöntemi<br />

aslında.” Beynimizin gizemleri üzerine tadına<br />

doyulmaz bir söyleşi…<br />

BİR SES USTASININ<br />

ARDINDAN…<br />

36<br />

Müzik tarihimizin gelmiş geçmiş en önemli<br />

sazendesi Tanburi Cemil Bey’in musiki<br />

yolculuğunu yine bir tanburiden dinlemeye<br />

ne dersiniz… TRT İstanbul Radyosu Tanbur<br />

sanatçısı Refik Hakan Talu’nun kaleminden<br />

etkileyici bir yazı…<br />

40<br />

BENİMLE OYNAR<br />

MISIN?...<br />

İngiliz pop-rock müziğinin temel taşlarını alıp<br />

kendisiyle harmanlayan ve folk müziğimizle<br />

şiirsel bir anlatımı iç içe sıkıştırıp müziğin<br />

en naif halini bizlere sunan, büyük ozan ve<br />

sanatçı Bülent Ortaçgil’e dair… Rahmi Mert<br />

Özcan’ın Müzik Kutusu’nda…<br />

Yayın hayatımıza başladığımız ilk günden bu yana müziğin<br />

tüm zenginliklerini bir arada sunmaya çalıştığımız<br />

yeni bir sayımızla daha siz değerli okuyucularımızla<br />

birlikteyiz. Dergimiz adına dolu dolu geçen bir senenin<br />

ardından, sizlerin de desteğiyle, adımlarımızı beraber<br />

atmanın heyecanı ve mutluluğu bizlere doğru yolda<br />

ilerlediğimizi hissettiriyor.<br />

Her ay olduğu gibi Ankara Radyosu spikerlerinin gönüllü<br />

olarak seslendirdiği, teknik personelinin de gönüllü katkılarıyla<br />

hazırladığımız sesli dergi CD’si bu ay da görme<br />

engelli okurlarımızla buluştu.<br />

Bu ay “Müzik Zaman İçinde” başlığıyla yola çıkarak, zamanın<br />

boyutları içerisinde müziğin gelişimini irdelemek,<br />

zaman kavramının müzikle yan yana geldiğinde nasıl bir<br />

etki yarattığını, farklı yönleriyle ele almak istedik. Zaman<br />

mı müzik içinde, yoksa müzik mi zaman içinde akıyor?<br />

Tarih hızla geçip giderken müzik nerede duruyor? Yoksa<br />

hiç durmadan yol mu alıyor? Bu sorulara ve daha fazlasına<br />

cevaplar aradığımız, heyecanla okuyacağınız bir sayı<br />

daha olacağına inanıyoruz. Müzik ve zaman ilişkisinin<br />

yakınında olan bir isim; bir piyanist ve akademisyen Evin<br />

İlyasoğlu, müziğin evrimleri ve müzik akımları üzerine<br />

görüşlerini keyifli bir söyleşide Ümit Dirican’la paylaşırken,<br />

Figen Göktaş bulunduğu zamana adını “Sanat Güneşi”<br />

olarak altın harflerle yazdıran Zeki Müren dosyasıyla, sanatçının<br />

sanat yaşamına dair renkli hatıralarına götürüyor.<br />

Nesrin Büyükturan “Şarkılardan Fal Tuttum” yazısında<br />

sizi zamanın ritminde, müziğin büyülü mısralarında dolaştırırken<br />

aynı zamanda Neşet Ertaş ekolünün yeni kuşak<br />

temsilcilerinden ve Anadolu Halk Kültürü’nün mirasını<br />

gelecek nesillere taşımaya çalışan TRT İstanbul Radyosu<br />

THM sanatçısı İsmail Altunsaray’la da bir söyleşi yaptı.<br />

TRT’de müzik programları, özellikle de Türk Halk Müziği ile<br />

ilgili programlar denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri<br />

olan TRT prodüktörlerinden Ali Bozkurt zamana, müziğe<br />

ve programlarına ilişkin deneyimlerini keyifli bir sohbette<br />

Nesrin Büyükturan’a aktardı. Türkiye’deki beyin ve sinirbilimleri<br />

araştırmalarının en renkli isimlerinden biri Prof.<br />

Dr. Sinan Canan, etkileyici, bir o kadar da aydınlatıcı bir<br />

sohbette Ümit Dirican’a beynimizin işleyişinden, zaman<br />

algısından ve bunların müziğe olan etkilerinden bahsetti.<br />

Müzik tarihimizin en önemli sazendesi Tanburi Cemil<br />

Bey’in musiki yolculuğunu TRT İstanbul Radyosu Tanbur<br />

sanatçısı Refik Hakan Talu kaleme aldı.<br />

Radyo-3 Sesli Kütüphane köşemizde bu ay Kadir Özdemir<br />

Kültürlerin Macerası programıyla konuğumuz oldu. Daimi<br />

yazarlarımızdan Rahmi Mert Özcan Müzik Kutusu’nda<br />

Bülent Ortaçgil’le bizi karşılarken, Reşit Saraçoğlu “Aşk<br />

Var” diyor ve yine zaman onunla keyifle akıyor… Murat<br />

Örem Ümit Yaşar Oğuzcan’a dair duygulu yazısıyla,<br />

Feridun Ertaşkan ise Zamanın Aynasından adlı hem<br />

konumuza, hem de dergimizin ilk yılına özel yazısıyla<br />

bizimleydi. Klasik albümler ve Albüm Ekşisi ile Murat<br />

Ekşi’nin yeni yorumları bizimleydi. Gel Zaman Git Zaman<br />

köşesinde ise Kubilay Dökmetaş Avni Özbenli’yi andı.<br />

Cahit Cesur’la müzik tarihine yolculuk, haberler, konserler,<br />

kitaplar dergimizin sayfalarında sizleri bekliyor.<br />

Eylül sayımızda görüşmek dileğiyle. Müzikle kalın…<br />

Amber TÜRKMEN<br />

3


Genç dansçılar<br />

yarıştı…<br />

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün<br />

iki yılda bir düzenlediği ve<br />

genç dansçıların uluslararası platforma<br />

taşınmasına fırsat yaratan Uluslararası<br />

İstanbul Bale Yarışması ve Festivali’nde<br />

ödüller sahiplerini buldu.<br />

Festivalde sekiz bin euroluk büyük<br />

ödül, Kazakistan’dan katılan Bahtiyar<br />

Adamzhan’nın oldu. Kazakistan’dan<br />

yarışmaya katılan Assel Askarova da<br />

büyükler kategorisi kızlar birincisi,<br />

Türkiye’den katılan Mehmet Batur<br />

Büklü ise büyükler kategorisi erkekler<br />

birincisi olarak dört bin Euro’nun sahibi<br />

oldular.<br />

Küçükler kategorisi kızlar birincisi<br />

Türkiye’den Katılan Oben Yıldırım ile<br />

küçükler kategorisi erkekler birincisi<br />

Rusya’dan katılan Dmitrii Vysubenko<br />

ise üç bin Euro almaya hak kazandı.<br />

“Türksoy Özel Ödülü” ise Türkiye’den<br />

katılan Yılmaz Berkay Günay’ın oldu.<br />

Işıl German hayatını kaybetti…<br />

Biliyorum Sensin O, Aşkın Kaderi, Ağlıyorsam Sen Aldırma gibi 1970´li yılların<br />

hit şarkılarına imza atan Işıl German, geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.<br />

Ankara Üniversitesi, Devlet Konservatuvarı, Bale Bölümü´nden mezun olan Işıl<br />

German, müzik yaşamına 1972 yılında Ankara´da sahneye çıkarak başladı. Daha<br />

sonra İstanbul’a gelen sanatçı, burada plak çalışmalarını tamamladıktan sonra<br />

yine Ankara´ya döndü. 1975 yılında ilk plağını çıkaran sanatçı, bir yıl sonra Aşkın<br />

Kederi adlı şarkısıyla çıkış yaptı. 1979 Eurovision yarışması elemelerine katıldı.<br />

Sanatçı en son 1981 yılında bir filmde oyunculuk ve film müziği yaptı.<br />

Sting Antalya’da esecek...<br />

Müzik dünyasının efsanevi isimlerinden Sting, 9 Ağustos’ta Expo 2016<br />

Antalya’da hayranlarıyla buluşacak. İngiliz müzisyen, şarkı yazarı, aktör ve<br />

filantropist olan Sting, solo kariyerinde yaptığı “Englishman In New York”,<br />

“Shape of My Heart”, “Mad About You” ve “Desert Rose” gibi klasikleşmiş<br />

birçok parça ile müzikseverlerin kalbinde taht kurmuş sanatçı Türk müzikseverlerin<br />

de yakından takip ettiği müzisyenlerden birisi. Kariyeri boyunca<br />

pek çok ödül alan şarkıcı, 16 kez Grammy Ödülü, 3 Brit Ödülü, 1 Altın Küre,<br />

1 Emmy ve En İyi Orijinal Şarkı dalında 3 kez Akademi Ödülü sahibi...<br />

4


BİR DÜNYA HABER<br />

Bowie’nin özel koleksiyonu sergilenecek…<br />

69 yaşında kansere yenik düşen efsanevi<br />

İngiliz müzisyen David Bowie’nin 13 milyon<br />

sterlin değerindeki özel sanat koleksiyonu<br />

20 Temmuz itibarıyla sanatseverlerle<br />

buluşuyor. Bir döneme damgasını<br />

vuran unutulmaz şarkıları kadar olağanüstü<br />

kostümleri ile de her zaman konuşulan<br />

Bowie’nin, aralarında Damien Hirst<br />

ve Henry Moore’un da işlerinin yer aldığı<br />

sanat koleksiyonu Londra’dan başlayarak<br />

Los Angeles, New York ve Hong Kong’ta<br />

sergilenecek. Tasarıma dair ilgi alanlarını<br />

yansıtan yüz parça mobilyanın da dahil<br />

olduğu tüm koleksiyon Kasım ayında<br />

da mezata çıkacak. Toplam meblağın on<br />

milyon pound (yaklaşık kırk milyon lira)<br />

olacağı tahmin ediliyor ancak takıntılı<br />

Bowie hayranları düşünüldüğünde, bu<br />

miktar çok daha yükseğe çıkabilir.<br />

Genç<br />

İletişimciler ödüllerini aldı…<br />

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu TRT’nin iletişim fakültelerinde okuyan öğrenciler arasında düzenlediği ’TRT<br />

Geleceğin İletişimcileri Yarışması 2016’ ödülleri sahiplerini buldu.<br />

Arı Stüdyoları’nda düzenlenen törenle radyo yayıncılığı, televizyon yayıncılığı, sesli-görüntülü haber yayıncılığı<br />

ve yeni medya yayıncılığı olmak üzere 4 ana dal ve 17 alt kategoride yarışan genç iletişimcilere ödülleri dağıtıldı.<br />

Gripin konserinin yanı sıra TRT sanatçılarının da sahne aldığı geceye, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın yanı<br />

sıra TRT Genel Müdürü Şenol Göka, milletvekiller ve çok sayıda davetli katıldı.<br />

5


BİR DÜNYA HABER<br />

Gece Yolcuları’ndan müjde!<br />

Gece Yolcuları grubu eski şarkıları “Meyhaneler Sen” ile Türkiye’nin ilk emoji alt<br />

yazılı klibini yayınladı. Grup sevenlerine yeni bir albüm müjdesi de verdi. Türkiye’de<br />

ilk kez yapılan bir uygulama olan emoji alt yazısı, akıllı telefon sahipleri<br />

tarafından kullanılan ikonlarla yaratılan bir alt yazı dili. Emojiyi evrensel yeni bir<br />

dil olarak tanımlayan grubun bir sonraki emoji alt yazılı klibini ise dinleyicileri<br />

hazırlayacak. Grup başvuranlar arasından en çok beğeniyi alarak yarışmayı kazanan<br />

şanslı dinleyicisi için bir de turne sürprizi vadediyor.<br />

Waits ve Prine’e PEN’den ödül<br />

Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) tarafından iki yılda bir verilen Şarkı Yazarlığı<br />

Ödülü’ne bu yıl Tom Waits ve John Prine değer bulundu. Daha önce Chuck Berry,<br />

Leonard Cohen ve Randy Newman’a verilen bu prestijli ödül ile ilgili olarak<br />

PEN sözcüsü, “Bu isimler olmadan Amerikan müziğini düşünmek imkansız, ikisi<br />

de bu ülkenin müziği için çok önemli şarkılar üretti,” dedi. PEN Şarkı Yazarlığı<br />

Ödülü’nün jürisinde Elvis Costello, Peter Wolf ve Bono yer alıyorlar.<br />

Genç<br />

klarnetçiden<br />

büyük<br />

başarı…<br />

Mersinli genç klarnetçi Sultan İpek<br />

Çelik, Gürcistan’da düzenlenen<br />

5. Uluslararası Müzik Festivali’nde<br />

Türkiye’ye birincilik kazandırdı.<br />

Farklı uluslardan genç ve yetenekli<br />

müzisyenleri desteklemek, onlar<br />

arasında dostane ilişkilerin oluşturulması<br />

ve geliştirilmesi amacıyla<br />

düzenlenen festivalde, ABD,<br />

İtalya, Rusya, Türkiye, Azerbaycan,<br />

Ermenistan, Kazakistan, Letonya<br />

ve Litvanya’dan pek çok genç yetenek<br />

yer aldı. Festivalde Türkiye’yi<br />

temsil eden Mersin Üniversitesi<br />

(MEÜ) Devlet Konservatuvarı Klarnet<br />

Bölümü lise öğrencisi olan Sultan<br />

İpek Çelik, ‘En İyi Romantik Eser<br />

Performansı’ dalında birinci oldu.<br />

Festivalde, Camille Saint-Seans’ın<br />

Klarinet Sonatı ve Michelle Mangini’nin<br />

Pagina D’Album eserlerini<br />

seslendiren Çelik, birincilik sertifikası<br />

elde etti. Çelik’in bu başarısından<br />

dolayı MEÜ Devlet Konservatuvarı<br />

Öğretim Görevlisi George<br />

Kovziridze’ye de ‘En İyi Öğrenci<br />

Yetiştirme Sertifikası’ verildi.<br />

6


Monopoly müzikal<br />

oluyor…<br />

Hemen hemen tüm dünyada büyük küçük demeden<br />

herkes tarafından sevilen Monopoly oyunu<br />

müzikal oluyor. Amerikalı oyuncak ve kutu oyunları<br />

firması Hasbro, Monopoly üzerine bir Broadway<br />

müzikali yapmayı planlıyor.<br />

Popüler kutu oyunun sahne uyarlaması, benzer<br />

projeleri içeren bir serinin ilk ürünü olacak. Hasbro,<br />

önümüzdeki dönemde Broadway ve ABD’nin çeşitli<br />

yerlerindeki eğlence parkları, tur gemileri ve<br />

benzer sahneler için hazırlanan tiyatro prodüksiyonları<br />

için kendi oyuncaklarını ve oyunlarını kullanacak.<br />

Monoply müzikali ise sadece Broadway için<br />

geliştirildi.<br />

Firmadan yetkililer müzikalin “oturup Monoply oynamak<br />

ile ilgili” olmayacağını, bunun yerine tıpkı<br />

BİR DÜNYA HABER<br />

“Lego Filmi”ndeki gibi oyunun dünyasını yaratıcı bir biçimde<br />

keşfedeceğini söyledi.<br />

“Monopoly the Musical”in ilk gösterim tarihi ya da kadrosunda<br />

yer alacak kişiler açıklanmadı ancak şovun hazır<br />

olması için üç ya da dört yıllık bir süreye ihtiyaç olduğu<br />

tahmin ediliyor.<br />

Trump’a<br />

Pavarotti’nin ailesinden<br />

itiraz…<br />

2007 yılında hayatını kaybeden ünlü tenör Luciano Pavarotti’nin ailesi,<br />

ABD’de Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın, Pavarotti ile özdeşleşen<br />

Puccini’nin aryası “Nessum Dorma”yı seçim çalışmalarında kullanmasına<br />

karşı çıktı. New York Times’ın haberine göre, Pavarotti’nin eşi Nicoletta ve<br />

üç kızı, bu aryanın kullanımının durdurulması için çağrı yaptı. Avukatlarının<br />

yaptıkları çağrıda, aryanın Trump’ın seçim kampanyasında kullanılmasının<br />

utanç verici olduğunu belirttiler. Giacomo Puccini tarafından bestelenen<br />

üç perdelik “Turandot” operasının bir parçası olan “Nessum Dorma”<br />

adlı arya, 1990 Dünya Kupası sırasındaki “Üç Tenor” konserinde Pavarotti<br />

tarafından seslendirilmiş ve geniş kitlelerce tanınmıştı.<br />

Hollywood’un<br />

“görünmez<br />

sesi” hayatını<br />

kaybetti…<br />

Hollywood’un ‘görünmez sesi’ olarak<br />

tanınan Marni Nixon, 86 yaşında hayata<br />

veda etti. Şarkıcı Hollywood’un<br />

en önemli müzikallerinde oyuncuların<br />

sesi olsa da ismi jenerikte yer<br />

almamıştı. Nixon, ‘My Fair Lady/Benim<br />

Tatlı Meleğim’de Audrey Hepburn’ün,<br />

‘The King and I / Kral ve<br />

Ben’de Deborah Kerr’in söylediği<br />

şarkıları söyleyen isimdi. Ayrıca ‘Diamonds<br />

Are a Girl’s Best Friend’de<br />

Marilyn Monroe’nun, ‘West Side<br />

Story’de ise Natalie Wood’un söylediği<br />

şarkıları da onların yerine seslendirmişti.<br />

Nixon’ın kanser nedeniyle<br />

hayatını kaybettiği açıklandı.<br />

7


BİR DÜNYA KONSER<br />

AĞUSTOS<br />

KONSERLERİ<br />

İSTANBUL<br />

Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava sahnesi<br />

bu ay yıldızlı gecelere 5 Ağustos’ta<br />

Funda Arar ile başlıyor. Göksel,<br />

Hande Yener, Sibel Can, Berkay, Murat<br />

Dalkılıç, Sertap Erener, Ferhat Göçer,<br />

Şebnem Ferah, Ajda Pekkan ve Murat<br />

Boz, diğer sahne alacak ünlüler arasında…<br />

İspanyol şarkıcı Buica ve 2016<br />

Eurovision Şarkı Yarışması birincisi Ukraynalı<br />

Jamala da 7 ve 17 Ağustos’ta<br />

sahne alıyor.<br />

Dünyaca ünlü yıldızların sahne alıp<br />

unutulmaz konserler verdiği MASSTI-<br />

VAL geri dönüyor! 8 Ağustos’ta Küçük<br />

çiftlik Park’ta gerçekleşecek MASSTI-<br />

VAL 2016’nın yıldızı SIA… Sahne şovları<br />

da şarkıları gibi oldukça renkli ve<br />

heyecan verici olan SIA’nın özellikle<br />

dansçılarıyla süslediği enerjik performansları<br />

izleyicilere coşku dolu anlar<br />

yaşatıyor.<br />

İZMİR<br />

2010 yılında Ezginin Günlüğü grubundan<br />

ayrılan sanatçı Hüsnü Arkan,<br />

11 Ağustos’ta Volume Alsancak’ta<br />

sahne alıyor.<br />

Türkiye’nin önemli sanatçılarından<br />

Zuhal Olcay, “Başucu Şarkıları 3”<br />

isimli yeni albümünün şarkılarını<br />

seslendireceği konseri ile 10 Ağustos’ta<br />

Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda<br />

sevenleriyle buluşuyor.<br />

Geçen sene Zorlu PSM’de 3 gece<br />

üst üste kapalı gişe konser veren<br />

efsanevi sanatçı Lara Fabian tekrar<br />

Türkiye’de… Lara Fabian 26 Ağustos’ta<br />

Çeşme Açık Hava Tiyatrosu’nda<br />

müzikseverlerle buluşuyor.<br />

ŞEHİR ŞEHİR<br />

12. Uluslararası D-Marin Klasik Müzik<br />

Festivali, 8 güne uzayan güçlü<br />

programıyla bu yıl 20-27 Ağustos<br />

tarihlerinde müzikseverleri Bodrum’da<br />

buluşturuyor. Festival İdil<br />

Biret’in Cumhurbaşkanlığı Senfoni<br />

Orkestrası eşliğinde gerçekleştireceği<br />

açılışla başlayacak. Bu gecede,<br />

müzik dünyasının en büyük piyano<br />

virtüözlerinden biri olan Biret’in,<br />

üstün yorumu ile Edvard Grieg’in<br />

piyano repertuarına kattığı başyapıtı<br />

olan La Minör Konçerto’yu dinleyeceğiz.<br />

8


BİR DÜNYA KONSER<br />

Balıkesir’de Dalyan Sahili’nde<br />

gerçekleşen, “Deniz, kum, güneş ve<br />

%100 rock müzik” sloganı ile yola çıkan<br />

Zeytinli Rock Festivali, bu yıl da<br />

rock ve alternatif müzik dünyasının<br />

en iyi sanatçı ve gruplarını bir araya<br />

getiriyor. Katılımcılarına yüzde yüz<br />

müzik, eğlence ve unutamayacakları<br />

bir rock tatili vaat eden Zeytinli Rock<br />

Festivali’nde 25-28 Ağustos tarihlerinde<br />

4 gün boyunca sahne alması<br />

kesinleşen isimler ; Duman, Şebnem<br />

Ferah, Athena, Pentagram, Teoman,<br />

Mor ve Ötesi, maNga, Hayko Cepkin,<br />

Feridun Düzağaç, Model, Kurban,<br />

Cem Adrian, Ceylan Ertem,<br />

Umut Kuzey, Ceza, Zakkum, Baba<br />

Zula, Büyük Ev Ablukada Fırtınayt,<br />

Metin Türkcan, The Ringo Jets,<br />

Yüzyüzeyken Konuşuruz, Adamlar,<br />

Blacktooth, Marsis, Deniz Tekin, Piiz,<br />

Gece, Fethi Okutan, Serkan Ferat, Seher<br />

Ahmetzade.<br />

Sevilen sanatçı Ceylan Ertem, 20<br />

Ağustos’da Kuşadası AVM Açık Hava<br />

Tiyatrosun’da “Amansız Gücenik”<br />

adlı albümünden şarkılarını seslendirecek.<br />

Kardeş Türküler ve Candan<br />

Erçetin de Balıkesir’de sahne alarak<br />

17 Ağustos’ta Altınoluk Açıkhava Tiyatrosu’nda<br />

sevenlerine birlikte seslenecek.<br />

9


MÜZİK VE ZAMAN<br />

Müzik Zaman İçinde<br />

“Var edilen her şey ‘ol’ emri yani bir ses ile yaratılmıştır. Bu<br />

nedenle hepsinin özünde ritim ve ton yani müzik vardır.”<br />

I. Khanx<br />

Bir sesle yaratıldı yaşam. Kâinat, ses ve titreşim üzerine<br />

kuruldu. Ritim, zaman boyunca devam eden yaşamın ta<br />

kendisi oldu. Denizlerin, nehirlerin, dağların, ovaların, çimenlerin,<br />

çayırların, gökyüzünün bir ritmi, müziği var. Bedenlerin<br />

de, ruhların da. Bedenin ritmi de tıpkı hayatın ritmi<br />

gibidir. “Müzik ve ritim, yollarını ruhun gizli köşelerinde<br />

bulurlar.” Eflatun söylemiş. Müziği ve ritmi, ruhumuzun derinlerinde<br />

yolculuğa çıkan iki yol arkadaşı olarak görmüş.<br />

Ritim kimi zaman düzenli, kimi zaman düzensiz olabilir.<br />

Müzik de öyle. Hayat da öyle. Düzenli ya da düzensiz ama<br />

mutlaka ritmik. Ninni ile uyurken bir yandan da sağa sola<br />

ritmik olarak sallanarak başlayan şey, ilk müzik deneyimi<br />

ve hatta ilk dans eğitimi değil mi? İnsan, müziği ve ritmi<br />

tüm yolculuğu boyunca ruhunda taşır. Nefes alıp verirken<br />

de bir ritim var, kalp atışlarımızda da… Uykunun da,<br />

açlığın da, susuzluğun da ritmi var. Günün, güneşin, ayın,<br />

kâinatın, mevsimlerin, saatlerin velhasıl kelam her anın bir<br />

ritmi, bir düzeni var. Ritmik aralıkların her biri bir zaman.<br />

Buradan bakınca, müzik bir yanıyla zamanın sese dönmüş<br />

hali.<br />

Müziği yaşayan bir organizmaya benzetiyor müzikolog<br />

Filiz Ali: “Zamanın akışı müziğin nabzı ile ölçülür. Sürekli<br />

atan bu nabız, sesleri düzene koyan bir çerçevedir aynı<br />

zamanda. Sesler, o hiç şaşmayan nabzın ve ölçünün yol<br />

göstermesiyle devinirler, dans ederler. Müziğin nabzının<br />

hangi hızda atacağını ise insanoğlu düzene koyar. Besteci<br />

burada işe karışır. ‘Presto’ çok hızlıdır, ‘Vivace’ ise canlı, nabız<br />

‘Allegro’ atıyorsa neşeli ve hızlı demektir, oysa ‘Moderato’<br />

mutedildir. ‘Andante’ yürüyüş temposunu simgeler, ‘Lento’<br />

ve ‘Adagio’da artık nabız iyice ağırlaşmıştır.”<br />

Müzik, ruhun her duygusuna, her mevsimine bir ritmi olan<br />

bir güzel dil. Şairin dediği gibi; “dillerin tükendiği yerdeki<br />

dil.” Duyguyu sese-söze dönüştüren, sonrasında bir başkası<br />

dinlediğinde yeniden duyguya dönüşen sihirli bir dil.<br />

Yüzlerce yıl öncesinden gelen bir müzik, hâlâ ruhumuzda<br />

kendine yer ve de yol buluyorsa, Eflatun’un söz ettiği müzik<br />

ve ritmin birlikte yolculuğu devam ediyor demektir.<br />

Her kültür, müzik üretmiş. Ulaşılabilen tarihin her anında<br />

müzik var. İnsanın bizatihi kendisi de bir enstrüman.<br />

Müzik yapmak için çok fazla bir şeye ihtiyaç yok. Derdini<br />

kederini, sevincini kıvancını, aşkını inancını, özlemini gurbetini<br />

önce ruhundaki gizli köşesinden çıkaracaksın, sonra<br />

da ağzından. Ruhundaki ritim, müziğin de ritmi olacaktır.<br />

Kendi çıkaramadığın sesler için de enstrüman yapacaksın<br />

çeşit çeşit. Ama o enstrümandan çıkan ses de, senin ruhunun<br />

sesi olacaktır.<br />

Tarih öncesi çağlara ait, belki de en saf müziğe dair ipuçlarını,<br />

mağara resimlerinde görüyoruz. Müzikbilimciler, insan<br />

kendi sesini kullanabilmeyi, nesneleri birbirine vurup<br />

ses yaratabilmeyi başardığında müziğin de tarihinin başladığını<br />

söylüyor.<br />

Toplumun düşünüşüne, inanışına paralel dönüşen müzik,<br />

antik çağlarda davetlerin, şölenlerin baş konuğu oluyor.<br />

Ortaçağ’da eski pagan alışkanlıklarına, geleneklerine sıcak<br />

bakmayan kilisenin tavrı dönemin müziğini de belirliyor.<br />

Şenlikli, danslı, coşkulu ritimler yerini ilahi dokunuşlara,<br />

abartısız ritimlere bırakıyor. Dünyevi coşkudan uzak bin<br />

yıllık bir dönemden sonra gelen “yeniden doğuş” dönemi<br />

yeryüzünün tamamını kucaklayan bir neşe, yaşamı tasdik<br />

eden bir coşkuyu ve umudu serpiştiriyor hayata da müziğe<br />

de. Yaşanan bu altın çağın hediyesidir bize opera.<br />

Dünya savaşları, göçler, karabasanlar çağıdır sonraki. Bir<br />

yandan da teknolojinin, hızlı gelişmenin çağıdır. Müziği de<br />

yeni çağın dilini konuşur. Her türlü sınırın zorlandığı, eğildiği<br />

büküldüğü, birçok sanat dalının birbirinin içine girdiği<br />

yılların da başlangıcıdır. Her dönem “post”uyla devam<br />

eder. Tüketim merkezli toplumsal pratikler aynen müziğe<br />

de yansır. Üretimi de tüketimi de piyasa koşullarına göre<br />

şekillenir.<br />

Bazen deltada başlayan bir müzik türü nehirle etrafa yayılır.<br />

Siyah bir çığlık olan o tür “beyaz” bir pazarda endüstriyel<br />

olarak üretilir. Bazen döneminin en kalabalık dinleyicisine<br />

sahip bir tür, küçüle küçüle bir azınlığın müziği haline gelir.<br />

Ama hepsinin de bize söylediği ortak cümle hayatın ileriye<br />

doğru yaşanıp, geçmişe doğru anlam kazandığıdır.<br />

Biz bu sayıda müziğin geçirdiği evrimi ve müzik akımlarıyla<br />

başladık işe ve uzağa gitmeden Anadolu halk kültürümüz<br />

üzerinden müziğin zaman içindeki seyrine bir göz<br />

attık. Bu toprakların yarattığı bir büyük usta “Sanat Güneşi”<br />

üzerinden dönemi ve müziğini anlamaya çalıştık. Sadece<br />

zamanda yolculuğuna değil bu süreçteki zihinsel yolculuğuna<br />

da değindik. Son olarak da yakın tarihimizin rengini<br />

estetize eden “şarkılardan fal tuttuk.” Sıradaki şarkı size gelsin…<br />

10


“Var edilen her şey ‘ol’<br />

emri yani bir ses ile yaratılmıştır.<br />

Bu nedenle hepsinin özünde ritim<br />

ve ton yani müzik vardır.”<br />

I. Khanx<br />

11


BİR DÜNYA SOHBET<br />

Zamanın Sonsuz<br />

Yolculuğunda<br />

Röportaj: Ümit DİRİCAN<br />

Müzik<br />

“İnsanoğlu bir deniz minaresine üfleyip sesini gürleştirmeyi<br />

başardığında müzik de tarihini yazmaya başladı.”<br />

Henüz yedi yaşındayken piyano çalmaya başlayan Evin<br />

İlyasoğlu, müzik eğitimine; İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda,<br />

Robert Kolej’de ve ABD Michigan Devlet Üniversitesi’nde<br />

devam etti. Marmara Üniversitesi İletişim<br />

Fakültesi’nde ve 1987’den beri Boğaziçi Üniversitesi’nde<br />

öğretim görevlisi olarak görev yapmakta olan İlyasoğlu,<br />

aynı zamanda 1991’den bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nin<br />

Albert Long Hall Klasik Müzik Konserleri’nin direktörlüğünü<br />

üstlenmekte ve Zehra Yıldız Kültür ve Sanat Vakfı’nın<br />

da Mütevelli Heyeti Başkanlığını yürütmektedir. Akademik<br />

müzik kariyerinin yanı sıra; TRT İstanbul Radyosu’nda 19<br />

yıl boyunca klasik batı müziği programları ve TRT televizyonlarında<br />

da müzik söyleşileri ve dizileri hazırlayıp sundu.<br />

Sanatçı, 1968’de Yeni Dergi Eleştiri Yarışması’nda “Salkımsöğüt”<br />

şiirini müzik yapıtı olarak incelemesiyle Birincilik<br />

Ödülü; 1978’de Türk Dil Kurumu Radyo ve TV Dil Ödülü;<br />

2008’de Boğaziçi Üniversitesi “Senato Özel Ödülü”; 2013’te<br />

Paris “Société d’Encouragement au Progrés” tarafından<br />

meslekleriyle fark yaratanlara verilen “Médallie D’honneur”,<br />

2014’te Polonya Dışişleri Bakanlığı’nın Polonya’nın<br />

uluslararası alanda tanıtılmasına katkılarından ötürü<br />

“Bene Merito” Şeref Nişanı ve 2015’te ise ODTÜ Senatosu’nun<br />

“Takdir Ödülü ”’nü almıştır.<br />

12


EVİN İLYASOĞLU<br />

Tüm bu ödüllerin yanı sıra sanatçının;<br />

10 adet CD ekiyle birlikte sunulan Zaman<br />

İçinde Müzik, Çağdaş Türk Bestecileri,<br />

71 Türk Bestecisi gibi Türkçe/<br />

İngilizce yayınları; yine CD’ler eşliğinde<br />

sunulan Cemal Reşit Rey, Necil<br />

Kazım Akses, Zehra Yıldız, İlhan Usmanbaş,<br />

Ayla Erduran, Bülent Tarcan,<br />

Nevit Kodallı, Yalçın Tura, Gürer Aykal<br />

Müzik de diğer<br />

sanat dalları gibi çağın<br />

akışıyla şekillenen bir<br />

sanat dalıdır.<br />

Önce ilkel kavimlerin<br />

yaşamlarıyla ilgili olarak<br />

ortaya çıkmış: ninniler,<br />

haberleşme, savaşçıya<br />

güç verme,<br />

büyü yapma, hastaları<br />

iyileştirme ve tapınma<br />

gibi temel işlevler olarak<br />

yer almıştır.<br />

üstüne yazdığı biyografik kitapları da<br />

bulunmakta. Yıllar boyu yazdığı söyleşiler,<br />

portreler, değinmeleri 2014’te<br />

Salkımsöğütün Türküsü kitabında<br />

toplanmıştır. Ayrıca Arnavutköy’deki<br />

çocukluk yıllarını konu alan “Teodora’nın<br />

Düşmanları” başlıklı romanı ise<br />

Yunanca ’ya çevrilmiş ve Atina’da yayımlanmıştır.<br />

Yoğun konser çalışmaları arasında<br />

dergimize vakit ayıran Evin İlyasoğlu<br />

ile Zaman ve Müzik konulu keyifli bir<br />

söyleşi yaptık...<br />

Müziğin evrimlerinden ve değişen<br />

zaman içerisinde nasıl bir gelişim<br />

gösterdiğinden bahsedebilir misiniz?<br />

Müzik de diğer sanat dalları gibi çağın<br />

akışıyla şekillenen bir sanat dalıdır.<br />

Önce ilkel kavimlerin yaşamlarıyla<br />

ilgili olarak ortaya çıkmış: ninniler,<br />

haberleşme, savaşçıya güç verme,<br />

büyü yapma, hastaları iyileştirme ve<br />

tapınma gibi temel işlevler olarak yer<br />

almıştır. Değişen zaman içinde daha<br />

yerleşik toplumların gereksinimlerine<br />

ve coğrafi yörelere göre çalgılar yapılmış,<br />

destanlar, marşlar, dini ezgiler<br />

derken, Rönesansla birlikte ortaçağın<br />

bağnazlığına karşı doğan yaşama sevinci,<br />

dansları, dünyasal şarkıları ve<br />

giderek çalgısal müzikleri oluşturmuş.<br />

Tanrısal aşk ve dünyasal aşk birbirini<br />

tamamlarken müzik yapıtlarının konuları<br />

da bunu yansıtmış. 17.yüzyılın<br />

Barok dönemiyle müzik ve tiyatro<br />

birleşmiş, motet, kantat, madrigal ve<br />

nihayet opera sanatı doğmuş. Çalgılar<br />

artık yalnız şarkılara eşlik değil, kendilerine<br />

özgü anlatım kazanmışlar; vokal<br />

biçimlerin yanısıra sinfonia, sonat<br />

gibi biçimler doğmuş. Çağ sonundaki<br />

Aydınlanma akımıyla Klasizmin öz<br />

denge eşitliği, herkesin anlayacağı yalın<br />

anlatımı ortaya çıkmış. Sonra sanatın<br />

her dalında burjuvaya karşı 1789<br />

13


BİR DÜNYA SOHBET<br />

ihtilalinin yankıları yaşanmış. Sanatçı,<br />

kalabalık kentlerden kaçıp kendi iç<br />

dünyasına kapanmış ve karşısında<br />

onu hemen takdir edecek bir kitle<br />

için değil, elbet bir gün değerinin anlaşılacağı<br />

bir kitle için beste yapmaya<br />

başlamış. Böylece 19.yüzyılda müzik<br />

yapısı karmaşıklaşmış, müzik biçimleri<br />

de artık kalabalık orkestrayı içeren<br />

devasa ve uzun senfonik yapıtlar<br />

olarak ilerlemiş. Modern çağlar ise<br />

gelişen teknolojiyi müziğe de yansıtmışlar.<br />

Elektronik laboratuvarlarda<br />

bestelenen müzik yeni efektlere yol<br />

açarken elektronik donanımlı çalgılar<br />

da senfonik müzikte yer almış. Bugün<br />

müzik akımları teknolojik gelişmeler<br />

sayesinde uzak coğrafyalara ve tarihin<br />

derinliklerine uzanmakta; bir yandan<br />

da içinde bulunduğumuz çağın dilini<br />

konuşmakta.<br />

Müzik akımları dediğimiz şey tam<br />

olarak neyi ifade ediyor? Müzik<br />

akımlarıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?<br />

Müzik akımları zaman içindeki diğer<br />

sanat akımlarıyla aynı doğrultuda,<br />

insanların yaratma gücü belli doyumlara<br />

ulaştığında, ortaya çıkmıştır. Rönesans<br />

resmi perspektifi getirdiyse,<br />

Rönesans müziği de polifoniye adım<br />

atmıştır. Barok mimarideki yüksek<br />

kuleler, müzik dalında daha büyük<br />

biçimlere yol açmıştır. Yeniçağlardaki<br />

soyutlama, müzikte de belli bir tondan<br />

kaçış şeklinde yansımıştır. Tarihin<br />

her sahnesinde insanoğlunun yaratıcı<br />

gücü o dönemin yaşama biçiminden<br />

etkilenmiş, sanat akımları da böylece<br />

doğmuştur.<br />

Yaşa göre müzik dinleme alışkanlıklarının<br />

değişmesi söz konusu<br />

mu? Ya da müzik dinleme alışkanlığı<br />

ve kültürü nasıl kazanılıyor. Bunun<br />

belli bir yaşı veya zamanı var<br />

mıdır?<br />

Müzik dinleme alışkanlığı, insanın doğup<br />

büyüdüğü en yakın çevresiyle<br />

doğrudan bağlantılıdır. Evinizde piyano<br />

çalan bir anne varsa, sürekli müzik<br />

yayını yapan radyo kanalları dinleniyorsa,<br />

CD’lerle zenginleştirilmiş bir<br />

müzik kitaplığına sahipseniz, doğal ki<br />

siz de yaşam boyu bu alışkanlığınızı<br />

Rönesans’la birlikte<br />

ortaçağın bağnazlığına<br />

karşı doğan yaşama<br />

sevinci, dansları,<br />

dünyasal şarkıları ve<br />

giderek çalgısal<br />

müzikleri oluşturmuş.<br />

sürdürürsünüz. Bu üst düzey kültürü<br />

olan bir ev ortamı. Ama nota dahi bilmedikleri<br />

halde, kendi aralarında çalgı<br />

çalan, dans edip şarkı söyleyenler de<br />

bir kültür geliştiriyorlar. En azından<br />

müziğin ritmini öğreniyor onların çocukları<br />

da. Ne kadar küçük yaşta ve ne<br />

kadar “soylu” müzik dinletilirse çocukların<br />

kulağı da buna alışır. Dahası var:<br />

Şimdilerde anne karnındaki bebekler<br />

aylarca müzik dinletilerek geliştiriliyor.<br />

Bunların çoğunun müziğe yatkın<br />

çocuklar olarak dünyaya geldiği kanıtlanmakta.<br />

Burada ne yazık ki ülke-<br />

14


EVİN İLYASOĞLU<br />

Klasik bir sandalye,<br />

klasik bir araba, klasik bir ceket zamansızdır.<br />

Onlar her devirde birer başvuru kaynağı gibi<br />

yerlerinde dururlar. Pop müzik, gelip,<br />

geçen, parlayıp çabuk sönen, geniş kitleleri bir<br />

anda coşturan ve modası bitiveren bir daldır.<br />

Klasik müziğin (buna Türk sanat<br />

müziği de dâhil) adeta bir başvuru kaynağı<br />

olarak saklanması ve değerinin<br />

korunması gerekir.<br />

mizin ilköğretim kurumlarında müzik<br />

derslerinin ihmal edilmesine çok acıklı<br />

bir konu olarak değinmeliyiz. Müzik,<br />

küçük yaştaki eğitimle çocukları yönlendiren<br />

bir sanat dalıdır.<br />

Sorunuzun ilk bölümünü şimdi yanıtlıyayım:<br />

Yaşa göre müzik dinleme alışkanlıkları<br />

elbette değişir. Yaşama biçiminiz,<br />

birikiminiz, elinizdeki kaynaklar<br />

sizi her evrede yeni arayışlara sürükleyecektir.<br />

Yalnız klasik müzik değil,<br />

pop müzikte de, etnik müziklerde de,<br />

dinledikçe daha derine inmek, benzer<br />

örnekleri artırmak gerekecektir.<br />

Zaman ve müzik ilişkisi içerisinde<br />

ele alacak olursak; klasik müzik ve<br />

diğer müzik türlerini birbirinden<br />

ayıran özellikler nelerdir?<br />

Klasik bir sandalye, klasik bir araba,<br />

klasik bir ceket zamansızdır. Onlar<br />

her devirde birer başvuru kaynağı<br />

gibi yerlerinde dururlar. Pop müzik,<br />

gelip, geçen, parlayıp çabuk sönen,<br />

geniş kitleleri bir anda coşturan ve<br />

modası bitiveren bir daldır. Klasik müziğin<br />

(buna Türk sanat müziği de dâhil)<br />

adeta bir başvuru kaynağı olarak<br />

saklanması ve değerinin korunması<br />

gerekir.<br />

Bir müzik insanı için zaman kavramı<br />

diğer insanlardan farklılık gösteriyor<br />

mu?<br />

Evet, zamana karşı koşmak, doğru<br />

zamanlamayı bilmek, küçücük bir zaman<br />

diliminde yapacağınız hatanın<br />

dünyayı başınıza yıkabileceğini düşünmek,<br />

müzisyeni diğer insanlardan<br />

farklı kılar. Müziğin matematiksel hesaplarını<br />

da unutmamak gerek.<br />

Bu arada küçük bir not eklemek isteriz. Müzik ve zaman kavramının birbiriyle<br />

olan bu müthiş etkileşimini konu edinmişken; zamanın en önemli<br />

unsurlarından olan tarih sahnesinde müziğe dair neler yaşandığını merak<br />

ediyorsanız, Evin İlyasoğlu ‘nun müzik akımlarını derinlemesine işlediği<br />

“Zaman İçinde Müzik” kitabına da bir göz atmanızı öneririz. Zira<br />

müziğin dönemlere göre nasıl geliştiğine ışık tutan kitapta; Mısır ve Babil<br />

kazılarından Ortaçağ’a, oradan Gotik Çağ, Rönesans, Reform, Barok Dönem,<br />

Romantik ve Klasik Dönem aynı zamanda 20. Yüzyıl ve Türkiye’deki<br />

müzik akımlarına kadar çağa damgasını vurmuş tüm ayrıntıları, akıcı ve<br />

keyifli bir anlatımla bulabilirsiniz…<br />

15


ZAMAN VE MÜZİK<br />

Sahnelerin<br />

Sık Ve Zarif<br />

Beyefendisi…<br />

Zamana Ve Mekâna Meydan<br />

Okuyan Ses Zeki Müren<br />

Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ<br />

“Halk sanatçıyı yaratıyor ve<br />

yaşatıyor, sanatçı da halkı<br />

çok saymalı,<br />

ben 30 yıldır henüz<br />

sahnede izleyenlere<br />

arkamı dönmedim”<br />

“Size doyum olmaz sevgili dinleyicilerim. Ama napayım<br />

ki zamanı bize duyuran saatin iki siyah parmağı, akreple<br />

yelkovan, bana ‘hadi güle güle’ diye işaret ediyorlar. Gelecek<br />

hafta aynı vakitte inşallah yine görüşmek üzere, hadi<br />

Allah’a ısmarladık…”<br />

Muhteşem sesiyle radyodan böyle sesleniyordu… Pek<br />

çok özelliğiyle kendi zamanına sığmayan, ne zaman<br />

dinlesek sesiyle yüreğimizi titreten Zeki Müren.<br />

Sadece icra sanatçısı olarak değil, besteleriyle, Türk<br />

Sanat Musikisi üzerine derin kültürüyle, Türkçeyi mükemmel<br />

kullanışıyla ve dinleyicilerine gösterdiği nadide<br />

özeniyle her daim andığımız “Sanat Güneşi” Zeki Müren’i,<br />

bu ay konuk ettik sayfalarımıza.<br />

Kaynaklarda doğum tarihi 1931 yılı olarak görünse de<br />

zat-ı muhteremleri 1933 doğumlu olduğunu söyler…<br />

Bursa’da dünyaya gelen sanatçı, liseyi İstanbul’da okur.<br />

Güzel Sanatlar Akademisinin Yüksek Süsleme Bölümünü<br />

birincilikle bitiren Zeki Müren, girdiği bir sınavla<br />

sanat kariyerine adım atar. İstanbul Radyosunun 1951<br />

yılında açtığı bu sınava 186 kişi girer ve sadece Zeki Müren<br />

kazanır. Radyoya başlar başlamaz mükemmel Türkçesi<br />

ve güzel sesiyle fark edilen sanatçıya solist olarak<br />

Cumartesi günleri 45 dakikalık emisyonlar ayrılır. Sanatçı,<br />

İlk plağı “Muhabbet Kuşu” nu da aynı yıl okur.<br />

16


Bu taş plak kaydı gramofondan hafif cızırtılı sesiyle sizin de<br />

kulağınıza geldi mi?<br />

“Kalbimi bezlederim minnet-ü zevk-e<br />

Dilesen dilesen dilesen<br />

Bir muhabbet kuşu da ben olurum<br />

Sev diye sen.<br />

Sevgimin meltemidir<br />

Şimdi şu ruhumda esen<br />

Ah esen…”<br />

Müren, 1954 yılında adından çok söz ettirecek ilk filmi<br />

“Beklenen Şarkı” da arz-ı endam eder tüm zarafetiyle. “Son<br />

Beste” filminde ise, beyaz frak giyerek şarkı söyler Zeki Müren,<br />

siyah smokinli saz heyetinin önünde… Sonradan öğreniyoruz<br />

ki, sahnede frak ve smokin kullanan ilk sanatçı<br />

da kendisiymiş. Çünkü önceleri saz heyeti günlük kıyafetlerle<br />

çıkarmış. Bir sohbetinde bu konuyla ilgili “saz heyeti<br />

smokin giyince sahnelere bir güzellik bir ciddiyet geldi”<br />

der Zeki Müren.<br />

1957 yapımı “Berduş” filminde ise Müren’i Taksim’de tramvayın<br />

arkasına takılmış şarkı söylerken görürüz. Omzunda<br />

boyacı sandığı ile…<br />

“Sokaklarda gezerim güzelleri severim,<br />

Çok hoşuma giderse gözlerimi süzerim.<br />

Sevdadır beni yakan, var mı bana yan bakan…”<br />

Babasına diploma almadan sahneye çıkmayacağına söz<br />

veren Müren, diplomasını aldığı 1955 yılı 26 Mayıs’ta Küçük<br />

Çiftlik Parkta sahne almaya başlar. 1961 yılında el değiştirerek<br />

adeta küllerinden doğan ve orada sahne alan<br />

şarkıcının assolist unvanı aldığı “Maksim Gazinosu” da,<br />

uzun yıllar Sanat Güneşini ağırlayacaktır. Zeki Müren, pullu,<br />

payetli, tüylü, pelerinli, işlemeli kendi tasarladığı kostümler<br />

ve aksesuarlarla gazino geleneğine bambaşka bir<br />

boyut getirir.<br />

Maksim Gazinosu’nda aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü<br />

olarak sahne alan Zeki Müren, 1976’da Londra’daki<br />

Royal Albert Hall’da konser veren ilk Türk sanatçı<br />

olur. Burada verdiği muhteşem konser sonrasında, BBC<br />

Türkçe’de Sabih Aykolar bir söyleşi yapar Zeki Müren ile…<br />

Kusursuz Türkçesi ve muhteşem sesiyle olduğu kadar dönemi<br />

için marjinal sayılabilecek kostümleriyle de zamanın<br />

evvelinde ve ebedinde yer alan Sanat Güneşi, bakın bu<br />

söyleşide kostümleriyle ilgili neler söylemiş…<br />

“Ben 1955 yılından bugüne bütün giysilerimi, normal hayatta<br />

olsun, sahnede giydiklerim olsun onlar fantezi oluyor<br />

malumunuz kendim çiziyorum efendim. Modellerini<br />

kendim çiziyorum, renklerini kendim seçiyorum. Bu bir<br />

yaradılış meselesi, birazda buna ilave edilen ekol meselesi<br />

oluyor. 1955’den bu yana her sezon her şarkı için hemen<br />

hemen değişik anlam taşıyan kostümlerimi çizdim<br />

ve giydim. Beğenildiğini gördükçe de devam ettim. Ben<br />

smokinle de okuyorum, fantezi kostümlerle de okuyorum,<br />

eserine göre seçiyorum bunları. Ve zannediyorum ki bu<br />

dünyada, benden sonraki yıllarda tatbik edildi. Bu da bana<br />

ZEKİ MÜREN<br />

17


ZAMAN VE MÜZİK<br />

“Ben 1955 yılından<br />

bugüne bütün<br />

giysilerimi, normal<br />

hayatta olsun,<br />

sahnede giydiklerim<br />

olsun, onlar fantezi<br />

oluyor malumunuz<br />

kendim çiziyorum<br />

efendim.”<br />

bahtiyarlık veriyor. Mesela Liberace’yi<br />

(Amerikalı piyanist şarkıcı) bana benzetirler<br />

giysi bakımından, ben şu noktada<br />

hayır diyorum. Benim 1956’da giydiğimi<br />

60’lardan sonra Liberace giydi. Bu bir ruh<br />

benzerliği olabilir. Ama ben onu görüp<br />

de onu taklit etmedim.”<br />

Sunucu, Anadolu’da verdiği konserler<br />

sırasında giysilerinin nasıl bir tesir bıraktığını<br />

da sorar sanatçıya ve…<br />

“Müspet tesir ediyor. Aksi zannediliyor<br />

ancak şöyle oluyor; Ben Anadolu’muzun<br />

öz motiflerinden bazı pasajlar alıyor ve<br />

tatbik ediyorum ve Türk motifli kostümlerim<br />

de var, yerine göre onları yerine<br />

göre fantezi olanları giyiyorum. Hatta bazı kostümlerimi<br />

yalnızca içkili gazinolarda giyiyorum. Yani “helva” da diyoruz<br />

“halva” da naçizane…’’<br />

Zeki Müren 600’ü aşkın plak ve kaset doldurdu, 1955’te<br />

“Manolyam” adlı şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen Altın<br />

Plak Ödülü’nü kazandı.<br />

“Uzun yıllar bekledim, hakikat oldu rüyam<br />

Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam<br />

Nazlı çiçeğimsin sen, sevdana dayanamam<br />

Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam…”<br />

Sanat Güneşi, 1991 yılında Devlet Sanatçısı seçildi. 300<br />

dolayında bestesi olan Zeki Müren’in, on yedi yaşındayken<br />

“Zehretme hayatı bana cananım”<br />

mısrasıyla başlayan acemkürdi şarkısı<br />

bestelediği ilk eseridir. Sanatçının<br />

“Şimdi Uzaklardasın”, “Manolyam”, “Bir<br />

Demet Yasemen”, “Gözlerinin İçine<br />

Başka Hayal Girmesin”, “Elbet Bir Gün<br />

Buluşacağız” gibi eserler sık sık okunan,<br />

en sevilen şarkılarıdır.<br />

Bunları yazarken, apartman topuklu<br />

çizmeleri ve pelerinli göz alıcı kostümüyle<br />

“Sanat Güneşi” podyumdan<br />

tüm zarafetiyle şarkı söyleyerek geliyor<br />

gibi hissettim sevgili okuyucu…<br />

Ya siz?<br />

Şimdi uzaklardasın /Gönül hicranla doldu<br />

Hiç ayrılamam derken /Kavuşmak hayal oldu<br />

Sevda bahçelerinin /Çiçekleri hep soldu<br />

Hiç ayrılamam derken /Kavuşmak hayal oldu …<br />

Şarkı söylemekle kalmayan sanatçı resimle uğraşır, beste<br />

yapar ve şiir yazar. 1965 yılın da Çay ve Sempati adlı tiyatro<br />

da başrolde oynayarak kariyerinde zirve yapan Zeki Müren<br />

oyunculuk dışında 100’e yakın şiir de yazar ve şiirlerini ‘‘Bıldırcın<br />

Yağmuru’’ adlı şiir kitabında toplar… Şiirlerin bazıları;<br />

18


Kazancı Yokuş ve Kendimi Arıyorum,<br />

Alınyazım, Çim Makası, Son Kavga,<br />

Bursa Sokağı vb.dir.<br />

“Halk sanatçıyı yaratıyor ve yaşatıyor,<br />

sanatçı da halkı çok saymalı, ben 30<br />

yıldır henüz sahnede izleyenlere arkamı<br />

dönmedim” diyen Zeki Müren<br />

zamanın ötesinde sevilen, sayılan bir<br />

sanatçı olmanın sırrını da satır arasında<br />

veriyor öyle değil mi?<br />

Bir döneme damgasını vuran arabesk<br />

akımı için de sanatçı; “Arabeske karşı<br />

değilim ama arabeskçi de değilim”<br />

der… Zeki Müren, gazino programlarında<br />

zaman zaman arabesk şarkılara<br />

da, hafif müzik eserlerine de yer verir<br />

ve “Türk Sanat Müziğini hiç bir etki<br />

yozlaştıramaz, arabesk bir modadır,<br />

geçecektir, klasikler öyle değildir. Torunumuzun<br />

torunu da dinleyecektir”<br />

sözleriyle duygularını ifade eder.<br />

“Sanat Güneşi” iltifatı, her sanatçıya<br />

nasip olmayacak dile kolay ama içerikte<br />

bir o kadar derin ve ağırlığı olan<br />

bir benzetme… Bu sıfatı kabul edip,<br />

ölene kadar taşıyabilmek de ayrı bir<br />

maharet gerektirir sanırım. Bu anlamda<br />

Zeki Müren birçok ilke imza atarak<br />

övgüleri hak ettiğini her zaman kanıtlamış…<br />

Sahnede el mikrofonunu ilk kullanan,<br />

ilk kez podyum yaptırıp hakkını veren<br />

(“gazinoda arkada oturanlara da aynı<br />

oranda ulaşmak istedim onun için<br />

podyum istedim” diyerek), her zaman<br />

konuşulacak kıyafetler giyen (onayladığınızı<br />

duyar gibiyim), sahne performanslarında<br />

koro ve renkli sahne<br />

ışıklarını kullanan, yine sahnede dekor<br />

kullanarak tiyatral bir hava yaratan…<br />

Evet bütün bunları son derece incelikle<br />

ve güvenli duruşuyla, tane tane<br />

ağzından dökülen sözcüklerle yapan,<br />

sahneye damgasını vuran, imzasını<br />

atan Zeki Müren…<br />

ZEKİ MÜREN<br />

“Bir sanatçı eskimeden<br />

kendini yenilemesini<br />

bilirse halk onu daha<br />

çok seviyor”<br />

19


ZAMAN VE MÜZİK<br />

Maksim Gazinosu’nda<br />

aralıksız 11 yıl<br />

sahne alan Zeki Müren,<br />

1976’da Londra’daki<br />

Royal Albert Hall’da<br />

konser veren ilk Türk<br />

sanatçı olur. Konser<br />

sonrasında, BBC<br />

Türkçe bir söyleşi yapar<br />

Zeki Müren ile…<br />

Müren, hayatının son zamanlarında<br />

kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığından<br />

dolayı sahne hayatından uzaklaşır.<br />

TRT İzmir Televizyonunda kendisi<br />

için düzenlen tören sırasında kalp krizi<br />

geçiren Sanat Güneşi, 1996 yılının<br />

24 Eylül Salı günü hayatını kaybeder.<br />

Mekânın ötesine geçen Zeki Müren,<br />

ölümünden sonra tüm mal varlığını<br />

vasiyetle Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik<br />

Vakfına bırakarak zamanın da<br />

ötesinde olduğunu son kez kanıtlamıştır.<br />

Zeki Müren’in bu bağışlarıyla<br />

birlikte 2012’ye kadar 1900’e yakın<br />

öğrenci okutulmuş.<br />

Yaşamı boyunca çok sevdiği halkına<br />

tüm kalbini açan Sanat Güneşi<br />

ölümüyle de bu toprakların insanına<br />

hizmet etti. Belki zor zamanlarında<br />

çekildiği inziva sırasında sıra bize<br />

gelmeliydi. İhtişamından öyle büyülendik<br />

ki ışığı gözümüzü aldı. Duygu<br />

dünyası bu kadar yoğun bir insanın<br />

çalkantılarını, naifliğini ve yalnızlığını<br />

görmedik. Biz onu hep Mesut Bahtiyar<br />

sandık…<br />

‘Kimsesizlerin kimsesiziyim kimsesizim<br />

Yalnızların yalnızıyım yalnızım<br />

Dertlilerin dertlisiyim dertliyim<br />

Aşıkların aşkıyım aşıkım<br />

İsmim mesut göbek adım bahtiyar<br />

Yıllarca hep böyle bildiniz siz<br />

Mesut bahtiyardan şarkılar dinlediniz”<br />

20


ZAMAN VE MÜZİK<br />

Şarkılardan Fal Tuttum<br />

Tarihe Müzikle Not Düşenler<br />

Hazırlayan: Nesrin BÜYÜKTURAN<br />

Masallar onunla başlar, zamanın evvelinde pireler<br />

berber olur, develer tellal olur, annelerin beşiğini<br />

çocuklar sallar, zaman hiç durmadan akar koca bir<br />

nehir gibi. Masal değil anlatacaklarımız ama âdet<br />

yerini bulsun, zaman denen beşikte herkes mutlu<br />

olsun. Haydi o zaman; evvel zaman içinde, kalbur<br />

saman içinde; pireler berber, develer tellal iken,<br />

ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken diyerek<br />

başlayalım hem yazıya hem söze.<br />

Ezeli bir geçmişle ebedi bir geleceğin arası bugün.<br />

Her nefes, geleceğe atılan bir adım. Zamanın içinde<br />

önce yer sonra yol aldığımız şeyin adı da hayatın ta<br />

kendisi. Ağlayarak başladığımız yolculukta hayat su<br />

gibi akacak ve nasıl ki her nehir bir ummana karışır,<br />

hayat da bir gün o sonsuz umman da yeniden başlayacak.<br />

Dualarla başlayan hayat yine dualarla ummana<br />

karışacak. Ol vakit kaybetmeden ninnilerle<br />

başlayan hayatın içindeki müziğe, zamanın ritmine<br />

bırakalım kendimizi Yahya<br />

Kemal Beyatlı’dan yardım alarak;<br />

çünkü zaman, şairin de şiirin<br />

de baş tacıdır:<br />

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,<br />

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.<br />

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;<br />

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.<br />

(Sessiz Gemi)<br />

Her ne kadar ölümü hatırlatsa da, Ada’dan ayrılan<br />

sevgilinin ardından yazılan bu şiir, 1970’li yıllarda Hümeyra’nın<br />

sesinden yerleşir kulaklarımıza. Fransızca bir<br />

şarkının (Sans Toi Je Suis Seul) bestesine Yeşil Giresunlu<br />

adapte eder sözleri, Hümeyra (Akbay) seslendirir.<br />

Şiir önce bestecisini, sonra icracısını bulur. Bazen de<br />

hepsi aynı isim olur.<br />

Zamanın oyunlarını çözmeye çalışır dururuz. Peşinden<br />

koştukça yetişme ihtimalimizin azalacağını biliriz. Dinleyecek<br />

ne çok şarkı, okunacak ne çok kitap, yaşanacak<br />

ne çok zaman var deriz. Belki bu eli kalbinde koşturmacanın<br />

ilacı da oyunda, müzikte gizlidir. İşte o şarkılardan<br />

birinde Fikret Kızılok, zamanın sözcükleriyle<br />

oynuyor.<br />

Bir gün olsun unutunca<br />

Dışımda kalıyorsun<br />

Oysa seni düşününce<br />

İçime sığmıyorsun<br />

Zaman zaman o zaman<br />

Zaman zaman o zaman.<br />

Ömür dediğin şey hem çok uzun hem de çok kısa olunca,<br />

güfteciler de besteciler de zamanı durdurmak için,<br />

daha doğrusu zamana bir iz bırakabilmek için sözcüklere,<br />

notalara sığınmışlar, tıpkı İlter Yeşilay güftesi, Bilge<br />

Özgen bestesinde olduğu gibi. Zeki Müren ne güzel<br />

söylerdi:<br />

21


ZAMAN VE MÜZİK<br />

Dediler zamanla hep azalırmış sevgiler,<br />

Olsun bana seninle geçen yıllarım yeter,<br />

Nasıl olsa her şeyin zamanla sonu yok<br />

mu,<br />

Ömür dediğimiz şey küsecek kadar<br />

çok mu?<br />

Geçmiş zamanı özlemle yâd edenler<br />

de kâğıda kaleme sarılıp önce söz,<br />

sonra sese dökmüşler zamanı. Geçmişin<br />

sitemi de özlemi de yer bulmuş o<br />

şarkılarda.<br />

Ağla çeşmim eski lezzet kalmamış<br />

peymânede<br />

Nerde saki ehli dil yok meclis-i mesthanede<br />

Ey gönül âlem değişmiş gayrı feryad<br />

eyleme<br />

Nerde saki ehli dil yok meclis-i mesthanede.<br />

Cahit Öney’in bu güftesini, udî Selçuk<br />

Kurt bestelemiş. Yeri gelmişken;<br />

TRT’nin şarkı anonsları ne güzeldir, ne<br />

özeldir. Söz yazarını, bestecisini, icracısını,<br />

makamını ince ince, nezaketle,<br />

saygıyla anons eder sunucu. Sonra<br />

radyodan içinize akar zamanın müziği.<br />

Zaman bir şeyleri geride bırakırken,<br />

bir yandan da geleceğin ümididir. O<br />

umudu kanatlandırmak için de elbet<br />

bir şarkı vardır. Sözlerin coşkusunu,<br />

bestesinde sese çeviren muzip bir şarkı;<br />

‘Bir Gece Ansızın Gelebilirim.’<br />

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın<br />

şiirini, Rüştü Şardağ<br />

bestelemiş. Yaşar Özel’in<br />

eşsiz sesinden dinledik.<br />

Bu kadar yürekten çağırma<br />

beni<br />

Bir gece ansızın gelebilirim<br />

Beni bekliyorsan uyumamışsan<br />

Sevinçten kapında ölebilirim.<br />

Ne güzel sözleri okurken fark<br />

etmeden şarkıyı mırıldanmaya<br />

başlamak. Ne güzel güfteler,<br />

besteler dolmuş içimize.<br />

Hem bir sevinç, hem<br />

nezaket hem de biraz geç<br />

kalmışlık yok mu sözlerde?<br />

Müzik yaşayan bir organizmadır.<br />

Zamanın akışı da müziğin<br />

nabzı ile ölçülür ya belki de ölçülen<br />

tam da yaşamın nabzıdır aslında.<br />

Zamanın nabzı, yazın ritminde atar,<br />

güzün, baharın ritminde, hem gençliğin<br />

hem yaşlılığın ritminde atar. Müzik<br />

bu ritimleri tutar, yol gösterir, dilimize<br />

tercüme eder. Fuat Edip Baksı’nın<br />

sözlerini, Selahattin Pınar bestelemiş.<br />

Nesrin Sipahi’nin sesinden yer etmiş<br />

kulaklarımıza. Yaşamın her mevsimidir<br />

anlatılan.<br />

Bir bahar akşamı rastladım size<br />

Sevinçli bir telaş içindeydiniz<br />

Derinden bakınca gözlerinize<br />

Neden başınızı öne eğdiniz<br />

İçimde uyanan eski bir arzu<br />

Dedi ki yıllardır aradığın bu<br />

Şimdi soruyorum büküp boynumu ah<br />

Daha önceleri neredeydiniz?<br />

Şair dediğin hem korkusuz hem uykusuz<br />

olur. “Ve saatler gecikmiş<br />

za- manları” çalarken, sevgilisini<br />

düşünür.<br />

Yine<br />

bir Ümit Yaşar Oğuzcan şiirini, yine<br />

Rüştü Şardağ bestelemiş:<br />

Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde<br />

Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa<br />

Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde<br />

Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa<br />

22


Bil ki seni düşünüyorum.<br />

Zamana karşı bitmeyen aşkın sözünü<br />

vermiş Enis Behiç Koryürek. Erol Sayan<br />

da bestelemiş. Bizim hanemize de sevmek<br />

düşmüş bu şarkıları:<br />

Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler,<br />

yıllar /Zaman sanki bir rüzgâr ve bir<br />

su gibi aksın / Sen gözlerimde bir renk<br />

kulaklarımda bir ses / Ve içimde bir nefes<br />

olarak kalacaksın<br />

Şarkıya türküye nefes verenlerden Allah<br />

razı olsun. Rahmeti bol olsun Kazancı<br />

Bedih’in sesine sığındığımız zamanlar<br />

çok olmuştur. İşte O’nun sesi,<br />

tükenen bir ömrün ahı, yeni bir hayatın<br />

başlangıcı:<br />

Tükendi nakdi ömrüm,<br />

Dilde sermayem bir ah kaldı<br />

Derun-i derdimi lokman’a gösterdim<br />

Dedi eyvah bu derdin defunine çare<br />

Hakiki bir ilah kaldı.<br />

Gözümüzün yaşı, gönlümüzün neş’esi,<br />

aşkımızın başköşesi Neşet Ertaş, sevgisiz,<br />

sevgilisiz bir an yaşamadan türkülerini<br />

bıraktı zamana, evvelden ahire…<br />

Cahildim dünyanın rengine kandım<br />

Hayale aldandım boşuna yandım<br />

Seni ilelebet benimsin sandım<br />

Ölürüm sevdiğim zehirim sensin<br />

Evvelim sen oldun ahirim sensin.<br />

Ahmet Rasim evden çıkarken, eşi hanımefendi,<br />

“sakın geç kalma, erken gel”<br />

der eşine. Dostlarıyla muhabbet uzar<br />

ve Ahmet Rasim karısının ricasını söyler<br />

muhabbet masasında. Sözler orada<br />

yazılır, masada olan Tatyos Efendi besteler,<br />

hep beraber Ahmet Rasim’in evine<br />

gidilir. Saz takımıyla birlikte şarkı ilk<br />

olarak evin pencerelerinin altında seslendirilir.<br />

Tuncel Kurtiz’den dinlemiştim<br />

bu şarkının hikâyesini:<br />

Bu akşam gün batarken gel<br />

Sakın geç kalma erken gel<br />

Tahammül kalmadı artık<br />

Sakın geç kalma erken gel.<br />

Söz zamandan açılmışken Münir Nurettin<br />

besteleri unutulur mu? Yahya<br />

Kemal Beyatlı’nın Rindlerin Akşamı<br />

şiirini ölümsüzleştiren, yüreğimize kazıyan<br />

müthiş beste. İnsana şarkı söyleten<br />

şairler var ne güzel. O zaman hep<br />

beraber:<br />

Ah, dönülmez akşamın ufkundayız<br />

Vakit çok geç<br />

Bu son fasıldır ey ömrüm<br />

Nasıl geçersen geç.<br />

İnsan yaşadıkça şarkı söyleyecek, müzik<br />

dinleyecek. Hep beraber söyleyelim<br />

şarkılarımızı. O zaman Bir Dünya Müzik<br />

okurları için gelsin bütün şarkılar.<br />

23


BİR DÜNYA SOHBET<br />

Anadolu’nun<br />

Kadim Sesi<br />

Ustalarının Yolunda Bir Büyük Usta:<br />

Ismail Altunsaray<br />

Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN<br />

Duygular vardır bedene dar gelir. Büyür<br />

büyür de sanki tüm gökyüzünü<br />

yutmuşsunuz gibi nefes alamaz duruma<br />

getirir. Bazen ruhunuz o kadar<br />

kendi içine kapanır ki bedenin yılankavi<br />

sokaklarında kaybolur, gökyüzünü<br />

görecek küçücük bir pencere arar durur.<br />

Bazen her şeye geç kalmışsınızdır.<br />

Avcunuza bakarsınız parmaklarınızın<br />

arasından kum gibi süzülürken zaman.<br />

O ara kardeşiniz İsmail Altusaray’dan<br />

bir türkü paylaşır sosyal medya<br />

denen mektupla ta uzaklardan.<br />

Dokunamadığınız saçları, annesinin<br />

deyimiyle “ipek gibi savrulur”... Ruhunuz<br />

orta yerinden yırtılıverir... Ruhunuz<br />

yolunu bulmuştur. Çünkü kendini<br />

anlatan dili bulmuştur. Bu öyle bir dil ki<br />

kadim zamanlardan beri biriktirilmiş<br />

tüm sesleri içerir işin ve ruhun ehlinin<br />

elinde. İşte biz de Anadolu halkının diline<br />

tercüman olan, içinde birden çok<br />

ustanın ruhunu, sesini taşıyan bir sanatçıyla<br />

İsmail Altunsaray’la konuştuk<br />

bu kadim dili.<br />

Bu ayki konumuz; “zaman ve müzik”.<br />

Bu doğrultuda türkülerde ‘zaman’<br />

nasıl işler?<br />

Zaman, her daim müziğe yön veren<br />

ana unsurlardan bir tanesi olmuştur.<br />

Ben bu konuya kendi alanım türküler<br />

üzerinden değinmek isterim. Türküler,<br />

yaşanılan çağa göre şekillenir. Türküler<br />

24


şahit olduğu zaman diliminin acılarını,<br />

aşklarını, gurbet gibi yaşanan toplumsal<br />

gelişmeleri, bunların sonucunda<br />

yaşananları en yalın ve en derin haliyle<br />

bizlere sunar. Dolayısıyla şahit olduğu<br />

çağın yaşam iklimine göre gerçek hayat<br />

hikâyelerinin ruhunu ortaya koyar.<br />

Bu nedenle “Müzik ve Zaman”ı birbirinden<br />

ayırabilmek mümkün değildir.<br />

Kimisi yüzlerce yıl önce yakılmış<br />

olan türküleri bugün aynı duygularla<br />

dinlememizi sağlayan nedir?<br />

Türküleri diğer türlerden ayıran en belirgin<br />

ve en değerli özelliktir bu. Örneğin<br />

Karacaoğlan’ın 16. yüzyılda yazmış<br />

olduğu mısraların yaşadığımız<br />

çağda da aynı duygularla dinlenmesi<br />

ve sahiplenilmesi,<br />

hatta asla sahiplenilme kaygısı<br />

taşımadan üretilmiş olması, bu<br />

kadim ve bekasından asla ödün<br />

vermeyen geleneğin ne denli<br />

güçlü olduğunu bizlere açık bir<br />

biçimde göstermektedir. Muhtevasını<br />

yaşanılmış hikâyelerden alan,<br />

bünyesinde yalan barındırmayan, köklü<br />

edebi geçmişini geleneksel ögelerden<br />

ödün vermeden güncelleyen bu<br />

kadim kültür, varlığını dünya var oldukça<br />

sürdürecektir. Türküler, bu toprağın<br />

insanının ta kendisidir.<br />

Toplumun belleğini oluşturmada,<br />

kültürümüzün dünden bugüne aktarılmasında<br />

türkülerin işlevi nedir?<br />

Aslında geçmiş yüzyıllarda türkülere<br />

konu olmuş kavramlar hâlâ değişmiş<br />

değil. Belki günün şartlarına göre nasıl<br />

yaşandığı değişiyor olabilir ama temelinde<br />

duygular aynı… Aşk, acı, hasret,<br />

gurbet, göç gibi kavramların hâlâ var<br />

olduğu bir çağda yaşıyoruz. İnsanoğlu<br />

var oldukça da bu kavramlar yaşamaya<br />

devam edecek. Dolayısıyla geçmişte<br />

yakılmış olan bu türküler, toplumda<br />

zaten sağlam bir bellek oluşturmuş ve<br />

oluşturuyor. Ancak bunun sürekliliğinin<br />

sağlanabilmesi için, küreselleşen<br />

dünya şartlarında bu devamlılığı sağlayacak<br />

sağlam devlet politikalarına<br />

ihtiyaç duymaktayız. Ben kendi adıma<br />

acilen bu gibi durumlar adına çalıştaylar<br />

başlatılmalı diye düşünüyorum.<br />

Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş gibi<br />

büyük ustaların vârisi, abdal geleneğinin<br />

günümüzdeki en iyi temsilcisi<br />

olarak görülüyorsunuz. Aradaki<br />

bu kadar zaman farkına rağmen<br />

aynı ruh nasıl devrediyor?<br />

Öncelikle Muharrem Ertaş ve Neşet<br />

Ertaş gibi ruhunu dünyaya bâki kılmış<br />

bütün ustalarımı saygı ve rahmetle<br />

anıyorum. Başlangıçta şunu söylemek<br />

istiyorum, ismimin büyük ustalarla<br />

birlikte anılması benim için tarifsiz bir<br />

onur ve mutluluk. Ancak bu “vâris”lik<br />

konusuna değinmeden edemeyeceğim.<br />

Kimse kimsenin “veliahtı”, “vârisi”<br />

Türkülerin en önemli özelliği<br />

doğal olmasıdır. Doğayla hemhâl<br />

olmamış bir insanın doğal<br />

olabilmesi ve türkü yakabilmesi<br />

mümkün değildir.<br />

asla olamaz. Herkesin kendine ait bir<br />

tavrı, lezzeti, rengi, dokusu vardır. Dolayısıyla<br />

kimsenin bu kıymetli ustalarımızın<br />

yerini doldurması mümkün değildir.<br />

Merhum büyük usta Neşet Ertaş’ın<br />

bu konuyla ilgili çok yerinde bir sözü<br />

vardır. “Gölgeye girenin gölgesi olmaz”<br />

der büyük usta. Bizler daima bu büyük<br />

ustaların yakmış olduğu ışıktan yolumuza<br />

devam etmeliyiz, edeceğiz de<br />

ancak gölgesinde kalmadan. Aynı ruhun<br />

devrettiği bu kültür, usta-çırak ilişkisinin<br />

ne yazık ki geçmişteki gücünü<br />

koruyamamasıyla beraber, eski gücünü<br />

yitirmeye başlamış ve bu işe gönül<br />

veren insanları sosyal medya unsurlarına<br />

mecbur bırakmıştır. Ben ve benim<br />

çağdaşım meslektaşlarım Neşet Ertaş’ı<br />

algılayabilecek akil baliğ çağlarımızda<br />

ustanın gönlüne şahitlik ettik. Bizler<br />

kadar şanslı olmayan nesiller kapıda.<br />

Dolayısıyla şartların eski olgunluğunda<br />

olmamasını ve birçok riski göz önünde<br />

bulundurduğumuzda, geleneksel<br />

çalıştayın elzem bir şekilde hayata geçirilmesinin,<br />

bu kültürün menfaatine<br />

atılacak en sağlam adım olacağını düşünüyorum.<br />

İSMAİL ALTUNSARAY<br />

Okullusunuz ama alaylı tavrı taşıyorsunuz.<br />

Bunları bir potada nasıl<br />

eritiyorsunuz, bu iki hâlin birbiriyle<br />

kaynaşması nasıl oluyor?<br />

Bu soruya cevap vermeden evvel<br />

doğduğum topraklara ve o yıllardaki<br />

gelişimime kısaca değinmek isterim.<br />

1980 yılında Kırşehir’de doğdum ve 17<br />

yaşıma kadar orada yetiştim. Marmara<br />

Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde<br />

okuduğu yıllarda (1992) ablam, İstanbul’da<br />

bir müzik mağazasına, bana<br />

hediye etmek için bir keman almaya<br />

giriyor. Kendisine elindeki parayla sadece<br />

bağlama alınabileceği söyleniyor<br />

ve benim de bağlama ile tanışmam<br />

bu hikâyeyle başlıyor. 12<br />

yaşımda kendi olanaklarımla<br />

ilerlemeye başladığım enstrümanım<br />

ile 17 yaşıma kadar “alaylı”<br />

diye adlandırdığımız yetişme<br />

modelinin içinde bulundum. Bu<br />

süre içerisinde abdallık geleneğinin<br />

içinden gelen birçok usta<br />

ile meşk etme olanağı buldum. Hâlâ<br />

da performans alanlarının en değerlisi<br />

olduğuna inandığım düğünlerde, bu<br />

ustaların gönüllerinden faydalandım.<br />

Gerek icra, gerek gönül, gerekse vücut<br />

dili olarak onların derinliklerine şahit<br />

oldum. Daha sonra 1997 yılında kulakları<br />

çınlasın saygıdeğer müzik öğretmenim<br />

Adil Yenidünya’nın emekleriyle<br />

konservatuvar sınavlarına hazırlandım<br />

ve aynı yıl İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet<br />

Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü’nü<br />

kazandım. İşin bilimsel tarafına<br />

yeni bir adım atmıştım ve okuldaki<br />

birçok öğretmen ve özellikle öğrenci<br />

arkadaşlarımın bilgilerine nail oldum<br />

ve kendimi akademik ve bilimsel ola-<br />

rak geliştirmeye çalıştım. Lisans eğitimim<br />

bittikten sonra Haliç Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Müziği<br />

Anasanat Dalı yüksek lisans eğitimimi<br />

tamamladım. Bu yılların tamamını sahne<br />

ve stüdyo ortamlarında enstrümanist<br />

olarak birçok sanatçıya eşlik ederek<br />

geçirdim. Arkadaşlarımın ve çok<br />

kıymetli öğretmenlerimin baskısıyla<br />

albüm yapma kararı aldım. O zamana<br />

kadar kulağıma ve gönlüme dolmuş<br />

25


BİR DÜNYA SOHBET<br />

olan her ayrıntıyı sizin de değindiğiniz<br />

gibi aynı pota içerisinde eritmeye çalışıp<br />

insanlara sunmaya kendimi hazırlamıştım<br />

artık. Konservatuvar eğitimim,<br />

alaylı geçmişimi bilimsel anlamda analiz<br />

edebilmeme ve müziğe başka bir<br />

pencereden bakmama yardımcı oldu.<br />

Bilimin ışığında, geleneğin derinliğinde<br />

yeni bir yol çizmeye çalıştım kendime<br />

ve bu zorlu yolculuk, yaşadığım<br />

müddetçe bana yeni şeyler öğretmeye<br />

devam ediyor.<br />

Zaman içinde hareket etmeyen, zamana<br />

uymayan bir müzik türünün<br />

yaşaması mümkün müdür? Eskinin<br />

ve yeninin dengesi ne olmalı?<br />

Türü ne olursa olsun, sanatsal derinliğe<br />

erişmiş bir eserin yaşamaması mümkün<br />

değildir. Bu tür eserler popüler<br />

olma kaygısı taşımadan üretilmiş ve<br />

kendini zaman, madde, popülizm gibi<br />

kavramlardan bağımsız kılmış, soyutlamışlardır.<br />

Hatta bu bahsettiklerimizi<br />

dahi düşünmemişlerdir... Bana göre bir<br />

eserin ölümsüz olabilmesi için iki şeye<br />

ihtiyacı vardır; “doğruluk ve derinlik”. Bu<br />

iki özellik eseri her çağda kıymetli kılar.<br />

Bu noktada da eski ve yeninin bir önemi<br />

yoktur.<br />

Yaşam şartları değişiyor, algılar değişiyor,<br />

zevkler değişiyor ama sizi<br />

dinleyenler arasında çok genç müzikseverler<br />

de var bunu neye bağlamalıyız?<br />

Yaptığınız işi sahiplenen birçok insan<br />

modeli var ve bu insanlar olgunlaştıkça<br />

daha derin sanat anlayışına yöneliyor<br />

ve benimsiyor. Gençleri derin<br />

Bu kadim kültür,<br />

varlığını dünya var<br />

oldukça sürdürecektir.<br />

Türküler, bu toprağın<br />

insanının ta kendisidir.<br />

muhtevaya sahip bir sözlü kültür alanına<br />

çekmek gerçekten çok zor bir iş.<br />

Hem onların beğenisine hitap etmek<br />

hem de yaptığın iş adına doğruyu yapmak<br />

gerekiyor. Aslında burada sonuç,<br />

sizin neyi tercih ettiğinize bağlı olarak<br />

ortaya çıkıyor. Az önce bahsettiğim ve<br />

benim de benda fark edilmesi sadece<br />

ustalarımızın başarısıdır. Bize düşen de<br />

bu devraldığımız geleneği yozlaştırmadan,<br />

sadakatle sürdürmektir. Eserde<br />

verilen duygu derin ve doğruysa, geçmişte<br />

de şimdi de hedefine ulaşıyor ve<br />

yaşı da olmuyor.<br />

Türküleri besleyen toplumsal koşullar<br />

değiştiği için mi yeni türküler<br />

üretilmiyor?<br />

Türküleri besleyen en önemli unsurlardan<br />

bir tanesi de doğadır. Küreselleşen<br />

dünya şartlarında, bütün dünya<br />

ülkelerinin ekonomik ve sosyal olanaklarını<br />

büyütebilmek adına yaptığı girişimlerin<br />

tamamı doğaya ve Dünya’ya<br />

geri dönüşü olmayan zararlar veriyor,<br />

vermeye de devam ediyor. Örneğin bir<br />

kutup ayısını çölün ortasına koyduğunuzda<br />

orada yaşamasının imkânı yoktur.<br />

İnsanoğlunu doğadan ne kadar<br />

ayırır, onu kendi ikliminden ne kadar<br />

uzaklaştırırsanız, onu kendinden ve<br />

dünyadan o denli uzaklaştırırsınız. Böyle<br />

bir atmosferde aşk, sevgi gibi türkülerin<br />

yakılmasına konu olmuş kavramlar<br />

da yok olup gider ne yazık ki...<br />

Dolayısıyla bizim türkü yakabilmemiz<br />

için kendi iklimimizde ve doğamızda<br />

olmamız şarttır. Türkülerin en önemli<br />

özelliği doğal olmasıdır. Doğayla hemhâl<br />

olmamış bir insanın doğal olabilmesi<br />

ve türkü yakabilmesi mümkün<br />

değildir.<br />

Müzik, kültürel bir miras. Bu mirası<br />

korumanın ve aktarmanın yanı sıra<br />

çoğaltarak, zenginleştirerek aktar-<br />

26


İSMAİL ALTUNSARAY<br />

“Doğruluk ve derinlik”<br />

kavramlarını tercih eden<br />

ve özünde barındıran<br />

genç nesillerin artması,<br />

ışığından yürüdüğümüz<br />

ustaların ruhlarını şâd<br />

edecektir.<br />

mak da müzisyenin sorumluluğu<br />

değil mi? Mirası aktarmanın ötesinde<br />

zenginleştirme konusunda<br />

neler yapılmalı ve siz neler yapıyorsunuz?<br />

Öncelikle bizim bu mirası koruyabilmemiz<br />

için çok sağlam devlet politikalarına<br />

ihtiyacımız var. Bu kültürü korumak<br />

adına TRT ve Kültür Bakanlığı gibi<br />

kurumlar, şimdiye kadar birçok uygulamayı<br />

devreye sokmuş, birçok girişimde<br />

bulunmuştur. Bunların bir kısmı etkili<br />

ancak büyük bir kısmı da beyhude<br />

olmuştur. Ancak günümüz şartlarında<br />

birçok farklı tedbirlere ihtiyaç duymaktayız.<br />

Bununla ilgili yapılacak geleneksel<br />

çalıştay, bu kültürü korumak ve<br />

yeni nesillerin üretimlerini bu kültüre<br />

kazandırmak adına, devrim niteliğinde<br />

bir girişim olur, İnşallah da olur. Tabii ki<br />

bu kadar problemi devlet politikalarının<br />

eksikliklerine yormak yerine kişisel<br />

çabalarımızı arttırmaya çalışmak yerinde<br />

olacaktır. Yeni üretimler yapıp bu işi<br />

daha da zenginleştirebilmek için ise yineleyerek<br />

söylüyorum, bilimin ve aklımızın<br />

ışığında geleneğin derinliklerine<br />

uzun yolculuklar yapıp, gönlümüzü,<br />

dimağımızı bu zenginliklerle doldurmalıyız.<br />

Aksi takdirde bir hapishane avlusunda<br />

volta atan mahkûmlar misâli<br />

aynı avluyu döner döner dururuz.<br />

Yeni denemeler konusunda ne düşünüyorsunuz?<br />

Geleneksel değerlere ve derinliklere<br />

bağlı kalınmalı ancak, geleneğin etik,<br />

edebi ve müzikal ögelerine dair sınırların<br />

ihlâl edilmediği, yoruma ve özgürlüğe<br />

açık bir icra gelişmeli diye düşünüyorum.<br />

Gelenek kelimesi ismini<br />

nereden almıştır diye araştırdığımızda,<br />

“gelene ek” anlamını taşıdığını görürüz.<br />

Kendinden önce gelen Usta’nın ürettiğine<br />

katkıda bulunmak, gerçeğe yeni<br />

bir bakış kazandırmak gibi anlamlara<br />

ve derinliğe sahip olan ismiyle müsemma<br />

bu kelime, geçmiş ile geleceği<br />

harmanlayarak, yeni, kalıcı ve kadim bir<br />

gücün varlığını ortaya koyuyor.<br />

Buna bağlı olarak, müziğin ticari bir<br />

faaliyet konusu olması, bir bozulmaya-yozlaşmaya<br />

yol açıyor mu?<br />

Aslında dejenerasyon maalesef kültürümüzün<br />

her alanında mevcut. Anadolu<br />

halk kültürünün bütün unsurlarına<br />

sirayet etmiş bu tehlikeye elzem bir<br />

şekilde “dur” demek zorundayız. Bütün<br />

yörelerimizdeki türkülerimizden tutun<br />

da halk oyunlarına, giyimimizden<br />

tutun da dilimize ve hatta bir kısmını<br />

kaybetmenin eşiğine kadar geldiğimiz<br />

halk şairleri, töre ve törenler gibi<br />

sayısız folklor unsurunu bu tehlikeden<br />

kurtarmak bizim vatani görevlerimizin<br />

başında geliyor. Ben özellikle kendi<br />

yörem için de buna bir örnek vermek<br />

istiyorum. Orta Anadolu’nun tamamında,<br />

varlığını tüketime dair ürünler<br />

sunarak sürdüren, hiçbir edebi değere<br />

ve alt yapıya sahip olmayan, yakışıksız<br />

dost meclislerinden etrafımıza kontrolsüzce<br />

saçılan, ayrıca geniş kitleler tarafından<br />

kabul görmesi, ticari getirisi ve<br />

kamu denetiminin yoksunluğundan<br />

aldığı cesaretle kültürümüze yaptığı<br />

her türlü müdahaleyi kendine hak gören,<br />

müzikal olaraksa icra, entonasyon<br />

ve geleneksel form bilgisi vb. ögelerden<br />

olabildiğince uzak bir “müzik türü”<br />

empoze edilmek isteniyor. Üstelik de<br />

kültürümüzün bir parçası denilerek.<br />

Birçok değerli ustaya kucak açmış olan<br />

başkentimiz Ankara; büyükşehir olması,<br />

kozmopolitleşen yapısı, Orta Anadolu<br />

geleneksel kültürünün yeşerdiği<br />

ve saflığını koruyan birçok iline komşu<br />

olması ve aldığı sosyal-ekonomik<br />

tabanlı göçlerin sonrasında ne yazık<br />

ki bu dejenerasyon halkasının da başkenti<br />

olmuştur. Yüzyıllardır “Hakikât Elçileri”<br />

ustalarımız tarafından dilden dile<br />

aktarılmış ve gönülden gönüle köprüler<br />

kurmuş ve bugünlere taşınmış türkülerimize<br />

yapılan bu pervasız girişimleri,<br />

Anadolu halk kültürüne yapılmış<br />

bir ihanet olarak görüyorum.<br />

27


BİR DÜNYA SOHBET<br />

Hisler Âleminin Tercümanı:<br />

Ali Bozkurt<br />

Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN<br />

Urfalı Kel Hamza’nın “Aşkın ne derin<br />

yâreler açtı sinemde” türküsünü<br />

ve hikâyesini biliyor musunuz? Biz<br />

TRT yapımcısı Ali Bozkurt’tan öğrendik.<br />

Söyleşi sonrasında türküyü<br />

dinledikçe sözcükler hükmünü yitirdi.<br />

Soluduğumuz duman gibi daha<br />

derinlere sızdı Kel Hamza’nın sesini<br />

çatallandıran keder. Hisler âleminin<br />

diliyle anlaştık. Anladık ki sohbetten<br />

çıkaracağımız en temel mesaj da<br />

buydu. Sevilen birçok müzik programında<br />

imzası olan Ali Bozkurt’u<br />

aslında izleyiciler çok yakından tanıyor.<br />

1988’de ilk programını yaptığı<br />

heyecan ve titizlikle üretmeye devam<br />

eden TRT yapımcısı Bozkurt, yaptığı<br />

işlere yüreğini koymakla kalmamış<br />

hep bir adım daha ileriye taşımış, imzası<br />

olacak kadar özgün programlar<br />

üretmiş. Geçen yirmi sekiz yılda<br />

Bergüzar, Çalsın Davullar, Ezgileri<br />

Yurdumun ve Senfonik Dokunuşlar<br />

gibi unutulmayan müzik programlarını<br />

türkü severlerle buluşturmuş.<br />

Müdürünün; “bildiğin işi yap, bir işi<br />

bilen adam ol” öğüdü, meslek hayatı<br />

boyunca yol göstermiş. Bu öğüde<br />

uyup hep daha iyi işlerle izleyicisinin<br />

karşısına çıkan Ali Bozkurt, müziğin<br />

ve müzik programı yapımcısının<br />

zaman içindeki değişimini anlattı.<br />

Okurken TRT tarihinde bir yolculuk<br />

yapacaksınız.<br />

TRT’deki yolculuğunuz nasıl başladı?<br />

1987 yılında sınava girdim ve 1988<br />

yılında yardımcı prodüktör olarak göreve<br />

başladım. Öncesinde 6 yıllık bir<br />

devlet memuriyetim vardı. Bir buçuk<br />

yıl Haber Dairesi’nde çalıştım. Sonrasında<br />

TRT’nin açtığı sınavla yardımcı<br />

prodüktör olarak Müzik ve Eğlence<br />

Programları Müdürlüğü’nde göreve<br />

başladım. Bu 28 yıllık süreçte müzik ve<br />

eğlence programları üretmeye devam<br />

ediyorum.<br />

Neden türkülere yoğunlaştınız?<br />

Göreve başladığımda, Müzik Eğlence<br />

Programları Müdürü Âdem Gürses’ti.<br />

Odasında kendisiyle görüştüğümde<br />

“ne yapmak istiyorsun” diye sordu<br />

bana. Ben de program yapmak istediğimi<br />

söyledim. Benim otuz yıla yakın<br />

süreçte hep kılavuzum olan şunları<br />

söyledi: “Sevdiğin işi yap, bildiğin işi<br />

yap ve bir işi bilen adam ol.” Benim türkülere<br />

özel ilgim vardı ve bu ilgimi geliştirmeye<br />

karar verdim. O günden bu<br />

yana da Türk halk müziği programları<br />

yapıyorum büyük bir keyifle. Türklerimizi<br />

öğrenmek için büyük çaba harcadım.<br />

Plak toplamaya başladım. Binlerce<br />

türkü plağından oluşan ciddi bir<br />

arşivim var. Çocukken, babamın verdiği,<br />

saman kâğıttan yapılmış bir defterim<br />

vardı. Radyoda yayınlanan türkülerin<br />

sözlerini yazardım ben bu deftere.<br />

Defterin adı da Türkü Defteri’ydi. Yıllar<br />

sonra bu isimde bir proje yapmak iste-<br />

28


Televizyonculukta, daha<br />

seri üretilebilen ürünler,<br />

müzik ve eğlence<br />

ürünleridir.<br />

Programınız prime<br />

timeda yer alır.<br />

Riski çok yüksektir.<br />

Yüksek bütçeli programlardır.<br />

O yüzden sizin<br />

zamanın ihtiyaçlarına<br />

uygun fark yaratmanız<br />

gerekir. Bu noktada da<br />

öncelikle yapımcının<br />

farklı olması gerekir.<br />

dim ama İstanbul Televizyonu’ndan bir<br />

yapımcı arkadaşım daha önce yapmış<br />

olduğu için proje olarak kaldı sadece.<br />

Türküler çok önemli kültürel ürünlerimiz<br />

ve ben türküleri layıkıyla öğrenmek<br />

için önemli bir süreç yaşadım.<br />

Plağın yanında eski radyo ve müzik cihazlarını<br />

da toplamaya başladım. Türküye<br />

dair ciddi bir mekân oluşturdum.<br />

Âdem Gürses’in öğütleri her zaman yol<br />

gösterici oldu. Oluşturduğum kültürel<br />

hafıza ve birikim sayesinde projeler<br />

üretebildim. Türküleri bildikten sonra<br />

proje üretmeniz mümkün oluyor çünkü<br />

ne yapacağınızı biliyorsunuz. Proje<br />

üretme noktasında dağarcığınız sizi<br />

yönlendiriyor. Bilmeden yaptıklarınız<br />

özgün olmaz. Ancak bir yapımcının<br />

en önemli ayırt edici özelliği, özgün<br />

olabilmesidir. Yoksa yaptıklarınız, daha<br />

önce yapılmış olanların tekrarından<br />

öteye geçmez. Kalıcı olabilmek için bu<br />

şarttır.<br />

Aynı zamanda vizyon sahibi olabilmek<br />

gerekiyor sanırım.<br />

Toplum değişiyor, dolayısıyla talepler<br />

de değişiyor zamana göre. Yapımcı<br />

hassasiyetlerinizi muhafaza ederek<br />

proje üretebilirsiniz. İlk başladığım yıllarda<br />

playback malzeme kullanırdık.<br />

Aynı kayıt defalarca kullanılırdı. Playback,<br />

duygu kaybına yol açar. Okur<br />

gibi yapmakla, gerçekten okumak çok<br />

farklı. Toplum bunun farkına vardıktan<br />

sonra, artık bu talebe uygun proje<br />

üretmek zorundasınız. Zaman noktasında<br />

bir basamak daha ileri gittik.<br />

Programlar, ufak tefek müzikal hatalara<br />

rağmen daha sıcak olmaya başladı.<br />

Hem sanatçı hem de yönetmen daha<br />

dikkatli olmak zorundaydı artık. İhtiyaca<br />

göre kendinizi yenilemek, geliştirmek<br />

zorundasınız. Televizyonculukta,<br />

daha seri üretilebilen ürünler, müzik<br />

ve eğlence ürünleridir. Programınız<br />

prime timeda yer alır. Riski çok yüksektir.<br />

Yüksek bütçeli programlardır.<br />

O yüzden sizin zamanın ihtiyaçlarına<br />

uygun fark yaratmanız gerekir. Bu noktada<br />

da öncelikle yapımcının farklı olması<br />

gerekir. Yapımcı biraz aykırı olmalı.<br />

Herkes aynı şeyi düşünürse, ortaya<br />

çıkanlar da birbirinin aynı olur. Kurumun<br />

da bunun önünü açması gerekir.<br />

Kurumsal motivasyon çok önemli.<br />

Dönemsel talepler programlarınıza<br />

yansıyor mu?<br />

Toplumsal gelişmelere ilk ayak uydurması<br />

gereken Kurum’un makro<br />

politikasını oluşturan üst yönetimdir.<br />

Onlar, talebi değerlendirip uygulama<br />

noktasındakilerden bu talebe uygun<br />

üretim isterler. Siz de mesleki ilkeleriniz<br />

doğrultusunda üretim yaparsınız.<br />

Sizin yaptığınız program, bir yazarın<br />

ALİ BOZKURT<br />

kitabı gibidir. Programı yaparsınız ve<br />

seyircinin beğenisine sunarsınız. Burada<br />

esas olan sizin mesleki doğrularınıza<br />

ne kadar bağlı kaldığınızdır.<br />

Çok popüler de olsa hiç çalışmadığım<br />

insanlar olmuştur. Dönemsel talebe<br />

göre programınızda revize yaparsınız.<br />

Talep yönlendiricidir. Ama sizin meslek<br />

doğrularınıza aykırı bir içerikle de<br />

ortaya çıkmanız doğru değil. Kendinize<br />

olan saygınızı kaybedersiniz. Konjonktür<br />

gereği bir içeriğe yer vermem.<br />

Bir kamu yayın kurumu olarak bizim<br />

bu toplumsal talebin şekillenmesinde<br />

rol almamız gerekir. Sektörün lokomotifi<br />

TRT olmalı.<br />

Günümüzde rekabetçi bir yayıncılık<br />

ortamı var. İzleyicinin çok fazla<br />

seçeneği var. Siz bugünün ihtiyaçlarına<br />

nasıl karşılık veriyorsunuz?<br />

Kanal sayısı arttı, müzisyen sayısı arttı,<br />

teknoloji gelişti ve tüketim arttı. Ben<br />

bu noktada biraz daha seçici olmaya<br />

ve bilerek tüketen izleyiciye hitap<br />

eden programlar yapmaya gayret ediyorum.<br />

Genel beğeniden uzak durmaya<br />

çalışıyorum. Popüler olanın peşinden<br />

gitmiyorum. Seçici bir içerik inşa<br />

etmeye çalışıyorum. Bergüzar böyle<br />

bir ihtiyaçtan doğmuştur. Altı yıllık bir<br />

projeydi ve kalıcı oldu. Çalsın Davullar,<br />

biraz daha dinamik ve neşeli içeriğe<br />

sahipti. O da talep gördü ve izleyiciyle<br />

buluştu. Talebi doğru değerlendirdiğimi<br />

düşünüyorum.<br />

29


BİR DÜNYA SOHBET<br />

Oluşturduğum kültürel<br />

hafıza ve birikim<br />

sayesinde projeler<br />

üretebildim. Proje<br />

üretme noktasında<br />

dağarcığınız sizi<br />

yönlendiriyor. Bilmeden<br />

yaptıklarınız özgün<br />

olmaz. Ancak bir<br />

yapımcının en önemli<br />

ayırt edici özelliği,<br />

özgün olabilmesidir.<br />

Yoksa yaptıklarınız,<br />

daha önce yapılmış<br />

olanların tekrarından<br />

öteye geçmez.<br />

Yapımcı olmanız yanında iyi bir türkü<br />

dinleyicisiniz bu işinizi kolaylaştırıyor<br />

mu?<br />

Bir türkü sever olarak, kendi beklentilerim<br />

yol gösterici oluyor. Bu beklentileri<br />

paylaşacak insanlar olduğuna inanıyorum.<br />

Kurum benden her türlü talepte<br />

bulunabilir. Ben de her türlü müzik<br />

programı yapabilirim. Ama klasik müziği<br />

ya da Türk Sanat Müziğini seven,<br />

bilen bir yapımcının programı, benim<br />

yapacağımdan daha iyi olur. Ben bir<br />

gün, bir operayı çekmekle görevlendirildim.<br />

Bir yapımcı olarak genel prensipleri<br />

biliyorum tabii. Gittim çektim<br />

ama eminim operayı seven, bilen birisi<br />

çekse çok daha iyi olurdu. İdarenin<br />

bunu gözetmesi gerekir. Yapımcı bir<br />

konuda ihtisas sahibi olmalı. İhtisasınız<br />

olan bir alanda iş üretirseniz, bu mutlaka<br />

programa yansır. Seyircinin nabzını<br />

da daha kolay tutarsınız.<br />

Zaman çok hızlı akıyor ve ihtiyaçlar<br />

değişiyor. Yüzlerce yıllık türkülerimizi<br />

zamanın bu değişimine karşın<br />

koruyabilmek, aktarabilmek, dinletebilmek<br />

gittikçe zorlaşıyor mu?<br />

Ben türkülerin, müzikal mirasımızın<br />

otantikliğinden uzaklaşmaması gerektiğini<br />

düşünüyorum. Çağa ayak uydurmak<br />

adına yapmanız gereken şeyler<br />

var. Günün ihtiyaçlarına uygun düzenlemeler<br />

yapabilirsiniz ama türkü tadını<br />

kaybedemezsiniz. Yapımcının da bu<br />

konuda dikkat etmesi gerekir. Örneğin<br />

Neşet Ertaş türküleri senfoni orkestrası<br />

eşliğinde seslendirildiğinde, siz o icranın<br />

içinde Acem Kızı’nı ya da Gönül<br />

Dağı’nı duyarsınız. Bu tür bir sunumda<br />

bir sıkıntı yok çünkü onun da bir alıcısı<br />

vardır. En azından klasik müzik alıcısına<br />

da ulaşmış olursunuz. Ama o icranın<br />

içinde Neşet Ertaş’ı kaybederseniz, o<br />

artık Neşet Ertaş değildir. Tehlike burada.<br />

Klasik müzik dinleyicisinin algısını<br />

da bozarsınız.<br />

Müzik programlarında müzikle<br />

birlikte görüntü de sunumda çok<br />

önemli bir hale geldi.<br />

Müzik programlarında, yönetmen olarak<br />

tarzınızı yerleştirmeniz çok önemli.<br />

İçerik ve üslup sizin imzanızdır. Işığından<br />

dekorunu, kamera geçişinden<br />

resim seçimine kadar size ait bir şey<br />

olmalı. Bunun için de yönetmenin müziği<br />

bilmesi gerekir. Hangi ölçülerde<br />

nerede resim değiştirilir, estetik bilgisine<br />

sahip olmanız gerekir. Altta türkü<br />

varken, resimde pop müzik tarzı bir<br />

akış varsa bu olmaz.<br />

30


ALİ BOZKURT<br />

Müzik programlarında,<br />

yönetmen olarak<br />

tarzınızı yerleştirmeniz<br />

çok önemli. İçerik ve<br />

üslup sizin imzanızdır.<br />

Işığından dekorunu,<br />

kamera geçişinden resim<br />

seçimine kadar size ait<br />

bir şey olmalı.<br />

Bunun için de<br />

yönetmenin müziği<br />

bilmesi gerekir. Hangi<br />

ölçülerde nerede resim<br />

değiştirilir, estetik<br />

bilgisine sahip olmanız<br />

gerekir.<br />

Türkülerin farklı enstrümanlar eşliğinde,<br />

örneğin senfoni orkestrası<br />

eşliğinde icra edilmesi, türkünün<br />

ruhunda bir kayıp yaratmıyor mu?<br />

Ben evimde türküleri mahalli sanatçıların<br />

icrasından dinlemeyi tercih ediyorum.<br />

O icralarda ayrı bir duygu, ayrı<br />

bir lezzet var. Müziğin en saf halini<br />

sunuyor size. Siz bunu, tüketime uygun<br />

hale getirmek için otantikliğinden<br />

uzaklaştırdığınızda, müzikal bir kayba<br />

uğramaması düşünülemez. Burada<br />

dengeyi iyi kurgulamak lazım. Kaybettiklerinizle<br />

kazandırdıklarınızı tartmanız<br />

lazım. Zenginleştirme hanesi ağır<br />

basıyorsa tercih edebilirsiniz. En sevdiğim<br />

uzun havalardan biridir, “aşkın ne<br />

derin yaralar açtı ciğerimde.” Urfalı Kel<br />

Hamza okumuş. Kızı ölmüş ve kızının<br />

mezarı başında yakmış türküyü. Masa<br />

başında oturup böyle bir şey yapabilir<br />

misiniz?<br />

Kel Hamza gibi değerlerimizin zamana<br />

direnebilmesi için yapımcının<br />

katkısı ne olabilir?<br />

Popüler kültür ve onu getirdiği talep o<br />

kadar baskın ki, hızla üretilip hızla tüketilmeli<br />

ki yeni ürünler satılabilsin. Bu<br />

döngüyü kırmak çok güç. Bir yapımcının<br />

ya da bir kurumun kendi dinamikleriyle<br />

bunu geri çevirmek çok zor.<br />

Devletin kültür ve eğitim politikasıyla<br />

desteklenmesi gerekiyor. Her şey kolay<br />

üretim hızlı tüketim üzerine kurulu.<br />

Ama Urfalı Kel Hamza’yı dinlemek için<br />

zaman ayırmanız, emek harcamanız<br />

gerekiyor.<br />

Bir atmosfere dâhil olmanız gerekir.<br />

Ama bugünkü hayat koşulları, sizi hızlı<br />

tüketmeye zorluyor ve yönlendiriyor.<br />

İhtiyaçlarınız ve algınız sizin dışınızda<br />

şekillendiriliyor. Ama kaliteye her zaman<br />

talep var. Sayısal olarak değerlendirmemek<br />

gerekiyor. Bu talep var<br />

olduğu sürece de üretmeye devam<br />

edeceğiz.<br />

Yakında yeni bir programınızı izleme<br />

şansı bulacağız.<br />

Aşina isimli bir program. Ankara Radyosu’ndan<br />

Muzaffer Ertürk’le birlikte<br />

yapıyoruz. Aşina olduğumuz ama biraz<br />

üzeri tozlanan bir repertuvar anlayışımız<br />

var. Özel bir repertuvarla izleyicilerimizin<br />

karşısına çıkacağız. İcrası zor<br />

eserleri tercih ettik. Muzaffer Ertürk,<br />

bugüne kadar pek seslendirmediği<br />

gazelleri icra etti. Sadece türkü değil<br />

şarkı icraları da var. İyi sanatçılarla iyi<br />

bir müzik programı yaptığımıza inanıyorum.<br />

31


BİR DÜNYA SOHBET<br />

Müzik Ve Zamanın<br />

Beyinsel Gizemleri<br />

Röportaj: Ümit DİRİCAN<br />

“Hayat tek bir işle uğraşmak için fazla<br />

uzun; insan ise, tek bir işle ömrünü tüketmek<br />

için fazla karmaşık”<br />

Sinan Canan<br />

Prof.Dr. Sinan Canan bilim yolculuğuna<br />

Hacettepe Üniversitesi Biyoloji<br />

bölümüne girerek başlamış, ardından<br />

tıbbi fizyoloji ve psikoloji eğitimleri<br />

almış. Çeşitli üniversitelerde öğretim<br />

görevlisi olarak nice bilim neferi yetiştiren<br />

Canan, bir yandan da kendini<br />

zihin, beyin, psikoloji ve sinirbilimleri<br />

araştırmalarına adamış… Kendi söylemiyle;<br />

amatör parantezinde müzik,<br />

fotoğrafçılık, dijital sanat gibi işlerle<br />

vakit dolduran, “kaotik ve fraktal”<br />

olan her şeye tutkun, içindeki çocuk<br />

büyümesin diye elinden geleni yapan<br />

ve insanoğlunun tek bir işle ömür tü-<br />

ketmek için fazla muazzam olduğuna<br />

inanmış, renkli bir sima… “Kimsenin<br />

Bilemeyeceği Şeyler” ve “Değişen<br />

Be(y)nim” adlı kitapları da bulunan<br />

Canan, 2013 yılında bir bilimsel anlatı<br />

ve araştırma merkezi olan [n]Beyin‘i<br />

kurmuş ve halen [n]Beyin’de Bilimsel<br />

Kurul Başkanlığı görevini sürdürmektedir...<br />

Bu ayki konumuz olan müzik ve<br />

zaman ilişkisiyle ilgili, tüm yoğunluğu<br />

Zaman dışarıda fiziksel olarak mevcut olmayan bir<br />

hadise. Beyin olmadan zaman diye bir şeyden<br />

bahsetmek mümkün değil çünkü şu saat,<br />

dakika, günler geceler diye saydığımız,<br />

içimizden sürekli hesapladığımız zaman algısı,<br />

bizim beynimizin ve zihnimizin dünyadaki olayları<br />

sıraya koyma yöntemi aslında.<br />

32


içerisinde bize zaman ayıran sevgili<br />

Prof. Dr. Sinan Canan’ın, zihnimizde<br />

açacağı pencerelere gelin heyecanla<br />

tanıklık edelim…<br />

Öncelikle beynimizin saati nasıl<br />

işliyor diye sormak isterim? Zihnimizdeki<br />

zaman algısından biraz<br />

bahsedebilir misiniz?<br />

Öncelikle zaman denen şeyi bir tanımlayalım.<br />

Zaman dışarıda fiziksel<br />

olarak mevcut olmayan bir hadise.<br />

Beyin olmadan zaman diye bir şeyden<br />

bahsetmek mümkün değil çünkü şu<br />

saat, dakika, günler geceler diye saydığımız,<br />

içimizden sürekli hesapladığımız<br />

zaman algısı, bizim beynimizin<br />

ve zihnimizin dünyadaki olayları sıraya<br />

koyma yöntemi aslında. Fizikte de<br />

malum zaman 4. bir boyut. Nasıl en,<br />

boy, yükseklik gibi 3 boyut var, zaman<br />

da bunun gibi bir boyut. Bir yerden<br />

bir yere doğru akıyor olması algısı bizim<br />

beynimizin yarattığı bir illüzyon.<br />

Hatta birçok fizikçi bu boyutu olduğu<br />

için teorik olarak zamanda ileri geri<br />

gidebileceğini iddia ediyor. Neticede<br />

beyin yoksa zaman da yok diye söylemek<br />

lazım. Bizim zamana bağlı olarak<br />

değişen biyolojik ritimlerimiz var.<br />

Beynimizin şuursuz olarak çalışan ve<br />

iç otomatik mekanizmalarını yöneten<br />

hipotalamus diye bir bölgesi ve burada<br />

da biyolojik bir saatimiz var, suprakiazmatik<br />

çekirdek. Böyle havalı da bir<br />

ismi var… Bu çekirdek moleküler bir<br />

saat içeriyor. Biz bu moleküler faaliyetlerin<br />

sonucunda içsel bir saat ritmi<br />

yaşıyoruz aslında. İnsanı tamamen güneşten,<br />

dış şartlardan izole bir yere kapatırsanız,<br />

yaklaşık birkaç gün içinde,<br />

25 saatlik bir günlük döngüye uymaya<br />

başladığını görürsünüz. Bizim içsel saatimiz<br />

25 saat ama dış işaretlerle bunu<br />

sürekli 24 saate ayarlıyoruz. Bu neyi<br />

sağlıyor. Uyku, üreme, yumurtlama<br />

döngüleri bunların hepsi bu içsel saatin<br />

orkestrasyonunda cereyan ediyor.<br />

Biz ritmik canlılarız zamansal açıdan.<br />

Sadece biz değil dünyada yaşayan<br />

bütün organizmalar, dünya bir gündüz<br />

gece döngüsünden geçtiği için,<br />

biz bunlara uygun ritimlere sahip olacak<br />

şekilde ayarlanmışız. Bir de günlük<br />

hayatta zaman dediğimiz şey var. Çok<br />

meşhur bir deyiş var, Einstein’ın söylediği<br />

görecelik kavramı. Sevgilinizin yanında<br />

geçirdiğiniz bir dakika ile sobanın<br />

üzerinde oturduğunuz bir dakika<br />

birbirinden çok farklıdır diye. Gerçekten<br />

de öyle, dışsal zaman ile algıladığımız<br />

zaman birbirinden çok farklı olabiliyor.<br />

Beynimizin ön kabuk bölgesinde<br />

frontal korteks dediğimiz bölgede, gelecek<br />

bir dakikayı, bir saati, bir ayı, bir<br />

yılı ya da bir yüzyılı hayal edebilen bazı<br />

devreler var. Bu devrelere baktığınızda<br />

bu devrelerin en gelişmiş şekli biz insanda.<br />

İnsan beyninin hangi özelliği,<br />

diğer canlılara göre gelişmiştir derseniz<br />

ben size bunu zamansal tahmin<br />

yeteneği olarak söylemeyi seviyorum.<br />

Bu konuda o kadar iyiyiz ki sadece bir,<br />

iki, beş sene sonrasını değil, yüz sene<br />

bin sene sonrasını, ölümümüzden<br />

sonrasını, 1-2 milyar sene sonra bu<br />

dünyanın ne hale geleceğini falan bilmek<br />

zorunda hissediyoruz kendimizi.<br />

Einstein’ın bir varsayımı olan zaman<br />

algısının göreceliğinden bahsettiniz.<br />

Bu algının bulunduğumuz<br />

SİNAN CANAN<br />

zamana, harekete, koşullara göre<br />

değişebileceği düşünülürse, bunu<br />

müzik için de söyleyebilir miyiz?<br />

Müzik için de zaman algısı değişken<br />

ve göreceli midir?<br />

Tabii şimdi müzik zaten kendisi duygusal<br />

içerikli bir aktarım olduğu için zaman<br />

algımızı doğrudan etkiliyor. Mesela<br />

ölümcül araba kazaları geçirmiş<br />

insanlar ortak bir şey deneyimliyorlar<br />

genellikle. Böyle zaman algısının anormal<br />

yavaşladığı bir şekilde hatırlıyorlar<br />

o hadiseyi. Bu tehlikeli durumlarda<br />

beyin bir çözüm bulmak için, algı çözünürlüğünü<br />

çok fazla arttırıyor. Duygusal<br />

sistem sizin zaman algınızı çok<br />

değiştiriyor. Bir de 60-70 yaşına gelen<br />

insanlar diyor ya; kendimi 20 yaşında<br />

hissediyorum falan diye. Beyin, zamanı<br />

biraz deneyime göre hesaplıyor.<br />

Bunları niye söyledim; müzik, insana<br />

has bir faaliyet ve duygu aktarımında<br />

mucizevi bir etkisi var. 7 tane notayı,<br />

14 tane aralığı kullanarak insanlara<br />

her türlü duyguyu aktarabiliyorsunuz,<br />

onların ruh durumunu değiştirebiliyorsunuz.<br />

Hatta Farabi için bir şey söylenir.<br />

Farabi elinde enstrüman olduğu<br />

33


BİR DÜNYA SOHBET<br />

Beyin, zamanı biraz deneyime göre hesaplıyor.<br />

Bunları niye söyledim; müzik, insana has bir faaliyet ve duygu<br />

aktarımında mucizevi bir etkisi var. 7 tane notayı, 14 tane<br />

aralığı kullanarak insanlara her türlü duyguyu aktarabiliyorsunuz,<br />

onların ruh durumunu değiştirebiliyorsunuz.<br />

zaman, bir meclistekileri istediği zaman<br />

güldürür, istediği zaman ağlatır, makam<br />

ve müzik ilmine hakim birisiymiş. Müziğin<br />

böyle bir etkisi var. Bu etkilerden önemli bir<br />

kısmı da zaman üzerine. Zaten müziğin 2<br />

temel bileşeni var; birisi ritim diğeri melodi<br />

ya da armoni. Dolayısıyla ritim arkada zamanlamayı<br />

veriyor. Mesela dünyadaki neredeyse<br />

tüm insanların hoşuna giden ritimler<br />

kalp ritmine yakın ritimler. Anne karnında o<br />

sesle oluşup büyüdüğümüz için. Çok yavaş<br />

ve hızlı ritimler de duruma göre eğlenceli<br />

ya da depresif olduğumuz durumlara göre<br />

tercih ediliyor. İşin melodik kısmı da işin<br />

içine girdiği zaman aslında tamamen bize<br />

duygusal bir paket iletilmiş oluyor. Bu paket,<br />

bütün zaman algımız üzerine doğrudan<br />

oynayabilme yeteneğine sahip. Birkaç<br />

dakikalık bir zamanda onlarca yıllık anıları<br />

düşünebilir bir hale geliyoruz.<br />

Buradan yola çıkarsak; bir müzik eseri<br />

düşünelim, bu müzik eseri belli bir<br />

zamanda dinlediğimizde bize çok güzel<br />

gelirken, ondan çok farklı hisler almışken,<br />

aynı müziği farklı bir zamanda<br />

dinlediğimizde o kadar etkilenmeyebiliyoruz.<br />

Bu da böyle bir özellikten mi<br />

kaynaklanıyor? O an yaşadığımız durum<br />

ve yaşanan deneyimlerimizle mi<br />

ilgili?<br />

Tabii ki çoğu zaman müzik parçaları insanlarda<br />

bazı anlarla doğrudan ilişkili. Eğer yoğun<br />

duygusal bir şeylerle ilişkilendirmişseniz<br />

ve o parçayı nadiren duyuyorsanız, her<br />

duyduğunuzda aynen koku gibi o deneyimi<br />

hemen aklınıza getiriyor. Bizim zihnimizin<br />

şöyle bir özelliği var; duygusal olarak<br />

önemli her şeyi çok kolay ulaşılabilir yerlere<br />

kaydediyor önemli addediyor bunu. Dolayısıyla<br />

böyle bir uyaran aldığınızda hemen<br />

o hatıralar tetikleniyor, nasıl ki kokulu silgi<br />

koklayan ilkokul günlerine dönüyor öyle<br />

34


Müziğin böyle bir etkisi<br />

var. Bu etkilerden önemli<br />

bir kısmı da zaman<br />

üzerine. Zaten müziğin 2<br />

temel bileşeni var; birisi<br />

ritim diğeri melodi ya da<br />

armoni. Dolayısıyla ritim<br />

arkada zamanlamayı<br />

veriyor. Mesela dünyadaki<br />

neredeyse tüm<br />

insanların hoşuna giden<br />

ritimler kalp ritmine yakın<br />

ritimler.<br />

bir etkisi oluşuyor. Ama çok sık olarak,<br />

farklı ortamlarda aynı şarkıyı dinlemeye<br />

devam ettiniz diyelim, işte o zaman<br />

beyninizde duygusal bağlantı ölmeye<br />

başlıyor. O yüzden şimdi müziği de<br />

çok hızlı tüketiyoruz. Müzik sadece<br />

uğraştığım için söylemiyorum ama<br />

insan beyni açısından gerçekten ciddi<br />

bir uğraş. Şu anda müzikle tedavilerin<br />

eskisi kadar işe yaramamasının en<br />

önemli nedeni müzik gürültüsü çok<br />

fazla. Her yerde müzik kaliteli, kalitesiz<br />

bir birine karışmış vaziyette. Eskiden<br />

Osmanlıda şifahanelerde, müzikle terapi<br />

yapılırmış ama insanların o zaman<br />

müzik duyabileceği tek yer ya oralar ya<br />

müzikhollermiş, yani dışarıda sokakta<br />

bangır bangır müzik dinleme şansınız<br />

yok. Dolayısıyla müziğin gerçekten<br />

beyni böyle yakalayabileceği bir etkisi<br />

olabiliyor. Bir de müzik dinleyen beyne<br />

baktığınızda, müzik beynin her tarafını<br />

meşgul eden bir aktivite. Sadece dinlemek<br />

bile bir sürü beyin alanının devreye<br />

girmesini gerektiriyor. Hele ki dikkatli<br />

dinliyorsanız, müziği okuyorsanız<br />

ve duyguyla senkronize olmuşsanız o<br />

zaman işiniz daha zor. Yani beyin bayağı<br />

bir efor harcıyor buna. Fakat müzik<br />

sürprizlerle dolu bir şey. Hele ki dinlediğiniz<br />

daha doğrusu size dinletilen<br />

ortamdaki parçaların duygusal içerikleri<br />

bugün oldukça çelişkili olabiliyor.<br />

Sözlerde ah ölüyorum, yandım, bittim<br />

derken, arkadaki ritim düğün müziği<br />

gibi şenlikli olabiliyor. Bunlar bizim sistemimizi<br />

hakikaten yoran şeyler. Hâlbuki<br />

müziği, insanı diğer canlılardan<br />

ayıran ve insanın zihinsel melekelerinin<br />

en üst düzeydeki tezahürlerinden<br />

biri olarak ele alacak olursak, müziğe<br />

biraz daha ciddi yaklaşmanın faydalı<br />

olacağını düşünüyorum. Günümüzde<br />

anne babalar çocuğumuz müzisyen<br />

olsun diye kurslara falan ha bire gönderiyoruz.<br />

Neredeyse herkesin evinde<br />

bir piyano olmaya başladı. Ben anne<br />

babalara şunu soruyorum; evde sizler<br />

aile olarak müzik dinlemeye ne kadar<br />

özel zaman ayırıyorsunuz diyorum.<br />

Nasıl bir şey o falan diyorlar. Bu kültür<br />

bitmiş. Hâlbuki düşünün siz bir çocuksunuz,<br />

bir enstrüman öğrenmek son<br />

derece zor. O zorluk içerisinde bakıyorsunuz<br />

arka planda milleti eğlendirecek<br />

bir şey öğreniyorsunuz aslında,<br />

özel dikkat gerektirmeyen. Bunların<br />

hepsi birleştiği zaman çocuk diyor ki:<br />

Ben niye uğraşacağım, takarım mp3<br />

çalarımı keyfime bakarım. Bu yetenekli<br />

çocuklarımızı da müzikten uzak tutan<br />

bir kıyıma dönüşüyor aslında. Dolayısıyla<br />

müzik hediyedir, ciddiye alınması<br />

gerekir, zaman ayrılması gerekir. Müziğe<br />

zaman ayıran, buna zaman yatıran<br />

ödülünü de ciddi olarak alır.<br />

Çocuklardan bahsetmişken aklıma<br />

şu geldi. Siz müziğin bir kültürel<br />

kod taşıyıcısı olduğunu söylüyorsunuz.<br />

Bulunduğumuz yaşa göre<br />

müzik dinleme alışkanlıklarımız ve<br />

algılarımız nasıl gelişiyor ve değişiyor?<br />

Şimdi müzik zaten kültürel bir şey. Belli<br />

temel müzik kalıpları var, mesela bazı<br />

temel gamlar değişik kültürlerde algılanıyor,<br />

müziğin temelini oluşturuyor<br />

zaten. Özellikle Ortadoğu, Uzakdoğu<br />

müziğinin baz aldığı bazı nota dizgeleri<br />

var. Onlar bütün kültürler tarafından<br />

bir şekilde tanınıyor. Muhtemelen<br />

insanın ana vatanından gelmiş olma<br />

SİNAN CANAN<br />

ihtimali yüksek olduğu için. Fakat daha<br />

sonra anne karnından, özellikle hamileliğin<br />

son dönemlerinden başlayarak,<br />

kabaca 10 yaşına kadar karşılaştığımız<br />

müzikal ortam ve kompozisyon bizim<br />

müzik zevkimizi belirleyen şeyi oluşturuyor.<br />

Müzik bizim beynimiz için neden<br />

bu kadar önemli çünkü biz sesle<br />

iletişim kuran canlılarız ve sesimize<br />

duygu yükleyebilmek için aslında konuşurken<br />

müziği kullanıyoruz. Yani<br />

bizim ses dalgalanmalarımız, yükselip<br />

alçalmalar gibi… Müzik aslında bir iletişim<br />

aracı. Fakat biz bunu bir tık daha<br />

üste taşımış müzik dediğimiz garip bir<br />

icat da yapmışız. Doğar doğmaz anneyle<br />

bebeğin etkileşimi ile başlayan,<br />

çocuğun sesleri tanıması, o seslerin<br />

aralıklarından duygusal yorumlar yapabilmeyi<br />

öğrenmesi için birkaç sene<br />

geçmesi gerekiyor. Bu dönemde de<br />

hem insan sesi, hem etrafta karşılaştığı<br />

müzikal dizgeler çocuğun beyninde<br />

bazı bağlantılar oluşmasına sebep<br />

oluyor. Şu çok önemli; beyin doğduğu<br />

zaman ne iş yapacağını bilmeyen tek<br />

organ olduğu için, dış ortamla karşılaşması,<br />

onunla bir interaksiyona girmesi<br />

gerekiyor. Müzik bunun en üst noktası.<br />

Çocuk hangi tür müzikle, hangi tip<br />

nota dizgeleriyle karşılaşır, bu nota<br />

dizgeleriyle insanların neler yaptığını<br />

nasıl gözlemlerse, ona göre bir etki<br />

geliştirmeye başlıyor. Mesela ben işte<br />

o dönemlerde bir şekilde nasıl oldu<br />

bilmiyorum, Ankara’da yaşayan bir<br />

Türk ailesinin çocuğu olarak, bol miktarda<br />

rock müziğe maruz kalmışım. Şu<br />

anda rock müzik dışında çok fazla müzik<br />

dinleyemiyorum. 30’lu yaşlarımda<br />

Türk Sanat müziği ve Türk Halk müziğinin<br />

çok enteresan bir şey olduğunu<br />

öğrendim ama onu istemli olarak dinlemem<br />

gerekiyor. Yani, araştırıp bakıp<br />

zaman ayırıp dinlemek gibi. Kulağım<br />

onu doğrudan üretmiyor ya da beste<br />

yaparken o ezgiler benden çıkmıyor.<br />

Genellikle rock, blues ya da heavy<br />

metal müzik dedikleri yarım aralıklara<br />

benim kafam daha çok çalışıyor, çünkü<br />

erken dönemde kafa biraz buna göre<br />

kurgulanmış vaziyette.<br />

35


RADYO<br />

Bir ses ustasının ardından<br />

‘‘Tanburi Cemil Bey’’<br />

Nice üstatlar, nice sesler, nice sazlar geçti<br />

radyonun koridorlarından.<br />

Hala yankılanır sesleri bu duvarlarda.<br />

Öyle derin ki izleri, silinmez, silinemez.<br />

Kimler geldi kimler geçti<br />

radyo koridorlarından.<br />

Hazırlayan: R.Hakan TALU<br />

Müzik tarihimizin gelmiş geçmiş en<br />

önemli sazendesi olan Tanburi Cemil<br />

Bey hakkında bildiklerimizin büyük bir<br />

çoğunluğunu oğlu Mesut Cemil Bey’in<br />

1947 yılında Sakarya Matbaası tarafından<br />

basılan babasının hayatını anlattığı<br />

kitaptan öğrenmekteyiz. Geriye kalan<br />

küçük kısım ise çeşitli hatıratlarda ve<br />

gazetelerde yazılmış makalelerde karşımıza<br />

çıkıyor.<br />

Mesut Cemil Bey kitabına şöyle bir<br />

cümle kurarak başlıyor; “Zapt edilmiş<br />

büyük bir şikâyetin tükenmez kederini<br />

taşıyan dargın bakışlarıyla bu adam<br />

bir esir ve bir kral gibi tecessüsümün<br />

önünden gelir geçerdi. Kimin esiri ve<br />

neyin hâkimiydi? Ogün gibi bugünde<br />

bilmiyorum.”<br />

Yine aynı kitabın ilerleyen sayfalarında<br />

Mesut Bey’e yazdığı mektupta Tanburi<br />

Cemil’i anlatan Mahmut Demirhan şu<br />

satırları yazıyor: “Fakat bizim musikimiz<br />

için benim tefekkür tarzım ve seziş hislerim<br />

başkadır; bence bizimki ne Türk<br />

musikisi, ne şark musikisi, ne de hududu<br />

ve mefhumesi içine dergâh, enderun<br />

ve meyhane giren Osmanlı musikisidir.<br />

Bu benim görüşüm ve ihtisasımla<br />

ancak İstanbul musikisidir. Kökleri ve unsurları ile melodilerini<br />

bu güzel şehrin cennetpare İstanbul’un o emsalsiz<br />

şafaklarından, mehtaplarından, tuluğ ve guruplarından ve<br />

her tarafı saran aşk ve zarafet tecelliyatından alıp bizi esiri bir<br />

istiğrak içinde bayıltan bir musikidir ki bunu da halk eden<br />

büyük Tanburi Cemil’dir. Daha kati bir ifade ile diyebilirim<br />

ki İstanbul musikisi ancak Tanburi Cemil’dir.”<br />

Mahmut Demirhan’ın bu satırlarını okuduğumuzda<br />

şunu rahatlıkla söyleyebiliriz<br />

Tanburi Cemil Bey İstanbul musikisinin<br />

esiri ve yine İstanbul musikisinin<br />

hâkimidir. Mahmut Demirhan’ın kısaca<br />

anlattığı İstanbul musikisi makam müziğinin<br />

merkezinde yer almaktadır ve makam<br />

müziğinin kullanıldığı Selanik’ten<br />

Bağdat’a Bakü’den Kahire’ye kadar uzanan<br />

büyük coğrafya içinde en çok tanınan,<br />

peşinden gidilen, saygı ile anılan<br />

sazendelerin başında Tanburi Cemil Bey<br />

gelmektedir.<br />

Tanburi Cemil Bey 1871 yılında Babası<br />

Tevfik Bey ve Annesi Zihniyar Hanımın<br />

dördüncü çocukları olarak İstanbul’da<br />

doğmuştur. Babası Tevfik Bey Rumeli’de,<br />

İşkodra’da devlet memurluğunun çeşitli<br />

kademelerinde çalışmış yedi yıl Tahran<br />

sefirliği görevinin ardından İstanbul’a<br />

dönmüş ve son olarak Beyoğlu ceza<br />

mahkemesi azalığında bulunmuştur.<br />

Annesi ise Sultan II. Mahmud’un kızı<br />

Adile Sultan’ın yanında yetişmiş Çerkez<br />

cariyelerindendir.<br />

Erken yaşta babasını kaybeden Cemil<br />

Bey çocukluk yıllarını amcası Refik Bey’in himayesinde yaşamıştır.<br />

İlköğretiminin ardından rüştiyeye başlamış, amcasının<br />

vefatından sonra dört yıl kadar amcasının oğlu Mahmud<br />

Bey’in gözetiminde dönemin lisesi olan idadiyi bitirmiş, bir<br />

yıl Mekteb-i Mülkiye’de okumuş ondokuz yaşında Harbiye<br />

nezaretinde kâtip olarak çalışmaya başlamış ancak kısa bir<br />

36


İSTANBUL RADYOSU<br />

süre sonra bu işinden ayrılmıştır. Yirmi bir yaşında eşi Side<br />

Hanım’la evlenen Cemil Bey’in bu evlilikten 1902 yılında<br />

oğlu Mesud Cemil Bey doğmuştur.<br />

1916 yılı 28 Temmuz’da vefat eden Cemil Bey’in Fatih Camii’nden<br />

kalkan cenazesi Merkezefendi Mezarlığına defnedilmiştir.<br />

Çocukluk yaşlarında tanbur çalmaya başlayan Cemil Bey’e<br />

amcasının oğlu Mahmud Bey’e keman dersi vermeye gelen<br />

Aleksan Efendi Hamparsum ve batı notasını öğretmiştir.<br />

Yine amcasının kızlarının piyano hocalarından genel müzik<br />

bilgilerini öğrenen Cemil Bey’in Horhor’daki amcasına ait<br />

olan konakta sesler ile olan ilişkisi başlamıştır. Cemil Bey on<br />

sekiz yaşına geldiğinde İstanbul’da Tanburi olarak tanınmıştı.<br />

Bir iki sene sonra şehirdeki müzik camiası içinde sadece<br />

Tanbur değil kemençe, lavta ve viyolonsel sazlarında da<br />

önde gelen icracılar arasında adı geçecekti.<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar bir makalesinde Hammamizâde İsmail<br />

Dede için “zamanında ve hatta daha ötesinde konuşan<br />

tek ses, onun sesidir” şeklinde bir cümle kullanmıştır.<br />

Eğer bu cümle üzerinden Cemil Bey’i anlatmak istersek o<br />

kendi devrinde ve ölümünden bugüne kadar süren yüz yıl<br />

boyunca daima zirvede olan tek sazendedir.<br />

Cemil Bey’in Tanbur, Kemençe, Lavta, Viyolonsel veya Yaylı<br />

tanbur icralarının ulaşılamaz bir seviyede olduğu gerçektir.<br />

Sanırım bugün bizim için önemli olan konu bu icraları<br />

dinleyerek onun bize gösterdiği yoldan yürüyerek müzik<br />

yapmaktır.<br />

Buradaki ince detayında Cemil Bey’in icralarının aynısını çalmak<br />

yani onu kopya etmek olmayıp kullandığı sesler arasındaki<br />

ilişkiyi anlamak olduğu inancındayım.<br />

Tanburi Cemil Bey’in plak kayıtlarına 1905 yılında başlamıştır.<br />

Daha öncesi için çeşitli hatıratlarda Fonograf kayıtlarından<br />

bahsedilse de şu ana kadar bu kayıtlara tam olarak içeriğini<br />

bilememekteyiz.<br />

Büyük bir çoğunluğu Cemil Bey tarafından tek başına yapılan<br />

bu kayıtlarda zaman zaman ona eşlik eden isimler Tanburi<br />

Kadı Fuad Efendi, Kemani Bülbüli Salih Efendi, Udi Şevki,<br />

Fethi ve Nevres Beyler, Piyanist Cemal Bey’dir. Gazellerin<br />

kayıtlarında ise Hafız Osman, Hafız Sabri, Hafız Yakub, Hafız<br />

Aşir ve Hafız Yaşar Cemil Bey’e eşlik etmişlerdir.<br />

Tanburi Cemil Bey’den günümüze kalan sözlü eserler birer<br />

Gülizar, Hüseyni, Şehnaz, Muhayyer, Sultanı yegâh, Müstear,<br />

Suzinâk, Nihavend ve ikişer Eviç, Hicaz, Kürdîlihicazkâr, Segâh,<br />

Mahur makamlarında şarkı ile bir Hicaz makamında<br />

ninni olmak üzere on dokuz adettir.<br />

Cemil Bey’in bütün bu şarkılarının arasında sadece Şehnaz<br />

makamındaki “Feryad ki feryadıma imdat edecek yok” mısralı<br />

şarkısının güfte sahibi Nigâr Hanım belli olup diğer hiçbir<br />

şarkısının güfte yazarı bilinmemektedir.<br />

Ayrıca bu güfte Musullu Hafız Osman Efendi tarafından Nihavend<br />

makamında Sengin semai usulünde ve yine Cemil<br />

Bey’in Eviç makamındaki şarkısındaki “Nazirin yok senin ey<br />

mah yerde” mısralı güftede Selânikli Ahmet Efendi tarafından<br />

Karcığar makamında Devrihindî usulünde bestelenmiştir.<br />

Cemil Bey bu on dokuz sözlü eserde birer defa semai, sofyan,<br />

yürük semai, aksak semai- curcuna (beraber) usullerini,<br />

devrihindî usulünü iki, ağır aksak usulünü üç, sengin semai<br />

usulünü dört ve aksak usulünü altı kez kullanmıştır.<br />

Günümüze sekiz adet peşrevi kalan Cemil Bey bu peşrevlerinde<br />

Ferahfeza, Hicazkâr, Isfahan, Kürdîlihicazkâr, Mahur,<br />

Muhayyer, Neva, Şedaraban makamlarını ve usul olarak<br />

dört kez muhammes, üç kez devrikebir, bir defa fahte usullerini<br />

kullanmıştır.<br />

Cemil Bey’in yedi adet saz semailerinin hepsi Aksak semai<br />

usulünde olup Bestenigâr, Ferahfeza, Hicazkâr, Isfahan, Muhayyer,<br />

Suzidilâra, Şedaraban makamlarında bestelenmiştir.<br />

Tanburi Cemil Bey’in klasik anlamdaki bu saz eserleri dışında<br />

longa, sirto, zeybek formlarında bestelediği veya ona<br />

atfedilen Hüseyni, Rast, Nihavend, Nikriz makamlarında<br />

eserleri de mevcuttur.<br />

37


SESLİ KÜTÜPHANE<br />

Kültürlerin Macerası<br />

Hazırlayan: Kadir ÖZDEMİR<br />

Her Kültürün bir müziği<br />

vardır her müziğin<br />

bir macerası ve<br />

her maceranın kendi<br />

zamanına uygun<br />

eskimeyen bir tadı...<br />

Nereden baktığın ile<br />

ilgilidir ya yaşam<br />

kültürlerin macerası da<br />

öyle.<br />

TRT Radyo-3 Dünya Kuşağında yer<br />

alan “Kültürlerin Macerası” gözden<br />

düşmüş bir avluda kaybolmuş yankıların<br />

izlerini sürüyor. Her Kültürün<br />

bir müziği vardır her müziğin bir<br />

macerası ve her maceranın kendi<br />

zamanına uygun eskimeyen bir<br />

tadı.<br />

Dünya müziğinin geçmişle ve yaşamla<br />

canlı diyaloğundan her zaman<br />

söz edebiliriz. Bu yönüyle de<br />

onları döneminin hikâyelerinden<br />

kopartamayız. Kültürel yaşam benzerlikleri<br />

gerçekliğinden yola çıkarak<br />

sunulan program, çok kültürlü<br />

dünyanın müziğine “adeta bir macera”<br />

olarak bakmakta ve her kültürün<br />

müzikal hikâyesini dinleyicilere<br />

ulaştırmakta.<br />

Nereden baktığın ile ilgilidir ya yaşam<br />

kültürlerin macerası da öyle;<br />

her program bambaşka yerlerden<br />

bambaşka bakışlar ile buluşturuyor<br />

bizi. Bazen Kuzey kutup dairesinde<br />

arktik kıyılardan seslenmekte bazen<br />

de sahra çölünden binlerce yıllık<br />

kültürlerin müzikleri ile bize ulaşmakta.<br />

Programın yapımcısı ve sesi Kadir<br />

Özdemir yaşamını hem Almanya’da<br />

hem de Türkiye’de sürdürmekte.<br />

Her bölüm için bir gerçeklikten yola<br />

çıkarak yazdığı kısa keyifli metinler<br />

38


ile sunmakta olduğu programı ile<br />

çok kültürlü dünyanın binlerce yıllık<br />

“eski” müziğine “yenilenen” olarak<br />

bakmakta.<br />

Müziğin temelini hislerin ve hayal<br />

gücünün oluşturduğunu bunun<br />

için de müziğin eskimeyeceğini<br />

vurgulayan Özdemir “Farklı kültürel<br />

yaşam formlarının ürettiği eski<br />

müzik, günümüzün müziğidir,<br />

yani eskiyen müzik değildir. Çünkü<br />

her zaman yeniden derlenerek<br />

ve yorumlanarak günümüze kadar<br />

gelir. Ancak yazılı olmadan gelişen<br />

yaşam alanları bizlere onların hep<br />

eskiye dönük olduğunu çağrıştırır.<br />

Oysa tarihsel süreç göz önüne<br />

alındığında bestelerin yer yer doğaçlamayla<br />

yer yer de hissiyat ve<br />

hayal gücü ile geliştiğini söyleyebiliriz.<br />

Belki de yüzyıllardır dillendirilmeyen<br />

bu müziklerin yeniden<br />

keşfedilmesi ve adeta dinleyicide<br />

bir duyma alışkanlığı oluşturulması<br />

gerekiyor. Aslında onlar hep yanımızdaydı<br />

ve biz onları tavan aralarındaki<br />

sandıkların küflü kokuları<br />

arasında bıraktık.” diyor.<br />

RADYO-3<br />

Program içeriği,<br />

dünyadaki müzik<br />

topluluklarının,<br />

festivallerin, konserlerin<br />

yapımcı tarafından<br />

takip edilmesi ve<br />

gözlemlenmesi ile<br />

oluşturuluyor.<br />

Farklı kültürlerin maceralı müzikleri<br />

bize aynı zamanda ilginç hikâyeler<br />

çağrıştırır. Bildiğimiz gibi, eski dönemlerde<br />

akşamları ocağın başında,<br />

gezginin anlatılarını, kocaman<br />

açılmış gözleriyle dinleyen sadece<br />

çocuklar değil aynı zamanda yetişkinlerdi.<br />

Hangimiz hikâye dinlemek istemeyiz<br />

ki?<br />

İşte bu kışkırtıcı sorunun cevabı<br />

“Kültürlerin Macerası” programının<br />

derinliklerinde saklı…<br />

Programın yapımcısı, dinleyicilerin<br />

damaklarında kalan bu hikâye tadının<br />

hiç çıkmamasını, onların küçük,<br />

masum anılar ile donanmalarını<br />

ve programın uzun yıllar boyunca<br />

anılarda kalmasını istiyor. “Bir kuşun<br />

kanadında hatta kepenklerin<br />

açılışında ses verir yaşam bize. Bu<br />

sesleri tıpkı bir orkestranın çaldığı<br />

senfoninin melodileri gibi tek tek<br />

içimize akıtırız ve kolayca karışırız<br />

yaşamın izlerine” diyor yapımcı ve<br />

tüm dünyadan melodilerin peşine<br />

düşüyor. Program içeriği, dünyada<br />

ve özellikle Avrupa’daki müzik topluluklarının,<br />

festivallerin, konserlerin<br />

yapımcı tarafından bire bir yerinde<br />

takip edilmesi ve gözlemlenmesi<br />

ile oluşturuluyor.<br />

Ve işte size adeta bir hikâye tadında<br />

TRT Radyo 3 Dünya Kuşağında<br />

sunuluyor. Her Çarşamba saat<br />

22.05’te bu tadı sizlerle paylaşmak<br />

dileğiyle…<br />

39


KENT HİKAYELERİ<br />

Reşit SARAÇOĞLU<br />

kenthikayeleriankara@gmail.com<br />

Aşk Var!<br />

Zaman herkes için akar. Bir gün 24 saat, bir saat 60 dakika,<br />

bir dakika 60 saniye çeker herkes için. Saatler ileri gider,<br />

saatler geri gelir, takvimler coğrafyadan coğrafyaya değişir<br />

ama güneş hep doğar, güneş hep batar… Zaman, herkes<br />

için akar.<br />

Zamanın akışını durdurmak, zamanda ileri sıçramak insanoğluna<br />

bahşedilmemiş bir yetenektir. Yine de, insanoğlu<br />

doğası gereği bunun hayalini kurar.<br />

Becerebilir mi sıçramayı zamanda ileri? Becerir. Hem de nasıl<br />

becerir. Nasıl becerir? Yaratarak.<br />

Kanadalı yönetmen François Girard’ın 1998 senesinde çektiği<br />

“Kırmızı Keman” (The Red Violin) filmi, en başarılı anlatılarından<br />

biridir insanın zamanda ileri gitme becerisinin.<br />

Film, zamanda yolculuk eden bir kemanı konu eder kendisine.<br />

Devrinin namlı ustalarından olan Nicolo Busotti’nin<br />

17. yüzyılda yarattığı kemanın özelliği, ustanın yaptığı en<br />

başarılı keman olması ve hasretle bekledikleri çocuklarını<br />

doğururken can veren eşinin kanıyla verniklenmesidir. Elleriyle<br />

emek emek yarattığı kemana tüm becerisini, tüm acısını,<br />

kaybettiği karısına duyduğu tüm aşkı katan Busotti, bu<br />

kemanla zanaatının doruğuna çıkar. Ve film, o kemanın 300<br />

yıllık hikâyesini sunar izleyicisine. Ve izleyici, kemanın elden<br />

40


ele gezindiği o 300 yıllık hikâyeyi<br />

soluksuz takip eder. İnsan<br />

Nicolo Busotti zamanın çarkları<br />

arasında kaybolup gitmiştir ama<br />

yarattığı keman, beraberinde<br />

yaratıcısını da taşıyarak zamanda<br />

ileri sıçrar.<br />

Mesele zaman denen makinenin<br />

dişlilerinden ezilmeden<br />

geçmekse, galiba bunu en iyi,<br />

müzik yapar. Bunu en iyi, “iyi<br />

müzik” yapar. “İyi müzik” nedir?<br />

İşte o… Bilinmez. İyi müzik nedir?<br />

Aslında gayet iyi bilinir.<br />

İnsanı yüreğinden yakalayan,<br />

kendisinden büyük, kendisinden<br />

kudretli bir hadiseye baktığını<br />

anlatan müzik iyidir. İnsanın<br />

en temel dürtülerini harekete<br />

geçirir, insanı kendisinden alıp<br />

bambaşka yerlere götürür. İyi<br />

müzik… iyidir… derindir… zorlayıcıdır…<br />

kalitelidir.<br />

İsimler? Konu “iyi müzik” olunca<br />

bambaşka zamanlardan, bambaşka<br />

coğrafyalardan isimler<br />

yan yana gelir, kardeş olur. İnsan,<br />

Wagner ile Âşık Veysel’in,<br />

Sezen Aksu ile Andrew Llyod<br />

Webber’in isimlerini yan yana<br />

yazabilir rahatlıkla. Fikret Kızılok’un<br />

ismi hiç sönük durmaz,<br />

bilakis pırıl pırıl parlar Beethoven’in adının yanında zira “iyi<br />

müzik” yapan ustalar, dünyevi olmasa da manevi olarak kardeştir.<br />

Sanatın tüm dalları gibi müziğin de merkezi duygudur. Aslolan<br />

hissetmektir, aslolan hissettirebilmektir. İnsana kendi<br />

hikâyesini anlatır ya iyi müzisyenler aslında, belki de bu<br />

yüzden, birçok iyi müzisyen şarkılarını iyi şairlerin kıymetli<br />

satırlarına yaslar.<br />

Misal, Duman grubunun solisti olarak nam kazanan Kaan<br />

Tangöze 2015 yılında çıkardığı solo albümünde Türk dilinin<br />

büyük ustası Özdemir Asaf’ın ölümsüz dizelerine hayat verir.<br />

Sadeliğin dilidir konuşan ve ezgiyle sözün müthiş uyumu,<br />

çarpıcı ve zamanın ötesine sıçraması muhtemel bir<br />

şarkı çıkartır ortaya:<br />

“Bekle dedi gitti,<br />

Ben beklemedim,<br />

O da gelmedi.<br />

Ölüm gibi bir şey oldu,<br />

Ama kimse ölmedi.”<br />

Tutulmayan sözlerin kısacık destanıdır Asaf ustanın şiiri ve<br />

Mesele zaman denen makinenin<br />

dişlilerinden ezilmeden<br />

geçmekse, galiba bunu en iyi,<br />

müzik yapar.<br />

iyi müzisyen Kaan Tangöze bu<br />

şiire gerekli duyguyu layıkıyla<br />

verir.<br />

Şair-müzisyen işbirliği daha<br />

geniş zaman aralıklarında da<br />

gerçekleşir bazen. Misal, iyi müzisyen<br />

Nadir Göktürk, iyi şair William<br />

Shakespeare’in bir sonesini<br />

şarkı haline getirir ve iki ustanın<br />

yüzyılları aşarak kurduğu köprü<br />

ortaya müthiş bir şarkı çıkartır.<br />

Ezginin Günlüğü grubunun müzikal<br />

yolculuğunda mütevazı fakat<br />

ağır bir yeri olan şarkı gerek<br />

sözleri, gerek bestesi, gerek düzenlemesi,<br />

gerekse söylenişiyle<br />

tokat gibi çarpar insanın suratına:<br />

“Yas mas tutma sevgilim, öldüğüm<br />

zaman.<br />

Toprakta böceklere güldüğüm<br />

zaman.<br />

Duyurunca paslı sesiyle, ölüp<br />

gittiğimi bir çan,<br />

Yas mas da tutma sevgilim öldüğüm<br />

zaman.<br />

Çürüyen gövdem gibi, yitip gitsin<br />

aşkın da.<br />

Ne bir mektup kalsın bizden, ne<br />

bir söz, ne bir eşya.<br />

Unut gitsin adımı, arkamdan da<br />

ağlama.<br />

Gözyaşınla da eğlenir, onu da alıp satar bu dünya.”<br />

Almanın ve satmanın ziyadesiyle muteber hale geldiği bir<br />

dünyaya daha 17. yüzyılda ağır bir eleştiri çivisi çakar Shakespeare<br />

usta çarpıcı dizeleriyle ve Nadir Göktürk usta da<br />

21. yüzyılda incelikli notalarıyla hayat verir bu delici sözlere.<br />

Almak ve satmak dünya düzeninin odağı haline gelirken,<br />

alış-veriş hadisesinin sosyal düzende yarattığı etkiden müzik<br />

de nasibini alır. Forma aşkına yapılan maçların bittiği bir<br />

döneme girilirken yaratıcı akıl ve kâlp giderek müziğin odağından<br />

uzaklaşır. Müzik bir endüstridir artık ve piyasa odaklı<br />

sanayi tipi üretim ile beslenir. Vasatın “piyasa” ile gerekçelendirilmesi<br />

midir aslında olan? İşte ona, her zaman olduğu<br />

gibi en büyük usta “zaman” karar verir.<br />

Ve büyük usta Bülent Ortaçgil zamanın ötesine şimdiden<br />

uzanan şarkısında sakin sakin seslenir:<br />

“Paranın esiri olduk,<br />

Ne kadar iktisat, o kadar mutluluk.<br />

Birer birer yeniliyorduk,<br />

Önce adalet, sonra güzellik<br />

Ama aşk var.<br />

Bir tek aşk var.”<br />

41


MÜZİK KUTUSU<br />

“Yüzünü dökme küçük kız<br />

Bırak üzülmeyi.<br />

Yalnız sen misin bir düşün.<br />

Unutan sevilmeyi...”<br />

(Yüzünü Dökme Küçük Kız)<br />

Her şeyin başlangıcı olan bu samimi<br />

dizeler... Yıl 1970... 20 yaşında kimya<br />

mühendisliği okuyan bir üniversite<br />

öğrencisi tüm dünyayı kasıp kavuran<br />

İngiliz pop-rock müziğinin temel taşlarını<br />

alıp kendisiyle harmanlıyor ve<br />

folk müziğimizle şiirsel bir anlatımı iç<br />

içe sıkıştırıp müziğin en naif halini bizlere<br />

sunuyor. Bu kişi hayatın her alanında<br />

egolarını bir kenara bırakıp mütevazı duruşuyla kalplere<br />

seslenen, sanatın pek çok noktasından geçmiş, Türk müziğinin<br />

yetiştirdiği büyük ozan ve gerçek bir sanatçı Bülent<br />

Ortaçgil.<br />

“Mavi kuş sanki bir düş,<br />

Kaşla göz arasında.<br />

Geceyle gündüz arasında.”<br />

(Mavi Kuş)<br />

İlk olarak okul yıllarında davul ve gitarıyla topluluklar oluştururken<br />

diğer yandan da tiyatroya merak saldı ve bu<br />

alanda da çeşitli başarılar yakaladı. Sanatın çeşitli kollarından<br />

tutan, bence en önemlisi de müzikal samimiyet kavramını<br />

yaratmış Ortaçgil, o büyük hayranlıkla dinlediğimiz<br />

The Beatles, Cat Stevens, Bob Dylan gibi müzisyenlerin<br />

Rahmi Mert ÖZCAN<br />

rahmimertozcan@gmail.com<br />

karşısında bizim<br />

de batıya açılan<br />

ve gurur duyduğumuz<br />

önemli<br />

bir kapı olmuş<br />

ve herkesin<br />

adından söz<br />

edeceği, Türk<br />

müziği için<br />

vazgeçilmeyecek<br />

bir kimlik<br />

oluşturmuştur.<br />

Şarkıcılığı, besteciliği,<br />

aranjörlüğü ve söz yazarlığı ile müziğin temel taşlarını<br />

gerçekleştirmiş, zaman içerisinde de pek çok değerli<br />

müzisyeni bizlere kazandırmıştır.<br />

“Su olsam, ateş olsam,<br />

Göklerdeki güneş olsam.<br />

Konuşmasam taş olsam,<br />

Yine de oynar mısın benimle?”<br />

(Benimle oynar mısın?)<br />

Bu dizeler 1974 yılına götürüyor bizleri. Sanırım Türk<br />

pop-rock tarihinin en önemli albümlerinden biridir. Onno<br />

Tunç ve Ergun Pekakcan ile çalıştığı bu albümde “Olmalı<br />

mı olmamalı mı”, “Şık Latife”, “Suna Abla” gibi herkesin diline<br />

dolaşan, zamana meydan okuyan şarkılar da ortaya<br />

çıkmıştır. Albüm tam 40 yıl sonra folk-rock ve psychedelic<br />

tınıların yoğun olmasının etkisiyle de ABD’ de de piyasaya<br />

42


sürülmüştür. Folk, pop, rock ve hatta 2003 yılındaki “Gece<br />

Yalanları” albümünü de dâhil ettiğimizde caz tınılarını da<br />

bizlere fazlasıyla hissettiren Ortaçgil psychedelic tavrını da<br />

müziği ile karıştırmış, zengin ama bir o kadar da kendisine<br />

ait bir karakter yaratmayı başarmıştır.<br />

“Pencerenin önünde arkadaştan ayrı<br />

Porselen saksıda bir süs çiçeği.<br />

Pencere önü çiçeğine,<br />

Ne ansızın yağmur ne gök kuşağı. “<br />

(Pencere Önü Çiçeği)<br />

Ortaçgil 1976 yılında yeni bir albüm yayınladı ve plak başarısız<br />

oldu. Başarısızlığın getirdiği moral bozukluğu onu<br />

yaklaşık on yıl müzikten uzaklaştıracaktı. Bundan sonraki<br />

süreçte mühendisliğe devam eden sanatçı verdiği bir röportajda;<br />

“mühendis oldum çünkü korktum. İstemediğim<br />

müziği çalarak kendime kurduğum müzik dünyasını yok<br />

etmek istemedim” diyerek verdiği kararın duygusal tavrını<br />

da bu şekilde dile getiriyordu. Ortaçgil 80’li yılların başına<br />

doğru Fikret Kızılok ve Erkan Oğur ile tanıştı ve bu buluşma<br />

sonrası birlikte canlı kaydedilmiş iki albüm yaptılar ama<br />

yayınlamadılar. Aynı dönemde TRT için çocuk şarkıları da<br />

kaydettiler. Asıl olarak Fikret Kızılok ile 1986 yılında “Pencere<br />

Önü Çiçeği” adlı bir albüm yayınlamış ve yarım bıraktığı<br />

müzik yolculuğuna da kaldığı yerden devam etmiştir.<br />

“Yarım gün uzakta Ankara<br />

Sokaklarda uslu kentliyi oynamak için.<br />

Yine gazeteleri okumak, yine gece bıkkınlığı...<br />

Yine sabah telaşlarına alışmak için<br />

Deniz kokusu getiriyorum.”<br />

(Deniz Kokusu)<br />

Türk pop-rock müziğinin<br />

en önemli isimlerinden biri olan Ortaçgil<br />

şarkılarıyla, yazdıklarıyla, duruşu<br />

ve verdiği huzurla<br />

her zaman adından bir şekilde<br />

bahsettirmeyi başarmıştır.<br />

BÜLENT ORTAÇGİL<br />

90’lı yıllarda müzikte daha aktif olan, 1998 yılında o muhteşem<br />

“Light” albümüne tanık olduğumuz Ankaralı müzisyen,<br />

Türk müziğinin o dönemki “La minör” esaretinden de<br />

kendisini sıyırmış, farklı introlarla bizleri büyülemiş, kişisel<br />

olarak devrik cümleler ve prozodi hatalarıyla da kendisini<br />

daha çok sevdirmiş ve yine kendine has bir müzisyen<br />

olduğunu herkese göstermiştir. Hayatı iyi anlayan ve iyi<br />

anlatan, hemen hemen her şarkısında ondan bir şeyler<br />

bulup ruh haline yansıtabileceğimiz dünyanın en sakin ve<br />

huzur verici müzisyenidir Ortaçgil.<br />

“Hiç bir neden yokken ya da bilmezken<br />

Tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur...<br />

Onca neden varken ve tam sırası gelmişken,<br />

Hiç bir şey yapmamış ve susmuşuzdur...<br />

Olamaz mı? Olabilir...”<br />

(Eylül Akşamı)<br />

Türk pop-rock müziğinin en önemli isimlerinden biri<br />

olan Ortaçgil şarkılarıyla, yazdıklarıyla, duruşu ve verdiği<br />

huzurla her zaman adından bir şekilde bahsettirmeyi<br />

başarmıştır. Onun için söylenenlerin hiç birisi abartılmış<br />

değildir aksine görmesi gereken değeri de çoğu zaman<br />

görememiştir. Ha bir de sahnede oturuşuna takanlar var<br />

günümüzde hala... Kendi gibi, olması gerektiği ve kendisine<br />

yakıştığı gibi müziğini icra eden bir değerdir Ortaçgil.<br />

Hiç bir neden yokken ya da biz bilmezken veya onca neden<br />

varken ve tam sırası gelmişken siz de kendinizi Bülent<br />

Ortaçgil şarkıları dinlerken bulabilirsiniz.<br />

Olamaz mı? Olabilir...<br />

45


BİR DÜNYA İNSAN<br />

Her Sevdadan alacaklı olan Şair...<br />

Murat ÖREM<br />

murat.orem@trt.net.tr<br />

“Ben acılar denizinde boğulmuşum,<br />

İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını,<br />

Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni,<br />

Duyarım yosunların benim için ağladıklarını…”<br />

Bundan tam 90 yıl önce, 1926 yılının 22 Ağustosunda doğmuştu<br />

Ümit Yaşar Oğuzcan… Şairdi… Hakkıyla şairdi…<br />

Hayatıyla, düşüp kalkmalarıyla, acılarıyla umutsuz aşklarıyla<br />

da şairdi. Çok dalgalı bir hayat yaşadı. Evlat acısını<br />

da gördü, 60 yıla bile ulaşamayan ömründe Ümit Yaşar…<br />

1984 yılı Kasımında öldüğünde 58 yaşındaydı. Geride yüzlerce<br />

şiir, taşlama ve bestelenmiş onlarca eser bıraktı.<br />

Münir Nurettin Selçuk bestesi ve Timur Selçuk yorumunda<br />

unutulmazlar arasına girmiş şiirinde de şunları demişti<br />

Ümit Yaşar;<br />

“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,<br />

Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,<br />

Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı,<br />

Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.”<br />

Herkes bu dizeleri bir aşk şiiri sansa da, Galata Kulesi’nden<br />

atlayan oğlu Vedat’ın ardından yaktığı ağıttı bu dizeler<br />

Ümit Yaşar’ın…<br />

Türkçenin en güzel şiirlerinde, şarkılarında Ümit Yaşar’ın<br />

imzası vardır dedik ya işte bir örnek daha;<br />

“Bir gün gelir de unuturmuş insan,<br />

En sevdiği hatıraları bile,<br />

Bari sen her gece yorgun sesiyle,<br />

Saat on ikiyi vurduğu zaman,<br />

Beni unutma...”<br />

Yıllar sonra Selda Bağcan’ın sesinde bu şiir de unutulmazlar<br />

arasına girmiştir… Bir dinlerseniz ne demek istediğimizi<br />

daha iyi anlarsınız. Sevgili okur, bir gün birileri size, “Türk<br />

Şiirinde marazi aşkın, mazoşist acının ve bitmeyen özlemin<br />

delidolu, naif şairi kim” diye sorarsa hiç düşünmeden<br />

Ümit Yaşar Oğuzcan yanıtını verebilirsiniz.<br />

Yaşarken küçümsenen bir isim de oldu Ümit Yaşar… Parasızlığın<br />

getirdiği çaresizlikle vasat politik taşlamalar,<br />

çalakalem şiirler de yazınca eleştiriler kaçınılmaz oldu…<br />

Kendisine yönelik eleştirilerin belki farkındaydı Ümit Yaşar<br />

Oğuzcan ama uyarılara çok da kulak asmadı… İçinden<br />

geldiği gibi yaşamayı seçerken hayatının iniş çıkışları şiirlerine<br />

de yansıdı.<br />

Türk edebiyatı ve gazeteciliğinin kadri kıymeti maalesef<br />

hiç bilinmemiş ve artık aramızda olmayan ismi Halit Çapın’ın<br />

da yazdığı gibi, neredeyse iki ayda bir intihar giri-<br />

44


şiminde bulundu Ümit Yaşar… Bu girişimlerin altında<br />

ölmek istemekten çok yaşarken farkına varılmak, kendini<br />

değerli hissetmek, sevilmek duyguları vardı oysa…<br />

Sözün başında anlattığımız gibi Ümit Yaşar Oğuzcan’ın evladı<br />

Vedat, Galata Kulesi’nden başka bir dünyaya atlarken<br />

babasına da adeta “öyle olmaz böyle olur bu işler...” dedi.<br />

Yalnızca sıradan güzellikleri ister görünse de, sanki derinlerde<br />

bir yerlerde hep yeni duygular aradı Ümit Yaşar… Bir<br />

İstanbul sevdalısıydı hakkıyla.<br />

Matematik dersini sevmeyip<br />

Matematik öğretmeninin<br />

Güzellik ve zarafetine vurgun<br />

Yeniyetme bir genç öğrenci gibi<br />

Hep kırık, hep isyan dolu, hep uzaktan<br />

Ve hayalindeki haliyle sevdi o şehri...<br />

İstanbul’u...<br />

Tevfik Fikret’in, “Bin kocadan arta kalan bakire…” diye tanımladığı<br />

İstanbul’un da verebileceği bir şeyler yok muydu<br />

Ümit Yaşar’a diye bir soru yöneltecek olursanız, “Hayat”<br />

deriz sana ey okur...“Hayat, biraz da yanıtsız sorular, sorusuz<br />

yanıtlardır” işte…<br />

Bestelenmiş hali milyonlarca kere dinlenen bir başka unutulmaz<br />

şiirinde de şunları söyledi Ümit Yaşar;<br />

“Yollarımız burada ayrılıyor,<br />

Artık birbirimize iki yabancıyız,<br />

Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa,<br />

Her şeyi evet her şeyi unutmalıyız,<br />

Her kederin tesellisi bulunur, üzülme,<br />

İnsan ne kadar sevse unutabilir,<br />

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN<br />

Mevsimler, gelir geçer, yıllar geçer,<br />

Sen de unutursun bir gün gelir,<br />

Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine,<br />

Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi,<br />

O günlerce gecelerce sevişmelerimizi,<br />

Her şeyi evet her şeyi unutabilirsin,<br />

Hatta bütün yazdıklarımı satır satır,<br />

Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır...”<br />

Gittiğiniz yerlerde “Ayrılanlar İçin’i, Beyaz Güvercin’i, Beni<br />

Unutma’yı, Kum şarkısını dinlemek isteriz” diye tempo tutarken<br />

bu şarkıların bestelenmiş Ümit Yaşar şiirleri olduğunu<br />

unutma değerli okur...<br />

Hayatında resim sanatı da olan ve tabloları bulunan Ümit<br />

Yaşar Oğuzcan’ın Rıhtımda şiiri de adeta hüzünlü bir tablo<br />

kadar sahihtir.<br />

“Bir beyaz gemiydi ayıran onları,<br />

Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda,<br />

Şimdi unuttum yüzünü kadının,<br />

Adamın gözleri aklımda,<br />

Kana bulanmış bıçaklar gibi,<br />

Uzun kirpikleri ıslaktı,<br />

Adam dertli, adam darmadağın,<br />

Dokunsalar ağlayacaktı,<br />

Adam bitkindi, adam seviyordu,<br />

Kalan kederdi, giden gemiyse,<br />

Taş olduğu içindir dedim,<br />

Rıhtım taşları erimediyse,<br />

Derken bir düdük öttü ansızın,<br />

Bembeyaz gemi gitgide ufaldı,<br />

Korkunç yalnızlığıyla baş başa,<br />

Rıhtımda bir adam kaldı…”<br />

Üstüne titrediği oğlu Vedat’ın, Galata Kulesi’nden yokluğa<br />

atlayışını yaşamış bir babadır Ümit Yaşar Oğuzcan. Bunca<br />

dramdan önce de sonra da sevginin ve aşkın üvey evlat<br />

muamelesi gördüğü bir çağda “Aslolan daima aşktır” diyerek<br />

yollara düştüyse Ümit Yaşar Oğuzcan, biraz da hayat,<br />

ölüme teslim olmasın diyedir.<br />

Kötü yazdığı, çalakalem yazdığı şiirler ve taşlamalar için ne<br />

kadar borçluysa insanlara Ümit Yaşar Oğuzcan, sonu keyif<br />

ya da hüzünle biten her sevdadan da bir o kadar alacaklıdır…<br />

Çünkü;<br />

Sevda gençlerin işi değildir<br />

Sevda gençleştiren bir iştir...<br />

Ne diyordu yine bestelenmiş bir şiirinde Ümit Yaşar;<br />

“Süzülüp mavi göklerden yere doğru,<br />

Omuzuma bir beyaz güvercin kondu,<br />

Aldım elime, usul usul okşadım,<br />

Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım…”<br />

Türk Şiirini Türk Müziğiyle bin yıllık dost kılan Ümit Yaşar<br />

90 yaşında…<br />

Ümit Yaşar öldü mü diyorsunuz, siz öyle sanın… Bazı isimler<br />

hiç ama hiç ölmez.<br />

( Murat Örem / Temmuz 2015 / Ankara...)<br />

45


BİR DÜNYA ZAMAN<br />

Zamanın Aynasından<br />

Feridun ERTAŞKAN<br />

Cazkolik.com<br />

“Bir Dünya Müzik” dergisi ilk yılını tamamladı. Karınca<br />

kararınca bendenizin de bu ilk yılın önemli bölümünde<br />

yazılarımla katkım oldu. Özellikle müzikle soluk<br />

alıp veren bir kalem sahibi olarak şunu söylemeliyim<br />

ki hem müzikte hem yayıncılıkta ilk yıl gelecek yılların<br />

en önemli basamağıdır. Buna, müsaade ederseniz<br />

yine müzikten bir örnek vereyim, oradan esas konuya<br />

geçerim... Müzisyenlerin kendini ispat etme aşamasındaki<br />

en önemli sınavı ilk albümleridir. O ilk albüm<br />

hayatlarının kalanını belirleyecek, gelen övgüler veya<br />

eleştiriler genç sanatçıların yaşamını tayin edecek,<br />

dahası, profesyonel hayatına yön verecektir. Bu nedenle,<br />

hem tüm yaratıcılıklarını göstermeye çalışırlar<br />

hem içtenliklerini, orijinalliklerini yansıtmak isterler.<br />

Kendinden önceki sanatçıların ürettiklerine bakarak<br />

yeni bir şeyler söylemek zorunda olduklarını bilirler.<br />

“Bir Dünya Müzik” önemli bir ihtiyaca cevap veriyor.<br />

Zaman ve değişen teknoloji bildiğimiz tüm alışkanlıkları<br />

altüst ediyor. Zamanın böyle yıkıcı bir akışı var<br />

ama yeniden yapmanın, yeni olanı inşa etmenin de<br />

fırsatını sağlıyor. Ayakta kalmanın zorunluluğunu<br />

insanoğluna yeniden hatırlatıyor. Bundan otuz, kırk<br />

yıl önce gündemi yönlendiren basılı medya, günlük<br />

gazeteler ve dergilerdi. Basılı medya hâlâ etkisini korumaya<br />

çalışsa da internet ve sosyal medyanın karşısında<br />

giderek zorlanıyor. Medya artık herkesin cep<br />

telefonunda, bir tık uzağında. Ama bütün bu kaçınılmaz<br />

gerçekliğin yanında basılı medyanın hâlâ yoğun<br />

bir iknâ kabiliyeti var. Basılı medya eski gücünden kaybetmeye<br />

ilk dergilerle başladı. Haftalık, aylık dergiler<br />

ama daha da çok tematik dergiler, müzik dergileri. “Bir<br />

Dünya Müzik” gibi dergilerin önemi bu açıdan artık<br />

daha büyük ve kıymetli. Buralarda kaleme aldığımız<br />

notların, cümlelerin okuyucuyla buluşmasının değeri<br />

ve önemi kapanan her dergiyle biraz daha artıyor.<br />

Birinci yaşın zaman ve müzik ilişkisinde hatırlattıkları.<br />

Zaman, yapılan işin kıymetini ve önemini doğruluğu<br />

tartışılmaz biçimde tesciller. Karşı konulmaz bir<br />

doğruluk süzgecidir zaman. Beethoven veya Mozart,<br />

Bach ya da Itrî veya Dede Efendi niye çağları aşan<br />

güce sahip? Zaman bu insanların ürettiği müzikleri<br />

niye eskitemedi? Batı literatüründe ‘contemporary’<br />

denen kavram sanatın güncel olanını kasteder ama<br />

o sanatın on yıl sonra hatırlanacak kadar güçlü olduğuna<br />

dair ipucu vermez, bu cevabı sadece zaman<br />

verebilir.<br />

Müzik ve zamanın karmaşık görünen ilişkisi aslında<br />

basit bir formüle mi dayanıyor?<br />

Klasik müziğin yüzyıllara uzanan bir gelişim ve olgunlaşma<br />

süreci var ama sanayileşme ve teknolojinin hızlanmasıyla<br />

paralel zamanın da adeta hızlanması caz<br />

müziği gibi geçmişi sadece bir yüzyılı henüz aşan<br />

ömrü kendi klasikleşme sürecini çoktan tamamladı<br />

bile. Eğer bu formülle hesaplarsak, klasik müziğin yüzyılları,<br />

cazın yüzyılı bulan sürecini pop ve rock elli yıla<br />

sığdırmayı başardı. Bugün ellili, altmışlı yıllara damga-<br />

46


sını vuran Elvis Presley, The Beatles gibi ikonların kendi<br />

tarzlarının klasikleri olmadığını kim iddia edebilir?<br />

Kimse edemez ama bu isimlerin şarkıları henüz bir<br />

insan ömrü süresini aşmadı bile. Bu demek ki, müzik<br />

ve zamanın ilişkisi insanoğlunun ürettiği teknolojinin<br />

dayattığı bir telaş ve acelecilikle ilerlerken bir yandan<br />

kendi normlarını ve klasiklerini üretiyor. Yani, anlaşılan,<br />

zaman aralıkları daraldıkça kıymetlendirmenin<br />

süresi de kısalıyor. Bugün, Hip Hop gibi geçmişi otuz<br />

yılı bile bulmayan bir müzik kendi klasiklerini kabul<br />

ettirmeye başladı bile.<br />

Nasıl ki müzik zamanın akışına kendini adapte etmeyi<br />

başarıyorsa müziğin zaman içinde dinleyiciyle buluşma<br />

yolları tıpkı bugün medyanın kendini yenileme<br />

ve değiştirme hızıyla aynı seyrediyor. Müzik de, medya<br />

gibi artık internet üzerindeki anlık aktarım hızıyla<br />

kendini ifade ediyor. Günümüz insanının yayınlanan<br />

bir müziği ya da yeni bir haberi öğrenmek için sabahı<br />

ya da bir saat sonrasını beklemeye tahammülü yok,<br />

hemen, o an müzik ve haber eşit hızla dolaşıma sokuluyor<br />

ve tüketilmeye başlanıyor. Böyle<br />

bir dönem kendi<br />

klasiklerini sizce<br />

ne kadar sürede<br />

üretir?<br />

İşte, bu sebeplerle<br />

“Bir Dünya Müzik”<br />

gibi dergilerin<br />

önemi (tıpkı geçen<br />

sayıda radyolar için<br />

söylediğimiz gibi)<br />

daha da artıyor. Yaşadığımız<br />

hızı, değişimi<br />

ve tüketimi sorgulayacak<br />

daimî mecralara<br />

ihtiyacımız var.<br />

Bugün artık Snapchat gibi bir<br />

anda yüzbinlerce kişiye ulaşan<br />

ama bir kaç saniye sonra yok<br />

olan anlık iletimler insanoğlunun<br />

ortak hafızasını alzheimer<br />

benzeri bir hastalığı dönüştürmeden<br />

böylesi dergilerin sayfalarında<br />

hayatın ve kültürün<br />

akışını analiz eden yazılar ve görüşlerle<br />

kendimizi aynada daha<br />

sağlıklı görmeye ihtiyacımız var.<br />

Bu yüzden, birinci yaşın bininci<br />

yaşına ulaşsın “Bir Dünya Müzik”<br />

diyorum.<br />

47


BİR DÜNYA ALBÜM<br />

Murat EKŞİ<br />

tarumiske@yahoo.com<br />

80’lerin İngiliz pop yıldızı olarak isim yapmış Kim Wilde’ın<br />

1981 yılındaki çıkış albümü “Kim Wilde”. Kendi adını taşıyan<br />

bu albümün aslında Kim Wilde’ın ileride yapacaklarının da<br />

ötesinde bir albüm olduğunu hemen belirtelim ve ekleyelim:<br />

Ah şu ticari müzik endüstrisi.<br />

29 Temmuz 1981 çıkışlı albümün ilginç bir yanı var. Albüm<br />

aslında bir aile albümü. Albümdeki tüm şarkılar Kim’in<br />

babası olan ve eski bir rock’n roll’cu Marty Wilde ile Kim’in<br />

kendisinden 1 yaş küçük kardeşi Ricky Wilde tarafından<br />

yazılmış. Eh, Kim de o farklı ve yakalayıcı ses rengi ile zamanında<br />

gereğini yapıyor ve albüm oluşuyor.<br />

KIM WILDE – Kim Wilde<br />

48


KİM WILDE<br />

“Kim Wilde” genel geçer bakıldığında 70’leri uğurlayan ve<br />

fakat 70’lerin müzik dünyasını sonsuza dek değiştiren ve<br />

etkileyecek olan punk akımından etkilenmiş bir albüm.<br />

New-wave olarak nitelediğimizde bir eksiklik varmış gibi<br />

hissettiren albüm aslında ileride yapılacak pop-punk<br />

albümlerinin atalarından da pekala sayılabilir. Proto-poppunk<br />

desek yeridir bu kayıda. Ara ara –“Evereything We<br />

Know” gibi şarkılarda olduğu gibi- reggae/dub- etkisinin<br />

de görülebildiği albüm new-wave’in gitarlardan da nasibini<br />

almış, parlak syntler’den geri kalmayan, yakalayıcı pop<br />

yönü kuvvetli, Wilde’ın ses karakterinin şekil verdiği güçlü<br />

bir kayıt.<br />

Albümdeki şarkılar sırası ile şu şekilde:<br />

1 – Water On Glass<br />

2 – Our Town<br />

3 – Evereything We Know<br />

4 – Young Heroes<br />

5 – Kids in America<br />

6 – Chequered Love<br />

7 – 2-6-5-8-0<br />

8 – You’ll never Be So Wrong<br />

9 – Falling Out<br />

10 – Tuning In Tuning On<br />

Albümün ve özellikle de “Kids in America”nın hem listelerde<br />

hem de ticari olarak gösterdiği olağanüstü başarı bu<br />

albümü klasik yapan en önemli öge değildir. “Kim Wilde”ı<br />

klasik yapan en önemli şey, punk’ın evrilebileceği ve etkileşebileceği<br />

yerler noktasında sınırının bulunmadığının en<br />

önemli kanıtlarından birini oluşturmasıdır. Punk ruhunun<br />

pop’un tam merkezine bile yerleşebileceğinin, popüler<br />

kültürün tam aksi istikametinde bulunan bir alt kültürün<br />

uzak yakın demeden etki alanının ne olabileceğinin erken<br />

dönem bir uyarısıdır “Kim Wilde”. Ama bunu yaparken sert<br />

elini değil de eline geçirdiği yumuşak eldiveniyle size dokunarak<br />

bunu yapar. Popu pop yapar, yumuşak ve anlaşılır.<br />

Hemen herkes bu albümün adı geçince “Kids in America”<br />

der, evet. Fakat albümün asıl ağır topu tartışmasız “Falling<br />

Out”dur. Britanya kokan, mesafeli insanların hissiyatının<br />

ısısına ait ve seri ve kesik ritimlerin içine serpiştirilmiş kalp<br />

parçalarını içerir “Falling Out”.<br />

İmkanı olanı albümün plağına, benim gibi plağına sahip<br />

olmayanları popüler video izleme sitelerine davet ederek<br />

yazıyı noktalayalım. İster albümün tamamına ister de<br />

benim gibi “Falling Out”un hızlı romansına...<br />

49


BİR DÜNYA ALBÜM<br />

Murat EKŞİ<br />

tarumiske@yahoo.com<br />

KENAN DOĞULU<br />

İhtimaller<br />

Albümde Doğulu’nun yıllar içerisinde müzikseverlere sunduğu<br />

bir çok hit parçasının, Ercüment Orkut, Can Çankaya<br />

ve Bulut Gülen tarafından caz müzik formlarında yeniden<br />

düzenlenmiş versiyonlarının yanı sıra söz ve müziği Doğulu’ya<br />

ait ‘‘İhtimal’’ adında yepyeni bir şarkı da yer alıyor.<br />

Türkiye’de ve dünyada farklı caz sahnelerinde yer alan<br />

birbirinden önemli Türk caz müzisyenlerinin oluşturduğu<br />

orkestraya Doğulu da yorumu ve gitarıyla eşlik ediyor. Albüm,<br />

Kenan Doğulu ve caz severlere keyifli dakikalar yaşatacak.<br />

IŞIL YÜCESOY<br />

Zamansız<br />

Dile kolay tam tamına 37 yıl sonra yeni bir kayıt Yücesoy’dan!<br />

Albümün giriş parçası olan “Büyümedim” yeni<br />

yazılmış bir şarkı. Geride kalan şarkılar ise sanatçının kalbi<br />

hedef alan yerel pop şarkılarından seçerek oluşturmuş olduğu<br />

bir sıralama içeriyor. Elbette bu şarkılar Yücesoy’un<br />

kendi yorumuyla yeniden hayat buluyor. Türk pop müziğinde<br />

yer edinmiş Sezen Aksu, Nilüfer, Mithat Körler, Işın<br />

Karaca, Yeşim Salkım gibi isimlerin müzik dünyasına hediye<br />

ettiği şarkıları Işıl Yücesoy şaşırtıcı bir teatral tatta yorumlamış.<br />

Sanatçının oyunculukla alakasının bu etkide payı olduğu<br />

yadsınamaz bir gerçek. Öte yandan yıllanmış bir ses<br />

ve eskiye öykünen bir vokal stilinin de bunda payı büyük.<br />

Sakinlik, romantizm ve kalp yarası ile ilgililerin bu topraklara<br />

alakası oranında tat alabilecekleri bir kayıt “Zamansız”.<br />

HANDE YENER – Hepsi Hit Vol 1<br />

Sanatçının 12. albümünün adına baktığınızda<br />

Yener’in önceden ün kazanmış<br />

şarkılarından oluşmuş bir toplama ile<br />

karşılaşacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.<br />

Hande Yener, sayıları 3<br />

haneyi bulan yeni şarkıların arasından<br />

hemen hepsi “hit” potansiyeli taşıma<br />

özelliği çerçevesine bir atıfta bulunarak<br />

böyle bir albüm oluşturmuş. Sözlerde<br />

ve bestelerde Mert Ekren, Ersay<br />

Üner ve Altan Çetin dikkati çekiyor.<br />

Dikkatinizi bu müzik adamlarına çekmişken<br />

söyleyeyim: Albümde dikkat<br />

çekecek hemen hiç bir yenilik yok, farklı<br />

bir yaklaşım, devrimci fikir denebilecek<br />

hemen hiç bir an mevcut değil. Ve fakat<br />

“Kavuşabilir miyiz?” de olduğu gibi yerel<br />

pop seven dinleyicileri, radyo istasyonlarını,<br />

kalp acısı çeken bazı kesimleri tam<br />

12’den vuracak şarkılar da yok değil.<br />

Hande Yener bildiğiniz gibi. Ne bir eksik,<br />

ne bir fazla...<br />

50


ALBÜM EKŞİSİ<br />

THE AVALANCHES<br />

Wildflower<br />

Yıl 2000. “Since I Left You”. Sistematik ve planlı kolajı, müziği<br />

kullanarak prestijli bir sanat eseri haline getirme işlevi.<br />

Sonuç: Bir Plunderphonics başyapıtı...<br />

Yıl 2016. “Wildflower”. Sistematik ve planlı kolajı, müziği<br />

kullanarak prestijli bir sanat eseri haline getirme işlevi. Sonuç:<br />

Bir Plunderphonics başyapıtı...<br />

MAXWELL<br />

black SUMMERS’night<br />

R&B ve soul’un soğuk ve entelektüel kısma yakın tarafından<br />

Maxwell’in 5. Stüdyo albümü ile karşı karşıyayız.<br />

Nu-soul’un zaman içerisinde en önemli birkaç isminden<br />

biri haline gelen sanatçının bu albümü de aynı rotasından<br />

sapmıyor: Afro-Amerikan kökenlerden gelen rhythm<br />

and blues’un şık gece kulüplerinde yerinde hareketsiz<br />

dinlenebilir bir hale getirilmiş hali, ama en şık hali. Soğuk,<br />

enerjisini aktarmaktan öte kişinin içerisinde oluşturmaya<br />

çalışan, Maxwell’in boşu olmayan organik şarkılarıyla bir<br />

yandan da gerçeklik hissini sıkı verebilen bir müzik. Tam<br />

bir usta işi… Yılın en iyi albümlerinden birini takdim edelim<br />

ve ekleyelim: “blackSUMMERS’night” baştan sona ışıldıyor;<br />

siz koşarken yerde en küçük pürüzü olmayan satıh<br />

gibi parlak ve akıcı.<br />

THE AMAZING – Ambulance<br />

İsveçli beşlinin bu 5. albümleri. Psikedelik-rock / indie<br />

rock’ın dallanıp budaklanması ile jazz’a bile bulaşabilen<br />

grubun yeni albümünde –belki zamanın önlenemez ilerlemesinin<br />

getirdiği yaş ilerlemesi ile- kendini belli eden<br />

bir dream-pop durumu mevcut. Elbette bu psikedelik<br />

hissiyatın önüne henüz- geçmiş değil ama ilerleyen albümlerde<br />

olur ise- bizi neyin bekleyeceğine emin olamayız.<br />

Albümle aynı adı taşıyan fantastik “Ambulance” olsun,<br />

sizi alıp bulutlara çıkaran “Floating” olsun, içerisinde belli<br />

bir ortalamayı çok aşan şarkıların olduğu albüm, yeni nesil<br />

psikedelik grupları sevenlerden dream-pop sevenlere,<br />

oradan organik-indie seven güruhtan sakinleştirici etkisi<br />

olan tını takıntılılarına kadar geniş çerçevede kendine yer<br />

bulabilir. Çok iyi demeye az var, iyiden daha iyi.<br />

‘‘The Amazing’’ ilgiyi kesinlikle hak ediyor.<br />

51


YURTTAN SESLER’İN<br />

UNUTULMAYAN SESİ<br />

“AVNİ ÖZBENLİ”…<br />

Kubilay DÖKMETAŞ<br />

kubilay.dokmetas@trt.net.tr<br />

(TRT Türk Halk Müziği Müdürü)<br />

Yurttan Sesler’in ilk kuşak sanatçılarından (bir diğer ismiyle<br />

çekirdek kadro) Avni Özbenli, 23 Haziran 1919’da Kastamonu’da<br />

doğdu. Babası Hüseyin Rüştü Bey, annesi ise Emine<br />

Hanımdır.<br />

Henüz çocuk yaşlarında iken saza ilgi duymuş ve yöresinin<br />

ünlü sanat ustalarından, Âşık İhsan Ozanoğlu, Yorgansız<br />

Hakkı Âşık Mümin Meydani ve Sarı Recep Giray’dan büyük<br />

ölçüde yararlanmıştır. O günleri şöyle anlatır Özbenli: “Kastamonu’da<br />

iki evli bir köyde dahi genellikle saz çalan olur.<br />

İlgimi saz çektiği için ben de saza heves ettim. Saza 1935’te<br />

başladım. İnsan gözünden öğrenirmiş. Ustalar bize saz vermezlerdi.<br />

Verseler bile düzenini, akordunu bozarlardı. Çabuk<br />

öğrenmemizi istemezlerdi. Onun için ben bağlamayı<br />

satın alır almaz çalmaya başladım. Okul müsamerelerinde<br />

görev aldım. Artık, okula dışardan bağlamacı getirmediler.”<br />

İlk orta ve lise öğrenimini Kastamonu’da tamamlayan Avni<br />

Özbenli 1941 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya<br />

Fakültesi’nin Felsefe Bölümünü kazandı. 1945 yılında<br />

bu okuldan mezun oldu. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki<br />

öğrencilik yıllarında hemşehrisi Sarı Recep’in<br />

önerisi, Mesud Cemil ve Muzaffer Sarısözen’in onayı ile Ankara<br />

Radyosu’nun halk müziği çalışmalarına ve yayınlarına<br />

katıldı. Bu olay şöyle gelişti; Sarı Recep 1941 yılında hastalandı<br />

ve 55 gün kadar hasta yattı. O yıllarda Ankara’da okuyan<br />

öğrencisi Avni Özbenli’yi yerine önerdi. Avni Özbenli<br />

bu olayı Süleyman Şenel’e 3 Mart 2000<br />

tarihinde şöyle anlatmıştır:<br />

“1941 yılında bana Ankara Radyosu’ndan<br />

bir telefon geldi. Telefon<br />

eden Mesut Cemil idi. Radyoevi’ne<br />

kadar gelmemi rica etti. Hemen heyecanla<br />

bir koşu Radyoevi’ne gittim.<br />

Bana, ustam Sarı Recep’in hasta olduğunu,<br />

Yurttan Sesler’in yürümesi<br />

için beni tavsiye ettiğini söyledi. Ben<br />

o cesaretle derhal kabul ettim ve 55<br />

gün Yurttan Sesler Topluluğu’nda<br />

tek saz olarak çaldım. Kimse de ‘Sarı<br />

Recep nerede’ demedi. Sarı Recep iyi<br />

olup Radyoya dönünce Mesut Cemil<br />

52


AVNİ ÖZBENLİ<br />

Bey’den izin istedim. O sırada odasında olan Muzaffer Sarısözen<br />

ile birlikte bana ‘sizi bırakmayacağız’ dediler. Böylece<br />

4 yıl sürecek olan radyo yıllarım başladı.”<br />

Ankara Radyosu’nda çalışmalara katıldığı yıllardaki topluluğu,<br />

Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği diye ayrılmayıp;<br />

Ankara Radyosu Türk Musikisi adıyla icraatlar da bulunan<br />

bir topluluktu. Vedat Nedim Tör’ün isim babalığını yaptığı<br />

“Yurttan Sesler” topluluğunun henüz oluştuğu yıllardı.<br />

Memleketi Kastamonu’nun duyulmadık türkülerini derleyip<br />

notaya alarak Radyo repertuvarına kazandırdı.<br />

Fakülteden mezun olduktan sonra Kastamonu Gölköy Köy<br />

Enstitüsü’ne öğretmen olarak atandı. Askerliğini yaptıktan<br />

sonra tekrar aynı görevine tayin edildi. 1950 yılında Mukaddes<br />

Hanım ile evlendi. Gölköy Enstitüsü’ndeki öğretmenlik<br />

görevinden sonra eğitim başı görevine yükselen Avni<br />

Özbenli, öğretmenlik ve yöneticilik görevlerinin yanı sıra<br />

oluşturduğu korolarda repertuvar çalışmaları yaptırıp sanatsal<br />

faaliyetlerini öğrencileriyle birlikte pek çok kez Kastamonu’da<br />

halka sergiledi. Kısa sürede 120 öğrenciye ulaşan<br />

halk müziği topluluğuyla ilgili anılarını şöyle anlatmıştır: “Az<br />

zamanda büyük ilerleme kaydettik. Öyle ki okulun kendilerine<br />

verdiği mandolinleri, bazı öğrenciler iade etmeye başladılar.<br />

Zaten, mandolini de saz gibi bütün tellere vurarak<br />

çalıyorlardı.” Sadece öğrencilerine bağlama ve halk müziğini<br />

sevdirmekle kalmamış Özbenli. Kastamonu merkezindeki<br />

Tekeli Kardeşlere nasıl iyi bağlama yapılacağını tarif ederek,<br />

onların iyi birer bağlama ustaları olmalarını sağlamıştır.<br />

1949 yılında İstanbul Radyosu yeni binasında faaliyete ge-<br />

çince “Yurttan Sesler” ve “Memleket Havaları Ses ve Tel Birliği”<br />

adlı programlarda çalışmalara katıldı. 1951 yılına kadar<br />

sürdürdüğü bu çalışmalarının ardından bu görevinden istifa<br />

ederek yeniden Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki eski görevine<br />

döndü. 1952 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yıllığına<br />

Amerika’ya gönderilen Avni Özbenli, gittiği yerlerde<br />

radyo ve üniversitelerde sazı ve sesiyle konserler vermiştir.<br />

Avni Özbenli için, Türk halk müziği alanında yurt dışında<br />

müziğimizi duyuran ve temsil eden ilk sanatçılarımızdan birisidir<br />

diyebiliriz. 1953 yılında Amerika’dan döndükten sonra<br />

Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’ne müdür olarak atandı. 4 yıl<br />

süren bu görevinden sonra, bakanlık müfettişliği görevine<br />

atandı.<br />

Avni Özbenli, eğitim kurumlarındaki görevini sürdürürken<br />

bir yandan fırsat buldukça Radyo çalışmalarına katılıp, diğer<br />

yandan ise görev yaptığı okullarda korolar kurup Türk halk<br />

müziğini sevdirme gayreti içerisindeydi. Bir dönem Milli<br />

Folklor Enstitüsü Müdürlüğü görevinde bulunan Avni Özbenli<br />

görevi gereği bir baştan bir başa dolaştığı ülkemizin<br />

çeşitli yörelerinden derlediği türküleri derleyip notalayarak<br />

TRT repertuvarına kazandırmıştır. Derlediği türkülerden bazıları<br />

şunlar: Yaş Nane Kuru Nane, Sepetçioğlu, Ördeğisen<br />

Göle Gel, Su Çırdaktan Gece Geçtim, Bülbül Olmuş Gülistanı<br />

Beklerim, Asmaların Üzümü. Başta eğitim, folklor ve müzik<br />

olmak üzere birçok konuda çeşitli dergi ve gazetelerde çok<br />

sayıda makalesi yayınlanmıştır. 26 Temmuz 2007 tarihinde<br />

Samsun’da hayata gözlerini yuman Yurttan Sesler‘in güzide<br />

evladına Allahtan rahmet diliyoruz.<br />

53


Cahit CESUR<br />

cahit.cesur@trt.net.tr<br />

SEMİHA BERKSOY<br />

İlk Türk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy 1913’te İstanbul’da<br />

doğdu. Küçük yaşlarda annesinden mimik ve jest dersleri aldı. Ortaokuldan<br />

sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Namık İsmail Atölyesi’nde<br />

resim çalıştı. 1928 yılında sınavla tiyatro okuluna alındı. İstanbul<br />

Belediye Konservatuarı’nda Nimet Vahit’in şan öğrencisi oldu.<br />

1931 yılında “İstanbul Sokakları” adlı filmde rol aldı. Tiyatro okulunu<br />

bitirdikten sonra Süreyya Opereti’nde “Asaletmeab” oyununda oynadı.<br />

1932 yılında Darülbedayi’e (İstanbul Şehir Tiyatrosu) girdi. Cemal<br />

Reşit ve Ekrem Reşit Rey’in “Lüküs Hayat”, “Deli Dolu”, Saz-Caz”, “Adalar<br />

Revüsü” operetlerin ilk temsillerinde başarılı oyunculuğu ve sesiyle<br />

dikkati çekti.<br />

Paul Lohmann’ın İstanbul’da açtığı yarışmayı kazanarak öğrenim görmek<br />

üzere Almanya’ya gitti. 1936 yılına kadar Berlin Devlet Yüksek<br />

Müzik Akademisi Opera Bölümünde Clemens Schmalstich ve Paul<br />

Lohmann’ın şan ve sahne öğrencisi oldu ve okulu birincilikle bitirdi.<br />

Opera kariyerine 1934’de başlayan Semiha Berksoy, Türkiye, Almanya<br />

ve Portekiz’de sahneye çıktı. 19 Haziran 1934 tarihinde ilk Türk operası<br />

olan Ahmet Adnan Saygun’un bestelediği Özsoy Operası’nda<br />

Ayşim başrolünü oynadı ve Atatürk tarafından takdir gördü. Richard<br />

Strauss’un doğumunun yetmiş beşinci yıldönümü dolayısıyla sahnelenen<br />

“Ariadne auf Naxos” operasında Ariadne rolü ile Avrupa’da sahne<br />

alan ilk Türk opera sanatçısı oldu. 2. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine<br />

yurda döndü. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilişinin<br />

50. yılında, TBMM tarafından ilk kadın opera sanatçısı olarak ‘Atatürk<br />

Opera Ödülü’ne layık görüldü. 1942 yılında Türkiye’ye gönderilen bir<br />

belge ile Berlin Yüksek Müzik Akademisi’nin sahne olgunluk diplomasına<br />

hak kazandı. Yurda döndükten sonra orkestra eşliğinde konserler<br />

verdi. Bunlar arasında, Ernst Praetorius yönetimindeki Riyaseticumhur<br />

Filarmoni Orkestrası eşliğinde verdiği konserler önemlidir.<br />

Karl Ebert’in sahneye koyduğu operalarda oynadı. 1943 yılında Berlin’de<br />

konserler verdi. 1946’da Ankara’ya dönerek Madam Butterfly<br />

başrolünde başarı kazandı. 1949’da Viyana’da konser verdi. “Kadınlar<br />

Arasında” ve “Figaro’nun Düğünü” operalarında roller aldı. 1950 yılında<br />

Ankara Devlet Tiyatrosu ve Ankara Devlet Opera ve Balesi solist<br />

sanatçısı oldu.<br />

1951 yılından sonra rol aldığı başlıca eserler şunlardır: Cavallerie Rusticana,<br />

Yanlışlıklar Komedisi, Tosca, Köşebaşı, Elektra, Lady Frederick,<br />

Dünkü Çocuk, Bu Gece Başka Gece, Dışardakiler, Cadı Kazanı, Karayar<br />

Köprüsü, Felsefe Doktoru, Kanaviçe, Büyük Jüstinyen, Macun Hokkası,<br />

Çalıkuşu.<br />

Berksoy, ayrıca 1961 yılından başlayarak Türkiye ve yurtdışında birçok<br />

resim sergisi açtı. 1998 yılında Devlet Sanatçısı unvanı aldı. 1999’da<br />

New York City Lincoln Center’da Robert Wilson’ın The Days Before:<br />

Death, Destruction and Detroit III isimli operasında sahneye çıktı.<br />

2003 yılında Viyana’da Samlung Esly Modern Müze’de sergiye katıldı.<br />

Türk sahne sanatlarında yarım yüzyıl boyunca başarılar kazanan ve<br />

bu alanda kültürümüze büyük hizmetler veren Berksoy 15 Ağustos<br />

2004’de 94 yaşında hayata gözlerini yumdu.<br />

54


27 Ağustos 1892 9 Ağustos 1942<br />

ZAMAN TÜNELİ<br />

15 Ağustos 1944<br />

New York Metropolitan<br />

opera binası yandı.<br />

J. Cleaveland Cady’nin tasarımı olan ve<br />

22 Ekim 1883’te “Faust” ile perdelerini<br />

açmış olan eski New York Metropolitan<br />

opera binası (old met) henüz dokuz yaşındayken<br />

bir yangınla harap olmuştu.<br />

Batı 39 Cadde ile 40. Cadde arasındaki<br />

tüm bloğu işgal eden Opera Evi 1903 yılında<br />

Carrera ve Hastings tarafından orijinal<br />

çizgisinde yeniden tasarlanarak inşa<br />

edilmiş ve açılmıştı. Opera binasının salonu<br />

3625 kişilikti ve buna ek olarak 224<br />

adet de ayakta izlenilebilen kabin vardı.<br />

Eski Metropolitan Opera binası 16 Nisan<br />

1966 tarihinde Soprano Zinka Milanov’un<br />

katıldığı bir jübile galası ile kapılarını kapatmış,<br />

korunması için yürütülen kampanyalara<br />

rağmen 1967 yılında da tamamen<br />

yıkılmış ve yerine 1970 yılında 40 katlı bir<br />

ofis binası inşa edilmişti.<br />

2 Ağustos 1921<br />

İtalyan tenor Enrico Caruso<br />

hayata gözlerini yumdu.<br />

Güçlü ve lirik bir tenor olarak tanınan<br />

Caruso, müzik yapıtlarının teknik olanaklarla<br />

çoğaltılması, konser ve opera gösterisinin<br />

özgünlüğünü kısmen yitirmesi<br />

döneminin bağladığını ilk fark eden<br />

opera sanatçısıdır. Yaptığı kayıtlarla operanın<br />

dünya çapında popülerleşmesinde<br />

önemli katkısı olmuştur. Belirgin bir<br />

sahne korkusu olan ve gereğinden fazla<br />

heyecanlanan sanatçı, bu korkusunu<br />

yenmek için aşırı miktarda içki ve sigara<br />

tüketirdi. Bu yüzden son dönemde sesi<br />

eski yumuşaklığını kaybetti.<br />

Dimitri Şostakoviç’in<br />

“Leningrad” isimli 7. Senfonisi<br />

Nazi kuşatması altındaki<br />

Leningrad şehrinde ilk kez<br />

seslendirildi.<br />

Do Majör Senfoni No. 7, op. 60, Dmitri<br />

Şostakoviç’in bestesini 27 Aralık 1941’te<br />

tamamladı. Leningrad şehrine adadığı<br />

eseri “Leningrad Senfonisi” olarak da bilinir.<br />

II. Dünya Savaşı sırasında yaklaşık<br />

900 gün Alman kuşatması altında kalan<br />

Leningrad şehrindeki direnişin sembolü<br />

olan eser, Sovyet yönetimi tarafından<br />

propaganda aracı olarak kullanılmıştı.<br />

Senfonini 9 Ağustos 1942’de kuşatma<br />

altındaki Leningrad kentinde seslendirilişi,<br />

tarihin en sıra dışı konserlerinden biri<br />

olarak kabul edilir.<br />

Fransız sinemacı ve soul, caz,<br />

pop şarkıcısı Sylvie Vartan<br />

Sofya’da dünyaya geldi.<br />

Gerçek adı Sylvie Georges Vartanian olan<br />

sanatçı, 60’lı ve 70’li yıllar boyunca, kocası<br />

Johnny Hallyday’le birlikte, Olympia<br />

ve Palais des congrès de Paris’de verdiği<br />

konserlerle dünyada adından çok söz<br />

ettirdi ve ülkemizde de geniş bir hayran<br />

kitlesine ulaşmayı başardı. Müziğe 1961<br />

yılında Frankie Jordan ile seslendirdiği<br />

“Panne d’essence” şarkısıyla başladı ve<br />

İlk albümü “Sylvie” 1962 yılında piyasaya<br />

çıktı. Kariyeri boyunca 50’den fazla<br />

albüm yapan sanatçı ayrıca “Pod Igoto”,<br />

“Un Clair de Lune à Maubeuge”,<br />

“Cherchez l’idole”, “D’où viens-tu,<br />

Johnny?”, “Patate” gibi birçok filmde rol<br />

aldı.<br />

7 Ağustos 1955<br />

İlk Transistörlü Radyo satışa<br />

çıktı.<br />

Günümüz radyoları her ne kadar transistörlü<br />

olsa da geçmişte radyoların hepsi<br />

transistörlü değildi. Bu yüzden radyoyu<br />

açar açmaz çalışmaz biraz beklemek gerekirdi.<br />

Transistörün keşfiyle radyolar hemen<br />

çalışmaya başladı ve radyolar çok<br />

büyük bir teknik özelliğe kavuştu. Bu<br />

özelliğe sahip radyoların üstünde<br />

“Transistörlü Radyo” yazardı. Günümüzde<br />

çok büyük bir anlam ifade etmeyen<br />

bu özellik radyolar için yeni bir çağın<br />

başlangıcıydı. 1955 yılında Sony firmasının<br />

öncül kuruluşlarından “Tokyo<br />

Telecommunications Engineering” tarafından<br />

üretilen ilk transistörlü radyonun<br />

satışına Japonya’da başlandı.<br />

55


ZAMAN TÜNELİ<br />

7 Ağustos 1962<br />

“Aşkı fısıldayan ses” Neveser<br />

Kökdeş geçirdiği kalp krizi<br />

sonucu vefat etti.<br />

Babasının sürgünde olduğu yıllarda<br />

1904’de Drama’da doğan sanatçı Fransız<br />

okulunda piyano çalmasını öğrendi.<br />

Daha çok ağabeyi Muhlis Bahaddin Ezgi’nin<br />

yanında sanatını ilerletmek fırsatını<br />

buldu. Sesi de güzel olduğu için, aynı<br />

zamanda solistlik de yaptı. Kendine has<br />

bir tekniği olan sanatçımız Türk müziğinin<br />

geleneklerine bağlı kalmamış, kendine<br />

özgü eserler vermiştir. Bu nedenle<br />

Mesud Cemil, onun eserleri için “Neveser<br />

Musikisi” demiştir.<br />

15 Ağustos 1969<br />

Woodstock Müzik ve Sanat Festivali, New York yakınlarında<br />

bir mandırada 400 bin kişinin katılımıyla başladı.<br />

İnsanların kendilerini ifade etmek ve bir özgürlük düşünü gerçekleştirmek amacıyla,<br />

New York eyaletinin Woodstock kasabası yakınlarındaki geniş bir kırsal alanda bir<br />

konser düzenlenir. Festivalin ilk gecesi sahneye, Richie Havens, Country Joe<br />

McDonald, Bert Sommers, Tim Hardin, Ravi Shankar, Melanie, Arlo Guthrie ve Joan<br />

Baez çıkar. Gece yarısını geçtikten sonra müthiş bir yağmur başlar. Ertesi gün şiddetli<br />

rüzgâr ve yağmur yüzünden sahne bir süre boş kaldıysa da, gelenlerin coşkusu<br />

ve müzisyenlerin içindeki durdurulamaz özgürlük aşkıyla konsere devam edilir. Üç<br />

günlük bu festival, müzik tarihinde asla unutulmadı ve dünya tarihi bir daha böylesine<br />

kalabalık bir coşku görmedi.<br />

20 Ağustos 1980<br />

Şarkıcı ve söz yazarı Joe<br />

Dassin geçirdiği kalp krizi<br />

sonucu öldü.<br />

1960’larda ve 1970’lerde Fransızca şarkılarıyla<br />

tanınan ABD’li şarkıcı ve söz yazarı<br />

Joe Dassin, 1950’li yıllarda ailesiyle birlikte<br />

Avrupa’ya yerleşti. 1970’larin başlarında<br />

Dassin’in şarkıları Fransa’da meşhur<br />

oldu. Fransızca ve İngilizce dışında 5 ayrı<br />

dilde şarkıları tanındı. Annesi ve çocuklarıyla<br />

tatil yaptığı Tahiti’de geçirdiği kalp<br />

krizi nedeniyle 42 yaşında hayata gözlerini<br />

yumdu. L’été indien, Et si tu n’existais<br />

pas, Le chemin de papa, Salut, A Toi,<br />

Siffler sur la colline sanatçının unutulmaz<br />

şarkılarından bazılarıdır.<br />

20 Ağustos 1990<br />

Pop Müzik şarkıcısı Ayla Dikmen<br />

kansere yenik düştü.<br />

Parla Nur takma adıyla müzik hayatına<br />

başlayan Ayla Dikmen, 1965 Balkan Melodileri<br />

Festivali’nde “Niksar’ın Fidanları”<br />

ile birinci oldu. 1970’li ve 1980’li yıllar<br />

boyunca TRT’de pek çok müzik programında<br />

yer alan sanatçı piyasaya çıkan<br />

tüm 45’likleriyle büyük başarılara imza<br />

attı. Niksar’ın Fidanları, Yanan Mum,<br />

Anlamazdın, Nereye, Aşk Defteri, Yolcu<br />

Yolunda Gerek, Çoban Pınarı, Onu Bunu<br />

Bilmem Kararlıyım ve Zehir Gibi Aşkın<br />

Var sanatçının unutulmaz şarkılarından<br />

bazılarıdır.<br />

10 Ağustos 2008<br />

Amerikalı siyahi sanatçı<br />

Isaac Hayes öldü.<br />

Müzik kariyerine 1960’lı yılların ortalarında<br />

söz yazarı ve prodüktör olarak başlayan<br />

sanatçı, 60’lı yılların sonunda kendi<br />

albümlerini çıkarmaya başladı.<br />

Hot Buttered Soul (1969) ve Black<br />

Moses gibi albümleri ile şöhret kazandı<br />

ve stüdyosunun en önemli sanatçılarından<br />

biri haline geldi. 1971’de yazdığı<br />

Shaft filminin müzikleri ile Oscar, iki<br />

Grammy Ödülüne layık görüldü. Üçüncü<br />

bir Grammy Ödülü’nü de Black<br />

Moses albümü ile aldı.<br />

56

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!