15.12.2016 Views

ibtida baskı hali. son

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

09 Serdar Demirel 11 Rasim Özdenören 19 Dr. M. Şerafettin Kalay 25 M. Nureddin Shaban 35 M. Emin Yıldırım<br />

Gelecek, köklere<br />

bağlı gençlerdir.<br />

Üstat Rasim Özdenören<br />

ile hasbihal<br />

Günümüz gençlerinin sık<br />

karşılaştığı fıkhi meseleler<br />

ve çözümleri.<br />

Halep... Efendimiz dönminde<br />

genç olmak &<br />

Sahabe gençliği.


EDİTÖR’DEN<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

KÜÇÜK DÜNYAMIZ<br />

BÜYÜYOR<br />

bu fakültede biriktirdiklerimiz, günden<br />

güne artarak tahayyül edebileceklerimizin<br />

çok üzerinde bir oranla bereketlenmiş<br />

bulunmakta ( Hamd ki ancak<br />

alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur).<br />

Mezuniyete yaklaşırken büyüyen dünyamızın<br />

güzellikleri etrafımızı sarmaya<br />

devam ediyor ve ardımızda bırakacaklarımıza<br />

bugün dergimizin bu sayısı da<br />

ekleniyor. Bizlerde Rabbimizin bize bu<br />

güzel ikramını sizlere sunuyoruz. Tek<br />

beklentimiz odur ki ; Allah yolunda ilim<br />

için hayır için dökülen mürekkebin <strong>son</strong>u<br />

hiç gelmesin! Allah Teala vaktinizi ayırdığınız<br />

her bir satırımız için sizlerden razı<br />

olsun…<br />

Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi<br />

Ve Berekatuhu…<br />

Çok değerli okurlarımız;<br />

Bugün, dergimizin ikinci sayısıyla<br />

ilim ve fikir dünyanızın yeniden konuğu<br />

olabilmenin şükrünü yaşıyor ve belki de<br />

bu şükrü eda etmenin bir parçası olarak<br />

bu satırları kaleme alıyoruz. İlk sayımıza<br />

sizlerden gelen yoğun ilgiye ve dergimizin<br />

devamlılığı için olan teşviklerinize<br />

teşekkürlerimizi sunarken belirtmek istiyoruz<br />

ki sizlerin bu ilgisinin bizim küçücük<br />

çabalarımızdan hasıl olanlara değil<br />

de ilme karşı olan sevgi ve duyarlılığınıza<br />

ait olduğunun farkındalığı içerisindeyiz.<br />

Ve pek tabii dergimizin bu sayısını da bu<br />

farkındalığımıza bina ederek hazırladık.<br />

Bu sayımızda da yine çok kıymetli<br />

hocalarımızın derin ilimlerinden ve<br />

değerli tecrübelerinden istifade etmeyi<br />

hem kendimiz hem de sizler için gaye<br />

edindik. İstedik ki okurlarımızın büyük<br />

kısmını oluşturan genç kardeşlerimizin<br />

şu içinde bulunduğumuz vakitlerde<br />

verdikleri şerefli nefis mücadelelerine<br />

destek olalım. Bu nedenledir ki dosya<br />

konumuzu ‘’Ahir Zamanda Genç Olmak’’<br />

olarak belirledik ve bildiğimiz, karşılaştığımız<br />

ilmi ve dini problemlere hocalarımızın<br />

ilimlerine başvurarak çözümler<br />

araya başladık. Netice itibariyle kalemle<br />

yazmayı öğreten Rabbimize hamdolsun<br />

ki elinizde tuttuğunuz bu çalışma zuhur<br />

etti. Şimdi ise duamız; burada yer alan<br />

her hangi bir satır veya kelimenin sizlerin<br />

kalbine dokunması, hayatına girmesi<br />

ve aradığı sorulara cevaplar bulabilmesine<br />

vesile olmasıdır.<br />

Rabbimiz için çıktığımız bu yolda<br />

ikinci sayının bizlere nasib olması hiç<br />

şüphesizdir ki Rabbimizin bize bahşettiği<br />

yolunda işler yapabilme nimetinden<br />

hasıl olan bir şükürdür. Bizden değildir<br />

ancak ve ancak Allahtan lütuftur! Bizlerse,<br />

mübarek İslam aleminde Allah için<br />

yapılan hayırlar bütünündeki küçük bir<br />

zerrenin en küçük parçasına dahil olmak<br />

için çabalamış ama başarmış ama başaramamış<br />

ilmin henüz kapısının gölgesini<br />

üzerinde yeni hissedebilmiş ve o kapıya<br />

nihayet uzanabilecek olan <strong>son</strong> sınıf talebeleriyiz<br />

sadece. Ama Elhamdülillah ki<br />

Rabbimizin ikramıyla bizim küçük dünyamız<br />

büyüyor…<br />

Ve yavaş yavaş arkamızda bırakıyor<br />

olduğumuz ilme ve ilmi faaliyetlere dair<br />

Dergi ekibi olarak; öncelikle bizi dergimiz<br />

hususunda desteleyen Sayın Rektörümüz<br />

Musa Duman’a ve Üniversitemiz<br />

SKS Birim Başkanı Kudret DOĞAN’a<br />

ve ardından her zaman olduğu gibi<br />

yanımızda olan kulübümüz Saygıdeğer<br />

Danışman Hocası Mahmud Nureddin<br />

SHABAN’a teşekkürlerimizi sunarız.<br />

Ayrıca dergimize yazı gönderen ve<br />

bizleri bilhassa misafir ederek dergimize<br />

ilimleri ve kalemleriyle destek olan her<br />

bir hocamıza ayrı ayrı çok müteşekkiriz<br />

Allah kendilerinden ve ilimlerinden razı<br />

olsun.<br />

Son olarak bu dergiye emeği geçen<br />

herkesin Allah, cümlesinden razı olsun<br />

ve say’larını meşkur eylesin.<br />

Bir <strong>son</strong>raki sayımızda yeniden buluşabilmek<br />

duası ile<br />

Allah’tan taatına yönelmek<br />

için hüsn-i tevfikini<br />

diliyoruz.<br />

5<br />

6


iLMiHAL<br />

AIŞENUR YILMAZ – MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

*İki melek, insanın sağında ve solunda bulunarak<br />

yaptıklarını yazmaktadır. İnsanın hiç bir<br />

sözü yoktur ki yanında onu gözetleyen yaptıklarını<br />

yazmaya hazır bir melek bulunmasın<br />

(Kaf, 17-18)<br />

Sanal alemde bütün yapıp ettiklerimiz diğer<br />

bütün hal ve hareketlerimiz gibi meleklerin kayıt<br />

defterinde yer alacaktır. İşte bu yüzden gerçek<br />

hayatta da sanal hayatta da her anımızın gözetlendiği<br />

bilinciyle yaşamak zorundayız.<br />

*Yalan, münafıklık özelliğidir.<br />

(Buhari, İman / 164)<br />

Gerçek hayatta yapılmaya cesaret edilemeyen<br />

işlerin, söylenmeye cesaret edilemeyen sözlerin<br />

sahte isimlerle açılan profiller aracılığıyla çok rahat<br />

bir şekilde söylenmesi ve yapılması da insanları<br />

kandırarak yalan söylemektir.<br />

*Sizin en hayırlılarınız görüldüklerinde Allah’ı<br />

hatırlatan adamlardır.<br />

(İbn Mace, Zühd / 4)<br />

İnternette kullandığımız tüm uygulamalar ile<br />

İslam’ı temsil ederek, Allah’ı ve O’nun emirlerini<br />

hatırlatarak Efendimizin tarif ettiği hayırlı insanlardan<br />

olabiliriz.<br />

*İyilik ve takvada yardımlaşın.Günah ve düşmanlıkta<br />

yardımlaşmayın.<br />

(Maide,2)<br />

Sadece sosyal medyadaki paylaşımlarımız<br />

vesilesiyle bile bir haramdan uzak duran ya da bir<br />

7<br />

AIŞENUR YILMAZ<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

SOSYAL MEDYA<br />

İLMİHALİ<br />

farzı yerine getiren takipçilerimizin güzel amellerinden<br />

bir pay da bize yazılacaktır. Aynı şekilde hiç<br />

düşünmeden bir tıkla sebep olduğumuz günah<br />

belki de sınırları aşıp ömrümüz boyunca göremeyeceğimiz<br />

yerlere, ulaşamayacağımız insanlara<br />

ulaşacaktır.<br />

*Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’tan kork.<br />

(Tirmizi, Birr / 55)<br />

Sanal ortamda işlenen günahların normal<br />

hayatta işlenen günahlardan hiçbir farkı yoktur. Bu<br />

sebeple bir Müslüman llah’ın onu her an gözetlediğinin<br />

farkında olmalıdır<br />

*Ey Müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu<br />

alaya almasın.<br />

(Hucarat 11)<br />

Bir müslümanın diğer bir müslümanı korkutması<br />

helal olmaz.<br />

(Ebu Davud, Edeb / 93)<br />

Örneğin, insanların resimleri üzerinde çeşitli<br />

oynamalar yaparak komik duruma düşürmek,<br />

kişilerin zor ve utandırıcı anları ile ilgili fotoğraf ve<br />

videolar paylaşmak, korkutucu ve telaşlandırıcı<br />

mail ve mesajlar yollamak, sahte isim ve profiller<br />

kullanarak insanları korkutmak ve alaya almak gibi<br />

insanların onur ve şahsiyetlerini kırıcı, incitici, korkutucu<br />

şakalar İslam dini açısından uygun değildir.<br />

*Mü’min, insanları kötüleyen, lanetleyen,<br />

kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse<br />

değildir.<br />

(Tirmizi, Birr 48)<br />

Sosyal medyada küfür ve hakaret içeren yazışmalardan<br />

ve konuşmalardan uzak durulmalıdır.<br />

‘’ Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir<br />

iş ve kötü bir yoldur. ‘’<br />

(İsra Suresi,32.)<br />

İnsan vücudunun sınır tanımadan sergilendiği,<br />

bütün ahlak ve edep kurallarının yerle bir edildiği<br />

görüntüler ve videolar maalesef bugün internet<br />

ortamında sınırsızca yayınlanmakta ve paylaşılmaktadır.<br />

Bu müstehcen görüntüler dinimizde<br />

fuhuş ve zina kavramlarına denk gelmektedir.<br />

‘’ Ey iman edenler, zandan çokça sakının.<br />

Çünkü zannın bir kısmı günahtır. ‘’<br />

(Hucurat Suresi,12)<br />

Sosyal medya aracılığı ile bazı insanlarla ilgili<br />

yayılan bir takım paylaşımlar ve yazılar, bizi gerçek<br />

bilgiye ulaşmadan o kimseler hakkında kötü zanna<br />

düşürebilir.<br />

‘’ Yalan münafıklık özelliğidir. ‘’<br />

İnternet, yalan konusunda insana inanılmaz bir<br />

güven vermektedir. Çünkü nasıl olsa beni bulamaz<br />

ve gerçek kimliğimi öğrenemez düşüncesi<br />

insanı ya eğlence için ya da beğenilme duygusu<br />

için yalana sevk etmektedir.<br />

‘’ Kim benim üstüme kasten yalan isnad<br />

ederse, cehennemde ki yerini hazırlasın. ‘’<br />

(Buhari, İlim / 38 )<br />

Günümüz internet ortamında yalan öyle bir<br />

hale gelmiştir ki Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile<br />

ilgili bile yalan hadisler üretilmeye başlanmıştır.<br />

Müslümanlar olarak bu konuda çok dikkatli olmak<br />

ve internetten bulduğumuz bir sözün altında<br />

yazan hadis ifadesini gerçek kaynaklara ulaşarak<br />

muhakkak araştırmalıyız.<br />

‘’ Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum<br />

şey, küçük şirk, yani riyadır. ‘’<br />

(Tirmizi, Hudut / 24)<br />

Riyakar insan için beğenilme duygusu hayati<br />

önem taşır. Bunun için günlük hayatı içerisinde<br />

yaptığı ve insanların beğeneceği düşündüğü her<br />

şeyi fotoğraflayarak internete atar. Bir müddet<br />

<strong>son</strong>rada bu durum bir hastalık <strong>hali</strong>ne dönüşür ve<br />

yaptığı her şeyi internete atmak için yapmaya<br />

başlar. Yediği yemeği, o gün ne giydiğini, şuan<br />

nerede olduğunu bile internet ortamında paylaşmaya<br />

başlar. Bir müddet <strong>son</strong>ra yediğini, içtiğini,<br />

giydiğini ve gittiği yeri sosyal medyada aldığı<br />

beğeni oranlarına göre belirlemeye başlar. Böylece<br />

bu insanın kişiliği durmadan poz veren garip<br />

bir karaktere dönüşür. Eğer hayatının bir anı sosyal<br />

medyada yayınlanmayacaksa bu zamanlarda tavır<br />

ve davranışlarına çok fazla önem vermez.<br />

‘’ Müslüman’ın kardeşini küçük görmesi ona<br />

günah olarak yeter. ‘’<br />

(Müslim, Birr / 32)<br />

Bugün sosyal medyada paylaşım ve izlenme<br />

rekorları kıran videoların daha çok şive farklılıkları,<br />

sakarlık ve kaza anları, düşme görüntüleri, beceriksizlik<br />

durumları gibi videolardan oluşması ve bu<br />

videoların ‘’ Koptum gülmekten ’’, ‘’ Şimdi çatlayacağım<br />

’’, ‘’ Allah kimseyi bu hale düşürmesin ’’ gibi<br />

başlıklarla çekici hale getirilmesi bu durumun en<br />

bariz göstergelerindendir.<br />

‘’ Mümin erkek ve kadınlara işlemedikleri bir<br />

günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar),<br />

doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir. ‘’<br />

(Ahzab Suresi / 38.Ayet)<br />

Sosyal medyada bazen kimi insanlar ilahi kontrol<br />

ve takip altında olduklarını unutarak yalan ve<br />

iftiraya başvurabilmektedirler. Hedefine ulaşmazsa<br />

bile ‘’ çamur at izi kalsın ’’ mukabilinden atılan iftiralar<br />

muhataba ciddi zararlar verebilmektedir.<br />

‘’ Hatasını anlayıp tartışmayı terk eden kimseye<br />

Allah Teala cennetin ortasında bir köşk ihsan<br />

eder. Haklı olduğu halde tartışmayı terk eden<br />

kimseye ise, cennetin en yükseğinde bir köşk<br />

ihsan eder. ‘’<br />

(Ebu Davud, Edep / 8)<br />

Ne kadar çok tartışma o kadar gündem demektir.<br />

İlme ve kesin bilgiye dayanmayan, Müslümanların<br />

pratik hayatlarına katkı sunmayan,<br />

şahsi egoları yüceltmekten başka işe yaramayan<br />

her tartışma, günah zincirine yeni bir halka daha<br />

eklemektedir. Günümüzde neyi, niçin tartıştığını<br />

bilmeyen yığınlar, çeşitli sosyal medya platformlarında<br />

dibi görünmeyen boş tartışmalarla vakit<br />

tüketmektedir.<br />

Tüm bunlara binaen diyebiliriz ki internet<br />

ve sosyal medyada da Allah’ın<br />

yasakladığı ve dinen suç sayılan şeyleri<br />

işlemek aynı <strong>son</strong>uçları doğurur.<br />

Günah her yerde aynıdır.<br />

“ 8


MAKALE<br />

SERDAR DEMİREL<br />

Orta ve yaşlı sınıf kategorisine giren<br />

muhataplarıma, neden “ölçülü değişim”e<br />

açık olmaları gerektiğini izaha çalışıyorum.<br />

Her değişimin menfî ve gelenekte<br />

olan her öğretinin da müsbet olmayacağını<br />

tahlil ederek. Vahyin ışığında değişkenler<br />

ve sâbiteler dengesini kurmamız<br />

kimliğimizi korumak adına hayatidir de<br />

ondan.<br />

Genç muhataplarıma ise, geleneğe<br />

karşı katı olmamalarını, geleneği yeniliklere<br />

kolayca kurban vermemeleri gerektiğini<br />

hatırlatıyorum. “Hakikat geleneğin<br />

içindedir”, buna inanıyorum.<br />

Gençlere bunları neden hatırlatıyorum?<br />

Çünkü gençlik değişime en fazla açık<br />

olan kesimdir. Gözünü değişimin parlak<br />

dünyasında açtığından değişimden<br />

çabuk büyülenen, değişim büyüsünü<br />

tek hakikat sanan kırılgan kesimdir. Sâbit<br />

değerlerden çok değişimi önceleyen bir<br />

9<br />

SERDAR DEMİREL<br />

GELECEK, KÖKLERE<br />

BAĞLI GENÇLERDİR<br />

Gelecek köklerdedir ve kök paradigmayı geleceğe<br />

taşıyacak olan da ancak gençler olacaktır.<br />

Bu yüzden gençlere yatırım yapmak<br />

geleceğe yatırım yapmaktır.<br />

eğitim çarkından ve değişimin her türlüsünü<br />

kutsayan bir medya, sinema, tv<br />

dünyasının tılsımlı çemberinden geçtiği<br />

için.<br />

Söz gençler ve değişim olunca burada<br />

değişmeyenler bağlamında üç temel<br />

hakikate parmak basmak isterim. İlki;<br />

sosyal hayatta değişimin inkâr edilemeyeceği<br />

hakikati. İkincisi; gençlerin<br />

geleceğimiz olduğu hakikati. Üçüncüsü<br />

de geleceğe yön vermek için sahih bilgi<br />

sahibi olma gerekliliği.<br />

Geleceğimiz hakkında konuştuğumuzda<br />

kendimizi hemen gençler hakkında<br />

konuşurken buluruz. Nedeni gâyet<br />

basittir; gençler gelecektir. Bunu şöyle<br />

de söyleyebiliriz; gelecek gençlerdir. Bu<br />

yüzden bizi parlak mı, sönük mü, ne tür<br />

bir geleceğin beklediği sorusuna cevap<br />

verebilmek için genç nesillerin içinde<br />

bulunduğu yönelişlere bakmamızın kafi<br />

olacağı kanaatindeyim.<br />

Kuşkusuz özlenen bir geleceği, tasavvuru<br />

köklerinde olan gençler kuracaktır.<br />

İstikbal köklere bağlı gençlerin kararlı<br />

iradesinde ve kabiliyetinde saklıdır.<br />

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde<br />

21 yaşındaydı, değil mi? Onun<br />

tasavvurunu şekillendiren dünya görüşü,<br />

bu tasavvurun beslediği ahlak anlayışı,<br />

bu ikisinin öngördüğü toplumsal kimlik<br />

Osmanlı medeniyetine hayat veren<br />

temel etmenlerdir. Osmanlıyı güçlü kılan<br />

köklerle kurduğu ilişki biçimi ve bunu<br />

değişen hayatta yeniden üretmesiydi.<br />

Fatih Sultan Mehmet Osmanlı’da<br />

bu tasavvurun kendisiyle sembolleştiği<br />

“genç” isimdir, evet ama yalnız da<br />

değildir. Ona bu tasavvuru kazandıran<br />

kadroların ve onunla beraber aynı rüyayı<br />

gören halkların topyekûn gördükleri<br />

rüyanın eseridir Osmanlı. İslâm dünya<br />

görüşü ortak bir ülküye dönüştürülerek<br />

Osmanlı İslâm medeniyetine vücut<br />

verilmiştir.<br />

Gençlerin köklerle ilişki kurması,<br />

tasavvuru belirleyen akidenin önemini<br />

kavraması, sabiteler ve değişkenler<br />

dengesini sahih bir tasavvur ve bilgiye<br />

dayanarak kurması kolay bir iş değildir<br />

elbette. Tam da burada gençlerde bu<br />

tasavvuru inşa edecek milli eğitim müfredatına<br />

ihtiyaç olduğunun altını çizelim.<br />

Köklere bağlı medyaya, köklerden<br />

utanmayan kanaat önderlerine, bu zeminde<br />

kitleleri heyecanlandıracak siyasilere<br />

ihtiyaç vardır. Değişkenlere de nüfuz<br />

etmek, onları sâbiteler perspektifinden<br />

okumak ve yönetmek tarihi yeniden<br />

yazmak için elzemdir.<br />

Bunun için özgüven, benlik şuuru ve<br />

derin bilgi gereklidir. Gençler büyüklerin<br />

bilgisine, hayat tecrübesine, onların<br />

kılavuzluğuna muhtaçtır. Çünkü tarihin<br />

akışında devamlılık esastır. Onlar hayatı<br />

sıfırdan kurmayacaklardır, dünden gelen<br />

bir sedanın taşıyıcıları, bir iddiayı hayata<br />

aktaran dünün devamı kadrolar olacaklardır.<br />

Gelecek köklerdedir ve kök paradigmayı<br />

geleceğe taşıyacak olan da ancak<br />

gençler olacaktır. Bu yüzden gençlere<br />

yatırım yapmak geleceğe yatırım yapmaktır.<br />

10


ROPÖRTAJ<br />

AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

Biz: Binaen aleyh haddimize değil fakat ;<br />

Belki de hala gençsiniz…<br />

Üstat: Son zamanlarınızdaki gençliğimizden mi<br />

yoksa lise dönemlerinden mi bahsedelim?<br />

BİZ: Bize biraz gençlik yıllarınızdan bahsedebilir<br />

misiniz üstadım?<br />

AİŞE CAN<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

ÜSTAT RASİM<br />

ÖZDENÖREN’LE<br />

HASBİHAL<br />

Bizi büyük bir tevazu ve misafirperverlikle evinde agırlayan edebiyat tarihimizin<br />

en kıymetli isimlerinden üstat Rasim ÖZDENÖREN’le güzel ve uzun soluklu<br />

bir hasbihâl etme fırsatı yakaladık. Bu, geçmis zaman gençligi ve günümüz gençliginin<br />

farkını ortaya koyan, aynı zamanda bizlere farklı bir tefekkür kapısı aralayan<br />

hasbihâlimizi sizlerle de paylasmak istedik. En az bizim kadar istifade etmeniz<br />

temennisiyle.. Üstadımıza ve çok kıymetli esi hanımefendiye bizleri agırladıkları için<br />

en kalbi duygularla sükranlarımızı sunarız…<br />

Üstat: Bu söze şöyle başlanır; gençlik denince<br />

neyi ,kimi anlıyoruz? Resmi kayıtlara bakarsak 12-<br />

24 yaş arası genç sayılıyor. Ama benim tanımım<br />

bu değil! Genç adam… Kişi gününü izleyebilen<br />

gününe uyum sağlayabilen bir zihin yapısına sahipse<br />

işte o, genç adamdır. Eğer gününü izleyemiyorsa<br />

ister 12 yaşında olsun ister 13 yaşında, yine<br />

genç kategorisine girmez. O’nun yaşı gençtir de<br />

zihin itibariyle genç sayılmaz. Mesela Necip Fazıl<br />

79 yaşında rahmetli oldu, 79 yaşına kadar gençti.<br />

Gençlerle görüşürdü. Mesela bizlerle görüşürdü…<br />

Çok uyanık bir zihin yapısı vardı. Bazı şeyleri kabul<br />

eder veya etmeyebilir o ayrı bir şey! Mesela aya<br />

gidildiğini kabul etmezdi,bunun için kendine göre<br />

gerekçeleri vardı. O gerekçeleri bizde biliyoruz.<br />

Newton fiziğine göre düşündüğü için ‘’arzın cazibesini<br />

yani yer çekiminden kurtulduktan <strong>son</strong>ra<br />

fizikte hangi ivmeyle yer çekiminden kurtulduysan<br />

o ivmeyle <strong>son</strong>suza kadar gidersin’’ bu Newton’nun<br />

varsayımı. Şimdi o verilerle düşünürsen<br />

bu <strong>son</strong>uç gayet normaldir. O fizik verilerine göre<br />

de aya gitmek efendim fezaya gitmek fezada feza<br />

araçlarının kenetlenmesi buluşması söz konusu<br />

olmaz. Ayrı verilere tabi ama üstat bunu söylerken<br />

bizim dikkatimize verdiği şey şu; İZLİYOR !<br />

O olayı izliyor buna kayıtsız kalmıyor! Reddetsin<br />

veya kabul etsin bu önemli değil, ama buolayı ve<br />

gününün olayını izleyebiliyor aynı zamanda ona<br />

ilgi duyabiliyor. Ona tepkisi var ve o tepkisini dile<br />

getiriyor. Bunlar genç adamın tepkileridir veya<br />

genç adamın davranış kalıpları ya da formları…<br />

Ne dersen de! Dolasıyla gençliğinden<br />

bahseder misin deyince :’<br />

’Hangi dönemdeki gençliğimden?’’<br />

diye sormam lazım.<br />

Biz: Mümkünse bize yakın dönemlerden bahsedelim<br />

o halde hocam, Lise ve Üniversite gibi…<br />

Üstat: Liseye biz 1955 yılında başladık, bu da gerçekten<br />

kaderin bir sevkidir ki; Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu,<br />

Hasan Seyithanoğlu, Alâeddin- benim ikiz kardeşim<br />

onun bir sene kaybı vardı ortaokulda ama aynı dönemdeydik-<br />

hepimiz aynı okuldaydık. Başka arkadaşlarımız<br />

da vardı, çok ilginç bir sınıftık; şiirler yazan yazılar yazan!<br />

Sonra onların bir kısmı yazmaktan vazgeçti… Ama bugüne<br />

yazısıyla şiiriyle kalan o adını şimdi andığım arkadaşlar<br />

o gün bu gündür birlikteliklerini devam ettirdiler. Rahmetli<br />

olanlarda ayrı tabii… Onlar zorunlu olarak aradan çekildiler.<br />

Bu arkadaşlar bilerek aynı sınıfta toplanmış değil,<br />

hiçbirimiz birbirimizi o sınıfa gelinceye kadar tanımadık .<br />

Ama o sınıfta herkes kendi istikametinde bir şeyler yazıp<br />

çizerken -şuanda belli bir olayda hatırlamıyorum- kendimle<br />

ilgili olayı hatırlıyorum da diğerleri ile nasıl bir buluşmamız<br />

oldu, ortak noktada buluştuk münferit bir olay<br />

hatırlamıyorum. Münferit olarak hatırladığım olaylar işin<br />

başlangıcı değil daha <strong>son</strong>raki dönemlerle ilgili. Ali diye bir<br />

arkadaşımız vardı. Ali kurtlar… O, bir hikaye yazmış bana<br />

da okutmak istiyor. Daha doğrusu Erdem Bayazıt bana<br />

haber verdi:’’ Ali hikaye yazmış!’’ diye. Bende okumak<br />

istedim; o da nazlandı. Hem vermek istiyor hem nazlanıyor<br />

göstermem diyor. Neticede ısrar ettik. ‘’Sen’’ dedi’’<br />

Bir hikaye yazarsan sana hikayeyi okuturum!’’. ‘’Olur!’’<br />

dedik. O şartla hikayesini aldım okudum. Eve gelince de<br />

ben ona verdiğim sözü yerine getireyim diye hikayemizi<br />

yazdık verdik. bende ona verirken :’’Yeni bir hikaye<br />

yazman şartıyla okutacağım!’’ dedim. Böylece aylarca<br />

aynı şartlarla birbirimize verdik. Aylarca bir gün o bir<br />

hikaye yazıyordu bir gün ben yazıyordum. Sonra Ali dedi<br />

ki: ‘’ Gel, bu hikayelerimizi dergilere gönderelim oralar da<br />

yayımlatalım.’’ . ‘’Olur’’ dedik. Ben bütün dergilere aboneydim<br />

İstanbul’da ki , Ankara’da ki hatta bazı taşra şehirlerindeki<br />

–Adana, Gaziantep- orada da aylık edebiyat<br />

dergileri çıkıyordu. Bizde sanat sayfası, edebiyat sayfası<br />

hazırlıyorduk Maraş’ ta gençlik gazetesinde… Bizden <strong>son</strong>ra<br />

Erdem Bayazıt, Alâeddin, Cahit, onlarda başka gazetelerde<br />

sanat, edebiyat sayfaları hazırladılar. O sayfalarımızla<br />

işte Adana’da ki,Antep’te ki başka yerlerdeki dergilerle<br />

(vekayiş) ediyorduk, onlarda bize gönderiyordu. O arada<br />

Cahit’in şiir yazdığı kulağımıza geldi.’’ Cahit’’ dedim ‘’Sen<br />

niye şiirlerini dergilere göndermiyorsun?’’ . Ben onun<br />

şiirlerini aldım. Cahit konuşmazdı, hayalet gibi bir şeydi<br />

Cahit… Mesela bir defasında dar bir yolda Maraş’ta- Maraş’ın<br />

sokakları daracık odanın yarısı genişliğinde sokaklar<br />

vardır- öyle dar bir sokakta karşılaştık. Geçerken Cahit’ e<br />

selam verdim hiç oralı olmadı,yanımdan geçip gitti. Cahit,<br />

duymadı ! veyahut duydu da selam vermeye ihtiyaç hissetmedi<br />

. Cahit kendi şahsına münhasır birisiydi, sadece<br />

kendini düşünürdü demem yanlış yanındaki arkadaşlardan<br />

kayıtsız yalnız hareket ederdi ilgilenmezdi . Beraber<br />

11<br />

12


ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />

AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

diyelim ki yola çıkmışım, şurada herhangi bir şey<br />

dikkatini çekince oraya yönelir sizi unutur bir<br />

süre <strong>son</strong>ra arkamızdan yetişir bu defada o hızını<br />

kesmez o hızla devam eder giderdi. Dalgınlık değil<br />

bu başka bir şey. Dalgın olan Alâeddin’di, benim<br />

ikizim. O fiilen dalgındı doğuştan dalgın birisiydi.<br />

Yani oralara dalarsak onun dalgınlıklarıyla ilgili…<br />

Efsane çapında dalgınlıkları var onunki dalgınlıktı,<br />

Cahit’in ki vurdumduymazlık bir bakıma…<br />

Biz: O, kendi dünyasında gibiydi yani öyle<br />

diyebilir miyiz? Hani,sizlerle beraber bulunuyor<br />

aslında ama …<br />

Üstat: E bulunuyor da… Mesela ‘’ Cahit niye<br />

dergilere yazı göndermiyorsun yahut şiirini?’’<br />

Onun yerine şiirlerini ben aldım, ben Türk sanatı<br />

dergisine gönderdim. O dergide tükenmiş. Bende<br />

bu ikisinin tam tersine, kaç kişi yola çıktıksa sayarım.<br />

Kaç kişiyiz diyelim şuanda hepimiz dışarıya<br />

çıktık hep beraber yürüyerek bir yere gidiyoruz, 5<br />

kişiyiz bir de ben 6. Önde olanlara arkada kalanlar<br />

kızar biraz yavaş olun arkada kalanlar var! Arkadakileri<br />

uyarırım, biraz adımlarınızı hızlı atın… Menzile<br />

ulaşıncaya kadar onları güderim ben. Ama<br />

onlar farkına varmaz bunun. Çünkü hiç birinin<br />

umurunda değil. Benim bu dikkat ettiğim şey hiçbirinin<br />

umuruna gelmez, umurunda değil! Bir tek<br />

ben umursarım bunu. 3 kişi 5 kişi onların hepsinin<br />

sorumluluğunu, yani bana verilmiş bir sorumluluk<br />

değil bu; kimsenin bana resmen, hukuken yada<br />

ahlaken verdiği bir sorumluluk değil! Ben, kendim<br />

rahat edemem sağıma soluma dikkat etmeksizin<br />

yürüyemem veya etrafımdaki adamlar, mesela<br />

Alaaddinle ikiz olduğumuz için çocukluğumuzun<br />

bütün o dönemleri de beraber geçmiştir, Alâeddin<br />

yoldan giderken diyelim ki birileri top oynuyor<br />

ve top ayağına geldi, o topu süre süre gider beni<br />

unutur o top nereye giderse onun arkasından<br />

koşar gider, birisine rastlar Alâeddin nereye gidiyorsun?<br />

Alâeddin şaşırır bir yere mi gidiyorum<br />

bir yere gitmiyorum, bir yere gitmiyorsan hadi<br />

şuraya gidelim der onun arkasına takılır oraya gider.<br />

Onunla beraberken bir başkası Alâeddin hadi<br />

gel seninle sinemaya gidelim der onun arkasına<br />

takılır. Onunla sinemaya gider. Yolda bir başkasına<br />

rastlasa ya sinemada ne yapacaksın hadi top<br />

oynamaya gidelim dese onunla topa gider.<br />

Topa giderken bir başkası hadi tiyatroya gidelim<br />

der oraya; birisi okula gidelim der… Yani o saat<br />

okul saatimi o saatte okulda ne işimiz var demez<br />

olur gidelim bize gidelim der onun arkasına takılır<br />

gider… Öyle enteresan bir adamdı o da. Bense<br />

şey yapmam yani o topa bile ayağımı vurmam!<br />

Ben sadece eğer top tehlikeye girecekse ayağımla<br />

tutmadığım takdirde oradan duvardan aşağıya<br />

düşecekse yahut düşmeyecekse onu kollarım<br />

top tehlikeye girmesin diye ayağımla tutar bir<br />

tekme falanda atmam. Topu sahiplerine bırakır<br />

etrafa da hep dikkat ederim. Cahit’le bir gün şu<br />

masada çalışıyoruz, Mavera dergisini çıkarttığımız<br />

dönemlerde . Belli bir saatte de büroda olmamız<br />

gerekiyor.Vakit yaklaşınca buradan ayrıldık ama<br />

sohbetimiz bitmedi bu sokağın adı Dede Efendi<br />

Sokak o zaman gene buradayız bunun aşağıya<br />

doğru uzantısı Yüksel Caddesine çıkar üst geçidi<br />

geçtikten <strong>son</strong>ra Yüksel Caddesine çıkıyoruz ben<br />

kaldığımız yerden devam ettim anlatmaya, Yüksel<br />

Caddesini de Ziya Gökalp Caddesi kesiyor o<br />

caddede arabaların trafiğinin kesilmesini bekledik.<br />

Beklerken Cahit’in elini tuttum dedim ‘’Cahit hiç<br />

sesini çıkarmıyorsun deminden beri ‘’ Maverayla<br />

ilgili işte şu sayıda şunu yapalım bu sayıda bunu<br />

yapalım diye projeleri anlatıyorum daha önce şey<br />

yapıyordu olur mu olur ha hı gibi sesler çıkarıyordu<br />

bir süre <strong>son</strong>ra sesi de çıkmıyor. Dedim’’ Sesini<br />

çıkartmıyorsun’’ elinden tuttum baktım yabancı<br />

birisi dedim ya arkadaş kusura bakma yanımda bir<br />

arkadaş vardı dedi ki senin o arkadaşın iki sokak<br />

önce seni bıraktı gitti o arada dedi ben yanından<br />

geçiyordum bana takıldın, daha doğrusu kendisi<br />

bana takılmış. Sen dedi bir şey anlatıyordun<br />

anlatmaya devam ettin bende dikkat etmemişim<br />

demek yanımda sadece siluetini görüyorum onla<br />

beraber uzun uzadıya anlatmışız dedim; ya niye<br />

söylemedin dedi ki öyle iştahla anlatıyordun ki kıyamadım.<br />

Neyse adamla helalleştik gittik. Adam<br />

yanımdan ayrılıyor, Cahit… Ama haber vermeye<br />

üşeniyor ve yahut ihtiyaç hissetmiyor. Böyle bir<br />

enteresan arkadaş topluluğu… Ali de enteresan bir<br />

arkadaştı . O da hiçbir şeyi beğenmezdi mesela<br />

yazdığım hikayelerin hiçbirini beğenmezdi mutlaka<br />

bir kusur bulurdu. hiç kusurumu bulmadığı bir<br />

şeyi hatırlamam. Bense onun en ufak bir kusurunu<br />

dahi bulamazdım, hikayeleri mükemmel gelirdi<br />

beğenmesem bile Ali çok güzel olmuş ,iyi olmuş<br />

falan derdim. O, beğense bile mutlaka bir kusur<br />

bulurdu. Şurası böyle olsa daha iyi olur falan kabilinden<br />

bazılarını dikkate alırdım bazılarını almaya<br />

değmezdi. Mesela ilk yazdığım öyküde 8 - 10 yaşlarında<br />

soğuktan üşümüş bir çocuğun hikayesini<br />

anlatıyordum .Ali dedi ki ‘’Bu hikayenin <strong>son</strong>unda<br />

çocuk ölse daha etkili olur bu hikaye’’ bende<br />

dedim ki bu hikayenin kurgusu bu çocuğu öldürmeye<br />

götürmüyor bizi ,onu yapabilmemiz için<br />

bu kurguyu değiştirmem lazım eğer bu çocuğun<br />

illa hikayenin <strong>son</strong>unda ölmesi gerekiyorsa olayları<br />

ona göre tanzim etmemiz lazım dedim ve ikinci<br />

hikaye olarak da öyle bir hikaye yazdım. Bu neyi<br />

gösteriyor ; bizim bir başka özelliğimizi ortaya<br />

koyuyor! Ya, teorisini bilmeden bile ki teori falan<br />

bildiğimiz yok… lise 1 öğrencisi ne teorisi bilecek<br />

okullarda öğrettikleri öğrendiğimiz ortaokulda işte<br />

lise birinci sınıfta zaten henüz ortaokul bilgisiyle<br />

oraya gelmişiz okuma birikimimiz fena değildi,<br />

Ömer Seyfettin’i hatmetmişim onun dışında bir<br />

sürü başka hikayeler, romanlar, düzyazılar okumuşuz<br />

onların hepsi bize belli bir fikir veriyor. Nitekim<br />

benden başka da bu işin teorisine merak salan<br />

kimse olmadı aramızda. Ne Cahit sardı, ne Alâeddin’in<br />

merakı vardı ama Alâeddin’de kökende<br />

felsefeci olduğu için bu işlere ilgisi vardı. Fakat her<br />

şeye rağmen diğer arkadaşlara göre Alâeddin’in<br />

eleştirileri vardı Cemal Süreyya’nın Üvercinka * ilk<br />

yayınlanan şiir kitabı, onun hakkındaki ilk yazıyı da<br />

Alâeddin yazdı Üvercinka değişik güzel veya değişik<br />

yeni başlıklı bir yazıydı. Diğer arkadaşların öyle<br />

teorik merakları yoktu. Cahit hudayinabitti… Mesela<br />

edebiyat öğretmeni Mustafa Ata tanır Cahit’i<br />

3 sene lise <strong>son</strong>da edebiyat dersinden sınıfta bıraktı<br />

.O da bize ziyarete geldiğinde hocam dedim ‘’Ya<br />

Cahit gibi bir adam 3 sene yani Allahtan korkmadın<br />

3 sene bu adamı edebiyat dersinde süründürdün’’<br />

dedi ki’’E öyle diyorsun ama boş kağıt<br />

verirdi!’’ bende dedim ki hocam boş kağıt verse<br />

bile ya sen dolduraydın yahut kendisini çağırıp ne<br />

doldurulması lazım geliyorsa Cahit şuraya şunları<br />

yaz dersin olur biterdi bu iş, yok dedi o kadarını<br />

da yapamazdık yapmamış yani Cahit’in de böyle<br />

bir teorik merakı yoktu. kafasızlığından mı haşa ilgi<br />

duymuyor fakülte bitirme tezi… Rilke üzerine bir<br />

arkadaş onun şiirlerini Rilke’ye benzetmiş ondan<br />

<strong>son</strong>ra Rilke’ye ilgi duyuyor kendisi ile yapılan bir<br />

mülakatta da en çok hangi şairi okudunuz en çok<br />

hangisinden etkilendiniz diye sorduklarında en<br />

çok diyor Rilke’yi okudum <strong>son</strong>ra onun arkasından<br />

en çok derken diyor dördü beşi geçmez okuduğum<br />

şiir ama bitirme tezi de Rilke üzerine o tez<br />

şimdi yayımlandı yanılmıyorsam beyan yayınlarından<br />

çıktı .<br />

Bir gün, Cahit’i üzgün bir şekilde gördüm…<br />

Ne oldu Cahit hayırdır dedim tezim dedi , reddedilmiş<br />

peki gerekçesi ne? bilimsel bulmadılar<br />

bilimsel görmediler tezimi bunda benim bilimsel<br />

yapacak bir şeyim yok ki ben Rilke hakkında kendim<br />

ne düşündümse onu yazdım sağdan soldan<br />

kitap fln kurcalamadım… Cahit dedim işin kolayı<br />

var -Alman filolojisinde okuyor Cahit- sizin nasıl<br />

olsa fakülte yahut bölüm kütüphanesinde Rilke ile<br />

ilgili tonlarca kitap var onları al eline iki satırda üç<br />

satırda bir o kitaplardan birine atıfta bulun sayfasını<br />

kitabın künyesini yaz sayfası da şudur de hoca<br />

gitsin kendisi bulsun araştırsın o kadar tahammülü<br />

13<br />

14


ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />

AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

varsa’’ ya olur mu?’’ dedi bence dedim böyle yap…<br />

Nitekim yapmış verdiğinde işte demişler çalışırsan<br />

oluyor o tezi kabul edildi aynı tez halbuki …<br />

Velhasıl gençlik dedik ama gençlik mençlik ordan<br />

oraya savrulduk…<br />

Biz: Bizce çok güzeldi…Allah razı olsun sizden.<br />

Siz Cahit ZARİFOĞLU’ndan ve ikiziniz Alâeddin<br />

ÖZDENÖREN’den bu kadar bahsetmişken sormak<br />

isteriz: Özellikle biz yeni nesil için yitip gitmekte<br />

olan dostluk kavramına ne gibi anlamlar yüklüyorsunuz?<br />

Şimdi sizden dostlarınızı dinlerken merak<br />

ediyoruz o dönemde nasıldı dostluklar? Buna dair<br />

bize o dönem dostluklarını anlatabilir misiniz?<br />

Üstat : Evet, dostluk karşılıklı bir ilişki …Aşk<br />

ilişkisi gibi değil, aşk tek taraflıda olabilir bizim<br />

o aşkın diyalektiğine bir göz atarsanız<br />

orda bunları uzun uzadıya anlattık.<br />

Aşk tek taraflıda olabilir nitekim<br />

işte Erdem’in Cahit’in bu lise<br />

dönemindeki dizide Zehra<br />

diye geçen- Mutlu aslında<br />

kızcağızın adı- işte o Maraşlı<br />

değildi. Maraşlı olmayınca<br />

da çok rağbet görüyordu.<br />

Fakat kızın bütün bunlardan<br />

haberi yoktu. Dostluğu<br />

anlatmak için anlatıyorum<br />

bunu… Maraşlı olmayınca<br />

Cahit’de efendim Erdem’de<br />

o kıza ilgi duyuyorlardı.<br />

Artı lisenin neredeyse<br />

yarısı ilgi duyardı. Sırf<br />

yabancı Maraş’a yabancı diye<br />

… Bir memur kızı olarak gelmiş<br />

oradan öyle bir avantajı vardı. Fakat<br />

o kızcağızın haberi yok olan bitenlerden<br />

o da kendi <strong>hali</strong>nde gözlüklü ufak tefek minyon bir<br />

tipti. Yani hanım hanımcık kendi <strong>hali</strong>nde bir kızcağız…<br />

Okulla ev arasında gidip gelir, öyle hani ne<br />

bir şımarıklığı görülmüş ne sağda solda konuşması.<br />

Bir sömestr veya iki sömestr Maraş’ta babasının<br />

memuriyet döneminde kaldı ondan <strong>son</strong>ra çekip<br />

gittiler. Sonradan da halen de nerededir hayatta<br />

mıdır değil midir onu bile bilemiyoruz. Diyelim ki<br />

bu filmi hasbel tesadüf izliyor ise oradaki Zehra<br />

denilen tipin kendisi olduğunu bilmesi mümkün<br />

değil . Hem isim olarak tanımaz hem de o ilişki<br />

öyle bir ilişki değil onu şunun için anlatıyorum<br />

yani aşk tek taraflı olabilir kızdan erkeğe veya erkekten<br />

kıza yönelmiş tek taraflı bir ilişki mümkündür<br />

aşkta fakat dostlukta karşı tarafın bilmemesi<br />

mümkün değil… Bilmediği takdirde o ilişki kurulmaz.<br />

Halbuki aşk ilişkisinde bu tek taraflı, yatay<br />

düzlemde tek taraflı olabilir, dikey düzlemde yani<br />

insan tarzı düzleminde orda zaten tek taraflıdır.<br />

Onun seni sevip sevmediğini bilemiyorsun sadece<br />

kabullerden hareket ediyorsun. Raziye ve Marziye<br />

makamına ulaşmış ise Raziye Allahtan razı Marziye<br />

Allahın kendisinden razı olduğu bir ilişki biçimi<br />

onunda bir matematik olarak kesinliği yok sadece<br />

hipotezler söz konusu . İnsan tanrı ilişkisinde de<br />

insan insan ilişkisinde de, aşk tek taraflı olabilir<br />

ama dostlukta bir şeyi paylaşma söz konusu. Nnedir<br />

o paylaştığın şey mahremiyetin; mahrem yani<br />

kimseye söylemediğin anana babana hiç kimseye<br />

söylemediğin söyleyemediğin itiraflarını dostuna<br />

söyleyebilirsin dostluk ilişkisinin en önemli özelliğinden<br />

birisi bu. Bir diğer özellik sırtını dönebilirsin<br />

çekinmeksizin sırtını dönmek küsme manasında<br />

değil sırtını döndüğün zaman arkandan bıçaklanmayacağından<br />

emin olursun. Ondan arkandan<br />

sana kötülük yapmayacağından emin olduğun<br />

birine sırtını dönersin seni bıçaklayacak birine<br />

sırtını dönmezsin istesen de dönemezsin ama söz<br />

konusu dostun olduğunda böyle bir şey hiç aklına<br />

bile gelmez. Büyük bir güven içinde sırtını<br />

dönebilirsin ondan sana ihanet gelmeyeceğini<br />

bilirsin ihanete uğramayacağını…<br />

Emniyet vardır dost ilişkisinde.<br />

Fedakarlık ve feragat vardır .Fedakarlık<br />

ona gelecek zararı önlemek için<br />

kendini ona saplanacak bıçağın<br />

önüne attırır. Fedakarlık budur<br />

yani kendini onun uğruna feda<br />

edebilirsin. Feragat sende olandan<br />

vazgeçebilirsin arkadaşın dostun<br />

üşüyorsa tereddüt etmeden<br />

sırtındakini çıkarıp ona<br />

verebilirsin, her ne ihtiyacı<br />

varsa karşılarsın bu fedakarlık,<br />

yani onun uğruna kendini<br />

feda etmek demektir. Kendinde<br />

olandan vazgeçmek bu da<br />

feragattır.<br />

Biz: Zor olan Feragat etmek midir sizce?<br />

Üstat: İkisi de zor ikisi de kolay değil !Yani ona<br />

gelecek olan zararı önlemek için kendini riske<br />

atıyorsun belki ne deriz seninde o paraya ihtiyacın<br />

vardır o elbiseye ihtiyacın vardır o zamana<br />

ihtiyacın vardır her neyse, o maddi olabilir manevi<br />

olabilir. Mesela; benim ders çalışmam lazım çalışıyorum<br />

bir gün <strong>son</strong>ra imtihana gireceğim Erdem<br />

bana diyor ki ‘’Hadi sinemaya gidelim!’’ bende<br />

ona diyorum ki’’ Erdem derse çalışıyorum. Erdem<br />

bir 3- 5 dakika dolaştı tekrar geldi işte sinemada<br />

dedi beyaz geceler oynuyor . Baktım ki çok istiyor,<br />

canı cehenneme imtihanın dedik… Kağıdı kalemi<br />

kitabı okuma odasına bıraktık gece saat 11 de falan<br />

kapanıyor oralar kapanırsa kitabımızda orda kalır<br />

kaybolma ihtimalide var ama bütün bunları dikkate<br />

almaksızın dersinde canı cehenneme imtihanın<br />

da canı cehenneme dedik madem Erdem bu<br />

kadar çok istiyor beraber gittik sinemaya. Dönüşte<br />

aklımda orda bıraktığım kitap var fakat Erdem<br />

dedi ki İstanbul’da Beyazıt’ta oynuyor film Marmara<br />

sinemasına gittik hadi dedi İstiklal Caddesine<br />

gidelim Beyoğlu’na. Olur dedik. Oraya gittik<br />

falan işte bu benim için bir yanıyla fedakarlıkta<br />

var fedakarlıkta var ama bu temelde feragat kendi<br />

haklarından kitabımı efendim sınıf geçmeyi dersi<br />

falan onlar benimle ilgili şeyler onlardan feragat<br />

ediyorum yani kendimde bulunan bir şeylerden<br />

ben vazgeçiyorum. Kendi haklarımdan vazgeçiyorum<br />

mesela Ali’de kesinlikle ne fedakarlık<br />

vardı, ne feragat vardı. Ali kendini düşünürdü.<br />

Diyelim ki hasbel kader seninle beraber pikniğe<br />

gitti sinemaya gitti, Ali tekrar eski <strong>hali</strong>ne dönünceye<br />

kadar senin canını çıkartır saate bakar şimdi<br />

derse çalışıyor olsaydım 10 sayfa daha okumuş<br />

olurdum şimdi derse çalışıyor olsaydım 15 sayfa<br />

daha okumuş olurdum 3 dakikada bir bunu söyler<br />

hatırlatır gına getirir keşke gelmeseydim dedirtinceye<br />

kadar bunu insanın başına kakardı. Aliyle de<br />

benden başka dost olan kimse yoktu. Dost diyorum<br />

ama bu da dostluğun tek taraflı bir ilişkisiydi…<br />

Ali benden başka herkesle mesela Erdemle kavgalı<br />

Cahit’le kavgalı ve bana derlerdi ki :’’Ya sen bu<br />

adamla nasıl geçiniyorsun ?’’ . Tahammül ediyordum<br />

ben onunla geçinmiyor ona tahammül<br />

ediyordum… Benden başkada tahammül eden<br />

olmazdı . Mesela Erdem çok tahammüllü olmasına<br />

rağmen defalarca kavga etmişlerdir Aliyle.<br />

Şimdi dostluk velhasıl nasıl bir şeydi bizim aramızdaki<br />

dostluk? Ali bizimle lise döneminde beraber<br />

oldu ondan <strong>son</strong>ra zaten yazıdan çiziden vazgeçti<br />

ondan <strong>son</strong>rada tamamen ayrı bir moda girdi.<br />

Ali’nin öyle hayatının <strong>son</strong>una kadarda bizlerle çok<br />

fazla irtibatı kalmadı . Geriye kalan bu arkadaşlar<br />

işte; Erdem, Alaeddin, Cahit onların arasındaki<br />

asıl tutkal görevini gören Alaeddin’i de bir nebze<br />

hesaba katsam bile zannediyorum bendim tutkal<br />

işlevini gören, hepsiyle irtibatım vardı. Zaman<br />

zaman hepsi birbiri ile kavga ederler ama neticede<br />

hepsinin arasını bulan bendim efendim tekrar<br />

öyle küslüğe falan varmamıştır bu irtibatlar ama<br />

neticede bir irtibat <strong>hali</strong>ndesin diyelim ki burada 3<br />

gün beş gün beraber olsak ikinci günden itibaren<br />

birbirimizle nizalaşmaya başlarız. Çayı sen getirdin<br />

de ben götürmedim de ben boşları götüreyim<br />

sen doluları getir biçiminde bunlar söz konusu<br />

edilmeye başlar. Geçici sürelerde bunun farkına<br />

varılmayabilir ama ilişkiler devam ederse kopukluklar<br />

veya sürtüşmelerde bir yerden <strong>son</strong>ra başlar.<br />

Ama bizim aramızda günü birlik sürtüşmeler olabilir<br />

o her zaman mümkün. Mesela demin anlattığım<br />

Cahit bırakıp gitmiş falan beni sükut-ı hayale<br />

uğrattı yani hiç olmazsa yani parmağı ile dokunsa<br />

gitse ben onun gittiğini görürüm tamam dokunmasa<br />

da bile bir izin almalıdır diye düşünürüm<br />

… Mesela büroya gittikten <strong>son</strong>ra Cahit geldikten<br />

<strong>son</strong>rada bunu ben hiç konuşmadım kendisiyle, o<br />

belki farkında bile değil bu olayın söylediğimizin<br />

bırakıp gitme olayının, mesela arkasını hatırlamıyorum<br />

hatırlamadığıma göre demek ki hiç mevzu<br />

bahis etmemişiz bunu Cahit’le. başka olaylarda<br />

var onlarda ayrı Cahit’in bana yaptıkları ,tırnak<br />

içinde ‘’kötülükler’’… Evet, dostluk böyle… Birbirimizle<br />

yani böyle hiç belli başlı bir takışmamız<br />

olmadı tam tersine dayanışma içindeydik birimiz<br />

herhangi bir konuda ısrarcı olursa şunu şöyle<br />

yapalım dediğinde herkes reddetmek istiyorsa<br />

gerekçesini söyler ama buna rağmen o arkadaş<br />

illa bunu yapalım illa yapmayalım diyorsa ısrar<br />

edenin yanında yer alırız hepimiz. Ama fikrimizi<br />

de söyler o öyle olmaz ama madem istiyorsun<br />

öyle yapalım deriz bununda örnekleri çoktur…<br />

Biz: Bu dostluğun önemli parçalarından bir<br />

tanesi midir peki? Yani gönül yapmak ,gönlü hoş<br />

tutmak?<br />

Üstat: Evet ya birbirimizin hatırını sayardık.<br />

Mesela hiç yüksek sesle birbirimize bağırarak<br />

konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Kızarak öfkeyle<br />

…Mesela beni bir gün denizin ortasında bıraktı<br />

Cahit onun uzun bir hikayesi var neticede ben bir<br />

biçimde kıyıya çıktım, gecenin bir yarısı deniz kıyafeti<br />

gecenin ortasında denizde üşüyorum beni<br />

orda kayıkla bir yerde bıraktı ayrıldı gitti …Cahit<br />

işte demin söylediğim olayda olduğu gibi bırakıp<br />

gitti ben orda kaldım ha geldi ha gelecek derken<br />

gelmedi neticede bir başka arkadaş geldi çıktık.<br />

Dedim ki ‘’ Niye gelmediniz ?’’ ‘’Ya Cahit dedi ki<br />

‘’ diyor o bana gelen arkadaş Ahmet ‘’ Nasıl olsa<br />

gelir’’ kıyıya çıktıktan <strong>son</strong>ra ‘’ Cahit!’’ dedim ‘’Nasıl<br />

olsa gelir diyorsun nasıl gelirdim ben denizin<br />

ortasında Suadiye’deyiz ya Bağdat Caddesine<br />

çıkmam lazım mayoyla mümkün değil, ayağımızda<br />

bir şey yok yalın ayak. Nasıl gelirdim?’’<br />

Biz: Aslında size şunu sormak istiyoruz üstat<br />

dışarı çıktığınızda ,etrafınıza baktığınızda bizim<br />

zamanımızda bunlar yoktu bu böyle değildi<br />

dediğiniz oluyor mu ?<br />

Üstat: Yadırgama anlamında yadırgamamız<br />

olmuyordu yeri geldiğinde şunu söylüyoruz<br />

telefon etmemiz gerekiyor diyelim ki : cep<br />

telefonunuzu kullanırken eskiden cep telefonu<br />

olmadığı için siz cep telefonu olmayan bir<br />

dönemi bilmiyorsunuz değil mi, cep telefonuna<br />

doğmuşsunuz halbuki bizim zamanımızda<br />

telefonda bir problemdi evlere telefon almak için<br />

insanlar 5 sene 10 sene 15 sene sıra beklerlerdi<br />

bugün bunu tahayyül etmek mümkün değil.<br />

Mesela seyahatlerde şimdi herkes istediği yere<br />

uçakla gidip geliyor ama karayolu bile yoktu<br />

bizim zamanımızda çocukluğumuzda ve gençliğimizde<br />

karayolu stabilize yollar vardı,stabilize<br />

yol duydun mu sen? (yok duymadım) belki<br />

hocanda duymamıştır…Çakılı kumla karıştırırlar<br />

üzerine su serpilir .silindir geçer stabilize yol o<br />

ama kısa sürede dağılır o yeniden işte greyderle<br />

tefsiye edilir falan en lüks yollar stabilize yollardı<br />

onun dışında toprak yol vardı. Otobüs bugünkü<br />

mesela otobüsler yok kamyon kasaları kaldırılır<br />

15<br />

16


ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />

kamyon kasasının yerine el yapma otobüs karoserleri<br />

konur o karoserlerinde altında delikler olur<br />

onları bir türlü kapatmazlar veya kapatamazlar<br />

toprak yolda bir iki kilometre yol kat ettikten <strong>son</strong>ra<br />

üstün başın bembeyaz toza bürünmüş olur<br />

gözün kaşın saçların hep tozlu olur otobüs yokuşa<br />

geldiği zaman yolcular iner yokuşu tepeye<br />

kadar otobüsü arkadan iterler bugün hiç tahayyül<br />

edemeyeceğiniz şeyler… velhasıl netameli<br />

yolculuklar netameli seyahatler şimdi bunları<br />

hatırlamıyoruz şuanda 3 gidiş 3 dönüş veya yerine<br />

göre 4 gidiş 4 dönüş otobanlar var bunlar bile<br />

az geliyor ve bunları da küçümsüyoruz.<br />

Biz: Bunlar o zamanda olan zor şartlar. Şuan<br />

baktığımızda rahat şartlardayız Elhamdülillah<br />

binaen aleyh bu rahat şartlarda ve imkanlarda<br />

gençlerin tutumları ve tavırlarıyla o zamanki<br />

gençlerin kıymet bilmesi veya zorluklarla mücadelesi<br />

arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

Üstat: Şimdi bu arkadaşlar bu yeni gençler o<br />

dönemi bilmediği için onlar kendi içinde bulundukları<br />

zorluklarla baş başa… O, şunun sıkıntısında<br />

bu internet niye 3 saniye gecikiyor(gülüyoruz)onun<br />

sıkıntısı o! Niye bağlandığım zaman<br />

hemen gelmedi şimdi bunun cevabını arıyoruz<br />

öteki gelmiş gitmiş onu tahayyül etmesi bile söz<br />

konusu değil .şimdi bunu biz bu değişimi gül<br />

yetiştiren adamda anlatmaya çalıştık adam 40<br />

sene 50 sene Cumhuriyet dönemindeki değişiklikleri<br />

kabul edemediği için protesto etme adına<br />

kendini evine kapatıyor 40 sene 50 sene evinde<br />

kapalı kalıyor torunu ile beraber dışarı çıktığında<br />

o kaldırım taşları kendi zamanındaki Arnavut kaldırımlarının<br />

parke taşlarıydı, -parke taşını biliyor<br />

musunuz? Parke taşı siyaha yakın çok koyu gri<br />

renkte aşağı yukarı yüzeyi şu büyüklükte (gösteriyor)<br />

derinliği de aşağı yukarı şöyle 15 cm kadar<br />

yan yana dizilir şehir içi caddeler bu kaldırım<br />

taşıyla yapılırdı- mesela bunu görüyor bu dikkatini<br />

çekiyor . Vitrin, bugün şimdi vitrini görüp<br />

de şaşıran var mı? Mağaza vitrini söylediğim…<br />

Şimdi Gül Yetiştiren Adam vitrinleri görüyor<br />

torunu yanında bu nedir diye vitrini soruyor ne<br />

işe yarıyor o da diyor ki insanlar sattıkları eşyayı<br />

teşhir ediyorlar, kumaşsa kumaş efendim zücaciye,billuriye<br />

her neyse. Nasıl diyor teşhir ediyor<br />

yani? benim sattığım mal işte bu kadar güzel<br />

diyor. Buna çok şaşırıyor Gül Yetiştiren Adam,<br />

anlayamıyor bunu daha doğrusu, çünkü niye anlayamıyor<br />

biliyor musunuz? Bizim zamanımızda<br />

diyor, eşyasını övmezdi tüccar esnaf tam tersine<br />

sattığı malın kusurlarını söylerdi. İslami gelenekte<br />

malın kusurlarını söyleyeceksin benim sattığım<br />

mal herkesten iyidir demeyeceksin. Halbuki bu<br />

günün anlayışı modern batı anlayışı … değil mi<br />

ki kimse kendi kusurunu söylemez tam tersine<br />

kusurları söylendiğinde rahatsız olur insanlar.<br />

Halbuki İslami gelenekte kusura bakmak-demin<br />

dostluktan bahsettik kusurunu söyleyip uyaran<br />

kimsedir dost- ama bugün birbirimize çok bariz<br />

kusurlarımızı bile söylesek alınganlık gösteriyoruz.<br />

Yani bugün ki modern yaşam tarzımız İslami<br />

gelenek tarzının bize telkin ettiği tarzdan farklı<br />

bizim geleneksel tarzımız kusurları öne çıkarmak<br />

ama kendi kusurlarını çevrenin kusurlarını<br />

değil çevrenin kusurlarını söyleyeceksen onu<br />

da dikkatli bir dille söyleyeceksin. Meşhurdur ki<br />

Fatih Sultan zamanında esnafın birinden alışveriş<br />

yapılmış ikinci müşteride aynı esnaftan alışveriş<br />

yapmaya geldiğinde esnaf diyor ki ben siftah<br />

ettim komşum siftah etmedi aynı mal ondada<br />

var ondan al . Bu bir dayanışma komşuluk ilişkisi<br />

esnaf, ahlak anlayışı ama bugün çığırtkanlar<br />

otobüs şirketleri gittiğimizde şehirler arası adam<br />

seni kandırmaya kalkışıyor ve sende kanıyorsun.<br />

Her türlü yeniliğe de çabuk alışıyoruz. Onsuz bir<br />

hayatı aklımızdan geçirmiyoruz geçiremiyoruz<br />

gelen her yeniliği de anında benimsiyoruz.<br />

Biz: Galiba çok çabuk alışıyoruz.<br />

Üstat: Evet çok çabuk alışıyoruz her gelen<br />

yenilikle değişen düzene çok çabuk alışıyoruz…<br />

Biz: Gençliğe dair bilhassa geçmişe dair bize<br />

rehber olup bizi çıkarttığınız bu yolculuk için<br />

çok teşekkür ederiz. Sizler gibi dostluk kavramını<br />

feragatle doldurabilmeyi ve düşünceleri hiç<br />

yaşlanmayan gençlerinden olabilmeyi Rabbim<br />

bizlere nasib etsin. Allah sizleri başımızdan eksik<br />

etmesin kaybettiğimiz üstatlarımıza rahmetiyle<br />

muamele etsin. Misafirperverliğiniz ve bizlere vakit<br />

ayırdığınız için yeniden çok teşekkür ederiz.<br />

Bir başka sefere görüşmek duası ile. İstanbul’a da<br />

muhakkak bekliyoruz. :)<br />

17<br />

19


ROPÖRTAJ<br />

AIŞE CAN - MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

19<br />

DR. MUHAMMED ŞERAFETTİN KALAY<br />

GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN<br />

SIK KARŞILAŞTIĞI<br />

FIKHİ MESELELER<br />

VE HÜKÜMLERİ<br />

Bizleri büyük bir nezaketle karsılayarak yönelttigimiz fıkhi sorularımıza tüm<br />

ilgisi ile cevap veren bizlerle vaktini ve ilmini paylasan hocamıza çok tesekkür<br />

ediyoruz Allah kendilerinden razı olsun ve ilimlerinden<br />

yararlanmayı bizlere nasib etsin.Amin!<br />

BİZ: Esselamu Aleykum Hocam, günümüz<br />

gençlerinde sık sık rastladığımız bir alışkanlık olan<br />

sigara içmenin hükmünü, israf ve sağlık boyutlarını<br />

da ele alarak bizlere açıklayabilir misiniz?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Rabbimize <strong>son</strong>suz<br />

hamd ü senâ, Rasûlüne salâtü selam eyleriz.<br />

Sigara hakkında en çok konuşulan maddelerden<br />

biridir. Bu konuşmaların kimi aleyhte, kimi lehte,<br />

kimi ciddî, kimi de gayr-ı ciddîdir… Ancak ciddî<br />

sayılabilecek konuşmalar, daha çok zararları<br />

üzerinde değil hükmü üzerindedir. Çünkü zararları<br />

artık itiraz kabul etmez bir çerçeveye ulaşmıştır.<br />

Hükmü konusunda ise zihinlerin oturaklaşmadığı<br />

bir gerçektir. Zihin hazırlayıcı olur arzusuyla söze<br />

konuşulanlardan farklı birkaç kelimeyle başlamayı<br />

arzu ederiz.<br />

Tabiatın içinde karşılaşılan otlar, ağaçlar, mantarlar,<br />

sular, maden suları, su altı ürünleri, hayvanlar<br />

ve diğer varlıklar ile ilgili bir kaide vardır. Bu<br />

kaide kısaca şöyle ifadesini bulur: “Eşyada asıl olan<br />

ibâhadır.” Bunun manası şudur: Tabiatta karşılaştığınız<br />

bu maddelerden meşru çerçevede istifade<br />

edebilir, onları yiyebilir, içebilirsiniz.<br />

Bunun için dağ da, kır da bulunan ısırgan,<br />

madımak, ekşi pancar, nane, kekik, papatya, devetabanı,<br />

salep gibi nebatlardan istifade edebilir,<br />

yiyebilir, ahududu, çalı çilek, yer çileği, böğürtlen,<br />

koca yemiş, taflan, alıç, kuşburnu gibi yabanî<br />

meyvelerden yiyebilirsiniz. Derelerden balık tutabilir,<br />

ormanlarda av avlayabilir, yerden kaynayan<br />

pınarlardan, maden sularından içebilirsiniz.<br />

Bu konuda asıl olan diğer prensip de şudur: Bu<br />

maddeler zehirli olmamalı, akla, bedene, vücut<br />

direncine, sinir veya sindirim sistemine zarar vermemeli<br />

zararı faydasından çok olmamalı, üzerinde<br />

başkasının hukuku bulunmamalıdır.<br />

“Üzerinde başkasının hukuku bulunmamalı”<br />

ifadesinden murat, mülkiyetinde olmamalı, arazisi<br />

içinde bulunmamalıdır. Bunların çok detaylı ayrı<br />

bir hukuku vardır.<br />

Bu ön kısa bilgiden <strong>son</strong>ra yeniden sigaraya<br />

dönüyoruz. Sigara, İslâm yaklaşık bir buçuk asırdır<br />

kendini göstermiştir. Bu yüzden eski kaynaklarda<br />

hakkında söz ve hüküm bulmak mümkün değildir.<br />

Sonradan ortaya çıkan bir şey hakkında hüküm<br />

söylemek için de onu bütünüyle İslâm’ın bize<br />

sunduğu ölçülere vurmak gerekir.<br />

Güneyde bir Yahudî ve Lübnan’da bir Rum<br />

tarafından İslâm topraklarına sokulan sigara el altı<br />

gayretlerle yayılmaya başlayınca devrin ilim ehline<br />

sorulmuş, onlar da her ilim ehlinin yaklaşması<br />

gereken bir üslupta meseleye yaklaşmışlardır.<br />

Bunun en açık örneğini <strong>son</strong> devrin en iyi âlimlerinden<br />

İbn Âbidîn sergilemiştir. Kısaca ifade etmek<br />

gerekirse önce “eşyada asıl olanın ibaha olduğunu”<br />

dile getirmiş, <strong>son</strong>ra da aklına gelen zarar ihtimallerini<br />

sıralamış, bu tür zararları yoksa aynı kaidenin<br />

onun için de geçerli olduğunu söylemiştir. Onun<br />

bu cümleleri ne yazık ki <strong>son</strong>raki yıllarda kulp bulmaya<br />

çalışanlar, sigarayı da kahve ve çay sınıfına<br />

sokarak tiryakiliğini savunmaya çalışanlar tarafından<br />

silah olarak kullanılmıştır.<br />

İbn Âbidin’in sözlerinde iki ana nokta vardır.<br />

Birincisi bu konudaki ana kaidenin uygulanışı.<br />

Bunda yanlış bir taraf yoktur. İkincisi, onun sigarayı<br />

yeterince tanımadığı ve bu yüzden ihtiyatlı<br />

hareket ettiği…<br />

Günümüzde açığa çıkan bir gerçek vardır. İbn<br />

Âbidîn’in saydığı bütün zararlar ve tehlikeler sigarada<br />

olduğu gibi çok daha fazlası da vardır. Esasen<br />

sigaraya haram demek için bütün şartlar neredeyse<br />

hazırdır. Bunun içindir ki diğer birçok mezhep<br />

âlimi sigara için açık bir şekilde “haram” ifadesini<br />

kullanmışlardır.<br />

Ancak bir şey hakkındaki haram veya farz<br />

hükmü oldukça ağır bir hükümdür ve Hanefîlere<br />

göre böyle bir hüküm ya âyetle sabit olmalı ya da<br />

mütevâtir bir hadisle bize ulaşmalıdır. Bir başka<br />

ifade ile yakîn (kesin) bilgi ifade eden bir yolla<br />

bize gelmelidir. Çünkü haram ve farz oluş, sadece<br />

fıkhî boyutta kalmaz, akîdevî bir boyuta da taşınır.<br />

Mesela şarabın haram oluşu âyetle sabittir. Bir insanın<br />

şaraba “helal” demesi Allah’a isyan, ayeti ret<br />

manası taşıdığı için o insanı küfre götürür.<br />

Akıl almaz boyutlarda yayılan ve salgın dünya<br />

musibetleri arasında sayılması gereken sigara<br />

alışkanlığı ile ilgili söylenebilecek elbette ki çok<br />

söz var. Sağlığa ve şahsiyete tesiri, sebep olduğu<br />

israf, en yakınlardan başlayarak çevrede yer alan<br />

insanların haklarının çiğnenmesi, irade zayıflığı ve<br />

daha nice konuda…<br />

Evlerde sigara içilmesi ise musibete musibet<br />

katan bir hata. Evin havasını kirletmesiyle, eve<br />

sinen kokuyla, ailenin nafakasına tesiriyle, fertlerin<br />

hukukunun çiğnenmesiyle, onları da alışkanlığa<br />

sürüklemesiyle, annelerin hamile iken içtiği<br />

sigaranın cenin üzerindeki etkileriyle ve daha nice<br />

olumsuzlukları ile… Eve bir kilo yiyecek alamayan<br />

nice insanın sigaraya para bulduğu, “Ekmek param<br />

bile yok!” diyerek insanlardan para dilenenlerin<br />

yaka ceplerinde sigara paketi görülmesi garabetleri<br />

hep bilinen gerçeklerdendir.<br />

Şu söylediklerimizin çoğu da bilinen ve giderek<br />

daha sıkça dile getirilen sözler. Bu sözlerin yanında<br />

giderek olumlu yönde canlanan gayretleri de<br />

görüyoruz. Bu gayretlerin, olumsuz yönde sürdürülen<br />

çalışmaları bastırması ümidini taşıyoruz.<br />

Mücadele daha ciddî ve şuurlu olarak sürdürülmelidir.<br />

Yuvalar ise bu musibetten bütünüyle arındırılmalıdır…<br />

BİZ: Yine gençler olarak hemen hepimizin<br />

yaşadığı bir süreç olan nişanlılık dönemi hakkında<br />

ölçülere dair bilgi almak istiyoruz. İslam, nişanlanmış<br />

iki gencin görüşme haddini nasıl belirliyor?<br />

Buna telefonla görüşmeyi de dâhil edersek nasıl<br />

bir sınır ortaya çıkıyor?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Allah Rasûlü(sav)<br />

evlenilmesi düşünülen kızın görülmesini tavsiye<br />

ediyor ve bunun evliliğin devamı için daha doğru<br />

olduğunu vurguluyor. İslâm’ın istediği evlilik hayatının<br />

istikrarlı oluşudur. Bunun için de tarafların<br />

birbirini görmesi doğru olandır. Bu fıtratın fıtratı<br />

20


GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN SIK KARŞILAŞTIĞI<br />

FIKHİ MESELELER VE HÜKÜMLERİ<br />

DR. MUHAMMED ŞERAFETTIN KALAY<br />

kabul etmesi içindir. Görülmesi gereken yüzdür.<br />

Ne derece bahane bulunursa bulunsun bundan<br />

öte görüşmeler faydalı değil, zararlıdır. “Daha<br />

yakından tanımak istiyorum, nelerden hoşlanıyor<br />

bilmek istiyorum veya o beni daha iyi tanısın” gibi<br />

bahaneler, bu bahanelere sığınarak sık sık görüşmeler<br />

yanlıştır. Bu devrede taraflar birbirleri doğru<br />

yönleriyle tanıyamazlar, tanıdıklarını zannedişleri<br />

de yanıltıcıdır.<br />

Kız veya erken olsun evlenmeyi düşünen<br />

kimseler bir birleri hakkındaki bilgiyi buluşup<br />

görüşerek değil, okul, iş veya mahaller çevrelerinden<br />

öğrenmelidirler. Bu bilgiler daha doğru ve<br />

istikrarlıdır. Flörtlük diye adlandırılan üslupla birlikte<br />

olunduğu anlarda konuşulanlar, yaşananlar evlilik<br />

hayatı içinde daha <strong>son</strong>raları karşıya silah olarak<br />

kullanılırlar. Evliliğin gerçekleşmemesi durumunda<br />

da leke bırakıcıdır. Bundan daha çok da kız tarafı<br />

zarar görür, itibar kaybı ve hayal kırıklıkları yaşanır.<br />

Elzem durumlar dışında telefonla görüşme de<br />

doğru değildir. Söz olmadık yerlere, <strong>son</strong>unda da<br />

vesveselere kadar uzanır. Eğer telefon görüşmeleri<br />

oluyorsa bu konuşmalar bitip tükenmez, telefonlar<br />

da kapanmaz. Her hangi bir sebeple telefon<br />

edilememişse bekleyişler de bitmez; “Bak telefon<br />

etmedi, demek ki yeterince sevmiyor,” kanaatlerine<br />

de dönüşür.<br />

BİZ : Müslüman gençler olarak yediklerimiz ve<br />

içtiklerimiz hususunda hassas davranmaya çabalıyoruz<br />

fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki neler<br />

sakıncalıdır neler değildir ayırt etmekte zorlanıyoruz,<br />

ilim ve cihat ehli kardeşlerimizin ellerinde kola<br />

ve türevi içecekler görebiliyoruz. Bunlara binaen<br />

sormak istiyoruz ki: Piyasadaki şüpheli yiyeceklere<br />

ve gazlı içeceklere karşı duruşumuz nasıl<br />

olmalıdır? Birtakım gıdaların içerisinde bulunan<br />

jelatin maddesini tüketebilir miyiz? Bunlar caiz<br />

midir değil midir?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Coca-Cola gibi<br />

içeceklerden iki açıdan uzak durulmalıdır:<br />

1 – BEDENE VERDIĞI ZARARLAR, IÇINDE TAŞI-<br />

DIĞI ŞÜPHELI MADDELER.<br />

2 – SAHIPLERININ İSLÂM’A DÜŞMEZ OLUŞU VE<br />

SIYONIST ZIHNIYET TAŞIMALARI.<br />

Esasen sıhhî açıdan bütün asitli içeceklerden<br />

uzak durmakta fayda vardır. Yerine meyve suyu,<br />

ayran, su veya diğer tabiî şeyleri içmeyi alışkanlık<br />

<strong>hali</strong>ne getirip, bu gün gazlı içecekler diye adlandırılan<br />

asitli içeceklerden ve enerji verdiği iddia edilenlerden<br />

uzak durulmalıdır. Karşımızdaki insanların<br />

bu nevi içeceklerle bize karşı hem maddi, hem<br />

de sıhhî savaş sürdürdükleri unutulmamalıdır.<br />

Bu içeceklerin asıl zarar veren yanı içindeki karbondioksit<br />

gazı değil, taşıdığı kimyevi maddeler,<br />

şüpheli ve karanlık olanlar, bağımlılık yapanlar ve<br />

asitlerdir.<br />

Genlerimiz kendilerini farklı bir köleliğe<br />

mahkûm ettirtmeyecek kadar iradeli olmalıdırlar.<br />

Jelatine gelince; gıda maddelerinde kullanılan<br />

jelatinin kemikten yapıldığı bilinen bir gerçektir. Bu<br />

jelatin eti yenen hayvanların kemiğinden yapılıyorsa<br />

bunda sıkıntı yoktur. Çünkü kemik temiz<br />

kabul edilir. Ancak domuz gibi her yünü ve her<br />

parçası necis kabul edilen hayvanların kemiğinin<br />

jelatin yapımı için kullanılması haramdır, ondan<br />

yapılan jelatinin kullanıldığı mamulü yemek de<br />

caiz değildir.<br />

BİZ: Talebeler olarak çok sık yaşadığımız fakat<br />

sorgulamak dahi kimi zaman aklımıza gelmeyen<br />

bir hususun hükmünü danışmak istiyoruz. Piyasada<br />

orijinali bulunan bir kitabın fotokopisi çekilebilir<br />

mi? Müellifin hayatta olup olmaması durumu<br />

etkiler mi?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Yazarı ister hayatta<br />

olsun isterse olmasın fotokopi çektirerek nüsha<br />

elde etmenin caiz olacağı, çoğaltılarak satılmanın,<br />

diğer ifade ile ticaretinin yapılmasının ise caiz<br />

olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bir insan eliyle<br />

yazarak da kendine bir nüsha edinebilir.<br />

Yazarlar da bu gerçeği bilerek buna göre niyet<br />

taşımalı ve hareket etmelidir. Neticede ilmin<br />

asıl hedefi dünyalık kazanmak değil, rıza-yı Barî<br />

kazanmaktır. Yazan insanların da dünyevî ihtiyaçlarının<br />

olduğu unutulmamalıdır.<br />

BİZ: Gündemimize yakın zamanda oturmuş<br />

olan ve bir çok tartışma ve fikir ayrılığına sebep<br />

olmuş bir hususu size de sormak istiyoruz. Efendimiz<br />

(Aleyhissalatu vesselam)’ın canlandırılmasının<br />

hükmü nedir? Bizim Bu canlandırmaya karşı<br />

tutumumuz nasıl olmalıdır?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Peygamber Efendimizin<br />

rol yapan herhangi bir insanla canlandırılmasının<br />

doğru olmadığına, bunun sıradan bir hata<br />

olmayacağına, bunu yapan ve destekleyenlerin<br />

büyük vebal kazanacağına, yapılanın Rasûlullah’ın<br />

hürmetine, heybetine, hayallere yerleşen onunla,<br />

ilgili duygulara zarar vereceğine, künyesiyle künyelenmesine<br />

bile izin vermeyen Rasûlullah’ın asla<br />

buna rızasının olmayacağına inanıyorum.<br />

Ayrıca bu nevi teşebbüste bulunan insanların<br />

kendi yapılarına, inanışlarına, hedeflerine, özentilerine<br />

de dikkat edilmelidir. Bu dikkatler ortaya<br />

ibretli neticeler çıkaracaktır.<br />

Misali gözler önündedir. Bu filmi yöneten şahıs<br />

şiîdir, batı özentilidir, filmin gişe hasılatı onun için<br />

en önemli şıklardandır. İster istemez bütün bunların<br />

eseri filimde kendisini gösterecektir. Zaten<br />

yeteri kadar zihin bulandırıcı unsurla karşı karşıya<br />

olduğumuz günlerde yeni bir bulanıklık gelip duygularımızı<br />

sarsmaya, bulandırmaya çalışıyor.<br />

İleri gelen sahabîlerin de rol yapanlara teslimini<br />

doğru bulmuyorum… Tebliğ için Asr-ı Saadet’e<br />

uzanmak isteniyorsa bunun ustaca farklı yolları<br />

vardır. Emek sarf edilmeli, zihinler çalıştırılmalı ve<br />

fayda getirecek, zarar vermeyecek, takdir edilecek<br />

yollar bulunmalıdır.<br />

Diğer açıdan gençlerimiz de sinemanın bizimle<br />

çok uyumlu olmayan dünyasına sürüklenmemelidir.<br />

Zaten evlerin içinde yeterince filmin<br />

oynamaya başladığı bir zaman diliminde havasında<br />

kir olan salonlara ihtiyaç duyulmamalıdır…<br />

BİZ: Hemen her fakültede ve dahi liselerde<br />

karşımıza çıkan bir konu olan kopyayı ve bunun<br />

hükmünü özellikle sormak istiyoruz. Ve açık bir<br />

şekilde tarafınıza soruyoruz; Sınavlarda kopya<br />

çekmenin hükmü nedir? Kopya çekme durumu<br />

fakülteden fakülteye değişir mi?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Bu sorunun cevabını<br />

hepinizin bildiğine inanıyorum. Ancak sigaranın<br />

hükmüyle ilgili cevapların çoğunun gayr-ı ciddi<br />

oluşu gibi buna verilen cevapların çoğunun da<br />

gayr-ı ciddi olduğu kanaatindeyim.<br />

Kopya bir aldatma, bilmeden bilir görünme, hak<br />

edilmeyeni elde etmeye çalışma, başkalarının<br />

hukukunu çiğneme, öğrenilmesi gerekeni öğrenmeme,<br />

giderek derslerde gevşekliğe sebep olma,<br />

insanın kendi onuruna da zarar verişidir. Şahsiyetli<br />

gençlerimizin şahsiyetine yakışır davranması<br />

tercih edilmelidir.<br />

Evet, bazı dersler var, manasız, faydasız, hatta<br />

zararlı. Bu, ne yazık ki ülkemizde bir eğitim hayatı<br />

gerçeği. Yine de mü’min gönüller onurlu davranmalı,<br />

kötü zihniyetin seviyesine inmemeli, eğriyi<br />

doğrultmak, eğriliğin derecesini örnek göstere-<br />

21<br />

22


GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN SIK KARŞILAŞTIĞI<br />

FIKHİ MESELELER VE HÜKÜMLERİ<br />

DR. MUHAMMED ŞERAFETTIN KALAY<br />

bilmek için öğrenmeli, eğriyle beraber eğrilmemeli,<br />

yanlışla beraber yanlışa düşmemelidir.<br />

BİZ: Gelişen teknoloji ve çağımızın getirdiği bolluklara<br />

binaen sormak istiyoruz ki Müslümanlara açık<br />

şekilde zulmeden ülkelerin mallarını kullanmak caiz<br />

olur mu?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Bütünüyle kullanılmaz<br />

veya satın almak caiz değildir diyemeyiz. Çünkü bu<br />

mallara ihtiyacımız ciddi boyutlarda olabilir. Peygamber<br />

efendimiz de ahlâkî çöküntülerine rağmen Yahudilerle<br />

alış-veriş yapmıştır. Kervanlar Asr-ı Saadette<br />

de Bizans, Pers topraklarına gitmiş, gelmiş, oralarda<br />

alış-veriş yapmıştır.<br />

Ancak iktisadî mücadelenin günümüzde neredeyse<br />

silahlı mücadelenin önüne geçtiği bir gerçektir. Hristiyan<br />

ve Yahudi dünyasının bize karşı ciddi bir ekonomik<br />

savaş içinde olduğu, bizi iktisaden çökertmek ve<br />

kendilerine bağımlı, sürünen ve sık sık kapılarına varıp<br />

yardım dilenen bir devlet <strong>hali</strong>ne getirmeye çalıştıkları,<br />

zaman da bu emellerine ulaştıkları bir gerçektir.<br />

Hem elimizdeki parayı alıp, hem de kendi paramızla<br />

bize zarar verecek eşya pazarladıkları da bir<br />

gerçektir. Daha önce sorduğunuz Coca-cola bunun<br />

örneklerindendir. Gıda maddelerinin içine neler karıştırdıkları,<br />

kendi diyarlarında yasakladıkları nice malı ve<br />

maddeyi bize sattıkları da artık saklanılamayacak bir<br />

durumdadır.<br />

Mü’min basiretli olmalı, kendi ihtiyaçlarını iyi tespit<br />

etmeli, hayati ehemmiyet taşıyan malları kendisinin<br />

üretmesi gerektiğini anlamalı ve bunun için el ele<br />

verip çalışmalı, zarar verecek, bağımlı hale getirecek<br />

veya savunma sanayiinde olduğu gibi en muhtaç<br />

olduğu anda ambargo ile karşı karşıya kalıp çaresizlikten<br />

kıvranmayacağı bir siyaseti takip etmelidir.<br />

Zalimden merhamet beklemek veya zalimin eline<br />

düşmek acizliktir ve biz bu acizliği çok yaşadık.<br />

İslam âlemi hiç de az bir nüfusa sahip değildir.<br />

İçlerinde alım gücü çok yüksek olanlar var. Ellerinde<br />

can alıcı maddeler var. Allah’ın lütfu büyük nimetler<br />

bahşetmiş. Batıda Fas ile Atlas Okyanusuna dayanan,<br />

doğuda adalarıyla Pasifik Okyanusunun ortalarına<br />

doğrulduğu zaman muazzam bir coğrafyaya sahiptir.<br />

Akdeniz’in çoğu elindedir. Çanakkale, İstanbul Boğazı<br />

elindedir. Cebel-i Tarık Boğazını kontrol edebilmesi<br />

mümkündür. Süveyş Kanalı elindedir. Karadeniz’in<br />

neredeyse yarısı, Ege’nin bir kısmı, Basra Körfezi,<br />

Kızıl Deniz, Hint Okyanusunun büyük kısmı elindedir.<br />

Nice madenler, petrol, doğal gaz sahibidir… Bu<br />

coğrafyaya ve imkâna sahip olan Müslümanların bir<br />

de yeterli şuura sahip olduğunu hayal ediniz. Dünya<br />

titreyecek, zulümler duracak, insanlık tarihi farklı<br />

mecrada akacaktır.<br />

Bu imkânlar mümkün iken iktisadi gücün durmadan<br />

bizleri hançerleyen zalimlere karşı kullanılmaması<br />

ciddi bir hatadır.<br />

Sorunuzla daha çok dünyayı fesada boğan ve<br />

Filistin’deki kardeşlerimize zulmeden Siyonist zihniyetin<br />

İsrail içinde veya dışında ürettiği malları kastettiğiniz<br />

kanaatindeyim. Onların boykot edilmesini<br />

arzuladığınızı umuyorum. Evet, boykot edilmeli ama<br />

günümüzde yapılan boykot şeklinden daha zekice<br />

olmalıdır….<br />

Misal anlamaya yardımcıdır. Biz, Filistin’de kan<br />

aktığı, canımız yandığı veya Fransızlar, İtalyanlar<br />

ülkemize, inancımıza dil uzattığı günlerde Yahudi,<br />

Fransız veya İtalyan mallarını boykot ilan ediyoruz.<br />

Hemen bir boykot listesi hazırlıyor ve bunu paylaşıyoruz.<br />

Listede yaklaşık 500 civarında ürün yer alıyor.<br />

Bunlardan uzak durulması isteniyor… Bunlar içinde<br />

ciddi derecede ihtiyaç duyulan, mallar da var. Bunların<br />

muadilini de ne yazık ki üretemedik. Acılar taze<br />

olunca, listeler de yayınlanınca şuurlu kardeşlerimiz<br />

bir müddet ihtiyaç duysalar da bu mallara yaklaşmıyorlar.<br />

Zaman ilerledikçe, duygular yatıştıkça boykot<br />

da gevşiyor…<br />

Böyle yapmak yerine içlerinden 3 veya 5 adet en<br />

şerlileri (meselâ Coca-Cola, Danone, Algida, Kinder<br />

gibi ürünler) seçilse büyük bir titizlikle bunlardan uzak<br />

durulması için kampanya yürütülse, hem ülkemizdeki,<br />

hem de İslâm âlemindeki duygular canlı tutulsa,<br />

bu hamle çökertilinceye kadar devam etse, arkasında<br />

yeni bir beş madde seçilerek onlara yüklenilse daha<br />

tesirli olacağı ve verim vereceği kanaatindeyim. Böyle<br />

bir çalışmada zaten ilk çökenler <strong>son</strong>rakilere ibret<br />

olacak, iktisadî mücadelenin tesiri de daha derinden<br />

hissedilecektir.<br />

BİZ : Hanım kardeşlerimizde sık sık karşılaştığımız<br />

bir mevzu olan makyaj yapmakla alakalı iki önemli<br />

hususu sormak istiyoruz. Müslüman kadının tesettüründe<br />

makyaj olabilir mi? Sünnet olan göze sürme<br />

çekme amelini dışarıda da yapmak caiz midir?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Kadının fıtratında ziynet<br />

düşkünlüğü vardır. Makyaj da bu çerçevede değerlendirilmelidir.<br />

Ziynet nasıl beğenilme arzusuyla takılıyorsa,<br />

makyaj da bu arzunun neredeyse zirvesidir.<br />

Ancak insanın fıtratında iştah, arzu, şehvet, kazanma<br />

duygusu da vardır. İslâm bu nevi duyguları<br />

inkâr etmez. İnsana bahşedilen irade ile kontrol altına<br />

alınmasını ve helal ölçüleri geçmemesini, Allah’ın<br />

gazabını, laneti çekecek dereceye ulaşmamasını, hak<br />

gasplarına yol açmamasını, fitne yaymaya sebep<br />

olmamasını, kaynaklık etmemesini, kişinin vakar ve<br />

onurunu yaralamamasını, onu hafifleştirecek dereceye<br />

varmamasını emreder.<br />

Bu emirlere riayet insana değer kazandırır. Garip<br />

bir durumdur; biz çok defa ayna karşısındaki görünüşümüze<br />

bakarız, buradaki görünüşün bize güzellik<br />

kattığını zannederiz de insanı insan yapan değerlerin<br />

insana neler kazandırdığına, yokluğunun neler kaybettirdiğine<br />

çok dikkat etmeyiz.<br />

Allah Rasûlü(sav); “Kıyamet gününde mü’min kulun<br />

mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur.<br />

Allah, rezil, kaba, çirkin ve çirkef tavırlı insanları sevmez,”<br />

buyurur.<br />

Âişe Vâlidemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte<br />

de; “Bir mü’min güzel ahlâkıyla, namaz ve oruca tutkun<br />

olup devamlı ibadet eden insanların derecesine<br />

ulaşır,” buyrulur.<br />

Bunun sebebi ahlâkın bütün hayatımızı kuşatışı,<br />

hayatımızın her nefes alış-verişinde var oluşudur.<br />

İbadetler belli bir zaman çerçevesi ile çerçevelidir.<br />

Güzel ahlâk ise hayatın her anında artık onu taşıyan<br />

kişinin vasfı olarak bulunur ve her an o kişiye ecir<br />

kazandırmaya devam eder.<br />

İşaret ettiğimiz gibi, her gün, -belki bir kaç kere- aynaya<br />

bakıp dış görünüşümüze çeki düzen veriyoruz.<br />

Hiç davranışlarımıza, edep ve terbiyemize, konuşma<br />

üslubumuza, duygu ve düşüncelerimizi dış dünyaya<br />

aksettiriş tarzımıza; bizi gören, bizimle komşuluk, arkadaşlık,<br />

iş arkadaşlığı yapan, yolculuk eden, bizimle<br />

alış-verişte bulunan, sohbet eden insanların gözüyle<br />

bakıyor muyuz? Kendimize bu konuda çeki düzen<br />

veriyor muyuz? Dıştan bakarak kendimizi bütünüyle<br />

değerlendiriyor muyuz?<br />

Ahlâkî açıdan görünüşümüzün, iç dünyamızın dış<br />

dünyaya aksedişinin güzelliği, selim fıtratla uyumluluğu,<br />

kılık kıyafetimizin güzelliği, uyumluluğu kadar<br />

değer taşımıyor, bizi ilgilendirmiyor mu!?<br />

Güzel görünmek için pahalı, markalı elbiseler<br />

alan, dış elbiselerle gömleklerin, kazakların, elbiselerle<br />

ayakkabıların, çorapların, kravatın renk uyumuna<br />

kadar dikkat eden insanları görüyoruz. Hanımlarda<br />

elbiselere, renklere dikkat de yetmiyor, bütüne ziynetler<br />

de ekleniyor, çantaların uyumu hesap ediliyor,<br />

özene bezene giyiniliyor, takınılıyor…<br />

Saçlar taranıyor, elbisenin kıvrık yerleri, görünüşü<br />

zedeleyen yanları düzeltiliyor. Başörtülere şekiller<br />

veriliyor, gerekirse çıkarılıp tekrar tekrar ayarlanıyor.<br />

Yandan, önden bakışlarla ayna karşısında dakikalar<br />

harcanıyor… Kısaca güzel görünüşle, çirkin görünüşler<br />

engellenilmeye çalışılıyor.<br />

Aşırı olmamak şartıyla bunları yadırgamadığımıza<br />

da vurgu yaptık. Bu sözleri de yadırgadığımızı ifade<br />

etmek için dile getirmiyoruz. Dile getirmek istediğimiz<br />

şudur: Acaba kıyafetlerimiz kadar kaba, edep<br />

dışı veya çiğ bir sözün, bencil, yersiz veya hafif bir<br />

davranışın bizi ne kadar çirkin göstereceğine de<br />

dikkat ediyor muyuz? Onların yakışıksızlığı da elbise<br />

yakışıksızlığı kadar dikkatimizi çekiyor mu? Ahlâkımızın<br />

değeri kıyafetimiz kadar yok mu?..<br />

İsterseniz soruyu şöyle soralım: Kaba veya edep<br />

dışı bir söz ve davranışın, yersiz veya hafif bir hareketin<br />

verdiği çirkin görüntü, ceketin yakasının<br />

kalkık, saçlardan bir bölümünün dağınık olmasından,<br />

çorabın renginin elbiseye uymamasından daha mı<br />

önemsizdir?!. Elbisesi güzel olanın çirkin davranışına<br />

dikkat edilmez mi? Güzel görünen ve markalı bir<br />

kravat kabalığı, bencilliği, sinsiliği, hilekârlığı, düzenbazlığı,<br />

kibir ve gururu örter mi?... Yüksek topuklu bir<br />

ayakkabı, boyunuzu yüksek gösterdiği gibi, edep ve<br />

terbiyenizi, insanî değerlerinizi de yüksek gösterir<br />

mi?..<br />

Siz karşınızdaki insanda hangisini görmek istersiniz<br />

veya hangisini daha çirkin görürsünüz?!.<br />

Düşününce şu gerçeği hep teslim ediyoruz: Edep,<br />

terbiye, ahlâk dünyevî hiçbir malla kıyaslanmayacak<br />

kadar güzel ve değerlidirler. Ancak aklı ve insafı olan<br />

herkes tarafından kabul edilen bu gerçek, zihinlerden<br />

asla uzak tutulmamalıdır; kadri bilinmeli, hayata ona<br />

göre yön verilmelidir.<br />

Bu sözlerden <strong>son</strong>ra dönüp kendi kendimize soruyoruz.<br />

Makyaj bunun neresinde? Bize ne kazandırıyor,<br />

ne kaybettiriyor? Bizi güzel mi gösteriyor, hafif meşrep<br />

veya özentili, şahsiyeti oturaksız mı gösteriyor?..<br />

Bunun cevabını takdirlerinize bırakıyorum.<br />

Makyaj maddelerinin içinde ne var? Tenimize,<br />

sıhhatimize, dinimize, ahlâkımıza ne yönde tesir<br />

ediyor?. Bu da ayrı bir soru.<br />

Kızlarımıza bir soru daha sormak istiyorum:<br />

Siz erkek olsaydınız nasıl biriyle yuva kurmak,<br />

hayatınızı paylaşmak için, yavrularınızın yetişmesi<br />

için, eğer hedefiniz iki cihan saadetini<br />

elde etmek ise bunun için nasıl biriyle evlenmek<br />

isterdiniz?..<br />

Sürmeye gelince, sürme hem caiz, hem de göz<br />

için faydalıdır. Ayette de “ancak kendiliğinden görünenler”<br />

içinde sürme de zikredilir.<br />

Ancak kimsenin sürme sürmediği, gözlerin<br />

sürmeye alışık olmadığı bir ortamda sürme sürmek<br />

ve bu şekilde dolaşmak doğru değildir. Belli oranda<br />

böyle bir davranış kişiyi hafif gösterir. Sırf kadınların<br />

olduğu yerde veya ev ortamında sürülmesinde bir<br />

mani yoktur.<br />

Ruj, hem içindeki maddeler, hem sağlık, oje, hem<br />

tırnak yüzeyini kaplaması, hem sağlık, her ikisi de kullananı<br />

hafifleştirdiği için mahzurludur.<br />

Sentetik saç boyaları da, oje kalınlığında olmasa da<br />

saç yüzeyini kapladığı için mahzurludur. Ümmü Seleme<br />

Validemizin naklettiği kadınların örgülü saçlarını<br />

çözmeme ruhsatı, kadınların örgülü saçıyla sınırlıdır,<br />

hem erkeklerin örgülü saçı buna kıyas edilemeyeceği<br />

gibi, boyaların da kıyası doğru değildir. Nitekim bir<br />

kadının saçı örgülü olmayıp belini geçecek derecede<br />

uzun olsa dibini yıkayarak bırakamaz, gusülde bütününü<br />

yıkamak zorundadır. Aksine fetvalar ihtiyatsızdır…<br />

23<br />

24


MAKALE<br />

TERCÜME: MERVE MAHİTAPOĞLU - AIŞENUR YILMAZ<br />

25<br />

HALEPLI MAHMUD NUREDDIN SHABAN<br />

BUGÜN DOĞUNUN VE BATININ DILINDEN<br />

DÜŞMEYEN KELIME...<br />

Tarih yazmış ve bugünde tarih yazan şehir...<br />

İzzetin ve kararlılığın şehri... Sabrın ve sebatın şehri...<br />

Halep… Halep ‘in ne olduğunu<br />

nerden bilebilirsin ??!!<br />

Yeryüzün de kurulmuş en eski şehir, başlangıç<br />

tarihi bilinmemekte ancak üstünden hayat dolu çok<br />

zamanlar geçmiştir...<br />

Eski ve yeni dünya medeniyetini birleştiren İpek<br />

yolu üzerinde kurulmuş bir şehirdir...<br />

Gezgin tacirlerin ve devlet büyüklerinin uğradığı <strong>son</strong><br />

duraktır...<br />

İLMIN VE AMELIN MERKEZIDIR...<br />

Üzerinden toprağına ve kültürüne derin izler nakşetmiş<br />

(yanaklarına nakış işlenmiş)<br />

nice medeniyetler gelip geçmiştir.<br />

Kokusu misk’tir ve güzel görünüşü Allah’ın kılıcı<br />

Halid bin Velid’in Miladi 7.Yy’ da Anadolu kapısından<br />

girmesiyle başlayan İslam medeniyetinin örtüsüdür\<br />

elbisesidir (libasıdır).<br />

Bu büyük fetihle beraber Halep bugün bildiğimiz<br />

Halep olmuştur. İslam’ın Haleb’i olmuştur. Fetihlerin<br />

ve zaferin Halebi olmuştur. Bu zaferlerden biri de<br />

İslam ordusunun Anadolu’da, Horasan’da ve birçok<br />

İslam ülkesinde kulları kula kulluktan, Allah’a kulluğa<br />

döndürmesidir...<br />

Halep’te 5.Halife olan Ömer ibni Abdulaziz’in<br />

yapımını üstlendiği en büyük ve eski Emevi Camii<br />

inşa edilmiştir.<br />

Halep İslam nimetine sahip olma hususunda<br />

kararlığına devam etmiş, İslam’ı kalkındırmış ve onun,<br />

Hamdâni Devleti’nin kılıcı Ebu Firas zamanında ilmi<br />

ve edebi yönden parlamasını sağlamıştır. Halep adil<br />

sultan Şehid Mahmud Nureddin Zengi’nin eliyle<br />

Rum gazvesinden <strong>son</strong>ra yeniden doğmuş ve Halep,<br />

Halep...<br />

zamanında Haçlı birliklerine karşı koyma ve Allah’ın<br />

düşmanlarıyla savaşta layık olduğu yeri almıştır.<br />

Nureddin Zengi’den <strong>son</strong>ra Selahaddin Eyyubi gelmiş<br />

ve büyük bir ordu Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın pis<br />

Haçlılardan kurtulması ve özgür olması için Halep’ten<br />

çıkmıştır.<br />

Halep, 1.Sultan Selim’in fethettiği gün gelip de asıl<br />

mevkiine dönünceye kadar Moğol saldırılarına maruz<br />

kalmış, fetihten <strong>son</strong>ra, Osmanlı Devletinin ilk Arap<br />

vilayeti aynı zamanda başta Şam olmak üzere bütün<br />

Arap ülkelerinin de anahtarı olmuştur.<br />

Halep, sanayisi, ilmi ve tecrübeleriyle gelişip, İstanbul<br />

ve Kahire’den <strong>son</strong>ra en önemli 3. şehir sayılmıştır.<br />

20.yy’ın başlarında Fransız ihtilali belasına uğramıştır.<br />

Halkı, üzerlerinde hain planlar yapanları oradan<br />

çıkarana kadar cihattan geri durmamış. Halep, en<br />

kötü günlerini onların yönetimleri altında yaşamış,<br />

heyecanlı gençlerinden birçoğunu kaybetmiştir.<br />

Halkın çoğu evini barkını bırakıp dünyanın dört bir<br />

tarafına dağılmak zorunda kalmıştır.<br />

Ve böylece mübarek Suriye devrimi tam 5 yıl<br />

önce başlamış oldu.<br />

İşkencenin, kuşatmanın, tahribatın, yıkımın, en şiddetlisine<br />

gebe kaldı. Halkından binlerce kişi öldürüldü,<br />

mahsur edildi, ülkelerini terk etmek zorunda bırakıldı.<br />

Ama onlar, sabrettiler ve direndiler.. Zulme ve bu<br />

verdikleri mücadeleden dönmeye asla razı olmadılar.<br />

Halep kuşatıldı… Halep viran oldu… Halep aç bırakıldı…<br />

Ama Halep bu enkaz altında sabrı bırakmadı…<br />

Mücahitler, alçak ve hain düşmanlara karşı Ümmet’in<br />

dini ve şerefini korudular hala da koruyorlar…<br />

ÜMMET, HALEP’TIR!!<br />

Kendi çabalarıyla Zafer’e ulaşamasalar bile dualarla<br />

ulaşacaklar…<br />

VE BIZLER, ŞAM VE HALEP HALKI OLARAK,<br />

‘RABBIMIZ, SEN’DEN BAŞKA NEYIMIZ VAR KI!’’<br />

SLOGANINI ATMAYA DEVAM EDECEĞIZ…<br />

26<br />

حلب...‏<br />

كلمة على لسان أ اهل الشرق والغرب اليوممدينة صنعت التاريخ<br />

وتصنعه اليوممدينة العز والصمود...‏ مدينة الصبر والثبات<br />

‏!!حلب وما أ ادراك ما حلب؟؟<br />

اقدم مدينة مسكونة على وجه أ اال رض ال يعرف التاريخ بدايتها<br />

أ<br />

ولكن يعرف أ انها على مر أ االيام مليئة بالحياة<br />

مدينة واقعة على طريق الحرير تربط بين حضارات العالم القديم<br />

والجديد<br />

محط الرحالة التجار والقادة...‏ مركز العلم والعمل..‏ مرت عليها<br />

حضارات كثيرة نقشت على خدودها آ اثارًا عظيمة تبدو في قسمات<br />

ا رضها وثقافتها<br />

أ<br />

وكان أ اعبقها ر ائحة أ وا زهاها حلة الحضارة اإلسالمية التي أ بدات<br />

بدخول سيف هللا المسلول خالد بن الوليد من باب أ انطاكية في<br />

القرن السابع الميالدي،‏ بهذا الفتح العظيم صارت حلب التي<br />

نعرفها اليوم،‏ صارت حلب اإلسالم وحلب الفتوحات وحلب<br />

النصر،‏ منها انطلقت جيوش اإلسالم لتحرر العباد من عبادة<br />

العباد إلى عبادة رب العباد في أ االناضول وخراسان وغيرها من<br />

بالد المسلمين اليوم<br />

فيها بُ‏ ني المسجد أ االموي من أ اكبر أ واقدم المساجد الذي أ اشرف<br />

على بنائه الخليفة الراشدي الخامس عمر بن عبد العزيز<br />

واستمرت حلب تتقلب في نعم اإلسالم وزاد ازدهارها أ وتال<br />

العلمي أ واالدبي في زمن سيف الدولة الحمداني أ وابي فراس<br />

الشاعر،‏ ثم ولدت حلب من جديد بعد غزو الروم لها على يد<br />

السلطان العادل نور الدين محمود الشهيد الزنكي وعادت حلب<br />

ّ ً قها<br />

في زمانه إلى مكانتها في صدّ‏ الزحف الصليبي ومقارعة أ اعداء هللا<br />

واإلنسانية على كل الجبهات،‏ ثم جاء من بعده صالح الدين<br />

االيوبي فخرجت منها جحافل الجيوش لتشارك في تحرير القدس<br />

أ<br />

والمسجد أ االقصى من رجس الصليبين<br />

ثم مرت على حلب أ اعاصير من الغزو المغولي حتى عادت إلى<br />

مكانتها يوم دخلها السلطان سليم أ االول أ واصبحت حلب الوالية<br />

العربية أ االولى في الدولة العثمانية وصارت مفتاح بالد الشام<br />

‏.والبالد العربية عامة<br />

وكانت حلب المدينة الثالثة في أ االهمية بعد اسطنبول والقاهرة..‏<br />

‏..وترقت صناعتها وعلمها وتجارتها<br />

حتى انتكبت حلب باحتالل الفرنسيين في بداية القرن العشرين<br />

ولم يتوقف أ اهلها عن جهادهم حتى خرجوا مكرهين ولكن تركوا<br />

خلفهم منافقين أ ا أ سوا منهم يتحكمون في مصير البالد الطاهرة،‏<br />

فعاشت حلب تحت حكمهم أ اشد أ ايامها وفقدت الكثير من<br />

شبابها النشيط المثقف،‏ وتشرد الكثير من أ اهلها في أ اصقاع<br />

اال رض<br />

أ<br />

حتى هبت الثورة السورية المباركة قبل خمس سنوات..‏ أ تاخرت<br />

حلب قليال ولكن كان أ لتاخرها في اللحاق بركب الثورة حكمة<br />

ا رادها هللا...‏ فتحولت حلب بعد ذلك إلى حاضنة الثورة وقائدة<br />

أ<br />

لها،‏ وتلقت أ اشد أ انواع العذاب أ واشد أ انواع القصف والدمار وقتل<br />

اهلها آ باالالف وحوصروا وشردوا...‏ ولكنهم بقوا صابرين ثابتين<br />

أ<br />

ال يرضون بالظالم وعودته،‏ تداعى على هذه المدينة الصابرة أ امم<br />

الشرق والغرب كما تتداعى أ االكلة على قصعتها،‏ وخذلها القريب<br />

والبعيد ولكن هللا لم يخذلها<br />

حوصرت حلب ... دمرت حلب...‏ ِ جوّ‏ عت حلب...‏ ولكن أ اهلها<br />

من تحت الركام صابرون وعائدون ومن خالل الخراب مجاهدون<br />

يدافعون عن دين أ امة وشرفها ضد عدو طائفي حاقد لئيم<br />

فانى هذه أ االمة من حلب..؟؟<br />

أ<br />

إن لم ينصروها أ بانفسهم فلينصروها بدعائه<br />

ونستمر نحن أ اهل الشام وحلب بهتافنا يا هللا ما لنا غيرك يا هللا<br />

محمود نور الدين شعبان الحلبي


ً<br />

MAKALE<br />

TERCÜME: AIŞE CAN - MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

YRD.DOÇ. DR. ALI AL OMARI<br />

“en faziletlilerinden biri de FAYDALI ILIM TALEP ETMEKTIR.<br />

Eskiden denilirdi ki:<br />

“İLME KENDINI VERIRSEN O DA SANA BIR<br />

KISMINI VERIR.”<br />

Oysa günümüzde bir çok genç vaktin bereketsizliğinden<br />

yakınmakta. Yıllar ardı sıra gelir ve<br />

geçer ancak ilimden elde edilen paye aslında kişinin<br />

istediği oranla sınırlı kalır. Bunun sebebi açık,<br />

disiplinli bir planın olmamasıdır.<br />

Talebe, kendisini güçlendirecek bir takım<br />

dersler ve kitaplar seçer . Ama gayretli olan talebe,<br />

zamanla bir ilme tam vakıf olamadan kendini<br />

birden fazla ilmin kapısında buluverir. İşte bu<br />

yüzden Alimlerimiz; ilim tahsilinin başlangıcında<br />

açık, sınırları belli olan ayrıca sarf ettiği çabaya<br />

ve vakte uygun bir yöntem ortaya koymuşlardır.<br />

Bütün bunlardan daha da önemlisi öğrencinin ilmi<br />

bir melekeye sahip olmasıdır.Tıpkı İbn Haldun’un<br />

mukaddimesinde bahsettiği gibi.<br />

Toparlarsak bahsini ettiğimiz bu, ‘’Yöntem’’ ilmi<br />

3 seviyeye ayırır ve her seviyenin ayrı bir yolu ayrı<br />

ayrı kaynakları vardır. Bu seviyelere şöyle bir göz<br />

atalım :<br />

BIRINCI SEVIYE:<br />

İLİM TALEP ETMENİN<br />

YÖNTEMLERİ<br />

Vaktin uğruna harcandığı yılların onu elde etmede yetersiz kaldığı<br />

rahmet bulutlarından bereket elde edilmeye çalışılan eylemlerin<br />

Bu seviye başlangıç seviyesidir. Talebe bu<br />

seviyedeyken henüz bilimsel konuları bilmez ve<br />

başlangıç seviyesindeki konulara vakıf olmaya<br />

çalışır. Konuları kapsayan küçük metinler ezberler.<br />

Mesela Akaidde Tahaviyi, Fıkıhta Kuduriyi gibi...<br />

Bu seviyedeki talebe kafası karışmasın diye ihtilaflı<br />

meselelerden uzak durmayı tercih eder. Zaten bu<br />

seviyenin hedefi delilleri öğrenmeksizin meseleleri<br />

öğrenmektir .Meseleleri delilleriyle öğrenmek ise<br />

ikinci seviyenin işidir.<br />

İKINCI SEVIYE:<br />

Bu seviyede ise Talebe önemli meseleleri öğrendikten<br />

<strong>son</strong>ra bu meselelerin delillerini araştırmaya<br />

geçer. İhtilaflı meseleleri anlamaya yönelik<br />

delillerin kuvvet yönünü araştırır.<br />

ÜÇÜNCÜ SEVIYE:<br />

Bu seviyeye varan öğrenci artık farklı mezheplerdeki<br />

görüşleri araştırma yetisi kazanır hatta<br />

içlerinden birisini tercih edebilecek seviyeye kadar<br />

gelir. O yüzden bu seviyenin kitapları ihtilaflı meselelerle<br />

dolu kitaplardır.<br />

Bu yolda devam edilen ‘’ilim talebi’’ öğrenciye<br />

ilmi bir meleke kazandırır. Bunun yanında başlangıç<br />

seviyesindeki talebe eğer üçüncü seviyeden<br />

tahsile başlarsa ihtilaflı meselelerde kaybolur ve<br />

hiçbir ilim tahsil edemez. Görüp duyarak veya<br />

bizzat şahit olduğumuz bir çok örnekte de olduğu<br />

gibi, öğrenciler okumaya kelam ilmindeki bir takım<br />

kitaplardan başladıkları ve hiç bir şey anlayamadıkları<br />

için bu ilimin tahsilini bırakıyorlar. Ancak<br />

bahsini ettiğimiz bu üç seviyeyle ilerleyenler<br />

talebe veya hoca olabilir ve Allah’a karşı hareketlerinde<br />

takva sahibi olurlar.<br />

منهجطلبالعلم<br />

د.‏ علي العمري<br />

إن من أ اجل ما تبذل له أ االوقات،‏ و تهون في طلب تحصيله<br />

السنواتوتستسقىبهسحائبالرحمات<br />

طلب العلم النافع ...<br />

‏”و قد قيل سابقا:”‏ إن العلم إذا أ اعطيته كلك...‏ اعطاك بعضه<br />

إال أ ان الشباب في هذه أ االيام كثيرا ما يعاني عدم البركة<br />

فياالوقات ، فتمضي عليه السنوات تلو<br />

أ<br />

السنوات و لما يحصّ‏ ل منالعلم ذلك القدر ، الذي كان<br />

يتمناه و لعل السبب الرئيس لذلك هوعدم وجود الخطة<br />

المنهجية الواضحةلطلب العلمليهتدي بهاالشباب في هذا<br />

الطريق،فتجدالطلبيختار<br />

الدروس التي يحضرها ، و الكتب التي يقرءهابعشوائية . و<br />

هكذا تمضي أ االيام و يجد ذلك الشباب<br />

المتحمسلطلب العلم أ انه أ اصبح على أ ابواب الثالثينيات أ او<br />

االر بعينياتدون أ ان يتقن علما ً واحدا ً محددا ً واضحا ً يعين<br />

أ<br />

و لذلك فقد وضع علماؤنا قديماً‏ منهجا<br />

الشابفي بداية طلبه للعلم على اختصار<br />

االوقات و الجهد ، و أ االهم من ذلك أ انه تحصل له الملكة.‏<br />

أ<br />

العلمية لما نص على ذلك العالمة ابنخلدون في مقدمته<br />

و حاصل هذه المنهجية هي تقسيم العلم إلى ثالثة<br />

مستويات ، ولكل مستوى كتب معينة و طريقة خاصة في.‏<br />

الدراسةفالمستوى أ االول يكون للمبتدى ، و هو الذي ال<br />

يعرف مسائاللفن بعد،‏ فيدرس في هذا المستوى<br />

المسائل فقط،‏ و يفضل أ ان يحفظ متنا<br />

مسائل الفن،‏ كالطحاوية في العقائد،‏ و الزبدة في الفقه<br />

الشلفعي،‏ القدوري في الفقه الحنفي...وهكذاو يراعي في هذا<br />

المستوى أ ان يبتعد الطالب عن<br />

المسائل الخالفية،‏ حتى ال يشوش ذهنه في بداية طلب<br />

للعلم ‏.كما أ ان هدف هذاالمستوى هو معرفة<br />

المسائل فقط دون أ االدلة ، فإن البحث في أ االدلة هي من<br />

شان المستوى الثاني المستوى الثاني بعد أ ان يعرف الطالب<br />

أ<br />

اهم..‏ مسائل العلم الذي يبحث فيه تنتقل في بحثها أ الدلة<br />

أ<br />

هذه المسائل التي عرفها<br />

في المستوى أ االول فيبحث في وجه الداللة،‏ و مدى قوة او<br />

ضعف أ االدلة ، مع اإلطالع على أ اهم<br />

المسائلالخالفية<br />

المستوى الثالث:‏ و في هذا المستوى يصبح الطالب قادرًا<br />

على البحث في المسائل بين المذاهب و الفرق المختلفة ،<br />

و رُ‏ بّ‏ ما يصل إلى القدرة على الترجيح.‏ و لذلك تكون كتب<br />

هذا المستوى مليئة بالمسائل الخالفية.‏ مع توجيه أ لالقوال و<br />

ترجيحلها<br />

إن التدرج بهذه الطريقة في طلب العلم يُ‏ عطى الطالب الملكة<br />

العلمية.في المقابل إذا أ بدا الطالب المبتدئ مثال بكتب<br />

الستوى الثالث،‏ سيضيع في الخالفيات دون أ ان يحصل<br />

شيائ<br />

و كثيرا ما سمعنا عن البعض من أ انهم أ اطلعوا على كتاب في<br />

الكالم مثال.‏ فما فهموا منه شيائ.‏ فتركوا اإلشتغال بهذا العلم<br />

‏.و في هذه الرحلة بين المستويات الثالثة على<br />

طالب العلم أ ان يصحب معل ‏ّمً‏ ا متقنا.‏ و يتق هللا في حركاته و.‏<br />

ً ً صغيرا يجمع ‏.سكناته<br />

27<br />

28


MAKALE<br />

YASEMIN MISIRLI<br />

ÜNIVERSITEMIZIN verdiği müstesna<br />

Arapça eğitimi sayesinde İslami ilimlerin<br />

ana kaynaklarından tercüme ve tercüman<br />

engeline takılmadan doğrudan<br />

algılayabilme hedefine ilerliyorsunuz.<br />

Bu gerçekten çok büyük bir ayrıcalıktır.<br />

İslami ilimler deyince akla bütün ilimlerin<br />

başı ve kaynağı kuranı kerim gelmekte<br />

elbet. İslam tarihinde Rasulullah<br />

(s.a.v.) den itibaren kuranı kerim eğitim<br />

ve öğretimi hep ilk sıraya konmuş. İlim<br />

denince kuran akla gelmiş. Selefi Salihin’den<br />

bize ulaşan pek çok rivayette de<br />

bu önceliğin korunduğunu görmekteyiz.<br />

Şu örneği birlikte okuyalım, Velid bin<br />

Müslim der ki ; ‘’ Evzai’nin meclisine yeni<br />

gelen bir öğrenci olursa, Hocamız onu<br />

genellikle Nisa suresinin miras ayetlerini<br />

sormak suretiyle bir sınava tabii tutardı.<br />

Eğer okuyamazsa – yavrum sen hadis<br />

talep etmeden önce Kur’anı Kerimi bir<br />

öğrensen – derdi. Bu ve bunun gibi pek<br />

çok örneği incelediğimizde bu fakülteye<br />

ilk adımımızı attığımız günden itibaren<br />

Kur’anı Kerim’e vermemiz gereken önem<br />

daha iyi anlaşılır. Program itibariyle kısıtlı<br />

olan Kur’anı Kerim saatleri özellikle alt<br />

YASEMIN MISIRLI<br />

Darusselam<br />

.<br />

Vakfı<br />

Kuran-ı Kerım Programları<br />

Sevgili Arkadaşlar ,<br />

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinin<br />

kıymetli öğrencileri;<br />

yapısı zayıf olan öğrenciye yeterli gelmeyebilir.<br />

Kaldı ki üniversite öğrencileri<br />

eğitimlerine takviye olarak pek çok vakıf<br />

programına katılmakta, pek çok seminer<br />

ve aktiviteyi yürütebilmektedir. İşte bu<br />

nokta da önceliğin Kur’anı Kerim e verilmesi<br />

ne kadar isabetli bir karardır. Sürekli<br />

ertelenen planlar ileriki yıllarda esef<br />

edeceğimiz bir pişmanlığa dönüşmeden<br />

ilk yılımızdan itibaren bu konuda sorumlu<br />

davranıp, tercihimizi ‘’ önce kur’an ‘’<br />

şeklinde kullanmalıyız diyorum.<br />

BU HUSUSTA SIZLERE YARDIMCI<br />

OLABILECEK KURUMLARDAN BIRI<br />

OLAN DARUSSELAM VAKFI KURAN-I<br />

KERIM PROGRAMLARINDAN BAHSET-<br />

MEK ISTERIM.<br />

DARUSSELAM VAKFI Kuran-ı Kerim<br />

seminerleri her yıl ekim ayından haziran<br />

ayına kadar devam eden, seviyelere ayrılmış<br />

sınıflarda bu hususta ehliyet sahibi,<br />

‘’ sizin en hayırlınız Kuran öğrenen ve<br />

öğretendir. ‘’ hadis-i şerifini şiar edinmiş<br />

seksen kişilik öğretmen kadrosu eliyle<br />

icra eldir. Bu seminerlerden yılda kayıtlı<br />

bine yakın öğrenci istifade imkanı bulur.<br />

Seminerler hafta da 5 gün devam etmekle<br />

birlikte öğrenciden istenen hafta<br />

da sadece bir gün yani iki buçuk saatini<br />

ayırmasıdır.<br />

SEMINERLERE katılacak öğrencinin<br />

öncelikle mülakatla seviyesi belirlenir.<br />

Mülakat <strong>son</strong>rası başlangıç sınıfları ; hafız,<br />

iyi, orta ve zayıf olarak dört seviye de<br />

açılır. Başlangıç sınıfları sene boyunca<br />

mahreç ve sıfat eğitimi görerek bu dilin<br />

fonetiğine uygun biçimde, Osmanlıca<br />

tabirle ‘’ talim ‘’ dersi alırlar. Aynı zamanda<br />

zayıf sınıflar ; okuyuşu serileştirmek<br />

ve hatadan arındırmak için alt yapı kuvvetlendirici<br />

çalışmalar yaparlar.<br />

BAŞLANGIÇ sınıflarımızın<br />

ezberi<br />

‘’ Duha – Nas ‘’ arası surelerdir.<br />

Ayrıca bu surelerin<br />

özlü tefsiri de verilerek ,<br />

Arapça ezberi ile birlikte<br />

mealinde bilinmesi<br />

istenir.<br />

BAŞLANGIÇ sınıflarımızdan<br />

itibaren<br />

tecvit ve talimle bir hatim<br />

başlanır. Bu hatmin itkan sınıflarının<br />

<strong>son</strong>unda tamamlanması hedeflenir.<br />

Daha <strong>son</strong>ra hazırlık sınıfları gelir. Bu sınıflar<br />

amme cüzününün tamamını ezberlerler.<br />

Bir üst sınıfı ola tahsin sınıflarında<br />

ise ezber programı ; amme cüzünün<br />

tekrarı ile birlikte Yasin, fetih, mülk, vakia<br />

ve rahman sureleridir. İlk baştan beri<br />

bütün ezberler tane tane, harflerin hakkı<br />

verilerek talim ve tecvitle icra edilir. Bu<br />

aşamayı tamamlayan öğrenci ‘’ tahsin<br />

belgesi ‘’ almaya hak kazanır ve itkan<br />

sınıflarına geçiş yapar. Bu sınıflarda bu<br />

zamana kadar alınanlarla birlikte beş cüz<br />

ezberin tamamlanması hedeflenir. İtkan<br />

sınıflarında ki öğrenci, okuyuş açısından<br />

mükemmele oldukça yaklaşmış bir seviyededir.<br />

ÖĞRENCI uygulama sınıflarında bu<br />

seviyeleri geçe dursun bir taraftan da ilk<br />

günden itibaren akademik anlamda tecvit<br />

dersi alır. Tecvit 1, tecvit 2 ve Cezeriye<br />

şerhi şeklinde ayrılmış sınıflarda bu seminerlere<br />

katılarak yazılı sınavlara girer.<br />

İlk günden itibaren ‘’ Kur’an öğrenmek ‘’<br />

ile beraber, ‘’ Kur’an öğretmek ‘’ hedefine<br />

hazırlanan öğrenci ,’’ Kur’anı Kerimi nasıl<br />

öğretebiliriz ‘’ isimli, dört hafta devam<br />

eden formasyon niteliğinde bir seminer<br />

çalışmasına da katılır. Artık öğrenci ‘’ itkan<br />

belgesine’’ sahip olmuş aynı zamanda<br />

mütkin bir Kur’an öğreticisi olmuştur.<br />

Bu seviyeye gelen arkadaşları Darusselam<br />

kendi bünyesinde veya başka<br />

kurumlarda Kur’an öğreticisi<br />

olarak görevlendirebilir.<br />

HAFIZLIK müssesesine<br />

dahil olmak isteyen arkadaşlar<br />

tahsin seviyesinden<br />

itibaren hafızlığı seçip,<br />

düzenli ezber yapabilirler.<br />

Hafızlık ; Altı yılda,<br />

dört yılda, iki yılda ve bir<br />

yılda hafızlık şeklinde<br />

icra edilir. Her arkadaş bu<br />

programlardan hayatına uygun<br />

olanı seçebilir. Hafızlık programlarının<br />

tamamı yazılı öğrencinin ve öğretmenin<br />

izleyeceği yolun <strong>son</strong> derece net<br />

olduğu hayata uygun programlardır. Bu<br />

programlara da öğrenci sadece haftada<br />

bir gününü vakfa gelmek suretiyle ayırır.<br />

Her hafızlık sınıfının öğretmeni tarafından<br />

kurulmuş programın ciddi takibinin<br />

yapıldığı,öğrencilerin günlük çalışmaya<br />

teşvik edildiği bir iletişim grubu vardır.<br />

Darusselam vakfında hafızlığını bitiren<br />

veya başlangıçta hafız olarak vakfımıza<br />

başvurup itkan belgesi alan ve bu şekilde<br />

hafızlığını tekrar eden öğrenciler için<br />

artık icazet denilen çok özel bir çalışma<br />

söz konusudur.İcazet, bir hafızın<br />

Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberinden<br />

icazet sahibi hocasına arz etmesi ve<br />

29<br />

30


DARUSSELAM VAKFI KURAN’I KERİM PORGRAMLARI<br />

YASEMIN MISIRLI<br />

günümüzden Resulullah’a (sav) kadar<br />

uzanan bir peygamber silsilesine iltihak<br />

etmesidir.İcazet bu dünyada elde edilebilecek<br />

diplomaların tartışmasız en şereflisidir.<br />

Resulullah (sav),sahabe-i kiram,tabiin<br />

ve her devirde Kur’an ehliyle kurulan<br />

çok özel bir ilişkidir. Darusselam vakfında<br />

icazetin başlangıcından bitimine kadar<br />

bütün aşamaları icazet meclisinin gözetiminde<br />

devam eder. Asım kiraatinin<br />

Hafs rivayetinden icazet alan öğrenci<br />

dilerse başka kiraatlere geçip farklı kıraatlerin<br />

güzelliğini tadabilir.Mesela Ver<br />

veya Kalun veya farklı rivayetleri infirak<br />

usulüyle okuyabilir. Bu konuda birkaç<br />

rivayeti tamamladıktan <strong>son</strong>ra Şatıbıyye<br />

Şerhi programına devam ederecek kıraatleri<br />

cem etme yolunu seçebilir. Özellikle<br />

icazet ve itkan almış, Kur’an okuma ve<br />

okutma konusunda ehliyet sahibi olmuş<br />

arkadaşların katıldığı Kur’an’ı KErim’in<br />

tamamının özlü tefsir ve mealini içeren<br />

çalışmalar da mevcuttur.Bu arkadaşların<br />

bu programı tamamlayıp meal yarışmalarına<br />

katılmaları teşvik edilir. Görüldüğü<br />

gibi Darusselam Vakfı’ndaki bu süreç<br />

öğrenciyi ilk seviyeden alarak çok ileri<br />

seviyelere taşıyan bir eğitim sürecidir.<br />

Kur’an öğretmekle birlikte Kur’an’ı gönüllere<br />

nakşedip sevdirmenin hedeflendiği<br />

bir çalışmadır. En güzeli de bu programların<br />

haftada sadece bir gün ile hayata<br />

yayılmış olmasıdır. Bugün Darusselam<br />

Vakfı’nın öğrenci kitlesinin çok büyük bir<br />

bölümünü üniversite gençliğinin teşkil<br />

etmesinin de en büyük sebebi budur.<br />

EVET SEVGILI ÜNIVERSITE-<br />

LI KARDEŞIM, RESULULLAH’IN<br />

(SAV) BUYURDUĞU GIBI KIYA-<br />

MET GÜNÜ OKU VE YÜKSEL.<br />

Cennetteki seviyen Kur’an’dan okuyabildiğin<br />

<strong>son</strong> ayet olacaktır. Bugün Fatih<br />

Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde üç<br />

hafızlık grubu sadece haftada bir gün<br />

devam ederek fakat bütün hafta ciddi bir<br />

şekilde çalışarak hafızlığına devam ediyor.<br />

Sen de onlardan biri neden olmayasın?<br />

Hafızlık olmasa bile Kur’an-ı Kerim’den<br />

beş cüzün ezberini bitirip itkan<br />

belgesi alıp fakülteden mezun olduğun<br />

zaman aynı zamanda da ehliyetli bir<br />

Kur’an eğitimcisi neden olmayasın? En<br />

azından fakültenin ezberlerinin tamamını<br />

tekrar etmiş hiçbirini unutmamış<br />

şekliyle mezun olabilirsin.<br />

BIR ÇAĞRIMDA İSLAMI İLIM-<br />

LER DIŞINDAKI, DIĞER FAKÜLTE-<br />

LERDE OKUYAN KARDEŞLERIME :<br />

BUGÜN Darusselam Vakfı’ndaki üniversite<br />

öğrencilerinin ciddi bir kısmını<br />

İslami İlimler dışındaki fakülteler teşkil<br />

ediyor. Kur’an hazinesi hepimize ait.<br />

SIZLER DE haftada bir gününüzü<br />

düzenli ayırıp bu hazineden payınızı<br />

alıp belki hiç düşünmediğiniz seviyelere<br />

ulaşabilirsiniz. Sizleri de özellikle davet<br />

etmek isteriz.<br />

Son olarak İslami İlimler<br />

Fakültesi’nin Arapça Mesleki<br />

Uygulama Kulübü’ne bu<br />

güzel çalışmalarından dolayı<br />

özel olarak teşekkür eder,<br />

hepinizi Allah’a (cc) emanet<br />

ederim.<br />

31<br />

32


AHİDNAME<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

İnsanlığın<br />

.<br />

Ortak Mirası…<br />

HER MEDENIYET ÇOĞULCULUĞA DEĞER VERIP FARKLILIKLARI GELIŞTIRDIĞI VE<br />

CANLANDIRDIĞI ÖLÇÜDE ÖMRÜNÜ UZUN EYLEMIŞTIR. Şüphesiz ki insanlığı ortak<br />

nokta da buluşturacak olan şey birlikte yaşayabilecekleri bir dünyadır. Çoğulculuk ve birlikte<br />

yaşama tecrübesi medeniyetleri ayakta tutan en önemli unsur olmuştur. Rasulullah<br />

(s.a.v.)’in Medine Vesikası ile temellerini attığı ve kurduğu bu düzen, kendisinden <strong>son</strong>ra<br />

gelen Müslümanların bu mirası gelecek nesillere taşıma çabası ile sürüp gitmiştir.<br />

FATIH SULTAN MEHMET HAN’IN 1463’TE BOSNA HERSEK’I FETHETMESI ÜZERINE<br />

YAYIMLAMIŞ OLDUĞU AHIDNAME INSAN HAKLARI BILDIRGESI ÖZELLIĞI BAKIMIN-<br />

DAN MEDINE VESIKASI’NDAN SONRA DÜNYA DA ILAN EDILMIŞ IKINCI BELGEDIR.<br />

Ecdadımızın din seçme ve onu yaşama özgürlüğüne verdikleri önemin bir yansımasıdır<br />

aynı zamanda. 1776 yılında yazılmış, günümüz de insanlık tarihinde ilk insan hakları<br />

bildirgesi olarak kabul edilen ABD Anayasası’ndan 313 yıl önce yazılmıştır. 550 yıl önce<br />

Bosna’nın Fojnica kasabasında, Bosnalı Fransisken papazlar için yayımlanmış olan bildiri<br />

Fojnica’nın tepelerinde kurulmuş olan Fransisken Manastırı’nda halen muhafaza edilmektedir.<br />

KANLI BALKAN COĞRAFSININ TARIHINDE ‘’ RAHIPLERE ÖZGÜRLÜK BAHŞEDEN<br />

FERMAN ‘’ OLARAK BILINEN BU AHIDNAME ILE FRANSISKEN PAPAZLARI YÜZ YIL-<br />

LARDIR BÖLGE DE VARLIKLARINI MUHAFAZA EDEBILMIŞLERDIR.<br />

ARAPÇA MESLEKI UYGULAMA KULÜBÜ OLARAK FOJNICA BELDESINI ZIYARET<br />

EDIP AHIDNAME’YI YERINDE MÜŞAHEDE EDEBILME FIRSATI BULDUK HAMD OL-<br />

SUN. Fojnica, Bosna savaşının izlerini hala omuzlarında taşıyan bir belde… Ecdadımızın<br />

basireti ve ferasetiyle yüzyıllarca huzur ve adalet içinde yaşayabilmiş Bosna halkına, bu<br />

vesile ile de günümüz insan hakları bildirgesinin de neler vaad edip neler verebildiklerini<br />

de görmüş olduk…<br />

SON OLARAK DA ŞUNU DIYEBILIRIZ KI FATIH SULTAN MEHMET HAN’IN BU BIL-<br />

DIRGESI, BIRLIKTE YAŞAMA VE FARKLILIKLARI GÖZETME KÜLTÜRÜNE ÇOKÇA IHTI-<br />

YAÇ DUYDUĞUMUZ ŞU GÜNLERE DE HALEN IŞIK TUTABILMEKTEDIR…<br />

33<br />

34


ROPÖRTAJ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

35<br />

BEYZA NUR GÜLER<br />

AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

MUHAMMED EMİN<br />

YILDIRIM HOCAMIZLA<br />

EFENDİMİZ DÖNEMİNDE<br />

GENÇ OLMAK &<br />

SAHABE GENÇLİĞİ<br />

1438\SİYER ARAŞTIRMALARI VAKFI<br />

Çok Saygı Deger Hocamız Muhammed Emin YILDIRIM<br />

büyük bir misafirperverlikle kendisine yönelttigimiz sorulara açıklayıcı ve<br />

detaylı cevaplar vererek Siyer Arastırmaları Vakıfı’nda tüm yogunluguna<br />

ragmen bizleri agırladı. Sorularımıza verdigi cevaplarla adeta bizlere en<br />

güzel ve en iyi örnek olan Efendimiz Aleyhisselatu vesselam’ın ve Selefi<br />

Salihin’in (Allah onlardan razı olsun) gençliklerini anlattı. Degindigimiz<br />

sorular ve hocamızın sorularımıza verdigi cevaplar bir bütün olarak ele<br />

alındıgında bu dünyada yasanmıs ve bir daha yasanması mümkün olmayan<br />

en güzel gençligin tasvir edilmis oldugunu görüyoruz. Hocamıza; bizlere<br />

gösterdigi ihtimam için tesekkürlerimizi sunarken ortaya çıkmıs olan<br />

bu harika örneklerden hep birlikte istifade edebilmeyi temenni ediyoruz…<br />

BİZ: Efendimizin gençliğe verdiği önemle<br />

alakalı erdemlere değinmek istiyoruz.İlk<br />

olarak cahiliye devri gibi korkunç bir zaman<br />

diliminde yaşamış, henüz peygamber olmadan<br />

tertemiz kalmış bir genç olan efendimizi<br />

tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Kendilerinin(as)<br />

o dönemdeki ahvalini bize özetleyebilir<br />

misiniz?<br />

HOCAMIZ : Bismillahirahmanirahim…<br />

Tabii çok geniş bir mevzu bu, bahsettiğimiz<br />

dönem ( A.S.) nübüvvet öncesi kırk<br />

yıllık dönemin tamamını kapsar. Malumunuz<br />

olduğu üzere İslam Fıkhı’nda üç önemli devre<br />

vardır: yaşla alakalı,( 0-14) çocukluk devresi,<br />

(15-40) gençlik devresi, 40’tan <strong>son</strong>rası artık<br />

yaşlılık ve olgunluk devresi. Dolayısıyla biz<br />

Peygamber (A.S.) gençliği dediğimiz zaman<br />

on beş yaş ile kırk yaş arasındaki bu yirmibeş<br />

yıllık zaman diliminin tamamını kast etmiş<br />

oluruz ve aslında tamamını incelememiz<br />

gerekir. Elbette Nübüvvet öncesi döneme ait<br />

rivayetler Medine dönemine kıyas edildiği<br />

zaman azdır ancak yinede gerçek ciddi nüktesebat<br />

var elimizde gerek (A.S.) efendimizin<br />

kendisine sorulan çeşitli sorular çerçevesinde<br />

verdiği cevaplar gerek ortaya çıkan hadiseler<br />

üzerine efendimizin söylediği beyanlar o yirmi<br />

beş yıllık hayatın ciddi bir biçimde bilgisini<br />

bize verir. Ben temel bir kaç şeyden bahsedeyim,<br />

yani özellikle bu günün gençlerine örnek<br />

olsun diye! Mesela on beş yaşında (A.S.)<br />

efendimiz amcası Ebu talibin yanında kalan<br />

bir gençtir ve o günlerde çobanlık yapmaktadır.<br />

İbn sad tabaka da bize bu bilgiyi verir.<br />

Efendimiz daha erken vakitlerde amcasının<br />

yanına aileye bir katkı sağlama amacıyla gelir.<br />

Amcası Ebu Talip, her ne kadar izin vermek<br />

istemese de (A.S.) efendimiz zorla izni koparır.<br />

Ardından yıllarca süren çobanlık dönemi<br />

başlar. Bu da aslında gençlerin sorumluluk<br />

alması noktasında büyük bir mesajı beraberinde<br />

taşır. Mesela bu gün gençliğin en büyük<br />

problemlerinden biri büyüyememe problemi,<br />

olgunlaşamama problemidir. Gençlerimizin<br />

yıllar geçmesine rağmen içinde bulundukları<br />

topluma ve ailelerine hala bir katkı sağlamayıp,<br />

baba parası yiyip, ondan bundan bir<br />

şeyler alıp hayatlarını devam ettiren bir hal<br />

üzerine yürümeleri bu mesajı bizim için biraz<br />

daha önemli kılıyor. 16 yaşında (A.S.) hazretlerimiz<br />

ficar savaşına katılıyor mesela o zaman<br />

o savaşlar da amcalarının yanında onlara destek<br />

olmak, atılan okları toplayıp onlara vermek<br />

hatta bir diğer rivayete göre direkt sıcak<br />

bir çatışmanın içerisine girerek olayın dışında<br />

kalmama gibi bir adımını görüyoruz. Yaş 20-<br />

21 civarında olduğu zaman artık efendimiz<br />

(A.S.) ticari kimliği ile bilinir Mekke de ve 23<br />

yaşında malumunuz olduğu üzere Hz. Hatice<br />

anamızın kervanı ile busraya gider o kervanı<br />

da yine İbn Sad bize kıyasla verir. Hatice anamızın<br />

o gün busraya çıkardığı kervan Mekke<br />

halkının toplamının çıkardığı kervana denk<br />

bir kervan, yani oldukça büyük bir kervandır<br />

oldukça fazla bir malla busraya gidip gelinecektir<br />

efendimiz (A.S.) da o kervanın başında<br />

genç bir tüccar olarak bulunacaktır. Sermaye<br />

iş ortaklılığı çerçevesinde bazı adımlar atacaktır<br />

ve ciddi bir kar elde ederek dönecektir.<br />

Ondan <strong>son</strong>rada Hatice anamızın gönlünde<br />

36


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

daha farklı bir yer edinecektir.25 yaşında<br />

gençliğinin zirvesinde kendisinden 15 yaş büyük<br />

Hatice anamızla ki Hatice anamız 2 evlilik<br />

yapmıştır 3 tane çocuğu vardır böyle bir halde<br />

iken efendimiz (A.S.) onunla evlenecektir.<br />

25 yıl süren bir evlilik devam edecektir. Bunları<br />

anlatmak belki kolaydır ama insan üzerinde<br />

biraz durup düşündüğü zaman çok önemli<br />

şeyler bunlar (A.S.) efendimiz 25 yıl boyunca<br />

Mekke de işte sizinde sorunuzda belirttiğiniz<br />

gibi her türlü çizginin ihlal edildiği Cahiliye’nin<br />

zifiri karanlığının yaşandığı bir dönemde en<br />

ufak ahlakına, iffetine leke sürmeden bu işi<br />

devam ettirmesi daha <strong>son</strong>ra sadece dostlarının<br />

değil düşmanlarının bile taktirine mazhar<br />

olmuştur zaten fazilet odur ki sadece dostlar<br />

değil düşmanlar bile bir insanı takdir edebilsin<br />

ki (S.A.V.) efendimiz bunu ziyadesiyle ortaya<br />

koymuş birisidir. O yirmi beş yıllık hayatı yani<br />

15 yaşından 40 yaşına olan kadar olan hayatı<br />

biz şöyle bir kaç cümle ile özetlemek istersek<br />

inanılmaz bir iffet, derinlemesine bir irade,<br />

toplumdan kopmadan toplumun hassasiyetleriyle<br />

alakadar olan bir sorumluluk duygusuyla<br />

ve hiç bir şekilde ve gençliğin o hararetli,<br />

rüzgarlı zamanlarında bile sarsılmayan bir<br />

adalet düşüncesini biz efendimizin hayatında<br />

görürüz ve aslında ideal bir gencin kimliğine<br />

aitte çok önemli şeyler çıkarabiliriz burada..<br />

bu iş uzar da bu kadar söyleyeyim…<br />

BİZ: Efendimizin gençliğinde Hılfıl Fudul<br />

ve bu oluşumun toplum hayrına ve toplum<br />

sorunlarına çözüm bulmak için ortaya<br />

çıktığını biliyoruz. Bizler de gençler olarak<br />

efendimizin bu davranışına binaen toplumun<br />

sorunlarıyla ne ölçüde iç içe olmalıyız.<br />

Efendimizin çizgisinde bu bağlamda durduğu<br />

nokta nasıldır?<br />

HOCAMIZ: Çok güzel yani burada hılfılfıdül<br />

(Erdemliler cemiyeti) diye türkçeye<br />

tercüme edeceğimiz bir cemiyet aslında<br />

yani bu gün ki ifadesiyle bir vakıf ve dernek<br />

çalışması aslında her ne kadar birebir aynı<br />

olmasa da o gün yemenden gelen bir tüccarın<br />

mallarını gasb eden (As bin vail ) ‘e karşı<br />

daha <strong>son</strong>rada o olay Ebu Cehil’e karşı yaşanıyor.<br />

O tüccarın talebine karşı oluşturulan<br />

bir pakt bir birlik, o birliğin en temel meselesi<br />

kim olursa olsun o zalime karşı, kim olursa<br />

olsun mazlumdan yana biraz önce söyledik<br />

ya adalet meselesi işte adalet burada ortaya<br />

çıkmış oluyor ve aleyhisselatü vesselam<br />

efendimiz 18 yaşındayken bir diğer rivayete<br />

göre 20 yaşında iken Hz. Ebu Bekir’in amcası<br />

sayılan Abdullah İbn Cüda’nın evinde ki Hz.<br />

Ebu Bekir de olayın içindedir.Orada verilen o<br />

söze iştirak ediyor ve gerçekten de o günden<br />

<strong>son</strong>ra Mekke de kim olursa olsun (çünkü<br />

orası ticaretin çok yoğun yaşandığı dışarıdan<br />

çok gelip gidenler var hem hac için hem<br />

ticaret için kim olursa olsun) zulme uğrayan<br />

insanların yanında onların hakkını alıncaya<br />

kadar bir kametine, duruşuna şahit oluyoruz.<br />

Burada aslında Müslümanların yaşadıkları<br />

dünyada sosyal sorumlulukları noktasında<br />

büyük bir mesaj alınması gerektiği noktada<br />

ip uçları var. Bizim biraz ne yazık ki Müslümanlar<br />

olarak bu konuda sıkıntılarımız var.<br />

Biraz kendimizi dış dünyadan soyutluyoruz<br />

dış dünyanın sorunları ile çok fazla ilgilenmiyoruz.<br />

Aslında hılfılfudul dediğimiz denilen<br />

hareket Müslümanların özellikle de Müslüman<br />

gençlerin bu meselelerde nasıl aktif<br />

bir biçimde yer almaları gerektiği konusun<br />

da bize bir mesaj veriyor. Eğer biz sosyal bir<br />

varlık isek ve sosyal sorumluluklarımız varsa<br />

yaşadığımız toplumun sorunlarıyla ilgilenme<br />

ve bunları çözme ile alakalı bir mükellefiyetle<br />

karşı karşıyayız. Mesela bu memlekette bir<br />

kürt meselesi, bir alevi meselesi var, bugün<br />

özellikle kadınlarla alakalı çok ciddi sıkıntılar<br />

var. Bunların her birisi aslında sosyal manada<br />

bize sorumluluklar yükler. Elbette bunların<br />

hepsini yapacak gücümüz yok. Yani insan<br />

yeterli sınırlı noktada bir güce sahiptir ama<br />

Müslümanlar olarak bir iş bölümü yapabiliriz<br />

yani herkes bu manada bir alanla ilgilenir ve<br />

o alanın hakkını verme adına bazı gayretler<br />

ortaya koyabilir. Dolayısıyla güncel hılfılfudullar’a<br />

ihtiyaç var şuan da.Hele hele adaletin<br />

ayaklar altına alındığı, tamamen adaletin<br />

devre dışı bırakıldığı bir dünyada yaşayan<br />

Müslümanların buna çok daha fazla ihtiyacı<br />

var. Biz farkındayız ya da değiliz, tam anlamıyla<br />

bu mana da sorumluluğumuzun ne<br />

kadar bilincindeyiz onu bilmiyorum ama<br />

şu bir hakikat; adaleti dünya Müslümanların<br />

eliyle tanıdı. Adalet mülkün temelidir serlevhası<br />

ilkesi bu gün mahkemelerin arkalarında<br />

yazar ama o sözün uygulamasını Hz. Ömer<br />

ortaya koymuştur. Şimdi yeniden bu adaletsiz<br />

dünyaya adaleti taşıyacak olan Müslümanlardır.<br />

Eğer Müslümanlar bu sorumluluklarını<br />

tam anlamıyla fark edip yerine getirmezlerse<br />

bu konuda dünya istenilen oranda bir adaletle<br />

ne yazık ki tanışmayacaktır. İşte hılfılfudul<br />

Peygamber efendimizin gençliğinde yaptığı<br />

bu işler bize bu sorumlulukları hatırlatmalıdır.<br />

BİZ: Efendimizin gençliğinde yaptığı meslekleri<br />

düşündüğümüz de -mesela çobanlık<br />

ve ticaret gibi -bundan genç insanlar olarak<br />

nasıl bir ders çıkartmalıyız? Kendi meslek<br />

ve çalışma hayatımızı hayatlarımızda nasıl<br />

konumlandırmalıyız? Genç yaş da çobanlık<br />

yapmış olan efendimiz (S.A.V) çalışmaya ve<br />

rızık için çaba sarf etmeye bir genç olarak<br />

kıymet veriyordu diyebilir miyiz?<br />

HOCAMIZ: Elbette ki, onu kısmen söyledim<br />

ama soru önemli olduğu için biraz<br />

daha açmakta fayda var. Tabii burada erkek<br />

ve kadınların ayrı ayrı sorumlulukları var.<br />

Bizim meseleye şu çerçeveden bakmamız<br />

lazım aslında; netice itibariyle biz belli bir<br />

yaşa geldikten <strong>son</strong>ra kendi ayaklarımızın<br />

üzerinde durmalıyız.Yıllar yılı birilerine yaslanarak<br />

yürümek Müslüman’ın aslında tercih<br />

edebileceği bir hayat düşüncesi değil. Çünkü<br />

aleyhisselatu vesselam Efendimiz ; devenin<br />

üstünde olsanız ,elinizden asanız düşse ,<br />

yanı başınızda tanıdığınız biri bile olsa ondan<br />

asanızı istememelisiniz devenizi çökertip<br />

asanızı kendiniz almalısınız diyor, bu önemli<br />

bir uyarıdır. Efendimiz aleyhisselatuvesselam<br />

hiçbir zaman yapmadığı bir şeyi istemedi<br />

insanlardan hatta on tane yaptı bir tane istedi<br />

her zaman için azametin zirvesindeydi ama<br />

insanlardan bir şey istediği zaman ruhsatları<br />

istedi en azından ve bunu da bize tavsiye<br />

etti. Bu konuda da öyledir yani efendimiz (as)<br />

yetim olarak başladığı yolculuğuna amca-<br />

37<br />

38


ٌ<br />

EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

sının yanında kaldığı dönemde ondan önce<br />

artık 6-8 yaş arası dedesinin yanında kaldığı<br />

dönemde bile her zaman için kendi ayakları<br />

üzerinde durma gibi bir gayret içerinde oldu.<br />

Bu günün gençlerinde de bu olmalı. Belki<br />

hanımlar bu konuda ne yaparlarsa yapsınlar<br />

evdeki işlerde annelerine yardımcı olarak bu<br />

manada farklı bir konumdaysalar toplumdaki<br />

bir yarayı sarma adına bir adımla, erkekler ise<br />

ilim yolumda ilerlerken bile bu manada ilmin<br />

izzetini şerefini namusunu koruma adına<br />

insanlardan bir şey beklememe el açmama<br />

adına kendi ayakları üzerinde durma noktasında<br />

bazı şeyleri almalılar ki (as) efendimizin<br />

gençlik dönemindeki o uygulamalarının<br />

bizim dünyamıza da söylediği bazı sözler<br />

olmuş olsun..<br />

BIZ: Efendimizin gençliğinden günümüz<br />

gençliğinin örnek alması gereken en temel<br />

unsurlar nelerdir?<br />

HOCAMIZ: Bunları da aslında aşağı yukarı<br />

biraz söyledik ama biraz daha dikkat çekelim<br />

(A.S.) efendimiz hayatındaki o iffet meselesi<br />

çok önemli bir şey iffet kavramına bazı İslami<br />

kavramlara zulüm ettiğimiz gibi zulüm<br />

ediyoruz.Ve iffetin sadece kadınlarla alakalı<br />

bir kavram olduğunu zannediyoruz.Toplumda<br />

böyle yanlış bir algı var.Erkek ne yaparsa<br />

meşru ama kadın en ufak bir yanlış yaparsa<br />

o bunun cezasını çekmeli gibi bir anlayış var,<br />

böyle bir anlayış İslami bir anlayış değil..Netice<br />

itibariyle iffetin tanımı şudur,hududullah’a<br />

ve hukukullah’a riayet ederek yaşamaktır.Eğer<br />

biz iffet meselesini (A.S.)efendimizden bu<br />

tanım çerçevesinden öğrenirsek hududullah,<br />

yani Allahın sınırları belli zaten kuranda,hadislerde<br />

bize söyleniyor.Hukukullah da Allahın<br />

hakkıdır ki o hukukullahın en önemli ayağı<br />

hukuku nefs ve hukuku ibadttır. Yani insanın<br />

hem kendi nefsi ile olan hukuku hemde<br />

başka kullarla olan hukuku aslında hukukullah<br />

dediğimiz şeyin altında bütün bunlarda<br />

yatıyor. Dolayısıyla bunlara riayet ederek<br />

yaşayan bir insan Allahın istediği ve isimlendirdiği<br />

gerçek bir Müslüman olur. Zaten<br />

bizim bütün derdimizde kulluk için yaratılmış<br />

olmanın sorumluluğu çerçevesinde bunu<br />

yerine getirebilmek halbuki hal böyle olunca<br />

efendimizin dünyasından sadece ve sadece<br />

iffet meselesini işte bunu sadece namusa<br />

indirgemeden hayatın sadece bir bölümüne<br />

indirgemeden tamamına yayarak ve gerçekten<br />

biraz önce söylediğim şekliyle hududullah<br />

ve hukukullah çerçevesinde ele aldığımız<br />

zaman aslında insanı kamil olma yolunda bir<br />

yürüyüşten bahsetmiş oluruz. Zaten insan,<br />

İnsan-ı Kamil olamaz. İnsan-ı Kamil yolunda<br />

yürümeye çalışır. Bizim önümüzde de İnsan-ı<br />

Kamil olan tek varlıkta var ki sav efendimizdir.<br />

Biz o hedefi kendi önümüze koyup yürüme<br />

adına bir gayret gösterdiğimiz zaman inşallah<br />

o istenilen seviyeye gelmiş olacağız.<br />

BİZ: Bir genç olarak efendimizi tanıdıktan<br />

<strong>son</strong>ra efendimizin gençlere bakış açısını ve<br />

gençlere verdiği önemle ilgili sorular sormak<br />

istiyoruz. İlk olarak efendimizin genç sahabelere<br />

verdiği önem ve ciddi sorumluluklara değinmek<br />

istiyoruz. Misalen efendimizin genç<br />

yaşlardaki Usame İbn Zeyd’i onca sahabe<br />

varken , genç yaşına rağmen komutan olarak<br />

ataması ve yine Muaz İbn Cebel’i vali olarak<br />

görevlendirmesi gibi örneklendirebileceğimiz<br />

bir çok olay var. Genç yaşlarına rağmen efendimizin<br />

bunu yapmasının altında yatan fazilet<br />

nedir? Efendimiz (S.A.V) neden bu kadar büyük<br />

görevlerin altına gençleri soktu?<br />

HOCAMIZ: Hay Maşallah, ne güzel sorular<br />

böyle …<br />

VALLA GENÇ KAVRA-<br />

MI (A.S.) EFENDIMIZIN O<br />

MÜBAREK ISMI ILE YAN<br />

YANA GELDIĞI ZAMAN O<br />

KADAR GÜZEL BIRBIRLE-<br />

RINE YAKIŞIYORLAR KI…<br />

YANI GENÇLIK VE EFEN-<br />

DIMIZ DEDIĞINIZ ZAMAN<br />

IKI GÜZEL KAVRAMI IKI<br />

GÜZEL ISMI ASLINDA YAN<br />

YANA GETIRMIŞ OLURSU-<br />

NUZ..<br />

Çünkü biraz siyeri bilen bir ağabeyiniz<br />

hocanız olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim<br />

ki (A.S) efendimizin dünyasında gençlerin<br />

çok farklı bir yeri vardı. O şunu çok iyi<br />

biliyordu: bir insanın hidayetine vesile olmak<br />

güneşin doğup battığı tüm toprakların fethinden<br />

daha kıymetli ya da Hz. Ali’ye Hayber<br />

de söylenildiği üzere 100 kızıl tüylü deveye<br />

denk gelen bir şey ama iki tane insan gelse<br />

huzuru nebiye bunlardan birisi biraz yaşlı<br />

birisi genç olsa bunların bir çok siyerde ve<br />

hadis kitaplarında karşılığı olduğu için rahat<br />

rahat söyleyebiliriz. Gelen insan gençse<br />

eğer Allah Rasulu (A.S.)’ ın sevinci heyecanı<br />

çok çok daha fazladır. Çünkü çok iyi biliyor<br />

ki efendimiz, gençliğin kendisine özgü bir<br />

heyecanı var bir enerjisi var. İslamda heyecan<br />

isteyen bir dindir. Çünkü ancak heyecanla<br />

yaşanır heyecanla belirli bir yerlere taşınır<br />

bunlar örtüştüğü zaman o islamın o güzelliği<br />

gençliğin üzerinde daha farklı bir biçimde<br />

tezahür edecektir, ortaya çıkacaktır. Böyle<br />

olduğu içinde (S.A.V.) efendimiz risalet davasını<br />

gençler üzerinde oluşturmuş ve onların<br />

üzerinden yürütmüştür. Darul Erkam dediğimiz<br />

peygamber mektebinin ilk talebeleri 25-<br />

28 yaşlardan oluşuyordu aralarında parmakla<br />

sayılacak kadar yaşı kırkın üzerinde insan<br />

vardı. Efendimiz (A.S.) 18 yaşındaki Erkam<br />

İbn Erkam’ın evinde bu işi başlattı. Bu bizim<br />

için çok önemli bir mesajdır <strong>son</strong>ra Mekke’nin<br />

o zorlu yollarında hep efendimizin sağında<br />

solunda önünde arkasında hep gençler vardır.<br />

Bunlar hep o günün ilk gençleri ve bu işi<br />

omuzlama noktasında Sabikuna Evvelin olan<br />

o ilk halkanın Saffı Evvelin mensuplarıydılar.<br />

Akabede Efendimiz (s.a.v) çadırları dolaştığı<br />

zaman en <strong>son</strong> uğradığı çadır Esad ibn Zülade<br />

ve 5 arkadaşının çadırı yine gençlerin çadırıydı<br />

ve o gençlerin üzerinden Yesribe iman<br />

tohumu ulaştı. Allah Rasulu (a.s) onlarla bu işi<br />

başlattığı zaman bir yıl <strong>son</strong>ra onlara yine bir<br />

genç olan Musab bin Umeyri muallim olarak<br />

verdi. Ve Musab bin Umeyr’in gidip orada<br />

gençlerle beraber oluşturduğu o iman hamlesiyle<br />

beraber 1 yıl boyunca Medinede o gün<br />

ki adıyla Yesrib de imanın nurunun girmediği<br />

ev kalmadı. Onun arkasından gelen <strong>son</strong> Akabe<br />

Biatında gelen 75 kişi ki 2si hanım 73 erkek<br />

hepsi gençlerden oluşuyordu. Sallallahu aleyhi<br />

ve sellem Efendimiz işini hep böyle yürüttü.<br />

Bedir Ashabına bakın 313 tane Ashab’dan<br />

bahsediyoruz ki sahabenin onlar Serlevhası<br />

Sayılır onlarda gençlerdi. Sonraki süreçlerde<br />

de Efendimiz (a.s) ne kadar zorlu görev varsa<br />

hep gençlere o görevleri verdi. İşte sizin dediğiniz<br />

gibi en <strong>son</strong> Usame ibn Zeyde sancağı<br />

teslim ettiği zaman Usamenin yaşı sadece<br />

17ydi. Ondan 2 yıl önce Mekke fethedildiği<br />

zaman Hicretin 8. Yılında herkes ‘’Acaba Mekkenin<br />

ilk müslüman valisi kim olacak? Acaba<br />

Allah Rasulu Haşimoğullarından birine mi verecek?<br />

Acaba amcası Abbasa mı verecek?’’ ki<br />

hak sahibi odur görünüşte Hz. Abbas o gün<br />

Haşimoğullarının en ileri geleni ve yaş olarak<br />

en olgun olanıdır ama Efendimiz (a.s) 18<br />

yaşındaki bir delikanlı olan Hattab İbn Esid’e<br />

veriyor o sancağı. Sallallahu aleyhi ve sellem<br />

Efendimizin orduya dahil ederken o yaşı<br />

16 dan gün almış olanları orduya almasıda<br />

aslında bir yönüyle gençlere verdiği değerdir.<br />

Ve bunlar gibi daha neler neler söyleyebilirsiniz.<br />

Çünkü Efendimiz bunu çok iyi biliyordu<br />

ki onların elleriyle bu iş hakkıyla temsil edilir<br />

hakkıyla daha farklı yerlere taşınır hakkıyla bu<br />

manada İslamın o aziz sancağı mahrum olan<br />

yüreklere kazınmış olur, ulaştırılmış olur.<br />

BİZ: EFENDİMİZ (S.A.V) TALHA İBN UBEY-<br />

DULLAH (R.A) YAŞAYAN ŞEHİT GİBİ BİR Hİ-<br />

TABININ OLDUĞUNU BİLİYORUZ. BÖYLE BİR<br />

MAKAMI TALHA BİN UBEYDULLAH O GENÇ<br />

YAŞINDA NASIL HAKETTİ SİZDEN DİNLEYE-<br />

BİLİR MİYİZ?<br />

HOCAMIZ: TABI AHZAB SURESININ 23.<br />

ُ وا)‏ AYETI<br />

HAREBESIN’DEN SONRA NAZIL OLUYOR.<br />

ORDA CENAB-I HAK 2 ZÜMREDEN BAH-<br />

SEDIYOR. BIR ZÜMRE ALLAHA VERDIKLERI<br />

AHDI MISAKI YERINE GETIRIP CANLARINI<br />

ALLAH YOLUNDA KURBAN EDENLER, DIĞER<br />

BIR ZÜMRE DE SÖZLERINI DEĞIŞTIRMEDEN<br />

‏ُوا)‏ BEKLEYENLER<br />

) HIÇ BIR ŞEKILDE ت<br />

SÖZLERINE AYKIRI DAVRANMAYANLAR.<br />

MU- AYETI UHUD ‏(مِ‏ نَ‏ الْمُ‏ ْ ؤ مِ‏ نينَ‏ رِجَ‏ ال صَ‏ دَ‏ ق<br />

وَ‏ مَ‏ ا بَدَّ‏ ل<br />

‏َبْ‏ د۪‏ يالً‏<br />

Aleyhissalatu ve esselam Efendimiz bu<br />

ayeti okuyor bir gün Mescidi Nebevi’nin minberinde.<br />

Daha yeni gelmiş o işe dahil olmuş<br />

müslümanlardan bazıları burada sözlerini<br />

değiştirmeden hiç bir şekilde sözlerine aykırı<br />

davranmadan duranların kimler olduklarını<br />

merak ediyorlar. İçlerinden birisi ayağı kalkıyor:<br />

’’ Ya Rasullallah diyor, ayette söylenen<br />

Allaha vermiş oldukları ahitleri yerine getirip<br />

hayatlarını imanlarına şahit kılıp şehit olanlar<br />

belli, Hamza onlardan birisiydi (r.a). Musab<br />

onlardan birisiydi. Abdullah İbn Caş onlardan<br />

biriydi. Enes Bin Nadr onlardan biriydi. Ama<br />

burada sözlerini değiştirmeden duranlar o<br />

ilk gün ki Allaha vermiş oldukları sözü yerine<br />

getirme noktasında hassasiyet içerisinde<br />

olanlar kimler?’’ Soruyu duyunca Efendimiz<br />

birşey söylemiyor. Zat, o soruyu soran Sa-<br />

39 40


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

habe Efendimiz acaba soru anlaşılmadı mı<br />

diyor. Biraz <strong>son</strong>ra bir daha soruyor, Efendimiz<br />

sanki sahabe içerisinden birini arıyor gibi ama<br />

cevap vermiyor. Üçüncü kez soruyor Sahabe<br />

Efendimiz soruyu. Efendimiz yine cevap<br />

vermiyor. Sözünü bitiriyor, minberden iniyor.<br />

Mescidi Nebeviden Hücre-i Saadete doğru<br />

yürüyeceği anda Talha bin Ubeydullah yeşil<br />

elbiseler içerisinde Mescidi Nebeviye giriyor.<br />

Efendimiz Talha ibn Ubeydullahı görür görmez<br />

‘’Nerede biraz önceki sorunun sahibi?’’<br />

diyerek o soru sahibini çağırıyor. Eliyle işaret<br />

ederek ‘’İşte sorunun cevabı burada ’’ diyor.<br />

‘’Her kim bu dünyada yaşayan bir şehit görmek<br />

istiyorsa Talha İbn Ubeydullaha baksın.’’<br />

diyerek Talha İbn Ubeydulllah’a “Şehidul<br />

Hayy” diyerek bir kavramı onun üzerinden<br />

aslında Müslümanların gündemine koyuyor.<br />

Malumunuz Kuran-ı Kerim de ‘’Allah yolunda<br />

öldürülenlere ölüler demeyiniz ‘’ diyor. Şehit<br />

öldükten <strong>son</strong>ra dirilendir. Şehidul Hayy ölmeden<br />

dirilendir. Bu kavramlar önemli. Allah<br />

Rasulu (a.s) bunları bir yönüyle başka şeylere<br />

dikkat çekmek içinde nazarımıza veriyor. Şehidul<br />

Hayy kavramını kullandığı 2.isim Efendimizin<br />

bir hanım sahabedir. Ümmü Varaka<br />

(r.a) diye bildiğimiz ve şehadet adına yanıp<br />

tutuşan bir anamızdır, validemizdir. Efendimiz<br />

ona da o müjdeyi verirken ‘Sen şehit olacaksın,<br />

hem de evinde olacaksın, evinde olurken<br />

bunu tadacaksın ve sen Şehidull Hayysın’<br />

diyerek bu ödülü bu mükafatı ona taçlandırırkende<br />

aslında onun üzerindende bize bir<br />

mesaj veriyor. Demekki nedir o zaman Şehidul<br />

Hayy, zaten şehadet aslında odur. Şehadet<br />

bir yönüyle imanın hayata şahit kılınmasıdır.<br />

Allah bunu birilerine nasib eder birilerine<br />

etmez ama bir insan eğer şehadet arzusunu<br />

yüreğinde tutarsa, ve bir şehit gibi yaşarsa<br />

sözünü nasıl anlamamız lazım burada bir parantez<br />

açıp söylememiz lazım. Aslında şehit<br />

Allah yolunda kurban olmaktır. Nasıl ki Kurban<br />

Bayramında biz Allah yolunda kurbanlıkları<br />

seçerken Fıkhın bize belirlediği bazı şeyler var,<br />

onlara uygun bir biçimde seçiyoruz. Kusurlu<br />

olmayacak, herhangi bir arızası olmayacak,<br />

Allah da kendi yolunda kurbanlarını böyle<br />

seçiyor. Dolayısıyla Şehidul Hayy olabilmesi<br />

içinde bi kere o şehadeti hakedecek bir <strong>hali</strong><br />

olması lazım. İşte bu hak ediş eğer olurda<br />

<strong>son</strong>unda olmazsa Sallallahu aleyhi ve sellem<br />

müjdeyi veriyor. Bir insan samimiyetle eğer<br />

şehadeti ister ve bu manada Allahtan dua<br />

dua bunu talep ederse yatağında bile ölse<br />

şehittir. İşte (s.a.v) Efendimiz Talha İbn Ubeydullah’ın<br />

üzerinden Ümmü Varaka anamızın<br />

üzerinden bunu veriyor bize ama bunun<br />

yanında onlarında <strong>son</strong>radan yine şehadet<br />

şerbetini içeceklerine dair bir müjde veriyor<br />

bize.Bütün gençlerimizin hedefleri arasında<br />

böyle birşey de olmalı. Şehadet ölümlerin<br />

en güzelidir, ölümlerin taçlı gelinidir, Allaha<br />

kavuşmanın en güzel ve en önemli zeminidir.<br />

Ama şehadet asla bile bile ölüme yürümek<br />

demek değildir. Şehadet ölümü öldürerek yürümektir.<br />

Bunu yapan insan işte Şehidul Hayy<br />

olma adına bir ödülü haketmiş olur.<br />

BİZ: Yine Esma b. Yezit’in efendimize sorduğu<br />

soruların ne kadar nitelikli ve nicelikli<br />

olduğunu biliyoruz… Hatta efendimizin ona :<br />

HATIBETUL NISA dediğini ve onu övdüğünü<br />

biliyoruz. Dine dair, İslam’a dair soru sormayı<br />

övdüğünü buradan çıkartarak Üniversite’de<br />

okuyan talebeler olarak bu soru sorma etkinliğinin<br />

sünneten usuldeki yerini öğrenmek<br />

istiyoruz. Edeb riayeti ve ölçüsü nasıl olmalı<br />

bir gencin bu mevzuda ?<br />

HOCAMIZ : Eyvallah. Soru sormak aslında<br />

ilim noktasında çok önemli bişeydir. Zaten<br />

soru sormayı bilen adam ilim talep edebilir.<br />

Onun için bizim ilim geleneğimizde soru<br />

cevabın çok özel bir yeri vardır. Bütün alimlerimiz<br />

meclislerinde belli bir şeyden <strong>son</strong>ra yani<br />

kendi anlatacaklarını anlattıktan <strong>son</strong>ra bir soru<br />

cevap faslı oluştururlar ki bu aslında o ilim<br />

geleneğinin işte kazandırdığı bir şeydir. Allah<br />

Rasulü (A.S.) da talim görevinin bir gereği olarak<br />

dönem dönem Sahabeyi böyle bir alanda<br />

istihdam ediyor tabiri caizse. Efendimiz istiyor<br />

ki sahabe sorular sorsun bazen sahabe bu<br />

konuda sormazsa eğer Efendimiz soruyor<br />

onlara. Onlardan cevap almaya çalışıyor. Bazen<br />

bu soru cevap faslı uzayıp gidiyor. Bunun<br />

hadis kitaplarımızda epey örneklerini bulmak<br />

mümkün. Dikkat çektiğiniz isim Esma binti<br />

Yezid ise bu işin gerçekten sembol isimlerinden<br />

biridir. Hatibetunnisa ifadesini kazanması<br />

da bundan Allah Rasulü (A.S.) onda bu özelliği<br />

farkettiği zaman Medineli kadınlarda çok<br />

rahat konuştuğu için hakkını hukukunu rahat<br />

istediği için soru sormaktan çekinmeyip bu<br />

konuda vakarla çok güzel bunu yansıttığı için<br />

Efendimize (A.S.) sormak istedikleri soruları<br />

Esma Validemizin üzerinden soruyorlar.<br />

Onun için aslında bazı hadislerde şöyle bir<br />

ifadeyi okumak mümkün Esma binti Yezid<br />

Peygamber (S.A.V.) in huzuruna yürümeye<br />

başladığında ‘İşte bakın, gelen Esmadır, şimdi<br />

gelecek öyle bir soru soracak ki siz erkek<br />

<strong>hali</strong>nizle o soruları soramazsınız.’ Ve bunları<br />

biz okuyoruz hadis kitaplarımızda. İşte buradan<br />

kadın erkek farketmez ilmin talebinin<br />

ne kadar önemli çıkardığımız gibi, burda<br />

soru cevap meselesininde ne kadar önemli<br />

olduğunu çok rahat bir biçimde anlayabiliyoruz.<br />

Kaldı ki (A.S.) Efendimizin sahabeye<br />

bu alanı açmasıda önemli bişeydir. Bediüzzamanın<br />

ifadesiyle merak ilmin hocasıysa<br />

bu merakıda en iyi ortaya koyacak ve bu<br />

arada giderecek vesilede soru sorup cevap<br />

almaksa ilim yolunda her talibenin, talibin<br />

bu alanı en üst düzeyde kullanması gerekir.<br />

Ve bu konuda daha farklı bir biçimde<br />

istifadelerini çoğaltacak yollara tevessül<br />

etmek gerekir.Ancak soru iş olsun diye<br />

sorulmaz. Yani bir insan cevabını kendisinin<br />

bulmadığı ya da cevabından kesinlikle<br />

emin olmadığı soruları sorar. Eğer bir insan<br />

yani ilim yolunda birinden bahsediyoruz,<br />

kendisi ilme ulaşabilecek yolu menheci<br />

bulmuşsa bir çok sorusuna cevap bulabilir<br />

zaten. Ama yine buna rağmen elde ettiği<br />

cevap gerçekten isabetli mi bunu tespit<br />

etmek için de ehil olanları zayi etmeden<br />

ehliyet sahibi insanlara sorarak sorularının<br />

cevaplarını alır. Biz bunun uygulamasını<br />

işte dediğim gibi peygamberimizin hayatında<br />

görüyoruz.<br />

BİZ: Efendimizin Zeyd Bin Sabit’e İbranice<br />

öğrenmesini söylemesi gibi dil ve farklı<br />

alanlarda gençlerin kendini geliştirmesini<br />

efendimiz destekliyordu diyebilir miyiz? Bu<br />

yönde efendimizin bakış açısı nasıldı?<br />

HOCAMIZ : Kesinlikle diyebiliriz. Efendimiz<br />

(A.S.) Yesribe geldiği zaman yani<br />

Hicretten <strong>son</strong>ra Musab Bin Umeyrden ve<br />

Zeyd bin Sabitin annesinden onun kabiliyetini<br />

fark ettiği zaman ona bu görevi verdi.<br />

Ama <strong>son</strong>raki süreçte özellikle davet mektuplarını<br />

gönderirken Efendimizin her davet<br />

mektubunu malumunuz Arabça yazıyordu.<br />

Ama gönderilen kralın dilini bilen bir elçiyle<br />

gönderiyordu. Buda Efendimiz (S.A.V.) in dil<br />

eğitimi konusunda aslında nasıl bu mesleye<br />

ehemmiyet verdiğine dair bir işaret taşır<br />

içerisinde. Burada Efendimiz o gençleri<br />

yetiştirirken özellikle Suffa da kabiliyetlerine<br />

ve mizaçlarına göre bir istihdam alanı<br />

açtığına şahit oluyoruz. Zeyd Bin Sabit<br />

bilinen en temel örnek olduğu için o aklımıza<br />

geliyor. Mesela Abdullah İbn Zübeyr<br />

41 42


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

içinde aynı şey geçerli. Abdullah İbn Zübeyr<br />

Peygamber (A.S.)’ın bu konuda ki ciddiyetini<br />

fark ettiği zaman bir dönem kendi etrafında<br />

yaklaşık o gün dünya dillerinin bir çoğunu<br />

konuşan hizmetliler oluşturdu. Bunu yaparkende<br />

Efendimizin aslında sünnetine binaen<br />

yapmaya çalıştı. Dolayısıyla diğer zamanlarda<br />

ki süreçlerde de sahabe efendilerimizin o<br />

uygulamaları Efendimizim (A.S.) bu konuda ki<br />

önemine bu konuda ki ehemmiyetine binaen<br />

yapılmıştı.Dolayısıyla buradan biz şu net tespiti<br />

çıkarabiliyoruz yani, yaşadığımız dünyada<br />

gerçekten hayatın devam etmesi noktasında<br />

şeriatimizle çatışmayacak olan herhangi<br />

şeyler varsa bunların öğrenilmesi de bir<br />

yönüyle Peygamber teveccühüne ve taltifini<br />

kazanmış şeylerdir. İşte o dönemde atıcılık,<br />

yüzme, binicilik bu tarz şeyler önemliydi.<br />

Bunları çocukların öğrenmesini tavsiye etti.<br />

Ama bugün bu aletler değişti. Bu aletler şimdi<br />

yerini başka şeylere terketti. Biz bu hadiste<br />

ki söylenen şeylerle sınırlı tutamayız. Evet<br />

onlar önemlidir ama Efendimiz söylerken o<br />

günün dünyasında bunlar ihtiyaç olduğu için<br />

söylendi. Bunu bugünün dünyasında ihtiyaç<br />

neyse aynı şekilde onlara gösterilen aslında<br />

ehemmiyet, bir yönüyle sünnetin ihyasıdır.<br />

Bizim bunu bu şekilde anlamamız gerekir. İşte<br />

böyle anladığımız zaman da dünyadan kopuk<br />

bir biçimde yaşayamayız. Yaşamama gibi bir<br />

noktaya geliriz. Ve dünyanın bizi sevk etmesine<br />

değil, Müslümanlar olarak dünyaya yön<br />

verme noktasında bir sorumluluğumuzun<br />

olduğu bilincinde hareket ederiz. Böyle bir<br />

sorumlulukta dünyaya İslamın mesajlarını duyurma<br />

noktasında bizim asıl görevimize bizi<br />

getireceği içinde ayrıca önem ve ehemmiyet<br />

arz ettiğini unutmamamız gerekir.<br />

BİZ: Musab Bin Umeyr’in genç yaşta en<br />

önde sancak taşırken şehit olmasını genç sahabelerin<br />

şehadete olan düşkünlüklerini anlamamız<br />

açısından bize açıklayabilir misiniz?<br />

HOCAMIZ: Evet, onu da söyledim aslında<br />

şehadetle alakalı yine buna ait birkaç şey<br />

söyliyim mesela özellikle Bedir Gazvesi’nden<br />

<strong>son</strong>ra yani biliyorsunuz hicretin ikinci yılında<br />

oluyor ve 14 şehit veriyorlar Müslümanlar.<br />

O büyük gazvede şahadetle alakalı ayetler<br />

gazve öncesinde nazil oluyor Bakara suresinde<br />

<strong>son</strong>ra dönüş yolunda da bu manada bazı<br />

ayetler nazil oluyor. Alehissalatu vesselam<br />

Efendimiz şehadet meselesinde artık çok<br />

önemli beyanlarda bulunuyor,duaların başına<br />

şehadet konuluyor.Bütün bunları gören genç<br />

sahabelerde inanılmaz derecede bir şehadet<br />

arzusuna kapı açıyorlar.Bugün hayatlarını<br />

şöyle ya da böyle bildiğimiz sahabe efendilerimizin<br />

hiçbir tanesi yoktur ki onların şehadetle<br />

bir hatıraları olmuş olmasın yani kendilerine<br />

nasip olmuştur olmamıştır o ayrı bir<br />

mesele ama bu arzu vardır mesela Bera İbn-i<br />

Malik,Enes Bin Malik’in abisi ben onu anlatırken<br />

Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadet<br />

isteyen sahabe diye anlattım.Gerçekten böyle<br />

Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadet<br />

isteyen bir zümre sahabi nesli ve dualarının<br />

başında hep bu var,Hubeb İbn-i Adi’de o var<br />

Zeyd İbn-i Desin’e de o var Abdullah İbn-i<br />

Tarık’da o var Asım İbn-i Sabit’de o var ila ahir<br />

hangisini sayarsanız sayın.Hz.Ebubekir’de o<br />

vardı yani biz mesela dualarına bakıyoruz şehadet<br />

arzusu var.Hz.Ömer’de yine öyle yani<br />

Arafat’da <strong>son</strong> işte şehadetine günler kala dua<br />

dua yakardığına şahit oluyor Selmani Farisi<br />

bir yaklaşıyor ne diyor nasıl şeyler istiyor diye<br />

merak ediyor,bakıyor ki şehadet istiyor.’’Allahummeerzugnuşehadeten<br />

fi sebilik ve mevteten<br />

fi beledi rasuluk’’ diyor yani ‘’Allah’ım<br />

beni peygamberin şehrinde öldür ve bana<br />

şehadet nasip et’’bu duayı kızı Hafsa anamız<br />

duyunca davetunibnikebşe diyor İbniKebşenin<br />

duası yani bunun Türkçe karşılığı şu;-<br />

kabul olmayacak duaya amin istemek hem<br />

Peygamber şehrinde öleceksin hemde şehit<br />

olacaksın kızım diyor ben Sallalahu Aleyhi ve<br />

Sellem Efendimizden duydum biz birgünUhud<br />

dağının üzerindeyken Uhud dağı titredi<br />

ve Allah Rasulualeyhissalatu vesselam dağa<br />

hitap et uskut ya uhud ve innemaaleykenebiyyun<br />

ve sıddıkun ve şehidan dedi o nebi<br />

sıddık işte bu kabirde olan Ebubekir şehidan<br />

dediği iki şehitten biri ben biri de Osman bu<br />

sözü söyleyen Sallalahu aleyhi ve sellemdir<br />

eğer O dediyse şehadet ulaşacaktır bana ve<br />

ulaştıda.Bir sabah namazında Peygamber<br />

mescidinde mihraptayken o kutlu cemaate<br />

namaz kıldırıyorken arkadan yediği hançerle<br />

şehadet şerbetini içti.Hz.Osman zaten öyleydi<br />

ki biliyorsunuz o da şehit oldu.Hz.Ali zaten<br />

bir ömür şehadet arzusuyla yandı tutuştu<br />

hatta Hendek Gazvesi sırasında şehadet<br />

şehadet deyince,AllahRasuluAleyhissalatu<br />

43 44


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

vesselam Ali dedi şimdi değil bir gün gelecek<br />

başından akan kanlar sakalını boyayacak o<br />

gün göreyim senin sabrını dedi yıllar <strong>son</strong>raki<br />

şehadetine aslında bir vurguda bulundu.Hangisini<br />

söyleyelim ki yani Ammar Bin Yasir hakeza<br />

öyle Ebu Dücane öyle hepsinde bu var<br />

yani dolayısıyla bugün aslında gençlerimizin<br />

belkide rüyalarına girebilecek bir şey olmalı<br />

şehadet ama bu öyle meclislerde sadece öyle<br />

salonlarda şurda burda bağırıp çağırılarak elde<br />

edilecek bir şey değil.Gerçekten Allah bunu<br />

yaşayana nasip ediyor kusurlu olanı almadığı<br />

gibi katına kusurlu olanı da bu manada kabul<br />

etmiyor,onun için şehadet arzusu bizi şehit<br />

gibi yaşamaya sevk etmeli.Bu manada eğer<br />

biz bazı adımlar atarsak Cenab-ı Hak İnşallah<br />

bizlere de nasip edecektir.<br />

BİZ : İlk Müslümanların çoğunluğunun 30<br />

yaşın altında olduğunu ve yine Efendimizin<br />

müşriklerden özellikle gençlerin öldürülmemesini<br />

emrettiğine dair bilgilere ulaştık.Bunlar<br />

doğru mu?Şayet doğruysa altında yatan stratejiyi<br />

ve gençlerin onun gözündeki değerini<br />

açıklayabilir misiniz?<br />

Hocamız: Efendimiz Aleyhissalatu vesselam<br />

gençlere verdiği o değere verdiği bir<br />

işareti bu yani mesela bir seriyye sırasında<br />

yanlışlıkla sahabi birkaç tane müşrik çocuk<br />

öldürmüş olay Efendimiz as.e ulaştığı zaman<br />

Efendimiz çok bundan müteessir olmuş<br />

demek siz çocukları öldürdünüz demek siz<br />

çocukları öldürdünüz defaatle bunu söylüyor<br />

dayanamıyor bir sahabe efendimiz ya Rasullallah<br />

onlar müşriklerin çocuklarıydı zaten<br />

bu kadar kendini harap etmene gerek yok ki<br />

Efendimiz dönüp o sahabe efendimize diyor<br />

ki;siz neydiniz?Sizde dün öyleydiniz düne<br />

kadar sizde müşriktiniz müşriklerin çocuklarıydınız<br />

işte bu seninde sorunda belirttiğin<br />

gibi yaşasınlar belki Allah hidayet nasip eder<br />

mesela sav.in askeri noktada ortaya koyduğu<br />

stratejilerden en önemlilerden bir tanesi<br />

şudur,kendisi ordusunu konuşlandıracaksa<br />

arkasını dağa alır,ama müşriklerin arkasının<br />

açık olmasına önem verir ehemmiyet gösterir.Sebebi<br />

de şudur eğer müşrikler bize<br />

saldırırsa biz dağa kaçar onların elinden<br />

kurtuluruz ama eğer onlara galibiyet sağlarsak<br />

onların önü açık olsun kaçıp gitsinler<br />

zaten İslamdaki savaş hukukunun en temel<br />

meselelerinden bir tanesi de kaçanın arkasına<br />

düşmemektir kaçan gitmiştir atık burda o<br />

insanlara bir hayat hakkı tanınmakta neticede<br />

islam bir iktidar için ya da bir güç için değil<br />

insanların hidayeti içindir.Onların yaşayıp<br />

bir yönüyle islami önyargılarından arınarak<br />

anlayabilmeleri için Sallallahu aleyhi ve selem<br />

Efendimiz bunu yapıyor dolayısıyla bu açıdan<br />

da çok önemli bugünün dünyasına da aslında<br />

mesajlar taşımamız gerekir.Bugün gençliğimizin<br />

<strong>hali</strong> ortada bizim aslında buradan elde<br />

edeceğimiz ilhamla bu gençliğin kurtulması<br />

adına çok ciddi projeler üretip çok ciddi<br />

çalışmalar yapmamız gerekir ki o sünnetin<br />

bizim dünyamızda bir karşılığı ve bir ihyası<br />

olmuş olsun.<br />

BIZ: Her gencin kendisine örnek alması<br />

gereken bir sahabe vardır diyebilir miyiz?Bu<br />

örnek almanın nasıl bir getirisi olur kişiye?Ve<br />

sizin gençken örnek aldığınız bir sahabe var<br />

mıydı?Varsa kimdi?<br />

HOCAMIZ: Kesinlikle alması gerekir çünkü<br />

neticede insan örnek alarak yürür yani biz ne<br />

yaparsak yapalım belki birileri biraz bu kavrama<br />

soğuk bakıyor ama taklit eden varlıklarız<br />

sevdiğimiz bir insanı taklit ederiz yani onun<br />

gibi konuşuruz onun gibi yürürüz onun gibi<br />

davranırız onun sevdiklerini severiz insanız<br />

çünkü bu manada birbirimizden etkileniriz.<br />

Bizim için iman kahramanları sahabe nesli<br />

öyleyse eğer herbirimizin dünyasında bir yıldız<br />

olmalı ve her birimizin bir sahabe kardeşi<br />

olmalı,bu kardeşlik de aynen ensar muhacir<br />

kardeşliği gibi birbirimize sorumluluk yükleyerek<br />

onların hayata bıraktığı o güzellikleri<br />

hayatlarımıza taşıma noktasında da bize bir<br />

sorumluluk yüklemeli.Hal böyle olunca işte<br />

biz sahabi efendimizle böyle bir kardeşleştirme<br />

meselesinde daha canlı bir bağ kurmuş<br />

oluruz. aslında onun için yapmamız gereken<br />

önemli bir şeydir bu.Ben medresede okumuşum<br />

küçüklüğümde yani ortaokul yıllarında<br />

bizim medrese ilimlerinde alet ilimleri fazladır<br />

ve sıkıcıdır yani insan ezberde falan ruhu<br />

böyle daralır nereden geldik buraya nereye<br />

düştük buraya diye baya bir sıkıntı çeker<br />

Allah selamet versin o günlerde o dersleri<br />

bize okutan bir seydamız böyle ara ara bizim<br />

sıkıldığımızı gördüğü zaman dizine vururdu<br />

Muhammed Emin getir bir hayatussahabi<br />

okuyalım imanımız kavi olsun güçlensin derdi<br />

bende getirirdim o da okur bize anlatırdı o<br />

zaman biz o Arapçayı çok rahat çözemiyorduk<br />

ama o bize Türkçe anlatıyordu.O günlerde<br />

ben işte sahabe efendilerimizin ne kadar<br />

gerçekten büyük insanlar olduğunu o kitap ve<br />

o anlatılar sayesinde tanışmış oldum o dediğim<br />

zamanlarda ben 12-13 yaşında çocuğum<br />

tabi bir müddet <strong>son</strong>ra kendimiz okumaya<br />

başladık ve Hz.Ali biraz daha farklı bir halde<br />

benim gözümde oldu belki de yetiştiğimiz<br />

zemininde bunda etkisi var bizim odalarımızda<br />

eskiden Hz. Ali’nin Cenknameler’ i okunurdu.Ben<br />

onlarla yetiştim mesela işte bilen<br />

birisi alır cenknameyi bazen normal bazen<br />

nağmeli bir şekilde okurdu ve Hz.Ali’nin kahramanlıklarını<br />

dinleyerek büyüdük o günlerde<br />

belki de onun etkisiyle Hz.Ali’nin çok daha<br />

farklı bir etkisi vardı gençlik zamanlarımda ki<br />

hala öyle ama daha <strong>son</strong>raki süreçlerde şöyle<br />

bir şey yaptım her sene değiştirdim kardeşimi<br />

yani dedim ki sahabe efendilerimizle yakınlığım<br />

biraz daha farklı olsun onun için böyle<br />

o sene ruh <strong>hali</strong>m ortam artık ihtiyaçlar neyse<br />

biraz da beni o manada motive edecek beni<br />

biraz daha o manada farklı bir iklime sokacak<br />

olan isimleri seçerek öylece bugüne kadar<br />

getirdik bakalım.<br />

Biz : Şu anda hocam??<br />

Hocamız : Şu anda Uhve İbn-i Nafi Afrika’nın<br />

Fatih’i o büyük insan.<br />

BİZ: Hocam <strong>son</strong> olarak uzun süredir sizin<br />

ümmetin hayrı için ileri gelen hocalarımızın,<br />

alimlerimizin birlik olup beraber bir şeyler<br />

yapması gerektiğine dair mesajlarınıza şahit<br />

oluyoruz, nitekim katıldığınız diriliş buluşmaları,düzenlediğiniz<br />

Eyüp buluşmaları da<br />

buna güzel örneklerden biri.Röportajımıza<br />

<strong>son</strong> verirken bizimle bu konudaki fikirlerinizi<br />

paylaşmanızı rica etsek?<br />

HOCAMIZ: Valla ümmetin birliğinden<br />

başka hiçbir yolu yok ümmet demek zaten<br />

bir demektir biz tevhidin etrafında vahdet<br />

etmediğimiz müddetçe de ümmet olamayacağız<br />

aslında onun için farklılıklarımızı bir<br />

zenginlik olarak kabul edip ortak paydada<br />

Müslümanların birleşmesi için gayret etmemiz<br />

lazım.Allah bu kardeşinize <strong>son</strong> bir nefes<br />

verse de o <strong>son</strong> nefesini ümmetin birliği için<br />

kullanacak.Mecburen gideceğiz geleceğiz<br />

yalavaracağız yakaracağız bu ümmetimizin<br />

büyüklerini hocalarını farklı cemaat mensuplarını<br />

ortak bir potada ortak düşmana karşı<br />

ortak bir güç oluşturma noktasında gayrete<br />

devam edeceğiz bundan başka yolumuz<br />

yok bizim.Vahdet demek herkes işini gücünü<br />

bıraksın ortak bir noktada birleşsin demek<br />

değildir.Vahdet demek herkes işine baksın<br />

ama ortak düşmana karşı ortak bir ses olunsun<br />

demektir.Biz bunu yapabildiğimiz zaman<br />

ancak vahdeti ortaya koymuş oluruz onun<br />

için hepimizin özellikle şu günlerde ümmetin<br />

paramparça olduğu Suriye’de Irak’da Çeçenistan’da<br />

Kudüs’te Mescid-i Aksa’da ve bu<br />

memlekette Müslümanların <strong>hali</strong> hepimizin<br />

malumu bu hallerin yaşandığı bir zeminde<br />

biz şahsi arzularımızı şahsi isteklerimizi<br />

mensubiyetlerimizi aidiyetlerimizi ümmetin<br />

önüne geçirirsek vallahi bunun hesabını Allah’a<br />

çok zor veririz onun için ne yapıp yapıp<br />

bunları ayaklar altına almayı bilmeliyiz ve bu<br />

manada da gayret etmeliyiz.Şu günlerde hepimizin<br />

Hz.Hasan’ı çok iyi öğrenmesi gerekir.<br />

Hz.Hasan bir vahdet kahramanıdır ve Hz.Hasan<br />

üzerinden bizim aldığımız vahdet mesajı<br />

da şudur;yüzde yüz hakkın olan şeylerden<br />

bile vazgeçeceksin ümmetin birliği ve vahdeti<br />

için.Bunu yaptığın zaman gerçek manada<br />

vahdeti yapmış olursun bazen bazı kardeşlerimiz<br />

vahdeti şöyle anlıyor diyor ki gelin<br />

birleşelim böyle bir söz yok gelin birleşelim<br />

demek vahdetin önündeki en büyük engeldir.<br />

Ben geliyorum birleşelim demektir aslolan<br />

Hz. Hasan’ın da yaptığı budur yüzde yüz<br />

hilafet kendi hakkı olmasına rağmen ümmetin<br />

birliği için hilafeti Hz.Muaviye’ye devrettiği<br />

zaman aslında vahdet için bir adım atmıştır,-<br />

düşmanlar alay etmiş,dostları kınamıştır ama<br />

buna rağmen o iki İslam cemaatini kendisini<br />

feda ederek ortaya koymuştur.Bugün aynısını<br />

yapmak zorundayız yapmazsak eğer düşman<br />

zaten bugün bizim parçalanmışlığımızın<br />

üstünde ne yapıyorsa yapıyor eğer bugün<br />

Suriye’de bu kadar kan dökülüyorsa inanın bu<br />

Müslümanların tefrikalarının neticesindendir<br />

dolayısıyla yapmamız gereken budur hepimizin<br />

bu konuda çok ciddi bir mesuliyeti var bu<br />

iş sadece hocaların işi de değildir hocalardan<br />

daha fazla aslında bu işin memuru alttaki insanlardır<br />

çünkü alttaki insanlar bu işi istedikleri<br />

zaman ve bazı şeylere takılmadan bu işi<br />

devam ettirdikleri zaman yukarıdaki hocalar<br />

buna daha fazla mecbur kalacaklardır.<br />

O’nun için hepimizin hiçbir zaman farklılıklarımıza<br />

takılmadan vahdet adına bir<br />

gayret içerisinde olmamız gerekir bunun bu<br />

ümmetin selameti için hepimizin üzerine bir<br />

yükümlülük olduğunu unutmadan hareket<br />

etmemiz gerekir.<br />

45 46


ً<br />

ً<br />

ً<br />

47<br />

MAKALE<br />

ENES YALMAN<br />

Çok saygı değer Enes YALMAN’a ait Arap dünyasında en çok okunan makale vasfına<br />

sahip bu yazıyı siz değerli okuyucularımıza bu sayıda sunmak istedik. Yazının<br />

orijinal metnini bu sayımızda tarafımızca yapılan tercümesi çalışmamızı da gelecek<br />

sayımızda sizlere sunmak niyetindeyiz. Bu önemli çalışma için kendisi tebrik ediyor<br />

sizlerin de istifade etmenizi temenni ediyoruz<br />

فيكونون مثلهم كمثل العطشان في صحراء قاحلة يعرض<br />

عطشاً‏ بدال من إروائه،‏ فعلينا أ ان<br />

الشباب هم براعم الربيع لشجرة المجتمع،‏ هم كالبذور“‏<br />

المخفية في الزهور والنوى التي تحملها الثمار،‏ وإن الحياة عليه ماء البحر فيزيد<br />

نبعد الشباب عن هذه الغرائز والمسكنات الدنيوية الفانية<br />

‏.المشرقة والمزدهرة سوف تولد من هذه البذور والنوى أ الن تدهور أ اوضاع الشباب<br />

كما نبعد النار عن البارود،‏<br />

أ اخالقهم ال يدمرهم وحدهم وحسب،‏ بل<br />

الشباب يعني المستقبل،‏ ومستقبل أ اي أ امة بدونهم<br />

وانحطاط<br />

‏.يسببانحطاطاال أ مةباكملها<br />

يعتبر منعدماً.‏ واذا كان نقل قيم أ االمة اإلنسانية إلى أ<br />

االجيال القادمة عبائ،‏ فالحامل المقدس لهذا العبء هم أ االكثر أ اهمية في تنمية<br />

أ<br />

الشباب.‏ وعلى إثره يجب ضمان وجود شباب أ اقوياء من إن التربية والتعليم هما العنصران<br />

الشباب المثالي.‏ وإذا لم تتبن مؤسسات التعليم منهج<br />

كل الجوانب.‏ شباب ذي أ اخالق نبيلة،‏ وقلوب شجاعة،‏ أ االخالقية والشعور أ باالمة الواحدة<br />

اإلرشاد الى القيم<br />

وعقول واعية ومشرقة.‏ يقول الراوي المعروف جورج<br />

فسيكون الشباب الناشىء في هذه الصروح التعليمية في<br />

أ ان يفتح الدائرة الكهربائية<br />

دونالد:“‏ تنتهي وظيفتنا في الحياة عندما نتوقف عن<br />

عداد المفقودين.‏ فالذي يريد<br />

أ ان أ ياخذ مصابيح عقول<br />

فهم الشباب”.‏ أ اي أ ان الشباب هو المجهول الذي يجب<br />

لتنوير المجتمع،‏ يجب عليه<br />

أ اولوياته،‏ حيث أ ان تطور المجتمع وازدهاره<br />

‏.معرفته،‏ وكلمة السر لباب المستقبل التي يجب ايجادها<br />

الشباب ضمن<br />

إذا قارنا هذا الزمان بالشجرة،‏ فإن ماضيها هي الجذور،‏ أ واالفكار الشبابية التي تنتمي<br />

ال تتحققان إال بتلك العقول<br />

أ امتها<br />

ومستقبلها هو الثمرة،‏ وللحصول على ثمار ناضجة من<br />

شجرة هذه أ االمة يجب أ ان نوجه الشباب الى شمس الحق ‏.إلى ثقافة<br />

وبناء عليه فإن الثقل الكبير يقع على عاتق المربين<br />

أ ان يكونوا مثل الطير الذي<br />

والحقيقة.‏ يقول المؤرخ المعروف ويليام سنلمان:‏ ‏“التخلي<br />

والمعلمين،‏ إذ يجب عليهم<br />

اطلق جناحه لضم الشباب وتعزيزهم أ باالمل والمثابرة،‏<br />

عن الشباب كترك الحقل لوحده دون اهتمام،‏ فينمو فيه أ<br />

أ ان الشباب بحاجة الى من يخاطب قلوبهم<br />

الشوك والنبات الطفيلي”،‏ أ اي أ ان روح الشباب يحتاج<br />

الى عناية خاصة،ومشاعرهم،‏ أ وافكارهم،‏ أ واحاسيسهم فال يخفى علينا<br />

‏.قبلعقولهم<br />

آ امالنا التي نريد تحقيقها في المستقبل تعتمد<br />

‏.تحتاج الى اهتمام ومراقبة<br />

إذن،‏<br />

ً على كيفية بنائنا للشباب،‏ وتوجيه سلوكهم<br />

إن أ االمة أ تبدا بفقدان هويتها عندما ينحرف شبابها عن<br />

اعتمادا<br />

اال أ خالقوالسلوكياتاالصيلة،فتملؤهمالشهوات<br />

أ<br />

وطريقة تفكيرهم ، فالشمس لن تشرق على مستقبل<br />

الهابطة،‏ ظنا منهم أ ان هذه الشهوات تشبع أ ظماهم<br />

ً كليا<br />

القواعد اللغوية،‏ واالستفادة من الكتب التي كتبت حول<br />

هذا الموضوع.‏ وال يخفى ايضا الفائدة الكبيرة من الممارسة<br />

عن طريق إلقاء خطب قصيرة في أ االماكن،‏ أ واال زمنة<br />

‏.المناسبة وبدون تردد أ او خوف<br />

ً سابعا : تجنب الدخول في المناقشات والجدل مع أ اناس<br />

في مواضيع غير الزمة،‏ أ الن مناقشات من هذا النوع<br />

تؤدي إلى هدر الطاقات،‏ وتتحول في الغالب إلى مبارزات<br />

كالمية هدفها التغلب في معركة الخطابة مما يسوق<br />

المناقشين أ احيانا إلى إبداء آ ا راء في مواضيع ليس لهم فيها<br />

‏.علمبتاتا<br />

ثامناً:‏ تجربة السفر والسياحة وذلك حسب االمكانيات<br />

المتاحة.‏ فهذه التجربة تعلم الشباب الكثير من المهارات<br />

الحياتية،‏ وذلك من خالل التعرف على ثقافات العالم<br />

المختلفة،‏ ورؤية أ االماكن التاريخية التي تفتح القلب<br />

والعقل،‏ كما تساعد على توسيع الدائرة االجتماعية حيث<br />

يمكن للشباب االلتقاء بالعديد من الناس الجدد،‏ وكسب<br />

العديد من أ االصدقاء،‏ واالستفادة من خبراتهم،‏ فتساعد<br />

‏.بذلك في بناء الثقة بالنفس وتعزيز االستقالل<br />

تاسعاً:‏ االبتعاد عن الغضب الذي يمهد الطريق الى<br />

االستعجال في أ اخذ القرارات المصيرية،‏ فعليه يجب تربية<br />

النفس بحيث يكون الحب،‏ وروح التسامح،‏ وحسن<br />

‏.الظن من أ اساسيات تعامل الشباب مع آ االخرين<br />

ً: تقييد العالقات مع الجنس آ االخر،‏ فالميول إلى<br />

عاشرا<br />

الجنس آ االخر أ امر طبيعي وفطري،‏ ويتطلب التحكم بها،‏<br />

وحفظها في دائرة الحالل،‏ أ النه بعكس ذلك – وإضافة<br />

للحرمان من التوفيق الرباني - فإن هذا أ االمر سوف يشغل<br />

حيزا ً في حياة الشباب اليومي،‏ ويصبح سدا<br />

‏.امامتنميتهمتنميةصحيحة<br />

أ<br />

حادية عشر:‏ الدعاء المستمر إلى هللا،والشكر،‏ والتوبة<br />

الدائمة من أ االمور التي يجب أ ان تدخل حياة الشباب<br />

اليومية،‏ والحرص على استخدام ساعات اليوم بصورة<br />

‏.سليمة،‏ أ واالخذ بنظر االعتبار الراحة الكاملة عند النوم<br />

واخيرا وليس آ اخرا،‏ أ فانه على الشباب مع مراعاة كل ما<br />

أ<br />

سبق عدم نسيان حقيقة أ انهم طالب في مدرسة تسمى<br />

الدنيا،‏ وهم يسيرون في طريق اسمه الحياة،‏ فالشباب<br />

الذين يعيشون كل لحظة من لحظات هذه الحياة أ وكانها<br />

اال خيرة،‏ وبصورة هادفة وذات مغزى ومعنى،‏ ومؤمنين<br />

أ<br />

بانهم أ اصحاب رسالة يخدمون بها دينهم ووطنهم أ وامتهم،‏<br />

وان هناك حياة خالدة سرمدية بانتظارهم فسوف يزيد<br />

أ<br />

نشاطهم وعزمهم وتغمرهم السعادة التي توحي بالسعادة<br />

االبدية،‏ وسيكون لهم حتما جواباً‏ غير جواب الظالمين<br />

أ<br />

‏”انفسهم عندما أ تسالهم المالئكة:“‏ فيم كنتم؟<br />

أ<br />

ً منيعاً‏<br />

ً كبيرا<br />

ENES YALMAN<br />

48<br />

امة فقد شبابها أ االمل،والعزم،‏ والغيرة والهوية،‏ إذن<br />

أ فقهم،ويريهمالمستقبلغامضاً‏<br />

أ<br />

سيعمالضباب،ويعميا<br />

‏.ومظلما<br />

اما الثقل أ االكبر فيقع على عاتق الشباب أ انفسهم،‏ حيث<br />

أ<br />

إن تثقيف وتطوير الذات عندهم أ امر حتمي البد منه والتي<br />

تترتب عليه أ امور مطلوبة يجب أ ان يتم مراعاتها وتحديدها.‏<br />

فعلى كل شاب وشابة أ ان يقوموا بالتحليل الذاتي،‏ واثبات<br />

ما يمكنهم القيام به،‏ أ النه مع تقدم العمر يجب التركيز على<br />

المجاالت الذي سيتم التعمق بها،‏ وبالتالي تكثيف الجهود<br />

عليها.‏ وفي نفس الوقت تشخيص أ االسباب التي تشكل<br />

عائقاً‏ أ امام نموه،وترقيته،‏ وايجاد السبل التي يمكن من<br />

‏.خاللها التخلص من تلك الموانع بصورة تدريجية<br />

إن تقرير ما يهدف إلى تحقيقه الشباب على المدى القصير<br />

والطويل لهو أ امر في غاية أ االهمية،‏ وال يتم ذلك إال بتمحور<br />

التعليم حول أ اسلوب الحياة بحيث يكون التعليم الثانوي<br />

‏.والمسلكيوالترفيهيموازياًللتعليمالدينيوالثقافي<br />

وينصحلتلكالشخصيةالمتعلمةالطامحةللنجاح<br />

والمتحركة نحو الهدف المنشود مراعاة بعض أ االسس<br />

‏:المؤهلة التي تجعله محافظا على مساره<br />

اوالً:‏ دفع الطاقات الدراسية والبحثية باتجاه المسار<br />

المختار والمحدد،‏ أ الن التعامل مع شيء مختلف يوميا<br />

‏.يكون مساوياً‏ لعدم القدرة على القيام أ باي شيء<br />

ثانياً:‏ تدوين مختصرات ما يطالعه الطالب للبحوث مع<br />

مصادره في دفتر مالحظاته اليومية بصورة مستمرة،‏<br />

حيث إن هذه الملخصات تساعده على التطلع إلى آ ا راء<br />

الباحثين المختلفة في المجال الواحد وعدم االكتفاء<br />

بما يصلون اليه من نتائج فحسب،‏ بل يمكن للطالب<br />

استنتاج أ افكار جديدة في ذلك المجال،‏ والذي لم<br />

‏.يتوصلإليهالباحثونانفسهم<br />

أ<br />

ثالثاً:‏ التعمق في مواضيع المجال الذي يتعامل معه،‏<br />

وذلك له طريقان : إما تدريس الموضوع،‏ أ او الكتابة<br />

‏.حولها<br />

ً رابعا : التعاون مع من لديه مجاالت متشابهة،‏ وذلك<br />

بتكوين مجموعات دراسية يقوم فيها الشباب بقراءات<br />

مسبقةلمواضيعمحددةثماالجتماعومناقشتها،فتساهم<br />

‏.هذه الدراسة في خلق جو من االهتمام المشترك<br />

خامساً:‏ االستماع إلى أ االشخاص الذين لديهم أ تاثيرا<br />

أ عمالهم،ومحاولةاخذالنصائح<br />

علىالمجتمعبحياتهموا<br />

أ<br />

‏.منهم في المسائل الالزمة<br />

سادساً:‏ التدريب على اكتساب أ اسلوب الخطابة الصحيح<br />

والدقيق والمؤثر،‏ فالكالم هو أ افضل وسيلة للتواصل<br />

مع الناس،‏ ويراعى في ذلك الفصاحة التي تتطلب معرفة<br />

ً ايجابياً‏


49


09 Serdar Demirel 11 Rasim Özdenören 19 Dr. M. Şerafettin Kalay 25 M. Nureddin Shaban 35 M. Emin Yıldırım<br />

Gelecek, köklere<br />

bağlı gençlerdir.<br />

Üstat Rasim Özdenören<br />

ile hasbihal<br />

Günümüz gençlerinin sık<br />

karşılaştığı fıkhi meseleler<br />

ve çözümleri.<br />

Halep... Efendimiz dönminde<br />

genç olmak &<br />

Sahabe gençliği.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!