04.09.2016 Views

Cinedergi 95

Binder95B

Binder95B

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

CINEVİZYON<br />

2 EYLÜL<br />

Siccin 3: Cürmü Aşk<br />

Tutmayın Beni<br />

Masal<br />

Hayat Işığım / The Light Between Oceans<br />

Korku Komedi: Bana Normal Aktiviteler<br />

Kan Bağı / Blood Father<br />

Kayıp Balık Dori / Finding Dory<br />

9 EYLÜL<br />

Lanetli Mesaj / Friend Request<br />

Küçük Adamlar / Little Men<br />

Azem 4: Alacakaranlık<br />

Tozol / Skiptrace<br />

Sully<br />

El Değmemiş Aşk<br />

Ben-Hur<br />

16 EYLÜL<br />

Bridget Jones’un Bebeği / Bridget Jones’s<br />

Baby<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Temiz Eller / Schone Handen<br />

Hands of Stone<br />

Köstebek / Imperium<br />

Yıldızlar da Kayar: Das Borak<br />

23 TEMMUZ<br />

Gece Seansı<br />

İkimize Bir Dünya<br />

Saftirikler<br />

Çok Uzak Fazla Yakın<br />

Blair Cadısı / Blair Witch<br />

Leylekler / Storks<br />

Rauf<br />

Müthiş Bir Film<br />

Muhteşem Yedili / The Magnificent Seven<br />

30 TEMMUZ<br />

Elveda Berlin / Tschick<br />

The Girl with All the Gifts<br />

Eve Dönüş / Go Home<br />

Lanet: Uyanış<br />

Bir Baba Hindu<br />

Vurguncular / War Dogs<br />

Pele<br />

Deepwater Horizon: Büyük Felaket<br />

Masterminds<br />

Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları / Miss Peregrine’s<br />

Home for Peculiar Children


İÇİNDEKİLER<br />

14<br />

dosya<br />

FESTİVAL YÖNETİCİLERİ<br />

Türkiye’nin 5 büyük festival yöneticisi<br />

Semra Güzel Korver’e konuştu.<br />

22 ADANA FİLM FESTİVALİ<br />

30<br />

40<br />

52<br />

Çocuk klasiklerinin seviyorsanız yılın en<br />

büyük eğlencesine hazır olun!<br />

FESTİVALDEKİ 5 TÜRK FİLMİ<br />

Utku Ögetürk Adana Film festivalindeki<br />

5 en iyi türk filmini seçti.<br />

STAR TREK DOSYASI<br />

Masis Üşenmez yeni jenerasyon<br />

Uzay Yolu’nun dosyasını hazırladı..<br />

BLAIR CADISI<br />

Murat Kızılca yeni Blair<br />

Cadısı’nın peşine düştü.<br />

34<br />

BURCU BİRİCİK<br />

RÖPORTAJ<br />

60<br />

LATİN SİNEMASI<br />

Onur Kırşavoğlu Latin sinemasının<br />

içindeki öfkeyi araştırdı.<br />

46<br />

MURAT KILIÇ<br />

Albüm filminin oyuncusu Murat Kılıç kimse<br />

gelmese de filmimi seviyorum dedi.<br />

56<br />

BÜŞRA AYAYADIN<br />

ADNAN KOÇ<br />

66<br />

82<br />

YAVUZ, DİCLE SEÇKİN<br />

Yıldızlar da Kayar filminin yıldızı Yavuz<br />

Seçkin eşiyle beraber filmde rol aldı.<br />

BURÇİN ABDULLAH<br />

Bol Şans filminin güzel yıldızı<br />

<strong>Cinedergi</strong>’ye konuştu..<br />

72<br />

88<br />

WOODY ALLEN<br />

Serdar Akbıyık, Woody Allen’ın<br />

karanlık yönlerine ışık tuttu.<br />

GENE WILDER<br />

Burak Yarkent hayatını kaybeden ünlü<br />

komedyen Gene Wilder’ı anlattı.


28<br />

78<br />

ÖZEL KÖŞE<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Murat Tolga Şen festival<br />

meraklılarını hedefe aldı.<br />

AYŞE TEYZE<br />

Ayşe Teyze’nin Midnight in<br />

Paris ile sınavı.<br />

BUNUN ADI<br />

TÜRK SİNEMASI<br />

EDITO<br />

96<br />

98<br />

101<br />

DİZİDERGİ<br />

DİZİFUN<br />

Nergiz Karadaş, Bana Sevmeyi Anlat<br />

dizisini odağa aldı.<br />

NARCOS<br />

Alper Turgut Narcos’un yeni<br />

sezonuna merhaba dedi..<br />

TÜLİN YAZKAN<br />

Bodrum Masalı’nın güzel oyuncusu<br />

Gizem Merve Kaboğlu’na konuştu.<br />

Bir aylık tatilden sonra yine bütün<br />

hızımızla okuyucularımız için dergiyi<br />

hazırlayıp sinemanın gündemini tutmaya<br />

devam ediyoruz. Birçok röportaj ve<br />

özel dosya ile Eylül ayının konularını masaya<br />

yatırdık. Bu sayıda biraz sinemanın<br />

terminalojisine bakmak istedim. Bizim<br />

yazarlarımızın yazılarını okuduğumuzda da<br />

görüyoruz ki hala Türk - Türkiye sineması<br />

karmaşası devam ediyor. Bu derginin genel<br />

yayın yönetmeni olarak isteyen yazar<br />

istediği tanımlamayı kullanabilir ve biz de<br />

asla müdahale etmeyiz. Ama kendi adıma<br />

bu anlamda fikirlerimi paylaşma ihtiyacı<br />

duydum. Bizim kadar kendi kimliğinden<br />

uzak duran, entelektüelliği kimliksiz olma<br />

algısıyla bir tutan bir millet olamaz. Siz hiç<br />

İngiltere sineması veya Fransa sineması<br />

diye bir tanımlama duydunuz mu? Peki niye<br />

Türkiye sineması söylemini kullanıyoruz.<br />

Üniter bir devlette yaşıyoruz. Bunu kabul etmek<br />

Kürtleri dışlamak anlamına gelmez. Bu<br />

ülkenin sinemasının adı Türk sinemasıdır.<br />

Korkmayın, Türk sineması derseniz entelektüel<br />

çizginizden birşey kaybetmezsiniz.


PEK YAKINDA<br />

İKİMİZİN YERİNE<br />

Yönetmen: Umur Turagay<br />

Oyuncular: Serenay<br />

Sarıkaya, Nejat İşler, Zerrin<br />

Tekindor<br />

Konu: İkimizin Yerine sinema<br />

filminde Serenay Sarıkaya,<br />

küçük bir kasabada yetişmiş,<br />

tüm ayrıntılarıyla sürekli kendini<br />

tekrarlayan hayatına dair sorguladığı<br />

soruları cevaplayamayan Çiçek karakterine<br />

hayat verirken beyazperde de<br />

seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor.<br />

Başarılı oyuncu Nejat İşler ise Çiçek’in<br />

hayatını değiştirecek ilk büyük aşkı, edebiyat<br />

öğretmeni Doğan’a hayat verecek. Serenay<br />

Sarıkaya ve Nejat İşler’in başrollerini<br />

üstlendiği İkimizin Yerine isimli filmin çekimleri<br />

geçtiğimiz yaz tamamlandı.


Yönetmen: Tate Taylor<br />

Oyuncular: Emily Blunt, Rebecca<br />

Ferguson, Haley Bennett<br />

TRENDEKI<br />

KIZ<br />

Konu: Filmimiz, işsiz ve alkolik<br />

olan kızımız Rachel Watson<br />

(Emily Blunt) bir tren içerisinde<br />

karşılaştığı ve öncesinde kulak<br />

misafiri olduğu hikayeye girmek<br />

ve hikayenin bir karakteri olmak<br />

istemesiyle başlıyor. Ruhsal<br />

açıdan problemleri olan Rachel’ın<br />

eski kocası Tom (Justin Theroux)<br />

ile yaşadığı sorunlara derman<br />

olmak için büründüğü yeni karakter<br />

ile Rosamund Pike’ın Gone<br />

Girl filmindeki Muhteşem Amy’e<br />

dönüşmesini izleyeceğiz.<br />

Yönetmen: David Lowery<br />

Oyuncular: Bryce Dallas Howard, Robert<br />

Redford, Oakes Fegley<br />

Konu: “Pete ve Ejderhası” Pete isimli<br />

yetim bir çocukla en iyi dostu ve aynı<br />

zamanda bir ejderha olan Elliott’ın<br />

maceralarını konu alıyor. Yetim bir<br />

genç, evcil bir ejder ve deniz fenerinde<br />

yaşayan garip çiftin yardımıyla üvey<br />

anne-babasının hiddetinden korunacak<br />

bir sığınak arar. Yönetmen koltuğunda<br />

David Lowery yer alırken oyuncu kadrosunda<br />

Oakes Fegley, Oona Laurence,<br />

Robert Redford gibi isimler yer alıyor.<br />

Yönetmen: Joe Syracuse, Lisa Addario<br />

Oyuncular: Jason Biggs, Ashley Tisdale,<br />

Janet Montgomery<br />

Konu: Guy Carter ödüllü bir mimarlık<br />

öğrencisidir. Çocuk bekleyen karısıyla<br />

birlikte mutlu bir hayatı vardır. Ancak<br />

tek sıkıntısı bir türlü iş bulamamasıdır.<br />

1 yıllık iş arayışının sonunda hala eli<br />

boş olunca karısı ona bir internet sitesi<br />

üzerinden şoförlük işi bulur.<br />

PETE VE<br />

EJDERHASI<br />

AMATÖRLER GECESI


PEK YAKINDA<br />

CEHENNEM<br />

Yönetmen: Ron Howard<br />

Oyuncular: Tom Hanks, Felicity Jones, Ben Foster<br />

Konu: Dan Brown’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin<br />

başrolünde Tom Hanks yer alıyor. Daha önce Brown’un Da Vinci<br />

Şifresi, Melekler ve Şeytanlar kitaplarının da uyarlamalarında<br />

ana karakter Robert Langdon’ı canlandıran oyuncu bir kez daha<br />

aynı rolle karşımıza geliyor. Filmin yönetmenliği Ron Howard<br />

üstleniyor. Uyarlamanın senaryosu ise David Koepp’e ait.


Yönetmen: Pedro Almodóvar<br />

Oyuncular: Emma Suárez,<br />

Adriana Ugarte, Daniel Grao,<br />

Inma Cuesta, Michelle Jenner<br />

Konu: 50’li yaşlarına gelmiş<br />

Julieta erkek arkadaşı Lorenzo<br />

ile birlikte Madrid’den<br />

Portekiz’e taşınma planları<br />

yapmaktadır. Bu sırada en<br />

son 18 yaşında gördüğü ve 12<br />

yıldır hiçbir haber alamadığı<br />

kızı Antía’nın bir zamanlar en<br />

yakın arkadaşı olan Beatriz<br />

ile karşılaşır. Onunla yaptığı<br />

konuşmayla birlikte unutmaya<br />

çalıştığı acıları depreşir ve<br />

Portekiz’e gitmek yerine eskiden<br />

kızıyla birlikte yaşadığı<br />

eve geri döner.<br />

JULIETA<br />

JACK REACHER:<br />

ASLA<br />

GERI<br />

DÖNME<br />

COLLIDE<br />

Yönetmen: Edward Zwick<br />

Oyuncular: Tom Cruise, Cobie Smulders,<br />

Robert Knepper<br />

Konu: Lee Child’ın Never Go Back<br />

kitabından uyarlanacak Jack Reacher<br />

2’nin başrolünde yine Tom Cruise’u<br />

izleyeceğiz. Film eski ordu üssüne geri<br />

dönen Jack Reacher’ı konu alacak. Ancak<br />

Reacher geri döndüğünde eski binbaşının<br />

casuslukla suçlandığını öğrenecek.<br />

Reacher ona kurulan komployu ortaya<br />

çıkarmak için suçluların peşine düşecek.<br />

Yönetmen: Eran Creevy<br />

Oyuncular: Nicholas Hoult, Felicity<br />

Jones, Anthony Hopkins<br />

Konu: Kötü giden bir soygunun<br />

ardından acımasız bir çetenin lideri olan<br />

Hagen’dan kaçmaya başlayan Casey<br />

Stein’ın eski patronu, uyuşturucu<br />

satıcısı Geran’ı aramak dışında bir<br />

çaresi kalmamıştır. Ancak Geran’ın<br />

başı daha da büyük bir belaya girer.


CINEKRiTiK<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

KIZIN MI VAR DERDIN VAR<br />

n Mel Gibson büyük oyuncu. Onun<br />

kariyerini ve hayatını izlemek sadece iyi<br />

bir sinemacının izinden gitmekten daha<br />

fazlasını gösteriyor bize. Hollywood’ta<br />

Yahudi lobisinin gücünü ve isterse<br />

bir yıldızı bile nasıl söndürebileceğini<br />

gözler önüne seriyor. Oyuncu birçok<br />

iyi filmde oynadı. Braveheart, Cehennem<br />

Silahı serisi, Mad Max oyunculuk<br />

performansı ile gönlümüzde taht kurduğu<br />

filmler. 1990’ların başında ise yönetmen<br />

olarak iyi bir başlangıç yaptı. İlk filmi The<br />

Man Without a Face ile büyük değil ama ortalama<br />

bir başarı kazandı. Bir sonraki filmi<br />

ise yönetmenliğinin muhteşemliğini kanıtladı,<br />

Braveheart. Üçüncü projesi, Tutku - Hz. İsa’nın<br />

Çilesi filmi oldu. Zaten ne oldu ise bu filmden<br />

sonra oldu. Filmin İncil’deki olaylara getirdiği<br />

yorumu doğru bulmayan Yahudi lobisi Mel<br />

Gibson’ın biletini kesti. 2004’ten 2010’a kadar<br />

Mel Gibson hiç bir filmde oynayamadı. Yönetmenlik<br />

mi dediniz? Gibson 2004’te Tutku’yu<br />

çektikten sonra bugüne kadar sadece tek<br />

bir filmi yönetebildi. Kısacası iki muhteşem<br />

filmle başlayan yönetmenlik kariyeri Yahudi<br />

lobisi tarafından sonlandırıldı. Yıldızların<br />

tırnağı kırılsa manşetlere taşıyan Hollywood<br />

medyası ise Tutku çekildiğinde olaya biraz<br />

yakın durdu. Sonra belki birkaç makale ile bu<br />

yaşananların üstü kapatıldı. Gibson 2010’dan<br />

sonra da aslında çok dişe dokunur filmlerde<br />

oynayamadı. Bir iki bağımsız yapım ve iki tane<br />

de aksiyon filminde seyrettik oyuncuyu. Bu<br />

hafta ise yine bir aksiyon ile karşımızda Mel<br />

Gibson. Kan Bağı- Blood Father 2010’dan<br />

bu döneme en iyi filmi diyebilirim oyuncunun.<br />

Eski bir suçlu olan John Link hayatını<br />

dövme yaparak yalnız bir şekilde karavanında<br />

sürdürmektedir. 17 yaşındaki kızı Lydia<br />

babasından ayrı bir hayat sürer. Bir uyuşturucu<br />

karteline bulaşan erkek arkadaşı Lydia’yı kartelin<br />

servetini çalmak için aracı olarak kullanır.<br />

Lydia bu durumdan bir şekilde kurtulabileceğini<br />

düşünerek babasının yanına kaçar. John,<br />

hayatında bir zamanlar doğru yapamadığı şeyi<br />

şimdi yapabilmek için kolları sıvamıştır. Tek amacı,<br />

şu hayatta kan bağıyla bağlı olduğu tek şeyi yani<br />

kızını bu beladan kurtarmaktır. Mel Gibson emekli<br />

ırkçı çete üyesi John’u inanılmaz içselleştirmiş.<br />

Kızıyla baş etmeye çalışırken geçmişiyle<br />

de yüzleşmesini bize hissettirebiliyor. Filmin<br />

başarısının altında yatan asıl unsur ise Mel Gibson<br />

ile kızını canlandıran Erin Moriarty’nin perdedeki<br />

inanılmaz uyumu. 94 doğumlu Erin Moriarty’nin<br />

bundan sonra çokca ismini duyacağımızı<br />

düşünüyorum. Televizyon dizilerinde yıldızı par-


layan oyuncu hem güzelliğiyle hem de kabiliyetiyle<br />

birçok meslektaşını kıskandıracak gibi duruyor. Mel<br />

Gibson ise geçirdiği yılları suratındaki derin izlerle<br />

belli ederken bunu sinema gibi bir sanatı icra etmek<br />

için kullanıyor. Yaşlılığı ancak iyi oyuncular perdede<br />

bir avantaja dönüştürebilir. Mel Gibson bunu<br />

başarıyor. Filmin yan kadrosunda ise William H.<br />

Marcy yer alıyor ama rolü o kadar kısa ki onun leziz<br />

oyunculuğunu bu filmde hissedebildik desem yalan<br />

olur. Filmin bir özelliği de Fransız yapımı olması.<br />

ABD’de geçen ve Amerikalı oyuncularla kotarılan<br />

filmin Fransız yapımı olması da bir farklılık<br />

tabii ki. Yönetmen Jean Francois Richet<br />

Fransa da Vincent Cassel ile beraber çalıştığı<br />

filmlerle tanınıyor. Dram aksiyon filmler yönetmenin<br />

hakim olduğu bir alan. Kan Bağı da<br />

aslında böyle bir tür. Yani farklı parçalar bu<br />

filmde cuk oturmuş. Muhteşem bir başyapıt<br />

diyemeyeceğimiz ama kendini bilen ve iki saat<br />

seyrederken “Ben bu filme neden geldim” sorusunu<br />

kendinize sormayacağınız bir yapım.<br />

Öneririm.


CINEKRiTiK<br />

FIRAT SAYICI<br />

IŞINLA BENI SCOTTY, EĞER YAPABILIRSEN!<br />

n Çocukluk yıllarımızın efsane bilim<br />

kurgu dizisi Star Trek bir kez daha beyazperdede<br />

boy göstererek hayranlarını<br />

heyecanlandırmayı başardı. Serinin<br />

fanatiklerinden biri sayılmam. Ancak<br />

mutlaka takip edilmesi gerektiğinin de<br />

farkındayım. Üstelik bu kez yönetmen<br />

koltuğunda “Hızlı ve Öfkeli 7” ile rekorlar<br />

kıran Justin Lin var.<br />

Filmin kısaca konusu şöyle... Atılgan gemisinin<br />

ve cesur mürettebatının 5 yıllık yolculuğu devam<br />

ederken, mürettebat uzayın bilinmeyen derinliklerinde<br />

kendilerini ve federasyonun temsil<br />

ettiği her şeyi sınayan gizemli, yeni bir<br />

düşmanla karşılaşır. Kirk ve ekibinin<br />

yok edilme tehlikesi söz konusudur ve<br />

bu bilinmeyen, ücra bölgede iletişim<br />

de yoktur. Kirk mürettebatı toparlamaya<br />

ve Yorktown üssünü kurtarmak için<br />

geri dönmeye çalışacaktır. Chris Pine,<br />

Zachary Quinto, Simon Pegg, Karl Urban<br />

ile Zoe Saldana’nın başrollerinde<br />

olduğu filmin yönetmeni Justin Lin.<br />

Yapımcı olarak ise son yılların en<br />

yaratıcı yapımcısı J.J. Abrams’ı görüyoruz.<br />

Filme geçmeden önce kısaca<br />

Star Trek’in yaratıcısı Gene<br />

Roddenberry’den bahsetmek isterim.<br />

Roddenberry, iyi bir eğitim hayatından<br />

sonra 2. Dünya Savaşı’nda savaş pilotluğu<br />

yapmış. Ardından babası gibi polislik mesleğini<br />

seçmiş, hatta FBI ile ortak projelere imza atmış.<br />

Ailesi genişledikçe maaşı yetmediği için polisliği<br />

bırakmış ve bir tanıdık vasıtasıyla televizyona<br />

projeler üretmeye başlamış. Bundan 50 yıl<br />

önce Star Trek’i tasarlayan Roddenberry, tam<br />

bir uzay aşığıymış. Hatta 70 yaşında kalp krizinden<br />

dolayı ölünce vasiyetini sevdikleri yerine<br />

getirmiş. Külleri uzayda toprağa verme yöntemiyle<br />

Pegasus roketiyle 1997 yılında uzaya<br />

gönderilmiş. 5 yıl dünyanın etrafında dolaşan<br />

kapsül yeniden atmosfere girerek yanmış ve<br />

külleri uzaya yayılmış. Star Trek’in yaratıcısının<br />

ruhuna yakışır bir son. Öyle değil mi?<br />

Star Trek’in son üçlemesinin en karamsar filmi<br />

var karşımızda. Tanımlaması zor, ölümcül bir<br />

arı sürüsüne benzeyen düşman filosu uzayın<br />

derinliklerinde Atılgan’ı paramparça edip tüm<br />

mürettebatı birbirinden kopardığında, seyirci<br />

olarak, sıradan bir Star Trek izlemediğimizin<br />

farkına varıyoruz. Yok artık, bu kadar da olmaz,<br />

şimdi kahramanlarımız nasıl kurtulacaklar diye diye<br />

filmin sonuna yaklaşırken endişe sınırlarınızı zorluyorsunuz.<br />

Hiç durmayan bir aksiyon patlamasıyla<br />

sizi koltuklarınıza yapıştırmayı başaran Justin<br />

Lin, kendinden o kadar emin ve ne yaptığını bilen<br />

bir yönetmen ki... Kendi adıma onu (2000’lerde<br />

sinemanın seyrini değiştiren) yeni John Woo olarak<br />

tanımlayabilirim.<br />

Komedi türünün ilginç isimlerinden, tam bir ‘British’,<br />

Simon Pegg, bildiğiniz gibi filmin bel kemiği karakterlerinden<br />

ultra mühendis Scotty’yi canlandırıyor.<br />

Ancak Simon Pegg filmin senaryosuna Doug Jung<br />

ile birlikte imza atan isim. Filmi izlerken hangi<br />

diyalogların ya da mizahı durumların onun kaleminden<br />

çıktığını anlamak pek de zor değil. Pegg’in<br />

yazdığı son iki film “Paul” ve “Dünyanın Sonu” ile<br />

nasıl uzay ve uzaylılara taktığını da hatırlatmakta<br />

fayda var.<br />

“Star Trek Beyond” orijinal Star Trek serisine<br />

gösterdiği saygı duruşu, hiç durmayan aksiyonu ve<br />

tadında esprileriyle izlenmeyi hak ediyor!


CINEKRiTiK<br />

BANU BOZDEMİR<br />

HERKESIN GEREKÇESI BIRBIRINE YABANCI!<br />

n En son Bir Hurdacının Hayatı filmiyle<br />

Oscar’a yaklaşan ve isminin sınırlarını<br />

kaldıran Danis Tanovic yeni filmi Death in<br />

Sarejevo /Saraybosna’da Ölüm bir tiyatro<br />

oyunundan uyarlama ve Avrupa’nın<br />

dünüyle bugünü arasındaki kan bağını<br />

sorguluyor. Bernard-Henri Levy’nin Hotel<br />

Europe adlı oyunundan uyarlanan film<br />

filmin karakterlerinden birinin de söylediği<br />

gibi 20.yüzyıl Avrupa tarihinin Saraybosn’da<br />

başlayıp bittiğini savunuyor. Zaten Tanovic de<br />

bu fikri savunduğu gibi diğer batı ülkelerine de<br />

bu konudaki teessüflerini yollamayı ihmal etmiyor<br />

filmde.<br />

İstanbul Film Festivali’nde karşımıza<br />

çıkan film günümüzden neredeyse<br />

yüzyıl öncesine dayanan Saraybosna<br />

Suikastinin dehlizlerinde<br />

dolaşıyor. Aslında filmin anlatım<br />

tarzına girecek olursak takvimler<br />

28 Haziran 2014’ü gösterirken<br />

ünlü Hotel Europe’da beden bulan<br />

film, farklı gerginliklerin arenası<br />

kıvamında her katında ayrı bir kaynama<br />

barındırıyor.<br />

Tanovic’in hareketli ve reel kamerası<br />

bu anlamda seyirciyi tatmin eder bir<br />

anlatım sunuyor. Otelin çatı katında<br />

yaşanan Avusturya Macaristan<br />

veliahtı Franz Ferdinand’ı öldüren<br />

Gavrilo Princip’ın katil mi yoksa<br />

kahraman mı olduğu yönündeki<br />

program sert bir tartışmaya dönüşürken otelin<br />

içinde de çalışanlar paralarını alamadıkları<br />

için grev hazırlığı içindeler. Tabii objektife otel<br />

müdürünün şiddete varan gerginliği yansırken,<br />

bir yandan da otele konuşmacı olarak gelen<br />

misafir’in gizli kameradan yansıyan görüntüleri<br />

arasında katil ve kahraman kavramlarının<br />

altını iyice doldurmaya çalışıyoruz. Bu arada<br />

konuşmacı tiyatroda aynı rolle karşımıza çıkan<br />

kişi...<br />

Filmde aktif olan resepsiyon görevlisi<br />

Lamija’nın adımlarının peşinde, annesi<br />

Hatice’nin ateşli grev sözcüsü dizeleri arasında<br />

aslında tarihin perdeleri teker teker aralanıyor<br />

ve yönetmen Tanovic insanlık tarihine değişmez bir<br />

göz atıyor. Yani tarih analizleri, kavramlara sıkışan<br />

masumiyet arayışları devam ederken bir yandan<br />

da tarih yeni vakalar üretmeye devam ediyor der<br />

gibi. Yani insanlık yarına hep sorgulanacak olaylar<br />

silsilesi fırlatıyor ve bunları adamakıllı tartışmak<br />

hiçbir zaman tam anlamıyla mümkün olmuyor demeye<br />

getiriyor.<br />

Bir Hurdacının Hayatı’nda kapitalizmin çarkları<br />

arasında ezilen bir ailenin hayatını anlatan Danovic<br />

bu sefer işçi sınıfına dair güzel laflardan birini<br />

ediyor, sistemi tüm katmanlarıyla sorguluyor. Otelin<br />

katları arasında mekik dokuyan kamera bir yandan<br />

da çözümsüzlüğe işaret ediyor. Yani birbirini tekrarlayan<br />

olaylar silsilesi hep karşı tarafını yarattığı<br />

sürece çözüm uzak bir argüman gibi, çözümsüzlük<br />

ise daha bastırıcı bir kuvvet gibi duruyor. Yönetmen<br />

de bunu bakış açıları düzleminde gayet iyi<br />

resmediyor.<br />

Hatta suikastlerin ne faydası oldu düzlemine bile<br />

iniyor Gavrilo Princip’in torunu. Yani adamakıllı<br />

gibi görünen tartışma ortamında bile faydanın f’si<br />

olmuyor. Herkesin gerekçesi gerçeğin bir kısmını<br />

yansıtabiliyor ancak! Bu anlamda üstten alta inen<br />

ve tarihe çözümsüzlükler saçan olayların etkisi<br />

altındayken yol almak mümkün olmuyor diyor<br />

Danovic ve sanki bütün Avrupayı hatta dünyayı<br />

zan altında bırakıyor.


5 FESTİVAL<br />

YÖNETMENİ<br />

5 SORU<br />

5 CEVAP<br />

SEMRA GÜZEL KORVER<br />

BELGESELCİ<br />

Memleketin beş<br />

büyük festivalinin<br />

yönetmenlerine<br />

nedir, nasıl, ne için,<br />

yani, peki, hatta…<br />

diye sorduk. İşte 5<br />

soru ve 5 cevap…<br />

Eylül ile birlikte memleketin festival<br />

sezonu başlıyor. Festivallerimizin<br />

düzeyi ne? Amacına ulaşıyor mu?<br />

Harcanan emek ve paranın karşılığı<br />

alınıyor mu? Sektörün bileşenlerinin ve<br />

seyircinin beklentilerini karşılıyor mu?<br />

Bir film festivalinden seyirci, yapımcı,<br />

yönetmen, oyuncu, sinema öğrencisi ne<br />

bekler? Bu konuda samimi, hakiki cevaplar<br />

alacağımız ve sonuçlarını hep birlikte<br />

tartışacağımız bir anket yapmak, bir<br />

arama konferansı gerçekleştirmek lazım<br />

belkide.<br />

Sinema sanatının ve kültürünün bir<br />

arada yaşandığı, seyircinin, yönetmeninyapımcının,<br />

sponsorun, eğitmenin,<br />

eleştirmenin ‘kısacası doğrudan ilgili- ilgisiz’<br />

herkesin kaygısızca katılabildiği,<br />

yaratıcı-üretici ilişkilerinin geliştirildiği<br />

ulusal/uluslararası film festivallerinde<br />

buluşmak hepimizin temennisi.<br />

Bir arama konferansı, bir anket<br />

çalışmasının bir parçası olmak güzel<br />

olurdu. Ancak şu an için yapabildiğim,<br />

memleketin beş büyük festivalinin yönetmenlerine<br />

nedir, nasıl, ne için, yani, peki,<br />

hatta… diye sormak oldu. İşte 5 soru ve<br />

5 cevap…<br />

53. Uluslararası Antalya Film Festivali<br />

Yönetmeni: Elif DAĞDEVİREN<br />

1-Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />

Öncelikle dört dörtlük bir yarışma ve<br />

film programı ile saygın ve etkili bir jüri<br />

elbette. Ama en önemlisi; o festivale<br />

sahip çıkacak seyirci, halk. Cannes Film<br />

Festivali’nin başarılı olmasının en önemli<br />

nedenlerinden biri, halkının festivali sonuna<br />

dek sahiplenmesi, tüm Fransa’nın<br />

gurur kaynağı haline gelmiş olması. Eğer<br />

Antalya, festivali sahiplenirse anlamı<br />

var, sahiplenmezse yok. Çünkü, Antalya<br />

sahiplenirse Türkiye sahiplenir, Türkiye<br />

sahiplenirse dünya markası olur.<br />

2-Peki, sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />

farkı, yani özgün yanı ne?<br />

Her festivalin birbirinden en önemli<br />

farkı içinde bulunduğu şehir ve içinde<br />

bulunduğu ülkenin sinema sektörü. Bizim<br />

farkımız Antalya ve her geçen yıl dünya-


da başarıdan başarıya koşan Türkiye sinemasının<br />

gücü. Farklı şehirlerin her biri festivale kendi karakterlerini<br />

veriyor. Ulusal ve uluslararası anlamda<br />

yapabileceklerinin en iyisini yapan, dünya festivallerinin<br />

saygı duyduğu çok sağlam bir ekibimiz<br />

var. Bir de benim bildiğim sosyal sorumluluk ve<br />

farkındalık hedefli tek festivaliz, böyle önemli ve<br />

saygı duyulan bir farkımız var. Bu yıl, evlerini,<br />

yurtlarını bırakarak bilinmeze doğru göç etmek<br />

zorunda kalan mülteciler ve mülteci olma halini<br />

sadece film seçkisiyle değil yan etkinliklerle de<br />

destekleyerek sosyal sorumluluk projesi olarak ele<br />

alıyoruz.<br />

3-Antalya Film Festivali Türkiye Sinema<br />

Sanatına, sektörüne ve seyircisine ne vaat<br />

ediyor? Festivalinize insanlar ne için gelir,<br />

gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />

O kadar önemli şeyler vadediyor ki aslında. Eğer<br />

bizim kurduğumuz altyapı devam eder ve<br />

doğru yayılırsa sinemamıza çok büyük katkıları<br />

olacak. Sinema sektörümüz yurtdışındaki kadar<br />

hızla endüstrileşmiyor. Aslında bu durum hala<br />

organik ve dünyanın sevdiği filmleri üretmemize<br />

yardımcı oluyor. Diğer yandan da anlık komedi<br />

dediğimiz filmler üretiliyor. Dolayısıyla festivaller<br />

çok önemli çünkü aslında bir açığı kapatıyoruz<br />

biz. Yani hem keyifli, hem de izleyicisine ve<br />

yaptığı işe saygı duyan, film gibi filmler seçmeye<br />

çalışıyoruz. Böylece seyircinin vizyona giren<br />

yüzlerce film içerisinden gideceği filmi seçmesine<br />

yardımcı olalım istiyoruz. Bir de -ki bunu<br />

başardık aslında, Antalya’da yer alan filmlerin<br />

dünyaya açılmasını sağlamak. İki senedir Antalya<br />

Film Forum’dan geçen filmler dünya festivallerinde<br />

başarılar kazanıyor, Uluslararası Antalya<br />

Film Festivali’nde başarılı olmuş filmler dünya


festivallerine davet ediliyor. Dolayısıyla da Antalya’ya<br />

uluslararası bir yolculuğun başlangıcı diyebiliriz. Ayrıca<br />

bu sene Film Talent Marketing Rounds kısaca FILM<br />

TMR dediğimiz bölümü başlatıyoruz. FILM TMR’de<br />

filmlerin iletişimiyle birlikte ulusal ve uluslararası ticaretini<br />

arttırmak gibi çok önemli bir hedefimiz var.<br />

Antalya Film Festivali’nin seyircisine vaadi ise burada<br />

iyi film seyredersin ve o filmleri yapan insanları<br />

merak ediyorsan birebir görüşme, soru sorma ve<br />

dinleme fırsatı bulursun. Bir filmi televizyondan ya da<br />

ipad’inden de seyredebilirsin ama onu ortaya çıkartan<br />

insana sorularını soramazsın. Biz seyirciye iyi filmi<br />

merak ediyorsa üreticisiyle beraber seyretme fırsatı<br />

sunuyoruz ve bunun çok kıymetli bir deneyim olduğunu<br />

düşünüyoruz.<br />

4- Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin en<br />

önemli özelliği nedir?<br />

Bunun bir okulu yok, tam cevabını vermek zor çünkü<br />

alaylı işi. Şunu biliyorum ki festival direktörünün<br />

sinemayı tüm unsurları ile çok iyi biliyor olması gerekir.<br />

Organizasyonu da çok iyi bilmeli. Eksik taraflarını<br />

çabuk görebilmeli, hızlı karar vermeli. Medyayı ve<br />

iletişimi çok iyi bilmesi lazım. Bizimki gibi bir festivalse<br />

uluslararası ilişkileri çok güçlü olmalı. Güvenilir bir<br />

profil sergilemeli, insanları ikna edebilmeli. Özellikle<br />

Türkiye gibi ülkelerde politikaya girmeden fırtınaları<br />

atlatabilme yeteneği olmalı.<br />

5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />

nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/kattığınızı<br />

düşünüyorsunuz?<br />

Yeni fikirler, yaratıcılık, doğru ekipleri bir araya getirme...<br />

Kendi şirketi olup da festival için bir kaç<br />

aylığına işlerini dondurup ekibe dahil olanlardan tutunda,<br />

geçici bir iş olduğunu bile bile bütün bir sene<br />

bekleyen fedakar ekip çalışanlarına kadar bu festivale<br />

katkıda bulunanların her biri bu festivalin en<br />

önemli unsurları. Onları bir arada tutmak ve morallerini<br />

ve yaratıcılıklarını ortaya dökmelerine ve hayata<br />

geçirmelerine yardımcı olabilmek sanırım en büyük<br />

katkılarımdan biri... Bir de, Allah’a çok şükür bu işi<br />

ihtiyaçtan değil aşık olduğum için yapıyorum. Festival<br />

direktörlüğü yapmasam bile başka iş alanlarında da<br />

başarılı olabilirim, başarılı olduğum diğer iş kollarında<br />

devam edebilirim. Ama hayır, ben bu işi aşkla<br />

yapıyorum. Çünkü bir hayalim var, Uluslararası Antalya<br />

Film Festivali’nin Türkiye’nin örnek olarak göstereceği,<br />

sahipleneceği, dünyada da sayılı festivallerden biri<br />

olması. Bunu başaran ekibin önemli parçalarından<br />

birisi olabilirsem mutlu öleceğim.<br />

36. Uluslararsı Istanbul Film Festivali<br />

Yönetmeni: Kerem AYAN<br />

1- Bir film festivalinin olmazsa olmazı<br />

nedir?<br />

Klasik cevap “film” olmalı belki ama<br />

aslında tabii ki seyirciler . Bütün festivallerin<br />

yapılma sebebi filmleri seyircileriyle<br />

buluşturmak. İster halka açık ister profesyoneller<br />

için olsun, festivaller seyircileriyle<br />

var olurlar.<br />

2-Peki, sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />

farkı, yani özgün yanı ne?<br />

Diğer festivallerden farkı, İstanbul gibi herkesin<br />

ilgisini çeken bir şehirde yapılması,<br />

güçlü programı, bunca yıldır desteğini<br />

devam ettiren, festivale kalpten bağlı ve<br />

İstanbul Film Festvalini, kendi festivali<br />

olarak gören ve o şekilde tepki veren sey-


ircisi.<br />

3-İstanbul Film Festivali Türkiye Sinema<br />

Sanatına, sektörüne ve seyircisine ne vaat<br />

ediyor? Festivalinize insanlar ne için gelir,<br />

gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />

İstanbul Film Festivali, her sene Uluslararası<br />

ve İnsan Hakları yarışmalarının dışında Ulusal<br />

Kurmaca, Ulusal Belgesel ve bu seneden itibaren<br />

Ulusal Kısa Film Yarışmaları da yapmakta.<br />

Ayrıca bir de Ulusal ilk film ödülümüz var.<br />

Böylece hem senenin en iyi Türkiye Sineması<br />

örneklerini gösteriyoruz, hem de ödüllerle<br />

yeni ve deneyimli sinemacıları destekliyoruz.<br />

Festivalimize insanlar, dünya ve Türkiye<br />

sinemasının yeni ve yetkin örneklerini görmek<br />

için geliyorlar. Yurtdışından gelen konuklarımız<br />

da hem bizim sinemamızın son örneklerini görmeye<br />

hem de Köprüde Buluşmalar adlı profesyonellere<br />

açık buluşmalara katılmaya, Türkiye<br />

sinema endüstrisiyle ortak projeler üretmeye<br />

geliyorlar.<br />

4-Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin<br />

en önemli özelliği nedir?<br />

Bunun bir formülü var mı bilmiyorum. Ben kendi<br />

adıma söyleyebilirim. Sinema okudum, sonra<br />

Cannes festivali başta olmak üzere çeşitli festivallerde,<br />

festival organizasyon işini öğrendim.<br />

Bence sinema sevginiz ve zevkiniz olması şart.<br />

Ondan başka da organizasyon yeteneği, bir<br />

grupla uyumlu çalışabilme, acil durumları kolay<br />

yönetebilme gibi, tüm organizasyonlarda gerekecek<br />

beceriler lazım. Tabii yurt içi ve yurt dışı<br />

ilişkiler de çok önemli.<br />

5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />

nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/<br />

kattığınızı düşünüyorsunuz?<br />

Ben geçen sene kasımda bu göreve başladım.<br />

Sadece sinemasever değil aynı zamanda sinema<br />

eğitimi almış bir yönetmen olarak, 35 yıllık<br />

bu kendini ispat etmiş festivale, kalitesinden<br />

ödün vermeden daha genç ve dinamik bir ruh<br />

kazandırmak istiyorum. Bu seneki festivalimizde<br />

sanırım seyirciler hem afiş kampanyamızda<br />

hem de programda bunu biraz hissettiler. Bunu<br />

daha da geliştirerek devam etmek istiyoruz.<br />

28. Uluslararsı Ankara Film Festivali<br />

Başkanı: İnci DEMİRKOL<br />

1- Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />

Bir festivalin temel misyonu izleyicinin<br />

ulaşamadığı filmlere ulaşmasını sağlamaktır.<br />

Günümüzde dijital teknolojilerle birlikte gösterim<br />

dışında kalan nitelikli filmlere de ulaşma<br />

imkânının artmasıyla birlikte festivallerin izleyiciyi<br />

sanatçılarla buluşturmak yönünde de bir<br />

farklılık yaratarak kendi alanlarını genişletmeleri<br />

söz konusu oldu. Böylelikle izlediği bir filmin<br />

yönetmeniyle, oyuncusuyla anında fikir, duygu<br />

alışverişi yapabiliyor olmak filmin izleyicinin<br />

hayatında bıraktığı ize de etki ediyor. Ayrıca<br />

tabi ki festivallerin sektör açısından önemini<br />

de göz ardı etmemek lazım. Özellikle genç<br />

sinemacıların sektör profesyonelleriyle, ulusal<br />

ve uluslararası katılımlı festivallerde kurdukları<br />

tanışıklıklar sinema sektörü açısından da büyük<br />

önem taşımaktadır.<br />

2-Peki, Sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />

farkı, yani özgün yanı ne?


2017 yılında 28.sini gerçekleştireceğimiz Ankara<br />

Uluslararası Film Festivali nitelikli filmlerle Ankara seyircisini<br />

buluştururken Ankara kültür ve sanat hayatına<br />

da ciddi bir hareketlilik katmaktadır. Ayrıca, başından<br />

beri, kısa ve belgesel filmlere programında özellikli bir<br />

yer vererek ve yarışmaları ile nitelikli yapımları ödüllendirerek<br />

Türkiye sinemasına yeni isimlerin, özgün<br />

çalışmaları ile katılmasını teşvik etmiştir her zaman.<br />

Bir de festivalimizin akademik yönünü de vurgulamak<br />

gerekir. Festival ekibimiz, danışma kurulumuz Ankara<br />

Film Festivali’nin bir okul olması yaklaşımıyla programda<br />

hem sinema seyircisine hem sinema profesyonellerine<br />

yönelik farklı, yeni yaklaşım ve bakış açıları<br />

geliştirebilmelerini sağlayacak etkinliklere büyük önem<br />

vermektedir.<br />

3- Ankara Film Festivali Sinema Sanatına, sektörüne<br />

ve seyircisine ne vaat ediyor? Festivalinize<br />

insanlar ne için gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />

Her yıl nitelikli filmleri, nitelikli etkinliklerle<br />

taçlandırarak izleyici ile buluşturan festivalimize<br />

seyirciler sinema ile hayatlarını<br />

zenginleştirmek için gelmeliler. Ankara’da<br />

bizi yalnız bırakmayan, her festivalimizi<br />

coşku ile takip eden kemikleşmiş bir izleyici<br />

kitlemiz var. Ancak bu grubun ötesinde<br />

tüm Ankaralılara, yeni jenerasyona<br />

ulaşabilmek adına da programlarımız,<br />

işbirliklerimiz üzerinde titizlikle çalışıyoruz.<br />

4- Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu<br />

kişinin en önemli özelliği nedir?<br />

Festival başkanının sinemaya tutku<br />

ile bağlı olması gerekir. Dünya ve ülke<br />

sinemasını yakından takip etmeli, eleştirel<br />

film izlemeli ve biriktirmelidir. Bunun için<br />

aktif olarak dünya festivallerini takip etmek,<br />

ilişkiler kurmak, işbirlikleri yapmak da


önemlidir. Ayrıca festival izleyicisini, festivalin<br />

hedeflerini de göz önünde bulundurarak programlar<br />

geliştirebilmelidir. Tabii ki bu noktada<br />

festivallerin ayakta durabilmesi adına gerekli<br />

fon kaynaklarının yaratılması da bir gerekliliktir.<br />

Bu noktada şunu da vurgulamak gerekir ki<br />

festival süreci, tüm işlerin yürütülmesi güçlü<br />

bir ekip gerektirir. Dolayısıyla festival yönetmeninin<br />

iyi bir ekip başı olması gerektiğini de<br />

vurgulamak gerekir.<br />

5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu<br />

festivale nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/<br />

kattığınızı düşünüyorsunuz?<br />

Yıllarını Ankara Uluslararası Film Festivaline<br />

vermiş bir kişi olarak hem Ankara izleyicisini<br />

hem Türkiye sinemasını hem de dünya<br />

sinemasını iyi tanıdığımı düşünüyorum.<br />

Dolayısıyla her sene programımızı<br />

oluştururken ekip arkadaşlarıma iyi rehberlik<br />

edebildiğime inanıyorum. Yılların birikimi,<br />

sosyal, ekonomik ilişkilerimi festivalimize<br />

taşıyabilmem de çok önemli.<br />

23. Uluslararası Adana Film Festivali: Candan<br />

YAYGIN<br />

1- Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />

Bir festivalin olmazsa olmazları düzgün bir<br />

organizasyon ile uygulanması ve iyi bir ev<br />

sahipliği yapmasıdır. Diğer en önemli etkenlerdin<br />

biri de katılımcılarıdır yani izleyicilerdir.<br />

Film festivalleri, sinemaseverleri, sinema<br />

salonlarında kolay kolay izleyemeyecekleri<br />

filmlerle buluşturmak gibi bir misyon yüklenirler.<br />

Adana Film Festivali olarak, en iddialı<br />

olduğumuz bölümlerimizden biri, gösterim<br />

bölümümüz. Her yıl dünyadaki pek çok festivalden<br />

önemli ödüller almış özel bir seçkiyi<br />

izleyiciyle buluşturuyoruz<br />

2-Peki, Sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />

farkı, yani özgün yanı ne?<br />

Adana, bir sinema kentidir. Sanat ve sinemayla<br />

dopdoludur. Yılmaz Güney, Yaşar<br />

Kemal, Orhan Kemal, Abidin Dino ve Muzaffer<br />

İzgü gibi dünyaca ünlü pek çok değer, bu<br />

topraklarda yetişmiştir. Yeşilçam döneminde<br />

de Türk sinemasına yön veren bir çok yapımcı<br />

Adanalıydı ve yine bir çok filmin Türkiye’deki ilk<br />

gösterimleri Adana’da gerçekleştirilir. O dönem<br />

Adana’da 200 civarında yazlık sinema vardı.<br />

Bu geleneğin bir şekilde devam ettiğini, Ulusal<br />

Uzun Metraj Film Yarışmamızın finalistleri<br />

için gerçekleştirdiğimiz galalarda görebiliyoruz.<br />

İzleyici tarafından yoğun ilgi gören bu galalarda,<br />

salonlarımız tamamen doluyor. Yani, Adana Film<br />

Festivali, sinema sevdalısı Adanalıların festivali<br />

diyebiliriz. Yine kısa filme verdiğimiz önem,<br />

festivalimizin bir diğer önemli unsuru; Öğrenci<br />

filmlerine ait bir yarışmayı programına Türkiye<br />

de programına alan ilk festival biziz. Adana Film<br />

Festivali bir nevi bir sinema okulu görevi de<br />

yapmıştır diyebiliriz. Çünkü Kısa Metraj Filmleriyle<br />

öğrenciyken başvuran kısacılar yıllar sonra<br />

karşımıza Uzun Metraj Filmlerle çıktılar. Örnek<br />

verecek olursak; Yüksel Aksu, Kudret Sabancı,<br />

İlker Canikligil, Togan Gökbakar, Serdar Akar,<br />

Eyüp Boz, NataliYeres, Gökhan Atılmış, Caner<br />

Erzincan gibi yetenekli sinemacılar karşımıza


çıkıyor. Bunlar gurur verici<br />

bir unsurdur. Ulusal Öğrenci<br />

Filmleri Yarışması ile,<br />

öğrencilerimizin yapıtlarını izleyici<br />

ile buluşturuyor ve ödüllendiriryoruz.<br />

Akdeniz Ülkeleri<br />

Kısa Film Yarışmalarımız da<br />

yine kısa filmleri izleyiciyle<br />

buluşturuyor ve ödüllendiriyor.<br />

Bu anlamda, izleyicilerimizde<br />

bir kısa film kültürünün de<br />

oluştuğunu görebiliyoruz.<br />

3- Adana Film Festivali<br />

Türkiye Sinema Sanatına,<br />

sektörüne ve seyircisine ne<br />

vaat ediyor? Festivalinize insanlar<br />

ne için gelir, gelmeli?<br />

Hatta kimler gelmeli?<br />

Adana Film Festivali’nin izleyici<br />

kaygısı yok. Adanalıların<br />

tüm seanslara ve bölümlere<br />

yoğun ilgisi var. Buna<br />

ek olarak, düzenlediğimiz<br />

yarışmalar ve verdiğimiz<br />

ödüller açısından baktığınız<br />

zaman da, festivalimiz, filmini<br />

görücüye çıkartmak isteyen<br />

yönetmen ve sektör çalışanları açısından tercih<br />

edilen adreslerden biri.<br />

4- Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin<br />

en önemli özelliği nedir?<br />

Hangi alanda festival yapıyorsanız, o alanla<br />

ilgili bilgili ve donanımlı olmanız şart. Bir festival<br />

yönetmeninin her şeyden önce organizasyon<br />

yeteneği güçlü olmalı. Ekibini iyi kurup doğru<br />

yönlendirebilmeli ve tüm faaliyetlerde resmin<br />

hem bütününü, hem de en küçük detayı aynı<br />

anda görebilmeli.<br />

5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />

nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/<br />

kattığınızı düşünüyorsunuz?<br />

Ben aynı zamanda Çukurova Üniversitesi İletişim<br />

ve Güzel Sanatlar Bölümü’nde sinema dersleri<br />

veriyorum. Bu nedenle sürekli gençlerle iletişim<br />

halindeyim. Dünyadaki hızlı değişimi ve gençlerin<br />

bu değişimlere bakış açısını da yakından takip<br />

edebiliyorum. Bu dinamizm beni her anlamda<br />

besliyor. Bu da doğal olarak festivale yansıyor.<br />

7. Uluslararası Malatya Film Festivali: Hüseyin<br />

Namık YILDIRIM<br />

1- Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />

Takipçisi olmayan hiç bir etkinlik düşünülemez.<br />

Bir festivalin olmazsa olmazı seyircileridir. Bu<br />

yıl 04-10 Kasım tarihleri arasında Malatya<br />

Uluslararası Film Festivali’nin yedincisini düzenlemek<br />

üzere çalışıyoruz. Kent insanının filmlerle<br />

ve etkinliklerle oldukça ilgili olması bizi mutlu<br />

ediyor. Festival olarak filmlerin yaratıcı ekiplerinin<br />

seyirciyle buluşmasını önemsiyoruz.<br />

2-Peki, sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />

farkı, yani özgün yanı ne?<br />

Malatya Uluslararası Film Festivali çok genç<br />

bir festival olmasına rağmen Türkiye’de<br />

gerçekleştirilen önemli film festivalleri arasında<br />

yerini aldı. Bunu biz değil festivali takip eden<br />

her alandan pek çok insan söylüyor. Amatör<br />

ruhumuzu kaybetmeden profesyonel bir festival<br />

organizasyonu gerçekleştirmek için çalışıyoruz.<br />

Seyircilerimizin, film ekiplerinin ve festival davetlilerinin<br />

birbirleriyle buluştuğu sıcak ve samimi bir


festival olmak öncelikli hedefimiz.<br />

Bildiğiniz gibi festivalimiz Malatya<br />

Valiliği’nin koordinasyonunda yapılan<br />

bir etkinlik. Bu yönüyle belediyelerin<br />

düzenlemiş olduğu diğer festivallerden<br />

ayrılıyoruz. Nihayetinde belediyelerde<br />

ki siyasi değişim ne yazık ki ülkemizde<br />

festivallerin içeriğine de yansıyabiliyor.<br />

Bunun örneklerini geçmiş yıllarda<br />

gördük.<br />

Biz Malatya Uluslararası Film Festivali<br />

olarak yola çıkarken, tüm festivallerden<br />

ayrı olarak sanata odaklı; tüm siyasi<br />

görüşlerden uzak, sadece sinemayı<br />

odağa aldığımız bir festival olalım istedik.<br />

Festivalimizi diğer festivallerden<br />

ayıran özgün bir yanı da yayınlamış<br />

olduğu teknik kitaplar. Yurtdışında<br />

sinema alanında yayınlanmış önemli<br />

kitapları Türkçeye kazandırıyoruz.<br />

Kamera kullanımı, çekim teknikleri,<br />

senaryo üzerine kitaplar yayınladık.<br />

Bu Türkiye’de hatta belki de dünyada<br />

yapılan festivallerde olmayan bir uygulama.<br />

Bu kitapları ücretsiz olarak sinema<br />

öğrencileriyle buluşturmaya gayret<br />

ediyoruz. Şu an yayınladığımız kitaplar özellikle<br />

öğretim görevlileri tarafından talep edilip,<br />

üniversitelerde ders kitabı olarak okutuluyor.<br />

Bizde böylece festival yayınlarımızla sinema ve<br />

sinemacılara yararlı olup, kalıcı bir iz bırakmak<br />

istiyoruz.<br />

3-Malatya Film Festivali Türkiye Sinema<br />

Sanatına, sektörüne ve seyircisine ne vaat<br />

ediyor? Festivalinize insanlar ne için gelir,<br />

gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />

Parasal ödüllerimizle sanat değeri yüksek<br />

filmlerin yapımını özendirerek filmlerin yaratıcı<br />

ekiplerine katkı sağlıyoruz. Ayrıca Malatya<br />

Uluslararası Film Festivali olarak; gerek<br />

dünya gerek yerli sinemamızın en yeni ürünlerini<br />

takipçilerimizle ilk olarak buluşturmayı<br />

istiyoruz. Geçtiğimiz yıl 40’a yakın filmin<br />

Türkiye prömiyerini gerçekleştirdik, böylece<br />

festival takipçilerimiz pek çok önemli filmi ilk<br />

kez Malatya Film Festivalinde görme fırsatı<br />

buldular. Festival programını oluştururken<br />

tüm kesimleri kucaklıyoruz. Bunun için de<br />

festivalde yerli ve yabancı nitelikli filmleri izleyicilerle<br />

buluştururken, televizyon kültürüyle<br />

sinemadan uzaklaşmış kitleleri de sinemaya<br />

çekebilmek adına popüler yapımları program<br />

içerisine alıyoruz. Ayrıca festival haftası<br />

içerisinde sabah seanslarını çocuk filmlerine<br />

ayırdık ve bu filmleri ücretsiz olarak çocuklarla<br />

buluşturuyoruz. Engelli vatandaşlarımız için<br />

işaret dili anlatımlı, sesli betimlemeli filmlerin<br />

olduğu engelsiz filmler bölümümüz var. Fiziksel<br />

engelli vatandaşlarımız için ise özel salonlar<br />

oluşturduk. Seyirci katılımlarını arttırmak için<br />

bilet fiyatlarımızı sembolik rakamlarda tutuyoruz.<br />

Özellikle yedi yıl boyunca festivali takip ederek<br />

filmden filme koşturan sinemaseverler için<br />

“Festival Kart” uygulamasını hayata geçirdik. 15<br />

TL gibi bir rakamla alınan bu kartla tüm filmlere<br />

giriş imkânı sağlıyoruz.<br />

Bu anlamda Malatya Uluslararası Film Festivali<br />

olarak sadece belirli bir kesimi değil, tüm sinemaseverleri<br />

filmlerle ve sergi, söyleşi, atölye gibi<br />

pek çok etkinliklerimizle buluşturuyoruz.<br />

4-Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin<br />

en önemli özelliği nedir?<br />

Kendi açımdan 1994 yılından bu zamana<br />

Çevre Filmleri Festivali, Komedi Filmleri Festivali,<br />

Sinema Tarih Buluşması; Moskova, Küba,<br />

Budapeşte Türk Filmleri Haftaları; Bursa İpek<br />

Yolu Film Festivali gibi pek çok festivalde ve<br />

festivallerin farklı alanlarında görev aldığım için<br />

bir festivalin oluşum süreçlerinin hepsine hâkim<br />

olduğumu söyleyebilirim. Aldığım sinema<br />

eğitimi, sektörde ki çalışmalarım ve takip edip<br />

çalıştığım festivallerdeki gözlemlerim, festival<br />

yönetmenliğine gelişimde etkili oldu.<br />

Bir festival yönetmeni, işin tüm aşamalarını<br />

bilen, çalışacağı doğru insanları seçebilen, yeniliklere<br />

açık, fikir üretebilen, insanları dinleyen,<br />

en önemlisi de istişare kültürüne açık olan biri<br />

olmalı. Nihayetinde sanatsal yeterliliği yüksek<br />

olması ya da sadece iyi bir yönetici olması da<br />

tek başına yeterli değil.<br />

5-Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />

nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz?<br />

Malatya Film Festivali’nin sıcak ve samimi bir<br />

ruhu olsun istiyorum ancak sanırım bu soruya<br />

en iyi cevabı verecek olan çalışma arkadaşlarım<br />

ve festivali takip eden sinemaseverler, sinema<br />

yazarları ya da sektörden insanlar olabilir.


Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl<br />

23’üncüsü düzenlenecek olan Uluslararası Adana Film<br />

Festivali 19-25 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek.<br />

n Festival kapsamında Ulusal Uzun Metraj Film<br />

Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması,<br />

Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması ve Adana<br />

Konulu Senaryo Yarışması’nın yanı sıra,<br />

çeşitli festivallerde ödüller almış seçkin eserlerin<br />

Türkiye prömiyerleri ile söyleşiler,<br />

atölye çalışması ve sergiler de sanatseverlerle<br />

buluşacak.<br />

Festivalin ünlü jürileri<br />

Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından<br />

düzenlenen, 23. Uluslararası Adana Film Festivali<br />

kapsamında yapılacak, Ulusal Uzun Metraj<br />

Film Yarışması’nın jüri üyeleri açıklandı.<br />

Bu yıl 19 - 25 Eylül tarihlerinde<br />

gerçekleşecek<br />

olan 23.Uluslararası<br />

Adana Film Festivali<br />

kapsamında yapılacak,<br />

Ulusal Uzun Metraj Film<br />

Yarışması’nın jüri üyeleri<br />

belli oldu. Sinema ve sanat<br />

dünyasının önemli isimlerinin<br />

yer aldığı jüride, jüri<br />

başkanlığını ünlü yönetmen<br />

ve senaryo yazarı Tayfun<br />

Pirselimoğlu yapacak.<br />

Ayrıca Jüride yönetmen<br />

Emin Alper, görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi<br />

ve oyuncular Hatice Aslan ve Muhammet<br />

Uzuner yer alacak.<br />

Konuyla ilgili bir açıklama yapan<br />

Adana Büyükşehir Belediye<br />

Başkanı Hüseyin Sözlü, ‘Yoğun<br />

ilgi gören Ulusal Uzun Metraj Film<br />

Yarışmamızda, sinema ve sanat<br />

camiamızın birbirinden değerli isimleri,<br />

jüri üyesi olarak görev yapacak.<br />

Kendilerine festivalimize göstermiş<br />

oldukları ilgi için teşekkür ediyoruz’<br />

şeklinde konuştu.


Ulusal uzun Metraj Film Yarışması…<br />

23. Uluslararası Adana Film Festivali Ulusal<br />

Uzun Metraj Film Yarışması’nda 12 eser jüri<br />

önüne çıkmaya hak kazandı. Yarışacak filmlerden<br />

6’sı dünya prömiyerini, 3’ü de Türkiye<br />

prömiyerini Adana’da yapacak. 5 film ise,<br />

yönetmenlerin ilk filmi olarak dikkat çekiyor.<br />

Yarışmada yer alacak eserlerden, Erhan<br />

Tuncer’in ilk filmi olan “Ağustos Böcekleri<br />

ve Karıncalar”, dünya prömiyerini Adana’da<br />

yapacak. Yine bir ilk film olan Mehmet Can<br />

Mertoğlu’nun “Albüm”ü ise, 69. Cannes Film Festivali<br />

Eleştirmenler Haftası’nda yarışmış ve ‘Yılın<br />

En Yenilikçi Yönetmen Ödülü’nü almıştı. Film,<br />

Türkiye prömiyerini yarışma kapsamında Adana’da<br />

yapacak. Kıvanç Sezer’in ilk filmi olan “Babamın<br />

Kanatları”, 51. Karlovy Vary Film Festivali Ana<br />

Yarışması’nda, Dünya prömiyerini<br />

yapmıştı. Film, Türkiye’de ilk defa<br />

Adana’da seyirci karşısına çıkacak.<br />

Yine yarışmanın finalistlerinden Handan<br />

Öztürk’ün “Bana Git De” ve Hiner<br />

Saleem’in “Dar Elbise” isimli eserleri,<br />

dünya prömiyerlerini yarışma<br />

kapsamında yapacaklar.Çağdaş<br />

Çağrı’nın ilk filmi olan “Geçmiş”,<br />

dünya prömiyerini yarışma<br />

kapsamında gerçekleştirecek. Yüksel<br />

Aksu tarafından yönetilen “İftarlık<br />

Gazoz”, yarışmanın bir diğer finalisti olarak<br />

karşımıza çıkıyor. YönetmenReha Erdem’in, 73.<br />

Venedik Film Festivali’nde ‘Ufuklar’ kategorisinde<br />

yarışacak filmi “Koca Dünya”, Türkiye prömiyerini<br />

yarışma kapsamında, Adana’da yapacak. Güven<br />

Beklen’in yönettiği “Mehmet Salih” isimli ilk<br />

filmi, dünya prömiyerini yapacak bir diğer finalist.<br />

Çağan Irmak’ın yönettiği “Nadide Hayat” da<br />

yarışmanın finalistleri arasında yer alacak. Derviş<br />

Zaim’in “Rüya” isimli filmi ise, yine<br />

dünya prömiyerini yarışma kapsamında<br />

gerçekleştirecek finalistler arasında.<br />

Cemil Ağacıkoğlu’nun “Tarla” isimli<br />

filmi ise, yine büyük ödül için jüri<br />

karşısına çıkacak eserlerden biri olacak.<br />

Yarışmada, ‘En İyi Film’ seçilecek eser,<br />

350.000 TL.’lik ödülün sahibi olacak.<br />

Festival kapsamında yapılacak tüm<br />

yarışmalarda ise, toplam 840.000 TL.<br />

ödül dağıtılacak.


Onur Ödülleri…<br />

23. Uluslararası Adana Film<br />

Festivali’nin Onur Ödülleri, bu yıl<br />

oyuncular Ayla Algan ve Murat Soydan<br />

ile yazar Osman Şahin’e takdim<br />

edilecek.<br />

Adana Büyükşehir<br />

Belediyesi tarafından<br />

19 - 25 Eylül 2016<br />

tarihlerinde yapılacak<br />

23. Uluslararası Adana<br />

Film Festivali’nde, Onur<br />

Ödülleri’ni alacak isimler<br />

açıklandı. Konuyla<br />

ilgili bir açıklama yapan<br />

Adana Büyükşehir<br />

Belediye Başkanı<br />

Hüseyin Sözlü, ödül<br />

alacak isimlerin Türk<br />

sinemasına büyük<br />

katkılar sağlamış usta<br />

sanatçılar olduğunu<br />

belirterek, “Bu yıl festivalimizde<br />

Onur Ödülü<br />

takdim edeceğimiz<br />

isimlerden biri Ayla<br />

Algan. Algan’ı Türk<br />

tiyatrosuna verdiği<br />

emeklerin yanı sıra,<br />

beyazperdede hayat<br />

verdiği unutulmaz karakterlerden<br />

tanıyoruz.<br />

Türk sinemasının ve<br />

özellikle Yeşilçam<br />

döneminin unutulmaz<br />

oyuncularından biri<br />

olan Murat Soydan ise, Onur Ödülü<br />

alacak bir diğer isim olacak. Yine<br />

sinemamıza ilham veren pek çok<br />

öyküyü kaleme alan yazar Osman<br />

Şahin, bölüm kapsamında ödülünü almak<br />

üzere, aramızda olacak” dedi.Sözlü,<br />

açıklamasına “Sinema hafızamıza<br />

güçlü eserleriyle kazınan birbirinden<br />

değerli sanatçılarımızı, festivalimiz<br />

sırasında Adana’da ağırlamaktan<br />

memnuniyet duyacağız” şeklinde<br />

devam etti.<br />

Hüseyin Sözlü, Onur Ödülleri Bölümü<br />

kapsamında Ayla Algan, Osman Şahin<br />

ve Murat Soydan’ın filmlerinden oluşan<br />

seçkilerin izleyiciyle buluşacağını ve<br />

sinema yazarı Burçak Evren’in, yine<br />

bu üç isimle ilgili kitapları kaleme<br />

alacağını ifade etti.<br />

Adana Büyükşehir Belediyesi 23.<br />

Uluslararası Adana Film Festivali Onur<br />

Ödülleri, 20 Eylül Salı günü yapılacak<br />

Açılış ve Onur Ödülleri Töreni’nde sahiplerine<br />

verilecek.<br />

Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması<br />

Adana Büyükşehir Belediyesi<br />

tarafından bu yıl 19 - 25 Eylül tarihleri<br />

arasında gerçekleştirilecek, 23.<br />

Uluslararası Adana Film Festivali<br />

kapsamında yapılacak Ulusal Öğrenci<br />

Filmleri Yarışması’nda 32 eser, 4 kategoride<br />

jüri önüne çıkacak.<br />

Uluslararası Adana Film Festivali<br />

kapsamında her yıl<br />

gerçekleştirilen, ülkemizdeki<br />

güzel sanatlar<br />

ve iletişim fakültelerine<br />

devam eden öğrencilerin<br />

başvurabildiği ve filmlerin<br />

“kurmaca, deneysel, belgesel<br />

ve canlandırma” dallarında<br />

ayrı ayrı değerlendirildiği<br />

“Ulusal Öğrenci Filmleri<br />

Yarışması”nın ön<br />

eleme sonuçları<br />

açıklandı.<br />

Yarışmanın ön<br />

eleme kurulunda<br />

yönetmen<br />

Belma<br />

Baş, yapımcı ve<br />

senarist Haşmet<br />

Topaloğlu ve belgesel<br />

film yönetmeni Ender<br />

Yeşildağ görev aldı. Ön el- e-<br />

meyi geçen filmler, festi-<br />

val<br />

sırasında yarışmanın jürisi tarafından<br />

izlenerek, her dalda en iyi film be-


lirlenecek. Yine festival<br />

boyunca, her<br />

film değişik gün<br />

ve tarihlerde iki kez<br />

gösterilecek. Film yönetmenleri<br />

seanslarda hazır<br />

bulunarak, izleyicilerden<br />

gelen soruları yanıtlayacaklar.<br />

Yarışmanın ödülleri, 24 Eylül Cumartesi<br />

günü yapılacak Ödül Töreni<br />

ile sahiplerini bulacak. Her dalın birincisi<br />

7.500 TL. para ödülü ve “Altın Koza”<br />

heykeli ile ödüllendirilecek.<br />

Yarışmanın finalistleri şöyle:<br />

KURMACA DALI<br />

BİR HEDİYE - 9’- Muhammed Seyyid<br />

Yıldız / Mimar Sinan Üniversitesi<br />

GÜL ALİ - 15’ - Gökhan Altuntaş / 9 Eylül<br />

Üniversitesi<br />

SOĞAN - 14’ - Ozan Çağlar / Marmara<br />

Üniversitesi<br />

UÇURTMA - 12’ - Serdal Altun / Gaziantep<br />

Üniversitesi<br />

7 SANTİMETRE - 16’ - Metehan<br />

Şereflioğlu / 9 Eylül Üniversitesi<br />

KEFARET - 16’ - Ali Kışlar / Çanakkale<br />

Üniversitesi<br />

YAŞLI ADAM VE BAHEL- 13’ - Engin<br />

Yıldırım / Okan Üniversitesi<br />

EN YENİ GERÇEKÇİLİK - 20’ - Mehmet<br />

Ali Sevimli / Selçuk Üniversitesi<br />

ALABORA - 15’ - Nursena Şimşek / Akdeniz<br />

Üniversitesi<br />

HELAK - 6’ – Hikmet Kerem Özcan / Mimar<br />

Sinan Üniversitesi<br />

DENEYSEL DALI<br />

HEDEF - 2’ - Cemre Yılmaz / Ankara Üniversitesi<br />

KES-ME -1’ - Aysu Uğur / Gazi Üniversitesi<br />

FİLM - 7’ - Batuhan Yıldız / Marmara Üniversitesi<br />

NİJER - 4 - Hikmet Kerem Özcan / Mimar<br />

Sinan Üniversitesi<br />

AHALİ - 11’ - Ezgi Büşra Çınar / Akdeniz<br />

Üniversitesi<br />

5 DAKİKA - 9’ - Teoman Cüneyt Acar / 9<br />

Eylül Üniversitesi<br />

CANLANDIRMA DALI<br />

İNSANOĞLU - 3’ – Turgut Hatipoğlu /<br />

Bahçeşehir Üniversitesi<br />

DEVR-İ ADEM - 6’ - Ersin sel / İstanbul Üniversitesi<br />

PİKSELRUF 2000 - 2’ - Ali Özgür Güner /<br />

Bahçeşehir Üniversitesi<br />

NEFRETİN ÜVEY EVLATLARIYIZ - 6’ - Metin<br />

Vatansever / Anadolu Üniversitesi<br />

ÇALI - 4’ - İsmet Kale / Bahçeşehir Üniversitesi<br />

İNCİR AĞACI - 3’ - Çağla Gezener /<br />

Bahçeşehir Üniversitesi<br />

BELGESEL DALI<br />

BABA USTA-MEZAR İŞLERİ YAPILIR - 22’ -<br />

Abdurrahman Baştuğ - Özgün Kabakçıoğlu<br />

/ Bahçeşehir Üniversitesi<br />

SÜHEYLA - 17’ - Gökhan Öcal / Selçuk Üniversitesi<br />

REST - 16’- Enis Kal / Erciyes Üniversitesi<br />

BAŞKA - 12’ - Cemre Şenses / Akdeniz Üniversitesi<br />

MÜSAHİP - 17’ - İbrahim Aybek - Eren<br />

Bektaş / Selçuk Üniversitesi<br />

İÇİMİZDEKİ ÖKÜZ - 14’ - Sinan Aygün / Akdeniz<br />

Üniversitesi<br />

IŞIKLIK - 16’ - Burak Doğan / Bahçeşehir<br />

Üniversitesi<br />

SUSUZ YAZ’IN İZİNDE - 14’ - Duygu Üzel<br />

İrem Özyürek / Yaşar Üniversitesi<br />

GRUP CTE -16’ - Celal Argın / Erciyes Ü.<br />

VEFA - 13’ - Baran Vardar / Ege Üniversitesi<br />

EN İYİ FİLME 350.000 TL. ÖDÜL<br />

Festivalin en çok ilgi gören<br />

yarışmalarından Ulusal Uzun Metraj Film<br />

Yarışmasında ‘En İyi Film’ 350.000TL. para<br />

ödülü alacak. Festival kapsamında ayrıca,<br />

‘Öğrenci Filmleri Yarışması’, ‘Akdeniz Ülkeleri<br />

Kısa Film Yarışması’ ve ‘Adana Konulu<br />

Senaryo Yarışması’ yer alacak. Festival<br />

kapsamındaki tüm yarışmalarda toplam,<br />

850.000 TL ödül dağıtılacak.<br />

ADANA KONULU SENARYO YARIŞMASI<br />

‘23.Uluslararası Adana Film Festivali’nde<br />

gerçekleştirilecek Adana Konulu Senaryo<br />

Yarışması’nda birinciye Orhan Kemal ödülü<br />

kapsamında 40.000, ikinciye Yaşar Kemal<br />

Ödülü kapsamında 20.000 ve üçüncüye Muzaffer<br />

İzgü Ödülü kapsamında 10.000 TL’lik<br />

ödül verilecek.


ALTIN PORTAKAL’IN İZİNDE<br />

16-23 Ekim arasında 53. Uluslararası Antalya Film<br />

Festivali’nde yer alacak filmler için yönetmelikler, başvuru tarihleri<br />

ve başvuru formları resmi internet sitesinde yayınlandı.<br />

n 16-23 Ekim arasında gerçekleşecek 53.<br />

Uluslararası Antalya Film Festivali’nde yer<br />

alacak filmler için yönetmelikler, başvuru<br />

tarihleri ve başvuru formları festivalin<br />

resmi internet sitesinde yayınlandı. Festivalde<br />

bu yıl da ana kategoriler ‘Ulusal<br />

Uzun Metrajlı Film Yarışması’, ‘Uluslararası<br />

Uzun Metrajlı Film Yarışması’, ‘Ulusal Kısa<br />

Metrajlı Film Seçkisi’ ve ‘Antalya Film<br />

Destek Fonu’ olarak belirlendi.<br />

Kapsamı geçtiğimiz yıl genişletilen Ulusal<br />

Uzun Metrajlı Film Yarışması’na, kurmaca<br />

eserlerin yanı sıra belgesel, deneysel ya<br />

da animasyon uzun metrajlı Türkiye yapımı<br />

filmler başvurabilecek. 60 dakikadan kısa<br />

ve daha önce ülkemizde katıldığı festivallerden<br />

herhangi birisinde ‘En İyi Film’<br />

ödülü almış olan filmlerin katılamayacağı<br />

bu kategoride büyük ödül Altın Portakal<br />

heykelciğiyle birlikte 50.000’i dağıtım<br />

desteği olmak üzere, 100.000 TL olarak<br />

açıklandı. Ulusal yarışmada; ‘En İyi İlk<br />

Film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi<br />

Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü<br />

Yönetimi, En İyi Kurgu, En İyi Sanat<br />

Yönetimi’ ödülleriyle Dr. Avni Tolunay Jüri<br />

Özel Ödülü ve Behlül Dal Jüri Özel Ödülü<br />

kapanış gecesinden bir gün önce, Antalya<br />

Film Forum ödül töreniyle aynı gece<br />

sahiplerini bulacak. ‘En İyi Film, En İyi<br />

Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Müzik,<br />

En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu’<br />

ödülleri ise festivalin kapanış töreninde<br />

Uluslararası Uzun Metrajlı Film Yarışması<br />

ödülleriyle birlikte verilecek.<br />

Geçen yıl uygulamaya başlanan ve ilgiyle<br />

karşılanan Ulusal Kısa Metrajlı Film<br />

Seçkisi’ne dahil olan filmlerin uluslararası<br />

yarışma filmlerinin öncesinde izleyiciyle<br />

buluşması bu yıl da devam edecek. Aynı<br />

zamanda özel bir Belgesel Seçkisi de film<br />

programında yerini alacak. Her iki seçkideki<br />

filmlerden birer tanesi halk oylamasıyla<br />

İzleyici Ödülü’nün sahibi olarak Altın Portakal<br />

heykelciğiyle ödüllendirilecek. Antalya<br />

şehrindeki film üretimini artırmak, Antalya’yı<br />

Türkiye ve dünya film endüstrisinin önemli<br />

lokasyonlarından birine dönüştürmek<br />

amacıyla düzenlenen Antalya Film Destek<br />

Fonu bu festivalin öne çıkan bölümleri<br />

arasında yer alıyor. Dış çekimlerinin en az<br />

üçte biri Antalya şehrinde gerçekleştirilecek<br />

olan ulusal uzun metrajlı bir filme senaryo<br />

aşamasında destek olmayı amaçlayan bu bölümün<br />

para ödülü 100 bin TL olarak açıklandı.<br />

Altın Portakal Dünyası Festival Afişinde<br />

Bu yıl 16-23 Ekim tarihleri arasında yapılacak<br />

olan 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin<br />

merakla beklenen afişi yayınlandı. Ekim<br />

ayında, dünyanın dört bir tarafından gelen<br />

sinemacılarıAntalya’da buluşturmaya<br />

hazırlanan festivalin afişini büyük ödül olan<br />

Altın Portakal heykelciği süslüyor. Dünyanın<br />

sinema başkenti olmaya aday Antalya da,<br />

ışığıyla afişin başrolünde. Antalya Film Destek<br />

FonuYarım yüzyılı aşan geçmişiyle Türkiye<br />

sinema sektörünün gelişimine destek olan ve<br />

katkı sağlayan Uluslararası Antalya Film Festivali,<br />

misyonunu bir adım daha öteye taşıyarak<br />

geçtiğimiz yıl Antalya Film Destek Fonu<br />

(AFDF) ödülünü başlattı.<br />

Antalya şehrindeki film üretimini artırmak,<br />

şehri Türkiye ve dünya film endüstrisinin<br />

önemli merkezlerinden birine dönüştürmek<br />

amacıyla düzenlenen Antalya Film Destek<br />

Fonu, bu yıl da festivalin önemli bölümleri<br />

arasında. Özel bir sertifika ve 100 bin TL<br />

para ödülü bulunan AFDF’nin yönetmeliği ve<br />

başvuru formu 53. Uluslararası Antalya Film<br />

Festivali resmi internet sitesinde yayında.


FESTİVALDEN<br />

FESTİVALE<br />

GÖRDÜĞÜMÜZ<br />

SİNEMA<br />

YAZARLARI!<br />

MURAT TOLGA ŞEN<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Sadece festivallerde<br />

gördüğümüz ama bir<br />

yazısını okuyamadığımız<br />

sinema yazarları, festival<br />

başlamadan 15 gün<br />

önce yeniden çalışmaya<br />

başlayan uyurgezer sinema<br />

siteleri var...<br />

Sadece festivallerde gördüğümüz<br />

ama ne zamandır bir yazısını<br />

okuyamadığımız sinema<br />

yazarları, festival başlamadan 15 gün<br />

önce yeniden çalışmaya başlayan<br />

uyurgezer sinema siteleri var ve hepsi<br />

bu yazıda Susmayan Köşe’nin diline<br />

dolanıyor!<br />

Eylül’ün 19’unda Adana, Ekim’de<br />

Edirne, Antalya, hemen ardından<br />

Malatya… Ülkenin sürekli değişen<br />

gündemi zeval vermez ise yani yeni<br />

bir darbe olmaz, bir yerlerde yüzlerce<br />

kişiyi öldürecek bir bomba patlamaz,<br />

daha da absürdü, uzaylılar bizi istila<br />

etmez ise bir sürü şehirde birçok yeni<br />

film izleyeceğiz. Sinema yazarlarının<br />

kutsal kadeh arayışı başlıyor; bakalım<br />

o muhteşem filme hangi festivalde<br />

rastlayacağız?<br />

Şimdi… Her şey iyi güzel hoş ama<br />

festival demek bazıları için film izlemekten<br />

ziyade, bedava uçak bileti-otel<br />

konaklaması-yeme içme ve gezmek demek.<br />

Görünen manzara şu; davet edilip<br />

katılan basın takipçilerinin neredeyse<br />

yarıdan fazlası o festival hakkında iki<br />

satır bile yazmıyor. Festivale katılmayı<br />

bir takipçi olma durumundan çok bir


ayrıcalık ve kazanılmış bir hak gibi görüyorlar. Bu<br />

söylediklerim elbette geneli bağlamaz ama bu<br />

gerçekliği olan bir tespittir.<br />

Bazı sinema yazarlarını sadece festivallerde<br />

görürsünüz, en son ne zaman ne yazdı, kimle<br />

röportaj yaptı, hangi filmi eleştirdi bilmezsiniz ama<br />

sizden önce oradadırlar. Bunlar kimler? İsim vermem<br />

ama yöntemlerini yazayım; SİYAD’lı iseler<br />

derneğin forsunu kullanırlar (ve dernek içindeki<br />

faal yazarlara çok ayıp ederler) ya da festivalden<br />

birilerini çoktan bağlamışlardır. Daha da olmazsa,<br />

arkadaşlar devreye girer, konuk ağırlamacıların<br />

ensesinde boza pişirilir, ikna edilmeye çalışılır.<br />

SiYAD’sızların arsızları ise “ısrarla bayilerinden<br />

isteyenler” grubuna girerler. PR’cılar onlara fazla<br />

bulaşmak istemez çünkü “hayır” cevabını asla<br />

kabul etmezler, kapıdan kovulduklarında bacadan<br />

girerler. Bu gözler, festivale gelip sektörden onca<br />

insan varken kaldığı otelin müdürüyle röportaj<br />

yapanları (Tabii ki daha iyi bir oda kapmak için)<br />

bile gördü!<br />

Eskiden böyle bir kavga yoktu, yıllar içinde<br />

bağımsız sinema siteleri ve blogcular önem<br />

kazandıkça festivale çağırılacak sinema<br />

yazarlarının kimler olacağı bir soru işaretine<br />

dönüştü. Sinema blogculuğu halen yükseliyor.<br />

Blog yazarları hiç olmadığı kadar çok okunuyorlar<br />

ve ciddi bir tiraj yakalamış durumdalar… Buna<br />

rağmen, yazılı basının tekelleşmiş saygı duygusundan<br />

uzaklar ama bu durum da değişmek<br />

üzere…<br />

Bu festivale davet edilme meselesini herkes<br />

kendine hak görüyor. Eski SİYAD başkanı Tunca<br />

Arslan, blogcuları “3 kap yemek peşindeki<br />

beleşçiler” olarak gördüğünü kaleme alacak<br />

kadar ileri gitmişti bir yazısında. Arkadaş, İğneyi<br />

kendine bir batır önce desem, yapamaz!<br />

Olay sadece bireysel değil, bir de “festivalden<br />

festivale güncellenen” sinema siteleri var.<br />

İstanbul Film Festivali bitince uyuyan site<br />

Adana’dan 20 gün önce patlayacak yanardağ<br />

gibi homurdanmaya başlar ama festivaller bittikten<br />

hemen sonra dükkan kapanır!<br />

Tüm bunlar böyleyken olan işini düzgün yapan<br />

yıl boyunca Türkiye’nin sinemasına kafa<br />

yoran, yazılar yazan insanlara olur, onlar da<br />

bu beleşçilerle aynı kefeye konur. Festivallere<br />

katılan sinema yazarlarının yıldan yıla azaldığını<br />

düşünüyorum çünkü festivalin verdiği önemi ona<br />

iade etmekten uzağız. Mesleği yapanların bu<br />

anlamda çok daha gayretli olmasına ihtiyacımız<br />

var. Evet, pek çok eleştirmen işsiz ama şu sosyal<br />

medya bolluğunda kimse yerim dar diyemez.<br />

Hiçbir şey yapamıyorsan tweet at, Facebook’ta<br />

not yayınla… Sonra koyarsın içtiğin orta kahvenin<br />

fotoğrafını.<br />

Film çekeniyle, eleştirmeniyle, festivaliyle, jürisiyle…<br />

Biraz doğrulup düzelsek artık.


ADANA’DA BU FİLMLERİ<br />

MUTLAKA SEYRETMELİS<br />

19 – 25 Eylül tarihlerinde 23. kez düzenlenecek Uluslararası<br />

Adana Film Festivali boyunca takip edilmesi gerektiğini<br />

düşündüğüm beş filmi festival öncesi önermek ve bir ön<br />

değerlendirmede bulunmak istedim...<br />

UTKU ÖGETÜRK<br />

n 19 – 25 Eylül<br />

tarihlerinde 23.<br />

kez düzenlenecek<br />

Uluslararası Adana<br />

Film Festivali her<br />

sene olduğu gibi bu<br />

yıl da özellikle Türkiye<br />

Sineması’nın merakla<br />

beklenen filmlerinin<br />

prömiyerini yapacak olması sebebiyle<br />

dikkat çekiyor. On iki filmin yarışacağı<br />

Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda<br />

yer alan filmler arasından dikkat çeken<br />

ve izlenmesi, sezon boyunca takip<br />

edilmesi gerektiğini düşündüğüm beş<br />

filmi festival öncesi önermek ve bir ön<br />

değerlendirmede bulunmak istedim.<br />

Albüm<br />

Yönetmen: Mehmet Can Mertoğlu<br />

Mehmet Can Mertoğlu’nun yazıp<br />

yönettiği ve aynı zamanda genç<br />

yönetmenin ilk uzun metraj denemesi<br />

olan Albüm, prömiyerini Cannes<br />

Film Festivali’nde gerçekleştirdi.<br />

Başrollerini Şebnem Bozoklu ve Murat<br />

Kılıç’ın baş rollerini paylaştığı film,<br />

evlat edindiğini gizlemeye çalışan<br />

bir çiftin hikayesini mizahi bir dille<br />

anlatıyor. Duyurulduğu ilk günden bu<br />

yana çok konuşulan ve Cannes’dan<br />

Eleştirmenlerin Haftası bölümünden<br />

Yenilikçilik ödülüne layık görülen film<br />

festivalin hem yerli hem de uluslararası<br />

seçkisini göz önüne aldığımızda<br />

Adana’nın en çok konuşulan filmlerinden<br />

biri olacak gibi gözüküyor.<br />

Koca Dünya<br />

Yönetmen: Reha Erdem<br />

Reha Erdem’in Dünya prömiyerini<br />

Venedik Film Festivali’nde<br />

gerçekleştirecek ve Orrizonti – Ufuklar<br />

Bölümü’nde yarışacak<br />

son filmi Koca Dünya’nın<br />

Türkiye’deki ilk gösterimi<br />

Adana’da olacak. Henüz filmin<br />

konusu hakkında detaylı<br />

bilgiye sahip olmasak da bir<br />

Reha Erdem filmi olması,<br />

Koca Dünya için beklentiyi<br />

arttırmaya yetiyor. Özellikle<br />

de Erdem’in son filmi<br />

Şarkı Söyleyen Kadınlar’da<br />

yarattığı hayal kırıklığının<br />

ardından Koca Dünya, yönetmeninin<br />

hayranları tarafından<br />

büyük önem taşıyor.


İNİZ<br />

Ağustos Böcekleri ve Karıncalar<br />

Yönetmen: Erhan Tuncer<br />

Festivalin yarışma bölümünde bulunan<br />

bir diğer ilk film Ağustos Böcekleri ve<br />

Karıncalar. Aslında bir ilk film olarak lanse<br />

edilmesine rağmen Erhan Tuncer’in Deneme<br />

Çekimi adında bir uzun metrajı daha<br />

bulunuyor lakin yönetmenin filmi<br />

vizyona girmediği gibi online olarak<br />

da izlenebiliyor. Ağustos Böcekleri<br />

ve Karıncalar ise öncelikle oyuncu<br />

kadrosuyla son derece dikkat çeken<br />

bir yapım. Baş rollerini daha önce<br />

Adana’da ve Ankara’da Aşk ve<br />

Devrim’deki performansıyla Umut<br />

Veren Genç Erkek Oyuncu ödülünü<br />

kazanan Gün Koper ile tecrübeli<br />

oyuncular Bennu Yıldırımlar ve<br />

Erdem Akakçe’nin paylaşıyor. Festivalin,<br />

dikkat çekecek yapımları<br />

arasında olacağına inanıyorum.


Rüya<br />

Yönetmen: Derviş Zaim<br />

Türkiye Sinemasının usta yönetmenlerinden<br />

Derviş Zaim’in son<br />

filmi Rüya da, Reha Erdem’in<br />

Koca Dünya’sı gibi Türkiye prömiyerini<br />

Adana’da yapacak filmler<br />

arasında yer alıyor. Derviş Zaim’in<br />

dokuzuncu uzun metrajlı sinema<br />

filmi olma özelliği taşıyan son<br />

filmi Rüya, gelenekten ve tarihten<br />

devraldığı mirası taşımaya<br />

çalışan; bir yandan da süreklilik<br />

içinde değişerek hayata devam<br />

etmenin peşinde olan bir mimar<br />

kadının hikayesini konu alıyor.<br />

Mehmet Salih<br />

Yönetmen: Güven Beklen<br />

Bir başka genç yönetmenin bir<br />

başka ilk uzun metraj denemesi<br />

olarak dikkat çeken Mehmet Salih,<br />

konusu itibariyle dikkatimi<br />

çeken bir film. Basın bülteninde<br />

konusu; “Mehmet Salih, sessiz,<br />

içine kapanık, kendi halinde bir<br />

çocuktur. Evden kaçarak evlenen<br />

annesinden başka kimsesi<br />

yoktur. Hasta annesiyle birlikte<br />

yaşayan Mehmet Salih, geceleri<br />

altını ıslatıyordur. Annesi her gün<br />

çamaşır yıkamasın diye mücadele<br />

veren Mehmet Salih, komşu kızı<br />

Ceylan’a da ilgi duymaktadır. Ceylan<br />

ise yanlış bir seçim yaparak<br />

evden kaçmıştır.” olarak geçen<br />

filmin konusu gerçekten dikkat çekici.<br />

Adana’da Koca Dünya, Albüm<br />

ve Rüya gibi filmlerle yarışacak<br />

olan Mehmet Salih, festivallerde<br />

bolca görmeye alıştığımız öğrenci<br />

işi filmlerden mi yoksa geçtiğimiz<br />

yıla damgasını vuran Emre<br />

Konuk’un ilk uzun metrajı Çırak<br />

gibi yılın sürprizi mi olacak, festivalde<br />

göreceğiz.


KUSURSUZ ERKEK VE KA<br />

KARAKTERLERDEN SIKIL<br />

Bu ay vizyona giren Çok Uzak Fazla Yakın filminin<br />

yönetmeni Türkan Derya ve oyuncuları Burcu Biricik, Özgün<br />

Çoban filmlerindeki karakterlerin gerçek hayattaki gibi<br />

kusurları olduğunu söylediler. Yönetmen bu kusurların<br />

zaten filmin etkileyiciliğini artırdığını belirtti...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Türk sineması yeni bir sezonu daha açıyor.<br />

Yaz aylarının ölü toprağı serdiği sinemamız hem<br />

festivallerin başlaması hem de vizyona giren Türk<br />

filmlerinin artmasıyla hareketlendi. İşte sezonun<br />

ilk filmlerinden Çok Uzak Fazla Yakın filminin<br />

yönetmeni Türkan Derya ve oyuncuları Burcu<br />

Biricik, Özgün Çoban ile yaptığımız röportaj...<br />

Senaryoyla başlayalım isterseniz, ilk sinema<br />

filminiz. Senaryonun hikayesini alabilir miyiz?<br />

İlk film olarak bu projeyi neden seçtiniz?<br />

Türkan Derya: İlk filmin bu olmasının sebebi bir<br />

hissiyat. Bundan 10 yıl evvel bir gazeteye ropörtaj<br />

vermişim, neden sinema çekmediniz demişler<br />

bana. Ben de çekmek zorunda mıyım vesaire<br />

demişim. Sanki dizi çeken herkes film de çekmek<br />

zorundaymış gibi. Sanki diziler, sinemaya<br />

giden bir yolmuş gibi hissediliyordu. Öyle bir algı<br />

vardı. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Dizi<br />

yönetmenliği yapmaktan da çok memnunum. O<br />

ropörtajda da demişim ki, “Eğer bir gün sinema<br />

filmi çekersem bu film aşk filmi olur.” İkili ilişkilere<br />

dair bir merakım ve o dünyayı anlatmak konusunda<br />

bir isteğim var. Çektiğim dizilerde de aslında<br />

bu şekilde hikayeler var. Davranışlar çok ilgimi<br />

çekiyor.<br />

Hem dizinizde hem de filminizde terkeden anneler<br />

var?<br />

Türkan Derya: Anneleri tarafından terk edilmiş<br />

kadınların, çocukların dayanışmasının var olmak<br />

konusunda daha fazla yer teşkil ettiklerini<br />

ve hayata daha fazla tırnak geçirdiklerine<br />

inanıyorum ben. Ama filmdeki benzerlik benden<br />

kaynaklanıyor. Filmin kreatif ekibinde ben de<br />

vardım. Ama bir yandan da şöyle bir şey var<br />

diziyle alakalı; dizinin senaryosu çok kabaca<br />

belliydi. “3 kız kardeş, bir düğün organizasyon<br />

şirketleri vardır.” Gibi bir cümle vardı senaryonun<br />

içinde. Ben de dedim ki ya anneleri ya da<br />

babaları terk etmiş olsun ki dramatik bir yön<br />

olsun dizinin içinde. O da yazarken annelerinin<br />

terk etmiş olmasını tercih etti ki büyük ablaya<br />

anne rolü verilsin.<br />

Sizin dördüncü filminiz ancak ilk başrolünüz<br />

sanırım. Projeyi ne için kabul ettiniz? İlk<br />

okuduğunuzda sizi rolünüzle alakalı etkileyen<br />

en şey ne olmuştu?<br />

Burcu Biricik: Ben Türkan hocayla tanıştığımda<br />

senaryoyu henüz okumamıştım. Hatta biz<br />

okeyleştiğimiz zaman senaryo oluşmaya<br />

başladı. Bu işe girdiğimizde bir senaryo yoktu.<br />

Türkan hocayla tanıştık sadece. Zaten Türkan<br />

hocayla tanıştıktan ve senaryoyu birazcık dinledikten<br />

sonra ben çok okeydim. Her zaman da<br />

söylerim, ben enerjiden yana birisiyimdir. Türkan<br />

hocanın enerjisi bana çok güzel geldi. Belli ki<br />

benimki de ona güzel gelmiş ki bu işe başladık.<br />

Peki rolünüzü okuduğunuzda ne hissettiniz?<br />

Burcu Biricik: Çok benzer yerden çıkıyoruz<br />

enerji olarak Aslı’yla. Sevdiğim şeyi sanırım<br />

boyutlandırmak oldu. En başta çok benzediğim<br />

bir kızla yola çıkıyorum ancak 15 yıl sonrasını<br />

canlandırmak söz konusu olduğunda bir oyuncu<br />

olarak ister istemez bir heyecan doğuyor. En<br />

basitinden çabalamam lazım, kendimden çıkıp


DIN<br />

DIM<br />

ÖZGÜN<br />

ÇOBAN<br />

TÜRKAN<br />

DERYA<br />

BURCU<br />

BİRİCİK


aşka bir şey yapmam lazım. Bir de oradaki<br />

aşkın o pürlüğünü ve saflığını beğendiğimden<br />

rolü de çok çok beğenmiştim.<br />

Sizi şahsen tanımıyorum ancak görünüm<br />

olarak filmdeki insandan çok farklısınız ve<br />

tamamen farklı bir kimlik giymişsiniz.<br />

Özgün Çoban: Benim için de Türkan hocayla<br />

çalışmak çok efsanevi bir şeydi. Ama rolü<br />

okuduğumda normal aşk filmlerinden ayıran bir<br />

şey vardı benim için. O da karakterlerin psikolojik<br />

derinlikleriydi. Adam, sürekli gitmek isteyen bir<br />

adam; kadın ise sürekli bağlanmak isteyen bir<br />

kadındı. Dolayısıyla bu iki travmanın bir araya<br />

getirdiği bir çifti hayal edince oldukça içime sindi<br />

ve beğendim. Aynı zamanda Burcu’nun dediği<br />

gibi karakterin 3 farklı aşamasını göstermek bir<br />

oyuncu olarak benim için zorlayıcı bir etkendi.<br />

Dolayısıyla heyecanlandırdı proje beni.<br />

Bazı roller vardır, oynayan kişinin de senaryoya<br />

bir parçasını katması beklenir. Bu<br />

rol hangisine yakındı. Kendinizden bu role ne<br />

kattınız?<br />

Burcu Biricik: Bu filmin benim adam akıllı ilk<br />

filmim olmasının dışında, en çok sevdiğim<br />

şeylerden biri de role hazırlık kısmıydı. Okuma<br />

provası, sonrasında set gibi bir programımız<br />

olmadı açıkcası. Biz Türkan hocayla bir araya<br />

gelip, film dışında bir sürü şeyden konuştuk.<br />

Birbirimizi tanıdık. Üçümüzün bir araya geldiği<br />

zamanlar kadar Türkan hocanın bizi ayrı tutmaya<br />

çalıştığı bir zaman dilimi de vardı. Sette aslında<br />

birbirimizi tanımaya başlayalım, sette bir şeyler<br />

gerçekleşsin şeklindeydi düşüncesi. Kronolojik<br />

çekildi film, bu bizim için çok rahatlatıcıydı. 3<br />

buçuk yıllık bir serüvendi bu. Yani artık Aslı’yla<br />

ve Cem’le alakalı her şey o kadar sağlamdı ki.<br />

Bir şeyleri anlamak için hiç güçlük çekmedik.<br />

Benim kattığım bir şeyler illa ki olmuştur ancak<br />

sınırlandırabileceğim bir şey değildi. Ben sadece<br />

Türkan hocanın anlattığı şeyleri uygulamaya<br />

çalıştım ve “Hocam bendeki bu, siz ne diyorsunuz?”<br />

şeklinde gittik hocamla. Ortak bir Aslı<br />

çıkarttık.<br />

Türkan Derya: Yani Burcu ve Özgün olmasaydı<br />

bu film olmazdı. Aralarında müthiş bir şey oluştu.<br />

Hepimizin dahili dışında bir şeyler oluştu onların<br />

arasında. Onlar birbirleriyle bir bağ kurdular. Bu<br />

ne sevgili olmak ne de çok yakın dost olmak...<br />

Bu kurdukları bağ film için ve benim için çok<br />

bulunmaz bir şeydi. Burcu bazı sahnelerde, o<br />

kadar çok yaşamış gibiydi ki. Gidip sordum da<br />

“Sen bunu yaşadın dimi?” diye. Ki sahneleri<br />

de çok ağır şartlarda çektik. Güneş batıyordu<br />

mesela bir sahnede. 7-8 haftada çekmem gereken<br />

işi 4 haftaya sığdırdım bazı zamanlarda.<br />

Çok da zorladım onları. Hiçbir zaman da tadımız<br />

kaçmadı. Özgün’ü kaldırımda giyindirdiğimi<br />

biliyorum ben. Güneş batmak üzere, Özgün’e<br />

pantolon giydirmeye çalışıyoruz, her şey çok<br />

karmakarışık... En sonunda her şey bitti güneş<br />

battı batacak, “Kayıt” dedik, bir baktım o ikisi<br />

sanki hiçbir şey olmamış gibi... O kadar işin<br />

içindeydiler ki... Ben kendim yazdığım filmden<br />

etkilendim bazı yerlerde.<br />

Peki, normalde aşk filmlerinin en etkileyici<br />

kısmı, yaşanılmamış olmasıdır. Mesela kız<br />

filmde kanser olur ve o aşk yaşanamamış


olur. Bu filmde bu aşk yaşanmış bir aşk mıdır<br />

yoksa yaşanamamış bir aşk mıdır?<br />

Burcu Biricik: Benim fikrim, bir hayattan bir<br />

kesidi gösterdiğimiz için devam eden bir hikaye<br />

gibi geliyor bana. Bu aşk yaşandı ve bitti değil.<br />

Yaşanamadı ve bitti de değil. Devam eden bir<br />

sürecin küçük bir kısmını gösterdik bence.<br />

Özgün Çoban: Bence bu aşkı kendi içlerinde<br />

yaşadılar. Ancak kendi travmaları yüzünden<br />

dışarıdan bakılınca yaşanamamış bir aşk.<br />

Türkan Derya: Hani bir sürü şeyi kontrol<br />

ettiğimizi düşünürüz ama nafiledir. Hayat önlerine<br />

bir takım sıkıntılar çıkarttı ve onlar kontrol<br />

edebileceklerini düşündü bunları. Ancak<br />

travmalarını bırakamadılar. Bırakmış olsalardı,<br />

filmin hikayesi belki de başka bir şey olurdu.<br />

Aslında bence filmin en önemli kısmı burjuva<br />

sınıfında geçiyor olması ve Türk<br />

sinemasında bu sınıfa ait öykü az üretilir.<br />

Birkaç tane film var, bu yüzden de bizim<br />

aşklarımız hep kara sevda, kara toprak<br />

şeklinde gider. Kırsal aşklardır. Bu<br />

tarz çalışmaların Türk sinemasında eksik<br />

olduğunu düşünüyor musunuz?<br />

Özgün Çoban: Ait olduğum sınıf neresi bilmiyorum<br />

tam olarak. Çok sınıfsal ayrımdan<br />

girdiğimizden nasıl cevap vereceğimi bilemedim.<br />

Kendi adıma ben asker çocuğuyum. Birçok farklı<br />

şehirde büyüdüm. O yüzden kendi adıma birçok<br />

sınıfa ait hissediyorum. Ancak filmde konu<br />

aldığımız kişiler, kız yönetmen, çocuk da sanatla<br />

uğraşan bir çocuk.<br />

O zaman kültürel sınıftan bahsedelim.<br />

Özgün Çoban: Ondan bahsedersek tabii ki, iki<br />

sanat ruhlu insanın bir araya gelmesini izlemek<br />

hoşuma gidiyor. Günümüzde yaşanan aşklar artık<br />

teknolojiyle birlikte çok hızlı gelişmeye başladı.<br />

Ancak bu iki kişinin aşkını daha gerçek yapan<br />

hem zaten içlerinde sanat aşkı olması sebebiyle<br />

aşkı daha iyi tanımlayabiliyor ve hissedebiliyor<br />

olmaları. En dibine kadar hissedilmiş bir aşk<br />

yaşıyorlar. Bu tarz bir filmi izlemenin ve izlettirmenin<br />

önemli olduğuna inanıyorum çünkü artık<br />

teknoloji aşkları her yerde. Ancak hisler yoluyla<br />

aşkı anlatmak her sınıf için iyidir.<br />

Türkan Derya: Genellemeler beni de zaman zaman<br />

korkutuyor açıkçası. Bir sektörü örtü altına<br />

almak beni ürkütüyor bazen. Bu çok kişisel bir<br />

tercih açıkçası. Sektöre nasıl hizmet ettiğini<br />

düşünmüyor insan pek, kişisel bir serüven olunca.<br />

Bu entel filmi dantel filmi demek biraz meseleyi<br />

başka yerler koyuyor ve mesafe oluşturuyor.<br />

Hâlbuki biz bundan çok imtina ettik çünkü duygu<br />

ortak. Kırsalda yaşanan da şehirde yaşanan da<br />

aşk hikâyesi. Meselenin ortaklığı ve evrenselliği<br />

sebebiyle her yere ait olduğuna inanıyorum.<br />

Eksikliğini hissettiğiniz şeyin ne olduğunu<br />

anlıyorum ancak genel olarak bir eksiklik gidermek<br />

adına çıkılmıyor ya yola. İnsan en iyi bildiği<br />

şeyi anlatmak istiyor. İzmir’deki mahalle mesela<br />

benim büyüdüğüm mekân, hayat insanı ne olursa<br />

olsun bazı yerlere atıyor gerçekten. Filmdeki çiftin<br />

birlikte gezdiği yerler her yerden farklı olsun istedik<br />

ama bulamadık bir türlü. Sonrasında kendimi<br />

eskiden büyüdüğüm mahallede buldum. Soruyu<br />

ne kadar yanıtlayabildim ne kadar tatmin edici<br />

oldu bilmiyorum ama kırsaldaki hikâyeleri an-


anlatan kişiler de en iyi bildikleri şeyleri anlatmaya<br />

çalışıyorlar.<br />

Zaten sorun onların yapılması değil, onların<br />

dışında çok az şey yapılması.<br />

Türkan Derya: Haklısınız aslında katılıyorum o<br />

konuda. Belki de riske girmek istemediklerinden.<br />

Siz o riski aldınız ama.<br />

Türkan Derya: Ben o riski aldım çünkü kaybedecek<br />

bir şeyim yok. Bana yeter ki bu film ikinci filmi<br />

yapma cesareti versin. Çok canımı yakarak çok<br />

fazla şey öğretti bana bu serüven. Zordu bayağı.<br />

Para bulmak zordu. Bütün kapıların önüne<br />

açılacağını düşünüyorsunuz sonuçta televizyonlarda,<br />

bu sektörde bir ismim var benim. Fakat hiç<br />

de beklediğiniz gibi olmuyor. İnananlar projenin<br />

peşine düşüyorlar tabii, oyuncu geliyor sizinle,<br />

ekip geliyor. Ben iyi şeyleri görerek devam etmek<br />

istiyorum aslında.<br />

Dört film ve dizilerle kariyerinize bir kadın<br />

oyuncu olarak devam ediyorsunuz. Türkiye’de<br />

90’ların yarısına kadar feminizmin etkisinin<br />

olduğu çok fazla film izledik. Bunlar<br />

sadece cinsellikle de alakalı değil. Toplum<br />

içinde kadının yaşadığı münasebetsizliği,<br />

dengesizliği de anlatan filmlerdi. Fakat<br />

2000’lerden sonra ben kendi adıma bu konuda<br />

bir geri adım atıldığını düşünüyorum. Ne bu<br />

faturaları ödeyecek bir oyuncu ne de bu tarz<br />

senaryolar yazacak bir senarist olduğunu<br />

düşünüyorum. Siz belki yolun başında<br />

olan bir kadın oyuncu olarak, bu tarz senaryolarda<br />

olmayı önemser misiniz? Bu sizin<br />

kişisel rahatsızlıklarınızdan biri mi? Mesleki<br />

kişiliğinizle ne kadar ileri gidersiniz bu konuda?<br />

Burcu Biricik: Dediğiniz gibi aslında yolun çok<br />

başındayım ve bu konuda ahkam kesecek bir<br />

halim de yok. İnanın her şeyi ben de yaparak,<br />

çalışarak öğreniyorum. Ancak bildiğim tek bir<br />

şey var, oyunculuk dediğimi şey bir dizide, bir<br />

filmde rol alıp popüler olmaya çalışmak değil. Çok<br />

severek yaptığım bir iş ve her gün şükrettiğim bir<br />

meslek olmasına rağmen kaybetme korkusuyla<br />

da yaşamıyorum. Aman kaybetmeyeyim korkusu<br />

olmadığı için inandığım ve içinde olmaktan haz<br />

alacağım ve doğru yerde olduğumu hissedersem<br />

o rolleri oynarım. Öyle bir çekincem yok.<br />

Erkek oyuncular için, Türkiye’de çoğunlukla<br />

jön veya star söylemleri devam ediyor.<br />

Ancak Yeşilçam zamanında bu bitti.<br />

Daha doğrusu kadın oyuncular için bitti.<br />

Ancak erkek oyuncular için karakter<br />

oyunculuğundan çok jöne yükleniyorlar.<br />

Sizin bu noktada yapılanmanız nasıl? Hangi<br />

tür rollerde oynamak istiyorsunuz ve izleyici<br />

sizi nasıl tanımlasın istiyorsunuz?<br />

Özgün Çoban: Aslında bu şekilde bir durum<br />

olduğuna inanıyorum evet. Şöyle ki diziler özellikle<br />

Türkiye’deki erkek figürünü de yetiştiriyor.<br />

Mesela birisi bir dizi oynadı zamanında bir


sürü adam pardösü giyip onun gibi davranmaya<br />

başladı. Dolayısıyla rol model durumu<br />

var. Bence bu konuda erkek çocuklarının iyi<br />

yetiştirilmesi gerekiyor ki sonrasında bunlar<br />

kadına yansımasın. Bence sektörde erkek rolleri<br />

konusunda biraz daha düşünülmeli ki, kaslı<br />

yakışıklı adamlar haricinde Türkiye’de bir kadına<br />

nasıl davranması gerektiğini bilen güzel adamlar<br />

da var. Bence bu tarz adamlarla yaşamamız<br />

gerekiyor. Kendime gelirsem de ben dediğiniz<br />

gibi karakter oynamaktan çok zevk alıyorum. Bir<br />

keresinde tiyatroda yönetmene gidip kamyon<br />

şoförü oynamak istediğimi söylemiştim. Çünkü<br />

uzun boyluyum vesaire diye jön oynatmaya<br />

çalışıyorlardı. İlk defa iyi adam oynadım bu sene,<br />

genelde hep kötü adam oynatıyorlardı bana.<br />

Bu filmdeki ise bambaşka bir olaydı hem çok<br />

erkek hem kapalı kutu… Benzeşen bazı yönleri<br />

vardı evet ama adam havalı adam. Bende o yok.<br />

O yanlarımı keşfettirdi. Hiçbir zaman güzellik<br />

kaygılarım olmadı. Her zaman deformasyonları<br />

olan karakterleri sevdim ve o şekilde eğittim kendimi.<br />

Sonrasında havalı ol deyince söndü o biraz.<br />

Türkan Derya: Mesela ben şunu senaryolarda<br />

görmekten ve izlemekten çok sıkıldım, başrol<br />

erkek ve başrol kadının kusuru yok. Gökten<br />

inmiş gibi. Ben sıkılıyorum yani. Cem’in<br />

güzelliği belki de oydu. Kusurunu görüyoruz. Bu<br />

yüzden katılıyorum, yan karakter oynamak daha<br />

eğlenceli. Başrol verildiğinde belli bir şeyin oluyor<br />

ve onun dışına çıkamıyorsun. Asıl kız asıl erkek<br />

bunu yapmaz gibi bir durum var. Çıktığımızda<br />

herkes diyor ki kendi hayatımızdan bir şeyler<br />

bulacağız ama hayır, kimsenin hayatı bu kadar<br />

kusursuz değil.<br />

Benim size sormadığım ama sizin seyirci için<br />

söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?<br />

Türkan Derya: Demin de buna benzer bir şey<br />

söyledim. Artık benden çıktı. Kendi yolu var bu<br />

filmin. O yolda seyirciyle nasıl bir ilişki kuracaksa<br />

odur. Bundan sonrasında seyircilere “Aslında<br />

şunu anlatmak istedik” diyemeyiz. Bundan<br />

sonrası artık seyirciye bırakacağı his. Bize gelebilecek<br />

en güzel şey içinde insanların kendisini<br />

bulmasıdır, ödül falan değil. Ben kendi adıma<br />

aslında çok uzun yıllar yönetmenlik yaptım.<br />

Zor bir serüvendir Türkiye’de film yapmak.<br />

Zorluğu kadar hazının da geri dönüşü harika.<br />

Ben hatırlıyorum geçmişte en az 5 kere serüven<br />

burada bitti dedim. Sonrasında hep devam ettim.<br />

Yapacağım da yapacağım dedim. Bitmiyor zaten<br />

ardı arkası kesilmiyor. Oyuncu bulması, çekmesi,<br />

editi, dağıtımı vesaire… Ama şanslıydık biz güzel<br />

bir dağıtım firması var arkamızda, hem gişe filmi<br />

hem festival filmi oldu. Adana’ya yetiştiremedik<br />

ama şimdi Antalya’ya göndermek için evrakları<br />

topluyoruz. Bakalım inşallah.<br />

Özgün Çoban: Bir şeyleri neden izleriz, bize<br />

duygu yansıtması, hissettirmesi için. Hocamın da<br />

dediği gibi artık bizden çıktı. Dolu dolu hissetmek<br />

istiyorlarsa izlesinler.


UZAY YOLU 50. YILINDA İ<br />

HEDEFLİYOR<br />

MASIS ÜŞENMEZ<br />

n Uzay Yolu<br />

neredeyse televizyon<br />

tarihi ile yaşıt<br />

bir geçmişe sahip. Orijinal seri bundan<br />

tam 50 yıl önce yayınlanmıştı. Zamanın<br />

kısıtlamalarına rağmen Uzay Yolu her<br />

zaman belli bir kaliteyi sürdürdü ve<br />

dizi boyunca neredeyse işlenmemiş bir<br />

hikaye bırakmadı. Öyle ki sinemalara<br />

gelen pek çok bilim kurgu filmi Uzay<br />

Yolu’nun bölümlerinden “esinlenmeler”<br />

içerdi.<br />

Uzay Yolu’nun başarısındaki en büyük<br />

etken aslında konuların işlenişinde<br />

insan, uzaylı ilişkilerinin ön planda<br />

tutulması, senaryonun aksiyondan<br />

daha çok psikolojik ve felsefi alanlara<br />

kayması idi. Bununla beraber nerede<br />

ise kullandıkları her tür kurgusal<br />

araç gerecin zaman içinde elimizden<br />

düşüremediğimiz aletlere dönüşmesi<br />

de yaratıcılarının ne kadar yüksek bir<br />

öngörü kabiliyetine sahip olduğunu<br />

gösterdi.<br />

2009 yılında küllerinden diriltilen yeni<br />

seri ve 2013 yılındaki devam filmi J.J.<br />

Uzay Yolu serisinin üçüncü<br />

filmi Justin Lin’e emanet<br />

edildi. Lin’in Fast&Furious<br />

serisindeki hızlı arabalarla<br />

yakaladığı şöhret uzay<br />

gemileri ile devam ediyor


LERİYİ<br />

Abrams’ın önderliğinde farklı bir<br />

yöne savruldu. Serinin özündeki Kaptan<br />

Kirk ve Spock gibi karakterlerin<br />

gençliğine ve ilk görevlerine gittiğimiz<br />

filmlerde karakterler birer aksiyon<br />

yıldızına dönüştürüldü. Uzay Yolu’nun<br />

felsefi altyapısına pek dikkat edilmedi.<br />

Star Trek Beyond da son yılların en<br />

büyük aksiyonlarına imza atan Justin<br />

Lin’i kamera arkasına geçiriyor. Yönetmen<br />

Justin Lin, senaristler Simon<br />

Pegg ve Doug Jung’un da Star Trek<br />

evrenine hakim olduğunu söylemek<br />

gerek.<br />

Justin Lin çocukluğundan beri Star<br />

Trek izlemenin evde bir aile geleneği<br />

olduğunu söylüyor. “Fanlar benden<br />

çok fazla şey bekliyor, onlar için<br />

sadece Fast&Furious’daki adamım,<br />

ancak görecekler ki aslında ben de<br />

onlar gibi bir Star Trek fanıyım, Star<br />

Trek benim bir parçam.” diyor genç<br />

yönetmen.<br />

Into Darkness, Dünya çapında 467<br />

milyon usd gibi bir gişe patlaması<br />

yapmış olmasına rağmen fanlar<br />

tarafından oldukça büyük eleştiriler<br />

almıştı. Hatta Las Vegas Star Trek<br />

toplantısında serinin en kötü filmi<br />

seçilmişti. Bunun üzerine de J.J.<br />

Abrams serinin yönetmenliğini<br />

bıraktığını açıklamış ve karşı takım<br />

olan Star Wars evrenine geçmişti.<br />

Mayıs 2014’de ilk iki filmin de senaristi<br />

olan Roberto Orci’nin yönetmen<br />

olacağı söylenmiş ancak aynı<br />

hızla konu kapanmıştı. 50. yılı olduğu<br />

için 2016’da vizyona girmesi kesin<br />

olan filmin ortada ne bir yönetmeni<br />

ne de senaristi kalmıştı. Bu arada<br />

Bones’u oynayan Karl Urban da Into<br />

Darkness’da Kaptan ile olan ilişkisinin<br />

rezil edildiğini, filme her hangi bir<br />

katkısı olmayacaksa gelecek bölümde<br />

oynamak istemediğini belirtmişti.<br />

Bütün gezegenler zapt edilmiş, bütün<br />

setlere girilmiş, bütün kamera arkası


dağıtılmış olsa dahi Star Trek evreni o<br />

kadar büyüktü ki bu sorunları aşmasını<br />

bildi. Öncelikle Montgomery ‘Scotty’<br />

Scott ya da daha çok bildiğimiz<br />

adıyla “Işınla bizi Scotty” Simon Pegg<br />

senaristliği de eline aldı. Kendisini<br />

takip edenler nasıl bir Star Trek fanı<br />

olduğunu iyi bilir.<br />

Prodüktör Bryan Burke’un kendisini<br />

Mission: Impossible Rogue Nation’ı<br />

çekerken aradığını ve serinin üçüncü<br />

filmde farklı bir yöne kayacağını<br />

söylediği anlatıyor Pegg. “Neden sen<br />

yazmıyorsun?” diye sorduğunu kendisinin<br />

de hiç düşünmeden “Evet!!”<br />

dediğini söylüyor. Justin Lin de<br />

röportajlarında “Ne kadar büyük bir Star<br />

Trek fanı olursam olayım Pegg’in bilgisine<br />

ulaşmam mümkün değil.” diyor.<br />

“Her bölümün adını bilir, her detayı size<br />

söyleyebilir.” diye de ekliyor.<br />

Pegg ve TV senaryoları ile tanınan<br />

Doug Jung’un senaryoyu yazmaya<br />

başlamaları sorunların büyük bir<br />

kısmını çözse de hala ana problem<br />

giderilememiştir. Yönetmen koltuğuna<br />

kimin oturacağı bilinmemektedir. Bu<br />

noktada Abrams devreye girer ve gişe<br />

canavarı Fast&Furious’un dört bölümünü<br />

yöneten Justin Lin’e teklif sunulur.<br />

Justin Lin aslında arabalarla pek<br />

haşır neşir bir insan olmamıştır hayatı<br />

boyunca. Bağımsız filmler çeken bir<br />

yönetmen iken kendini bu aksiyon<br />

bombasının içinde bulunur ve bir anda<br />

ismi “Furious guy” olarak kalır. Ancak<br />

aslında kendisi daha çok bir Star Trek<br />

çocuğudur. 35 yıl önce Tayvan’dan<br />

ailesi ile Amerika’ya göçünce iki şeye<br />

tutunmuştur, basketbol ve Star Trek.<br />

Lin, Star Trek ile olan ilişkisini şöyle<br />

özetliyor. “Bütün arkadaşlarım Star<br />

Wars hayranı idi ancak filme gidecek


para bulamadığımdan ben evde Star<br />

Trek izleyerek büyüdüm.”<br />

Abrams şöyle anlatıyor; “Justin<br />

olağanüstü bir hikaye anlatıcı olarak<br />

kendini defalarca kanıtladı. Ama beni<br />

her şeyden çok etkileyen Star Trek’e<br />

olan sevgisi oldu. Aksiyon sahnelerinde<br />

başarılı olacağını biliyordum. Ama<br />

beni en çok heyecanlandıran bu karakterlerden<br />

sanki tanıdığı insanlarmış<br />

gibi söz etmesi oldu. Gerçekten bu işe<br />

çok uydu.”<br />

Simon Pegg, Jung, Lin ve prodüktör<br />

Lindsey Weber ile ilk bir araya<br />

gelişlerini “Hayatımın en uzun günüydü”<br />

diye özetliyor. 16 saat boyunca,<br />

bir otel odasında serinin ne yöne<br />

gitmesi gerektiğini tartışmışlar.<br />

Böylece iki filmden bağımsız bir hikayede<br />

karar kılmışlar. Ekip çıktıkları<br />

beş yıllık bir görevin ikinci yılında<br />

iken neler hissedebilecekleri üzerinde<br />

durmuş. Evden uzakta geçen bu iki yıl<br />

Star Trek ekibini psikolojik olarak nasıl<br />

etkilemiştir diye düşünmüşler.<br />

“Bu oldukça eğlenceli bir düşünceydi<br />

çünkü baştan istediğimiz gibi hikayeyi<br />

şekillendirebilirdik. Herhangi bir<br />

göreve gönderme yapmamıza ya da<br />

Klingon’lularla uğraşmamıza gerek<br />

yoktu.” diyor Pegg.<br />

Star Trek Beyond / Star Trek<br />

Sonsuzluk‘un sürecini değiştiren<br />

önemli noktalardan biri yıldız gemisi<br />

Atılgan’ın hasar görmesi ve<br />

mürettebatı keşfedilmemiş, yabancı<br />

bir gezegende karaya oturtmasıdır.<br />

Atılgan’ın tahrip edilmesi mürettebatı<br />

Altamid’e, tehlikeli bir uzaylı<br />

dünyasına düşürür. Yazarlar daha<br />

önce birlikte çok az ekranda görülen


karakterleri eşleştirmekten ve<br />

her karakteri neyin harekete<br />

geçirdiğini görmekten keyif almış.<br />

İdris Elba’nın oynadığı ana<br />

kötü karakterimiz Krall da filmin<br />

lokomotiflerinden. Lin bu<br />

konuyu şöyle anlatıyor “Krall’ın<br />

Federasyon’a düşmanlığı herhangi<br />

bir ırksal nedene dayanmıyor.<br />

Bu yüzden Klingon izinden gitmek<br />

istemedik. Filmin kötüsünün<br />

de ne kadar katılmasanız da hak<br />

verdiğiniz bir öç alma hikayesi<br />

olsun istedik.”<br />

Elba karakteri hakkında şunları<br />

söylemiş “Klasik kötü adamı<br />

oynamak istemedim. Benedict<br />

Cumberbatch’i izlemenin<br />

zor olacağını biliyordum. Bu<br />

yüzden Justin, Simon ve Doug’la<br />

kapsamlı bir şekilde çalışarak bu<br />

adamın kim olduğunu tam olarak<br />

çözmeye çalıştık. Nasıl konuşur?<br />

Fiziksel özellikleri nasıldır?<br />

Federasyon’la neden böyle bir<br />

sorunu var? Bunlara cevap<br />

verdiğinizde artık bir canavar olmaktan<br />

çıkıyor. Yaptığı her şeyin<br />

bir nedeni var.”<br />

Kaptan Kirk karakterini oynayan<br />

aktör Chris Pine “İlk iki filmde<br />

Kirk ve Spock üzerine çok<br />

yoğunlaştık. Oysa Star Trek onlardan<br />

çok fazlasını içeren bir hikaye.<br />

Bu filmde diğer karakterleri<br />

de ön plana çıkıyor ve neredeyse<br />

herkes başrole geçiyor.” diyor.<br />

Abrams’ın bir araya getirdiği<br />

ekibi Lin’in düzenlemesi filme<br />

nasıl etki etmiş diye sorarsak<br />

Spock’ı oynayan Zachary Quinto<br />

şöyle diyor “ J.J. aramızda çok<br />

iyi bir ton yakalamıştı. Yeni sete


geldiğimizde ilk başta kendimizi<br />

ayarlamamız biraz zor oldu. Ancak<br />

Justin’in enerjisi de bizi kısa zamanda<br />

rahatlattı.” Pegg ise aynı konuda<br />

“Abrams setteki en büyük karakterdi.<br />

Elinde mikrofon ile ne yapılması<br />

gerektiğini söylerdi. Justin ise daha<br />

çok bire bir konuşmayı seven bir<br />

yönetmen.” diyor.<br />

Justin Lin en büyük zorluğun önlerindeki<br />

kısa zaman olduğunu söylüyor.<br />

“Ocak ayında bulduğumuz fikri<br />

haziranda çekmeye başladık, temmuzda<br />

ise 3D Imax olarak bitmişti<br />

çekimler. Sanırım daha önce bu<br />

kadar kısa zamanda böyle büyük<br />

bütçeli bir iş yapılmamıştır.”<br />

Yeni serinin en sevimli karakteri olan<br />

Chekov’u oynayan Anton Yelchin<br />

geçirdiği trafik kazası nedeni ile<br />

geçtiğimiz ay hayatını kaybetmişti.<br />

Son filmini görmeden kaybettiğimiz<br />

bu genç yeteneği de anmadan yazıyı<br />

bitirmek istemiyorum. Tüm Star Trek<br />

hayranları tarafından hep sevgi ile<br />

hatırlanacak.<br />

Lin hayranların seveceği bir Star<br />

Trek filmi için çok uğraştıklarını<br />

söylüyor. Vizyona girdiği ilk haftadan<br />

box office listelerinde ilk sıraya<br />

yerleşen ve rotten tomatoes gibi<br />

sitelerde %85 puanlamayla oldukça<br />

iyi eleştiriler alan film ülkemizde de<br />

geçtiğimiz günlerde vizyona girerek<br />

uzayda geçen epik hikayelere aç<br />

olduğumuz şu günlerde bizlere ilaç<br />

gibi geldi.<br />

Tüm zamanların en büyük Bilim<br />

Kurgu olaylarından Uzay Yolu güçlenerek<br />

yeni dünyalara doğru yola çıktı<br />

bile. İzleyicilerine keyifli seyirler.


KİMSE İZLEMESE DE BE<br />

BU FİLME İNANIYORUM<br />

Uluslararası festivallerden ödülle dönen Albüm filmini,<br />

başrol oyuncusu Murat Kılıç ile konuştuk...<br />

GİZEM MERVE KABOĞLU<br />

n Uluslararası festivallerden ödülle dönen Albüm<br />

filmini, filmin başrol oyuncusu Murat Kılıç ile Cine<br />

Dergi için konuştuk. Albüm’ün başrolde olduğu<br />

röportajda oyunculuğa, gündeme, sinemaya<br />

ve festivallere dair sohbet ettik. Gülerek, kaş<br />

çatarak, eğlenerek ve eleştirerek değindiğimiz<br />

konulara sizler için de bir pencere açtık. Penceresinden<br />

Türkiye’yi göreceğiniz Albüm’ü Murat<br />

Kılıç’tan dinlemek isterseniz, söyleşimize kulak<br />

verebilirsiniz:<br />

Albüm filmi, Cannes’dan France 4 Visionary<br />

Award, Kudüs Film Festivali’nden FIPRESCI<br />

Prize, Saraybosna Film Festivali’nden Cineuropa<br />

Award, Cicae Award ve Saraybosna’nın<br />

Kalbi olarak adlandırılan büyük ödüle sahip<br />

olarak döndü. Bu filmin başarısının sırrı nedir?<br />

Tiyatroda, provada ilk günkü disiplin veya disiplinsizlik<br />

oyuna da yansır, filmde de aynen öyle<br />

oldu. Albüm filminin ilk gününden çekimin son<br />

gününe kadar setteki her şey olması gerektiği<br />

gibiydi ve bu filme yansıdı. Bağımsız film setinde<br />

yaşanabilecek sıkıntıların hiçbiri olmadı. Rahat<br />

saatlerde, iyi şartlarda çekim yaptık. Bu aslında<br />

iyi bir birlikteliğin, yönetmenin ve yapım ekibinin<br />

başarısı... Hikayemiz çok iyi, evrenseli yakalamış<br />

dertleri var. Bunu sahneleme biçemi, kendi tarzını<br />

yaratan bir biçem. Mehmet Can Mertoğlu çok<br />

donanımlı ve vizyoner bir yönetmen... Bizim<br />

başarımız hem söylediğimiz şey hem de nasıl<br />

söylediğimizle çok ilgili.<br />

Genç bir yönetmenle çalışmak sizi<br />

korkutmadı mı?<br />

Hayır, ben 4 sene önce tanıdım Mehmet Can<br />

Mertoğlu’nu ve 22 yaşındaydı. Bu endişeler yaşla<br />

değil donanımla ilgilidir, yaş sadece önyargı...<br />

Biz oyuncu olarak yönetmenimize çok güvendik<br />

ve teslim olduk. Bu teslimiyet de belki başarıyı<br />

getirdi. Hiçbir zaman ne Şebnem (Bozoklu) ne<br />

de ben, “bunu neden yapıyoruz” demedik. Onun<br />

fikirlerine nasıl iyi hizmet ederiz, bunu düşündük.<br />

Mehmet Can’dan sadece genç bir yönetmen<br />

olarak bahsedilmemeli, o genç ama yolunu<br />

seçmiş bir yönetmen.<br />

Şebnem Bozoklu ile başrolü paylaştınız ve<br />

film eleştirilerinde ikinizin uyumuna övgüler<br />

okudum. Oyunculuk kimyası denen şeye<br />

inanıyor musunuz?<br />

Evet, oyunculuk kimyası diye bir şey var.<br />

İnanıyorum.<br />

Oyunculuk kimyanız mı tuttu, çok<br />

çalışmanın sonucu mu bu yorumları nasıl<br />

karşılıyorsunuz?<br />

Çekimden önce 1 ay prova süreci yaşadık. Sahneleri<br />

birebir prova yaptık. O süreçte yönetmenin<br />

neyi, nasıl istendiğini görüyor ve yapıyorduk, bu<br />

çalışma elbette çok şey getirdi. Kimya şurada<br />

devreye giriyor, ben çok depresif bir insanım<br />

Şebnem (Bozoklu) ise çok pozitif. Kimyamız çok<br />

uydu, güzel bir ikili olduğumuzu düşünüyorum.<br />

Şebnem’in filme ve bana katkısı çok büyük oldu.<br />

Kimyanız tutmayan, sevmediğiniz bir oyuncuyla<br />

da oynayabilir misiniz?<br />

Ben bunu bilmiyorum. Cevap tam veremiyorum.<br />

Sevmediğim, kimyam tutmayan bir insanla<br />

oynarım, oynarım da nasıl oynarım bilmiyorum.<br />

Dört senedir bu filmin içinde olduğunuzu<br />

öğrendim. Bu kadar rötara sebep olan neydi?<br />

Projenin ekonomik anlamda tamamlanması 4 yıl<br />

sürdü. Yapımcımı ve yönetmenimi çok sevmemin


N<br />

MURAT KILIÇ


ir nedeni de bu. Biz daha önce de bu filmi çekebilirdik.<br />

İlk film olmasına rağmen Yoel Meranda<br />

(Yapımcı) ve Mehmet Can Mertoğlu (Yönetmen)<br />

bu filmin daha iyi olması için yabancı ortaklar<br />

buldular. Filmin her yerde gösterilmesi için bu<br />

bağlantılar gerekiyor ve öyle güzel networkler<br />

kuruldu ki... Ayrıca bağımsız filmlerin çekim<br />

şartlarını hepimiz biliyoruz, bu filmin o şartlarda<br />

çekilmemesinin nedeni bu bekleme süresi,<br />

yapımcımız ve yönetmenimiz herkese hak ettiğini<br />

vermek için bekledi. Film, ekonomik anlamda<br />

kendini çevirebilme gücünü elde ettiğinde film<br />

çekildi.<br />

Filme sizin kattığınız çok şey var tartışmasız<br />

peki 4 sene içinde bu film size neler kattı,<br />

neler öğretti?<br />

Daha önce pek çok usta ile çalıştım, çok şey<br />

öğrendim ama minimalizmin ne olduğunu Mehmet<br />

Can’dan öğrendim, daha doğrusu öğrenmeye<br />

adım attım çünkü hala öğreniyorum. Bundan bir<br />

önceki projem Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar<br />

Anadolu’da filmiydi, o da bana çok şey kattı<br />

ama filmde başrol oynamak başka bir şey tabii...<br />

Başrolün sorumluluğu gereği yönetmenle ilişki<br />

başka bir şekilde gelişiyor. Nuri Bilge Ceylan da<br />

her oyuncusuyla birebir ilgilenen bir insan ama<br />

bu bambaşka bir deneyim oldu. Mehmet Can,<br />

oyunculuğuma, role nasıl yaklaşacağıma dair çok<br />

güzel ipuçları verdi. 19 yaşından bu yana çok şey<br />

biriktirdim ve bu işte elimden ne geldiyse dökmeye<br />

çalıştım. Ben şu an hala bu heyecandayım,<br />

böyle bir iş daha gelse ve ben bu biriktirdiklerimi<br />

yeniden döksem diyorum.<br />

19 yaşından beri oyunculuk hayatınızda dedik...<br />

Oyunculuk doğuştan gelen bir şey midir?<br />

Çok nadiren öyle. Oyunculuk doktorluk gibi bir<br />

iş, eğitimi, donanımı tamamlamadan doktorluk<br />

yapılır mı? Yapılmaz. Oyunculuk da yapılmamalı.<br />

Bu eğitim illa konservatuvar da değil, usta çırak<br />

ilişkisine de çok inanıyorum. Disiplin, eğitim gerek...<br />

Siz doğuştan yetenekli olduğunuza inanıyor<br />

musunuz?<br />

Hayır, ben çok çalıştım, çalışıyorum. Doğuştan<br />

yetenekli birini sorarsanız, mesela Tardu Flordun<br />

öyle bir adamdır.<br />

Sizin oyuncu olma nedeniniz ne?<br />

Benim oyuncu olma sebebim Zeki Alasya’dır. Zeki<br />

– Metin filmlerinde ben hep Zeki’ciydim. Onun<br />

çırağı olmak istediğim zaman Zeki Alasya’nın<br />

bir lokantası vardı. Kapısında o gelsin diye<br />

beklerdim. Yağmurlu bir günde geldi, çalışanlar<br />

tuttu beni falan. “Zeki Bey ile görüşeceğim”<br />

dedim, geldi yanıma. “Seni örnek aldım, seninle<br />

tiyatro yapmazsam ya seni ya kendimi vururum”<br />

dedim. Onunla dizi ve filmde oynadım, tiyatro<br />

yapamadık ama hayalim gerçekleşti.<br />

Filme dönersek, yabancı festivallerin<br />

yanında yerli festivallerde de<br />

yolculuğuna başlıyor. Ödül şansını nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

Ben filmi ilk kez Cannes’da izledim. Bu arada<br />

kendimi izlemeyi hiç sevmem, sesime<br />

yabancılaşıyorum, kendimi eleştiriyorum...<br />

Cannes’da da böyle oldu, övgüler aldık, sevindik.<br />

Saraybosna’da muhteşem bir jüri vardı,<br />

onlardan ödül almak çok heyecan vericiydi,<br />

çok mutlu olduk. Buradaki beklentim de öyle<br />

aslında, tırnak içinde söylüyorum, bir beklentim


yok. Bunları duymak bize zaten emeğimizin<br />

karşılığını veriyor.<br />

Bu filmi kimler izlemeli?<br />

Kimse bu filmi izlemese de ben bu filme çok<br />

inanıyorum. Keşke herkes izlese... Bu film<br />

yalnız çocuk evlat edinen bir çiftin hikayesi<br />

değil, filmde bürokrasi içindeki toplumun bir<br />

yansıması, fotoğrafı var. Bu Türkiye’ye has bir<br />

durum da değil, Fransızlar da kendilerinden<br />

çok şey buldular. Keşke herkes bu fotoğrafı<br />

görse...<br />

Sizce Türkiye sinemasının en büyük sorunu<br />

nedir?<br />

Çok büyük bir soru, ben bu sorumluluğu<br />

alamam. (Gülüyor) Dağıtım sorunu var, bu<br />

tekelin kırılması gerekiyor. Bağımsız filmlerin<br />

gösterim alanları çok sınırlı... Gördüğüm<br />

kadarıyla en büyük sıkıntı bunlar. Hikayede de<br />

sorunlar yaşadığımızı söyleyebilirim. Bereketli<br />

topraklarda hikaye kıtlığı çekiyoruz.<br />

Toplumun aile ve birey üzerinde kurduğu<br />

baskılardan biri çocuk sahibi olmak. Film de<br />

bunu ele alıyor...<br />

Evet, evlat edinen çiftlere yarım gözüyle bakılıyor.<br />

Kadına da erkeğe de yarım olarak bakılıyor.<br />

Erkekler zaten bu sorumluluğu almıyor. Evlat edinme<br />

durumunda her şey bu yüzden gizleniyor. O<br />

yüzden bizim çiftimiz de çocuğu evlat edinip, başka<br />

bir şehre taşınıp, kendi çocukları izlenimi veriyorlar.<br />

Filmde ailenin evlat edindikleri çocuğun<br />

fotoğraf albümünü oluşturduğunu bir anlamda<br />

resmi tarihe not düştüğünü görüyoruz. Yönetmeniniz<br />

bir röportajında bu detayla toplumun<br />

gerçek tarih ve resmi tarih ikilemine dikkat<br />

çektiğini söylüyor. Yalan söylemeyi mi seviyoruz<br />

acaba?<br />

Hümanist olduğumuzu düşünüyorum ama bu bize<br />

bir şey getirmiyor. Hümanizm toz pembe yalanlar<br />

oluşturup her şeyi kendine göre yorumlayıp,<br />

yaşama devam eden bir toplum oluşturuyor. Bize<br />

anlatılan şeylere sorgulamadan inanma eğilimimiz<br />

var. Sunulan haber doğru haber oluyor... Mehmet<br />

Can’ın tarih konusundaki bu çelişkiyi metaforik<br />

olarak bu hikayeye oturtması son derece anlamlı<br />

bence.<br />

Filmde ırkçılık içeren diyaloglar var... Tüm<br />

o diyalogların büyük resimde bir anlamı<br />

olduğunu biliyorum..<br />

Bu aslında filmin çok küçük bir kısmı. Evlat edinen<br />

bir çiftin bebek seçme aşamasındaki, bebeği<br />

beğenme veya beğenmeme durumda yaptıkları<br />

benzetmeler var. Büyük resimde filmin böyle<br />

bir ırkçı duruşu yok. Filmdeki bir tek sahneyi<br />

konuşuyoruz, filmin de böyle ayrımcı bir duruşu<br />

yok. Bunu filme yaymak haksızlık olur.<br />

Bu filmi yaftalamak için sorulmuş bir soru<br />

değil, eleştirinin altını çizmek istiyorum.<br />

Evet, o bir sahne, isteyen istediğini alabilir. Filmin<br />

sadece bu sahnesinin konuşulmasına üzülürüm,<br />

çünkü filmde asıl mesele bu değil. Bu film topluma<br />

bir bakış, toplumun bir izdüşümü... Aile olmaya,<br />

bürokrasiye bir bakış var filmde.<br />

Günümüz Türkiye’sindeki ayrımcı söylemleri<br />

düşündüğümüzde büyük resimde ne görüyorsunuz?<br />

Birbirimizi ötekileştirmememiz gerektiğini<br />

düşünüyorum. Sen şusun, sen busun demek<br />

ayrımcılığı getiriyor. Bir ayrım gözetmeksizin bir<br />

arada olmamız gerektiğini düşünüyorum. Biraz<br />

önceki yalan konusuna dönersek, bu ayrımcılıklar


oluyor ama ırkçılık söylemini de kabul etmiyoruz<br />

bir yandan...<br />

Yalan söylüyoruz aslında...<br />

Soru işareti bırakıyorum. Büyük laflar etmeyi<br />

sevmiyorum, gönül bir bütün olmamızı istiyor.<br />

Bir oyuncu olarak alt metni kuvvetli işler mi<br />

ararsınız?<br />

Ben oynayacağım rolü sevmek istiyorum. İyi bir<br />

adam da olabilir, kötü bir adam da... Kötü adam<br />

oynamayı çok istiyorum. Alt metin oyuncuya da<br />

has bir şey. Senaryo size geliyor ve karakter<br />

analizlerini toplamak oyuncuya ait. Bu yönetmenle<br />

ilişkinize dair bir şey. Öyle bir rol mü ararım,<br />

hayır, o alt metni ben de doldurabilirim.<br />

Bu rolü size sevdiren neydi?<br />

Ben bu rolü sevmedim. (Gülüyor) Ben Cüneyt<br />

Bahtiyaroğlu ile normal hayatta arkadaş olmam.<br />

Rolle arama mesafe koyarak ve yönetmene<br />

teslim olarak oynamak daha doğru geldi. Çok<br />

sevseydim, objektif olamayabilirdim. Bu mesafe<br />

daha doğru gibi geliyor, rolün pek çok yönü<br />

görünür oluyor.<br />

Nesi var Cüneyt Bahriyaroğlu’nun, neden<br />

arkadaş olamazdınız?<br />

Ben hiperaktif bir insanım.Yerimde duramam...<br />

Canım sıkılıp 20 km yürürüm. Bu o kadar ağır<br />

bir adam ki, canından bezdirir insanı. Bunu<br />

baskıladım, günde 3,5 paket sigara içtim sette.<br />

Nasıl durağan olunur onu öğrendim. Hiperaktif<br />

moduma girmemek için sette herkesten kopuk<br />

durdum. Bir kenarda 20 bardak çay içiyordum.<br />

20 bardak?<br />

Tabii... Bir sahne yüzünden de hastanelik oldum.<br />

Aşırı bir yemek yeme sahnesi var. Negatif<br />

çekiyoruz, diyalogsuz sahne. Masaya oturup<br />

her şeyi deli gibi yiyeceğiz. Öğlen bir şey yemedik,<br />

yiyebilelim diye. Yedik ama daha çok<br />

yiyin dedi. İzledik, hakikaten daha çok yememiz<br />

lazım. Sonra öyle bir şey yaptık ki... 4-5 kere<br />

çektik, ben 4 günlük yemek yedim. Ertesi gün<br />

mide fesatından doktora gittim. Doktor, “sen<br />

hiç su içmemişsin ki” dedi. (Gülüyor) Ben çay<br />

içmekten su içmiyordum. O kadar sigara, çay...<br />

Hastanelik oldum.<br />

Albüm’ün vizyon tarihi net değil sanırım...<br />

Kasım gibi görünüyor şu an.<br />

Yeni projeleriniz var mı?<br />

Tayfun Pirselimoğlu’nun bir filminde oynadım<br />

vizyon tarihi net değil. Derviş Zaim’in Rüya filminde<br />

konuk oyuncu oldum, o vizyona girecek.<br />

Çevre Tiyatrosu, Semaver Kumpanya’da oynuyorum,<br />

orada oyunlarımız devam edecek.


BLAIR CADISI<br />

GERİ DÖNDÜ!<br />

Eylül ayı korku sineması adına bir hayli şenlikli geçecek<br />

gibi görünüyor. Sekiz korku filminin gösterime gireceği<br />

ayın en çok dikkat çekeni ise bir devam filmi: Blair<br />

Witch. Aradan 17 sene geçtikten sonra Blair Cadısı,<br />

yeniden sinemalarımıza konuk oluyor.<br />

MURAT KIZILCA<br />

n Eylül ayında<br />

gösterime girecek korku<br />

filmlerine şöyle bir göz<br />

gezdirdiğimizde, korku<br />

severleri bir hayli şenlikli<br />

bir ayın beklediğini<br />

söyleyebiliriz. Aylık<br />

bilançoya baktığımızda, gösterime girecek<br />

toplam sekiz korku filminden beş tanesinin<br />

yerli yapım olduğunu görüyoruz:<br />

Siccin 3: Cürmü Aşk, Korku Komedi: Bana<br />

Normal Aktiviteler (adından da anlaşıldığı<br />

üzere komedi yanı ağır basan bir film<br />

olacak gibi), Azem 4: Alacakaranlık, Gece<br />

Seansı ve Lanet: Uyanış. Üçü de ABD<br />

yapımı olan yabancı korku filmleri ise<br />

Friend Request, Blair Witch ve The Girl<br />

with All the Gifts. Eylül’ün korku vizyonu<br />

adına öne çıkanları ise hiç şüphesiz ki<br />

Blair Witch ve Siccin 3.<br />

Bir Kez Kandırdınız, Bir Daha Asla!<br />

The Blair Witch Project, 1999 yılında<br />

tüm dünyayı resmen sallamıştı. Sinema<br />

dünyasının o güne kadar gördüğü en<br />

başarılı reklam kampanyalarından birine


imza atan film, daha internet bugünkü<br />

kadar yaygın değilken, belki de ilk<br />

‘viral’lerden birini gerçekleştirmişti.<br />

Seyircileri, bir şehir efsanesinin belgeselini<br />

çeken gençlerin çekimler sırasında<br />

kaybolduklarına, kayıtların bir şekilde<br />

ele geçirildiğine ve The Blair Witch<br />

Project’in aslında bu gerçek kayıtların<br />

kronolojik kurgusundan ibaret olduğuna<br />

inandırmayı başarmıştı. Sinema salonları<br />

önünde kuyruklar oluşturan binlerce<br />

insan, bir film izlemek için değil, gençlerin<br />

başına neler geldiğini öğrenmek<br />

için bekliyordu. Yapım şirketi, hazırladığı<br />

web sayfasında gençlerin çocukluk<br />

fotoğrafları, polis raporları, kayıp ilanları<br />

ya da bölgede oturanlarla yapılmış (ve<br />

gerçek bir haber kanalında yayınlanmış<br />

gibi duran) röportaj kayıtları gibi detaylarla<br />

olayın gerçek olduğunu yaymaya<br />

çalıştı. Daha ortada sosyal medya araçları<br />

yoktu ama fısıltı gazetesi de en az onun<br />

kadar etkiliydi ve bir anda bütün dünya<br />

Blair Cadısı’nı araştıran gençlerin başına<br />

neler geldiğini merak etmeye başladı.<br />

Sonuç mu; 60 bin dolar gibi çok düşük<br />

bir bütçeyle çekilen film, 140 milyonu<br />

Amerika’da, kalanı diğer ülkelerde olmak<br />

üzere toplam 250 milyon dolar hasılat<br />

elde etti.<br />

Buluntu Film Furyası Başlıyor<br />

Film sadece başarılı bir pazarlama operasyonundan<br />

ibaret değildi elbette. Orson<br />

Welles’in 1938 yılında radyodan okuduğu<br />

War of the Worlds ile dinleyicileri gerçekten<br />

bir uzaylı saldırısı ile karşı karşıya<br />

olduğumuza inandırması gibi olağandışı<br />

bir durum gerçekleşmişti, doğru. Fakat<br />

bir de başımıza sonradan ‘found footage’<br />

(buluntu film) olarak isimlendirilen bir alt<br />

tür belasını sardı ki sormayın gitsin.<br />

Bugün artık yeterince örneğe ev sahipliği<br />

yapan ve herkes tarafından kabul gören<br />

alt türün kökenine baktığımızda, buluntu<br />

filmin dedesi olarak Cannibal Holocaust’u<br />

(1980) işaret edebiliriz. Güney


Amerika’daki yağmur ormanlarında çekim<br />

yapmaya giden Amerikalı<br />

bir film ekibinin başına gelenlere<br />

güya sonradan bulunan kayıtlar<br />

aracılığıyla tanıklık ettiğimiz film,<br />

gerçeğe yakın şiddet ve ölüm sahneleri<br />

ile bomba etkisi yapmıştı.<br />

Hatta ölüm sahneleri o kadar<br />

gerçekçiydi ki oyuncuların gerçekten<br />

öldürüldüğüne inananlar oldu.<br />

Yönetmen Ruggero Deodato’nun<br />

oyuncuların ölmediklerini ispatlamak<br />

için oyuncu kadrosuyla beraber<br />

bir televizyon programına<br />

katıldığından bile bahsedilir. Ancak<br />

maalesef hayvanların öldürüldüğü<br />

sahneler gerçekti. Deodato, sette<br />

öldürdükleri bütün hayvanları<br />

sonradan bütün ekip ile beraber pişirip<br />

yediklerini, dolayısıyla sadece filme çekmek<br />

için katletmediklerini söylemişse de<br />

açılan mahkemede suçlu bulunup para<br />

cezası ödemekten kurtulamamıştı. The<br />

Blair Witch Project, Cannibal Holocaust’un<br />

açtığı yoldan ilerledi ama atası gibi aşırı<br />

gerçekçi şiddet sahneleri kullanmayı<br />

seçmedi. Film gösterime girmeden önce<br />

yapılan reklam kampanyasına güvendi<br />

ve sadece insanların merak duygusunu<br />

kaşıyarak, çok da fazla masrafa girmeden<br />

bir fenomen haline geldi. Sonrasında ise<br />

tam bir buluntu film yağmuru başladı.<br />

Nasıl başlamasın ki; aşırı ucuz maliyet,<br />

doğal olarak birçok yapımcının ağzını<br />

sulandırdı. Sağanak içerisinde iki elin<br />

parmaklarını geçmeyecek sayıda dişe dokunur<br />

örnek olsa da çoğu mide bulantısı<br />

ve baş dönmesine yol açmaktan öte bir işe<br />

yaramıyordu.<br />

Direksiyonda Adam Wingard Var<br />

23 Eylül’de gösterime girecek Blair Witch,<br />

The Blair Witch Project (1999) ve Book<br />

of Shadows: Blair Witch 2 (2000) isimli<br />

filmlerden sonra serinin üçüncü filmi<br />

olacak. İlk filmdeki hikâyenin devamı<br />

niteliğindeki Blair Witch, o döneme göre<br />

“gerçek bir olayın ele geçen kayıtlarıdır”


henüz öğrenci iken yaptı.<br />

Ancak asıl dikkatleri üzerine<br />

çekmesi ikinci filmi Pop Skull<br />

(2007) ile oldu. Gösterildiği<br />

birçok festivalde övgüler alan<br />

ve sadece iki bin dolarlık bir<br />

bütçe ile kotardığı film sayesinde<br />

birçok yapım şirketinin<br />

ilgisini çekmeyi başardı. 2010<br />

yılında yönettiği A Horrible<br />

Way To Die ile Fantastic Fest<br />

2010’da korku kategorisinde<br />

en iyi senaryo, en iyi erkek<br />

oyuncu ve en iyi kadın oyuncu<br />

ödüllerini toparladı. V/H/S, The<br />

ABCs of Death ve V/H/S/2 gibi<br />

yakın tarihli korku antolojilerinde<br />

birer bölüm yönetti. You’re Next<br />

(2011) ile sağlam bir ev istilası filmine<br />

imza atan Wingard son olarak The Guest<br />

(2014) ile hayranlarının yüzünü kara<br />

çıkarmamayı yine başardı.<br />

ya da “gerçek bir olaya dayanmaktadır”<br />

ibarelerine daha şüpheyle yaklaşan bir<br />

seyirci grubuyla karşı karşıya. Dolayısıyla<br />

artık “filmdeki olaylar gerçektir” konseptli<br />

reklamlar benzer etkileri göstermeyecektir<br />

ki film de sırtını buna dayamıyor zaten.<br />

Blair Witch’i, özellikle 2000’li yıllardan<br />

sonra eski serileri ve eski tarihli gişe<br />

başarılarını yeniden canlandırma (ya da<br />

devam ettirme) yoluna giren Amerikan<br />

gişe sinemasının, zaman zaman kabak<br />

tadı veren politikası doğrultusunda<br />

üretilmiş bir iş olarak değerlendirebiliriz.<br />

Yönetmenliği Adam Wingard üstlenirken,<br />

senaryoyu birçok projede beraber çalıştığı<br />

Simon Barrett kaleme almış. Adam Wingard<br />

beğendiğim yönetmenlerden biri. 1982<br />

Alabama doğumlu Amerikalı sinemacı,<br />

ilk uzun metrajlı filmi Home Sick’i (2007)<br />

Blair Witch Açık Uçları Kapayacak<br />

Yönetmenin son filminin konusu, orijinal<br />

Blair’den pek de farklı değil gibi.<br />

İlk filmde gerçekleşen olayın üzerinden<br />

17 sene geçmiştir. Bu sefer başka bir<br />

grup genç, hakkında çok şey duydukları<br />

meşhur ormana gidip mevzuyu yerinde<br />

görmek ister ve başlarına bir sürü bela<br />

gelir. Yapım şirketi Lionsgate, Blair Witch<br />

ile ilk filmdeki bazı açık uçları bağlayıp,<br />

cevaplanmamış sorulara da yanıt vereceklerini<br />

açıkladı. Ama tabii ki bu durum<br />

yeni soruların ortaya çıkmayacağının<br />

garantisi değil.<br />

Blair Witch, basına ilk olarak Comic-<br />

Con’da Temmuz ayının sonuna doğru<br />

açıklandı. O zamana kadar Adam<br />

Wingard’ın The Woods isimli yeni bir<br />

korku filmi çektiğini zannediyorduk.<br />

Lionsgate’in aldığı stratejik bir karar sonucu<br />

son ana kadar gizli tutulan devam<br />

filmi, umduğu karşılığı alacak mı bilinmez.<br />

Bekleyip göreceğiz.


CİNLERE İNANIYORU<br />

Alper Mestçi’nin son filmi Siccin 3’ün oyuncuları Büşra<br />

Ayaydın ve Adnan Koç cinlere inandıklarını söylediler. Büşra<br />

Ayaydın her çekimden önce setti okuyup üflediğini belirtti.<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Türk Korku sineması artık kendi dilini oluşturdu<br />

diyebiliriz. Bu türün bu kadar kimlik bulmasının<br />

altında en önemli iki isim ise Alper Mestçi<br />

ile Hasan Karacadağ tabii. Yönetmen Alper<br />

Mestçi’nin son filmi Siccin 3 yaşanmış bir olaydan<br />

yola çıkılarak çekilen bir film. Hal böyle olunca<br />

filmin başrol oyuncularına teybimizi uzattık. Büşra<br />

Apaydın yeni tessettüre giren bir oyuncu, hem<br />

filmin çekimlerinde yaşadığı tedirginliği hem de<br />

tessettüre girdikten sonra ona gelen tepkileri bizle<br />

paylaştı. Adnan Koç ise filmle ilgili duygularını<br />

anlattıktan sonra 15 Temmuz darbe girişiminde<br />

sonra halkın gösterdiği tepkiyi övdü ve memleki<br />

olan Mardin dolayısıyla güneydoğuda gösterilen<br />

birlik ve beraberlikten gurur duyduğunu belirtti.<br />

Senaryoda sizi etkileyen şey ne oldu?<br />

Adnan Koç: Senaryoda beni etkileyen şey<br />

yaşayan bir hikaye olması. Çünkü bu senaryonun<br />

içeriği bizim inançlarımızla çok örtüşen bir<br />

konunun başlığında buluşuyor. Bir de bir insanın<br />

aşkı için neler yapabileceğini, aşkı için neleri<br />

göze alabileceğini konu alan bir iş. Bir insan aşkı<br />

için neleri göze alabilir diye baktığınız zaman<br />

ancak bu kadar hissedilebilir, aşk için bir insan<br />

gözünü bu kadar karartabilir ve hayal edilemeyecek<br />

noktaya gelinebilir. Dolayısıyla bu senaryoda<br />

beni etkileyen korkunun aşkla bu derece<br />

kaliteli harmanlanmasıydı. Gerçekten izleyicileri<br />

çok muhteşem bir hikaye bekliyor.<br />

Büşra Ayaydın: Gerçek yaşanmış bir hikaye<br />

olması beni çok etkiledi, etkilediği kadar<br />

endişelendirdi de tabii..<br />

Rolünüzden bahseder misiniz?<br />

Adnan Koç: Evine bağlı, sevdiği kadına aşık ve<br />

onun için her şeyi göze alabilen, fabrikada şef<br />

olarak çalışan bir karakter.<br />

Büşra Ayaydın: Kader, kocasına aşık bir<br />

kadın. Çocukluk aşkı onlar ve diğer tarafla<br />

bağlantılı bir karakter olduğu için onun neler<br />

yaşayacağına, hissedeceğine ortak olmak beni<br />

çok heyecanlandırdı. Benim için yeri bambaşka..<br />

Çok farklı bir deneyim oldu.<br />

Korku filmlerini sever misiniz? Bu filmden<br />

önce Türk korku sinemasını takip ediyor muydunuz?<br />

Adnan Koç: Korku filmlerini severim. Eğer konu<br />

itibariyle de biraz inandırıcı oluyorsa, benim için<br />

gerçekten başka bir diyarda oluyor korku filmleri,<br />

etkilenebiliyorum. Büyük çoğunluğun muhafazakar<br />

olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İşin içinde de<br />

eğer cin olgusu varsa inanarak seyrediyorum.<br />

Dolayısıyla etkilendiğim için korku filmlerini<br />

seviyorum, Türk korku filmlerini takip ediyorum.<br />

Özellikle Alper Mestçi’nin filmlerini büyük<br />

bir ilgiyle seyrediyordum. Ne mutlu ki onun<br />

yönetmenliğinde bir filmde oynamak nasip oldu.<br />

Büşra Ayaydın: Korku filmleri pek tercih etmem.<br />

Ama mesleğimden ötürü kıyısından köşesinden<br />

bakıp, bilgi sahibi olurum. Türk korku sineması,<br />

yabancı korkulara göre daha çok etkiliyor, çünkü<br />

bizim toprağımızda dinimizin de etkisiyle birçok<br />

olgu var. İnanıyoruz, dolayısıyla korkuyor ve etkileniyoruz.<br />

Korku yurt dışından gelen bir tür. Bizim yönetmenlerimizin<br />

de çoğu bu tür filmlerde amatör<br />

veya çok ismi bilinmedik oyuncuları tercih<br />

ederler. Bu anlamda oyunculuk dili olarak<br />

yabancı sinemayı mı örnek aldınız?<br />

Adnan Koç: Evet, korku yurtdışından gelen bir tür<br />

olsa da aslına bakarsanız merkezinde yaşıyoruz.<br />

Biz inancımız gereği cin olgusunu kabul eden<br />

bir milletiz. Dolayısıyla bunun gerçekliğine bu<br />

kadar inanan bir toplumda korku filminin batıdan<br />

örnek alınması gerçekten çok düşündürücü. Bu<br />

anlamda yabancı filmleri izleyip oyunculuk diliyle<br />

alakalı bir şey düşünmedim. Nihayetinde bende<br />

inançlı bir insanım. Buradan yola çıkarak kendi<br />

iç sesimi geliştirdiğimde ulaşmak istediğim her


M<br />

ADNAN<br />

KOÇ<br />

BÜŞRA<br />

AYAYDIN


şeyin bende olduğunu düşünüyorum. Dışarıdaki<br />

sinema filmlerine bakıp oradan bir pay almak çok<br />

mantıklı gelmiyor şu an. Bizim kültürümüz, bizim<br />

gerçeğimiz. Tamamen bizimle alakalı olduğunda,<br />

içselleştirdiğinizde ortaya güzel bir şey çıkıyor<br />

diye düşünüyorum.<br />

Büşra Ayaydın: Sevgili Alper hocam birkaç film<br />

önerisinde bulundu, izleyip rolüme adapte olabilmem<br />

için ve evet yabancı korku filmleriydi. Kafamda<br />

nasıl bir karakter oluşturabilirimi, izlediğim<br />

filmler sayesinde oturtmuş oldum. Ama oyunculuk<br />

dili olarak yalnızca yabancı sinemayı örnek aldım<br />

demem yanlış olur çünkü biz inandığımız olguya<br />

hazırlanıyoruz, dolayısıyla %50 rol yapıyorsak,<br />

%50 gerçekten o anı yaşıyoruz ve korkuyoruz. Bu<br />

da yaşanmışlık katıyor filme ve başarı getiriyor.<br />

Korku sinemamızda dini ögeler ve özellikle<br />

cin çok kullanılıyor. Türk toplumunun<br />

genelinde de bu inanç var. Siz cinlere inanır<br />

mısınız?<br />

Adnan Koç: İnancım gereği cinlere tabii ki<br />

inanıyorum. Az öncede bahsettiğim gibi<br />

Türkiye’de korku sinemasında en fazla işlenen<br />

konu cin. Bizim insanımız özünde, temelinde<br />

gerçekten inandıkları türde bir şeyi izlemek ister.<br />

Kuran-ı Kerim’de de geçtiği için cin hepimizin<br />

inandığı bir varlık. Ciddi manada olağandışı, mistik<br />

bir anlatım diliyle film yapacaksanız işlenecek<br />

en mantıklı konu cin konusudur.<br />

Büşra Ayaydın: Evet az öncede bahsettiğim gibi<br />

bunda dinimizin ve inancımızın etkisi büyük.<br />

İzlerken kendimizle özdeşleştirdiğimizde, mutlaka<br />

filmde kendimizden bir parça buluyoruz. Bu da<br />

bizi filme daha çok çekiyor. Evet her müslüman<br />

gibi bende cinlere inanıyorum.<br />

Eğer inanıyorsanız filmde oynadığınız için bir<br />

tedirginlik yaşadınız mı?<br />

Adnan Koç: Senaryoyu ilk okuduğum zaman<br />

çok etkilenmiştim. Hatta senaryoyu okuduğumda<br />

evde yalnızdım, yarısına geldim ama bitiremedim.<br />

Yaşanmış bir olayın, geçmişte denenmiş bazı<br />

hadiselerin sonucunda yazılmış bir senaryo bu<br />

senaryo. Etkilenmedim desem yalan olur, çok etkilendim.<br />

Setteyken inandım, inanarak oynamaya<br />

çalıştım. Bunun sonucunda korktum diyemem<br />

ama ürperdiğim anlar oldu.<br />

Büşra Ayaydın: Tabii yaşamaz mıyım hiç hem de<br />

filmi kabul etmeyecek kadar. Benim hep korkuya<br />

karşı önyargım vardı, gelen işleri geri çeviriyordum,<br />

ta ki Siccin3 Cürmü Aşk’a kadar. Filmimiz<br />

sayesinde tabumu yıkmış oldum. Ve alanında en<br />

iyilerle (Muhteşem Film ve yönetmenimiz sevgili<br />

Alper Mestçi ile) çalışmak benim en büyük<br />

avantajım oldu.<br />

Yüzyüze konuştuğumuzda çekimlerden<br />

önce bütün seti okuduğunuzu söylemiştiniz,<br />

yönetmenin buna tepkisi ne oldu?<br />

Büşra Ayaydın: Ben kimsenin haberi yokken<br />

okuyordum. Yönetmenimiz bilmiyor. Ama duysa<br />

şaşırır ve güler :)<br />

Müslümanlıkta sinema hep tartışma konusu<br />

olmuştur. Hem iyi bir müslüman hem de iyi<br />

bir sinema sanatçısı olunabilir mi? Bu konudaki<br />

fikriniz nedir?<br />

Büşra Ayaydın: Neden olunmasın? Gereken<br />

özen gösterilirse, gereken şartlar uygulanırsa<br />

olabilir.<br />

Tesettürlü bir oyuncusunuz, sektörde buna<br />

verilen tepkiler nedir? İş bulmakta herhangi<br />

bir zorluk yaşadınız mı?


Büşra Ayaydın: Reklam diyenler, şekilci diyenler,<br />

yarın açılır diyenler... Ve daha bir sürü şey... Çok<br />

şükür iş sıkıntım olmadı. Ben rızkımı Allah’tan isterim,<br />

ve her zaman en iyisini değil en hayırlısını<br />

isterim. Bir kapı kapanırsa, bin kapı açılır. Siz<br />

yeter ki yürekten inanın, güvenin.<br />

Günümüzde 15 Temmuz’daki darbe girişimi<br />

olsun o günden beri sürekli acı olaylar<br />

yaşıyoruz. Topluma bir sanatçı olarak bu anlamda<br />

bir mesajınız var mı?<br />

Adnan Koç: Ben Mardin’liyim. Bulunduğumuz<br />

coğrafya, ülkemizin içinden geçtiği süreç bazı<br />

şeyleri o kadar güzel göstermeye başladı ki bu<br />

yaşananların ne anlama geldiğini şimdi biraz<br />

daha iyi anlıyorum. Ülkemiz son 14 yıldır çok yol<br />

aldı, büyük değişimler yaşadı. Doğduğum memleketin<br />

bu süreçte ne kadar değiştiğine, özgürlükler<br />

noktasında ne kadar ilerlediğine ben çok<br />

yakından şahit oldum. Doğu ve batı sentezini<br />

yapma şansına sahip olan bir Türkiye Cumhuriyeti<br />

vatandaşı olarak oyunun büyüklüğü ve<br />

tehlikesini çok iyi anlıyorum. Cumhurbaşkanımız<br />

Sayın Recep Tayyip Erdoğan halkı sokağa davet<br />

ettiği zaman bir kulağı, bir gözü Güneydoğu’da<br />

olan bir vatandaş olarak memleketin nasıl milli<br />

iradesine, vatanına can siperhane sahip çıktığına<br />

şahit oldum. Allah memleketimize, milletimize<br />

zeval vermesin. Bu yaşanan olayın bizi daha<br />

güçlendireceğine inanıyorum.<br />

Büşra Ayaydın: Evet maalesef böyle kara bir<br />

gece yaşadık ama şükür ki karanlık gecemizi<br />

yüce Rabb’imin yardımıyla aydınlattık. O gün<br />

hepimiz “her şerde bir hayır, her hayırda bir<br />

şer vardır” sözünün doğruluğuna şahit olduk.<br />

Nöbetlerimizi vatanını, milletini, bayrağını,<br />

toprağını seven, iman sahibi olan, hiçbir mezhep,<br />

parti, sağ-sol ayrımı olmadan, kimse kimseyi<br />

ötekileştirmeden bir bütün olarak Tek ses, tek<br />

yumruk ve tek yürek olarak tuttuk. Biz birken<br />

güzeliz Türkiye’m! Lütfen kimsenin oyununa<br />

gelmeyelim, Kur’an’da kürt, türk, laz, çerkez vs<br />

yazmıyor yada alevi, sünni vs yazmıyor. Hepiniz<br />

kardeşsiniz diyor. Rabb’im vatanımıza, milletimize<br />

zeval vermesin, hainlere, zalimlere ve<br />

kafirlere fırsat vermesin inşaAllah.<br />

Filmle ilgili benim sormadığım ama sizin söylemek<br />

istediğiniz bir şey var mı?<br />

Adnan Koç: Film senaryosu, yönetmeni ve<br />

oyunculuğu itibariyle çok özel bir film. Bu filmin<br />

Türkiye ve dünyada ilk defa korku ve aşkın bir<br />

arada bu kadar güçlü ve etkili anlatıldığı bir film<br />

olduğuna inanıyorum. Böyle bir işte yer aldığım<br />

için kendimi çok şanslı hissediyorum. Emeklerinden<br />

dolayı başta yönetmenimiz Alper Mestçi<br />

olmak üzere tüm ekibe ve tabii ki Muhteşem<br />

Yapım’a teşekkür ediyorum.<br />

Büşra Ayaydın: Filmde, şimdiki aklım olsa kabul<br />

etmeyeceğim iki tane minik sahne var. Bu sahnelerimiz<br />

yalnızca gelişmiş tekniklerle ve farklı kamera<br />

açılar ile çekilen, daha sonra montajda da<br />

üzerinde çalışılan, kısaca göründüğü gibi olmayan<br />

fakat algı olarak çeşitli anlamlar yüklenmeye<br />

açık sahneler. Dolayısıyla gelebilecek yorumları<br />

tahmin edebiliyorum ve onlara kısacık bir not<br />

bırakıyorum. “Kimseyi kınamayın! Günahından<br />

haberiniz olabilir ama tövbesinden haberiniz<br />

olmaz.” Dünyada örneği olmayan bir senaryo<br />

ile çekilen filmimizin, siz değerli seyircilerimizle<br />

buluşmasını heyecanla bekliyor ve herkesi filmimize<br />

bekliyoruz :)


Dans, futbol, seyahat,<br />

politika, müzik ve tabii<br />

ki yemekler. Latin<br />

rüzgarı her şeyi ile bizi<br />

etkilemiş, hislerimize<br />

dokunmuş ve büyüleyici<br />

bir hava bırakmıştır<br />

HER DAİM<br />

ÖFKELİ<br />

LATİN RÜZGARI


ONUR KIRŞAVOĞLU<br />

n Dans, futbol,<br />

seyahat, politika,<br />

müzik ve tabii ki<br />

yemekler. Latin<br />

rüzgarı her şeyi ile bizi etkilemiş,<br />

hislerimize dokunmuş ve büyüleyici<br />

bir hava bırakmıştır. Her özelliğinin<br />

içinde olmazsa olmazı ise derinlik<br />

olmuştur. Derin bir tutku, gerçekçilik<br />

ve samimiyet Latin başlığındaki her<br />

şeye nüfuz etmiştir. Hal böyle olunca<br />

da sinemasının içinde de benzeri tadları<br />

bulmamız kaçınılmaz olmuştur ve bizi<br />

yakalamayı başarmıştır. Bazı dönemler<br />

Hollywood sinemasına kafa tutan<br />

ya da orayı da besleyen ve transferler<br />

ile Hollywood’u bile güçlendiren<br />

Latin Amerika Sineması, yükselişte<br />

olmadığı dönemlerde bile sinefillerin<br />

sığındıkları bir liman olmuştur. Özellikle<br />

çok sevdiğimiz ve büyüsüne<br />

kapıldığımız festivllerin en değerli filmleri<br />

hiç değer kaynetmeden bu filmler<br />

olmuşlardır. 2000’lerin başındaki Dünya<br />

Sineması yükselişinde rol oynayan ve<br />

bu yükselişe Kore Sineması ile birlikte<br />

epey mahsül veren bu tutukulu bölge,<br />

birçok açıdan bizi bizden almaya<br />

devam ediyor. Mutlaka, her sinemsverin<br />

favorisi olan bir Latin Amerikalı<br />

yönetmen bulunmakta, sayıları da her<br />

zaman belli bir ivme ile devam etmektedir.<br />

Sıcak ülke insanı ve yaşayıştaki<br />

bazı benzerlikler ise sinemaya<br />

yansıyor, beğenimiz konusund da tuz<br />

biber görevini üstleniyor. Tutkulu Latin<br />

Amerika Sineması her zaman bize en<br />

yakın olan ülke sinemalarından biri<br />

olmaya devam edecektir.<br />

Latin Amerika Sineması dediğimizde<br />

ilk olarak tutkusundan ve karakterlerinden<br />

bahsetmemiz gerekir. Samimi<br />

ve gerçekçi hikayelerin anlatılır ve<br />

hiç abartıya kaçılmaz. Tabii ki birkaç<br />

yönetmen bulunmaktadır bu tarza<br />

yönelen ama genel anlamda bu filmleri<br />

izlerken yabancılık çekmeyiz, hikayenin<br />

içine girmekte hiç zorlanmayız.<br />

Bir yerinde durur ve hikayelere adapte<br />

oluruz. Biliriz ki gerçektirler ve bzidendirler.<br />

Hikayeler de daha çok<br />

küçük hayatlrı olan küçük ideallerin<br />

peşindeki insanları anlatır ve tutkuları<br />

buradan gelir. Aşk, müzik, dans gibi<br />

daha kişisel ve daha bireysel tutkular<br />

onları harekete geçirir. Tabii bizim<br />

etkilenme noktalarımızı da bunlar<br />

oluşturur. Kıtaya ait dans, bu dansın<br />

tutkusu, müziğin ritmi ve hayatların bu<br />

müziğe olan bağlılığı, aşkın da bunlar<br />

üzerinden çok daha derin olması. Tabii<br />

ki bir de doğal güzellikler. Her film<br />

izledikten sonra yapmak istediklerimiz<br />

listesine eklediğimiz onlarca şey. Latin<br />

Amerika Sineması ilk olarak bizi gerçeklik<br />

duygumuzdan vuruyor ve iyice<br />

içimize yerleşiyor.<br />

Tabii bütün bunların dışında, özellikle<br />

2000 öncesi dönemde Latin<br />

Amerika Sinemasının en etkili olduğu<br />

dalın politika ve dolaylı olarak suç<br />

olduğunu, en çok başyapıt seviyesindeki<br />

filmin buralardan çıktığını


da söyleyebiliriz. Çok değişkenlik<br />

gösteren bölgenin, darbeler ve cuntalar<br />

ile çok uğraşmak zorunda kalan<br />

insanının büyük dertleri, büyük<br />

kayıpları ya da hüzünlü anları çoktur.<br />

Bunun da siyasi boyutu, ideolojik tarafı<br />

ne olursa olsun sinemaya yansıması<br />

kaçınılmaz olmuştu. Siyasi olarak<br />

duruşların ve kararlılığın da etkili<br />

olduğu halkın, elbette sineması da bu<br />

konuda oldukça net ve özgürlükçü<br />

yaklaşımlar ile dolu olduğunu belirtmek<br />

gerekir. Umut denen hadisenin<br />

gerçekten iyi bir şey olduğunu, yeniden<br />

ayağa kalkmanın olası olduğunu ve<br />

bir olmanın güzelliğini de yine bu filmlerde<br />

bolca görmektedir. Tabii sert<br />

anlatılar, gerçeğe dayanan görüntüler<br />

ve zorlukları da Latin Amerika Sineması<br />

bizlere sundu ama başta bahsettiğimi<br />

o tutku, o noktada da güzelliklere<br />

dönüştü ve bizi her zamanki gibi etkilemeyi<br />

başardı. Az gelişmişliğin<br />

gölgesinde bazen çocukların sevinci,<br />

bazen onların da çaresiliği anlatıldı.<br />

Kimi zaman unutulmuş güzellikler suça,<br />

şiddete , çetelere yenik düştü ama<br />

yönetmenler hiç bir zaman umutsuzluğa<br />

kapılmadı ve sürekli ürettiler. Latin<br />

Amerika Sineması ayakta kalmayı her<br />

zaman başardı ve politik duruş olarak<br />

iç bir zaman tavrından şaşmadı. Bu<br />

tutkulu sinema şimdilerde Hollywood’a<br />

bol transfer ve biçim olarak yeni bir<br />

yapılanma içerisinde olsa da eski tutkusu<br />

ve samimiyetinden hiç bir<br />

şey kaybetmemiş durumda. Latin<br />

Amerika Sineması’nın son dönemine<br />

damga vuran bazı filmlerini<br />

tekrar hatırlayalım:<br />

Amores Perros – 2000<br />

Şimdilerde Oscar heykelcikleri ile<br />

konuşulan Meksikalı yönetmen<br />

Alejandro Gonzalez Inarritu’nun bu<br />

başyapıtı hem 2000’ler sineması<br />

hem de gelmiş geçmiş listelerde<br />

kendine oldukça sağlam bir yer<br />

edindi. Kader üçlemesinin ilk filmi de<br />

olan Amores Perros, üç farklı hikayeyi<br />

Inarritu’nun sonradan imzası sayılacak<br />

harika kurgusu ile harmanlıyordu ve<br />

bize kader konusund önemli söylemler<br />

aktarıyordu. Kendine özgü bir tavrı<br />

olan film, kader ve varoluş ekseninde<br />

bizleri perde karşısına çiviliyordu. Film<br />

ayrıca, kendisinden sonra sinemaya<br />

yön vermiş ve birçok sinemacıyı derinden<br />

etilemiştir.<br />

City of God – 2002<br />

Fernando Meirelles imzalı<br />

bu film, oldukça hüzünlü<br />

bir hikayeyi, inanılmaz<br />

kurgu numaraları ile dinamik<br />

ve hatta eğlenceli<br />

aktarmayı başarmıştı.<br />

Brezilya varoşlarında<br />

geçen hikaye, çocukların<br />

dahi fakirlik yüzünden<br />

çetelere dahil olmasına<br />

kadar birçok toplumsal<br />

meseleyi bizlere aktarıyordu. Scorsese<br />

filmleri ile kıyaslanan City of God, bu<br />

gücünü anlatımından alır. Hem bir dış<br />

sesin yönlendrmesi, hem de geçişler<br />

ve kadrajlar Scorsese havası taşır.<br />

En iyi suç filmlerinden biri de sayılan<br />

filmin, gerçekçi hikayesi ise ne vurucu<br />

yerlerinden.<br />

Y Tu Mamam Tambien – 2001<br />

Bir büyüme öyküsü, ayı zamanda yol<br />

filmi ve epey politik göndermelerin<br />

bulunduğu bir taşlama. İki gencin,<br />

kendilerinden yaşça büyük bir kadın<br />

ile yolculuğa çıkmaları<br />

ve burada her şeyden<br />

biraz yaşamaları filmin<br />

öyküsünü oluşturuyor. O<br />

dönemin politikalarının<br />

da altmetinde yer aldığı<br />

film, cinselliği kullanışı ile<br />

birçok ülkeden kısıtlanmış<br />

ya da sansüre uğramıştır.<br />

Sonradan Oscar kazanacak<br />

olan yetenekli yönet-


yönetmen Alfonso Cuaron’un<br />

yönettiği film, hala bazı tartışmalara<br />

yol açmakta ama geniş bir kitle<br />

tarafından saygıyla zikredilmektedir.<br />

Post Tenebras Lux – 2012<br />

Kendine özgü sinema<br />

denildiğinde ve bölge<br />

düşünüldüğünde sanırım<br />

ilk akla gelen yönetmenlerden<br />

biri Carlos<br />

Reygadas’dır. Ülkemiz de<br />

dahil birçok festivalde boy<br />

gösteren ve her filmi ile<br />

buralarda övgü toplayan<br />

yönetmenin bu filmide<br />

en kişisel sinemalardan<br />

birinin ürünü. Biçimsel<br />

olarak oldukça eşsiz ve<br />

büyüleyici bir deneyim olan film,<br />

şiirsel ve düşsel anlatıyı sevenleri<br />

de oldukça memnun edecek cinsten.<br />

Doğa konusundaki söylemleri Malickvari<br />

bir tat bırakan filmin senaryosu<br />

da hazmı zor ama yine eşsiz bir<br />

deneyim.<br />

Relatos Salvajes – 2014<br />

Damian Szifron imzalı bu film, hem<br />

ülke hem dünyamızın son dönemine<br />

oldukça doğru tespitler ile ışık tutuyor.<br />

Herkesin tahammülsüzleştiği, sinir<br />

harbi ve korkular yaşadığı ve işine<br />

gelenin sistem içinde kendine bir<br />

yer kapmaya çalıştığı düzen 6 farklı<br />

hikaye ile önümüze seriliyor. Bazı<br />

hikayelerin daha gerçek olamayacağı<br />

hissi ise ne kadar kötü bir gidişat<br />

içerisinde olduğumuzu<br />

gözler önüne seriyor.<br />

Artık insnlar hoşgörü<br />

ve sabır göstermiyor,<br />

limitleri daha fazla tahmmüle<br />

yer bırakmıyor.<br />

Bu, bizim gibi ülkeler ve<br />

Latin Amerika ülkelerinde<br />

hayat şartlarından dolayı<br />

daha yoğun yaşanıyor.


Bir karakter var, Berlin’de doğmuş ve star olmuş.<br />

Nasıl olmuş bilmiyoruz. Nasıl olduğu belki daha<br />

sonra açıklanır. Biz aslında Das Borak filmi<br />

yapmadık, bir yıldızlar geçidi yaptık, kenara<br />

Borak’ı da iliştirdik, insanlar görsün ısınsın diye.<br />

Tanıtma aşamasındayız şu an.<br />

Yurt dışında dans, müzik, bale gibi sanatlar<br />

sinema ile içiçedir. Türk sinemasında bu<br />

eksikliği nasıl yorumluyorsunuz?<br />

Dicle Seçkin: Kesinlikle Türk Sinemasında dans<br />

,müzik ve bale gibi sanat unsurlaının eksikliği<br />

söz konusu. Gönül ister ki sinemalarımızda bolca<br />

yer verebilelim. Ama bence bunu başabilmek için<br />

önümüzde uzunca bir yol var (ne yazık ki..:)<br />

Yavuz bey size filmden ilk bahsettiğinde ve<br />

sizin de filmde oynamanızı istediğinde ilk tepkiniz<br />

ne oldu?<br />

Dicle Seçkin : Bana filmden bahsettiğinde elbette<br />

çok heyecanlandım , uzun zamandır kurduğumuz<br />

bir hayalimizdi bu film. Benden filmde rol almamı<br />

istediğinde ise gururla seve seve kabul ettim:)<br />

Filmde birçok ünlü isim var. Yönetmenle nasıl<br />

bir yol tutturdunuz bu konuda?<br />

Yavuz Seçkin: Biz oyuncularımızla önce hikayeyi<br />

fragman olarak çıkarttık. Yönetmenimiz fragmanı<br />

yazdı. Senaristlerimiz ve ben oyuncuları belirledik,<br />

kafamdaki oyuncuları döktüm.<br />

Neye göre döktünüz peki?<br />

Yavuz Seçkin: Sevgiye göre döktüm aslında.<br />

20 yılı geride bıraktığım, aramızda sevgi oluşan,<br />

beni kırmayacağına inandığım sanatçılara<br />

göre döktüm. Nazımın geçeceğine inandığım<br />

sanatçılara gittik ve yüzde doksanı da projede<br />

yer aldı. Önce senaryo olarak gönderdim, çünkü<br />

duayen oyuncular, kötü bir işte olmak istemezler.<br />

İşin mizahına inandırdım, senaryoya sıcak<br />

yaklaştılar, karakterlerini sevdiler. İş böyle olunca<br />

ben de daha çok inandım projeye. Sonrasında<br />

oturduk oyunculara göre yazdık. Karakterlere ruh<br />

geldi, çok şükür hiçbiri de sırıtmadı. Hepsi sanki<br />

o roller için düşünülmüş oyuncularmış gibi. Başka<br />

alternatif olamazmış gibi.<br />

Az önce konuşurken dediniz ki, Yeşilçam<br />

komedisi, ancak bizim günümüzde komediler<br />

absürt komedi olarak nitelendirilebilecek bir<br />

seviyede, bunun sebebi de bence günümüz<br />

komedilerinde dramın eksik olması, trajikomik<br />

değil de absürt olması. Sizin filminiz hangi<br />

türe yakın?


Yavuz Seçkin: Filmimiz komedi ve dram<br />

unsurlarını bir araya topluyor. Hayatı boyunca<br />

bir baltaya sap olamamış bir adamın popstar<br />

olması ve kendine ait olmayan bir kadına aşık<br />

olması bir dram. Hayatı boyunca öyle bir kadını<br />

sadece televizyonda görmüş, yanına iki yüz<br />

metreden çok yaklaşamamış ancak bir şeyler<br />

oluyor sonrasında aralarında. Aşk da var yani.<br />

Hep söylüyorum, skeç filmi yapmıyorum ben. Bu<br />

bir skeç filmi değildir. Komedyenlerde böyle bir<br />

durum var, skeç olduğunu düşünüyorlar. 20 tane<br />

skeci birleştirip bir film yapmadık. Usta oyuncularla,<br />

konuk oyuncularımızı harmanlayıp, güzel bir<br />

omurgaya oturtup, sağlı sollu matematik hesabı<br />

yaptık. Dramı nerede olsun, komedisi nerede girsin<br />

diye tarttık ve bir Yeşilçam komedisi olmasını<br />

hedefledik. Skeç filmi olmasın istedim.<br />

Komedi türünü seviyor musunuz? Türkiye’de<br />

özellikle sinemadaki komedi size yeterli geliyor<br />

mu?<br />

Dicle Seçkin: Komedi çok severim, eşimin de<br />

komedyen olması bunu ıspatlıyordur. Türkiye’de<br />

çok değerli komedyenler var fakat keşke daha<br />

fazla kaliteli komedi yapan sanatçılarımız olsa..<br />

Komedi özünde eleştirel bir tür Tarih<br />

boyunca insanlar otoriteleri komik bir dille<br />

eleştirebileceklerini keşfetmiş ve komedi<br />

böyle gelişmiştir. Günümüzdeki komedinin<br />

etliye sütlüye dokunmayan tarzını nasıl buluyorsunuz?<br />

Yavuz Seçkin: Herkesin bir komedi tarzı vardır.<br />

Eleştirel komedi yapan insanlarla büyüdük biz.<br />

Bakıldığında bana yakın şov yapanlar, siyasetle<br />

birlikte şov yapıyorlar. Ben de siyasileri kullanarak<br />

başladım şovlarıma. Siyaset dönem dönem<br />

değişiyor. Ben son 15 yılımda genel izleyiciye<br />

hitap etmeyi görev edindim kendime. Siyasi bir<br />

gönderme yaparsan, belli bir kesime hitap edecektir.<br />

Belli bir kesimin adamı olacaksındır. Ancak<br />

takip ettiyseniz benim için hiç öyle bir söylem<br />

çıkmadı. Çıksaydı zaten bu benim beşinci filmim<br />

olurdu. 20. yılımda bir tane film yaptım. Ben herhangi<br />

bir oluşuma, herhangi bir duruma, bir cemiyete<br />

hayatım boyunca hiç bulaşmadım. Kimse<br />

de o cesareti bulamaz kendisinde, gel adamımız<br />

ol diyemez çünkü ben çok ağır konuşurum. Ben<br />

27 yaşıma kadar esnaftım ve esnaf çocuğuyum,<br />

Atatürkçüyüm. Birisinin adamı hiç olmadım.<br />

Olsaydım daha değişik şeyler olabilirdi belki de.


Dicle Seçkin: Komedi dahil sanatın<br />

tüm dallarının (bale,müzik,tiyatro<br />

vb.) sınırlanmak zorunda kalması<br />

gerçekten çok üzücü. Sanat<br />

özgürlüktür ve fikirlerini,sevgini,<br />

acını,üzüntünü,isyanını özgürce dile<br />

getirmektir!<br />

Bunları konuşuyoruz, Türkiye’nin<br />

hali ortada, ekonomik sıkıntılar<br />

vardir vesaire, bu kadar sıkışmış<br />

bir toplum içinde komedyen olmak<br />

nasıl bir şey?<br />

Yavuz Seçkin: Acı veriyor. Çünkü<br />

şehitler oldu, terör var ve bir şey<br />

yapamıyorsunuz. Biz komedyenler<br />

olarak, bir şey yazsak, hemen tepki<br />

geliyor. İşimiz komedi, şakalarla buraya<br />

kadar gelmişiz, işimiz çok yanlış<br />

anlaşılmaya müsait. Türkiye’de mizah<br />

en zor şey. Yapılamıyor yani. Şimdi o<br />

yavaş yavaş tüm partilerin tek yürek<br />

olmasıyla tekrardan biz mizahçılar<br />

o eski günlere, siyasilerin tiplemesi<br />

yapıldığında gülüp geçinildiği dönemlere<br />

döneceğimizi düşünüyorum.<br />

Dönmemiz lazım.<br />

İkinci, üçüncü filmler aklınızda var.<br />

Borak üzerinden mi gidecek yoksa<br />

farklı karakterler de olacak mı?<br />

Yavuz Seçkin: Valla ben bu zamana<br />

kadar 100 tane karakter<br />

canlandırmışım, 47 yaşındayım<br />

ve daha ilk karakterimle sinema<br />

salonlarına giriyorum. Çok farklı tipler<br />

yapabilirim, yeter ki biraz güç alayım.<br />

Bu filmin üzerine bir tane daha<br />

yapmak isteyeyim. Çok büyük bir<br />

maddi beklentim olmamakla birlikte,<br />

yıkılmadan vizyondan çıkabilirsek,<br />

ardından bir tane daha yapmak isterim.<br />

Filmi borç alarak yaptım ama<br />

çok da mutlu bir film çıkarttım. İleride<br />

3 çocuğuma da babanız bunu yaptı<br />

diyebilmek istiyorum. Filmin 10 sene<br />

sonra da izleneceğine inanıyorum.<br />

Güzel bir duygu. Bu film bir aylık film<br />

değil. Beş yıl sonra da 10 yıl sonra da<br />

izlenir.<br />

Gelecek projelerde yer almak is-


termisiniz? Sinema hakkında ne<br />

düşünüyorsunuz, kariyerinizde<br />

önemli bir yer tutar mı bundan<br />

sonrası için?<br />

Dicle Seçkin: Das Borak var<br />

oldukça bir Koreografa ihtiyacı<br />

olacaktır:) Fakat dediğim gibi ben<br />

oyuncu değilim ve bu rol hayatımda<br />

tatlı birer anı olarak kalacaktır.<br />

Son soru olarak, komedyenlerin<br />

belli bir süre sonra hep dram<br />

çevirdiğini görüyorum. Sizde<br />

böyle bir ihtiyaç var mı? Kendinizi<br />

ifade etmek konusunda farklı<br />

bir yöne dönebilir misiniz?<br />

Yavuz Seçkin: Zamanla alakalı. Şu<br />

anlık öyle bir ihtiyaç görmüyorum.<br />

Zaten Türkiye’de komedi yapan<br />

adamlar çok fazla değil ama dram<br />

çok fazla. Yığılma oldu resmen.<br />

Duygu sömürüsüyle izleyiciye gel<br />

gel yapanlar var. Bizim de tuz biber<br />

olmamıza gerek yok. Onun için<br />

ben komedide ilerlemek ve kendi<br />

branşımın getirdiği yere kadar gitmek<br />

istiyorum.<br />

Peki benim size sormadığım ama<br />

sizin izleyiciye filmle alakalı söylemek<br />

istediğiniz birşey var mı?<br />

Yavuz Seçkin: Valla filmimiz mutluluk<br />

katan, neşe katan bir film.<br />

Kafasında negatif düşünce olan,<br />

mutsuz insanlar gelsin bu filme,<br />

iddia ediyorum ki filmden mutlu<br />

çıkacaklar. Mutsuzluğu ve negatif<br />

düşünceleri arıtan bir film yaptık.<br />

Mutlaka keyif alacaklardır. Daha<br />

da mutlu çıkarttırabilirdim, 25 stara<br />

birer argo eklesem, bu film belki<br />

çok daha fazla gişe yapar. Çünkü<br />

bu tür argolar tanıtımlarda çok işe<br />

yarıyor ve bazı kesimler bu argoları<br />

dinlemeye geliyor. Ben bu riski de<br />

göze aldım ve o argoları katmadım.<br />

Bakalım ne olacak. Türk insanı,<br />

argosu olmayan bir komedi filmini<br />

mi tercih edecek yoksa bel altı<br />

vuruşlar yapan komedi filmlerinden<br />

mi devam edecek, bunu göreceğiz.


Café Society, Woody<br />

Allen’ın zeka pırıltısını<br />

üstünde taşıyan bir film.<br />

Bu filmden yola çıkarak<br />

Allen’ın özel hayatındaki<br />

bütün absürtlüğe rağmen<br />

niçin ayrıcalıklı bir yönetmen<br />

olduğunu kanıtlayan<br />

10 film seçtik...


BİR KARAMİZAH<br />

KARAKTERİ<br />

WOODY ALLEN<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Hiç unutmuyorum,<br />

1988 yılında askere gittim<br />

ve karargaha teslim<br />

olurken kapıdaki<br />

çavuş çantalarımızı<br />

kontrol etti. Benim<br />

de yanımda Woody<br />

Allen’ın kısa hikayelerinin olduğu bir<br />

kitap vardı. Çavuş, Woody Allen’ı görünce<br />

bana dönüp “Senin askerliğin zor geçer”<br />

demişti. İşte Woody Allen algısı budur ve<br />

ben bu yüzden Allen’ı çok severim. Kendisiyle<br />

ve yerleşik kurallarla savaş içinde<br />

olan, aslında bu şekilde topluma da her<br />

anlamda ışık tutan bir yönetmendir. Bunun<br />

bir faturası vardır ve Allen bunu her daim<br />

öder. Yaptıkları doğru mudur, o ayrı konu<br />

ama kadın erkek ilişkisine, evlilik kurumuna,<br />

entelektüel sınıfın iki yüzlülüğüne<br />

dair en cesur filmler hep ondan gelmiştir.<br />

Allen 1935’te Brooklyn’de doğmuş üç nesil<br />

New Yorklu ailenin ilk çocuğudur. Ailesinin<br />

ona verdiği isim Allen Stewart Konigsberg<br />

olmasına rağmen o 17 yaşından<br />

bu yana, hayran olduğu caz klarnetçisi<br />

Woody Herman’dan devraldığı “Woody”<br />

ismini kullanır. Woody Allen’ın filmlerini<br />

anlayabilmek için onun çocukluğuyla<br />

ilgili bir iki şey söylemek gerekir. Allen’ın<br />

anne babası geleneksel Yahudilerdir.


Almanya kökenli bu aile kendi arasında<br />

çok da sıcak ilişkiler kurabilmiş bir aile<br />

değildir. Özellikle Allen’ın anne babasının<br />

soğuk ilişkisi yönetmenin aile kurumuna<br />

şüpheyle yaklaşmasına sebep olmuştur.<br />

Üstelik çoğu vaktini sadece Almanca ve<br />

Yidce (Avrupalı Yahudiler’e ait bir dil) bilen<br />

dedesiyle geçirdiğini düşünürsek ve bu<br />

sebeple kendisinin de küçük yaşlarda<br />

sadece Yidce konuştuğunu bilirsek filmlerindeki<br />

keskin yalnızlık hissinin nereden<br />

geldiğini anlarız. Filmlerinin bir vazgeçilmezi<br />

de Yahudi dünyasına bakışı ve<br />

getirdiği ağır eleştirilerdir. Bu da aslında<br />

demin bahsettiğimiz geleneksel Yahudi<br />

ailenin içine sıkışmanın bir dışa vurumu<br />

olarak kabul edilebilir. Daha sonra okul<br />

dönemi başlayan Allen’ın sosyal anlamda<br />

arkadaşlarıyla problemi olmamış ama okuldaki<br />

başarısı hep eksik kalmıştır. İskambil<br />

kağıtlarıyla yaptığı sihirbazlık numaralarıyla<br />

diğer çocukların ilgisini çeken Allen’ın<br />

okuldaki başarısızlığı onun aslında neye<br />

aç olduğunu bize gösterir. Çok zeki olan<br />

Allen okulu veya onun derecelendirmesini<br />

redetmektedir. O kendini bunun üstünde<br />

görür ama etrafında insanlar olması daha<br />

önemlidir. Onun için kartlara, belki tembellik<br />

ve azgınlığa muhtaçtır. Bu yolla arkadaşları<br />

tarafından kabul görülmeyi ve sevilmeyi<br />

başarır. Sonunda New York Üniversitesi’nde<br />

sinemaya olan ilgisini hayata geçirir. Tiyatro<br />

yazarı, senarist, oyuncu, yönetmen, müzisyen,<br />

televizyon ve stand-up yıldızı olan<br />

Allen’ın 50 yıllık meslek hayatına sığdırdığı<br />

48 filmin içinden bir seçki yapmak gerçekten<br />

zor. Bence en doğrusu kendi en<br />

beğendiğim 10 filmi size önermek. Buradaki<br />

tek kriter benim beğenimdir. Yoksa yönetmenin<br />

listedeki filmlerin dışında birçok iyi<br />

filmi vardır. Listede olmayıp hemen burada<br />

ismini söylememiz gereken Radio Days,<br />

Manhattan Murder Mystery, Gölgeler ve Sis,<br />

Yaramaz Harry. Ayrıca bu listeyi yaparken<br />

Allen’ın kendisinin oyuncu olarak içinde<br />

bulunmadığı hiç bir filmi seçmedim. Çünkü<br />

bence Allen yazıp, yönettiği ve oynadığı<br />

filmlerle bir bütün. İşte 10 filmlik seçki...


Love and Death, 1975<br />

Napolyon, Çarlık Rusya’sını işgal etmek<br />

isterken, Boris Grushenko adlı korkak<br />

bir Rus ülkesini korumaya ve ülkesi için<br />

savaşmaya zorlanır. Fransız ordusu, sayıca<br />

çok daha fazla ve daha güçlü olduğu için<br />

Rusya savaşı kaybeder. Napolyon artık<br />

Moskova’ya ulaşmıştır. Boris, savaşmanın<br />

bile saçma olduğunu düşünürken, yeni<br />

evlendiği genç karısı tek çarelerinin<br />

Napolyon’u öldürmek olduğunu söyler.<br />

Rusya’nın tarihini komik bir dille anlatan<br />

Woody Allen; aşk ve ölüm üzerine de derin<br />

bir felsefe yapıyor.<br />

Zelig, 1983<br />

1920’lerde, sansasyonel bir karakter olan<br />

Leonard Zelig, kimle tanışırsa onun karakteristik<br />

özelliklerini taklit eden bukalemunvari<br />

bir adamdır. Huzuru ise sadece<br />

psikoloğunun kollarında bulmaktadır.<br />

Amerika’nın şöhret ve ün düşkünlüğüyle<br />

dalga geçen filmde, tıpkı Yurttaş Kane’de<br />

olduğu gibi sahte haber görüntüleri montajlanarak<br />

Zelig’in dönemin ünlüleriyle bir<br />

arada olduğu sahneler yaratılmış.<br />

Bananas, 1971<br />

Yeni tüketici ürünlerinin denekliğini yapan<br />

Fielding Mellish, yüzeysel ve apolitik bir<br />

insandır. Politikayla son derece yakından<br />

ilgilenen eylemci Nancy ile tanışır ve<br />

kısa süreli bir aşk yaşarlar. Bu esnada<br />

Latin Amerika’daki dikta rejimi eylemcileri<br />

ayağa kaldırır. Nancy de bunlardan birisidir<br />

ve beraber olduğu erkeğin de lider<br />

ruhlu ve politikayla ilgili olmasını ister. Bu<br />

yüzden ilişkilerini bitiren Nancy, Mellish’in<br />

dünyasını alt üst eder. Mellish bunun<br />

üzerine San Marcos’a gider. Yanlışlıklar ve<br />

bir seri komik olay sonucu kendisini San<br />

Marcos’daki eylemcilerin yeni lideri ve San<br />

Marcos’un başkanı olarak bulur.<br />

Annie Hall, 1977<br />

New York’un tanınan komedyenlerinden<br />

Alvy Singer’ın anlatıcılığı eşliğinde<br />

işlenen film, komedyenin Annie Hall isimli<br />

ünlü şarkıcıyla olan ilişkisinin neden<br />

sonlandığını sorgulamasıyla başlar. Alvy,


uzunca bir süre aşk hayatında başarısız<br />

olmuş, aradığı kadını sahte entelektüel<br />

ortamlarda bulmanın imkansızlığına kanaat<br />

getirmiştir. Ancak Annie ile tanışması<br />

adamın talihini bir anda döndürecek, garip<br />

bir ilişkinin başlamasına neden olacaktır.<br />

Manhattan, 1979<br />

Varlıklı ve ünlü Isaac Davis entelektüel<br />

bir senaristtir. Yıllarca yaptığı bu işten<br />

fazlasıyla sıkılan Isaac, en büyük hayalini<br />

gerçekleştirmek için ciddi bir çalışmaya<br />

başlar. Başarılı senarist ilk bölümünde<br />

çok sevdiği Manhattan’ı anlattığı kitabını<br />

ne pahasına olursa olsun bitirecektir.<br />

Ancak ortada bir sorun vardır: Isaac bu<br />

büyülü şehre öylesine bağlıdır ki bir türlü<br />

ikinci bölüme geçemez. Bu süreçte yakın<br />

çevresindeki sorunlar da cabasıdır. Eski<br />

karısı artık bir lezbiyendir ve yeni yazdığı<br />

kitabında Isaac’la olan ilişkisini tüm<br />

çıplaklığıyla anlatmıştır. Diğer yandan en<br />

yakın arkadaşı Yale ve eski karısı arasında<br />

yaşananlar da Isaac’i sıkıntıya sürüklemektedir.<br />

Isaac tüm bu olup bitenin arasında bir<br />

şekilde yaşamaya çalışır...<br />

Stardust Memories, 1980<br />

Ünlü yönetmen Sandy Bates, artık halkın<br />

kendisinden istediği tarzda yüzeysel komedi<br />

filmleri çekmek istememektedir. Daha ciddi,<br />

felsefe içeren son filminin kötü eleştiriler<br />

alması üzerine mutsuz olan Bates, eski<br />

ilişkilerini de gözden geçirmeye başlar.<br />

Woody Allen’ın kendi hayatından fazlasıyla<br />

izler taşıyan film, yönetmenin en sevdiği<br />

filmleri arasındadır.<br />

A Midsummer Night’s Sex Comedy, 1982<br />

Kaçık mucit Andrew Hobbs ve eşi Adrian,<br />

haftasonu için kır evlerine arkadaşları olan<br />

iki çift çağırır. Doktor Maxwell Jordan ve<br />

hemşire sevgilisi Darcy ve yaşlı filozof doktor<br />

Leopold Sturgis ile nişanlısı bu dörtlüdendir.<br />

Leopold’un nişanlısının eskiden<br />

çıktığı bir kız olduğunu fark eden Andrew,<br />

bu durumdan fazlasıyla gerilmiştir. Çünkü<br />

zamanında bu kıza karşı yoğun hisler<br />

beslemiştir. Altı kişinin aşkı arayışının hikayesi<br />

olan A Midsummer Night’s Sex Comedy,<br />

aynı zamanda Allen’ın favori yönetmeni


olan Ingmar Bergman’ın Smiles of a Summer<br />

Night’ına bir gönderme. Film tutku ile aşk,<br />

seks ile sevgi arasındaki ince farkları da gözler<br />

önüne seriyor.<br />

Hannah ve Kız Kardeşleri, 1986<br />

Merkezde Hannah olmak üzere kızkardeşleri<br />

Holly ve Lee’nin birbirleriyle ve erkeklerle olan<br />

ilişkileri üzerinden giden filmde Allen komediyle<br />

dramayı harmanlıyor. Ailenin en mükemmeli<br />

ve kızkardeşlerinin kıskandığı Hannah;<br />

iyi bir eş, iyi bir kardeş, iyi bir anne ve başarılı<br />

bir aktristtir. Lee kendisinden yaşça büyük<br />

bir adamla bir ilişki yaşamaktadır. Holly ise<br />

hiçbir işinde ve ilişkisinde dikiş tutturamayan<br />

en küçük kardeştir. Ancak Hannah’nın<br />

hayatı aslında o kadar da mükemmel değildir<br />

çünkü kocası uzun zamandır kızkardeşi Lee’ye<br />

aşıktır. Bir yandan da Hannah’nın eski kocası<br />

Mickey hayatın anlamını aramaktadır.<br />

Suçlar ve Kabahatler, 1989<br />

Film bir yandan karısını aldatan New Yorklu<br />

doktor Judah’ın dramatik, bir yandan da<br />

evliliği mutsuz giden belgeselci Clifford’ın<br />

trajikomik hikayesini anlatıyor. Judah metresinden<br />

şantaj mektupları alırken, ondan<br />

nasıl kurtulabileceğini düşünür. Cliff ise<br />

yeni tanıştığı Halley’e karşı yoğun duygular<br />

beslemeye başlar. Judah tek çarenin metresini<br />

öldürmek olduğuna karar verince işler<br />

birbirine karışır. Woody Allen’ın insan doğasını<br />

tüm çıplaklığıyla irdelediği bu filmi, suç ve<br />

vicdan kavramlarını da ele alıyor.<br />

Husbands and Wives, 1992<br />

Jack ve Sally, evliliklerinin iyice katlanılmaz<br />

hale geldiğini ve ayrılmalarının en doğru<br />

karar olduğunu düşünmektedirler. Bu kararı<br />

en yakın arkadaşları Gabe ve Judy’yle de<br />

paylaşırlar. Gabe ve Judy bu ayrılık kararına<br />

şiddetle karşı çıksalar da, kendi ilişkileri de<br />

gittikçe çekilmez hale gelmekte ve her geçen<br />

gün birbirlerinden iyice ayrı düşmektedirler.<br />

Evliliklerindeki çıkmazları aşmayı<br />

başaramayan bu çiftler, aşkı yeniden bulabilmek<br />

için yeni heyecanların peşine düşerler.<br />

Husbands and Wives, evlilik, ilişkiler ve aşk<br />

üzerine Woody Allenca sözleri olan bir film.


PARİS’TE GECE YARISI<br />

BİR AYŞE TEYZE<br />

BERİL ATEŞOĞLU<br />

n Sabah uyandım<br />

ve Woddy amca<br />

ile Ayşe teyzeyi<br />

aynı evde hayal<br />

ettim, yüzüme<br />

bir gülümseme<br />

yerleşti.<br />

B: Ta ta işte filmimiz, Paris’te Gece<br />

Yarısı!!<br />

A: Korku falansa izlemeyelim başka<br />

film bul.<br />

Korku filmi adı da olabilirmiş hakkaten,<br />

haklı kadın:) Paris’in hayran<br />

olunası görüntüleri eşliğinde başladı<br />

filmimiz. Zaten güzel olan şehir bir<br />

de film pürüzsüzlüğü ile birleşince<br />

tam bir rüya gibi görünüyor. Bu manzaraya<br />

rüya çiftimiz eşlik ediyor. Gil<br />

ve Inez, herkesin hayal edebileceği<br />

güzellikte bir çift ve bir o kadar<br />

güzel bir tatilin tam ortasındalar.<br />

Harika kıyafetler, entel sohbetler, şık<br />

restoranlar, kalbur üstü bir aile, lüks<br />

oteller ve bir Paris kaçamağı. Daha<br />

ne olsun dedirtiyor insana, işte tam<br />

o anda Ayşe teyze daha ne olması<br />

gerektiğini söylüyor,<br />

A: Bu ilişki bitmiş cık cık cık...<br />

Hayda nereden çıkarıyor Ayşe teyze


Sabah uyandım<br />

ve Woddy amca<br />

ile Ayşe teyzeyi<br />

aynı evde hayal<br />

ettim, yüzüme<br />

bir gülümseme<br />

yerleşti.<br />

bu Yorumları hiç anlayamıyorum<br />

ama yine de bir bildiği vardır diye<br />

dinliyorum.<br />

B: Nasıl anladın peki? Herşey<br />

gayet yolunda görünüyor.<br />

A: Nasıl nereden anladım. Sizin<br />

gözünüzü boyamaya yetiyor<br />

tabi şık giysiler Pahalı yemekler!<br />

Peki Anlayış nerede anlayış?<br />

Adam hayallerini, yapacaklarını<br />

anlatıyor kimsenin umrunda<br />

değil, bak Karısı bile anca gezsin<br />

tozsun. Beril kulağına küpe olsun,<br />

insan sevdiğini başkalarına<br />

beğendirmeye çalışmaz, işine<br />

gelenleri duyup işine gelmeyenleri<br />

duymamazlıktan gelmez. Saygı<br />

duyar, insan en çok sevdiğini kabul<br />

eder. Birini kabul edemiyorsan<br />

bilki sevmiyorsun. Sevemiyorsun.<br />

Karşınızdakinin haklı olması<br />

canınızı sıkar mı bazen? Evet<br />

benim de sıkar.<br />

Artık bu ilişkinin çatırdadığını kabul<br />

ederek izlemeye devam ettim.<br />

Her fırsatta Kocasını susturmaya<br />

çalışan Inez iyice sinirime dokunmaya<br />

başladı. Gil’in gece onların<br />

yanından ayrılıp Şehirde dolaşmak<br />

istemesi beni bile rahatlattı. Oh<br />

be dedim içimden biraz yalnız<br />

kal, tadını çıkar. Çıkardıda! Gil<br />

kendini en sevdiği dönemde<br />

buldu 1920’lerin Paris’i!! Bir Büyü<br />

gibi her gece zamanda yolculuk<br />

edebiliyor aynı şehirde farklı zamanda<br />

yaşayabiliyordu. Hayran<br />

olduğu herkes Arkadaşı olmaya<br />

başlamıştı. Scott ve Zelda Fitzgerald,<br />

Hemingway, yakışıklılığına diyecek<br />

yok. Allah’ım diyorum bazen<br />

bir insan bu kadar yetenekli, bu<br />

kadar çekici nasıl olabiliyor sonra<br />

alıyorum cevabımı<br />

A: Yetenek ile delilik hep yanyana<br />

gider zannedilir bak o zamanlar<br />

bile öyle, sanki akıllanırlarsa


yetenekleri ellerinden Alınacak gibi<br />

geliyor, ama tam tersidir, içindeki<br />

deliliği sadece sanatında ortaya<br />

çıkaranlar hep bir adım öndedir.<br />

B: Kolay şeylerde yaşamamışlar<br />

ama, bak Hemingway savaş görmüş<br />

neler çekmiş.<br />

A: travma herkesi delirtebilir,<br />

dediğim o değil. Sen deliliği bahane<br />

olarak kullanıp hayatı öyle yaşarsan,<br />

Sanatın sana kırılır hep bir Tarafın<br />

eksik, Yaptığın her iş yarım gibi gelir.<br />

Yok ben hayatı sıradan bir insan gibi<br />

yaşarım ve yaratıcılığımı basitlikleri<br />

keşfederek taçlandırırım dersen gerçek<br />

tatmin burnunun ucundadır.<br />

Neler oluyor şu an! Ben komik Şeyler<br />

yazayım derken bir sanat felsefesi<br />

Konferansına mı düştüm? Gözlerimi<br />

kapatsam kendimi bir otelin konferans<br />

salonunda bulacağım, benim<br />

zaman yolculuğum böyle olmamalı<br />

hayır buna dayanamam!!<br />

B: Ayşe teyze sen bunları nereden<br />

biliyorsun? Yani tabi bilebilirsinde<br />

çalıştın mı acaba, korkutuyorsun<br />

beni!<br />

A: Ben sanat eserlerini eleştiremem<br />

ki, hepsi de birbirinden değerlidir.<br />

Sanatçının eserini değerli kılan o<br />

eseri beğenenler, para verenler değil<br />

midir? Peki ya sanatçı, içine sinmeyen<br />

eksik olduğunu düşündüğü bir eserine<br />

övgüler Alınca içi parçalanmaz<br />

mı? Ben bile bir Börek yapıyorum<br />

pek iyi pişiremediysem insanlar çok<br />

güzel deyince utanıyorum, onları<br />

kandırmışım gibi hissediyorum. Bunlar<br />

da aslında bu Yüzden deli taklidi<br />

yapar. Mahcup olmamak için! Eserlerinden<br />

önce kendilerini yaratırlar.<br />

B: Lütfen devam et<br />

A: bak o yakışıklı(Hemingway) ne<br />

dedi Pablo’ya (Picasso) “yetenekli<br />

ama bir Miró olamaz!” Miró sıradan<br />

hayatıyla bilinir, normal bir ailesi<br />

vardır, travmaları, delilikleri, enteresan<br />

alışkanlıkları yoktur, kaygısız<br />

koşulsuz koyar sanatını ortaya. Mutludur<br />

mutlu! Sanatçı Dediğin mutlu<br />

olacak, yaratıcı dediğin güzel gülecek,<br />

ha tabi adamın bir derdi yoksa,<br />

Özenti olmayacak yani, hani siz ne<br />

diyorsunuz böyle bunalımlı gençlere<br />

B: Bohem??<br />

A: Hah<br />

O kadar şey anlat gel Bohem i bilme,<br />

bu işte bir acayiplik var, kesin zaman<br />

falan büküldü birşeyler oldu kesin.<br />

A: Sanatçı kaçmak için bohemmiş<br />

gibi yaşamamalı. Bir eli yağda bir<br />

eli balda gençlersiniz sizin neyinize<br />

üzülmek, şikayet etmeden yaşamayı<br />

ve yaratmayı öğrenemezseniz hep bir<br />

tarafınız eksik kalacak!<br />

Dondum kaldım! Gık diyemedim. Gil<br />

de diyemedi. Paris kaçamaklarına devam<br />

ederken kendi romanını sevmeye<br />

başladı, aşık olmaya korkmama-


ya başladı ve tabi ki beklenen son,<br />

karısının onu aldattığını öğrendi<br />

ve zaten bitmiş olan ilişkiyi bir an<br />

bile tereddüt etmeden bıraktı.peki<br />

Ayşe teyzeye ne olmuştu? Korkumdan<br />

birşey soramaz oldum, sanki<br />

o konuşmaya başlayınca biz de bir<br />

zaman makinasına giriyorduk. Filmi<br />

izlemeye devam ettik. Gil aradığı<br />

Herşeyin kendi içinde olduğunu<br />

farketti, başka zamanlara olan arzunun<br />

hiç bitmediğini, bunları da kendini<br />

kabul edememekten geçtiğini<br />

anlayarak yeni hayatına yeni bir<br />

şehirde devam etme kararı Aldı. O<br />

artık mutlu bir sanatçıydı! Hayat<br />

bütün güzelliklerini ona sunmaya<br />

hazırdı. Aşk, yağmur, Paris...<br />

B: sevdin mi filmi?<br />

A: sevdim sevdim, iyi oldu Bıraktı<br />

o şımarık kızı hiç sevememiştim<br />

zaten.<br />

Allah’ım Ayşe teyze geri geldi!!!<br />

B: evet ya ben de ama diğer kızda<br />

çok güzeldi şu Pablo’nun eski<br />

sevgilisi olan Adrianna ben onu<br />

beğendim.<br />

A: aman boşver onu, güzel kız<br />

ama o bir sanatçı değil, bir sanat<br />

eseri. Nasıl mutsuz sanatçılar<br />

deliliğe sığınırsa, mutsuz<br />

kadınlarda güzelliklerine sığınır ve<br />

yaratıcılıklarından uzaklaşırlar.<br />

Hayır Ayşe teyze geri gelmemiş!!<br />

Woddy amcayı mı arasam, belki bu<br />

filmin belli yaştaki kadınlarda böyle<br />

bir etkisi vardır belki o geri getirir<br />

Ayşe teyzeyi, ya da belki Ayşe teyze<br />

Woddy Amcanın ruh eşidir???<br />

Umarım ruh eşidir ve delirmemiştir.<br />

Ay ne de güzel olur! Sizi seviyorum<br />

Ayşe teyzem Woddy amcam oturunda<br />

bir rakı için karşılıklı:)) Filozofum,<br />

ev kadınım, Çay tiryakim,<br />

ruh eşim Ayşe teyzem her filmimde<br />

varsın...


BURÇİN ABDULLAH<br />

DUYGU


Bol Şans filminin başrol<br />

oyuncusu Burçin Abdullah,<br />

filmde canlandırdığı<br />

karakter gibi duygularıyla<br />

yaşadığını ve romantik<br />

biri olduğunu söylüyor...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Çocuk oyuncu olmak kolay değildir. Hele<br />

çocuk oyuncu olup ergenliği atlatmak, mesleğe<br />

ve hayata sağlam adımlarla devam etmek daha<br />

da zordur. Bu savaşın içinden çıkan bir isimle<br />

beraberiz bu hafta, Bol Şans filminin güzel<br />

oyuncusu Burçin Abdullah hem filmini hem de<br />

çocukluğundan yetişkin bir insana giden yolu<br />

bize anlattı. Yaşadığımız günlerin acısını içinde<br />

hissettiğini, bütün şehitlerimize allahtan rahmet<br />

dilediğini söyledi...<br />

Filmin senaryosunu okuduğunuzda sizi en<br />

çok etkileyen ne oldu?<br />

Filmin senaryosu yönetmenimiz Gökhan Yılmaz<br />

tarafından yazıldı. O da çocukluğunun geçtiği<br />

şehrin hikayesini yazmış. Yani ‘En iyi bildiğin<br />

şeyi yaz.” mottosuna uymuş; ve böylece iyi<br />

niyetle yazılmış, içinde özellikle samimiyetin yer<br />

aldığı güzel bir hikaye çıkmış.<br />

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?<br />

Almanya’da yaşayan, anneannesinin köyü<br />

olan Pehlivanköy’e ziyarete gelen ve orada<br />

hayatının aşkıyla tanışan bir kız olan Buse’yi<br />

canlandırdım.<br />

Bazı roller vardır onlara hazırlanmak gerekir.<br />

Mesela tarihi bir kişiliği oynuyorsanız veya<br />

engelli birini canlandıracaksanız araştırma<br />

yaparsınız. Bir de oyuncunun kendi tecrübesinden<br />

yola çıkarak hazırlandığı roller vardır.<br />

Bu film hangisine yakın. Bir hazırlanma<br />

süreci geçirdiniz mi?<br />

Buse bizim next door girl olarak adlandırdığımız,<br />

yan komşumuzun kızı olarak da Türkçeye<br />

çevirebileceğimiz yani sokakta gördüğümüz, hikayesi<br />

olan, işe gidip gelmesi gereken, hayalleri<br />

olan, sevgiyi arayan ama aynı zamanda kendi<br />

koruma alanından da çıkmayan bildiğimiz bir<br />

kız. Ben kendi tecrübelerimden yola çıktım.<br />

Filmin müzik kullanımı önemli bir oyuncu<br />

için müziğin önemi var mı? Rolünüzü<br />

canlandırmadan önce veya sahneler öncesinde<br />

kullanılacak müziği biliyor musunuz?<br />

Dediğiniz kesinlikle doğru. Geçmişte öyle<br />

müzikler yapıldı ki filmin önüne geçenler bile<br />

oldu. Şarkılar üzerine çekilmiş filmler oldu ve<br />

bu sektöre adlarını altın harflerle kazıdılar.<br />

Evrendeki her şeyin bir ritmi olduğu gibi, bizim<br />

filmin de içinde bir ritmi vardı ve bunu çekimler<br />

boyunca yönetmenimiz ve tüm ekibimizle birlikte<br />

ortaya çıkarmaya çalıştık. Bunun üzerine de<br />

güzel bir müzik çalışması yapıldığını umuyorum.<br />

Selim Gülgören ile başrolü oynuyorsunuz.<br />

Aslında bir müzisyen olan Gülgören ile<br />

elektriğinizin tuttuğunu düşünüyor musunuz?<br />

Selim iyi niyetli ve sette pozitif biri. İşini sahipleniyor<br />

ve yaptığı işten keyif alıyor. Tanıdığım<br />

ve çalıştığım için mutluyum.<br />

Rolünüzde romantizmi ve aşkı yaşıyorsunuz.<br />

Gerçek Burçin bu duyguları ne kadar önemser?<br />

Hayatının neresinde durur bu duygular?<br />

Sadece romantizm değil, genel olarak duygular<br />

insan enerjisinin içtenliği ve güdüsünün en<br />

güçlü kaynağıdırlar. Yaptığım işin temelinden<br />

ziyade bu kalpten gelen, kaynağından yalın bir<br />

şekilde davranışlarıma aktardığım duyguların<br />

beni hayatta dürüst kıldığını düşünüyorum.<br />

Nereye gidersem gideyim benimle geldiği için<br />

de hayatımın her alanında olan bu duyguları<br />

yaşıyorum.<br />

Çok küçük yaşta oyunculuğa başladınız.<br />

LARIMLA YAŞIYORUM


Oyuncu olma maceranızı bizle paylaşır<br />

mısınız? Yeni başlayacaklar için en önemli<br />

uyarınız nedir?<br />

O yaşlardaki her çocuk gibi oyun oynamayı<br />

seviyordum. Rabbim bunu kamera karşında<br />

yapmamı ve hayatımın değişmesini sağladı.<br />

Yeni oyunculuğa başlayanlara ilk tavsiyem<br />

sabırlı olmaları ve hiçbir zaman kendilerini olmayan<br />

işler için üzmemeleri, olan güzel işler yüzünden<br />

de kibirlendirmemeleridir.<br />

Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu bu<br />

güzelliğine hem tecrübe hem de kabiliyetini<br />

katmalı. Bu anlamda nasıl bir yapılanma<br />

içindesiniz?<br />

Okuyorum. Bol bol kitap okuyor, üstatlarımla vakit<br />

geçiriyor, kendi eksiklerimi görmeye çalışıyor<br />

ve elimden geldiğince onları düzeltmekle<br />

uğraşıyorum.<br />

Türk sinemasında duygusal filmlerin kökeni<br />

Yeşilçam’a dayanır. Sizin Yeşilçam’a<br />

yaklaşımınız nedir? Oyunculuğundan<br />

etkilendiğiniz Yeşilçam ünlüsü var mıdır?<br />

Şu anda farkındaysanız filmlerin tanıtımlarının<br />

çoğu “Yeşilçam tadında” başlığıyla ortaya<br />

çıkıyor. Neden? Çünkü içtenlik, samimiyet,<br />

sadelik maalesef şimdiki filmlerde yok. Böyle<br />

bir gerçek var. O filmlerin bizim gönlümüzdeki<br />

yeri ayrı. Ve hiçbir Yeşilçam emekçisini birbirinden<br />

ayıramayacağım. Kemal Sunal’dan Adile<br />

Naşit’ine kadar hepsini saygıyla anıyorum.<br />

Deminki soruyla bağlantılı olarak kadın<br />

oyuncularımızın önünde Türkan Şoray<br />

kanunları gibi bir örnek de var. Bu kuralları<br />

doğru buluyor musunuz?<br />

Hayatımı kolaylaştırması için kendime<br />

koyduğum kısıtlamalar var; bunlar aynı zamanda<br />

toplumsal hayatımı rayına oturtuyor. Bunları<br />

kaldırabildiğim bir mecram da var. O da kamera<br />

önü.<br />

Benim size sormadığım ama sizin izleyiciler<br />

için söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />

Sorduğunuz, fikirlerimi öğrenmek istediğiniz<br />

konular gayet keyifliydi. Teşekkür ederim.<br />

Acı dolu günlerin içinden geçiyoruz. Bir<br />

oyuncu olarak insanlara mesajınız var mı?<br />

Öncelikle hayatını kaybeden herkes için derin<br />

üzüntü içindeyim. Ailelerine sonsuz sabır diliyorum.<br />

Umut ediyorum ki bu yaşanan olaylar<br />

en yakın zamanda son bulur ve aydınlık, sevgi<br />

dolu günlere kavuşuruz. Güzel ülkemin yeniden<br />

sosyal-kültürel, sportif ve sanayi başarılarıyla<br />

dünyada adından söz ettirmeye devam etmesini<br />

diliyorum.


NEŞE KAYNAKLARIMIZ<br />

BİRER BİRER KURUYOR<br />

2016 yılı daha bitmeden,<br />

Hollywood’un üzerine<br />

kara bir bulut gibi çöken<br />

yıldız kayıplarına biri daha<br />

eklendi, Gene Wilder.<br />

BURAK YARKENT<br />

n İlerki zamanlarda<br />

hatırlanacak ve<br />

konuşulacak o kadar<br />

çok hatıra bıraktı ki Gene<br />

Wilder, ama herhalde en<br />

akılda kalanı, yakın zamanda<br />

duyduğumuz ve hiç çıkmamacasına<br />

aklımıza düşen, James Corden’ın “The Late<br />

Late Show” davetini nazik bir şekilde nasıl<br />

reddettiğiydi.<br />

Çikolata fabrikası sahibi, mor renkli kadife<br />

ceketli Willy Wonka karakteri ile zihnimize<br />

kazınan Wilder, bazen alkolik bir kovboy,<br />

bazen de çılgın Doktor Frankenstein olarak<br />

çıktı karşımıza.<br />

İşte Wilder ve unutulmazları…<br />

The Producers (1968)<br />

Yönetmenliğini Arthur Penn’in yaptığı 1967<br />

yılı yapımı “Bonnie ve Clyde”ın ardından,<br />

Wilder’ın ikinci beyaz perde deneyimi,<br />

yönetmenliğini Mel Brooks’un yaptığı, The<br />

Producers. Çoğumuzun “The Hitler you


loved, the Hitler you<br />

knew, the Hitler with<br />

a song in his heart”<br />

yani “Sevdiğin Hitler,<br />

bildiğin Hitler, kalbinin<br />

içinde şarkı olan Hitler”<br />

repliğiyle hatırladığı<br />

meşhur müzikal.<br />

Başlarda normal gibi<br />

görünen fakat zamanla<br />

dağıtan Leo ismindeki<br />

müthiş eğlenceli muhasebeci olarak<br />

karşımıza çıkmıştı Wilder. Filmin bir diğer<br />

karateri Zero Mostel’in canlandırdığı yapımcı<br />

Max’in tam zıttı biriydi.<br />

Willy Wonka & The Chocolate<br />

Factory (1971)<br />

Johnny Depp’i silin zihninizden.<br />

En az 3 jenerasyon<br />

film izleyicisinin gerçek<br />

Willy Wonka’sıdır Wilder.<br />

Roald Dahl’ın romanına<br />

hayat veren kişidir. Mizah<br />

ve korku uyumunu en iyi<br />

yakalayan yapıtların belki<br />

de en iyi örneğidir, en<br />

önemlisidir.<br />

Golden Globe ödülüne aday gösterilen,<br />

bugün bile önünde eğilebilinecek ustaca<br />

oyunculuğu görebileceğiniz ender<br />

yapıtlardandır.


Blazing Saddles (1974)<br />

Yönetmenliğini Mel<br />

Brooks’un yaptığı film, sinema<br />

tarihinin en meşhur “osuruk”,<br />

yanlış okumadınız “gaz<br />

çıkarma” sahnesini içeren,<br />

aynı zamanda bu tür bir<br />

sesin beyaz perdede ilk kez<br />

başarıyla kullanıldığı filmdir<br />

Blazing Saddles.<br />

Bu klasik kovboy filminde<br />

Wilder, gerçek ismi Jim olup “Waco<br />

Kid” olarak cağrılan, alkolik bir silahşör<br />

olarak çıkmıştı karşımıza. Cleavon Little’ın<br />

canlandırdığı sonradan şerif olan, siyahi<br />

demiryolu işçisi Black Bart karakteri ile olan<br />

ve insanı kırıp geçiren, kahahaya boğan sahneleriyle<br />

Wilder’ın unutulmazları arasında<br />

sayılabilecek, izlenmesi gereken, önemli<br />

yapıtlardan biridir.<br />

Young Frankenstein (1974)<br />

Wilder’ın kendi fikrini Blazing<br />

Saddles filminin setinde<br />

yönetmen Mel Brooks ile<br />

payaşması sonucu meydana<br />

çıkan yapıt, ve sonunda izleyici<br />

ile buluşan Dr. Frankenstein rolündeki<br />

Wilder, Yaratık rolündeki Peter Boyle ve<br />

Marty Feldman üçlüsünün izlenmeye değer<br />

müthiş uyumu. Kaçırılmaması gereken, Hollywood<br />

sinemasının klasikleri arasında kendine<br />

yer bulan harika ve eğlenceli bir film.<br />

Stir Crazy (1980)<br />

Bruce Jay Friedman’ın<br />

yazdığı ve Hollywood<br />

sinemasının duayenlerinden<br />

Sidney Poitier’in<br />

yönettiği Stir Crazy, Wilder<br />

ve Pryor’un birlikte rol<br />

aldıkları 5 yapıttan bence<br />

en önemlisi. Wilder’ın,<br />

filmin bir bölümünde<br />

zenci rolü yaptığı sahne,<br />

günümüzde bunu yapabilecek<br />

aktör sayısı<br />

herhalde bir elinde parmaklarının sayısını<br />

geçmez.<br />

Hoşçakal Çikolata fabrikası sahibi, mor renkli<br />

kadife ceketli Willy Wonka..<br />

Güler yüzünü, nezaketini, usta yorumunu<br />

özleyeceğiz..


ALICIA<br />

VIKANDER


HAYALLERDEKI İSVEÇLİ DEĞİL<br />

AMA HAYALLERDEKİ KADIN<br />

Bu ay Hayat Işığım filmiyle sinemalara konuk olacak olan<br />

Alicia Vikander bildiğimiz sarışın İsviçreli güzellere benzemiyor.<br />

Neredeyse güzel bir İspanyol hatunu gibi görünen<br />

Alicia’nın son yıllarda yıldızı parlıyor...<br />

n Avrupa sinemasının<br />

güzel oyuncuları<br />

Hollywood’a transfer<br />

olmaya devam ediyor.<br />

Son dönemde bu<br />

sıçramayı yaşayan<br />

isimlerin başında Alicia<br />

Vikander geliyor.<br />

İsveçli olan Alicia<br />

fiziğiyle kendi ülkesinin<br />

tipinden çok farklı. Sarışın kule<br />

gibi güzellere alıştığımız İsveç bu sefer<br />

neredeyse bir İspanyol güzeli tanımını<br />

dolduracak bir oyuncuyu bize hediye<br />

etti. Alicia 1988 Gothenburg’ta doğdu.<br />

Fiziği gibi özel hayatı da bir çok farklılık<br />

barındırıyor esmer güzelin. Daha iki<br />

aylıkken anne babası ayrılan Alicia annesiyle<br />

beraber büyümüş. Annesi daha<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

sonra hiç evlenmemiş ve kızının başında<br />

durmuş. İsveç’te tiyatrocu olan annenin etkisiyle<br />

Alicia da oyunculuğu seçmiş. Babası<br />

ise daha sonraki evliliklerinden 5 çocuğa<br />

daha sahip olmuş. 5 üvey kardeşiyle uyum<br />

içinde yaşadığını söyleyen Alicia’nın rol<br />

aldığı filmler de ayrıksı. Profesyonel kariyerine<br />

İsveç kısa filmlerinde ve dizilerinde<br />

gözükerek başladı. İlk tanındığı rolüyse<br />

drama dizisi Andra Avenyn (2008–10)’daki<br />

Josefin Björn-Tegebrandt kişiliğiydi. Vikander<br />

ilk uzun film rolünü Guldbagge En<br />

İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandığı Pure<br />

(2010)’da elde etti. 2012’de Joe Wright’ın<br />

film uyarlaması Anna Karenina’da Prenses<br />

Ekaterina “Kitty” Alexandrovna Shcherbatskaya<br />

rolünü canlandırdı ve Danimarka filmi<br />

olan A Royal Affair’deki Kraliçe Caroline<br />

Mathilde rolündeki çıkışıyla BAFTA Yükselen<br />

Yıldız Ödülü’ne aday oldu. 2013’te İsveç<br />

drama filmi Hotell’deki rolüyle yıldız oldu ve<br />

aynı yıl içinde Julian Assange biyografisi<br />

olan The Fifth Estate’de yer aldı. 2014 ve<br />

2015’te Vikander Testament of Youth filmindeki<br />

eylemci rolü olan Vera Brittain, Altın<br />

Küre ve BAFTA Ödülleri’nde En İyi Yardımcı<br />

Kadın Oyuncu kategorisine aday olduğu Ex<br />

Machina’daki Al rolü ve SAG ve Akademi<br />

Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />

ödüllerini kazandığı The Danish Girl filmindeki<br />

ressam Gerda Wegener rolüyle dünya<br />

çapında ün ve beğeni kazandı.


JACKIE CHAN<br />

BİZİMLE ŞEN<br />

Uçan, kaçan, kovalayan ve oyunculuk adına birçok<br />

tekniği kendisi oynayan oyuncu bu ay Tozol<br />

filmiyle karşımızda olacak…<br />

n ChChan<br />

Kong-Sang ya<br />

da Jackie Chan<br />

Sing Lung ya da<br />

bilinen adıyla<br />

Jackie Chan<br />

7 Nisan 1<strong>95</strong>4<br />

yılında Hong<br />

Kongda doğan<br />

oyuncunun on<br />

parmağında on marifet var diyebiliriz.<br />

Dövüş ustası olan aktör aynı<br />

zamanda yönetmen,yapımcı, senarist,<br />

dublör, dublör koordinatörü, ses<br />

dublajcısı, kameraman ve şarkıcıdır.<br />

Filmlerinde; akrobatik dövüş stili,<br />

eğlenceli bir unsur oluşturan<br />

zamanlaması ve çevresindeki eşyaları<br />

silah olarak kullanması ile tanınır.<br />

Jackie Chan, 1962’den beri yüzün<br />

üstünde filmde oynamıştır. Hollywood<br />

Bulvarı’nda kendi adına yapılmış<br />

yıldızı vardır. Filmlerinde çoğu zaman<br />

şarkıları da seslendirenoyuncunun<br />

1980’lerde başlayan bir pop müzik<br />

kariyeri de vardır.<br />

Çin’deki iç savaştan kaçıp mülteci<br />

olarak 1960 yılında Canberra,<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Avustralya’ya sığınmalarından önce<br />

Jackie Chan’in annesi ve babası Lee-<br />

Lee ve Charles Chan Hong Kong’daki<br />

Fransız büyükelçiliğinde kahyalık ve<br />

hizmetçilik yapıyorlardı. Chan Hong<br />

Kong’daki gelişme yıllarını bu elçilikte<br />

geçirmiştir. Chan’ın doğduğundaki<br />

Çince adı olan Chan Kong-Sang<br />

“Hong Kong’da doğdu” anlamına<br />

gelmektedir. Filmlerin bir çoğu<br />

Çin, Hong Kong’da ve İngiltere’de<br />

çekilmiştir.<br />

Oyunculuk kariyerinde dublörlük ve<br />

figüranlık yaptığı filmlerde vardır.<br />

Bruce Lee’nin başrolde oynadığı Ejder<br />

Kalesi filmi bunlardan biridir. Tehlikeli<br />

sahnelerin çoğunda dublör, ip veya<br />

özel efekt kullanmamıştır, bu yüzden<br />

pek çok kez kolundan, bacağından,<br />

burnundan, omuzundan yaralanmıştır.<br />

Ünlü oyuncunun filmlerinden bazıları<br />

şöyle; Afrika Kaplanı, Altın Yumruk,<br />

Altın Yumruk İstanbul’da, Bitirim<br />

İkili, Şangaylı Kovboy… Bu ay kendisini<br />

başrolünü Johnny Knoxville ile<br />

paylaştığı Skiptrace / Tozol filminde<br />

izleyeceğiz.


BANA SEVMEYİ ANLAT<br />

26 Ağustos Cuma<br />

Fox Tv ekranlarında<br />

yayınlanmaya<br />

başlayan Bana<br />

Sevmeyi Anlat<br />

Ay Yapım’ın<br />

yapımcılığını<br />

üstlendiği bir dizi.<br />

ERKEN BİR İKİNCİ BAHAR<br />

HİKÂYESİ Mİ?<br />

NERGİZ KARADAŞ<br />

DİZİFUN<br />

Eylül ayının yaklaşmasıyla birlikte çok sayıda<br />

yeni dizi izleyiciye merhaba dedi. Bunlardan bir<br />

tanesi 26 Ağustos Cuma Fox Tv ekranlarında<br />

yayınlanmaya başlayan Bana Sevmeyi Anlat. Ay<br />

Yapım’ın yapımcılığını üstlendiği dizinin yönetmenliğini<br />

Mesude Erarslan, senaristliğini ise ilk filmi “Köksüz”<br />

ile beğeni toplayan Deniz Akçay üstleniyor. Dizinin<br />

başrollerinde Seda Bakan ve Mustafa Üstündağ’ın<br />

yanı sıra düğünü bu yıla damgasını vuran Kadir<br />

Doğulu yer alıyor. Başarılı oyuncu Dolunay Soysert<br />

ile Kadir Çermik, Mahperi Mertoğlu, Bihter Dinçel ve<br />

Serdar Özer dizide rol alan oyuncular arasında yer<br />

alıyor.<br />

Henüz ilk bölümü yayınlanan dizinin hikâyesi


Almanya’da yaşayan ve hayatındaki en önemli<br />

varlığı oğlu Rüzgâr olan Leyla ile İstanbul’da<br />

başarılı bir restoran işletmecisi olan fakat en<br />

yakınlarının ihanetiyle hayatı darmadağın olan<br />

Alper’in yollarının kesişmesi ile başlıyor. Dizinin<br />

ilk bölümünün final sahnesi olan bu kesişmeye<br />

kadar paralel kurguyla Leyla ve Alper’in<br />

hayatlarına tanık oluyor izleyici.<br />

Leyla özellikle oğluna daha iyi bir gelecek<br />

sunmak için babasının patronu Haşmet’in evlilik<br />

teklifini kabul ediyor. Alper’de karısı ve<br />

abisinin geçirdikleri kaza sonucunda abisinin<br />

ölümü, boşanmanın eşiğinde olduğu karısı<br />

Berna’nın da komaya girmesi sonucu kızı Çiçek<br />

ve yeğenleriyle baş başa kalıyor.<br />

Alper’in dağılan hayatı abisinin ölmeden<br />

önce hesaplarındaki birikimi<br />

aldığını öğrenmesi ve bunun üzerine<br />

iflas etmesiyle daha da zor ve soru<br />

işaretleriyle dolu bir hal alıyor. Borç<br />

içerisindeki Alper yakın arkadaşı<br />

Engin’in referansıyla Haşmet’in<br />

restoranlarında işletmecilik yapmaya<br />

başlıyor. Düğün günü Alper<br />

ateşlenen kızını hastaneye götürmek<br />

için düğünden ayrıldığı esnada,<br />

nikâh öncesinde Haşmet’in kendisini<br />

kandıran eski işletmecisi hakkında<br />

verdiği ölüm emrini tesadüfen<br />

öğrenen ve düğünden kaçan Leyla<br />

onun arabasına biniyor.<br />

Aşk, ihanet, yalanlar, tesadüfler…<br />

Dizinin ilk bölümündeki anlatısı ve<br />

yayınlanan 2. Bölüm fragmanı çerçevesinde<br />

Bana Sevmeyi Anlat’ın olası başarısı ya da<br />

başarısızlığı konusunda bir şey söylemenin<br />

henüz erken olduğunu düşünüyorum. Ancak<br />

şimdilik göze çarpan noktalara değinmekte fayda<br />

var. Öncelikle dizinin daha ilk bölümünden aşk,<br />

ihanet (Alper’in eşi Berna yakın arkadaşları Onur<br />

ile yasak aşk yaşar), yalanlar, sırlar, fedakâr<br />

anne-baba, tesadüf örüntüleri bir yandan dizide<br />

tansiyon yaratıyor diğer yandan da gelecek<br />

bölümlerin çatışmalarını hazırlıyor. Bu anlamda<br />

dizinin izleyicinin merak ve heyecanını canlı<br />

tutabileceği kanısındayım. Ancak benim pimpirikli<br />

halimden midir bilinmez bazı sahnelerde mantık<br />

duvarımı tırmalayan bu nedenle paylaşmak<br />

istediğim noktalar var. Şimdi öncelikle Leyla’nın<br />

Haşmet’in odasına gitme sahnesi. Tamam<br />

gelinimizin kaçak gelin haline dönüşmesi için<br />

Haşmet’in sakladığı yüzünü görmesi şart ancak<br />

birkaç dakika sonra kendisini almaya gelecek<br />

olan damadın odasına nikah hediyesini vermeye<br />

gitmesi, ardından o panik ve zamansızlığa<br />

rağmen odasında arkadaşıyla plan yapma<br />

sahnesinin biraz sünmesi, kızı için oldukça<br />

endişeli olan Alper’in arabanın koltuğuna oturur<br />

oturmaz basıp gitmek yerine Leyla’nın kapıdaki<br />

güvenliğe taksi sorması ve tanımadığı Alper’in<br />

arabasına binmeye karar vermesi arasında<br />

geçen sürede hala orada olması ilk elden<br />

gözüme takılanlar. Sanki bazı noktalarda minareye<br />

kılıf azıcık bol kalmış.<br />

Diziye ilişkin yapılan kimi<br />

yorumlarda oyuncu seçimi<br />

açısından özellikle<br />

Seda Bakan’ın rolle çokta<br />

örtüşmediği daha doğrusu<br />

kendisini daha önce sıklıkla<br />

izlediğimiz komedi rollerini<br />

anımsattığı yönünde yorumlar<br />

vardı. Açıkçası ben buna<br />

katılmıyorum. Evet, ilk bölüm<br />

için Leyla karakterine dair<br />

kimi sorunlar olmakla birlikte<br />

yine de oyuncuların aynı tip<br />

rolleri canlandırmalarının<br />

oyunculuklarına ve kendilerine<br />

yapacakları en büyük haksızlık<br />

ve dolayısıyla hata olacağı<br />

kanısındayım. Bu nedenle<br />

zamanla Seda Balkan’ın Leyla karakterini daha<br />

fazla içselleştireceği oyunculuğuna farklı bir<br />

soluk getireceği ümidini taşıyorum.<br />

Dizi bize sevmeyi anlat…<br />

Karakterlerin yaşları, yaşanmışlıkları ve<br />

kaçınılmaz olarak aşkın pençesine düşecekleri<br />

düşünüldüğünde erken bir ikinci bahar hikâyesi<br />

izleyeceğimiz kanısındayım. Bu dizi kime hitap<br />

eder? Evet, karakterlerimiz genç ancak her ikisinin<br />

de hayatlarının merkezinde olan çocukları<br />

düşünüldüğünde onların hikâyesinin hayran<br />

safları açan diziyi ve oyuncuları hayatlarının<br />

merkezine oturtan genç izleyicilere hitap etmeme<br />

ihtimali söz konusu, bir üst jenerasyonu<br />

yakalaması daha olası görünüyor. Bakalım dizi<br />

izleyiciye sevmeyi anlatabilecek mi?


Yabancı dizi<br />

tiryakisi güzel<br />

kardeşlerim,<br />

bana katılır<br />

mısınız bilemem,<br />

lakin canımız<br />

ciğerimiz dizimiz<br />

Narcos geri<br />

döndü, ikinci<br />

sezon başladı<br />

nihayet!


ZİRVEDEN EN DİBE<br />

ALPER TURGUT<br />

n Yabancı dizi tiryakisi<br />

güzel kardeşlerim,<br />

bana katılır mısınız<br />

bilemem, lakin canımız<br />

ciğerimiz dizimiz Narcos<br />

ara verdi ya… Hah!<br />

Haliyle devamında boşluk hissi geldi,<br />

ne edeceğiz şimdi biz derken, sekizer<br />

bölümlük Stranger Things ve The Night<br />

Of, resmen imdadımıza yetişti. Aslında<br />

bir kedi sevdalısı olarak, The Night Of’u<br />

da yazmak isterim, neyse artık bir sonraki<br />

sayıya… Ve Gollumumuzun efendisi, pek<br />

kıymetlimisss Yüssük, pardon Narcos<br />

geri döndü, ikinci sezon başladı nihayet!<br />

Şimdi Pablo Escobar denen pek<br />

ünlü adam, salt en bildik uyuşturucu<br />

baronu, tereddütsüz kötü ve azılı katil<br />

değil, herif, bildiğiniz efsane, ülkesi<br />

Kolombiya’da ise bir anti-kahraman…<br />

Fakirler, yardımseverliğini görmüş ve<br />

harbiden çok sevmiş, zenginler desen,<br />

düşmanı değil, dostu olmaya didinmiş,<br />

siyasetçiler, muazzam gücün etkisiyle<br />

sersemlemiş, kapısına dizilmiş, güvenlik<br />

güçleri, bol mangırı görünce, biat etmekten<br />

asla çekinmemiş. Eee biricik suçlu,<br />

gencecik yaşında, Medellin Karteli’nde<br />

bir imparatorluk kuran Pablo mu yani? Tek<br />

başına mı yapmış her şeyi, ezbere eğitimin<br />

yan etkileri işte, koşullar, zorunluluklar,<br />

yancılar, yardakçılar ve çıkarlar, hep es<br />

geçilir.<br />

Pablo Escobar’ın büyüsünden, unutulmaz<br />

öyküsünden, elbette sinema ve televizyon<br />

da kaçamadı, kaçamazdı. Hakkında, belgesel,<br />

film, dizi, çekildi, çekilecek. Elbette<br />

en afilisi, “İki Escobar” adlı belgeseldi,<br />

müthiş bir işçilikti, hakkı teslim edildi ve<br />

İstanbul Film Festivali’ndeki hıncahınç<br />

gösteriminin ardından, ayakta bir alkış<br />

tufanı koptu. Sıkı işler çıkartan Netflix’in<br />

Narcos’u ise, yitik efsaneyi, yine ve<br />

yeniden fenomen yaptı, hiç kuşkusuz.<br />

Narcos’un, çekim tekniğine, sesine, rengine,<br />

sinematografisine, oyuncularına<br />

ve elbette harika müziğine laf etmek,<br />

bize yakışmaz. İspanyolca desen, sanki<br />

fıkır fıkır, coşturan, yani kısaca etkileyici<br />

şarkılar söylenmesi için yaratılmış bir dil,<br />

kadife eldiven takmış gibi, kulak okşuyor<br />

resmen. Dizinin en önemli derdi, senaryosu,<br />

hem kopukluklar ve aksaklıklar var,<br />

hem kontrolsüz hızlanmak yaramamış,<br />

hem de çok tarafgir. ABD’nin gözünden<br />

görülen Escobar yerine, Kolombiyalıların


yüreğinden geçen Pablo, enfes bir<br />

proje olurdu, şüphesiz. Final zaten<br />

belli, ne demeye koşturuyorsunuz,<br />

en az beş sezon sürebilecek malzemeyi,<br />

hangi akla hizmetle, tek sezonda<br />

harcıyorsunuz? Pablo değil ha, siz<br />

kendi ayağınıza sıkmışsınız, demedi<br />

demeyin, tam da bu yüzden, birçok<br />

küfür yediniz, bunu da bilin.<br />

Geçenlerde Escobar: Kayıp Cennet<br />

(2014) adlı bir film seyrettim, deyim<br />

yerindeyse tırt bir şeydi, ayakları yere<br />

basmayan, karikatürize bir canavar<br />

yaratmışlar, bir çuval incirin içine<br />

etmişler. Oscar ödüllü, sevdiğimiz aktör,<br />

Porto Rikolu Benicio Del Toro, Escobar<br />

rolündeydi, böylesi bir yetenek<br />

bile, dikiş tutturamamıştı, ne yazık ki.<br />

Oysa Brezilyalı Wagner Moura (Özel<br />

Tim ve Özel Tim 2 filmlerinde, aklımızın<br />

köşesine yazılmıştı adı) , Narcos’ta,<br />

30 kilo almış Pablo rolü için, resmen<br />

destan yazıyor. Pantolonunu çekişi,<br />

duruşu, bakışı, konuşması, vesaire vesaire…<br />

Hani kazara Escobar gelse, sen<br />

benden daha iyi, ben olmuşsun der,<br />

tekrar geriye dönerdi, aynen öyle. Tıpkı<br />

Bruno Ganz ustanın, Çöküş filminde,<br />

Hitler’e dönüşmesi gibi, o hesap.<br />

Efendim, Sihirbazın (lakaplarından biri)<br />

etkin olduğu 1970’ler ve 1980’lerde,<br />

Kolombiya’da, tehdit çok ve tehlike<br />

büyükmüş, özetle yaşanmaz bir yermiş<br />

diyor ahali, sanki 2016’da Türkiye’de,<br />

her şey normal, huzur, refah, güvenlik<br />

o biçim. Bomba patlamazsa şayet,<br />

darbe girişimi oluyor, baskın, katliam,<br />

her türlü melanet yakamıza yapışmış,<br />

hala bik bik peşinde bağzı arkadaşlar,<br />

her neyse… 44 yıllık ömründe<br />

yapmadığı kalmamış, adam neredeyse<br />

ergenken, racon kesmeye başlamış,<br />

henüz 26 yaşındayken ABD’deki<br />

uyuşturucu trafiğinin beşte dördünü<br />

ele geçirmiş, sonra dünyanın en zengin<br />

dokuzuncu insanı olmuş, memleketinde<br />

meclise girmiş. Tarlalara gömdükleri<br />

paranın ne kadar olduğunu geçin, defnettikleri<br />

dolarları bile unutmuş. Kızı<br />

üşümesin diye, milyon dolar yakmış<br />

şöminede, yani elemanın, hayatında<br />

gördüğü yegâne kâğıt, neredeyse<br />

paraymış, yani o kadar.<br />

Meclis, siyaset demişken, şöyle bir diyalog<br />

geldi aklıma; Pablo: Siyasetçilerle<br />

buluşmaya gidiyorsun, haydutlarla değil!<br />

-İkisi aynı şey değil mi patron? Pablo:<br />

Siyasetçiler daha çabuk korkar. Tabanca<br />

alsanız yeter. Politikacıları da çözmüş<br />

hınzır, oh ne ala! Birde dizide, halkını<br />

seven ve onlar tarafından sevilen adam,<br />

hangi ara ve ne tür bir hızla dostlarını<br />

gözünü kırpmadan öldürten manyağa<br />

dönüştü, nedenlerini açıklamazsan, tane<br />

tane anlatmazsan, bu kamyon deviren<br />

keskin dönüşü de, kazaya sebebiyetten<br />

senin hanene yazarlar, hiç acımadan.<br />

Umarım, ikinci sezonda, hatasıyla,<br />

sevabıyla sevdiğimiz dizimiz, eksik<br />

ve gediklerin farkına varmış ve<br />

toparlamıştır. Yoksa başyapıt dediğimiz<br />

işlerde bile, ararsan tonla hata ve yanlış<br />

bulursun. Misal bir trafik polisi, seni durdursun,<br />

ceza kesmek isterse, kurtuluşun<br />

olmaz, istediğin kadar tedbirli ol, kesinlikle<br />

yetmez. Dünya tuhaf bir yerdir, Pablo<br />

Escobar, elbette kötüdür, imrenilecek,<br />

yolundan gidilecek bir insan değildir,<br />

ancak ondan daha kötü olan insanlar,<br />

yasal kılıf altında, zehri zerk edip durur,<br />

küresel sermayenin koruması altında<br />

semirir. Emperyalist ve kapitalistlerden<br />

daha tehlikelisi yoktur, Escobar gibileri,<br />

zirveyi de, en dibi de görebilir, lakin<br />

sonu bellidir, ya tepe tepe kullanılır, ya<br />

çemberi daraltılır, haliyle günü gelince<br />

de fişi çekilir. Kolombiya’da, onu hala<br />

kurtarıcı olarak görenler var, elbette<br />

çoğu fakir, çünkü zenginler, çoktan yeni<br />

dostlar bulmuştur bile.


AŞIRI UÇLARDA<br />

RENKLERİ OLAN<br />

KARAKTERLERİ<br />

SEVİYORUM<br />

Bodrum Masalı dizisi<br />

görücüye çıktı. Dizinin<br />

İpek’i Tülin Yazkan ile yeni<br />

projesini, sinemayı ve<br />

oyunculuğu konuştuk...<br />

Bodrum Masalı<br />

dizisi görücüye<br />

çıktı. Dizinin İpek’i<br />

Tülin Yazkan ile yeni<br />

projesini, sinemayı ve<br />

oyunculuğu konuştuk.<br />

Reyting listelerine iddialı<br />

bir giriş yapan dizi genç<br />

oyuncuya göre de ekibi<br />

sayesinde bir “şans”a<br />

dönüşüyor. Deneyimli<br />

ve genç oyuncuları bir<br />

arada bulunduran diziye<br />

başarılar dilerken Tülin’e<br />

kulak veriyor, onun masalını<br />

dinliyoruz.<br />

Bodrum Masalı bize nasıl<br />

bir masal anlatacak?<br />

Lüks içinde yaşayan bir<br />

ailenin iflas edip Bodrum’a<br />

taşınmalarıyla başlıyor<br />

masalımız. Orada da<br />

geçmişten kalan hikayeler,<br />

değişen dengeler, bütün ilişki<br />

dinamiklerini etkiliyor tabi ki..<br />

İpek’i neden tercih ettiniz?<br />

Sizi heyecanlandıran ne<br />

oldu?<br />

TÜLİN YAZKAN


İpek’in yaşamak için verdiği savaş,<br />

tutkusu beni etkiledi. Hasta birini<br />

oynamak fiziksel ve ruhsal baştan<br />

yapılanmayı gerektiriyor ciddi anlamda.<br />

Grip olduğunuzda bile bütün fiziksel<br />

aksiyonlarımız bundan etkileniyor. İpek’in<br />

hastalığını düşündüğümde bunun ben de<br />

başka farkındalıklar yarattığını hissettim.<br />

Hissetmeye ve keşfetmeye de devam<br />

ediyorum.<br />

Tecrübeli ve genç oyuncuların bir<br />

arada olduğu bir sette eğlenmemek,<br />

eğlenirken öğrenmemek mümkün<br />

değil. Nasıl geçiyor çekimler?<br />

Biz gerçekten çok şanslıyız. Mehmet<br />

Ada Öztekin gibi harika bir yönetmenle<br />

Timuçin Esen, Şevval Sam gibi değerli<br />

oyuncularla çalışıyoruz ve enerjilerimiz<br />

öyle güzel uyuştu ki çok keyifli geçiyor<br />

çekimler. Samimi bir ekibiz ve bu çok<br />

değerli.<br />

Sinema dergilerini sıklıkla takip eden,<br />

kitapları seven, okuyan bir oyuncu<br />

olduğunuzu anladım sosyal medya<br />

hesaplarınızı incelediğimde. Sizce şu<br />

an bir oyuncunun bu sektördeki en<br />

büyük sorunu nedir?<br />

O kadar çok başlayıp birkaç bölüm sonra<br />

biten dizi var ki... Oyuncu büyük motivasyonlarla<br />

bir işe başlıyor, karaktere<br />

hazırlanıyor ama kısa sürede final haberi<br />

geliyor. Maalesef garantisi yok.<br />

Çıkar yol ne sizce, bu soruna nasıl bir<br />

çare bulunabilir?<br />

Oyuncu bir ayağını hep tiyatroda bulundurursa<br />

ve sanatın farklı dallarında<br />

da kendini sürekli geliştirirse bu<br />

sorunların yıkım olmaktan çıkıp üretime<br />

dönüşeceğini düşünüyorum.<br />

Biraz sinema konuşalım, Şener Şen ve<br />

Kemal Sunal ile oynamak istediğinizi<br />

okudum. Komediye teşne misiniz?<br />

Yanlış bir çıkarım mı yaptım?<br />

Aslında izlediğim bir filmde de güldüğüm<br />

anlar çok nadirdir. Şener Şen ve Kemal<br />

Sunal çok kıymetli insanlardı. Bazen<br />

oyuncu kendinden vererek oynar,<br />

yüreğini bırakır öyle gider kulisine bu<br />

bambaşka bir durum.


Çıplak kalır o an esasında; savunmasız, cenin<br />

gibi. Onlar da öyle oyuncular bence Eşkıya,<br />

Gülen Adam, Gönül Yarası bunları izledikten<br />

sonra buharı kalıyor bana mutlu oluyorum.<br />

Yönetmen sineması takip edenlerden misiniz?<br />

Favori yönetmeniniz kimdir?<br />

Sinemayla bayağı haşır neşiriz favori yönetmenim<br />

çok fazla o yüzden bu zor bir soru benim<br />

için. (Gülüyor) İlk aklıma gelenler Jim Jarmusch,<br />

Asghar Farhadi, Stanley Kubrick, François Truffaut...<br />

Bu uzar gider en iyisi susmak (Gülüyor)<br />

Haydi varsayım yapalım. İmkan olsa gelmiş<br />

geçmiş veya günümüzden kimin, hangi<br />

yönetmenin filminde rol almak isterdiniz?<br />

Krzysztof Kieslowski- Trois Couleurs; Bleu<br />

Beni burada yakaladınız... (Gülüyor)<br />

Çok severim. Peki başucu filminiz nedir?<br />

Les Quatre Cent Coups.<br />

Hayalinizde nasıl bir rol var?<br />

Bipolar bozukluğu olan bir kadını oynamak isterim.<br />

Psikolojiye merakımdan sanıyorum seviyorum<br />

böyle karakterleri. Mon Roi’de bipolar iki<br />

insanın aşkı anlatılıyor Emmanuelle Bercot ve<br />

Vincent Cassel’in oyunculukları çok iyiydi. Böyle<br />

aşırı uçlarda renkleri olan karakterleri seviyorum.<br />

Daha önce “hayatta beslendiğim şeyler<br />

sürekli değişiyor” demişsiniz. Şu sıralar nelerden<br />

besleniyorsunuz?<br />

Şu sıralar dinginlikten besleniyorum. Genelde<br />

de çocuklardan çok besleniyorum. Çocuklarla<br />

oynamayı, gözlem yapmayı çok seviyorum<br />

sürekli keşif halindeler tüm tepkileri doğal, oyunculukta<br />

bunlar çok işime yarıyor.<br />

Dizinin şimdiden fanları oluşmaya başladı.<br />

Peki siz masallara inanır mısınız?<br />

Evet, var olsunlar masalımıza ortak oldular. Ben<br />

çoğu geceler uyumadan önce masal okurum<br />

hala (Gülüyor)<br />

Masal gibi aşklar yalnız filmler de mi oluyor<br />

günümüzde ne dersiniz? Masal gibi bir aşk<br />

yaşadınız mı hiç?<br />

Masal gibi aşklar hala var ama günümüzde her<br />

şeyi çabuk tüketmeye meyilliyiz sanırım. ‘Şu an<br />

masalda mıyım ben?’ dediğim an’lar oldu elbette.<br />

Aşk size kendiniz hakkında ne öğretti?<br />

Her şeyi uç noktada yaşadığımı fark ettim. Daha<br />

dengeli olabilirim belki ileride (Gülüyor)


BEN 27 YAŞINA KADAR<br />

ESNAFLIK YAPTIM<br />

Ünlü komedyen Yavuz Seçkin<br />

yeni sinema filmiyle izleyici<br />

karşısına çıkacak. Yıldızlar<br />

da Kayar filminde eşi Dicle<br />

Seçkin ile kamera karşısına<br />

geçen komedyen “27 yaşına<br />

kadar esnaflık yaptım. 47<br />

yaşındayım ve çektiğim filmleri<br />

üç çocuğumun da zevkle<br />

seyretmesini isterim” dedi.<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Avrupa Yakası’nda canlandırdığı Sertaç karakteriyle<br />

ünlenen komedyen Yavuz Seçkin kendi<br />

yarattığı Das Borak karakterini beyazperdeye<br />

taşıyor. Yıldızlar da Kayar filminde eşi Dicle<br />

Seçkin ile kamera karşısına geçen sanatçı ve eşi<br />

sorularımızı cevapladı. Filminde özellikle argo<br />

konuşmalara yer vermediğini söyleyen Seçkin üç<br />

çocuğunun da seyredebileceği, bel altı vurmayan,<br />

seyircinin duygularını sömürmeyen bir film<br />

yaptığını, eğer gişede başarılı olursa filmin devam<br />

serisini de çekeceğini belirtti.<br />

Borak karakteri nasıl çıktı ortaya?<br />

Yavuz Seçkin: Borak’ın bir 10 yıllık mazisi<br />

var, televizyon şov programlarında, komedi<br />

programlarında skeçler çekerken düşündüğümüz<br />

bir karakter. Skeç olarak yaptık, sonrasında<br />

orada kaldı. Karakterin gündemde kalması<br />

amacıyla 3-4 tane klip yaptık. Canım sıkıldıkça<br />

eğleniyorum karakterle çünkü eğlenceli bir karakter.<br />

O görgüzüslüğü, ukala, herkesi küçük gören<br />

bakış açısı… Ama aslında kendisi acınacak bir<br />

durumda. Ona demişler ki, “Böyle ol, star olursun.”<br />

Bana star olma fikri komik bir fikir gibi geldi,<br />

skeçlerde de bunu yaptık. Star olmaya çalışmayı<br />

filmimize nasıl uyarlarız diye düşündük, star olmak<br />

değil de olmaya çalışmak nasıl bir duygudur<br />

diye düşündük, bundan yola çıktık.<br />

Peki Borak karakterinin, Sacha Baron<br />

Cohen’in yarattığı karakterle bir alakası var<br />

mı? En azından yaratım süresinde bir etkilenme<br />

yaşandı mı?<br />

Yavuz Seçkin: Yok hayır, sadece isim benzerliği<br />

var, birbirleriyle hiç alakası yok. Borak hiçkimseye<br />

benzemiyor zaten.<br />

Siz bu karakteri sinemaya uyarlarken ne gibi<br />

değişiklikler getirdiniz?<br />

Yavuz Seçkin: Hikayeyi ben Das Borak gibi<br />

yapmadım. Film Yeşilçam komedisi, geniş bir yelpazede<br />

geniş bir renk skalası var, usta oyuncular,<br />

usta şarkıcılar, usta gazeteciler, renk cümbüşü<br />

var. Aslında bizim bu hani magazinde çok görmeye<br />

alıştığımız medya komedileri vardır ya, o<br />

aslında. Biz kısaca medyanın özetini geçtik.<br />

Eşiniz ile filmde beraber rol aldınız. Bunun<br />

avantaj ve dezavantajları nedir?<br />

Dicle Seçkin: Eşimin filminde yer almaktan gurur<br />

duydum. Ben oyuncu değilim, bu bizim filmimiz<br />

ayrıca Bu bir aile filmi ve bizim için çok önemli bir<br />

film, dolayısı ile ben bunda herhangi bir dezavantaj<br />

göremiyorum. Benim için unutulmaz bir anı<br />

oldu.<br />

Rolünüzden bahsedermisiniz?<br />

Dicle Seçkin: Das Borak’n dans öğretmeni<br />

ve koreografıyım. Gerçek hayatta da eşimin<br />

koreografıyım:)<br />

Karakter Alamancı bir karakter, sizin<br />

yakınlığınız nedir? Gurbetçilerle ilgili<br />

geçmişiniz nedir?<br />

Yavuz Seçkin: Aslında çok arkadaşım var, turnelere<br />

vesaire çıktığımda gitmişliğim çok var.<br />

Yıllar öncesinde zaten yok oldu bu tür komediler.<br />

Türkiye’de Alamancı komedisi yapıldı, uygulandı<br />

sonra bitti. Ama ben onların üzerinden komedi<br />

yapmıyorum. Oradaki yaşamı anlatmıyorum. Bir


YAVUZ SEÇKİN<br />

DİCLE SEÇKİN

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!