Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
CINEVİZYON<br />
2 EYLÜL<br />
Siccin 3: Cürmü Aşk<br />
Tutmayın Beni<br />
Masal<br />
Hayat Işığım / The Light Between Oceans<br />
Korku Komedi: Bana Normal Aktiviteler<br />
Kan Bağı / Blood Father<br />
Kayıp Balık Dori / Finding Dory<br />
9 EYLÜL<br />
Lanetli Mesaj / Friend Request<br />
Küçük Adamlar / Little Men<br />
Azem 4: Alacakaranlık<br />
Tozol / Skiptrace<br />
Sully<br />
El Değmemiş Aşk<br />
Ben-Hur<br />
16 EYLÜL<br />
Bridget Jones’un Bebeği / Bridget Jones’s<br />
Baby<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Temiz Eller / Schone Handen<br />
Hands of Stone<br />
Köstebek / Imperium<br />
Yıldızlar da Kayar: Das Borak<br />
23 TEMMUZ<br />
Gece Seansı<br />
İkimize Bir Dünya<br />
Saftirikler<br />
Çok Uzak Fazla Yakın<br />
Blair Cadısı / Blair Witch<br />
Leylekler / Storks<br />
Rauf<br />
Müthiş Bir Film<br />
Muhteşem Yedili / The Magnificent Seven<br />
30 TEMMUZ<br />
Elveda Berlin / Tschick<br />
The Girl with All the Gifts<br />
Eve Dönüş / Go Home<br />
Lanet: Uyanış<br />
Bir Baba Hindu<br />
Vurguncular / War Dogs<br />
Pele<br />
Deepwater Horizon: Büyük Felaket<br />
Masterminds<br />
Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları / Miss Peregrine’s<br />
Home for Peculiar Children
İÇİNDEKİLER<br />
14<br />
dosya<br />
FESTİVAL YÖNETİCİLERİ<br />
Türkiye’nin 5 büyük festival yöneticisi<br />
Semra Güzel Korver’e konuştu.<br />
22 ADANA FİLM FESTİVALİ<br />
30<br />
40<br />
52<br />
Çocuk klasiklerinin seviyorsanız yılın en<br />
büyük eğlencesine hazır olun!<br />
FESTİVALDEKİ 5 TÜRK FİLMİ<br />
Utku Ögetürk Adana Film festivalindeki<br />
5 en iyi türk filmini seçti.<br />
STAR TREK DOSYASI<br />
Masis Üşenmez yeni jenerasyon<br />
Uzay Yolu’nun dosyasını hazırladı..<br />
BLAIR CADISI<br />
Murat Kızılca yeni Blair<br />
Cadısı’nın peşine düştü.<br />
34<br />
BURCU BİRİCİK<br />
RÖPORTAJ<br />
60<br />
LATİN SİNEMASI<br />
Onur Kırşavoğlu Latin sinemasının<br />
içindeki öfkeyi araştırdı.<br />
46<br />
MURAT KILIÇ<br />
Albüm filminin oyuncusu Murat Kılıç kimse<br />
gelmese de filmimi seviyorum dedi.<br />
56<br />
BÜŞRA AYAYADIN<br />
ADNAN KOÇ<br />
66<br />
82<br />
YAVUZ, DİCLE SEÇKİN<br />
Yıldızlar da Kayar filminin yıldızı Yavuz<br />
Seçkin eşiyle beraber filmde rol aldı.<br />
BURÇİN ABDULLAH<br />
Bol Şans filminin güzel yıldızı<br />
<strong>Cinedergi</strong>’ye konuştu..<br />
72<br />
88<br />
WOODY ALLEN<br />
Serdar Akbıyık, Woody Allen’ın<br />
karanlık yönlerine ışık tuttu.<br />
GENE WILDER<br />
Burak Yarkent hayatını kaybeden ünlü<br />
komedyen Gene Wilder’ı anlattı.
28<br />
78<br />
ÖZEL KÖŞE<br />
SUSMAYAN KÖŞE<br />
Murat Tolga Şen festival<br />
meraklılarını hedefe aldı.<br />
AYŞE TEYZE<br />
Ayşe Teyze’nin Midnight in<br />
Paris ile sınavı.<br />
BUNUN ADI<br />
TÜRK SİNEMASI<br />
EDITO<br />
96<br />
98<br />
101<br />
DİZİDERGİ<br />
DİZİFUN<br />
Nergiz Karadaş, Bana Sevmeyi Anlat<br />
dizisini odağa aldı.<br />
NARCOS<br />
Alper Turgut Narcos’un yeni<br />
sezonuna merhaba dedi..<br />
TÜLİN YAZKAN<br />
Bodrum Masalı’nın güzel oyuncusu<br />
Gizem Merve Kaboğlu’na konuştu.<br />
Bir aylık tatilden sonra yine bütün<br />
hızımızla okuyucularımız için dergiyi<br />
hazırlayıp sinemanın gündemini tutmaya<br />
devam ediyoruz. Birçok röportaj ve<br />
özel dosya ile Eylül ayının konularını masaya<br />
yatırdık. Bu sayıda biraz sinemanın<br />
terminalojisine bakmak istedim. Bizim<br />
yazarlarımızın yazılarını okuduğumuzda da<br />
görüyoruz ki hala Türk - Türkiye sineması<br />
karmaşası devam ediyor. Bu derginin genel<br />
yayın yönetmeni olarak isteyen yazar<br />
istediği tanımlamayı kullanabilir ve biz de<br />
asla müdahale etmeyiz. Ama kendi adıma<br />
bu anlamda fikirlerimi paylaşma ihtiyacı<br />
duydum. Bizim kadar kendi kimliğinden<br />
uzak duran, entelektüelliği kimliksiz olma<br />
algısıyla bir tutan bir millet olamaz. Siz hiç<br />
İngiltere sineması veya Fransa sineması<br />
diye bir tanımlama duydunuz mu? Peki niye<br />
Türkiye sineması söylemini kullanıyoruz.<br />
Üniter bir devlette yaşıyoruz. Bunu kabul etmek<br />
Kürtleri dışlamak anlamına gelmez. Bu<br />
ülkenin sinemasının adı Türk sinemasıdır.<br />
Korkmayın, Türk sineması derseniz entelektüel<br />
çizginizden birşey kaybetmezsiniz.
PEK YAKINDA<br />
İKİMİZİN YERİNE<br />
Yönetmen: Umur Turagay<br />
Oyuncular: Serenay<br />
Sarıkaya, Nejat İşler, Zerrin<br />
Tekindor<br />
Konu: İkimizin Yerine sinema<br />
filminde Serenay Sarıkaya,<br />
küçük bir kasabada yetişmiş,<br />
tüm ayrıntılarıyla sürekli kendini<br />
tekrarlayan hayatına dair sorguladığı<br />
soruları cevaplayamayan Çiçek karakterine<br />
hayat verirken beyazperde de<br />
seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor.<br />
Başarılı oyuncu Nejat İşler ise Çiçek’in<br />
hayatını değiştirecek ilk büyük aşkı, edebiyat<br />
öğretmeni Doğan’a hayat verecek. Serenay<br />
Sarıkaya ve Nejat İşler’in başrollerini<br />
üstlendiği İkimizin Yerine isimli filmin çekimleri<br />
geçtiğimiz yaz tamamlandı.
Yönetmen: Tate Taylor<br />
Oyuncular: Emily Blunt, Rebecca<br />
Ferguson, Haley Bennett<br />
TRENDEKI<br />
KIZ<br />
Konu: Filmimiz, işsiz ve alkolik<br />
olan kızımız Rachel Watson<br />
(Emily Blunt) bir tren içerisinde<br />
karşılaştığı ve öncesinde kulak<br />
misafiri olduğu hikayeye girmek<br />
ve hikayenin bir karakteri olmak<br />
istemesiyle başlıyor. Ruhsal<br />
açıdan problemleri olan Rachel’ın<br />
eski kocası Tom (Justin Theroux)<br />
ile yaşadığı sorunlara derman<br />
olmak için büründüğü yeni karakter<br />
ile Rosamund Pike’ın Gone<br />
Girl filmindeki Muhteşem Amy’e<br />
dönüşmesini izleyeceğiz.<br />
Yönetmen: David Lowery<br />
Oyuncular: Bryce Dallas Howard, Robert<br />
Redford, Oakes Fegley<br />
Konu: “Pete ve Ejderhası” Pete isimli<br />
yetim bir çocukla en iyi dostu ve aynı<br />
zamanda bir ejderha olan Elliott’ın<br />
maceralarını konu alıyor. Yetim bir<br />
genç, evcil bir ejder ve deniz fenerinde<br />
yaşayan garip çiftin yardımıyla üvey<br />
anne-babasının hiddetinden korunacak<br />
bir sığınak arar. Yönetmen koltuğunda<br />
David Lowery yer alırken oyuncu kadrosunda<br />
Oakes Fegley, Oona Laurence,<br />
Robert Redford gibi isimler yer alıyor.<br />
Yönetmen: Joe Syracuse, Lisa Addario<br />
Oyuncular: Jason Biggs, Ashley Tisdale,<br />
Janet Montgomery<br />
Konu: Guy Carter ödüllü bir mimarlık<br />
öğrencisidir. Çocuk bekleyen karısıyla<br />
birlikte mutlu bir hayatı vardır. Ancak<br />
tek sıkıntısı bir türlü iş bulamamasıdır.<br />
1 yıllık iş arayışının sonunda hala eli<br />
boş olunca karısı ona bir internet sitesi<br />
üzerinden şoförlük işi bulur.<br />
PETE VE<br />
EJDERHASI<br />
AMATÖRLER GECESI
PEK YAKINDA<br />
CEHENNEM<br />
Yönetmen: Ron Howard<br />
Oyuncular: Tom Hanks, Felicity Jones, Ben Foster<br />
Konu: Dan Brown’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin<br />
başrolünde Tom Hanks yer alıyor. Daha önce Brown’un Da Vinci<br />
Şifresi, Melekler ve Şeytanlar kitaplarının da uyarlamalarında<br />
ana karakter Robert Langdon’ı canlandıran oyuncu bir kez daha<br />
aynı rolle karşımıza geliyor. Filmin yönetmenliği Ron Howard<br />
üstleniyor. Uyarlamanın senaryosu ise David Koepp’e ait.
Yönetmen: Pedro Almodóvar<br />
Oyuncular: Emma Suárez,<br />
Adriana Ugarte, Daniel Grao,<br />
Inma Cuesta, Michelle Jenner<br />
Konu: 50’li yaşlarına gelmiş<br />
Julieta erkek arkadaşı Lorenzo<br />
ile birlikte Madrid’den<br />
Portekiz’e taşınma planları<br />
yapmaktadır. Bu sırada en<br />
son 18 yaşında gördüğü ve 12<br />
yıldır hiçbir haber alamadığı<br />
kızı Antía’nın bir zamanlar en<br />
yakın arkadaşı olan Beatriz<br />
ile karşılaşır. Onunla yaptığı<br />
konuşmayla birlikte unutmaya<br />
çalıştığı acıları depreşir ve<br />
Portekiz’e gitmek yerine eskiden<br />
kızıyla birlikte yaşadığı<br />
eve geri döner.<br />
JULIETA<br />
JACK REACHER:<br />
ASLA<br />
GERI<br />
DÖNME<br />
COLLIDE<br />
Yönetmen: Edward Zwick<br />
Oyuncular: Tom Cruise, Cobie Smulders,<br />
Robert Knepper<br />
Konu: Lee Child’ın Never Go Back<br />
kitabından uyarlanacak Jack Reacher<br />
2’nin başrolünde yine Tom Cruise’u<br />
izleyeceğiz. Film eski ordu üssüne geri<br />
dönen Jack Reacher’ı konu alacak. Ancak<br />
Reacher geri döndüğünde eski binbaşının<br />
casuslukla suçlandığını öğrenecek.<br />
Reacher ona kurulan komployu ortaya<br />
çıkarmak için suçluların peşine düşecek.<br />
Yönetmen: Eran Creevy<br />
Oyuncular: Nicholas Hoult, Felicity<br />
Jones, Anthony Hopkins<br />
Konu: Kötü giden bir soygunun<br />
ardından acımasız bir çetenin lideri olan<br />
Hagen’dan kaçmaya başlayan Casey<br />
Stein’ın eski patronu, uyuşturucu<br />
satıcısı Geran’ı aramak dışında bir<br />
çaresi kalmamıştır. Ancak Geran’ın<br />
başı daha da büyük bir belaya girer.
CINEKRiTiK<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
KIZIN MI VAR DERDIN VAR<br />
n Mel Gibson büyük oyuncu. Onun<br />
kariyerini ve hayatını izlemek sadece iyi<br />
bir sinemacının izinden gitmekten daha<br />
fazlasını gösteriyor bize. Hollywood’ta<br />
Yahudi lobisinin gücünü ve isterse<br />
bir yıldızı bile nasıl söndürebileceğini<br />
gözler önüne seriyor. Oyuncu birçok<br />
iyi filmde oynadı. Braveheart, Cehennem<br />
Silahı serisi, Mad Max oyunculuk<br />
performansı ile gönlümüzde taht kurduğu<br />
filmler. 1990’ların başında ise yönetmen<br />
olarak iyi bir başlangıç yaptı. İlk filmi The<br />
Man Without a Face ile büyük değil ama ortalama<br />
bir başarı kazandı. Bir sonraki filmi<br />
ise yönetmenliğinin muhteşemliğini kanıtladı,<br />
Braveheart. Üçüncü projesi, Tutku - Hz. İsa’nın<br />
Çilesi filmi oldu. Zaten ne oldu ise bu filmden<br />
sonra oldu. Filmin İncil’deki olaylara getirdiği<br />
yorumu doğru bulmayan Yahudi lobisi Mel<br />
Gibson’ın biletini kesti. 2004’ten 2010’a kadar<br />
Mel Gibson hiç bir filmde oynayamadı. Yönetmenlik<br />
mi dediniz? Gibson 2004’te Tutku’yu<br />
çektikten sonra bugüne kadar sadece tek<br />
bir filmi yönetebildi. Kısacası iki muhteşem<br />
filmle başlayan yönetmenlik kariyeri Yahudi<br />
lobisi tarafından sonlandırıldı. Yıldızların<br />
tırnağı kırılsa manşetlere taşıyan Hollywood<br />
medyası ise Tutku çekildiğinde olaya biraz<br />
yakın durdu. Sonra belki birkaç makale ile bu<br />
yaşananların üstü kapatıldı. Gibson 2010’dan<br />
sonra da aslında çok dişe dokunur filmlerde<br />
oynayamadı. Bir iki bağımsız yapım ve iki tane<br />
de aksiyon filminde seyrettik oyuncuyu. Bu<br />
hafta ise yine bir aksiyon ile karşımızda Mel<br />
Gibson. Kan Bağı- Blood Father 2010’dan<br />
bu döneme en iyi filmi diyebilirim oyuncunun.<br />
Eski bir suçlu olan John Link hayatını<br />
dövme yaparak yalnız bir şekilde karavanında<br />
sürdürmektedir. 17 yaşındaki kızı Lydia<br />
babasından ayrı bir hayat sürer. Bir uyuşturucu<br />
karteline bulaşan erkek arkadaşı Lydia’yı kartelin<br />
servetini çalmak için aracı olarak kullanır.<br />
Lydia bu durumdan bir şekilde kurtulabileceğini<br />
düşünerek babasının yanına kaçar. John,<br />
hayatında bir zamanlar doğru yapamadığı şeyi<br />
şimdi yapabilmek için kolları sıvamıştır. Tek amacı,<br />
şu hayatta kan bağıyla bağlı olduğu tek şeyi yani<br />
kızını bu beladan kurtarmaktır. Mel Gibson emekli<br />
ırkçı çete üyesi John’u inanılmaz içselleştirmiş.<br />
Kızıyla baş etmeye çalışırken geçmişiyle<br />
de yüzleşmesini bize hissettirebiliyor. Filmin<br />
başarısının altında yatan asıl unsur ise Mel Gibson<br />
ile kızını canlandıran Erin Moriarty’nin perdedeki<br />
inanılmaz uyumu. 94 doğumlu Erin Moriarty’nin<br />
bundan sonra çokca ismini duyacağımızı<br />
düşünüyorum. Televizyon dizilerinde yıldızı par-
layan oyuncu hem güzelliğiyle hem de kabiliyetiyle<br />
birçok meslektaşını kıskandıracak gibi duruyor. Mel<br />
Gibson ise geçirdiği yılları suratındaki derin izlerle<br />
belli ederken bunu sinema gibi bir sanatı icra etmek<br />
için kullanıyor. Yaşlılığı ancak iyi oyuncular perdede<br />
bir avantaja dönüştürebilir. Mel Gibson bunu<br />
başarıyor. Filmin yan kadrosunda ise William H.<br />
Marcy yer alıyor ama rolü o kadar kısa ki onun leziz<br />
oyunculuğunu bu filmde hissedebildik desem yalan<br />
olur. Filmin bir özelliği de Fransız yapımı olması.<br />
ABD’de geçen ve Amerikalı oyuncularla kotarılan<br />
filmin Fransız yapımı olması da bir farklılık<br />
tabii ki. Yönetmen Jean Francois Richet<br />
Fransa da Vincent Cassel ile beraber çalıştığı<br />
filmlerle tanınıyor. Dram aksiyon filmler yönetmenin<br />
hakim olduğu bir alan. Kan Bağı da<br />
aslında böyle bir tür. Yani farklı parçalar bu<br />
filmde cuk oturmuş. Muhteşem bir başyapıt<br />
diyemeyeceğimiz ama kendini bilen ve iki saat<br />
seyrederken “Ben bu filme neden geldim” sorusunu<br />
kendinize sormayacağınız bir yapım.<br />
Öneririm.
CINEKRiTiK<br />
FIRAT SAYICI<br />
IŞINLA BENI SCOTTY, EĞER YAPABILIRSEN!<br />
n Çocukluk yıllarımızın efsane bilim<br />
kurgu dizisi Star Trek bir kez daha beyazperdede<br />
boy göstererek hayranlarını<br />
heyecanlandırmayı başardı. Serinin<br />
fanatiklerinden biri sayılmam. Ancak<br />
mutlaka takip edilmesi gerektiğinin de<br />
farkındayım. Üstelik bu kez yönetmen<br />
koltuğunda “Hızlı ve Öfkeli 7” ile rekorlar<br />
kıran Justin Lin var.<br />
Filmin kısaca konusu şöyle... Atılgan gemisinin<br />
ve cesur mürettebatının 5 yıllık yolculuğu devam<br />
ederken, mürettebat uzayın bilinmeyen derinliklerinde<br />
kendilerini ve federasyonun temsil<br />
ettiği her şeyi sınayan gizemli, yeni bir<br />
düşmanla karşılaşır. Kirk ve ekibinin<br />
yok edilme tehlikesi söz konusudur ve<br />
bu bilinmeyen, ücra bölgede iletişim<br />
de yoktur. Kirk mürettebatı toparlamaya<br />
ve Yorktown üssünü kurtarmak için<br />
geri dönmeye çalışacaktır. Chris Pine,<br />
Zachary Quinto, Simon Pegg, Karl Urban<br />
ile Zoe Saldana’nın başrollerinde<br />
olduğu filmin yönetmeni Justin Lin.<br />
Yapımcı olarak ise son yılların en<br />
yaratıcı yapımcısı J.J. Abrams’ı görüyoruz.<br />
Filme geçmeden önce kısaca<br />
Star Trek’in yaratıcısı Gene<br />
Roddenberry’den bahsetmek isterim.<br />
Roddenberry, iyi bir eğitim hayatından<br />
sonra 2. Dünya Savaşı’nda savaş pilotluğu<br />
yapmış. Ardından babası gibi polislik mesleğini<br />
seçmiş, hatta FBI ile ortak projelere imza atmış.<br />
Ailesi genişledikçe maaşı yetmediği için polisliği<br />
bırakmış ve bir tanıdık vasıtasıyla televizyona<br />
projeler üretmeye başlamış. Bundan 50 yıl<br />
önce Star Trek’i tasarlayan Roddenberry, tam<br />
bir uzay aşığıymış. Hatta 70 yaşında kalp krizinden<br />
dolayı ölünce vasiyetini sevdikleri yerine<br />
getirmiş. Külleri uzayda toprağa verme yöntemiyle<br />
Pegasus roketiyle 1997 yılında uzaya<br />
gönderilmiş. 5 yıl dünyanın etrafında dolaşan<br />
kapsül yeniden atmosfere girerek yanmış ve<br />
külleri uzaya yayılmış. Star Trek’in yaratıcısının<br />
ruhuna yakışır bir son. Öyle değil mi?<br />
Star Trek’in son üçlemesinin en karamsar filmi<br />
var karşımızda. Tanımlaması zor, ölümcül bir<br />
arı sürüsüne benzeyen düşman filosu uzayın<br />
derinliklerinde Atılgan’ı paramparça edip tüm<br />
mürettebatı birbirinden kopardığında, seyirci<br />
olarak, sıradan bir Star Trek izlemediğimizin<br />
farkına varıyoruz. Yok artık, bu kadar da olmaz,<br />
şimdi kahramanlarımız nasıl kurtulacaklar diye diye<br />
filmin sonuna yaklaşırken endişe sınırlarınızı zorluyorsunuz.<br />
Hiç durmayan bir aksiyon patlamasıyla<br />
sizi koltuklarınıza yapıştırmayı başaran Justin<br />
Lin, kendinden o kadar emin ve ne yaptığını bilen<br />
bir yönetmen ki... Kendi adıma onu (2000’lerde<br />
sinemanın seyrini değiştiren) yeni John Woo olarak<br />
tanımlayabilirim.<br />
Komedi türünün ilginç isimlerinden, tam bir ‘British’,<br />
Simon Pegg, bildiğiniz gibi filmin bel kemiği karakterlerinden<br />
ultra mühendis Scotty’yi canlandırıyor.<br />
Ancak Simon Pegg filmin senaryosuna Doug Jung<br />
ile birlikte imza atan isim. Filmi izlerken hangi<br />
diyalogların ya da mizahı durumların onun kaleminden<br />
çıktığını anlamak pek de zor değil. Pegg’in<br />
yazdığı son iki film “Paul” ve “Dünyanın Sonu” ile<br />
nasıl uzay ve uzaylılara taktığını da hatırlatmakta<br />
fayda var.<br />
“Star Trek Beyond” orijinal Star Trek serisine<br />
gösterdiği saygı duruşu, hiç durmayan aksiyonu ve<br />
tadında esprileriyle izlenmeyi hak ediyor!
CINEKRiTiK<br />
BANU BOZDEMİR<br />
HERKESIN GEREKÇESI BIRBIRINE YABANCI!<br />
n En son Bir Hurdacının Hayatı filmiyle<br />
Oscar’a yaklaşan ve isminin sınırlarını<br />
kaldıran Danis Tanovic yeni filmi Death in<br />
Sarejevo /Saraybosna’da Ölüm bir tiyatro<br />
oyunundan uyarlama ve Avrupa’nın<br />
dünüyle bugünü arasındaki kan bağını<br />
sorguluyor. Bernard-Henri Levy’nin Hotel<br />
Europe adlı oyunundan uyarlanan film<br />
filmin karakterlerinden birinin de söylediği<br />
gibi 20.yüzyıl Avrupa tarihinin Saraybosn’da<br />
başlayıp bittiğini savunuyor. Zaten Tanovic de<br />
bu fikri savunduğu gibi diğer batı ülkelerine de<br />
bu konudaki teessüflerini yollamayı ihmal etmiyor<br />
filmde.<br />
İstanbul Film Festivali’nde karşımıza<br />
çıkan film günümüzden neredeyse<br />
yüzyıl öncesine dayanan Saraybosna<br />
Suikastinin dehlizlerinde<br />
dolaşıyor. Aslında filmin anlatım<br />
tarzına girecek olursak takvimler<br />
28 Haziran 2014’ü gösterirken<br />
ünlü Hotel Europe’da beden bulan<br />
film, farklı gerginliklerin arenası<br />
kıvamında her katında ayrı bir kaynama<br />
barındırıyor.<br />
Tanovic’in hareketli ve reel kamerası<br />
bu anlamda seyirciyi tatmin eder bir<br />
anlatım sunuyor. Otelin çatı katında<br />
yaşanan Avusturya Macaristan<br />
veliahtı Franz Ferdinand’ı öldüren<br />
Gavrilo Princip’ın katil mi yoksa<br />
kahraman mı olduğu yönündeki<br />
program sert bir tartışmaya dönüşürken otelin<br />
içinde de çalışanlar paralarını alamadıkları<br />
için grev hazırlığı içindeler. Tabii objektife otel<br />
müdürünün şiddete varan gerginliği yansırken,<br />
bir yandan da otele konuşmacı olarak gelen<br />
misafir’in gizli kameradan yansıyan görüntüleri<br />
arasında katil ve kahraman kavramlarının<br />
altını iyice doldurmaya çalışıyoruz. Bu arada<br />
konuşmacı tiyatroda aynı rolle karşımıza çıkan<br />
kişi...<br />
Filmde aktif olan resepsiyon görevlisi<br />
Lamija’nın adımlarının peşinde, annesi<br />
Hatice’nin ateşli grev sözcüsü dizeleri arasında<br />
aslında tarihin perdeleri teker teker aralanıyor<br />
ve yönetmen Tanovic insanlık tarihine değişmez bir<br />
göz atıyor. Yani tarih analizleri, kavramlara sıkışan<br />
masumiyet arayışları devam ederken bir yandan<br />
da tarih yeni vakalar üretmeye devam ediyor der<br />
gibi. Yani insanlık yarına hep sorgulanacak olaylar<br />
silsilesi fırlatıyor ve bunları adamakıllı tartışmak<br />
hiçbir zaman tam anlamıyla mümkün olmuyor demeye<br />
getiriyor.<br />
Bir Hurdacının Hayatı’nda kapitalizmin çarkları<br />
arasında ezilen bir ailenin hayatını anlatan Danovic<br />
bu sefer işçi sınıfına dair güzel laflardan birini<br />
ediyor, sistemi tüm katmanlarıyla sorguluyor. Otelin<br />
katları arasında mekik dokuyan kamera bir yandan<br />
da çözümsüzlüğe işaret ediyor. Yani birbirini tekrarlayan<br />
olaylar silsilesi hep karşı tarafını yarattığı<br />
sürece çözüm uzak bir argüman gibi, çözümsüzlük<br />
ise daha bastırıcı bir kuvvet gibi duruyor. Yönetmen<br />
de bunu bakış açıları düzleminde gayet iyi<br />
resmediyor.<br />
Hatta suikastlerin ne faydası oldu düzlemine bile<br />
iniyor Gavrilo Princip’in torunu. Yani adamakıllı<br />
gibi görünen tartışma ortamında bile faydanın f’si<br />
olmuyor. Herkesin gerekçesi gerçeğin bir kısmını<br />
yansıtabiliyor ancak! Bu anlamda üstten alta inen<br />
ve tarihe çözümsüzlükler saçan olayların etkisi<br />
altındayken yol almak mümkün olmuyor diyor<br />
Danovic ve sanki bütün Avrupayı hatta dünyayı<br />
zan altında bırakıyor.
5 FESTİVAL<br />
YÖNETMENİ<br />
5 SORU<br />
5 CEVAP<br />
SEMRA GÜZEL KORVER<br />
BELGESELCİ<br />
Memleketin beş<br />
büyük festivalinin<br />
yönetmenlerine<br />
nedir, nasıl, ne için,<br />
yani, peki, hatta…<br />
diye sorduk. İşte 5<br />
soru ve 5 cevap…<br />
Eylül ile birlikte memleketin festival<br />
sezonu başlıyor. Festivallerimizin<br />
düzeyi ne? Amacına ulaşıyor mu?<br />
Harcanan emek ve paranın karşılığı<br />
alınıyor mu? Sektörün bileşenlerinin ve<br />
seyircinin beklentilerini karşılıyor mu?<br />
Bir film festivalinden seyirci, yapımcı,<br />
yönetmen, oyuncu, sinema öğrencisi ne<br />
bekler? Bu konuda samimi, hakiki cevaplar<br />
alacağımız ve sonuçlarını hep birlikte<br />
tartışacağımız bir anket yapmak, bir<br />
arama konferansı gerçekleştirmek lazım<br />
belkide.<br />
Sinema sanatının ve kültürünün bir<br />
arada yaşandığı, seyircinin, yönetmeninyapımcının,<br />
sponsorun, eğitmenin,<br />
eleştirmenin ‘kısacası doğrudan ilgili- ilgisiz’<br />
herkesin kaygısızca katılabildiği,<br />
yaratıcı-üretici ilişkilerinin geliştirildiği<br />
ulusal/uluslararası film festivallerinde<br />
buluşmak hepimizin temennisi.<br />
Bir arama konferansı, bir anket<br />
çalışmasının bir parçası olmak güzel<br />
olurdu. Ancak şu an için yapabildiğim,<br />
memleketin beş büyük festivalinin yönetmenlerine<br />
nedir, nasıl, ne için, yani, peki,<br />
hatta… diye sormak oldu. İşte 5 soru ve<br />
5 cevap…<br />
53. Uluslararası Antalya Film Festivali<br />
Yönetmeni: Elif DAĞDEVİREN<br />
1-Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />
Öncelikle dört dörtlük bir yarışma ve<br />
film programı ile saygın ve etkili bir jüri<br />
elbette. Ama en önemlisi; o festivale<br />
sahip çıkacak seyirci, halk. Cannes Film<br />
Festivali’nin başarılı olmasının en önemli<br />
nedenlerinden biri, halkının festivali sonuna<br />
dek sahiplenmesi, tüm Fransa’nın<br />
gurur kaynağı haline gelmiş olması. Eğer<br />
Antalya, festivali sahiplenirse anlamı<br />
var, sahiplenmezse yok. Çünkü, Antalya<br />
sahiplenirse Türkiye sahiplenir, Türkiye<br />
sahiplenirse dünya markası olur.<br />
2-Peki, sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />
farkı, yani özgün yanı ne?<br />
Her festivalin birbirinden en önemli<br />
farkı içinde bulunduğu şehir ve içinde<br />
bulunduğu ülkenin sinema sektörü. Bizim<br />
farkımız Antalya ve her geçen yıl dünya-
da başarıdan başarıya koşan Türkiye sinemasının<br />
gücü. Farklı şehirlerin her biri festivale kendi karakterlerini<br />
veriyor. Ulusal ve uluslararası anlamda<br />
yapabileceklerinin en iyisini yapan, dünya festivallerinin<br />
saygı duyduğu çok sağlam bir ekibimiz<br />
var. Bir de benim bildiğim sosyal sorumluluk ve<br />
farkındalık hedefli tek festivaliz, böyle önemli ve<br />
saygı duyulan bir farkımız var. Bu yıl, evlerini,<br />
yurtlarını bırakarak bilinmeze doğru göç etmek<br />
zorunda kalan mülteciler ve mülteci olma halini<br />
sadece film seçkisiyle değil yan etkinliklerle de<br />
destekleyerek sosyal sorumluluk projesi olarak ele<br />
alıyoruz.<br />
3-Antalya Film Festivali Türkiye Sinema<br />
Sanatına, sektörüne ve seyircisine ne vaat<br />
ediyor? Festivalinize insanlar ne için gelir,<br />
gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />
O kadar önemli şeyler vadediyor ki aslında. Eğer<br />
bizim kurduğumuz altyapı devam eder ve<br />
doğru yayılırsa sinemamıza çok büyük katkıları<br />
olacak. Sinema sektörümüz yurtdışındaki kadar<br />
hızla endüstrileşmiyor. Aslında bu durum hala<br />
organik ve dünyanın sevdiği filmleri üretmemize<br />
yardımcı oluyor. Diğer yandan da anlık komedi<br />
dediğimiz filmler üretiliyor. Dolayısıyla festivaller<br />
çok önemli çünkü aslında bir açığı kapatıyoruz<br />
biz. Yani hem keyifli, hem de izleyicisine ve<br />
yaptığı işe saygı duyan, film gibi filmler seçmeye<br />
çalışıyoruz. Böylece seyircinin vizyona giren<br />
yüzlerce film içerisinden gideceği filmi seçmesine<br />
yardımcı olalım istiyoruz. Bir de -ki bunu<br />
başardık aslında, Antalya’da yer alan filmlerin<br />
dünyaya açılmasını sağlamak. İki senedir Antalya<br />
Film Forum’dan geçen filmler dünya festivallerinde<br />
başarılar kazanıyor, Uluslararası Antalya<br />
Film Festivali’nde başarılı olmuş filmler dünya
festivallerine davet ediliyor. Dolayısıyla da Antalya’ya<br />
uluslararası bir yolculuğun başlangıcı diyebiliriz. Ayrıca<br />
bu sene Film Talent Marketing Rounds kısaca FILM<br />
TMR dediğimiz bölümü başlatıyoruz. FILM TMR’de<br />
filmlerin iletişimiyle birlikte ulusal ve uluslararası ticaretini<br />
arttırmak gibi çok önemli bir hedefimiz var.<br />
Antalya Film Festivali’nin seyircisine vaadi ise burada<br />
iyi film seyredersin ve o filmleri yapan insanları<br />
merak ediyorsan birebir görüşme, soru sorma ve<br />
dinleme fırsatı bulursun. Bir filmi televizyondan ya da<br />
ipad’inden de seyredebilirsin ama onu ortaya çıkartan<br />
insana sorularını soramazsın. Biz seyirciye iyi filmi<br />
merak ediyorsa üreticisiyle beraber seyretme fırsatı<br />
sunuyoruz ve bunun çok kıymetli bir deneyim olduğunu<br />
düşünüyoruz.<br />
4- Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin en<br />
önemli özelliği nedir?<br />
Bunun bir okulu yok, tam cevabını vermek zor çünkü<br />
alaylı işi. Şunu biliyorum ki festival direktörünün<br />
sinemayı tüm unsurları ile çok iyi biliyor olması gerekir.<br />
Organizasyonu da çok iyi bilmeli. Eksik taraflarını<br />
çabuk görebilmeli, hızlı karar vermeli. Medyayı ve<br />
iletişimi çok iyi bilmesi lazım. Bizimki gibi bir festivalse<br />
uluslararası ilişkileri çok güçlü olmalı. Güvenilir bir<br />
profil sergilemeli, insanları ikna edebilmeli. Özellikle<br />
Türkiye gibi ülkelerde politikaya girmeden fırtınaları<br />
atlatabilme yeteneği olmalı.<br />
5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />
nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/kattığınızı<br />
düşünüyorsunuz?<br />
Yeni fikirler, yaratıcılık, doğru ekipleri bir araya getirme...<br />
Kendi şirketi olup da festival için bir kaç<br />
aylığına işlerini dondurup ekibe dahil olanlardan tutunda,<br />
geçici bir iş olduğunu bile bile bütün bir sene<br />
bekleyen fedakar ekip çalışanlarına kadar bu festivale<br />
katkıda bulunanların her biri bu festivalin en<br />
önemli unsurları. Onları bir arada tutmak ve morallerini<br />
ve yaratıcılıklarını ortaya dökmelerine ve hayata<br />
geçirmelerine yardımcı olabilmek sanırım en büyük<br />
katkılarımdan biri... Bir de, Allah’a çok şükür bu işi<br />
ihtiyaçtan değil aşık olduğum için yapıyorum. Festival<br />
direktörlüğü yapmasam bile başka iş alanlarında da<br />
başarılı olabilirim, başarılı olduğum diğer iş kollarında<br />
devam edebilirim. Ama hayır, ben bu işi aşkla<br />
yapıyorum. Çünkü bir hayalim var, Uluslararası Antalya<br />
Film Festivali’nin Türkiye’nin örnek olarak göstereceği,<br />
sahipleneceği, dünyada da sayılı festivallerden biri<br />
olması. Bunu başaran ekibin önemli parçalarından<br />
birisi olabilirsem mutlu öleceğim.<br />
36. Uluslararsı Istanbul Film Festivali<br />
Yönetmeni: Kerem AYAN<br />
1- Bir film festivalinin olmazsa olmazı<br />
nedir?<br />
Klasik cevap “film” olmalı belki ama<br />
aslında tabii ki seyirciler . Bütün festivallerin<br />
yapılma sebebi filmleri seyircileriyle<br />
buluşturmak. İster halka açık ister profesyoneller<br />
için olsun, festivaller seyircileriyle<br />
var olurlar.<br />
2-Peki, sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />
farkı, yani özgün yanı ne?<br />
Diğer festivallerden farkı, İstanbul gibi herkesin<br />
ilgisini çeken bir şehirde yapılması,<br />
güçlü programı, bunca yıldır desteğini<br />
devam ettiren, festivale kalpten bağlı ve<br />
İstanbul Film Festvalini, kendi festivali<br />
olarak gören ve o şekilde tepki veren sey-
ircisi.<br />
3-İstanbul Film Festivali Türkiye Sinema<br />
Sanatına, sektörüne ve seyircisine ne vaat<br />
ediyor? Festivalinize insanlar ne için gelir,<br />
gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />
İstanbul Film Festivali, her sene Uluslararası<br />
ve İnsan Hakları yarışmalarının dışında Ulusal<br />
Kurmaca, Ulusal Belgesel ve bu seneden itibaren<br />
Ulusal Kısa Film Yarışmaları da yapmakta.<br />
Ayrıca bir de Ulusal ilk film ödülümüz var.<br />
Böylece hem senenin en iyi Türkiye Sineması<br />
örneklerini gösteriyoruz, hem de ödüllerle<br />
yeni ve deneyimli sinemacıları destekliyoruz.<br />
Festivalimize insanlar, dünya ve Türkiye<br />
sinemasının yeni ve yetkin örneklerini görmek<br />
için geliyorlar. Yurtdışından gelen konuklarımız<br />
da hem bizim sinemamızın son örneklerini görmeye<br />
hem de Köprüde Buluşmalar adlı profesyonellere<br />
açık buluşmalara katılmaya, Türkiye<br />
sinema endüstrisiyle ortak projeler üretmeye<br />
geliyorlar.<br />
4-Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin<br />
en önemli özelliği nedir?<br />
Bunun bir formülü var mı bilmiyorum. Ben kendi<br />
adıma söyleyebilirim. Sinema okudum, sonra<br />
Cannes festivali başta olmak üzere çeşitli festivallerde,<br />
festival organizasyon işini öğrendim.<br />
Bence sinema sevginiz ve zevkiniz olması şart.<br />
Ondan başka da organizasyon yeteneği, bir<br />
grupla uyumlu çalışabilme, acil durumları kolay<br />
yönetebilme gibi, tüm organizasyonlarda gerekecek<br />
beceriler lazım. Tabii yurt içi ve yurt dışı<br />
ilişkiler de çok önemli.<br />
5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />
nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/<br />
kattığınızı düşünüyorsunuz?<br />
Ben geçen sene kasımda bu göreve başladım.<br />
Sadece sinemasever değil aynı zamanda sinema<br />
eğitimi almış bir yönetmen olarak, 35 yıllık<br />
bu kendini ispat etmiş festivale, kalitesinden<br />
ödün vermeden daha genç ve dinamik bir ruh<br />
kazandırmak istiyorum. Bu seneki festivalimizde<br />
sanırım seyirciler hem afiş kampanyamızda<br />
hem de programda bunu biraz hissettiler. Bunu<br />
daha da geliştirerek devam etmek istiyoruz.<br />
28. Uluslararsı Ankara Film Festivali<br />
Başkanı: İnci DEMİRKOL<br />
1- Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />
Bir festivalin temel misyonu izleyicinin<br />
ulaşamadığı filmlere ulaşmasını sağlamaktır.<br />
Günümüzde dijital teknolojilerle birlikte gösterim<br />
dışında kalan nitelikli filmlere de ulaşma<br />
imkânının artmasıyla birlikte festivallerin izleyiciyi<br />
sanatçılarla buluşturmak yönünde de bir<br />
farklılık yaratarak kendi alanlarını genişletmeleri<br />
söz konusu oldu. Böylelikle izlediği bir filmin<br />
yönetmeniyle, oyuncusuyla anında fikir, duygu<br />
alışverişi yapabiliyor olmak filmin izleyicinin<br />
hayatında bıraktığı ize de etki ediyor. Ayrıca<br />
tabi ki festivallerin sektör açısından önemini<br />
de göz ardı etmemek lazım. Özellikle genç<br />
sinemacıların sektör profesyonelleriyle, ulusal<br />
ve uluslararası katılımlı festivallerde kurdukları<br />
tanışıklıklar sinema sektörü açısından da büyük<br />
önem taşımaktadır.<br />
2-Peki, Sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />
farkı, yani özgün yanı ne?
2017 yılında 28.sini gerçekleştireceğimiz Ankara<br />
Uluslararası Film Festivali nitelikli filmlerle Ankara seyircisini<br />
buluştururken Ankara kültür ve sanat hayatına<br />
da ciddi bir hareketlilik katmaktadır. Ayrıca, başından<br />
beri, kısa ve belgesel filmlere programında özellikli bir<br />
yer vererek ve yarışmaları ile nitelikli yapımları ödüllendirerek<br />
Türkiye sinemasına yeni isimlerin, özgün<br />
çalışmaları ile katılmasını teşvik etmiştir her zaman.<br />
Bir de festivalimizin akademik yönünü de vurgulamak<br />
gerekir. Festival ekibimiz, danışma kurulumuz Ankara<br />
Film Festivali’nin bir okul olması yaklaşımıyla programda<br />
hem sinema seyircisine hem sinema profesyonellerine<br />
yönelik farklı, yeni yaklaşım ve bakış açıları<br />
geliştirebilmelerini sağlayacak etkinliklere büyük önem<br />
vermektedir.<br />
3- Ankara Film Festivali Sinema Sanatına, sektörüne<br />
ve seyircisine ne vaat ediyor? Festivalinize<br />
insanlar ne için gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />
Her yıl nitelikli filmleri, nitelikli etkinliklerle<br />
taçlandırarak izleyici ile buluşturan festivalimize<br />
seyirciler sinema ile hayatlarını<br />
zenginleştirmek için gelmeliler. Ankara’da<br />
bizi yalnız bırakmayan, her festivalimizi<br />
coşku ile takip eden kemikleşmiş bir izleyici<br />
kitlemiz var. Ancak bu grubun ötesinde<br />
tüm Ankaralılara, yeni jenerasyona<br />
ulaşabilmek adına da programlarımız,<br />
işbirliklerimiz üzerinde titizlikle çalışıyoruz.<br />
4- Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu<br />
kişinin en önemli özelliği nedir?<br />
Festival başkanının sinemaya tutku<br />
ile bağlı olması gerekir. Dünya ve ülke<br />
sinemasını yakından takip etmeli, eleştirel<br />
film izlemeli ve biriktirmelidir. Bunun için<br />
aktif olarak dünya festivallerini takip etmek,<br />
ilişkiler kurmak, işbirlikleri yapmak da
önemlidir. Ayrıca festival izleyicisini, festivalin<br />
hedeflerini de göz önünde bulundurarak programlar<br />
geliştirebilmelidir. Tabii ki bu noktada<br />
festivallerin ayakta durabilmesi adına gerekli<br />
fon kaynaklarının yaratılması da bir gerekliliktir.<br />
Bu noktada şunu da vurgulamak gerekir ki<br />
festival süreci, tüm işlerin yürütülmesi güçlü<br />
bir ekip gerektirir. Dolayısıyla festival yönetmeninin<br />
iyi bir ekip başı olması gerektiğini de<br />
vurgulamak gerekir.<br />
5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu<br />
festivale nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/<br />
kattığınızı düşünüyorsunuz?<br />
Yıllarını Ankara Uluslararası Film Festivaline<br />
vermiş bir kişi olarak hem Ankara izleyicisini<br />
hem Türkiye sinemasını hem de dünya<br />
sinemasını iyi tanıdığımı düşünüyorum.<br />
Dolayısıyla her sene programımızı<br />
oluştururken ekip arkadaşlarıma iyi rehberlik<br />
edebildiğime inanıyorum. Yılların birikimi,<br />
sosyal, ekonomik ilişkilerimi festivalimize<br />
taşıyabilmem de çok önemli.<br />
23. Uluslararası Adana Film Festivali: Candan<br />
YAYGIN<br />
1- Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />
Bir festivalin olmazsa olmazları düzgün bir<br />
organizasyon ile uygulanması ve iyi bir ev<br />
sahipliği yapmasıdır. Diğer en önemli etkenlerdin<br />
biri de katılımcılarıdır yani izleyicilerdir.<br />
Film festivalleri, sinemaseverleri, sinema<br />
salonlarında kolay kolay izleyemeyecekleri<br />
filmlerle buluşturmak gibi bir misyon yüklenirler.<br />
Adana Film Festivali olarak, en iddialı<br />
olduğumuz bölümlerimizden biri, gösterim<br />
bölümümüz. Her yıl dünyadaki pek çok festivalden<br />
önemli ödüller almış özel bir seçkiyi<br />
izleyiciyle buluşturuyoruz<br />
2-Peki, Sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />
farkı, yani özgün yanı ne?<br />
Adana, bir sinema kentidir. Sanat ve sinemayla<br />
dopdoludur. Yılmaz Güney, Yaşar<br />
Kemal, Orhan Kemal, Abidin Dino ve Muzaffer<br />
İzgü gibi dünyaca ünlü pek çok değer, bu<br />
topraklarda yetişmiştir. Yeşilçam döneminde<br />
de Türk sinemasına yön veren bir çok yapımcı<br />
Adanalıydı ve yine bir çok filmin Türkiye’deki ilk<br />
gösterimleri Adana’da gerçekleştirilir. O dönem<br />
Adana’da 200 civarında yazlık sinema vardı.<br />
Bu geleneğin bir şekilde devam ettiğini, Ulusal<br />
Uzun Metraj Film Yarışmamızın finalistleri<br />
için gerçekleştirdiğimiz galalarda görebiliyoruz.<br />
İzleyici tarafından yoğun ilgi gören bu galalarda,<br />
salonlarımız tamamen doluyor. Yani, Adana Film<br />
Festivali, sinema sevdalısı Adanalıların festivali<br />
diyebiliriz. Yine kısa filme verdiğimiz önem,<br />
festivalimizin bir diğer önemli unsuru; Öğrenci<br />
filmlerine ait bir yarışmayı programına Türkiye<br />
de programına alan ilk festival biziz. Adana Film<br />
Festivali bir nevi bir sinema okulu görevi de<br />
yapmıştır diyebiliriz. Çünkü Kısa Metraj Filmleriyle<br />
öğrenciyken başvuran kısacılar yıllar sonra<br />
karşımıza Uzun Metraj Filmlerle çıktılar. Örnek<br />
verecek olursak; Yüksel Aksu, Kudret Sabancı,<br />
İlker Canikligil, Togan Gökbakar, Serdar Akar,<br />
Eyüp Boz, NataliYeres, Gökhan Atılmış, Caner<br />
Erzincan gibi yetenekli sinemacılar karşımıza
çıkıyor. Bunlar gurur verici<br />
bir unsurdur. Ulusal Öğrenci<br />
Filmleri Yarışması ile,<br />
öğrencilerimizin yapıtlarını izleyici<br />
ile buluşturuyor ve ödüllendiriryoruz.<br />
Akdeniz Ülkeleri<br />
Kısa Film Yarışmalarımız da<br />
yine kısa filmleri izleyiciyle<br />
buluşturuyor ve ödüllendiriyor.<br />
Bu anlamda, izleyicilerimizde<br />
bir kısa film kültürünün de<br />
oluştuğunu görebiliyoruz.<br />
3- Adana Film Festivali<br />
Türkiye Sinema Sanatına,<br />
sektörüne ve seyircisine ne<br />
vaat ediyor? Festivalinize insanlar<br />
ne için gelir, gelmeli?<br />
Hatta kimler gelmeli?<br />
Adana Film Festivali’nin izleyici<br />
kaygısı yok. Adanalıların<br />
tüm seanslara ve bölümlere<br />
yoğun ilgisi var. Buna<br />
ek olarak, düzenlediğimiz<br />
yarışmalar ve verdiğimiz<br />
ödüller açısından baktığınız<br />
zaman da, festivalimiz, filmini<br />
görücüye çıkartmak isteyen<br />
yönetmen ve sektör çalışanları açısından tercih<br />
edilen adreslerden biri.<br />
4- Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin<br />
en önemli özelliği nedir?<br />
Hangi alanda festival yapıyorsanız, o alanla<br />
ilgili bilgili ve donanımlı olmanız şart. Bir festival<br />
yönetmeninin her şeyden önce organizasyon<br />
yeteneği güçlü olmalı. Ekibini iyi kurup doğru<br />
yönlendirebilmeli ve tüm faaliyetlerde resmin<br />
hem bütününü, hem de en küçük detayı aynı<br />
anda görebilmeli.<br />
5- Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />
nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz/<br />
kattığınızı düşünüyorsunuz?<br />
Ben aynı zamanda Çukurova Üniversitesi İletişim<br />
ve Güzel Sanatlar Bölümü’nde sinema dersleri<br />
veriyorum. Bu nedenle sürekli gençlerle iletişim<br />
halindeyim. Dünyadaki hızlı değişimi ve gençlerin<br />
bu değişimlere bakış açısını da yakından takip<br />
edebiliyorum. Bu dinamizm beni her anlamda<br />
besliyor. Bu da doğal olarak festivale yansıyor.<br />
7. Uluslararası Malatya Film Festivali: Hüseyin<br />
Namık YILDIRIM<br />
1- Bir festivalin olmazsa olmazı nedir?<br />
Takipçisi olmayan hiç bir etkinlik düşünülemez.<br />
Bir festivalin olmazsa olmazı seyircileridir. Bu<br />
yıl 04-10 Kasım tarihleri arasında Malatya<br />
Uluslararası Film Festivali’nin yedincisini düzenlemek<br />
üzere çalışıyoruz. Kent insanının filmlerle<br />
ve etkinliklerle oldukça ilgili olması bizi mutlu<br />
ediyor. Festival olarak filmlerin yaratıcı ekiplerinin<br />
seyirciyle buluşmasını önemsiyoruz.<br />
2-Peki, sizin festivalinizin diğer festivallerden<br />
farkı, yani özgün yanı ne?<br />
Malatya Uluslararası Film Festivali çok genç<br />
bir festival olmasına rağmen Türkiye’de<br />
gerçekleştirilen önemli film festivalleri arasında<br />
yerini aldı. Bunu biz değil festivali takip eden<br />
her alandan pek çok insan söylüyor. Amatör<br />
ruhumuzu kaybetmeden profesyonel bir festival<br />
organizasyonu gerçekleştirmek için çalışıyoruz.<br />
Seyircilerimizin, film ekiplerinin ve festival davetlilerinin<br />
birbirleriyle buluştuğu sıcak ve samimi bir
festival olmak öncelikli hedefimiz.<br />
Bildiğiniz gibi festivalimiz Malatya<br />
Valiliği’nin koordinasyonunda yapılan<br />
bir etkinlik. Bu yönüyle belediyelerin<br />
düzenlemiş olduğu diğer festivallerden<br />
ayrılıyoruz. Nihayetinde belediyelerde<br />
ki siyasi değişim ne yazık ki ülkemizde<br />
festivallerin içeriğine de yansıyabiliyor.<br />
Bunun örneklerini geçmiş yıllarda<br />
gördük.<br />
Biz Malatya Uluslararası Film Festivali<br />
olarak yola çıkarken, tüm festivallerden<br />
ayrı olarak sanata odaklı; tüm siyasi<br />
görüşlerden uzak, sadece sinemayı<br />
odağa aldığımız bir festival olalım istedik.<br />
Festivalimizi diğer festivallerden<br />
ayıran özgün bir yanı da yayınlamış<br />
olduğu teknik kitaplar. Yurtdışında<br />
sinema alanında yayınlanmış önemli<br />
kitapları Türkçeye kazandırıyoruz.<br />
Kamera kullanımı, çekim teknikleri,<br />
senaryo üzerine kitaplar yayınladık.<br />
Bu Türkiye’de hatta belki de dünyada<br />
yapılan festivallerde olmayan bir uygulama.<br />
Bu kitapları ücretsiz olarak sinema<br />
öğrencileriyle buluşturmaya gayret<br />
ediyoruz. Şu an yayınladığımız kitaplar özellikle<br />
öğretim görevlileri tarafından talep edilip,<br />
üniversitelerde ders kitabı olarak okutuluyor.<br />
Bizde böylece festival yayınlarımızla sinema ve<br />
sinemacılara yararlı olup, kalıcı bir iz bırakmak<br />
istiyoruz.<br />
3-Malatya Film Festivali Türkiye Sinema<br />
Sanatına, sektörüne ve seyircisine ne vaat<br />
ediyor? Festivalinize insanlar ne için gelir,<br />
gelmeli? Hatta kimler gelmeli?<br />
Parasal ödüllerimizle sanat değeri yüksek<br />
filmlerin yapımını özendirerek filmlerin yaratıcı<br />
ekiplerine katkı sağlıyoruz. Ayrıca Malatya<br />
Uluslararası Film Festivali olarak; gerek<br />
dünya gerek yerli sinemamızın en yeni ürünlerini<br />
takipçilerimizle ilk olarak buluşturmayı<br />
istiyoruz. Geçtiğimiz yıl 40’a yakın filmin<br />
Türkiye prömiyerini gerçekleştirdik, böylece<br />
festival takipçilerimiz pek çok önemli filmi ilk<br />
kez Malatya Film Festivalinde görme fırsatı<br />
buldular. Festival programını oluştururken<br />
tüm kesimleri kucaklıyoruz. Bunun için de<br />
festivalde yerli ve yabancı nitelikli filmleri izleyicilerle<br />
buluştururken, televizyon kültürüyle<br />
sinemadan uzaklaşmış kitleleri de sinemaya<br />
çekebilmek adına popüler yapımları program<br />
içerisine alıyoruz. Ayrıca festival haftası<br />
içerisinde sabah seanslarını çocuk filmlerine<br />
ayırdık ve bu filmleri ücretsiz olarak çocuklarla<br />
buluşturuyoruz. Engelli vatandaşlarımız için<br />
işaret dili anlatımlı, sesli betimlemeli filmlerin<br />
olduğu engelsiz filmler bölümümüz var. Fiziksel<br />
engelli vatandaşlarımız için ise özel salonlar<br />
oluşturduk. Seyirci katılımlarını arttırmak için<br />
bilet fiyatlarımızı sembolik rakamlarda tutuyoruz.<br />
Özellikle yedi yıl boyunca festivali takip ederek<br />
filmden filme koşturan sinemaseverler için<br />
“Festival Kart” uygulamasını hayata geçirdik. 15<br />
TL gibi bir rakamla alınan bu kartla tüm filmlere<br />
giriş imkânı sağlıyoruz.<br />
Bu anlamda Malatya Uluslararası Film Festivali<br />
olarak sadece belirli bir kesimi değil, tüm sinemaseverleri<br />
filmlerle ve sergi, söyleşi, atölye gibi<br />
pek çok etkinliklerimizle buluşturuyoruz.<br />
4-Nasıl festival yönetmeni olunur? Bu kişinin<br />
en önemli özelliği nedir?<br />
Kendi açımdan 1994 yılından bu zamana<br />
Çevre Filmleri Festivali, Komedi Filmleri Festivali,<br />
Sinema Tarih Buluşması; Moskova, Küba,<br />
Budapeşte Türk Filmleri Haftaları; Bursa İpek<br />
Yolu Film Festivali gibi pek çok festivalde ve<br />
festivallerin farklı alanlarında görev aldığım için<br />
bir festivalin oluşum süreçlerinin hepsine hâkim<br />
olduğumu söyleyebilirim. Aldığım sinema<br />
eğitimi, sektörde ki çalışmalarım ve takip edip<br />
çalıştığım festivallerdeki gözlemlerim, festival<br />
yönetmenliğine gelişimde etkili oldu.<br />
Bir festival yönetmeni, işin tüm aşamalarını<br />
bilen, çalışacağı doğru insanları seçebilen, yeniliklere<br />
açık, fikir üretebilen, insanları dinleyen,<br />
en önemlisi de istişare kültürüne açık olan biri<br />
olmalı. Nihayetinde sanatsal yeterliliği yüksek<br />
olması ya da sadece iyi bir yönetici olması da<br />
tek başına yeterli değil.<br />
5-Siz bir festival yönetmeni olarak, bu festivale<br />
nasıl bir ruh ve renk katıyorsunuz?<br />
Malatya Film Festivali’nin sıcak ve samimi bir<br />
ruhu olsun istiyorum ancak sanırım bu soruya<br />
en iyi cevabı verecek olan çalışma arkadaşlarım<br />
ve festivali takip eden sinemaseverler, sinema<br />
yazarları ya da sektörden insanlar olabilir.
Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl<br />
23’üncüsü düzenlenecek olan Uluslararası Adana Film<br />
Festivali 19-25 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek.<br />
n Festival kapsamında Ulusal Uzun Metraj Film<br />
Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması,<br />
Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması ve Adana<br />
Konulu Senaryo Yarışması’nın yanı sıra,<br />
çeşitli festivallerde ödüller almış seçkin eserlerin<br />
Türkiye prömiyerleri ile söyleşiler,<br />
atölye çalışması ve sergiler de sanatseverlerle<br />
buluşacak.<br />
Festivalin ünlü jürileri<br />
Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından<br />
düzenlenen, 23. Uluslararası Adana Film Festivali<br />
kapsamında yapılacak, Ulusal Uzun Metraj<br />
Film Yarışması’nın jüri üyeleri açıklandı.<br />
Bu yıl 19 - 25 Eylül tarihlerinde<br />
gerçekleşecek<br />
olan 23.Uluslararası<br />
Adana Film Festivali<br />
kapsamında yapılacak,<br />
Ulusal Uzun Metraj Film<br />
Yarışması’nın jüri üyeleri<br />
belli oldu. Sinema ve sanat<br />
dünyasının önemli isimlerinin<br />
yer aldığı jüride, jüri<br />
başkanlığını ünlü yönetmen<br />
ve senaryo yazarı Tayfun<br />
Pirselimoğlu yapacak.<br />
Ayrıca Jüride yönetmen<br />
Emin Alper, görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi<br />
ve oyuncular Hatice Aslan ve Muhammet<br />
Uzuner yer alacak.<br />
Konuyla ilgili bir açıklama yapan<br />
Adana Büyükşehir Belediye<br />
Başkanı Hüseyin Sözlü, ‘Yoğun<br />
ilgi gören Ulusal Uzun Metraj Film<br />
Yarışmamızda, sinema ve sanat<br />
camiamızın birbirinden değerli isimleri,<br />
jüri üyesi olarak görev yapacak.<br />
Kendilerine festivalimize göstermiş<br />
oldukları ilgi için teşekkür ediyoruz’<br />
şeklinde konuştu.
Ulusal uzun Metraj Film Yarışması…<br />
23. Uluslararası Adana Film Festivali Ulusal<br />
Uzun Metraj Film Yarışması’nda 12 eser jüri<br />
önüne çıkmaya hak kazandı. Yarışacak filmlerden<br />
6’sı dünya prömiyerini, 3’ü de Türkiye<br />
prömiyerini Adana’da yapacak. 5 film ise,<br />
yönetmenlerin ilk filmi olarak dikkat çekiyor.<br />
Yarışmada yer alacak eserlerden, Erhan<br />
Tuncer’in ilk filmi olan “Ağustos Böcekleri<br />
ve Karıncalar”, dünya prömiyerini Adana’da<br />
yapacak. Yine bir ilk film olan Mehmet Can<br />
Mertoğlu’nun “Albüm”ü ise, 69. Cannes Film Festivali<br />
Eleştirmenler Haftası’nda yarışmış ve ‘Yılın<br />
En Yenilikçi Yönetmen Ödülü’nü almıştı. Film,<br />
Türkiye prömiyerini yarışma kapsamında Adana’da<br />
yapacak. Kıvanç Sezer’in ilk filmi olan “Babamın<br />
Kanatları”, 51. Karlovy Vary Film Festivali Ana<br />
Yarışması’nda, Dünya prömiyerini<br />
yapmıştı. Film, Türkiye’de ilk defa<br />
Adana’da seyirci karşısına çıkacak.<br />
Yine yarışmanın finalistlerinden Handan<br />
Öztürk’ün “Bana Git De” ve Hiner<br />
Saleem’in “Dar Elbise” isimli eserleri,<br />
dünya prömiyerlerini yarışma<br />
kapsamında yapacaklar.Çağdaş<br />
Çağrı’nın ilk filmi olan “Geçmiş”,<br />
dünya prömiyerini yarışma<br />
kapsamında gerçekleştirecek. Yüksel<br />
Aksu tarafından yönetilen “İftarlık<br />
Gazoz”, yarışmanın bir diğer finalisti olarak<br />
karşımıza çıkıyor. YönetmenReha Erdem’in, 73.<br />
Venedik Film Festivali’nde ‘Ufuklar’ kategorisinde<br />
yarışacak filmi “Koca Dünya”, Türkiye prömiyerini<br />
yarışma kapsamında, Adana’da yapacak. Güven<br />
Beklen’in yönettiği “Mehmet Salih” isimli ilk<br />
filmi, dünya prömiyerini yapacak bir diğer finalist.<br />
Çağan Irmak’ın yönettiği “Nadide Hayat” da<br />
yarışmanın finalistleri arasında yer alacak. Derviş<br />
Zaim’in “Rüya” isimli filmi ise, yine<br />
dünya prömiyerini yarışma kapsamında<br />
gerçekleştirecek finalistler arasında.<br />
Cemil Ağacıkoğlu’nun “Tarla” isimli<br />
filmi ise, yine büyük ödül için jüri<br />
karşısına çıkacak eserlerden biri olacak.<br />
Yarışmada, ‘En İyi Film’ seçilecek eser,<br />
350.000 TL.’lik ödülün sahibi olacak.<br />
Festival kapsamında yapılacak tüm<br />
yarışmalarda ise, toplam 840.000 TL.<br />
ödül dağıtılacak.
Onur Ödülleri…<br />
23. Uluslararası Adana Film<br />
Festivali’nin Onur Ödülleri, bu yıl<br />
oyuncular Ayla Algan ve Murat Soydan<br />
ile yazar Osman Şahin’e takdim<br />
edilecek.<br />
Adana Büyükşehir<br />
Belediyesi tarafından<br />
19 - 25 Eylül 2016<br />
tarihlerinde yapılacak<br />
23. Uluslararası Adana<br />
Film Festivali’nde, Onur<br />
Ödülleri’ni alacak isimler<br />
açıklandı. Konuyla<br />
ilgili bir açıklama yapan<br />
Adana Büyükşehir<br />
Belediye Başkanı<br />
Hüseyin Sözlü, ödül<br />
alacak isimlerin Türk<br />
sinemasına büyük<br />
katkılar sağlamış usta<br />
sanatçılar olduğunu<br />
belirterek, “Bu yıl festivalimizde<br />
Onur Ödülü<br />
takdim edeceğimiz<br />
isimlerden biri Ayla<br />
Algan. Algan’ı Türk<br />
tiyatrosuna verdiği<br />
emeklerin yanı sıra,<br />
beyazperdede hayat<br />
verdiği unutulmaz karakterlerden<br />
tanıyoruz.<br />
Türk sinemasının ve<br />
özellikle Yeşilçam<br />
döneminin unutulmaz<br />
oyuncularından biri<br />
olan Murat Soydan ise, Onur Ödülü<br />
alacak bir diğer isim olacak. Yine<br />
sinemamıza ilham veren pek çok<br />
öyküyü kaleme alan yazar Osman<br />
Şahin, bölüm kapsamında ödülünü almak<br />
üzere, aramızda olacak” dedi.Sözlü,<br />
açıklamasına “Sinema hafızamıza<br />
güçlü eserleriyle kazınan birbirinden<br />
değerli sanatçılarımızı, festivalimiz<br />
sırasında Adana’da ağırlamaktan<br />
memnuniyet duyacağız” şeklinde<br />
devam etti.<br />
Hüseyin Sözlü, Onur Ödülleri Bölümü<br />
kapsamında Ayla Algan, Osman Şahin<br />
ve Murat Soydan’ın filmlerinden oluşan<br />
seçkilerin izleyiciyle buluşacağını ve<br />
sinema yazarı Burçak Evren’in, yine<br />
bu üç isimle ilgili kitapları kaleme<br />
alacağını ifade etti.<br />
Adana Büyükşehir Belediyesi 23.<br />
Uluslararası Adana Film Festivali Onur<br />
Ödülleri, 20 Eylül Salı günü yapılacak<br />
Açılış ve Onur Ödülleri Töreni’nde sahiplerine<br />
verilecek.<br />
Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması<br />
Adana Büyükşehir Belediyesi<br />
tarafından bu yıl 19 - 25 Eylül tarihleri<br />
arasında gerçekleştirilecek, 23.<br />
Uluslararası Adana Film Festivali<br />
kapsamında yapılacak Ulusal Öğrenci<br />
Filmleri Yarışması’nda 32 eser, 4 kategoride<br />
jüri önüne çıkacak.<br />
Uluslararası Adana Film Festivali<br />
kapsamında her yıl<br />
gerçekleştirilen, ülkemizdeki<br />
güzel sanatlar<br />
ve iletişim fakültelerine<br />
devam eden öğrencilerin<br />
başvurabildiği ve filmlerin<br />
“kurmaca, deneysel, belgesel<br />
ve canlandırma” dallarında<br />
ayrı ayrı değerlendirildiği<br />
“Ulusal Öğrenci Filmleri<br />
Yarışması”nın ön<br />
eleme sonuçları<br />
açıklandı.<br />
Yarışmanın ön<br />
eleme kurulunda<br />
yönetmen<br />
Belma<br />
Baş, yapımcı ve<br />
senarist Haşmet<br />
Topaloğlu ve belgesel<br />
film yönetmeni Ender<br />
Yeşildağ görev aldı. Ön el- e-<br />
meyi geçen filmler, festi-<br />
val<br />
sırasında yarışmanın jürisi tarafından<br />
izlenerek, her dalda en iyi film be-
lirlenecek. Yine festival<br />
boyunca, her<br />
film değişik gün<br />
ve tarihlerde iki kez<br />
gösterilecek. Film yönetmenleri<br />
seanslarda hazır<br />
bulunarak, izleyicilerden<br />
gelen soruları yanıtlayacaklar.<br />
Yarışmanın ödülleri, 24 Eylül Cumartesi<br />
günü yapılacak Ödül Töreni<br />
ile sahiplerini bulacak. Her dalın birincisi<br />
7.500 TL. para ödülü ve “Altın Koza”<br />
heykeli ile ödüllendirilecek.<br />
Yarışmanın finalistleri şöyle:<br />
KURMACA DALI<br />
BİR HEDİYE - 9’- Muhammed Seyyid<br />
Yıldız / Mimar Sinan Üniversitesi<br />
GÜL ALİ - 15’ - Gökhan Altuntaş / 9 Eylül<br />
Üniversitesi<br />
SOĞAN - 14’ - Ozan Çağlar / Marmara<br />
Üniversitesi<br />
UÇURTMA - 12’ - Serdal Altun / Gaziantep<br />
Üniversitesi<br />
7 SANTİMETRE - 16’ - Metehan<br />
Şereflioğlu / 9 Eylül Üniversitesi<br />
KEFARET - 16’ - Ali Kışlar / Çanakkale<br />
Üniversitesi<br />
YAŞLI ADAM VE BAHEL- 13’ - Engin<br />
Yıldırım / Okan Üniversitesi<br />
EN YENİ GERÇEKÇİLİK - 20’ - Mehmet<br />
Ali Sevimli / Selçuk Üniversitesi<br />
ALABORA - 15’ - Nursena Şimşek / Akdeniz<br />
Üniversitesi<br />
HELAK - 6’ – Hikmet Kerem Özcan / Mimar<br />
Sinan Üniversitesi<br />
DENEYSEL DALI<br />
HEDEF - 2’ - Cemre Yılmaz / Ankara Üniversitesi<br />
KES-ME -1’ - Aysu Uğur / Gazi Üniversitesi<br />
FİLM - 7’ - Batuhan Yıldız / Marmara Üniversitesi<br />
NİJER - 4 - Hikmet Kerem Özcan / Mimar<br />
Sinan Üniversitesi<br />
AHALİ - 11’ - Ezgi Büşra Çınar / Akdeniz<br />
Üniversitesi<br />
5 DAKİKA - 9’ - Teoman Cüneyt Acar / 9<br />
Eylül Üniversitesi<br />
CANLANDIRMA DALI<br />
İNSANOĞLU - 3’ – Turgut Hatipoğlu /<br />
Bahçeşehir Üniversitesi<br />
DEVR-İ ADEM - 6’ - Ersin sel / İstanbul Üniversitesi<br />
PİKSELRUF 2000 - 2’ - Ali Özgür Güner /<br />
Bahçeşehir Üniversitesi<br />
NEFRETİN ÜVEY EVLATLARIYIZ - 6’ - Metin<br />
Vatansever / Anadolu Üniversitesi<br />
ÇALI - 4’ - İsmet Kale / Bahçeşehir Üniversitesi<br />
İNCİR AĞACI - 3’ - Çağla Gezener /<br />
Bahçeşehir Üniversitesi<br />
BELGESEL DALI<br />
BABA USTA-MEZAR İŞLERİ YAPILIR - 22’ -<br />
Abdurrahman Baştuğ - Özgün Kabakçıoğlu<br />
/ Bahçeşehir Üniversitesi<br />
SÜHEYLA - 17’ - Gökhan Öcal / Selçuk Üniversitesi<br />
REST - 16’- Enis Kal / Erciyes Üniversitesi<br />
BAŞKA - 12’ - Cemre Şenses / Akdeniz Üniversitesi<br />
MÜSAHİP - 17’ - İbrahim Aybek - Eren<br />
Bektaş / Selçuk Üniversitesi<br />
İÇİMİZDEKİ ÖKÜZ - 14’ - Sinan Aygün / Akdeniz<br />
Üniversitesi<br />
IŞIKLIK - 16’ - Burak Doğan / Bahçeşehir<br />
Üniversitesi<br />
SUSUZ YAZ’IN İZİNDE - 14’ - Duygu Üzel<br />
İrem Özyürek / Yaşar Üniversitesi<br />
GRUP CTE -16’ - Celal Argın / Erciyes Ü.<br />
VEFA - 13’ - Baran Vardar / Ege Üniversitesi<br />
EN İYİ FİLME 350.000 TL. ÖDÜL<br />
Festivalin en çok ilgi gören<br />
yarışmalarından Ulusal Uzun Metraj Film<br />
Yarışmasında ‘En İyi Film’ 350.000TL. para<br />
ödülü alacak. Festival kapsamında ayrıca,<br />
‘Öğrenci Filmleri Yarışması’, ‘Akdeniz Ülkeleri<br />
Kısa Film Yarışması’ ve ‘Adana Konulu<br />
Senaryo Yarışması’ yer alacak. Festival<br />
kapsamındaki tüm yarışmalarda toplam,<br />
850.000 TL ödül dağıtılacak.<br />
ADANA KONULU SENARYO YARIŞMASI<br />
‘23.Uluslararası Adana Film Festivali’nde<br />
gerçekleştirilecek Adana Konulu Senaryo<br />
Yarışması’nda birinciye Orhan Kemal ödülü<br />
kapsamında 40.000, ikinciye Yaşar Kemal<br />
Ödülü kapsamında 20.000 ve üçüncüye Muzaffer<br />
İzgü Ödülü kapsamında 10.000 TL’lik<br />
ödül verilecek.
ALTIN PORTAKAL’IN İZİNDE<br />
16-23 Ekim arasında 53. Uluslararası Antalya Film<br />
Festivali’nde yer alacak filmler için yönetmelikler, başvuru tarihleri<br />
ve başvuru formları resmi internet sitesinde yayınlandı.<br />
n 16-23 Ekim arasında gerçekleşecek 53.<br />
Uluslararası Antalya Film Festivali’nde yer<br />
alacak filmler için yönetmelikler, başvuru<br />
tarihleri ve başvuru formları festivalin<br />
resmi internet sitesinde yayınlandı. Festivalde<br />
bu yıl da ana kategoriler ‘Ulusal<br />
Uzun Metrajlı Film Yarışması’, ‘Uluslararası<br />
Uzun Metrajlı Film Yarışması’, ‘Ulusal Kısa<br />
Metrajlı Film Seçkisi’ ve ‘Antalya Film<br />
Destek Fonu’ olarak belirlendi.<br />
Kapsamı geçtiğimiz yıl genişletilen Ulusal<br />
Uzun Metrajlı Film Yarışması’na, kurmaca<br />
eserlerin yanı sıra belgesel, deneysel ya<br />
da animasyon uzun metrajlı Türkiye yapımı<br />
filmler başvurabilecek. 60 dakikadan kısa<br />
ve daha önce ülkemizde katıldığı festivallerden<br />
herhangi birisinde ‘En İyi Film’<br />
ödülü almış olan filmlerin katılamayacağı<br />
bu kategoride büyük ödül Altın Portakal<br />
heykelciğiyle birlikte 50.000’i dağıtım<br />
desteği olmak üzere, 100.000 TL olarak<br />
açıklandı. Ulusal yarışmada; ‘En İyi İlk<br />
Film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi<br />
Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü<br />
Yönetimi, En İyi Kurgu, En İyi Sanat<br />
Yönetimi’ ödülleriyle Dr. Avni Tolunay Jüri<br />
Özel Ödülü ve Behlül Dal Jüri Özel Ödülü<br />
kapanış gecesinden bir gün önce, Antalya<br />
Film Forum ödül töreniyle aynı gece<br />
sahiplerini bulacak. ‘En İyi Film, En İyi<br />
Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Müzik,<br />
En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu’<br />
ödülleri ise festivalin kapanış töreninde<br />
Uluslararası Uzun Metrajlı Film Yarışması<br />
ödülleriyle birlikte verilecek.<br />
Geçen yıl uygulamaya başlanan ve ilgiyle<br />
karşılanan Ulusal Kısa Metrajlı Film<br />
Seçkisi’ne dahil olan filmlerin uluslararası<br />
yarışma filmlerinin öncesinde izleyiciyle<br />
buluşması bu yıl da devam edecek. Aynı<br />
zamanda özel bir Belgesel Seçkisi de film<br />
programında yerini alacak. Her iki seçkideki<br />
filmlerden birer tanesi halk oylamasıyla<br />
İzleyici Ödülü’nün sahibi olarak Altın Portakal<br />
heykelciğiyle ödüllendirilecek. Antalya<br />
şehrindeki film üretimini artırmak, Antalya’yı<br />
Türkiye ve dünya film endüstrisinin önemli<br />
lokasyonlarından birine dönüştürmek<br />
amacıyla düzenlenen Antalya Film Destek<br />
Fonu bu festivalin öne çıkan bölümleri<br />
arasında yer alıyor. Dış çekimlerinin en az<br />
üçte biri Antalya şehrinde gerçekleştirilecek<br />
olan ulusal uzun metrajlı bir filme senaryo<br />
aşamasında destek olmayı amaçlayan bu bölümün<br />
para ödülü 100 bin TL olarak açıklandı.<br />
Altın Portakal Dünyası Festival Afişinde<br />
Bu yıl 16-23 Ekim tarihleri arasında yapılacak<br />
olan 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin<br />
merakla beklenen afişi yayınlandı. Ekim<br />
ayında, dünyanın dört bir tarafından gelen<br />
sinemacılarıAntalya’da buluşturmaya<br />
hazırlanan festivalin afişini büyük ödül olan<br />
Altın Portakal heykelciği süslüyor. Dünyanın<br />
sinema başkenti olmaya aday Antalya da,<br />
ışığıyla afişin başrolünde. Antalya Film Destek<br />
FonuYarım yüzyılı aşan geçmişiyle Türkiye<br />
sinema sektörünün gelişimine destek olan ve<br />
katkı sağlayan Uluslararası Antalya Film Festivali,<br />
misyonunu bir adım daha öteye taşıyarak<br />
geçtiğimiz yıl Antalya Film Destek Fonu<br />
(AFDF) ödülünü başlattı.<br />
Antalya şehrindeki film üretimini artırmak,<br />
şehri Türkiye ve dünya film endüstrisinin<br />
önemli merkezlerinden birine dönüştürmek<br />
amacıyla düzenlenen Antalya Film Destek<br />
Fonu, bu yıl da festivalin önemli bölümleri<br />
arasında. Özel bir sertifika ve 100 bin TL<br />
para ödülü bulunan AFDF’nin yönetmeliği ve<br />
başvuru formu 53. Uluslararası Antalya Film<br />
Festivali resmi internet sitesinde yayında.
FESTİVALDEN<br />
FESTİVALE<br />
GÖRDÜĞÜMÜZ<br />
SİNEMA<br />
YAZARLARI!<br />
MURAT TOLGA ŞEN<br />
SUSMAYAN KÖŞE<br />
Sadece festivallerde<br />
gördüğümüz ama bir<br />
yazısını okuyamadığımız<br />
sinema yazarları, festival<br />
başlamadan 15 gün<br />
önce yeniden çalışmaya<br />
başlayan uyurgezer sinema<br />
siteleri var...<br />
Sadece festivallerde gördüğümüz<br />
ama ne zamandır bir yazısını<br />
okuyamadığımız sinema<br />
yazarları, festival başlamadan 15 gün<br />
önce yeniden çalışmaya başlayan<br />
uyurgezer sinema siteleri var ve hepsi<br />
bu yazıda Susmayan Köşe’nin diline<br />
dolanıyor!<br />
Eylül’ün 19’unda Adana, Ekim’de<br />
Edirne, Antalya, hemen ardından<br />
Malatya… Ülkenin sürekli değişen<br />
gündemi zeval vermez ise yani yeni<br />
bir darbe olmaz, bir yerlerde yüzlerce<br />
kişiyi öldürecek bir bomba patlamaz,<br />
daha da absürdü, uzaylılar bizi istila<br />
etmez ise bir sürü şehirde birçok yeni<br />
film izleyeceğiz. Sinema yazarlarının<br />
kutsal kadeh arayışı başlıyor; bakalım<br />
o muhteşem filme hangi festivalde<br />
rastlayacağız?<br />
Şimdi… Her şey iyi güzel hoş ama<br />
festival demek bazıları için film izlemekten<br />
ziyade, bedava uçak bileti-otel<br />
konaklaması-yeme içme ve gezmek demek.<br />
Görünen manzara şu; davet edilip<br />
katılan basın takipçilerinin neredeyse<br />
yarıdan fazlası o festival hakkında iki<br />
satır bile yazmıyor. Festivale katılmayı<br />
bir takipçi olma durumundan çok bir
ayrıcalık ve kazanılmış bir hak gibi görüyorlar. Bu<br />
söylediklerim elbette geneli bağlamaz ama bu<br />
gerçekliği olan bir tespittir.<br />
Bazı sinema yazarlarını sadece festivallerde<br />
görürsünüz, en son ne zaman ne yazdı, kimle<br />
röportaj yaptı, hangi filmi eleştirdi bilmezsiniz ama<br />
sizden önce oradadırlar. Bunlar kimler? İsim vermem<br />
ama yöntemlerini yazayım; SİYAD’lı iseler<br />
derneğin forsunu kullanırlar (ve dernek içindeki<br />
faal yazarlara çok ayıp ederler) ya da festivalden<br />
birilerini çoktan bağlamışlardır. Daha da olmazsa,<br />
arkadaşlar devreye girer, konuk ağırlamacıların<br />
ensesinde boza pişirilir, ikna edilmeye çalışılır.<br />
SiYAD’sızların arsızları ise “ısrarla bayilerinden<br />
isteyenler” grubuna girerler. PR’cılar onlara fazla<br />
bulaşmak istemez çünkü “hayır” cevabını asla<br />
kabul etmezler, kapıdan kovulduklarında bacadan<br />
girerler. Bu gözler, festivale gelip sektörden onca<br />
insan varken kaldığı otelin müdürüyle röportaj<br />
yapanları (Tabii ki daha iyi bir oda kapmak için)<br />
bile gördü!<br />
Eskiden böyle bir kavga yoktu, yıllar içinde<br />
bağımsız sinema siteleri ve blogcular önem<br />
kazandıkça festivale çağırılacak sinema<br />
yazarlarının kimler olacağı bir soru işaretine<br />
dönüştü. Sinema blogculuğu halen yükseliyor.<br />
Blog yazarları hiç olmadığı kadar çok okunuyorlar<br />
ve ciddi bir tiraj yakalamış durumdalar… Buna<br />
rağmen, yazılı basının tekelleşmiş saygı duygusundan<br />
uzaklar ama bu durum da değişmek<br />
üzere…<br />
Bu festivale davet edilme meselesini herkes<br />
kendine hak görüyor. Eski SİYAD başkanı Tunca<br />
Arslan, blogcuları “3 kap yemek peşindeki<br />
beleşçiler” olarak gördüğünü kaleme alacak<br />
kadar ileri gitmişti bir yazısında. Arkadaş, İğneyi<br />
kendine bir batır önce desem, yapamaz!<br />
Olay sadece bireysel değil, bir de “festivalden<br />
festivale güncellenen” sinema siteleri var.<br />
İstanbul Film Festivali bitince uyuyan site<br />
Adana’dan 20 gün önce patlayacak yanardağ<br />
gibi homurdanmaya başlar ama festivaller bittikten<br />
hemen sonra dükkan kapanır!<br />
Tüm bunlar böyleyken olan işini düzgün yapan<br />
yıl boyunca Türkiye’nin sinemasına kafa<br />
yoran, yazılar yazan insanlara olur, onlar da<br />
bu beleşçilerle aynı kefeye konur. Festivallere<br />
katılan sinema yazarlarının yıldan yıla azaldığını<br />
düşünüyorum çünkü festivalin verdiği önemi ona<br />
iade etmekten uzağız. Mesleği yapanların bu<br />
anlamda çok daha gayretli olmasına ihtiyacımız<br />
var. Evet, pek çok eleştirmen işsiz ama şu sosyal<br />
medya bolluğunda kimse yerim dar diyemez.<br />
Hiçbir şey yapamıyorsan tweet at, Facebook’ta<br />
not yayınla… Sonra koyarsın içtiğin orta kahvenin<br />
fotoğrafını.<br />
Film çekeniyle, eleştirmeniyle, festivaliyle, jürisiyle…<br />
Biraz doğrulup düzelsek artık.
ADANA’DA BU FİLMLERİ<br />
MUTLAKA SEYRETMELİS<br />
19 – 25 Eylül tarihlerinde 23. kez düzenlenecek Uluslararası<br />
Adana Film Festivali boyunca takip edilmesi gerektiğini<br />
düşündüğüm beş filmi festival öncesi önermek ve bir ön<br />
değerlendirmede bulunmak istedim...<br />
UTKU ÖGETÜRK<br />
n 19 – 25 Eylül<br />
tarihlerinde 23.<br />
kez düzenlenecek<br />
Uluslararası Adana<br />
Film Festivali her<br />
sene olduğu gibi bu<br />
yıl da özellikle Türkiye<br />
Sineması’nın merakla<br />
beklenen filmlerinin<br />
prömiyerini yapacak olması sebebiyle<br />
dikkat çekiyor. On iki filmin yarışacağı<br />
Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda<br />
yer alan filmler arasından dikkat çeken<br />
ve izlenmesi, sezon boyunca takip<br />
edilmesi gerektiğini düşündüğüm beş<br />
filmi festival öncesi önermek ve bir ön<br />
değerlendirmede bulunmak istedim.<br />
Albüm<br />
Yönetmen: Mehmet Can Mertoğlu<br />
Mehmet Can Mertoğlu’nun yazıp<br />
yönettiği ve aynı zamanda genç<br />
yönetmenin ilk uzun metraj denemesi<br />
olan Albüm, prömiyerini Cannes<br />
Film Festivali’nde gerçekleştirdi.<br />
Başrollerini Şebnem Bozoklu ve Murat<br />
Kılıç’ın baş rollerini paylaştığı film,<br />
evlat edindiğini gizlemeye çalışan<br />
bir çiftin hikayesini mizahi bir dille<br />
anlatıyor. Duyurulduğu ilk günden bu<br />
yana çok konuşulan ve Cannes’dan<br />
Eleştirmenlerin Haftası bölümünden<br />
Yenilikçilik ödülüne layık görülen film<br />
festivalin hem yerli hem de uluslararası<br />
seçkisini göz önüne aldığımızda<br />
Adana’nın en çok konuşulan filmlerinden<br />
biri olacak gibi gözüküyor.<br />
Koca Dünya<br />
Yönetmen: Reha Erdem<br />
Reha Erdem’in Dünya prömiyerini<br />
Venedik Film Festivali’nde<br />
gerçekleştirecek ve Orrizonti – Ufuklar<br />
Bölümü’nde yarışacak<br />
son filmi Koca Dünya’nın<br />
Türkiye’deki ilk gösterimi<br />
Adana’da olacak. Henüz filmin<br />
konusu hakkında detaylı<br />
bilgiye sahip olmasak da bir<br />
Reha Erdem filmi olması,<br />
Koca Dünya için beklentiyi<br />
arttırmaya yetiyor. Özellikle<br />
de Erdem’in son filmi<br />
Şarkı Söyleyen Kadınlar’da<br />
yarattığı hayal kırıklığının<br />
ardından Koca Dünya, yönetmeninin<br />
hayranları tarafından<br />
büyük önem taşıyor.
İNİZ<br />
Ağustos Böcekleri ve Karıncalar<br />
Yönetmen: Erhan Tuncer<br />
Festivalin yarışma bölümünde bulunan<br />
bir diğer ilk film Ağustos Böcekleri ve<br />
Karıncalar. Aslında bir ilk film olarak lanse<br />
edilmesine rağmen Erhan Tuncer’in Deneme<br />
Çekimi adında bir uzun metrajı daha<br />
bulunuyor lakin yönetmenin filmi<br />
vizyona girmediği gibi online olarak<br />
da izlenebiliyor. Ağustos Böcekleri<br />
ve Karıncalar ise öncelikle oyuncu<br />
kadrosuyla son derece dikkat çeken<br />
bir yapım. Baş rollerini daha önce<br />
Adana’da ve Ankara’da Aşk ve<br />
Devrim’deki performansıyla Umut<br />
Veren Genç Erkek Oyuncu ödülünü<br />
kazanan Gün Koper ile tecrübeli<br />
oyuncular Bennu Yıldırımlar ve<br />
Erdem Akakçe’nin paylaşıyor. Festivalin,<br />
dikkat çekecek yapımları<br />
arasında olacağına inanıyorum.
Rüya<br />
Yönetmen: Derviş Zaim<br />
Türkiye Sinemasının usta yönetmenlerinden<br />
Derviş Zaim’in son<br />
filmi Rüya da, Reha Erdem’in<br />
Koca Dünya’sı gibi Türkiye prömiyerini<br />
Adana’da yapacak filmler<br />
arasında yer alıyor. Derviş Zaim’in<br />
dokuzuncu uzun metrajlı sinema<br />
filmi olma özelliği taşıyan son<br />
filmi Rüya, gelenekten ve tarihten<br />
devraldığı mirası taşımaya<br />
çalışan; bir yandan da süreklilik<br />
içinde değişerek hayata devam<br />
etmenin peşinde olan bir mimar<br />
kadının hikayesini konu alıyor.<br />
Mehmet Salih<br />
Yönetmen: Güven Beklen<br />
Bir başka genç yönetmenin bir<br />
başka ilk uzun metraj denemesi<br />
olarak dikkat çeken Mehmet Salih,<br />
konusu itibariyle dikkatimi<br />
çeken bir film. Basın bülteninde<br />
konusu; “Mehmet Salih, sessiz,<br />
içine kapanık, kendi halinde bir<br />
çocuktur. Evden kaçarak evlenen<br />
annesinden başka kimsesi<br />
yoktur. Hasta annesiyle birlikte<br />
yaşayan Mehmet Salih, geceleri<br />
altını ıslatıyordur. Annesi her gün<br />
çamaşır yıkamasın diye mücadele<br />
veren Mehmet Salih, komşu kızı<br />
Ceylan’a da ilgi duymaktadır. Ceylan<br />
ise yanlış bir seçim yaparak<br />
evden kaçmıştır.” olarak geçen<br />
filmin konusu gerçekten dikkat çekici.<br />
Adana’da Koca Dünya, Albüm<br />
ve Rüya gibi filmlerle yarışacak<br />
olan Mehmet Salih, festivallerde<br />
bolca görmeye alıştığımız öğrenci<br />
işi filmlerden mi yoksa geçtiğimiz<br />
yıla damgasını vuran Emre<br />
Konuk’un ilk uzun metrajı Çırak<br />
gibi yılın sürprizi mi olacak, festivalde<br />
göreceğiz.
KUSURSUZ ERKEK VE KA<br />
KARAKTERLERDEN SIKIL<br />
Bu ay vizyona giren Çok Uzak Fazla Yakın filminin<br />
yönetmeni Türkan Derya ve oyuncuları Burcu Biricik, Özgün<br />
Çoban filmlerindeki karakterlerin gerçek hayattaki gibi<br />
kusurları olduğunu söylediler. Yönetmen bu kusurların<br />
zaten filmin etkileyiciliğini artırdığını belirtti...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Türk sineması yeni bir sezonu daha açıyor.<br />
Yaz aylarının ölü toprağı serdiği sinemamız hem<br />
festivallerin başlaması hem de vizyona giren Türk<br />
filmlerinin artmasıyla hareketlendi. İşte sezonun<br />
ilk filmlerinden Çok Uzak Fazla Yakın filminin<br />
yönetmeni Türkan Derya ve oyuncuları Burcu<br />
Biricik, Özgün Çoban ile yaptığımız röportaj...<br />
Senaryoyla başlayalım isterseniz, ilk sinema<br />
filminiz. Senaryonun hikayesini alabilir miyiz?<br />
İlk film olarak bu projeyi neden seçtiniz?<br />
Türkan Derya: İlk filmin bu olmasının sebebi bir<br />
hissiyat. Bundan 10 yıl evvel bir gazeteye ropörtaj<br />
vermişim, neden sinema çekmediniz demişler<br />
bana. Ben de çekmek zorunda mıyım vesaire<br />
demişim. Sanki dizi çeken herkes film de çekmek<br />
zorundaymış gibi. Sanki diziler, sinemaya<br />
giden bir yolmuş gibi hissediliyordu. Öyle bir algı<br />
vardı. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Dizi<br />
yönetmenliği yapmaktan da çok memnunum. O<br />
ropörtajda da demişim ki, “Eğer bir gün sinema<br />
filmi çekersem bu film aşk filmi olur.” İkili ilişkilere<br />
dair bir merakım ve o dünyayı anlatmak konusunda<br />
bir isteğim var. Çektiğim dizilerde de aslında<br />
bu şekilde hikayeler var. Davranışlar çok ilgimi<br />
çekiyor.<br />
Hem dizinizde hem de filminizde terkeden anneler<br />
var?<br />
Türkan Derya: Anneleri tarafından terk edilmiş<br />
kadınların, çocukların dayanışmasının var olmak<br />
konusunda daha fazla yer teşkil ettiklerini<br />
ve hayata daha fazla tırnak geçirdiklerine<br />
inanıyorum ben. Ama filmdeki benzerlik benden<br />
kaynaklanıyor. Filmin kreatif ekibinde ben de<br />
vardım. Ama bir yandan da şöyle bir şey var<br />
diziyle alakalı; dizinin senaryosu çok kabaca<br />
belliydi. “3 kız kardeş, bir düğün organizasyon<br />
şirketleri vardır.” Gibi bir cümle vardı senaryonun<br />
içinde. Ben de dedim ki ya anneleri ya da<br />
babaları terk etmiş olsun ki dramatik bir yön<br />
olsun dizinin içinde. O da yazarken annelerinin<br />
terk etmiş olmasını tercih etti ki büyük ablaya<br />
anne rolü verilsin.<br />
Sizin dördüncü filminiz ancak ilk başrolünüz<br />
sanırım. Projeyi ne için kabul ettiniz? İlk<br />
okuduğunuzda sizi rolünüzle alakalı etkileyen<br />
en şey ne olmuştu?<br />
Burcu Biricik: Ben Türkan hocayla tanıştığımda<br />
senaryoyu henüz okumamıştım. Hatta biz<br />
okeyleştiğimiz zaman senaryo oluşmaya<br />
başladı. Bu işe girdiğimizde bir senaryo yoktu.<br />
Türkan hocayla tanıştık sadece. Zaten Türkan<br />
hocayla tanıştıktan ve senaryoyu birazcık dinledikten<br />
sonra ben çok okeydim. Her zaman da<br />
söylerim, ben enerjiden yana birisiyimdir. Türkan<br />
hocanın enerjisi bana çok güzel geldi. Belli ki<br />
benimki de ona güzel gelmiş ki bu işe başladık.<br />
Peki rolünüzü okuduğunuzda ne hissettiniz?<br />
Burcu Biricik: Çok benzer yerden çıkıyoruz<br />
enerji olarak Aslı’yla. Sevdiğim şeyi sanırım<br />
boyutlandırmak oldu. En başta çok benzediğim<br />
bir kızla yola çıkıyorum ancak 15 yıl sonrasını<br />
canlandırmak söz konusu olduğunda bir oyuncu<br />
olarak ister istemez bir heyecan doğuyor. En<br />
basitinden çabalamam lazım, kendimden çıkıp
DIN<br />
DIM<br />
ÖZGÜN<br />
ÇOBAN<br />
TÜRKAN<br />
DERYA<br />
BURCU<br />
BİRİCİK
aşka bir şey yapmam lazım. Bir de oradaki<br />
aşkın o pürlüğünü ve saflığını beğendiğimden<br />
rolü de çok çok beğenmiştim.<br />
Sizi şahsen tanımıyorum ancak görünüm<br />
olarak filmdeki insandan çok farklısınız ve<br />
tamamen farklı bir kimlik giymişsiniz.<br />
Özgün Çoban: Benim için de Türkan hocayla<br />
çalışmak çok efsanevi bir şeydi. Ama rolü<br />
okuduğumda normal aşk filmlerinden ayıran bir<br />
şey vardı benim için. O da karakterlerin psikolojik<br />
derinlikleriydi. Adam, sürekli gitmek isteyen bir<br />
adam; kadın ise sürekli bağlanmak isteyen bir<br />
kadındı. Dolayısıyla bu iki travmanın bir araya<br />
getirdiği bir çifti hayal edince oldukça içime sindi<br />
ve beğendim. Aynı zamanda Burcu’nun dediği<br />
gibi karakterin 3 farklı aşamasını göstermek bir<br />
oyuncu olarak benim için zorlayıcı bir etkendi.<br />
Dolayısıyla heyecanlandırdı proje beni.<br />
Bazı roller vardır, oynayan kişinin de senaryoya<br />
bir parçasını katması beklenir. Bu<br />
rol hangisine yakındı. Kendinizden bu role ne<br />
kattınız?<br />
Burcu Biricik: Bu filmin benim adam akıllı ilk<br />
filmim olmasının dışında, en çok sevdiğim<br />
şeylerden biri de role hazırlık kısmıydı. Okuma<br />
provası, sonrasında set gibi bir programımız<br />
olmadı açıkcası. Biz Türkan hocayla bir araya<br />
gelip, film dışında bir sürü şeyden konuştuk.<br />
Birbirimizi tanıdık. Üçümüzün bir araya geldiği<br />
zamanlar kadar Türkan hocanın bizi ayrı tutmaya<br />
çalıştığı bir zaman dilimi de vardı. Sette aslında<br />
birbirimizi tanımaya başlayalım, sette bir şeyler<br />
gerçekleşsin şeklindeydi düşüncesi. Kronolojik<br />
çekildi film, bu bizim için çok rahatlatıcıydı. 3<br />
buçuk yıllık bir serüvendi bu. Yani artık Aslı’yla<br />
ve Cem’le alakalı her şey o kadar sağlamdı ki.<br />
Bir şeyleri anlamak için hiç güçlük çekmedik.<br />
Benim kattığım bir şeyler illa ki olmuştur ancak<br />
sınırlandırabileceğim bir şey değildi. Ben sadece<br />
Türkan hocanın anlattığı şeyleri uygulamaya<br />
çalıştım ve “Hocam bendeki bu, siz ne diyorsunuz?”<br />
şeklinde gittik hocamla. Ortak bir Aslı<br />
çıkarttık.<br />
Türkan Derya: Yani Burcu ve Özgün olmasaydı<br />
bu film olmazdı. Aralarında müthiş bir şey oluştu.<br />
Hepimizin dahili dışında bir şeyler oluştu onların<br />
arasında. Onlar birbirleriyle bir bağ kurdular. Bu<br />
ne sevgili olmak ne de çok yakın dost olmak...<br />
Bu kurdukları bağ film için ve benim için çok<br />
bulunmaz bir şeydi. Burcu bazı sahnelerde, o<br />
kadar çok yaşamış gibiydi ki. Gidip sordum da<br />
“Sen bunu yaşadın dimi?” diye. Ki sahneleri<br />
de çok ağır şartlarda çektik. Güneş batıyordu<br />
mesela bir sahnede. 7-8 haftada çekmem gereken<br />
işi 4 haftaya sığdırdım bazı zamanlarda.<br />
Çok da zorladım onları. Hiçbir zaman da tadımız<br />
kaçmadı. Özgün’ü kaldırımda giyindirdiğimi<br />
biliyorum ben. Güneş batmak üzere, Özgün’e<br />
pantolon giydirmeye çalışıyoruz, her şey çok<br />
karmakarışık... En sonunda her şey bitti güneş<br />
battı batacak, “Kayıt” dedik, bir baktım o ikisi<br />
sanki hiçbir şey olmamış gibi... O kadar işin<br />
içindeydiler ki... Ben kendim yazdığım filmden<br />
etkilendim bazı yerlerde.<br />
Peki, normalde aşk filmlerinin en etkileyici<br />
kısmı, yaşanılmamış olmasıdır. Mesela kız<br />
filmde kanser olur ve o aşk yaşanamamış
olur. Bu filmde bu aşk yaşanmış bir aşk mıdır<br />
yoksa yaşanamamış bir aşk mıdır?<br />
Burcu Biricik: Benim fikrim, bir hayattan bir<br />
kesidi gösterdiğimiz için devam eden bir hikaye<br />
gibi geliyor bana. Bu aşk yaşandı ve bitti değil.<br />
Yaşanamadı ve bitti de değil. Devam eden bir<br />
sürecin küçük bir kısmını gösterdik bence.<br />
Özgün Çoban: Bence bu aşkı kendi içlerinde<br />
yaşadılar. Ancak kendi travmaları yüzünden<br />
dışarıdan bakılınca yaşanamamış bir aşk.<br />
Türkan Derya: Hani bir sürü şeyi kontrol<br />
ettiğimizi düşünürüz ama nafiledir. Hayat önlerine<br />
bir takım sıkıntılar çıkarttı ve onlar kontrol<br />
edebileceklerini düşündü bunları. Ancak<br />
travmalarını bırakamadılar. Bırakmış olsalardı,<br />
filmin hikayesi belki de başka bir şey olurdu.<br />
Aslında bence filmin en önemli kısmı burjuva<br />
sınıfında geçiyor olması ve Türk<br />
sinemasında bu sınıfa ait öykü az üretilir.<br />
Birkaç tane film var, bu yüzden de bizim<br />
aşklarımız hep kara sevda, kara toprak<br />
şeklinde gider. Kırsal aşklardır. Bu<br />
tarz çalışmaların Türk sinemasında eksik<br />
olduğunu düşünüyor musunuz?<br />
Özgün Çoban: Ait olduğum sınıf neresi bilmiyorum<br />
tam olarak. Çok sınıfsal ayrımdan<br />
girdiğimizden nasıl cevap vereceğimi bilemedim.<br />
Kendi adıma ben asker çocuğuyum. Birçok farklı<br />
şehirde büyüdüm. O yüzden kendi adıma birçok<br />
sınıfa ait hissediyorum. Ancak filmde konu<br />
aldığımız kişiler, kız yönetmen, çocuk da sanatla<br />
uğraşan bir çocuk.<br />
O zaman kültürel sınıftan bahsedelim.<br />
Özgün Çoban: Ondan bahsedersek tabii ki, iki<br />
sanat ruhlu insanın bir araya gelmesini izlemek<br />
hoşuma gidiyor. Günümüzde yaşanan aşklar artık<br />
teknolojiyle birlikte çok hızlı gelişmeye başladı.<br />
Ancak bu iki kişinin aşkını daha gerçek yapan<br />
hem zaten içlerinde sanat aşkı olması sebebiyle<br />
aşkı daha iyi tanımlayabiliyor ve hissedebiliyor<br />
olmaları. En dibine kadar hissedilmiş bir aşk<br />
yaşıyorlar. Bu tarz bir filmi izlemenin ve izlettirmenin<br />
önemli olduğuna inanıyorum çünkü artık<br />
teknoloji aşkları her yerde. Ancak hisler yoluyla<br />
aşkı anlatmak her sınıf için iyidir.<br />
Türkan Derya: Genellemeler beni de zaman zaman<br />
korkutuyor açıkçası. Bir sektörü örtü altına<br />
almak beni ürkütüyor bazen. Bu çok kişisel bir<br />
tercih açıkçası. Sektöre nasıl hizmet ettiğini<br />
düşünmüyor insan pek, kişisel bir serüven olunca.<br />
Bu entel filmi dantel filmi demek biraz meseleyi<br />
başka yerler koyuyor ve mesafe oluşturuyor.<br />
Hâlbuki biz bundan çok imtina ettik çünkü duygu<br />
ortak. Kırsalda yaşanan da şehirde yaşanan da<br />
aşk hikâyesi. Meselenin ortaklığı ve evrenselliği<br />
sebebiyle her yere ait olduğuna inanıyorum.<br />
Eksikliğini hissettiğiniz şeyin ne olduğunu<br />
anlıyorum ancak genel olarak bir eksiklik gidermek<br />
adına çıkılmıyor ya yola. İnsan en iyi bildiği<br />
şeyi anlatmak istiyor. İzmir’deki mahalle mesela<br />
benim büyüdüğüm mekân, hayat insanı ne olursa<br />
olsun bazı yerlere atıyor gerçekten. Filmdeki çiftin<br />
birlikte gezdiği yerler her yerden farklı olsun istedik<br />
ama bulamadık bir türlü. Sonrasında kendimi<br />
eskiden büyüdüğüm mahallede buldum. Soruyu<br />
ne kadar yanıtlayabildim ne kadar tatmin edici<br />
oldu bilmiyorum ama kırsaldaki hikâyeleri an-
anlatan kişiler de en iyi bildikleri şeyleri anlatmaya<br />
çalışıyorlar.<br />
Zaten sorun onların yapılması değil, onların<br />
dışında çok az şey yapılması.<br />
Türkan Derya: Haklısınız aslında katılıyorum o<br />
konuda. Belki de riske girmek istemediklerinden.<br />
Siz o riski aldınız ama.<br />
Türkan Derya: Ben o riski aldım çünkü kaybedecek<br />
bir şeyim yok. Bana yeter ki bu film ikinci filmi<br />
yapma cesareti versin. Çok canımı yakarak çok<br />
fazla şey öğretti bana bu serüven. Zordu bayağı.<br />
Para bulmak zordu. Bütün kapıların önüne<br />
açılacağını düşünüyorsunuz sonuçta televizyonlarda,<br />
bu sektörde bir ismim var benim. Fakat hiç<br />
de beklediğiniz gibi olmuyor. İnananlar projenin<br />
peşine düşüyorlar tabii, oyuncu geliyor sizinle,<br />
ekip geliyor. Ben iyi şeyleri görerek devam etmek<br />
istiyorum aslında.<br />
Dört film ve dizilerle kariyerinize bir kadın<br />
oyuncu olarak devam ediyorsunuz. Türkiye’de<br />
90’ların yarısına kadar feminizmin etkisinin<br />
olduğu çok fazla film izledik. Bunlar<br />
sadece cinsellikle de alakalı değil. Toplum<br />
içinde kadının yaşadığı münasebetsizliği,<br />
dengesizliği de anlatan filmlerdi. Fakat<br />
2000’lerden sonra ben kendi adıma bu konuda<br />
bir geri adım atıldığını düşünüyorum. Ne bu<br />
faturaları ödeyecek bir oyuncu ne de bu tarz<br />
senaryolar yazacak bir senarist olduğunu<br />
düşünüyorum. Siz belki yolun başında<br />
olan bir kadın oyuncu olarak, bu tarz senaryolarda<br />
olmayı önemser misiniz? Bu sizin<br />
kişisel rahatsızlıklarınızdan biri mi? Mesleki<br />
kişiliğinizle ne kadar ileri gidersiniz bu konuda?<br />
Burcu Biricik: Dediğiniz gibi aslında yolun çok<br />
başındayım ve bu konuda ahkam kesecek bir<br />
halim de yok. İnanın her şeyi ben de yaparak,<br />
çalışarak öğreniyorum. Ancak bildiğim tek bir<br />
şey var, oyunculuk dediğimi şey bir dizide, bir<br />
filmde rol alıp popüler olmaya çalışmak değil. Çok<br />
severek yaptığım bir iş ve her gün şükrettiğim bir<br />
meslek olmasına rağmen kaybetme korkusuyla<br />
da yaşamıyorum. Aman kaybetmeyeyim korkusu<br />
olmadığı için inandığım ve içinde olmaktan haz<br />
alacağım ve doğru yerde olduğumu hissedersem<br />
o rolleri oynarım. Öyle bir çekincem yok.<br />
Erkek oyuncular için, Türkiye’de çoğunlukla<br />
jön veya star söylemleri devam ediyor.<br />
Ancak Yeşilçam zamanında bu bitti.<br />
Daha doğrusu kadın oyuncular için bitti.<br />
Ancak erkek oyuncular için karakter<br />
oyunculuğundan çok jöne yükleniyorlar.<br />
Sizin bu noktada yapılanmanız nasıl? Hangi<br />
tür rollerde oynamak istiyorsunuz ve izleyici<br />
sizi nasıl tanımlasın istiyorsunuz?<br />
Özgün Çoban: Aslında bu şekilde bir durum<br />
olduğuna inanıyorum evet. Şöyle ki diziler özellikle<br />
Türkiye’deki erkek figürünü de yetiştiriyor.<br />
Mesela birisi bir dizi oynadı zamanında bir
sürü adam pardösü giyip onun gibi davranmaya<br />
başladı. Dolayısıyla rol model durumu<br />
var. Bence bu konuda erkek çocuklarının iyi<br />
yetiştirilmesi gerekiyor ki sonrasında bunlar<br />
kadına yansımasın. Bence sektörde erkek rolleri<br />
konusunda biraz daha düşünülmeli ki, kaslı<br />
yakışıklı adamlar haricinde Türkiye’de bir kadına<br />
nasıl davranması gerektiğini bilen güzel adamlar<br />
da var. Bence bu tarz adamlarla yaşamamız<br />
gerekiyor. Kendime gelirsem de ben dediğiniz<br />
gibi karakter oynamaktan çok zevk alıyorum. Bir<br />
keresinde tiyatroda yönetmene gidip kamyon<br />
şoförü oynamak istediğimi söylemiştim. Çünkü<br />
uzun boyluyum vesaire diye jön oynatmaya<br />
çalışıyorlardı. İlk defa iyi adam oynadım bu sene,<br />
genelde hep kötü adam oynatıyorlardı bana.<br />
Bu filmdeki ise bambaşka bir olaydı hem çok<br />
erkek hem kapalı kutu… Benzeşen bazı yönleri<br />
vardı evet ama adam havalı adam. Bende o yok.<br />
O yanlarımı keşfettirdi. Hiçbir zaman güzellik<br />
kaygılarım olmadı. Her zaman deformasyonları<br />
olan karakterleri sevdim ve o şekilde eğittim kendimi.<br />
Sonrasında havalı ol deyince söndü o biraz.<br />
Türkan Derya: Mesela ben şunu senaryolarda<br />
görmekten ve izlemekten çok sıkıldım, başrol<br />
erkek ve başrol kadının kusuru yok. Gökten<br />
inmiş gibi. Ben sıkılıyorum yani. Cem’in<br />
güzelliği belki de oydu. Kusurunu görüyoruz. Bu<br />
yüzden katılıyorum, yan karakter oynamak daha<br />
eğlenceli. Başrol verildiğinde belli bir şeyin oluyor<br />
ve onun dışına çıkamıyorsun. Asıl kız asıl erkek<br />
bunu yapmaz gibi bir durum var. Çıktığımızda<br />
herkes diyor ki kendi hayatımızdan bir şeyler<br />
bulacağız ama hayır, kimsenin hayatı bu kadar<br />
kusursuz değil.<br />
Benim size sormadığım ama sizin seyirci için<br />
söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?<br />
Türkan Derya: Demin de buna benzer bir şey<br />
söyledim. Artık benden çıktı. Kendi yolu var bu<br />
filmin. O yolda seyirciyle nasıl bir ilişki kuracaksa<br />
odur. Bundan sonrasında seyircilere “Aslında<br />
şunu anlatmak istedik” diyemeyiz. Bundan<br />
sonrası artık seyirciye bırakacağı his. Bize gelebilecek<br />
en güzel şey içinde insanların kendisini<br />
bulmasıdır, ödül falan değil. Ben kendi adıma<br />
aslında çok uzun yıllar yönetmenlik yaptım.<br />
Zor bir serüvendir Türkiye’de film yapmak.<br />
Zorluğu kadar hazının da geri dönüşü harika.<br />
Ben hatırlıyorum geçmişte en az 5 kere serüven<br />
burada bitti dedim. Sonrasında hep devam ettim.<br />
Yapacağım da yapacağım dedim. Bitmiyor zaten<br />
ardı arkası kesilmiyor. Oyuncu bulması, çekmesi,<br />
editi, dağıtımı vesaire… Ama şanslıydık biz güzel<br />
bir dağıtım firması var arkamızda, hem gişe filmi<br />
hem festival filmi oldu. Adana’ya yetiştiremedik<br />
ama şimdi Antalya’ya göndermek için evrakları<br />
topluyoruz. Bakalım inşallah.<br />
Özgün Çoban: Bir şeyleri neden izleriz, bize<br />
duygu yansıtması, hissettirmesi için. Hocamın da<br />
dediği gibi artık bizden çıktı. Dolu dolu hissetmek<br />
istiyorlarsa izlesinler.
UZAY YOLU 50. YILINDA İ<br />
HEDEFLİYOR<br />
MASIS ÜŞENMEZ<br />
n Uzay Yolu<br />
neredeyse televizyon<br />
tarihi ile yaşıt<br />
bir geçmişe sahip. Orijinal seri bundan<br />
tam 50 yıl önce yayınlanmıştı. Zamanın<br />
kısıtlamalarına rağmen Uzay Yolu her<br />
zaman belli bir kaliteyi sürdürdü ve<br />
dizi boyunca neredeyse işlenmemiş bir<br />
hikaye bırakmadı. Öyle ki sinemalara<br />
gelen pek çok bilim kurgu filmi Uzay<br />
Yolu’nun bölümlerinden “esinlenmeler”<br />
içerdi.<br />
Uzay Yolu’nun başarısındaki en büyük<br />
etken aslında konuların işlenişinde<br />
insan, uzaylı ilişkilerinin ön planda<br />
tutulması, senaryonun aksiyondan<br />
daha çok psikolojik ve felsefi alanlara<br />
kayması idi. Bununla beraber nerede<br />
ise kullandıkları her tür kurgusal<br />
araç gerecin zaman içinde elimizden<br />
düşüremediğimiz aletlere dönüşmesi<br />
de yaratıcılarının ne kadar yüksek bir<br />
öngörü kabiliyetine sahip olduğunu<br />
gösterdi.<br />
2009 yılında küllerinden diriltilen yeni<br />
seri ve 2013 yılındaki devam filmi J.J.<br />
Uzay Yolu serisinin üçüncü<br />
filmi Justin Lin’e emanet<br />
edildi. Lin’in Fast&Furious<br />
serisindeki hızlı arabalarla<br />
yakaladığı şöhret uzay<br />
gemileri ile devam ediyor
LERİYİ<br />
Abrams’ın önderliğinde farklı bir<br />
yöne savruldu. Serinin özündeki Kaptan<br />
Kirk ve Spock gibi karakterlerin<br />
gençliğine ve ilk görevlerine gittiğimiz<br />
filmlerde karakterler birer aksiyon<br />
yıldızına dönüştürüldü. Uzay Yolu’nun<br />
felsefi altyapısına pek dikkat edilmedi.<br />
Star Trek Beyond da son yılların en<br />
büyük aksiyonlarına imza atan Justin<br />
Lin’i kamera arkasına geçiriyor. Yönetmen<br />
Justin Lin, senaristler Simon<br />
Pegg ve Doug Jung’un da Star Trek<br />
evrenine hakim olduğunu söylemek<br />
gerek.<br />
Justin Lin çocukluğundan beri Star<br />
Trek izlemenin evde bir aile geleneği<br />
olduğunu söylüyor. “Fanlar benden<br />
çok fazla şey bekliyor, onlar için<br />
sadece Fast&Furious’daki adamım,<br />
ancak görecekler ki aslında ben de<br />
onlar gibi bir Star Trek fanıyım, Star<br />
Trek benim bir parçam.” diyor genç<br />
yönetmen.<br />
Into Darkness, Dünya çapında 467<br />
milyon usd gibi bir gişe patlaması<br />
yapmış olmasına rağmen fanlar<br />
tarafından oldukça büyük eleştiriler<br />
almıştı. Hatta Las Vegas Star Trek<br />
toplantısında serinin en kötü filmi<br />
seçilmişti. Bunun üzerine de J.J.<br />
Abrams serinin yönetmenliğini<br />
bıraktığını açıklamış ve karşı takım<br />
olan Star Wars evrenine geçmişti.<br />
Mayıs 2014’de ilk iki filmin de senaristi<br />
olan Roberto Orci’nin yönetmen<br />
olacağı söylenmiş ancak aynı<br />
hızla konu kapanmıştı. 50. yılı olduğu<br />
için 2016’da vizyona girmesi kesin<br />
olan filmin ortada ne bir yönetmeni<br />
ne de senaristi kalmıştı. Bu arada<br />
Bones’u oynayan Karl Urban da Into<br />
Darkness’da Kaptan ile olan ilişkisinin<br />
rezil edildiğini, filme her hangi bir<br />
katkısı olmayacaksa gelecek bölümde<br />
oynamak istemediğini belirtmişti.<br />
Bütün gezegenler zapt edilmiş, bütün<br />
setlere girilmiş, bütün kamera arkası
dağıtılmış olsa dahi Star Trek evreni o<br />
kadar büyüktü ki bu sorunları aşmasını<br />
bildi. Öncelikle Montgomery ‘Scotty’<br />
Scott ya da daha çok bildiğimiz<br />
adıyla “Işınla bizi Scotty” Simon Pegg<br />
senaristliği de eline aldı. Kendisini<br />
takip edenler nasıl bir Star Trek fanı<br />
olduğunu iyi bilir.<br />
Prodüktör Bryan Burke’un kendisini<br />
Mission: Impossible Rogue Nation’ı<br />
çekerken aradığını ve serinin üçüncü<br />
filmde farklı bir yöne kayacağını<br />
söylediği anlatıyor Pegg. “Neden sen<br />
yazmıyorsun?” diye sorduğunu kendisinin<br />
de hiç düşünmeden “Evet!!”<br />
dediğini söylüyor. Justin Lin de<br />
röportajlarında “Ne kadar büyük bir Star<br />
Trek fanı olursam olayım Pegg’in bilgisine<br />
ulaşmam mümkün değil.” diyor.<br />
“Her bölümün adını bilir, her detayı size<br />
söyleyebilir.” diye de ekliyor.<br />
Pegg ve TV senaryoları ile tanınan<br />
Doug Jung’un senaryoyu yazmaya<br />
başlamaları sorunların büyük bir<br />
kısmını çözse de hala ana problem<br />
giderilememiştir. Yönetmen koltuğuna<br />
kimin oturacağı bilinmemektedir. Bu<br />
noktada Abrams devreye girer ve gişe<br />
canavarı Fast&Furious’un dört bölümünü<br />
yöneten Justin Lin’e teklif sunulur.<br />
Justin Lin aslında arabalarla pek<br />
haşır neşir bir insan olmamıştır hayatı<br />
boyunca. Bağımsız filmler çeken bir<br />
yönetmen iken kendini bu aksiyon<br />
bombasının içinde bulunur ve bir anda<br />
ismi “Furious guy” olarak kalır. Ancak<br />
aslında kendisi daha çok bir Star Trek<br />
çocuğudur. 35 yıl önce Tayvan’dan<br />
ailesi ile Amerika’ya göçünce iki şeye<br />
tutunmuştur, basketbol ve Star Trek.<br />
Lin, Star Trek ile olan ilişkisini şöyle<br />
özetliyor. “Bütün arkadaşlarım Star<br />
Wars hayranı idi ancak filme gidecek
para bulamadığımdan ben evde Star<br />
Trek izleyerek büyüdüm.”<br />
Abrams şöyle anlatıyor; “Justin<br />
olağanüstü bir hikaye anlatıcı olarak<br />
kendini defalarca kanıtladı. Ama beni<br />
her şeyden çok etkileyen Star Trek’e<br />
olan sevgisi oldu. Aksiyon sahnelerinde<br />
başarılı olacağını biliyordum. Ama<br />
beni en çok heyecanlandıran bu karakterlerden<br />
sanki tanıdığı insanlarmış<br />
gibi söz etmesi oldu. Gerçekten bu işe<br />
çok uydu.”<br />
Simon Pegg, Jung, Lin ve prodüktör<br />
Lindsey Weber ile ilk bir araya<br />
gelişlerini “Hayatımın en uzun günüydü”<br />
diye özetliyor. 16 saat boyunca,<br />
bir otel odasında serinin ne yöne<br />
gitmesi gerektiğini tartışmışlar.<br />
Böylece iki filmden bağımsız bir hikayede<br />
karar kılmışlar. Ekip çıktıkları<br />
beş yıllık bir görevin ikinci yılında<br />
iken neler hissedebilecekleri üzerinde<br />
durmuş. Evden uzakta geçen bu iki yıl<br />
Star Trek ekibini psikolojik olarak nasıl<br />
etkilemiştir diye düşünmüşler.<br />
“Bu oldukça eğlenceli bir düşünceydi<br />
çünkü baştan istediğimiz gibi hikayeyi<br />
şekillendirebilirdik. Herhangi bir<br />
göreve gönderme yapmamıza ya da<br />
Klingon’lularla uğraşmamıza gerek<br />
yoktu.” diyor Pegg.<br />
Star Trek Beyond / Star Trek<br />
Sonsuzluk‘un sürecini değiştiren<br />
önemli noktalardan biri yıldız gemisi<br />
Atılgan’ın hasar görmesi ve<br />
mürettebatı keşfedilmemiş, yabancı<br />
bir gezegende karaya oturtmasıdır.<br />
Atılgan’ın tahrip edilmesi mürettebatı<br />
Altamid’e, tehlikeli bir uzaylı<br />
dünyasına düşürür. Yazarlar daha<br />
önce birlikte çok az ekranda görülen
karakterleri eşleştirmekten ve<br />
her karakteri neyin harekete<br />
geçirdiğini görmekten keyif almış.<br />
İdris Elba’nın oynadığı ana<br />
kötü karakterimiz Krall da filmin<br />
lokomotiflerinden. Lin bu<br />
konuyu şöyle anlatıyor “Krall’ın<br />
Federasyon’a düşmanlığı herhangi<br />
bir ırksal nedene dayanmıyor.<br />
Bu yüzden Klingon izinden gitmek<br />
istemedik. Filmin kötüsünün<br />
de ne kadar katılmasanız da hak<br />
verdiğiniz bir öç alma hikayesi<br />
olsun istedik.”<br />
Elba karakteri hakkında şunları<br />
söylemiş “Klasik kötü adamı<br />
oynamak istemedim. Benedict<br />
Cumberbatch’i izlemenin<br />
zor olacağını biliyordum. Bu<br />
yüzden Justin, Simon ve Doug’la<br />
kapsamlı bir şekilde çalışarak bu<br />
adamın kim olduğunu tam olarak<br />
çözmeye çalıştık. Nasıl konuşur?<br />
Fiziksel özellikleri nasıldır?<br />
Federasyon’la neden böyle bir<br />
sorunu var? Bunlara cevap<br />
verdiğinizde artık bir canavar olmaktan<br />
çıkıyor. Yaptığı her şeyin<br />
bir nedeni var.”<br />
Kaptan Kirk karakterini oynayan<br />
aktör Chris Pine “İlk iki filmde<br />
Kirk ve Spock üzerine çok<br />
yoğunlaştık. Oysa Star Trek onlardan<br />
çok fazlasını içeren bir hikaye.<br />
Bu filmde diğer karakterleri<br />
de ön plana çıkıyor ve neredeyse<br />
herkes başrole geçiyor.” diyor.<br />
Abrams’ın bir araya getirdiği<br />
ekibi Lin’in düzenlemesi filme<br />
nasıl etki etmiş diye sorarsak<br />
Spock’ı oynayan Zachary Quinto<br />
şöyle diyor “ J.J. aramızda çok<br />
iyi bir ton yakalamıştı. Yeni sete
geldiğimizde ilk başta kendimizi<br />
ayarlamamız biraz zor oldu. Ancak<br />
Justin’in enerjisi de bizi kısa zamanda<br />
rahatlattı.” Pegg ise aynı konuda<br />
“Abrams setteki en büyük karakterdi.<br />
Elinde mikrofon ile ne yapılması<br />
gerektiğini söylerdi. Justin ise daha<br />
çok bire bir konuşmayı seven bir<br />
yönetmen.” diyor.<br />
Justin Lin en büyük zorluğun önlerindeki<br />
kısa zaman olduğunu söylüyor.<br />
“Ocak ayında bulduğumuz fikri<br />
haziranda çekmeye başladık, temmuzda<br />
ise 3D Imax olarak bitmişti<br />
çekimler. Sanırım daha önce bu<br />
kadar kısa zamanda böyle büyük<br />
bütçeli bir iş yapılmamıştır.”<br />
Yeni serinin en sevimli karakteri olan<br />
Chekov’u oynayan Anton Yelchin<br />
geçirdiği trafik kazası nedeni ile<br />
geçtiğimiz ay hayatını kaybetmişti.<br />
Son filmini görmeden kaybettiğimiz<br />
bu genç yeteneği de anmadan yazıyı<br />
bitirmek istemiyorum. Tüm Star Trek<br />
hayranları tarafından hep sevgi ile<br />
hatırlanacak.<br />
Lin hayranların seveceği bir Star<br />
Trek filmi için çok uğraştıklarını<br />
söylüyor. Vizyona girdiği ilk haftadan<br />
box office listelerinde ilk sıraya<br />
yerleşen ve rotten tomatoes gibi<br />
sitelerde %85 puanlamayla oldukça<br />
iyi eleştiriler alan film ülkemizde de<br />
geçtiğimiz günlerde vizyona girerek<br />
uzayda geçen epik hikayelere aç<br />
olduğumuz şu günlerde bizlere ilaç<br />
gibi geldi.<br />
Tüm zamanların en büyük Bilim<br />
Kurgu olaylarından Uzay Yolu güçlenerek<br />
yeni dünyalara doğru yola çıktı<br />
bile. İzleyicilerine keyifli seyirler.
KİMSE İZLEMESE DE BE<br />
BU FİLME İNANIYORUM<br />
Uluslararası festivallerden ödülle dönen Albüm filmini,<br />
başrol oyuncusu Murat Kılıç ile konuştuk...<br />
GİZEM MERVE KABOĞLU<br />
n Uluslararası festivallerden ödülle dönen Albüm<br />
filmini, filmin başrol oyuncusu Murat Kılıç ile Cine<br />
Dergi için konuştuk. Albüm’ün başrolde olduğu<br />
röportajda oyunculuğa, gündeme, sinemaya<br />
ve festivallere dair sohbet ettik. Gülerek, kaş<br />
çatarak, eğlenerek ve eleştirerek değindiğimiz<br />
konulara sizler için de bir pencere açtık. Penceresinden<br />
Türkiye’yi göreceğiniz Albüm’ü Murat<br />
Kılıç’tan dinlemek isterseniz, söyleşimize kulak<br />
verebilirsiniz:<br />
Albüm filmi, Cannes’dan France 4 Visionary<br />
Award, Kudüs Film Festivali’nden FIPRESCI<br />
Prize, Saraybosna Film Festivali’nden Cineuropa<br />
Award, Cicae Award ve Saraybosna’nın<br />
Kalbi olarak adlandırılan büyük ödüle sahip<br />
olarak döndü. Bu filmin başarısının sırrı nedir?<br />
Tiyatroda, provada ilk günkü disiplin veya disiplinsizlik<br />
oyuna da yansır, filmde de aynen öyle<br />
oldu. Albüm filminin ilk gününden çekimin son<br />
gününe kadar setteki her şey olması gerektiği<br />
gibiydi ve bu filme yansıdı. Bağımsız film setinde<br />
yaşanabilecek sıkıntıların hiçbiri olmadı. Rahat<br />
saatlerde, iyi şartlarda çekim yaptık. Bu aslında<br />
iyi bir birlikteliğin, yönetmenin ve yapım ekibinin<br />
başarısı... Hikayemiz çok iyi, evrenseli yakalamış<br />
dertleri var. Bunu sahneleme biçemi, kendi tarzını<br />
yaratan bir biçem. Mehmet Can Mertoğlu çok<br />
donanımlı ve vizyoner bir yönetmen... Bizim<br />
başarımız hem söylediğimiz şey hem de nasıl<br />
söylediğimizle çok ilgili.<br />
Genç bir yönetmenle çalışmak sizi<br />
korkutmadı mı?<br />
Hayır, ben 4 sene önce tanıdım Mehmet Can<br />
Mertoğlu’nu ve 22 yaşındaydı. Bu endişeler yaşla<br />
değil donanımla ilgilidir, yaş sadece önyargı...<br />
Biz oyuncu olarak yönetmenimize çok güvendik<br />
ve teslim olduk. Bu teslimiyet de belki başarıyı<br />
getirdi. Hiçbir zaman ne Şebnem (Bozoklu) ne<br />
de ben, “bunu neden yapıyoruz” demedik. Onun<br />
fikirlerine nasıl iyi hizmet ederiz, bunu düşündük.<br />
Mehmet Can’dan sadece genç bir yönetmen<br />
olarak bahsedilmemeli, o genç ama yolunu<br />
seçmiş bir yönetmen.<br />
Şebnem Bozoklu ile başrolü paylaştınız ve<br />
film eleştirilerinde ikinizin uyumuna övgüler<br />
okudum. Oyunculuk kimyası denen şeye<br />
inanıyor musunuz?<br />
Evet, oyunculuk kimyası diye bir şey var.<br />
İnanıyorum.<br />
Oyunculuk kimyanız mı tuttu, çok<br />
çalışmanın sonucu mu bu yorumları nasıl<br />
karşılıyorsunuz?<br />
Çekimden önce 1 ay prova süreci yaşadık. Sahneleri<br />
birebir prova yaptık. O süreçte yönetmenin<br />
neyi, nasıl istendiğini görüyor ve yapıyorduk, bu<br />
çalışma elbette çok şey getirdi. Kimya şurada<br />
devreye giriyor, ben çok depresif bir insanım<br />
Şebnem (Bozoklu) ise çok pozitif. Kimyamız çok<br />
uydu, güzel bir ikili olduğumuzu düşünüyorum.<br />
Şebnem’in filme ve bana katkısı çok büyük oldu.<br />
Kimyanız tutmayan, sevmediğiniz bir oyuncuyla<br />
da oynayabilir misiniz?<br />
Ben bunu bilmiyorum. Cevap tam veremiyorum.<br />
Sevmediğim, kimyam tutmayan bir insanla<br />
oynarım, oynarım da nasıl oynarım bilmiyorum.<br />
Dört senedir bu filmin içinde olduğunuzu<br />
öğrendim. Bu kadar rötara sebep olan neydi?<br />
Projenin ekonomik anlamda tamamlanması 4 yıl<br />
sürdü. Yapımcımı ve yönetmenimi çok sevmemin
N<br />
MURAT KILIÇ
ir nedeni de bu. Biz daha önce de bu filmi çekebilirdik.<br />
İlk film olmasına rağmen Yoel Meranda<br />
(Yapımcı) ve Mehmet Can Mertoğlu (Yönetmen)<br />
bu filmin daha iyi olması için yabancı ortaklar<br />
buldular. Filmin her yerde gösterilmesi için bu<br />
bağlantılar gerekiyor ve öyle güzel networkler<br />
kuruldu ki... Ayrıca bağımsız filmlerin çekim<br />
şartlarını hepimiz biliyoruz, bu filmin o şartlarda<br />
çekilmemesinin nedeni bu bekleme süresi,<br />
yapımcımız ve yönetmenimiz herkese hak ettiğini<br />
vermek için bekledi. Film, ekonomik anlamda<br />
kendini çevirebilme gücünü elde ettiğinde film<br />
çekildi.<br />
Filme sizin kattığınız çok şey var tartışmasız<br />
peki 4 sene içinde bu film size neler kattı,<br />
neler öğretti?<br />
Daha önce pek çok usta ile çalıştım, çok şey<br />
öğrendim ama minimalizmin ne olduğunu Mehmet<br />
Can’dan öğrendim, daha doğrusu öğrenmeye<br />
adım attım çünkü hala öğreniyorum. Bundan bir<br />
önceki projem Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar<br />
Anadolu’da filmiydi, o da bana çok şey kattı<br />
ama filmde başrol oynamak başka bir şey tabii...<br />
Başrolün sorumluluğu gereği yönetmenle ilişki<br />
başka bir şekilde gelişiyor. Nuri Bilge Ceylan da<br />
her oyuncusuyla birebir ilgilenen bir insan ama<br />
bu bambaşka bir deneyim oldu. Mehmet Can,<br />
oyunculuğuma, role nasıl yaklaşacağıma dair çok<br />
güzel ipuçları verdi. 19 yaşından bu yana çok şey<br />
biriktirdim ve bu işte elimden ne geldiyse dökmeye<br />
çalıştım. Ben şu an hala bu heyecandayım,<br />
böyle bir iş daha gelse ve ben bu biriktirdiklerimi<br />
yeniden döksem diyorum.<br />
19 yaşından beri oyunculuk hayatınızda dedik...<br />
Oyunculuk doğuştan gelen bir şey midir?<br />
Çok nadiren öyle. Oyunculuk doktorluk gibi bir<br />
iş, eğitimi, donanımı tamamlamadan doktorluk<br />
yapılır mı? Yapılmaz. Oyunculuk da yapılmamalı.<br />
Bu eğitim illa konservatuvar da değil, usta çırak<br />
ilişkisine de çok inanıyorum. Disiplin, eğitim gerek...<br />
Siz doğuştan yetenekli olduğunuza inanıyor<br />
musunuz?<br />
Hayır, ben çok çalıştım, çalışıyorum. Doğuştan<br />
yetenekli birini sorarsanız, mesela Tardu Flordun<br />
öyle bir adamdır.<br />
Sizin oyuncu olma nedeniniz ne?<br />
Benim oyuncu olma sebebim Zeki Alasya’dır. Zeki<br />
– Metin filmlerinde ben hep Zeki’ciydim. Onun<br />
çırağı olmak istediğim zaman Zeki Alasya’nın<br />
bir lokantası vardı. Kapısında o gelsin diye<br />
beklerdim. Yağmurlu bir günde geldi, çalışanlar<br />
tuttu beni falan. “Zeki Bey ile görüşeceğim”<br />
dedim, geldi yanıma. “Seni örnek aldım, seninle<br />
tiyatro yapmazsam ya seni ya kendimi vururum”<br />
dedim. Onunla dizi ve filmde oynadım, tiyatro<br />
yapamadık ama hayalim gerçekleşti.<br />
Filme dönersek, yabancı festivallerin<br />
yanında yerli festivallerde de<br />
yolculuğuna başlıyor. Ödül şansını nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz?<br />
Ben filmi ilk kez Cannes’da izledim. Bu arada<br />
kendimi izlemeyi hiç sevmem, sesime<br />
yabancılaşıyorum, kendimi eleştiriyorum...<br />
Cannes’da da böyle oldu, övgüler aldık, sevindik.<br />
Saraybosna’da muhteşem bir jüri vardı,<br />
onlardan ödül almak çok heyecan vericiydi,<br />
çok mutlu olduk. Buradaki beklentim de öyle<br />
aslında, tırnak içinde söylüyorum, bir beklentim
yok. Bunları duymak bize zaten emeğimizin<br />
karşılığını veriyor.<br />
Bu filmi kimler izlemeli?<br />
Kimse bu filmi izlemese de ben bu filme çok<br />
inanıyorum. Keşke herkes izlese... Bu film<br />
yalnız çocuk evlat edinen bir çiftin hikayesi<br />
değil, filmde bürokrasi içindeki toplumun bir<br />
yansıması, fotoğrafı var. Bu Türkiye’ye has bir<br />
durum da değil, Fransızlar da kendilerinden<br />
çok şey buldular. Keşke herkes bu fotoğrafı<br />
görse...<br />
Sizce Türkiye sinemasının en büyük sorunu<br />
nedir?<br />
Çok büyük bir soru, ben bu sorumluluğu<br />
alamam. (Gülüyor) Dağıtım sorunu var, bu<br />
tekelin kırılması gerekiyor. Bağımsız filmlerin<br />
gösterim alanları çok sınırlı... Gördüğüm<br />
kadarıyla en büyük sıkıntı bunlar. Hikayede de<br />
sorunlar yaşadığımızı söyleyebilirim. Bereketli<br />
topraklarda hikaye kıtlığı çekiyoruz.<br />
Toplumun aile ve birey üzerinde kurduğu<br />
baskılardan biri çocuk sahibi olmak. Film de<br />
bunu ele alıyor...<br />
Evet, evlat edinen çiftlere yarım gözüyle bakılıyor.<br />
Kadına da erkeğe de yarım olarak bakılıyor.<br />
Erkekler zaten bu sorumluluğu almıyor. Evlat edinme<br />
durumunda her şey bu yüzden gizleniyor. O<br />
yüzden bizim çiftimiz de çocuğu evlat edinip, başka<br />
bir şehre taşınıp, kendi çocukları izlenimi veriyorlar.<br />
Filmde ailenin evlat edindikleri çocuğun<br />
fotoğraf albümünü oluşturduğunu bir anlamda<br />
resmi tarihe not düştüğünü görüyoruz. Yönetmeniniz<br />
bir röportajında bu detayla toplumun<br />
gerçek tarih ve resmi tarih ikilemine dikkat<br />
çektiğini söylüyor. Yalan söylemeyi mi seviyoruz<br />
acaba?<br />
Hümanist olduğumuzu düşünüyorum ama bu bize<br />
bir şey getirmiyor. Hümanizm toz pembe yalanlar<br />
oluşturup her şeyi kendine göre yorumlayıp,<br />
yaşama devam eden bir toplum oluşturuyor. Bize<br />
anlatılan şeylere sorgulamadan inanma eğilimimiz<br />
var. Sunulan haber doğru haber oluyor... Mehmet<br />
Can’ın tarih konusundaki bu çelişkiyi metaforik<br />
olarak bu hikayeye oturtması son derece anlamlı<br />
bence.<br />
Filmde ırkçılık içeren diyaloglar var... Tüm<br />
o diyalogların büyük resimde bir anlamı<br />
olduğunu biliyorum..<br />
Bu aslında filmin çok küçük bir kısmı. Evlat edinen<br />
bir çiftin bebek seçme aşamasındaki, bebeği<br />
beğenme veya beğenmeme durumda yaptıkları<br />
benzetmeler var. Büyük resimde filmin böyle<br />
bir ırkçı duruşu yok. Filmdeki bir tek sahneyi<br />
konuşuyoruz, filmin de böyle ayrımcı bir duruşu<br />
yok. Bunu filme yaymak haksızlık olur.<br />
Bu filmi yaftalamak için sorulmuş bir soru<br />
değil, eleştirinin altını çizmek istiyorum.<br />
Evet, o bir sahne, isteyen istediğini alabilir. Filmin<br />
sadece bu sahnesinin konuşulmasına üzülürüm,<br />
çünkü filmde asıl mesele bu değil. Bu film topluma<br />
bir bakış, toplumun bir izdüşümü... Aile olmaya,<br />
bürokrasiye bir bakış var filmde.<br />
Günümüz Türkiye’sindeki ayrımcı söylemleri<br />
düşündüğümüzde büyük resimde ne görüyorsunuz?<br />
Birbirimizi ötekileştirmememiz gerektiğini<br />
düşünüyorum. Sen şusun, sen busun demek<br />
ayrımcılığı getiriyor. Bir ayrım gözetmeksizin bir<br />
arada olmamız gerektiğini düşünüyorum. Biraz<br />
önceki yalan konusuna dönersek, bu ayrımcılıklar
oluyor ama ırkçılık söylemini de kabul etmiyoruz<br />
bir yandan...<br />
Yalan söylüyoruz aslında...<br />
Soru işareti bırakıyorum. Büyük laflar etmeyi<br />
sevmiyorum, gönül bir bütün olmamızı istiyor.<br />
Bir oyuncu olarak alt metni kuvvetli işler mi<br />
ararsınız?<br />
Ben oynayacağım rolü sevmek istiyorum. İyi bir<br />
adam da olabilir, kötü bir adam da... Kötü adam<br />
oynamayı çok istiyorum. Alt metin oyuncuya da<br />
has bir şey. Senaryo size geliyor ve karakter<br />
analizlerini toplamak oyuncuya ait. Bu yönetmenle<br />
ilişkinize dair bir şey. Öyle bir rol mü ararım,<br />
hayır, o alt metni ben de doldurabilirim.<br />
Bu rolü size sevdiren neydi?<br />
Ben bu rolü sevmedim. (Gülüyor) Ben Cüneyt<br />
Bahtiyaroğlu ile normal hayatta arkadaş olmam.<br />
Rolle arama mesafe koyarak ve yönetmene<br />
teslim olarak oynamak daha doğru geldi. Çok<br />
sevseydim, objektif olamayabilirdim. Bu mesafe<br />
daha doğru gibi geliyor, rolün pek çok yönü<br />
görünür oluyor.<br />
Nesi var Cüneyt Bahriyaroğlu’nun, neden<br />
arkadaş olamazdınız?<br />
Ben hiperaktif bir insanım.Yerimde duramam...<br />
Canım sıkılıp 20 km yürürüm. Bu o kadar ağır<br />
bir adam ki, canından bezdirir insanı. Bunu<br />
baskıladım, günde 3,5 paket sigara içtim sette.<br />
Nasıl durağan olunur onu öğrendim. Hiperaktif<br />
moduma girmemek için sette herkesten kopuk<br />
durdum. Bir kenarda 20 bardak çay içiyordum.<br />
20 bardak?<br />
Tabii... Bir sahne yüzünden de hastanelik oldum.<br />
Aşırı bir yemek yeme sahnesi var. Negatif<br />
çekiyoruz, diyalogsuz sahne. Masaya oturup<br />
her şeyi deli gibi yiyeceğiz. Öğlen bir şey yemedik,<br />
yiyebilelim diye. Yedik ama daha çok<br />
yiyin dedi. İzledik, hakikaten daha çok yememiz<br />
lazım. Sonra öyle bir şey yaptık ki... 4-5 kere<br />
çektik, ben 4 günlük yemek yedim. Ertesi gün<br />
mide fesatından doktora gittim. Doktor, “sen<br />
hiç su içmemişsin ki” dedi. (Gülüyor) Ben çay<br />
içmekten su içmiyordum. O kadar sigara, çay...<br />
Hastanelik oldum.<br />
Albüm’ün vizyon tarihi net değil sanırım...<br />
Kasım gibi görünüyor şu an.<br />
Yeni projeleriniz var mı?<br />
Tayfun Pirselimoğlu’nun bir filminde oynadım<br />
vizyon tarihi net değil. Derviş Zaim’in Rüya filminde<br />
konuk oyuncu oldum, o vizyona girecek.<br />
Çevre Tiyatrosu, Semaver Kumpanya’da oynuyorum,<br />
orada oyunlarımız devam edecek.
BLAIR CADISI<br />
GERİ DÖNDÜ!<br />
Eylül ayı korku sineması adına bir hayli şenlikli geçecek<br />
gibi görünüyor. Sekiz korku filminin gösterime gireceği<br />
ayın en çok dikkat çekeni ise bir devam filmi: Blair<br />
Witch. Aradan 17 sene geçtikten sonra Blair Cadısı,<br />
yeniden sinemalarımıza konuk oluyor.<br />
MURAT KIZILCA<br />
n Eylül ayında<br />
gösterime girecek korku<br />
filmlerine şöyle bir göz<br />
gezdirdiğimizde, korku<br />
severleri bir hayli şenlikli<br />
bir ayın beklediğini<br />
söyleyebiliriz. Aylık<br />
bilançoya baktığımızda, gösterime girecek<br />
toplam sekiz korku filminden beş tanesinin<br />
yerli yapım olduğunu görüyoruz:<br />
Siccin 3: Cürmü Aşk, Korku Komedi: Bana<br />
Normal Aktiviteler (adından da anlaşıldığı<br />
üzere komedi yanı ağır basan bir film<br />
olacak gibi), Azem 4: Alacakaranlık, Gece<br />
Seansı ve Lanet: Uyanış. Üçü de ABD<br />
yapımı olan yabancı korku filmleri ise<br />
Friend Request, Blair Witch ve The Girl<br />
with All the Gifts. Eylül’ün korku vizyonu<br />
adına öne çıkanları ise hiç şüphesiz ki<br />
Blair Witch ve Siccin 3.<br />
Bir Kez Kandırdınız, Bir Daha Asla!<br />
The Blair Witch Project, 1999 yılında<br />
tüm dünyayı resmen sallamıştı. Sinema<br />
dünyasının o güne kadar gördüğü en<br />
başarılı reklam kampanyalarından birine
imza atan film, daha internet bugünkü<br />
kadar yaygın değilken, belki de ilk<br />
‘viral’lerden birini gerçekleştirmişti.<br />
Seyircileri, bir şehir efsanesinin belgeselini<br />
çeken gençlerin çekimler sırasında<br />
kaybolduklarına, kayıtların bir şekilde<br />
ele geçirildiğine ve The Blair Witch<br />
Project’in aslında bu gerçek kayıtların<br />
kronolojik kurgusundan ibaret olduğuna<br />
inandırmayı başarmıştı. Sinema salonları<br />
önünde kuyruklar oluşturan binlerce<br />
insan, bir film izlemek için değil, gençlerin<br />
başına neler geldiğini öğrenmek<br />
için bekliyordu. Yapım şirketi, hazırladığı<br />
web sayfasında gençlerin çocukluk<br />
fotoğrafları, polis raporları, kayıp ilanları<br />
ya da bölgede oturanlarla yapılmış (ve<br />
gerçek bir haber kanalında yayınlanmış<br />
gibi duran) röportaj kayıtları gibi detaylarla<br />
olayın gerçek olduğunu yaymaya<br />
çalıştı. Daha ortada sosyal medya araçları<br />
yoktu ama fısıltı gazetesi de en az onun<br />
kadar etkiliydi ve bir anda bütün dünya<br />
Blair Cadısı’nı araştıran gençlerin başına<br />
neler geldiğini merak etmeye başladı.<br />
Sonuç mu; 60 bin dolar gibi çok düşük<br />
bir bütçeyle çekilen film, 140 milyonu<br />
Amerika’da, kalanı diğer ülkelerde olmak<br />
üzere toplam 250 milyon dolar hasılat<br />
elde etti.<br />
Buluntu Film Furyası Başlıyor<br />
Film sadece başarılı bir pazarlama operasyonundan<br />
ibaret değildi elbette. Orson<br />
Welles’in 1938 yılında radyodan okuduğu<br />
War of the Worlds ile dinleyicileri gerçekten<br />
bir uzaylı saldırısı ile karşı karşıya<br />
olduğumuza inandırması gibi olağandışı<br />
bir durum gerçekleşmişti, doğru. Fakat<br />
bir de başımıza sonradan ‘found footage’<br />
(buluntu film) olarak isimlendirilen bir alt<br />
tür belasını sardı ki sormayın gitsin.<br />
Bugün artık yeterince örneğe ev sahipliği<br />
yapan ve herkes tarafından kabul gören<br />
alt türün kökenine baktığımızda, buluntu<br />
filmin dedesi olarak Cannibal Holocaust’u<br />
(1980) işaret edebiliriz. Güney
Amerika’daki yağmur ormanlarında çekim<br />
yapmaya giden Amerikalı<br />
bir film ekibinin başına gelenlere<br />
güya sonradan bulunan kayıtlar<br />
aracılığıyla tanıklık ettiğimiz film,<br />
gerçeğe yakın şiddet ve ölüm sahneleri<br />
ile bomba etkisi yapmıştı.<br />
Hatta ölüm sahneleri o kadar<br />
gerçekçiydi ki oyuncuların gerçekten<br />
öldürüldüğüne inananlar oldu.<br />
Yönetmen Ruggero Deodato’nun<br />
oyuncuların ölmediklerini ispatlamak<br />
için oyuncu kadrosuyla beraber<br />
bir televizyon programına<br />
katıldığından bile bahsedilir. Ancak<br />
maalesef hayvanların öldürüldüğü<br />
sahneler gerçekti. Deodato, sette<br />
öldürdükleri bütün hayvanları<br />
sonradan bütün ekip ile beraber pişirip<br />
yediklerini, dolayısıyla sadece filme çekmek<br />
için katletmediklerini söylemişse de<br />
açılan mahkemede suçlu bulunup para<br />
cezası ödemekten kurtulamamıştı. The<br />
Blair Witch Project, Cannibal Holocaust’un<br />
açtığı yoldan ilerledi ama atası gibi aşırı<br />
gerçekçi şiddet sahneleri kullanmayı<br />
seçmedi. Film gösterime girmeden önce<br />
yapılan reklam kampanyasına güvendi<br />
ve sadece insanların merak duygusunu<br />
kaşıyarak, çok da fazla masrafa girmeden<br />
bir fenomen haline geldi. Sonrasında ise<br />
tam bir buluntu film yağmuru başladı.<br />
Nasıl başlamasın ki; aşırı ucuz maliyet,<br />
doğal olarak birçok yapımcının ağzını<br />
sulandırdı. Sağanak içerisinde iki elin<br />
parmaklarını geçmeyecek sayıda dişe dokunur<br />
örnek olsa da çoğu mide bulantısı<br />
ve baş dönmesine yol açmaktan öte bir işe<br />
yaramıyordu.<br />
Direksiyonda Adam Wingard Var<br />
23 Eylül’de gösterime girecek Blair Witch,<br />
The Blair Witch Project (1999) ve Book<br />
of Shadows: Blair Witch 2 (2000) isimli<br />
filmlerden sonra serinin üçüncü filmi<br />
olacak. İlk filmdeki hikâyenin devamı<br />
niteliğindeki Blair Witch, o döneme göre<br />
“gerçek bir olayın ele geçen kayıtlarıdır”
henüz öğrenci iken yaptı.<br />
Ancak asıl dikkatleri üzerine<br />
çekmesi ikinci filmi Pop Skull<br />
(2007) ile oldu. Gösterildiği<br />
birçok festivalde övgüler alan<br />
ve sadece iki bin dolarlık bir<br />
bütçe ile kotardığı film sayesinde<br />
birçok yapım şirketinin<br />
ilgisini çekmeyi başardı. 2010<br />
yılında yönettiği A Horrible<br />
Way To Die ile Fantastic Fest<br />
2010’da korku kategorisinde<br />
en iyi senaryo, en iyi erkek<br />
oyuncu ve en iyi kadın oyuncu<br />
ödüllerini toparladı. V/H/S, The<br />
ABCs of Death ve V/H/S/2 gibi<br />
yakın tarihli korku antolojilerinde<br />
birer bölüm yönetti. You’re Next<br />
(2011) ile sağlam bir ev istilası filmine<br />
imza atan Wingard son olarak The Guest<br />
(2014) ile hayranlarının yüzünü kara<br />
çıkarmamayı yine başardı.<br />
ya da “gerçek bir olaya dayanmaktadır”<br />
ibarelerine daha şüpheyle yaklaşan bir<br />
seyirci grubuyla karşı karşıya. Dolayısıyla<br />
artık “filmdeki olaylar gerçektir” konseptli<br />
reklamlar benzer etkileri göstermeyecektir<br />
ki film de sırtını buna dayamıyor zaten.<br />
Blair Witch’i, özellikle 2000’li yıllardan<br />
sonra eski serileri ve eski tarihli gişe<br />
başarılarını yeniden canlandırma (ya da<br />
devam ettirme) yoluna giren Amerikan<br />
gişe sinemasının, zaman zaman kabak<br />
tadı veren politikası doğrultusunda<br />
üretilmiş bir iş olarak değerlendirebiliriz.<br />
Yönetmenliği Adam Wingard üstlenirken,<br />
senaryoyu birçok projede beraber çalıştığı<br />
Simon Barrett kaleme almış. Adam Wingard<br />
beğendiğim yönetmenlerden biri. 1982<br />
Alabama doğumlu Amerikalı sinemacı,<br />
ilk uzun metrajlı filmi Home Sick’i (2007)<br />
Blair Witch Açık Uçları Kapayacak<br />
Yönetmenin son filminin konusu, orijinal<br />
Blair’den pek de farklı değil gibi.<br />
İlk filmde gerçekleşen olayın üzerinden<br />
17 sene geçmiştir. Bu sefer başka bir<br />
grup genç, hakkında çok şey duydukları<br />
meşhur ormana gidip mevzuyu yerinde<br />
görmek ister ve başlarına bir sürü bela<br />
gelir. Yapım şirketi Lionsgate, Blair Witch<br />
ile ilk filmdeki bazı açık uçları bağlayıp,<br />
cevaplanmamış sorulara da yanıt vereceklerini<br />
açıkladı. Ama tabii ki bu durum<br />
yeni soruların ortaya çıkmayacağının<br />
garantisi değil.<br />
Blair Witch, basına ilk olarak Comic-<br />
Con’da Temmuz ayının sonuna doğru<br />
açıklandı. O zamana kadar Adam<br />
Wingard’ın The Woods isimli yeni bir<br />
korku filmi çektiğini zannediyorduk.<br />
Lionsgate’in aldığı stratejik bir karar sonucu<br />
son ana kadar gizli tutulan devam<br />
filmi, umduğu karşılığı alacak mı bilinmez.<br />
Bekleyip göreceğiz.
CİNLERE İNANIYORU<br />
Alper Mestçi’nin son filmi Siccin 3’ün oyuncuları Büşra<br />
Ayaydın ve Adnan Koç cinlere inandıklarını söylediler. Büşra<br />
Ayaydın her çekimden önce setti okuyup üflediğini belirtti.<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Türk Korku sineması artık kendi dilini oluşturdu<br />
diyebiliriz. Bu türün bu kadar kimlik bulmasının<br />
altında en önemli iki isim ise Alper Mestçi<br />
ile Hasan Karacadağ tabii. Yönetmen Alper<br />
Mestçi’nin son filmi Siccin 3 yaşanmış bir olaydan<br />
yola çıkılarak çekilen bir film. Hal böyle olunca<br />
filmin başrol oyuncularına teybimizi uzattık. Büşra<br />
Apaydın yeni tessettüre giren bir oyuncu, hem<br />
filmin çekimlerinde yaşadığı tedirginliği hem de<br />
tessettüre girdikten sonra ona gelen tepkileri bizle<br />
paylaştı. Adnan Koç ise filmle ilgili duygularını<br />
anlattıktan sonra 15 Temmuz darbe girişiminde<br />
sonra halkın gösterdiği tepkiyi övdü ve memleki<br />
olan Mardin dolayısıyla güneydoğuda gösterilen<br />
birlik ve beraberlikten gurur duyduğunu belirtti.<br />
Senaryoda sizi etkileyen şey ne oldu?<br />
Adnan Koç: Senaryoda beni etkileyen şey<br />
yaşayan bir hikaye olması. Çünkü bu senaryonun<br />
içeriği bizim inançlarımızla çok örtüşen bir<br />
konunun başlığında buluşuyor. Bir de bir insanın<br />
aşkı için neler yapabileceğini, aşkı için neleri<br />
göze alabileceğini konu alan bir iş. Bir insan aşkı<br />
için neleri göze alabilir diye baktığınız zaman<br />
ancak bu kadar hissedilebilir, aşk için bir insan<br />
gözünü bu kadar karartabilir ve hayal edilemeyecek<br />
noktaya gelinebilir. Dolayısıyla bu senaryoda<br />
beni etkileyen korkunun aşkla bu derece<br />
kaliteli harmanlanmasıydı. Gerçekten izleyicileri<br />
çok muhteşem bir hikaye bekliyor.<br />
Büşra Ayaydın: Gerçek yaşanmış bir hikaye<br />
olması beni çok etkiledi, etkilediği kadar<br />
endişelendirdi de tabii..<br />
Rolünüzden bahseder misiniz?<br />
Adnan Koç: Evine bağlı, sevdiği kadına aşık ve<br />
onun için her şeyi göze alabilen, fabrikada şef<br />
olarak çalışan bir karakter.<br />
Büşra Ayaydın: Kader, kocasına aşık bir<br />
kadın. Çocukluk aşkı onlar ve diğer tarafla<br />
bağlantılı bir karakter olduğu için onun neler<br />
yaşayacağına, hissedeceğine ortak olmak beni<br />
çok heyecanlandırdı. Benim için yeri bambaşka..<br />
Çok farklı bir deneyim oldu.<br />
Korku filmlerini sever misiniz? Bu filmden<br />
önce Türk korku sinemasını takip ediyor muydunuz?<br />
Adnan Koç: Korku filmlerini severim. Eğer konu<br />
itibariyle de biraz inandırıcı oluyorsa, benim için<br />
gerçekten başka bir diyarda oluyor korku filmleri,<br />
etkilenebiliyorum. Büyük çoğunluğun muhafazakar<br />
olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İşin içinde de<br />
eğer cin olgusu varsa inanarak seyrediyorum.<br />
Dolayısıyla etkilendiğim için korku filmlerini<br />
seviyorum, Türk korku filmlerini takip ediyorum.<br />
Özellikle Alper Mestçi’nin filmlerini büyük<br />
bir ilgiyle seyrediyordum. Ne mutlu ki onun<br />
yönetmenliğinde bir filmde oynamak nasip oldu.<br />
Büşra Ayaydın: Korku filmleri pek tercih etmem.<br />
Ama mesleğimden ötürü kıyısından köşesinden<br />
bakıp, bilgi sahibi olurum. Türk korku sineması,<br />
yabancı korkulara göre daha çok etkiliyor, çünkü<br />
bizim toprağımızda dinimizin de etkisiyle birçok<br />
olgu var. İnanıyoruz, dolayısıyla korkuyor ve etkileniyoruz.<br />
Korku yurt dışından gelen bir tür. Bizim yönetmenlerimizin<br />
de çoğu bu tür filmlerde amatör<br />
veya çok ismi bilinmedik oyuncuları tercih<br />
ederler. Bu anlamda oyunculuk dili olarak<br />
yabancı sinemayı mı örnek aldınız?<br />
Adnan Koç: Evet, korku yurtdışından gelen bir tür<br />
olsa da aslına bakarsanız merkezinde yaşıyoruz.<br />
Biz inancımız gereği cin olgusunu kabul eden<br />
bir milletiz. Dolayısıyla bunun gerçekliğine bu<br />
kadar inanan bir toplumda korku filminin batıdan<br />
örnek alınması gerçekten çok düşündürücü. Bu<br />
anlamda yabancı filmleri izleyip oyunculuk diliyle<br />
alakalı bir şey düşünmedim. Nihayetinde bende<br />
inançlı bir insanım. Buradan yola çıkarak kendi<br />
iç sesimi geliştirdiğimde ulaşmak istediğim her
M<br />
ADNAN<br />
KOÇ<br />
BÜŞRA<br />
AYAYDIN
şeyin bende olduğunu düşünüyorum. Dışarıdaki<br />
sinema filmlerine bakıp oradan bir pay almak çok<br />
mantıklı gelmiyor şu an. Bizim kültürümüz, bizim<br />
gerçeğimiz. Tamamen bizimle alakalı olduğunda,<br />
içselleştirdiğinizde ortaya güzel bir şey çıkıyor<br />
diye düşünüyorum.<br />
Büşra Ayaydın: Sevgili Alper hocam birkaç film<br />
önerisinde bulundu, izleyip rolüme adapte olabilmem<br />
için ve evet yabancı korku filmleriydi. Kafamda<br />
nasıl bir karakter oluşturabilirimi, izlediğim<br />
filmler sayesinde oturtmuş oldum. Ama oyunculuk<br />
dili olarak yalnızca yabancı sinemayı örnek aldım<br />
demem yanlış olur çünkü biz inandığımız olguya<br />
hazırlanıyoruz, dolayısıyla %50 rol yapıyorsak,<br />
%50 gerçekten o anı yaşıyoruz ve korkuyoruz. Bu<br />
da yaşanmışlık katıyor filme ve başarı getiriyor.<br />
Korku sinemamızda dini ögeler ve özellikle<br />
cin çok kullanılıyor. Türk toplumunun<br />
genelinde de bu inanç var. Siz cinlere inanır<br />
mısınız?<br />
Adnan Koç: İnancım gereği cinlere tabii ki<br />
inanıyorum. Az öncede bahsettiğim gibi<br />
Türkiye’de korku sinemasında en fazla işlenen<br />
konu cin. Bizim insanımız özünde, temelinde<br />
gerçekten inandıkları türde bir şeyi izlemek ister.<br />
Kuran-ı Kerim’de de geçtiği için cin hepimizin<br />
inandığı bir varlık. Ciddi manada olağandışı, mistik<br />
bir anlatım diliyle film yapacaksanız işlenecek<br />
en mantıklı konu cin konusudur.<br />
Büşra Ayaydın: Evet az öncede bahsettiğim gibi<br />
bunda dinimizin ve inancımızın etkisi büyük.<br />
İzlerken kendimizle özdeşleştirdiğimizde, mutlaka<br />
filmde kendimizden bir parça buluyoruz. Bu da<br />
bizi filme daha çok çekiyor. Evet her müslüman<br />
gibi bende cinlere inanıyorum.<br />
Eğer inanıyorsanız filmde oynadığınız için bir<br />
tedirginlik yaşadınız mı?<br />
Adnan Koç: Senaryoyu ilk okuduğum zaman<br />
çok etkilenmiştim. Hatta senaryoyu okuduğumda<br />
evde yalnızdım, yarısına geldim ama bitiremedim.<br />
Yaşanmış bir olayın, geçmişte denenmiş bazı<br />
hadiselerin sonucunda yazılmış bir senaryo bu<br />
senaryo. Etkilenmedim desem yalan olur, çok etkilendim.<br />
Setteyken inandım, inanarak oynamaya<br />
çalıştım. Bunun sonucunda korktum diyemem<br />
ama ürperdiğim anlar oldu.<br />
Büşra Ayaydın: Tabii yaşamaz mıyım hiç hem de<br />
filmi kabul etmeyecek kadar. Benim hep korkuya<br />
karşı önyargım vardı, gelen işleri geri çeviriyordum,<br />
ta ki Siccin3 Cürmü Aşk’a kadar. Filmimiz<br />
sayesinde tabumu yıkmış oldum. Ve alanında en<br />
iyilerle (Muhteşem Film ve yönetmenimiz sevgili<br />
Alper Mestçi ile) çalışmak benim en büyük<br />
avantajım oldu.<br />
Yüzyüze konuştuğumuzda çekimlerden<br />
önce bütün seti okuduğunuzu söylemiştiniz,<br />
yönetmenin buna tepkisi ne oldu?<br />
Büşra Ayaydın: Ben kimsenin haberi yokken<br />
okuyordum. Yönetmenimiz bilmiyor. Ama duysa<br />
şaşırır ve güler :)<br />
Müslümanlıkta sinema hep tartışma konusu<br />
olmuştur. Hem iyi bir müslüman hem de iyi<br />
bir sinema sanatçısı olunabilir mi? Bu konudaki<br />
fikriniz nedir?<br />
Büşra Ayaydın: Neden olunmasın? Gereken<br />
özen gösterilirse, gereken şartlar uygulanırsa<br />
olabilir.<br />
Tesettürlü bir oyuncusunuz, sektörde buna<br />
verilen tepkiler nedir? İş bulmakta herhangi<br />
bir zorluk yaşadınız mı?
Büşra Ayaydın: Reklam diyenler, şekilci diyenler,<br />
yarın açılır diyenler... Ve daha bir sürü şey... Çok<br />
şükür iş sıkıntım olmadı. Ben rızkımı Allah’tan isterim,<br />
ve her zaman en iyisini değil en hayırlısını<br />
isterim. Bir kapı kapanırsa, bin kapı açılır. Siz<br />
yeter ki yürekten inanın, güvenin.<br />
Günümüzde 15 Temmuz’daki darbe girişimi<br />
olsun o günden beri sürekli acı olaylar<br />
yaşıyoruz. Topluma bir sanatçı olarak bu anlamda<br />
bir mesajınız var mı?<br />
Adnan Koç: Ben Mardin’liyim. Bulunduğumuz<br />
coğrafya, ülkemizin içinden geçtiği süreç bazı<br />
şeyleri o kadar güzel göstermeye başladı ki bu<br />
yaşananların ne anlama geldiğini şimdi biraz<br />
daha iyi anlıyorum. Ülkemiz son 14 yıldır çok yol<br />
aldı, büyük değişimler yaşadı. Doğduğum memleketin<br />
bu süreçte ne kadar değiştiğine, özgürlükler<br />
noktasında ne kadar ilerlediğine ben çok<br />
yakından şahit oldum. Doğu ve batı sentezini<br />
yapma şansına sahip olan bir Türkiye Cumhuriyeti<br />
vatandaşı olarak oyunun büyüklüğü ve<br />
tehlikesini çok iyi anlıyorum. Cumhurbaşkanımız<br />
Sayın Recep Tayyip Erdoğan halkı sokağa davet<br />
ettiği zaman bir kulağı, bir gözü Güneydoğu’da<br />
olan bir vatandaş olarak memleketin nasıl milli<br />
iradesine, vatanına can siperhane sahip çıktığına<br />
şahit oldum. Allah memleketimize, milletimize<br />
zeval vermesin. Bu yaşanan olayın bizi daha<br />
güçlendireceğine inanıyorum.<br />
Büşra Ayaydın: Evet maalesef böyle kara bir<br />
gece yaşadık ama şükür ki karanlık gecemizi<br />
yüce Rabb’imin yardımıyla aydınlattık. O gün<br />
hepimiz “her şerde bir hayır, her hayırda bir<br />
şer vardır” sözünün doğruluğuna şahit olduk.<br />
Nöbetlerimizi vatanını, milletini, bayrağını,<br />
toprağını seven, iman sahibi olan, hiçbir mezhep,<br />
parti, sağ-sol ayrımı olmadan, kimse kimseyi<br />
ötekileştirmeden bir bütün olarak Tek ses, tek<br />
yumruk ve tek yürek olarak tuttuk. Biz birken<br />
güzeliz Türkiye’m! Lütfen kimsenin oyununa<br />
gelmeyelim, Kur’an’da kürt, türk, laz, çerkez vs<br />
yazmıyor yada alevi, sünni vs yazmıyor. Hepiniz<br />
kardeşsiniz diyor. Rabb’im vatanımıza, milletimize<br />
zeval vermesin, hainlere, zalimlere ve<br />
kafirlere fırsat vermesin inşaAllah.<br />
Filmle ilgili benim sormadığım ama sizin söylemek<br />
istediğiniz bir şey var mı?<br />
Adnan Koç: Film senaryosu, yönetmeni ve<br />
oyunculuğu itibariyle çok özel bir film. Bu filmin<br />
Türkiye ve dünyada ilk defa korku ve aşkın bir<br />
arada bu kadar güçlü ve etkili anlatıldığı bir film<br />
olduğuna inanıyorum. Böyle bir işte yer aldığım<br />
için kendimi çok şanslı hissediyorum. Emeklerinden<br />
dolayı başta yönetmenimiz Alper Mestçi<br />
olmak üzere tüm ekibe ve tabii ki Muhteşem<br />
Yapım’a teşekkür ediyorum.<br />
Büşra Ayaydın: Filmde, şimdiki aklım olsa kabul<br />
etmeyeceğim iki tane minik sahne var. Bu sahnelerimiz<br />
yalnızca gelişmiş tekniklerle ve farklı kamera<br />
açılar ile çekilen, daha sonra montajda da<br />
üzerinde çalışılan, kısaca göründüğü gibi olmayan<br />
fakat algı olarak çeşitli anlamlar yüklenmeye<br />
açık sahneler. Dolayısıyla gelebilecek yorumları<br />
tahmin edebiliyorum ve onlara kısacık bir not<br />
bırakıyorum. “Kimseyi kınamayın! Günahından<br />
haberiniz olabilir ama tövbesinden haberiniz<br />
olmaz.” Dünyada örneği olmayan bir senaryo<br />
ile çekilen filmimizin, siz değerli seyircilerimizle<br />
buluşmasını heyecanla bekliyor ve herkesi filmimize<br />
bekliyoruz :)
Dans, futbol, seyahat,<br />
politika, müzik ve tabii<br />
ki yemekler. Latin<br />
rüzgarı her şeyi ile bizi<br />
etkilemiş, hislerimize<br />
dokunmuş ve büyüleyici<br />
bir hava bırakmıştır<br />
HER DAİM<br />
ÖFKELİ<br />
LATİN RÜZGARI
ONUR KIRŞAVOĞLU<br />
n Dans, futbol,<br />
seyahat, politika,<br />
müzik ve tabii ki<br />
yemekler. Latin<br />
rüzgarı her şeyi ile bizi etkilemiş,<br />
hislerimize dokunmuş ve büyüleyici<br />
bir hava bırakmıştır. Her özelliğinin<br />
içinde olmazsa olmazı ise derinlik<br />
olmuştur. Derin bir tutku, gerçekçilik<br />
ve samimiyet Latin başlığındaki her<br />
şeye nüfuz etmiştir. Hal böyle olunca<br />
da sinemasının içinde de benzeri tadları<br />
bulmamız kaçınılmaz olmuştur ve bizi<br />
yakalamayı başarmıştır. Bazı dönemler<br />
Hollywood sinemasına kafa tutan<br />
ya da orayı da besleyen ve transferler<br />
ile Hollywood’u bile güçlendiren<br />
Latin Amerika Sineması, yükselişte<br />
olmadığı dönemlerde bile sinefillerin<br />
sığındıkları bir liman olmuştur. Özellikle<br />
çok sevdiğimiz ve büyüsüne<br />
kapıldığımız festivllerin en değerli filmleri<br />
hiç değer kaynetmeden bu filmler<br />
olmuşlardır. 2000’lerin başındaki Dünya<br />
Sineması yükselişinde rol oynayan ve<br />
bu yükselişe Kore Sineması ile birlikte<br />
epey mahsül veren bu tutukulu bölge,<br />
birçok açıdan bizi bizden almaya<br />
devam ediyor. Mutlaka, her sinemsverin<br />
favorisi olan bir Latin Amerikalı<br />
yönetmen bulunmakta, sayıları da her<br />
zaman belli bir ivme ile devam etmektedir.<br />
Sıcak ülke insanı ve yaşayıştaki<br />
bazı benzerlikler ise sinemaya<br />
yansıyor, beğenimiz konusund da tuz<br />
biber görevini üstleniyor. Tutkulu Latin<br />
Amerika Sineması her zaman bize en<br />
yakın olan ülke sinemalarından biri<br />
olmaya devam edecektir.<br />
Latin Amerika Sineması dediğimizde<br />
ilk olarak tutkusundan ve karakterlerinden<br />
bahsetmemiz gerekir. Samimi<br />
ve gerçekçi hikayelerin anlatılır ve<br />
hiç abartıya kaçılmaz. Tabii ki birkaç<br />
yönetmen bulunmaktadır bu tarza<br />
yönelen ama genel anlamda bu filmleri<br />
izlerken yabancılık çekmeyiz, hikayenin<br />
içine girmekte hiç zorlanmayız.<br />
Bir yerinde durur ve hikayelere adapte<br />
oluruz. Biliriz ki gerçektirler ve bzidendirler.<br />
Hikayeler de daha çok<br />
küçük hayatlrı olan küçük ideallerin<br />
peşindeki insanları anlatır ve tutkuları<br />
buradan gelir. Aşk, müzik, dans gibi<br />
daha kişisel ve daha bireysel tutkular<br />
onları harekete geçirir. Tabii bizim<br />
etkilenme noktalarımızı da bunlar<br />
oluşturur. Kıtaya ait dans, bu dansın<br />
tutkusu, müziğin ritmi ve hayatların bu<br />
müziğe olan bağlılığı, aşkın da bunlar<br />
üzerinden çok daha derin olması. Tabii<br />
ki bir de doğal güzellikler. Her film<br />
izledikten sonra yapmak istediklerimiz<br />
listesine eklediğimiz onlarca şey. Latin<br />
Amerika Sineması ilk olarak bizi gerçeklik<br />
duygumuzdan vuruyor ve iyice<br />
içimize yerleşiyor.<br />
Tabii bütün bunların dışında, özellikle<br />
2000 öncesi dönemde Latin<br />
Amerika Sinemasının en etkili olduğu<br />
dalın politika ve dolaylı olarak suç<br />
olduğunu, en çok başyapıt seviyesindeki<br />
filmin buralardan çıktığını
da söyleyebiliriz. Çok değişkenlik<br />
gösteren bölgenin, darbeler ve cuntalar<br />
ile çok uğraşmak zorunda kalan<br />
insanının büyük dertleri, büyük<br />
kayıpları ya da hüzünlü anları çoktur.<br />
Bunun da siyasi boyutu, ideolojik tarafı<br />
ne olursa olsun sinemaya yansıması<br />
kaçınılmaz olmuştu. Siyasi olarak<br />
duruşların ve kararlılığın da etkili<br />
olduğu halkın, elbette sineması da bu<br />
konuda oldukça net ve özgürlükçü<br />
yaklaşımlar ile dolu olduğunu belirtmek<br />
gerekir. Umut denen hadisenin<br />
gerçekten iyi bir şey olduğunu, yeniden<br />
ayağa kalkmanın olası olduğunu ve<br />
bir olmanın güzelliğini de yine bu filmlerde<br />
bolca görmektedir. Tabii sert<br />
anlatılar, gerçeğe dayanan görüntüler<br />
ve zorlukları da Latin Amerika Sineması<br />
bizlere sundu ama başta bahsettiğimi<br />
o tutku, o noktada da güzelliklere<br />
dönüştü ve bizi her zamanki gibi etkilemeyi<br />
başardı. Az gelişmişliğin<br />
gölgesinde bazen çocukların sevinci,<br />
bazen onların da çaresiliği anlatıldı.<br />
Kimi zaman unutulmuş güzellikler suça,<br />
şiddete , çetelere yenik düştü ama<br />
yönetmenler hiç bir zaman umutsuzluğa<br />
kapılmadı ve sürekli ürettiler. Latin<br />
Amerika Sineması ayakta kalmayı her<br />
zaman başardı ve politik duruş olarak<br />
iç bir zaman tavrından şaşmadı. Bu<br />
tutkulu sinema şimdilerde Hollywood’a<br />
bol transfer ve biçim olarak yeni bir<br />
yapılanma içerisinde olsa da eski tutkusu<br />
ve samimiyetinden hiç bir<br />
şey kaybetmemiş durumda. Latin<br />
Amerika Sineması’nın son dönemine<br />
damga vuran bazı filmlerini<br />
tekrar hatırlayalım:<br />
Amores Perros – 2000<br />
Şimdilerde Oscar heykelcikleri ile<br />
konuşulan Meksikalı yönetmen<br />
Alejandro Gonzalez Inarritu’nun bu<br />
başyapıtı hem 2000’ler sineması<br />
hem de gelmiş geçmiş listelerde<br />
kendine oldukça sağlam bir yer<br />
edindi. Kader üçlemesinin ilk filmi de<br />
olan Amores Perros, üç farklı hikayeyi<br />
Inarritu’nun sonradan imzası sayılacak<br />
harika kurgusu ile harmanlıyordu ve<br />
bize kader konusund önemli söylemler<br />
aktarıyordu. Kendine özgü bir tavrı<br />
olan film, kader ve varoluş ekseninde<br />
bizleri perde karşısına çiviliyordu. Film<br />
ayrıca, kendisinden sonra sinemaya<br />
yön vermiş ve birçok sinemacıyı derinden<br />
etilemiştir.<br />
City of God – 2002<br />
Fernando Meirelles imzalı<br />
bu film, oldukça hüzünlü<br />
bir hikayeyi, inanılmaz<br />
kurgu numaraları ile dinamik<br />
ve hatta eğlenceli<br />
aktarmayı başarmıştı.<br />
Brezilya varoşlarında<br />
geçen hikaye, çocukların<br />
dahi fakirlik yüzünden<br />
çetelere dahil olmasına<br />
kadar birçok toplumsal<br />
meseleyi bizlere aktarıyordu. Scorsese<br />
filmleri ile kıyaslanan City of God, bu<br />
gücünü anlatımından alır. Hem bir dış<br />
sesin yönlendrmesi, hem de geçişler<br />
ve kadrajlar Scorsese havası taşır.<br />
En iyi suç filmlerinden biri de sayılan<br />
filmin, gerçekçi hikayesi ise ne vurucu<br />
yerlerinden.<br />
Y Tu Mamam Tambien – 2001<br />
Bir büyüme öyküsü, ayı zamanda yol<br />
filmi ve epey politik göndermelerin<br />
bulunduğu bir taşlama. İki gencin,<br />
kendilerinden yaşça büyük bir kadın<br />
ile yolculuğa çıkmaları<br />
ve burada her şeyden<br />
biraz yaşamaları filmin<br />
öyküsünü oluşturuyor. O<br />
dönemin politikalarının<br />
da altmetinde yer aldığı<br />
film, cinselliği kullanışı ile<br />
birçok ülkeden kısıtlanmış<br />
ya da sansüre uğramıştır.<br />
Sonradan Oscar kazanacak<br />
olan yetenekli yönet-
yönetmen Alfonso Cuaron’un<br />
yönettiği film, hala bazı tartışmalara<br />
yol açmakta ama geniş bir kitle<br />
tarafından saygıyla zikredilmektedir.<br />
Post Tenebras Lux – 2012<br />
Kendine özgü sinema<br />
denildiğinde ve bölge<br />
düşünüldüğünde sanırım<br />
ilk akla gelen yönetmenlerden<br />
biri Carlos<br />
Reygadas’dır. Ülkemiz de<br />
dahil birçok festivalde boy<br />
gösteren ve her filmi ile<br />
buralarda övgü toplayan<br />
yönetmenin bu filmide<br />
en kişisel sinemalardan<br />
birinin ürünü. Biçimsel<br />
olarak oldukça eşsiz ve<br />
büyüleyici bir deneyim olan film,<br />
şiirsel ve düşsel anlatıyı sevenleri<br />
de oldukça memnun edecek cinsten.<br />
Doğa konusundaki söylemleri Malickvari<br />
bir tat bırakan filmin senaryosu<br />
da hazmı zor ama yine eşsiz bir<br />
deneyim.<br />
Relatos Salvajes – 2014<br />
Damian Szifron imzalı bu film, hem<br />
ülke hem dünyamızın son dönemine<br />
oldukça doğru tespitler ile ışık tutuyor.<br />
Herkesin tahammülsüzleştiği, sinir<br />
harbi ve korkular yaşadığı ve işine<br />
gelenin sistem içinde kendine bir<br />
yer kapmaya çalıştığı düzen 6 farklı<br />
hikaye ile önümüze seriliyor. Bazı<br />
hikayelerin daha gerçek olamayacağı<br />
hissi ise ne kadar kötü bir gidişat<br />
içerisinde olduğumuzu<br />
gözler önüne seriyor.<br />
Artık insnlar hoşgörü<br />
ve sabır göstermiyor,<br />
limitleri daha fazla tahmmüle<br />
yer bırakmıyor.<br />
Bu, bizim gibi ülkeler ve<br />
Latin Amerika ülkelerinde<br />
hayat şartlarından dolayı<br />
daha yoğun yaşanıyor.
Bir karakter var, Berlin’de doğmuş ve star olmuş.<br />
Nasıl olmuş bilmiyoruz. Nasıl olduğu belki daha<br />
sonra açıklanır. Biz aslında Das Borak filmi<br />
yapmadık, bir yıldızlar geçidi yaptık, kenara<br />
Borak’ı da iliştirdik, insanlar görsün ısınsın diye.<br />
Tanıtma aşamasındayız şu an.<br />
Yurt dışında dans, müzik, bale gibi sanatlar<br />
sinema ile içiçedir. Türk sinemasında bu<br />
eksikliği nasıl yorumluyorsunuz?<br />
Dicle Seçkin: Kesinlikle Türk Sinemasında dans<br />
,müzik ve bale gibi sanat unsurlaının eksikliği<br />
söz konusu. Gönül ister ki sinemalarımızda bolca<br />
yer verebilelim. Ama bence bunu başabilmek için<br />
önümüzde uzunca bir yol var (ne yazık ki..:)<br />
Yavuz bey size filmden ilk bahsettiğinde ve<br />
sizin de filmde oynamanızı istediğinde ilk tepkiniz<br />
ne oldu?<br />
Dicle Seçkin : Bana filmden bahsettiğinde elbette<br />
çok heyecanlandım , uzun zamandır kurduğumuz<br />
bir hayalimizdi bu film. Benden filmde rol almamı<br />
istediğinde ise gururla seve seve kabul ettim:)<br />
Filmde birçok ünlü isim var. Yönetmenle nasıl<br />
bir yol tutturdunuz bu konuda?<br />
Yavuz Seçkin: Biz oyuncularımızla önce hikayeyi<br />
fragman olarak çıkarttık. Yönetmenimiz fragmanı<br />
yazdı. Senaristlerimiz ve ben oyuncuları belirledik,<br />
kafamdaki oyuncuları döktüm.<br />
Neye göre döktünüz peki?<br />
Yavuz Seçkin: Sevgiye göre döktüm aslında.<br />
20 yılı geride bıraktığım, aramızda sevgi oluşan,<br />
beni kırmayacağına inandığım sanatçılara<br />
göre döktüm. Nazımın geçeceğine inandığım<br />
sanatçılara gittik ve yüzde doksanı da projede<br />
yer aldı. Önce senaryo olarak gönderdim, çünkü<br />
duayen oyuncular, kötü bir işte olmak istemezler.<br />
İşin mizahına inandırdım, senaryoya sıcak<br />
yaklaştılar, karakterlerini sevdiler. İş böyle olunca<br />
ben de daha çok inandım projeye. Sonrasında<br />
oturduk oyunculara göre yazdık. Karakterlere ruh<br />
geldi, çok şükür hiçbiri de sırıtmadı. Hepsi sanki<br />
o roller için düşünülmüş oyuncularmış gibi. Başka<br />
alternatif olamazmış gibi.<br />
Az önce konuşurken dediniz ki, Yeşilçam<br />
komedisi, ancak bizim günümüzde komediler<br />
absürt komedi olarak nitelendirilebilecek bir<br />
seviyede, bunun sebebi de bence günümüz<br />
komedilerinde dramın eksik olması, trajikomik<br />
değil de absürt olması. Sizin filminiz hangi<br />
türe yakın?
Yavuz Seçkin: Filmimiz komedi ve dram<br />
unsurlarını bir araya topluyor. Hayatı boyunca<br />
bir baltaya sap olamamış bir adamın popstar<br />
olması ve kendine ait olmayan bir kadına aşık<br />
olması bir dram. Hayatı boyunca öyle bir kadını<br />
sadece televizyonda görmüş, yanına iki yüz<br />
metreden çok yaklaşamamış ancak bir şeyler<br />
oluyor sonrasında aralarında. Aşk da var yani.<br />
Hep söylüyorum, skeç filmi yapmıyorum ben. Bu<br />
bir skeç filmi değildir. Komedyenlerde böyle bir<br />
durum var, skeç olduğunu düşünüyorlar. 20 tane<br />
skeci birleştirip bir film yapmadık. Usta oyuncularla,<br />
konuk oyuncularımızı harmanlayıp, güzel bir<br />
omurgaya oturtup, sağlı sollu matematik hesabı<br />
yaptık. Dramı nerede olsun, komedisi nerede girsin<br />
diye tarttık ve bir Yeşilçam komedisi olmasını<br />
hedefledik. Skeç filmi olmasın istedim.<br />
Komedi türünü seviyor musunuz? Türkiye’de<br />
özellikle sinemadaki komedi size yeterli geliyor<br />
mu?<br />
Dicle Seçkin: Komedi çok severim, eşimin de<br />
komedyen olması bunu ıspatlıyordur. Türkiye’de<br />
çok değerli komedyenler var fakat keşke daha<br />
fazla kaliteli komedi yapan sanatçılarımız olsa..<br />
Komedi özünde eleştirel bir tür Tarih<br />
boyunca insanlar otoriteleri komik bir dille<br />
eleştirebileceklerini keşfetmiş ve komedi<br />
böyle gelişmiştir. Günümüzdeki komedinin<br />
etliye sütlüye dokunmayan tarzını nasıl buluyorsunuz?<br />
Yavuz Seçkin: Herkesin bir komedi tarzı vardır.<br />
Eleştirel komedi yapan insanlarla büyüdük biz.<br />
Bakıldığında bana yakın şov yapanlar, siyasetle<br />
birlikte şov yapıyorlar. Ben de siyasileri kullanarak<br />
başladım şovlarıma. Siyaset dönem dönem<br />
değişiyor. Ben son 15 yılımda genel izleyiciye<br />
hitap etmeyi görev edindim kendime. Siyasi bir<br />
gönderme yaparsan, belli bir kesime hitap edecektir.<br />
Belli bir kesimin adamı olacaksındır. Ancak<br />
takip ettiyseniz benim için hiç öyle bir söylem<br />
çıkmadı. Çıksaydı zaten bu benim beşinci filmim<br />
olurdu. 20. yılımda bir tane film yaptım. Ben herhangi<br />
bir oluşuma, herhangi bir duruma, bir cemiyete<br />
hayatım boyunca hiç bulaşmadım. Kimse<br />
de o cesareti bulamaz kendisinde, gel adamımız<br />
ol diyemez çünkü ben çok ağır konuşurum. Ben<br />
27 yaşıma kadar esnaftım ve esnaf çocuğuyum,<br />
Atatürkçüyüm. Birisinin adamı hiç olmadım.<br />
Olsaydım daha değişik şeyler olabilirdi belki de.
Dicle Seçkin: Komedi dahil sanatın<br />
tüm dallarının (bale,müzik,tiyatro<br />
vb.) sınırlanmak zorunda kalması<br />
gerçekten çok üzücü. Sanat<br />
özgürlüktür ve fikirlerini,sevgini,<br />
acını,üzüntünü,isyanını özgürce dile<br />
getirmektir!<br />
Bunları konuşuyoruz, Türkiye’nin<br />
hali ortada, ekonomik sıkıntılar<br />
vardir vesaire, bu kadar sıkışmış<br />
bir toplum içinde komedyen olmak<br />
nasıl bir şey?<br />
Yavuz Seçkin: Acı veriyor. Çünkü<br />
şehitler oldu, terör var ve bir şey<br />
yapamıyorsunuz. Biz komedyenler<br />
olarak, bir şey yazsak, hemen tepki<br />
geliyor. İşimiz komedi, şakalarla buraya<br />
kadar gelmişiz, işimiz çok yanlış<br />
anlaşılmaya müsait. Türkiye’de mizah<br />
en zor şey. Yapılamıyor yani. Şimdi o<br />
yavaş yavaş tüm partilerin tek yürek<br />
olmasıyla tekrardan biz mizahçılar<br />
o eski günlere, siyasilerin tiplemesi<br />
yapıldığında gülüp geçinildiği dönemlere<br />
döneceğimizi düşünüyorum.<br />
Dönmemiz lazım.<br />
İkinci, üçüncü filmler aklınızda var.<br />
Borak üzerinden mi gidecek yoksa<br />
farklı karakterler de olacak mı?<br />
Yavuz Seçkin: Valla ben bu zamana<br />
kadar 100 tane karakter<br />
canlandırmışım, 47 yaşındayım<br />
ve daha ilk karakterimle sinema<br />
salonlarına giriyorum. Çok farklı tipler<br />
yapabilirim, yeter ki biraz güç alayım.<br />
Bu filmin üzerine bir tane daha<br />
yapmak isteyeyim. Çok büyük bir<br />
maddi beklentim olmamakla birlikte,<br />
yıkılmadan vizyondan çıkabilirsek,<br />
ardından bir tane daha yapmak isterim.<br />
Filmi borç alarak yaptım ama<br />
çok da mutlu bir film çıkarttım. İleride<br />
3 çocuğuma da babanız bunu yaptı<br />
diyebilmek istiyorum. Filmin 10 sene<br />
sonra da izleneceğine inanıyorum.<br />
Güzel bir duygu. Bu film bir aylık film<br />
değil. Beş yıl sonra da 10 yıl sonra da<br />
izlenir.<br />
Gelecek projelerde yer almak is-
termisiniz? Sinema hakkında ne<br />
düşünüyorsunuz, kariyerinizde<br />
önemli bir yer tutar mı bundan<br />
sonrası için?<br />
Dicle Seçkin: Das Borak var<br />
oldukça bir Koreografa ihtiyacı<br />
olacaktır:) Fakat dediğim gibi ben<br />
oyuncu değilim ve bu rol hayatımda<br />
tatlı birer anı olarak kalacaktır.<br />
Son soru olarak, komedyenlerin<br />
belli bir süre sonra hep dram<br />
çevirdiğini görüyorum. Sizde<br />
böyle bir ihtiyaç var mı? Kendinizi<br />
ifade etmek konusunda farklı<br />
bir yöne dönebilir misiniz?<br />
Yavuz Seçkin: Zamanla alakalı. Şu<br />
anlık öyle bir ihtiyaç görmüyorum.<br />
Zaten Türkiye’de komedi yapan<br />
adamlar çok fazla değil ama dram<br />
çok fazla. Yığılma oldu resmen.<br />
Duygu sömürüsüyle izleyiciye gel<br />
gel yapanlar var. Bizim de tuz biber<br />
olmamıza gerek yok. Onun için<br />
ben komedide ilerlemek ve kendi<br />
branşımın getirdiği yere kadar gitmek<br />
istiyorum.<br />
Peki benim size sormadığım ama<br />
sizin izleyiciye filmle alakalı söylemek<br />
istediğiniz birşey var mı?<br />
Yavuz Seçkin: Valla filmimiz mutluluk<br />
katan, neşe katan bir film.<br />
Kafasında negatif düşünce olan,<br />
mutsuz insanlar gelsin bu filme,<br />
iddia ediyorum ki filmden mutlu<br />
çıkacaklar. Mutsuzluğu ve negatif<br />
düşünceleri arıtan bir film yaptık.<br />
Mutlaka keyif alacaklardır. Daha<br />
da mutlu çıkarttırabilirdim, 25 stara<br />
birer argo eklesem, bu film belki<br />
çok daha fazla gişe yapar. Çünkü<br />
bu tür argolar tanıtımlarda çok işe<br />
yarıyor ve bazı kesimler bu argoları<br />
dinlemeye geliyor. Ben bu riski de<br />
göze aldım ve o argoları katmadım.<br />
Bakalım ne olacak. Türk insanı,<br />
argosu olmayan bir komedi filmini<br />
mi tercih edecek yoksa bel altı<br />
vuruşlar yapan komedi filmlerinden<br />
mi devam edecek, bunu göreceğiz.
Café Society, Woody<br />
Allen’ın zeka pırıltısını<br />
üstünde taşıyan bir film.<br />
Bu filmden yola çıkarak<br />
Allen’ın özel hayatındaki<br />
bütün absürtlüğe rağmen<br />
niçin ayrıcalıklı bir yönetmen<br />
olduğunu kanıtlayan<br />
10 film seçtik...
BİR KARAMİZAH<br />
KARAKTERİ<br />
WOODY ALLEN<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Hiç unutmuyorum,<br />
1988 yılında askere gittim<br />
ve karargaha teslim<br />
olurken kapıdaki<br />
çavuş çantalarımızı<br />
kontrol etti. Benim<br />
de yanımda Woody<br />
Allen’ın kısa hikayelerinin olduğu bir<br />
kitap vardı. Çavuş, Woody Allen’ı görünce<br />
bana dönüp “Senin askerliğin zor geçer”<br />
demişti. İşte Woody Allen algısı budur ve<br />
ben bu yüzden Allen’ı çok severim. Kendisiyle<br />
ve yerleşik kurallarla savaş içinde<br />
olan, aslında bu şekilde topluma da her<br />
anlamda ışık tutan bir yönetmendir. Bunun<br />
bir faturası vardır ve Allen bunu her daim<br />
öder. Yaptıkları doğru mudur, o ayrı konu<br />
ama kadın erkek ilişkisine, evlilik kurumuna,<br />
entelektüel sınıfın iki yüzlülüğüne<br />
dair en cesur filmler hep ondan gelmiştir.<br />
Allen 1935’te Brooklyn’de doğmuş üç nesil<br />
New Yorklu ailenin ilk çocuğudur. Ailesinin<br />
ona verdiği isim Allen Stewart Konigsberg<br />
olmasına rağmen o 17 yaşından<br />
bu yana, hayran olduğu caz klarnetçisi<br />
Woody Herman’dan devraldığı “Woody”<br />
ismini kullanır. Woody Allen’ın filmlerini<br />
anlayabilmek için onun çocukluğuyla<br />
ilgili bir iki şey söylemek gerekir. Allen’ın<br />
anne babası geleneksel Yahudilerdir.
Almanya kökenli bu aile kendi arasında<br />
çok da sıcak ilişkiler kurabilmiş bir aile<br />
değildir. Özellikle Allen’ın anne babasının<br />
soğuk ilişkisi yönetmenin aile kurumuna<br />
şüpheyle yaklaşmasına sebep olmuştur.<br />
Üstelik çoğu vaktini sadece Almanca ve<br />
Yidce (Avrupalı Yahudiler’e ait bir dil) bilen<br />
dedesiyle geçirdiğini düşünürsek ve bu<br />
sebeple kendisinin de küçük yaşlarda<br />
sadece Yidce konuştuğunu bilirsek filmlerindeki<br />
keskin yalnızlık hissinin nereden<br />
geldiğini anlarız. Filmlerinin bir vazgeçilmezi<br />
de Yahudi dünyasına bakışı ve<br />
getirdiği ağır eleştirilerdir. Bu da aslında<br />
demin bahsettiğimiz geleneksel Yahudi<br />
ailenin içine sıkışmanın bir dışa vurumu<br />
olarak kabul edilebilir. Daha sonra okul<br />
dönemi başlayan Allen’ın sosyal anlamda<br />
arkadaşlarıyla problemi olmamış ama okuldaki<br />
başarısı hep eksik kalmıştır. İskambil<br />
kağıtlarıyla yaptığı sihirbazlık numaralarıyla<br />
diğer çocukların ilgisini çeken Allen’ın<br />
okuldaki başarısızlığı onun aslında neye<br />
aç olduğunu bize gösterir. Çok zeki olan<br />
Allen okulu veya onun derecelendirmesini<br />
redetmektedir. O kendini bunun üstünde<br />
görür ama etrafında insanlar olması daha<br />
önemlidir. Onun için kartlara, belki tembellik<br />
ve azgınlığa muhtaçtır. Bu yolla arkadaşları<br />
tarafından kabul görülmeyi ve sevilmeyi<br />
başarır. Sonunda New York Üniversitesi’nde<br />
sinemaya olan ilgisini hayata geçirir. Tiyatro<br />
yazarı, senarist, oyuncu, yönetmen, müzisyen,<br />
televizyon ve stand-up yıldızı olan<br />
Allen’ın 50 yıllık meslek hayatına sığdırdığı<br />
48 filmin içinden bir seçki yapmak gerçekten<br />
zor. Bence en doğrusu kendi en<br />
beğendiğim 10 filmi size önermek. Buradaki<br />
tek kriter benim beğenimdir. Yoksa yönetmenin<br />
listedeki filmlerin dışında birçok iyi<br />
filmi vardır. Listede olmayıp hemen burada<br />
ismini söylememiz gereken Radio Days,<br />
Manhattan Murder Mystery, Gölgeler ve Sis,<br />
Yaramaz Harry. Ayrıca bu listeyi yaparken<br />
Allen’ın kendisinin oyuncu olarak içinde<br />
bulunmadığı hiç bir filmi seçmedim. Çünkü<br />
bence Allen yazıp, yönettiği ve oynadığı<br />
filmlerle bir bütün. İşte 10 filmlik seçki...
Love and Death, 1975<br />
Napolyon, Çarlık Rusya’sını işgal etmek<br />
isterken, Boris Grushenko adlı korkak<br />
bir Rus ülkesini korumaya ve ülkesi için<br />
savaşmaya zorlanır. Fransız ordusu, sayıca<br />
çok daha fazla ve daha güçlü olduğu için<br />
Rusya savaşı kaybeder. Napolyon artık<br />
Moskova’ya ulaşmıştır. Boris, savaşmanın<br />
bile saçma olduğunu düşünürken, yeni<br />
evlendiği genç karısı tek çarelerinin<br />
Napolyon’u öldürmek olduğunu söyler.<br />
Rusya’nın tarihini komik bir dille anlatan<br />
Woody Allen; aşk ve ölüm üzerine de derin<br />
bir felsefe yapıyor.<br />
Zelig, 1983<br />
1920’lerde, sansasyonel bir karakter olan<br />
Leonard Zelig, kimle tanışırsa onun karakteristik<br />
özelliklerini taklit eden bukalemunvari<br />
bir adamdır. Huzuru ise sadece<br />
psikoloğunun kollarında bulmaktadır.<br />
Amerika’nın şöhret ve ün düşkünlüğüyle<br />
dalga geçen filmde, tıpkı Yurttaş Kane’de<br />
olduğu gibi sahte haber görüntüleri montajlanarak<br />
Zelig’in dönemin ünlüleriyle bir<br />
arada olduğu sahneler yaratılmış.<br />
Bananas, 1971<br />
Yeni tüketici ürünlerinin denekliğini yapan<br />
Fielding Mellish, yüzeysel ve apolitik bir<br />
insandır. Politikayla son derece yakından<br />
ilgilenen eylemci Nancy ile tanışır ve<br />
kısa süreli bir aşk yaşarlar. Bu esnada<br />
Latin Amerika’daki dikta rejimi eylemcileri<br />
ayağa kaldırır. Nancy de bunlardan birisidir<br />
ve beraber olduğu erkeğin de lider<br />
ruhlu ve politikayla ilgili olmasını ister. Bu<br />
yüzden ilişkilerini bitiren Nancy, Mellish’in<br />
dünyasını alt üst eder. Mellish bunun<br />
üzerine San Marcos’a gider. Yanlışlıklar ve<br />
bir seri komik olay sonucu kendisini San<br />
Marcos’daki eylemcilerin yeni lideri ve San<br />
Marcos’un başkanı olarak bulur.<br />
Annie Hall, 1977<br />
New York’un tanınan komedyenlerinden<br />
Alvy Singer’ın anlatıcılığı eşliğinde<br />
işlenen film, komedyenin Annie Hall isimli<br />
ünlü şarkıcıyla olan ilişkisinin neden<br />
sonlandığını sorgulamasıyla başlar. Alvy,
uzunca bir süre aşk hayatında başarısız<br />
olmuş, aradığı kadını sahte entelektüel<br />
ortamlarda bulmanın imkansızlığına kanaat<br />
getirmiştir. Ancak Annie ile tanışması<br />
adamın talihini bir anda döndürecek, garip<br />
bir ilişkinin başlamasına neden olacaktır.<br />
Manhattan, 1979<br />
Varlıklı ve ünlü Isaac Davis entelektüel<br />
bir senaristtir. Yıllarca yaptığı bu işten<br />
fazlasıyla sıkılan Isaac, en büyük hayalini<br />
gerçekleştirmek için ciddi bir çalışmaya<br />
başlar. Başarılı senarist ilk bölümünde<br />
çok sevdiği Manhattan’ı anlattığı kitabını<br />
ne pahasına olursa olsun bitirecektir.<br />
Ancak ortada bir sorun vardır: Isaac bu<br />
büyülü şehre öylesine bağlıdır ki bir türlü<br />
ikinci bölüme geçemez. Bu süreçte yakın<br />
çevresindeki sorunlar da cabasıdır. Eski<br />
karısı artık bir lezbiyendir ve yeni yazdığı<br />
kitabında Isaac’la olan ilişkisini tüm<br />
çıplaklığıyla anlatmıştır. Diğer yandan en<br />
yakın arkadaşı Yale ve eski karısı arasında<br />
yaşananlar da Isaac’i sıkıntıya sürüklemektedir.<br />
Isaac tüm bu olup bitenin arasında bir<br />
şekilde yaşamaya çalışır...<br />
Stardust Memories, 1980<br />
Ünlü yönetmen Sandy Bates, artık halkın<br />
kendisinden istediği tarzda yüzeysel komedi<br />
filmleri çekmek istememektedir. Daha ciddi,<br />
felsefe içeren son filminin kötü eleştiriler<br />
alması üzerine mutsuz olan Bates, eski<br />
ilişkilerini de gözden geçirmeye başlar.<br />
Woody Allen’ın kendi hayatından fazlasıyla<br />
izler taşıyan film, yönetmenin en sevdiği<br />
filmleri arasındadır.<br />
A Midsummer Night’s Sex Comedy, 1982<br />
Kaçık mucit Andrew Hobbs ve eşi Adrian,<br />
haftasonu için kır evlerine arkadaşları olan<br />
iki çift çağırır. Doktor Maxwell Jordan ve<br />
hemşire sevgilisi Darcy ve yaşlı filozof doktor<br />
Leopold Sturgis ile nişanlısı bu dörtlüdendir.<br />
Leopold’un nişanlısının eskiden<br />
çıktığı bir kız olduğunu fark eden Andrew,<br />
bu durumdan fazlasıyla gerilmiştir. Çünkü<br />
zamanında bu kıza karşı yoğun hisler<br />
beslemiştir. Altı kişinin aşkı arayışının hikayesi<br />
olan A Midsummer Night’s Sex Comedy,<br />
aynı zamanda Allen’ın favori yönetmeni
olan Ingmar Bergman’ın Smiles of a Summer<br />
Night’ına bir gönderme. Film tutku ile aşk,<br />
seks ile sevgi arasındaki ince farkları da gözler<br />
önüne seriyor.<br />
Hannah ve Kız Kardeşleri, 1986<br />
Merkezde Hannah olmak üzere kızkardeşleri<br />
Holly ve Lee’nin birbirleriyle ve erkeklerle olan<br />
ilişkileri üzerinden giden filmde Allen komediyle<br />
dramayı harmanlıyor. Ailenin en mükemmeli<br />
ve kızkardeşlerinin kıskandığı Hannah;<br />
iyi bir eş, iyi bir kardeş, iyi bir anne ve başarılı<br />
bir aktristtir. Lee kendisinden yaşça büyük<br />
bir adamla bir ilişki yaşamaktadır. Holly ise<br />
hiçbir işinde ve ilişkisinde dikiş tutturamayan<br />
en küçük kardeştir. Ancak Hannah’nın<br />
hayatı aslında o kadar da mükemmel değildir<br />
çünkü kocası uzun zamandır kızkardeşi Lee’ye<br />
aşıktır. Bir yandan da Hannah’nın eski kocası<br />
Mickey hayatın anlamını aramaktadır.<br />
Suçlar ve Kabahatler, 1989<br />
Film bir yandan karısını aldatan New Yorklu<br />
doktor Judah’ın dramatik, bir yandan da<br />
evliliği mutsuz giden belgeselci Clifford’ın<br />
trajikomik hikayesini anlatıyor. Judah metresinden<br />
şantaj mektupları alırken, ondan<br />
nasıl kurtulabileceğini düşünür. Cliff ise<br />
yeni tanıştığı Halley’e karşı yoğun duygular<br />
beslemeye başlar. Judah tek çarenin metresini<br />
öldürmek olduğuna karar verince işler<br />
birbirine karışır. Woody Allen’ın insan doğasını<br />
tüm çıplaklığıyla irdelediği bu filmi, suç ve<br />
vicdan kavramlarını da ele alıyor.<br />
Husbands and Wives, 1992<br />
Jack ve Sally, evliliklerinin iyice katlanılmaz<br />
hale geldiğini ve ayrılmalarının en doğru<br />
karar olduğunu düşünmektedirler. Bu kararı<br />
en yakın arkadaşları Gabe ve Judy’yle de<br />
paylaşırlar. Gabe ve Judy bu ayrılık kararına<br />
şiddetle karşı çıksalar da, kendi ilişkileri de<br />
gittikçe çekilmez hale gelmekte ve her geçen<br />
gün birbirlerinden iyice ayrı düşmektedirler.<br />
Evliliklerindeki çıkmazları aşmayı<br />
başaramayan bu çiftler, aşkı yeniden bulabilmek<br />
için yeni heyecanların peşine düşerler.<br />
Husbands and Wives, evlilik, ilişkiler ve aşk<br />
üzerine Woody Allenca sözleri olan bir film.
PARİS’TE GECE YARISI<br />
BİR AYŞE TEYZE<br />
BERİL ATEŞOĞLU<br />
n Sabah uyandım<br />
ve Woddy amca<br />
ile Ayşe teyzeyi<br />
aynı evde hayal<br />
ettim, yüzüme<br />
bir gülümseme<br />
yerleşti.<br />
B: Ta ta işte filmimiz, Paris’te Gece<br />
Yarısı!!<br />
A: Korku falansa izlemeyelim başka<br />
film bul.<br />
Korku filmi adı da olabilirmiş hakkaten,<br />
haklı kadın:) Paris’in hayran<br />
olunası görüntüleri eşliğinde başladı<br />
filmimiz. Zaten güzel olan şehir bir<br />
de film pürüzsüzlüğü ile birleşince<br />
tam bir rüya gibi görünüyor. Bu manzaraya<br />
rüya çiftimiz eşlik ediyor. Gil<br />
ve Inez, herkesin hayal edebileceği<br />
güzellikte bir çift ve bir o kadar<br />
güzel bir tatilin tam ortasındalar.<br />
Harika kıyafetler, entel sohbetler, şık<br />
restoranlar, kalbur üstü bir aile, lüks<br />
oteller ve bir Paris kaçamağı. Daha<br />
ne olsun dedirtiyor insana, işte tam<br />
o anda Ayşe teyze daha ne olması<br />
gerektiğini söylüyor,<br />
A: Bu ilişki bitmiş cık cık cık...<br />
Hayda nereden çıkarıyor Ayşe teyze
Sabah uyandım<br />
ve Woddy amca<br />
ile Ayşe teyzeyi<br />
aynı evde hayal<br />
ettim, yüzüme<br />
bir gülümseme<br />
yerleşti.<br />
bu Yorumları hiç anlayamıyorum<br />
ama yine de bir bildiği vardır diye<br />
dinliyorum.<br />
B: Nasıl anladın peki? Herşey<br />
gayet yolunda görünüyor.<br />
A: Nasıl nereden anladım. Sizin<br />
gözünüzü boyamaya yetiyor<br />
tabi şık giysiler Pahalı yemekler!<br />
Peki Anlayış nerede anlayış?<br />
Adam hayallerini, yapacaklarını<br />
anlatıyor kimsenin umrunda<br />
değil, bak Karısı bile anca gezsin<br />
tozsun. Beril kulağına küpe olsun,<br />
insan sevdiğini başkalarına<br />
beğendirmeye çalışmaz, işine<br />
gelenleri duyup işine gelmeyenleri<br />
duymamazlıktan gelmez. Saygı<br />
duyar, insan en çok sevdiğini kabul<br />
eder. Birini kabul edemiyorsan<br />
bilki sevmiyorsun. Sevemiyorsun.<br />
Karşınızdakinin haklı olması<br />
canınızı sıkar mı bazen? Evet<br />
benim de sıkar.<br />
Artık bu ilişkinin çatırdadığını kabul<br />
ederek izlemeye devam ettim.<br />
Her fırsatta Kocasını susturmaya<br />
çalışan Inez iyice sinirime dokunmaya<br />
başladı. Gil’in gece onların<br />
yanından ayrılıp Şehirde dolaşmak<br />
istemesi beni bile rahatlattı. Oh<br />
be dedim içimden biraz yalnız<br />
kal, tadını çıkar. Çıkardıda! Gil<br />
kendini en sevdiği dönemde<br />
buldu 1920’lerin Paris’i!! Bir Büyü<br />
gibi her gece zamanda yolculuk<br />
edebiliyor aynı şehirde farklı zamanda<br />
yaşayabiliyordu. Hayran<br />
olduğu herkes Arkadaşı olmaya<br />
başlamıştı. Scott ve Zelda Fitzgerald,<br />
Hemingway, yakışıklılığına diyecek<br />
yok. Allah’ım diyorum bazen<br />
bir insan bu kadar yetenekli, bu<br />
kadar çekici nasıl olabiliyor sonra<br />
alıyorum cevabımı<br />
A: Yetenek ile delilik hep yanyana<br />
gider zannedilir bak o zamanlar<br />
bile öyle, sanki akıllanırlarsa
yetenekleri ellerinden Alınacak gibi<br />
geliyor, ama tam tersidir, içindeki<br />
deliliği sadece sanatında ortaya<br />
çıkaranlar hep bir adım öndedir.<br />
B: Kolay şeylerde yaşamamışlar<br />
ama, bak Hemingway savaş görmüş<br />
neler çekmiş.<br />
A: travma herkesi delirtebilir,<br />
dediğim o değil. Sen deliliği bahane<br />
olarak kullanıp hayatı öyle yaşarsan,<br />
Sanatın sana kırılır hep bir Tarafın<br />
eksik, Yaptığın her iş yarım gibi gelir.<br />
Yok ben hayatı sıradan bir insan gibi<br />
yaşarım ve yaratıcılığımı basitlikleri<br />
keşfederek taçlandırırım dersen gerçek<br />
tatmin burnunun ucundadır.<br />
Neler oluyor şu an! Ben komik Şeyler<br />
yazayım derken bir sanat felsefesi<br />
Konferansına mı düştüm? Gözlerimi<br />
kapatsam kendimi bir otelin konferans<br />
salonunda bulacağım, benim<br />
zaman yolculuğum böyle olmamalı<br />
hayır buna dayanamam!!<br />
B: Ayşe teyze sen bunları nereden<br />
biliyorsun? Yani tabi bilebilirsinde<br />
çalıştın mı acaba, korkutuyorsun<br />
beni!<br />
A: Ben sanat eserlerini eleştiremem<br />
ki, hepsi de birbirinden değerlidir.<br />
Sanatçının eserini değerli kılan o<br />
eseri beğenenler, para verenler değil<br />
midir? Peki ya sanatçı, içine sinmeyen<br />
eksik olduğunu düşündüğü bir eserine<br />
övgüler Alınca içi parçalanmaz<br />
mı? Ben bile bir Börek yapıyorum<br />
pek iyi pişiremediysem insanlar çok<br />
güzel deyince utanıyorum, onları<br />
kandırmışım gibi hissediyorum. Bunlar<br />
da aslında bu Yüzden deli taklidi<br />
yapar. Mahcup olmamak için! Eserlerinden<br />
önce kendilerini yaratırlar.<br />
B: Lütfen devam et<br />
A: bak o yakışıklı(Hemingway) ne<br />
dedi Pablo’ya (Picasso) “yetenekli<br />
ama bir Miró olamaz!” Miró sıradan<br />
hayatıyla bilinir, normal bir ailesi<br />
vardır, travmaları, delilikleri, enteresan<br />
alışkanlıkları yoktur, kaygısız<br />
koşulsuz koyar sanatını ortaya. Mutludur<br />
mutlu! Sanatçı Dediğin mutlu<br />
olacak, yaratıcı dediğin güzel gülecek,<br />
ha tabi adamın bir derdi yoksa,<br />
Özenti olmayacak yani, hani siz ne<br />
diyorsunuz böyle bunalımlı gençlere<br />
B: Bohem??<br />
A: Hah<br />
O kadar şey anlat gel Bohem i bilme,<br />
bu işte bir acayiplik var, kesin zaman<br />
falan büküldü birşeyler oldu kesin.<br />
A: Sanatçı kaçmak için bohemmiş<br />
gibi yaşamamalı. Bir eli yağda bir<br />
eli balda gençlersiniz sizin neyinize<br />
üzülmek, şikayet etmeden yaşamayı<br />
ve yaratmayı öğrenemezseniz hep bir<br />
tarafınız eksik kalacak!<br />
Dondum kaldım! Gık diyemedim. Gil<br />
de diyemedi. Paris kaçamaklarına devam<br />
ederken kendi romanını sevmeye<br />
başladı, aşık olmaya korkmama-
ya başladı ve tabi ki beklenen son,<br />
karısının onu aldattığını öğrendi<br />
ve zaten bitmiş olan ilişkiyi bir an<br />
bile tereddüt etmeden bıraktı.peki<br />
Ayşe teyzeye ne olmuştu? Korkumdan<br />
birşey soramaz oldum, sanki<br />
o konuşmaya başlayınca biz de bir<br />
zaman makinasına giriyorduk. Filmi<br />
izlemeye devam ettik. Gil aradığı<br />
Herşeyin kendi içinde olduğunu<br />
farketti, başka zamanlara olan arzunun<br />
hiç bitmediğini, bunları da kendini<br />
kabul edememekten geçtiğini<br />
anlayarak yeni hayatına yeni bir<br />
şehirde devam etme kararı Aldı. O<br />
artık mutlu bir sanatçıydı! Hayat<br />
bütün güzelliklerini ona sunmaya<br />
hazırdı. Aşk, yağmur, Paris...<br />
B: sevdin mi filmi?<br />
A: sevdim sevdim, iyi oldu Bıraktı<br />
o şımarık kızı hiç sevememiştim<br />
zaten.<br />
Allah’ım Ayşe teyze geri geldi!!!<br />
B: evet ya ben de ama diğer kızda<br />
çok güzeldi şu Pablo’nun eski<br />
sevgilisi olan Adrianna ben onu<br />
beğendim.<br />
A: aman boşver onu, güzel kız<br />
ama o bir sanatçı değil, bir sanat<br />
eseri. Nasıl mutsuz sanatçılar<br />
deliliğe sığınırsa, mutsuz<br />
kadınlarda güzelliklerine sığınır ve<br />
yaratıcılıklarından uzaklaşırlar.<br />
Hayır Ayşe teyze geri gelmemiş!!<br />
Woddy amcayı mı arasam, belki bu<br />
filmin belli yaştaki kadınlarda böyle<br />
bir etkisi vardır belki o geri getirir<br />
Ayşe teyzeyi, ya da belki Ayşe teyze<br />
Woddy Amcanın ruh eşidir???<br />
Umarım ruh eşidir ve delirmemiştir.<br />
Ay ne de güzel olur! Sizi seviyorum<br />
Ayşe teyzem Woddy amcam oturunda<br />
bir rakı için karşılıklı:)) Filozofum,<br />
ev kadınım, Çay tiryakim,<br />
ruh eşim Ayşe teyzem her filmimde<br />
varsın...
BURÇİN ABDULLAH<br />
DUYGU
Bol Şans filminin başrol<br />
oyuncusu Burçin Abdullah,<br />
filmde canlandırdığı<br />
karakter gibi duygularıyla<br />
yaşadığını ve romantik<br />
biri olduğunu söylüyor...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Çocuk oyuncu olmak kolay değildir. Hele<br />
çocuk oyuncu olup ergenliği atlatmak, mesleğe<br />
ve hayata sağlam adımlarla devam etmek daha<br />
da zordur. Bu savaşın içinden çıkan bir isimle<br />
beraberiz bu hafta, Bol Şans filminin güzel<br />
oyuncusu Burçin Abdullah hem filmini hem de<br />
çocukluğundan yetişkin bir insana giden yolu<br />
bize anlattı. Yaşadığımız günlerin acısını içinde<br />
hissettiğini, bütün şehitlerimize allahtan rahmet<br />
dilediğini söyledi...<br />
Filmin senaryosunu okuduğunuzda sizi en<br />
çok etkileyen ne oldu?<br />
Filmin senaryosu yönetmenimiz Gökhan Yılmaz<br />
tarafından yazıldı. O da çocukluğunun geçtiği<br />
şehrin hikayesini yazmış. Yani ‘En iyi bildiğin<br />
şeyi yaz.” mottosuna uymuş; ve böylece iyi<br />
niyetle yazılmış, içinde özellikle samimiyetin yer<br />
aldığı güzel bir hikaye çıkmış.<br />
Rolünüzden bahsedebilir misiniz?<br />
Almanya’da yaşayan, anneannesinin köyü<br />
olan Pehlivanköy’e ziyarete gelen ve orada<br />
hayatının aşkıyla tanışan bir kız olan Buse’yi<br />
canlandırdım.<br />
Bazı roller vardır onlara hazırlanmak gerekir.<br />
Mesela tarihi bir kişiliği oynuyorsanız veya<br />
engelli birini canlandıracaksanız araştırma<br />
yaparsınız. Bir de oyuncunun kendi tecrübesinden<br />
yola çıkarak hazırlandığı roller vardır.<br />
Bu film hangisine yakın. Bir hazırlanma<br />
süreci geçirdiniz mi?<br />
Buse bizim next door girl olarak adlandırdığımız,<br />
yan komşumuzun kızı olarak da Türkçeye<br />
çevirebileceğimiz yani sokakta gördüğümüz, hikayesi<br />
olan, işe gidip gelmesi gereken, hayalleri<br />
olan, sevgiyi arayan ama aynı zamanda kendi<br />
koruma alanından da çıkmayan bildiğimiz bir<br />
kız. Ben kendi tecrübelerimden yola çıktım.<br />
Filmin müzik kullanımı önemli bir oyuncu<br />
için müziğin önemi var mı? Rolünüzü<br />
canlandırmadan önce veya sahneler öncesinde<br />
kullanılacak müziği biliyor musunuz?<br />
Dediğiniz kesinlikle doğru. Geçmişte öyle<br />
müzikler yapıldı ki filmin önüne geçenler bile<br />
oldu. Şarkılar üzerine çekilmiş filmler oldu ve<br />
bu sektöre adlarını altın harflerle kazıdılar.<br />
Evrendeki her şeyin bir ritmi olduğu gibi, bizim<br />
filmin de içinde bir ritmi vardı ve bunu çekimler<br />
boyunca yönetmenimiz ve tüm ekibimizle birlikte<br />
ortaya çıkarmaya çalıştık. Bunun üzerine de<br />
güzel bir müzik çalışması yapıldığını umuyorum.<br />
Selim Gülgören ile başrolü oynuyorsunuz.<br />
Aslında bir müzisyen olan Gülgören ile<br />
elektriğinizin tuttuğunu düşünüyor musunuz?<br />
Selim iyi niyetli ve sette pozitif biri. İşini sahipleniyor<br />
ve yaptığı işten keyif alıyor. Tanıdığım<br />
ve çalıştığım için mutluyum.<br />
Rolünüzde romantizmi ve aşkı yaşıyorsunuz.<br />
Gerçek Burçin bu duyguları ne kadar önemser?<br />
Hayatının neresinde durur bu duygular?<br />
Sadece romantizm değil, genel olarak duygular<br />
insan enerjisinin içtenliği ve güdüsünün en<br />
güçlü kaynağıdırlar. Yaptığım işin temelinden<br />
ziyade bu kalpten gelen, kaynağından yalın bir<br />
şekilde davranışlarıma aktardığım duyguların<br />
beni hayatta dürüst kıldığını düşünüyorum.<br />
Nereye gidersem gideyim benimle geldiği için<br />
de hayatımın her alanında olan bu duyguları<br />
yaşıyorum.<br />
Çok küçük yaşta oyunculuğa başladınız.<br />
LARIMLA YAŞIYORUM
Oyuncu olma maceranızı bizle paylaşır<br />
mısınız? Yeni başlayacaklar için en önemli<br />
uyarınız nedir?<br />
O yaşlardaki her çocuk gibi oyun oynamayı<br />
seviyordum. Rabbim bunu kamera karşında<br />
yapmamı ve hayatımın değişmesini sağladı.<br />
Yeni oyunculuğa başlayanlara ilk tavsiyem<br />
sabırlı olmaları ve hiçbir zaman kendilerini olmayan<br />
işler için üzmemeleri, olan güzel işler yüzünden<br />
de kibirlendirmemeleridir.<br />
Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu bu<br />
güzelliğine hem tecrübe hem de kabiliyetini<br />
katmalı. Bu anlamda nasıl bir yapılanma<br />
içindesiniz?<br />
Okuyorum. Bol bol kitap okuyor, üstatlarımla vakit<br />
geçiriyor, kendi eksiklerimi görmeye çalışıyor<br />
ve elimden geldiğince onları düzeltmekle<br />
uğraşıyorum.<br />
Türk sinemasında duygusal filmlerin kökeni<br />
Yeşilçam’a dayanır. Sizin Yeşilçam’a<br />
yaklaşımınız nedir? Oyunculuğundan<br />
etkilendiğiniz Yeşilçam ünlüsü var mıdır?<br />
Şu anda farkındaysanız filmlerin tanıtımlarının<br />
çoğu “Yeşilçam tadında” başlığıyla ortaya<br />
çıkıyor. Neden? Çünkü içtenlik, samimiyet,<br />
sadelik maalesef şimdiki filmlerde yok. Böyle<br />
bir gerçek var. O filmlerin bizim gönlümüzdeki<br />
yeri ayrı. Ve hiçbir Yeşilçam emekçisini birbirinden<br />
ayıramayacağım. Kemal Sunal’dan Adile<br />
Naşit’ine kadar hepsini saygıyla anıyorum.<br />
Deminki soruyla bağlantılı olarak kadın<br />
oyuncularımızın önünde Türkan Şoray<br />
kanunları gibi bir örnek de var. Bu kuralları<br />
doğru buluyor musunuz?<br />
Hayatımı kolaylaştırması için kendime<br />
koyduğum kısıtlamalar var; bunlar aynı zamanda<br />
toplumsal hayatımı rayına oturtuyor. Bunları<br />
kaldırabildiğim bir mecram da var. O da kamera<br />
önü.<br />
Benim size sormadığım ama sizin izleyiciler<br />
için söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />
Sorduğunuz, fikirlerimi öğrenmek istediğiniz<br />
konular gayet keyifliydi. Teşekkür ederim.<br />
Acı dolu günlerin içinden geçiyoruz. Bir<br />
oyuncu olarak insanlara mesajınız var mı?<br />
Öncelikle hayatını kaybeden herkes için derin<br />
üzüntü içindeyim. Ailelerine sonsuz sabır diliyorum.<br />
Umut ediyorum ki bu yaşanan olaylar<br />
en yakın zamanda son bulur ve aydınlık, sevgi<br />
dolu günlere kavuşuruz. Güzel ülkemin yeniden<br />
sosyal-kültürel, sportif ve sanayi başarılarıyla<br />
dünyada adından söz ettirmeye devam etmesini<br />
diliyorum.
NEŞE KAYNAKLARIMIZ<br />
BİRER BİRER KURUYOR<br />
2016 yılı daha bitmeden,<br />
Hollywood’un üzerine<br />
kara bir bulut gibi çöken<br />
yıldız kayıplarına biri daha<br />
eklendi, Gene Wilder.<br />
BURAK YARKENT<br />
n İlerki zamanlarda<br />
hatırlanacak ve<br />
konuşulacak o kadar<br />
çok hatıra bıraktı ki Gene<br />
Wilder, ama herhalde en<br />
akılda kalanı, yakın zamanda<br />
duyduğumuz ve hiç çıkmamacasına<br />
aklımıza düşen, James Corden’ın “The Late<br />
Late Show” davetini nazik bir şekilde nasıl<br />
reddettiğiydi.<br />
Çikolata fabrikası sahibi, mor renkli kadife<br />
ceketli Willy Wonka karakteri ile zihnimize<br />
kazınan Wilder, bazen alkolik bir kovboy,<br />
bazen de çılgın Doktor Frankenstein olarak<br />
çıktı karşımıza.<br />
İşte Wilder ve unutulmazları…<br />
The Producers (1968)<br />
Yönetmenliğini Arthur Penn’in yaptığı 1967<br />
yılı yapımı “Bonnie ve Clyde”ın ardından,<br />
Wilder’ın ikinci beyaz perde deneyimi,<br />
yönetmenliğini Mel Brooks’un yaptığı, The<br />
Producers. Çoğumuzun “The Hitler you
loved, the Hitler you<br />
knew, the Hitler with<br />
a song in his heart”<br />
yani “Sevdiğin Hitler,<br />
bildiğin Hitler, kalbinin<br />
içinde şarkı olan Hitler”<br />
repliğiyle hatırladığı<br />
meşhur müzikal.<br />
Başlarda normal gibi<br />
görünen fakat zamanla<br />
dağıtan Leo ismindeki<br />
müthiş eğlenceli muhasebeci olarak<br />
karşımıza çıkmıştı Wilder. Filmin bir diğer<br />
karateri Zero Mostel’in canlandırdığı yapımcı<br />
Max’in tam zıttı biriydi.<br />
Willy Wonka & The Chocolate<br />
Factory (1971)<br />
Johnny Depp’i silin zihninizden.<br />
En az 3 jenerasyon<br />
film izleyicisinin gerçek<br />
Willy Wonka’sıdır Wilder.<br />
Roald Dahl’ın romanına<br />
hayat veren kişidir. Mizah<br />
ve korku uyumunu en iyi<br />
yakalayan yapıtların belki<br />
de en iyi örneğidir, en<br />
önemlisidir.<br />
Golden Globe ödülüne aday gösterilen,<br />
bugün bile önünde eğilebilinecek ustaca<br />
oyunculuğu görebileceğiniz ender<br />
yapıtlardandır.
Blazing Saddles (1974)<br />
Yönetmenliğini Mel<br />
Brooks’un yaptığı film, sinema<br />
tarihinin en meşhur “osuruk”,<br />
yanlış okumadınız “gaz<br />
çıkarma” sahnesini içeren,<br />
aynı zamanda bu tür bir<br />
sesin beyaz perdede ilk kez<br />
başarıyla kullanıldığı filmdir<br />
Blazing Saddles.<br />
Bu klasik kovboy filminde<br />
Wilder, gerçek ismi Jim olup “Waco<br />
Kid” olarak cağrılan, alkolik bir silahşör<br />
olarak çıkmıştı karşımıza. Cleavon Little’ın<br />
canlandırdığı sonradan şerif olan, siyahi<br />
demiryolu işçisi Black Bart karakteri ile olan<br />
ve insanı kırıp geçiren, kahahaya boğan sahneleriyle<br />
Wilder’ın unutulmazları arasında<br />
sayılabilecek, izlenmesi gereken, önemli<br />
yapıtlardan biridir.<br />
Young Frankenstein (1974)<br />
Wilder’ın kendi fikrini Blazing<br />
Saddles filminin setinde<br />
yönetmen Mel Brooks ile<br />
payaşması sonucu meydana<br />
çıkan yapıt, ve sonunda izleyici<br />
ile buluşan Dr. Frankenstein rolündeki<br />
Wilder, Yaratık rolündeki Peter Boyle ve<br />
Marty Feldman üçlüsünün izlenmeye değer<br />
müthiş uyumu. Kaçırılmaması gereken, Hollywood<br />
sinemasının klasikleri arasında kendine<br />
yer bulan harika ve eğlenceli bir film.<br />
Stir Crazy (1980)<br />
Bruce Jay Friedman’ın<br />
yazdığı ve Hollywood<br />
sinemasının duayenlerinden<br />
Sidney Poitier’in<br />
yönettiği Stir Crazy, Wilder<br />
ve Pryor’un birlikte rol<br />
aldıkları 5 yapıttan bence<br />
en önemlisi. Wilder’ın,<br />
filmin bir bölümünde<br />
zenci rolü yaptığı sahne,<br />
günümüzde bunu yapabilecek<br />
aktör sayısı<br />
herhalde bir elinde parmaklarının sayısını<br />
geçmez.<br />
Hoşçakal Çikolata fabrikası sahibi, mor renkli<br />
kadife ceketli Willy Wonka..<br />
Güler yüzünü, nezaketini, usta yorumunu<br />
özleyeceğiz..
ALICIA<br />
VIKANDER
HAYALLERDEKI İSVEÇLİ DEĞİL<br />
AMA HAYALLERDEKİ KADIN<br />
Bu ay Hayat Işığım filmiyle sinemalara konuk olacak olan<br />
Alicia Vikander bildiğimiz sarışın İsviçreli güzellere benzemiyor.<br />
Neredeyse güzel bir İspanyol hatunu gibi görünen<br />
Alicia’nın son yıllarda yıldızı parlıyor...<br />
n Avrupa sinemasının<br />
güzel oyuncuları<br />
Hollywood’a transfer<br />
olmaya devam ediyor.<br />
Son dönemde bu<br />
sıçramayı yaşayan<br />
isimlerin başında Alicia<br />
Vikander geliyor.<br />
İsveçli olan Alicia<br />
fiziğiyle kendi ülkesinin<br />
tipinden çok farklı. Sarışın kule<br />
gibi güzellere alıştığımız İsveç bu sefer<br />
neredeyse bir İspanyol güzeli tanımını<br />
dolduracak bir oyuncuyu bize hediye<br />
etti. Alicia 1988 Gothenburg’ta doğdu.<br />
Fiziği gibi özel hayatı da bir çok farklılık<br />
barındırıyor esmer güzelin. Daha iki<br />
aylıkken anne babası ayrılan Alicia annesiyle<br />
beraber büyümüş. Annesi daha<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
sonra hiç evlenmemiş ve kızının başında<br />
durmuş. İsveç’te tiyatrocu olan annenin etkisiyle<br />
Alicia da oyunculuğu seçmiş. Babası<br />
ise daha sonraki evliliklerinden 5 çocuğa<br />
daha sahip olmuş. 5 üvey kardeşiyle uyum<br />
içinde yaşadığını söyleyen Alicia’nın rol<br />
aldığı filmler de ayrıksı. Profesyonel kariyerine<br />
İsveç kısa filmlerinde ve dizilerinde<br />
gözükerek başladı. İlk tanındığı rolüyse<br />
drama dizisi Andra Avenyn (2008–10)’daki<br />
Josefin Björn-Tegebrandt kişiliğiydi. Vikander<br />
ilk uzun film rolünü Guldbagge En<br />
İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandığı Pure<br />
(2010)’da elde etti. 2012’de Joe Wright’ın<br />
film uyarlaması Anna Karenina’da Prenses<br />
Ekaterina “Kitty” Alexandrovna Shcherbatskaya<br />
rolünü canlandırdı ve Danimarka filmi<br />
olan A Royal Affair’deki Kraliçe Caroline<br />
Mathilde rolündeki çıkışıyla BAFTA Yükselen<br />
Yıldız Ödülü’ne aday oldu. 2013’te İsveç<br />
drama filmi Hotell’deki rolüyle yıldız oldu ve<br />
aynı yıl içinde Julian Assange biyografisi<br />
olan The Fifth Estate’de yer aldı. 2014 ve<br />
2015’te Vikander Testament of Youth filmindeki<br />
eylemci rolü olan Vera Brittain, Altın<br />
Küre ve BAFTA Ödülleri’nde En İyi Yardımcı<br />
Kadın Oyuncu kategorisine aday olduğu Ex<br />
Machina’daki Al rolü ve SAG ve Akademi<br />
Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />
ödüllerini kazandığı The Danish Girl filmindeki<br />
ressam Gerda Wegener rolüyle dünya<br />
çapında ün ve beğeni kazandı.
JACKIE CHAN<br />
BİZİMLE ŞEN<br />
Uçan, kaçan, kovalayan ve oyunculuk adına birçok<br />
tekniği kendisi oynayan oyuncu bu ay Tozol<br />
filmiyle karşımızda olacak…<br />
n ChChan<br />
Kong-Sang ya<br />
da Jackie Chan<br />
Sing Lung ya da<br />
bilinen adıyla<br />
Jackie Chan<br />
7 Nisan 1<strong>95</strong>4<br />
yılında Hong<br />
Kongda doğan<br />
oyuncunun on<br />
parmağında on marifet var diyebiliriz.<br />
Dövüş ustası olan aktör aynı<br />
zamanda yönetmen,yapımcı, senarist,<br />
dublör, dublör koordinatörü, ses<br />
dublajcısı, kameraman ve şarkıcıdır.<br />
Filmlerinde; akrobatik dövüş stili,<br />
eğlenceli bir unsur oluşturan<br />
zamanlaması ve çevresindeki eşyaları<br />
silah olarak kullanması ile tanınır.<br />
Jackie Chan, 1962’den beri yüzün<br />
üstünde filmde oynamıştır. Hollywood<br />
Bulvarı’nda kendi adına yapılmış<br />
yıldızı vardır. Filmlerinde çoğu zaman<br />
şarkıları da seslendirenoyuncunun<br />
1980’lerde başlayan bir pop müzik<br />
kariyeri de vardır.<br />
Çin’deki iç savaştan kaçıp mülteci<br />
olarak 1960 yılında Canberra,<br />
BANU BOZDEMİR<br />
Avustralya’ya sığınmalarından önce<br />
Jackie Chan’in annesi ve babası Lee-<br />
Lee ve Charles Chan Hong Kong’daki<br />
Fransız büyükelçiliğinde kahyalık ve<br />
hizmetçilik yapıyorlardı. Chan Hong<br />
Kong’daki gelişme yıllarını bu elçilikte<br />
geçirmiştir. Chan’ın doğduğundaki<br />
Çince adı olan Chan Kong-Sang<br />
“Hong Kong’da doğdu” anlamına<br />
gelmektedir. Filmlerin bir çoğu<br />
Çin, Hong Kong’da ve İngiltere’de<br />
çekilmiştir.<br />
Oyunculuk kariyerinde dublörlük ve<br />
figüranlık yaptığı filmlerde vardır.<br />
Bruce Lee’nin başrolde oynadığı Ejder<br />
Kalesi filmi bunlardan biridir. Tehlikeli<br />
sahnelerin çoğunda dublör, ip veya<br />
özel efekt kullanmamıştır, bu yüzden<br />
pek çok kez kolundan, bacağından,<br />
burnundan, omuzundan yaralanmıştır.<br />
Ünlü oyuncunun filmlerinden bazıları<br />
şöyle; Afrika Kaplanı, Altın Yumruk,<br />
Altın Yumruk İstanbul’da, Bitirim<br />
İkili, Şangaylı Kovboy… Bu ay kendisini<br />
başrolünü Johnny Knoxville ile<br />
paylaştığı Skiptrace / Tozol filminde<br />
izleyeceğiz.
BANA SEVMEYİ ANLAT<br />
26 Ağustos Cuma<br />
Fox Tv ekranlarında<br />
yayınlanmaya<br />
başlayan Bana<br />
Sevmeyi Anlat<br />
Ay Yapım’ın<br />
yapımcılığını<br />
üstlendiği bir dizi.<br />
ERKEN BİR İKİNCİ BAHAR<br />
HİKÂYESİ Mİ?<br />
NERGİZ KARADAŞ<br />
DİZİFUN<br />
Eylül ayının yaklaşmasıyla birlikte çok sayıda<br />
yeni dizi izleyiciye merhaba dedi. Bunlardan bir<br />
tanesi 26 Ağustos Cuma Fox Tv ekranlarında<br />
yayınlanmaya başlayan Bana Sevmeyi Anlat. Ay<br />
Yapım’ın yapımcılığını üstlendiği dizinin yönetmenliğini<br />
Mesude Erarslan, senaristliğini ise ilk filmi “Köksüz”<br />
ile beğeni toplayan Deniz Akçay üstleniyor. Dizinin<br />
başrollerinde Seda Bakan ve Mustafa Üstündağ’ın<br />
yanı sıra düğünü bu yıla damgasını vuran Kadir<br />
Doğulu yer alıyor. Başarılı oyuncu Dolunay Soysert<br />
ile Kadir Çermik, Mahperi Mertoğlu, Bihter Dinçel ve<br />
Serdar Özer dizide rol alan oyuncular arasında yer<br />
alıyor.<br />
Henüz ilk bölümü yayınlanan dizinin hikâyesi
Almanya’da yaşayan ve hayatındaki en önemli<br />
varlığı oğlu Rüzgâr olan Leyla ile İstanbul’da<br />
başarılı bir restoran işletmecisi olan fakat en<br />
yakınlarının ihanetiyle hayatı darmadağın olan<br />
Alper’in yollarının kesişmesi ile başlıyor. Dizinin<br />
ilk bölümünün final sahnesi olan bu kesişmeye<br />
kadar paralel kurguyla Leyla ve Alper’in<br />
hayatlarına tanık oluyor izleyici.<br />
Leyla özellikle oğluna daha iyi bir gelecek<br />
sunmak için babasının patronu Haşmet’in evlilik<br />
teklifini kabul ediyor. Alper’de karısı ve<br />
abisinin geçirdikleri kaza sonucunda abisinin<br />
ölümü, boşanmanın eşiğinde olduğu karısı<br />
Berna’nın da komaya girmesi sonucu kızı Çiçek<br />
ve yeğenleriyle baş başa kalıyor.<br />
Alper’in dağılan hayatı abisinin ölmeden<br />
önce hesaplarındaki birikimi<br />
aldığını öğrenmesi ve bunun üzerine<br />
iflas etmesiyle daha da zor ve soru<br />
işaretleriyle dolu bir hal alıyor. Borç<br />
içerisindeki Alper yakın arkadaşı<br />
Engin’in referansıyla Haşmet’in<br />
restoranlarında işletmecilik yapmaya<br />
başlıyor. Düğün günü Alper<br />
ateşlenen kızını hastaneye götürmek<br />
için düğünden ayrıldığı esnada,<br />
nikâh öncesinde Haşmet’in kendisini<br />
kandıran eski işletmecisi hakkında<br />
verdiği ölüm emrini tesadüfen<br />
öğrenen ve düğünden kaçan Leyla<br />
onun arabasına biniyor.<br />
Aşk, ihanet, yalanlar, tesadüfler…<br />
Dizinin ilk bölümündeki anlatısı ve<br />
yayınlanan 2. Bölüm fragmanı çerçevesinde<br />
Bana Sevmeyi Anlat’ın olası başarısı ya da<br />
başarısızlığı konusunda bir şey söylemenin<br />
henüz erken olduğunu düşünüyorum. Ancak<br />
şimdilik göze çarpan noktalara değinmekte fayda<br />
var. Öncelikle dizinin daha ilk bölümünden aşk,<br />
ihanet (Alper’in eşi Berna yakın arkadaşları Onur<br />
ile yasak aşk yaşar), yalanlar, sırlar, fedakâr<br />
anne-baba, tesadüf örüntüleri bir yandan dizide<br />
tansiyon yaratıyor diğer yandan da gelecek<br />
bölümlerin çatışmalarını hazırlıyor. Bu anlamda<br />
dizinin izleyicinin merak ve heyecanını canlı<br />
tutabileceği kanısındayım. Ancak benim pimpirikli<br />
halimden midir bilinmez bazı sahnelerde mantık<br />
duvarımı tırmalayan bu nedenle paylaşmak<br />
istediğim noktalar var. Şimdi öncelikle Leyla’nın<br />
Haşmet’in odasına gitme sahnesi. Tamam<br />
gelinimizin kaçak gelin haline dönüşmesi için<br />
Haşmet’in sakladığı yüzünü görmesi şart ancak<br />
birkaç dakika sonra kendisini almaya gelecek<br />
olan damadın odasına nikah hediyesini vermeye<br />
gitmesi, ardından o panik ve zamansızlığa<br />
rağmen odasında arkadaşıyla plan yapma<br />
sahnesinin biraz sünmesi, kızı için oldukça<br />
endişeli olan Alper’in arabanın koltuğuna oturur<br />
oturmaz basıp gitmek yerine Leyla’nın kapıdaki<br />
güvenliğe taksi sorması ve tanımadığı Alper’in<br />
arabasına binmeye karar vermesi arasında<br />
geçen sürede hala orada olması ilk elden<br />
gözüme takılanlar. Sanki bazı noktalarda minareye<br />
kılıf azıcık bol kalmış.<br />
Diziye ilişkin yapılan kimi<br />
yorumlarda oyuncu seçimi<br />
açısından özellikle<br />
Seda Bakan’ın rolle çokta<br />
örtüşmediği daha doğrusu<br />
kendisini daha önce sıklıkla<br />
izlediğimiz komedi rollerini<br />
anımsattığı yönünde yorumlar<br />
vardı. Açıkçası ben buna<br />
katılmıyorum. Evet, ilk bölüm<br />
için Leyla karakterine dair<br />
kimi sorunlar olmakla birlikte<br />
yine de oyuncuların aynı tip<br />
rolleri canlandırmalarının<br />
oyunculuklarına ve kendilerine<br />
yapacakları en büyük haksızlık<br />
ve dolayısıyla hata olacağı<br />
kanısındayım. Bu nedenle<br />
zamanla Seda Balkan’ın Leyla karakterini daha<br />
fazla içselleştireceği oyunculuğuna farklı bir<br />
soluk getireceği ümidini taşıyorum.<br />
Dizi bize sevmeyi anlat…<br />
Karakterlerin yaşları, yaşanmışlıkları ve<br />
kaçınılmaz olarak aşkın pençesine düşecekleri<br />
düşünüldüğünde erken bir ikinci bahar hikâyesi<br />
izleyeceğimiz kanısındayım. Bu dizi kime hitap<br />
eder? Evet, karakterlerimiz genç ancak her ikisinin<br />
de hayatlarının merkezinde olan çocukları<br />
düşünüldüğünde onların hikâyesinin hayran<br />
safları açan diziyi ve oyuncuları hayatlarının<br />
merkezine oturtan genç izleyicilere hitap etmeme<br />
ihtimali söz konusu, bir üst jenerasyonu<br />
yakalaması daha olası görünüyor. Bakalım dizi<br />
izleyiciye sevmeyi anlatabilecek mi?
Yabancı dizi<br />
tiryakisi güzel<br />
kardeşlerim,<br />
bana katılır<br />
mısınız bilemem,<br />
lakin canımız<br />
ciğerimiz dizimiz<br />
Narcos geri<br />
döndü, ikinci<br />
sezon başladı<br />
nihayet!
ZİRVEDEN EN DİBE<br />
ALPER TURGUT<br />
n Yabancı dizi tiryakisi<br />
güzel kardeşlerim,<br />
bana katılır mısınız<br />
bilemem, lakin canımız<br />
ciğerimiz dizimiz Narcos<br />
ara verdi ya… Hah!<br />
Haliyle devamında boşluk hissi geldi,<br />
ne edeceğiz şimdi biz derken, sekizer<br />
bölümlük Stranger Things ve The Night<br />
Of, resmen imdadımıza yetişti. Aslında<br />
bir kedi sevdalısı olarak, The Night Of’u<br />
da yazmak isterim, neyse artık bir sonraki<br />
sayıya… Ve Gollumumuzun efendisi, pek<br />
kıymetlimisss Yüssük, pardon Narcos<br />
geri döndü, ikinci sezon başladı nihayet!<br />
Şimdi Pablo Escobar denen pek<br />
ünlü adam, salt en bildik uyuşturucu<br />
baronu, tereddütsüz kötü ve azılı katil<br />
değil, herif, bildiğiniz efsane, ülkesi<br />
Kolombiya’da ise bir anti-kahraman…<br />
Fakirler, yardımseverliğini görmüş ve<br />
harbiden çok sevmiş, zenginler desen,<br />
düşmanı değil, dostu olmaya didinmiş,<br />
siyasetçiler, muazzam gücün etkisiyle<br />
sersemlemiş, kapısına dizilmiş, güvenlik<br />
güçleri, bol mangırı görünce, biat etmekten<br />
asla çekinmemiş. Eee biricik suçlu,<br />
gencecik yaşında, Medellin Karteli’nde<br />
bir imparatorluk kuran Pablo mu yani? Tek<br />
başına mı yapmış her şeyi, ezbere eğitimin<br />
yan etkileri işte, koşullar, zorunluluklar,<br />
yancılar, yardakçılar ve çıkarlar, hep es<br />
geçilir.<br />
Pablo Escobar’ın büyüsünden, unutulmaz<br />
öyküsünden, elbette sinema ve televizyon<br />
da kaçamadı, kaçamazdı. Hakkında, belgesel,<br />
film, dizi, çekildi, çekilecek. Elbette<br />
en afilisi, “İki Escobar” adlı belgeseldi,<br />
müthiş bir işçilikti, hakkı teslim edildi ve<br />
İstanbul Film Festivali’ndeki hıncahınç<br />
gösteriminin ardından, ayakta bir alkış<br />
tufanı koptu. Sıkı işler çıkartan Netflix’in<br />
Narcos’u ise, yitik efsaneyi, yine ve<br />
yeniden fenomen yaptı, hiç kuşkusuz.<br />
Narcos’un, çekim tekniğine, sesine, rengine,<br />
sinematografisine, oyuncularına<br />
ve elbette harika müziğine laf etmek,<br />
bize yakışmaz. İspanyolca desen, sanki<br />
fıkır fıkır, coşturan, yani kısaca etkileyici<br />
şarkılar söylenmesi için yaratılmış bir dil,<br />
kadife eldiven takmış gibi, kulak okşuyor<br />
resmen. Dizinin en önemli derdi, senaryosu,<br />
hem kopukluklar ve aksaklıklar var,<br />
hem kontrolsüz hızlanmak yaramamış,<br />
hem de çok tarafgir. ABD’nin gözünden<br />
görülen Escobar yerine, Kolombiyalıların
yüreğinden geçen Pablo, enfes bir<br />
proje olurdu, şüphesiz. Final zaten<br />
belli, ne demeye koşturuyorsunuz,<br />
en az beş sezon sürebilecek malzemeyi,<br />
hangi akla hizmetle, tek sezonda<br />
harcıyorsunuz? Pablo değil ha, siz<br />
kendi ayağınıza sıkmışsınız, demedi<br />
demeyin, tam da bu yüzden, birçok<br />
küfür yediniz, bunu da bilin.<br />
Geçenlerde Escobar: Kayıp Cennet<br />
(2014) adlı bir film seyrettim, deyim<br />
yerindeyse tırt bir şeydi, ayakları yere<br />
basmayan, karikatürize bir canavar<br />
yaratmışlar, bir çuval incirin içine<br />
etmişler. Oscar ödüllü, sevdiğimiz aktör,<br />
Porto Rikolu Benicio Del Toro, Escobar<br />
rolündeydi, böylesi bir yetenek<br />
bile, dikiş tutturamamıştı, ne yazık ki.<br />
Oysa Brezilyalı Wagner Moura (Özel<br />
Tim ve Özel Tim 2 filmlerinde, aklımızın<br />
köşesine yazılmıştı adı) , Narcos’ta,<br />
30 kilo almış Pablo rolü için, resmen<br />
destan yazıyor. Pantolonunu çekişi,<br />
duruşu, bakışı, konuşması, vesaire vesaire…<br />
Hani kazara Escobar gelse, sen<br />
benden daha iyi, ben olmuşsun der,<br />
tekrar geriye dönerdi, aynen öyle. Tıpkı<br />
Bruno Ganz ustanın, Çöküş filminde,<br />
Hitler’e dönüşmesi gibi, o hesap.<br />
Efendim, Sihirbazın (lakaplarından biri)<br />
etkin olduğu 1970’ler ve 1980’lerde,<br />
Kolombiya’da, tehdit çok ve tehlike<br />
büyükmüş, özetle yaşanmaz bir yermiş<br />
diyor ahali, sanki 2016’da Türkiye’de,<br />
her şey normal, huzur, refah, güvenlik<br />
o biçim. Bomba patlamazsa şayet,<br />
darbe girişimi oluyor, baskın, katliam,<br />
her türlü melanet yakamıza yapışmış,<br />
hala bik bik peşinde bağzı arkadaşlar,<br />
her neyse… 44 yıllık ömründe<br />
yapmadığı kalmamış, adam neredeyse<br />
ergenken, racon kesmeye başlamış,<br />
henüz 26 yaşındayken ABD’deki<br />
uyuşturucu trafiğinin beşte dördünü<br />
ele geçirmiş, sonra dünyanın en zengin<br />
dokuzuncu insanı olmuş, memleketinde<br />
meclise girmiş. Tarlalara gömdükleri<br />
paranın ne kadar olduğunu geçin, defnettikleri<br />
dolarları bile unutmuş. Kızı<br />
üşümesin diye, milyon dolar yakmış<br />
şöminede, yani elemanın, hayatında<br />
gördüğü yegâne kâğıt, neredeyse<br />
paraymış, yani o kadar.<br />
Meclis, siyaset demişken, şöyle bir diyalog<br />
geldi aklıma; Pablo: Siyasetçilerle<br />
buluşmaya gidiyorsun, haydutlarla değil!<br />
-İkisi aynı şey değil mi patron? Pablo:<br />
Siyasetçiler daha çabuk korkar. Tabanca<br />
alsanız yeter. Politikacıları da çözmüş<br />
hınzır, oh ne ala! Birde dizide, halkını<br />
seven ve onlar tarafından sevilen adam,<br />
hangi ara ve ne tür bir hızla dostlarını<br />
gözünü kırpmadan öldürten manyağa<br />
dönüştü, nedenlerini açıklamazsan, tane<br />
tane anlatmazsan, bu kamyon deviren<br />
keskin dönüşü de, kazaya sebebiyetten<br />
senin hanene yazarlar, hiç acımadan.<br />
Umarım, ikinci sezonda, hatasıyla,<br />
sevabıyla sevdiğimiz dizimiz, eksik<br />
ve gediklerin farkına varmış ve<br />
toparlamıştır. Yoksa başyapıt dediğimiz<br />
işlerde bile, ararsan tonla hata ve yanlış<br />
bulursun. Misal bir trafik polisi, seni durdursun,<br />
ceza kesmek isterse, kurtuluşun<br />
olmaz, istediğin kadar tedbirli ol, kesinlikle<br />
yetmez. Dünya tuhaf bir yerdir, Pablo<br />
Escobar, elbette kötüdür, imrenilecek,<br />
yolundan gidilecek bir insan değildir,<br />
ancak ondan daha kötü olan insanlar,<br />
yasal kılıf altında, zehri zerk edip durur,<br />
küresel sermayenin koruması altında<br />
semirir. Emperyalist ve kapitalistlerden<br />
daha tehlikelisi yoktur, Escobar gibileri,<br />
zirveyi de, en dibi de görebilir, lakin<br />
sonu bellidir, ya tepe tepe kullanılır, ya<br />
çemberi daraltılır, haliyle günü gelince<br />
de fişi çekilir. Kolombiya’da, onu hala<br />
kurtarıcı olarak görenler var, elbette<br />
çoğu fakir, çünkü zenginler, çoktan yeni<br />
dostlar bulmuştur bile.
AŞIRI UÇLARDA<br />
RENKLERİ OLAN<br />
KARAKTERLERİ<br />
SEVİYORUM<br />
Bodrum Masalı dizisi<br />
görücüye çıktı. Dizinin<br />
İpek’i Tülin Yazkan ile yeni<br />
projesini, sinemayı ve<br />
oyunculuğu konuştuk...<br />
Bodrum Masalı<br />
dizisi görücüye<br />
çıktı. Dizinin İpek’i<br />
Tülin Yazkan ile yeni<br />
projesini, sinemayı ve<br />
oyunculuğu konuştuk.<br />
Reyting listelerine iddialı<br />
bir giriş yapan dizi genç<br />
oyuncuya göre de ekibi<br />
sayesinde bir “şans”a<br />
dönüşüyor. Deneyimli<br />
ve genç oyuncuları bir<br />
arada bulunduran diziye<br />
başarılar dilerken Tülin’e<br />
kulak veriyor, onun masalını<br />
dinliyoruz.<br />
Bodrum Masalı bize nasıl<br />
bir masal anlatacak?<br />
Lüks içinde yaşayan bir<br />
ailenin iflas edip Bodrum’a<br />
taşınmalarıyla başlıyor<br />
masalımız. Orada da<br />
geçmişten kalan hikayeler,<br />
değişen dengeler, bütün ilişki<br />
dinamiklerini etkiliyor tabi ki..<br />
İpek’i neden tercih ettiniz?<br />
Sizi heyecanlandıran ne<br />
oldu?<br />
TÜLİN YAZKAN
İpek’in yaşamak için verdiği savaş,<br />
tutkusu beni etkiledi. Hasta birini<br />
oynamak fiziksel ve ruhsal baştan<br />
yapılanmayı gerektiriyor ciddi anlamda.<br />
Grip olduğunuzda bile bütün fiziksel<br />
aksiyonlarımız bundan etkileniyor. İpek’in<br />
hastalığını düşündüğümde bunun ben de<br />
başka farkındalıklar yarattığını hissettim.<br />
Hissetmeye ve keşfetmeye de devam<br />
ediyorum.<br />
Tecrübeli ve genç oyuncuların bir<br />
arada olduğu bir sette eğlenmemek,<br />
eğlenirken öğrenmemek mümkün<br />
değil. Nasıl geçiyor çekimler?<br />
Biz gerçekten çok şanslıyız. Mehmet<br />
Ada Öztekin gibi harika bir yönetmenle<br />
Timuçin Esen, Şevval Sam gibi değerli<br />
oyuncularla çalışıyoruz ve enerjilerimiz<br />
öyle güzel uyuştu ki çok keyifli geçiyor<br />
çekimler. Samimi bir ekibiz ve bu çok<br />
değerli.<br />
Sinema dergilerini sıklıkla takip eden,<br />
kitapları seven, okuyan bir oyuncu<br />
olduğunuzu anladım sosyal medya<br />
hesaplarınızı incelediğimde. Sizce şu<br />
an bir oyuncunun bu sektördeki en<br />
büyük sorunu nedir?<br />
O kadar çok başlayıp birkaç bölüm sonra<br />
biten dizi var ki... Oyuncu büyük motivasyonlarla<br />
bir işe başlıyor, karaktere<br />
hazırlanıyor ama kısa sürede final haberi<br />
geliyor. Maalesef garantisi yok.<br />
Çıkar yol ne sizce, bu soruna nasıl bir<br />
çare bulunabilir?<br />
Oyuncu bir ayağını hep tiyatroda bulundurursa<br />
ve sanatın farklı dallarında<br />
da kendini sürekli geliştirirse bu<br />
sorunların yıkım olmaktan çıkıp üretime<br />
dönüşeceğini düşünüyorum.<br />
Biraz sinema konuşalım, Şener Şen ve<br />
Kemal Sunal ile oynamak istediğinizi<br />
okudum. Komediye teşne misiniz?<br />
Yanlış bir çıkarım mı yaptım?<br />
Aslında izlediğim bir filmde de güldüğüm<br />
anlar çok nadirdir. Şener Şen ve Kemal<br />
Sunal çok kıymetli insanlardı. Bazen<br />
oyuncu kendinden vererek oynar,<br />
yüreğini bırakır öyle gider kulisine bu<br />
bambaşka bir durum.
Çıplak kalır o an esasında; savunmasız, cenin<br />
gibi. Onlar da öyle oyuncular bence Eşkıya,<br />
Gülen Adam, Gönül Yarası bunları izledikten<br />
sonra buharı kalıyor bana mutlu oluyorum.<br />
Yönetmen sineması takip edenlerden misiniz?<br />
Favori yönetmeniniz kimdir?<br />
Sinemayla bayağı haşır neşiriz favori yönetmenim<br />
çok fazla o yüzden bu zor bir soru benim<br />
için. (Gülüyor) İlk aklıma gelenler Jim Jarmusch,<br />
Asghar Farhadi, Stanley Kubrick, François Truffaut...<br />
Bu uzar gider en iyisi susmak (Gülüyor)<br />
Haydi varsayım yapalım. İmkan olsa gelmiş<br />
geçmiş veya günümüzden kimin, hangi<br />
yönetmenin filminde rol almak isterdiniz?<br />
Krzysztof Kieslowski- Trois Couleurs; Bleu<br />
Beni burada yakaladınız... (Gülüyor)<br />
Çok severim. Peki başucu filminiz nedir?<br />
Les Quatre Cent Coups.<br />
Hayalinizde nasıl bir rol var?<br />
Bipolar bozukluğu olan bir kadını oynamak isterim.<br />
Psikolojiye merakımdan sanıyorum seviyorum<br />
böyle karakterleri. Mon Roi’de bipolar iki<br />
insanın aşkı anlatılıyor Emmanuelle Bercot ve<br />
Vincent Cassel’in oyunculukları çok iyiydi. Böyle<br />
aşırı uçlarda renkleri olan karakterleri seviyorum.<br />
Daha önce “hayatta beslendiğim şeyler<br />
sürekli değişiyor” demişsiniz. Şu sıralar nelerden<br />
besleniyorsunuz?<br />
Şu sıralar dinginlikten besleniyorum. Genelde<br />
de çocuklardan çok besleniyorum. Çocuklarla<br />
oynamayı, gözlem yapmayı çok seviyorum<br />
sürekli keşif halindeler tüm tepkileri doğal, oyunculukta<br />
bunlar çok işime yarıyor.<br />
Dizinin şimdiden fanları oluşmaya başladı.<br />
Peki siz masallara inanır mısınız?<br />
Evet, var olsunlar masalımıza ortak oldular. Ben<br />
çoğu geceler uyumadan önce masal okurum<br />
hala (Gülüyor)<br />
Masal gibi aşklar yalnız filmler de mi oluyor<br />
günümüzde ne dersiniz? Masal gibi bir aşk<br />
yaşadınız mı hiç?<br />
Masal gibi aşklar hala var ama günümüzde her<br />
şeyi çabuk tüketmeye meyilliyiz sanırım. ‘Şu an<br />
masalda mıyım ben?’ dediğim an’lar oldu elbette.<br />
Aşk size kendiniz hakkında ne öğretti?<br />
Her şeyi uç noktada yaşadığımı fark ettim. Daha<br />
dengeli olabilirim belki ileride (Gülüyor)
BEN 27 YAŞINA KADAR<br />
ESNAFLIK YAPTIM<br />
Ünlü komedyen Yavuz Seçkin<br />
yeni sinema filmiyle izleyici<br />
karşısına çıkacak. Yıldızlar<br />
da Kayar filminde eşi Dicle<br />
Seçkin ile kamera karşısına<br />
geçen komedyen “27 yaşına<br />
kadar esnaflık yaptım. 47<br />
yaşındayım ve çektiğim filmleri<br />
üç çocuğumun da zevkle<br />
seyretmesini isterim” dedi.<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Avrupa Yakası’nda canlandırdığı Sertaç karakteriyle<br />
ünlenen komedyen Yavuz Seçkin kendi<br />
yarattığı Das Borak karakterini beyazperdeye<br />
taşıyor. Yıldızlar da Kayar filminde eşi Dicle<br />
Seçkin ile kamera karşısına geçen sanatçı ve eşi<br />
sorularımızı cevapladı. Filminde özellikle argo<br />
konuşmalara yer vermediğini söyleyen Seçkin üç<br />
çocuğunun da seyredebileceği, bel altı vurmayan,<br />
seyircinin duygularını sömürmeyen bir film<br />
yaptığını, eğer gişede başarılı olursa filmin devam<br />
serisini de çekeceğini belirtti.<br />
Borak karakteri nasıl çıktı ortaya?<br />
Yavuz Seçkin: Borak’ın bir 10 yıllık mazisi<br />
var, televizyon şov programlarında, komedi<br />
programlarında skeçler çekerken düşündüğümüz<br />
bir karakter. Skeç olarak yaptık, sonrasında<br />
orada kaldı. Karakterin gündemde kalması<br />
amacıyla 3-4 tane klip yaptık. Canım sıkıldıkça<br />
eğleniyorum karakterle çünkü eğlenceli bir karakter.<br />
O görgüzüslüğü, ukala, herkesi küçük gören<br />
bakış açısı… Ama aslında kendisi acınacak bir<br />
durumda. Ona demişler ki, “Böyle ol, star olursun.”<br />
Bana star olma fikri komik bir fikir gibi geldi,<br />
skeçlerde de bunu yaptık. Star olmaya çalışmayı<br />
filmimize nasıl uyarlarız diye düşündük, star olmak<br />
değil de olmaya çalışmak nasıl bir duygudur<br />
diye düşündük, bundan yola çıktık.<br />
Peki Borak karakterinin, Sacha Baron<br />
Cohen’in yarattığı karakterle bir alakası var<br />
mı? En azından yaratım süresinde bir etkilenme<br />
yaşandı mı?<br />
Yavuz Seçkin: Yok hayır, sadece isim benzerliği<br />
var, birbirleriyle hiç alakası yok. Borak hiçkimseye<br />
benzemiyor zaten.<br />
Siz bu karakteri sinemaya uyarlarken ne gibi<br />
değişiklikler getirdiniz?<br />
Yavuz Seçkin: Hikayeyi ben Das Borak gibi<br />
yapmadım. Film Yeşilçam komedisi, geniş bir yelpazede<br />
geniş bir renk skalası var, usta oyuncular,<br />
usta şarkıcılar, usta gazeteciler, renk cümbüşü<br />
var. Aslında bizim bu hani magazinde çok görmeye<br />
alıştığımız medya komedileri vardır ya, o<br />
aslında. Biz kısaca medyanın özetini geçtik.<br />
Eşiniz ile filmde beraber rol aldınız. Bunun<br />
avantaj ve dezavantajları nedir?<br />
Dicle Seçkin: Eşimin filminde yer almaktan gurur<br />
duydum. Ben oyuncu değilim, bu bizim filmimiz<br />
ayrıca Bu bir aile filmi ve bizim için çok önemli bir<br />
film, dolayısı ile ben bunda herhangi bir dezavantaj<br />
göremiyorum. Benim için unutulmaz bir anı<br />
oldu.<br />
Rolünüzden bahsedermisiniz?<br />
Dicle Seçkin: Das Borak’n dans öğretmeni<br />
ve koreografıyım. Gerçek hayatta da eşimin<br />
koreografıyım:)<br />
Karakter Alamancı bir karakter, sizin<br />
yakınlığınız nedir? Gurbetçilerle ilgili<br />
geçmişiniz nedir?<br />
Yavuz Seçkin: Aslında çok arkadaşım var, turnelere<br />
vesaire çıktığımda gitmişliğim çok var.<br />
Yıllar öncesinde zaten yok oldu bu tür komediler.<br />
Türkiye’de Alamancı komedisi yapıldı, uygulandı<br />
sonra bitti. Ama ben onların üzerinden komedi<br />
yapmıyorum. Oradaki yaşamı anlatmıyorum. Bir
YAVUZ SEÇKİN<br />
DİCLE SEÇKİN