28.11.2016 Views

kusva aralık sayı

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

KUSVA Gençlik Hareketi<br />

Adına İmtiyaz Sahibi<br />

Burak AK<br />

Yayın Koordinatörleri<br />

ve Yayına Hazırlayanlar<br />

Emine HACHİU<br />

Furkan GÜR<br />

Nida URMUÇ<br />

Rabia KOYUNCU<br />

Ömer BAKKALOĞLU<br />

Düzeltmenlik<br />

Uğur MAMATİ<br />

Fatih KURU<br />

Yusuf HACICAFEROĞLU<br />

Mehmet Sabit GÖKTAŞ<br />

İletişim Bilgileri<br />

bilgi@<strong>kusva</strong>.org<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

Kusva dergisinde yazıların<br />

sorumluluğu yazanlara aittir.<br />

Sibel Ak’a, Emre Metin’e, Safiye Genç’e, İrşad Muhammed Korkmaz’a, Samet Kal’a,<br />

Beyza Gür’e, Burak Şen’e, Oğuzhan Eraslan’a, Orkun Şahın’a,<br />

Hüsnü Kanber’e, Behlül Alp’a, Mihriban Ceylan’a, Muhammet Yetimoğlu’na,<br />

Halit Turgut’a desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.<br />

EDİTÖR’DEN<br />

Gençlerin dergide yer alan güncel konuların incelenmesi, değerlendirilmesi ve önerilerde bulunması bulunduğu<br />

toplumun parlak bir geleceği olacağının tartışmasız bir göstergesidir. 15 Temmuz gibi olaylara<br />

karşı özellikle de gençlerin sesinin yükselmesi onların tepkisiz, nötr, herşeyi sergilendiği gibi kabul eden<br />

bir kesim olmadıkları apaçık görülmektedir. Dergide yer alan yazılarda Türkiye gelecekte güvenli ellerde<br />

olacağı, başarılı bir şekilde yönetilmesi, siyaset, ekonomi, sosyal refahın artması gibi konularda yapısal<br />

reformların devamının getirileceği bir ülke haline geleceği anlaşılmaktadır. Bizim en önemli silahımız<br />

“kalem” dir. Herkes bunun bilincinde olacağı zaman o toplumda çözülemeyecek sorunlar kalmayacaktır.<br />

Emine Haciu<br />

<strong>kusva</strong>.org


MAKALE<br />

BURAK AK<br />

BiR<br />

GENÇLiK<br />

İnsanoğluna <strong>sayı</strong>lı günler halinde lütfedilen en kıymetli nimet gençliktir.<br />

Akıllı bir insan, bu kıymetli ve sınırlı imkanı en güzel şekilde geçirmenin<br />

yollarını aramalıdır. Gençliğin kıymeti ihtiyatlılıkla anlaşılır. İmam-i<br />

Rabbani Hazretleri ne güzel söyler “ Vakitlerin en şereflisi olan gençlik<br />

çağı, en faziletli ameller için harcanmalıdır.”<br />

Bizler de hayal ettiğimiz gelecek için gençliğini ülkesine, ümmetine<br />

hizmet yolunda feda etmeye hazır gençleriz. Ülkemizde ve dünyada<br />

yaşanan sorunlara kayıtsız kalamayız. Daha iyi nasıl olur? Doğru hedefe<br />

nasıl ulaşırız? Endişesini taşıyoruz. Oku! Emriyle başlayan bir dinin mensupları<br />

olan bizler bilgiye nasıl ulaşacağımızı unutmuşuz. Büyük bir kültür<br />

yozlaşması yaşıyoruz. Kitle iletişim araçları kullanılarak dinimize, kültür<br />

yapımıza yakışmayan davranış ve tutumlar yaygınlaştırılmakta. Bizi biz<br />

yapan kültürel yapımız asimile oluyor. Öz kimliğimizi, değer yargılarımızı<br />

kaybetmemiz bu toplumun çöküşü demektir.<br />

Öyleyse değer nedir? Herhangi bir şeyin rayiç bedelimidir sadece?<br />

Elbette ki değildir. Herkese göre aynı olan asli ve herkese göre değişebilen<br />

izafi olarak iki şekilde değer algısı vardır. Bir şeyin asli değeri, onun<br />

bizatihi kendi değeri olmasına karşılık, izafi değeri de onun herkese göre<br />

değişen değerini teşkil eder. Bunu bir misalle şöyle açıklayabiliriz: Yüz lira<br />

satın alma gücü bakımından herkes için aynıdır, değişmez. Fakat bu aynı<br />

paranın şu veya bu kimse için ifade ettiği değer aynı değildir.<br />

İzafi değer, insanların o değerin konusu olan varlığa sahip olabilmeleri<br />

5<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


BURAK AK<br />

için sarf ettikleri emek, yaptıkları fedakarlıklarla<br />

orantılı olarak değişir. İzafi<br />

değer aynı zamanda bir varlığın ruhsal,<br />

toplumsal, ahlaksal ya da güzellik<br />

yönünden taşıdığı düşünülen yüksek<br />

ya da yararlı niteliklerin de ölçüsüdür.<br />

Örnek vermek gerekirse eline miras<br />

yolu ile geçen milyonları birkaç senede<br />

tüketen kimseler, bu akıl almaz israfı<br />

onu kazanırken alınları terlemediği<br />

yorulup yıpranmadıkları için yaparlar.<br />

Şayet bu parayı kazanırken buna gerektiği<br />

gibi emekleri geçmiş olsa idi birkaç<br />

yılda böylesine çarçur etmezlerdi. Daha<br />

doğrusu edemezlerdi. Çünkü o parayı<br />

kazanırken zorluğunu görmüş, bedelini<br />

ödemiş olacaktılar.<br />

Netice itibariyle, dikkat edecek olursak,<br />

ister anne ile evlat arasındaki<br />

münasebet olsun, isterse insan ile para<br />

veya her hangi bir mal arasındaki ilişki<br />

olsun, bunların hepsinin değeri ancak<br />

verilen emekle eş değer olarak değişir.<br />

Hal böyle olunca ülkemizin ve İslam’ın<br />

bizlerin gözünde ki değerinde<br />

de bu esas geçerli oluyor. Ülkemizin ve<br />

bizleri şereflendiren İslam’ın kıymetini<br />

bilmiyoruz. Çünkü kazanmak için bir<br />

bedel ödemedik. Doğduğumuz gün<br />

nüfus kâğıdımızda “Dini: İslam” ibaresi<br />

yerleştirildi. Yaşamımız boyunca özgürce<br />

ibadetlerimizi yerine getirebildik.<br />

Dinimiz için bir zorluk çekmedik, zahmetini<br />

yaşamadık bir nevi az önce vermiş<br />

olduğum örnekte ki gibi mirasyedi<br />

konumundayız. Bedelini ödemediğimiz<br />

için, yeterince sahip çıkamıyor, bizlere<br />

bırakılan bu mukaddes mirasın kıymetini<br />

bilmiyoruz.<br />

Bizler, mirasyedi olmamak, bırakılan<br />

mirasa sahip çıkmak ve hak ettiği kıymeti<br />

verebilmek amacıyla bu yola baş<br />

koyduk. Ve yol arkadaşlarımızla birlikte<br />

gençliğe hizmet edecek olan Kusvâ<br />

Gençlik Hareketi’nin temelini attık.<br />

Neden mi bizler gençliğin durumunu<br />

kendimize dert edindik? Türkiye genelinde<br />

ki gençlerimizin sadece yüzde<br />

beşinin sivil toplum kuruluşlarında<br />

gönüllü görev aldığını biliyor muydunuz?<br />

Sosyal sorumluluk projelerinde<br />

çalışmayan, dünyada olup bitenden<br />

habersiz, farkındalık duygusundan yoksun<br />

gençlerimiz ne yazık ki bilgisayar<br />

oyunu başında ya da sokaklarda zamanlarını<br />

öldürdüğünü görüyoruz. İşte<br />

bizler, kendi kurdukları hayali dünyayı<br />

yıkmalarını sağlamak ve pencerelerinin<br />

ötesindeki gerçek dünya ile tanışmalarına<br />

tanıklık etmek istiyoruz. Bu tehlikenin<br />

farkında olarak her geçen gün<br />

başka bir genç kardeşimize ulaşmak<br />

gayesindeyiz.<br />

Bu bilinç doğrultusunda gençlik hareketimize<br />

Kusvâ ismini seçtik. Kusvâ<br />

kelime anlamı olarak varılacak hedef,<br />

son nokta anlamına gelmektedir. Aynı<br />

zamanda Peygamber Efendimiz (s.a.v),<br />

Mekke-i mükerremeden Medîne-i<br />

münevvereye hicreti sırasında onu<br />

sırtında taşıyan devesinin ismidir. Alemlerin<br />

efendisi, İslâm nurunu sırtında<br />

taşımakla şereflenen Kusvâ, Medine’ye<br />

vardıklarında peygamberimiz (s.a.v)’in<br />

müsadesiyle misafir kalacağı evi de tayin<br />

etmiştir. Bugün İstanbul’da medfun<br />

olan Ebu Eyyûb El-Ensarî hazretlerinin<br />

hanesine Allah’ın Resulünü ulaştırmıştır.<br />

Meşakkatli bu kutlu yolculukta doğru<br />

hedefe ulaşan Kusvâ gibi bizde fikri ve<br />

ilmi yönleriyle davayı anlatmak ve en<br />

doğru hedefe ulaştırmak için Kusvâ<br />

Gençlik Hareketi’ni kurduk.<br />

Kusvâ Gençlik Hareketi bünyesinde<br />

farklı projeler yer almaktadır.<br />

Bunlardan en önemlilerinden<br />

bir tanesi de KUSVÂ<br />

Dergisidir. Biliyoruz ve inanıyoruz<br />

ki sözcükler ve kelimeler<br />

dünyayı değiştirebilir.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

6


BiR GENÇLiK<br />

Bizler de alanında uzman genç bir kadro ile birlikte bu yola çıktık ve aylık<br />

fikriyat dergisi olan Kusvâ Dergisini hazırladık. 81 il de teşkilatlanma projemizle<br />

entegreli çalışarak sesimizi bütün Türkiye’ye duyurma amacındayız.<br />

Aynı zamanda yurt dışı teşkilatımız ile birlikte her yılın sonunda en çok beğenilen<br />

yazıları İngilizce’ye tercüme ederek bir çok ülkeye sesimizin ulaşmasını<br />

sağlayacağız.<br />

Sözlerime son vermeden önce Mevlana’nın bir buyruğundan bahsetmek<br />

isterim.<br />

“Ne mutlu o kişiye ki, gençlik günlerini ganimet bilir de kulluk borcunu öder.<br />

Yani dini ve insani vazifelerini yerine getirir. Bedeni sapasağlam iken, yüreğinde<br />

de vücudunda da güç ve kuvvet varken kulluğunu ifa etmek gayreti<br />

içinde olur.<br />

7<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


BURAK AK<br />

“<br />

Zira o gençlik çağı, yemyeşil, ter-ü taze bir bağa benzer.<br />

Bol bol meyveler verir. İhtiyarlıkta beden, çorak toprak<br />

gibi gevşer, dökülür. Çorak bir tarladan da hiçbir vakit hoş<br />

bir bitki yetişmez.”<br />

Tarihimize yön veren, ilmiyle, ferasetiyle hoş bir seda bırakmış olan büyüklerimiz,<br />

biz gençleri bu derece önemserken, bizlerin vazifelerimizi<br />

bilmeyip, gençliğin değerinden bihaber yaşamamız beklenemez.<br />

Burak AK<br />

Kusva Gençlik Hareketi Başkanı<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

8


MAKALE<br />

FURKAN GÜR<br />

GENÇLiK<br />

VE ÖTESi<br />

Öncelikle söze ‘BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM’<br />

(Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) diyerek başlayalım.<br />

İsminin anlamınında ifade ettiği gibi ‘’KUSVA’’ şuuruyla çıkılmış olan bu<br />

yolda yürümeyi ve neticesinde hedefe varmayı amaç edinip oluşturulan<br />

bu projenin hepimize hayırlı olmasını diliyorum. İlk <strong>sayı</strong>sı çıkacak olan<br />

KUSVA dergisinde nacizane fikirlerimi paylaşmak ve aynı dert ile dertlenip<br />

daha güçlü bir şekilde ilerleyebilmeyi düşünmek gurur verici.<br />

GENÇLİK VE ÖTESİ<br />

Bütün İnsanların en büyük Öğretmeni Olan O Yüce Efendimiz , Her kesime<br />

önem Verdiği Gibi Gençlere Daha Çok önem verdiğini yaşantısında<br />

göstermiştir. Gençlere Öyle şefkatli, sevgi dolu bir yürekle davranmıştır<br />

ve bunun sonucunda Gençler Efendimizin etrafında pervane olmuştur,<br />

ona gönülden bağlanmıştır. Nasıl ki Peygamberimiz Yüce İSLAM davasını<br />

Gençlere anlatmış, bunu Gençler omuzlamış ise bizlerinde bu şuurda bu<br />

yolda davamızı sürdürmemiz gerekmektedir.<br />

İLK AYET ‘’ OKU ‘’<br />

Yüce ALLAH, KUR’AN’I KERİM’in ilk vahyedilen Ayetinde okumamızı<br />

emrediyor. Dinimizin Temelini oluşturan emirleri, öncelikle okuyup anlamamızı<br />

emrediyor. Peki bizler böylemi yapıyoruz ? Okumayan toplumdan<br />

hiçbir hareket, hiçbir gelişim beklenemez. Bu yüzden Kendimize bir<br />

dönüp bakmalıyız. Gerek aile ve gerekse toplumdaki gençlerin durumlarını<br />

bir değerlendirmeliyiz. Nasıl bir gençliğe sahibiz? Unutmayalım ki<br />

nasıl bir gençliğe sahipsek, geleceğimizi buna göre belirleyebiliriz. Her<br />

daim zihnimizi diri tutmalıyız ve İslam davası şuurunu unutmamalıyız.<br />

Kalbimizdeki insanla kafamızdaki iz’anı daimi olarak birliktelik içersinde<br />

9<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


FURKAN GÜR<br />

bulundurmalıyız. Yoksa boşluk içerisinde, kararsızlık ile ne aptığını bilmeyen, bilinçsiz, kırıp döken<br />

ve ideoloji oyuncağı haline gelip, kötü kişi ve zümrelerin kuklası olursak zafere ulaşamayız.<br />

15 TEMMUZ MİLLİ DİRENİŞ<br />

Özellikle son yıllarda ülkemiz çok ağır bir şekilde hem içeriden, hem dışarıdan Vatanı bölmek<br />

isteyen hainlerin oyunlarına maruz kalmaktadır. Yaşamış olduğumuz 15 Temmuz’ da bu hain<br />

planlarının devamıydı. Fakat Milletmiz bu toprakların kolay kazanılmadığının bilincinde olduğu için<br />

15 Temmuz’da bir Milli direniş sergileyerek bütün Dünya’ya geçmişimizi hatırlatarak Destan yazdık.<br />

Bu şahlanış ile birlikte Milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarsak ve geleceğimizi geçmişimizden<br />

aldığımız güç, ilham ve gurur ile devam ettirirsek ancak amaçlarımıza ulaşabiliriz.<br />

KÜRESEL SERMAYE TÜM HIZIYLA OYUNLARINI OYNAMAYA DEVAM EDİYOR..<br />

Artık bildiğimiz meydan savaşları dönemi bitti. Postmodern medyatik savaşlar çağında yaşıyoruz.<br />

Küresel sistem, öncü medyalar üzerinden zihinleri teslim alıyor, sonra gerek kalırsa farklı yollar<br />

deniyorlar. Bu küresel sermaye terörizmle savaşıyormuş gibi yapıp, terör örgütlerini kullanarak İslam’la<br />

savaşıyor ve bütün bu yapılanları medya üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. Müslümanları<br />

terörist, kan emici, gözü dönmüş ve insani özellikler taşımayan kişilermiş gibi gösterip, İslam’ı<br />

da bu tarz insanların inanmış olduğu bir dinmiş gibi gösteriyorlar.<br />

PEKİ NEDEN İSLAMI TEHDİT OLARAK GÖRÜYORLAR?<br />

Eğer İslam’ın Ekonomik, Kültürel, Siyasi, Sosyal ve Stratejik bir aktör olarak yeniden Tarih sahnesine<br />

çıkışı durdurulmazsa batılıların İslam dünyası üzerinde kurmuş oldukları Hegemonyayı sürdürmeleri<br />

kesinlikle zorlaşacaktır ve bu durumun Dünya düzeninin değişmesine yol açacağının<br />

farkındalar. İslam dünyasının bu yürüyüşünü engellemek için, Halkın geleceğini kendisinin belirlemesinide<br />

kesinlikle istemiyorlar. Aksi taktirde Ülkelerin kaynaklarını sömüremeyeceklerdi. İşte bu<br />

yüzden İslam Dünyasında Totaliter rejimler desteklenmekte ve İslam dünyasındaki halkların kendi<br />

geleceklerini kendilerinin karar vermelerini istememekteler.<br />

Oyun çok büyük ve bu zor süreci atlatmak için yapacak çok işimiz var. Bizler sadece Türkiye<br />

için değil, bütün Alem’i İslam’ın geleceğini düşünerek yola devam etmemiz lazım. İslam ülkelerine<br />

baktığımız zaman bütün ümidin Türkiye’de olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin, bulunmuş olduğumuz<br />

Coğrafyadaki önemi ve değeri tartışılamaz. Şimdi yılmadan, bıkmadan Alemi İslam için,<br />

bu ayyıldızlı şehit kanıyla şereflenen bayrak için ve tek umut Türkiye’miz için çalışmaya devam..<br />

Üstad Mehmet Akif ERSOY ne güzel anlatmış bu dizelerde ;<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

10


CAMİİ<br />

ŞULE PAMUK<br />

BURSA<br />

ULU CAMİİ<br />

,, Bir zafer müjdesi burada her isim<br />

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim<br />

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın<br />

Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dizeleriyle<br />

geçmişten geleceğe zamanın<br />

akıp gittiği bir şehirdir Yeşil Bursa.<br />

Orhan Gazi’nin fethettiği, vasiyeti<br />

üzerine Osman Gazi’nin naaşının<br />

nakledildiği, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin<br />

Söğüt’ten sonraki merkezi,<br />

ilk başşehridir.<br />

1389-1402 yılları arasında dördüncü<br />

padişah olarak Osmanlı Devleti’ni<br />

idare eden Sultan Bayezid Han,<br />

oldukça iyi bir idareci ve askerdir.<br />

Batıda ve doğuda etrafını kuşatan<br />

düşmanlarına karşı aldığı karar ve<br />

manevralarda son derece hızlı hareket<br />

etmesinden dolayı “Yıldırım”<br />

lakabıyla anılmaktadır.<br />

Batı dünyasının yanı sıra Doğu’da<br />

da Osmanlı Türk Devletinin tanınmasına<br />

sebep olmuş olan Niğbolu<br />

Savaşı (1396) öncesinde zaferin<br />

müyesser olması durumunda yirmi<br />

cami yaptıracağı adağında bulunan<br />

Yıldırım Bayezid, zaferin ardından bu<br />

niyetini damadı olan Emir Sultan’a<br />

açar. Tüm müminlerin toplanması<br />

için yirmi kubbeli büyük bir cami<br />

yaptırmasını teklif eden Emir Sultan’ın<br />

bu görüşünü uygun görerek<br />

savaştan elde edilen ganimetlerle<br />

Bursa Ulu Cami’ni yaptırır.<br />

Cami-i Kebir olarak anılan Bursa<br />

Ulu Cami, Türkiye’deki ulu camilerin<br />

en büyüğüdür. Bursa’nın Orhangazi<br />

ilçesinde, cemaati bol ve itibarı yüksektir.<br />

Evliya Çelebi, bu caminin gece<br />

gündüz cemaatsiz olmayıp yetmiş<br />

yerinde dersiamların ders ile meşgul<br />

olduklarından bahseder. Onun tabiriyle<br />

şehrin en güzide yerinde olup<br />

Bursa’nın Ayasofya’sıdır.<br />

Mimarı kesin olarak bilinmemekle<br />

birlikte bazı kaynaklarda Yeşil Cami<br />

mimarı Hacı İvaz, diğerlerinde Ali<br />

Neccar olarak geçmektedir.<br />

37 11<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ŞULE PAMUK<br />

Batı minaresinin kaidesindeki sülüs hatlı kitabede<br />

bu caminin, Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />

belirtilmektedir.<br />

1399’da tamamlanan caminin açılışında Molla Fenari<br />

ve Emir Sultan da bulunur. İlk imamlığını Somuncu<br />

Baba (Şeyh Hamid) yapar.<br />

Anadolu Selçuklu döneminin geleneğini devam<br />

ettiren Bursa Ulu Cami, Osmanlı mimarisinde çok<br />

destekli, çok kubbeli cami plan tipinin en önemli<br />

örneğidir. Dikdörtgen planlı mabet üç sıra, dört köşeli,<br />

oldukça kalın dörder ayakla kıbleye dikey beş sahna<br />

ayrılır. Ayaklar Selçuklu camilerinde olduğu gibi<br />

dörder sivri kemerle birbirine bağlıdır. İç mekânda ışık<br />

dağılımı homojen değildir. Pencereli sekiz köşeli birer<br />

kasnak üzerine oturan kubbelerin, mihrap hizasındakiler<br />

yüksektir. Yan sahınlarda bulunanlar doğu ve<br />

batıya doğru kademeli olarak alçalır. Cami kapılarının<br />

kesişme noktasında yer alan şadırvanın üzerindeki<br />

kubbe günümüzde cam kaplıdır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde<br />

bu kısmın üzerinde sarı pirinç telden<br />

ağ örülü olduğunu yazar.<br />

Caminin duvarları düzgün kesme taş ile örülüdür.<br />

Mihrabın bulunduğu duvar diğerlerinden daha<br />

büyüktür. Duvar kalınlıkları tüm cephelerde farklılık<br />

gösterir. Küfeki kaplı dış cepheler hareketli ve güzeldir.<br />

Cephelerdeki doluluk-boşluk oranı da mükemmeldir.<br />

Kıble duvarının alt sırasındaki sekiz pencere, sonradan<br />

iç kısımda ahşap pencere kapakları ile dışarıda da<br />

kesme taşlarla kapatılmıştır. Doğu yönündeki pencerelerin<br />

yan kısımlarında “kum saati” görünümünde<br />

sütunceler yer alır. Bizans mimarisinde görüldüğü<br />

gibi büyük sivri kemerler içerisine alınmış pencerelerin,<br />

duvarlara göre değişiklik göstermeleri, ustaların<br />

farklılığından kaynaklanmış olmalıdır.<br />

Kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde tek şerefeli<br />

birer minare yer almaktadır. Caminin iki minaresinden<br />

batıdakinin Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />

kitabesinden bellidir. Doğudakinin de Çelebi Mehmet<br />

tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Ekrem<br />

Hakkı Ayverdi doğu minaresinin baştan tasarlandığını<br />

ve Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış olabileceği<br />

görüşündedir. Minarelerin kaideleri mermerden,<br />

silindirik gövdeleri tuğladandır. Altıgen kaideli batı<br />

minaresinin, biri içeriye diğeri dışarıya açılmak üzere<br />

iki kapısı vardır. Camiye bitişik olmayan doğu minaresinin<br />

kaidesi dört köşelidir. Minarelerin külahları 1889<br />

yangınına kadar ahşaptır. Bu tarihten sonra yenilenerek<br />

bugünkü kâgir halini almıştır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

38 12


BURSA ULU CAMİİ<br />

Timur’un Bursa’yı işgali sırasında ve Karamanoğlu<br />

Mehmet Bey’in Bursa muhasarasında dış<br />

cephelerine odun yığılarak caminin yakıldığı<br />

söylenir. Bunun sonucu dış cephe kaplaması kalın<br />

sıva dolgusu ile örtülmüştür. 1950’den sonra bu<br />

sıva tabakası kaldırılır. Ulu Cami’nin ilk tamir vesikası<br />

1494 tarihlidir. 1862 senesine kadar 23 tamir<br />

vesikası daha vardır. Ulu Cami, 1855 Mart ve Nisan<br />

aylarındaki Bursa zelzelelerinde ciddi zarar görmüş<br />

ve esaslı bir tamir geçirmiştir.<br />

Caminin kuzey, doğu ve batı yönlerinde olmak<br />

üzere üç kapısı vardır. Ahşap kapılar cevizdendir.<br />

Geometrik oyma motifler içerisinde yer yer rumi<br />

kompozisyonlar görülür. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin<br />

tespitiyle doğu kapısı ahşap kanatlarının<br />

bazı bölümleri bozulmuş olsa da yapımıyla eş<br />

zamanlıdır. Kuzeydeki mukarnaslı muhteşem taç<br />

kapıdan camiye girince billur gibi suların aktığı on<br />

altı köşeli mermer şadırvan ziyaretçiyi karşılar. Su,<br />

üç çanaklı fıskiyeden sekiz kol halinde havuza akar<br />

ve buradan musluklara dağılır. Birçok tamir gören<br />

şadırvanın bazı kısımları zaman içerisinde değişmiş<br />

olmalıdır. Suyun rahatlatıcı sesi, manevi havayla<br />

birleşir. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde şadırvanın<br />

suyunun Uludağ’dan geldiğini ve havuzun<br />

içerisinde balıkların yüzdüğünü yazar.<br />

Yanlarında “kum saati” biçiminde sütuncelerin<br />

yer aldığı mihrap oldukça gösterişlidir. Mukarnas<br />

üzerindeki sivri kemerde besmele ile birlikte<br />

Ayet-el Kürsî yazılıdır. Bazı kaynaklarda mihrabın<br />

süslemelerinin, Abdülmecid zamanında Bursa’ya<br />

sürülen ressam Tevfik Paşa tarafından yapıldığı<br />

belirtilmektedir. Mihrap hücresinin solunda tamirin<br />

Mehmet Usta tarafından 1904 tarihinde yapıldığı<br />

yazılıdır. Mihrabın tezyinatı, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin<br />

tabiriyle yapım zamanından kalmamış olsa<br />

da göz alışkanlığıyla mûnis (sevimli) gelmektedir.<br />

39 13<br />

Kündekâri tekniğinde ceviz ağacından siyaha<br />

boyanmış minber, süslemeleri ve işçiliği ile eşine<br />

az rastlanan bir sanat eseridir. Minber kapısı üzerindeki<br />

kitabede Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />

yazılıdır. Sağ korkulukta dikey olarak yer alan<br />

yazıdan Gaziantepli Hacı Ahmet bin Abdülaziz<br />

el Dukki tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Yan<br />

kısımlardaki tezyinat birbirinden farklılık gösterir.<br />

Doğu tarafına bakan korkuluk altında çivi başları,<br />

batı tarafında ise bunların yerine güllerin yerleştirilmiş<br />

olduğu görülür. Korkuluklar geometrik<br />

desenlidir. Minber kapısındaki kitabenin çevresi<br />

dikdörtgen geometrik bir çerçeve ile çevrilidir. Taç<br />

kısmı rumi kompozisyonludur. Selçukludan Osmanlı’ya<br />

geçişin en güzel örneği olabu minber bir<br />

şaheserdir. Evliya Çelebi, tüm cihan ressamları bir<br />

araya gelse tezyinatı ve kitabeleriyle böyle güzel<br />

bir eserin meydana getirilemeyeceğini hayranlıkla<br />

anlatır. Minber korkulukları ve külah altına denk<br />

gelen kısımlar günümüzde cam muhafaza ile ko<strong>aralık</strong><br />

‘16


ŞULE PAMUK<br />

rumaya alınmıştır.<br />

Sekiz ahşap sütun üzerine oturan müezzin<br />

mahfili 1549 tarihlidir. Mahfil merdiven korkuluklarının<br />

alt kısmında, ahşap üzerine kalemişi tezyinat<br />

yer alır. 16. yy örneklerinin en güzellerinden olan<br />

desende yer yer dökülmeler görülür. Sarılma rumi,<br />

penç hatayi, yaprak ve bulut motiflerinin görüldüğü<br />

kompozisyonun üzeri cam ile korumaya<br />

alınmıştır. Merdivenin arka kısmında, köşebentlerin<br />

merkezinden aşağıya doğru kandil formuna yakın<br />

madalyonlu bir sarkıt inmektedir. Form rumi kompozisyonla<br />

tezyin edilmiştir.<br />

Taş kürsü, tek parça mermerdendir. Müezzin<br />

mahfilinin karşısında yer alır. Üzerinde H 1231 tarihi<br />

yazılı iki satır yazı bulunur.<br />

1740 yılında caminin güneydoğu köşesindeki<br />

hünkâr mahfili için özel bir giriş açılmıştır. Mahfil<br />

altındaki camekânlı bölüm, ilk olarak 1787’de Abdullah<br />

Münzevî’nin vakfettiği kitaplarla kütüphane<br />

olarak hizmet vermeye başlamış ve 1930’lara kadar<br />

bu şekilde kullanılmıştır. Mahfil büyük olasılıkla<br />

1855 depremi sonrası 19. yüzyıl ortalarında Sultan<br />

Abdülaziz tarafından tamir ettirilmiş ya da bütünüyle<br />

yenilenmiş olmalıdır. Korkuluklarda yer alan<br />

bitkisel motif ve kompozisyonlar mahfilin yapıldığı<br />

dönemin sanat anlayışını yansıtmaktadır.<br />

hiç kuşkusuz içerisinde bulunan hatlardır. Pek çok<br />

meşhur hattatın eserleri caminin hemen hemen<br />

her yerini süslemektedir. Mabet haftanın yedi günü<br />

ziyarete açık bir “ Hüsn-ü Hat Müzesi” gibidir.<br />

Mustafa Armağan “Bursa Şehrengizi” adlı eserinde,<br />

camideki Türk Rokokosu tezyinatın manevi havayı<br />

yok etmediğini lakin caminin asaletinden pek çok<br />

şey kaybettiğini yazar. Tuhaf görünümlü, renk olarak<br />

kasvetli kütleler halindeki bu süslemelerin Türk<br />

Sanatının zarafetini yansıtacak şekilde yeniden<br />

tezyin edilmesi gerekliliği düşünmeye değerdir.<br />

KAYNAKÇA<br />

İnalcık, Halil. (2008), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600. S:<br />

21-22. YKY, İstanbul.<br />

AYVERDİ, Ekrem Hakkı (1989). İstanbul Mi’mâri Çağının Menşe’i Osmanlı<br />

Mimarisinin İlk Devri Ertuğrul, Osman, Orhan Gazîler, Hüdavendigâr<br />

ve Yıldırım Bâyezîd 630-805 (1230-1402), Baha Matbası, İstanbul<br />

1966, Cilt: I.<br />

Mustafa ÇETİNASLAN, “Bursa Ulu Cami Hünkar Mahfili” Uluslararası<br />

Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research<br />

Cilt: 6 Sayı:25 Volume: 6 Issue: 25 -Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU<br />

Armağanı- s. 189-200. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt6/cilt-<br />

6sayi25_pdf_ozelsayi/cetinaslan_mustafa.pdf.<br />

İnalcık, Halil. (2000), Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, S:31. Eren,<br />

İstanbul.<br />

Shaw, Standford. (1982), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s:<br />

54–62. e yay. İstanbul<br />

Sadettin Ökten, “Ulucami Medeniyetimiz ve Bursa Ulucami”,. BURSA<br />

ULUCAMİ, Editör Prof. Dr. Bilal Kemikli, Bursa Kültür A.Ş. 1. BASKI, Ankara,<br />

Nisan 2012, s. 11 – 15.<br />

Bursa Ulu Cami’nin en önemli tezyinat özelliği<br />

<strong>kusva</strong>.org 40 14


MAKALE<br />

15 TEMMUZ VARLIK MÜCADELESİ VE<br />

KENDİNİ KAYBEDENLER<br />

ALİ İHSAN KALKAVAN<br />

Anadolu topraklarındaki<br />

varlık mücadelemiz<br />

yüzyıllardır devam<br />

etmektedir.<br />

Bu varlık mücadelesi sadece Anadolu<br />

topraklarını kapsamaz. Bu varlık<br />

mücadelesi dünyanın her toprak parçasında<br />

her an ve her saniye kendini<br />

göstermektedir. Artık bu söz bir klişe<br />

haline gelmiş olsa da, bu sözü her<br />

yazıda, her konuşmada başlangıçta<br />

kullanmak özellikle 15 Temmuz ile<br />

ilgili olanlarda, elzem olmuştur. Bu<br />

sebeple, varlık mücadelesi verildiğini<br />

bu yazının başında da tekrarlamayı bir<br />

görev biliyorum.<br />

Varlık mücadelesinin en hassas<br />

noktası ise kendini bilmekten geçmektedir.<br />

Kendini bilmeyenin, kendini<br />

unutanın varlığını sürdürebilmesi<br />

mümkün değildir. Varlığını sürdüremeyen<br />

ise her zaman başka boyunduruklar<br />

altında yaşamaya mahkûm<br />

kalır.<br />

Başka boyunduruklar altında yaşamayı<br />

tarihimizin hiçbir döneminde<br />

göremeyiz. Hz. Peygamber (S.A.V)<br />

Mekkeli müşriklerin boyunduruğunda<br />

dinimizi yaşayamayacağını ve yayamayacağını<br />

gördüğünde, Medine’ye<br />

hicret etmiş ve dinin önüne geçmeye<br />

çalışanlara gerekli cevabı vermiştir.<br />

Bu örnek, tek başına yeterli olmakla<br />

birlikte, tek örnek de değildir. Ertuğrul<br />

Gazi’nin Söğüt’e gelişi, Osman Gazi’nin<br />

Bizans’la mücadelesi, Tarık bin<br />

Ziyad’ın gemilerini yakması, Ömer<br />

Muhtarın Trablusgarp’taki mücadelesi,<br />

15<br />

TEMMUZ


ALİ İHSAN KALKAVAN<br />

Hasan el Benna’nın Mısır’da verdiği mücadele,<br />

Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası, Çanakkale<br />

Zaferi, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Harekatı ve bunun<br />

gibi daha birçok örnek varoluş mücadelemizin<br />

tarihteki örnekleridir. Varoluş mücadelesinin tek<br />

örnekleri askeri tarihten örneklerle açıklamak<br />

da ayrıca yanlış olur. İslam alimlerinin özellikle<br />

Bizans ve Antik Yunan eserlerine karşı yaptıkları<br />

fikri mülahazalar da bir varoluş mücadelesidir.<br />

Kalemi kılıcından keskin olan bir milletin mensuplarının<br />

ilmi mücadelesinin savaşlarından<br />

daha keskin ve çetin geçtiğini söylemek de<br />

abartılı olmayacaktır.<br />

Varlık mücadelesinin örnekleri sadece bizim<br />

tarihimizde değil, aynı zamanda diğer milletlerin<br />

tarihlerinde de bulmak mümkündür. Roma<br />

İmparatorluğu karşısında Spartalılar da varlık<br />

mücadelesi vermişlerdir. Osmanlılar karşısında<br />

Bizans’ın yaptığı da bir varlık mücadelesidir.<br />

Modern çağ yaşanırken, yerel kimliklerin hepsi<br />

sömürücü ve tüketici kapitalist zihniyete karşı<br />

varlık mücadelesi vermiştir. Amerika İngiliz<br />

mandasından kurtulmak için, Hindistan İngiliz<br />

hâkimiyetinden kurtulmak için, İngiltere Hitler<br />

Almanya’sının boyunduruk tehlikesinden kurtulmak<br />

için, Yahudiler Hitler zulmünden kurtulmak<br />

için verdikleri mücadele birer varlık mücadelesidir.<br />

Akla bütün bu yazılanların 15 Temmuz ile<br />

ilgisi nedir diye bir soru gelebilir. Aslında alakası<br />

da açıktır. Zira 15 Temmuz’da bir varlık mücadelesinin<br />

en keskin yaşandığı bir gündür. 15<br />

Temmuz yokluk tehlikesinin, yok ediliş tehdidinin<br />

nefesini ensemizde hissettiğimiz bir gündür.<br />

Sonsuz şükürler olsun ki, bu tehlikeyi atlatabildik.<br />

Fakat bu tehlikenin bize öğretmesi gereken<br />

çok önemli bir unsur olduğunu unutmamak<br />

gerekir: Kendini kaybetmemek. Varlık mücadelesinin<br />

ikinci önemli ayağı da budur: Birincisi,<br />

boyunduruk kabul etmemek, ikincisi kendini<br />

kaybetmemek.<br />

Televizyonlarda, konuşmalarda vs. günlük<br />

yapılan dost meclis sohbetlerinde bile genellikle<br />

birincisinden konuşmaktayız. Zira ‘diğerine’ karşı<br />

nasıl ayakta durduğumuzu konuşmak, nasıl<br />

direndiğimizi anlatmak ruhumuzu okşamakta,<br />

aynı zamanda bizleri diri ve motive tutmaktadır.<br />

Fakat bunun yanında, ikincisini ihmal etmek<br />

ise, şerrin içerisinde gizlenen hayra ulaşmamızın<br />

önünü tıkayabilecek güçtedir. Şair’in dediği<br />

sırların sırrına ulaşmak için bizde olan o anahtara<br />

ulaşmamızı engelleyebilecek kudrete sahiptir.<br />

Zira insan, kendini kaybetme ihtimallerinin<br />

farkına varmaz ise, kendini nasıl arayacağını bir<br />

daha hiçbir zaman bulamaz.<br />

TEMMUZ<br />

16


15 TEMMUZ VARLIK MÜCADELESİ VE KENDİNİ KAYBEDENLER<br />

menin yolunu aramaktır. Normal şartlarda,<br />

bunun yolunun hep kendini eleştirebilmekten<br />

geçtiği düşünülür. Bu, aynı<br />

zamanda doğru bir yoldur. Zira Hadis-i<br />

Şerif’te Hz. Peygamber ‘Ölmeden önce<br />

ölünüz’ buyurmaktadır. Yani, kendinizi<br />

hesaba çekebilin, kendinizle hesaplaşabilin<br />

buyurmaktadır. Ölmeden önce<br />

kendi kendimizi hesaba çekmemizin,<br />

öldükten sonra çekileceğimiz hesaptan<br />

tek farkı, sonunda hüküm verilmesidir.<br />

Biz kendi hakkımızda, ‘ben iyiyim’ ya da<br />

‘ben kötüyüm’ hükmü veremeyecekken,<br />

ahirette bizim hakkımızda ‘sen iyisin’ ya<br />

da ‘sen kötüsün’ hükmü verilecektir. Fakat<br />

kendimizi kaybetmemenin tek yolu<br />

kendimizi eleştirebilmekten geçmemektedir.<br />

Aynı zamanda, kendini kaybetmişlerden<br />

ders çıkarmak, ibret almak<br />

da kendini kaybetmemenin bir yoludur.<br />

İşte 15 Temmuz varlık mücadelesi veren<br />

kahramanların destanı olduğu kadar,<br />

kendini kaybetmişlerin de ibretlik hikâyesini<br />

oluşturmuştur.<br />

Peki, bu ibretlik hikâyenin özneleri,<br />

kendilerini nasıl kaybettiler? Bu sorunun<br />

cevabını bulduğumuzda kendimizi<br />

kaybetmemenin yollarını da bulmuş<br />

oluruz. 15 Temmuz öncesinde Anadolu<br />

topraklarında, kendini kaybetmenin<br />

iki önemli ekolü vardır. Bunlardan<br />

birincisi kendinden utanma, diğerini<br />

kendisinden üstün görme, aşağılık<br />

kompleksine kapılma gibi hastalıklarla<br />

müphemdir. Bu ekolün<br />

en başlıca özelliği hep ötekine<br />

benzemeye çalışmasıdır.<br />

Kendine bir güveni ya<br />

da kendinden<br />

olana bir güveni<br />

olmadığından<br />

ötekini<br />

kendine tercih eder. Kendi yaptığının<br />

yeri geldiğinde estetiğinden, yeri geldiğinde<br />

objektifliğinden, yeri geldiğinde<br />

niteliğinden asla emin olamadığından ve<br />

risk almayı sevmediğinden, hep ötekini<br />

ön plana çıkarmayı yeğler. Bir müddet<br />

sonra, kendini inkara kadar gider ve<br />

redd-i miras yapar. Fakat ilginç bir şekilde<br />

ötekini kendinden üstün gördüğünü de<br />

kabul etmez. Hem kendi olarak kaldığını<br />

iddia eder, hem de kendinden hiçbir şey<br />

barındırmayı istemez. İşte bu ekol, cumhuriyetin<br />

kuruluşundan bu yana önemli<br />

ölçüde Anadolu topraklarında hakimiyetini<br />

sürdürmüştür. Türkiye tarihindeki<br />

bütün darbelerde bu ekolden bir parça<br />

bulmak mümkündür.<br />

İkinci ekol ise, kendini saklama ekolüdür.<br />

Bu ekolün temel dürtüsü, ötekine karşı<br />

mücadele ile başlar. Ötekine karşı mücadele<br />

etmesi gerektiğine kendini tepeden<br />

tırnağa inandırmış ve bu mücadeleden<br />

uzak kaldığı her anı, adeta bir haram gibi<br />

görmüştür. Fakat ötekine karşı mücadele<br />

etmenin en doğru ve en stratejik yolunun<br />

‘kendini saklamak’ olduğuna kanaat<br />

getirir. Zira öteki, onu fark etmez ise<br />

ötekini içeriden yıkabilecektir. Bunun için<br />

yapması gereken tek şey sabretmek ve<br />

öteki ile hesaplaşacağı günü beklemektir.<br />

Zira o, özünde kendisi olarak kaldığı<br />

müddetçe sözde diğeri gibi olmasının<br />

ne zararı olabilir? Nasıl olsa bir gün gelecek<br />

ve öteki kendisinin özü ile karşılaştığında,<br />

mücadeleyi geri dönülemez bir<br />

şekilde kaybetmiş olacak ve o gün kendi<br />

özünü de istediği gibi yaşayabilecektir.<br />

Fakat bu da büyük bir yanılmacadır. Zira<br />

bu ekolün gözden kaçırdığı kendi özündeki<br />

dönüşümdür. Diğerine benzemenin<br />

şekilde kalmayıp, özüne de sirayet<br />

ettiğinin farkına bile varamaz. Bu<br />

yüzden, dönüştükçe dönüşür<br />

ve o da birinci ekol gibi kendi<br />

olmaktan çıkar. Kendi olmaktan<br />

çıktığı zaman da, önceden<br />

kendinden olup kendini<br />

koruyabilmiş olanlara da, adeta<br />

‘siz neden kendinizi korudunuz’<br />

17<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ALİ İHSAN KAHRAMAN<br />

dermişçesine saldırmaya başlar. Onları<br />

kendilerini koruyabildikleri için suçlar ve<br />

bir gün gelir onların varlıklarına dahi tahammül<br />

edemez hale gelir. İşte 15 Temmuz,<br />

bu ekolün bir ‘ürünüdür’. Özünde<br />

değişime uğrayanlar, fakat bunun farkına<br />

bile varamayanlar, bu toprakların kendini<br />

korumuş evlatlarının varlıklarına dahi<br />

tahammül edememişlerdir. Sonuç olarak<br />

da o kabus geceyi bu insanlara yaşatmışlardır.<br />

Fakat iki ekolünde ortak bir özelliği<br />

vardır. İki ekol de sonuç olarak varlıklarını<br />

sürdürememişler ve varlık mücadelelerini<br />

kaybetmiştir.<br />

15 Temmuz bir<br />

kahramanlık destanı<br />

olduğu gibi bir<br />

ibretlik hikayedir.<br />

Her ibretlik hikayede olduğu gibi 15<br />

Temmuz’dan da çıkarılacak bir kıssa<br />

vardır. Varlık mücadelesinde başarılı olmanın<br />

yolu, kendine sahip olmaktan geçer,<br />

kendini kaybetmemekten geçer. Peki, biz<br />

kendimize ne kadar hakimiz? Kendimizi<br />

ne kadar koruyabiliyoruz? Şahıs bazında<br />

değerlendirilebilecek bu sorunun gerçek<br />

cevabını herkes kendi vicdanında verebilir.<br />

Zira vicdan asla yalan söylemez ve hiçbir<br />

zaman yanıltmaz. Nefsimizin karşısındaki<br />

en büyük dengeleyicimizdir. Fakat kendimizi<br />

gerçekten koruyabildiğimiz gün ne<br />

Kabe’ye füze atılmasına müsaade ederiz,<br />

ne Hz. Peygamber’in kabrinin yakınlarında<br />

bombalar patlattırırız, ne de coğrafyamızdaki<br />

kardeşlerimize ve yakınlarımıza<br />

eziyet edilmesine göz yumarız. 15 Temmuz’un<br />

kendi dünyamızda kendimize<br />

dönüşümüz olduğu gayet açıktır. Bundan<br />

sonraki mesele, kendini koruyabilmektir.<br />

Kendini koruyabilmek ise, ancak öteki ne<br />

dedi diyerek değil, Allah ne der diye bakarak<br />

mümkün olmaktadır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

18


MAKALE<br />

ŞIMDI TEDAVIYI KONUŞMA ZAMANI<br />

TAHA KILINÇ<br />

Teröristbaşı Gülen üzerinden,<br />

bütün bir İslâmî yapıyı ve Müslümanların<br />

ortaya koyduğu manevî<br />

birikimi silip yok etmeye azmedenler<br />

çıkıyor. Ancak, bunlar var<br />

diye, teröristbaşı Gülen’in İslâm algımızdaki<br />

hangi arızaları istismar<br />

ederek güçlendiğini konuşmazsak,<br />

ileride başımıza bela olacak<br />

başka ‘manevî’ yapılanmaların<br />

ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz..<br />

Ortaokul yıllarımın en ilginç hatıralarındandır:<br />

Kartal Anadolu İmam-Hatip<br />

Lisesi’nde, Millî Gençlik Vakfı okul<br />

teşkilâtında görev yaparken, bir ara<br />

toplu halde gece namazlarına kalkmaya<br />

başlamıştık. Hem teşkilât faaliyetiydi<br />

bu, hem de bir nevi manevi<br />

eğitim. Yine bir gece, pansiyon binasının<br />

bodrum katındaki büyük mescitte<br />

toplandık. Herhalde 50 kişi kadar<br />

vardık. Ama elbette çoğumuzun gözleri<br />

uyku sersemliğinden daha açılmamıştı.<br />

İsmini vermeyeyim, teşkilat<br />

yönetiminden biri ayağa kalkıp uzun<br />

bir konuşma yaptı. Şu kısım, dün gibi<br />

aklımda: “Kardeşler! Bir ağabeyimiz,<br />

rüyasında Peygamber Efendimizi<br />

görmüş. Peygamberimiz gelmiş, şu<br />

mübarek halkanın en dışında oturan<br />

kardeşimizin başını okşamış. En dışarıdaki<br />

kardeşimiz bile böyle muamele<br />

görüyorsa, bu davanın ön saflarında<br />

olan kardeşlerimizin derecesini düşünün!”<br />

Yine aynı yıllarda, adı ‘Erbakan Hoca’nın<br />

Şeyhi’ne çıkan Yahyalılı Hacı<br />

Hasan Efendi’nin, Erbakan’a, “Şu anda<br />

davanın Mekke dönemindeyiz. Siz inşallah<br />

Medine dönemini de göreceksiniz”<br />

deyip bazı manevi işaretlerden<br />

söz ettiği de anlatılırdı teşkilat çevrelerinde.<br />

“Bu sözleri dinleyen Erbakan<br />

Hocamızın gözlerinden yaşlar süzüldü”<br />

şahitlikleri eşliğinde...<br />

19<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


TAHA KILINÇ<br />

Kartal’da okurken, teröristbaşı Gülen’e bağlı<br />

‘abi’lerin kaldığı yakın çevredeki evlere de yolumuz<br />

düşerdi. Oralardaki sohbetlerde, defalarca<br />

şu minvalde anlatımlara şahit olmuşumdur:<br />

“Peygamber Efendimiz, evlerimizi zaman zaman<br />

teftişe geliyor. Hatta bazı abileri hesaba<br />

çekiyor, onlara eksikleri soruyor. Peygamberimizin<br />

aynı gece birkaç evi dolaştığı da oluyor.<br />

Hepsinin şahitleri var...”<br />

Sadece bunlar da değil; diğer birçok tarikat<br />

ve cemaat çevresinde, buna benzer anlatılar<br />

dinledim yıllarca. Birinde “Peygamberimiz zikre<br />

bizzat teşrif ediyor”du mesela, bir başkasında<br />

tarikatın işlettiği kitabevinin piyasaya çıkardığı<br />

yeni tefsir seti “Peygamberimiz, bu tefsirin yazılmasını<br />

bizzat istedi” cümlesiyle pazarlanıyordu.<br />

Her gün iki kere, sabah ve akşam Peygamberimizle<br />

görüşen, gündemi onunla istişare eden<br />

şeyhefendiler de hiç az değildi. Hatta bazıları,<br />

“Sen benim bu zamandaki vekilimsin” taltifine<br />

hak kazanmıştı.<br />

Peygamberimizi işe ortak edip, yapılan şeylere<br />

manevi meşruiyet kazandırma yarışı, tarihe<br />

de sıçramıştı üstelik. Mesela, Yavuz Sultan Selim’in,<br />

ordusuyla Sînâ Çölü’nü geçerken birdenbire<br />

atından inerek yürümeye başladığı, bu durumu<br />

garipseyen nedîmi Hasan Can’ın yanına<br />

sokularak “Hünkârım, siz inince herkes inmek<br />

durumunda kaldı. Asker çok zorlanıyor” sözüne<br />

Yavuz’un “Peygamberimiz önümde yürürken,<br />

ben nasıl ata binerim Hasan!” diye cevap verdiği<br />

anlatılıyordu hep. Bunu, ‘ciddi’ tarihçilerin<br />

ağzından duymak bile mümkündü.<br />

Daha eski devirlerle ilgili olarak da, örneğin,<br />

İmam Buhâri’nin, hadis külliyatını oluştururken<br />

bütün hadisler için tek tek abdest aldığı,<br />

her birini kitabına koymadan önce istihareye<br />

yattığı, rüyasında Peygamberimizi görerek ona<br />

“Bu sana ait bir söz mü?” diye sorduğu, böylece<br />

sadece onay aldığı hadisleri kitabında derlediği,<br />

neredeyse bütün dini sohbetlerde dile getirilen<br />

bir anlatımdı.<br />

İslami camiayı oluşturan tarikatlara, cemaatlere,<br />

dini kurumlara, vakıflara, derneklere vs.<br />

böyle tek tek uğradığınızda, aslında neredeyse<br />

hepsinin “Peygamberimizden icazetli ve<br />

özel destekli” olduklarına inandıklarını görmek<br />

mümkündü. Az <strong>sayı</strong>da istisna hariç, hiyerarşik<br />

cemaat sistemine sahip dini yapılar kendilerini<br />

“Peygamberimiz, manevi âlemde bizim liderimizi<br />

işaret etti” açıklamasıyla meşrulaştırıyordu.<br />

Hatta bazı yapılarda görülen liderlik kavgalarında<br />

ve iç çatışmalarda, rüyalar ve batınî işaretler,<br />

sonucu belirleyen etkenlere dönüşüyordu.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

20


ŞİMDİ TEDAVİYİ KONUŞMA ZAMANI<br />

Manevi olanı kötüye kullanmak<br />

15 Temmuz gecesi şahit olduğumuz<br />

alçak darbe girişimi sonrasında, teröristbaşı<br />

Fethullah Gülen ve oluşturduğu batınî<br />

terör örgütüne yönelik eleştirileri okurken,<br />

aklıma ister istemez İslami camianın<br />

tamamında görülen bu tür meşrulaştırmalar<br />

geldi.<br />

“Fethullah Gülen, Peygamberimizle görüştüğünü<br />

söylüyor”, “Fethullah Gülen’in<br />

bağlıları, kendisine sorgusuz-sualsiz itaat<br />

ediyor, o ne derse doğru kabul ediyor”,<br />

“Kendilerinin en iyi müslümanlar olduklarını<br />

düşünüyorlar, diğerlerinin imanlarını<br />

ve yaptıkları şeyleri makbul görmüyorlar”,<br />

“Gülen, ayet ve hadisleri, kendisini öne<br />

çıkaracak şekilde yorumluyor”, “Fethullah<br />

Gülen, manevi âlemde Türkiye’nin kendi<br />

cemaatine emanet edildiğini iddia ediyor”<br />

ve benzeri cümleler, Türkiye’deki birçok<br />

tarikat ve cemaat için de aynı şekilde kurulabilir<br />

maalesef.<br />

Dolayısıyla, teröristbaşı Fethullah Gülen’in<br />

kullandığı ve kendisini meşrulaştırdığı<br />

din dilini eleştirirken, genel bir sistem<br />

eleştirisi yapmamak, sadece hedef saptırmak<br />

ve zihinsel tatminle yetinmek olur.<br />

Teröristbaşı Gülen, sahip olduğu ilmi de<br />

kullanarak, insanlardaki ‘manevi lidere<br />

teslim olma’ güdüsüne oynadı. Onun araç<br />

haline getirdiği rüyalar, batıni işaretler,<br />

manevi yönlendirmeler, ayet ve hadislerden<br />

yapılan zorlama çıkarımlar insanların<br />

zaten yöntem olarak aşina olduğu şeylerdi.<br />

O bunun üzerine kişisel hırslarını ve<br />

uluslararası bağlantıları ekledi. Teröristbaşı<br />

Gülen’in yönettiği terör örgütünün sıradan<br />

halka bakan meşrulaştırıcı manevi<br />

iskeleti, herhangi bir dini cemaat ya da<br />

tarikattan farklı değildi.<br />

Bugün, kendi manevi ya da siyasi liderine<br />

“gassâl elindeki meyyit gibi” bağlanan<br />

birinin teröristbaşı Gülen’in kurduğu bağlılık<br />

zincirini eleştirmesi gülünçtür. Kendi<br />

mensup olduğu yapıyı “en doğru yolda”<br />

görenlerin, Gülencilerin aynı düşüncesini<br />

yerden yere vurması komiktir. Kendi<br />

şeyhinin, efendisinin Peygamberimizle<br />

her meseleyi istişare ederek adım attığına<br />

inanan bir insanın, “Fethullah Gülen, Peygamberimizle<br />

görüşüyormuş, vay arkadaş!”<br />

cümlesini kurabilmesi de ironiktir.<br />

Kusurları konuşmak arınmaya hizmet<br />

eder<br />

Teröristbaşı Gülen ve tesis ettiği terör<br />

şebekesinin ayrıntılı şekilde gündeme<br />

gelmeye başlamasıyla, şöyle bir feryat da<br />

yüksek sesle dile getiriliyor şimdilerde:<br />

“FETÖ üzerinden bütün cemaatleri ve<br />

tarikatları kurban etmeyelim. Teröristbaşı<br />

Gülen’i kullanarak, diğerlerini eleştirmeyelim.”<br />

Doğrudur, teröristbaşı Gülen üzerinden,<br />

bütün bir İslami yapıyı ve Müslümanların<br />

ortaya koyduğu manevi birikimi silip yok<br />

etmeye azmedenler çıkıyor ancak bunlar<br />

var diye, teröristbaşı Gülen’in İslam algımızdaki<br />

hangi arızaları istismar ederek<br />

güçlendiğini konuşmazsak, ileride başımıza<br />

bela olacak başka ‘manevî’ yapılanmaların<br />

ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz.<br />

Her şeyden önce, şunun altını çizmemiz<br />

gerekiyor: İslâm bir cemaat dinidir. Bencillik<br />

ve vurdumduymazlık anlamındaki<br />

bireysellik, İslâm’ın asla tasvip etmeyeceği<br />

bir durumdur. Müslümanlar cemaatleşeceklerdir,<br />

dertlerini ve sorunlarını ‘ortak<br />

akıl’la çözeceklerdir. Fıtrat ve yaklaşım<br />

farklarına göre ayrı ayrı gruplar oluşsa<br />

da, kritik zamanlarda bütün o gruplar bir<br />

araya gelerek ‘tek bir vücudun azaları’ gibi<br />

işlev göreceklerdir. ‘İslam kardeşliği’, bütün<br />

dünyevi ve siyasi aidiyetlerin önünde gelecektir.<br />

Allah’ın ve Rasulü’nün bize öğrettiği<br />

ve bizden istediği mantık budur.<br />

Bu nedenle, teröristbaşı Gülen’in istismar<br />

ettiği kusurları ve zaafları konuşmak,<br />

‘Bütün cemaat ve tarikatlara savaş açmak’<br />

anlamına gelmez. Aksine, onların da<br />

arınıp kendilerini temizlemelerine hizmet<br />

eder.<br />

21<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


TAHA KILINÇ<br />

Kendisinin bir hiç olduğuna inanan,<br />

manevi kurtuluşun ancak iradesini birine<br />

teslim ettiğinde gerçekleşeceğini düşünen,<br />

düpedüz yanlışlarda bile ‘hikmet’<br />

arayan, olaylara ve durumlara eleştirel<br />

bakmayan, düzenli ve çeşitli okuma alışkanlığı<br />

bulunmayan, sadece kendi liderinin<br />

ve efendisinin eserlerini okuyan, İslam<br />

tarihinden ve temel İslami literatürden<br />

tümüyle habersiz, dini değerlerinin başkalarının<br />

ekonomik kazançları için sömürülmesine<br />

ses çıkarmayan tipler yerine;<br />

müstakil ve müstakim bir şahsiyet sahibi,<br />

Allah karşısındaki hesabının ve sorumluluğunun<br />

bireysel olduğunun bilinciyle<br />

hareket eden, manevi bir yapıya intisap<br />

etmiş olsa bile oradaki yanlışları sahiplenmeyen,<br />

çevresinde gerçekleşen hadiseleri<br />

ve yaşadığı olayları eleştirel bir zihinle<br />

değerlendiren, sistemli ve geniş ufuklu bir<br />

okuma alışkanlığı edinmiş, sadece sevdiği<br />

insanların değil karşıt görüşteki kişilerin<br />

eserlerini de okuyan, İslam tarihi ve temel<br />

İslami literatürle ilgili derinlemesine bilgi<br />

sahibi, başkasının dünyevi kazancı için<br />

kendi dini değerlerinin sömürülmesine<br />

izin vermeyen kişiler yetiştirmeye odaklandığımızda,<br />

İslami camia olarak ciddi bir<br />

kazanım da elde etmiş olacağız.<br />

Şahsiyet ve kişilik sahibi, şuurlu ve derinlikli<br />

Müslümanlar olarak yaşamak, hepimizin<br />

birinci hedefi olmak durumundadır.<br />

Bunu nasıl başaracağımız ve çocuklarımızı<br />

bu ülkü doğrultusunda nasıl yetiştireceğimiz<br />

sorularına cevap aramak, 15<br />

Temmuz’da atlattığımız büyük badirenin<br />

yeniden tekrarlanmaması adına elzemdir<br />

çünkü arızalar var olmaya devam ettikçe,<br />

bunu kullanarak bize zarar vermeye kalkışanlar<br />

da mutlaka olacaktır.<br />

Bunları yapmak yerine gece-gündüz<br />

teröristbaşı Gülen’i ve yaptıklarını konuşmaya<br />

dalmak bizi bir yere götürmeyeceği<br />

gibi, bünyemizde bulunan hastalıkların<br />

tedavisine de fayda sağlamayacaktır.<br />

Lacivert dergisinden alıntıdır<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

22


MAKALE<br />

15 TEMMUZ DARBE GIRIŞIMI,<br />

KEMALIZM VE GÜLENIZM…<br />

MUHAMMED KURT<br />

15 TEMMUZ DARBE GIRIŞIMININ<br />

ENGELLENMESINDE EN BÜYÜK PAY-<br />

LARDAN BIRINE SAHIP OLAN GENÇ-<br />

LER OLARAK BU KONU DA YAZI YAZ-<br />

MASI VE KONUŞMASI GEREKENLER<br />

DE YINE BIZLERIZ. YAYIN HAYATINA<br />

YENI BAŞLAYAN DERGI “KUSVA” ILE<br />

BU VAZIFEMIZI YERINE GETIRECEĞIZ<br />

INŞAALLAH. Öncelikli değineceğimiz<br />

nokta FETÖ’nün halk nezdinde teşkilatlanma<br />

aşamasında baskıcı bir rejim<br />

ile karşı karşıya olduğudur ve halktan<br />

desteğin vukuu bulması bundandır. Bir<br />

parantez açalım ve baskıcı zihniyetin<br />

kim olduğunu, neler yaptığını küçük bir<br />

hatırlatalım.<br />

KEMALIZM;<br />

- Sisteme karşı çıkanları Hasan Mezarcı<br />

olarak içeri aldı ve Mesih olarak dışarı<br />

saldı…<br />

- Kızlar üniversite okumaya çalıştı,<br />

örtülü diye sınıfa hatta bahçeye almadı.<br />

Yani halkın fıtratına dair ne varsa hepsini<br />

çiğneyip alt üst etti.<br />

- Yakupları, Halilleri 15 yaşlarında içeri<br />

aldı, Kur’an okuyan ve öğretenleri hapse<br />

attırdı.<br />

PARANTEZI KAPATIP HEMEN DE-<br />

VAM EDELIM. İnsanlar bu baskıdan bıkmışlar<br />

ve artık refaha ermek istiyorlardı.<br />

Veliler çocuklarının hem bu sisteme<br />

entegre olmamasını hem de bu devlete<br />

bağlı kalmasını, değiştirmesini istiyordu.<br />

İlk defa bir “cemaat” ve “cemaat<br />

lideri” devlet ile ters düşmeyip tüm<br />

siyasetçilerle poz veriyordu. Bu yapının<br />

büyümesinde ki en büyük ikinci etken<br />

budur, yani siyasetçilere ve devlet<br />

politikalarına yakınlık. Ve yapının tabanını<br />

kurduğunu anlayan FETÖ lideri “bu<br />

ülkeye 2 tane terörist lider çok” deyip<br />

ardından 28 Şubat mağduru kisvesine<br />

saklanarak Öcalan’ın gelmesi ile birlikte<br />

23<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MUHMMED KURT<br />

kendini ABD’ e attı.<br />

SONRASINDA HEMEN PROPAGANDALAR BAŞ-<br />

LADI. “Hoca efendiyi hapsetmek istediler ama o<br />

ilmini dağıtmak için sürgüne tebliğe gitti, vatanından<br />

ayrıldı, milletinden ayrıldı, toprağından ayrıldı!”<br />

manşetleri ve cümleleri sıkça duyulur oldu.<br />

OKULLAR AÇTI, HALK O OKULLARI DOLDUR-<br />

DU. Çünkü başörtülü okuyabiliyordu kızlar orada.<br />

Dershaneler açtı, çocuklarını dershaneye gönderdi<br />

sırf “orada mescit var, çocuğum hocalarıyla<br />

beraber namaz kılsın” diye. Üniversite, ev, yurt<br />

açtı “çocuğum namazlı abdestli insanlarla birlikte<br />

olsun” dedi aileler ve oralara yerleştirdiler. Rahattı<br />

halk çünkü “cemaat” yapısında muhatap oldukları<br />

kesim sahih insanların çoğunlukta bulunduğu ve<br />

gerçekten Allah’a hizmet ettiğine inanan taban<br />

kısmıydı.<br />

TABII BU DÖNEMDE TÜRKIYE’NIN HALINE<br />

BAKTIĞIMIZDA;<br />

- Baskıcı rejim bir nebze bertaraf edilmiş,<br />

- İslami hassasiyetli insanlar vaazlarını kapalı kapılar<br />

ardında değil açıkça yapar olmuş,<br />

- Ve mücadelesi verilen başörtüsü sorunu çözüme<br />

kavuşmuş bir Türkiye önümüze çıkıyor.<br />

“CEMAAT” ADLI YAPIYA DOLDURMA IFTIRA-<br />

LAR ATMA VE DAHA SONRA HALK ÖNÜNDE<br />

BUNU AKLAMA ÇALIŞMALARI TEKRARDAN<br />

BAŞLIYORDU.. “Zorla namaz kıldırıyorlar” dediler<br />

sonra yalan ortaya çıktı. “Zorla başörtüsü taktırıyorlar”<br />

dediler ve yalan olduğu ortaya çıktı. Hatta<br />

aslında kılmayın takiyye yapın dediklerini öğrendik.<br />

Örneklendirme yapacak olursak aynı örneği<br />

DAEŞ içinde kullanabiliriz. Mısır zindanlarına götürülen<br />

kadınların fotoğrafı koyulup “DAEŞ kadın<br />

pazarlıyor“ diye paylaşım yapılıyor, hemen ardından<br />

ise gerçek ortaya koyulup ve doldurma iftira<br />

aklanıyordu. “DAEŞ Müslümanların kafasından<br />

top oynadı” denilen fotoğrafta ki şahsın aslında<br />

DAEŞ değil Hizbullah milisi olduğu kanıtlanıyor<br />

ve bu iftiradan da aklanıp Müslümanların gözleri<br />

önünde temize çıkıp güven tazeliyordu. Bakın bu<br />

örgütler bu fiilleri gerçekleştirmediler demiyorum<br />

sadece anlık iftiralar ve anlık aklamalar yaparak<br />

halkın sempatisini kazanma yoluna gidiyorlardı.<br />

İşte FETÖ’ DE insanların güvenini böyle kazandı.<br />

En büyük etkenlerden biri olarak da halkın damarında<br />

bulunan milliyetçi kanı beslemek üzere<br />

“ Türkçe Olimpiyatları “ düzenlemeye başlayarak “<br />

Türk okulları “ açıldı ve bayraklar dalgalandırıldı.<br />

İşte buradan sonra yapacağımız en büyük çıkarım;<br />

“Gülenizm, Kemalizm’in öz be öz çocuğudur ”<br />

çıkarımıdır. Yani Kemalizm Gülenizm’ i doğurmuştur.<br />

Baskılarla, sebeplerle ve sonuçlarla Gülenizm<br />

dünyaya gelmiştir.<br />

START VERILIP BÜROKRATLAR VE VEKILLER<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

24


15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ, KEMALİZM VE GÜLENİZM<br />

IDARI AMIRLERI DIZAYN ETMEK IÇIN<br />

ATAMALARA KARIŞTIKLARI ZAMAN FIRTI-<br />

NA KOPTU, FETÖ MÜCADELESI BAŞLADI.<br />

Oslo görüşmelerini sızdırdılar, 7 Şubat MİT<br />

krizine yol açtılar ve Gezi olaylarını körüklediler.<br />

Türkiye’nin terör örgütü dediği<br />

şahıs ve çetelerle birliktelik kurdular. Dergi,<br />

gazete, televizyon, Twitter, Facebook, tüm<br />

sosyal ağ ve mecralarda “Katil Türkiye” propagandası<br />

yaptılar. “Dershaneler kapanırsa<br />

PKK gelir” demişlerdi ve hakikaten kapatmamızla<br />

birlikte PKK’ a dönüşüp doğu illerini<br />

karıştırdılar. Erdoğan’ a İran ajanı dediler<br />

sonra ABD İran’ ın üstünde ki Ambargoyu<br />

kaldırınca çok sevindiler. MİT tırları üzerinden<br />

“ Erdoğan ve Türkiye DAEŞ’ e silah<br />

yardımı yapıyor “ dediler. Oslo görüşmelerinde<br />

“ Devleti bölmek için terör örgütüyle<br />

masaya oturdu “ dediler. 17-25 Aralık darbe<br />

girişiminde “ Yolsuzluklar ülkesi kuruluyor “<br />

diyerek karalama propagandasını devam ettirdiler.<br />

Ülkede bir sapık bir çocuğa tecavüz<br />

etti hemen “ Pedofili ülkesi Türkiye “ diye<br />

hastagh başlattılar. Tüm dünyaya Türkiye’ yi<br />

bir çocuk tecavüzcüleri ülkesi olarak göstermeye<br />

çalıştılar. Doğu’da devletin yaptığı<br />

operasyonları dış basına YPG-PKK-DHKP-C<br />

destekçisi muhabir ve gazetecilerle birlikte<br />

“ Haber Nöbeti “ adlı bir oluşum kurarak “<br />

Katliam “ olarak lanse edip Erdoğan ve Türkiye’<br />

yi UCM’ de yargılatmak istediler ama<br />

nafile…<br />

DERKEN GÜLENIZM’ IN MÜRITLERI<br />

BÜROKRAT, HÂKIM, SAVCI, ÖĞRETMEN,<br />

VEKIL, ASKER VE POLIS OLARAK OR-<br />

TAYA ÇIKARDI KENDINI. KEMALIZM 20<br />

YIL ÖNCE KIN VE NEFRETLE BESLEYIP<br />

BÜYÜTTÜĞÜ ÇOCUĞUNA ŞIMDI SAHIP<br />

ÇIKMASINI IYI BILIYORDU. Zaman Gazetelerinde<br />

çarşaf çarşaf CHP vekillerinin<br />

yazıları ve seçim afişleri yayınlandı. Sadece<br />

reklam değil ayrıca bir işaretti. Gülenizm’ in<br />

müritleri Kemalizm’in müritlerine, Erdoğan’a<br />

karşı verecekleri reylerin isimlerini gazetelerinde<br />

yayınladıkları afişler ile duyuruyorlardı.<br />

FETÖ’ nün kanalları kapatılacaktı CHP<br />

vekilleri canlı yayına girdiler. FETÖ’ nün<br />

gazeteleri kapatılacak oldu hemen Tomaların<br />

üstüne çıktılar.<br />

ERDOĞAN’ I TEK BAŞINA BIRAKMIŞ-<br />

LARDI. DÖRT BIR TARAFI HAINLERLE<br />

DOLMUŞTU. Ak Parti milletvekilleri de aynı<br />

şekilde bu terör örgütüne karşı bir pasiflik<br />

içerisindelerdi. Adeta Erdoğan tek başına<br />

yek yeke bu yapıyla çarpışıyordu. Pasiflikleri<br />

öyle belliydi ki Reis bir şey söylese de<br />

onunla ilgili bir şeyler konuşsak diye bekliyorlardı.<br />

Erdoğan “ başkanlık çözümdür “<br />

dedi ekseriyeti kafa sallayıp devam etti. Bir<br />

çalışma ve mücadele kesinlikle yoktu. Son<br />

dönemde de Erdoğan “Yalnız kaldım” diyerek<br />

kendini açıkça ifade etmişti zaten. Ve<br />

zaman gelmiş, FETÖ’ nün istediği pasif kalmış<br />

bir parti ve tek başına bırakılmış bir lider<br />

kalmıştı ortada. Tam zamanıydı harekete<br />

geçmek için ama planlar yeniden alt üstü<br />

oldu. Darbe tarihi öne çekilmişti çünkü darbeyi<br />

birlikte yapacakları paşaları içeri almak<br />

için çoktan MİT harekete geçmiş ve listeyi<br />

hazırlamıştı. 15 Temmuz’ u 16’sına bağlayan<br />

gece kanlı planı devreye soktular.<br />

AMA KARŞILARINDA ERDOĞAN’IN VE<br />

BU MILLETIN IÇINDE BULUNAN IMANIN<br />

ÇAĞRISIYLA KARŞILARINA DIKILEN HALKI<br />

GÖRDÜLER. Bu sırada Marmaris’te kendisini<br />

esir almak isteyen hainlerden kurtulan<br />

Erdoğan hemen darbe girişimini bertaraf<br />

etmek, halkının başında durmak için Atatürk<br />

Havalimanına geldi ve onu binlerce kişi<br />

karşıladı. Canlarını feda etmek için sokağa<br />

çıkan dedeler “Yetişin Abdulhamid’i deviriyorlar”<br />

diyerek Tekbirler getiriyordu. Ağızlarda<br />

siyaset kokusu gibi “ Demokrasiye kurbanım,<br />

Her şey demokrasi için, Demokrasisiz<br />

olmaz “ sloganları yoktu. Vatan, Din, Namus<br />

ve Allah için sokağa çıkan Müslümanların<br />

Allah-u Ekber sloganları vardı. Yani Halk<br />

yönetime el koymuştu!<br />

PEKI KEMALIZM BU SIRADA NE YAPI-<br />

YORDU?<br />

Yine “biz darbe karşıtıyız” söylemleriyle<br />

evlerinde pusmuş, makarnalar depolanmış,<br />

paralar çekilmiş, depolar dolu bir şekilde<br />

hazır olda bekliyordu. Daha ilk başta CHP<br />

İstanbul örgütüne Fetullahçıları bir dini örgüt<br />

sandıkları için “ Biz Fetullahçı ve Şeriatçı<br />

bir darbeye karşıyız” açıklamasını yaptırarak<br />

ağzında ki baklayı ve bu darbeye niye karşı<br />

olduklarını söyledi. Onlar aslında 2007’ de<br />

Cumhuriyet Mitingleriyle zaten “ Ordu göreve,<br />

ordu göreve “ sloganları atarak “Kemalist<br />

Darbe” ye karşı olmadıklarını ayan beyan<br />

25<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MUHAMMED KURT<br />

ortaya koymuşlardı. “Biz daha önce uyardık”<br />

diyen Kemalist paşalara da söyleyecek<br />

iki çift lafımız var. Eğer başörtüsüyle, parti<br />

kapatmayla, namaz kılanı tasfiye etmeyle<br />

uğraşmak yerine işinizi yapıp zulmetmeseydiniz<br />

sizin uyarılarınız dikkate alınırdı.<br />

Ve tabii darbeyi icat edenlerin kimliğine<br />

baktığımızda Doğum yerinde “Kemalizm”<br />

yazmasaydı belki darbeyi sadece Fetullahçıların<br />

yaptığına inanırdık. Aynı şekilde<br />

bürokrasiyi Kemalizm’le kitleyip Müslüman<br />

halkın devlete girip kadro almasını engellemeseydiniz<br />

FETÖ’nün açılan alana girmesi<br />

meşru olmazdı. Yani “halk Laikliğin-Kemalizm’in<br />

önemini anlayacak” söylemlerinizin<br />

içi boştur. Uluslararası medya laiklik karşıtı,<br />

sizin deyiminizle “dinci bir darbe” gerçekleştiren<br />

örgütün sözcülüğünü mü yapar?<br />

VE “BÖYLE DARBE OLMAZ, DARBE OL-<br />

SAYDI SOKAĞA ÇIKAMAZDINIZ” TEZINI<br />

SÖYLEYEN GÜRUHA BAKTIĞIMIZ ZAMAN<br />

YA “KEMALIST” YA DA İSLAMI CAMIA DA<br />

FARKLI DÜŞÜNCE DE OLAN INSANLAR<br />

OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. Yine bu insanların<br />

ağzından şu cümleleri duyuyoruz “siz<br />

İsrail ile anlaşıyorsunuz, yeneriz biz onları<br />

bizden korkuyorlar” cümlelerini duyuyoruz.<br />

Yahu siz daha darbeciler darbe yapsaydı<br />

sokağa çıkamazdık diyorsunuz İsrail ile nasıl<br />

savaşmayı düşünüyorsunuz?<br />

VE SON OLARAK “GENÇLIK ÖLÜYOR,<br />

GENÇLIK BITTI, GENÇLER ARTIK ÇOK<br />

HANTAL, GENÇLER HIÇBIR ŞEY YAPAMAZ“<br />

SÖZLERIYLE BIRLIKTE YAZILAN BÜTÜN<br />

YAZILAR BIR ANDA YERLE BIR OLMUŞTU.<br />

15 yaşında sokağa çıkıp şehit olanda vardı,<br />

elinde oyuncak arabası ve bayrağı ile sokaklarda<br />

dolaşan bebelerimizde vardı. Onlar<br />

zannettiler ki kül edeceğiz bunları, ama biz<br />

onları kül etmiştik.<br />

BIZ DE ŞEHIT AĞABEYLERIMIZ MUSTAFA<br />

CAMBAZ VE HALIL KANTARCI GIBI DIYO-<br />

RUZ KI;<br />

- “Amerikalı değildik ve hiç olmayacağız”,<br />

yeniden doğduk ve “Milli İradenin<br />

Muhteşem sembolü Ezan-ı Muhammedi”<br />

diyerek tekrar gelirlerse tekrar üstlerinden<br />

geçeriz!<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

26


MAKALE<br />

VAH KI VAH VAH<br />

ENES BAŞ<br />

Tam 50 sene beklenen gün için dünya<br />

ve ahiretlerini feda ettiler,<br />

Ne oldukları gibi göründüler, ne göründükleri<br />

gibi oldular.<br />

Çift kişilikli şizofren, her an takip edilme<br />

zannıyla paranoyak bir hayat yaşadılar,<br />

mahrem hizmette; o beklenen gün<br />

için.<br />

Rabbimiz, namaz kıl diyordu, kılmadılar<br />

beklenen gün için..<br />

Rabbimiz, oruç tut diyordu, tutmadılar<br />

beklenen gün için..<br />

Rabbimiz, içki içme diyordu, içtiler<br />

beklenen gün için..<br />

Rabbimiz, tesettüre gir diyordu, girmediler<br />

beklenen gün için..<br />

Sonra beklenen gün geldi; namaz<br />

kılanların, oruç tutanların, haramdan kaçanların,<br />

tesettürlülerin tepesine bomba<br />

olup patladılar, kurşun olup yağdılar, tank<br />

paletlerinde ezdiler, Allah Allah diye karşılarına<br />

çıkan abdestinden başka hiç bir<br />

silahı olmayanları..<br />

Öyle ki o katlettikleri insanların çoğu<br />

gazete ve dergilerinin abonesi okul ve<br />

dershanelerinin müşterisi olup; zekatlarını,<br />

kurbanlarını, hayırlarını hatta kendi<br />

çocuklarını bile onlara vermişti senelerce,<br />

namaz için oruç için haram ve helallere<br />

uymak için..<br />

Şimdi hep beraber bir günü daha bekliyoruz<br />

gidenlerle ve kalanlarla, maktullerle<br />

ve katillerle, zalimlerle ve mazlumlarla;<br />

O büyük hesap gününü!<br />

Amerikan Dışişleri Bakanı Türkiye’den<br />

delil istemiş. Ne için?<br />

Terörist başının 15 Temmuz darbe<br />

kalkışmasıyla ilgisi bulunduğuna dair..<br />

Bak sen!<br />

Terörist başı Fetullah Gülen’in Amerikan<br />

maşası olduğunun ve beraber bu işi<br />

pişirdiklerinin bundan açık ispatı mı olur?<br />

Ulan siz!..<br />

Afganistan’a saldırırken delil mi aramıştınız?<br />

Saddam’ı asarken delil mi göstermiştiniz?<br />

Bin Ladin’i, hem de başka bir ülkenin<br />

sınırları içinde bombalarken elinizde kanıt<br />

mı vardı?<br />

Guantanamo’da binlerce insanı, yıllarca<br />

sorgusuz sualsiz tutuklarken delil mi<br />

vardı?<br />

Sizin polisiniz her yıl binlerce siyahîyi<br />

sokak ortasında öldürürken mahkeme<br />

kararı mı soruyor?<br />

Irak’ı işgal ederken delil mi bulmuştu-<br />

27<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ENES BAŞ<br />

nuz?<br />

Pardon..<br />

Irak’ı işgal ederken Saddam’ın elinde kimyasal<br />

silah olduğunu ileri sürmüştünüz değil mi?<br />

Ve bunu bütün dünyaya inandırmıştınız. Sonra<br />

ortaya çıktı ki, bu kuyruklu bir yalanmış.<br />

Irak’ta kimyasal silah falan yokmuş meğer dünyayı<br />

kandırarak, koca bir ülkenin ırzına geçmiş, anasını<br />

ağlatmışsınız.<br />

İşte siz böyle düzenbazsınız. Günah galeriniz o<br />

kadar büyük, sabıka dosyanız o kadar kabarık ki..<br />

Hangi birini sayalım? Soykırım yaptığınız binlerce<br />

Kızılderili’yi mi, Vietnam’da katlettiğiniz binlerce sivili<br />

mi, Japonya’ya attığınız atom bombasını mı?<br />

Tabi siz dünyanın dayısısınız!.. Size kim hesap<br />

sorabilir?<br />

Şimdi kalkmış, kucağınıza oturttuğunuz hoca<br />

kılıklı sahtekârı teslim etmemek için işi yokuşa sürüyorsunuz.<br />

Demek ki, hâlâ bu sahtekârın kullanım süresinin<br />

dolmadığını düşünüyorsunuz.<br />

Bakalım bu esfeli safilini daha hangi kirli oyunlarınıza,<br />

hangi kanlı planlarınıza alet edeceksiniz?!<br />

Fakat dikkat edin, beslediğiniz yılan gün gelip sizi<br />

de sokmasın.<br />

Hainlik bunların genlerinde vardır; kırk yıl ekmeğini<br />

yedikleri Türkiye’ye bu alçaklığı yapanlar yarın<br />

size neler yapmaz!<br />

İnşallah tez vakitte o günleri de görürüz.<br />

Güya dostuz, güya stratejik ortağız, güya müttefikiz<br />

Amerika’yla..<br />

Böyle dost düşman başına!<br />

27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz…<br />

Şimdiye kadarki her darbenin içinde mutlaka bu<br />

müttefikimiz var.<br />

Niye?<br />

Hoca kılıklı bir meczubu, 70 yıllık müttefiklerine<br />

tercih ettiklerine göre mutlaka “geçerli” bir sebepleri<br />

vardır herhalde.<br />

Bilmiyoruz, söylerlerse öğreneceğiz.<br />

Ama ne zaman ki Türkiye’nin güdümlerinden çıkmaya<br />

çalıştığını hissetseler, ne zaman ki Türkiye’yi<br />

yönetenlerin kendilerine olan sadakatinden şüpheye<br />

düşseler anında düğmeye basıyorlar.<br />

Menderes’i, Özal’ı, Erbakan’ı hangi gerekçeyle<br />

tasfiye ettilerse, bugün Erdoğan’ı da aynı nedenle<br />

tasfiye etmek istiyorlar.<br />

Tüm bu ikircikli tavırlardan anlıyoruz ki..<br />

15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünün tetikçisi<br />

FETÖ, azmettiricisi Amerika’dır.<br />

Bundan artık hiç kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur.<br />

Buna rağmen Türkiye, dört klasörden oluşan bir<br />

dosya hazırlayarak terörist başının iadesini resmen<br />

talep etmiş. Bakalım, bu sefer ne bahane bulacaklar?<br />

Muhtemelen bu deliller, terörist başının darbeyle<br />

iltisaklı olduğunu kanıtlamaz diyecekler.<br />

Zaman kazanacaklar. Çok çok sıkışırlarsa başka<br />

ülkeye gönderecekler.<br />

Tabi ‘Türkiye ile olan dostluğumuzun gereğini<br />

yerine getirdik’ demeyi ihmal etmeden.<br />

Biz de bu büyük şeytanla, pardon büyük müttefikimizle<br />

model ortaklığa devam edeceğiz.<br />

Ya Rab! Sen milletimizi devletimizi koru. Bize güç,<br />

kuvvet ver.<br />

Şehitlerimize rahmet et. Şehitlerimizi cennetinde<br />

ağırla. (Amin)<br />

Selam ve Dua ile..<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

28


MAKALE<br />

BALKANLAR’IN 15 TEMMUZ NÖBETI<br />

SEYYID EMİN<br />

Tarihin akışını değiştirecek olayları<br />

teknolojinin de “yardımıyla” hazmedemeden<br />

yeni olaylarla karşı karşıya kalıyoruz.<br />

15 Temmuz’da yaşadığımız saldırı ve bu<br />

saldırıya karşı ki dik duruş, tarihin akışı değil<br />

bizzat tarihin kendisi. İnsan kendisinin içinde<br />

yaşadığı bir olayı hiçbir zaman tam anlamıyla<br />

kavrayamaz. Bizler de 15 Temmuz’u<br />

yaşayanlar olarak hain darbe girişiminin<br />

vahametini, darbe girişimine halk tarafından<br />

indirilen darbenin haşmetini tüm boyutlarıyla<br />

kavrayamayacağız. Ancak yıllar sonra<br />

torunlarımız tarih kitaplarında nice zaferlerin<br />

yanında “Halkın gücü, tankın gücünü yendi”<br />

başlıklı dersleri görürken bizden çok daha iyi<br />

anlayacak yaşananları.<br />

15 Temmuz gecesi hareketlenme başladığında<br />

bir yandan televizyondan diğer yandan<br />

sosyal medyadan ne olduğunu anlamaya çalışırken<br />

TRT spikeri Tijen Karaş’ın silah zoruyla<br />

da olsa okuduğu bildiri sonrası maatteessüf<br />

zihnime Kenan Evren’in siyah beyaz televizyonda<br />

elindeki kâğıttan okuduğu bildiri yansıdı.<br />

Dudaklarımdan da gayri ihtiyari olarak<br />

“2016 yılında 80’leri mi yaşayacağız” sorusu<br />

döküldü. Aslında bu Balkanlarda yaşayan<br />

tüm soydaşların aklındaki soruydu. İnsanlar<br />

bir yandan bu sorulara cevap ararken diğer<br />

yandan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep<br />

Tayyip Erdoğan’ı merak ediyordu. Erdoğan<br />

televizyona bağlanıp meydanlara çıkın<br />

dediğinde hiç garipsemeden, sorgulamadan<br />

bayraklarımızı aldık ve Türkiye Cumhuriyeti<br />

Üsküp Büyükelçiliği’nde toplandık. Yapılan<br />

açıklamayı (Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye<br />

Cumhuriyeti vatandaşlarına sesleniyordu)<br />

yadırgamadan meydanlara indik çünkü ortada<br />

bir adaletsizlik, hukuksuzluk, milli iradeye<br />

saygısızlık vardı ve biz Üsküp’ü, Saraybosna’yı,<br />

Prizren’i, İstanbul’un kardeşi olarak görüyorduk.<br />

Kardeşlerimiz Türkiye’de tanka tüfeğe<br />

karşı dik dururken bizim sağanak yağmur<br />

karşısında eğilmemiz beklenemezdi. Çünkü<br />

biz “beraber yürümüştük bu yollarda ve beraber<br />

ıslanacaktık yağan yağmurda”.<br />

Makedonya Türk Sivil Toplum Teşkilatları<br />

Birliği’nin (MATÜSİTEB) çağrısıyla ülkenin<br />

dört bir yanında “Milli İradeye Destek, Darbeye<br />

Hayır” mitingleri düzenlendi. Hain darbe<br />

girişimi Makedonya’nın başkenti Üsküp’te<br />

olduğu gibi Gostivar, Kırçova, Ohri, Radoviş<br />

ve diğer şehirlerde yapılan mitinglerle<br />

kınandı. Mitinglere Türklerin yanı sıra Arnavut,<br />

Boşnak, Torbeş ve Romanlar katıldı. Makedonya<br />

Müslümanlarının Türkiye’ye destek<br />

mitingine neden katıldığı yönündeki olası bir<br />

soruya cevaben diyorum ki: “Üsküp meyda-<br />

29<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SEYYİD EMİN<br />

nına çıktık çünkü insanız. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />

Müslümanız. Üsküp meydanına çıktık çünkü adaletsizliğe<br />

karşı sessiz kalamayız, vatansız yaşayamayız, bir daha<br />

Srebrenitsa’lar yaşansın istemiyoruz, çünkü Türkiye nezle<br />

olduğunda biz öksürüyoruz, çünkü Türkiye’nin en küçük<br />

sevincinde seviniyor tırnağı incinse üzülüyoruz. Üsküp<br />

meydanına çıktık çünkü bazılarımızın ismini bile ilk kez<br />

duyduğu Patani’de yetimlerin başının okşanmasına devam<br />

edilmesini istiyorduk. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />

Kudüs rüyamız var, çünkü Suriye’de binlerce masum<br />

“insan” şehit ediliyor, çünkü Çanakkale’de dedelerimiz yatıyor,<br />

çünkü ülkeler arasında konan sınırlar gönüllerimizde<br />

geçerli değil diyoruz. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />

Üsküp’ü, Prizren’i, Saraybosna’yı İstanbul’un, Konya’nın<br />

Şanlıurfa’nın kardeşi görüyoruz, çünkü söz konusu olan<br />

çocuklarımızın geleceği, çünkü Hira Dağı’nın çocukları<br />

olarak Olimpos Dağı’nın çocuklarına söyleyeceklerimiz<br />

var. Üsküp meydanına çıktık çünkü başka Türkiye yok<br />

ve İslam âlemine kol kanat gerecek başka devlet de yok.<br />

Üsküp meydanına çıktığımızda bunların hiçbiri gerçekleşmese<br />

bile biz ağzında bir damla su; İbrahim’in ateşini<br />

söndürmeye giden karınca misali safımızı belli ettik”.<br />

Mitinge katılan ve gözyaşlarına hâkim olamayan yürüme<br />

engelli kardeşimiz Ertan Şakir, Recep Tayyip Erdoğan’la<br />

Üsküp, Priştine ve Tiran’da üç defa görüşmüş. Türkiye<br />

sevdalısı Ertan, darbe gecesinde ise sabaha kadar uyumadığını,<br />

haberleri takip ettiğini ve bolca dua ettiğini<br />

söylüyor. Ümmetin son kalesinin,<br />

Üsküp nöbetinde bir diğer nöbetçi de 70 yaşındaki<br />

Nazmi abi. Bir elindeki koltuk değneğinden ve diğer<br />

elindeki Türk bayrağından güç alarak yürüyor. Mitinge<br />

katılan Makedonya’nın önemli şairlerinden Mehmed Arif<br />

ise tercüman oluyor hissettiklerimize: “Sancak düştüğü<br />

yerden kalkar, biliriz. Balkanların refahı Türkiye’ye bağlıdır,<br />

bunu da biliriz. Bu bağ 6 asırlık Osmanlı hâkimiyetinde<br />

dokunmuştur. Balkan Savaşları’ndan sonra bu topraklardan<br />

çekilen Osmanlı’nın Balkanlarda kalan Anadolu<br />

evlatlarıyız biz. Dolayısıyla sancağın düştüğü yerde nöbet<br />

beklemekteyiz”.<br />

Türkiye’ye destek mitingleri Bosna-Hersek, Bulgaristan,<br />

Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Sırbistan gibi Balkan ülkelerinde<br />

de düzenlendi. Şehitler için gıyabi cenaze namazları<br />

kılındı, hatmi şerifler indirildi, dualar edildi. FETÖ’nün<br />

darbe girişiminin püskürtülmesi dolayısıyla tarihi Üsküp<br />

Türk Çarşısı’nda şükür kurbanları kesildi. Cuma hutbelerinde<br />

bu hain girişim kınandı, anavatana dualar edildi.<br />

15 Temmuz hain darbe girişimi dünyada olduğu gibi<br />

Balkan medyasında da önemli yer tuttu. Makedonya ve<br />

Balkanlarda Türkiye Devleti ve milleti ile hareket eden<br />

soydaşların yanı sıra Avrupa’nın arka bahçesi görevini yürüten<br />

medya kuruluşları da darbe yanlısı yayınlar yaptılar.<br />

Biz bir yandan meydanlarda Türkiye’nin hissettiklerini hissetmeye<br />

çalışırken diğer yandan Türkiye’ye ve Erdoğan’a<br />

karşı mesnetsiz suçlamalarda bulunan Batı medyasının<br />

tercümanlığını yapan bir takım medya kuruluşlarına karşı<br />

da dik durduk. Darbe yanlısı medya organlarında “Korkak<br />

Erdoğan”, “Demokraside ve diktatörlükte yapılan darbeler<br />

arasında fark var”, “Darbeyi başaramayan bir ülkeye lanet<br />

olsun”, “Tebrikler, darısı bizim başımıza”, “Korkak Erdoğan<br />

telefonla çağrı yaparak halkın arkasına gizlendi”, “Türkiye<br />

yeni ‘Sultanı’na kavuştu”, “Erdoğan’ın görünüşteki zaferi”,<br />

“Erdoğan adım adım mutlak güce yaklaşıyor” vs. ifadeler<br />

kullanıldı. Bu bizi şaşırtmadı çünkü küfür tek milletti.<br />

Meydanlarda vatan nöbetini tuttuğumuz gibi medyada<br />

da nöbet tutulmalıydı. Makedonya’da Türkçe yayın yapan<br />

TİMEBALKAN haber sitesi 15 Temmuz sonrası yaptığı<br />

haberler ve ulaştırdığı anlık bilgilerle gündemin nabzını<br />

tuttu, FETÖ ve darbe yanlısı medyaya gereken cevabı<br />

verdi. Sitede yayınlanan bir analizde Makedonya’nın<br />

önemli münevverlerinden Prof. Dr. İsmail Bardhi muhalefet<br />

medyasının darbeci tutumunu “Türkiye’ye taş atan<br />

kimi gazeteci veya analist şarlatanlar hakkında konuşmak<br />

israftan öte bir şey değildir” ifadeleriyle eleştirdi.<br />

Günün erken battığı 15 Temmuz’da geceyi mimar onardı.<br />

Türkiye dünya mazlumlarının dualarıyla ayakta kalmayı<br />

başardı. Bu tümceyi yazıyı güzelleştirsin diye değil,<br />

hain darbe girişiminden sadece 3 hafta sonra Üsküp’te<br />

yaşanan selde müşahedelerimle bizzat şahit olduğum<br />

için yazıyorum. 6 Ağustos 2016 tarihinde Makedonya’da<br />

yoğun olarak Üsküp ve Kalkandelen civarını etkileyen<br />

sel felaketi meydana geldi. Resmi rakamlara göre 20 kişi<br />

öldü, 70’in üzerinde kişi yaralandı ve 1000’den fazla kişi<br />

de tahliye edildi. Sel sonrasında birçok devlet az veya çok<br />

Makedonya’ya yardımlarını açıkladı. Peki Türkiye ne yaptı?<br />

(Türkiye’nin yapmış olduğu yardımların maddi karşılığının<br />

850 bin avroyu geçtiğini belirtelim) TİKA, Kızılay, AFAD,<br />

İstanbul, Bursa Büyükşehir Belediyeleri ve diğer belediyelerle<br />

Üsküp’e geldi. Sel bölgesinde kamp kurdu, itfaiye<br />

araçlarıyla Makedon yetkililerin bile girmediği Müslüman<br />

mahallelere girerek temizlik yaptı ama ayrımcılık yapmadı,<br />

caminin karşısındaki kiliseyi de temizledi, papaza çay<br />

ikram etti. Evleri yaşanmayacak hale gelen selzedelere<br />

çorba kaynattı, çocuklarla oyun oynadı, dertleriyle hemdert<br />

oldu, çay içti, kardeşliği hatırlattı ve bunun karşılığında<br />

yaşlı gözlerden, tebessümlü yüzlerden en güzel<br />

duaları alarak sel bölgesinden “Allah sizlerden razı olsun”,<br />

“Türkiye, Türkiye” nidalarıyla geri döndü.<br />

Mazlumların dualarıydı darbe girişimi gecesi Atatürk<br />

Havalimanı’nda Metin Doğan’ı bir tankın önüne yatıran.<br />

Bu dualardı Mustafa Özbey’e Malatya’da darbecilerin<br />

bıraktığı tankı kullandıran. Bu dualardı “Nene Hatun”un ete<br />

kemiğe bürünmüş hali Şerife Boz’u darbe girişimine karşı<br />

kamyonla Taksim’e çıkaran.<br />

Basübadelmevte olan inançtı Şehit Ömer Halisdemir’e<br />

ölümü emreden komutanına “Baş üstüne komutanım”<br />

dedirten. Ve o gece meydanlara çıkan milyonlarca insanı<br />

konuşup sözleşmişçesine Mehmet Akif’in dizelerini hayata<br />

geçiren:<br />

“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar<br />

Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var”<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

30


MAKALE<br />

15 TEMMUZ GAZİSİNDEN “O” GECE<br />

UĞUR MAMATİ<br />

Olayları şuradan buradan<br />

duyan biri olarak değil 9 saat<br />

boyunca Boğaziçi Köprüsünde<br />

olan biri olarak size hayatımda<br />

kolay kolay unutmayacağım<br />

geceyi anlatayım:<br />

Asker, köprüyü kapattıktan yaklaşık 1<br />

saat sonra direkt köprüye gittim. Ben<br />

oraya vardığımda halk henüz toplanmamıştı.<br />

Kısa bir zaman dilimi içinde ortalık<br />

kalabalıklaştı. Köprünün Anadolu/Avrupa<br />

girişinin gişe kısmının yaklaşık 20 metre<br />

gerisinde yoğunlaşıldı. İnsanların giderek<br />

kalabalıklaşmasından korkmuş olacaklar<br />

ki asker, havaya ateş açmaya başladı.<br />

İlk uyarı ateşlerinden sonra “Bu iş böyle<br />

gitmez, üzerlerine gidelim nasıl olsa bize<br />

ateş etmezler” diye düşünen ve içinde<br />

benim de olduğum yaklaşık 50 kişi, gişeleri<br />

de geçerek askerin 15 metre önüne<br />

kadar geldik ki asker sivil vatandaşın<br />

üzerine ateş açtı. Bayrak açmaya çalışan<br />

iki gençten birini bacağından diğerini<br />

omzundan vurdu. 1 metre kadar önümde<br />

yaşı 60 civarı olan bir amcayı ağzından<br />

vurdular. O yürüyüş esnasında 20’ye<br />

yakın kişi vurularak yaralandı. Koşarak<br />

OGS gişelerinin beton duvarlarının arkasına<br />

saklandık. Kısım kısım, 1 saate yakın<br />

bir zaman duvarların arkasında kalındı. O<br />

sırada askerin daha geride ki halk üzerine<br />

atışı devam ediyordu. Kimimiz koşarak<br />

geriye geldi, kimimizi polisler gelip aldı;<br />

ancak asker üniforması giymiş teroristler<br />

herkesin geriye gitmesine izin vermedi<br />

ve ateşi sıklaştırınca aradaki duvarda<br />

uzun süre mahsur kalan gençler oldu.<br />

Askerin bu tutumunu gören polis, halkı<br />

korumak için gişelerden 30 metre kadar<br />

geride barikat kurdu. Akrep ve itfaiyeler<br />

ile barikatı güçlendirdi. Ben, geriye geldikten<br />

sonra ise özellikle ilk 2 saat (00.00<br />

ile 02.00 arası) askerin <strong>aralık</strong>lı atışları<br />

devam etti. Çok <strong>sayı</strong>da insan ya direkt<br />

hedef olarak ya da seken kurşunlardan<br />

yaralandı ve genellikle motorsikletlerle<br />

hastanelere taşındı. Bir zaman sonra<br />

önce bizden olduğunu zannettiğimiz bir<br />

tank, metrobüs yolundan gelerek asker<br />

grubuna dahil oldu. O sıra, ateş sesi pek<br />

27 31<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


UĞUR MAMATİ<br />

duyulmadı; ama çok geçmeden tekrar sivil halk arasından<br />

kurşunla yaralanan insanlar artmaya başladı.<br />

İlk tankın geçişinden yaklaşık 1 saat kadar sonra da<br />

Beylerbeyi yönü tarafından bir zırhlı askeri aracın<br />

hızla vatandaşın üzerine tankı sürerek aynı zamanda<br />

kapağından çıkmış bir askerin sağa sola ateş açarak<br />

geçişine şahit olduk. O sıra insanlar reklam panolarının<br />

arkasına saklandı.<br />

Polis ve orada ki halk tarafından BÜTÜN GECE<br />

BOYUNCA TESLİM OL ÇAĞRISI YAPILDI ANCAK<br />

KİMSE ORALI OLMADI. Polisin de silahlarını kullanmaya<br />

başlamasından sonra asker, bu sefer tankını<br />

kullandı. 2 kere boş toprak alana 1 kere insanların<br />

seyrek olarak bulunduğu alana top atışı yapıldı. Son<br />

atışı ise 1 tomayı hedef alarak yaptı. Tomanın metrelerce<br />

sürüklenişine şahit oldum. Ayrıca gece boyunca<br />

köprüye mevzilenmiş bir keskin nişancı gerek<br />

halka gerek polise gerekse araçlara ateş açtı.<br />

Sabah saatlerine yakın, vatandaşın yarısı geri döndü;<br />

ancak kalan <strong>sayı</strong> azımsanacak gibi değildi. Teslim<br />

olma süreçleri ise sabah 06.30 sularında başladı.<br />

Son çırpınışlarını sergileyen asker mühimmatının da<br />

bitişiyle (teslim alındıktan sonra mühimmatlarının<br />

kalmadığı fark edildi) ilk silah bırakıp elleri havada<br />

teslim olmaya başladı. Halkın üzerine doğru geldiğini<br />

gören bazı askerler, tekrar silah alıp ateş etmeye<br />

çalışsa da teslim alındılar.<br />

Bu süreçten sonra yaşanılanlara da şahit oldum.<br />

Evet bazı çirkin durumlar yaşandı, olmaması gereken<br />

durumlar oldu; ancak bunu yapan kesim oldukça<br />

azdı. Halkın geneli ihtiyatlı yaklaştı...polislere<br />

yardım etti...ve uzun bir uğraştan sonra teslim alınan<br />

askerler, otobüslerle olay yerinden uzaklaştırıldı.<br />

Günlerdir paylaşılan şeylere bakıyorum. Çoğunun<br />

orada olmadığını anlamak uzun sürmüyor. Bir<br />

taraf aşırı müthiş tablo çizerken diğer taraf ortada<br />

efsane vahşet vardı diyor. Herkesin kendince haklı<br />

olduğu noktalar var. Evet, ortada emir alarak iş<br />

yapan gençler erler var ve halkın askere yaptığını<br />

doğru bulan da bulmayan da var.. ben buna da<br />

şöyle bakıyorum: Dün gece orada abisini kaybedip<br />

babası yaralanan adam da var, taa Altunizade<br />

durağından durumu izleyen de... Haliyle normal<br />

bir kafayla yapılmış şeyler değil bazı olaylar. Ayrıca<br />

ortada bir debdebe durumu söz konusu. O yüzden<br />

kalkıp da bu pek hoş olmayan olayı gerçekleştiren<br />

insanlara siz insan değilsiniz tribine giren insanlara<br />

pek itibarım yok. Er mevzusunda fikrime gelince:<br />

Evet, bunlar emir eri askerler. Yap dersin yaparlar.<br />

Bir akşamüstü kalk dediler kalktı, bin dediler bindi.<br />

Buraya kadar tamam; ancak in dedikleri yer, “Boğaz<br />

Köprüsü”ydü; sık dedikleri insanlar, kendi halkıydı<br />

ve polis, 8 saat boyunca teslim ol çağrısı yaptı. Tüm<br />

bunlara rağmen onlar halkına sıktı. Bayrak açan kardeşine<br />

sıktı. Polise teslim olmadı. “Sivil halka sık ulan”<br />

diyen üstü yerine halka sıktı. İşte orada duracaksın.<br />

Bu topraklarda emri uygulamamak için intihar eden<br />

erler de oldu, kendine sıkan erler de...<br />

Kendi halkına “bomba at” emri veren Esed’e rest<br />

çekip hava kuvvetlerinden ayrılan Suriyeli askerler<br />

de oldu. Bu çocuklar, fotoğraflarda korkmuş görünüyorlar.<br />

Ben de olsam o halkın öfkesinden korkardım.<br />

Bir tarafım bu şekilde dövülmelerine razı değil;<br />

ancak kesin bildiğim bir şey varsa masum değiller.<br />

Bizim savunduğumuz ve sevdiğimiz asker ruhuna<br />

erişmiş değillerdi. Onurlu bir Türk askeri -özellikle de<br />

yaşı henüz kalbi kurumayacak kadar ufaksa- bunu<br />

yapmamalıydı; ancak olan oldu. Canlarını yitirenler<br />

ve yaralananlar var; ancak hangi taraf kazandı<br />

derseniz, bence sahada kazanan yok. Elbette devlete<br />

ve millete yapılan bu girşimi geri püskürten<br />

vatandaş işin bu kısmını kazandı; ancak onca ölen<br />

insanı görüp onca yaralıya müdahale edip üstüne<br />

bir de bunu yapanın aldığı emri koşulsuzca uygulayanın<br />

ve halkına sıkanın sözde Türk askeri olduğunu<br />

gördükten sonra “kazandık” diyemedim. Kısaca: Asker<br />

sıkmadı diyene: ASKER SİVİLE SIKTI! Gözümün<br />

önünde öldüler! Yaralandılar! Eve gittiğimde farkına<br />

vardım ki sağ bacağımdaki pantolonumun kumaşını<br />

bir kurşun sıyırmış. Sol bacağım da ise askeri aracın<br />

üzerimizden geçtiği sırada refüjlerden yeşilliğe atlarken<br />

yuvarlanarak oluşan büyük morluklar var. !! Halk<br />

sadece yandaşlardan oluştu diyene: HALK, BİR BÜ-<br />

TÜNDÜ! Ak Parti-Chp-Mhp diye ayrışmadı kimse.<br />

Kur’an okuyan teyze de vardı, andımızla gezende...<br />

“Halk, askeri katletti teslim olunca” diyene: VATAN-<br />

DAŞIN ÇOĞU SAKİNLİĞİNİ KORUDU! Olabildiğince<br />

soğuk kanlı kalındı.Elbette bazı gruplar oluştu; ancak<br />

onların içlerindekilerin çoğu o gece orada yakınlarını<br />

kaybedenlerdi.<br />

Boşuna inmeyin sokağa diyene ise VATANDAŞ<br />

İNMESEYDİ SABAHA BAŞKA YERE UYANIRDINIZ!<br />

Asker, halka her ne kadar ateş açsa da gözünü tam<br />

karartamadı; ancak polisin üzerine tankla bile ateş<br />

açtı. O gece, askeri durduran halktı. Yobazlar kafa<br />

kesti diyene: KİMSE KİMSENİN KAFASINI KESMEDİ!<br />

Yobaz diye Işidci d iye yaftaladığınız sakallı şalvarlı<br />

adamlar o küçük öfkeli gruplardan teslim olmuş askerleri<br />

ve ölüleri “bize yakışmaz” diyerek korumaya<br />

çalıştı! Olay tamamen bundan ibarettir.<br />

<strong>kusva</strong>.org 28 32


MAKALE<br />

EMRE METİN<br />

LİDERLER<br />

NASIL İLHAM<br />

KAYNAĞI<br />

OLURLAR ?<br />

Gelin dünyada ilk motorlu<br />

uçağı yapan ünlü kardeşleri<br />

anlamaya doğru bir<br />

yolculuğa çıkalım.<br />

Evet hepimizin bildiği Wright Kardeşlere,<br />

Ama onlara gelmeden önce bir<br />

soru soralım “Samuel Pierpont Langley<br />

“ yi tanıyan var mı aramızda ?<br />

Muhtemelen kimse tanımayacaktır..<br />

Yirminci yüzyıl başlarında,<br />

İnsan gücü uçuş arayışları bugünün<br />

en popüler olaylarındandı,<br />

Tüm mucitler bunun arayışındaydı.<br />

Ve Samuel Pierpont Langley bizim<br />

var<strong>sayı</strong>mlarımızla, başarının tam tarifine<br />

sahipti.<br />

Samuel Pierpont Langly’e Savaş bakanlığınca<br />

uçan makineleri, anlaması<br />

için 50.000 dolar verildi.<br />

Harvard’ta bir makam sahibiydi en<br />

iyi yerlerde çalışan, en zeki kişiler ile<br />

bir çok kişiyle bağlantısı vardı.<br />

Oda bu güç ile Paranın bulabileceği,<br />

en iyi beyinleri işe aldı ve piyasa<br />

koşulları harikaydı..<br />

Newyork Times onu heryerde takip<br />

ediyor, ve herkes langley’in tarafını<br />

tutuyordu.<br />

O halde nasıl olurda Samuel<br />

Pierpont Langley hakkında hiç birşey<br />

duymadınız ?<br />

Ama Orville ve Wilbur yani wright<br />

kardeşleri duydunuz ?<br />

Bizim başarının tarifi için değerlendirdiklerimizden<br />

hiç birine sahip<br />

değillerdi, paraları yoktu.<br />

Wright kardeşlerinin takımında bir<br />

tek kişinin bile lise, üniversite eğitimi<br />

yoktu,<br />

Hatta Orville ve Wilburun bile..<br />

Ve New York Times ‘da onları hiç bir<br />

yerde takip etmedi.<br />

Farklılıkları,<br />

29 33<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


EMRE METİN<br />

Orville ve Wilbur’un sebebleri tarafından sürüklenmeleriydi.<br />

Bir amaçlar, bir inanışla…<br />

İnandılar ki, eğer bu uçan makineyi çözebilirlerse,<br />

dünyanın gidişatını değiştiriceklerdi,<br />

Samuel Pierpont Langley amacı farklıydı,<br />

O zengin ve meşhur olmak istiyordu.<br />

O sonucu elde etmeye çalışıyordu, O zenginliği<br />

yakalamaya çalışıyordu..<br />

Ama Samuel birşeyi kaçırıyordu eğer dünyayı<br />

değiştiricek bir şey yapıyorsan, bu para ile değil<br />

inanç ile olacağıydı.<br />

Wright kardeşler ve takımı hayallerine inanarak<br />

kan, ter ve gözyaşları içinde çalıştılar, diğerleri<br />

ise sadece maaş bandrosu için çalıştılar.<br />

Ve nihayetinde 17 <strong>aralık</strong> 1903’te wright kardeşler<br />

uçtular,<br />

Ve orada bunu gözlemleyecek kimse yoktu,<br />

Bir kaç gün sonra neler olduğunu öğrendik.<br />

Langley’in yanlış motivasyona sahip olmasının<br />

bir başka kanıtıda, wright kardeşlerin uçtuğu<br />

gün, oda işinden ayrıldı,<br />

Diyebilirdi ki ;<br />

Arkadaşlar Bu mükemmel bir çalışma ve sizin<br />

teknolojiniz üzerinden bunu geliştireceğim..<br />

Fakat o bunuda yapmadı.<br />

O ilk değildi, zengin olamadı meşhur olamadı,<br />

sonuçta işten ayrıldı..<br />

İnsanlar ne yaptığınızı satın almazlar, yapma<br />

nedeniniz için satın alırlar.<br />

“Eğer insanları sadece işi yapabildikleri<br />

için işe alırsanız, sizin paranız için<br />

çalışırlar.<br />

Ama eğer sizin inandığınız hedeflere<br />

onlarda inanırlarsa Kan, ter ve gözyaşı<br />

içinde sizin için çalışacaklardır.”<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

30 34


MAKALE<br />

İDRİS CİN<br />

GİRİŞİMCİ DOSTU<br />

EKONOMİ MODELİ<br />

ÜLKEMİZİN EKONOMİK<br />

KURTULUŞUDUR!<br />

GİRİŞİMCİLİK PEK ÇOK BAŞARILI İSİM TARAFINDAN YİNE PEK ÇOK KEZ<br />

TANIMLANMIŞ. Girişimciliğe en genel anlamıyla baktığımızda; aksayan bir<br />

sisteme çözüm üretme ve/veya hali hazırda işleyen bir düzene yenilik getirme<br />

ve katma değer sağlama çabasıdır. Girişimcilik dediğimiz bu çaba, karşılığında<br />

ne beklenirse beklensin; ek onomik, kültürel ve toplumsal sistemlerin gelişimini/<br />

değişimini ve sürdürülebilirliğini sağlamak için kritik derecede önemli. Bu<br />

önemin farkına varan ve girişimcilik kültürünü üst seviyeye çıkaran toplumlar<br />

daima önde olmuşlar, oluyorlar ve olacaklar. Çünkü yaratılış fıtratımıza baktığımızda<br />

toplumların bu şekilde sürekli evrildiğini görüyoruz.<br />

GÜNÜMÜZDEKİ DÜNYA DÜZENİNE BAKTIĞIMIZDA; “GİRİŞİMCİLİK”<br />

ALGISINI BENİMSEMİŞ VE BU ALGIYLA EKOSİSTEMLER OLUŞTURABİLMİŞ<br />

TOPLUMLARIN DOĞAL SONUÇ OLARAK DÜNYADA SÖZ SAHİBİ OLDUK-<br />

LARINI GÖRÜYORUZ. Dünyamızın başlangıcından sonuna kadar ki yolculuğunda;<br />

biz insanlığa ne kadar bir yönlendirme ve yönetme iradesi verilmişse;<br />

işte o iradenin bu toplumlarca adeta lokomotif gibi kullanıldığını, diğer toplumların<br />

ise sadece bu toplumların etkisinde ve takibinde olduklarını görüyoruz.<br />

Bu çerçeveden ülkemize baktığımızda ise; son 100 yıllık tablo maalesef tablo iç<br />

açıcı olmada da yeni yeni başlayan kıvılcımlar oldukça umut verici.<br />

DÜNYADAKİ TOPLUMLAR ARASI DENGELERE BAKTIĞIMIZDA; ÜLKEMİZ<br />

BU DENGE İÇERİSİNDE MAALESEF ÜRETEN DEĞİL TÜKETEN BİR KONUM-<br />

DA. Ve yine maalesef ki; ürettiğimiz kalemlerin ise çok azında katma değer<br />

sahibi üretim süreçlerimiz var. Deyim yerinde ise ürettiklerimizde de taşörenlik<br />

yapıyoruz. Arge ve inovasyona (yenilikçiliğ e) dayalı katma değerli üretimler<br />

yapmadığımız için çabalarımızın sonuçlarını yeterince alamıyoruz. Mesela<br />

bir örnek vereyim; önde gelen sanayi illerimizden Gaziantep’in bir yıllık ihracat<br />

hacmi sadece 1 yıllık cep telefonu ithalatımızı ancak karşılıyor. Ülke olarak<br />

gelişen bir ekonomiye sahip olsak da rakamlar, geleceğe yönelik bir şeylerin<br />

35 31<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


İDRİS CİN<br />

artık değiştirilmesi gerektiğine ısrarla ve SOS verircesine işaret ediyor. Arge ve inovasyon<br />

kültürünü ve girişimcilik ruhunu milletimize daha fazla ve daha bilinçli bir şekilde ısrarla ve<br />

sabırla aşılamamız gerekiyor. Elbette bu aşıyı yaparken bu kültürü kendi özdeğerlerimizden<br />

hareketle oluşturabilmeliyiz. Eğer girişimcilik ruhunu ülke insanımıza aşılamayı başarabilirsek<br />

-ki bu o kadar da zor değil- arge ve inovasyona gereken önemi vererek dünyaya katma<br />

değer sağlayan toplumlardan birisi olabiliriz. Bu nedenle girişimciliği ve girişimci dostu<br />

ekonomi modelini ülkemizin çıkış noktası olarak görüyo rum.<br />

BU ÖNGÖRÜDE NE KADAR HAKLI OLDUĞUMU GÜNÜMÜZÜ LİDER TOPLUMLARI<br />

VE LİDER GİRİŞİMLERİ AYAN BEYAN ORTAYA KOYUYOR ZATEN. Arge ve inovasyon<br />

temelli bir girişim sonucu ortaya çıkan bir ürün veya hizmet; tüm dünyadaki tüketim alışkanlıklarını<br />

değiştirebiliyorsa ya da geleneksel iş modellerini bile rafa kaldırabiliyorsa ; bu o<br />

girişimi çıkaran toplumun ekonomik ve kültürel anlamda yükselmesine, zirveye oynamasına<br />

ya da zirvede kalmasına sebep oluyor demektir.<br />

DÜNYADA ÇOK BAŞARILI GİRİŞİM ÖRNEKLERİ VAR; ÜLKEMİZDE DE VAR. Ancak bu<br />

başarı örneklerimizi daha da yaygınlaştırarak geniş tabanlara girişimcilik tutkusunu ve ortak<br />

işe yapabilme, güç birliği yapabilme becerisini yaymamız gerekiyor. Ülke olarak genç bir<br />

nüfusa sahibiz. Bu nüfusu etkili bir şekilde kullanabilmemiz için işsiz üniversite mezunlarımızın<br />

olmaması lazım. Onları da üretken emeğe dönüştürebilmenin en etkili yolu olarak<br />

girişimcilik karşımıza çıkıyor. Kaldı ki ülke olarak bu günkü koşullar ı bir daha yakalayamayabiliriz.<br />

Çünkü şu an sahip olduğumuz genç nüfus potansiyeline ve siyasi iradeye ö<br />

nümüzdeki on yıllarda aynı anda sahip olamayabiliriz.<br />

Bir diğer yandan yabancı sermayedarların, yatırımcıların dikkatini çeken bir ülke olmamız<br />

girişimcilik için ap ayrı bir fırsat. Ülkemize ilgi duyan ve gelen yabancı fonları; patentli iş<br />

fikirlerimizle ve girişimlerimizle kullan malı, katma değerli ürün/hizmet olarak ülkemizde<br />

kalıcı hale getirip tüm dünyanın tüketimine/kullanımına s unmalıyız.<br />

GİRİŞİMCİ BİR TOPLUM OLAMAZSAK GERİDEN GİDEN, İZLEYEN, TÜKETEN OL-<br />

MAKTAN KURTULAMAYIZ. Var olmak, inanç ve değerlerimizle biz kalabilmek ve dünyada<br />

söz sahibi olmak istiyorsak girişimci bir toplum olmamız gerekiyor. Ve bu değişime kendimizden<br />

başlamamız, birey olarak örnek girişimciler olmamız veya girişimcileri desteklememiz,<br />

takdir etmemiz gerekiyor.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

36 32


MAKALE<br />

MUHARREM ALTINTAŞ<br />

DÜNYA<br />

BEŞTEN<br />

BÜYÜK MÜ?<br />

Bilinmelidir ki ideolojiler, sınırlar değişse de bu toprakların<br />

kaderini siz belirleyemeyecek, bu milleti bu topraklardan<br />

sürükleyemeyeceksiniz !<br />

HERKES DAĞDAN İNME SİYASET MAGANDALARINI, MAGAZİNLERİ<br />

KONUŞADURSUN. Birileri tarafım belli demesine rağmen bölgenin vahametini<br />

görmezden gelsin; filmlere konu olması gereken hayatları unutup, film repliklerini<br />

sorgulasın.<br />

Siyonizmin 1000 yıllık planı adlı naraları yıllardır duyuyor, bir o kadar da göz<br />

ardı ediyoruz. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte nokta atışıyla bilgiye ulaşabilmenin<br />

yanı sıra, bu siyonizm denen illetin amacından, niyetinden, gayesinden<br />

ve sözüm ona misyonu ve vizyonundan haberdar olabiliyoruz az çok. Gerçi<br />

‘Vadedilmiş Topraklar’ çığlığını duyduğumuzda haritayı açmak yetiyor olmalı<br />

bizlere.<br />

‘Ortadoğu’<br />

21. YÜZYIL BİZLERİ KAPİTALİZMİN, EMPERYALİZMİN VE SİYONİZMİN<br />

KUCAĞINA ATARAK GEÇMİŞİ UNUTTURARAK KARDEŞİ KARDEŞE KIRDIR-<br />

DI. Bir elin beş parmağını da ayrı yöne baktırdı, küstürdü. Mezheple ayırdı, ırkla<br />

ayırdı. Yüzyıllardır bu topraklarda kardeşçe yaşayan insanları düşman etti birbirine.<br />

Evet, düşman etti. Herkesin yumuşak karnını buldu, vurdu! Hiç acımadan<br />

hem de. Kuklalar bulundu, inandırıldı, oynatıldı. Sazlar çalındı, şarkılar söylendi,<br />

yüzler güldü. Şehitlere ağlanmaz oldu. Ana haberlerde şehitlerin <strong>sayı</strong>sını görür<br />

olduk, isimlerini dahi duymadan rahmet dilediğimiz o şehitlerin sadece <strong>sayı</strong>sını<br />

bilir olduk. Sonra <strong>sayı</strong>lar da unutuldu. Önce şehitler unutuldu, sonra aileleri. Kör<br />

olduk, sağır olduk onlara. Şehitlerimizi birer birer unuturken, gazilik mertebesi<br />

ise gündemde dahi yer almadı. Bu insanların kapısını açan olmadı. Türk milleti<br />

33 37<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MUHARREM ALTINTAŞ<br />

vatanının evladına ne kadar sahip çıkıyor? Okurken kulağa ne kadar da gaddar, kaba geliyor. Birileri<br />

bu milletin ayarıyla oynuyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu unutturuyor. Yanlış sorgulanmaz<br />

oluyor, üstü kapanıyor bir gecede her şeyin.<br />

Bir düzen kurdular, para, silah ve uyuşturucuyla beslediler. Tüm eksiklerden, kullanılabilecek tüm<br />

bilgiden haberdar oldular, herkesi emellerine alet olmak zorunda bıraktılar. Ortadoğu yeniden<br />

şekillenecek dediler ve şekillendirebilmek için feda ettiler yerin altını, üstünü. Demokrasiyi getireceğiz,<br />

şehirleri yeniden yapılandıracak, yapacağız mavalları ile dünyayı uyuttular. Dünya da<br />

uyumak zorundaydı zaten. Oyun büyüktü çünkü. Herkes payına düşeni alıp kenara çekilmeliydi,<br />

oyun oynanmak zorundaydı. 2. Dünya Savaşı sonunda oynanan oyunun benzeri gibi. Boşuna kan<br />

kokusu içerisinde etmemişlerdi yeminleri, dünya haritası değişecek, Vadedilmiş Topraklar kendilerine<br />

halkın eliyle hediye edilecekti. Bunun içindi tüm gayret, çaba. Irak, Filistin, Suriye başta olmak<br />

üzere kazan kaynayacak, yaklaşmaya çalışan nasibini alacaktı. Öyle de oldu, kafa kaldırmaya çalışanlar<br />

sırayla boyun eğmeye başladı. Oyun en korkunç şekilde oynanıyor, tüm dünya izliyordu.<br />

‘Arap Baharı’<br />

ÖYLE BİR BAHAR KOYDULAR Kİ ADINI HİÇBİR KIŞ BİLE GEÇMEDİ BU KADAR AĞIR. Ortadoğu’da<br />

oynanan oyunun adı değiştirilmişti ama hikaye aynıydı, figürler benzer. Vefayı unutup<br />

elveda diyip vicdanımızla baş başa kaldık. Zaten vicdanımızdan başka dostumuz da kalmadı sesimizi<br />

duyacak, hepsini yitirdik.<br />

‘Türkiye’<br />

DÜNYANIN SÜPER GÜÇLERİNİN SİZLERİ ‘DÜNYANIN EN VERİMLİ TOPRAKLARI’NDA RA-<br />

HAT BİR YAŞAM SÜRMENİZ İÇİN BIRAKABİLECEĞİNİ, SİZLERLE UĞRAŞMAYACAĞINI, KO-<br />

LUNUZU KANADINIZI KIRMAK İÇİN FIRSAT KOLLAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORSANIZ HALA<br />

OLAYIN MAHİYETİNİN FARKINDA DEĞİLSİNİZ DEMEKTİR. Bugün usulen dost dedikleriniz sizi<br />

pay edemediği için onlarla dostsunuz, bunu da biliyorsunuzdur.<br />

Yıllardır düşman arıyoruz kendimize, suçlu arıyoruz yaşanan her hadisede. Görünen<br />

köy uzakta değil, nefesini her an ensemizde hissettiğimiz sözüm ona demokrasi elçilerine dönüp<br />

bir bakın isterim. Bakın ki kör olmadığımızı bilsin tüm dünya, bu millet üç maymunu oynamıyor,<br />

oynamayacak; bilinsin isterim. Dost kalmadığının fakat düşmanın da belli olduğunun bilinmesini<br />

isterim. Fakat kimse istemez, bilirim.<br />

Ve son olarak; bilinmelidir ki ideolojiler, sınırlar değişse de bu toprakların kaderini siz belirleyemeyecek,<br />

bu milleti bu topraklardan sürükleyemeyeceksiniz. Gerekirse kapı kapı dolaşacak; sizi konuşacak,<br />

sizi anlatacağız. Bu millet bilecek, farkına varacak; siz bu milletin kılına dahi zarar veremeyeceksiniz.<br />

Beş daimi Birleşmiş Milletler üyesinin, dünyanın en çok silah ihraç eden ülkeler olduğunu gördükten<br />

sonra kimse çıkıp da sahte dostluk çığırtkanlığı yapıp bu milletin sabrını sınamasın.<br />

Dünya beşten büyük fakat Twitter veya Facebook’ta değil;<br />

Türkiye’de büyük, Suriye’de, Filistin’de büyük, Libya’da; Mısır’da büyük ama katiyen Twitter’da, Facebook’ta<br />

değil.<br />

Liderler devletin, halk ise birbirinin kaderini belirler.<br />

iletişim: muharrem.altintas@kelyazar.com twitter.com/kelyazar instagram.com/kelyazar facebook.com/kelyazar<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

34 38


MAKALE<br />

MiHRiBAN CEYLAN<br />

YOLA<br />

ADIM<br />

ATMAK<br />

Bir çin atasözü der ki: ,,En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlar.<br />

HAYAT YOLCULUĞUMUZUN<br />

ILK ADIMI OLAN BIR MUCIZE<br />

NEFESLE BAŞLAYAN EN UZUN<br />

YOLCULUK ANNENIN GÖZÜN-<br />

DE MEYDANA GELEN BEBEĞINE<br />

BAKARKEN KI ILK GÜLÜMSE-<br />

MESIYLE, BEBEĞIN AĞZINDAN<br />

ÇIKAN ILK KELIMEYLE, ILK YÜ-<br />

RÜMELERLE DEVAM EDER. Yolculuklar,<br />

insanı acizlikten olgunluğa<br />

taşıyan en temel araçlardır<br />

yeter ki insanoğlu yollarına adım<br />

atmayı ve adım da sebat sağlamayı<br />

bilsin. Esasında bilmekte o<br />

yolda oluyor… Nice büyük alimleri,<br />

liderleri bir hedef için uğraşan<br />

insanları görünce<br />

o yolun bir yoğrulma adeta insanı<br />

şekle sokma okulu olduğunu<br />

düşünülebilir.<br />

İnsanların liderleri olan peygamberlerin<br />

gittikleri yollara bakıldığında<br />

nasıl bir şekillenme ile<br />

nasıl ilahi bir eğitim ile ruhlarını<br />

şekillendirip adım attıkları, yollarda<br />

kendilerinin sabit kaldığı<br />

gibi diğer bir çok insana da ilham<br />

kaynakları adeta bir güneş olup<br />

aydınlattıkları görülür. Kendileri<br />

yolların karanlıktaki adımlarından<br />

yürüyüp aydınlık amaçları<br />

uğruna hiç yılmadan adım atmış<br />

güneşi yüreklerinde hissederek<br />

ne kadar ilerlediklerini yolun<br />

sonundaki ulaştıkları aydınlık<br />

eflere ulaşınca anlamışlardır.<br />

Efendimiz’in bin bir cefa ile çıktığı<br />

hicretin aydınlık sonuçları bunun<br />

en güzel örneğidir.<br />

YOL BIR MEDRESEDIR, YOL BIR<br />

REHBERDIR, YOL BIR IŞIKTIR.<br />

Tabiri caizse yollar, kalemin kağıt<br />

üzerine bıraktığı bir noktalar gibi<br />

ne kadar anlam ifade edebileceği<br />

neleri oluşturabileceği bilinmezken<br />

mesela kimine göre bir<br />

39<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MİHRİBAN CEYLAN<br />

düzlük oluşturulur o nokta ile, kimine göre başlanılan<br />

nokta ile aynıdır bitirilen yer, kimine düz bir<br />

çizgi oluşturur hiç değiştirmeden yalın bir şekilde<br />

kalıverir yolumuz, kendine şekiller verirken tamamen<br />

yolundayken çizdiğin, kendini özünü temsil<br />

eden sembollere bağlıdır esas mana.<br />

GITTIĞI YOLA DOĞRU ŞEKIL VERMELI DE IN-<br />

SAN. Hani bir söz vardır ameller niyetlere göredir<br />

diye. Yolum uzun, aydınlık ve düzgün olması,<br />

amaç dışına sapmaması işte bu niyet doğrultusunda<br />

olur. Bu niyet bizim yolumuzu dışarıdaki<br />

düşmanlıktan, zarardan korur. Bu derin güzelliği<br />

Derviş Yunus ne güzel özetlemiş amacını : Ben<br />

gelmedim kavga için, benim işim sevgi için. İşin<br />

özü burada kendini gösteriyor, dava insanlarının<br />

nasıl davalarını sahiplendikleri ve hiç şaşmadan<br />

bu yolda gittiklerini bu amaçlarına kenetlenmeden<br />

dolayı olduğu görülüyor. Yolunun şeklini<br />

amacına göre<br />

sıkıca ve sağlamca oluşturabilmeli de aynı zamanda.<br />

PEKI YA YÜRÜYEBILMEK NASIL OLMALIDIR?<br />

bir adım atarken yoldaki her şeye irade göstermekte<br />

sırrın biri... Nasıl ki bir karıncanın Nemrud<br />

‘un yaktığı ateşin içine bırakılan Hz. İbrahim ‘i<br />

ateşten kurtarmak için bir damla suyla yardıma<br />

koşmaya çalışması ve ona gülenlere yolunun<br />

nasıl değişmez sağlam irade ile kurduğunu gösteren<br />

şu cümlesi :<br />

EN AZINDAN HANGI TARAFTA OLDUĞUM<br />

BELLI OLUR.<br />

Budur ki İslam aleminin içinde tutulan tuğlaların<br />

da sağlam olmasının özü karınca zihniyetinin bir<br />

nebze de olsa yaşıyor olması. Bir diğer sır ise kişinin<br />

yüreğinde, kendini yoluna adayabilmesinde<br />

işte o zaman durmadan yola devam eder akarsu<br />

misali. İşte hayat dediğimiz bu yolculuğun temeli<br />

atacağımız adımlarda, yeni çizeceğimiz yollarda<br />

her şeyin gizli olduğu öz bizim ilk adımımızda<br />

gizli. Başlangıçlar satrançta ki ilk hamleler gibidir.<br />

Oyunu nasıl kuracaksın stratejini nasıl geliştireceksin<br />

hepsinin şekillendiği her şeyi içine sığdıran<br />

noktalardır ilk hamleler.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

40


MAKALE<br />

ŞENER MENGENE<br />

TÜRKİYE’DE<br />

YENİ GENÇLİK<br />

POLİTİKALARI<br />

Bugünümüz, yarınımız ve<br />

geleceğimizin teminatı<br />

olan gençlerimize ülkemizin<br />

kalkınmasında önemli<br />

görevler düşmektedir.<br />

Bu manada gençlerimizin iyi bir eğitim<br />

alması, çağın gerektirdiği teknik<br />

bilgi ve donanıma sahip olması, milli<br />

ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü,<br />

örf ve adetlerimizi iyi öğrenmesi,<br />

yaşaması ve yaşatması gerekmektedir.<br />

Gençlik ve Eğitim<br />

Öncelikle, gençlerimiz uzman bir<br />

rehber eşliğinde meslek ve eğitim<br />

noktasında kabiliyetleri, ilgi ve becerilerine<br />

göre doğru yönlendirilmelidir.<br />

Bu konuda ailelere, rehber öğretmenlere,<br />

eğitimcilere, önemli sorumluluklar<br />

düşmektedir. Doğru okul ve meslek<br />

seçiminde bulunan gençler daha<br />

başarılı olmakta ve kariyer hedeflerine<br />

daha kolay ulaşmaktadırlar. Biz millet<br />

olarak geçmişte eğitimde dünyada<br />

örnek gösterilen bir konumdaydık.<br />

Medrese, Sıbyan Mektebi, Enderun<br />

gibi kurumlarla eğitim alanında tarihte<br />

derin izler bıraktık. Nizamimülk<br />

Medreseleri, Fatih Medreseleri, Şehr-i<br />

Al-i Medreseleri, Sahnı Seman<br />

Medreseleri, Kanuni Medreseleri<br />

dönemlerinde dünyanın en iyi eğitim<br />

kurumlarıydı, yine aynı şekilde başarılı<br />

eğitim hamleleri yapabilecek kabiliyetteyiz.<br />

Bu Bakımdan, gençlerimize<br />

hem teknolojik bilgi hem de milli, dini<br />

ve kültürel değerlerimizi doğru öğretmek<br />

mecburiyetindeyiz.<br />

‘’Bir milletin gerçek gücü tankı<br />

topu tüfeği değil, imanlı, ahlaklı ve<br />

bilgili gençleridir’’<br />

Merhum Başbakan Necmettin<br />

Erbakan Gençlik ve STK Sivil Toplum<br />

Kuruluşları kamu hizmetleri dışında<br />

gönüllülük esası ile hizmet yapan<br />

önemli kuruluşlardır. Sivil Toplum<br />

Kuruluşları, gençlerimiz sosyal hayata<br />

atılmalarında, tecrübe kazanarak<br />

kendilerini geliştirme ve ifade etme<br />

imkânına sahip oldukları mecralardır.<br />

Sivil Toplum Kuruluşları gençlerimize<br />

özgüven kazandırmakta ve hayatta<br />

birçok alanda karşılaşacakları sorunla-<br />

35 41<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ŞENER MENGENE<br />

rın üstesinden gelme becerisine sahip olmada<br />

önemli faydalar sağlamaktadır. Bakınız, hiçbir<br />

başarıya gül bahçelerinden gidilmez, zahmet<br />

olmadan rahmet olmaz, belirli bir mücadele<br />

ve disiplinli bir çalışma ile elde edilen başarılar<br />

daha kalıcı olmaktadır. Ülkemizde ve dünyada<br />

devlet ve siyasetteki yöneticilerin uzun bir STK<br />

deneyimine sahip olduklarını görmekteyiz.<br />

Gençlik ve Siyaset<br />

Siyaset sorun çözme sanatı ve insana hizmet<br />

etme aracıdır, bunu böyle görmek ve hak için<br />

halka hizmet etmeyi vazife bilmek gerekir. Son<br />

yıllarda siyasette gençlere çokça fırsatlar sunulmaktadır,<br />

belediye gençlik meclisleri, kent<br />

konseyleri, partilerin gençlik kolları, gençlerimize<br />

kendilerini temsil ve ifade etme, özgüven<br />

kazanma ve önemli tecrübeler kazanma imkânı<br />

sağlamaktadır. Yine milletvekili seçilme yaşı<br />

25’e indirilmiş ve gençler mecliste temsil hakkı<br />

bulmuştur. Genç bir kardeşiniz olarak, eğitim<br />

yıllarından itibaren sivil toplum kuruluşlarında<br />

görev yaparak, aynı zamanda genç yaşta gençlik<br />

kollarında görev yaparak önemli bir tecrübe<br />

kazanma imkânımız oldu. Ülkemize faydalı<br />

olma ve kendimizi geliştirme adına her mecrada<br />

yoğun bir gayret içerisinde olduk ve bu<br />

mücadelemize üstün bir gayretle devam etmekteyiz.<br />

Genç bir nüfusa sahibiz, gençlerin<br />

önünde kariyer hedefleri var, imkânlar kısıtlı,<br />

talep çok büyük bir rekabet ortamı ile karşı<br />

karşıya kalmaktadırlar bu nedenle iyi bir eğitim<br />

almak yetmiyor yurtdışı eğitim, yabancı dil İngilizce<br />

Arapça gibi, yabancı dilleri öğrenmek<br />

gerekiyor, öğrencilik döneminde kulüplerinde<br />

ve sivil toplum kuruluşlarında görev almak çok<br />

önemli bir kazanım olmaktadır. Elbette<br />

eğitim almak ve kendimizi yetiştirmek gerekiyor<br />

ama bunun için maddi eğitim yetmez<br />

manevi değerlerimizi ve ahlaki ölçülerimizi asla<br />

unutmamalıyız. Son zamanlarda madde bağımlılığı,<br />

alkol, uyuşturucu, bonzai gibi gençlerimizi<br />

tehdit eden biyolojik bir savaş ile karşı<br />

karşıyayız. Herkese çok görevler düşmektedir,<br />

aileler, devlet, yerel yönetimler, muhtarlar, kanaat<br />

önderleri, emniyet, diyanet, Yeşilay<br />

ve sivil toplum kuruluşları istişare ve işbirliği<br />

içerisinde uyumlu uygulanabilir ve sürdürülebilir<br />

bir çalışma ortaya koymak zorundadır.<br />

Bu ülke bizim, bu gençlik bizim, güvenli bir ortak<br />

gelecek için herkes el ele vermek ve işbirliği<br />

yapmak zorundadır.<br />

Gençlik ve Dava<br />

Cefasını çekmediğiniz bir davanın ve mücadelenin<br />

sefasını süremezsiniz. STK ve siyaset<br />

konusu açıldığında herkesin söyleyecek<br />

sözü var, hatta kimse mangalda kül bırakmıyor<br />

ama bir dernek ve vakıfta görev al, bir partide<br />

gençlik kollarında görev al deyince<br />

kimse görev almak istemez, her alanda bu yaklaşımı<br />

görmekteyiz, siyasette ve iş dünyasında<br />

da aynı şekilde herkes başarılı olmak istiyor,<br />

zengin olmak istiyor, zirveye çıkmak istiyor<br />

ama çalışmadan, emek vermeden,<br />

terlemeden, bu başarılara ulaşmak istiyorlar,<br />

hak etmediğiniz bir başarıya çok kolay ulaşabilirsiniz<br />

ama uzun süreli kalıcı olamazsınız,<br />

kalıcı başarılar uzun süreli sistemli çalışmalarla<br />

mümkün olur.<br />

Genç kardeşlerimize tavsiyemiz; eğitim<br />

yıllarında mutlaka kabiliyet ve ilgi alanlarına<br />

uygun STK’larda, gençlik ve üniversite<br />

kulüplerinde görev almaları ileriki yıllarda siyaset<br />

düşünüyorlarsa mutlaka bir partinin gençlik<br />

ve üniversite teşkilatlarında görev almaları ve<br />

kariyer basamaklarını bir bir çıkmaları daha<br />

sağlıklı bir yöntem olacaktır, çünkü her kademede<br />

yaşanılacak bir tecrübe ve deneyim var,<br />

bu kademeleri sırasıyla çıkanlar yavaşta olsa<br />

uzun vadeli olarak hedeflerine ulaşmaları daha<br />

sağlıklı ve kalıcı olmaktadır. Kendi başınıza karar<br />

veremiyorsanız her bilene değil ama alanında<br />

uzman bir bilene mutlaka sorun, alanında<br />

uzman tecrübeli büyüklerimizin bilgilerinden<br />

istifade etmeyi ihmal etmeyelim.<br />

Türkiye büyük bir zenginliğe ve potansiyele<br />

sahip, genç nüfüsunu doğru<br />

yönlendirerek, iyi eğitip bunu büyük<br />

bir avantaja dönüştüre bilirse, dünyada<br />

hak ettiği etkili bir noktaya ve güce<br />

Şener Mengene<br />

Gazateci - Yazar<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

42 36


MAKALE<br />

GARİP YOLCU<br />

İMAN<br />

BİNASINDA<br />

DAİRE FİYATLARI<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYAN, YAŞADIĞI GİBİ İNANIR SÖZÜNÜN<br />

VUKU BULDUĞU BU YÜZYILDA, DOĞRU VE YANLIŞ AYRIMINI<br />

İNANDIĞI DOĞRULARDAN ZİYADE; YAŞADIĞI DOĞRULARA GÖRE<br />

ŞEKİLLENDİREN ZİHİN YAPISININ ARTMAYA BAŞLAMASINDA<br />

KUŞKUS UZ BİR TUTARSIZLIK HASTALIĞI YATIYOR.<br />

Gerçekle doğruyu ayırt edememekten, yanıldığımız zamanlar olur.<br />

Bazı gerçekler sırf var olduğu için mi gözümüze doğru gelir. Doğrular;<br />

esasen gerçeğin yansıması olan yanlışlar mıdır? Biz, müslümanlar<br />

olarak; aslında doğru olmayan ortamlar içerisinde doğup, yaşayıp; o<br />

ortamı doğru olarak algılayıp, bu toplum müslümanların yaşamasına<br />

uygundur diyerek büyük bir yanlışa sürükleniyoruz. Bu doğru zannettiğimiz<br />

vakaları, yanlış bulduğumuz zaman ise de onu silip atmak<br />

yerine masaya oturup pazarlık yapmaya, doğrular aramaya başlıyoruz.<br />

Örneğin namazın farz ibadet olduğunu bilip de, onu eda etmediğimiz<br />

zaman, olsun; Ben cuma namazına gidiyorum diyerek kendimizi kandırabiliyoruz.<br />

Nefis sanırım tam da burada anlam buluyor ve tutarsızlık,<br />

hal ile dilin çatışması burada filiz veriyor. Her müslümanın bilmesi<br />

gereken ilmi-hal, adı üzerinde ilmin; hal ile yoğru lup, aşk ateşinden<br />

çıkan ekmeğin alınmasıdır. Hal; tam olarak ta ‘’Ayinesi iştir kişinin, lafa<br />

bakılmaz’’ sözünün izahı olsa gerek. O vakit, bu tutarsızlıkların başında<br />

kuşkusuz iman problemleri yatıyor.<br />

43<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


GARİP YOLCU<br />

İMANI DÜNYANIN EN İYİ 65 KATLI BİR BİNASINA BENZETİRSEK VE 5 KAT MESAFE-<br />

Lİ DE BİR TEMELE SAHİP OLDUĞUNU VARSAYARSAK, KUŞKUSUZ; KOLONLARDAN VE<br />

DEMİRLERDEN OLUŞAN TEMEL, İMANIN DA 5 ŞUBESİNİ KAPSAYACAKTIR. O temel ki,<br />

yüksek karbonlu, sağlam demirlerle örülmüş. Örülen demirlere, en kaliteli betonlar dökülmüş.<br />

Statik hesapları tam emniyetli sonuçlar vermiş. Çık çıkabildiğin kadar ruhsat elinde. İlk katlar,<br />

elbette 4 daire üzerine kurulduğundan metrekaresi düşük olacaktır. Belki güneş, deniz, bulut<br />

görmeyecek. Üst kattaki daireler kadar ısınmayacak, hava almayacaktır. Bütçesi ancak o katları<br />

almaya yeten beşer, şehrin o kasvetli kalabalığını, arabaların egzozlarından çıkan dumanları<br />

hissedikçe; keşke daha çok çalışsaydım diyecektir. Ne olursa olsun, O(!) balkon kenarlarında<br />

fazla eğleşmedikçe, ocağı, sobayı iyice kontrol ettiği takdirde güvendedir. Güneş almasa da<br />

dünyanın en iyi binasında oturma şerefine laiktir. Orta katlar, 3 daire üzerine kurulduğundan<br />

metrekaresi alt katlara nazaran daha fazla, kullanış alanı daha büyük, ısınma olasılığı ve risk<br />

alma oranı daha iyi. Bu dairede oturan bireyler alt dairelerde oturanlara nazaran, daha muteber<br />

ve de çalışkan. Manzarası daha da güzelleşmeye başlamış, kalabalığın gürültüsü yerini<br />

yağmurların taşıyıcıları olan bulutlara ve arasında uçuşan hayvanata bırakmış. Bedensel sorunları<br />

ruh mekanizması ile yenmeye başlayan ahsen-i takvimden oluşuyor olsa gerek. Üst<br />

katlar ise ikişerli ve tek daire dubleksten oluştuğu için, tarifler geçersizlik boyutu kazanıyor,<br />

vakti nakde, taklidi-tahkike geçirenlerin evi tam da burası olduğundan kelimeler hissiyata dönüşüyor.<br />

(LA İLAHE İLLALLAH) İŞTE BU YETMİŞ BÖLÜMDÜR Kİ HER 10 KATI BİR NEFİS MER-<br />

TEBESİ TAŞIYOR. EmareLevvame, Kamile’ye doğru ilerliyor. Arada kalmış mülhime,kendine<br />

kızıyor. Çalışma saatleri, manzara, sükut artıyor. Söz gümüşse, sükut altındır sözü tam da burada<br />

hasıl oluyor. Kendini bir davaya adamış olan nesiller, ruh savaşçıları, diriliş erleri kendi ne<br />

samimi bir şekilde çalışarak , fiyatı ne olursa olsun bu binadan daire almalıdır. Doğruyu- yanlışı,<br />

hayattaki manzarayı; nefsi aradan kaldırarak görmelidir. Aksi takdirde doğru zannettiğimiz<br />

vakalar tekrardan masaya yatırılıp tartışılmaya devam edecek, tutarsızlık hastalığı reçetesiz<br />

kalacak ve de fizik ortam hiç bir zaman metafiziğe açılamayacaktır..<br />

Kutlu bir yolun, garip yolcusu...<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

44


CAMİİ<br />

RABİA KOYUNCU<br />

AHİ ÇELEBİ<br />

CAMİİ<br />

İstanbul’un en eski<br />

ve en küçük bir o kadar<br />

da zarif eserinden<br />

bahsedeceğim size :<br />

Ahi Çelebi Cami<br />

EMİNÖNÜ’NDE BULUNAN<br />

BU CAMİ her ne kadar küçükte<br />

olsa İstanbul’un manevi sahasında<br />

çok önemli bir yer tutmaktadır.<br />

Evliya Çelebi’nin seyahatnameyi<br />

yazmasına vesile<br />

olan camidir Ahi Çelebi Cami,<br />

Cami’ye kendi adını verdiği Ahi<br />

Çelebi; 1432 tarihinde doğmuş<br />

Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazid<br />

, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni<br />

Sultan Süleyman döneminde<br />

yaşamıştır. Candaroğlulları’nın<br />

hizmetindeyken İstanbul’a gelip<br />

Mahmut Paşa’da doktorluk yapmaya<br />

başlar daha sonra da Fatih<br />

Darüşşifası’nın (hastanesinin)<br />

başhekimi olmuştur. Doksan<br />

yaşında hacca gitmiş, dönüş yolunda<br />

Mısır’da 1524 yılında vefat<br />

etmiştir.<br />

CAMİNİN EN ÖNEMLİ<br />

ÖZELLİĞİ birincisi helal kazançla<br />

yapılmasıdır ikincisi ise bu camide<br />

görülen bir rüya sonucunda<br />

Evliya Çelebi’nin ünlü eseri<br />

Seyahatname’nin ortaya çıkmasında<br />

büyük rol oynamasıdır.<br />

Evliya Çelebi’de zaten Seyahatname’de<br />

ilk olarak her şeyin bir<br />

rüya ile başladığını anlatır kendi<br />

kaleminden rüya aynen şöyledir,<br />

EVLİYA ÇELEBİ 1630 yılı<br />

muharrem ayının aşura gecesi<br />

İstanbul’daki evinde, “uyku ile<br />

uyanıklık arasında” bir rüya görür.<br />

Yemiş iskelesi yakınında helal<br />

mal ile yapılmış eski bir cami<br />

olan Ahi Çelebi Cami’nde, sabah<br />

namazı vaktinde minberin di-<br />

41 45<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


RABİA KOYUNCU<br />

binde oturmaktadır. Birden kapılar açılır<br />

ve caminin içi nurdan bir cemaatle doluverir.<br />

Sahabe-i kiramdan büyüklerinde<br />

orada bulunduğunu öğrendiğinde hayranlıkla<br />

onları seyreder. Mihrapta bulunan<br />

ve namaza imamlık yapan zatın ise<br />

Peygamber Efendimiz (sav) olduğunu<br />

öğrenir ve heyecandan ne yapacağını<br />

şaşırır. Kılınan namazın ardından yanında<br />

bulunan sahabelerden biri ile şefaat<br />

istemek niyetiyle Efendimiz’in yanına<br />

varır, elini öper. Ancak O’nun güzelliğinin<br />

verdiği heyecanla dili sürçerek ‘ Şefaat<br />

Ya Resulallah’ diyeceği yerde, ‘ Seyahat<br />

Ya Resullah’ der. Bu durum efendimizin<br />

hoşuna gider, tebessüm eder ve seyahatinin<br />

hayırlı olması için dua eder. Çelebi,<br />

sabah uyanır ve hemen Kasım Paşa<br />

Mevlevi Dergahı’na gider Şeyh Abdullah<br />

Dede’ye rüyasını tabir ettirir ve büyük bir<br />

Seyyah olacağı müjdesini alır. Şeyh önce<br />

İstanbul’u gezmesini sonra diğer şehir<br />

ve ülkelere seyahat etmesini söyler işte<br />

Evliya Çelebi bu rüyanın ardından meşhur<br />

seyahatine başlar. Önce İstanbul’u<br />

gezdikten sonra ilk gittiği şehir Bursa son<br />

gittiği şehir ise Mısır’dır.<br />

FARKLI DÖNEMLERDE YAŞAMIŞ<br />

OLAN AHİ ÇELEBİ VE EVLİYA ÇELEBİ,<br />

Ahi Çelebi’nin İstanbul’da başladığı yaşamı<br />

1524 yılında Mısır’da son bulurken<br />

Evliya Çelebi’nin ise İstanbul’da başladığı<br />

seyahatini Mısır’da noktalamıştır. Bu<br />

benzerlik farklı dönemde yaşayan bu iki<br />

insanın aslında birbirinin hayatlarının ne<br />

kadar kesiştiğinin gösteriyor.<br />

CAMİ 1539 VE 1653 YILLARINDA İKİ<br />

KEZ YANMIŞ 1892 ZELZELESİNDE İSE<br />

BÜYÜK HASAR GÖRMÜŞTÜR. 1990’lı<br />

yıllarda restorasyona alınarak yeniden<br />

faaliyete geçirilerek günümüzde halen<br />

faaliyetine devam eden AHİ ÇELEBİ<br />

CAMİ’NİN MAVEVİ ATMOSFERİNİ YA-<br />

ŞAMAK İSTEYENLER EMİNÖNÜ İSKE-<br />

LESİ’NDE BU TARİHİ CAMİYİ ZİYARET<br />

EDEBİLİRLER.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

46 42


MAKALE<br />

EMİNE HACİU<br />

DOĞRU<br />

OKUNMAYAN<br />

BALKANLAR<br />

COĞRAFYASI<br />

Size Balkanlar’ın jeopolitik konumunu<br />

açıklamaya yönelik herhangi bir<br />

yazı sunmuyorum, veya bu bölgedeki<br />

ülkelerin ne kadar elverişli bir coğrafi<br />

konuma sahip olduklarını da öğretmek<br />

istemiyorum amacım bu satırları<br />

yazarken size aslında bu güzellikleri<br />

keşfetmemizin ne kadar büyük bir<br />

öneme sahip olduğunu vurgulamak.<br />

Şu bir gerçektir ki yaşadığımız<br />

ülkelerin mevcut siyasi ekonomik<br />

ve toplumsal problemleri git gide<br />

artmaktadır. Tarih servetimize dayanmayarak<br />

batılı değerleri filtrelemeden<br />

kabul etmemiz, hükümetlerin uyguladıkları<br />

yanlış politikalar yüzünden bu<br />

toprakların geleceği baltalanmaktadır.<br />

Batı Balkanlar bölgesinde görülmek<br />

üzere olan bir sosyolojik savaş devam<br />

etmektedir. Şöyle ki bir toplumun<br />

sosyolojik bütünlüğünün parçalanması<br />

için, o toplum içinde farklı<br />

etnik ve dini kimliklere dışlayıcı özellik<br />

kazandırılması gerekir. Yani sosyolojik<br />

savaş, açık toplumu kapalı bir topluma<br />

dönüştürür. Yugoslavya Federasyonun<br />

parçalanmasından bu yana bu<br />

gayet gözle görülür bir manzaradır.<br />

Sosyolojik savaştan başladık; bir<br />

toplumun içine kapanması ve gelişmelerden<br />

bilgisi olmamaması,<br />

aktif bir şekilde ülkenin alınacak olan<br />

kararlarında payının olmaması sonu<br />

bilinmeyen bir yola girmiştir demektir.<br />

Peki hangi gelişmlerden haberimiz olması<br />

lazım? Geçmişi bilen ve tarihine<br />

saygı duyan milletlerden mi oluşur<br />

bu coğrafya? Tarih dediğimiz olgu<br />

nedir? Tarih bilinci ne demek ve bu<br />

toprakların kaderini ne kadar etkiliyor?<br />

Tarihin farkında olmak, gereklidir<br />

ancak yeterli değildir. Uygun bir<br />

tarih tavrı, olgun bir tarih bilincini; bu<br />

yeterli bir tarih bilgisini ve sonuncusu<br />

ise tarihin farkında olmayı gerektirir.<br />

İfade etmemiz gerekir ki daha gelişmiş<br />

toplumların, tarihsel bilinç düzeyleri<br />

daha yüksek iken, iktisaden geri<br />

toplumların tarihsel bilinç düzeyleri<br />

daha düşüktür. Güzel bir analize denk<br />

geldik bu demektir ki mevcut ekonomi<br />

istikrarsızlığın bir nedenini bulduk.<br />

47<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


EMİNE HACİU<br />

Başlamışken bu ülkenin ekonomilerini etkileyen<br />

faktörlerden devam edelim; kapalı kapılar<br />

arkasında alınan sıkı para politika kararları,<br />

GSYIH ‘dan eşit miktarda dış borçlanan, işsizlik<br />

oranı % 26-9 dereceye varan ve her şeyden<br />

önce karmakarışık bir sosyal yapıya sahip<br />

olan batı balkan ülkelerinden kaç kişinin bizden<br />

haberi var acaba? Yakınlarımızda bulunan<br />

Avusturya’da kişi başına düşen milli gelir 43<br />

720$ iken Bosna Hersek’te 4,120$ dır? Tarih<br />

boyunca etnik ve dini çatışmaların, sosyal ve<br />

siyasi karışıklıkların yaşandığı Balkan coğrafyası,<br />

büyük güçlerin Avrupa’da üstünlük elde etme<br />

mücadelesinde bir çatışma ve rekabet alanı<br />

olma özelliğini halen korumaktadır . Birleşmiş<br />

Milletler bu ülkelerin bağımsızlıklarına ve toprak<br />

bütünlüne saygı duymakla birlikte doğrudan<br />

yaptıkları “güvenlik ve istikrar” adlı müdahalesinde<br />

Yunanistan’ı düşürdükleri durum niye<br />

göz ardı ediliyor? “Makedonya artık Batı ve<br />

Rusya arasındaki çıkarların çakıştığı yeni bir sahadır.”<br />

demekle yanlış bir şey dememiş oluruz.<br />

Kosova’nın yeni ve yabancı bir kimliğe bürünmesi<br />

nasıl açıklanabilir? Yolsuzluk, medya<br />

ciddiyetsizliği ve siyasi çözümsüz problemlere<br />

nasıl bir yorum yapabiliriz. Her şeyi bir kenara<br />

bırakın bu ülkelerde yaşayan toplumların hayat<br />

güvencesi var mıdır? Doğal afetler alt yapıyı<br />

çökerterek, beşeri sermayeyi tahrip ederek,<br />

tasarrufları eriterek ve mevcut yatırım kararlarını<br />

bir süre ertelenmesine neden olarak ekonomiyi<br />

kısa ve uzun vadede etkileyen bir faktör olup<br />

bu ülkeler böyle durumlara karşılaştıkları çoğu<br />

zaman niye bu kadar hassasiyetsiz davranıyorlar?<br />

diye bir başka soru gelir aklımıza.<br />

Bizi kurtaracak olan sağlıklı düşünebilen bir<br />

gençlik topluluğun oluşturulması, doğru mekanizmaların<br />

uygulanabilmesi için geçmişe dayanan<br />

olguları iyi bilmek, şimdiki kurumsal yapıyı<br />

iyi incelemek ülke içerisinde güvenlik unsurunun<br />

her enstitüsünün topluma hissettirmesi<br />

gereken temel hizmet koşulu olarak koymak ve<br />

mevcut olarak uygulanan hükümet politikalarını<br />

ortadan kaldırmaktır. Çeşitli STK’ların faaliyet<br />

göstermesi, kadının rolü ve perspektifini artıracak<br />

şekilde hareket etmeleri gençliğe öncülük<br />

verilecek politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.<br />

Ekonomik kalkınma ve siyasi bir istikrarı<br />

sağlanabilmesi için sağlıklı ve rasyonel<br />

düşünen bir bilince sahip olmamız şarttır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

48


MAKALE<br />

ÖMER BAKKALOĞLU<br />

YAŞAMAK<br />

BU DEĞİL<br />

HER BULUT GÖRDÜĞÜMÜZDE SIĞINAKLARA KOŞ-<br />

TUK, EN UFAK RÜZGARDA YANIMIZA KALIN BIŞEY-<br />

LER ALDIK. BUNA GERÇEKTEN GEREK VAR MI?<br />

En ufak problemler devamında koca koca sorunlar çıkarıcak sandık<br />

her zaman, hep bi gard alma moduna girdik, hep temkinli davranmaya<br />

çalıştık. Böyle yapmalı mıyız gerçekten?<br />

En ufak bi kötü sürprizle karşılaştığımızda hayallerimizi birilerine<br />

teslim ettik zarar görmesin diye. Her kötü sürpriz beraberinde hayal<br />

kırıklığı doğurur mu ki?<br />

Her ayağımız tökezlediğinde düşeceğiz sanıp yola daha hırslı devam<br />

etmek yerine kolumuzu uzattık olası düşüşü hafifletmek uğruna.<br />

Bu kötümserlik düşüşlerden daha çok zarar vermedi mi bize?<br />

Ne bulutsuz kış gördük ne de taşsız bir yol bunca ömür. Kışı yaşamadan<br />

doldurulabilir mi bi sene? Yahut taş görüldüğünde terkedilen<br />

yol, bizi istemedğimiz hedeflere razı etmez mi?<br />

49<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ÖMER BAKKALOĞLU<br />

Neden şaşırıyoruz her sene kışı görünce?<br />

Neden alışamıyoruz kışın da yılın bi parçısı olmasına?<br />

Neden kışın ardındaki baharı unutuyoruz?<br />

Neden kışın bizi esir almasına izin veriyoruz?<br />

Neden 4 mevsimimizi kışa çeviriyoruz?<br />

Veya;<br />

Neden bizden küçük taşlardan korkuyoruz?<br />

Neden tekmeleyip devam etmek yerine alternatif yollar arıyoruz?<br />

Neden yolumuzdan vazgeçiyoruz?<br />

Neden taş ezilmekten korkmazken biz ondan çekiniyoruz?<br />

Neden taş kadar kararlı olamıyoruz?<br />

Duygulara, hislere göre hareket etmeyi bi kenara bırakıp sadece realistik bakalım<br />

demiyorum. Zaten her zaman duyguların mantık süzgecinden geçtiğine inanmışımdır<br />

farkında olsak da olmasak da. Sorun tam olarak bizim süzgecimizde.<br />

Süzgecimizi daha çok delip duygularımıza daha çok realite<br />

karışmasına izin vermeliyiz. Beynimizde bu<br />

ikisine ayrı odalar vermektense koca bi oda<br />

bulup birlikte yaşamalarına izin vermemiz<br />

gerekiyor. Her kararımızdan önce<br />

hangi kapıyı çalsam tereddütünü<br />

yaşamak yerine daimi ve tek bir<br />

adres öğretmemiz gerekiyor<br />

kendimize. Ben kapı kapı<br />

dolaşmaktan yoruldum<br />

artık, siz yorulmadınız<br />

mı? Bir şeyleri değiştirmek<br />

gerekiyor artık.<br />

Çünkü<br />

Yaşamak bu<br />

değil...<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

50


FİLM<br />

KÖŞESİ<br />

NİDA URMUÇ<br />

HOTEL<br />

RWANDA<br />

Sanat dallarının yedincisi kabul<br />

edilen sinema,günümüzde<br />

bir insanı, bir düşünceyi bir<br />

yaşanmışlığı çözebilmemiz<br />

için kalınca kitaplardan kaçıp<br />

sığındığımız bir liman haline<br />

gelmiştir. Beyaz perdedeki<br />

resimli dosyaların çokluğu<br />

kimi zaman sanata ve yaşama<br />

yöneltir insanı kimi zamanda<br />

dünya gerçeklerine fırlatıverir.<br />

Verilmek istenen mesajlar ne<br />

kadar çeşitli olursa olsun filmleri<br />

popüler ve canlı kılan şey<br />

herkeste yarattığı “farkındalık”<br />

yetisidir. Bu amaçla hem<br />

farkında olmamız gereken<br />

konulara ve bu konuları işlemiş<br />

filmlere değinmek hemde<br />

sinema sektöründeki <strong>sayı</strong>sız<br />

film arasından “en” lerin sıyrılması<br />

adına kalem tutmak<br />

isterim.<br />

Son zamanlarda dünyada<br />

ençok konuşulan konulardan<br />

biri, ülkelerindeki savaş<br />

ortamından kurtulmak isteyen<br />

insanlarin batıya sığınma<br />

çabalarıdır. Hal böyleyken<br />

günümüzde de olduğu gibi<br />

bu savaş ortamını oluşturup<br />

da kapılarını mültecilere açmayan<br />

Birleşmiş Milletler’in<br />

geçmişindeki lekelerden birtanesini<br />

sunmak yersiz olmaz.<br />

Bu sebeple gözlerimizi Terry<br />

George’nin Toronto Film<br />

Festivali “seyirci”ödülünü alan<br />

ve üç ayrı dalda Oscar’a aday<br />

olmuş 2004 yapımlı bir film<br />

olan Hotel Rwanda’ya çeviriyoruz.<br />

Film Kanadalı, İngiliz, İtalyan<br />

ve Güney Afrikalı firmaların<br />

ortak çalışması olmasına rağmen<br />

ülkelerine yaptıkları bu<br />

eleştirilerle seyirci sempatisini<br />

kazanmıştır -ki zaten bu yüzden<br />

ödüle layık görülmüştür.<br />

Gösterimin başlangıcında<br />

ülkedeki kaotik durumun çözümlenmesi<br />

filmi daha da an-<br />

51<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


NİDA URMUÇ<br />

laşılır kılacağı için bu ortamı oluşturan<br />

tarihsel sürece bir göz atalım.<br />

I.dünya savaşı sonrası Rwanda<br />

yönetimi Belçika’ya verilince bu<br />

sömürgeci devlet bölgedeki kontrolü<br />

sağlamak adına “yönetenler”<br />

ile “yönetilenler” arasında farklılıklar<br />

oluşturmaya çalışır. Bunun için de<br />

insanoğlunun geçmişten günümüze<br />

her daim kolaylıkla yutacağı<br />

“üstün ırk” yalanını halka aşılamaya<br />

çalışır, aynı ulustan yapay iki ulus<br />

meydana getirir. Neden mi yapay?<br />

Çünkü insanları mantık dışı kriterlerle<br />

kimliklere ayırmışlar, göz<br />

bebeklerinin büyüklüğüne, burun<br />

inceliğine kadar ölçmüş, zarif yapı,<br />

uzun boy, açık ten gibi fizyolojik<br />

güzelliğe sahip olanları Tutsi (azınlık,ayrıcalıklı<br />

taraf) olarak diğerlerini<br />

ise Hutu (çoğunluk,hor görülen<br />

taraf) olarak kaydetmişler. Bazen de<br />

10 inekten fazlasına sahip Hutu’ları<br />

da Tutsi adını vermişler.<br />

Tutsileri Hutulara karşı üstün ırk<br />

ilan edip yönetimden üniversite<br />

alımlarına, sosyal haklardan hasta<br />

kabul sırasına kadar bir çok alanda<br />

Hutu’ları mahrum bırakmışlar.<br />

Ama gün olur devran döner hesabı<br />

1950’lerden sonra özgürlükçü<br />

akımların güç kazanmasıyla Belçika<br />

politikası tam tersine döner, bu kez<br />

tüm ayrıcalıklar Hutu’lara verilir.<br />

Yerel seçimlerde iktidar olan Hutu’lar,<br />

başrol P.Rusesabagina’nın da<br />

belirttiği gibi içlerindeki “nefret” ile<br />

Tutsi’leri katletmeye başlarlar. Bu<br />

katliam için kurdukları yerel-yarı askerî<br />

örgüt olan “interahamwe” tüm<br />

Tutsi’leri Çin’den getirilen 5-10 cent<br />

lik palalar ile doğramaya, evlerini<br />

yağmaladıktan sonra yakıp yıkmaya<br />

başlar hatta Tutsi’lerin cesetlerini<br />

yiyen köpeklere de tahammül edemez<br />

onları bile katlederler.<br />

Tüm bu yaşanmışlıkları içeren<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

52


HOTEL RWANDA<br />

filmin ana karakteri başkent Kigali’deki ünlü bir otel müdürü olan Hutu kökenli<br />

Paul Rusesabagina’dır. Paul her ne kadar siyasetten kaçınsa da eşinin Tutsi olmasi<br />

işleri sarpa sarar. Örgüt katliamlara başladığı vakit Rusesabagina ailesinin<br />

Tutsi komşuları hayata tutunmak için çareyi bu merhametli aileye sığınmakta<br />

bulur. Başlangıçta sadece ailesini korumak isteyen Paul insanlığın masum bakışları<br />

karşısında otelini tüm komşularına, Tutsi ve Hutu mültecilerine, yetimhane<br />

çocuklarına açar. Bu ünlü oteli adeta mülteci kampına çevirir, türlü zeka<br />

oyunlarıyla BM askerleri gelene dek zaman kazanmaya çalışır. BM askerleri<br />

geldiğinde ise kendi vatandaşlarını ayıklayıp kurtarırken geri kalanları resmen<br />

ölüme terkederler. Yaşamlarının hiçe <strong>sayı</strong>lması karşısında oteldeki herkese şu<br />

konuşmayı yapar Paul:<br />

-Bizi yalnızca bizler kurtarabiliriz. Yurtdışındaki tanıdıklarınıza haber verip<br />

sanki ellerini tutuyormuşcasına veda edin. Eğer bu eli bırakırlarsa öleceğimizi<br />

bilsinler ve yaptıklarından utansınlar.<br />

53<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


NİDA URMUÇ<br />

Çeşitli ülkelere yapılan çağrılar, telefonlar görüşmeleri, ağlamaklı mektuplar<br />

işe yarar. Oteldekilerin yakınları onların vedaya uzanan ellerini bırakmazlar.<br />

Paul’un da yetkili dostlariyla temasa geçmesi sonucu yaklaşık 1268 mültecinin<br />

hayatı kurtulur.<br />

Belgesel tadındaki bu film günümüzdeki hiçbir savaşı yabancılık çekmememiz<br />

gerektiğinin bir kanıtıdır. Sorunlar da sonuçlar kadar aynıdır. Birileri<br />

ülkenize göz diker, istediğini alana kadar türlü yalanlarla kargaşa çıkartır. İstediğini<br />

aldıktan sonrası ise küçük bir “özür dilemektir”.<br />

İYİ OLMAK İSTEYEN ÖNCE KÖTÜ OLDUĞUNU KABUL ETMELİDİR.<br />

Günümüz medyasına baktığımızda sözde insan hakları savunucusu olan<br />

bu devletler bu tarz çalışmalarla yaptıkları özeleştiri sonuçlarını çöpe atmış<br />

olmalılardır ki Ortadoğu’da acı ve gözyaşına karşı gösterdikleri duyarsızlık<br />

açıklanabilsin.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

54


MAKALE<br />

SİBEL AK<br />

GEÇMIŞIN<br />

GELECEĞE<br />

BIRAKTIĞI<br />

IZLER<br />

İZ BIRAKMA, KALICI OLMA YA<br />

DA RUHUN MADDEYE DOKUNUŞU<br />

OLAN SANAT, INSAN FITRATINKI<br />

GÜZELLEŞTIRME ARZUSUNUN TE-<br />

ZAHÜRÜDÜR. Bu heyecanla yapılan<br />

ürün muhatabında aynı duyguları<br />

uyandırdığı için sanat eseridir. Sanat,<br />

öğretilerin ve algıların ötesinde bilim<br />

ve mantık kurallarına uymayan,<br />

bambaşka gerçeklerin var olduğunun<br />

göstergesidir. Duyguların pusulasıdır<br />

sanat.<br />

MANEVIYAT VE INANÇ, DÜNYA<br />

TARIHI BOYUNCA HER UYGARLIK-<br />

TA SANATIN ANA KAYNAKLARIN-<br />

DAN BIRI OLMUŞTUR. Sanat, salt bir<br />

süsleme aracı olarak nitelendirilmemelidir.<br />

Doğada var olan nesnelere<br />

sembolik anlamlar katarak yeniden<br />

şekillendirilmiş ve etkili görsel bir<br />

ifade dili olarak kullanılmıştır. Bu süsleme<br />

şekilleri bazen dinî tasvir biçimi<br />

de kazanmıştır. Sanat, muhatabında<br />

beğeni, tesir, estetik güzellik ve haz<br />

gibi duyguları uyandırır. Toplumların<br />

kendine özgü sanatı ifade ediş şekli<br />

kültür ve inanç yapısına göre biçimlenmektedir.<br />

Her millet kendi sanat<br />

tarzını yaşadığı coğrafyanın şartlarına<br />

uygun bilgi, inanç ve tecrübeleriyle<br />

oluşturur. Bu özellikleriyle topluma<br />

yön verebilme etkisi olan sanatın,<br />

önemi ve gücü daha iyi anlaşılır.<br />

Kutsal mekânlar sanatın inkişaf ettiği,<br />

işlevsel olarak kullanıldığı alanlardır.<br />

İslâm mimarisinde her malzemeye<br />

sanatsal bir özellik kazandırılmıştır.<br />

Mihrap ya da minber için taş, mermer<br />

ve ahşap üzerine en güzel motifler<br />

işlenmiştir. İnşaata kullanılan sıradan<br />

malzemeler artık bulunduğu yere<br />

yakışan bir sanattır. Sanatıyla hemhal<br />

olan sanatkâr alçı sıvanın üzerine birbirinden<br />

güzel desenleri nakşetmiştir.<br />

O dönemde hat, tezhip, minyatür gibi<br />

ürünler belki de “sanat” olsun gayesiyle<br />

yapılmamıştır. “Ahsen-i takvîm”<br />

üzere yaratılmanın şuurunda olan<br />

Müslüman, etrafında ki eşyanın da<br />

aynı değerde olmasını ister. Ona ve<br />

inancına yakışan budur. Ruhunda yaşadığı<br />

letafetin tezahürünü maddeye<br />

mana katarak göstermektedir. Böylesi<br />

güzelliklerle muhatap olan cemaatin<br />

her biri ruhanî sanat okulunun<br />

55<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SİBEL AK<br />

talebeleridir. Bu incelikleri kendi hayatında da<br />

arzu etmez mi? Suyunu saklamak için koyduğu<br />

çamur ibriği, sofra olarak kurduğu bakır siniyi,<br />

ahşap kaşığının sapını ya da kapısının tokmağını<br />

süslemez mi? Estetik zevkin cazibesine kapılan<br />

insan bu beğenisini yaşamına da yansıtır. İnsan<br />

emeği ve alın terinin değdiği eşyaya kendi<br />

özünden de bir kıymet geçer. Bu nedenle bunları<br />

hazine bilinip evladına miras bırakmış olan<br />

nesle minnettarız.<br />

TOPLUMLAR KÜLTÜREL SEVIYELERINI<br />

ÜRETTIKLERIYLE ORTAYA KOYMAKTADIR. Bu<br />

sanat eserleri geleceğe bırakılan izlerdir. Tarih<br />

boyunca insanoğlu varlığının değerlerini nesillere<br />

aktarmanın en etkili ve kalıcı yollu olarak<br />

sanatı seçmiştir. Medeniyet inşa eden toplumların<br />

kalıcı olabilmesi için kendi kültürüne ait<br />

eserleri olması gereklidir. Bütün uygarlıklarda<br />

devlet idarecileri sanatkârı himaye ederek<br />

sanatın gelişimini desteklemişlerdir. Osmanlı<br />

padişahları sarayda nakkaşhaneler kurdurmuş,<br />

bu sayede yeni talebelerin yetişmesine vesile<br />

olmuştur. “Ağaç yaşken eğilir” misali çocuk<br />

denecek yaşlarda sanata başlanmasına önem<br />

verilmiştir. Talebeler kısa bir müddet sonra ustalık<br />

mertebesine ulaşmaktadır. Bu sanatkârların<br />

geliştirdikleri üslupla, saray, köşk, ibadethane,<br />

han, hamam, köprü, çeşme gibi çeşitli mekânların<br />

tezyîn edilmesine önem verilmiştir. Bu<br />

mimarî alanlara yapılan tezyînatlar sayesinde<br />

sanat, belli bir zümreye ait olmaktan çıkıp topluma<br />

mâl olmuştur.<br />

GÜNÜMÜZDE MÜZE GIBI ÖZEL MUHAFA-<br />

ZALI YERLERDE GÖRDÜĞÜMÜZ ÜRÜNLERIN<br />

GEÇMIŞTE ELDEN ELE DOLAŞAN GÜNLÜK<br />

EŞYALAR OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR.<br />

Oysa bugün hızla akan hayatın içerisinde<br />

çağdaş yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışan<br />

insan, bu değerleri anlayabilecek vakit bulamamaktadır.<br />

Medeniyetlerin asimilasyonu altında<br />

kalan toplumlar kendi öz değerleri olan kültürlerini<br />

yitirmektedir. Duygu ve inançta yaşanan<br />

yozlaşmanın tesiri sanata da yansımakta, bu<br />

nedenle bir eğlence aracı olarak görülmektedir.<br />

Her şeyden çok çabuk sıkılma, hızlı tüketim,<br />

ekonomik kaygı gibi nedenlerle sanayi tipi “sanat”<br />

ürünleri ortaya çıkmaktadır. İnsan ruhuna<br />

tenasüp etmeyen bu eserlerin beğeni etkisi de<br />

bir o kadar kısa ve geçici olmaktadır.<br />

Ne hak buyruğun tutarsın,<br />

Ne kul sözün işitirsin.<br />

Hiç bilmezsin mana nedir?<br />

Ne dilde çağırmak gerek?<br />

YUNUS EMRE’NIN BU DIZELERI ANLATMAK<br />

ISTEDIKLERIMIZIN ÖZETI GIBIDIR. Ecdat sanatı<br />

“tefekkür” olarak görmüş, düşünce ve inancının<br />

“lisanıhâli” gibi eserler üretmiştir. Yapılanların<br />

her biri görsel olarak mükemmel <strong>sayı</strong>lmasa<br />

da yüklenen mana ile ruha hitap etmektedir.<br />

Günümüzde hat, tezhip gibi kadim sanatlarda<br />

kaligrafi ve işçilik bakımından kusursuzu yakalama<br />

gayreti yaşanırken, mana ve insanın sanata<br />

kattığı letafet ihmal edilebilmektedir. Bilinmelidir<br />

ki sanat insan ruhunu terbiye etmenin kılavuzudur.<br />

Bu eğitimi başaran sanatkâr maneviyatının<br />

güzelliğini sanat ve yaşantısına aksettirir.<br />

GEÇMIŞTE SANAT, KITAP, ÇINI PANO VE<br />

MEKÂN GIBI ALANLARI SÜSLERKEN GÜNÜ-<br />

MÜZDE SANATSAL BIR OBJE GIBI DEĞER-<br />

LENDIRIP EVLERIMIZDE ÖZEL YERLERDE<br />

SERGILENMEKTEDIR. Her çağda sanatın kendine<br />

özgü mantığı ve tavrı vardır. “Sanatın varlık<br />

sebebi, aynı kalmaz” söylemini kabul etmek<br />

gerekir. Geçmişin mirası olan sanatlar bugünün<br />

anlayışıyla icra edilmektedir. Sanatkâr kendi<br />

üslubunu oluştururken sanatı da zenginleştirir.<br />

Bugün klâsik olarak adlandırılan XVI. yüzyıl tezyinî<br />

sanatının o zaman için modern bir anlayışıyla<br />

uygulandığı görülmektedir. Bu yenilikçi<br />

tavır sayesinde Şah Kulu, Kara Memi gibi isimler<br />

kendi üsluplarını getirmişlerdir. Günümüzde<br />

farklı sanat ekollerinin ortaya çıkabilmesi öncelikle<br />

tüm dönemlerdeki üslupların doğru analiz<br />

edilip, değerlendirilmesiyle mümkündür. Bu<br />

sanatlardaki mana gözetilip, bilgi birikimi ve<br />

yenilikçi yorumlarla yaşadığımız çağın etkisini<br />

eserlerimizde hissettirebiliriz. Muhakeme, zevk,<br />

eleştiri gibi kabiliyetler öğrenim ve yeni tecrübeler<br />

yoluyla geliştirilmelidir. Her yeni kuşağın<br />

bir öncekini aşma gayreti sanatın tekâmülünü<br />

sağlayacaktır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

56


ROPÖRTAJ<br />

SAFİYE GENÇ<br />

KRİZALİTLER<br />

Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri<br />

cebinde tırmanmamıştır.<br />

(Konfüçyüs)<br />

Hiçbir başarı tesadüf değildir. Doğduğumuz<br />

anda başlarız çabalamaya,<br />

öğrenmeye. Önce bakmayı öğreniriz<br />

sonra görmeyi, ilk adımı atmak<br />

için ilk önce emeklemesini öğrendik<br />

sonra düşmesini düşüp ve ayağa<br />

kalkmasını…<br />

Hayatımızın her anında, gerçekleşmesini<br />

istediğimiz ideallerimizin,<br />

günlerdir, yıllardır peşinde koştuğumuz<br />

amaçlarımızın belki de birçoğunda<br />

mutlaka bir zorluk çıktı karşımıza.<br />

Hedeflerimize, arzularımıza ya<br />

havlu atıp pes edip elveda diyeceğiz<br />

ya da beni öldürmeyen şey güçlendirir<br />

diyerek yeni çıkış yollarını denemek<br />

için elimizden gelenin en iyisini<br />

yapacağız ve gayrısını yardana bırakıp<br />

başka kapıların açılmasını bekleyeceğiz.<br />

Karar sizin!<br />

Bu köşemizi, asla pes etmeyen,<br />

almış olduğu her bir ödülün, takdirin<br />

hakkını veren, yapmış olduğu çalışmalarla<br />

örnek bir birey olan Fiziksel<br />

Engelliler Derneği başkanı İsmail<br />

Şentürk ile yapmış olduğumuz röportaja<br />

yer ayırdık.<br />

İsmail Bey’e ilk sorum Fiziksel<br />

Engelliler Derneğinin kuruluşu oldu.<br />

Batı Karadenizin kömür kokan ili<br />

Zonguldak’ın 200 bin nüfuslu Ereğli’sinde<br />

böyle bir derneğin varlığı<br />

şaşırttı ve bir o kadar da memnun<br />

etti beni.<br />

- Ben 1987 yılında Ereğli Demir<br />

Çelik Fabrikalarının Yüzme Takımında<br />

yüzerken sakatlandım. Ankara’da 7 ay<br />

fizik tedavi merkezide tedavi gördüm<br />

orada bir medikal firmasından sipariş<br />

üzerine bir tekerlekli sandalye aldım,<br />

o sandalye 9-10 yıl sonra eskidi fakat<br />

o yıllarda Ereğli’de tekerlekli sandalye<br />

satan firma yoktu. Yeni bir sandalye<br />

almak için Abim ile birlikte İstanbul’a<br />

gittik, benim kullanacağım tekerlekli<br />

sandalyenin sırtı yatacak, kolları çıkacak<br />

gibi bir takım özellikleri olması<br />

gerektirdiğinden dolayı özellikli<br />

sandalye aramaya başladık fakat biz<br />

istemiş olduğum tekerlekli sandalyeyi<br />

İstanbul da bulamadık. Bizi en son<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şişli<br />

45 57<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SAFİYE GENÇ<br />

Fiziksel Engelliler Vakfına gönderdiler. Orası da<br />

bir gün sonra tekerlekli sandalye dağıtacaklarmış,<br />

biz abimle bir gün kaldık sandalyeyi<br />

verdiler ama benim istediğim özellikleri karşılamıyordu<br />

fakat ben bu derneğin çalışmalarından<br />

çok etkilendim, Ereğli’de buna benzer bir<br />

derneğin kurulmasını, engellileri bir çatı altında<br />

toplamak, sorunlarının çözülmesi, dertlerin<br />

paylaşılması amacıyla derneği kurmaya niyetlendik.<br />

Kaldı ki, o yıllarda lise öğrencisiyim ve<br />

engellilik konusunda şimdiki kadar bilgim yok.<br />

Derneğin kuruluş tüzüğünü vs. aldım inceledim<br />

ve engellilerin hizmet alabilecekleri, eğitim<br />

görecekleri bir yer olarak 19 Mayıs 2001’de<br />

hizmete açıldı.<br />

O zamanlar tabi şimdiki kadar engelli yok tabi,<br />

- Onunla ilgili de bir anımı da şöyle anlatacağım.<br />

Ereğli’de o zamanlar engelli aracı olan bir<br />

kişi vardı, dönemin Kız Yetiştirme Yurdunun<br />

Müdürü Ahmet Hasan Eroğlu. Aracını durdurup<br />

dernek kurmak istediğimi ona da anlattım,<br />

kendisi de katılmak istedi, çevresindekilere<br />

de paylaşarak derneği kurduk. ‘kurucusu ben<br />

olsam da dernek başkanı ben olmak istemedim<br />

çünkü o zamanlar asansörü olmayan<br />

bir evin 4’üncü katında oturuyordum, dernek<br />

faaliyetleri sorumluluk ve hizmet esaslı olduğu<br />

için benim her gün derneğe gidip gelmem zor<br />

olurdu, başkan olmayı istemememin yanında<br />

kendi ticari işletmemi kurmak istememde<br />

etkendi. Yönetim Kurulu benden başkanlık<br />

görevini 6 aylığına yapmam için ısrar edince<br />

bende kabul ettim. O tarihte başkonsolos<br />

büyüğüm beni Almanya’ya daveti üzerine<br />

Almanya’ya gittim. Almanya’ya gitmek benim<br />

için engelliler konusunda bana çok kazandırdı.<br />

Gittiğim yer Almanya’nın 3.5 milyon nüfuslu<br />

Hannover şehri idi, İstanbul’un dörtte biri idi fakat<br />

o dönemde İstanbul’daki engellinin 30 katı<br />

engellinin sokaklarda olması idi. Ben bir anda<br />

tüm şehrin engelli olduğunu sandım. Halbuki,<br />

nedenini araştırdığımda şehrin alt yapısı, tren<br />

metro vs. tüm şehir engelliler için tasarlanmış.<br />

Haliyle de engellinin sokağa çıkmasında bir<br />

sorun yok.<br />

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?<br />

İsmail Şentürk kimdir? Ne işler yapar? Hobile-<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

46 58


KRİZALİTER<br />

ri, uğraşları<br />

- 1970 Ereğli doğumluyum. Ereğli Lisesi’nde<br />

okurken ve aynı zamanda Ereğli Demir Çelik<br />

Fabrikaları yüzme takımındayken 1987’nin<br />

yazında sığ suya balıklama atlarken mesafeyi<br />

ayarlayamadığımdan sakatlandım, burada altını<br />

çizeceğim önemli husus şudur. Ben asıl darbeyi<br />

atladığımda değil taşınırken aldım. Kaza<br />

geçiren bir kişinin taşınması çok önemli Ankara’ya<br />

doktora gittiğimde doktorum bana seni<br />

bana getirirken boynuna ıslak havlu ile sarıp<br />

hareket ettirmeden getirseler bugün yürüyordun<br />

dedi. İlk kaza geçirdiğimde Ereğli Devlet<br />

Hastanesi acile gittiğimde doktor beni oturtturmaya<br />

çalıştı hâlbuki benim boynum kırılmış,<br />

doktorun tedavi etmesi gereken yerde benim<br />

sakatlığımı 5’e 10’a katlanmıştı. İsmail Şentürk,<br />

emekli, gezmeyi seven çalışmayı seven biri,<br />

tabiatla birlikte olmayı, kuş sesini, börtü böceği<br />

severim. Kent yaşamı bana göre değildir.<br />

Başınızdan geçen talihsiz olayı anlatır mısınız?<br />

Talihsizlik mi dikkatsizlik mi? hiç bu<br />

duruma şükrettiğimiz oldu mu?<br />

- Başımdan geçen en talihsiz olay sakatlanmış<br />

olmamdı ama bu ne talihsizlik ne de dikkatsizlik<br />

“bilinçsizlik” idi. Bizlere okulda bir sürü bilgi<br />

öğretiyorlar fakat bugün ülkemizde lise mezunu<br />

olup halen sunî teneffüsü bilmeyen, halen<br />

acil yardım ilk müdahaleyi bilmeyen, sığ suya<br />

balıklama atlayarak sakat kalınacağını bilmeyen<br />

insanlar var. Kimse evinden çıkarken sakatlanıp<br />

geri dönmek için çıkmaz, böyle bir şey kişisel<br />

tercih olamaz. Bu konuda bilinçlendirme<br />

gereklidir.<br />

Almış olduğunuz ödüller nelerdir? Özellikle<br />

fair-play ve girişimcilik ödüllerinize değinmenizi<br />

istiyorum.<br />

2003 yılında yapmış olduğum çalışmalardan<br />

dolayı dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan<br />

“Başbakanlık Onur Ödülü”,<br />

2013 Türkiye Fair Play Ödülleri Jürisi tarafından<br />

‘’SPORTİF TANITIM DALI BÜYÜK ÖDÜLÜ’’<br />

2007 yılında Süleyman Demirel’den “Engellilerde<br />

Yılın Yöneticisi” ,<br />

Platin Dergisi, Üzeyir Garih Anısına düzenlemiş<br />

olduğu “Dünya Genç Girişimci İş Adamı<br />

Önderlik Ödülü”,<br />

Junior Chamber International, Türkiye’nin 10<br />

Başarılı Genci Yarışması Jüri Özel Ödülü, bu 10<br />

kişi arasında tek engelli bendim.<br />

Almış olduğum bu ödüllerin haricinde almış<br />

olduğum farklı bir ödül var. Ben burada deplasmanlı<br />

süper amatör ligde mücadele eden<br />

Ereğli Karadeniz Spor’a kulüp başkanlığı yaptım<br />

1,5 yıl. 30’a yakın sporun tüm ihtiyaçlarını<br />

karşıladık. 2014 yılında Türkiye Milli Olimpiyat<br />

Komitesi beni aradılar ve o yıl büyük ödülü<br />

bana Beşiktaş’ın efsanevi başkanı Süleyman<br />

Seba ile bana böldüler.<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Fair-<br />

Play Üniversiteler Kervanı 2016 ödülü.<br />

Taraftar forması dikmişsiniz, nasıl oldu kimin<br />

aracılığıyla başladığınız?<br />

- Derneğimizde engelliler için istidam amaçlı<br />

kurduğumuz bir tekstil atölyemiz vardı, dün<br />

gömleğinin düğmesini dikemeyenler burada<br />

gömlek yada iş kıyafeti dikebilir hale geldiler.<br />

Çevre ilçedeki bir tekstil firması Junventus ve<br />

Milana taraftar forması dikecekti. Bunun 20.000<br />

kadarını ücrete mukabil bizden dikmemizi istedi<br />

Taraftar formamız ve taraftar kaşkolu öykümüz<br />

bundan ibarettir.<br />

Gençlere tavsiyeleriniz ne söylemek istersiniz?<br />

- Her ne yapıyorsanız yapın en iyisini yapın,<br />

yapmış olduğunuz işin en iyisini yapın, hakkını<br />

verin. Geçenlerde yakın bir dostum olan İshak<br />

Alaton’un cenazesine gittim. Hayattayken<br />

kaynakçılık yapmaya İsveç’e çalışmaya gidiyor,<br />

gündüz çalışıp akşam Teknik Resim okuluna<br />

gidiyor. İki yıl sonra teknik resim okulunu bitiriyor<br />

ve çalıştığı fabrikaya teknik ressam olarak<br />

devam ediyor. Kendinizi geliştirin her ne anlamda<br />

olursa olsun.<br />

Toplumumuz engel ve engelliliği bir birine<br />

59 47<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SAFİYE GENÇ<br />

çok karıştırmakta. Aslında bana göre kimse<br />

engelli değildir. Sadece bazı şeyleri yapma<br />

kısıtlılığı söz konusu. Bu durumda herkes için<br />

geçerli fakat her birimiz hayatımızda engellerle<br />

karşılaşmaktayız. Peki ya siz, engel ve<br />

engellilik hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />

- Türk toplumu, İslam’dan beslenen bir toplum.<br />

İslamiyet engelliler, dezavantajlılar, yetimler,<br />

yaşlılara karşı sizi merhametli kılıyor. Bu yüzden,<br />

toplumumuz engellilere ve dezavantajlılara<br />

merhamet etmekle iyi bir şeyler yaptığını<br />

zannediyor hâlbuki bu kısa vadeli çözümler<br />

uzun vadede iyi olmuyor. Herkesin yapabileceği<br />

bir iş vardır ve kabiliyetlerine göre iş<br />

verilmeli, mekânların erişilebilir olması sağlanmalıdır.<br />

Günümüz teknolojisinin bu kadar<br />

ilerlediği bir dönemde bizlerin erişilebilirlik<br />

konusunu aşmamız gerekiyordu. Engellilere<br />

İstihdamda, Eğitimde, Sağlıkta, Siyasette her<br />

alanda imtiyazlar verilmesini istiyoruz. Kanada<br />

da engeli olmayan öğrenciler 50 ile geçerken,<br />

engelliler 40 not ortalaması ile geçiyor. Pozitif<br />

ayrımcılık olmalı. Mecliste 550 Milletvekili var,<br />

Türkiye nüfusunun %12’si engelli olduğu halde<br />

meclisin %12’si engelli değil, aynı durum<br />

kadın milletvekilleri için de geçerli kadın nüfus<br />

oranına göre çok az. Mecliste çocuklarla ilgili<br />

bir karar verileceği zaman bunu en iyi kadınlar<br />

anlar. Bu arada siyaset konusunda da teklifleri<br />

değerlendiriyoruz.<br />

Devletimizin engelliler için yapmış olduğu<br />

çalışmaları yeterli görüyor musunuz? Halk<br />

olarak üzerimize düşen sorumluluklar ve<br />

ödevler nelerdir?<br />

- Halk olarak sorumluluklar, engellilere lütfen<br />

acımasınlar imkân tanısınlar önlerini açsınlar.<br />

Sosyal alanda, eğitim alanında önlerine çıkan<br />

sorunların çözülmesinde yardımcı olsunlar.<br />

Türkiye’de eskiden insanlar engelli yakınlarını<br />

sokağa çıkarmaktan utanıyorlardı ve engelli<br />

bireylere tüketici gözüyle bakıyorlardı. Günümüzde<br />

ise engelliler için, yaşlılar için 800TL<br />

(sekizyüztürklira) bakım parası vermektedir.<br />

Engelli bireylerin bütçeye katkısından dolayı<br />

ekonomik yoksunluk içerisindeki evlerde engelliler<br />

1.sınıf üretici aktör haline geldi. Bundan<br />

dolayı devletimize minnettarız. Engelli bireylerin<br />

istihdamı düne kadar %3 idi bugün %4’e<br />

çıkarıldı. Özel sektörde ise bu oran %3’tür, bu<br />

orana uymayan firmalara ödenecek ceza 2.211<br />

Tl.(iki bin iki yüz on bir türk lirasıdır).<br />

İstihdam ve ulaşım konusunda şartların biraz<br />

daha iyileştirilmesini bekliyoruz. Özellikle<br />

engelliler şehirlerarası yolculuklarında toplu<br />

taşıma araçlarından neredeyse hiç yararlanamamaktadırlar.<br />

1 Temmuz 2005 yılında,<br />

Cumhuriyet tarihimizde ilk defa engelliler için<br />

kanun çıkarılmış olmanın Cumhuriyetimizin<br />

kuruluşundan bu yana ilk defa engelliler için<br />

kanun çıkarılması, engelliler için bir devrim<br />

niteliğindedir. Devletimizden yapmış olduğu<br />

bu çalışmaları ilerletmesini ve bu süreçte hükümetimizden<br />

alacağı kararlardan engelli Sivil<br />

Toplum Kuruluşlarından görüş almalarının da<br />

faydası olacağına inanıyoruz.<br />

Bu anlatılanların dışında bahsetmek istedikleriniz<br />

var mi?<br />

- Olayı her iki tarafı için değerlendiriyorum.<br />

Engelliler içinde bulunduğu engel durumunu<br />

engelli olmayan bireye karşı bir yaptırım aracı<br />

olarak kullanmasın, imkân tanınmasını istesin,<br />

önünün açılmasını istesin, eğitim alamıyorsa<br />

eğitim alma hakkı istesin, çalışmak istiyorsa<br />

istihdam hakkı istesin, sağlık konusunda bir<br />

sıkıntısı varsa onu talep etsin ama durumunu<br />

kullanmasın. Tolumda, engellilere acımak yerine<br />

imkân tanınsın. Şunu istemiyoruz, burada<br />

engelliler için sinema yapıldı denmesini istiyoruz.<br />

Engelli ve Engelsiz bireylerle bütün<br />

yaşam alanlarını paylaşmak istiyoruz. Bunun<br />

içinde önümüzdeki engellerin kaldırılmasını,<br />

önümüzdeki engelleri kaldırmayanları engelli<br />

olarak görüyoruz.<br />

- Şuanda Batı Karadeniz Bölgesinde sadece<br />

Kdz.Ereğli’deki yaşayanlar halk otobüslerini ücretsiz<br />

kullanıyorlar. Bizler faaliyetlerimizi gelen<br />

talep doğrultusunda belirliyoruz. Bizlerin dernek<br />

olarak yapacakları sınırlı maalesef. Biz bu<br />

şehirde, gelişmiş herhangi bir Avrupa şehrinde<br />

engelliler için ne varsa o olsun istiyoruz.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

60 48


SOSYAL<br />

SORUMLULUK<br />

PROJELERİ<br />

OYSA BÜTÜN GAYEMİZ<br />

BİR TEBESSUME VESİLE<br />

OLABİLMEKTİ<br />

SİZLERDE SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİMİZE<br />

DESTEK VERMEK İSTERSENİZ BİZLERLE İLETİŞİME GEÇİN.<br />

55 61<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ<br />

<strong>kusva</strong>.org 56 62


15<br />

TEMMUZDA<br />

KİM, NE<br />

DEDİ?<br />

63<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


15 TEMMUZDA KİM, NE DEDİ?<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

64


15<br />

TEMMUZDA<br />

KİM, NE<br />

DEDİ?<br />

65<br />

<strong>aralık</strong> ‘16

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!